Romanda anlatilanlar aslinda, sadece bin yil önce yasanmis ve bitmis olaylar degil, hala bu gün de yasanan ve gelecekte de yasanacak olaylardir. Ancak günümüzde durum daha vahimdir. Zira eskiden, bu tip sahtekarlara çok nadir rastlanirken ve insanlar buna daha az inançli görünürken, simdi bu çesit vicdan sömürücüleri degisik kisveler altinda ayni faaliyetleri devam ettirmektedirler. Yani ortalik, Hasan Sabbah’ larla doludur. Bize düsen ise, bir virüs gibi sinsice insana nüfuz eden bu kan emicilere karsi daima bagisiklik sistemimizi canli tutmak ve onlara firsat vermemektir diyebiliriz.
Talon küçüklügünde bir cani
ya da Iran’lilarin tabiriyle fedai olmak için her türden egitimi almis
birisidir. Seyyuduna Hasan Sabbah ise özünde Hz. Ali taraftari olan birisidir ve o
dönemde biraz da olsa yaygin olan Ismaili Tarikati’na sempatisi vardir. Ancak
bu ögretinin savundugu düsünceler Hasan Ibn-i Sabbah’ a aslinda pek de cazip
gelmeyen fikirlerdir. Hasan Sabbah’in talim ögretisi, Imam’i kabul edip Ismaililigi benimseme
sürecini, bir akil yürütme, ögretmenle
tartisma ve iç muhakeme süreci olarak tanimlar. Bu süreci tamamlayip mezhebe
katilanlar için artik imamin ya da hüccetin önderliginde son derece otoriter
bir komünalizm söz konusu olmustur. Gerçegin sirrina erme ayricaligina
ulasanlarin olusturdugu mezhebin bir parçasi olmak, güçlü bir topluluk
elitizmini ve aidiyet duygusunu beraberinde getirmistir. Cemaate ve onu bir
arada tutan ögretiye, sembollere karsi baglilik ve sadakat, diger tüm degerler
pahasina bile olsa yüceltmistir. Imam, bütün bunlari kendi varliginda
cisimlestirmistir. Imam’in gerçekligin yegâne ve yanilmaz temsilcisi olusu,
cemaatin çikar ve özlemlerinin bu gerçeklikte sakli oldugu ön kabulü, imami
kesin bir otorite haline getirmistir.
Bir gün, yasadigi yere Ismaili ögretisinin bir seveni gelir
ve Hasan Sabbah bu süphelerinden dolayi O’nu ziyaret etmeye karar verir. Bu
vesileyle kisinin yanina gider ve Ismaili inanislarinin kendisine pek makul
gelmedigini, bu ögretinin ardinda baska sirlarin bulunduguna inandigini söyler.
Kisi, onun zeki ve aradiklari tipte bir insan oldugunu, onun için sirlarini ona
açacagini söyler ve; Aslinda bu anlatilan hikayelerin, basit ve gündelik
yasayan insanlari ögretilerine çekebilmek için kullanilan yalanlar oldugunu
belirtir. Bu düsüncelerin etkisine giren Hasan Sabbah’in Ali taraftari babasi,
çevresinden korkarak, Hasan Sabbah’i bir medreseye yollar. Hasan Sabbah, medresede
Ömer Hayyam ve o zamanlar henüz adi tarihe geçmemis, gelecegin büyük veziri
Nizam-ül Mülk ile tanismistir.
Bu medresede, üç kisi zamanla kaynasip dost olmuslardir, öyle
ki kendi aralarinda, ilerde iyi bir mevkiye gelen ilk kisinin digerlerine de
yardim edecegine dair yemin etmislerdir. Uzun zaman sonra Nizam-ül Mülk vezir,
Ömer Hayyam da ünlü bir matemetikçi ve astronom olur. Nizam-ül Mülk, Hasan
Sabbah’in sarayda bir göreve gelmesini saglar ancak zamanla kivrak zekasiyla
sivrilen Hasan Sabbah, Nizam-ül Mülk’ün yerini tehdit etmeye basladigi için onu
saraydan uzaklastirir. Hasan Sabbah bir müddet Nizam-ül Mülk’ ten kaçtiktan
sonra Ömer Hayyam’in yanina gider ve onun zevk-ü sefa içinde yasadigi hayati
görür. Bu esnada, bir gün tartisirlarken, Hasan Sabbah’in aklina hayatini
degistirecek bir plan gelir ve Rey sehrine geri döner. Cebinde epey bir
birikmis altini vardir. Bu sehirde Alamut adinda zapti imkansiz denecek kadar
zor bir kale vardir ve bu kalenin kumandani zevke dalmis sarhos birisidir.
Hasan Sabbah bir gün,
kendini bir görevli gibi tanitarak kaleye girer ve bir hileyle kaleyi ele
geçirir. Burada, kendisini Ismaililer ’in bekledikleri peygamber ilan eder ve
bu sifatla birçok yandas toplayarak, aralarindan seçtigi bazi gençleri fedai
olarak yetistirir. Bu kalenin arkasinda, eskiden orada yasayan Deylem
krallarinin yaptirdigi birbirinden güzel bahçeler vardir. Hasan Sabbah bu
bahçeleri daha da güzellestirerek tam bir cennet havasina sokmustur.
Ismaili inanisi, kutsal kitaplardaki Adem’in cennetten
kovulus hikâyesi üzerine derinlesmis ve farkli bir yorum getirmistir. Ismaili
dönemi tarih anlayisina göre, dünya tarihi birbirini izleyen tecelli ve
gizlilik dönemlerinden olusur . Ilk baslangiç çagi, göksel düzene karsilik gelen, kusurdan
ve günahtan arinmis bir yersel düzenin dünyada hüküm sürdügü tecelli dönemidir.
Bu dönemde hakikat ve öz hiçbir kabuga
ve dissal görüntüye ihtiyaç duymaksizin ortadadir. Hiçbir yasaya ve seriata
gerek duyulmaz. Iblis’ in belirip baslangiçtaki uyumu bozmasiyla bu devrin
sonuna gelinir ve hakikatin gizlendigi bir sir dönemi baslar. Cennetten çikisin
sembolik olarak anlattigi budur. Gizlilik devrinde gerçegin bilgisi sir olur,
dünya ancak seriatla, peygamberlerin getirdigi dini kanunlarla ayakta durur.
Hakikatin,
örtüsünden siyrilip son imamin kisiliginde kendini ortaya koymasiyla (kiyamet)
bu devir bitecek ve yeni bir tecelli devri baslayacaktir. Imami manevi
gerçekligi içinde görebilen gerçek müminler için seriat baglarina gerek
kalmayacak, müminler yeniden cennete ulasmis olacaktir. Birbirinden zor askeri egitimler görüp, birçok dini
bilgilerle donatilan fedai adaylari,bir zaman sonra sinava tabi tutularak
fedailige kabul edilip, Ismaili ordusunda saygin bir yere sahip olurlar.
Hasan
Sabbah bu plani hayata geçirmeye baslamadan önce; Hindistan’da bir arkadasinin
yanina gitmis ve orada hashastan yapilan uyusturucu haplari tanimistir. Bu
haplar içenleri uyutarak tam bir hayal aleminde yasatma özelligindedir. Hasan
Sabbah bunlarin yapilisini ögrenir ve dönüsünde, hizmetkar yetistirmede uzman ve güzel bir kadin olan
Apama’ yi da beraberinde getirir. Kaleyi zapt ettikten sonra, Iran pazarlarindan
köle kizlar satin alarak, Apama vasitasiyla onlari yetistirir. Aslinda onlar,
ilerde göz önüne serilecek sahte cennetin hurileridirler.
Her sey
hazirlandiktan sonra, bir gün, o zaman kadar fedailerin henüz görmedikleri
“Peygamber Seyduna” onlari yanina çagirir ve onlara o gün cennetin kapilarini
açacagini söyler.Diger tarafta, cennet bahçelerinde, cariyelere ne yapmalari
gerektigi anlatilmis ve hata yapanin ölecegi daha dogrusu öldürülecegi
söylenmistir; hepsi bu cennet senaryosundaki rollerini oynamaya hazir bir
sekilde beklemektedir.
Fedaileriyle
ilk defa yüz yüze görüsen Seyyuduna, onlara bahçelere giden gizli bölmelere
gelmeden önce, zamaninda Hindistan’da tanistigi haplardan yedirir ve bahçelere
dek onlari uyumus vaziyette kölelerine tasitir. Bu uykulu yolculuk sirasinda
fedailer, cennet rüyalari görmektedirler; istedikleri her sey olmaktadir ve
büyük bir zevk içinde, kelimenin tam anlamiyla uçmaktadirlar. Uyandiklarinda
hepsi birbirinden habersiz, ayri ayri yerlerde, baslarinda birbirinden güzel ve
çekici yediser huri hazir bekler vaziyette bulurlar. Huriler, fedailerin
sorularini büyük ustalikla tezgahlanan yalanlarla savustururlar ve bu
senaryonun sahteliginin ortaya çikmasina engel olurlar. Hepsi fedailere hizmet
için firsat kollamaktadirlar.
O gün
birbirinden güzel zevkleri tadan fedailer, cennetten yine uyutularak fakat
kendilerinin hizmetkari hurilerin hülyalariyla ayrilirlar. Uyandiklarinda,
hepsi hurilerine kavusmak arzusuyla yanip tutusan birer yürüyen ölüm
olmuslardir.
Giderek
büyüyen bu tarikat tehlikesine karsi Selçuklular bir sefere çikar. Kaleye,
savasmadan teslim olmasini önermek üzere gelen elçilere Seyduna, ögretisini
önce sözlü olarak asilamaya çalistiysa da basarili olamaz. Bunun üzerine, ilk
kez olmak üzere kale sakinlerinin huzuruna çikan peygamber, elçiler de dahil,
herkesin gözü önünde, iki fedaisine ölmelerini emreder ve elçiler saskinlikla
oradan ayrilirken, Seyduna’ya inananlarin da imanlari pekismistir.
Seyduna
için artik intikam zamani gelmistir. En gözde fedaisi Ibn-i Tahir’i yanina
çagirir ve kenarinda zehirli küçük bir hançercik gizlenmis bir mektupla O’nu,
kendisine büyük bir kuvvetle saldirmaya hazirlanan Nizam-ül Mülk’ü öldürmeye
yollar. Gitmeden önce O’na Gazali’nin ögrencisi oldugunu ve O’ndan haber
getirdigini söylemesini ister ve öldürmeden önce, daha önce cennete girmeden
içirdigi haplardan vererek içmesini emreder. Ibn-i Tahir bir mürid kiliginda
Nizam-ül Mülk’ün çadirina girer ve çikarttigi küçük zehirli hançerle ona bir
hamle yapar. Igne Bas Vezir’in kulagini çizmistir ancak zehiri çok tesirli olan
bu hançerin öldürücü olmasi, bu çizikle mümkün olmustur. Hasan Sabbah’in
yolladigi mektupta ise su satirlar yazilidir: “Cehennemde görüsmek üzere;
Hasan Sabbah.” Bas Vezir, ölmeden önce tüm bunlarin yalan oldugunu ve
Seyduna’nin bir sahtekar oldugunu Ibn-i Tahir’e anlatir ve O’nu öldürmesi için
serbest birakilmasini emreder. Bu sirada Seyduna, ikinci bir fedaisini
Meliksah’in üzerine salar. O da benzer sekilde görevini icra eder, ama hemen
öldürülür; öldürülür fakat O, ölümün aci zehrini tatli bir serbet gibi, büyük
bir hazla içmistir.
Seyduna’ya
ulasan Ibn-i Tahir, O’nu öldüremez ancak, Seyduna, gerçekte ne için yasadigini
anlatip, yasam felsefesini O’na asilar ve O’nu göndererek kendisini
yetistirmesini ister ve bir gün kendi yerine geçecegini söyler. Hasan Sabbah,
artik hedefine ulasmis, muzafferdir. Aslinda söz konusu olan, dinsel ve toplumsal yönelimi Islam’in hakim
çizgisi tarafindan red ve mahkum edilmis, felsefi temelleri Islam düsüncesinin
disina tasan köklü bir mezhep ve onun önderidir. Hasan Sabbah ve Ismaililerin
bir kolu olan Nizariler, Sünni seriatina karsi muhalefetin en etkin, kuramsal,
siyasal ve örgütsel bakimlardan en bütünlüklü ve radikal kanali olmustur.
Bugünkü Iran, Irak ve Suriye topraklarina yayilan örgütlenme ve propaganda agi
sayesinde genis bir kitleyi etkisi altina almistir.
Sayisiz kiyima ugramis, siyasi bir
mücadele biçimi olarak suikastlarla, kendisine Abbasi halifeligi ve Selçuklu
egemenliginin kusatmasi altinda bir var olma alani açmaya ve korumaya
çalismistir. Meshur Alamut Kalesi’ni merkez edinmis, yarim asri sürekli bir
direnis ve mücadele içinde geçen yüz elli yillik bir devlet pratigi yasamistir.
Tarihinin bir talihsizligi sayabiliriz; bütün bunlar yirminci yüzyilin basina
kadar neredeyse tümüyle, karsitlarinin düsmanca aktarimlarina dayanarak
degerlendirilmis, öyle bilinmistir. Sünni ilahiyatçilar ve kronikçiler ile
Haçlilar ve Avrupali gezginlerin olusturdugu imge 19. yüzyil oryantalistlerince
neredeyse sorgulanmadan veri kabul edilmis, ortaya en basta kabaca özetledigimiz
Hasan Sabbah ve Nizari Ismailliler tablosu çikmistir. Ancak 1930’lardan sonra
özgün kaynaklarin incelenmesiyle Nizarilerin gerçekte kim olduklari yer yer
bulanik da olsa belirmis, ama bu da akademik çevreler disinda pek ragbet
görmemistir. Nizariler ve Hasan Sabbah bugün hâlâ haplanmis cani fedailer,
güzeller güzeli huriler, derelerinden bal ve süt akan cennet bahçeleriyle dört
basi mamur egzotik masal olarak anilmaya devam etmektedir. Burada asil
yapacagimiz sey, Hasan Sabbah’ i ve önder oldugu mezhebi, Islam tarihinde
muhalefet gelenegi içindeki kökleriyle birlikte, toplumsal ve politik bir
hareket olarak anlamaya çalismak olacaktir.
Nizarilerindai’lerden
olusan siki disiplinli örgütlülügü;
fedailerin seyhin bir emriyle ölüme kosacak denli davaya adanmisliklari;
devletlerinde kurduklari düzenin kati, esitlikçi yapisi ve Sünni Selçuklu
saldirilarina karsi gösterdikleri topyekûn direngenlik, hepsi bu komüna baglilik temeline dayanmaktadir.
Ismaili dai örgütlenmesi; Yazi boyunca pek çok kez Ismaili dailerin
bahsedildi. Kelimenin “davetçi” anlamina geldigini, dailerin Ismaili davasinin
propaganda ve örgütlenmesini yürüten görevliler oldugunu söyleyebiliriz. Ismaililerin açiktan ya da gizlice yüzyillarca
sürdürdükleri varliklarini ve tarihsel önemlerini borçlu oldugu sey, kurduklari
devletlerden çok, onlara bu devletleri kurabilme olanagi veren bu dailer
örgütüydü.
Aslinda
dai adiyla bilinen propagandaci ve örgütçülere ilk olarak eski radikal Sii
hareketlerde rastlaniyor. Ama kazandigi süreklilik ve nitelik dolayisiyla,
Ismaililerle özdeslesmis bir örgütlenme olarak aniliyor. Ismaililerin gizli bir faaliyet sürdürdügü kayip imamlar
döneminde dai örgütünün Iran’in en dogusundan Kuzey Afrika’ya kadar etkinlik
gösterdigi, bu örgütlenmenin Karmatiler ve Fatimîler arasinda bölünüp, kâh
genisleyip kâh daralarak varligini sürdürdügü biliniyor. Nizamülmülk’ ün
Siyasetname’sinde o dönemlerde Iran’da faaliyet sürdüren dailerin bir dökümüne
rastlaniyor.
Dai
örgütlenmesinin yapisi dogasi geregi gizli ve çok net bilinmiyor. Pek çok
kaynakta, örgütlenmenin Fatimî devletinde aldigi biçim ve hiyerarsik yapiyla
ilgili bilgiler var. Ama burada örgütlenme devlet iktidarinin bir araci, hatta
zamanla aksesuari haline geldigi için, bir mücadele örgütüne göre fazlasiyla
bürokratik ve karmasik bir yapi kazanmis oldugu düsünülüyor.
Hasan
Sabbah bu örgütü Yeni Davet’ine kazanip sürdürmekle birlikte Fatimîlerin
karmasik ve ayrintili örgütlenmesini korumadi. Nizarilerin örgütlenmesinin
merkezinde imamin hucceti unvanini
tasiyan Alamut’taki basdailer vardi. Diger bölgelerden sorumlu basdailer Alamut’
tan ataniyordu. Bunlara bagli alt düzey dailer gruplar halinde çesitli
bölgelerde, genel yönlendiricilik altinda ama bagimsiz bir faaliyet
sürdürüyorlardi. Bu bölgeler cezire (ada) olarak adlandiriliyordu. Mezhep
mensuplari birbirine refik (yoldas) diye hitap ediyorlardi.
Fatimîler
döneminden kalma muhtemelen egitim amaçli hazirlanmis bazi eserlerde dailerden beklenen nitelikler tarif edilmektedir. Buna
göre dailer görev yaptiklari bölgedeki yandaslarini yakindan tanimali
çevresindekilere örnek olmali, kendine bagli topluluga adil davranmalidir.
Sadece gerekli yüksek egitimi almis onlalar, yeterli ahlaki ve entelektüel
özellikleri tasiyanlar dai olabilirler. Dailer iyi bir din bilgisinin yani sira
bölgelerinin yerel dilini ve geleneklerini de bilmelidir.
Dailerin mezhebe
kazanmayi hedefledigi bir kimseyi hangi asamalardan geçerek Ismaili görüslere
ikna edecegini ayrintilariyla anlatan baska eserler de vardir. Ihvan üs Safa da
dailerin çesitli bilimsel konularda egitimi için hazirlanmis ansiklopedik bir
eserdir. Fatimîlerden kalan ve teoloji, felsefe ve diger dallarda yüksek bir
nitelige isaret eden Ismaili yazininin büyük bölümünün dailer tarafindan
üretilmis olmasi, dailerin egitim ve entelektüel düzeylerinin göstergesidir.
Nizarilerin devlet
yapisi Hasan Sabbah’in Iran’da yürüttügü örgütlenme faaliyeti,
Alamut’un alinmasiyla açik bir isyana dönüstü. Nizariler birkaç yil içerisinde,
birbirinden ayri cografyalarda, kendi içinde toprak bütünlügü olan üç parçadan
olusan bir devlete kavustular. Birincisi, merkez rolü üstlenen Alamut Kalesi’nin
bulundugu Rudbar bölgesiydi. Hazar Denizi’nin güneybati ucundaki bu daglik
bölgede, Alamut ve Sahrud vadileri boyunca ele geçirilmis ya da insa edilmis
kaleler bulunuyordu. Bu sayede Rudbar Nizarilerin en korunakli ve ulasilmaz
üssü oldu. Nizari devletinin ikinci parçasi olan Kuhistan , Horasan’in
güneyinde çok sayida yerlesim yerini ve büyük sehri de barindiran genis bir
bölgeydi. Kervan yollari üzerinde olmasindan dolayi, ticaret gelirleri ve yagma
ile zenginlesmisti. Üçüncü parça ise, Hazar’in güneyinde büyük Girdkuh
kalesinin merkezini olusturdugu bölgeydi. Otuz yil kadar sonra bunlara görece
özerk bir bölge olarak Suriye’de Akdeniz kiyisina yakin Cebel Bahra dahil
olacakti. Burada da Nizariler, Rudbar’ da oldugu gibi daglik bir bölgeye
yayilmis kaleler sayesinde bütün bölgeyi kontrol ediyorlardi. Bu bölgelerin
disinda Iran cografyasinda daginik sekilde pek çok Nizari kalesi de
bulunuyordu.
Romanda
anlatilanlar aslinda, sadece bin yil önce yasanmis ve bitmis olaylar degil,
hala bu gün de yasanan ve gelecekte de yasanacak olaylardir. Ancak günümüzde
durum daha vahimdir. Zira eskiden, bu tip sahtekarlara çok nadir rastlanirken
ve insanlar buna daha az inançli görünürken, simdi bu çesit vicdan sömürücüleri
degisik kisveler altinda ayni faaliyetleri devam ettirmektedirler. Yani
ortalik, Hasan Sabbah’ larla doludur. Bize düsen ise, bir virüs gibi sinsice
insana nüfuz eden bu kan emicilere karsi daima bagisiklik sistemimizi canli
tutmak ve onlara firsat vermemektir diyebiliriz.
Sonuç
olarak Hasan Sabbah bir hileyle ele geçirdigi bu kalenin eskiden yapilmis
bahçelerini sahte bir cennet olarak kullanip, özel talebelerinin tam bir fedai
olmalarini saglamis, bu zapti zor kalede de Selçuklular ’a karsi basarili
savunmalar yapmis, kisacasi hayallerini bu kale vasitasiyla gerçeklestirmistir.
Ismaili
ögretisini kullanip, bir hileyle ele geçirdigi Alamut Kalesi’nde
peygamberligini ilan eden bu sahis, burada yetistirdigi ölüm sevdalisi
fedailerle, özellikle Nizam-ül Mülk’ten öc almayi, sonrasinda da Selçuklu
Devleti’ni yikmayi hedeflemis ve bunu da büyük ölçüde basarmistir.
Hasan
Sabbah’in kendisi, son derece zeki ve kurnaz, ayni zamanda da çok espirili
birisidir. Kendisini peygamber ilan etmesine ve yetistirdigi insanlara dini
bilgileri ögretse de, tamamen Allah inanci olmayan, her konuda genis bilgiye
sahip birisiydi.
Kitap, yüzyillar öncesi tarihten bir kesiti
anlatsa da, günümüz dünyasina da isik tutan ve çok önemli dersler
çikarilabilecek türden bir eserdir. Uzun olmasina ragmen, okuyucuyu
kendine baglayan, sürükleyici bir anlatima sahiptir. Herkesin
okuyabilecegi ve okumasi gereken bir
kitap‘tir diyebiliriz.
TAPINAKÇILARIN ARASINDA ALAMUT FEDAISI
JAMES BOSCHERT
YURT KITAP YAYIN
2012