ZIHNIN GELECEGI

ZIHNIN GELECEGI

Fevzi BOZKURT
Psikoloji


 
Michio KAKU: New York City Üniversitesi’nde teorik fizik profesörüdür ve “Sicim Kurami”ni bulanlardandir. “Einstein’dan Ötesi”, “Olanaksizin Fizigi”, “Gelecegin Fizigi” ve “Einstein’in Evreni” gibi önemli kitaplarin yazaridir.
Tüm dogadaki en büyük iki gizem zihin ve evrendir. Genis teknolojik olanaklarimizla milyarlarca isik yili uzakliktaki gökadalarin fotograflarini çekebiliyor, hayati kontrol eden genleri manipüle edebiliyor ve atomlarin merkezine inebiliyoruz. Zihin ve evren ise bizim için hâlâ umut vaat edici ancak bir o kadar da ulasilmazdir. Bunlar bilimin en gizemli ve heyecan verici sinirlaridir.
Evrenin görkemine tanik olmak isterseniz, yalnizca gözlerinizi geceleri milyarlarca yildizla isildayan gökyüzüne çevirmeniz yeterli. Atalarimizin gökyüzünün o ihtisami karsisinda nefeslerinin ilk tutuldugu günden beri su iki soru üzerinde kafa yormaktayiz:
Bütün bunlar nereden geldi?
Bütün bunlar ne anlama geliyor?
Biyolog T. Huxley’inbir zamanlar söyledigi gibi, “Insanlik için sorularin en büyügü, diger tümünün arkasindaki ve hepsinden daha önemli olan soru, insanin Doga içindeki konumunun ve Kozmos ile olan iliskisinin belirlenmesidir.”
Temel fizik yasalari ve bilimin gelecegimizi nasil sekillendirecegini anlamak; bu iki tutku, tüm bu yillar boyunca benim hayal gücümü  harekete  geçiren  unsurlar olmustur.
Aristo, ruhun beyinde degil de tek islevi kardiyovasküler sistemi sogutmak olan kalpte olduguna inaniyordu. Descartes gibi digerleri ise ruhun vücuda beyindeki epifiz denilen minik salgi bezinden girdigini düsünmekteydi. Ancak saglam kanitlarin yoklugunda bu teorilerin hiçbiri kanitlamamaktaydi.
Bu “karanlik çag”, hakli bir nedenle dört bin yil sürdü. Beyin yaklasik olarak bir buçuk kilo agirligindadir, fakat Günes Sistemimizdeki en karmasik nesnedir.
Beyin hakkinda, son on bes yilda, tüm insanlik tarihi boyunca bildigimizden daha fazla sey ögrendik ve bir zamanlar ulasilmaz olarak düsünülen zihin, artik ilgi odagi haline geldi.
Dr. Ernst, modern MRG tekniginin temelinin atilmasini saglayan çalismalarindan dolayi 1991' de Nobel Ödülü’nü kazandi. MRG makinesi de bizim canli haldeki beynin PET taramalarindan çok daha detayli fotograflarini görmemizi sagladi.
Sonuçta teorik fizik profesörü oldum, ama zihin üzerine olan merakim devam etti. Yalnizca son on yil içinde fizikteki gelismelerin, beni çocukken çok heyecanlandiran zihinsel becerilere olanak sagladigini görmek gerçekten nefes kesici.
Bilim insanlari, MRG taramalarini kullanarak artik beynimizde dolasan düsünceleri okuyabiliyorlar. Bilim insanlari ayni zamanda tamamen felçli hastalarin beynine bir çip yerlestirerek bir bilgisayara baglayabiliyor ve bu sayede hastanin yalnizca düsünce gücüyle internette gezinebilmesine, e-posta yazip okuyabilmesine, bilgisayar oyunlari oynayabilmesine, tekerlekli sandalyelerini kontrol edebilmelerine, ev aletlerini kullanabilmelerine ve mekanik kollari çalistirabilmelerine olanak saglayabiliyor. Aslinda bilgisayar araciligiyla hastalar normal bir insanin yapabilecegi her seyi yapabiliyorlar.
 
Matrix adli filminde oldugu gibi, günün birinde bilgisayar kullanarak anilari ve becerileri beynimize yükleyebiliriz. Hayvanlar üzerinde yapilan çalismalarda, bilim insanlari halihazirda beyine ani yerlestirmeyi basardilar.
Beyindeki sinir yollarinin tamamen çözümlenmesiyle birlikte, artik zihinsel hastaliklarin köklerinin kesin olarak anlasilabilir ve bu kadim hastalik için  bir tedavi de gelistirilebilir. Bu çözümleme islemi beynin bir kopyasinin yapimina da olanak saglayabilir. Bu beraberinde felsefi ve etik tartismalari da getirecektir.
Eger bilincimiz bir bilgisayara yüklenebiliyorsa biz kimiz? Ayni zamanda ölümsüzlük kavramiyla da oynayabilecek duruma gelebiliriz. Bedenlerimiz eninde sonunda çürüyüp gidebilir ancak bilincimiz sonsuza kadar yasayabilir mi?
Bunun daha da ötesinde, belki de günün birinde bazi bilim insanlarinin tahminine göre zihnimiz bedensel kisitlamalardan kurtularak yildizlar arasinda gezinebilecek. Bundan yüzyillar sonra, tüm sinirsel sablonumuzu lazer isinlarina koyup bilincimizin yildizlari kesfetmesinin en elverisli yolu olarak uzayin derinliklerine gönderebildigimizi hayal edebiliriz.
Bilgisayarlar artik beyinden çikan elektrik sinyallerini kaydedecek ve onlari kismen bilinen bir dijital dile çevirebilecek kadar güçlü. Bu da beynin, bilgisayari arayüz gibi kullanarak etrafindaki her türlü objeyi kontrol edebilmesine olanak sagliyor. Oldukça hizli gelisen bu alana BMI (Beyin-Makine Arayüzü) deniyor. Buradaki kilit teknoloji de bilgisayarlar.
ZIHIN ve BILI
Zihinsel olarak aklimizin sürekli ve pürüzsüz bir seklide bilgi isleyen tüm kararlarimiza tamamiyla egemen olan tek bir varlik oldugunu hissederiz. Öte yandan, beyin görüntülemelerinden elde ettigimiz beynimiz için algiladigimizdan resimden farklidir. MIT’de profesör olan ve yapay zekanin kurucularindan biri olan Marvin Minsky zihnimizin daha çok birbiriyle yaris halinde olan farkli alt modüllere sahip "zihinler topluluguna" benzedigini söylemisti.
Harvard'da psikolog olan Steven Pinker ile görüsgümde ona bilincin kargasasinin içinden nasil su yüzeyine çiktigini sordum. O da bilincin beynimizde kopan bir firtina gibi oldugunu söyledi. Bunun ayrintilarina ileridekileri yazarak inmisti: “Bir yetkili 'ben'in beynimizin kontrol odasinda oturup duyularin ekranlarini taradigini ve kaslarimizin butonlarina bastigi hakkinda sezdiklerimiz aslinda bir illüzyondur. Bilinç, beynin her bir yanina dagilmis bir olaylar girdabindan olustugu ortaya çikmistir. Bu olaylar ilgi için birbirleriyle yarisirlar ve her bir islem digerlerinden daha sesli oldugunda, beyin olayi mantikli kilar ve basindan beri yöneten tek bir benligin varoldugu etkisini yaratir.”
Gerçeklik  Gerçekten  Gerçek mi?
“Gördügüme inanirim” deyimini herkes bilir Fakat görebidik1erimizin birçogu yanilsamadir. Örnegin, tipik bir manzaraya baktigimizdan filme benzer bir panorama gibi gözükür. Gerçekten retinadaki optik sinirin konumuna uyan görüs alanimizda kocaman bir bosluk bulunur. Bu büyük çirkin siyah noktayi nereye baksak görebilmeliydik aslinda. Ama beynimiz bu boslugu gizleyerek ve normallestirerek kapatir. Bu aslinda görüs yetenegimizin bir kisminin bizi kandirmak için bilinçaltimizdan yaratilan bir sahtekârliktir.
Ingilizcede “görünümle öz ayni sey olsalardi bilime ihtiyaç kalmazdi” diye bir deyim vardir. Retinada yalnizca kirmizi, yesil ve maviyi görebilen sensörler vardir. Bu aslinda sari, kahverengi, turuncu ve diger bir sürü rengi hiçbir zaman göremedigimiz anlamina gelir.
Bu renkler vardir, fakat beynimiz kirmizi, yesil ve maviyi farkli yogunluklarda karistirarak bunlari görebilir (Bunu renkli televizyona çok yakindan baktiginda görebilirisiniz. Aslinda, yalnizca kirmizi, yesil ve maviyi içeren noktalar topluluklari görebiliyorsunuzdur. Renkli televizyon aslinda bir yanilsamadir).
Gözlerimiz, derinligi görebildigimizi sanmamiza neden olarak da bizi aldatir. Gözlerimizin retinalari iki boyutludur, ama birkaç santim mesafeyle iki ayri gözümüz oldugundan sag ve sol beynimiz ikisinden gelen resimleri birlestirir ve üçüncü bir boyut gördügümüzü hissettirir. Bir nesnenin de bizden ne kadar uzakta oldugunu, kafamizi hareket ettirdigimizde nasil hareket ettigini gözlemleyerek anlayabiliriz. Buna da paralaks denir
California Teknoloji Enstitüsü'nden Dr. Roger W. Sperry, 1981'de, beynin iki yariküresinin tipa tip kopya olmadigini, ikisinin farkli görevler yürüttügünü göstererek Nobel Ödülü kazandi. Bu sonuç, nörolojide sansasyon yaratti (ayrica hayatiniza sag beyin-sol beyin ayrismasini uygulamayi iddia eden kisisel gelisim kitaplari endüstrisini de etkiledi).
Normalde, iki yariküre arasinda düsünceler gidip gelerek birbirini tamamlar. Sol beyin daha analitik ve mantiksaldir, sözel yetenekler burada bulunur. Sag beyin daha sanatsal ve bütünseldir. Sol beyin baskin olandir ve son karari o  verir. Komutlar, sag beyin ve sol beyin arasinda korpus kallozum araciligiyla gidip gelirler. Fakat bu baglanti kesilirse bu sag beynin sol beynin diktatörlügünden özgürlügünü kazanmasi anlamina gelir. Belki de sag beyin kendi iradesine sahip olup baskin olan sol beynin istekleriyle çelisecektir.
Kisaca, bazen ayni kafatasinda vücudun kontrolü için yarisan iki farkli irade bulunabilir. Sanki yabanci bir uzantiymis gibi sol elin kendi kendine hareket etmeye baslamasi (sag beyin tarafindan kontrol edilir) tuhaf bir durum yaratabilir.
Bilinç
Bilinç, farkli degiskenler içinde (örnegin, sicaklik, uzay, zaman olarak ve iliskileriyle), çoklu geribildirim döngülerini kullanarak bir amaca ulasmayi saglayan (örnegin, es, yiyecek, barinak bulmak) bir dünya modeli yaratma sürecidir.
Bunu "uzay-zaman bilinç kurami" olarak adlandiriyorum, çünkü hayvanlar genelde uzaya ve birbirlerine iliskin bir dünya modeli yaratmasina karsin, insanlar daha ileriye giderek, hem geriye hem ileriye dönük bir sekilde, zamanla iliskili bir model yaratmaktadirlar.
Darwin’in bir zamanlar söyledigi gibi: “Insan ile gelismis hayvanlarin arasindaki büyük fark, kesinlikle türe degil, evreye baglidir.”
Peki, insan bilincini hayvan bilincinden farkli kilan nedir? Hayvanlar âleminde insan türü yarin kavramini bilen tek türdür.
Insan bilinci, dünyanin modelini yaratip gelecegi simüle etmek için geçmisi degerlendirerek zamanda simülasyonunu yapan özel bir bilinç formudur. Bu, bir hedefi gerçeklestirebilmemiz için karar verirken birçok geri bildirim döngüsünü kullanmamizi ve degerlendirmemizi gerektirir.
Bu gezegende, tüm bilinç düzeylerinde hareket eden canlilar büyük olasilikla yalnizca insanlardir. MRG taramalari kullanarak her bilinç düzeyinde yer alan farkli yapilari analiz edebiliriz.
Bizim için Düzey 1 bilinç süreci, daha çok prefrontal korteks ile talamus arasindaki etkilesimdir. Parkta tembelce gezinirken bitkilerin kokularinin, hafif rüzgârin biraktigi hissin, Günes’ten gelen görsel uyarimlarin vb. farkindayiz.
Düzey 1 bilinç duyularimizi, uzaydaki fiziksel konumumuzu gösteren bir model yaratmak için kullanirken Düzey 2 bilinç, toplumdaki konumumuzla ilgili bir model olusturur.
Beyin, baska insanlari tanimlamaktan baska, digerlerinin ne düsündükleri hakkinda tahminde bulunmak gibi esrarengiz bir yetenege de sahiptir. Bu, Zihin Teorisi adiyla bilinir ve ilk defa Pennsylvania Üniversitesinden Dr. David Premack tarafindan ileri sürülmüstür. Zihin Teorisi, baskalarinin düsüncelerinden anlam çikarabilme yeteneginden bahseder.
Zihin Teorisi, baskalariyla birlik kurmaya, düsmanlari tecrit etmeye ve arkadasliklari saglamlastirmaya izin verir. Bu durum da kisinin hayatta kalma, es bulabilme gücü ve sansini arttirmaktadir. Hatta bazi antropologlar, Zihin Teorisinde ustalasmanin beynin evrimi için elzem olduguna inanmaktadirlar.
Öncelikli olarak Homo Sapiens ile baglantili olan, dünya için kurguladigimiz modelin ve isledigimiz gelecek için simülasyonlarin ait oldugu en yüksek bilinç Düzey 3 bilinçtir. Bunu, baska insanlarla ilgili anilari ya da olaylari analiz ederek ve "rastlantisal" bir agaç olusturmak için birçok gelisigüzel baglanti kurarak gelecegi simüle ederek yapariz. Kokteyl partisindeki farkli yüzlere bakarken kendimize basit sorular sormaya baslariz: Bu kisi bana nasil yardimci olabilir? Odada dönen dedikodu gelecege nasil etki eder? Bana sorun yaratmaya çalisan biri var midir?
Maddeden Üstün Olan ZIHIN
Yasal Sorunlar: Öngörülen gelecek için asil soru, birbirimizin düsüncelerini gizlice bir kumandadan ya da bir aygittan okuyup okuyamayacagimiz degil, bizim isteyerek süncelerimizin kaydedilmesine izin verip vermeyecegimizdir. Vicdansiz biri, yetkili olmadigi halde o dosyalara erisirse ne olur?
Bu ortaya etik sorunlarini çikariyor: çünkü hiçbirimiz düsüncelerimizin istegimiz disinda okunmasini istemeyiz. Dr. Brian Pasley “Ortada etik endiseler var, bunlar; yapilmakta olan arastirmalarla ilgili degil, olasi uzantilariyla ilgili. Bir dengenin olmasi gerek. Eger biz bir sekilde birinin düsüncelerini hemen okuyabiliseydik bunun iletisim kuramayan agir felçli ya da engelli insanlar için büyük faydalari olurdu. Diger taraftan, eger bu yöntem istemeyen insanlara da uygulansaydi ortaya büyük endiseler çikardi diyor.
Insan zihninin okunmasi ve düsüncelerin kaydedilmesi mümkün oldugunda bir takim etik ve yasal sorunlar ortaya atilacaktir. Bu, yeni bir teknoloji tanitildiginda hep olur. Tarih boyunca teknolojilerin olasi etkilerini ya da sonuçlarini yasalarin açiklayabilmesi için yillar geçmesi gerekmistir.
Sözgelimi, ileride telif hakki yasalarinin yeniden yazilmasi gerekli olabilir. Biri sizin düsüncelerinizi okuyarak çalsa ne olur? Düsüncelerinizi patentletebilir misiniz? Gerçekte o süncenin sahibi kimdir?
Bir baska sorun da devlet isin içine girdiginde ortaya çikiyor.
Sair ve The Grateful Dead'in söz yazari John Perry Barlow’un  bir  keresinde dedigi gibi “Özelinizi korumasi için devlete güvenmek, bir röntgenciden evinizin panjurlarini  kurmasini  istemek  gibidir.”  Siz sorgulanirken polislerin  düsüncelerinizi  okumaya  yetkisi  olur  muydu?  Mahkemeler zaten sözde suçlularin kanit  olarak  DNA'larini  vermeyi  reddettigi  davalari yönetmeye çalisiyor. Gelecekte, hükumetin izniniz olmadan düsüncelerinizi okuma yetkisi olacak  mi, olacaksa bunlar  mahkemede geçerli sayilabilecek  mi? Peki   ne kadar  güvenilir olacaklar.
Ne zaman yeni bir radyasyon sekli bulunsa, ajanlar bunu casusluk için kötüye kullanmaya çalismistir. Beyin dalgalari için de aynisi olacaktir. En ünlü vaka, Moskova'daki Amerikan Büyükelçiligi’nde, Birlesik Devletler Resmi Mührü içine saklanmis küçük mikrodalga aygitla ilgiliydi. 1945'ten 1952'ye kadar, ABD diplomatlarindan Sovyetlere çok gizli mesajlar aktariliyordu. 1948'deki Berlin Krizi ve Kore Savasi’nda bile, Sovyetler ABD'nin ne planladiklarini bu böcekleri kullanarak desifre ettiler. Günümüze kadar, hatta su an bile, Soguk Savas'in ve dünya tarihinin gidisatini degistirecek sirlar sizmaya devam etmis olabilir. Bu böcek, bir Ingiliz mühendisin açik radyo bandinda gizli konusmalar duymasi üzerine  yanlislikla  kesfedildi. ABD mühendisleri böcegin içini  açtiklarinda  hayretler  içerisinde kalmislardi. Pasif oldugu için hiçbir enerji kaynagi gerektirmeyen bir böcegi yillar boyunca ortaya çikarmakta basarisiz olmuslardi (Sovyetler, böcegin bulunmasini zekice engellemisti, çünkü böcek, enerjisini uzak bir kaynaktan mikrodalga isinlari halinde aliyordu). Ileride de beyin dalgalarini yakalayacak casus araçlarin yapilmasi   mümkün.
Bu teknolojilerin çogu hâlâ çok ilkel olsa da, telepati yavas yavas hayatimizin     bir gerçegi haline geliyor. Gelecekte dünyayla zihinlerimiz araciligiyla etkilesim kurabiliriz belki. Ancak bilim insanlari yalnizca pasif olan zihin okumasinin da ötesine geçmek istiyor. Onlar aktif bir rol almak ve nesneleri zihnimizle hareket ettirmek istiyorlar.
Telekinezi, genelde tanrilara bahsedilen, dileklerinizi gerçeklige dönüstürecek ilahi bir güçtür. O düsünce ve arzularimizin nihai ifade seklidir. Yakinda buna sahip olacagiz.
Telekinezi: Zihinle Kontrol Edilen Madde
Profesör John Donoghue ve  Brown  ve  Utah  üniversitelerindeki  meslektaslari, dis dünya ile iletisim kuramayanlar köprü görevi gören küçük bir sensör yarattilar. Onunla röportaj yaptigimda bana sunlari söyledi: “4 milimetrelik bir bebek aspirini boyutunda küçük bir çipi beynin yüzeyine yerlestirdik.  Beyin sinyallerini alan doksan  alti küçük elektrot sayesinde kolunuzu hareket ettirme komutunu algilayabiliyor. Uzuv olarak öneminden  ötürü  kolu seçtik.”
Beynin motor korteksi yillar önce özenle haritalandigi için, çipi dogrudan belli uzuvlari kontrol  eden nöronlarin  üzerine  yerlestirmek mümkündür.
Beyinkapisi’nin temeli, çipten gelen nöral sinyalleri, bilgisayarin imlecinden baslayarak diger nesneleri de hareket ettirebilecek anlamli komutlara çevirmesinde yatiyor.
Beyinkapisi, felçli bir insanin yapay uzuvlari zihniyle hareket ettirebilmesine olanak saglayarak yeni bir nöroprotez dünyasinin kapilarini  araliyor.  Ek  olarak,  hastanin sevdikleriyle iletisim kurabilmesini de sagliyor. Ilk versiyonu 2004'te  test  edilen bu çip, felçli insanlarin bir dizüstü bilgisayar yoluyla iletisim kurabilmesi için tasarlandi. Kisa süre sonra bu hastalar internette dolasiyor, elektronik posta okuyup yaziyor,  tekerlekli  sandalyelerini  hareket ettirebiliyorlardi.
Yakin tarihte kozmolog S. Hawking’in gözlüklerine bir nöroprotez eklendi. Bir EEG sensörü gibi çalisan bu alet, sünceleri bilgisayara aktarabiliyor ve Hawking’de dis dünya ile iliskisini sürdürebiliyor. Bugün için oldukça ilkel olan bu alet, er ya da geç benzer aygitlar, daha fazla baglanti ve yüksek hassasiyet ile epey geliskin hale gelecektir.
Bir beyin agi gelistirmenin multi milyar dolarlik eglence endüstrisine de etkisi olabilir. 1920'lerde ses kaydetme teknolojisi de, isigi kaydetmede oldugu kadar mükemmellestirildi, Bu, eglence endüstrisinde bir dönüsümü baslatirken, sessiz filmlerden seslilere geçisini de gerçeklestirdi.
Görüntü ve sesin birlestirildigi bu basit formül, geçtigimiz yüzyilda fazla degismedi. Ancak gelecekte eglence endüstrisi; koku, tat ve dokunma dahil bes duyunun ve tüm duygu çesitlerinin kaydedilmesini saglayarak bir sonraki asamaya geçebilir. Telepatik alicilar beyinde dolanan tüm duyu ve duygu çesitliligini algilayabilecegi için, seyircinin hikayeye bütünüyle katilimi saglanacaktir. Romantik bir film ya da bir aksiyon filmi izlerken, sanki gerçekten oradaymisiz gibi, duygularin inis çikislarini ve aktörlerin hissettiklerini deneyimleyerek adeta bir duygu okyanusunda yüzecegiz. Eroinin kokusunu duyacak, bir korku filmindeki kurbanlarin dehsetini hissedecek ve kötü adamlarin yenilgisinden haz alacagiz.
Bu yogun katilim, filmlerin yapilisinda köklü bir degisime yol açacaktir. Öncelikle, aktörlerin, EEG/MRG sensörleri yaninda hislerini ve duygularini kaydeden nano alicilarla rol yapmak için egitilmeleri gerekecek. Filmin düzenlenmesi, yalnizca kesme ve uç uca eklemeyi degil, ayni zamanda her sahnedeki çesitli duygularin birlestirilmesini de gerektirecek. Sonunda izleyiciler yerlerinde otururken tüm elektriksel sinyaller beyinlerine gönderilecek. Seyirciler 3D gözlükler yerine bir çesit beyin sensöru takacak. Sinema salonlari da bu bilgiyi isleyip daha sonra da seyircilere gönderebilecek sekilde uyarlanmak zorunda olacak.
Gelecek
Bilgisayarlarla iletisim kurmak için kullandigimiz bütün cihazlar (fare, klavye vb.) sonunda ortadan kalkacak. Gelecekte basitçe zihinsel komutlar verecegiz ve isteklerimiz etrafa gizlenmis küçük çipler sayesinde yerine getirilecek. Ofislerimizde otururken, parkta bir gezintiye çiktigimizda, vitrinlere bakarken, ya da dinlenirken beyinlerimiz çiplerle etkilesime girip zihinsel olarak hesaplarimizi kontrol etmemize, tiyatroya bilet almamiza ya da rezervasyon yaptirmamiza olanak saglayacaktir.
Gelecekte, düsüncelerimizi güçlendirecek bir güç kaynagiyla bile insanlarin kalem, bardak gibi basit nesneleri hareket ettirebilmesi mümkün gözükmüyor. Sözünü ettigimiz gibi, evrende bilinen dört kuvvet vardir ve hiçbiri nesneleri dis güç kaynagi olmadan hareket ettiremez (manyetizma yakin gibi, ancak yalnizca manyetik nesneleri hareket ettirebilir. Plastikten yapilmis olan nesneler, su ya da tahta manyetik alanlardan etkilenmez). Havaya yükselme, çogu sihirbazin gösterilerinde kullandigi bir numaradir, bilimsel yeterliligimizin ötesindedir.
Yani harici enerji kaynagiyla bile telekinetik bir insanin etrafindaki nesneleri iradesiyle yerinden oynatabilmesi pek de:mümkün degildir.
Bütün teknolojiler iyilik ya da kötülük adina kullanilabilir. Sonuçta bilim, iki  tarafi keskin bir kiliçtir. Bir tarafi açlik, hastalik ve cahillige karsi kullanilirken, diger tarafi çok  çesitli sekillerde  insanliga karsi kullanilabilir.
Bu teknolojilerin, savaslari çok daha yikici hale getirmesi mümkündür. Belki bir gün bütün yakin çarpismalar, ileri teknoloji ürünü silahlarla donatilmis, vekil robotlar arasinda olacak. Asil savasçilar kilometrelerce uzakta güvendeyken sivillere verdikleri zarari umursamadan, son teknoloji silahlariyla yaylim atesi açacaklar. Vekil robotlarla yapilan savaslar askerlerin hayatlarini korurken, korkunç can ve mal kayiplarina neden olacak.
Daha büyük bir sorun, bu gücün siradan bir insanin kontrol edebileceginden çok daha fazla olmasi olabilir.
Genetik, elektromanyetizma ve ilaç tedavisindeki son gelismeleri kullanarak, yakin gelecekte belleklerimizi degistirmek ve hatta zekâmizi gelistirmek mümkün olabilir. Internetten bir ani indirme, bir gecede karmasik yetenekler edinme ve süper zekâya sahip olma fikri yavas yavas bilimkurgunun alanindan uzaklasiyor.
Anilarimiz olmadan, anlamsiz uyaranlar içinde kendimizi geçmisimizi anlama olanagi bulamadan, basibos bir sekilde savrulup kayboluruz. Peki, bir gün, beynimize yapay hatiralar yerlestirebilsek ve yalnizca dosyayi bellegimize indirerek herhangi bir disiplinde ustalasabilsek ne olur? Gerçek ile sahte arasindaki farki anlayamazsak ne olur? Kim oluruz?
Bilim insanlari dogayi edilgen bir biçimde izlemeyi onu sekillendirmeye ve bir kaliba sokmaya basliyor, Be belki de hatiralari, düsünceleri, zekâyi ve bilinci yönlendirebilecegimiz anlamina  geliyor.  Zihnin  karmasik  yapisini  yalnizca incelemekle  kalmayacak, gelecekte onu  yönetebilecegiz de...
Öyleyse simdi su soruya yanit verelim: Hatiralari internetten indirebilir miyiz?
Nasil Hatirlariz?
Bildigimiz gibi, duyusal bilgiler (görme, dokunma, tatma gibi) önce beyin sapindan, sonra da bir yayin istasyonu gibi görev yapan talamustan geçmek zorundadir. Talamus bu sinyalleri, degerlendirilmek üzere beynin çesitli duyusal loblarina yönlendirir. Bu islenmis bilgi, bilincimize girdigi prefrontal kortekse ulasir ve birkaç saniyeden dakikalara kadar çesitlilik gösteren kisa dönem bellegimiz olarak degerlendirdigimiz sekli olusturur,
Bu anilari daha uzun süre saklamak için, anilara ait bilgiler, önce, farkli kategorilere parçalandiklari hipokampustan geçmek zorundadir. Tüm anilari, beynin tek bir bölgesinde bir bant kaydi, ya da hard disk gibi saklamak yerine, hipokampus bu parçalari çesitli kortekslere yönlendirir (Aslinda anilari bu sekilde saklamak, onlari art arda saklamaktan daha verimlidir. Insanlarin anilari bir bilgisayar bandinda oldugu gibi sirali olarak saklansaydi devasa bir ani deposu gerekirdi. Hatta gelecekte dijital depolama sistemleri bile tüm anilari sirayla saklamak yerine beynin bu özelligini benimseyebilir).
Simdiye kadar bilim insanlari, beynin farkli yerlerinde saklanan; meyveler, sebzeler, bitkiler, hayvanlar, vücut bölümleri, renkler, sayilar, harfler, isimler, fiiller, tam adlar, yüzler, yüz ifadeleri ile çesitli duygu ve sesleri içeren 20' den fazla bellek kategorisi tanimladi.
Örnegin, parkta bir yürüyüs gibi tek bir ani, parçalara bölünmüs ve beynin çesitli bölge1erinde saklanmis bilgiler içerir. Bu aninin yalnizca bir yönünü tekrar yasamak (örnegin, yeni biçilmis çim kokusu) bir anda beyni aceleyle tüm parçalari birlestirmeye ve uyumlu bir hatira olusturmaya iter. Bellek arastirmalarinin amaci, bu dagitilmis parçalarin bir tecrübemizi hatirladigimizda nasil tekrar bir araya  geldigini çözmektir.   Bu duruma “baglanma problemi” deniyor.
Baglama problemine alisilmisin disinda bir çözüm, EEG taramasi tarafindan algilanabilen, beynin tamaminin etrafinda saniyede kabaca 40 devir yapan elektromanyetik titresimlerin oldugu gerçegini kullaniyor. Bellegin bir parçasi çok net bir frekansta titresebilir ve beynin uzak bir yerinde saklanmis baska bir bellek parçasini harekete geçirebilir. Eskiden anilarin fiziksel olarak birbirlerine yakin saklanabilecegi düsünülüyordu. Ancak bu yeni kuram, anilarin mekânsal ve uzaysal olarak bagli olmadigini, daha ziyade bir bütün halinde titreserek maddi olarak bagli olduklarini söylüyor.
Gözün retinasinda rod ve koni adi verilen kabaca 130 milyon hücre var; bunlar herhangi bir anda, gelen 100 milyon bit bilgiyi isliyor ve kaydediyor. Sonra bu devasa miktardaki veri toplaniyor ve saniyede 9 milyon bit bilgi transfer eden optik sinire ve oradan talamusa gönderiliyor. Oradan da bilgi beynin en arkasindaki oksipital loba ulasiyor.
Burada görme korteksi, sirayla bu veri dagini analiz etme gibi zahmetli bir ise basliyor. Görme korteksi, beynin arkasinda her biri belirli bir görev için tasarlanmis birkaç parçadan olusuyor. Bunlar Vl’den V8’e kadar   etiketleniyor.
Dikkat çekici bir sekilde, Vl adli bölge bir ekran gibi; gerçekten de beyninizin arkasinda asil görüntüye çok benzer bir sekil örüntüsü olusturur. Bu görüntü, asil görüntüyle çarpici bir benzerlik tasir, tek farklari gözün tam ortasi, fovea, V1 bölgesinde çok daha genis bir yer kaplar (fovea, en yogun nöron bulunduran yer oldugu için). Bu nedenle, Vl'de olusturulan görüntünün kusursuz bir taklidi degil, resmin merkezinin en çok yeri kapladigi çarpitilmis bir seklidir.
Görmeyle ilgili 30'dan fazla nöral devre tanimlandi, ama büyük olasilikla çok daha fazlasi var. Oksipital lobdan bilgi, sonunda görüntüyü "görebilecegimiz" ve kisa zamanli bellegimizin olusturacagi prefrontal kortekse gönderilir. Sonra, bilgi islendigi ve 24 saate kadar saklandigi hipokampusa gönderilir. Ani o zaman parçalara bölünür ve çesitli kortekslere dagitilir.
Burada ana fikir su: Zahmetsizce yapildigini düsündügümüz görme olayi, milyarlarca nöronun ayni anda ateslenmesini, saniyede milyonlarca bit bilginin transfer edilmesini gerektiriyor. Bes duyu organindan gelen sinyallere ek olarak her görüntüyle iliskili duygularimizin da oldugunu unutmayin. Tüm bu bilgiler, hipokampusta bir görüntünün basit bir kaydini olusturmak için islenir.  Su  anda, hiçbir makine bu islemin çok yönlülügüyle yarisamaz, yani insan beyni için, yapay bir hipokampus yaratmak isteyen bilim insanlari için,  hipokampusu  kopyalamak, basa çikilmasi gereken çok büyük bir sorundur.
Yalnizca bir duyumuzla ilgili bilgileri kaydetmek bile bu kadar karisik bir islemse o zaman bu kadar büyük miktarda bilgiyi uzun dönem bellegimizde saklama yetenegini evrimde nasil gelistirdik? Hayvanlarin davranislarinin büyük çogunlugunu, pek uzun dönem bellege sahip gibi gözükmeyen içgüdüler yönlendiriyor. Ancak, Irvine' deki California Üniversitesi nörobiyoloji uzmani Dr. James McGaugh'un söyledigi gibi "Bellegin amaci gelecegi tahmin etmektir." Bu da ilgi çekici bir olasilik doguruyor. Belki de uzun dönem bellegin evrimlesmesinin nedeni, gelecegi tasarlamada kullanisli olmasiydi. Baska bir deyisle, uzak geçmisi hatirlayabilmemizin nedeni, gelecegi tasarlamanin gerekliligi ve avantajli olmasidir.
Dr. Alcino Silva bir süredir farelerle deney yapiyor. CREB aktivatör geninde hata olan farelerin, neredeyse uzun dönem bellek olusturamadigini kesfetti. Bunlar unutkan farelerdi. Yine de bu unutkan fareler  bile  aralarda  dinlendikleri  kisa  derslerle bir parça ögrenebildiler. Bilim  insanlarinin  kurami  söyle:  Beynimizde  belirli bir zamanda ögrenebilecegimiz miktari kisitlayan sabit miktarda CREB aktivatörü var. Bir sinava bir gün kala çalisirsak bu, CREB aktivatörlerini hizlica tükettigimiz anlamina geliyor, bundan dolayi daha fazla ögrenemiyoruz-en azindan CREB  aktivatörlerini tazelemek  için ara  verene kadar.
Dr. Tully, “Artik son gün çalismanin neden ise yaramadigini biyolojik olarak açiklayabiliyoruz” diyor. Final sinavina hazirlanmanin en iyi yolu, çalisacaginiz notlari uzun dönem belleginin bir parçasi olana kadar düzenli araliklarla zihninde gözden geçirmektir.
Bu durum neden duygularla bütünlestirilmis anilarin çok canli oldugunu ve bellegimizde on yillarca kalabildigini açiklayabilir. CREB bask1ilayici gen, yararsiz bilgileri temizleyen bir süzgeç gibidir. Fakat bir ani güçlü bir duyguyla eslesmisse ya CREB baskilayici geni ortadan kaldirir ya da CREB aktivatör genin düzeyini arttirir.
 
Ruhlar Kütüphanesi…
Insanlar ayni zamanda hatiralarin soy agacina sahip olmak isteyebilir. Atalarimizla ilgili kayitlari arastirdigimizda yalnizca hayatlarinin tek boyutlu bir tasvirini buluyoruz. Insanlik tarihi boyunca, insanlar hayatlariyla ilgili doyurucu bir kayit birakmadan yasadi, sevdi ve öldü. Çogunlukla akrabalarimizin, baska çok az bilgiyle beraber dogum ve ölüm tarihlerini buluyoruz.
Bugün ardimizda uzun bir elektronik belge izi birakiyoruz (kredi karti makbuzlari, faturalar, banka beyanlari vb.). Olmamasi gereken sekilde internet hayatlarimizi tanimlayan genis bir belge deposu haline geliyor, ama yine de bu herhangi birine ne düsündügümüz ya da hissettigimiz hakkinda pek bilgi vermiyor. Belki de uzak gelecekte, internet yalnizca hayatlarimizin ayrintilarini degil, ayni zamanda bilincimizi de kronolojik olarak kaydeden dev bir kütüphaneye dönüsebilir.
Gelecekte insanlar, torunlariyla deneyimlerini paylasabilmek için, düzenli olarak anilarini kaydedebilir. Soyunuzun anilar kütüphanesini gezerek nasil yasadiklarini görebilir ve hissedebilirsiniz. Ayni zamanda, "büyük plandaki" yerinizin tam olarak nereye oturdugunu görebilirsiniz.
Bu, herhangi birinin biz öldükten çok sonra "oynat" tusuna basarak yasamlarimizi tekrar oynatabilecegi anlamina geliyor. Eger bu görüs dogruysa kütüphaneye bir disk yerlestirip bir dügmeye basarak atalarimizi bir ögleden sonra sohbeti için "geri getirebilecegiz".
Einstein’in Beyni ve Zekâmizi Gelistirmek
"Deha nedir?" sorusunu aydinlatabilmek için seçecegimiz yollardan biri Einstein'in beynini analiz etmektir. Görünen o ki, Princeton Hastanesi'nce Einstein'in otopsisini yapan Thomas Harvey, ailesi de dâhil kimsenin haberi olmaksizin bir anda beyni saklamaya karar vermis. Belki Einstein'in beynini ilerde dehanin sirrini çözmemizi saglayacagini umdugu için saklamisti. Belki de pek çoklari gibi, zekâsinin kaynaginin beyninde bulunan kendine has özellikler oldugunu sünmüstü.
Bundan sonra, Einstein'in beyninin basina gelenler ise bilimsel bir hikâyeden çok komediyi andiriyor.
Beyin on yillar boyunca elma sarabi kutusuna konmus formaldehit dolu iki büyük cam kavanozun içinde, bira sogutucusunun altinda durdu. Birlikte çalistigi bir teknisyeni vardi ve beyinden 240 tane kesit alip örnek olusturmustu. Bunlari bazi ender durumlarda üzerinde incelemeler yapmak isteyen bilim insanlarina postayla gönderiyordu.
Einstein'in beyninin siradan bir insanin beyninden çok daha gelismis oldugunu öngörmek çok dogaldir. Çok büyük olmali, ya da bazi alanlari anormal derecede genis... Oysa tam tersi kesfedildi (normalden biraz daha küçüktü, büyük degildi). Sonuçta, Einstein’in beyni oldukça siradandi. Bir nörolog kime ait oldugunu bilmeden bu beyni inceleseydi, ikinci kez dönüp bakmazdi bile.
Einstein’im beyninde saptanan tek farklilik küçük bir seydi.  Pariyetal loblarin alt kisimlari her iki beyin yarim küresinde de %15 daha büyüktü ve beynin anguler kivrim (girus angularis) denilen belirli bir bölgesi normalden daha genisti, Beynin bu kisimlari kavramsal düsünme, sembollerin kullanimi (yazma ve matematikteki gibi) ve görsel-çevresel verinin islenmesi ile ilgilidir. Ancak yine de mevcut verilere karsin, Einstein’im beyni normal sinirlar içerisindedir. Bu yüzden, Einstein’in zekâsinin beynin organik yapisina mi yoksa kisiligine, çevresine ye yasadiklarina mi bagli oldugunu söylemek zordur.
Peki, Einstein nasil Einstein oldu?
 Ilk olarak zamaninin çogunu "düsünce deneyleri" yaparak geçirdi. O  bir  kuramsal fizikçiydi ve deney düzenekleri yapmiyordu, sürekli kafasinda gelecegin karmasik simülasyonlarini yaratiyordu. Diger bir deyisle laboratuvari  zihniydi.
 Ikincisi, on yilini belki de daha fazlasini tek bir düsünce deneyine harcayarak geçirdi. On alti yasindan yirmi alti yasina kadar isik konusuna  odaklandi  ve isigin  hizini geçmenin mümkün olup olmadigina kafa yordu. Yirmi alti ve otuz alti yaslari arasinda ise kütleçekimi kavramina odaklandi  ki, bu sayede büyük patlama kuramini   ve kara delikler hakkinda da bilgi sahibi olduk.
Otuz alti yasindan hayatinin sonuna kadar ise tüm fizigi birlestirecek tek bir kuram üzerine çalisti.
 Üçüncüsü, karakteri çok önemliydi. Aykiri bir insandi, bu yüzden fizikteki mevcut düzene karsi çikmasi onun için normal bir durumdu. Einstein'dan önce iki yüz  yil boyunca egemenligi elinde bulundurmus olan Newton’un kuramina meydan okuyacak cesaret de hayal gücü de her fizikçide  yoktu.
 Dördüncü olarak, bir Einstein’in ortaya çikmasi için zaman çok  uygundu. Diger bir deyisle Einstein zamani için dogru adamdi. Bir gün saklanan beyin hücrelerinden onu klonlamak mümkün olursa tahmin ediyorum ki, klonu bir sonraki Einstein olamayacaktir. Bir dâhinin ortaya çikmasi için mutlaka tarihsel kosullar da uygun olmalidir.
Einstein'in da söyledigi gibi "Zekânin gerçek göstergesi bilgi degil, hayal gücüdür." Einstein'a göre hayal gücü, bilinen dünyanin sinirlarini yikmak ve bilinmeyene adim atmakti.
Hepimiz genlerimize kodlanmis ve oradan da beyin yapimiza programlanmis belirli yeteneklerle dünyaya geliyoruz. Bu tamamen  sans  isidir.  Fakat  düsüncelerimizi ve deneyimlerimizi harmanlayarak gelecegi nasil kurgulayacagimiz tamamen bizim kontrolümüzde. Charles Darwin'in de yazdigi gibi  "Her  zaman  belirttigim  gibi,  aptallar hariç, insanlar zekâ konusunda degil, sevk  ve  çaliskanlik  konusunda  farklilik gösterir."
Zekâyi Nasil Ölçebiliriz?
Yüzyillar boyunca zekâ hakkindaki tartismalar kulaktan dolma bilgilere ve anekdotlara dayanarak yapildi. Ancak MRG görüntüleme çalismalari gösterdi ki, matematik bulmacalarini çözerken asil aktivitenin gerçeklestigi yer, prefrontal korteksle (rasyonel düsüncenin olustugu bölge) baglantili yolaklari ve pariyetal lobu (rakamlarin islendigi bölge) kapsiyor.
Bu sonuç, Einstein’in beyninde inferior pariyetal lobun daha genis oldugunu gösteren anatomik incelemeyle uyusuyor. Yani, matematiksel yetenegin pariyetal lob ve prefrontal korteks arasindaki artmis veri akisiyla iliskili oldugu sonucuna varmak mümkündür. Ancak beynin bu alandaki genisleme, siki çalismaya mi bagli, yoksa Einstein böyle mi dogmustu? Bunun yaniti hâlâ çok açik degildir.
IO testinin haricinde zekâyi ve basariyi ölçmek için yeni yol ve yöntemlerin olmasi geregi açiktir. IQ testleri tamamen yararsiz degiller, ancak kisitli bir ölçüde yalnizca zekâyi ölçebiliyor. M. Sween’e göre, “Testler motivasyon, kararlilik, sosyal beceriler gibi iyi bir yasam sürmenin göstergesi olabilecek becerileri ölçememektedir.”
Savantlar: Süper Zekâlar mi?
Bir kursun kafatasina girip parçaladiginda Bay Z dokuz yasindaydi. Doktoru ölmesinden endise ediyordu, ancak kursun onu öldürmedi.
Yine de beynin sol tarafinda yaygin bir hasar yaratti; bu da vücudunun sag yarisini felç edip geçici olarak sagir ve dilsiz olmasina neden oldu. Bununla birlikte, kursunun ilginç bir yan etkisi meydana geldi. Bay Z "savantlara" özgü sekilde insanüstü mekanik yetenekler ve inanilmaz boyutlarda bir bellek gelistirdi.
Bay Z tek örnek degil. 1979'da basinin sag yanina isabet eden beyzbol topuyla yaralanan ve bilincini kaybeden on yasindaki Orlando Serrell de benzer bir durum yasadi. Baslangiçta, yogun bas agrilarindan yakinirken ardindan agrisinin azalmasiyla birlikte hesaplama ve fotografik-yakin bellek yeteneklerinde büyük bir gelisme meydana geldi. Binlerce yil sonrasinin tarihlerini, günlerini hesaplayabiliyordu.
Tüm dünyada yaklasik yedi milyar insan yasarken bu hayret verici savantlardan yalnizca yüz kadar tespit edildi.
Fizikçi Dr. Treffert, uzun süre bu savantlarla çalisti. Aktardigi hikayeye göre; klasik  bir soru olan “Satranç tahtasinin ilk karesine bir, ikinci karesine iki, üçüncü karesine dört misir tanesi koyar ve her karede bu ikiye katlama devam rttirirsen altmis dördüncü karede kaç misir tanesi koyman gerekir?” sorusunun dogru yaniti olan 18 446 744 073 709 551 616 rakamina ulasmasi yalnizca 45 saniye sürmüs.
Bilim insanlari elbette siradan bellek numaralariyla gerçek savant yeteneklerini ayirt etmek zorundalar. Onlar yalnizca matematikte basarili degiller: müzik, sanat ve teknik alanlarda da yetenekleri  var.
Bu kisilerden birisi olan ünlü Born on a Blue Day kitabinin yazari olan Daniel Tarrunet ile bizzat görüsme firsatim oldu. Göz kamastirici yeteneklere sahip diger savantlardan farkli olarak kitap yazip, radyo ve TV programlarina çikip düsüncelerini ifade edebiliyor. Küçükken baskalariyla iliski kurmada ciddi sorunlar yasayan birisi olmasina karsin, su an mükemmel iletisim becerilerine sahip. Daniel'in fark yaratan özelligi, matematik ve geometrinin temel sayilarindan olan pi sayisini  ezberleme rekoruna sahip olmasi. Pi'nin 22514 basamagini ezbere bilen Dennet'a böyle muazzam  bir isin altindan nasil kalktigini sordugumda, bana her rakamla bir rengi ya da dokuyu eslestirdigini  söyledi.
Dr. Pollard’in belirttigi üzere, genomumuzun büyük bir kismi islevsel olmayan ve evrim tarafindan seçilime ugramayan “çöp DNA”lardan olusuyor. Bu kisimlar belirli bir oranda mutasyon geçiriyor (kabaca dört milyon yilda, yüzde biri degisime ugruyor). Sempanzelerle aramizdaki DNA farki yüzde 1,5 oldugunu düsünürsek birlikte paylastigimiz ortak atadan ayrimlasmamizin yaklasik alti milyon yil önceye karsilik geldigi sonucunu çikarabiliriz. Bu mantikla her hücremizde adeta birer moleküler saat  yer aldigini söyleyebiliriz.
Evrim mutasyon hizini arttirdiginda hangi hücrelerin daha hizli farklilastigini ve buna yol açan genlerin neler olabilecegini belirleyebiliriz.
Dr. Pollard'in listesi daha da ileri giderek artmis degisim hizlari gösteren birkaç yüz kadar farkli alanda belirledi. Bu alanlardan bazilari zaten biliniyordu. Örnegin, FOX2, insanin temel özelliklerinden olan konusmanin gelismesi için kilit role sahip (FOX2 geni bozulmus olan bireyler konusma yetisi için gerekli olan yüz kasi hareketlerini yapamiyorlar).
HAR2 adli bir diger bölge ise parmaklarimizla ince beceri gerektiren isleri yapabilmemizi, aletleri kontrol edebilmemizi sagliyor.
Neanderthal genomunun da analiz edilmesiyle birlikte, bize sempanzeden de daha yakin olan bir tür ile genomumuzu karsilastirma olanagina kavusmus olduk (Neanderthallerdeki   FOX2   geninin   analizi   sirasinda   bizdekiyle   ayni  oldugu belirlendi. Bu da gösteriver ki Neanderthaller büyük olasilikla bizim gibi konusabiliyorlardi).
Diger oldukça önemli bir gen de beyin kapasitemizdeki asiri artistan sorumlu oldugu düsünülen ASPM. Bazi bilim insanlari, bu ve diger genlerin insanlar zekâ kazanirken diger primatlarin neden kazanamadigi sorusuna isik tutacagini öne sürüyor.
Popüler kültürde, evrimin bizi gelecekte büyük beyinli ve ufak, kilsiz vücutlu canlilara dönüstürecegine iliskin yaygin bir kani var. Tipki uzaylilar gibi, çünkü daha üst düzey bir zekâya sahip oldugu öngörülen bu yaratiklar siklikla bu sekilde betimleniyor. Aksesuar ve hediyelik esya satan dükkânlara gittiginizde, ayni kocaman gözlü, büyük kafali, yesil tenli dünya disi canli tipiyle karsilasacaksiniz.
Aslinda, insan evriminin temel belirleyicilerindeki (örnegin, temel vücut yapisi ve zekâ gibi) degisim durma noktasina geldi. Bu sonucu destekleyen çok sayida etken var.
Bunlardan ilki, ayaklari üzerinde duran bir tür oldugumuz için, dogum kanalindan geçebilecek kafa çapinin bir siniri var.
 Ikincisi, modern teolojideki gelismeler, atalarimizin karsilastigi çetin evrimsel baskilari ortadan kaldirdi. Yine de evrim, genetik ve moleküler düzeyde hiz kesmeden devam etmektedir.
Fizik yasalari, zekâmizin dogal sinirlarina eristigimizi gösteren belirtiler sunuyor. Bu nedenle, zekâmizda bir gelisme yasanacaksa bu disaridan bir müdahaleyle olanakli hale gelebilir. Nöroloji üzerine çalisan fizikçilerin belirttigi gibi, ortada daha da zeki hale gelmemizi engelleyen bir kâr-zarar dengesi bulunuyor. Ne zaman daha yogun, daha büyük ve daha karmasik bir beyni gözümüzde canlandirsak dengeyi bozan olumsuz sonuçlarla da yüz yüze geliyoruz.
Beyine adapte edebilecegimiz ilk fizik yasasi; madde ve enerjinin korunumu. Bu yasaya göre, bir sistem içindeki madde ve enerji miktari sabittir ve degismez. Özellikle beyin muazzam yeteneklerini sürdürebilmek için enerjisini korumak zorunda bu da çok sayida kestirme yol kullanmayi gerektiriyor. Bu yüzden, beyin duygu formlari altinda pesin hükümlere vararak enerji tasarrufu yapar. Unutmak da aslinda enerji tasarrufunun bir diger yoludur. Bilinçli beyin, belleginin yalnizca isine yarayacak olan, küçük bir bölümüne erisebilir.
O zaman soru; artmis hücre sayisi, hücre yogunlugu ya da beyin boyutunun bizi daha zeki yapip yapmayacagidir.
Büyük olasilikla yapmayacaktir. Cambridge Universite'nden Dr. Simon Laughlin konuyla ilgili olarak "Gri maddede ki kortikal nöronlarin aksonlari, fiziksel sinirlara çok yakin düzeylerde çalisiyor." Fizik yasalarini kullanarak zekamizi arttirabilecegimiz çok sayida yol var; ancak her yolun kendi sorunlari da bulunuyor:
·Kisi, beyin büyüklügünü ve nöronlarin uzunlugunu arttirabilir. Buradaki sorun, beynin enerji ihtiyacinin artacak olmasidir. Bu yüzden açiga çikacak isi da artacak, hayatta kalmamizi zorlastiracaktir. Ayrica, uzun nöronlar sinyalin bir yerden bir yere ulasma süresini uzatacak ve düsünme islevini yavaslatacaktir.
·Kisi, ayni alana daha çok sigdiracak sekilde nöronlari inceltebilir. Ancak nöronlar inceldikçe aksonlarda yer alan karmasik kimyasal/ elektriksel tepkimeler gerçeklestirilemeyecek ve sonuçta hatali uyarimlar olusmasi kolaylasacaktir.
·Kisi, nöronlari daha kalin hale getirerek sinyal  iletimini  hizlandirabilir.  Ancak bu da enerji ihtiyacini ve üretilecek isiyi yükseltecek; bununla  birlikte,  sinyalin hedefine ulasma süresini uzatacak sekilde beyin boyutlarini da   arttiracaktir.
 
Fizik yasalari, mevcut yapimiz ve bulundugumuz  kosullar  dâhilinde  zekâmizin en üst düzeye ulastigini gösteriyor gibi gözükmekte. Aniden kafatasi büyüklügümüz artmaz ya da nöronlarimizin yapisinda degisiklikler olusmazsa mevcut zekâmizi çok da ilerletemeyebiliriz. Zekâmizi gelistirmek istiyorsak mevcut beynimizi (ilaçlar, genler ya da TES benzeri cihazlar yardimiyla) daha etkin hale  getirmeliyiz.
Çok zeki olmak, büyük parasal basarilar kazanacagimizi garanti etmiyor; aksine atletlerden, film yildizlarindan, komedyen ve eglence sektörü çalisanlarindan daha asagida bir sosyal sinifta yer alacaginiza isaret ediyor.
Lise ögrencilerinin panik haldeki aileleri, sinavlarda basarili olmasi için çocuklarin IQ'sunu arttirmak isteyebilir. Ancak gördügümüz üzere IQ dogrudan basariyla baglantili degil. Benzer sekilde, insanlar belleklerini arttirmak  da isteyebilirler, ancak savantlarda gördügümüz gibi, fotografik keskinlikte  bir  bellek  hem bir lütuf hem de bir bela olabilir. Her iki durumda da yasanacak  gelismeler toplumu ikiye  bölecek sonuçlar doguracak gibi   gözükmüyor.
Kendi düsüncelerimizde bile; rüyalarda, ilaçlarin neden oldugu halüsinasyonlarda ya da sizofreni gibi zihinsel rahatsizliklarda oldugu gibi, farkli tarzda bilinç düzeyleri bulunuyor. Insan disi bir bilinç de var. Robotlarin bilinci, hatta dünya disi canlilarin bilinçleri...
Asiri tutucu, sövenistik yaklasimlari bir kenara birakip, artik insanin bilinç sahibi tek varlik oldugu fikrinden vazgeçmeliyiz. Dünyamizin bir modelini olusturmak için artik çok sayida yol mevcut, ayni sekilde gelecegi simüle edebilmek için de...
Örnegin rüyalar, bilincin en ilkel biçimlerinden biridir. Uzun bir süredir arastirilmaktadir ve anlasilmalari için günümüze kadar çok az asama kaydedilmistir. Belki de rüyalar, uyuyan beyin tarafindan rastgele bir araya getirilen sahnelerden ibaret degildir. Belki de bilincin anlamini ve sinirlarini kavramamizi saglayacak anahtardir.
DEGISEN BILI
“Gelecek, rüyalarin güzelligine inananlara aittir.”Eleanor ROOSEVELT
Rüyalarin Içinde
Çok eskiden insanlar, rüyalarin gerçekler hakkinda alametler oldugunu düsünüyordu. Bu nedenle tarih boyunca rüyalari yorumlamaya yönelik  sayisiz girisimler oldu.
Freud, rüyalarin kökenini açiklamak için bir kuram önermistir. Ünlü çalismasi “Rüyalarin Yorumlanmasi”nda bunlarin bilinçaltimizdaki gündüz uyanik zihnimizde bastirilan, fakat her gece özgürce dolasan arzularin tezahürü oldugunu iddia etmistir.
Ne kadar gizemli olsalar da, rüyalar fazla lüks seyler degil, basibos beynimizin uzun uzadiya düsündügü gereksiz seylerdir.
Aslinda, rüyalar hayatta kalmak için önemlidir. Beyin taramalari kullanarak, bazi hayvanlarin rüya benzeri beyin aktivitelerini inceleyebiliriz. Bu hayvanlar rüyalardan mahrum birakilirsa genelde açliktan dolayi daha hizli ölüyor.
Rüya görmek bizim uyku döngümüzün de temel bir parçasidir. Gece uyurken yaklasik iki saatimizi rüya görmeye harcariz. Her rüya bes ile yirmi dakika arasinda sürer. Aslinda ortalama bir yasam süresinde insanlar yaklasik alti  yilini rüya görmeye harcar. Rüyalar insan irki arasinda evrenseldir.
Bazi rüyalar yatmadan birkaç saat öncesinde olan olaylarla iliskili olabilir. Ama rüyalar genelde birkaç günlük anilari birlestirir.
Açik Rüyalar: Bilim insanlari, bir zamanlar gerçek disi bir efsane olarak düsünülen bir rüya formunu arastiriyor: Açik (lucid) rüyalar, yani bilinciniz açikken görülen rüyalar. Bu, kulaga biraz çeliskili gelse  de  beyin  taramalarinda  dogrulanmistir.
Açik rüyalarda, kisiler rüya gördüklerinin farkindadir ve bilinçli olarak rüyalarinin gidisatini kontrol edebilir. Bilim, bu rüyalarla yakin zamanda deneyler yapmaya baslasa da, bu olgunun yüzyillar öncesine dayandigini gösteren kaynaklar var. Örnegin, Budizm'de açik rüya görenler ve nasil kendinizi bu konuda egitebileceginizle ilgili kitaplar vardir. Yüzyillar geçtikçe, Avrupa'da birkaç insan açik rüyalari hakkinda ayrintili notlar tutmustur.
Açik rüya görenlerin beyin taramalari, bu olgunun gerçek oldugunu gösteriyor.
Dr. Hobson, bana belirli teknikleri çalisarak herkesin açik rüya görmeyi ögrenebilecegini anlatti.
Uzak gelecekte, iki uyuyan beyni direkt birbirine baglayarak baska birinin rüyasina girmek bile mümkün olabilir. Her iki beyin büyük merkezi bir bilgisayara bagli MRG tarayicilarina bagli olmak zorunda olur, bu da iki rüyayi bir haline getirirdi. Bilgisayar her ikisinin MRG taramalarini desifre eder, sonra da bir video görüntü olustururdu. Sonra, birinin rüyasi digerinin beynindeki duyusal bölgelere gönderilir ve böylece o diger kisinin rüyasi ilk kisinin rüyasiyla birlesirdi. Ancak tüm bunlarin mümkün olmasi için video görüntüleme teknolojisinin ve rüyalari degerlendirme tekniklerinin çok daha fazla gelismesi gerekmektedir.
Bu akla baska bir soruyu getiriyor: Eger birinin rüyalarinin gidisatini degistirmek mümkünse o kisinin yalnizca rüyalarini degil, düsüncelerini de kontrol etmek mümkün müdür?
Zihin Kontrol Edilebilir mi?
Zihin kontrolü üzerine deneyler yapan ilk kurum tabii ki ordu degildi. Antik çaglarda da, büyücü ve falcilar, esir askerlere sihirli iksirler vererek onlarin konusmalarini ya da liderlerine karsi gelmelerini saglamaya çalisirlardi. Bu zihin kontrol yöntemlerinden biri hipnoz idi.
EEG ve MRG, görüntülemeleri, hipnoz sirasinda kisinin sensoriyal beyin bölgelerinde disaridan gelen minimal sensoriyal uyarim bulundugunu göstermektedir. Diger bir deyisle, birinin gömülü olan anilarinin bir kismina erisimini saglayabilir fakat kesinlikle kisiligini, hedeflerini ya da dileklerini degistiremez.
Gizli bir 1966 Pentagon belgesi bunu dogrulamakta ve hipnozun askeri bir silahmis gibi güvenilmemesi gerektigini açiklamaktadir. Bu belgede “Hipnozun, uzun yillar boyunca potansiyel katkisi olabilecegi bilindigi halde, bir istihbarat servisi tarafindan etkin olarak kullanildigina iliskin bir veri bulunamamaktadir” diye yazmaktadir.
Hipnoz, bilincin belirli yönleri üzerinde durmaya ve belirli anilari yeniden hatirlamaya yardimci olabilir, ama kesinlikle kisinin izni olmadan onu tavuk gibi gidaklamaya zorlayamaz.
Temel olarak ilaç bagimliliginin etkisi, ilacin beynin limbik sisteminde bulunan zevk/ödül sistemini gasp etmesiyle olusur. Beynin zevk merkezini uyaran en azindan üç tane temel ilaç bulunur: Dopamin, serotonin, noradrenalin. Bunlarin hepsi kisiye zevk, zindelik, kendine gerçek olmayan güven duygusu ve enerji patlamasi verir.
Bilincin Degisen Durumlari
Sinirbilimci Dr. David Eagleman "Tarihteki peygamberlerin, din sehitlerinin ve liderlerin bir kisminda temporal lob epilepsisi var gibi görünüyor. Jeanne d'Arc'i düsünün; basmelek Aziz Michael’den Iskenderiyeli Aziz Catherine'den, Aziz Margaret  ve Aziz Gabriel'den sesler duyduguna inandigi (ve Fransiz askerlerini buna ikna ettigi) için, Yüzyil savaslarinin akisini degistirmeyi basarabilmis on alti yasinda  bir  kiz." diyor.
1892 yilinda yazilan akil hastaliklariyla ilgili ders kitaplarinda, epilepsi ile  "dindar duygusallik" arasinda bir baglanti olduguna iliskin yazilar  vardir.
Dr. V. S. Ramachandran, tüm temporal lob epilepsi hastalarinin %  30  ile  40'inda, asiri dindarlik görüldügünü tahmin ediyor. “Bazen bu kisisel bir  tanridir. Bazen de evrenle yogun bir birlesme hissi mevcuttur. Her seyin bir anlami var gibi görünür. Hasta sunu söyleyecektir: Sonunda her seyin gerçekten ne oldugunu anladim doktor bey. Tanriyi gerçekten anliyorum. Evrendeki yerimi anliyorum -  evrensel  düzen.
Sanrilar: Zihin kendi kendine sürekli sanri yaratir, ancak bunlarin çogu kolayca kontrol edilebilir. Örnegin, var olmayan görüntüler görür ya da gerçek olmayan sesler duyariz. Bu durumda ön singulat korteks, gerçegi uydurulmus olandan ayirmada önemli rol oynar. Beynin bu bölgesi, disaridan gelen uyarilar ile kendi ürettigi içeriden gelen uyarilar arasinda ayrim yapmamiza yardim eder.
Sizofreni hastalarinda bu sistemin hasara ugradigina inaniliyor. Böylece, kisi gerçek ve hayali sesleri birbirinden ayirt edemez.
Sanrilar, bir noktaya kadar istege bagli yaratilabilir. Birisini zifiri karanlik bir odaya, izolasyon bölmesine ya da korkutucu bir ortama yerlestirirseniz  sanrilar dogal olarak olusur. Bunlar, “gözlerimiz bize oyun oynuyor” cümlesinin örnekleridir.
Aslinda, beyin kendini kandirmakta, dünyayi anlamlandirmak ve tehditleri belirlemek için yanlis görüntüler yaratmaktadir. Bu etkiye "Pareidolia" denir. Gökyüzündeki bulutlara her baktigimizda çesitli hayvanlarin, insanlarin ya da en sevdigi film karakterlerinin görüntüsünü görürüz. Baska sansimiz yoktur. Bu, beynimizde içgüdüsel olarak bulunur.
Bir anlamda, gerçek ya da sanal, gördügümüz bütün görüntüler sanridir, çünkü beynimiz bosluklari doldurmak için sürekli yanlis görüntüler üretir. Gerçek görüntüler bile kismen üretilmistir. Ancak akil hastalarinda, beynin ön singulat korteks gibi bölümleri muhtemelen zarar görmüstür. Bu yüzden, beyin gerçek ve hayali birbirine karistirir.
Akil hastaliklarini anlamak ve nihayetinde tedavi etmek için yapilan bir girisim de onlarin genetik köklerinin izini sürmektir. Bu alanda hayal kirikligina ugratan, karmasik sonuçlari olan pek çok denemede bulunuldu. Sizofreni ve bipolar bozuklugun aile ile iliskili olduguna dair önemli kanitlar mevcut, ancak bu bireylerde ortak bulunan genleri bulma girisimleri sonuçsuz kaldi.
2012'de, su ana kadar yapilmis en kapsamli çalismalardan biri, akil hastaliklarinda ortak bulunan genetik bir faktörün gerçekten olabilecegini gösterdi. Harvard Tip Fakültesi ve Massachusetts General Hastanesi'nden bilim insanlari dünya çapinda altmis bin kisiyi incelediler ve bes büyük akil hastaligi (sizofreni, bipolar bozukluk, otizm, agir depresyon ve dikkat eksikligi hiperaktivite bozuklugu- DEHB) arasinda genetik bir baglanti kesfettiler, Bu hastaliklar akil hastaliklarinin önemli bir bölümünü temsil ediyorlar.
 
Yapay Zihin ve Silikon Bilinç
Simdi, bilgisayar gücünün acimasizca ilerleyisiyle birlikte yapay  zeka  uyanisi  basladi ve yavas ama önemli bir ilerleme kaydedildi. 1997'de IBM'in Deep Blue bilgisayari Dünya sampiyonu Gary Kasparov'u yendi. 2005'te Stanford'dan bir robot araba, sürücüsüz arabalarin yaristigDARPA Grand Challenge yarisini kazandi. Ulasilacak kilometre taslari ise hâlâ devam  ediyor.
Bilim insanlari artik problemi çok hafife aldiklarinin farkina vardi; çünkü çogu insan düsüncesi aslinda bilinçaltindadir. Düsüncelerimizin bilinç kismi, aslinda hesaplamalarimizin yalnizca ufak bir kismini temsil  eder.
Bir keresinde, Dr. Minsky'ye makinelerin ne zaman insan  zekâsina  esit olacagini, hatta geçecegini sordum. Bir sekilde bunun olacagindan emin oldugunu söyledi, ama artik tarih hakkinda bir tahmin yapmiyor. Lunapark trenlerindeki gibi inisli-çikisli bir tarihi olan yapay zeka için, gelecegini belirli bir tarih vermeden planlamak muhtemelen en akillica  yaklasimdir.
Yapay  zekânin  karsi  karsiya  geldigi  iki  temel  problem:  Örüntü  tanima     ve sagduyudur.
En iyi robotlarimiz bile bir fincan ya da top gibi basit nesneleri zar zor taniyabiliyor. Robotun gözü, ayrintilari dogal bir gözden daha iyi görebilir, ancak robot beyni gördügü seyi taniyamaz. Eger bir robotu yabanci, kalabalik bir sokaga birakirsaniz hemen yönünü sasirir ve kaybolur. Örüntü tanima (örnegin, nesneleri tespit etme) bu problem yüzünden tahmin edilenden çok daha yavas ilerledi.
Bir robot odaya girdiginde, trilyonlarca hesaplamalar yapmak, gördügü nesneleri pikseller, dogrular, çemberler, kareler ya da üçgenler seklinde analiz etmek ve bellegindeki binlerce görüntüyle eslestirmek zorundadir. Örnegin, robotlar bir sandalyeyi, dogrularin ve noktalarin karmakarisik bir hali seklinde görürler, ama "sandalye" olma durumunu kolayca tanimlayamazlar. Bir robot, veri tabanindaki bir görüntüyle nesneyi basarili bir sekilde eslestirse bile, ufak bir dönüs (sandalyenin yere devrilmesi) ya da bakis açisinin degistirilmesi (sandalyeye baska bir açidan bakilmasi) robotu sasirtacaktir. Oysa beyinlerimiz, otomatik olarak farkli bakis açilarini ve degisimleri dikkate alir. Beyinlerimiz bilinçaltinda trilyonlarca hesaplama gerçeklestirir, ama bu islem bize çok zahmetsiz görünür.
Robotlarin ayni zamanda, sagduyu ile ilgili de prob1emleri var. Fiziksel ve biyolojik dünya ile ilgili basit gerçekleri anlamazlar. "Sicak ve nemli hava rahatsiz edicidir" ve "anneler kizlarindan daha yaslidir" gibi apaçik seyleri dogrulayacak bir formül yok.
Beyin bir bilgisayar midir?
Nerede yanlis yaptik? Son elli yildir yapay zekâ üzerinde  çalisan  bilim  insanlari, analog ve dijital bilgisayarlarla beyni modellemeye çalisti. Belki de bu çok basite indirgemekti. Joseph Campbell'in dediggibi “Bilgisayarlar Eski Ahit tanrilari gibidir;  birçok  kurallari olmalarina ragmen  merhametleri yoktur.”
Bir Pentium islemcisinden tek bir transistörü çikarirsaniz bilgisayar derhal çökecektir. Ancak insan beyni, yarisi çikarilsa bile isini gayet iyi yerine getirebilir. Bunun nedeni, beynin bütünüyle dijital bir bilgisayar degil, çok gelismis, bir tür nöral ag olmasidir.
Sabit bir mimarisi olan (girdi, çikti ve islemci) bir dijital bilgisayarin aksine, nöral aglar, sürekli yeniden baglanti kuran ve kendilerini yeni görevler için destekleyen nöron toplulugudur.
Beynin programi, isletim sistemi, Windows'u, merkezi islemcisi yoktur. Bunun yerine nöral aglar, tek bir amaç olan ögrenme için, yüz milyar nöronun ayni anda kitlesel olarak ateslemesiyle çalisir.
San Diego yakinlarindaki Salk Enstitüsü'nde Dr.Terrence Sejnowski,  “Gelecegi tahmin etmek zor, fakat yine de önünüzdeki bilgisayarlarin sosyal robot haline gelmeleri çok uzun sürmeyecektir. Onunla konusabileceksiniz, flört edebileceksiniz hatta kizip ona bagirabileceksiniz.
O, sizi ve duygularinizi anlayacak” diyor
Bu isin kolay kismidir., Zor olan  kismi,  buradan  yola  çikarak  robotun tepkilerini ayarlamak. Eger, sahibi kizgin veya kirgin ise robotun, bunu göz önünde bulundurmasi  gerekir.
Yapay zekâ arastirmacilari, bilincin anahtarinin duygular olabileceginin farkina varmaya basladi. Dr. Antonio Damasio gibi sinir bilimi uzmanlari, prefrontal lob (mantikli düsünmeyi yönetir) ile duygusal merkezler (limbik sistem gibi) arasindaki bag zarar görünce hastalarin deger yargilarini yitirdiklerini kesfetti. En basit kararlari alirken (alinacak seyler, randevu ayarlamak, hangi renk kalemi kullanacagini seçmek vb.) duraksiyorlar, çünkü onlara göre her seyin sahip oldugu deger ayni. Dolayisiyla, duygular lüks degildir; tamamen zorunlular ve onlar olmadan robotlar neyin önemli olup olmadigina karar vermekte zorlanir. Duygularin, yapay zekâdaki ilerlemenin çevresinde degil tam merkezinde olduklari kabul ediliyor.
Filozof David Chalmers, yapay zekânin sorunlarini Kolay Problemler ve Zor Problemler olmak üzere iki kategoriye ayirdi.
Ona göre, 'Kolay Problemler' satranç oynama, numara kaydetme, belirli kaliplari tanima gibi, insan yeteneklerini gittikçe daha iyi taklit edebilen makineler yapmak. 'Zor Problemler' ise "qualia" adi verilen duygulari ve öznel hisleri anlamayi içeren makineler yapmak.
Tipki kör bir insana kirmizi rengin anlamini ögretmenin olanaksiz olmasi  gibi, bir robotun da asla kirmizi rengin öznel hissini deneyimleyemeyecegi ya da bir bilgisayarin Çince'yi Ingilizce’ye gayet iyi bir sekilde çevirebilecegini, fakat neyi çevirdigini hiçbir zaman anlayamayacagi iddia ediliyor. Buna göre robotlar, ne yaptiklarini anlamayan, ama hesap ve düzenleme gibi görevleri mükemmel hassasiyetle yerine getirebilen makineler.
2012 yilinda, ayna testini geçen bir robot meydana getirenYale Üniversitesindeki biliminsanlari tarafindan bir sonraki adim atildi. Aynanin karsisina geçirilen hayvanlarin çogu, aynadaki görüntüyü baska bir hayvan olarak düsündüler. Hatirladigimiz üzere, yalnizca birkaç havyan ayna görüntüsünün kendi yansimalari oldugunu fark ederek ayna testini geçmistir.
Yale'deki bilim insanlari, mekanik kollari ve üstte iki siskin gözleriyle birlikte, bükülmüs tellerden sirik gibi bir iskelete benzeyen Nico adinda bir robot yaptilar. Nico, ayna karsisina konuldugu zaman, yalnizca aynada kendini tanimakla kalmiyor, ayni zamanda aynadaki görüntülerine bakarak nesnelerin oda içindeki yerlerini de anlayabiliyor. Bu, bizim dikiz aynasina bakarak arkamizdaki nesnelerin yerlerini belirlememize benzer bir durumdur.
Nico'nun programcisi Justin Hart "Bizim bilgi birikimimize göre, bu baglantili yapisal sistem, robotlarin kendi bedenlerini ve görünüslerini kendi gözlemleri yoluyla ögrenmelerine izin veren önemli bir adimi temsil eder ve ayrica ayna testini geçmesi için de önemli bir kapasiteye sahip olmasi gerekir."
Indiana Üniversitesi’nde bilissel bilim insani olan Dr. Hofstadter ile röportaj yaptigimda, bana, “Robotlar bizim çocuklarimiz, öyleyse neden onlari  kendimizinmis gibi sevmeyelim” dedi. Onun yaklasim sekli, 'yönetimi ele  alacaklarini  bildigimiz  halde çocuklarimizi severiz',  biçimindeydi.
Carnegie Mellon Üniversitesi'ndeki yapay zekâ laboratuvarinin eski baskani Dr. Hans Moravec ile röportaj yaptigimda, Dr. Hofsstadter ile ayni fikirde  oldugunu  söyledi. Kitabi Robot'ta "Biyolojik evrimin yavas hizina bagli kalmadan, akillarimizin çocuklari genis evrendeki muazzam ve temel engellerle yüzlesmek için özgürce büyüyecekler... Biz insanlar onlarin emeklerinden bir süre için fayda saglayacagiz, ama... dogal çocuklar gibi kendi geleceklerinin zenginliklerinin  pesine  secekler,  ayni zamanda biz, onlarin yasli ebeveynleri, sessizce gözden  kaybolacagiz."
Robotlar bizim laboratuvarda yaptigimiz mekanik yaratiklardir, öyleyse dost canlisi ya da katil robotlara sahip olmamiz yapay zekâ arastirmalarinin yönüne bagli. Finansmanin çogu savas kazanma zorunluluklari olan ordudan geliyor, dolayisiyla gelecekte katil robotlar kesinlikle bir olasilik olarak  ortadadir.
Ancak tüm ticari robotlarin yüzde 30'u Japonya'da üretildigi için baska bir olasilik daha var: Robotlar en basindan yardimsever oyun arkadaslari ve isçiler olarak tasarlanacaklar.
Kültürel olarak, Japonlar robotlara Bati'dan daha farkli sekilde yaklasiyor. Batidaki çocuklar azgin 'Terminatör' tipi robotlari izlemekten korku duyarlarken, Japonya'daki Sinto dinine mensup çocuklar ruhlarin her seyin içinde, hatta robotlarin içlerinde yasadiklarina inanirlar. Japon çocuklar robotlari gördüklerinde onlarla karsilasmalari rahatsizlikla degil, keyifle  sonuçlanir.
Beynin Tersine Mühendisligi
ABD baskani Barack Obama, ulusa seslenis konusmasinda; federal arastirma fonunun, belki de 3 milyar dolari bir miktarinin Beyin Girisimi'ne ayrilabilecegini duyurarak bilim camiasini saskina çevirdi. Genetik alaninda pek çok  arastirmanin  önünü açan 'Insan Genom Projesi' gibi 'Beyin Girisimi'de beynin elektriksel yolaklarini haritalayarak sirlarinin nöron düzeyinde çözülmesini saglamayi  hedefliyor.
Beyin bir kere haritalandiktan sonra Alzheimer, Parkinson, sizofreni, demans ve bipolar bozukluk gibi zorlu hastaliklar daha iyi anlasilabilecek, hatta tedavi edilmeleri  de mümkün olabilecek. Beyin Girisimi'ni baslatmak için, projeye 2014 yili içerisinde 100 milyon dolar aktarilacak.
'Insan Beyin Projesi', dünyanin en büyük süper-bilgisayarlarinin gücünü kullanarak insan beyninin çelik ve transistörden olusan bir kopyasini yaratmayi hedefliyor.
Bu büyük sorunun üstesinden gelmek için, bilim insanlari, tam olarak kesinlesmemis 15 yillik bir program ortaya koydu. Nörologlar, ilk bes yillik süreç içerisinde on binlerce nöronun elektriksel aktivitesini incelemeyi umuyor. 10 yil içerisinde bu sayi yüz binlerce nörona  çikabilir.
Blue Gene/Q Sequoia isimli yeni kusak bir bilgisayar, Haziran  2012'de Dünya’nin en hizli bilgisayari unvanini almis olan bir bilgisayardir. En yüksek hizda  20,1 PFLOPS islem (ya da saniyede 20,1 katrilyon islem) yapabilir.  900 metrekarelik bir alani kaplamakta ve 7,9 megawatt'lik gücüyleküçük  bir  sehri  aydinlatmaya  yetecek  kadar  enerji harcamaktadir.
Peki, yalnizca tek bir bilgisayarda toplanmis bu devasa güç, bir insan beyni ile rekabet etmek için yeterli midir?
 
Yanit, ne yazik ki "hayir".
Bütün bu bilgisayar simülasyonlari yalnizca korteks ve talamus arasindaki baglantilari kopyalamaya çalisiyor. Dolayisiyla beynin büyük bir parçasi hâlâ eksik. Dr. Modha da Projenin büyüklügünün farkinda. Bu tutkulu proje sayesinde, beynin yalnizca zayif bir bölümünün bir parçasini degil, tüm insan beynini; neokorteksten duyulara kadar modellemenin neler gerektirdigini anlamis durumda.
'Insan Genom Projesi', insan genomunu olusturan tüm genlerin diziliminin açiga çikartilmasi açisindan çok büyük bir basaridir, ancak genetik hastaliklara hemen çare bulunacagini umanlar için büyük bir hayal kirikligi oldu. 'Insan Genom Projesi' 23 bin kelime girisi olan, ancak hiçbirinin açiklamasi olmayan devasa bir sözlük gibiydi. Bu sözlügün her sayfasi bos olmasina karsin, genlerin imlasi mükemmeldi. Proje çigir açiciydi, ancak insan genlerinin ne oldugu ve nasil etkilestigini anlama yolunda yalnizca ilk adim olma özelligi tasiyordu.
Benzer sekilde, beyindeki her sinirsel baglantiyi haritalamis olmamiz, bu nöronlarin ne oldugunu ve nasil tepki verdiklerini anlayacagimizi garanti etmiyor. Tersine mühendislik isin kolay kismi, asil zor olan, yani bütün bu verilere anlam yükleme isi daha sonra baslayacak.
GELECEK: Maddenin Ötesindeki ZIHIN
Bilinç, bence gelecege yatirim yapmak ve bir hedefi gerçeklestirmek amaciyla beyinde sürekli olarak dünyanin bir modelini  olusturma  isleminin  sonucunda  olusuyor. Beyin, özellikle gözlerimizden ve iç kulagimizdan sürekli olarak  duyular aliyor ve bu sekilde uzaysal konumumuzu belirliyor. Ancak iç kulagimizdan ve gözlerimizden gelen duyular birbiri ile uyumlu  olmadigi  zaman,  nerede  bulundugumuz konusunda kafamiz karisiyor. Böyle durumlarda siklikla midemiz  bulanir ve kusariz. Örnegin, sallanan bir gemideki pek çok insani deniz tutar. Bunun nedeni, kabin duvarlarina bakan gözlerinizin size sabit oldugunuzu söylerken iç kulaklarinizin sallandiginiz mesajini vermesidir. Sinyaller arasindaki bu uyumsuzluk kiside mide bulantisina neden olur. Bunun çaresi ufka bakmaktir,  bu sayede görsel  girdi ile iç kulaktan gelen veriler uyum saglamis   olur.
Makinelere zihni aktarmanin daha güvenilir bir yolu, ‘Konektom Projesi' ile olacaktir. Proje, beyindeki tüm nöronlari ve hücresel yolaklari tek  tek  kopyalama  amaci gütmektedir. Tüm anilar ve kisilik özellikleri, konektomun içinde hâlihazirda gömülü durumdadir.
Konektom Projesi'nden Dr. Sebastian Seung, beyinlerinin sivi azot içerisinde dondurulmasi için, bazi insanlarin 100.000 dolar ya da daha fazla miktarda para ödediginden söz ediyor. Balik ya da kurbaga gibi bazi canlilar kisin bir  buzun  içerisinde tamamen donup baharda tamamen saglikli bir sekilde buzlarindan kurtuluyorlar. Bunun nedeni, bu hayvanlarin glikozu bir tür antifriz olarak kullanarak kanlarinin donma noktasini degistirmesi. Sonuç olarak, kendileri bir buz kitlesi  içerisinde olsa da kanlari hâlâ sivi kalabiliyor. Ancak insan vücudundaki yüksek seker orani, böyle bir durumda muhtemelen ölümcül olacaktir. Genisleyen buz kristalleri, hücre duvarini içeriden parçalayacak (ayrica, beyin hücreleri öldükçe de kalsiyum iyonlari hücre içerisine akacak, bu da hücrelerin patlayana kadar sismesine neden olacaktir), bu nedenle insan beynini sivi azot içinde dondurmak güvenli olmayan bir ugras olacaktir. Her iki durumda da, beyin hücreleri, dondurma isleminden pek sag çikacakmis gibi görünmüyor.
Bedeni dondurup beyin hücrelerini patlatmak yerine, ölümsüzlügü elde  etmenizin daha güvenli bir yolu konektomunuzu çikarttirmak olacaktir. Bu senaryoda, tüm nöral baglantilariniz doktorunuzun elindeki bir sabit diskte olacaktir.
 
Temel olarak, ruhunuz bilgiye indirgenmis olarak bir diskte yer alacaktir. Sonuçta, gelecekte bir gün birileri konektomunuzu diriltecek ve bir klon ya da transistörler yumagi kullanarak sizi tekrar hayata  döndürecektir.
'Konektom Projesi' hâlâ bir insanin tüm nöral baglantilarini kaydetmekten çok uzakta. Ancak Dr. Seung'un  dedigi gibi “Günümüzün modern ölümsüzlük arayicilari  ile dalga geçmeli miyiz, onlara aptal gözüyle bakmali miyiz? Belki de bir gün onlar mezarlarimizin basinda bize gülecekler.”
Ölmeyi beklemeden ölümsüzlüge ulasmanin bir yolu daha olabilir. Bu fikir, Carnegie Mellon Üniversitesi’ndeki Yapay Zekâ Laboratuvari’nin eski baskani  Dr. Hans Moravec tarafindan ortaya atildi. Onunla  yaptigim  röportaj  Sirasinda  bana,  uzak gelecekte belirli bir amaç ugruna beynin tersine mühendisliginin gerçeklestirilebilecegini öngördügünü söyledi. Bu amaç da, kisi hâlâ bilinçli iken zihninin ölümsüz bir robot bedenine aktarilmasi   olacak.
Beynin tamamini tersine mühendislikile olusturabilirsek transistörlerdenolusan bir kopyasi araciligiyla sünce islemlerini tekrar edemememiz için bir neden yok.  Bu sekilde sonsuza kadar yasamak için ölmeniz gerekmez. Bütün bu islemler sirasinda bilinciniz yerinde olabilir.
Dr. Moravec bana bu islemlerin adim adim yapilmasi gerektigini söyledi. Öncelikle, beyni olmayan bir robotun yaninda bir sedyede yatacaksiniz. Daha sonra, bir robot cerrah beyninizden birkaç nöron ayiklayacak ve yaninizdaki robotun içindeki transistörler bu nöronlari kopyalayacak. Kablolar, beyninizi robotun bos kafatasindaki bu transistörlere baglayacak. Nöronlar çikarildikça yerlerini bu transistor devreler alacak. Beyniniz, kablolar araciligiyla bu transistörlere bagli oldugu için, bu sirada normal bir sekilde çalisacak ve siz de bilincinizi yitirmeyeceksiniz. Bu sirada, süper cerrah her seferinde beyninizden daha fazla nöron çikartacak ve bunlar robotun içerisindeki transistörlerde kopyalanacaklar. Operasyon yapilirken kafatasinizin yarisi bosalmis olacak, diger yarisi da kablolar araciligiyla robotun içerisindeki transistörler yiginina bagli olacak. En sonunda, beyninizdeki tüm nöronlar yerlerinden alinacak ve yaninizda sizin beyninizin tam bir kopyasina sahip bir robot beyin ile kalacaksiniz.
Bu islemin sonunda sedyeden kalktiginiz zaman, bedeninizin mükemmel bir forma sahip oldugunu göreceksiniz. Hayallerinizin ötesinde bir güzelliginiz ya da yakisikliliginiz ve insanüstü güçleriniz olacak. Ölümsüzlügünüz de cabasi! Arkaniza döndügünüzde, akilsiz ve yaslanan bir kabuk olan ölümlü orijinal bedeninizi göreceksiniz.
Yaslanma: Geleneksel olarak, yaslanmanin kaynaginin ne olduguna iliskin biyologlar arasinda bir fikir birligi yok. Ancak son 10 yil içerisinde, yeni bir kuram yavas yavas kabul görmeye basladi ve farkli dallardan arastirmalari yaslanma alani içerisine soktu.
Yaslanma, temel olarak hücre içinde ve genetik düzeyde bir takim hatalarin birikmesinin sonucunda gerçeklesiyor. Hücreler yaslandikça DNA içerisinde hatalar birikmeye baslar, ayrica hücre içerisindeki artiklar da birikerek hücreleri yavas çalisir hale getirir. Hücreler yavas yavas hatali islev görmeye basladikça cilt sarkar, kemikler kirilganlasir, saçlar dökülür, bagisiklik sistemimiz bozulur, sonunda da    ölürüz.
Hücrelerin bir takim kontrol mekanizmalari vardir. Ancak zaman içinde bu kontrol mekanizmalari da islevini yitirir ve yaslanma hizlanir.
Burada  hedef,  bu  kontrol mekanizmalarini güçlendirmektir. Bu da gen terapisi ve yeni enzimlerin bulunmasiyla gerçeklestirilebilir. Bu konuda bir alternatif de "nanobot"  düzenleyicilerini kullanmaktir.
 
Bu teknolojinin temellerinden biri de "nanobot" adi verilen atomik makineler. Nanobotlar, kan dolasim sisteminde devriye gezen, kanser hücrelerini enseleyen, yaslanma sürecinin olusturdugu zararlari düzelten ve bizi sonsuza kadar saglikli  ve  genç yasatacak olan makinelerdir.
Saf Enerji Olarak ZIHIN
Lazer isini kütlesizdir, bu nedenle karadeligin yakinindan geçerken gelgit kuvvetleri tarafindan sekil degisikligine ugramaz. Bunun yerine, isik maviye  kayar,  yani enerjisi ve frekansinin arttigi bir düzeye geçer. Lazer isinlari çarpitilsa  bile  içindeki depolanmis bilgiler oldugu gibi kalir. Örnegin, içinde mors alfabesiyle kodlanmis bir mesaj içeren lazer isini sikistirilir; fakat bilgi içerigi degismez.
Dijital veriler gelgit kuvvetlerinden etkilenmez. Böylece maddeden yapilmis varliklar için ölümcül olabilen kütle çekimi kuvveti, isin olarak yolcuLuk  yapan  varliklar  için  zararsiz olabilir.
Bunlarin sonucunda, lazer isinlari tarafindan tasinan bilinç,  maddesiz  oldugu için, solucan deliginden geçerken maddeden olusan varliklara göre büyük bir avantaja sahip oluyor. Lazer isinlari, solucan deliginden geçerken baska bir avantaja daha sahiptir. Bazi fizikçiler mikroskobik, belki de atom büyüklügünde bir solucan deligi yaratmanin daha kolay olabilecegini  hesapladilar.
Madde bu kadar küçük bir solucan deliginden geçemeyecektir. Ancak  X-  isinlari, dalga boylari atomdan da küçük oldugu için, büyük olasilikla bu deliklerden zorlanmadan geçebilir.
Bizden binlerce yil ötede olan bir uygarlik için, konektomlari dijital ortama aktarip yildizlara gönderecek teknoloji çocuk oyuncagidir. Bu durumda,  zeki  varliklarin çoktan, bilinçlerini gökadadaki genis lazer sistemiyle gönderdikleri düsünülebilir.
En gelismis teleskop ya da uydularimizla yaptigimiz gözlemlerin hiçbiri, böyle bir gökadalar arasi sistemi ortaya çikaramaz.
Carl Sagan bir keresinde, çevremizde uzayli uygarliklarin oldugu bir dünyada yasiyor oldugumuz olasiligindan bahsetmis ve bu uygarliklari kesfedecek teknolojimiz olmadigindan hayiflanmistir.
Simdi siradaki soru: Uzaylilarin zihinlerinde neler gizlenmektedir?
Bunun gibi çok gelismis bir uygarlikla karsilastigimizda nasil  bir  bilince sahip olurlar? Bir gün insan irkinin kaderi bu sorunun yaninda olabilir.
UZAYLI ZIHNI
Astrofizikteki dikkate deger gelismeler dogrultusunda, önümüzdeki zamanlarda bir uzayli zekâsiyla iletisim kurulabilir. Onlara nasil yanit verecegimiz, insanlik tarihindeki gelmis geçmis en büyük olaylari belirleyen etmen  olacaktir.
Birkaç gelisme bu günleri mümkün kilmaktadir.
Birincisi, 2011 yilinda Kepler uydusu, tarihte ilk defa Samanyolu gökadasinin "nüfusunu" bilim insanlarina ulastirdi. Kepler uydusu binlerce yildizin isigini analiz ettikten sonra, iki yüzde bir tanesinin Dünya gibi yasam barindiran gezegene siginak olabilecegini belirledi.
Su ana kadar, binden fazla Günes Sistemi disi gezegen, Dünyadaki teleskoplar araciligiyla ayrintili olarak analiz edildi (gökbilimciler haftada 2 dis gezegen bulmaktadir). Ne yazik ki, neredeyse tamami Jüpiter büyüklügünde ve büyük olasilikla Dünya'dakine benzer canlilardan yoksun. Ancak  birkaç  tane büyük kayadan olusmus   ve Dünya’nin birkaç kati büyüklügünde dis gezegen var. Bu gezegenler, okyanuslarin olusmasi için ana yildizdan tam da gerekli uzaklikta. Su evrensel çözücüdür; DNA ve protein gibi çogu kimyasal maddeyi  çözer.
2013 yilinda NASA'daki bilim insanlari, Kepler uydusuyla en olaganüstü kesiflerini açikladilar: Günes Sistemi disinda, Dünya'nin neredeyse ikizi olan iki gezegen. Bu gezegenler 1200 isik yili uzaklikta, Lyra takimyildizinda bulunmaktadir   Bu gezegenlerden birisi Dünya'dan yüzde 60, digeri yüzde 40 oraninda daha büyük. Daha önemlisi, her ikisi de ana yildizlarinin yasanabilir bölgesinde bulunuyor. Buna göre, bu gezegenlerde okyanuslarin bulunma olasiligi var. Analiz edilen bütün gezegenler arasinda, bu ikisi  Dünya’ya  en çok benzeyen  gezegenler.
Hubble Uzay Teleskobu da görünür evrende bulunan tahmini gökada (galaksi) sayisini verdi: Yüz milyar. Buradan, görünür evrende kaç tane Dünya benzeri gezegen oldugunu söyle hesaplayabiliriz: Bir milyar tane yüz milyar, baska bir deyisle  yüz kentilyon.
Hayvan Bilinci: Hayvanlar dis dünyayi  tamamen  farkli  algilamalarina karsin, bizler ne yazik ki, insan bilincini hayvanlara aktarmaya  meyilliyiz. Örnegin, bir köpek içtenlikle sahibine itaat ediyorsa bilinçaltimiz bize "köpek insanin  en  iyi dostu, çünkü bizi seviyor ve saygi gösteriyor." diyor. Oysa köpeklerin kökeni 'Canislupus'tan (kurt) geldigi ve onlar da siki bir hiyerarsi içinde olarak avlandiklari   için, köpek sizi bir çesit baskin erkek ya da sürü lideri olarak görüyor olabilir. 
Baska     bir deyisle siz, zirvedeki köpeksiniz (bu belki de yavru köpeklerin neden daha yasli köpeklerden daha kolay egitilecegini açiklar yasli köpekler insanlarin  kendi  sürülerinden olmadigini anlar, fakat yavru köpeklerin zihninin  etki  altinda  kalmasi  daha kolaydir).
Bir kedi yeni bir odaya girdikten sonra haliya idrarini birakinca, biz kedinin sinirli ya da gergin oldugunu varsayiyor bunun nedenini anlamaya çalisiyoruz. Oysa belki de kedi yalnizca idrarinin kokusuyla, diger kedileri uzak tutmak için bölgesini isaretliyor olabilir. Yani, kedinin aslinda hiç de keyfi bozuk degil; yalnizca diger kedilere evden uzak durmalarini, bu evin ona ait oldugunu söylüyor.
Kedi mirildar ve kendini bacaklariniza sürterse ona baktigimiz için mütesekkir oldugunu, bunun da samimiyet ve duygusal yakinlik göstergesi oldugunu varsayiyoruz. Aslinda size sürünerek hormonunu sizin üstünüze birakip sizin ona ait oldugunuzu belirtmek ve diger kedileri sizden uzak tutmak için yapiyor olabilir. Kedinin bakis açisiyla, siz bir çesit hizmetçisiniz; günde birkaç kere yemek vermek için egitildiniz ve size sürtünerek koku birakmasi, diger kedileri bu hizmetçiden uzak tutmaya yönelik bir davranistir.
Insan irkini inceledigimizde, bizim  zekâmizin gelismesine yol açan  üç tane temel malzeme  oldugunu  görürüz:
Çevremizi alet kullanarak kendi yararimiza sekillendirmemizi saglayan basparmagimizi, diger parmaklara yaklastirabilmemiz.
Avcilara özgü stereo ya da üç boyutlu görüsümüz.
Kusaklar boyunca bilgi ve kültür aktarabilmemizi saglayan dile sahip olmamiz.
Bu üç temel özelligi hayvanlar âleminde bulunan özelliklerle karsilastirdigimizda, çok az hayvanin zekâ için bu kriterlere uydugunu görürüz. Örnegin, kedilerle köpekler, kavrama hareketini yapamazlar ve karmasik bir dilleri yoktur. Ahtapotlar ise, çok gelismis dokunaçlara sahip olmalarina karsin, çok iyi göremezler ve gelismis bir dilleri yoktur.
Biyoloji Sonrasi Dönem: Uzaylilar da bizim gibi sudan çikip karada yasamayi ögrenmis olmalilar. Peki, böyle bir yasam formu gelistirip uzaya gidebilecek, hatta Dünya’ya ulasilabilecek bir uygarlik kurabilirlerse? O zaman, hâlâ bizim gibi biyolojik varliklar mi olacaklar, yoksa biyolojik varlik olmanin da ötesine geçecekler  mi?
Phoenix yakinlarindaki  Arizona  Eyalet  Üniversite’sinden  meslektasim  Dr. Paul Davies, bu sorularin yanitini bulmak için zaman harcadi, Onunla yaptigim röportajda bana, bizden binlerce hatta daha fazla yil ileride olan bir uygarligin neye benzedigini düsünmek için, ufkumuzu genisletmemiz gerektigini  söyledi.
Dr. Davies, uzay yolculugunun tehlikeleri ele alindiginda uzaylilarin orijinal biyolojik formlarini terk edip vücutsuz zihinler olarak yolculuk etmis olacaklarina inaniyor. Dr. Davies, "Benim ulastigim sonuç sasirtici gelebilir. Muhtemelen-aslinda kaçinilmaz olarak-biyolojik zekanin, yalnizca geçici bir olgu, evrende aklin evriminin  kisa süren bir evresi oldugunu düsünüyorum. Dünya disinda zeki  bir  varliga  rastlayacak olursak çok büyük bir olasilikla bunun biyoloji sonrasi dogasi olacagina ve SETI için açik ve kapsamli alt dallari olan bir sonuç olduguna  inaniyorum" Gerçekte, uzaylilar bizden binlerce yil ileriyse büyük olasilikla biyolojik bedenlerini çok uzun zaman önce, en kullanisli bilgisayar-bedeni olusturmak için terk etmislerdir: Bu da bütün yüzeyi bilgisayarlarla kapli bir gezegen. Dr. Davies, “Bütün yüzeyi tek bir isletim sistemiyle yönetilen bilgisayarlarla kapli bir gezegeni göz önüne getirmek o kadar da zor degildir… Ray Bradbury bu  varliklar için,  'Matruska  beyinleri' sözcügünü üretti”  diye belirtti,
Dr. Davies'e göre uzayli bilinci, 'benlik' kavramini yitirip, çarsaf gibi bütün gezegeni kaplayan, zihinlerin olusturdugu kolektif sanal agin  bir  parçasi  olmus  olabilir.
Sinirbilim halen ilkel sayilir. Bilim insanlari, canli beynin basit düsüncelerini okuyup videoya alabiliyor, bazi anilari kaydedebiliyor, yatalak hastalarin etrafindaki makineleri kullanmalarini saglayabiliyor ve zihinsel hastaliklarda hasarli bölgeyi tespit edebiliyorlar.
Bununla birlikte, gelecek yillarda sinirbilimin gücü patlama yapabilir. Simdiden, yapilan çalismalar nefesimizi kesecek yeni bilimsel kesifler yapmanin esigindedir. Bir gün, çevremizdeki nesneleri rutin bir sekilde aklimiz ile kontrol edebilir, anilari internetten indirebilir, zihinsel hastaliklari tedavi edebilir, beynin yedek kopyalarini alabilir ve baskalari ile telepatik olarak iletisim kurabilir hale gelebiliriz. Gelecegin dünyasi, zihnin olacaktir.
Sahip olmanin ya da olmamanin dünyasindan uzakta, bilim, refahin dinamosu olmustur. Insanoglunun zamanin baslangicindan beri kusandigi aletler arasinda, açik ara ile en güçlü ve üretkeni bilim olmustur. Çevremizde gördügümüz inanilmaz zenginlik bilim sayesindedir,
Âdem ile Havva'nin Bilgelik Elma'sini  yiyip  Cennet  Bahçe'sinden  sürülmelerine iliskin Incil hikâyeleriyle baslayan bir takim asagilayici durumlar insanligin basina gelmistir.
Birinci olarak, Galileo'nun teleskopu ile Günes Sistemi'nin merkezinde Dünya’nin degil Günes’in oldugu açikça görülmüstür. Sonra, Günes Sistemi'nin de Samanyolu içerisinde merkezden otuz bin isik yili uzaklikta olan bir noktadan ibaret oldugu ögrenildiginde düsünceler degismistir. Daha sonra, 1920’lerde Edwin Hubble, pek çok gökada oldugunu kesfetmistir. Bu kesifle evren birden milyarlarca kat büyümüstür. Su anda, Hubble Uzay Teleskopu görünen evrende yüz milyarlarca gökadanin varligini çikarabilmektedir. Samanyolu gökadasi çok daha  büyük  bir  kozmik sahada, igne ucu kadar kalmistir.
Fizik, yildiz tozundan olustugumuzu  ve  etrafimizda  gördügümüz  her  atomun da bir yildizin isisi ile olustugunu söyler. Kelimenin tam anlamiyla yildizlarin çocuklarayiz.
Ancak hidrojeni yakip vücudumuzun daha karmasik elementlerinin olusmasini saglayan  nükleer  reaksiyonlar  karmasiktir  ve  bugüne  kadar  herhangi bir noktada raydan çikabilirlerdi. Bu durumda, bu elementlerin ve DNA'nin atomlari olusmaz, dolayisiyla yasam ortaya çikamazdi. Diger bir deyisle yasam kiymetlidir ve bir mucizedir.
Insanlar disardan farkli görünse de, genlerimiz ve kimyamiz farkli söylemektedir. Aslinda, herhangi iki insan genetik olarak o kadar yakindir ki, "genetik Âdem" ya da "genetik Havva"nin insan irkini dogurdugunu hesaplayabiliriz. Dahasi o zamanlar kaç kisi oldugumuzu da hesaplayabiliriz.
Sayilar olaganüstü. Genetik, yetmis-yüz bin yil öncesi birkaç yüz ile birkaç bin arasinda degisen sayida insanin yasadigini ve tüm insan irkinin bunlardan basladigini gösteriyor( Bir kuram; 70.000 yil önce Endonezya'da Toba yanardagindaki devasa patlama sonucu sicakliklarin hizla düsgünü ve insanligin çogunun yok olup geriye soyu devam ettirmek için bir avuç insanin kaldigini öne sürmektedir). O küçük insan grubu sonunda tüm Dünyaya yayilacak olan maceraci ve kâsifler çikti.
Tekrar söylemek gerekirse zeki yasam formu tarih boyunca çikmaz yola girebilirdi. Hayatta kalmamiz bir mucizedir.
Ayrica, diger gezegenlerde yasam olsa da, çok azinda yasam formlari olacagi sonucuna varabiliriz. Bu yüzden, Dünya'da olusan zeki yasamin kiymetini  bilmeliyiz. Bu Evrendeki deki en girift ve muhtemelen en ender  durumlardan biridir.
Zihnin gizemlerini örten orduyu kaldiran bilim, ayrica zihni daha olagan ve siradan bir hale getirmektedir. Ancak beynin karmasikligi ile ilgili bilgi edindikçe, evrende bildigimiz en gelismis nesnenin omuzlarimizin üstünde olmasina daha  da  hayran oluyorum.
Dr. David Eagleman'in de dedigi gibi, “Beyin ne kadar sasirtici bir organ ve biz de onu incelemek için teknolojiye ve azme sahip bir kusakta oldugumuz için ne kadar sansliyiz. O evrende kesfettigimiz en muhtesem sey ve o biziz.”
Iki bin yildan fazla zaman önce Sokrates “Kendini bilmek, bilgeligin baslangicidir” dedi. Biz onun dilegini gerçeklestirmek için uzun bir yoldayiz. 
 

Benzer Kitaplar