TAPINAKÇILARIN  ARASINDA ALAMUT FEDAISI

TAPINAKÇILARIN ARASINDA ALAMUT FEDAISI

Fevzi BOZKURT
Felsefe


 
Romanda anlatilanlar aslinda, sadece bin yil önce yasanmis ve bitmis olaylar degil, hala bu gün de yasanan ve gelecekte de yasanacak olaylardir. Ancak günümüzde durum daha vahimdir. Zira eskiden, bu tip sahtekarlara çok nadir rastlanirken ve insanlar buna daha az inançli görünürken, simdi bu çesit vicdan sömürücüleri degisik kisveler altinda ayni faaliyetleri devam ettirmektedirler. Yani ortalik, Hasan Sabbah’ larla doludur. Bize düsen ise, bir virüs gibi sinsice insana nüfuz eden bu kan emicilere karsi daima bagisiklik sistemimizi canli tutmak ve onlara firsat vermemektir diyebiliriz.
 
Talon küçüklügünde bir cani ya da Iran’lilarin tabiriyle fedai olmak için her türden egitimi almis birisidir. Seyyuduna Hasan Sabbah ise  özünde Hz. Ali taraftari olan birisidir ve o dönemde biraz da olsa yaygin olan Ismaili Tarikati’na sempatisi vardir. Ancak bu ögretinin savundugu düsünceler Hasan Ibn-i Sabbah’ a aslinda pek de cazip gelmeyen fikirlerdir. Hasan Sabbah’in talim ögretisi, Imam’i kabul edip Ismaililigi benimseme sürecini,  bir akil yürütme, ögretmenle tartisma ve iç muhakeme süreci olarak tanimlar. Bu süreci tamamlayip mezhebe katilanlar için artik imamin ya da hüccetin önderliginde son derece otoriter bir komünalizm söz konusu olmustur. Gerçegin sirrina erme ayricaligina ulasanlarin olusturdugu mezhebin bir parçasi olmak, güçlü bir topluluk elitizmini ve aidiyet duygusunu beraberinde getirmistir. Cemaate ve onu bir arada tutan ögretiye, sembollere karsi baglilik ve sadakat, diger tüm degerler pahasina bile olsa yüceltmistir. Imam, bütün bunlari kendi varliginda cisimlestirmistir. Imam’in gerçekligin yegâne ve yanilmaz temsilcisi olusu, cemaatin çikar ve özlemlerinin bu gerçeklikte sakli oldugu ön kabulü, imami kesin bir otorite haline getirmistir.
 
Bir gün, yasadigi yere Ismaili ögretisinin bir seveni gelir ve Hasan Sabbah bu süphelerinden dolayi O’nu ziyaret etmeye karar verir. Bu vesileyle kisinin yanina gider ve Ismaili inanislarinin kendisine pek makul gelmedigini, bu ögretinin ardinda baska sirlarin bulunduguna inandigini söyler. Kisi, onun zeki ve aradiklari tipte bir insan oldugunu, onun için sirlarini ona açacagini söyler ve; Aslinda bu anlatilan hikayelerin, basit ve gündelik yasayan insanlari ögretilerine çekebilmek için kullanilan yalanlar oldugunu belirtir. Bu düsüncelerin etkisine giren Hasan Sabbah’in Ali taraftari babasi, çevresinden  korkarak, Hasan Sabbah’i  bir medreseye yollar. Hasan Sabbah, medresede Ömer Hayyam ve o zamanlar henüz adi tarihe geçmemis, gelecegin büyük veziri Nizam-ül Mülk ile tanismistir.
 
Bu medresede, üç kisi zamanla kaynasip dost olmuslardir, öyle ki kendi aralarinda, ilerde iyi bir mevkiye gelen ilk kisinin digerlerine de yardim edecegine dair yemin etmislerdir. Uzun zaman sonra Nizam-ül Mülk vezir, Ömer Hayyam da ünlü bir matemetikçi ve astronom olur. Nizam-ül Mülk, Hasan Sabbah’in sarayda bir göreve gelmesini saglar ancak zamanla kivrak zekasiyla sivrilen Hasan Sabbah, Nizam-ül Mülk’ün yerini tehdit etmeye basladigi için onu saraydan uzaklastirir. Hasan Sabbah bir müddet Nizam-ül Mülk’ ten kaçtiktan sonra Ömer Hayyam’in yanina gider ve onun zevk-ü sefa içinde yasadigi hayati görür. Bu esnada, bir gün tartisirlarken, Hasan Sabbah’in aklina hayatini degistirecek bir plan gelir ve Rey sehrine geri döner. Cebinde epey bir birikmis altini vardir. Bu sehirde Alamut adinda zapti imkansiz denecek kadar zor bir kale vardir ve bu kalenin kumandani zevke dalmis sarhos birisidir.
 
Hasan Sabbah bir gün, kendini bir görevli gibi tanitarak kaleye girer ve bir hileyle kaleyi ele geçirir. Burada, kendisini Ismaililer ’in bekledikleri peygamber ilan eder ve bu sifatla birçok yandas toplayarak, aralarindan seçtigi bazi gençleri fedai olarak yetistirir. Bu kalenin arkasinda, eskiden orada yasayan Deylem krallarinin yaptirdigi birbirinden güzel bahçeler vardir. Hasan Sabbah bu bahçeleri daha da güzellestirerek tam bir cennet havasina sokmustur.
 
Ismaili inanisi, kutsal kitaplardaki Adem’in cennetten kovulus hikâyesi üzerine derinlesmis ve farkli bir yorum getirmistir. Ismaili dönemi tarih anlayisina göre, dünya tarihi birbirini izleyen tecelli ve gizlilik dönemlerinden olusur . Ilk baslangiç  çagi, göksel düzene karsilik gelen, kusurdan ve günahtan arinmis bir yersel düzenin dünyada hüküm sürdügü tecelli dönemidir. Bu dönemde hakikat  ve öz hiçbir kabuga ve dissal görüntüye ihtiyaç duymaksizin ortadadir. Hiçbir yasaya ve seriata gerek duyulmaz. Iblis’ in belirip baslangiçtaki uyumu bozmasiyla bu devrin sonuna gelinir ve hakikatin gizlendigi bir sir dönemi baslar. Cennetten çikisin sembolik olarak anlattigi budur. Gizlilik devrinde gerçegin bilgisi sir olur, dünya ancak seriatla, peygamberlerin getirdigi dini kanunlarla ayakta durur.
 
Hakikatin, örtüsünden siyrilip son imamin kisiliginde kendini ortaya koymasiyla (kiyamet) bu devir bitecek ve yeni bir tecelli devri baslayacaktir. Imami manevi gerçekligi içinde görebilen gerçek müminler için seriat baglarina gerek kalmayacak, müminler yeniden cennete ulasmis olacaktir. Birbirinden zor askeri egitimler görüp, birçok dini bilgilerle donatilan fedai adaylari,bir zaman sonra sinava tabi tutularak fedailige kabul edilip, Ismaili ordusunda saygin bir yere sahip olurlar.
 
Hasan Sabbah bu plani hayata geçirmeye baslamadan önce; Hindistan’da bir arkadasinin yanina gitmis ve orada hashastan yapilan uyusturucu haplari tanimistir. Bu haplar içenleri uyutarak tam bir hayal aleminde yasatma özelligindedir. Hasan Sabbah bunlarin yapilisini ögrenir ve dönüsünde, hizmetkar  yetistirmede uzman ve güzel bir kadin olan Apama’ yi da beraberinde getirir. Kaleyi zapt ettikten sonra, Iran pazarlarindan köle kizlar satin alarak, Apama vasitasiyla onlari yetistirir. Aslinda onlar, ilerde göz önüne serilecek sahte cennetin hurileridirler.
 
Her sey hazirlandiktan sonra, bir gün, o zaman kadar fedailerin henüz görmedikleri “Peygamber Seyduna” onlari yanina çagirir ve onlara o gün cennetin kapilarini açacagini söyler.Diger tarafta, cennet bahçelerinde, cariyelere ne yapmalari gerektigi anlatilmis ve hata yapanin ölecegi daha dogrusu öldürülecegi söylenmistir; hepsi bu cennet senaryosundaki rollerini oynamaya hazir bir sekilde beklemektedir.
 
Fedaileriyle ilk defa yüz yüze görüsen Seyyuduna, onlara bahçelere giden gizli bölmelere gelmeden önce, zamaninda Hindistan’da tanistigi haplardan yedirir ve bahçelere dek onlari uyumus vaziyette kölelerine tasitir. Bu uykulu yolculuk sirasinda fedailer, cennet rüyalari görmektedirler; istedikleri her sey olmaktadir ve büyük bir zevk içinde, kelimenin tam anlamiyla uçmaktadirlar. Uyandiklarinda hepsi birbirinden habersiz, ayri ayri yerlerde, baslarinda birbirinden güzel ve çekici yediser huri hazir bekler vaziyette bulurlar. Huriler, fedailerin sorularini büyük ustalikla tezgahlanan yalanlarla savustururlar ve bu senaryonun sahteliginin ortaya çikmasina engel olurlar. Hepsi fedailere hizmet için firsat kollamaktadirlar.
 
O gün birbirinden güzel zevkleri tadan fedailer, cennetten yine uyutularak fakat kendilerinin hizmetkari hurilerin hülyalariyla ayrilirlar. Uyandiklarinda, hepsi hurilerine kavusmak arzusuyla yanip tutusan birer yürüyen ölüm olmuslardir.
 
Giderek büyüyen bu tarikat tehlikesine karsi Selçuklular bir sefere çikar. Kaleye, savasmadan teslim olmasini önermek üzere gelen elçilere Seyduna, ögretisini önce sözlü olarak asilamaya çalistiysa da basarili olamaz. Bunun üzerine, ilk kez olmak üzere kale sakinlerinin huzuruna çikan peygamber, elçiler de dahil, herkesin gözü önünde, iki fedaisine ölmelerini emreder ve elçiler saskinlikla oradan ayrilirken, Seyduna’ya inananlarin da imanlari pekismistir.
 
Seyduna için artik intikam zamani gelmistir. En gözde fedaisi Ibn-i Tahir’i yanina çagirir ve kenarinda zehirli küçük bir hançercik gizlenmis bir mektupla O’nu, kendisine büyük bir kuvvetle saldirmaya hazirlanan Nizam-ül Mülk’ü öldürmeye yollar. Gitmeden önce O’na Gazali’nin ögrencisi oldugunu ve O’ndan haber getirdigini söylemesini ister ve öldürmeden önce, daha önce cennete girmeden içirdigi haplardan vererek içmesini emreder. Ibn-i Tahir bir mürid kiliginda Nizam-ül Mülk’ün çadirina girer ve çikarttigi küçük zehirli hançerle ona bir hamle yapar. Igne Bas Vezir’in kulagini çizmistir ancak zehiri çok tesirli olan bu hançerin öldürücü olmasi, bu çizikle mümkün olmustur. Hasan Sabbah’in yolladigi mektupta ise su satirlar yazilidir: “Cehennemde görüsmek üzere; Hasan Sabbah.” Bas Vezir, ölmeden önce tüm bunlarin yalan oldugunu ve Seyduna’nin bir sahtekar oldugunu Ibn-i Tahir’e anlatir ve O’nu öldürmesi için serbest birakilmasini emreder. Bu sirada Seyduna, ikinci bir fedaisini Meliksah’in üzerine salar. O da benzer sekilde görevini icra eder, ama hemen öldürülür; öldürülür fakat O, ölümün aci zehrini tatli bir serbet gibi, büyük bir hazla içmistir.
 
Seyduna’ya ulasan Ibn-i Tahir, O’nu öldüremez ancak, Seyduna, gerçekte ne için yasadigini anlatip, yasam felsefesini O’na asilar ve O’nu göndererek kendisini yetistirmesini ister ve bir gün kendi yerine geçecegini söyler. Hasan Sabbah, artik hedefine ulasmis, muzafferdir. Aslinda söz konusu olan, dinsel ve toplumsal yönelimi Islam’in hakim çizgisi tarafindan red ve mahkum edilmis, felsefi temelleri Islam düsüncesinin disina tasan köklü bir mezhep ve onun önderidir. Hasan Sabbah ve Ismaililerin bir kolu olan Nizariler, Sünni seriatina karsi muhalefetin en etkin, kuramsal, siyasal ve örgütsel bakimlardan en bütünlüklü ve radikal kanali olmustur. Bugünkü Iran, Irak ve Suriye topraklarina yayilan örgütlenme ve propaganda agi sayesinde genis bir kitleyi etkisi altina almistir.
 
Sayisiz kiyima ugramis, siyasi bir mücadele biçimi olarak suikastlarla, kendisine Abbasi halifeligi ve Selçuklu egemenliginin kusatmasi altinda bir var olma alani açmaya ve korumaya çalismistir. Meshur Alamut Kalesi’ni merkez edinmis, yarim asri sürekli bir direnis ve mücadele içinde geçen yüz elli yillik bir devlet pratigi yasamistir. Tarihinin bir talihsizligi sayabiliriz; bütün bunlar yirminci yüzyilin basina kadar neredeyse tümüyle, karsitlarinin düsmanca aktarimlarina dayanarak degerlendirilmis, öyle bilinmistir. Sünni ilahiyatçilar ve kronikçiler ile Haçlilar ve Avrupali gezginlerin olusturdugu imge 19. yüzyil oryantalistlerince neredeyse sorgulanmadan veri kabul edilmis, ortaya en basta kabaca özetledigimiz Hasan Sabbah ve Nizari Ismailliler tablosu çikmistir. Ancak 1930’lardan sonra özgün kaynaklarin incelenmesiyle Nizarilerin gerçekte kim olduklari yer yer bulanik da olsa belirmis, ama bu da akademik çevreler disinda pek ragbet görmemistir. Nizariler ve Hasan Sabbah bugün hâlâ haplanmis cani fedailer, güzeller güzeli huriler, derelerinden bal ve süt akan cennet bahçeleriyle dört basi mamur egzotik masal olarak anilmaya devam etmektedir. Burada asil yapacagimiz sey, Hasan Sabbah’ i ve önder oldugu mezhebi, Islam tarihinde muhalefet gelenegi içindeki kökleriyle birlikte, toplumsal ve politik bir hareket olarak anlamaya çalismak olacaktir.
 
Nizarilerindai’lerden olusan siki disiplinli örgütlülügü; fedailerin seyhin bir emriyle ölüme kosacak denli davaya adanmisliklari; devletlerinde kurduklari düzenin kati, esitlikçi yapisi ve Sünni Selçuklu saldirilarina karsi gösterdikleri topyekûn direngenlik, hepsi bu komüna  baglilik temeline dayanmaktadir.
 
Ismaili dai örgütlenmesi;  Yazi boyunca pek çok kez Ismaili dailerin bahsedildi. Kelimenin “davetçi” anlamina geldigini, dailerin Ismaili davasinin propaganda ve örgütlenmesini yürüten görevliler oldugunu söyleyebiliriz.  Ismaililerin  açiktan ya da gizlice yüzyillarca sürdürdükleri varliklarini ve tarihsel önemlerini borçlu oldugu sey, kurduklari devletlerden çok, onlara bu devletleri kurabilme olanagi veren bu dailer örgütüydü.
 
Aslinda dai adiyla bilinen propagandaci ve örgütçülere ilk olarak eski radikal Sii hareketlerde rastlaniyor. Ama kazandigi süreklilik ve nitelik dolayisiyla, Ismaililerle özdeslesmis bir örgütlenme olarak aniliyor. Ismaililerin  gizli bir faaliyet sürdürdügü kayip imamlar döneminde dai örgütünün Iran’in en dogusundan Kuzey Afrika’ya kadar etkinlik gösterdigi, bu örgütlenmenin Karmatiler ve Fatimîler arasinda bölünüp, kâh genisleyip kâh daralarak varligini sürdürdügü biliniyor. Nizamülmülk’ ün Siyasetname’sinde o dönemlerde Iran’da faaliyet sürdüren dailerin bir dökümüne rastlaniyor.
 
Dai örgütlenmesinin yapisi dogasi geregi gizli ve çok net bilinmiyor. Pek çok kaynakta, örgütlenmenin Fatimî devletinde aldigi biçim ve hiyerarsik yapiyla ilgili bilgiler var. Ama burada örgütlenme devlet iktidarinin bir araci, hatta zamanla aksesuari haline geldigi için, bir mücadele örgütüne göre fazlasiyla bürokratik ve karmasik bir yapi kazanmis oldugu düsünülüyor.
 
Hasan Sabbah bu örgütü Yeni Davet’ine kazanip sürdürmekle birlikte Fatimîlerin karmasik ve ayrintili örgütlenmesini korumadi. Nizarilerin örgütlenmesinin merkezinde imamin hucceti  unvanini tasiyan Alamut’taki basdailer vardi. Diger bölgelerden sorumlu basdailer Alamut’ tan ataniyordu. Bunlara bagli alt düzey dailer gruplar halinde çesitli bölgelerde, genel yönlendiricilik altinda ama bagimsiz bir faaliyet sürdürüyorlardi. Bu bölgeler cezire (ada) olarak adlandiriliyordu. Mezhep mensuplari birbirine refik (yoldas) diye hitap ediyorlardi.
 
Fatimîler döneminden kalma muhtemelen egitim amaçli hazirlanmis bazi eserlerde  dailerden  beklenen nitelikler tarif edilmektedir. Buna göre dailer görev yaptiklari bölgedeki yandaslarini yakindan tanimali çevresindekilere örnek olmali, kendine bagli topluluga adil davranmalidir. Sadece gerekli yüksek egitimi almis onlalar, yeterli ahlaki ve entelektüel özellikleri tasiyanlar dai olabilirler. Dailer iyi bir din bilgisinin yani sira bölgelerinin yerel dilini ve geleneklerini de bilmelidir.
 
Dailerin mezhebe kazanmayi hedefledigi bir kimseyi hangi asamalardan geçerek Ismaili görüslere ikna edecegini ayrintilariyla anlatan baska eserler de vardir. Ihvan üs Safa da dailerin çesitli bilimsel konularda egitimi için hazirlanmis ansiklopedik bir eserdir. Fatimîlerden kalan ve teoloji, felsefe ve diger dallarda yüksek bir nitelige isaret eden Ismaili yazininin büyük bölümünün dailer tarafindan üretilmis olmasi, dailerin egitim ve entelektüel düzeylerinin göstergesidir.
 
Nizarilerin devlet yapisi   Hasan Sabbah’in  Iran’da yürüttügü örgütlenme faaliyeti, Alamut’un alinmasiyla açik bir isyana dönüstü. Nizariler birkaç yil içerisinde, birbirinden ayri cografyalarda, kendi içinde toprak bütünlügü olan üç parçadan olusan bir devlete kavustular. Birincisi, merkez rolü üstlenen Alamut  Kalesi’nin bulundugu Rudbar bölgesiydi. Hazar Denizi’nin güneybati ucundaki bu daglik bölgede, Alamut ve Sahrud vadileri boyunca ele geçirilmis ya da insa edilmis kaleler bulunuyordu. Bu sayede Rudbar Nizarilerin en korunakli ve ulasilmaz üssü oldu. Nizari devletinin ikinci parçasi olan Kuhistan , Horasan’in güneyinde çok sayida yerlesim yerini ve büyük sehri de barindiran genis bir bölgeydi. Kervan yollari üzerinde olmasindan dolayi, ticaret gelirleri ve yagma ile zenginlesmisti. Üçüncü parça ise, Hazar’in güneyinde büyük Girdkuh kalesinin merkezini olusturdugu bölgeydi. Otuz yil kadar sonra bunlara görece özerk bir bölge olarak Suriye’de Akdeniz kiyisina yakin Cebel Bahra dahil olacakti. Burada da Nizariler, Rudbar’ da oldugu gibi daglik bir bölgeye yayilmis kaleler sayesinde bütün bölgeyi kontrol ediyorlardi. Bu bölgelerin disinda Iran cografyasinda daginik sekilde pek çok Nizari kalesi de bulunuyordu.
 
Romanda anlatilanlar aslinda, sadece bin yil önce yasanmis ve bitmis olaylar degil, hala bu gün de yasanan ve gelecekte de yasanacak olaylardir. Ancak günümüzde durum daha vahimdir. Zira eskiden, bu tip sahtekarlara çok nadir rastlanirken ve insanlar buna daha az inançli görünürken, simdi bu çesit vicdan sömürücüleri degisik kisveler altinda ayni faaliyetleri devam ettirmektedirler. Yani ortalik, Hasan Sabbah’ larla doludur. Bize düsen ise, bir virüs gibi sinsice insana nüfuz eden bu kan emicilere karsi daima bagisiklik sistemimizi canli tutmak ve onlara firsat vermemektir diyebiliriz.
 
Sonuç olarak Hasan Sabbah bir hileyle ele geçirdigi bu kalenin eskiden yapilmis bahçelerini sahte bir cennet olarak kullanip, özel talebelerinin tam bir fedai olmalarini saglamis, bu zapti zor kalede de Selçuklular ’a karsi basarili savunmalar yapmis, kisacasi hayallerini bu kale vasitasiyla gerçeklestirmistir.
 
Ismaili ögretisini kullanip, bir hileyle ele geçirdigi Alamut Kalesi’nde peygamberligini ilan eden bu sahis, burada yetistirdigi ölüm sevdalisi fedailerle, özellikle Nizam-ül Mülk’ten öc almayi, sonrasinda da Selçuklu Devleti’ni yikmayi hedeflemis ve bunu da büyük ölçüde basarmistir.
 
Hasan Sabbah’in kendisi, son derece zeki ve kurnaz, ayni zamanda da çok espirili birisidir. Kendisini peygamber ilan etmesine ve yetistirdigi insanlara dini bilgileri ögretse de, tamamen Allah inanci olmayan, her konuda genis bilgiye sahip birisiydi.
 
Kitap, yüzyillar öncesi tarihten bir kesiti anlatsa da, günümüz dünyasina da isik tutan ve çok önemli dersler çikarilabilecek türden bir eserdir. Uzun olmasina ragmen,  okuyucuyu kendine  baglayan,  sürükleyici bir anlatima sahiptir. Herkesin okuyabilecegi ve  okumasi gereken bir kitap‘tir diyebiliriz.
 
 
 
TAPINAKÇILARIN  ARASINDA ALAMUT FEDAISI 
JAMES BOSCHERT
YURT KITAP YAYIN
2012

Benzer Kitaplar