SILIVRI TOPLAMA KAMPI  -  ZULÜMHANE

SILIVRI TOPLAMA KAMPI - ZULÜMHANE

Fevzi BOZKURT
Psikoloji


 Önsöz
Bu kitabi Silivri toplama kampinin spor salonundan bozma durusma salonunda ve hapishane kisminin F-12 kogusunda kale­me aldim.
Kamuoyunda "Ergenekon" diye bilinen davanin "sanigi" ola­rak, tutuklugumun bir yili geçmesinin ardindan yasadigim süreci ka­leme almayi her seyden önce bir "sorumluluk" olarak gördüm.
Sadece kendimi yazmanin, bana yönelik suçlamalara verdigim yanitlari kitaplastirmanin sorumlulugumu yerine getirmede yeter­siz kalacagimi düsündüm. Bu nedenle kitabi üç ayak üzerine oturt­maya karar verdim.
1-    Davanin genel durumu.
2- Suçlamalara yanitlarim.
3- Silivri hapishanesinde yasam.
Aslinda her üç baslik da ayri ayri kitap olacak nitelikte. Ancak, her üç konu da öylesine iç içe ki, sonuçta tek bir kitapta toplama­ya karar verdim.
Kitabi yazarken iç içe giren bir durum daha vardi:
Gazeteci kimligim ve sanik kimligim.
Kimi meslekler yasam biçimidir. Her nerede olursaniz olun bir sekilde sürdürmek durumunda kalirsiniz. Gazetecilik de bunlardan biri.
Kimi çevrelerin "asrin davasi" diye niteledigi Ergenekon'da ga­zeteci olarak yapilacak çok sey vardi. Bunun üzerine bir de olayin magdurlugu, yani saniklik eklenince yazmam gerekenlerin boyutu da dogal olarak çatallasti.
Sanik olmasaydim da ister istemez, kamuoyuna böylesine mal olmus bir dava ile ilgilenmek, kösemde yazmak, televizyon-radyo-konferans konusmalarinda deginmek zorundaydim.
Operasyon dalgalarinin bana ulasmadigi dönemde, pek çok kesimden insanin gözaltina alinmasi karsisinda bir televizyon prog­raminda su yorumu yapmistim:
"Ergenekon, her yere kon!"
Geldi, bize de kondu...
Öyle bir kondu ki, tüm gazetecilik faaliyetlerimden bir seçki, yeniden düzenleme, ekleme, çikarma yapildi ve su suçlamalar yö­neltildi:
— Hükümeti devirmeye tesebbüs etmek.
— TBMM'yi islevsiz hale getirmeye tesebbüs etmek.
— Halki hükümete karsi silahli isyana tahrik etmek.
— Terör örgütüne üye olmak.
— Gizli belge bulundurmak.
Kitabin içinde ayrintilarini bulacaksiniz ama su noktanin alti­ni özenle çizmek istiyorum:
Bana yönelik suçlamalarin tümü gazetecilik faaliyetlerimden esin­lenerek üretilmisti.
Bu fiilen sansürdür.
Gazetecinin yaptigi haberlerin, yazdigi kitaplarin, kurdugu "ha­ber kaynagi" iliskilerinin yukarida siraladigim çok agir siyasal suç­lara dönüstürülmesi, en hafif anlatimla toplumun haber alma hak­kinin kisitlanmasidir.
Ancak Ergenekon davasi bundan çok daha öte sonuçlar do­gurdu.
Beydaba'nin su sözü 2000'li yillarin ilk 10 yillik dilimindeki Tür­kiye'yi çok iyi özetliyordu:
"Hükümetlerin en kötüsü, suçsuzu korkutandir."
Sözün altini, bu yillari yasayanlarin çok degisik sekillerde dol­duracagini düsünüyorum.
Bu tanimin güncellesmesinde önemli etkenlerin basinda Er­genekon kapsaminda yasananlar geliyordu.
Ben bu sürecin göbeginde yasadim. Deyim yerindeyse, sanigi ve tanigiyim.
Vicdan sandalyesine oturdum, sorumluluk kalemini elime al­dim, kararlilik ve ne olursa olsun dogru bildigim yolda yürüme ne­fesini içime çektim, yasam masasinin üzerine kâgidi koyup sanikli­gimi ve tanikligimi yazdim.
Vicdan, kimsenin kaçamayacagi bir mahkemedir. Kitabi ya­zarken elbette hasretten hüzne her duyguyu yasadim. Ama vicda­nim son derece rahatti.
Türkiye Ergenekon'u pek çok pencereden okudu. Bir de de­mir parmakli pencereden, içeriden okusun istedim.
Bir metreye 80 santimlik kogus penceremin önünde 80 gözlü demir parmaklik var. Bu 80 gözle davaya, bugüne, geçmise gelecege bakarken tarih baba hep yanimdaydi. Sik sik sunu söylüyordu:
Tarihte Silivri benzeri davalar, mahkemeler olmustur. Zaman bu mahkemeleri tersine çevirmis, suçlananlari degil, suçlayanlari sa­nik sandalyesine oturtmustur.
                                                                                                                                                Mustafa Balbay
Silivri Hapishanesi
F-12 Kogusu
Eylül 2010
 
Neden Toplama Kampi? Neden Zulümhane?
"Yasadim" demek için gerekçelerini söyle deseler, siralayaca­gim maddelerden biri dünya gezilerim olur.
80 ülke dolastim...
Seni en çok etkileyen gezi anilarini anlat deseler, ilk siralarda yer alacaklardan biri Polonya'daki Auschwitz Toplama Kampi'dir.
Hitler Almanyasi Ikinci Dünya Savasi boyunca ülkedeki Yahu­dileri toplama kamplarina göndermisti. Bunlarin en büyügü Auschwitz kampiydi. Bu kampi yagmurlu bir günde sirilsiklam dolastim ve Ülkelere Degil Savasa Düsmanim kitabimda kaleme aldim.
Yüksek duvarlari, göz alabildigine uzanan tel örgüleriyle Si­livri'deki hapishaneler zinciri bende ilk Auschwitz' i çagristirdi.
Dis kapidaki dev tabelada su yazili:
TC Adalet Bakanligi, Silivri Ceza infaz Kurumlari Kampusu.
Bu kampüsün içine 10 cezaevi, bir de mahkeme konmus.
10 cezaevinden birinde sadece çocuklar, birinde sadece kadinlar, kalan 8'inde de erkekler var.
Cezaevi çok olunca adini da çogul yapip "Ceza infaz Kurum­lari Kampusu" koymuslar.
Burada yatanlarin çok büyük bir dilimi tutuklu. Gerçekte adi­nin tutukevi olmasi gerekir. Ancak "ceza"yi bastan veriyorlar ve "ce­zaevi" diyorlar.
Bu adlandirma bile, basli basina pesin hükümlülügü içeriyor. Oysa istatistiklere göre buradaki insanlarin en az yarisi beraat ede­cek. Bu yüzden ben cezaevi yerine hapishane demeyi yegledim.
Olaganüstü dönemlerde hapishane ile yargilama ayni yerdedir.
Silivri'de de öyleydi.
Tutuklu saniklar, durusma sabahlari koguslarindan aliniyor, oto­büsle hapishane sinirlari içinde spor salonu olarak insa edilmis du­rusma salonuna getiriliyordu.
Tutuksuz saniklar da bir adliye binasina degil, hapishaneye ge­liyordu.
Silivri'de tutuklu olup Kadiköy, Bakirköy adliyelerinde yargi­lananlar da vardi. Onlar durusma günleri hapishaneden çikariliyor, nakil araçlariyla ilgili mahkemelere gönderiliyordu. Listede o gün hapisten çikarilmis görünüyorlardi. Yanlarina bir günlük kuman­ya ve su veriliyordu. Ergenekon saniklari ise durusma günlerinde de hapishane kayitlari içinde yer aliyordu. Tüm hapishanenin ögle ka­ravanasi neyse, mahkemeye de o geliyordu.
Silivri' ye "Kampus" adini Adalet Bakanligi vermis. Sözlüge göre "kampus" sadece üniversite kurumlarinin bulundugu alan için kul­lanilan bir sözcük. Kamp sözcügünün ise 5 anlamindan biri su:
"Tutsaklarin ya da politik sürgünlerin toplandigi yer."
Öyle anlasiliyor ki, Adalet Bakanligi "kamp" sözcügünü egitimli hale getirmis, rektörleri de içine alabilecegi bir kampüse dönüstürmüs.
Mevlana'nin Mesnevi, Divan, Fîhimâfîh ve Mecâlis-i Seb'a eserlerini Farsça aslindan çevirerek derleyen Prof. Dr. Mehmet Ka­nar kitabinda, Mevlana'nin bazi temel konulardaki görüslerini "söz­lük" gibi siralamis. Dogal olarak "A" ile basliyor "Z" ile bitiyor.
"Adalet" sözcügüyle baslamis "zulüm"le bitmis. Her iki söz­cügün Mevlana dilinden anlamini aktariyorum.
Adalet: Bir seyi layik oldugu yere koymak.
Zulüm: Bir seyi layik olmadigi yere koymak.
Silivri'ye "Zulümhane" adi koymakla ne demek istedigimi en iyi Mevlana ile tarif edebilirim.
Mevlanacanin yanma "zulüm"ün sözcük anlamini da koyalim:
"Güçlü bir kimsenin yasaya ve vicdana aykiri olarak baskasi­ni ugrattigi kötü durum, kiyim, kiygi, acimasizlik, haksizlik, cefa."
Silivri'de bütün bunlar fazlasiyla vardi. Ayrintilarini kitabin için­de, degisik bölümlerde bulacaksiniz.
Burada bazi satirbaslarina deginmek istiyorum.
Çok kisinin bir arada kaldigi eski kalabalik koguslarin elbette
insani olmayan yönleri çoktu. Ancak "oda tipi" dedikleri 2-3 kisi­lik koguslar da insanlari tam bir yalnizliga itiyordu. Bu düzeni ku­ranlar doguracagi sonuçlari bildikleri için, 2-3 kisilik koguslarda ka­lanlara haftada 3 gün 2'ser saat öteki 3 kogusla bulusma hakki ta­nimis. Bu, Ergenekon saniklarina "Ankara'nin emri" ile uygulanmadi. üç kisi kalanlarin bazilari zamanla tek kisi kalmak istedi. Dilekçe ver­di. Yalnizlastirma daha da yalnizligi beraberinde getirdi.
Bu zulüm degil midir?
Hapishanede gardiyanlar, bizimle muhatap olan yöneticiler ge­nel olarak bize iyi davrandilar. Hiçbir fiziksel olumsuzlukla karsi kar­siya kalmadik. Ancak "yönetmelik böyle diyor", "Ankara'nin tali­mati" diye baslayan uygulamalar insani olmaktan uzakti. Yalnizlastirmaya benzer baska bir örnek bilgisayar hakkiydi. Nâzim Hikmet'e 1940'larda o dönemin en ileri yazim olanagi olarak daktilo ve­rilmis. Bize verilmedi. Gerekçe su:
Hapishanede bilgisayar odasi var.
Bu olanak bir gün önceden dilekçe vererek ve oda uygunsa size saglaniyor. Uygunlugun ölçüsü su: Ayni odada bir baska Ergenekon sanigi bulunamaz. Oda mesai saatlerinde; 9.30-12.00, 13.30-16.30 arasi açik.
Bu kitabi elle yazdim. Çalisirken elim yoruluyordu ama beynim
"tam kivamdayim, haydi devam et" diyordu. Sonunda yavas da olsa
sol elimle de yazmaya basladim.
Bu zulüm degil midir?
*   *   *
Hapishane kosullarindan birkaç örnek verdim... Spor salo­nundan bozma durusma salonunda öyle bir yargilama yapiliyordu ki, çogunlukla hapishanedeki kogusu özlüyorduk!
Düsünün! Adalet bulma umuduyla geldiginiz mahkemede bir an önce kogusa dönmek istiyorsunuz! Mahkeme salonundaki tek tesellimiz sevdiklerimizi görmek oluyordu. Bir de seyrek de olsa se­simizi duyurmak.
Mahkeme salonu insana neden hapishaneden daha dar gelir?
Her seyden önce durusma çok yapiliyor, ama dava ilerlemiyordu. Normal bir ceza davasinda yilda ortalama 4-5 durusma yapiliyor. Ikinci Ergenekon davasinda bir yilda 80 durusma yapildi. Bu, kaba bir hesaplama ile 16-17 yillik yargilamaya karsilik geliyordu. Ama bir yilda henüz saniklarin yarisi bile dinlenmemisti.
Bu zulüm degil midir?
Mahkemenin uzamasinin nedenlerinden biri dava sürerken fii­len sorusturmanin da devam ediyor olmasiydi. Gerçek hukuk sis­teminde savcilar sorusturmayi yapar, delilleri toplar, degerlendirir. Dava açma noktasina geldiginde iddianamesini hazirlar ve yargila­ma baslar. Silivri'de durusmalar sürerken bir haber gelirdi: "On yeni delil klasörü gelmis."
Herkes kendisiyle ilgili bölüm var mi diye telasa düserdi. Ben­zer durumu mahkeme heyeti de yaratirdi. Örnegin bir sanigin Mil­li Istihbarat Teskilati (MIT) ile baglantisi olup olmadiginin gündeme gelmesi üzerine mahkeme heyeti söyle bir karar aliyordu:
"MIT'e yazi karari alinmisken; tüm saniklarin baglantisinin olup olmadiginin sorulmasina..."
En az haftalar demek...
Yine sorgu sirasinda bir sanik dosyada olmayan bir kisi ya da kurumla yaptigi telefon görüsmesinden söz edip bunun lehine de­lil olarak kullanilabilecegini düsündü diyelim... Mahkeme heyeti söy­le bir karar aliyordu:
"O kurumla yapilan tüm telefon kayitlarinin Türkiye Iletisim Baskanligindan (TIB) istenmesine..."
Mahkeme sik sik sanigin sözleri üzerinden aleyhine delil top­lamaya çalisiyordu. Çünkü mevcut delillerin yeterli olmadigini he­yet de görüyordu.
Bu zulüm degil midir?
Eskiden ceza davalarinin baslica "unsuru" suydu:
Saniga suçunu kabul ettirmek.
Iskencenin temelini de bu olusturuyordu. Kisi mahkeme önü­ne çikmadan önce bir sekilde suçu isledigini kabul ediyordu. Bu yön­deki ifadesi dosyasina konup hâkim karsisina çikariliyordu. Ergenekon'da durum söyleydi:
Suçunuzu kabul edip etmemeniz önemli degil. Sizi dogrudan suçlu ilan ediyorlar. Siz, suçsuzlugunuzu anlatmak için çirpiniyorsunuz. Hukuk devletinde iddia makami iddiasini kanitlariyla orta­ya koyar. Sanik buna karsi savunmasini yapar. Ergenekon'da sav­cilar, biz kuvvetle bu süpheye sahibiz diyor. Süpheyi ortadan kal­dirmak saniga düsüyor. Her sey bir yana; devletin terörle mücade­le eden bütün birimleri Istanbul 13. Agir Ceza Mahkemesi'ne res­mi yazi yazdi. Genelkurmay, MIT, Jandarma ve Emniyet'in yazila­rinin ortak paydasi suydu:
"Bizim kayitlarimizda, Ergenekon adi altinda bir terör örgü­tü yoktur..."
Bütün saniklar varligi kanitlanamamis örgüte üye olmadikla­rini kanitlamak için çirpindilar.
Bu zulüm degil midir?
Ceza Mahkemeleri Kanunu'nun (CMK) 170. maddesine göre bir iddianamede olmazsa olmaz iki unsur su:
— Yüklenen suçun islenis tarihi ve yeri.
— Suç-delil baglantisi.
Ergenekon'da ikisi de yok. Tutuklanan saniklarin tümünün suç isleme tarihi olarak evinden alindigi gün yaziliydi. Örnegin benim suç isleme tarihim, evimden ilk alindigim 1 Temmuz 2008 Sali sa­bahi. Polisler evime geldiginde ben henüz 37 günlük oglumu Ye­men türküsü ile uyutmaya çalisiyordum!
Iddianamenin mantigiyla bakarsak ben belki de, hatta çok kuv­vetli bir süphe ile bir Ergenekoncu yetistirmekte iken, "suçüstü" ya­kalanmistim !
Bu zulüm degil midir?
Delillerle ilgili baslica sorun dijital verilerdi.
Bilgisayarli yasamdan önce, diyelim ki size bir mektup ya da bir belge geldiginde degerlendirmeyi gerekli görürseniz geregini ya­pardiniz. Görmezseniz atardiniz çöpe...
Bilgisayar öyle mi ya; bu kanalla size ulasan her sey bilgisayarda. Silmis olsaniz bile!
Bana yönelik suçlamalarin tamami "dijital veriler" olarak ad­landirilan bilgisayar kayitlariydi. Ancak bunlarin delil degeri tasi­yabilmesi için bilgisayara el konulmadan önce mutlaka kopyasinin alinmasi gerekiyor. CMK' nin 134. maddesinin emredici hükmü var. Benimki dahil pek çok bilgisayarda bu yapilmamis. Benden çikti­gi iddia edilen kayitlarin tümüyle oynanmis. Bunlarin delil degeri tasimadigini ben ispatlamak zorundayim.
Bogaziçi Üniversitesi'nden bilirkisi raporu alip mahkemeye ver­dik. Mahkeme TÜBITAK' a da bir yazi yazip bu tür delillerle oy­nanma olasiligini, yani bu delillerin ne derece saglam oldugunu sor­du. TÜBITAK, "Kopya almadinizsa güvenilmez" yaniti verdi.
Mahkeme hem bilirkisi raporlarina hem TÜBITAK görüsüne ragmen su karari verdi:
"Bu konudaki kesin degerlendirmeyi, hüküm asamasinda ya­palim..."
Hüküm asamasina yillar sonra gelinecek.
Bu zulüm degil midir?
*   *   *
Bilgisayar kayitlarindan ve telefon konusmalarindan bir seçki yapilmis ve iddianame eklerine konmus. Bunlarin hangisinin davayla ilgili oldugu, hangisinin hangi suçlamanin delilini olusturdugu bel­li degil.
Örnegin bana ait telefon dinleme çözümlerinden biri, Cum­hurbaskani Ahmet Necdet Sezer'in oglumun dogumu üzerine et­tigi, "anali babali büyüsün" telefonu. Bu hangi suça karsilik geliyor?
Bu zulüm degil midir?
Bilgisayar kayitlari için aktarmadan geçemeyecegim iki benzetme var.
Birincisi:
Dijital iskence!
Eskiden elektrik veriyorlardi, simdi CD veriyorlar.
Bilimsel olarak bir CD'nin içine, bir bilgisayar harddiskine is­tediginiz an istediginiz bilgiyi yükleyebilirsiniz, bunu yapma tarihini de istediginiz gibi düzenleyebilirsiniz.
Davanin saniklarindan, ayni zamanda bilgisayar mühendisi olan Birol Basaran durusma sirasinda bunu gösterdi.
Bilgisayariniz sizden alindigi anda, içinde nelerin oldugunu gösteren bir kopya da çikarilmadigi için, karsiniza ne zaman, nasil bir delilin çikacagini bilmiyorsunuz. Eger bilgisayarinizdaki bir veriyi silmisseniz, bu da "veriyi saklama" suçuna giriyor!
Bu zulüm degil midir?
Buna dijital iskence denmez mi?
Ikinci benzetmem su:
Baskasinin düsüncesini ögrenme suçu!
Yukaridaki satirlarda aktardim. Bilgisayariniza, internet adre­sinize birisi bir sey gönderdiginde, Ergenekon kapsamindaki bir so­rusturmaya göre onu silseniz de suç unsuru olabiliyor. Özünde sizi baglayan bir sey yok, bir kisi, çagin giderek gelisen iletisim olanaklarim kullanmis ve size ulasmis.
Ergenekon savcilari bundan su sorulari üretiyor:
Niçin sizin bilgisayarinizda?
Size geldigine göre baska kime gitmis olabilir?
Baska kimlerle iletisim aginiz var?
Bu zulüm degil midir?
Bunlarin toplu halde uygulandigi yere "zulümhane" denmez mi?
Çagin en önemli iletisim agini suç agi gibi görüp bunun par­çasi olan herkesi "kuvvetli süphe" altinda bir iddianameye yazan an­layisin kurbanlarinin tutuldugu yere "toplama kampi" denmez mi?
 
**********************
 
SILIVRI TOPLAMA KAMPI --  ZULÜMHANE
 
Kitap 12 temmuz 2007 yilinda Ümraniye’ de  bir gecekonduda ele geçirilen el bombasi  bulunmasi ile baslayan ve  asker, yargi,polis ,is adami ve gazetecilerinde aralarinda bulundugu çok sayida kisinin sanik olarak yargilandigi iddia olunan Ergenekon terör örgütü  davasinda tutuklu olarak yargilanan Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi ve yazari Mustafa Balbay tarafindan tutuklu bulundugu Silivri cezaevi F-12 kogusunda kaleme alinmis.
Kitapta genel olarak kamuoyunda Ergenekon davasi olarak bilinen davada yasanan hukuksuzluklara, iddianamedeki çeliskilere iliskin bilgiler ve Mustafa Balbay’in cezaevi günleri ve yasadiklari anlatilmakta.
Kitaba ismini verdigi zulümhanenin Silivri cezaevinde yasandigini neyle suçlandigini bile bilmeden birçok kesimden insana asli astari olmayan hukuki dayanagi bulunmayan Ergenekon iddianamesiyle kendilerine eski dönemlerdeki iskencenin yerini dijital bir iskenceye dönüstürüldügünü, kendilerini Silivri toplama kampinda yalnizlastirildiklarini, bu nedenle kitabina zülümhane ismini koydugu,
Yazar Ergenekon davasinin bir hikayecikle birebir uyustugunu belirtiyor hikayeye göre; Napolyon yeni sefere baslamadan önce generallerine emir verir tez zamanda savas için tüm hazirliklarin yapilmasini ister.Ve zaman dolar askerler huzura çikar Napolyon sorar: hazirliklar tamam mi? askerde bazi eksikliklerin oldugu yanitini verir. Bunun üzerine Napolyon eksiklerin neler oldugunu sorar. asker saymaya baslar. barut bitti. Napolyon hemen araya girer ve barut bittiyse öteki eksiklikleri saymaya gerek olmadigini söyler. Yazarda Ergenekon dava sürecinin bu hikaye ye benzedigini Genelkurmay-Emniyet-Mit- Jandarma kayitlarinda Ergenekon diye bir örgütün varligina dair bir bilginin bulunmadigini, sadece operasyonlarin yürümesini saglayan emniyette bile iddianamedeki bilgiler disinda bir bilgi bulunmadigini, Ergenekon diye bir terör örgütü olmadigina göre böyle bir davaninda olamayacagini, aralarinda kendisininde bulundugu onlarca kisinin varligi bile ispatlanmamis bir terör örgütünün olmamis eylemlerinden zoraki kurulmus baglantilar ve delilsiz suçlamalarla tutuklu bulunduklarini,
Ayni sekilde iddianamenin de çeliskiler ve mantik hatalari ile dolu oldugunu iddianameye konu olan ve ev aramalari ve el konulan bilgisayarlarda ele geçirilen bazi dokümanlari farkli ve zorlama yorumlarla iddianamede yer verdiklerini, örnegin; PKK, DHKP/C, Türk Intikam Tugayi(TIT), MLKP, Hizb-ut Tahrir terör örgütlerinin Ergenekon terör örgütü ile baglantili oldugunun fakat simdiye kadar yukarida bahsi geçen terör örgütlerine yönelik yapilan operasyonlarda bu baglantiyi ortayi ortaya koyacak hiçbir delil ve ipucunun olmayisi, yine ayni sekilde birbiri ile telefon irtibati olan kisilerin hepsi örgüt üyesiymis gibi iddianamede yer aldigini bu ve buna benzer birçok nedenle Ergenekon iddianamesinin 12 eylül döneminde hazirlanan iddianamelerden bile daha kötü oldugunu bunu sadece kendi görüsü degil birçok hukukçunun ortak görüsü oldugu,
Ergenekon davasi  ile yakin tarihimizde gerçeklesen faili meçhul cinayetlerden toplumsal gerilimlere kadar tüm olumsuzluklarin Ergenekon tarafindan islendigi temeline oturtulmaya çalisildigini,
Ayni sekilde davada yargilananlarin büyük bir bölümüyle ilgilide elde ciddi bir delilin olmadigi fakat davada yargilanan bu kisilerin özellikle seçildiklerini nasil olsa bilgisayar ve telefon kayitlarinda bir seyler buluruz, bulamasakta uydururuz denilerek gözaltina alindiklarini,
Iddianamede yer alan ve hedef olarak hükümetin gösterildigi darbe planlari ile ilgili olarak; Basbakan ve Bakanlarin bile çesitli zamanlarda beyan ettikleri kendilerine bazi söylentilerin ulastigini fakat onlarin bile bu söylentileri ciddiye almadiklarini, fakat iddianamede bazi darbe planlamalarinin saniklara suç isnadi olarak sunuldugunu, ayni sekilde darbe planlarinin yapildiginin iddia edildigi dönemde Genelkurmay baskaninda böyle bir planin olmadigina dair Ergenekon savcilarina ifade verdigini,
Ergenekon operasyonlarinin ve devaminda davalarin önemli bir ayaginin da medyanin olusturdugu, hatta Ergenekona medya operasyonu demeninde yanlis olmayacagini, operasyonlarin baslangicindan itibaren medya araciligi bilgi ve belgelerin sorgulanmadan ve abartilarak yansitildigi, günlük gazete ve televizyon haberlerinin yaninda Ergenekon olayi ile alakali pek çok kitap yazildigi hatta bazi gazetecilerin isimlerinin Ergenekonla bütünlestigi, kendileri aleyhinde medya araciligi ile sistematik bir saldiriya maruz kaldiklari,
Ergenekon sorusturmasina iliskin yazilan kitaplarin yaninda sorusturmayi en dogru sekilde açiklayan ve özetleyen Gareth H. Jenkins tarafindan hazirlanan rapor Türkiye gündemini iki ay boyunca mesgul etmis ve gündemde kalmistir. 
Raporun basligi Gerçekle fantezi arasinda:Türkiyenin Ergenekon sorusturmasi.
Raporda üzerinde durulan nokta ise Ergenekon’ un komplo teorisyenlerinin hayal ürünü oldugu,
Kitabin ilk bölümünde davanin genel seyrine iliskin görüsler ve yasananlar yer almakta ikinci bölümünde ise Mustafa BALBAY in kendisine yöneltilen suçlamalara vermis oldugu cevaplar ve dava sürecine nasil gelindigine iliskin konular anlatilmakta;
       
Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi ve yazari olarak görev yapan Mustafa BALBAY Ergenekon davasina kadar olan gazetecilik hayat boyunca mevcut hükümetlerin yanlis uygulama ve icraatlari hakkinda elestiri ve düsüncelerini hiç çekinmeden ve açik yüreklilikle yazdigini, gazetede yazmis oldugu köse yazilarinin bazilarini kitap haline getirdigini,
2002 yili seçimleri sonrasi iktidara gelen AKP hükümetinin önceki hükümetlerden çok farkli oldugu, kendisinin ve diger Cumhuriyet gazetesi yazarlarinin Hükümetin hiçbir geziye davet edilmedigi, ayrica gazetelerinde çikan ve hükümeti elestiren tarzda yazilara davalar açilmaya baslandigini,
Kendisinin Ergenekon sanigi olmasina neden olan  23 mayis 2003 Cumhuriyet gazetesinin manseti söyleydi: Genç Subaylar Tedirgin basliginin o dönemde Basbakan ve Genelkurmay arasinda gerçeklesen ve Hilmi ÖZKÖK tarafindan hükümetin kimi uygulamalarindan duyulan rahatsizliga iliskin görüslerin yer aldigi haberin yayinlandigini, haberin içerigine bakildiginda Türkiyedeki atmosferi izleyen sirdan bir kisinin bile askerlerin hükümetin bazi uygulamalarindan rahatsiz oldugu sonucunu çikarabilecegini kendilerininde bu nedenle haber için böyle bir basligi uygun gördüklerini,
Iddianamede bütün saniklara hakkinda isnat edilen suçlarinin büyük bir çogunlugunun bilgisayarlardan elde edilen verilerin olusturdugu, kendisine e-posta ile gönderilen ve kimden geldigini bile bilmedigi bildirilerin suç olarak sayildigi, internetten indirmis oldugu birçok dosyanin suç olarak sayildigi, kendisine e-posta ile gönderilen ve silmis oldugu verilerin bile geri getirilerek mahkemeye delil olarak sunuldugu,
Ayrica kendilerinin istegi üzerine bilgisayarlarda elde edilen verilerde oynama yapilip yapilamayacagina dair TÜBITAK a yazi yazildigini cevabi yazida disk bilgilerine erisilerek, istenildigi zaman oynanarak bilgilerde degisiklik yapilabilecegine dair yazi gönderildigi, TÜBITAK in göndermis oldugu yazidan da anlasilacagi üzere bilgisayarlardan elde edildigi ileri sürülen verilerin mahkemede delil olarak kullanilamayacagini, yasananlarin  21. Yüzyilda yasanan dijital bir iskence oldugu,
Bunlarin yaninda daha birçok telefon görüsmesi degistirilerek mahkemeye delil olarak sunuldugunu, buna örnek olarakta arkadasiyla yapmis oldugu telefon görüsmesinin bence onun son olayla birlikte gladyosu düstü, bilmiyorum sen diyorsun…” seklinde çevrildigini oysa kendisinin gladyo sözcügünü hiç kullanmadigi, bu cümledeki  grado” sözcügünün degistirilerek iddianameye gladyo seklinde yansitildigini, yine ayni sekilde Cumhuriyet gazetesi Ankara bürosunun santral telefonunun Mustafa BALBAY a aitmis gibi gösterildigi, hatta Ugur  MUMCU yasasaydi onuda yazdigi kitaplar ve yazilar nedeniyle Ergenekon’ un PKK ile ilgili “körü yönetici” ilan edebileceklerini zaten kendisininde yazdigi yazilar ve kitaplar nedeniyle tutuklandigi,
Kitabin üçüncü bölümünde ise Silivri hapishanesindeki yasam anlatilmakta.
6 mart 2009 Cuma günü saat 13:30 siralarinda Metris hapishanesi T-24 hücresine konuldum.
Cezaevindeki günüm günaydin yerine saat 08:00 de “sayiiim” anonsuyla basladi. Gardiyanlar benim ayakta oldugumu görünce Allah kurtarsin diye bagirdi kendilerinden gazete istedim fakat burada gazete okuyabilmek için bile önceden yazdirmak gerekiyormus. Ama bir sekilde bana gazete ayarlayabileceklerini söylediler bende kendilerinden öncelikle Cumhuriyet gazetesi istedim. Yoksa herhangi bir gazetede olabilirdi . Nede olsa artik cezaevindeydik ne bulursak onunla yetinmesini ögrenecektik.
Üç gün sonra ilk kez açik havaya çikiyorum. Bulutlardan baska selamlayacak kimse yok derken dip kogustan bir ses geldi merhaba diye, 50 yaslarinda zayif, ince yüzlü biri, adi ismet’ mis. 6 cinayeti var. 15 yildir içerde. Cezaevinde dertlesebilecegim birisi olmustu. Hem sonra bana çayda ikram etti. Ismet in tek istegi topraga basip dalinda bir gül koklamakti… kim bilir belki yakinda bende onun gibi olacaktim.
Cezaevi çok garip bir yer bir aksam hücrede yanik kokusu geliyor. Dört bir yani duvarla çevrili bir beton yanacak hali yoktu ya, az sonra iki gardiyandan ögrendim ki az ötede bir tutuklu hücresinde yatagini yakmis. Ve yine burada ögrendim ki yatak yakmak burada tutuklulari protesto ve seslerini duyurma yöntemiymis.
11 mart günü ögle saatlerinde gardiyan geldi ve hazirlanmami söyledi. Vakit gelmisti. Silivriye gönderiliyordum.
Saat 17:00 siralarinda elime tutusturulan bir battaniye, bir nevresim ve bir torba giysi, kitap ve bakim malzemesi artik yeni evimde B-9 kogusundayim ve yalnizim, beklentim daha önce tutuklanmis olanlarina konmakti fakat öyle olmadi adeta tecritte gibiydim.
Yavas yavas  buraya da alismaya baslamistim. Silivride unutamayacagim bir seyde 21 mart günü yan koguslardan birinden olaganüstü coskulu sesler geliyordu. Gardiyana sesin geldigini sordum. PKK tutuklulari nevruz u kutluyorlarmis.bir sorumlugu olmamasina ragmen gardiyana sordum: bizi burada yalniz tutuyorsunuz. PKKlilar hep birlikte nevruz kutluyor
Gardiyan manidar bir yanit verdi:
“Abi sen PKK’li olsan mesele yok zaten ama sen Ergenekon’sun..” dedi. Bir kez daha yalnizliga alismam gerektiginin farkina vardim. Burada en büyük dostum kitaplardi.
Birde düzeni kumaya basladikça günler farkli anlamlar kazanmaya baslamisti.pazartesi-Çarsamba günü mektup verme, pazartesi 10 dakika telefonla konusma, Persembe günü ise en önemlisi görüs günüydü.
        
Silivri’deki yalnizlik günlerim 1,5 ay kadar sürdü ve artik üç kisiydik prof. Erol Manisali VE Prof. Fatih Hilmioglu ile ayni kogusa konulduk.birlikte en çok Ergenekonu konusuyorduk. Birlikte bir çok soruya cevap ariyorduk. Erol ve fatih hoca’nin ciddi saglik sorunlari vardi zaten bir süre sonra bu nedenle tahliye edildiler. Zaten buradan çikmanin da baska yolu da yoktu. Hatta bu konuyla ilgili gardiyanlardan biriyle muhabbetimiz esnasinda, bana abi sakatla bir yerini, çik buradan demisti.
Cezaevinde çok farkli insanlarla tanisma ve konusma imkani bulmustum onlardan bir tanesi de ailecek koruculukla geçinirken Ergenekon dalgalariyla tutuklanan bir korucuydu kendisi neden tutuklandiklarinin neler olup bittiginin farkinda degiller yaptiklari isi düsünüyorlar yillardir ne yapiyorlarsa bugünde onu yapiyorlardi ama onlar isi çözmüslerdi: devlet onlara terörle mücadele edin demisti ettiler. Ve simdide cezaevinde yatin diyorlar onlarda bunu görev biliyorlar.
Hapishanede herkesin birinci gündemi af. Hatta durum öyle bir noktaya gelmis ki birisine afedersiniz deseniz ilk söyledigi sey abi af çikar mi oluyor. Yani disarinin gündemi içeriyi pek ilgilendirmiyor.
Burada her yeni gün yeni bir seyle karsilasiyorum. Bir gün her sabah çöpleri toplayan gencin yüzünün kireç gibi oldugunu gördüm. Sonra kendisine hayrola yüzünden düsen bin parça hasta misin? yoksa diye sordum. Yok abi bir hemserimizi kaybettik dedi. Merak edip sordum kaç yasindaydi diye bilmiyorum dedi, adini sordum bilmiyorum dedi, hastaligi neydi diye sordum bilmiyorum dedi, hangi kogustaydi diye sordum bilmiyorum dedi bunun üzerine bende tanimadigin adama niçin bu kadar üzülüyorsun dedim. Bana Kilis’ liydi abi hemseriydik, yetmez mi? deyince aklima geldi nede olsa Türkiyede en büyük ve etkin örgütlenme hemsericilikti. Bu sayede Silivride hemseri dayanismasini, memleket bagliliginin yasayarak görmüs oldum. Düsünmeden edemiyorum acaba ilerde böyle bir örgütlenmeyle ilgilide dava açilirmi…
Son olarak yazar yasanilan bu zulümlerin son bulacagini var olan gerçeklerin hiçbir yargilamanin degistirmedigi gibi, Silivri mahkemelerinin de degistiremeyecegi konularin da göslerde bulunmustur.
  
                                                         SON
 

Benzer Kitaplar