"Dünyanin Net Degerlendirmesi" baslikli yazimda, Avrupa ve Asya kitalarinin
dört ana bölümünün kriz içinde oldugunu
öne sürmüstüm: Avrupa, Rusya, Orta Dogu
(Dogu
Akdeniz Ülkeleri’nden Iran’a
kadar) ve Çin. Her kriz farkliydi; her biri farkli bir gelisme
asamasindaydi. Toplu olarak, krizler Avrasya kitasini,
Dogu
yariküresini
istikrarsizlastirmakla ve potansiyel olarak küresel bir kriz üretmekle tehdit ediyordu. Tehlikeli
olmalari için tek bir kriz halinde birlesmelerine
gerek yok. Insanligin
jeopolitik agirlik merkezindeki dört eszamanli kriz tek basina
istikrar bozucu olurdu. Bununla birlikte, birlesip
etkilesmeye
baslamalari halinde, riskler çogalirdi. Her krizi kendisiyle sinirlamak
göz korkutucu bir görev olurdu. Birbirine geçmis
krizlerin yönetilmesi
yönetilebilirlik sinirlarini
zorlar ve hatta ötesine
bile geçerdi.
Bu dört kriz halihazirda bir ölçüde
etkilesim
içindedir. Avrupa Birligi’nin
krizi, paralel Ukrayna ve Avrupa’nin Rusya ile iliskisi
sorunu ile kesismektedir. Orta Dogu’daki
kriz Avrupa’nin göçleri yönetmenin yani sira Avrupa’daki Müslüman topluluk ile
iliskilerini
dengeleme konusundaki endisesi ile kesismektedir.
Ruslar Suriye’ye seyirci kalmamis
olup Iran
ile son müzakerelerde
önemli bir rol üstlenmis
gibi görünmektedir. Ayrica, Çeçenistan ve Dagistan’da
da potansiyel bir kesisme söz konusudur. Ruslar ve Çinliler askeri ve ekonomik isbirligi
konusunda müzakereler
yürütmektedir.
Bu etkilesimlerin hiçbiri bölgesel sinirlari yikmakla tehdit etmemektedir. Gerçekten de hiçbiri özellikle ciddi degildir.
Bir tür bölgeler arasi kriz de hayal edilemez degildir.
Bu kriz bölgelerinin tam ortasinda
daha birkaç yil öncesine kadar komsulariyla sifir
sorun politikasi
takip eden bir ülke
bulunmaktadir.
Bununla birlikte, bugün, Türkiye’nin tüm çevresi yanmaktadir. Güneyde Suriye ve
Irak’ta, kuzeyde Ukrayna’da savas
olup Karadeniz’de giderek artan gergin bir durum vardir. Batida Yunanistan
derin bir kriz içinde olup (AB ile birlikte) Türkiye’nin tarihsel bir hasmidir.
Akdeniz sakinlesmis
olsa da Kibris’taki durum tam olarak çözüme kavusturulmus
degildir
ve Israil
ile olan gerginlik yatismis
ancak ortadan kalkmamistir.
Türkiye nereye baksa sorun bulunmaktadir. En önemlisi, Avrasya’da Türkiye’nin temas ettigi
üç bölge bulunmaktadir: Avrupa, Orta Dogu
ve eski Sovyetler Birligi.
Geçmiste
iki sey
öne sürmüstüm. Ilki,
Türkiye’nin sonunda kendi bölgesinde ana
güç olacak gelismekte olan bir bölgesel güç olduguydu.
Ikincisi
ise bu bölgenin Osmanli’nin gerilemesinden ve yirminci
yüzyilin ilk çeyreginde çökmesinden bu yana dis
güçler tarafindan istikrar halinde tutulmus
bir bölge olmasiydi. Amerika Birlesik
Devletleri’nin 2003 Irak isgali ile baslayan
istikrarsizlasmadan
sonra ikinci derecede bir rol üstlenme
karari sonunda Türkiye’nin doldurmaya zorlanacagi
bir bosluk
birakmistir. Ancak Türkiye bu boslugu
doldurmaya hazir
degildir.
Bu, özellikle Türkiye, Iran
ve Suudi Arabistan arasinda
bir güç dengelemesinin gelismekte
oldugu
bir durum yaratmistir.
Yakin Bir Tehlike
Ankara açisindan en siddetli
ve en yakin
kriz Akdeniz’den Iran’a ve Türkiye’den Yemen’e uzanan
bölgedir. Türkiye açisindan asil sorun, Suriye ve Irak’in Sünni, Sii
ve Kürt unsurlar içeren bir kuvvetler dizisinin yer aldigi
bulasici savas
alanlari haline gelmis
olmasidir.
Bu savaslar
dört bölgesel güç olan Iran,
Suudi Arabistan, Israil ve Türkiye’nin olusturdugu
bir kazanda meydana gelmektedir. Bu dörtgen
mantiksal olarak bunlar arasinda sikisan
kargasadan
ortaya çikmistir.
Her büyük gücün farkli stratejik
çikarlari bulunuyor. Iran'in asil çikari olusumun
devami ve Irak’ta Iran’in
Saddam Hüseyin ile karsilastigi
durumun tekrarlayacak saldirgan Sünni bir yönetimin ortaya çikmamasinin saglanmasidir.
Iran'in
stratejisi bölgedeki Sünni karsiti
kuvvetleri desteklemektir. Bu destek Lübnan’da Hizbullah’i desteklemekten ve
Suriye’de – bugün itibariyla – Besar
Esad’in yönlendirdigi azinlik Alevi olusumunu
arkalamaktan bizzat Siiler ve Irak’in Sii
milisleri tarafindan
kontrol edilen Irak ordusuna yardimci olmaya kadar degismektedir.
Her iki ülke de Islam
Devleti’ne karsi oldugundan
ve is
militan grubun sinirlanmasina geldiginde
Tahran önemli oldugundan
dolayi, Amerika Birlesik
Devletleri, Iran’i bugün itibariyla Amerikan
çikarlari ile uyumlu görmektedir. Dayanaktaki gerçeklik bunu Iran
ile Amerika Birlesik Devletleri arasinda nükleer silahlar konusundaki son
mutabakati düzenleyen en önemli husus haline getirmistir.
Suudi Arabistan, Iran’i
asil düsman
olarak görmektedir. Riyad da Islam
Devleti’ni bir tehdit olarak görmektedir, ancak ayni zamanda Iran’in
hakim oldugu bir Irak ve Suriye’nin Suud Ailesi’nin
varligina
yönelik bir tehdit olmasindan da korkmaktadir. Suudiler Yemen’deki olaylari da
benzer bir bakis açisindan degerlendirmektedir.
Yine bu baglamda, Riyad, Islam
Devleti’nin yani sira Iran’in militan temsilcilerini
sinirlama konusunda Israil ile ortak bir çikar algilamaktadir. Suudiler’in Irak ve Suriye’de kimi
destekledikleri bir nebze belirsizdir, ancak kralligin
taktik ve firsatçi bir oyun oynamaktan baska
bir seçenegi
bulunmamaktadir.
Israilliler
de Suudiler’e benzer bir pozisyondadir. Iranlilar’a karsilar,
ancak asil endiseleri
Ürdün’deki Hasimiler’in
ülkenin kontrolünü kaybedip bir Islam
Devleti’ne Ürdün Nehri üzerinde hareket etmek için bir kapi açmamasini saglamak
olmalidir.
Ürdün bugün itibariyla istikrarli gibi görünmektedir
ve Israil
ve Suudiler bunu isbirliklerinin asil noktasi olarak görmektedir. Bu arada, Israil
Suriye ile bekle gör
oyunu oynamaktadir.
Esad Israilliler
ile dost degildir, ancak zayif bir Esad güçlü
bir Islam
Devleti yönetiminden
daha iyidir. Bir iç
savas
yakin tehlikeyi sinirladigindan
dolayi, Suriye’deki mevcut durum Israil’e
uymaktadir. Ancak çatisma kontrol disina
çikmis
olup risk birinin kazanacak olmasidir. Israil
Esad’i tutmalidir ve Israil Iran
militan temsilcilerini sinirlamak için Suudi Arabistan gibi Sünni oyuncularla çalissa
bile, bu onlari Iran
ile bir nebze ayni
seviyeye getirmektedir. Bol bol hiciv mevcut bulunmaktadir.
Türklerin Bati’daki geleneksel
müttefiklerine ya da henüz ortaya çikmakta olan yeni potansiyel müttefiklerine
net bir taahhütte bulunmayi reddetmesi bu baglamda
gerçeklesmektedir.
Bunun nedeni kismen
hiç kimsenin taahhütlerinin – Iranlilar’inki hariç – net ve geri
dönülmez olmamasi ve kismen istemedikleri sürece Türkler’in taahhütte bulunmak
zorunda olmamasidir. Suriye’deki Esad rejimine son derece karsilar
ve mantik kendisi de Suriye rejimine karsi
olan Islam
Devleti’ni desteklediklerini söylüyor. Daha önce de belirmis
oldugum
gibi, bölgede Türkler’in Islam Devleti’ni destekledigi
ve onlara yardim
ettigine
iliskin
sonsuz rivayet bulunuyor. Bunlar, Türkiye’nin son haftalarda ciddi sinir
faaliyeti ve yaygin akinlarla Islam Devleti’nin üzerine gözle
görülür ve ciddi sekilde giderek cevap verdigine
iliskin
rivayetlerdir. Türkler,
bugünkü çeliskili
iliski
ne olursa olsun, militanlarin
esas olarak bir Arap platformu olmaktan Türkiye’ye
karsi
bir tehdit olmaya geçis
yapabilecegini bilmektedir. Türkler’in Islam
Devleti’nin Suriye’ye bir Türk müdahalesi için gerekçe yaratmakta oldugunu
söyleyen bazi kisiler
bulunmaktadir.
Bu savin zayifligi,
Islam
Devleti’ne yönelik durusu daha saldirgan hale gelmis
olsa bile, Ankara’nin reddettigi çok sayida gerekçe mevcut olmasidir.
Bu, Türkiye’nin resmi olarak hala en
büyük müttefiki olan Amerika Birlesik
Devletleri ile karmasik iliskilerinde
görülmektedir.
2003 yilinda,
Türkler Amerikan kuvvetlerinin Irak’i
Türkiye’den isgal etmesine izin vermeyi reddetmistir.
O zamandan bu yana Amerika Birlesik
Devletleri ile iliski karmasik
ve sorunlu durumdadir.
Türkler, Esad’i devirme konusunda
Amerikan yardimini Suriye’de kapsamli bir isbirligi
için kosul
haline getirmistir. Suriye’de bir Islam
Devleti’nden endise duyan ve Islam
Devleti olmayan bir militanliga fazla güveni olmayan Washington, bunu kabul
etmeyi reddetmektedir. Bu nedenle, Türkler artik Incirlik’teki
NATO üssünün Islam Devleti’ne yönelik operasyonlar
için kullanilmasina izin verirken, genel bir taahhütte bulunmamaktadir. Sünni
Suudi Arabistan ile de kapsamli bir isbirligi
yapmamaktadirlar.
Türk sorunu sudur:
Düsük
riskli hamleler bulunmamaktadir.
Ankara kagit üzerinde büyük
bir orduya sahipken, bu ordu Türkiye’nin
güneydogusundaki
30 yillik isyanin disinda
savasta
denenmemistir. Türkiye, bölgede müdahalede bulunan
klasik Amerikan kuvvetlerinin sonucunu da gözlemlemis
olup ayni riski almak istememektedir. Yurtiçi
ile ilgili degerlendirmeler de mevcuttur. Türkiye laik ve Islamci fraksiyonlar arasinda bölünmüstür. Laikler, Islamcilar’in gizlice radikal Islam
ile ayni çizgiye
geldiginden
– ve etrafta dolasan rivayetlerin birçogunun
kaynagini oldugundan
– kuskulanmaktadir. Iktidarda
bulunan, Türkçe kisaltmasi AKP ile daha iyi
taninan Sünni hakimiyetindeki Adalet ve Kalkinma Partisi son seçimlerde ciddi
bir sekilde
zayiflamistir. Istedigi
yegane saldiriyi,
yani Esad’i devirme saldirisini, baslatma
kabiliyetinin laiklere karsi bir din savasi
olacak gibi görünmekte olup partinin tabani tarafindan hos
karsilanmayacak
ve AKP’yi iktidardan indirebilecek anlasmazliklari harekete geçirecektir. Ne kadar radikal
olurlarsa olsunlar, Sünniler
üzerine yapilacak bir saldiri,
kuzey Suriye’de Türkiye’nin halihazirda himayesine aldigi
isyanci fraksiyonlarla iliskileri
karmasik
hale getirecektir. Ayrica
sadece bir yüzyil önceki Türk yönetimini hatirlayan komsu
bir Arap ülkesindeki
Türk karsiti duygulari canlandirma riskini de artiracaktir.
Dolayisiyla, Türkiye, Amerikan
Predator insansiz hava araçlarinin Incirlik’ten
havalanmasina izin verme konusundaki son uzlasi
tarafindan kanitlandigi
gibi giderek artan bir sekilde degisirken,
felce ugratilmasa bile sikistirilmaktadir. Stratejik açidan, burada ödülden
çok risk oldugu görülmektedir.
Pozisyonu Israil’in pozisyonuna benzemektedir:
izle, bekle ve herhangi bir sey yapmaktan kaçinmayi ümit et.
Politik açidan ise, dogrudan müdahale etmek ya da Amerikan hava
saldirilarina destek saglamak
arasinda hiçbir saglam
destek dayanagi bulunmamaktadir.
Sorun, Türkiye açisindan en kötü
durum senaryosunun Suriye veya Irak’ta bagimsiz bir Kürt cumhuriyetinin kurulmasidir.
Bu durum güneydogu
Türkiye’deki Kürtler arasinda bir
fitil atesleme riskine sahip olup mevcut anlasmalara
bakilmaksizin
her seyi
istikrarsiz
hale getirebilecektir. Bu, Türkiye’ye
dayatmada bulunacak tek seydir. Bununla birlikte, Amerika
Birlesik
Devletleri, Irak’taki ve ayrica Suriye’deki Kürtler arasinda tarihsel olarak
bir nebze etkiye sahip olmustur. Bu etki abartilabileceginden
ve Washington, Islam Devleti ile havadan savasip
kara destegi için Kürt pesmerge
milislerine bagimli oldugundan,
bu önemli bir faktördür. Durumun kontrolden çikmasi halinde, Ankara Amerika Birlesik
Devletleri’nin durumu kontrol altina almasini bekleyecektir. Washington’in bunu
yapabilmesi ve yapmasi halinde, bunun bedeli bölgedeki Amerikan operasyonlari
için Türk destegi olacaktir. Türkler ya bu bedeli ödemek ya da müdahale riskini almak zorunda
kalacaktir. Ankara’yi isin
içine çekecek manivela iste
budur.
Ilave Komplikasyonlar
Türkler Rusya krizine Orta Dogu’daki
krize yakalandiklarindan çok daha az yakalanmistir, ancak yine de yakalanmistir ve potansiyel olarak fazlasiyla artabilecek sekilde
yakalanmistir. Bunun üç boyutu bulunmaktadir: Ilki,
Karadeniz ve Türkiye’nin bu denizdeki rolüdür. Ikincisi,
Istanbul
Bogazi ve üçüncüsü
de Ukrayna’da artan Rus askeri müdahalesi durumunda Amerika Birlesik
Devletleri’ne Incirlik’teki hava üssünden operasyon
yapmasina izin vermektir.
Ukrayna’daki kriz mutlaka Karadeniz’i
de içine alacaktir. Kirim’in Sivastopol kenti Karadeniz’deki bir Rus üssüdür.
Bu muhtemel çatismada, Karadeniz operasyonlar açisindan
hayati bir sahne haline gelecektir. Ilk
olarak, Ruslar tarafindan
batiya dogru
yapilacak bir harekette, Karadeniz sag
kanatlaridir.
Ikinci
olarak, Karadeniz Ruslar’in ticaret yapabilecegi
hayati bir koridor olup düsmanlari tarafindan bu koridorun kapatilmasi için yapilacak bir hamleye Rus deniz
kuvvetleri tarafindan
karsilik verilmesi gerekecektir. Son
olarak, Ukrayna krizinin ele alinmasindaki Amerikan/NATO stratejisi Romanya ile
isbirligini
artirmak olmustur.
Romanya Karadeniz üzerinde olup Amerika Birlesik Devletleri
Karadeniz’deki kabiliyetlerini güçlendirmek için Bükres
ile çalisma
niyetinde oldugunu göstermistir.
Dolayisiyla,
Karadeniz’deki olaylar belirli kosullar
altinda hizla yükselebilecek ve Türk
çikarlarina Ankara’nin göz ardi edemeyecegi
tehditler olusturabilecektir.
Karadeniz sorunu, Karadeniz’i
Akdeniz’e baglayan Çanakkale Bogazi ile birlikte dar bir bogaz
olan Istanbul
Bogazi sorunu ile karistirilmaktadir. Istanbul
Bogazi Karadeniz’den Akdeniz’e tek geçistir.
Bu, Ruslar açisindan kritik bir ticaret yolu olup
Rus gemilerinin Akdeniz’e geçisi için yegane araçtir.
Bir çatisma
halinde, Amerika Birlesik Devletleri ve NATO çevresindeki operasyonlari
desteklemek için muhtemelen deniz kuvvetlerini Karadeniz’e geçirmek
isteyecektir.
1936 yilinda imzalanan bir anlasma
olan Montrö Sözlesmesi
çerçevesinde, Istanbul
Bogazi Türk denetimi altindadir. Bununla birlikte, sözlesme Istanbul
Bogazi’ndaki trafige
belirli kisitlamalar da getirmistir.
Erisim
tüm ticari trafik için teminat altina alinmistir, ancak Ankara’nin Türkiye ile savas
halinde olan ülkelerin
geçisini
reddetme yetkisi bulunmaktadir.
Karadeniz’e kiyisi olan tüm ülkeler Karadeniz’de askeri operasyonlar yapmakta
serbesttir. Bununla birlikte, Karadeniz ülkesi olmayan uluslar kisitlamalardan
muzdariptir. Sadece 15,000 tonun altindaki savas
gemileri gönderilebilir
ve bir defada geçecek
gemilerin sayisi dokuzu toplam tonaji da 30,000 tonu geçemez. Ayrica bunlarin
da sadece 21 gün veya daha az süre ile kalmasina izin verilir.
Bu durum Amerika Birlesik
Devletleri’nin Karadeniz’e kuvvet çikarma kabiliyetini sinirlamaktadir –
Amerikan deniz gücünün kilit elemanlari olan Amerikan tasiyici
savas
gruplari bogazlardan
geçemez. Uluslar arasi hukuk kapsaminda, Türkiye sözlesmenin
garantörüdür ve Istanbul
ve Çanakkale Bogazlari üzerinde
mutlak egemenlik kullanabilmek amaciyla
zaman içerisinde bundan kurtulma istegini
ifade etmistir. Ancak savas
gemilerinin geçisine
izin vermeyi reddetmenin Türk
sorumlulugu olmasi yerine uluslararasi hukuka götürülebilecegini
bilmekle de rahatlamistir.
Bununla birlikte, Rusya ile çatisma
halinde, bu artik
dikkate alinamaz:
Türkiye bir NATO üyesidir. NATO’nun
böyle bir çatismada resmi olarak yer almasi
halinde, Montrö Sözlesmesi ile müttefiklik yükümlülüklerinin
önde gelmesi arasinda bir tercih yapmasi gerekecektir. Ayni sey Incirlik’ten
yapilacak hava operasyonlari için de söylenebilir. Türkiye’nin NATO ve Amerika
Birlesik
Devletleri ile iliskisi mi önce gelecektir yoksa Ankara
Karadeniz’deki çatismayi kontrol altinda tutmak için sözlesmeyi
mi kullanacaktir? Rusya
ile herhangi bir çatismaya girmesinden önce bile, potansiyel olarak
tehlikeli bir diplomatik kriz de olacaktir.
Meseleleri daha da karmasik
hale getirecek sekilde, Türkiye Karadeniz yoluyla Rusya’dan
çok miktarda petrol ve dogal gaz almaktadir. Enerji iliskileri
kayma göstermektedir. Saticinin öncelikle
satisa
bagimli oldugu
durumlar da alicinin
bagimli oldugu
kosullar
da mevcuttur. Bu, manevra alanina
baglidir.
Petrol fiyatlari 100 dolarin üzerindeyken, Rusya enerji sevkiyatini durdurma
konusunda finansal seçenege sahipti. Bugünkü fiyatlar çerçevesinde, Rusya’nin bunu yapma
kabiliyeti dramatik bir sekilde azalmistir. Ukrayna krizi sirasinda, Avrupa’daki enerji
kesintilerinin kullanilmasi yaptirimlara mantikli bir tepki olurdu. Maliyetini
karsilayamayacaklarindan dolayi, Ruslar bunu yapmamistir. Rusya’dan enerji akisinin kirilganligi
konusundaki eski saplanti artik yok ve büyük bir tüketici olan Türkiye,
kirilganligini
en azindan diplomatik safha sirasinda azaltmistir.
Amerika Birlesik
Devletleri Baltik
Ülkeleri’ni, Polonya’yi ve Romanya’yi
içine alan ve batiya dogru potansiyel Rusya ilerlemesini sinirlamak için tasarlanan bir ittifak
sistemi olusturmaktadir. Türkiye bu ittifak yapisinin
mantiksal güney çapasidir. Türkler, Karadeniz’de Romanyalilar ve Amerikalilar
ile tatbikatlar yapmak suretiyle bu ise
halihazirda görüldügünden
daha fazla bulasmistir. Ancak, Orta Dogu’da
oldugu
gibi, Ankara ittifaka taahhütte
bulunmaktan dikkatle kaçinmis ve
Karadeniz stratejisi konusunda belirsiz kalmistir. Orta Dogu
daha bir bilmece gibi olmasina
karsin,
Türk muglakligi
ayni kalsa bile Rusya durumu potansiyel
olarak daha tehlikelidir.
Benzer sekilde,
Türkiye uzun süredir Avrupa Birligi’ne
üyelik talep etmektedir. Yine de Ankara’nin son 10 yillik ekonomik performansi
Türkiye’nin üye olmama durumundan yarar sagladigini göstermektedir. Bununla birlikte,
özellikle laikler birlige katilmanin Türk toplumunun laik niteligini
teminat altina
alacagini hissetiklerinden dolayi üyelik
konusunda son derece kararli
olmustur.
AKP daha muglak olmustur.
Parti üyelik talebinde bulunmaya devam
etmektedir, ancak disarida kalmakla oldukça yetinmektedir.
Laiklerin istedigi AB sinirlamalarini
ve Avrupa’daki ekonomik krizi paylasmayi istememistir.
Bununla
birlikte, Türkiye iki yönde çekilmektedir. Ilki, Ankara, ne gariptir ki, Avrupa’da ezeli düsmani Yunanistan üzerinde yogunlasan
krizlerden etkilenen kaçinilmasi olanaksiz ekonomik baglara
sahiptir. Bugün için daha da önemlisi, Avrupa’daki göç ve Islami
terör krizidir. Örnegin
Almanya’da yasamakta olan Müslümanlar’in birçogu
Türk’tür ve yurtdisindaki
Türkler’e karsi
muamele Türkiye’de
ciddi bir politik sorundur. Ankara Avrupa’nin bir parçasi olmak isterken,
ekonomik gerçeklik veya Avrupa’daki Türkler’e ve diger
Müslümanlar’a yönelik muamele bu iliskiyi
savunmamaktadir.
Ekonomik sorunlarin sogrulmasinda kaçinma konusunda Avrupa ile büyüyen bir
gedik bulunmaktadir. Bununla birlikte, güneydogu
Avrupa’da, Türk yatirimlari ve ticareti tartismalari olagan
durumdadir. Degerlendirmeye
almak gerekirse, Avrupa parçalanirken, kisa vadeli sorunlarin neler oldugunu
anlayan uzun vadeli bir ekonomik güç olan Türkiye, sadece güneydogudaki
daha fakir ülkeler
için alternatif bir ekonomik velinimet
olmak suretiyle baska bir parçalama kuvveti olacak sekilde,
güneydogu
Avrupa’yi ekonomik agirlik merkezine çekmektedir.
Türkiye’nin Orta Dogu’daki
potansiyel etkilesimi acil bir sorundur. Rusya ile
orta vadeli iliski daha uzun vadeli bir sorundur.
Avrupa ile iliskisi ise en uzun vadeli sorundur. Ve
Amerika Birlesik Devletleri ile iliskisi
bütün
bunlarla kesisen tek sorundur. Tüm bu endiseler
ile ilgili olarak Türkiye’nin net bir cevabi bulunmamaktadir. Karismaktan
kaçinacak ve maksimum seçenekleri muhafaza edecek sekilde
tasarlanan bir strateji takip etmektedir. Ankara, bazi güçlerle resmi olarak
ittifak yaptigi ve müttefiklerine hasim olan güçlerle iliskilere
sessizce açilan
çok seviyeli bir stratejiye
dayanmaktadir.
Bu çok renkli doktrin, zamanindan önce karismaktan
kaçinacak sekilde
tasarlanmistir.
Burada zamanindan
önce terimi, eslik
eden risklerle birlikte kendisini tanimlamasina olanak saglayan
stratejik bir olgunluk ve kabiliyet seviyesi gerçeklestirmeden
önce anlamina gelmektedir.
Bir anlamda, Türk politikasi
Amerikan politikasina paraleldir. Bu üç bölgenin tamamindaki Amerikan
politikalari, Washington seçici bir sekilde
ve sinirli bir kuvvetle karistigi
halde, bölgesel güç dengesinin kendi kendini muhafaza
etmesine olanak saglayacak sekilde
tasarlanmaktadir.
Türkler ilke olarak Amerika Birlesik
Devletleri ile paraleldir, ancak kendilerini daha az açiga
çikarmaktadir. Türkler’in sahip oldugu
sorun cografyanin kendilerini üç bölge için en önemli rolü oynamaya mecbur etmesidir. Amerika
Birlesik
Devletleri açisindan bu rol istege
baglidir.
Türkler tutarli kararlar verememektedir ancak vermek zorundadir. Bu nedenle,
Ankara’nin stratejisi sürekli bir sekilde
muglak,
bilmece gibi olmalidir. Bu, dis güçler bunun ise
yaramasini
olanaksiz hale getirinceye kadar ise
yarayacaktir.
Türk Bilmecesi
21 Temmuz 2015
Yazan: George Friedman