TANRILARA RAGMEN, HINDISTAN’IN OLAGANDISI YÜKSELISI
Hindistan’in Sizofrenik Ekonomisi Çok uzun sürdü ama sonunda, 1990’li yillarin sonlarinda Hindistan’da A ile B noktalari arasinda katir hizini geçmeye olanak veren yollar insa edilmeye baslandi. O zamana kadar ülkeyi dikey olarak ikiye bölen GT Yolu kayda deger tek yoldu. Ilk olarak ortaçag sonlarinda Mughal hanedani tarafindan insa ettirilen, 19. yy’da Ingilizler tarafindan gelistirilen ve sadece 1947’de ilan edilen bagimsizliktan sonra asfaltla tanisan bu yol gidis-gelis tek seritli oldugundan saatte 50 km’yi asmak neredeyse imkansiz. Iste bu nedenle çift seritli bölünmüs yol fikri Hintliler arasinda heyecan uyandirmakta. 2006’ya gelindiginde ülkenin en büyük 4 sehrini birbirine baglayan 5000 km’lik ‘Golden Quadrilateral’ otoyolu ile ortalama hiz saatte 100 km’ye ulasti. Bu otoyol, Hindistan’in dörtnala giden ekonomisini gözlemlemek için en uygun yerlerden biri. Ithalat sinirlamalarinin gevsemeye basladigi 1990’larin basinda görebileceginiz otomobil markasi sayisi 7’yi geçmezdi. Simdiyse saymakta zorlaniyorum; Toyota, Mercedes, Ford, Volkswagen ve digerleri. Yol kenarindaki reklam panolarinda cep telefonu ve lüks villa ilanlarina rastlanir oldu. Evet, kirsal Hindistan’da bazi bölgeler modernlesme sürecine girdi ama bu okyanusta birkaç küçük adacik gibi. Erken 21. yy Hint ekonomisinin en belirleyici özelligi ise bu bitmek bilmez tezatlarda yatiyor: uçsuz bucaksiz tarlalarin ortasinda gittikçe büyüyen modern hizmet sektörü. * * * Bagimsizlik yillarina gelindiginde Nehru, ülkenin ekonomik anlamda kendine yeterlilik mertebesine ulasma hedefini iyice oturtmustu. Devlet lokomotif rolünü üstlenme amaciyla agir sanayi alanina yüklendi. Öncelik, demir-çelik fabrikalari ve büyük çapli baraj projeleriydi. Nehru, 1991’den beri ülkeyi sosyalist bürokrasiyle bogan umutsuz bir idealist olarak algilanir oldu. Esasinda elestiriler yersiz degil, çünkü Hindistan ayni dönemde Japonya ve ardindan G. Kore, Tayvan ve Malezya gibi ülkelerin elde ettigi ekonomik büyümenin yakinina bile yaklasamadi. Ancak 1940-50’li yillarda, Nehru’nun stratejileri küresel ekonomi modasini çok yakindan takip ediyordu. O dönemde Yeni Delhi’nin 5 yillik kalkinma planlari hazirlanmasinda Massachusetts Teknoloji Enstitüsü danismanlik hizmeti veriyordu. Hindistan’a tavsiyelerde bulunan baska bir kurum Sovyet ekonomik planlama ajansi Gosplan’di. Sikintili 30’lu yillar boyunca serbest piyasa ekonomisinden zarar gören ülkeler gibi olmamak adina devletin ekonomide birincil bir görev üstlenmesi fikri benimsendi. Tek hedef kendine yetebilmekti. Bu modelin hayata geçmesindeki en büyük pay daha fazla ekonomik hareketlilik getiren büyük çapli projelerdi. Nehru’nun devlet idaresindeki kapali ekonomi planlari, savas sonrasi büyük bir kamulastirma sürecine giren ve Hindistan’a bagimsizligini vermeyi kabul eden Ingilizler tarafindan da memnuniyetle karsilandi. Ingiliz Isçi Partisi hükümetinin danismanlari Nehru’nun Yeni Delhi’sinde her zaman sicak karsilanirdi. Ancak bagimsizliktan 15 yil sonra ülkenin uluslararasi arenada övgüler toplayan ekonomik modelinin ne kadar etkili oldugu tartisilir hale gelmisti. O zamana kadar Hindistan’in seçmis oldugu istikamet tartismaya bile açik degildi. Ancak Asya’nin gelismekte olan diger ülkeleriyle kiyaslandiginda Nehru’nun ekonomi politikalarinin ülkeye sagladigi fayda çok azdi. 1950’nin Güney Kore’sinde yasam standartlari Hindistan’dan çok da farkli degildi; (kisi basi yillik 50$’). 50 yil sonra G. Kore GSYIH’si 10.000$ mertebesine ulasarak Hindistan’dan 10 kat yüksek bir seviyeye ulasmistir. Basta Çin olmak üzere Asya’da buna benzer basari hikayeleri bulunmaktadir. Peki Nehru neden basarisiz oldu? Cevaplar arasinda Hint ekonomisinin neden bu kadar dengesiz sekilde gelistigi hakkinda da ipuçlari bulmak mümkündür. Bagimsizlik ilan edildiginde Hindistan, tarimla geçinen fakir, kirsal bir ülkeydi. Halkin neredeyse %90’i köylerde yasayip geçimini tarimdan kazaniyor, üretilen gidalar ancak yasamalarina yetiyordu. 1951’deki ilk resmi nüfus sayiminda okuma-yazma orani sadece %16, ortalama yasam süresi yalnizca 32 yil idi. Bagimsizlik yillarinda, ülkenin acilen tarim reformu gerçeklestirip insanlarini doyuracak kadar ürün elde edilmesi saglanmali ve daha fazla büyüme için bir ziplama tahtasi olusturulmaliydi. Onun yerine hükümet, çogunlukla ciddi zararlar veren ve ülkenin çok degerli döviz rezervlerini tüketen çelik ve alüminyum fabrikalari kurmaya odaklandi. Hintli çiftçilerin fazlasiyla düzensiz Muson yagmurlari nedeniyle sulama altyapisina ihtiyaci vardi. Nehru ise günümüzde çogu kullanilmaz halde veya hiçbir zaman tamamlanmamis baraj projelerine odaklandi. Ortalama bir Hintli’nin ayni zamanda okuma-yazma ögrenmesi ve temel saglik hizmetlerine erismesi gerekiyordu. Nehru hükümeti ise kaynaklarini kentli orta sinifa hizmet verecek sinirli üniversiteler ve devlet hastanelerine akitti. Günümüzdeki geriye dönük elestiriler bir yana, Nehru’nun asiri optimistik fikirleri o yillarda bile bazi kisilerce sorgulanmaya baslanmisti. Halkin %84’ü okuma yazma bilmezken ilk ögrenime ayrilan ödenegin yüksek ögrenimle esit olmasi ne kadar mantikliydi? Tarima ayrilan ödenegin yetersiz olmasi da bir o kadar belirgin bir hataydi. Hint politikacilarinin gelecek hayalleriyle halkin ihtiyaçlari arasinda gerçekten de uçurumlar vardi. Elbette Nehru’nun bazi olumlu etkileri oldu. En kati feodal kurallari ortadan kaldiran bir tarim reformuna imza atti, bir noktaya kadar basarili da oldu. Ingilizlerin vergi toplamak için özellikle ülkenin kuzey kisimlarinda uygulamaya soktugu ve halki sömüren zamindar (toprak agasi) sistemi 1950’li yillara gelindiginde neredeyse tamamen ortadan kalkmisti. Ancak sistem ülkenin birçok bölgesinde sahip olduklari güçten feragat etmek istemeyen yerel Kongre Partisi üyeleri tarafindan sulandirilmisti. Nehru, Çin örneginden esinlenerek tarim kooperatifleri de kurmaya çalisti ama ayni engeller bu uygulamayi da basarisiz kildi. Nehru zaman zaman Çin hükümetinin insanlarina istedigini yaptirabilme kabiliyetine gipta etmistir, ancak asla otoritarizme egilim göstermemistir. Nehru’nun uyguladigi modelin genel basarisizligi iki önemli olayda kendini iyice belli etmistir. Ilki 1967 yilinda yasanan büyük devalüasyon ve bunu takip eden yillarda Amerika’dan yapilan gida yardimiyla en fakir kesimi doyurma çabasi. Diger olaysa, bir kusak sonra 1991’de meydana gelmistir. Körfez Savasi ardindan ülkenin döviz rezervlerinin neredeyse tamamen bitmesi zaten ömrünü çoktan tüketmis olan sistemde bardagi tasiran son damla olmustur. Neyse ki 1967’deki gibi açlikla bogusan 10 milyonlarca insan olmadi, çünkü 70-80’li yillarda uygulamaya alinan ‘yesil devrim’ sayesinde ülkenin temel gidasi olan pirinç ve bugday üretimi katlanmisti. Hindistan ekonomik krizin üstesinden gelebilmek ugruna para birimini tekrar devalüe etmesi karsiliginda IMF ile anlasmaya varmistir. Ödenege teminat olarak rezervlerindeki altinin neredeyse tamamini Londra’ya göndermek durumunda kaldi. Nehru’nun geçmis sömürge güçlerinin etkisine bagisik bir ekonomi yaratma hayali iflasla sonuçlanmisti. Isin kötüsü, Hindistan’i çöküsten kurtaran sembolik tefeci rolü Ingiltere’ye aitti. * * * Hindistan’a vardigimda okudugum haberlerden biri Hindistan cep telefonu pazarinin küçüklügünden bahseden bir gazete makalesiydi. 2000 yilinda cep telefonu abone sayisi sadece 3 milyondu. Bu rakam Çin’de her ay yapilan yeni abone sözlesmesine esitti. 2005 yilina gelindigindeyse Hindistan ayda 2.5 milyon yeni abone eklerken toplam rakam 100 milyona ulasmisti. Benzer sekilde Hindistan, ekonomisini 1991 yilinda liberallestirmeye basladiginda sadece tek bir ulusal televizyon kanali faaliyetteydi. Takvimler 2006’yi gösterdiginde kanal sayisi 150’yi geçmis, ayda 2-3 yeni kanal yayina basliyordu. 1991’deki tek televizyon kanali sadece sinirli sayida eve ulasiyordu. Elektrik altyapisindaki sikintilar televizyonu olan yerlesimlerin bile yayini araliklarla izlemesine olanak veriyordu sadece. 2004’te ise evlerine çok kanalli kablo TV baglatan insan sayisi 150 milyona ulasmisti. Sayisiz uluslararasi sirketin amansiz lobi çalismalarina ragmen Hint hükümeti perakende sektöründe kapilarini yabanci yatirima kapali tutmustur. 15 milyon satis noktasiyla Hint pazari Amerika perakende devlerinin istahini kabartmaktadir. Hint yönetimi ise bu dev sirketlerin pazara girmesiyle sokaklar boyunca dizilmis sayilari milyonlari bulan aile isletmesindeki bakkallara ne olacagi konusunda fazlasiyla endiseli. Uygulamaya bakacak olursak Hint pazarinin kademeli olarak liberallesecegi beklenebilir. Bunun ilk isareti 2005 yilinda Nokia veya Nike gibi ‘tek markali’ perakendecilerin ülkede faaliyet göstermesine izin vermistir. Wal-Mart gibi devlerin bir süre daha beklemesi muhtemel görünüyor, özellikle de Yeni Delhi koalisyon hükümetinin iktidarda kalabilmek için Komünist Parti’nin destegine ihtiyaci varken. Ülkeyi bir bütün olarak ele alirsak büyük nüfusuna ragmen mevcut ticari potansiyel hala çok küçük. Bunun baslica nedenlerinden biri ortalama 1000$’lik yillik kazançtir. Ancak ülkenin orta sinifi dikkate alinacak kriterlere bagli olarak 50 ila 300 milyon arasindadir. Bu rakam çogu ülkenin toplam nüfusundan fazladir. Hükümetin yakin geçmiste yabanci yatirimciya açtigi yeni sektörler arasinda bankacilik, sigorta ve tüketim mallari da bulunmakta. Citibank ve Pepsi gibi firmalar, ülkede faal ve kisa sürede pazarlarinin lideri haline gelmislerdir. Hindistan’da bulundugum sürede devletten izin almak için bürokrasiyi asmaya çalisan Batili sirket yöneticilerinin aylarca hatta yillarca ayni otel odasinda saçlarini baslarini yolduklarina tanik oldum. Ama sabirla bu kadar beklemeleri Hint pazarini ne kadar önemli saydiklarina dair ciddi bir isaret. * * * Hindistan gerçekten farkli bir ülke. O’nu basta Çin olmak üzere digerlerinden ayiran baslica özellik ekonomisinin karakteridir. Aksini iddia etse de Çin ekonomisi temelde Bati ekonomilerine benzer bir gelisim sürecinden geçmekte. Çin tarim reformuyla baslayip ardindan ucuz imalata geçmis ve katma degeri giderek yükselen mallarin üretimi asamalarini sirasiyla geçmeye baslamistir. 10-20 yil içerisinde de uluslararasi pazarda ticareti yapilan hizmetlere terfi etmesi beklenmekte. Hindistan’daki büyüme ise tersinden islemektedir. Hint hizmet sektörü ülke ekonomisinin yarisindan fazlasina tekabül etmektedir (kalan paydayi ise tarim ve sanayi olusturmakta). Böyle bir dagilim, örnegin gelisiminin orta-gelir düzeyi asamasini tamamlamis Portekiz’le benzerlik göstermekte ancak bu türden ülkelerin 470 milyon kisilik isgücü rezervi türünden sorunlari yok. Hindistan’in bu sorunu ülkeyi ciddi zorluklarla karsi karsiya birakmakta. Tedaviye ihtiyaç duyan ekonomidir ancak neden oldugu sanci sosyaldir. * * * Hindistan’in devasa is gücünün sadece %10’u resmi ekonomide çalismaktadir. Baska bir deyisle 470 milyondan sadece 40 milyon kisinin is güvencesi bulunmakta. Bu da sadece 35 milyon Hintli’nin herhangi bir gelir vergisi ödedigi anlamina gelir. Kalanlari ise tamamen kayit disidir. Bu gelismekte olan ülkelere kiyasla çok düsük bir orandir. Sözü geçen 35 milyonluk kayitli isgücünün 21 milyonu ise devlet tarafindan istihdam edilmektedir. Bu da özel sektörde çalisan isçi sayisinin sadece 14 milyon oldugu anlamina gelir. Bilisim teknolojisi, yazilim ve çagri merkezi gibi yerlerde çalisanlarin sayisi ise yalnizca 1 milyon dolaylarindadir. Elbette yazilim Hindistan’in kendine olan güvenini ve dis piyasalara olan borçlarini ödeme tutarliligi için önem tasimakta ancak bilgi teknolojisi ülkenin issizler ordusunun beklentilerine asla karsilik veremeyecek kadar küçüktür. Bununla birlikte Hindistan’da faaliyet gösteren yabanci sirketlerin de yerel isgücünden yararlanma istegi fazlasiyla sinirlidir (tahminen sadece 1-2 milyon kisi dolaylarinda). Kalani Hint özel sektöründe çalismaktadir. Kayitli ve kayit disi Hindistan arasindaki farki anlamak, ülkenin ekonomisinin neden bu kadar tuhaf oldugunun anlasilmasi açisindan elzemdir. Karsimizdaki kendinden emin ve hizla büyüyen ancak halkinin çogunluguna güvenli istihdam olanaklari saglayamayan bir ekonomi. Bati’daki yaygin görüs yabanci sirketlerde çalisan Hintlilerin sömürüldügü yönünde olsa da esasinda bu 14 milyon kisi sansli azinliktan baskasi degildir. 1983’te kayitli özel sektörde çalisanlarin ortalama üretkenligi kayit disi özel sektörden 6 kat fazlaydi. 2000 yilina gelindiginde bu fark 9 kata ulasmisti. Elbette kazançlar arasindaki fark da benzerlik gösteriyor. Aradaki uçurum çok büyük. Bir kulvardan digerine terfi etmek için iyi egitim ve yetenek, veya çok büyük bir sans gerekmekte ki buna da çok nadir rastlaniyor. Hindistan’in eski ile yeni dünya arasinda daha iyi bir köprü kurmasi, imalat sektöründeki düsük ve yari yetenekli isgücüne ne kadar fazla istihdam saglayabilmesiyle dogrudan baglantilidir. Büyüklük anlaminda Hindistan sadece Çin ile karsilastirilabilir. 2005’te Hindistan’da kayitli imalat sektöründeki çalisan sayisi sadece 7 milyonken bu rakam Çin’de 100 milyondan fazlaydi. Bagimsizliga kavusmasinin üstünden 60 yil geçmis olmasina, büyük yatirim rakamlari ve Nehru’nun sanayilesmeye verdigi öncelige ragmen Hint imalat sektörünün bu denli küçük kalmis olmasi sasirtici bir durumdur. Bunun baslica sebebi Nehru’nun en yüksek sayida insani istihdam etmeyi degil Hindistan’in teknolojik kapasitesini arttirmayi istemesidir. Ancak bu Hint imalatinin ayni oranda zayif veya rekabetçilikten uzak oldugu anlamina gelmez. Nicelik degil de nitelige bakilacak olursa Hint ürünleri Çin mukabillerinden belirgin sekilde daha kalitelidir. Hindistan’in buradaki konumu yine beklentilerin aksine islemektedir. Nehru’nun ilkögretim ile Ingilizce egitim veren üniversitelere ayni oranda ödenek ayirmak gibi kritik politikalari amaçlanmayan baska sonuçlar dogurmustur. Hindistan’in elit mühendisleri Silikon Vadisinde oldugu kadar Tata Çelik veya Reliance Industries gibi ulusal sirketlerde de büyük basarilara imza atmakta. Güçlü ve kapsamli üniversite altyapisi Hindistan’in bilimsel ve teknik kapasitesini dünya üçüncülügüne tasimistir. Japonya ve ABD’nin gerisinde ancak Çin’in önündedir. Hindistan’in aksine Çin ilkögretime çok daha büyük bir bütçe ayirmistir. Hindistan yilda 1 milyon mühendislik mezunu verirken bu rakam, ne ABD’de ne de Avrupa’da 100.000’i geçmemektedir. Buna karsin Hindistan’da okuma yazma bilenlerin orani sadece %65’ken Çin neredeyse %90’a ulasmistir. Hindistan’in sira disi ekonomisi baska sonuçlar da dogurmaktadir. Ülkenin karmasik demir-çelik tesisleri Japon ve ABD’li meslektaslarini islerinden etmektedir. Tam tesekküllü hastaneleri Arap zenginlerine ve sosyal saglik sistemi siralarinda beklemekten usanmis yasli Ingilizlere hizmet etmekte; ülkedeki çagri merkezleri telefon veya internet üzerinden Amerikan poliçe sahiplerinin tazminat islemlerini yönetmektedir. Ilaç sektörü ise yerel arastirma ve gelistirme çalismalari sayesinde yeni ürünler gelistirmekte fakat buna karsin Hintli çiftçilerin çogu hala Afrika’da karsilasilan yasam standartlarina sahip. Sayilari 1 milyonu geçmeyen Hintli’nin bilisim ve yazilim ihracat rakami birkaç yüz milyon tarim çalisaninin gelirinden daha fazladir. Son 15-20 yilda yasanan ekonomik büyüme oranlarinin geçmise kiyasla daha fazla insani fakirlikten kurtardigi bir gerçektir. 1991-2001 yillari arasinda mutlak fakirlik orani %35’ten yaklasik %25’e gerilemistir. Bu oranin günümüzde daha da düsmüs oldugunu söylemek de yanlis olmaz. Hindistan’daki durumu tek bir kareye sigdirmak olanaksizdir. Ancak demografi uzmanlari beklentilerinin ve gelismekte olan diger ülkelerde görülenin aksine ülkedeki ekonomik büyüme hizlanirken aslinda kentlesme yavaslamistir. 1981’de Hindistan’in %23.7’si kentsel alanken bu oran 2001’de sadece %27.8’de kalmistir. Elbette kentlere göç eden insan sayisi diger ülke standartlarina kiyasla oldukça yüksektir. 1991-2001 yillari arasinda kentlere göç eden Hintlilerin sayisi 70 milyon dolaylarindadir. Hint ekonomisi, sinir bozucu orta çag geçmisi ile en son teknolojiyle donatilmis 21. yy gelecek arasindaki bir dünyaya sizofrenik bir bakis sunmaktadir. Ancak bana göre daha sasirtici olani, liberallesme hareketinden en çok yararlanan Hint elitlerinin eski düsünce yapisinin en siki savunuculari olduguna tanik olmaktir. Yani elitlere modernite, köylülere feodalizm. Devletin Uzun Kollari Hint kamu daireleri ve binalari birçok açidan birbirleriyle benzerlik gösterir. Bunlar, en çok ihtiyaç duyulan anlar hariç insan hayatindan hiç eksik olmayan ‘devlet babanin’ kendine özgü özellikleridir. Bilgisayarlar yerine sayisiz dosyayi karistiran binlerce memur. Belirli bir tarihe randevu almak imkansizdir. Size söylenen ‘Gelin, yeter’ olmaktadir. Bekleme odalari yerine koridorlara dolusmus insan öbekleri, sorunlarini çözmek için endiseyle dolu yüzlerce uykusuz geceyi ve bosa harcanmis binlerce telefon görüsmesini tamamen anlamsiz kilacak Müdür’le bir an olsun konusma sansi aramaktadir. Hindistan’da halka hizmet eden devlet memurlari degil her seyi kendi çikarina kullanan ‘devlet efendileri’ vardir. Aslina bakilirsa Hindistan’in devletle tanisikligi dünyanin pek çok yerinden daha eski tarihlere dayanmaktadir. Tarihçilere göre Hindistan’da eyaletlerin gelisimi MÖ 600’lü yillarda baslamistir. Roma Imparatorlugu’nun henüz dogmadigi MÖ 200-300 siralarinda Hindistan’in gelmis geçmis en büyük krali kabul edilen Ashoka toplum idaresi kilavuz kitabi Arthashastra’ya danisabiliyordu. Arthashastra uzmanlara göre kapsami ve niteligi açisindan Machiavelli’nin 1700 yil sonra kaleme aldigi ‘Prens’ eseri ile esdegerdir. Devletlerin yönetimine dair sasirtici sekilde barisçil kurallar öne süren bu kitap yazilali yüzyillar olmasi tartismasiz bir gerçekken Hindistan’in modern kimligi üzerine tarih kitaplarindan anlamlar yüklemek, en kibar ifadeyle garip olacaktir. Ancak, Hindistan’da siyasi olmasa da kültürel devamliligin izlerini görmek mümkün. Halbuki bu Çin disinda çok az yerde karsimiza çikmaktadir. Ashoka’dan sonra Hint devleti neredeyse 800 yil boyunca sürekli bölünmüstür. Bu durum Kuzey Hindistan’a Asya’dan gelen Imparator Akbar idaresindeki Mughal Hanedanina kadar sürmüstür. Ingiltere Kraliçesi I Elizabeth’in tahtta oldugu siralarda Akbar’in Hindistan’i Akosha’nin devlet sinirlariyla neredeyse örtüsüyordu. Yaklasik 2500 yildir merkezi sistemle yönetilen Çin’le arasindaki en büyük fark bu süreçte meydana gelen huzursuzluk ve iç savas dönemlerinin azligidir. Tarihsel olarak incelendiginde Çin ve Hindistan arasinda bürokratik yapi anlaminda da büyük farkliliklar vardir. Çin’de uygulanan ulusal rekabetçi inceleme sistemi sayesinde en düsük siniftan gelen bir köylü bile kendi basarilariyla Mandarin olabiliyordu. Ingilizler 18. Ve 19. yy'da Hindistan’i sömürgelestirene dek devlet görevlerinin neredeyse tamami babadan ogula geçmekte ve çogunlukla Brahmin kastindan gelmekteydi. Günümüzde ülkede tanik olunabilecek en belirgin etkilesimin Ingilizlere ait oldugu söylenebilir. Ingiliz sömürge idaresi prensipte ‘daima adil ve kati sekilde kararli’ anlayisini benimsemistir. Evet, belki Hint’li bir hakim Ingilizlerin davalarina bakamiyordu ancak Ingiliz yönetimi ülke tarihinde ilk defa tüm Hintlilerin kanun gözünde esit olmasini saglamistir. Ingiliz kurmaylari 200 yili askin bir süre boyunca kendilerini ‘Platonik Gardiyanlar’ olarak görmüslerdir. Toplumdan bilerek yüksek bir seviyede duran ancak onlarin çikarlarini gözetleyen elitler anlaminda. Bu durum imparatorlugun amaçlariyla çok güzel örtüsüyordu çünkü hem vergi toplamak hem de düzen ve adaleti korumak daha kolay oluyordu. Ancak geriye günümüzde hala izlerine rastlanabilecek bir “devlet baba” gelenegi kalmistir. Hintliler arasinda devlete karsi olan yaygin görüs ‘musonlar gibi hayatlarindaki dogal bir unsur’ oldugudur. Dogaya bas kaldirabilecegini düsünenlerin sayisi çok azdir. Günümüz Hindistan Idari Hizmetler (IAS) biriminde görevli memurlarin siradan insanlarin hayatlarini iyi yönde degistirme istekleri daha fazladir. Ancak kariyerlerinin ilk yillarindaki görev askini sürdürebilmeleri çogu zaman mümkün olmamaktadir. Dahasi yolsuzlugun özellikle yayginlasip siradan bir sey olarak kabul edilmeye baslandigi 1970’li yillardan itibaren IAS memurlarinin kendileri de yozlasmistir. Yolsuzlugun islerinin bir parçasi oldugunu açikça söyleyenler bile bulunur. Bu memurlari isten çikarmak neredeyse imkansiz oldugundan yerli halkin yolsuzluga bulasmis bir IAS memuru hakkinda yapacagi pek bir sey yoktur. Örnegin yolsuzluga karsi mücadele veren MKSS grubu Hint kamu hizmetlerinin seffaflasmasi için ugrasmaktadir. Karsilastiklari vakalar akillara durgunluk verecek cinstendir. Hayali isçi ödenekleri, tek bir baraj insa edip dört farkli baraj için bütçe elde etmek vs... MKSS’nin gerçeklestirdigi protesto gösterileri sonucu örnegin 10 kadar köyden sorumlu bir idari birime tahsis edilen 6.5 milyon Rupi’nin 4.5 milyonunun hayali oldugu ortaya çikmistir. Grup yetkilileri umutlu, “En azindan bürokratlarin ileride yolsuzluga bulasmasini güçlestiriyoruz. Yolsuzluk bizim yüzümüzden daha pahali” diye yorum yapiyor. MKSS’nin Bilgi Edinme Hakki kampanyasi sayesinde bazi devlet daireleri koridor duvarlarina gelir-gider tablolarini asmak durumunda kalmistir. Rajasthan idaresinin 1990’da kabul etmek zorunda kaldigi seffaflik atilimi merkezi hükümetin de dikkatini çekmis tüm ülkede geçerli olacak bu kanun 2005’te yürürlüge girmistir. Ancak kat edecek yol çoktur çünkü Hindistan’da yerele indikçe yolsuzluk daha kötülesmekte ve memurlarin halk üzerindeki etkisi o kadar fazlalasmaktadir. Halkin hakki olan islemleri gerçeklestirmek için devlet memurlari açikça rüsvet almaktadir. Isin kötüsü halk bunu benimsemistir. Örnegin devlet yardimini hak etmek için gerekli olan dogum veya ölüm belgelerini almak için 300 Rupi ödenmektedir. Devlet görevlilerinin açlik sinirinda dolasan halki için çok fazla ihtimam gösterdigini söylemek hala güçtür. * * * Sovyetler Birligi ayaktayken sikça kullanilan bir saka vardi ‘Sen çalisiyormus gibi yap biz de sana maas ödüyormus gibi yapalim’. Hindistan’da bu sözü biraz degistirmek gerekiyor: ‘Sen çalisiyormus gibi yap biz de sana güzel maas verelim’. Özel sektörle kiyaslandiginda IAS memurlari, elbette daha az kazanmakta ancak çogu özel sektör çalisaninin aksine lojman, bedava elektrik, su, telefon, birinci sinif ulasim ve diger baska sayisiz avantaja sahiptir. Hindistan’daki 21 milyon devlet memurunun %90’i III ve IV. kademe memurlardir – yani ögretmen, soför, kidemsiz memurlar vs... Özel sektörde ayni isi yapan meslektaslarindan neredeyse 3 kat fazla kazanmaktadirlar. Bu esitsizlik sadece Gana ve Fildisi Sahillerinde daha fazladir. Burada dikkate aldigimiz ise sadece maaslar. Tüm ek avantajlarina ragmen sarsilmaz bir is güvencesine sahiptirler. Hint Anayasinin hayli ilginç 311’inci maddesine göre yolsuzluga karismis bir devlet memurunu birakin isten atmayi kidemini elinden almak bile neredeyse olanak disidir. Ancak belki de çogu devlet memuru için en cazip unsur maasina ek bir gelir yaratma olanagidir. 1984’te annesi Indira Gandhi’nin suikasta kurban gitmesinin ardindan basa gelen Rajiv Gandhi belki de yolsuzlugun en büyük muhaliflerinden biriydi. Ona göre gelisim projelerine ayrilan ödenegin %85’i memurlar tarafindan ceplenmekteydi. Günümüzde sistemin içinde olanlar esasinda o kadar da farkli düsünmüyor. Bu raddede yolsuzlugun daha büyük tepkilere yol açmamasinin belki de en büyük sebebi Hint orta sinifinin ve ülkenin büyük ölçekli özel sektör tesebbüslerinin 1991’deki liberallesme hareketi sonrasinda, asiri devlet müdahalesinden büyük ölçüde muaf kalmasidir. Elitler, medyayi kontrol edenler ve kamuoyu yaratanlar bu sikintilardan en az etkilenenlerdir. Iste bu nedenden ötürü çogu yolsuzlugun azalmakta oldugu kanisindadirlar. Bu siniflarin göz ardi ettigi konu Hint Ruhsatlandirma Idaresinin (Licence Raj) kotalari, izin kagitlari ve saç bas yolduran yönetmelikleri halen ‘organize’ ekonominin disinda faaliyet göstermektedir. Hint orta sinifinin bakimli bahçelerinin ardinda devletin uzun kollari halen çok fazla insanin hayatinin içine erisebilmektedir. Bu insanlarin çogu fakirdir ve olan bitenin çogu Hint elitlerinin gözü önünde gerçeklesmektedir. Örnegin Yeni Delhi’de taksi görevi gören çekçeklerden 500.000 adet olmasina karsin, verilen lisanslarin üst limiti 99.000’dir. Çekçek sürücüleri belki Hint kentlerinin en fakirleridir. Lisans sayisini arttirmak veya kotayi tamamen kaldirmak yerine devlet 400.000’den fazla insanin yasadisi yollarla faaliyetlerine devam etmesine göz yummaktadir. Çekçek sahipleri de faaliyetlerine devam edebilmek adina polise her ay fahis rakamlardan rüsvet vermek zorunda kalmaktadir. Akil almaz baska bir yaptirim ise çekçek sahibinin ayni zamanda soförü olmasini gerektirmektedir. Bu, arka mahallelerden çikacak bir girisimcinin ikinci bir çekçek alarak baskalarina istihdam saglayamamasi anlamina gelmektedir. Haliyle birden fazla çekçeki olan girisimcilerin polise vermek zorunda oldugu rüsvet daha da artmaktadir. Hayat Hindistan’daki fakirlere çok acimasiz davranabilmektedir. Uzmanlara göre Hindistan’da bagimsizliktan beri açlik salgini olmamasinin sebebi demokrasidir. Kitlik anlarinda seçim baskisi ve özgür medya Hint hükümetinin gerekli yardimlari etkin bir sekilde dagitmasi için yeterince tesvik olabilmektedir. Ülkedeki son büyük açlik dalgasi bagimsizliktan önce, Ingiliz idaresi altinda 1940’li yillarin baslarinda meydana gelmistir. Bu açlik dalgasi milyonlarin hayatina mal olmustur. Çin’le kiyaslandiginda Hindistan’in bagimsizliktan beri açliga engel olmasi aslinda büyük bir basaridir. Zedong idaresindeki 1950’li yillarin Çin’i açliktan 30 milyonu askin vatandasini kaybetmistir. Ancak Hint demokrasi fakirlerin haklarini korumak, temel egitim ve saglik hizmetleri saglamak konusunda otoriter Çin yönetiminden bir hayli geridedir. 1950 Anayasasinda net bir sekilde ifade edildigi gibi Hint devletinin birincil görevi açligi yok etmek ve her vatandasina içecek temiz su temin etmekti. Yeni Delhi’nin bu alandaki basarisizligi eskisi kadar kötü degil. Yakin zamanlarda yasanan ekonomik büyüme ivmesi fakirligin istikrarli bir sekilde azalmasina katkida bulunmustur. Fakirlik siniri altinda yasayan insanlarin orani 1980’de %40 dolaylarindayken bu oran 2001’e gelindiginde, %26 seviyesine inmistir. Gerçi bu, 2006’da hala 300 milyon kisinin bir sonraki ögünlerinin nereden gelecegini bilmemesi anlamina gelmektedir. En kötüsü çocuklarin kolaylikla engel olunabilecek su kaynakli bir hastaliktan hayatini kaybetme riski altinda yasamasi demektir. Her yil ishalden ölen Hintli sayisi 1 milyon kisi civarindadir. Hindistan’in basarisizliklari kesinlikle kaynak kitligiyla ilgili degildir. Botsvana ve Banglades gibi çok daha fakir ülkelerin Hindistan’i geride birakan yasam kalitesi gelisim göstergeleri bulunmaktadir. Yeni Delhi sadece nükleer basliklarla dolu bir mühimmat gelistirip saklayacak sermayeye degil ayni zamanda Çin’le girdigi yarisi biricilikle tamamlayarak 2010 yilina kadar uzaya çikma iddiasinda bulunabilecek maddi kaynaklara sahiptir. Buna karsin Hindistan inatla fakir halkinin en temel ihtiyaçlarini karsilayamayacak kabiliyette oldugu izlenimini vermekte. Bunlarin basinda gecekondu bölgelerine düzgün tuvaletler, ilkokul tahtalarinda kullanilacak tebesir, köylerdeki saglik ocaklarinda kullanilacak steril igneler gelmektedir. Ülkede gün geçtikçe artan HIV-AIDS tehdidi karsisinda saglik sisteminin hala çok yetersiz olmasi özellikle endise yaratici bir konudur. Gelismekte olan ülkeler arasinda Hindistan belki de saglik sistemi altyapisina en az yatirim yapan ülke konumundadir. Devletin büyük basarisizliklari arasinda fakirlik siniri altinda yasayanlara verilen gida sübvansiyonlari gelir. Daha önce de belirtildigi gibi açlik tehlikesi karsisinda devletin ihtiyaç sahiplerine yardim ulastirma becerisinde hiçbir sorun yoktur. Buna karsin 5 yasin altindaki Hint çocuklarinin %47’si, BM standartlarina göre kronik olarak yetersiz beslenmektedir. Yetersiz beslenen çocuk genellikle tüm yasami boyunca hem zihinsel hem de fiziksel olarak yetersiz kalacaktir. Yetersiz beslenenlerin çogunun kiz çocugu oldugu düsünüldügünde kendi bünyesindeki mineral eksikliklerini kendi çocuguna aktarmasi kaçinilmazdir. Böylesine teknolojik ilerlemeler kaydeden bir ülke nasil olur da böylesine temel bir ihtiyaci karsilayamaz? Hint gida sübvansiyon sistemini daha yakindan incelemek bizi dogru cevaba biraz daha yaklastirir. Mesele gida yetersizligi degildir. Ülkedeki tahil üretimi bagimsizliktan beri neredeyse 4 kat artarken bu süre zarfinda nüfus sadece 3 kat artmistir. Hükümet sayisiz deposunda büyük miktarlarda gida depolamaktadir. 2003 yilinda Hindistan ambarlarinda 60 milyon ton tahil vardi. Bu, fakirlik sinir altinda olan her bir aile için 1 ton tahil dagitilabilecegi anlamina gelmekteydi. Ambarlardaki bu miktar tüm dünya tahil stoklarinin %20’sine tekabül ediyordu. Sorunun cevabi bütçe harcama kisitlamalarinda da yatmiyor. Hindistan’in savunmaya ayirdigi bütçe tüm fakirlikle mücadele programlarina ayrilan bütçeden daha yüksektir. Sorumuzun cevabi ne yazik ki Hint devlet memurlarinin düsünce yapisini degistirmemesinde ve halkin bürokratik engeller karsisinda yasadigi sikintiyi seçim gününde gerçekten etkili olacak reformlara dönüstürememesinde yatiyor. Ancak Hindistan’in daha iyi çözümler bulma kabiliyetinin çok ciddi sonuçlar doguracagi kesindir. Alinan kararlarin olumlu veya olumsuz etkisi ise ülkenin ulusal sinirlarini kesinlikle asacaktir. Gecekondu mahallelerinde yasayanlar için daha iyi bir hayata adim atmanin yolu devlet için çalismaktan geçiyor. Fakirler için, devlet bir dost oldugu kadar ayni zamanda bir düsman. Kendilerini fakirlikten kurtaracak bir basamak misali, onlari cezbetmekte ama yardim için basvuruldugunda midelerine inen bir yumruk seklinde karsilarina çikmaktadir. Hint fakiri için devlet asla terk edilemeyecek dayakçi bir baba gibidir. Devletin günahlari ise halki araciligiyla devam edecektir. * * * Verimsizlik ve israf, Hindistan’i derinden etkileyen ve acilen çözüm isteyen baska bir sorundur. Örnegin Uttar Pradesh bölgesindeki yollar o kadar kötüdür ki; eyaletteki çiftçilerin çogu mallarini pazara ulastiramamaktadir. Üretilen veya sagilan tarim ürünlerinin sadece %2’si çiftlikteki degerinin üstüne bir katma deger getirmektedir. Hint tarim ürünlerinin %30’dan fazlasi daha pazarlara ulasmadan çürüyüp telef olmaktadir. Isgücü eksikligini suçlamak çözüm degildir, çünkü her 2 km’lik yol için bir karayolu isçisi bulunmaktadir. Isten atilamayacagini bilen bu isçilerin birçogu günlerce görev yerlerine bile ugramamaktadir. Biri agzini açtiginda, hemen isçi haklarinin ihlal edildigi haykirilmaktadir ancak zavalli çiftçinin derdini dinleyenlerin sayisi yok denecek kadar azdir. Ancak karayolu isçilerinin hepsi islerine düzenli olarak gitse bile Karayollari Müdürlügü tüm ödenegini maaslara yatirdigindan isçilerine verecek ekipman ve malzeme kitligi vardir. Uttar Pradesh’teki karayollari çalisanlari standart ücretin neredeyse 3 katini kazanmaktadir. Buna benzer bir isleyisi devletin pek çok kurumunda görmek mümkündür. Bunun basinda fakir kuzey eyaletlerindeki gelisim programlari gelir. Hindistan’in en fakir eyaletlerinde her 70 cent’lik dogrudan yatirima karsilik maaslara 1$ ödenek ayrilmaktadir. Bu rakam kibarca ‘sizinti’ diye tabir edilen yolsuzluk firesinden öncedir. Basitçe ifade etmek gerekirse birkaç milyon devlet memuruna ayrilan ödenek belki de fakirlik siniri altinda yasayan yüz milyonlarca insan için gereken sermayeden daha fazladir. Hindistan’in yillik bütçesinin büyük bölümü devletin çalisan ve emeklileri için ihtiyaç duydugu maaslari ödemek için aldigi borcun faizine akmaktadir. Bunun sonucunda merkezi ve yerel hükümetlerin toplam cari açigi GSYIH’nin neredeyse %10’una karsilik gelmektedir. Devlet, harcamalarina yetismek için o kadar çok borçlanmaktadir ki; geriye kalan nüfus için daima sermaye sikintisi bulunmaktadir. Borçlanmak pahalilastikça yatirimlar azalmakta ve potansiyel istihdam olanaklari ortadan kalkmaktadir. Buna ek olarak devletin maaslara ayirdigi yüksek oran nedeniyle, yine dogrudan ve dolayli olarak istihdam saglayacak altyapi çalismalari da ciddi sekilde aksamaktadir. Oysaki daha iyi yollar, elektrik baglantisi, iletisim altyapisi özel sektörün de girisimciligini tesvik ederek istihdam olanaklarinin artmasina neden olacaktir. Biri kisir digeri erdemli bu döngüler arasindaki fark, bir kusakta yüz milyonlarca insanin fakirlikten kurtulmasi veya ürünlerinin çürümesini izleyen halkin çocuklari için daha iyisi olur umudu arasindaki farka esdegerdir. Hint devletinin söyledikleriyle yaptiklari arasindaki tutarsizliktan konusurken ‘takiye’ kelimesini kullanmak fazlasiyla yetersiz kalmaktadir. Amartya Sen’e göre Hint devlet politikalarinin sonuçlari kendi askerini vuran ‘dost atesine’ benzemektedir. Bunu görmek için fakirligi azaltmak üzere ortaya atilan çiftçi fiyat destek sistemine bakmak yeterlidir. Bu sisteme göre devlet çiftçiden piyasa normlarindan daha yüksek fiyatlara tahil ve pirinç satin almaktadir. ‘Minimum destek fiyati’ kuramsal olarak mantikli gelmektedir. Ancak uygulamada ‘maksimum destek fiyati’dir. Sulama altyapisi düzgün olan eyaletlerdeki büyük zengin çiftçiler dagitilmakta olan sübvansiyonun neredeyse tamamini kapmaktadir, çünkü sadece tahil üretim miktarlari çok yüksek degil ayni zamanda meclis koridorlarinda inanilmaz etkili lobi faaliyetleri yürütmektedirler. Devlet müdahelesi gida alim fiyatlarini ciddi ölçüde yükselttiginden satis fiyatlari da ayni oranda yükselmektedir. Yüksek gida fiyatlari herkesi etkilemekte ancak elbette en fazla fakir kesim hasar görmektedir. Hindistan’in gida politikasi fakirlik denen düsmani hedefler ancak tek yaptigi fakire kursun sikmaktir. Hindistan’daki en büyük sorunlardan baska biri de hukuk sistemidir. Daha iyi maas veren özel sektörün istihdam olanaklari arttikça, savcilik ve hakimlik pozisyonlarina basvuran kalifiye Hintli avukatlarin sayisinda önemli bir düsüs kaydedilmektedir. Öte yandan Idari Hizmetler (IAS) biriminde oldugu gibi hukuk sisteminde de ciddi yolsuzluklar dönmektedir. Pek çok hakim, davalarin sonucunu belirli ücretler karsiligi degistirecek özgürlüge sahiptir. Ne de olsa bir hakimi pozisyonundan etmek için parlamentonun 2/3’lük oy çokluguna gerek duyulmaktadir – Anayasada bir madde degistirmekle ayni oran! Bazi hakimlerin belli davalar için fikslenmis fiyatlari oldugu bile söylenmektedir. Narkotik suçundan beraat için X rupi, cinayetten beraat için Y rupi vs. Örnegin, yolsuzluga bulasmis pek çok hakim para tahsilati için akrabalarini kullanmaktadir. Tüm bunlar bir yana, Hint hukuk sisteminin daha da büyük bir sorunu vardir. O da kapanmamis davalar. 2006 rakamlarina göre hala sonuca ulasmamis 27 milyon dava bulunmakta. Su anki isleyis hiziyla bu davalarin sonuçlanmasi için 300 yil gerekmektedir. Sorunlu hukuk sisteminin Hint toplumu üzerindeki faturasi çok büyük. Yüksek mahkemeler önemli davalarin sira atlamasina müsaade etse de siradan bir cinayet davasinin dinlenmesi bazen 15 yil kadar sürmektedir. Bu noktada taniklarin çogu ya ölmüs veya mahkemede dikkate alinabilecek herhangi bir detay hatirlayamaz hale gelmektedir. Suçlularin çok küçük bir kismi ceza almaktadir. Yavas isleyen hukuk sisteminin bir de ekonomik boyutu vardir. Hukuki ihtilaflar nedeniyle su anda, ülkede bagli bulunan sermaye 75 milyar dolar civarindadir. Bu 2006 yilinda Hindistan GSYIH’nin %10’una denk gelmekteydi. Bu sermaye istihdam yaratabilecekken sistemin yavasligindan kullanilamaz hale gelmistir. Henüz bitmemis 27 milyon davanin büyük bir bölümünü elbette devlet mercileri arasindaki davalar meydana getirir Ancak çok daha büyük bir oran asliye mahkemelerinde gerçeklesen arsa, tapu, miras, bosanma, vesayet gibi aile içi anlasmazliklardan kaynaklanir. Reform olacaksa, asliye davalarinda olma olasiligi daha yüksektir. Bunun için çalismalar sürmektedir. Hedeflerden biri, ABD’de benzerleri olan ve yüz binlerce davanin mahkemelere tasinmadan uzlasiyla sonlanmasini saglayan "arabuluculuk ofisleri"’dir. Sosyal durumunuz ne olursa olsun, Hindistan’in hangi kösesinden geliyor olursaniz olun, Hint devletiyle deneyiminizi belirleyen sey, devletin hangi kurumuyla degil hangi sahsiyetiyle münasebetiniz olacagiyla ilgilidir. Günümüz Hindistan’inda bile kisiler genelde kanunlardan üstündür. Artik devletin Hint fakirlerine saygi göstermesi çok nadir rastlanacak bir seydir. Hindistan ‘zayif-güçlü’ bir devleti olan ‘zengin-fakir’ bir ülke olarak tanimlanmistir. Hindistan’da nereye baksaniz devletin o uzun kollariyla karsilasmaniz mümkündür ancak devletin güçleri sik sik topluluk veya bireyler tarafindan kendi çikarlari için kullanilir. Tüm bunlari fakirlerin iyiligi için yaptiklarini söyleseler de... Alt Kastlarin Yükselisi Tarihi Hindu yazitlarinda sikça karsimiza çikan ‘darma’ diye Sanskritçe bir kelime vardir. Genelde ‘görev’ veya ‘din’ anlaminda kullanilir. Ancak ‘darmik’ olan biri ‘erdemli’dir. Ancak kelimenin anlami çok katmanlidir. Eski metinler yasam darmasindan söz eder. Buna göre bireyin daima dürüst, saygili, kanunlara uyan cömert biri olmasi gerekir. Ayni zamanda idari darma da vardir ki burada kralin huzuru ve istikrari korumasi gerekir. Ve elbette her seyin birbiriyle olan uyumunu ve ruhaniligini saglayan evrenin darmasi vardir. Ancak Hindistan’in geleneksel sosyal yapisini anlamak için belki de bakilacak en dogru yer kastlarin darmasidir. Her kastin farkli bir darmasi vardi. Bunlar kisinin dogdugu kasta göre birbirinden degisik sosyal görevler edinmesine neden oluyordu. En tepede ruhani Brahmin kasti vardi. Bu kasttan olanlar, toplumun dini ve ruhani islerinden sorumluydu. Brahminler ayni zamanda kelimelerin ‘ilahi gücü’ne sahipti ve okuma-yazma müsaadesi olan tek kastti. Ardindan savasçi Kshatriya kasti gelirdi. Onlarin görevi orduyu ve kral olarak dünyevi yasami yönetmekti. Yanlis kasttan bir kral çikmasi halinde Brahminler hemen gerekli Kshatriya aile agacini olustururdu. Geleneksel siralamada üçüncü gelen Vaishya denen tüccar kasti bazi üstün kastlar tarafindan hirsiz olarak görülse de toplumun günlük ihtiyaçlarini karsilamak gibi önemli bir sosyal görevleri vardi. Birincil görevlerinden biri Hindistan’da çok eskiden beri para yerine geçen büyükbas hayvanlarin bakimiydi. Dördüncü sirada toplum zincirinin sonunda olan çiftçi, hizmetçi ve bazen de rütbesiz asker gibi görevler üstlenen Sudra kasti gelir. Sudra’lar toplumun diger kastlarindan uzak dururdu. Hatta kutsal Vedic yazitlarini okumalarina bile müsa de edilmezdi. Kutsal Manu yazitlari, her kastin üstlenecegi görevleri detayli sekilde anlatirken her bireyin kendi darmasina siki sikiya bagli kalmasini ögütler. Bu siniflamalarin ötesinde ve tüm toplumdan soyutlanmis kast-disi parya veya dokunulmazlar vardi. Yazitlar onlardan sadece ‘kirlilik’ olarak söz eder ve onlarla temastan kaçinilmasini nasihat eder. Bir dokunulmazin hazirladigi yemegi yemezlerdi. Toplumdaki görevleri diger kast mensuplarinin yapmayi aklina getirmeyecegi isleri yapmakti. Bunlarin basinda insan diskisi temizlemek veya eceliyle ölmüs bir inegin derisini yüzmek gibi isler gelirdi. Kutsal yazitlar kastlara göre cezalandirma sistemi de gelistirmisti. Ayni suçun cezasi her kast için farkliydi. Örnegin bir Brahmin’i asagilayan Sudra ölüme mahkum edilebilirken bir Sudra’yi öldüren Brahmin kedi veya köpek öldürmüs gibi hafif bir ceza alirdi. Hint toplumuna ait klasik bilgiler böyle olsa da son zamanlarda yapilan arastirmalar, bu kurallarin toplumsal uygulamada hiç de o kadar siki olmadigina isaret etmekte. Önemli bulgulardan biri ister sans ister ittifakla olsun bireylerin kastlarini degistirebildikleridir. MS 800- 900 siralarinda Müslümanligin ve onlarin militan esitlik anlayisinin yayilmaya baslamasi Hinduizm içinde yeni bir kast-karsiti hareketin olusmasina neden oldu. Bhakti olarak bilinen bu ayrilikçi tarikatlar tanri önünde herkesin esitligini savunarak her kasttan kendilerine destekçi bulabildiler. Ancak zaman içinde bu kast-karsiti hareketler de yeni birer kasta dönüstü ve geleneksel hiyerarsi içinde yerlerini aldi. Hinduizm ona karsi gelenleri pasifize etme ve sindirme konusunda özel bir beceriye sahiptir. Kati oldugu kadar esnektir de. Ayni modern Hindistan toplumunda oldugu gibi. Ülkenin alt sinif kastlari onyillardir taninmak ve daha fazla esitlik elde etmek için mücadele etmekte ancak daha gidecek çok yollari var. * * * Hindistan’in düsük kastlarini yönetenlerin Hint demokrasisinin zorluklarini anlayabilmeleri için uzun süre gerekmistir. Ancak simdi bu konuda herkesten üstünler. Hint politika sahnesinde alt kast mensubu seçmenlerin diger kimse de olmayan bir avantaji var – insan fazlasi. Hint nüfusunun neredeyse yarisi o veya bu sekilde alt kastlara mensuptur. Buna 150 milyon Müslüman Hintliyi ve kendi dilinin konusuldugu bölgenin disinda yasayan diger gruplari da hesaba katarsak esasinda Hint toplumunun yarisi resmi olarak azinlik kabul edilir. Alt kastlarin partileri bir avantaja daha sahip – herhangi bir kasta mensup olmayan rakipleri mesajlarini olabildigince genis bir tabana ulastirmak durumunda. Örnegin Kongre Partisi, laik ve kapsayici Hint ulusalciliginin ve merkezi ekonomi bakis açisinin altini çizerek daha genis tabanlara yayilma amacinda. Hindu ulusalci yaklasimli Hindistan Halk Partisi, Müslüman ve Hiristiyanlar disindaki herkese hitap etme gayretinde. Hint nüfusunun %85’ini Hindular olusturmakta. Ancak alt kast partileri mesajlarini acimasizca kendi dar oy tabanina hitap edecek sekilde sekillendirebilmektedir. Baska bir deyisle kendi ‘oy potansiyellerini’ bir araya getirme konusunda çok daha etkindirler. Ancak uyguladiklari strateji, kendi oy tabanlari disinda bir topluluga ulasma sansini büyük ölçüde sinirlamaktadir. Tüm alt kast partileri ortak bir amaç etrafinda dev bir ‘tek parti’ kurabilse, belki de Hindistan’da sonsuza kadar iktidar olabilirler. Peki buna engel olan nedir? Sorunun en basinda alt kast partilerinden her birinin sadece kendi azinligini temsil etmesi gelir. Alt kast politikacilari alt siniflarin ortak yönlerini vurgulayarak birlestirme gayretinde degil. Tersine, onlari birbirinden ayiran unsurlarin altini çizerek bölünmeyi daha da derinlestirmektedirler. Bu yaklasim sinif politikasindan ziyade etnik politikayla daha fazla benzerlik göstermektedir. Günümüzde alt kast mensuplarinin tamami tarihte haksizliga ugradiklarini, sosyal hiyerarside, esasinda daha üst siralarda olmalari gerektigini iddia eder. Savlarini desteklemek için hepsinin kendine özgü gururlu mitolojik hikayeleri vardir. Bu insanlar daha üst kastlarin inandiklari tanrilara inanmakta, yaptiklari törenleri ve gelenekleri taklit etmektedir. Buna karsin politik sürece bakacak olursak alt kast hareketinin üstlerine benzemekten öteye gittigi görülecektir. Brahmin rol modellerini kültürel ve dini davranislarinda oldugu gibi taklit edeceklerine, alt kast mensuplari üst siniflardan intikam almak ve kendi düsük sosyal statülerini telafi etmek için politikayi ustaca kullanmaktadir. Isin ilginci genellikle istediklerini elde etmektedirler. Hindistan’daki olumlu ayrimcilik programi dünyanin en büyügüdür. Hindistan’daki kamu görevlerinin neredeyse %50’si 3 farkli alt kast arasinda bölüstürülmüstür. Hint kabile kökenli Adivasis’ler %10; Dalit’ler %12.5 ve diger geri siniflar’ %27’lik bir orana sahiptir. Bazi bölgelerde yerel hükümette çalisacak alt siniflarin orani %65’i geçmektedir. Bu pozisyonlara seviye belirleme sinaviyla hak kazanma olasiligi çok zayiftir. Uygulamaya baktigimizda, sözkonusu pozisyonlarin atanmasi ilgili kast liderinin sorumlulugundadir. Ödeyecek paraniz varsa bu pozisyonlarin pek çogunun satilik oldugunu belirmekte de fayda var. Örnegin kamu dairesinde soför olarak ise baslamak için yapilmasi gereken ödeme 100.000 Rupi (2300$) kadardir. Bunun demokratik dünyadaki en büyük ve kapsamli iltimas sistemi oldugu söylenebilir. Alt kast parti liderlerinin bu sistemin kapsamini genisletmek disinda, parti politik gündeminde elle tutulur bir hedefi yoktur. Ekonomi, dis politika veya savunma gibi elzem konularda kimsenin yayinlanmis politik manifestosu bulunmamaktadir. Alt kast partilerin destekçilerine sunabilecegi tek sey, çok-partili koalisyonlarda, parlamentonun gerektirdigi koltuk sayisini doldurma karsiliginda, büyük partilerden daha büyük haklar ve imtiyazlar elde etmektir. Önemli bakanliklarda görevli politikacilar, Hindistan’in ekonomisini nasil daha iyi yönetilecegine dair tutarli bir plan ortaya koymamis olsalar da neredeyse tamami büyük kamu istiraklerinin özellestirmesine siddetle karsi gelir çünkü böyle gelismelerin iltimas güçlerini azaltacaginin farkindadirlar. Hindistan’da modernlesme yanlisi her birey, kastlar arasinda politika dahil her alanda daha ilimli ve medeni bir rekabet olmasini diler. Basta kentsel alanlar olmak üzere ülkenin güneyindeki daha gelismis bazi bölgeler kastlar arasi husumetlerin sulandirilabilecegi inancini yükseltmekte. Buna ragmen kastlar yine de Hint sosyal yasaminin her alaninda kendini gösterir. Bunun en iyi kaniti 2006 yilinda gerçeklestirilen ulusal ankettir. Burada katilimcilarin %74’ü kastlar arasinda evliliklere karsi olduklarini belirtmistir. Egitimli ve agirlikli olarak kentsel bölgelerde yasayanlar arasinda bu oran sadece %56’ya gerilemektedir. Benzer sekilde katilimcilarin %72’si çocuklarinin müstakbel eslerini ebeveynlerin seçmesinin dogru oldugunu düsünmektedir. Kentli nüfustan bu görüse katilanlarin orani %59’dur. Kentlerde köy hayatini derinden etkileyen geleneksel kast islevlerinden ve tabularindan kurtulmak elbette biraz daha kolay. Kentlerde taninmamak çok daha kolay ancak bu size yüklenen kast kimliginden tamamen arinabileceginiz anlamina gelmez. Bir köylüye kiyasla kentlerde kastlara özgü bir is veya görevle yükümlü olma olasiliginiz daha düsük olacaktir. Ancak basta politika olmak üzere Hindistan’da kastlar etkinliklerini sürdürmekte ve kisa vadede yitirecek gibi görünmemektedir. Dinmeyen Tehdit: Hindu Milliyetçiligi Ülkedeki Ulusal Gönüllüler Örgütü (RSS) Hindu milliyetçiliginin odagindadir. Resmi rakamlar açiklanmasa da tahmini üye sayisi 2-6 milyon kisiyi bulmaktadir. Üye sayisinin 2 milyon oldugunu kabul etsek bile bu örgütün dünyada Çin Komünist Partisinden sonra en büyük siyasi hareket oldugu anlamina gelir. Bu hareketin önemli olusumlarindan biri 1998-2004 yillari arasinda koalisyon hükümetinin basinda bulunan Hindu milliyetçisi Bharatiya Janara Partisidir (BJP). Hindu milliyetçiligini daha iyi anlamak için çesitli görüsmeler ayarlamistim. Görecegim ilk kisi RSS dergisinin editörü ve her yil düzenlenen ‘subay egitim kampinin’ lideri Tupkary’di. Ona göre insan irkinin gelisimini anlamanin tek yolu ‘biyo-gelecekçilik’ biliminde yatiyordu. Söyle devam etti: “Insan beyninin iki yarisi vardir. Çesitlilikle ugrasan sag beyin ve tek düzelikle ilgilenen sol beyin. Tipik bir Hintli sag beyinliyken tipik bir Avrupali sol beyinlidir ancak elbette istisnalarla fazlasiyla karsilasiriz. Sag beyni baskin olan toplumlar karmasik düsüncelerle basa çikabilir ve demokratik ve dagitilmis bir idari yapi benimserler. Sol beyni baskin olan toplumlarsa daha disiplinli olmakla beraber otokratik ve merkezi idari yapi benimserler. Hindular sag beyin, Müslümanlar sol beyin. Çok tanrili Hintliler sag beyin, tek tanrili Avrupalilar sol beyin. Insan gelisiminin yazilimi Hindistan’dan, donanimi ise Batidan gelmektedir”. Tupkary’ye göre bagimsizliktan sonra Bati’da egitim almis kisilerin yönetimde çogalmasiyla birlikte Hindistan ciddi sekilde yolundan sapmisti. Laik bir anayasa gibi basit çözümlere inandirilan Hint halki kendinden uzaklasmisti, ancak ülke simdilerde dogal yapisina bir geri dönüs yasamaktaydi. “Batililarin gözden kaçirdigi bazi gerçekler var. Hindistan, Müslümanlarin ve Avrupalilarin akinina ugramadan çok önceleri gelismis bir toplum halini almisti. Tip ve bilimde büyük ilerlemeler kaydedilmis, yasam standartlari yüksekti. Medeniyetler Hindistan’da dogdu ve dünyaya yayildi. Hindistan evrenin küçük bir temsili gibi. Içinde mümkün olabilecek tüm egilimleri ve tezatlari barindiriyor.’ Hindu milliyetçisi BJP’nin 1998 seçimlerinde basa gelmesiyle bazi degisimler daha gözle görülür hale geldi. Ellerindeki kanitlar yetersiz olsa da hedefleri net olan Hindu milliyetçi hareketi, tarihlerini yeniden yazmaya koyuldu. Hedef Hindistan’in Yunanlilari, Çinlileri ve Babillileri geride birakarak dünyanin en eski medeniyeti oldugu gerçegini kanitlamakti. Medeniyet Hindistan’dan tüm dünyaya ihraç edilmisti. Iddia cesurdu ama büyük bir eksigi vardi – güvenilir bilim adamlarinin ortaya koyacagi kanitlar. Bu kurama daha fazla sayginlik kazandirmak için 1998-2004 yillari arasinda BJP adina Milli Egitim Bakanligini yürüten Joshi inanilmaz bütçeler ayirmistir. Kurama karsi gelenlerin yurt içinde ve hatta yurt disinda konferans ve seminerlerde konusmalarina engel olunmaya çalisilmistir. Hindu milliyetçilerinin kendilerine yakistirdigi tarih henüz bilimsel kanitlardan yoksun olsa da popüler kamuoyunun aklina yer etmeyi basarmistir. Nüfuz ettikleri ilk sey okul kitaplaridir. Antik çaglarla ilgili tarihsel gerçekleri saptirmak bir yana, yakin tarihe ait gerçekler de degisiklige ugramaktadir. Örnegin, Güney Hindistan limanlarina barisçil sekilde gelip yayilan Müslümanlari yok sayarak kendilerinin kiliçtan geçirildiklerini söylemektedirler. Vahsetin bölgelerine Müslümanlarla geldigini iddia edip buralarda yasayan Budistlere ne oldugunu açiklamamaktadirlar. Bu tarih kitaplarinda kastlardan ve bu siniflarin toplumda yarattigi sikintilardan söz edilmemektedir. Modern Hindistan tarihi kisminda Gandhi’nin 1948’de Hindu milliyetçisi tarafindan öldürülmesi ise tamamen çikarilmistir. Altta yatan söylem açikti: Hindistan Hindu’ydu, Hindu’lar ise Hindistan. Baska kimliklere yer yoktu. Diger alt kastlarin yasadigi deneyimler satirlardan silinmisti. * * * Siyaset bilimci Benedict Anderson ulus-devletleri tanimlarken onlardan ”hayali toplumlar” olarak söz eder. Hayali çünkü, en küçük ulusun mensuplari bile kendi milletinden olanlarin çogunu hiçbir zaman tanimayacak olsa da, akillarda bir arada olmanin hayali kurulmaktadir. Gezegende yasayan insanlarin çogu, kendi uluslarini baski veya devrimle ayaga kalkan canli bir varlik gibi görmekte. Ancak bu, diger ulus devletler karsisinda kendi kimliklerini olusturma arayisina nasil girdikleri konusunda bize fazla bir bilgi vermez. Uluslari olusturmadaki en temel gereçlerden biri tarihi bilgiler arasindan birlestirici öykü veya destanlar seçip ortaya atmaktir. Britanya ve Fransa dahil en eski ulus devletler bile ulusal bayramlari, milli anitlari ve egitim sistemini bu kapsamda sekillendirir. Bu anlamda Hindistan tüm diger ülkelerden farklidir çünkü ulus hakkinda iki çok farkli ve de birbiriyle rekabet halinde olan farkli düsünce vardir: Ilki bagimsizlik mücadelesi sirasinda Kongre Partisinin gelistirdigi, agirlikli olarak çogul, laik ve birlesik bir Hindistan; ikincisiyse Hindu milliyetçi hareketinin ivme kazandirdigi ve ülkeye daha ayricalikli bir Hindu kimligi kazandirmayi amaçlayan düsüncedir. Ikinci düsüncenin ilkine ciddi bir rakip olmasindan söz etmek sadece son 20 sene içinde mümkün olmustur. 1990’li yillar Hint politikasi ve devleti için çalkantili ve kafa karistirici bir dönemdi. Bir zamanlar baskin olan Kongre Partisinin keskin ve hizli düsüsü yeni siyaset anlayislarinin gelismesi için meydani bos birakti. Ancak yeni anlayis, eskisinden çok daha akiskan ve daha az öngörülebilir bir hal almistir. 1947-1989 yillari arasinda Hindistan’da 6 basbakan görev yapmisken 1989-2004 bu rakam 7 olmustur. Güç kaybeden Kongre Partisinden bos kalan koltuklar alt kastlara ait bölgesel parti delegeleri tarafindan doldurulmustur. Bu gruplar sistem içinde kendi statüleri hariç, Hindistan hakkinda pek birseyden haberdar degildi. Oylarin bölünmesi konusunda ciddi bir tehdit unsuru olsalar da alt kast partileri, Kongre Partisinin Hint ulusuyla ilgili hakim düsüncesine rakip olamamistir. Kalan bosluklar ise Hindu milliyetçiligi ile doldurulmustur ki; bu digerlerinden çok daha etkili bir güç olmustur. Politik kolu BJP olan Sangh Parivar hareketinin temel amaci Hint ulusal kimligini Hindu düsüncesine daha yakin taraflara çekmek olmustur. Hint tarihinin yeniden yazilmasi bu kapsamli projenin temel taslarindan biridir. RSS örgütü Nagpur kentinde 1925 yilinda tip doktoru Hedgewar tarafindan kurulmustur. Kongre Partisini olusturanlar agirlikli olarak gazeteci ve hukukçulardan olusurken RSS üyeleri genellikle bilimsel alanlarda geçmisi olan insanlardi. Her iki olusumun üyeleri geçmiste oldugu gibi bugünde agirlikli olarak Brahmin kastindan gelmektedir. Ilk baskan Hedgewar gibi onu takip eden üç baskan da bilimsel alanlarda egitilmis insanlardi. Buna göre Hindu milliyetçi akiminin Hindistan hakkindaki fikirleri bilimsel imgelerle doludur. 19. yy sonu Alman ve Fransiz romantik milliyetçileri gibi RSS’de ulusu, ulusal topraklara kök salmis canli bir organizma olarak kabul eder. Bireyin konuyla ilgili bir seçim hakki oldugunu ima ettiginden Batili ulus devletlerde sikça karsilastigimiz bireylerarasi hayali ¨Sosyal Sözlesmeleri” yok sayarlar. RSS’nin organizasyon yapisi Avrupa kaynakli fasizmden ilham alir. RSS’nin temel birimi Hindistan’in degisik bölgelerinde onbinlerce mahallede her sabah tatbikat yaptiran ve milliyetçi hikayeler anlatan bireylerden olusan ¨Shakha” dir. Her sabah yüzbinlerce hatta belki bir milyona yakin insan yerel shakha’sina giderek dövüs sanatlari icra etmekte, milliyetçi söylemler dinlemektedir. Giydikleri üniforma Ingiliz sömürge polisinin giydigi yesil üniforma ile Mussolini’nin Kara Gömlekler örgütünün üniformalarina benzer sekilde dikilmistir. Shakha’lar bir bakima hem Mussolini’nin fasist hareketini, hem de Almanya’daki Nazi Hitler Gençlik Hareketinin temel taslarini olusturan yari-silahsizlanmis hücrelere fazlasiyla benzerlik göstermektedir. RSS yetkilileri Shakha’lari zorluklar aninda kendini beden için feda etmesi gereken hücreler olarak görmektedir. Temel amaç Islamiyetin ve Batinin erkeksi kültürlerine boyun egmemek için daha erkeksi bir Hinduizm yaratmak. Bu bakis açisi Hindistan’in ve Hinduizmin asirlar içinde fazlasiyla ¨disil” oldugu tanisina dayanmaktadir. Milliyetçilere göre disil Hindu bedeninin kirilganligi, dis güçlerin ülkeyi kolaylikla himaye altina almalarini kolaylastirmistir. Buna göre tektanrili veya Semitik kültürlere karsi kendini daha iyi koruyabilmek için, onlarin birlik ve organizasyon yapisini kopyalamak gerekmektedir. Bu durum neredeyse her yönüyle örnek bir Hindu olan Gandhi’den Hindu radikallerin neden bu kadar nefret ettigine açiklik getirmektedir. Gandhi siddet karsitiydi ve Hindular bu yaklasimi fazlasiyla ¨disil” buluyordu. Gandhi diger dinlere sevgi ve saygidan söz ediyordu. Bu onu bir vatan haini yapmisti. Gandhi’yi öldüren Godse’de bir RSS ailesinden gelmekteydi. RSS’nin temel amaci kendi hayalindeki Hindu toplumunu yaratmakti, buna göre toplumun tüm hücreleri bütünle uyum içinde olmak durumundaydi. Kendi hayali toplumlarinda birey Hindistan’i sadece anavatani olarak degil ayni zamanda kutsal topraklar olarak görecekti. Bu elbette dini besleyen degerler için Mekke’ye veya Roma’ya bakan Hintlileri dislayan bir yaklasimdi. RSS’nin kutsal kabul ettigi kitaplarin yazari Golwalkar, Hindistan’daki yabanci irklarin ya Hindu kültürünü benimseyecegini ya da vatandaslik haklari dahil tüm haklardan yoksun birakilmasi gerektigini savunmustur. Bu yaklasima göre Müslüman ve Hristiyanlar sadece yabanci degil ayni zamanda baska irklara mensuptular. Ancak burada göz ardi edilen önemli bir unsur var. Hindistan’daki Müslüman ve Hristiyanlarin sadece çok küçük bir kismi göçmen olarak Hindistan’a gelmistir. Ezeli çogunluk, tarih boyunca kastlarinin düsük statüsünden bezmis ve yeni bir umutla din degistirmis Hindularin torunlaridir. Hindistan’da Hristiyanlik MS 100, Müslümanlik ise MS 800-900 yilindan beri varligini sürdürmektedir. Tüm bu söylemlere ragmen RSS, Hindistan’in dini azinliklari için kapiyi az da olsa açik birakmis durumda. BJP iktidari sirasinda Basbakan Yardimciligi görevini üstlenen Advani, Hindu Müslümanlari ve Hindu Hristiyanlari onayladigini ifade etmis. Baska bir deyisle tanriya ulasmanin birden fazla yolu oldugunu kabul etmekte. RSS’nin ayni zamanda Hinduizme geri dönmek isteyen Müslüman veya Hristiyanlarla ilgilendigi bir program da bulunmakta. * * * RSS üyeleriyle muhattap olmak asla beklediginiz gibi olmaz. Dünyaya karsi agresif tutumlariyla üyelerinin nezaketi arasinda baglanti kurmak kolay degil. Kendi düsüncelerine çok uzak olduklari apaçik belli olan yabancilarin sempatisini kazanmak için çabalarlar. Bu karmasik psikolojiyi anlamak belki de ideolojilerini anlamaktan çok daha zor. RSS’yi olusturan çok sayida kol vardir. Buradan çikan en militan uzanti VHP’dir (Dünya Hinduizm Konseyi). RSS toplumun genel reformundan sorumludur. BJP hareketin siyasi koluyken VHP Hindu reformunu bir din olarak kabul eder ve buna göre hareket eder. VHP’nin Bajrang Dal (BD) adli gençlik kolu ise her ayaklanmada kisa süre içinde yerini alacak kuvvetleri teskil eder. BD üyeleri genellikle 15-30 yas arasi erkeklerdir. Nagpur’da katildigim bir tatbikatta henüz ergenlige yeni girmis erkeklerin havada kiliçlar ve havali tüfekler salladigina tanik oldum. Kampta konustugum bireyler büyüyen Hristiyan ve Müslüman tehdidine karsi kendilerini koruyabilmeleri gerektigine inanmakta. BD yetkilileri, faaliyete geçtiklerinden beri 300-400.000 kisiyi egittiklerini ifade ediyor. BD örgütü son 25 yilda Hindistan’da yasanan 3 büyük ayaklanmanin ikisinden sorumludur (1992 ve 2002). Üçüncüsü, Indira Gandhi’nin ölümünden sonra Kongre Partisi destekçilerinin Sii toplumuna karsi baslattigi ayaklanmadir. 1992 ayaklanmasi Hindu milliyetçilerinin Hindistan tarihini degistirme projesinin dogrudan bir uzantisidir. Çogu Müslüman 3000 kisinin katledilmesi farkli etnik kökenlere sahip topluluklarin bir arada yasadigi bir ulus devlette kimlik sorgulamasinin ne kadar tehlikeli oldugunun net bir kanitidir. Vahseti tetikleyen, büyük bir Hindu güruhunun Hindular için kutsal olan Ayodhya kentindeki camiyi Aralik 1992’de yikmasi olmustur. Bu yönde hiçbir kanit olmamasina karsin Babur Camisi, Hindulara göre kutsal bir Hindu tapinaginin üzerine insa edilmistir ve ayni zamanda kutsal Ram’in dogum yeridir. Caminin yikilmasi için 1987’de baslatilan kampanyadan 3 yil önce, 1984’de BJP parlementodaki 545 koltuktan sadece ikisine sahipti. 1989’a gelindiginde, kampanyanin da destegiyle bu rakam 84’e, 1999’da ise 183’e kadar çikmistir. 2002’de patlak veren Gujurat ayaklanmasi ise 10 yil önce Ayodha’daki caminin yikilmasi sonrasinda meydana gelen ölümlerle dogrudan baglantiliydi. Gujurat ayaklanmasini Subat 2002’de Godhra’da bir trende çikan yanginda 58 Hindu’nun yanarak can vermesi tetikledi. Gujurat’in BJP partili yerel baskani Modi, olayin hemen ardindan 58 naasa yas tutulmasi için Ahmedabad’da bir tören düzenledi. Siddet için açik bir davetiye. Binlerce Hindu’nun toplanmasiyla bölgedeki Müslüman mahalleri kisa sürede birer ölüm kapanina dönüstü. Ayaklanmanin baslamasi sirasinda BJP yetkilileri Newton’a atifta bulunarak ¨her etkinin kendine esit ve zit bir tepkisi olur” demis ve Hindular bunu saldiri isareti olarak kabul etmistir. Verilen tepki kesinlikle esit olmamistir. Yasanan vahim olaylar arasinda en kötüsü Müslüman kadin ve çocuklarin gördügü zulümdür. Tecavüz, iskence ve yakarak öldürme, trende yasanan ölümlerin intikamini tasimaktaydi ve bu cinayetlerin fazlasiyla planli oldugu düsünülmektedir. Ayaklanmacilar nüfus kayitlarini elinde tutuyordu. Bu nedenle Müslümanlarin ev ve isyerlerini farkli irklardan insanlarin yasadigi mahallelerde tespit etmek hiç zor olmadi. Vahsetin ilerleyisi ve etkinligi bunun ayaklanmadan öte planli bir saldiri oldugunu isaret ediyordu. Olaylarda yasanan ikinci kabul edilmez unsur, Gujurat polisinin ayaklanmadaki tavriydi. Tek yaptiklari olan biteni kenardan izlemekti. Taniklarin ifadelerine göre bazi durumlarda polis Müslümanlarin hangi evlerde yasadigini saldirganlara elleriyle gösteriyordu. Bazi durumlarda ise linçten kaçan Müslümanlari durdurup kizgin saldirganlarin ellerine teslim edildigi ifade edildi. Ulusal ve uluslararasi insan haklari örgütlerinin israrli arastirmalari sonucu polisin olay günü çatismalara müdahale etmemesi yönünde emir aldigi ortaya çikmistir. Bu yetmezmis gibi ifade vermek isteyen sayisiz görgü tanigi karakoldan geri çevrilmistir. Parti dahilindeki iç hesaplasmalardan dolayi BJP bakanlarindan biri polise verilen müdahale etmeme emri hakkinda 2003 yilinda ifade vermeyi kabul etmis olmasina karsin, ayni bakan mahkeme huzuruna çikmadan hemen önce Müslüman bir terörist oldugu iddia edilen biri tarafindan öldürülür. Bu kitabin yazildigi siralarda Gujurat olaylarindan ötürü hüküm giymis insan sayisi bir elin parmagini geçmezdi. Hindistan’in anti-terör kanunlari nedeniyle Gohra’daki tren yangininda ölenler karsiliginda feci sekilde can veren 200 Müslüman bulunmakta. Bu kanun hükümlerine göre gözaltina alinan tek bir Hindu bile yoktur. BJP liderligindeki hükümetin 2004’teki yenilgisi dahi durumu degistirememistir. Gujurat olaylarinda su yüzüne çikan diger sorunlu konulardan biri Yeni Delhi’nin tepkisi, daha dogrusu kayitsizligidir. Zamanin basbakani Vajpayee olay yerini 1 ay sonra ziyaret etmistir. Basbakanlikta konustugum yetkililere göre basbakan olaylardan sonra Modi’yi görevden almaya niyetlenmis ancak parti içi baskilar nedeniyle bu gerçeklesmemis. Dogru seyi yapamayan Vajpayee kendini akintiya birakmayi yeglemistir. Parti konferanslarindan birinde ‘Tüm olayin nasil basladigini unutmamak gerekir. Atesi kim yakti, ates nasil kontrolden çikti?’ demistir. Gujurat olaylarinda bir hayli rahatsizlik verici son olay ise ayaklanma sonrasi dönemde meydana gelmistir. 200.000’den fazla insan evinden olmus ve kendilerini mülteci kamplarinda bulmuslardir. Hükümet akrabalarini, evlerini, islerini kaybeden vatandaslara neredeyse hiç yardimda bulunmamistir. Mülteci kamplarina yapilan yardim ise olabilecek en düsük seviyede tutulmustur. Mülteciler için insa edilen derme çatma okul ve barinaklarin çogu Sünni mezhebine ait Islamiye Yardim Komitesinin finansmaniyla gerçeklestirilmistir. Olaylarda hedef alinan Müslümanlar ya Sii mezhebinin alt kollari olan Bohra ya da Ismaili idi. Bu alt mezheplerden hiçbiri agirlikli olarak Sünni olan Pakistan’la herhangi bir iliskide olamazdi. Buna karsin Gujurat Müslümanlarini hem emniyet, hem hukuk sistemi, hem de devletin yardim kuruluslari yüzüstü birakmisti. Yardimin büyük çogunlugunu Islami yardim kuruluslari temin etmisti. Bu kuruluslar ister Sii ister Sünni olsun pek çok Müslümana en çok ihtiyaç duyulan anda yardim eli uzatmistir. Isin kötü yani ayaklanmadan önce herhangi bir radikal egilimi olmayan pek çok Müslüman olaylarin ardindan asiri radikal duruslara sahip olmustur. Eger devlet Müsümanlar için bir sey yapip temel hak ve hukuku temin edebilseydi bu insanlarin hiçbiri alternatif arayisina girmezdi. Hayali toplumlar baska hayali toplumlar dogurmakta ve ardindan birbirlerinin güçlerini tüketmektedir. * * * Hindu milliyetçiligi ile Hindistan’in alt kastlari arasindaki inisli çikisli iliski BJP’nin gelecegini anlayabilmek için elzemdir. Alt kastlardan sürdürülebilir bir oy potansiyeli elde etmeyi basarmadan Hindistan ulusal parlamentosunda genel çogunlugu saglamanin düsük bir olasilik oldugunu da açiklar. RSS ve BJP üyelerinin büyük çogunlugu daima üst kastlardan olmustur. 1990’larda oy tabanini genisletmek sevdasiyla alt kastlar ve hatta Müslümanlar arasindan delegeler seçmislerdir. Bu çabalarin karsiligi çok sinirli olmustur. Bilindigi gibi Hindistan’da partinin sosyal tabani ne kadar dar olursa oy tabanini yükseltmek o kadar kolaydir. Zamaninda BJP’nin tabanini birden genisletme çabasina girmesi kredibilitesini zedelemisti. BJP’ye tekrar güç kazandiran olay ise 1980’lerde hükümetin alt kastlardan gelen vatandaslar için belli bir oranda kamu görevi tahsis etme girisimi oldu. Gujurat’ta yasayan üst kast mensuplari durumu protesto etmek için 80’ler boyunca iki kez ayaklandi. Bu hareket Kongre Partisinin bölgede geleneksel oy tabaninin bir daha geri gelmemek üzere yok olmasina neden oldu. Gujarat’ta yasananlar dönem basbakani Singh’in alt kastlara taninacak haklari ülke genelinde uygulama karariyla ulusal arenaya tasindi. Singh’i kararlari ayaklanmalara daha da önemlisi koalisyon hükümetinin çökmesine neden oldu. Bu dönemde BJP’nin güçlenmesini saglayan Ayodha olaylarindan çok, üst kastlarin alt kast siyasetine olan nefretidir. Bu ayrimin üstesinden gelmek için BJP iki tarafi Hinduizm kimligi altinda bir araya getirmeye çalisti. 1998’de 24 partili bir koalisyonun lideri olarak iktidara geçen parti, 1999’daki seçimlerde oyunu yükselterek parlamentodaki gücünü arttirdi. 1998 seçimlerinden önce insanlar BJP’nin iktidar olarak ne yapacagi konusunda endiseliydi. Fakat endiseler uzun sürmedi. Iktidara geldikten sadece birkaç hafta sonra BJP Rajastan çölünde 5 adet nükleer silah denemesi gerçeklestirdi. Hassas Communalism* konusunda baskan Vajpayee, iktidarlari süresince BJP’nin baslica hedeflerinden bazilarini gerçeklestirme çabalarini askiya aldigini ilan ederek en büyük endiselerin geçici de olsa rafa kalkmasini sagladi. 1998 seçimlerinden sonra endise yaratan baska bir konu BJP’nin, Nehru’nun miadi dolmus ekonomi anlayisina sevdasiydi. Sudan sebeplerle Amerikan fast food zincirine ait bir restorani kapatti. Yabanci yatirimlarin sadece teknolojik anlamda ihtiyaç duyulan alanlarda gerçeklesebilecegini ‘Patates cipsi degil mikroçip’ sloganiyla uygulamaya aldi. Singh’in ekonomik reformlarinin ortadan kalkacagindan korkuldu ancak olaylar aksini ispat etti. BJP liberal ekonomik reformlara giderek artan bir ilgi duydu. Esasinda sadece çok küçük bir kismi gerçek Hindu milliyetçisi olan BJP destekçilerinin en umut ettigi sey ‘Farki Olan Bir Parti’ olma sözünü tutmalariydi. Bu slogan çok etkin olmustu. Mesaj BJP’nin yolsuzluga bulasmayacagini söylüyordu. Insanlar BJP’nin communal** nefretinden haz etmeyebilirdi ama herkes en azindan temiz ve seffaf bir hükümet olacagi umudunu tasiyordu. Bu umut fazlasiyla iyimserdi. Evet BJP oy tabanini bazi konularda tatmin etti ama günlük isleyise bakildiginda geçmisteki herhangi bir parti gibi bozuk ve firsatçi oldugu kisa sürede anlasildi. Parti’deki tek fark azinliklara olan açik ve net küçümseyici tavir oldu. 2004’teki seçimlerden önce BJP yetkilileri Müslüman oylarini kazanmak için türlü numaralar çevirdi. Strateji belli ki basarisiz oldu. Sürekli olarak güçlenen görüntüsüne ragmen BJP iktidardan düstü. 2004 seçimlerinin gerçek galipleri alt kastlara ait bölgesel partiler oldu. Bu partilerin oy tabani giderek büyüdü ve günümüzde ulusal oylarin neredeyse yarisini teskil eder hale geldi. Bu partilerin hiçbirinin ekonomik programi yok, Pakistan dahil dis politikaya kayitsizlar. Ulusal kriz anlarinda, BJP’nin kast farkliliklarini asip yüksek sayida Hindu’yu tek bir çati altinda toplama kabiliyeti bulunuyor. Ancak bu sadece istisnai durumlarda gerçeklesiyor. Siradan zamanlarda Hindular kastlarina göre kendi kimliklerine bürünüyorlar. Hindistan’in siyasi istikametini özetlemek için herhalde en iyi terim ‘Yasasin Bölünme’ olacaktir. 2004 seçimlerinde durumu yakindan izlemek için BJP’nin kalesi sayilan Gujurat’a gittim. Parti yöneticilerinin aldigi karar dogrultusunda Hindu milliyetçiligi kavrami geri plana atilarak son 5 yillik iktidarda elde edilen ekonomik gelisim vurgulanacakti. Ülkenin büyüme orani 2003’te %8.4 olarak kaydedilmisti ve 2004’te daha büyük bir büyüme öngörülmekteydi. Hindistan’in liberal ekonomi hareketinden en çok yararlanan Gujurat oldugu bir gerçek. Ancak BJP’nin 2004 seçimlerindeki seçim slogani ‘Parlayan Hindistan’ lafinin coskuyla karsilandigini söyleyemem. Hindistan’da Brahmin hakimiyetindeki siyaset anlayisi artik ebediyete kavustu. Tüm sehirlerde ve tüm kastlar arasinda hizla yayilan tüketim kültürü karsisinda üst kastlarin idare ettigi RSS’nin maddiyattan fedakarlik ve kendini inkar söylemi gücünü hizla yitirmekte. Hinduizm halk için artik fakirlik veya dinsel nedenlerle evlenememe demek degil. Ister Brahmin ister Sudra, ister tasrali ister kentli olsun tüketiciler cüzdanlariyla yeni bir Hinduizm anlayisina oy vermekte. Bu cüzdanlari oylara dönüstürmek gelecek yillarda BJP’nin temel hedeflerinden biri olacaktir. Bununlar birlikte alt kastlarin üst kaslarin yasam tarzini benimsemesi egilimi Hindu kastlari arasindaki uçurumlari ortadan kaldirabileceginden bu durum Hindu saginin avantajina isleyebilir. Hindu milliyetçiligi elbette bir gün tekrar iktidar olabilir. Ölüm ilanini yazmak için henüz çok erken... Kongre Partisinin Bitmeyen Sevdasi: Nehru-Gandhi Hanedani Jawaharlal Nehru’nun babasi Motilal, Kongre Partisi’ne, ilk kuruldugu yil olan 1885’ten beri üyeydi. Jawaharlal ise 1928 yilinda partinin genel baskani olarak seçilmis fakat kisa bir süre sonra Ingiliz egemenligine karsi kiskirtici tavirlari nedeniyle hapse atilmisti. Hapis yattigi dönemde düzenli olarak iletisimde oldugu tek insan kizi Indira olmustur. Hatta bu mektuplar daha sonralari “Dünya Tarihinden Kesitler” adli bir kitap olarak yayinlanmistir. Nehru’nun kizini bir sonraki basbakan olarak özellikle yönlendirdigine dair kesin kanit yoktur. Buna karsin 1950’li yillarda basbakanlik görevindeyken Nehru evinin sorumlulugunu kizina vermistir. Parti’nin önemli toplantilarina ev sahipligi yapan Nehru evi Indira’nin siyasi gündemi ve onu yönlendiren güçleri çok kisa bir sürede çözümlemesine neden olmustur. 1959’a gelindiginde Indira Gandhi bir yilligina Kongre Partisinin genel baskanligini üstlenmisti. Indra’nin kocasinin, Hindistan bagimsizlik hareketinin lideri Mahatma Gandhi ile ayni soyadi tasimasina ragmen kan bagi olmadigini hatirlatmakta fayda var. Nehru 1964 yilinda öldügünde Indira, yeni basbakan Shastri tarafindan kabineye davet edildi. Bu dönemde parti, çatisan fikirler nedeniyle derinden sarsilmaktaydi. Böyle bir ortamda Indira dogal bir aday olarak öne çikti. Sosyalist Parti lideri Lohia onun için kolayca yönlendirilebilecek “aptal bebek” yakistirmasinda bulunmustu. Gerçekten de ilk dönemde basbakan olarak uysal bir görüntü çizdi. Ancak bulundugu konumun baskalari tarafindan alinan kararlara onay vermekten öteye gittigini anlamasiyla kozasindan çikmaya basladi. Sonunda Indira, Hindistan’in görüp görebilecegi en acimasiz ve ürkütücü politikacilardan biri oldu. Indira’nin politik karakteri inançli bir demokrasi savunucusu olan babasindan çok farkliydi. Hindistan’in Pakistan’la girdigi savasi 1971’de kazanmasiyla Indira, kadinsi gücü temsil eden ve Shiva’nin karisi olan “Druga” ismiyle anilmaya baslandi. Indira, Haziran 1975’te olaganüstü hal ilan ederek demokratik sistemi tam 19 ay boyunca askiya aldi. Bu süre zarfinda bagimsiz medya kapatildi, 100 binden fazla siyasi muhalif hapsedildi ve anayasal hükümete ait tüm süreçler donduruldu. Ayni dönemde oglu Sanjay annesinden de daha da acimasiz bir idareci olarak ön plana çikmaya basladi. Profesyonel ve yumusak basli abisi Rajiv’in aksine Sanjay tam bir kabadayi gibi hareket ediyordu. Hükümette resmi bir görevi olmamasina karsin tüm gücün onun elinde oldugu söylenebilirdi. Annesi bile Sanjay’dan korkar hale gelmisti. Indira bu dönemde Sanjay’in Hindistan’in daha önce hiç tanik olmadigi kadar zalim sosyal programlari eline almasina göz yumdu. Yeni Delhi’nin gecekondu mahallelerini ortadan kaldirma projesi nedeniyle milyonlarca insan vahsice evlerinden edildi. Nüfus planlama programi kapsaminda yüzbinlerce erkegi, çogu zaman rizasi disinda, kisirlastirdi. Amatör bir pilot olan Sanjay 1980 yilinda kullandigi uçagin kontrolünü kaybedip ansizin öldügünde herkes derin bir nefes aldi. Indira 1984 yilinda korumalari tarafindan öldürüldükten sonra politikadan her zaman uzak durmak isteyen Rajiv annesinin yerini aldi. Rajiv annesi ve kardesinden çok daha modern bir yaklasima sahipti. Demokrasinin kurallarina saygisini daima belli ederdi ancak o da 1991 yilinda öldürüldü. Iki oglu Rahul ve Priyanka halen çocuk oldugundan gözler Rajiv’in Italyan karisi Sonia’ya döndü. Bu sorumlulugu israrla reddeden Sonia büyük ugraslar sonunda vekil olmaya karar verdi. Simdi hanedanda sira, 2004 yilinda parlamento üyeligine seçilen Rahul’a gelmis gibi görünmekte. Iste Kongre Partisi’nin ilk soyuna ait kisa bir tarihçe. Peki bu parti Hindistan’a ne vermistir? Partiyi Nehru-Gandhi hanedanindan koparmak mümkün mü? Mahatma Gandhi’nin özgürlük hareketindeki etkinligine ragmen Kongre Partisi’ndeki hakimiyeti nedeniyle Hindistan’in karakterini 1947’deki bagimsizliktan sonra en fazla sekillendiren Nehru olmustur. Nehru günümüz Hindistan’inda halen varligini sürdüren üç derin iz birakti: demokrasi, laiklik ve sosyalizm. Demokrasi, Indira’nin diktatörlük denemesine ragmen hala ayakta. Laiklik son 15 yilda biraz hasar görse de bütünlügünü korumakta. Sosyalizm ise resmi bir ideoloji olarak öldü fakat çesitli sekillerde devam etmekte. Hindistan kadar çogul ve karmasik yapiya sahip bir ülkenin kendinden demokratik olmasini dogal karsilamak çogumuzun düstügü bir yanilgi. Oysa ki Hindistan’in böylesine bir demokratik yapiyi özümsemesi bir anda olmadi. Mahatma Gandhi ülkenin köy konseylerinden olusan bir konfederasyon olmasini istiyordu ancak ülkenin anayasasi yazilmadan önce cinayete kurban gitti. Bazilari oy verme hakkinin okuma-yazma bilen %16’lik kesimle, baskalari sadece erkeklerle sinirli kalmasini, bazi Hindu radikalleri ise diger azinliklarin oy vermemesi gerektigine inaniyordu. Hint Komünist Partisi ise isçi sinifinin basta oldugu bir diktatörlük istiyordu. Komünistler, Nehru’nun ”burjuva demokrasi”sine karsi gelmekten 1951 yilinda vazgeçti. Nehru, her yetiskinin oy verme hakki oldugu, parlamenter sisteme sahip bir Hindistan arzuluyordu. Onun karizmasi ve entelektüel gücü, dönemin gelismekte olan ülkelerinin aksine, Hint halkinin demokrasiye dogru büyük bir inançla adim atmasini saglamistir. Ironik olan sey, Nehru’nun Kongre Partisi’ne demokrasi kültürünü asilamakta çok daha fazla zorlanmasidir. Parti’nin zit gruplardan olusan karakteri, ülkedeki demokratik evrimi geçmiste oldugu kadar günümüzde de sekillendirmektedir. Hindistan bagimsizliga giden yola, ülkenin tüm kastlarini, dinlerini, dillerini ve irklarini temsil ettigini iddia eden tek bir ulusal parti ile baslamistir. Isin pratigine bakacak olursak parti üzerindeki hakimiyet ekseriyetle üst kastlardan gelen tasrali ve kentli elitlerdi. Kongre Partisi herkese açik olsa da ve kidemli memurlar, üyeler tarafindan seçiliyor olsa da sokakta sistemi rehin alanlar bölgesel kodamanlardi. Parti dahilinde bu kültüre rastlamak günümüzde de mümkündür. 1980’lerde partinin durumunu inceleyen rapora göre parti üyelerinin %60’inin hayali oldugu tahmin edilmekteydi. Kodamanlar yerel parti sistemlerini ele geçirmek için uyduruk üye listeleri hazirliyordu. Nehru ulusal partiyi baskentten yönetiyordu. Ancak Nehru’nun toprak ve tarim reformunun isleyecegi iller seviyesinde tüm güçler geleneksel toprak agalarinin elindeydi. Kamu sübvansiyonlarinin çogunu bu ayricalikli grup hortumlamistir. Kongre Partisi söylemde demokratik ve radikaldi ancak uygulamada zengin iktidari yanlisi ve muhafazakardi. Kongre Partisi’nin amblemi bir eldir. Slogani ”Kongre’nin eli daima fakirin yanindadir”. Ancak partinin iktidarda oldugu süre zarfinda fakir kesim bu “elin” ceplerini bosalttigini fark etmistir. Bu noktadan sonra partinin farkli kesimlerden olusan hassas koalisyonu dagilmaya baslamistir. Farkli kast ve dinlere mensup bireylerin Kongre Partisine verdigi destegin çözünmesi dogru bir düzlemde olmamistir. Pakistan savasi veya Indira’nin öldürülmesi gibi ulusal kriz anlarinda Parti’nin oy tabani Nehru döneminde oldugu gibi %42-48 arasinda seyrediyordu. Partinin ulusal düzeyde en son kayda deger bir oy almasi Rajiv Gandhi’nin 1991’de öldürülmesinden sonra olmustur (%36). O zamandan beri partinin aldigi oylar %25-29 arasinda seyretmistir. Kongre Partisi ezici bir üstünlük sagladigi hiçbir seçim sonrasinda, kendini hapsettigi radikal ve dindar söylemlerinin arkasinda durma becerisini gösterememistir. 1971’de Indira karsitlari “Indira’yi yok edin” dediginde Indira “fakirligi yok edin” demistir. 1975’de Allahabad yüksek mahkemesi 1971 seçimlerini teknik nedenlerden ötürü geçersiz saydiginda Indira demokrasiyi yok etmistir. Indira istifa edecegine seçim sürecini askiya almistir. Demokrasiye 1977’de dönüs yapilmasinin tek nedeni ise destekçilerinin Indira’yi seçimlerde ezici bir üstünlük saglayacagi konusunda ikna etmesi olmustur. Kongre Partisi tarihinde ilk defa yenilgiyle tanismistir. 1977 seçimlerinde alt kastlara ait seçmenler yetmezmis gibi, Sanjay’in gecekondu yikim projesi ve kisirlastirma programi büyük miktarda Müslüman seçmenin de baska partilere oy vermesine neden olmustur. Benzer sekilde, 1984 seçimlerini kazanan Rajiv görev süresine büyük bir optimizm ile baslamis ancak deneyimsizligi ve çevresinde dönen yolsuzluklarin boyutu Kongre Partisi’nin 1989 seçimlerine kadar süregelen çözünme sürecini hizlandirmistir. 1991’de Rao baskanliginda tekrar iktidara gelen Kongre Partisi 5 yillik görev süresinde Hint ekonomisini düzlüge çikarmak için büyük atilimlarda bulunsa da reformist gücünü yari yolda yitirmistir. Bu hükümet de 1996 yilinda sona ermistir. Partinin tekrar iktidara gelmesi ancak 2004 yilinda gerçeklesmistir. Parti 1999 yilina kadar tekrar iktidara gelmek için baska partilerle ittifak kurma fikrinden tamamen bihaberdi. Yillik toplantisinda delegeler sadece tek basina iktidara razi olacaklarini haykirdilar. Partinin bu kadar güç kaybetmesindeki en büyük unsur ortaya konan kibir ve bunun dile getirilis tarziydi. Bununla birlikte Hint politikasinin hangi yöne dogru ilerledigine dair ciddi bir yorum hatasi yaptiklarini da eklemek gerekir. Parti siyasi gerçeklerin farkina ancak 2003 yilinda vardi. Ülke, en azindan yakin gelecekte, siyasi olarak bölünmüs bir yapida ilerleyecekti. O sene partinin yillik toplantisinda Sonya, 50 yilik bir gelenege son vererek koalisyon ortakligina yesil isik yakti. Bu karar partinin, oylarini ancak %25’iyle 2004’te tekrar iktidara gelmesine neden oldu. Nehru’nun ikinci mirasi laiklikti. Her Hintliye oy hakki vermek gibi Nehru’nun laik ve bagimsiz Hindistan’in kurulmasi için sarf ettigi çabalar da küçümsenecek gibi degildir. Kongre Partisi siyasi hayatina her görüs ve fikri kapsayacak sekilde basladi. Hindu sagcilari, ortodoks Hinduizm geleneklerini yeterince savunmadigi için Nehru’ya siddetle karsiydilar. Ancak bir Hindu milliyetçisinin 1948’de Gandhi’ye suikast düzenlemesi Nehru’yu beklenmedik sekilde yaradi. Gandhi’nin anisi üzerine çok akilci bir sekilde oynayarak anayasa konvansiyonundan laiklikle ilgili gündem maddelerini onaylatti. Hindistan’in laiklik tanimi, din ve devlet islerinin tamamen birbirinden ayri kabul eden Fransa ve Türkiye’den çok farkliydi. Hint laikligi kesinlikle o kadar militan degildir. Tüm dinleri esit sekilde küçümsemek yerine Hindistan tamamini tesvik etmistir. Nehru tüm dini topluluklarin kendi medeni kanunlarini korumalarina izin vermisti. Bu durum Nehru’nun kanunlar önünde herkesin esitligi ilkesine pek örtüsmüyordu ancak Hindistan’in bölünme riski dikkate alindiginda bu karar Pakistan’a gitmek yerine orada kalan milyonlarca Müslüman için mecburi bir taviz olmustur. Buna karsin Hintlilerin kismen de olsa dogduklari dine göre siniflandirilmalari ortak görüsünü kabul ederek Nehru, günümüzde bile büyük sikintilar yaratmaya devam eden toplumlar arasi çatismalarin tetikleyicisi olmustur. 1950 anayasasi hem bireyin hem de topluluklarin haklarini korur. Anayasa maddelerinden biri söyle der: Devlet herhangi dini bir toplulugu yöneten kanunlari üyelerinin üçte birinin rizasi olmadan degistiremez. Bu madde hükümetlerin bazi durumlarda dogru olmasa da farkli gelenek ve göreneklere müdahale etmesini fazlasiyla güçlestirmektedir. Örnegin devlet, Müslüman geleneginde olan poligami (çokeslilik) hakkinda çaresizdir. Birbirinden farkli medeni kurallarin uygulanmasi Hindistan’da liberalizmin evrimi önünde de büyük bir engeldir. Herhangi dini topluluk diyelim bir film veya kitabin inançlarina ters düstügünü beyan ederse, hükümet söz konusu eseri kisa sürede yasaklamaktadir. Günümüz Hindistan’in da bireylerin ifade özgürlügü hakki herhangi bir dini liderin bir olayi protesto etme hakkina kiyasla yok denecek kadar azdir. Ülke kesinlikle çogulcu bir yapidadir ama çogulculuk liberalizmle ayni sey degildir. Nehru’nun üçüncü mirasi sosyalizmdi. Hint tarzi sosyalizm, günümüzde de Kongre Partisinin egilimlerinde karsimiza çikar. Hint devleti kismen de olsa Nehru’nun yarattigi bir seydir. Ancak Nehru’nun motivasyonu ideolojikti ve zamaninin uluslararasi akimlariyla örtüsmekteydi. 60 yil sonra reformsuz bir devlette inat etmek ideolojiyle bagdastirilamaz. Hindistan’in neden geleneksel sekliyle islemeye devam ettigini anlamak için daha derinlere bakmak gerekir. Bazi nedenler Kongre Partisinin karakterinde saklidir. Nehru’nun kurdugu devletin verimsiz yapisi, ülkenin bagimsizlik sonrasi dönemde zayif bir ekonomik performans çizmesinde önemli bir etkendir. Ancak kötü performansta daha büyük bir sorumlu varsa o da Indira Gandhi’dir. Onun politikalari ülkeyi iflasin esigine getirmistir. Açikça sosyalist olmaya “kendini adamis” bürokratik bir yapi kurarak kamu kurumlarinin tarafsizligini büyük ölçüde zedelemistir. Bu hareket yolsuzlukta inanilmaz bir artisa neden olmustur. Ülkenin bankacilik ve sigorta sektörlerini 1969 yilinda kamulastiran da o olmustur. Pek çok insan finans konusunu günlük hayati dogrudan etkilemeyen ezoterik bir kavram olarak görmekte. Fakat bir ülkenin sermayesini nasil düzenledigi ve neye akittigi ekonomik yapi üzerinde çok etkilidir. Indira, fakirler adina finansal hakimiyeti reform geçirmemis bir kamu sisteminin kontrolüne verse de, fakir kesim para ihtiyacini tefecilerden karsilamaya devam etmistir. Elinde resmi bir tapu olan çiftçi sayisi yok denecek kadar az oldugundan herhangi bir kredi talebinde gösterecekleri bir teminat bile yoktur. Ellerinde teminat olan sansli kesim ise devlet bankalarindan kredi onayi almak için en az 33 hafta beklemek durumundadir. Bu yetmezmis gibi bireyler, krediyi almak için alacaklari toplam borcun %10-20’lik kismini rüsvet olarak vermek zorundadir. Tefecilerin uyguladigi tarifeler çok daha caziptir. Bankalarin kime, ne zaman ve ne kadar kredi verebilecegini ciddi sekilde sinirlayan Indira halkinin sermayeye ulasma masrafini da çok pahalilastirmistir. Bu yaptirimlar Hindistan’da faizlerin büyüyen diger ekonomilere kiyasla çok daha yüksek olmasiyla sonuçlanmistir. Ülkedeki yatirim miktarinin düsük seviyelerde kalmasi da bu politikalarin sonucudur. Yapilan bazi öngörüler finans sektöründe gerçeklestirilecek reformlarla ülkenin yillik büyüme hizinin en azindan %2 oraninda artacagi yönündedir. Kongre Partisi Hint devlet yapisinda herhangi bir radikal degisiklige de karsi durmaktadir. Manmohan 2004’te basbakan oldugunda önceliklerinin bürokratik engellerle savas açmak oldugunu beyan etmisti ancak çok geçmeden böyle bir güce sahip olmadigi netlik kazandi. “Bilgi Edinme Hakki” kanunu disinda, Hint bürokrasisi ayni sekilde islemeye devam etmekte. Fakirlerin refahini yükseltmeyi hedefleyen ve onlari tamamen teget geçen o kadar basarisiz projeye tanik olmamiza ragmen Kongre Partisi 21. yüzyilda halen 1950’lerdeki bürokratik yapiyla sekillenmis programlara itibar etmekte. Partinin bu programlarin para hortumlamak için ideal birer ortam hazirladigini fark etmemis olmasina imkan yok. Hindistan’daki fakirligin üstesinden etkin devlet müdahalesi olmadan gelinemeyecegi kesin. Ancak, reform geçirmemis ve seffaf olmayan bir devletle degisim yaratmaya çalismak bazen hiçbir sey yapmamaktan daha olumsuz sonuçlar dogurmaktadir. Kongre Partisinin reform geçirmemis bir devlet yapisina süregelen inancina belki de en iyi örnek 2005 yilinda parlamentodan geçen ”Kirsal Istihdam Garantisi Kanunu”dur. 2009’a kadar ülke çapinda yürürlüge girmesi planlanan kanun dogrudan devlet müdahalesi ile fakirligi azaltmak konusunda ülkenin atmis oldugu en büyük adim olabilir. Kanunu hazirlayanlar elbette ki iyi niyetli. Ilk hedef kirsal kesimde yasayan fakirlerin yasam standartlarini yükseltmek. Ancak kanun kapsaminin büyüklügü ve ayrilan bütçe disinda daha önce basarisizlikla sonuçlanan sayisiz denemeden belirgin bir farki yok gibi görünmekte. Kanun hakkinda diger önemli bir detay, Hindistan’in fakirlige olan yaklasiminin komsusu Çin’den ne kadar farkli oldugunu bir kez daha vurgulamasidir. Çin dolayli yoldan istihdam yaratmak için yüksek miktarda yatirim yolunu seçmistir. Manmohan’in hükümeti ise baska bir yol izlemekte. Söz konusu kanun, kirsalda yasayan herkese yilda 100 günlük is garantisi sunmakta. Asgari ücret (günde 1-2$) uygulanacagindan sadece en çaresiz durumdaki insanlarin basvurmasi beklenmekte. Ödemeler ise nakit-gida yardimi karsiligi olacak. Söz konusu görevler Hint fakirlerinin yüzyillardir yapmak zorunda oldugu türden: yoldaki delikleri kapa, sulama kanallarini temizle, çöplükleri kaz. Eski programlarin sonuçlarina bakacak olursak bu uygulamada da isin kalitesinin bir önemi yok gibi gözükmekte. Tüm bunlar modern makine ve ekipmanlarla yapilirsa çok daha saglam, dolayisiyla kalici olabilir. Egitimsiz ve aç isçiler çiplak elleriyle saglam yollar insa edemez. Kapanan delikler ilk muson mevsiminde yine açilmakta ve kanallar birkaç hafta içinde yine tikanmakta. Program planlandigi gibi tüm ülke çapinda uygulamaya alinirsa, ülke GSYIH’nin %2’sini ve yillik bütçesinin %10’unu yutacak bir canavar olacak. Bu büyüklükteki bir yatirima ragmen ne isçilerin becerileri yükseltilmekte, ne de hava kosullarina dayanikli yollar, düzgün elektrik sebekesi gibi gerçekten ihtiyaç duyulan kirsal altyapiya kavusulmakta. Böyle yatirimlara yönelmek, ekonomik faaliyeti arttiracagi gibi kirsalda yasayan fakirler için daha uzun soluklu istihdam olanaklari yaratirdi. Bir de programin kapsamini genisletmesiyle kendini gösterecek “sizinti” ve yolsuzluk unsurlari var. Kanun teklifi 2004’te gündeme geldiginde, Hintli ve uluslararasi ekonomi uzmanlari tarafindan fakirlerin durumunu iyilestirmek için hiçbir sey yapmayan asiri pahali bir yöntem olarak tanimlanmistir. Buna karsin parlamento tasariyi hemen kabul etmistir. Sasirtici sekilde fikir birligine varan parlamentonun esas amacinin para hortumlamak için yeni firsatlar aradigini düsünenlerin sayisi hiç de az degildir. Siyasi yorumculardan biri programi “Yolsuzluk Garantisi Kanunu” olarak adlandirmistir. Kongre Partisi öncülügündeki hükümet, kamu sirketlerinin performansini iyilestirmek için de herhangi bir girisimde bulunmamistir. Örnegin petrol sektörü gibi bazi sirketleri kamu mali olarak tutmanin arkasinda mantikli açiklamalar olabilir fakat bu sirketlerdeki üst düzey pozisyonlara profesyonel deneyimden yoksun vasifsiz siyasetçileri atamanin hiçbir savunmasi olamaz. Kongre Partisinin devlet sevdasi artik sadece sosyalizmle ilgili degildir ve ideolojiden çok daha derin bir konudur. Mesele kismen statüyle ilgilidir. Kismen de, bedava hava ve demiryolu ulasimi, sira atlama firsati, gücünü çikarlarina kullanma ve fakirlerin para vermek zorunda oldugu olanaklardan bedava yararlanma gibi sayisiz avantajdan faydalanma olanagidir. Hindistan’da yolsuzluk hayatin her alaninda karsimiza çikmaktadir. Kongre Partisinin, Kirsal Istihdam Garantisi Kanununun ülkedeki fakirligi sona erdirecegine dair inançlarinin samimiyeti tartismaya açiktir. Günde 12 saat agir isçilik karsiliginda 1-2$ kazanç elde etmekle fakirlikten kurtulus nasil beklenebilir? * * * Kongre Partisinin hayatta kalan düzenleyici tek ilkesi Nehru-Gandhi hanedanidir. Ailenin onayi olmadan partideki siyasetçilerin yapabilecekleri fazlasiyla sinirlidir. Bunun ötesinde birlestirici bir parti ideolojisi yoksunlugu, iyisiyle ve kötüsüyle partinin idaresinde olan bölgelerde her türlü deneyin uygulanmasi için bir siper görevi görmektedir. Ulusal düzeyde Kongre Partisi Hint siyasetine yön vermekten acizdir. Nehru-Gandhi ailesinin gelecegine bakarsak Rahul ve Priyanka’nin zorlu Hint siyasi arenasinda boy göstermeye ne kadar hevesli oldugunu kestirmek kolay degil. Rahul su ana kadar ne parlamentoda önemli bir rol üstlenmis, ne de ülkenin en büyük eyaleti ve Nehru-Gandhi hanedaninin anavatani olan Uttar Pradesh bölgesinde tekrar iktidar olmasi için fazla çaba harcamistir. Rahul’un önümüzdeki 5-10 yilda Kongre Partisinin lideri, hatta basbakan olmasi, annesi Sonia’nin ise geri adim atmasi muhtemel görünmekte. Nehru-Gandhi’lerin hikayesi 19. yüzyilin sonlarina kadar uzanmakta ve 21. yüzyila büyük olasilikla damgasini vuracak. Hindistan’in tarlalarinda ter dökenler için bu aile feodal geçmislerini günümüz demokrasisi ve daha refah dolu bir gelecekle birlestiren bir unsur. Gandhi hanedaninin iktidar istahi dinecek gibi görünmüyor. Rahul süregelen bir piyesin basrolünde. Dirençli olmasi gerektigi gibi her yerde karsisina çikabilecek suikast kursunundan da kendini korumak durumunda. Güney Asya’nin Bölünmüs Müslüman Toplumu 1947’deki bagimsizliktan sonra Hindistan’daki Müslüman toplumun akibeti belirsizlige sürüklenmisti. Bunun izlerine günümüzde bile rastlamak mümkün. Ingiliz Hindistan Imparatorlugunun 14 Agustos 1947’de bölünmesiyle, ortaya Pakistan ve Hindistan diye iki farkli ülke çikti. Bölünmeyi takip eden yillarda bölge genelinde çalkantili dönemler yasaniyordu. Bölünme sirasinda Hindistan’da 1 milyon insan kiyima ugradi. Müslüman Ittifakinin lideri Jinnah’in baslattigi Kalküta olaylarinin neden oldugu “Büyük Katliam” gerçeklesti. Ülke adeta bir enkazi andiriyordu. Ingiliz Genel Valisi Lord Linlithgow’un Hindistan’in II. Dünya Savasina katilimina destek olmasi karsiliginda Hindistan’daki tüm müslümanlarin sözcüsü ilan edilmesiyle Jinnah, Pakistan’i daha 1939’da bir bakima kazanmisti bile. Linlithgow, Hindistan’in savasa katildigi bildirimini Kongre Partisi’ne haber bile vermeden yapmisti. Bu o dönemde bile kabul edilmeyecek bir hataydi. Hem Nehru, hem de Gandhi Nazisizm’e zaten siddetle karsiydi ve Japonya’nin genislemeci politikalarindan rahatsizlik duyuyordu. Kendi görüsleri sorulmus olsa savasa büyük olasilikla destek vereceklerdi. Ingilizler 1909-1947 yillari arasinda Müslümanlari Kongre Partisinden ayirmak için elinden geleni yapti. Müslüman kökenli önemli parti üyeleri otoritelerce baski gördü. Buna karsilik, Jinnah nezarethanede tek bir gece geçirmedi. Nehru ve Gandhi ömürlerinin belki 10’ar yilini hapiste geçirmistir. Ingiltere’nin Müslüman azinligi korumak adina böyle girisimlerde bulunduklarina dair sayisiz yazi okudum. Ancak Ingilizlerin temelde yaptigi, korudugunu iddia ettigi kesimler arasindaki bölünmeleri körüklemek oldu. Kesin olan bir sey varsa, Ingilizlerin temel amaci Hintliler arasinda siyasi bölünmelere neden olarak ülke üzerindeki hakimiyetini uzatmakti. Hindistan’daki ilk kapsamli bölgesel seçimleri Ingilizler 1936’da düzenledi. Kongre Partisi, en önemli eyalet olan Uttar Pradesh’te oylarin yarisindan fazlasini elde ederken Jinnah’in ekibi Müslümanlara ayrilan koltuklarin yarisini kazandi ama ülke çapinda aldigi oy orani %4.4’ü geçmedi. Pek çok tarihçi Pakistan’in kurulusunu Kongre Partisi’nin Uttar Pradesh’te Müslüman Ittifakiyla koalisyona girmeyi reddettigi 1937 yilina tarihlemektedir. Jinnah’in partisi %25’ten daha düsük oy almis olsa da koalisyona girme sarti olarak Kongre Partisinin, Müslüman Ittifakini ülkedeki tüm Müslümanlarin tek sözcüsü olarak kabul etmesini istiyordu. Bu kabul edilmeyecek bir durumdu, çünkü Kongre Partisi’nin seçilenleri ve seçmenleri arasinda Müslümanlarin sayisi küçümsenmeyecek kadar azdi. Buna karsin Kongre Partisinin taktik hatasi yaptigini düsünenlerin sayisi az degildir. Hindistan’in en büyük communal partisini etkisiz hale getirme firsati tepilmisti. Bununla birlikte Nehru, partisinin Müslüman Ittifakiyla yapacagi koalisyonun bagimsiz büyük Hindistan’in önünde daha büyük bir engel olarak gördügü Hindu communalist***’leri ayaklandiracagindan çekiniyordu. Jinnah genis tabanli destekten yoksun olsa da Ingiliz himayesinin ona beklenmedik getirileri oldu. Jinnah ödülünü savasa verdigi destekten sonra Aralik 1939’da aldi. Ingilizlerin Hindistan adina aldigi savas kararini protesto etmek amaciyla Uttar Pradesh dahil, Kongre Partisinin tüm bölgesel hükümetleri istifa etti. Jinnah bu tarihi ”Kurtulus Günü” ilan ederek kutladi. Mart 1940’ta ise Jinnah, Pakistan’dan ilk defa ayri bir ülke olarak söz ettigi ”Pakistan Önergesini” açikladi. Bu gelismelere ragmen Müslüman Ittifaki popüler destekten mahrum olmaya devam etti. Pakistan’in kurulma arifesine kadar Jinnah’in partisi sadece Müslüman toprak sahipleri ve elitler tarafindan desteklendi. Böylece Hindistan, bagimsizliga adimini büyük bir Müslüman azinlikla birlikte atti. Pakistan’a gitmeyip de Hindistan’da kalan Müslümanlarin sadakati sorgulanmamaliydi ancak Hindu communalistler ve baska gruplar bundan vazgeçmedi. Pakistan’a giden Hintli Müslümanlar da günümüzde bile muhacir olarak adlandirilmaktadir. Gidenlerin ve kalanlarin statüleri daima ikinci-sinif olarak kalmistir. Her iki grubunda yaptigi fedakarliklar dikkate alindiginda bulunduklari ülkenin gerçek birer vatandasi olarak görülmemeleri korkunç bir tezattir. Hindistan’daki Hintli Müslümanlar sadakatleri en fazla sorgulanan grup olurken, Pakistan’a göç eden Hintli Müslümanlar ise basta ordu olmak üzere modern devletin güç merkezlerine adimlarini atamamaktadir. Bölünmenin yol astigi çeliskilerin üstesinden gelmenin kolay olmayacagi kesindir. * * * Ingilizlerin, iki ülke arasinda hala husumete neden olan bir baska mirasi da Kesmir sorunudur. Son Genel Vali Mountbatten, kolonideki yüzlerce prenslik eyaletinin hangi ülkenin himayesine girecegine kendileri karar vermesi gerektigi konusunda Nehru’yu tüm isteksizligine ragmen ikna etmisti. Çogu eyalet için bir seçim söz konusu degildi çünkü bastaki maharajlarin (prens) çogu yönettigi halkla ayni dine mensuptu. Ancak bu tanima uymayan üç eyalet bulunuyordu: Junagad, Hayderabad ve Kesmir. Cografik nedenlerle Hayderabad, siyasi-askeri manevralarla Junagad Hindistan’a baglandi. Kesmir vadisi Hindistan için daha sorunlu oldu. Müslüman agirlikli bir eyalet Hindu prensi tarafindan yönetilmekle kalmiyor sinir hattinda oldugu için de Pakistan’a baglanmasi mantikli görünüyordu. Fakat, Kesmir Hindistan için jeopolitik öneme sahipti. Bununla birlikte ülkedeki tek Müslüman agirlikli eyaletti ve bu Kongre Partisi’nin laik söylemini güçlendirmek açisindan, eyaletin stratejik önemini gölgede birakan kaçirilmaz bir firsatti. Hindistan’in Kesmir sevdasinda gözardi edilemeyecek diger bir unsur, Nehru’nun kökenlerinin buradan geliyor olusuydu. Bu belirsizlik ortami Kesmir prensi’nin sadakatini hangi ülkeye ilan edecegi konusunda bocalamasina neden oluyordu. Hem Jinnah hem de Nehru, Kesmir’in iki tarafa da yanasmayip bagimsizlik ilan edebilecegini bile düsünmüslerdir. Ekim 1947’de, binlerce Pakistan’li gerilla savasçisi siniri geçerken maharaj sonunda kararini Hindistan’dan yana kullandi. Nehru, Pakistan güçlerinin ilerlemesine engel olmak için bölgeye havadan asker indirdi. Gergin bir bekleyisin sonunda BM’nin arabuluculugu ile iki taraf ateskes imzalamaya karar verdi. Kesmir’i ikiye bölen bu ateskes siniri ”Kontrol Hatti (LOC)” olarak adlandirildi. O zamandan bugüne sinirda bir degisiklik olmadi ancak dünya çok degisti. Günümüzde Hindistan ve Pakistan’in 2003’te baslattigi ve geçmis örneklerinden daha basarili olma sansi bulunan baris sürecine ragmen Kesmir’i ayiran sinir dünyadaki en tehlikeli nükleer noktalardan biri konumunda. * * * 11 Eylül takip eden aylarda tüm dünyanin gözleri Pakistan üzerindeydi. Herkes sabirsizlikla Müserref’in, Baskan Bush’un “ya yanimizdasin ya da karsimizdasin” ültimatomuna ne cevap verecegini bekliyordu. Cevap gecikmedi. Pakistan, ABD’nin teröre karsi mücadelesinde yanindaydi. Dahasi Afganistan’da kurulmasina destek verdikleri Taliban rejiminin yok edilmesinde etkili görev alacaklardi. Müserref’in amaci ülkesinin durgun ekonomisine devinim kazandirmak ve de Kesmir davasina taraftar toplamakti. Kullandigi slogan ”Önce Pakistan”di. Bu çok önemli bir söylemdir çünkü ulusalciligin dinden, yani Pakistan’in Islam’dan daha önemli oldugu vurgulanmistir. * * * Pakistan’in varligi bile çogu Hintli için bir tehdittir ve bu birkaç seviyede algilanmaktadir. Pakistan, ülkelerindeki tek Müslüman çogunluga sahip eyalete göz dikmistir. Ülkenin askeri rejimlerinin döktügü kan ve harcadigi paralara bakilirsa Pakistan’in bu hedefinden vazgeçmesi olasi görünmüyor. Pakistan’in kurulusu Hindistan’in dogal cografik ve kültürel sinirlarinin bölünmesi olarak görülmektedir. Hindu milliyetçileri Pakistan’in yeniden Büyük Hindistan’la birlesmesini hayal etmektedir. Toplumun hangi kesiminden olursa olsun Hintlilerin çogu bölünmeyi gereksiz bir trajedi olarak görmekte ve bu hatanin gelecekte barisçil yollarla çözümlenmesini beklemektedir. Bu yaklasim ise kendine güveni eksik olan Pakistan’da dinmeyen bir endise kaynagidir. Bununla birlikte Pakistan’in içi bos bir ülke-devlet oldugu ve sonunda Hindistan’a yine baglanacagini düsünen Hintlilerin sayisi gerçekten çok azdir. Hintlilerin birlesik bir altkita istegi resmi politika degil akillardaki duygusal bir istektir. Sonuncu ve belki de en önemlisi Pakistan’in laik Hint kimligine ciddi bir tehdit olarak görülmesidir. Iki ülke arasindaki iliskiler ne kadar istikrarli olursa olsun Hintlilere göre Pakistan, günümüzde 150 milyona ulasan (nüfusun %14’ü) Hintli Müslüman azinligi bölme potansiyeline sahip bir unsur. Bu durum Hindistan Müslümanlari arasinda güvensizlik ortami yaratmaktadir. 60 yillik tarihinde Pakistan’in bu türden girisimlerde defalarca bulundugu su götürmez bir gerçektir. Hindistan’daki çesitliligin ve bunun neden oldugu tezatlarin ülkeyi sonunda bölecegini düsünen Pakistan’in beklentileri ise bosa çikmistir. Ülkedeki pek çok azinlik gibi, Hindistan’in Müslümanlari da bu topraklara siki sikiya baglanmis durumdalar. Buna karsilik Hindistan, Pakistan askeri-siyasi kurumu için bir türlü geçmeyen siddetli bir bas agrisidir. Pakistan askeri yönetiminin varligini son 50 yildir sürdürebilmesindeki temel dayanak sürekli vurgulanan Hint tehdidi ve Kesmir’in akibetidir. Bu durum Pakistan’in Hindistan’a kiyasla neden bu kadar büyük savunma bütçeleri ayirdigini da açiklamaktadir (2003’te Hindistan toplam bütçenin %15’ini, Pakistan %54’ünü savunmaya tahsis etmistir. Bazilari Pakistan’i Güney Asya Müslümanlarinin evi hatta Orta Dogunun bir uzantisi olarak tanimlayabilir. Ama belki de Pakistan’i anlatmak için en uygun tanim “Hindistan Olmayan Yer”dir. Son zamanlarda iki ülke arasindaki Kesmir sorununun çözülmeyecegini savunmak popülerlesti. Hintlilere göre Pakistan askeri yönetim altinda oldugu sürece Kesmir’de tam hakimiyet disinda hiçbir çözüme yanasmayacaktir. Öte yandan demoktratik bir Pakistan hükümeti ülkenin çikarlarindan feragat edecek olsa yeni bir darbenin gerçeklesecegine kesin gözüyle bakilmaktadir. Pakistanlilar ise Hindistan’i gayet hakli olarak statüko bir güç olarak görmekte. Onlara göre Hindistan Kesmir’i asla elden birakmayacak ama Pakistan’in kendi küçük kismini almasina fazla itiraz etmeyecektir. Gerçekten de Hindistan’in, Kontrol Hattini uluslararasi bir sinir olarak kabul etmesi hiç sasirtici olmaz. Her iki tarafi haritadan silecek nükleer savasin disinda Pakistan’in statükoyu degistirme olasiligi çok düsük. Tarihinde konvansiyonel savas yoluyla birçok girisimi oldu ama hepsi basarisizlikla sonlandi. Çogu gözlemciye göre Kesmir sorununun çözümü en azindan kismen de olsa eyaletin kendi içinden çikmasiyla mümkün olacaktir. Staküko güç olarak Hindistan’in Kesmirlileri olumlu yönde etkileme olasiligi Pakistan’a kiyasla daha fazladir. Son zamanlarda, Kesmir halkinin tam bagimsizlik veya Pakistan’a baglanma disinda herhangi bir anlasmaya sicak bakacagina dair isaretler vardir. Bu birdenbire ortaya çikan bir Hindistan sevdasi degil. Ortamdaki rahatlamanin esas nedeni Kesmir halkinin bitmek bilmeyen vahset ve belirsizlik ortamindan artik bezmis olmasidir. Düsünce yapisinda yasanan degisikligin bir nedeni de Hindistan’in Pakistan’a kiyasla yasadigi ekonomik atilimdir. * * * Hint Müslümanlari, hem Pakistan hem de Hindu communalistleri için birer hayal kirikligi. Pakistan kendi varligini gerekçelendirmek için komsusunda yasayan din kardeslerine karsi baski uygulandigini kanitlamak pesinde. Hindu communalist ideolojisi ise hem gerçek bir Hintli hem de dini bütün bir Müslüman olunamayacagini vurgulamaktadir. Oysa ki siradan Hintli bir Müslüman için hayat çok daha siradan. 2004 yilinda, Devlet Istatistik Kurumu 1991-2001 yillari arasinda Müslüman toplumun %29, Hindu nüfusunun ise sadece %22 büyüdügünü açikladi. Muhalefetteki BJP partisi tam da aradigi firsati buldugunu sanmisti. Hindistan Müslüman akinina ugruyordu. Fakat açiklanan verilerin ardinda daha karmasik bir hikaye vardi. Hindistan’daki nüfus büyüme orani tüm toplumlar arasinda düsüse geçmisti (1989: %2.2, 1990’larda: >2%/yil). 2011’de yapilacak nüfus sayiminda bu oranin %1.5’e gerilemesi bekleniyor. 1990’li yillar boyunca daha zengin olan Güney eyaletlerdeki düsüs, Kuzeydeki fakir eyaletlerden daha fazla olmustur. Bu egilim dini degil tamamen ekonomikti. Bununla birlikte Kuzeydeki fakir Hindular yine ayni bölgelerde yasayan Müslümanlardan daha hizli çogalmislardir. Fakat fakir bölgelerde yasayan Müslümanlar daha fazla oldugundan ortalama büyüme orani daha yüksek çikmisti. Burada esas sorulmasi gereken soru Hindistan’da neden bu kadar fakir Müslüman oldugudur. Nedenleri çok boyutlu ve çok çesitlidir. En önemli unsurlardan biri, Hindistan’da yasayan Müslüman entelektüel, memur, asker ve akademisyenlerin büyük kisminin 1947’de daha iyi bir hayat kurma arzusuyla Pakistan’a göç etmesidir. Fakir Müslümanlarin neredeyse hiçbiri yerini degistirmemistir. Bununla birlikte Hindistan’da kalmayi tercih eden Müslümanlarin çogu 1950’li yillardan sonra ekonomik önemini hizla yitiren zanaatkarlardir. Tüm bunlara karsin, Hindistan’daki ortalama iyilesme oranindan düsük seyretmesine ragmen, Müslüman Hint toplumunda fakirlik düsüstedir. Yine gözden siklikla kaçan bir baska güçlük, ülkedeki Sünni ve Sii topluluklari arasindaki ayirimdir. Uttar Pradesh’in merkezi Lukcnow gibi her iki mezhepten Müslümanlarin yogun olarak yasadigi yerlerde toplumsal çatismalar Müslüman-Hindu arasinda degil Sünni ve Sii’ler arasinda meydana gelmektedir. Ülkenin Müslümanlari arasinda azinlikta kalan Sii toplumu pek çok kez muhalefetteki milliyetçi BJP partisine oy vermektedir. Hindistan siyasi arenasinda karsimiza siklikla çikan ”düsmanin düsmani” prensibi. Tüm bunlar Hint Islam’i teriminin esasinda anlamsiz kaldigini da göstermektedir. Ülkenin Sünni Müslümanlari hakkinda sikça duyulan basmakalip fikir, çocuklarini gerici medreselerde egittikleridir. Özellikle de kuzey bölgelerde birçok Müslüman çocugun dar görüslü dini okullara yollandigi bir gerçek. Ancak bunun belki de temel nedenlerinden biri devlet okullarinin basina buyruk isleyis tarzidir. Devlet verilerine göre herhangi bir okul gününde ögretmenlerin üçte biri siniflarinda bulunmamaktadir. Örnegin Bihar’da elektrik baglantisi olan okullarin orani %3, ögretmen tuvaleti olanlarin oraniysa sadece %20’dir. Kiz ve erkek tuvaleti ayri olanlarin sayisi bir elin parmagini geçmez. Haliyle hem Müslüman hem de Hindu ailelerin çogu kizlarini okula göndermemektedir. Buna karsin, mantikli bir seçenek sunulmasi halinde Müslüman aileler, kizlarinin okumasi için karsilarina çikan firsatlari degerlendirmektedir. Örnegin Hayderabad’da siniflardaki kiz-erkek ögrenci sayisi neredeyse esittir. Kizlarin çogunun basi açiktir. * * * Hindistan’daki Müslümanlarin durumu çogunlukla umutsuz ve geri kalmis olarak gösterilmektedir. Ancak demokrasi Hindistan’in diger toplumlarinda oldugu kadar Müslümanlar arasinda da yer etmistir. 11 Eylül olaylarindan sonra “Hindistan’in demokratik yapisi yüzünden Müslüman terörist yetistirmedigini” söylemek bir klise haline geldi. Bu klise gerçekleri yansitmamaktadir. Müslüman mafya çeteleri Gujarat felaketinin intikami anlaminda birçok terörist saldiri düzenlemistir. Buna karsin, son yillarda yasanan küresel cihat hareketlerine katilan Hint’li Müslümanlarin sayisi gerçekten de azdir. Cografik yakinliklarina karsin Sovyet isgaline karsi Afganistan’in baslattigi cihada Hindistan’dan neredeyse hiç katilim olmamistir. Bunun bir nedeni Sovyetler ve Hindistan arasindaki yakin iliskiler olabilir. Baska bir neden de, Pakistan dahil çogu Islami ülkenin aksine, Hint Müslümanlarinin ifade, inanma, tapinma özgürlügüne sahip olmalaridir. Terörizm karmasik bir fenomendir. Bu olgunun, demokrasinin olmadigi ortamlarda gelistigini söylemek çok saf bir yaklasim olur. Ancak sorunlarini toplum içinde ifade edebilme özgürlügüne sahip bireylerin, sikinti veya kinlerini siddete dökme olasiligini bastirdigini söylemek yanlis olmaz. 150 milyonluk Pakistan’in nüfusu, Hindistan’daki Müslüman nüfusla neredeyse aynidir. Etnik, kültürel ve dini anlamda çok yakindirlar. Uluslararasi terörist aglariyla baglantisi olan Pakistan uyruklularinin sayisi Hinlilerden çok fazladir. Hindistan’daki Müslümanlari, Pakistan’daki mukabillerinden ayiran en belirgin özellik belki de idare edildikleri siyasi sistemdir. Hindistan’in, A.B.D. ve Çin’le Iliskileri Küresel dinamikler siradan bir gözün algilayamayacagi oranda degisim gösteriyor. Belli asamalarda kirilma noktalari oluyor ve uzun yillardir fark edilmeyen gerçekler birden herkes tarafindan idrak ediliyor. Benzer sekilde büyük güçlerin de yükselisi ve düsüsü kademeler halinde gerçeklesip önemli bir olayla herkesçe anlasilir hale gelmekte. Hindistan için o büyük an henüz gelmemis gibi görünüyor. Gerçi Hint milliyetçileri ülkelerinin bu mertebeye 1998’de 5 nükleer silah denemesinin tamamlanmasiyla ulastigini iddia edebilir. Bu nükleer testler ülkenin ”Süper Güç” olup olmayacagini belirlemek için yeterli degildir. Hindistan’in 21.yy’da yükselecegi yönünde bir beklenti var ancak henüz kesinlik kazanmis degil. Kesin olan bir sey varsa bu nükleer denemeler Yeni Delhi’nin emellerine dair önemli bir isaret. Ancak, Hindistan’in kendini nükleer güç ilan etmesiyle tam olarak ne elde ettigine dair farkli fikirler var. Denemeler üzerinden sadece iki hafta geçmisti ki Pakistan tam 6 nükleer baslik denemesi gerçeklestirdi. Hindistan’in konvansiyonel askeri üstünlügü bir anda yok olmustu. Pakistan’in nükleer güce sahip olmasinda en büyük rol üstlenen Çinliler ise bu alanda her iki ülkeden de çok çok ileride. Hindistan 1947’de bagimsizliga “ahlaki süper güç” olduguna inanarak adim atti. Bagimsizlik elde etmek konusunda diger Üçüncü Dünya ülkelerinden ilerideydi ve de barisçil yollarla kendini sömürge olmaktan kurtaran tek önemli ülkeydi. Hindistan bagimsizlik mücadelesinin kendine özgü özellikleri ve Gandhi’nin yarattigi karizma dünyayi etkilemisti. Ülke gururluydu çünkü yöntemleri silahin gücüne degil sözün, ikna kabiliyetinin gücüne bagliydi. Hint devleti bu gücünü dünyanin her yanina yansitabilecegine inaniyordu. Bu fazlasiyla iyimser bir düsünceydi. Tüm hatalarina karsin Ingiltere, örnegin Fransiz, Alman veya Japon gibi sert ve acimasiz bir emperyalist politika uygulamiyordu. Ingiltere’nin Hindistan üzerindeki hakimiyetini mümkün kilan unsur, hosgörüdür. Askeri güç uygulama veya terk etme noktasina gelindiginde Ingiltere, beceriksizce ve fazlasiyla geç de olsa terk etmeyi tercih etti. Her ikisi de birer avukat olan Gandhi ve Nehru’nun Ingilizlerin Hintlilerin savlarina karsi kendini iyi savunamadigini tespit etmeleri bu süreçte çok önemlidir. Gandhi kendini buldugu siyasi sahneyi çok iyi yönetmeyi beceren bir taktik adamiydi. Nehru ise sadece bagimsizliga ulasmada görev almadi, ayrica ülkenin ilk 15 yilinda hem basbakanlik hem de disisleri bakanligi görevini yürüttü. “Baglantisizlar Hareketi”nin kurulmasindaki en büyük rolü üstlenen kisi Nehru’dur. 1955’te Endonezya’da kurulan bu olusumun açilis konusmasinda Çin basbakani gelismekte olan ülkelerin çogunun ABD ve SSCB arasinda ki soguk savasa taraf olmayacagini ilan etmisti. ABD, Hindistan’in kendini desteklememesine içerlemisti ve bu Hintlilerin Sovyet tarafina yakinlasmasina neden oldu. Tarafsizlik yillari boyunca Hindistan silahlarinin çogunu SSCB’den almistir. Bununla birlikte iki ülke arasinda kapsamli barter ticaret anlasmalari yapildi. Hindistan dogrudan Sovyet blogunun bir parçasi olmasa da iliskiler pek çok boyutta bir hayli yakindi. Bu yakinliga ragmen Nehru’nun degismeyen dis politikasi, ABD ve SSCB arasindaki nükleer silah yarisini kinamak olmustur. Her iki ülkeye sürekli olarak silahsizlanma çagrisinda bulunuyordu fakat onu dikkate alan yoktu. Bir süre sonra silahsizlanmanin mümkün olmadigini anlamis olacak ki; Nehru Hindistan’da sivil bir nükleer programin kurulmasi için gerekli izinleri verdi. Danismanlarinin nükleer silah sevdalarini hiçbir zaman resmi olarak onaylamasa da Nehru kadar akilli birinin böyle bir programa izin vererek neler gelistirilebileceginden bihaber olmasi olanaksiz. Nehru’nun diger belirgin dis politikasi Çin’le dostluktu. Nehru, Hindistan-Çin iliskilerinin sömürge devri sonrasi dünya düzeninin belirleyicisi olacagina inaniyordu. Hindistan’in kullandigi dil idealistik oldugu kadar kendini kandirir tarzdaydi. Çinliler, Hintlilerin gerçek politika anlayisinin bu kadar kit olmasina inanamiyordu. Pekin’in diplomasi anlayisi çok daha geleneksel bir yapiya sahipti. Kisa bir süre içinde iki husus ülkeler arasindaki iliskinin gerilmesine neden oldu: Çin’in Tibet politikasi ve iki ülke arasindaki 3,450 km’lik sinirin tam olarak nereden çizilecegi tartismasi. Hindistan 1959’da Tibet’ten kaçmak zorunda kalan genç Dalai Lama’ya kucak açti. Bu Çinlilerin hiç hosuna gitmedi ve iki ülke sinirlarinin Çin lehine degistirildigi haritalar yayinlamaya basladilar. 1962’de ise Çin Halk Özgürlük Ordusu, Himalaya sirtlarindaki siniri asip hazirliksiz yakalanan zayif Hint ordusunun geri çekilmesine neden olmustu. Kisa ve tek tarafli askeri müdahale sonunda Çin yeni sinirlari belirleyip ateskes ilan etti. Çinlilerin elde ettigi ince- uzun toprak parçasinin hiçbir stratejik önemi yoktu ancak maksat Yeni Delhi’ye sopa göstermekti. Hindistan fazlasiyla küçük düsmüstü. Bu olay, Nehru için de bir felaket olmustur. Herkes onun baglantisizlik ve barisçil iliskiler politikasiyla dalga geçer oldu. Nehru bu olayin sokunu üzerinden asla atamadi ve 18 ay sonra öldü. Ölümünden hemen sonra Çin, 1964’te hidrojen bombasini patlatti. Pekin, Nehru’nun Asya kardesligi ve nükleer silahsizlanma ideallerini tamamen hiçe saydigini en acimasiz haliyle ifade etmisti. Nehru’nun üçüncü belirgin dis politikasi, üçüncü dünya ülkelerinin, özellikle de ABD’yle iliskiler konusunda tek ses olmasi gerektigiydi. Nehru Amerikan kapitalizmi ve arsiz maddiyatçiligindan hiç haz etmiyordu. Amerikalilar ise, Çinlilerle oldugu gibi, Hintli diplomatlarla ugrasmanin da çok zor oldugu görüsündeydi. Amerika, kendinden bu kadar gida yardimi almis bir ülkenin Washington’un dünyayi nasil yönetmesi gerektigine dair ahlak dersi vermesinden hosnut degildi. Ancak ABD, günümüzde Hintlilerle daha iyi anlasabiliyor ve güvenlikten ticarete kadar pek çok alanda isbirligine gitme gayretinde. Nixon döneminin devlet bakani Kissinger bir keresinde ”Hindistan tehlikeli bir mahallede yasiyor” demisti. Bu ifade belki de hafif kalir. Hindistan o yillarda, Çin’in Pakistan’la yakin iliskilere girmesine seyirci kalmayip nükleer silah üretimine basladi. 1962 sonrasi dönemde Hintlilerin çogu, Çin’in komsu ülkelerle ittifaka girerek ülkeyi kusatma çabasinda oldugunu düsünüyordu. BM toplantilarinda Kesmir olayindan söz açildiginda Çin Pakistan’i, Sovyetler’de Hindistan’i desteklerdi. 1971 sonrasi dönemde Çin Pakistan’in en büyük silah tedarikçisi konumundaydi. Bu görevi 1980’li yillarda bölgede varligini arttirmaya karar veren ABD almistir. Sovyet isgaline karsi Afganistan’da üstlenecegi göreve karsilik ABD silah satis tercihini Pakistan lehine kullanmisti. Basta Disisleri olmak üzere ABD’deki nükleer karsiti toplum Hindistan’in nükleer silah gelistirmesini sorumsuzluk olarak nitelemekte. Ancak, ABD’nin geçmis dönemlerde bölgede uyguladigi politikalarin Hindistan’in böyle bir sey yapma olasiligini arttirdigi unutulmamalidir. Bununla birlikte Yeni Delhi’nin nükleer bir güç olma istegi arkasinda çok daha Hindistan’a özgü bir neden vardi. Hindistan modern sömürgecilik olarak gördügü her seye asiri hassasti. 1968’de 5 nükleer güç (ABD, SSCB, Ingiltere, Fransa ve Çin) diger ülkelerin çogunu Nükleer Silah Çogalmasinin Engellenmesi Anlasmasini imzalama konusunda ikna etti. Bu anlasma sözkonusu 5 ülkeyi dünyanin tek resmi nükleer gücü mertebesini ulastirdi. Anlasmayi imzalayan ülkelere ise sivil amaçli nükleer enerji teknolojileri konusunda yardim sözü verilmisti. Iran ve Kuzey Kore bile anlasmayi imzaladi fakat Hindistan imzalamadi. Hindistan imzalamayinca haliyle Pakistan da imzalamadi. Adaletsiz bir anlasma oldugunu savunan Hintliler nükleer teknoloji gelistirme programina hiz verdiler. Indira Ganhi 1974’te “Barisçil Nükleer Testler” gerçeklestirilmesi talimatini verdi. Hindistan’in masum söylemi nükleer teknolojinin sivil amaçlar için kullanilabilecegiydi. Pakistan basbakani Z. Ali Butto testlerin ardindan verdigi demeçte Hindistan’in ulastigi noktaya gelmek için gerekirse ülkedeki herkesin saman yiyecegini söylemisti. Fakat Islamabad’in tek yapmasi gereken sey Çin’den yardim istemekti. Pakistan’in nükleer baslik ve füze firlatma sistemleri konusundaki teknolojik bilgi birikiminin neredeyse tamami Çin kaynaklidir. 1987’de Hindistan, Pakistan sinirina yakin bir askeri harekat düzenlediginde iki ülke arasinda neredeyse savas çikiyordu ve her iki tarafin elinde temel nükleer aygitlar oldugu biliniyordu. Bunlari kullanmayi denemeleri an meselesiydi. * * * Moskova ile yakin iliskilere ragmen Hindistan soguk savas yillarinda önemli bir görev üstlenmedi. Ancak Sovyetlerin çöküsü, Yeni Delhi’nin sömürebilecegi pek çok olasilik yaratmistir. ABD-Hindistan iliskilerinde son 15 yildir yasanan iyilesmeyle es zamanli olarak ABD- Çin iliskileri bir gerileme dönemine girmistir. Yasadigimiz çok kutuplu dünyada diplomasi soguk savas yillarina kiyasla çok daha akiskan. Hindistan ayni dönemde Çin’le olan hasarli iliskilerini düzeltme çabasina da girmistir. Kendi ülkesindeki ayrilikçi hareketleri dikkate alan Çin, Kesmir konusunda Hindistan’a yönelttigi elestirilerin tonunu hafifletmistir. 2004 senesinde, Çin’in Pakistan ve Hindistan’a daha esit bir yaklasim sergilemesini saglayan önemli bir olay gerçeklesti. Pakistan nükleer programinin basindaki A.Q. Khan’in 80’li ve 90’li yilar boyunca nükleer sirlari parayi bastiran her ülkeye sattigi ortaya çikti. Khan’in sattigi teknolojik bilginin neredeyse tamami Çin kaynakli oldugu için bu durum Çinlileri rahatsiz etti. Khan bu sirlari Libya, K. Kore, büyük olasilikla Iran ve de belki de Suudi Arabistan’a satmisti. Pekin’deki strateji uzmanlari baska bir sonuca vardi: Pakistan’i güçlü bir nükleer güç olma yolunda desteklemek, Hindistan’in bu yarisa girmesini ve Çin’in nükleer gücüne çok daha kisa sürede yetismesini tetikleyebilirdi. Ancak Çin’in Hindistan’la iliskileri gelistirme isteginin arkasinda daha da önemli iki neden vardir. Ilki, Hindistan’in tarafsizlik yillarina kiyasla çok daha sert tutumlu bir politika izlemesidir. Hintlilerin Mayis 1998’de gerçeklestirdigi nükleer testler Çinlilerin karsilarinda farkli bir Hindistan oldugunu anlamalarina neden oldu. Hindistan, 1990’larin basinda Çin’den nükleer gücünü kendileri üzerinde kullanmayacaklarina dair teminat istemisti. Çinliler, nükleer gücü olmayan bir ülkeyi nükleer silahlarla tehdit etmenin bir anlami olmadigini söyleyerek Hindistan’a bu konuda herhangi bir teminat vermedigi gibi küçümseyici bir yaklasim sergiledi ve bu talebi umursamadi. 1998 testlerinden hemen önce Hindistan Savunma Bakani Fernandes bir demecinde ülke güvenligini en fazla tehdit eden ülkenin Çin oldugunu söylemistir. Basbakan Vajpayee’nin Clinton’a yazdigi mektupta ise nükleer silahlanma nedenlerinin Pakistan degil Çin oldugu ifade edilmistir. Pakistan nükleer bilgi birikiminin neredeyse tamamini Çin’den aldigindan Hint savunmasinin ciddi bir dayanagi vardi. Çin testleri kinadigini açikladi ancak itirazlar duygusal degildi. Haziran 2001’de Hindistan, Bush yönetiminin Füze Savunma sistemi ya da Uzay Savaslari II planlarina katilan ilk ülkelerden biri oldu. Çin bu gelismeyi de kinadi. Onlara göre bu halihazirda kurulu nükleer hiyerarsik dengeyi bozma girisiminden baska bir sey degildi. Bu süre zarfinda Bush’un projesi teknik ve finansal sikintilar ve de birincil güvenlik önceliklerinin 11 Eylül’den sonra degismesi nedeniyle askiya alindi. Ancak Hindistan’in attigi adimlari gözünden kaçirmayan Pekin, fayda etmemesine ragmen Hindistan’in nükleer programindan vazgeçip tüm silahlari imha etmesi konusunda israrlarina devam ediyor. Bununla birlikte Çin, Hindistan’a yönelttigi elestirilerin tonuna bir saygi unsuru ekledi, bu geçmiste olmayan birseydi. Hindistan’la Çin arasindaki gerilimin azalmasindaki ikinci unsur ekonomiktir. Çin ekonomik reforma 1978’de, Hindistan ise 1991’de baslamistir. Bu 13 yillik avantaj sayesinde Çin’i GSYIH’si Hindistan’in neredeyse iki kati, ihracat ise dört katidir. Iki ülke arasindaki ticaret hacmi 2000’de 2 milyar dolarken bu rakam 2006’da 20 milyar dolara ulasmisti. Çin’in dünyanin kalani ile yaptigi ticarete bakildiginda bu rakam küçük görünse de Hindistan, Çin’in en hizli büyüyen is ortagi halini gelmistir. Bu hacmin çogu Çin’in tükenmek bilmeyen emtia ihtiyacindan kaynaklaniyor. En büyük kalemler demir cevheri ve çelik. Hindistan’in tek sattigi bu degil. Son zamanlarda Çin’de faaliyet gösteren yabanci otomotiv sirketlerine parça ve son teknoloji yeni nesil otomobillerde kullanilacak karmasik yazilimlari ihraç etmektedir. Günümüzde otomobillerde kullanilan yazilimin parasal degeri aracin üretiminde kullanilan donanimdan daha fazladir. Önemli miktarda Hintli yazilim sirketi Çin’de ofis bile açmis durumda. Çin, Hindistan’in Ingilizceye ve bilisim teknolojilerine olan hakimiyetiyle rekabet edecek düzeyde degildir. Çin’de faaliyet gösteren uluslararasi sirketlerin çogu, yazilim ve sistem bakimi gibi hizmetleri Hong Kong veya Sangay’da faaliyet gösteren Hintli bilisim sirketlerinden almaktadir. Hindistan’in rekabetçi ilaç sektörü de Çin’de üretim yapmaya baslamistir. Kimse olaylarin böyle gelisecegini tahmin etmemisti. Çin 2000 yilinda Dünya Ticaret Örgütüne katildiginda Hintli sirketler piyasanin ucuz Çin mallarinin istilasina ugramasindan çok korkmustu. Medya Çin ürünleri nedeniyle kapanan isletmeler hakkinda haberler yapiyordu. Ancak Hindistan Çin’le olan ticaretinde son zamanlarda istikrarli bir sekilde ticaret fazlasi kaydetmektedir. Bu durum Hintlilerin Çin’i algilayisinda büyük degisimlere neden olmustur. Bir zamanlar ticari bir tehdit olan Çin simdilerde olasi bir is ortagi konumuna gelmisti. Çin mallarina ve Hint hizmetlerine olan küresel talep o kadar fazla ki her iki ülke de pek çok alanda birbirlerini rakip görmekten vazgeçti. Önümüzdeki 5-10 yillik dönemde her iki ülke de ekonomik istikrarini korumayi basarirsa Çin ve Hindistan arasindaki ticaretin dünyanin en büyük ve önemli ticari iliskisi mertebesine ulasmasi beklenmektedir. Su anda ikili iliskilerin merkezinde ekonomi ve ticaret bulunuyor. Iki ülke yakin zamanda Güney Dogu Asya Ülkeleri Birligi ile ticaret anlasmalari yapmis durumda. Hindistan, Çin’in Güney Amerika ile arasinda gelisen ticari iliskileri taklit etmek istiyor. Küresel çapta G20 olusumunun en büyük oyunculari Çin, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika’dir. Peki tüm bunlar Çin ve Hindistan’in samimi bir dostluk dönemine girdigi anlamina mi geliyor? Serbest ticaret savunuculari ticaretin husumetlerin üstesinden geldigini savunur. Bu biraz abarti olabilir ancak ekonomik iliskiler gelistikçe uluslararasi sinirin tam olarak nereden geçtigi veya Dalai Lama’nin tam olarak nerede yasadigi gibi konulari tartismak daha kolay hale geliyor. Sinir sorununu çözmek için 15 defa bir araya gelen taraflar yaptiklari son açiklamada nihai bir anlasmaya ramak kaldigini ifade etti. Hindistan, 2005’te Çin’in Tibet üzerindeki hakimiyetini tanidigini açikladi. Çin ise bu jeste karsilik olarak Hindistan’in Himalaya eteklerindeki küçük Sikkim eyaleti üzerindeki hakimiyetini tanidi. Bu toplantinin sonunda Hint basbakani Manmohan “Hindistan ve Çin birlikteligi dünyayi yeniden sekillendirebilir” demistir. Bu cesur bir söylemdi. Alt metinde su yatiyordu: Çin ve Hindistan iliskileri tekrar kötülesirse her iki ülkede “çok kutuplu” bir dünya kurma hedeflerinden uzaklasmis olur. Burada “çok kutuplu” teriminin kullanmasi bir anlamda Amerika’nin yapabileceklerine daha etkin sinirlamalar getirecek bir dünya düzeni dilemenin kibar yoludur. Çin ve Hindistan bu amaci paylasmaktadir. “Bir dag iki kaplan için çok küçük” diye bir Çin atasözü vardir. Hindistan ve Çin arasindaki güçlü ticari iliskiler iki ülke arasinda çatisma çikma olasiligini ortadan kaldirir mi bilinmez. Simdilik her iki ülke de kazaniyor. Kesin olan birsey varsa ticaret ülkeler arasindaki iliskileri olumsuz yönde etkilemez. Her iki tarafin kafa yapisi savasin patlak verdigi 1962’den çok farkli. Hindistan artik o kadar idealist degil. Üçüncü dünya ülkeleri dayanismasindan çok, kendi ulusal çikarlarini tartismakta. Alenen dile getirilmese de çogu gözlemciye göre Çin, küresel güç olma hedefine ulasmak için Hindistan’la iyi iliskiler sürdürmeye mecbur. Tektonik tabakalar yavas yavas hareket ediyor. Uluslararasi iliskiler boyutunda çok ilginç bir döneme girdik. Çin’in küresel çapta baskin bir siyasi güç haline gelmesi 10 belki de 20 yil sürecek. Hindistan’in paralel sekilde büyümesi önünde bazi engeller mevcut. Ancak Hindistan’in bu engelleri asma olasiligi çok yüksek, özellikle de ABD Hindistan’in büyümesini destekledigini apaçik ilan ettikten sonra. * * * 2005 yilinda Bush yönetimi daha önce hiçbir ABD hükümetinin yapmadigi bir sey yapti. Yeni bir nükleer gücün olusmasinda kilit bir rol üstlenecekti. Bu ülke Hindistan’di. Bush’un açiklamasi Hindistan’i 21.yy’in en önemli ülkesi olarak gösteren CIA raporu ile eszamanli gelmisti. Ayni CIA raporu, Hindistan’in 2012 yilina kadar dünyanin en güçlü dördüncü ülkesi konumuna gelecegini belirtiyordu. Hindistan’la güçlü iliskiler kurma isteginin temelinde Amerika’nin gücünü gelecek onyillarda da devam ettirme istegi yatmaktadir. Peki böylesi bir açiklamanin ardinda yatan ne olabilirdi? Bush yönetimi Hindistan yanlisi duruslari için pek çok açiklama sunmakta. En sik vurgulanan ise Hindistan’in dünyadaki en büyük demokrasi olmasidir. Ikincisi, ABD’nin Hindistan’a hassas ürünlerin satisina ambargo koymasina neden olan nükleer testlere karsin Beyaz Saray’in, Hintlilerin nükleer mühimmati konusunda gösterdigi sorumlu yaklasimdan etkilenmis olmasidir. Parasi olan herkese bilgi satmaktan çekinmeyen Pakistan’in aksine Hindistan bu konuda denetimi siki tutmustur. Üçüncüsü ABD’de yasayan ve ülkenin siyasi arenasinda giderek daha güçlü bir ses halini alan iki milyonluk Hint nüfusudur. Ortalama 50 bin dolarlik yillik gelirleriyle Hint kökenli Amerikalilar ülkedeki en zengin etnik toplulugudur. ABD üniversitelerinde çok fazla Hintli ögrenci vardir. Bununla birlikte basta bilgisayar yazilim mühendisi olmak üzere teknik konularda ABD’de çalisan yabancilara yönelik H1B vizesi en fazla Hint vatandaslarina verilmektedir. Öte yandan Çin kadar büyük olmasa da Hindistan, ABD ürünleri için büyük potansiyeli olan bir pazar. ABD yönetimi açikça belirtmese de Washington’un Hindistan’i böylesine desteklemesinde temel faktör Çin’dir. Büyüklügü ve siyasi sisteminin dogasi geregi Çin’in küresel bir güce dogru ilerleyisini dengeleyecek tek ülke, Hindistan olarak görülmektedir. ABD Çin’in yükselisini bir süredir endiseyle takip etmektedir. Amerika kökenli sirketler Çin’de yasanan ekonomik degisimden bir hayli faydalandi. Ancak ekonomik özgürlesme, beklentilerin aksine Komünist Partinin ülke siyasi sistemi üzerindeki hakimiyetinde herhangi bir zayiflamaya neden olmadi. Bunun yaninda Çin, Tayvan’i anavatana baglama sevdasindan kesinlikle vazgeçecek gibi görünmüyor. 2005’te meclisten geçen bir kanuna göre Tayvan’in resmi olarak bagimsizlik ilan etmesi halinde ordu harekat baslatma yetkisine sahip. Tayvan ABD’nin askeri müttefiki. Pentagon’da endise uyandiran baska bir konu Çin’in savunmaya ayirdigi kaynaklar. Yapilan tahminler gerçek miktarin resmi rakamlarin çok çok üstünde oldugu yönünde. Bu gelismeler isiginda Temmuz 2005’te Washington’a davet edilen Hindistan basbakani Manmohan’in önüne hayallerinin çok ötesinde bir nükleer anlasma konuldu. ABD’nin teklifi Hindistan’in nükleer güç konumunu kabul ediyor, sivil amaçli nükleer programda kullanilmak üzere nükleer yakit ihracatini tekrar baslatiyor ve hassas teknolojilerin paylasilmasi konusundaki tüm engelleri kaldiriyordu. Buna karsilik, Hindistan’dan nükleer silah yapiminda da kullanilabilecek türden ürünlerin baska ülkelerle ticaretine engel olmak, sivil amaçli nükleer tesislerinin uluslararasi gözlemcilere açmak ve de basta uzay programi olmak üzere sivil ve askeri sektörler arasindaki bilgi alisverisine engel olacak bir yapi kazandirmasi bekleniyordu. Uzun lafin kisasi gayri resmi de olsa Hindistan, 5 resmi nükleer güç arasina sonradan katilan ilk ve muhtemelen son ülke olma özelliginde. Uluslararasi arenada resmi bir tanimaya gidilmesi mümkün olmayacaktir çünkü bu Nükleer Silah Çogalmasinin Engellenmesi Anlasmasi’nin geçersiz kilinmasi anlamina gelecektir. Bush’un Hindistan’a iade-i ziyareti 2006’da gerçeklesti. Bush, Hintlilerin taleplerinin neredeyse tamamini kabul ederek ABD’deki Hint lobicilerini bile hayrete düsürdü. Hintliler sivil amaçli nükleer hammaddeye ulasabilme karsiliginda sivil nükleer tesislerinin (hepsini olmasa bile) çogunu uluslararasi denetime açmayi kabul etti. Hem ABD’de hem de Avustralya ve Japonya gibi süphecileri de kapsayan 44 üyeli Nükleer Tedarikçiler Grubunda pek çok temsilci, ABD’nin Hindistan’i neden bu kadar kayirdigina anlam veremedi. Bush’un kendi açikladigi nedenleri duymazdan gelecek olursak bunun arkasindaki motivasyonu anlamak zor olmayacaktir: Varilan anlasma, Hindistan nükleer silahlanma programini hizlandirip koruma ve de Çin’e karsi bir güç dengesi olusturma gayretinde. Bu kapsamda bakildiginda bu anlasma çok mantikliydi. Hindistan’a nükleer güç olma avantajlarini saglama süreci çok mesakkatli ve belirsiz bir yol. Büyük olasilikla Bush ilk sundugu anlasmayi sulandirmak zorunda kalacak ancak böyle bir gelisme ABD’nin Hindistan’i bir süper güce dönüstürme stratejisinden vazgeçirmeye yetecek gibi görünmüyor. * * * Hindistan’in en büyük sorunlarindan biri enerji güvenligidir. Hindistan gida üretimi konusunda yasadigi sikintilari son 25 yilda büyük oranda asmis görünüyor. Gelecekte önemli bir gida ihracatçisi olmasi çok muhtemel. Günümüzde ulasilan gida üretimi miktarlari ülkenin büyüyen nüfusuna yetecek seviyede olsa da fakirleri hedefleyen gida dagitim sisteminde henüz kat edilecek çok mesafe var. Enerjiye baktigimizda ise Hindistan’in ulusal piyasada yasadigi enerji sikintisinin giderek ciddi bir sorun halini aldigini görürüz. Su anda Hindistan, petrol ihtiyacinin %70’ini ithal etmekte. Önümüzdeki 10-20 yilda gelisen ekonomiyle bu oranin %90’lara varacagi öngörülmektedir. Dünyanin degisik bölgelerinde enerji sahalari için havada uçusan dolarlara bakacak olursak Çin de benzer bir sorunla karsi karsiya. Hindistan ve Çin’deki enerji durumu büyük benzerlikler göstermektedir. Her ikisinin de büyük miktarlarda kirli ve verimsiz kömür rezervi bulunmakta. Her iki ülke topraklarinda petrol var ancak bu miktarlar yeterli olmaktan çok uzak. Her iki ülke de tartismalar neden olan hidro- elektrik santrallerine yatirim yapmakta ayrica ikisi de nükleer enerji kapasitelerini yükseltmek arzusunda. Bununla birlikte, nükleer enerji tesislerinin kurulumu zaman ve sermaye gerektirmektedir. Yeni Delhi nükleer enerji üretimi için 2020’ye koydugu 20.000 megavatlik hedefe ulassa bile bu ülke ihtiyacinin ancak %5’ine denk gelecekmis gibi görünüyor. Yakin zamanda özellikle Bengal Körfezinde kesfettigi rezervler ile Hindistan dogalgaz konusunda Çin’e nazaran biraz daha avantajli. Buna karsin iç piyasanin talebi, bulunan rezervlerin çok üstünde ve petrolde oldugu gibi disa bagimliliktan kurtaracak düzeyde degil. Önümüzdeki yillarda hem Hindistan hem de Çin yeni petrol ve dogal gaz kaynaklari elde etmek için giderek kizisan bir yarisa girecek. Iki ülke arasindaki rekabet daha simdiden hararetli. Bu hedefe ilerleyisini daha erken baslatan Çin, simdiden Rusya, Latin Amerika ve Afrika’daki petrol sahalarindan hisseler satin aldi bile. Ancak Sudan, Venezuela ve Suudi Arabistan sahalarindan hisseler satin alan Hindistan bu yarista adimlarini hizlandirdi. Her iki ülke de petrol ve dogalgazi dogrudan kendileri çikartma isteginde. Çin ve Hindistan, enerji güvenligi arayisi nedeniyle dünyanin basina buyruk haydut devletleriyle akillara durgunluk veren anlasmalar imzalamakta. Bunlarin basinda Iran’la yakin iliskiler geliyor. Hindistan ve Çin arasindaki bu enerji güvenligi yarisi dünya jeopolitik düzenini büyük oranda degistirme potansiyeline sahip. Iran’in rolü hem Çin hem de Hindistan’a enerji tedarik etmek ve bu, bundan sonra gelecek ABD hükümetlerini de ciddi anlamda kaygilandirmaya devam edecek. Iran’in büyük petrol ve dogalgaz rezervleri Hindistan’in istahininin büyük kismini önümüzdeki 20-30 yil süreyle karsilayabilecek kapasitede. Yeni Delhi ise kaynaklarini baska yerde aramasini isteyen ABD’ye kulak asmayacagini net bir sekilde ifade etmis bulunuyor. Ayni sey Çin için de geçerli. 1990’li yillarin basinda ABD’de yürürlüge giren Helms-Burton Yasasi Iran ve Libya ile ticaret yapan sirketlere yaptirimlar getirmekte. Yeni Delhi’nin Iran’dan Hindistan’a uzanan bir dogalgaz boru hatti kurma istegi Washington’la iliskilerin gerilmesine neden olabilir. Ancak, Hindistan’in enerji ihtiyaçlarina bakacak olursak ABD’nin Iran’a bir alternatif sunmasinin hiç de kolay olmayacagi anlasilacaktir. Benzer sekilde, ABD’nin Hindistan’a uygulayacagi hiçbir yaptirim Iran’dan gelecek ucuz dogalgazdan vazgeçmesine yeterli olmayacaktir. Birçok Hintli strateji uzmani buna benzer bir boru hattinin Güney Asya ülkeleri arasinda olumlu anlamda güçlü bir diplomatik ortam yaratilmasina ön ayak olabilecegini düsünmekte çünkü hattin (yine enerji sikintisi olan) Pakistan üzerinden geçmesi gerekecektir. Boru hattini terörist saldirilardan veya Pakistan santajindan korumanin bedeli agir olsa da ekonomik ve diplomatik avantajlari daha fazla olacaktir. Böyle bir boru hatti Islamabad’a yillik 1 milyar dolarlik bir gelir saglar ve Hindistan ile arasini iyi tutma yönünde ciddi bir tesvik unsuru olur. Enerji güvenligi konusunda Hindistan ve Çin kendilerini ayni saflarda, ABD’yi ise karsilarinda bulmaktadir. Yeni Delhi ve Pekin, OPEC gibi bir kuruma karsi pazarlik gücünü arttirabilmek adina Asya’li bir satin alma karteli kurulmasi konusunda görüsmeleri sürdürmekte. Hindistan hükümeti son zamanlarda daha baskin bir diplomatik rol üstlendigi gerekçesiyle ülkedeki degisik kesimlerin elestirilerine maruz kalmakta. Ancak meclisteki muhalefetin itirazlarina ragmen farkli hükümetler kurulmus olsa bile son 10-15 yilda siyasi anlamda bir tutarlilik söz konusu. Hindistan’in diplomatik rotasi süreklilik gösterecege benzer. Örnegin iktidara kim gelirse gelsin, ülke ekonomisinin küresel piyasaya entegrasyonu sürecinden alikoyacak gibi görünmüyor. Asiri solcular disinda ülkedeki tüm siyasi guruplar Hindistan’in ”süper güç” olma hedefi etrafinda birlesmektedir. Giderek artan çok boyutlu iletisim ortaminda Hindistan, Çin ve ABD gibi büyük ülkeler arasindaki iliskiler birden fazla seviyede gerçeklesmektedir. Bir yerde Amerikali ve Hintli diplomatlar kadeh tokustururken baska bir salonda ABD ticaret odalari Hintli bilisim sirketlerine karsi lobi faaliyetinde bulunabilmekte. DTÖ toplantilarinda Çin ve Hindistan güç birligi yaparken Atom Enerjisi Ajansi Toplantisinda birbirlerine igneleyici sözler sarf etmeleri olagandisi bir sey degil. Japonya, Rusya, Brezilya, Almanya, Fransa ve Ingiltere gibi ülkeler önümüzdeki dönemde önemli oyuncular olmaya dogal olarak devam edecektir. Ancak küresel egilimlere bakacak olursak 21. Yüzyilin belirleyicisinin üç büyük güç arasindaki iliskilerin dinamigi olacak gibi görünmektedir. Bu üçgenin asil ekseni elbette ABD olacak. Bununla birlikte, savas seçenegi hariç tutulacaksa ABD’nin Çin’i engelleme sansi yok. Bu nedenle ABD dengeleyici bir güç yaratabilmek adina Hindistan’a destek vermeyi sürdürecektir. Diger taraftan da Hindistan, Çin’le olan iliskilerine zarar vermeden ABD’den her seyi koparabilmek isteyecektir. Bu üçlü dansta çok fazla hamle oldugu gibi takilip düsmeye neden olabilecek sayisiz engel de bulunmakta. Eski ve Yeni Hindistan Hindistan’daki modern yasam tarzi bazen ülkenin tarihi geçmisi üzerine sonradan eklenmis baska bir tabakaymis gibi görünmekte. Sanki modernligi, elindekilerinin üzerine ekliyor gibiler. Avrupalilarin çogu modernligi laik yasamin doruk noktasi olarak görür: Kiliseye gitmek azalir. Din, azinlik bir grubun özel zamanini geçirdigi bir ugras halini alir. Din kültürel mirasin bir parçasi haline gelerek mimarisi ve tarihi için takdir edilir hale gelir. Düzenlenen anketlerin çogu Avrupalilarin ya tanriya inanmadigini ya da agnostik oldugunu göstermekte. Avrupa için geçmis geçmiste kalmistir. Hindistan’da ise geçmis, pek çok yönden ayni zamanda gelecekle baglantilidir. Avrupa, artik baska toplumlarin kendilerini kiyasladigi evrensel bir standart olarak kabul edilmiyor. ABD, Hindistan açisindan daha fazla paralellik gösteriyor. Iki ülke de, Avrupa’da görülen devlet tarafindan konan dine maruz kalmadi. Her iki toplumda da farkli din ve mezhep gruplarinin devlet baskisina maruz kalmadan, dirlik içinde yasadigi görülmektedir. Avrupa Katolik Kilisesinin mutlakiyetçi yaklasimi önce Protestanligi, daha sonralari ruhban sinifi karsitligini ve sonunda da ateizmi dogurmustur. Tarihinin çok farkli olmasi geregi, Hindistan’da bu türden ayrilikçi içgüdülere çok daha nadir rastlanmaktadir. Hindistan’in geçmisini günümüzde de görmek mümkündür. Ülke tarihinde gerçeklesen bir kaç din degistirme girisimi ya çabucak tavsadi ya da yarattigi tepki hükümetin hemen geri adim atmasina neden oldu. Günümüz Hindistan’inda yasayan çogu Hristiyan ve Müslümanin tapinma sekli baska ülkelerde yasayan din kardeslerine kiyasla çok daha eklektik ve siradisidir. Bunun hem olumlu hem de olumsuz çikarimlari vardir. Olumlu açidan tanriya ulasmanin birden fazla yolu oldugunu kabul etme egilimi Hindistan’in tüm dinlere karsi duydugu köklü hosgörü gelenegine atfedilir. Olumsuz tarafi ise kast sisteminin hem Hristiyan hem de Müslüman toplumlarinin dogustan siniflandirmasina ve dolayisiyla bölünmesine neden olmasidir. Siyasi arenada olan bitenlerden bagimsiz olarak, kastlarla ilgili progresif egilimlere Hinduizm’de rastlamak mümkündür. Hindistan kentlestikçe ve yeni teknoloji daha genis kitlelere ulastikça Hinduizm dahilindeki bölünmeler de düsüse geçmekte. Bir çok yönden, ve belki de tarihinde ilk defa Hinduizm birlesik bir toplu din halini almakta. Örnegin normalde üst kastlara ait birkaç dini tören günümüzde tüm kastlar arasinda kutlanir hale gelmistir. Bunun bir sonucu olarak (en azindan kentsel nüfus arasinda) Hinduizm çok daha standartlasmis bir dine dönüsmeye basladi. Tarih boyunca yabancilar Hindu tapinaklarinin neden cemaati agirlayacak büyük salonlardan yoksun oldugunu merak etmistir. Geleneksel Hinduizmin öyle belirgin bir cemaati yoktu – farkli kastlarin diniydi. Büyüyen tarikatlarin yaptirdigi Hindu tapinaklari cemaati agirlayabilecek sekilde insa edilmektedir. Bununla birlikte ABD’deki Evanjelist televizyon kanallarinda Hindu modeline giderek daha sik rastlanir olmustur. Tapinaklarin dislayici yapisinin aksine bu kanallar reytingleri yükseltmek adina giderek daha kapsayici bir yaklasim içindedir. Hindu geleneginin bu çapta ulusallasmasinin en büyük yardimcilarindan biri süphesiz ki teknolojidir. Günümüz Hinduizmi Siva, Ram ve Krisna gibi popüler tanrilarin tarihçelerini kapsayan yazitlara dayanmaktadir. Bu ve diger daha ikinci derece önemli tanrilara adanan festivaller son zamanlarda ülke çapinda kutlanir hale gelmistir. Modernlik ve din Hindistan’da uygun adim hatta bazen elele ilerliyor. * * * Teknolojinin son 15 yilda Hindistan’in arzu edilmeyecek bazi geleneklerini tekrar hayata döndürmesi, egitimli Hint elitlerinin modernlik konusunda kararsiz olmasinda en büyük etkenlerden biri. Ülkenin özellikle Kuzey ve Bati kesimlerinde kiz ve erkekler arasindaki fark belirgin sekilde artti. 1991’de Hindistan ortalamasi her 1000 erkek çocuga 945 kiz çocugu iken bu oran 2001’de 927’ye gerilemisti. Özellikle güney kesimlerde bu oran neredeyse bire bir seyretmekte. Ancak Gujarat ve Punjab gibi eyaletlerde oranlar dehset verici hale gelmistir (Gujarat: 900, Punjab: 800). 1990 sonrasi yasanan ekonomik açilimdan iyi faydalanan bu iki eyalet, ülkenin en zenginleri arasinda. Ancak kiz çocugu dogumunda en büyük düsüsü de kaydedenler onlar oldu. Bihar gibi en fakir eyaletlerde dogum oranlari çok daha dengeli. Hindistan’in cinsiyet orani ekonomik ilerlemenin adeta garip ve gülünç bir göstergesi gibi. Damat ailesinin gelinin ailesinden giderek daha büyük miktarlarda baslik parasi istemesi de özellikle son zamanlarda zenginlesen eyaletlerde yükseliste. Hindistan’in yeni orta sinifi için kiz çocuk sahibi olmak giderek daha pahali olmaya basladi. Buna karsin Hindistan’da üst kastlardan gelen egitimli elitler arasinda baslik parasi gelenegini sürdürenlerin sayisi çok az. Finansal özgürlüklerine kavusabilmeleri için bu kesimden insanlarin kizlari üniversiteye gönderiliyor. Ancak bu durum tüm üst kast mensuplari için geçerli degil. Geleneksel olarak is dünyasinin elitleri olan Jain ve Marwari toplumlari arasinda henüz dogmamis kiz çocuklarinin yasam sanslari giderek azalmaktadir, ayrimci kürtaj nedeniyle dogan kiz çocugu sayisi ciddi oranda azalmaktadir. 2001’de her 1000 Jain erkek çocuguna karsilik sadece 878 kiz çocugu dünyaya gelmisti. Bu rakam 2003’te 848’e geriledi. Dinlerinde bir karincaya bile zarar veremeyecegi söylenen bir toplulugun kiz çocuklarinin %15’ini henüz dogmadan öldürmesi büyük bir çeliskidir. Daha önceki bölümlerde söz edildigi gibi Gujarat, Hindu sövenistlerinin en yogun yasadigi yerdir. Buradaki Hindular, Islam’in kadina karsi ayrimci oldugunu söylerler. Buna karsin Gujarat’taki dogum öncesi cinsiyet ayrimciligi orani Pakistan ve Banglades gibi Müslüman ülkelerden çok daha kötü durumda. Ayirimci kürtaj uygulamasinin bu denli büyük çapta oldugu bir yerde cinsiyet ayrimciligina dair baska ne kanit aranabilir ki? * * * Bir keresinde Tamil Nadu’nun büyük kentlerinden birinde bir kafede oturuyordum. Bir an durup baktigimda etrafimda kosan tüm garsonlarin çocuk oldugunu fark ettim. Bazilari 8-9 yasindaydi. Kafe, bölge mahkeme binasinin tam karsisindaydi, müsterilerin çogu avukat veya savciydi ve hiçbiri çocuklarin çalisiyor olmasina bir sey demiyordu. Çocuklarin çalistirilmasi Hindistan’da yillar önce yasaklandi fakat, aile isletmeleri için kanunlarda büyük bosluklar birakildi. Iste bu nedenle ülkenin en zengin eyaletlerinden birinde pahali yemeklerini yiyen hukukçularin önünde çocuklarin istihdam edilmesine devam edilebiliyor. Hindistan’da çocuklarin çalistirilmasina dair net rakamlar elde etmek kolay degil çünkü bu kavramin tanimlanmasi zor. Bazi verilere göre bu sayi 40 milyon. Ancak bunlara ailesinin dükkaninda çiraklik yapan delikanlilar ve de annesine kuyudan su tasimakta yardim eden çocuklar da dahildir. Öte yandan kibrit kesme, tütsü yapma, bakir parlatma gibi üçüncü sahislar tarafindan istihdam edilen çocuk sayisinin ise 10 milyon dolaylarinda oldugu düsünülmektedir. Çocuk istihdam oranlarini tahmin etmenin baska bir yolu da okul devamlilik verileridir – Resmi veriler 40 milyonu göstermektedir. Kriterler ne olursa olsun çalistirilan çocuk sayisi çok fazladir. Çocuklarin okur-yazar olmamasi ve çocuklarin çalistirilmasi birbiriyle çok baglantili iki konu ve bu konu hakkinda pek çok Hintli’yle görüstüm. Genel kani fakirlik bitmedikçe bu sorunun devam edecegi yönünde. Baska bir deyisle zaman içinde kendiliginden çözülecek bir sorun gibi algilaniyor. 10 yil kadar önce Amerikali akademisyen M. Weiner ”Hindistan’da Çocuk ve Devlet” adinda önemli bir çalisma yayinlamisti. Burada, Hint elitleri arasindaki ortak görüs olan; çocuklardaki düsük okur yazarlik oraniyla çocuklarin çalistirilmasinin fakirligin sebebi degil de sonucu oldugunu düsünmelerinin bir yanilsama oldugunu ifade etmistir. Farkli nedenlerden ötürü olsa da birçok ülke, gelismis birer ekonomi olmadan daha egitimi zorunlu hale getirmistir. Almanya’da bazi belediyelerin 1524 kadar eski bir tarihte egitimi zorunlu kildigi bilinmektedir. Benzer sekilde, Bati’ya yetismek isteyen Japonya da zorunlu egitime 1872’de geçmistir. Sovyetler’de ideolojisinin okullarda asilanacagina inanarak egitime büyük önem vermistir. Benzer bir yol takip eden Çinliler günümüzde %90’lik okuma-yazma oranina sahip. Hindistan’da bu oran sadece %65. Weiner, Hindistan’in çocuk haklariyla ilgili kagit üzerinde çok dogru adimlar atmis gibi göründügünü belirtiyor. Ancak uygulamaya gelindiginde kayitsizligin hakim oldugu görülüyordu. Ayni sey, günümüz Hindistan’inda önemli oranda varligini sürdüren baslik parasi, dokunulmazlar ve çocuklarin evlendirilmesi gibi uygulamalar hakkinda çikan yasalar için de söylenebilir. Egitim sorununu daha büyük bir ölçekte ele alacak olursak, karsimiza ciddi bir sosyal sorun daha çikmakta. Hindistan’in isgücü gerektiren seri imalat sektörünün bu kadar küçük kalmis olmasinin temel nedenlerinden biri kirsaldan gelen yetiskinlerin çogunun temel egitime bile sahip olmamasidir. Siradan bir isçinin bile basit bir talimatnameyi okumasi gerekmektedir. Diger yandan, ogullarinin isletmeyi devralmasini garantilemek isteyen pek çok baba, çocuk isçi çalistirmanin fanatik savunuculugunu üstlenmistir. Geleneksel is alanlarinda erken yasta alinacak bir çiraklik egitiminin resmi egitim sisteminden çok daha faydali olacagina inanan Gandhi sempatizanlariyla da tanistim. Hint egitim sisteminin yetersizligi düsünüldügünde bu tartismalar biraz da olsa mantikli oluyor ancak çocuklarin baba meslegine devam ettirilmesi; ve kendi seçimlerini yapma haklarinin ellerinden alinabilecegini düsünmek çok tutucu, bagnaz bir bakis açisidir. Daha genis anlamda bu yaklasim akraba kayirma kültürünü beslerken bir yandan da siyaset ve idari yapinin düzgün islemesine engel olmaktadir. Isin temelinde kastlar ve babadan-ogula geçen meslekleri koruma içgüdüsü vardir. Hindistan’in iddia ettikleriyle gerçekler arasinda farklar vardir. Ülkedeki kast sistemi ve üst kast mensuplarinin geleneksel düsünce tarzinin degistigi bir gerçek. Kim bilir belki zayiflamaya bile baslayabilir ancak tamamen ortadan kalkmasina daha çok var gibi görünmekte. Okur-yazarligin düsük oranda devam etmesi, kadinlarin konumu, alt kastlardan gelen çocuklarin daha ucuza çalistirilmasi gibi konularda gördügümüz gibi, bazi geleneksel yaklasimlarin süregelmesi Hindistan üzerinde ahlaki bir yük olusturuyor. Ister kiz ister erkek olsun tüm çocuklar paha biçilmez olarak görülmelidir. Bu türden gelenekleri sürdürmenin Hindistan’in altindan kalkmakta zorlanacagi ekonomik sonuçlari da olacagi unutulmamalidir. 21. yy’da Hindistan’i Bekleyen Firsatlar ve Zorluklar Hindistan’da olaylarin kontrolden çikacagini düsündügümde aklima hep arilar gelir. Bir ari sürüsünün ortasinda oldugunuzu hayal edin. Içeriden bakinca her seyin büyük bir karmasa içinde oldugu hissine kapilirsiniz. Ancak ari sürüsüne uzaktan bakacak olursaniz tek vücut halinde bir yöne dogru ilerledigini fark edersiniz. Hindistan, son 30 yilda 19 aylik bir otokrasi dönemi geçirmis, suikasta kurban giden iki siyasi lideri olmus, çesitli bölgelerde ayrilikçi hareketler yasamis ve kapali bir ekonomiden (kismen de olsa) serbest bir ekonomiye geçis yapmistir. Laik bir hükümetten Hindu milliyetçisi bir hükümete ve oradan tekrar laik bir hükümete dönmüstür. Tek partili iktidardan 24 partili koalisyona gitmis; nükleer karsiti olmaktan nükleer güç olmaya geçmis; Pakistan’la savastan baris konusmalarina, iflastan uzun süren bir ekonomik patlamaya geçis yapmistir. Normal göstergeler dikkate alindiginda Hindistan fazlasiyla öngörülemez bir yer olarak algilanabilir. Yukaridakiler son 30 yilin haber basliklari ancak sayfalar arasina gizlenmis istatistiklere bakacak olursaniz çok farkli bir izlenim edinirsiniz. Ister ekonomik, ister sosyal olsun hangi belirleyiciye bakacak olursak Hindistan’in yillik olarak ortalama %1 oraninda gelisme kaydettigini görürüz. Fakirlik oranini ele alalim. Ülkedeki fakirlik orani 1991’de %35 iken 2006’da %26’ya gerilemistir. Okur-yazarlik orani 1991’de %52 iken 2002’de %65’e yükselmistir. Yas ortalamasi da benzer sekilde 1991’de 58’den 2001’de 65’e yükselmisti. Ulus-devletlere birer maksat ithaf edecek olursak Hindistan’in “etkinlik”ten çok “istikrar”a daha çok önem verdigi söylenebilir. Çin pek çok yönden bunun tersidir. Amerikali akademisyen Weiner’a göre Hindistan’in yavas ilerleme nedeni çesitliligidir. Bir bölgede yanlis giden bir sey olmasi ülkenin kalaninda da ayni seyin olacagi garantisi degildir. Çin’in 1989’da Tiananmen Meydanindaki eylemlerin kontrolden çikacagini düsünerek ögrencilerin üzerine tank sürmesini bir hatirlayin. Hindistan’da Tiananmen tarzi bir eyleme her hafta rastlamak mümkün. Polis belki bazen cop kullaniyor ama kursun sikilmasi çok nadir bir olay. Peki Hindistan’a böyle bir istikrar kazandiran nedir? Bagimsizliktan sonra birçok yabanci gözlemci ülkenin mevcut sekliyle uzun süre var olamayacagini düsünüyordu. Sosyal, dini, etnik ve dile ait farkliliklarin bölünmüs ulus-devletlerin bagimsizliklarini ilan etmesine neden olacagi tahmin ediliyordu. Hindistan bu süre içinde dagilmadi ve böyle bir sey olacak gibi de görünmüyor. Kamuoyundaki diger bir genel kani, Hindistan’in demokratik rejimi sürdüremeyecegi yönündeydi. Demokrasi simdilerde oldugu gibi o dönemde de mutlak fakirlik veya düsük okur-yazarlik oranlariyla bagdastirilmiyordu. Bu görüs de geçerlilik kazanmadi. Bu iki beklentinin gerçeklesmemesi için birçok neden var. Hindistan’in bölünmeden kalabilmesinde belki de en büyük neden bir demokrasi olusudur. Ülkenin demokratik rejime sadik kalmasindaki en büyük etken ise bu kadar çesitliligi barindirdigi için olmalidir. Demokrasiyi tehlikeye atmasi bir yana Hindistan’in çogulculugu demokrasiyi elzem kilmaktadir. Buna baglantili ancak daha sinsi baska bir varsayim otoriterizmin Çin’in Hindistan’dan daha hizli büyümesinin nedeni olarak gösterilmesidir. Bunun da yaniltici bir düsünce tarzi oldugu görüsündeyim. Hindistan, Indira Gandhi idaresi altinda kisa bir süre otokratik olarak yönetildi ancak bu hamle, ülkenin sosyal istikrarini oldugu kadar ekonomik gelisimine de balta vurmustur. Bölgeselcilik güçlerini yogunlastirdigi gibi ayrilikçi ayaklanmalara neden olarak ülkenin ulusal bütünlügünün sorgulanir hale gelmesine neden olmustur. Hindistan’in günümüzde bir bütün olarak kalmasinda belki de en büyük unsur Indira Gandhi’nin federal demokratik sisteme geri dönmesidir. Çin’in ekonomik ve sosyal göstergeleri Hindistan’a kiyasla çok daha üstün görünebilir ancak bunun iki ülkede uygulanan farkli siyasi sistemlerle dogrudan iliskili oldugunu söylemek bir hatadir. Hindistan’in herhangi bir yeri kadar demokratik olan Kerala eyaletinde yasam ortalamasi 74, okur-yazarlik orani %90’dan fazladir (Çin ortalamasi %90). Daha önemli bir düzlemde Hindistan bize, gelisme kelimesine daha net bir tanim kazandirma ihtiyaci oldugunu hatirlatiyor. Temelde gelismeden anlasilan “ekonomik refah”tir. Gelisme, ayni zamanda, insanlara kendilerini ifade edebilmeleri ve hayatlarini sürdürmeleri için anlamli seçim haklari vermek de degil midir? Bunun cevabi evet ise demokrasi kendi içinde bir gelisim hedefi olmalidir. Hint demokrasisinin insanlarina daha adaletli bir ekonomi sunmak için çok çalismasi gerekse de bu kapsamda Hindistan’in Çin’den daha ileride oldugunu söylemek gerekir. Daha iyi yönetmek için Hint devletinin en basta yapmasi gereken her bireye sosyal statüsüne göre siniflandirilan bir kul olarak degil gerçek bir yurttas gibi davranmaya baslamasidir. Bu açidan bakilacak olursa Hindistan yeterince demokratik degildir. Hintli karar verme mekanizmalarinin neden Çin’li mukabillerinden daha yavas isledigini anlamak için ülkedeki çogulculuk anlayisini derinlemesine incelemek gerekir. Çin de içinde çok çesitliligi barindiran bir ülkedir ancak tek bir resmi dili vardir ve dini farkliliklar düsük orandadir. Hindistan’da 18 resmi dil; ayrica dinler ve kastlar arasinda derin farkliliklar vardir. Hint toplumunun bölünmüs yapisi müsterek hareket edilmesini asiri derecede zorlastirir. Hint hükümetinin önündeki en büyük engellerden biri toplumdaki etnik ayriliklardir. Etnik gruplar arasinda güven ortami olusturmak tek grup içinde oldugundan çok daha zordur. Siyasi sistem ne olursa olsun, Hindistan hükümetlerinin nihai noktaya varmasi kolay olmayacaktir. Hintlilerin bu konu üzerine ilginç bir benzetmesi vardir. Bir kova dolusu yengeçten biri disari çikmaya çalisirsa digerleri onu hemen geri çekmektedir, çünkü kaçmasini istemezler. Hindistan’daki kastlar ekonomik siniflardan çok kabile veya hisim gibi davranirlar. Sosyo- ekonomik durumuna bakarak bir Hintlinin hangi partiye oy verecegini tahmin etmek olanaksizdir. Bunun belki de en büyük sonucu Hint siyasetinin ekonomik durum yerine sosyal haysiyetle ilgili anlamsiz tartismalarla bu kadar zaman kaybetmesidir. Vatandaslarinin kimligini önemsemeyen bir devlet kurmak da iste bu yüzden o kadar zordur. Birey ve devlet arasindaki iletisimi yönlendiren kim oldugunuz ve kimi tanidiginizdir. Orta sinifin büyümesiyle bu durumun etkisini yitirecegini düsünenler var ancak Hint fakirinin orta sinifa yükselmesi hiç de kolay degildir. 1991 reformlari Hindistan’a fayda saglamistir. Liberallesme sürecini hizlandirmak büyümeye ve daha büyük ekonomik girdiye neden olur. Ancak Hint serbest piyasa savunuculari devletin ortadan kalkmasini isteyemez, istememelidir de. Daha demokratik ve adaletli bir devlet olmadan Hint ekonomisi sikinti çeker. Hint özel sektörünün gelismesi için saglam altyapiya, okur-yazar ve saglikli bir isgücüne, çevreye saygili sürdürülebilir politikalara ve de hak-hukukun teminat altinda olmasina ihtiyaç vardir. Özel sektörün bunu tek basina gerçeklestirme gücü yoktur. Hindistan’in daha esnek, duyarli ve modern bir devlet olabilmesi herkesin faydasina olacaktir. * * * Önümüzdeki dönemlerde Hindistan’in yüzlesmesi ve üstesinden gelmesi gereken dört önemli sorun vardir: 1- Mutlak fakirlik siniri altinda yasayan 300 milyon vatandasini yoksulluktan kurtarmak, 2- Asiri ve çok hizli çevresel bozulmanin önüne geçmek, 3- HIV-AIDS salgini tehlikesiyle acilen ilgilenmek, 4- Ülkenin en büyük degerlerinden biri olan liberal demokratik sistemi güçlendirmek. Hindistan’in kitlesel fakirligi ortadan kaldirmasindaki en büyük belirleyiciler; çiftçilerine daha güçlü bir ekonomik ortam sunup sunamayacagi ve de imalat ve hizmet sektörlerinde yeterli istihdam yaratip yaratamayacagidir. Günümüz verilerine bakildiginda Hindistan’in hektar basina aldigi verim Çin’in yarisi kadardir. Eger Çin’e yetismek istiyorsa Hindistan’in uzun süre önce yapmis olmasi gereken bazi reformlari hayata geçirmesi gerekmektedir. Tabii ki bunu söylemek yapmaktan çok daha kolaydir fakat en azindan bu reformlarin ne olmasi gerektigi asikardir. Bunlarin basinda insanlarin gönüllü olarak topraklarini satmasini tesvik ederek kirsal arazi parçalarinin içinde mekanik tarim yapilabilmesini saglayacak büyüklüklerde birlestirilmesini saglamak gelmektedir. Halkin %90’inda en fazla 1-2 hektar toprak vardir ve dolayisiyla damla sulama veya traktör gibi yatirimlari gerçeklestirmek olanaksiz olmaktadir. Alim garantisi saglanmasi halinde bazi ürünler için kooperatifler kurulmasi mantikli olacaktir. Ancak çogu eyalette, Hintli çiftçiler mahsullerini devletin atadigi kabzimallara satmak mecburiyetindedir. Bu kisiler mali ucuza alip pahaliya satarak kari ceplemektedir. Ister yerli ister yabanci olsun çiftçiler mallarini istedigi kisi veya kuruma satmakta özgür olmalidir. Hindistan’in perakende sektörünü liberallestirmek soguk hava depolari gibi tarim alaninda yeni islerin yaratilmasina neden olacak yatirimlarin daha hizli akmasina uygun bir ortam hazirlayacaktir. Kirsal refahi yükseltmek için Hint devleti, tarimsal fiyatlandirma sistemini ortadan kaldirmak mecburiyetindedir. Devletin ayni zamanda daha dogrudan görevler üstlenmesi gerekmektedir. Bunun basinda Hindistan’in içler acisi fiziksel ve sosyal kirsal altyapisini düzeltmek gelir. Bunlarin basinda köyleri kasabalara baglayan hava kosullarina dayanikli yollar, ilk ve orta ögrenim sistemine reform getirmek ve de saglik ocaklarinin ihtiyaçlara cevap verecek sekilde yenilenmesi gelir. Hindistan’da bir doktor veya ebe gözetiminde doganlarin orani sadece %50’dir (Çin’de %97). Sorun sermaye veya teknoloji yoksunlugu degildir. Sorun devletin yeterince etkin olmamasidir. Çiftçilerin baska ürünler üretmesini tesvik etmek için Yeni Delhi tüketicilere yansittigi gida sübvansiyonlarindan vazgeçmelidir. Hindistan zenginlestikçe temel besin talebi tahillardan meyve-sebze ve proteine dogru bir egilim baslamistir. Buna karsin, tarim üretiminin büyük kismini pirinç ve bugday olusturur. Ülke çiftçilerinin daha fazla ihracat potansiyeli olan tarla bitkileri, balik ve tavuk çiftçiligi gibi alanlara kaymaya tesvik edilmeleri birçok ücra köyün saglikli bir gelire sahip olmasinin önünü açabilir. Tüm bunlar bir yana, bugday ve pirinç çok fazla su gerektiren iki ürün ve çiftçilerin Hint yagmur tanrilarinin zaten az olan ikramlarini savurma lüksü kesinlikle yok. Bugday ve pirinçle kiyaslandiginda tarla bitkileri hektar basina 15 kisi daha fazla istihdam etmektedir. Devletin köylere ayni zamanda sürekli ve garantili elektrik-su tedarik etmesi gerekir. Günümüzde oldugu gibi bu hizmetleri seçilmis bazi kesimlere bedava vermek, halkin kalanina bu hizmetleri götürmeyi gayri ekonomik yapmaktadir. Kamu kuruluslari elektrik ve sudan gelir elde edebilseydi bu hizmetlerin kapsamini genisletmek için tesvik edilmis olurlardi. Çiftçilerin yagmur suyunu daha verimli degerlendirmeleri için de daha etkin tesvikler sunulmali. Hindistan topraklarina düsen yagmurun %70’i dogrudan denizlere dökülür. Sehirlerde yoksullardan su parasi talep etmek bu hizmeti almalarini garanti edebilir. Su anda evlerine ya lagim suyu gelmekte ya da susuzluktan kivranmaktalar. Günlük hayatta fakirlerin su tedarikçilerine vermek zorunda oldugu para devletin bu hizmeti saglamasina kiyasla çok daha pahali. Hindistan’in fakirlik sorununda ikinci unsur, çiftçilik disi alanlarda istihdamin artmasi gerekliligidir. Hindistan’in isgücü yilda 10 milyon kisi büyürken her yil yaratilan istihdam kapasitesi sadece 5 milyondur. Tarim reformu bu soruna biraz çare olabilir ancak yeterli oranda degil. Hizmet sektörü aslinda bu boslugu biraz olsun kapatma potansiyeline sahip. En basta inanilmaz dogal, tarihi ve kültürel zenginligine ragmen hayret verici küçüklükteki turizm sektörü gelir. 2005 yilinda ülkeye gelen yabanci turist sayisi sadece 2,5 milyon kisiydi. Yabancilari bu ülkeden caydiran unsurlarin basinda güvenilmez ulasim hizmetleri ve saglik endiseleri gelmektedir. Turizm sektörü bazilarinin korktugu gibi kültür yozlasmasina neden olmak zorunda degil. Pek çok kisiye sayisiz alanda istihdam olanagi yaratacak daha güçlü bir turizm sektörünün Hint kültürünün haysiyetini zedeleyecegini düsünmek yanlis olur. Tersine, daha fazla turizm geliri, Hint kültürünün önemli mimari eserlerinin daha iyi korunmasina katkida bile bulunabilir. Tüm bunlara karsin yogun isgücü gerektiren alanlarda istihdam yaratmanin yerini hiçbir sey tutamayacaktir. Düzgün ulasim altyapisi ve uygun depolama kosullarinin saglanmasi halinde ücra yerlesim yerlerinde bile gida ve tekstil alanlarinda istihdam yaratmak olanakli hale gelebilir. Lisans egitimi almayanlarin istihdam edilebilmeleri için daha iyi mesleki egitim olanaklarinin saglanmasi gerekmektedir. Hükümet ayni zamanda, yatirim yapmaya hevesli yerli ve yabanci yatirimlarin önündeki engelleri bir an önce kaldirmaya odaklanmalidir. Devlet müfettisleri, karmasik vergi formlari Hint isletmelerinin zamanini bosa harcamaktadir. Yeni Delhi yakin tarihte vergi kanununu basitlestirmek için girisimlerde bulunmus olmasina ragmen, dünyada daha karmasik bir vergi sistemi olabilecegini düsünmek zor. Liman, karayolu, demiryolu ve elektrik gibi altyapi sunmak üretimin gelismesi için de vazgeçilmezdir. Altyapi çalismalarinin kendileri bile ciddi miktarda istihdam saglayacak potansiyele sahiptir. Hindistan kronik cari açiktan muzdariptir ve gerekli altyapi hizmetlerini saglayabilmek adina yerli ve yabanci sermayeye ihtiyaç duymaktadir. Hükümet 2009’a kadar ülkenin bankacilik sektörünü tamamen rekabete açma sözü vermis bulunuyor. Köklü yabanci bankalarin yaninda rekabete hizla alismaya baslayan özel Hint bankalarinin kamuya ait hantal kirsal bankacilik hizmetlerini yönetmesi tasarruflarin yatirima çok daha etkili bir sekilde aktarilmasina yardimci olacaktir. * * * Hindistan’in üstesinden gelmesi gereken ikinci büyük zorluk toptan çevresel bozulmanin önüne geçmektir. Dünyayi en çok kirleten Batili ülkelerden, çevre konusunda nutuklar dinlemek Hintlilere dogal olarak anlamsiz gelmekte. Kisi basi oranlara baktigimizda zengin uluslarin çevreyi Hindistan’dan çok daha fazla kirlettigini görsek de burada bir degisim yasanmaktadir. Birçok zengin ülke, enerji verimliligini arttirmak ve daha çevreci yakitlar kullanmak gibi hamlelerde bulunuyor. Zaman ilerledikçe Hindistan’in küresel kirlilige olan katkisi hizla artacaktir. Hindistan, Çin ve en büyük kirletici olarak ABD’nin iradesi olmadan iklim degisiminin önüne geçilmesi olanaksizdir. Bati toplumlari, Hindistan ve dünyanin diger gelismekte olan ülkelerine daha çevreci ve sürdürülebilir gelisme konusunda mali tesvikler sunmalidir. Hintliler ise “çifte standart” paranoyasinda kurtulup degisen iklim kosullarindan ciddi sekilde etkileneceklerinin farkina varmalidir. Özel otomobil sahibi Hintli orani sadece %2 olmasina ragmen yollar daha simdiden tikanmis durumda. 2004 yilinda bir rekor kirildi ve 1 milyon araçlik satis rakamina ulasildi. 2030 yilinda Hindistan yollarinda 200 milyon araç olacagi tahmin ediliyor. Hindistan gelismis ülkelerin geçmiste yasadigi klasik trafik sikismasi sikintisini daha çevreci, modern ve etkin isleyise sahip toplu tasima projelerine agirlik vererek atlatabilir. Yeni Delhi Metrosu bunun en iyi örnegi ve tüm sehirlerin böyle bir sisteme ihtiyaci var. Hindistan, 65.000 km’lik demiryolu agini da acilen modernlestirmeli. Karayoluyla kiyaslandiginda demiryolu ulasimi, insan ve mallari daha az kirlilik yaratarak çok daha ucuza tasima kapasitesine sahip. Ancak uygulama su anda tersini tesvik ediyor. Yolcu ulasimini sübvanse edebilmek için yük tasima hizmetleri pahalilasmakta. Yüksek tarifeler mallarin karayoluyla tasinmasina neden oluyor. Yüksek elektrik tarifeleri özel isletmelerde benzer bir etkiye neden oluyor. Pahali devlet elektrigi insanlarin çok daha kirletici dizel jeneratörlere yönelmesine neden oluyor. Hint ekonomisi iyiye gittigi oranda insanlarin maruz kaldigi hava o kadar kirleniyor. Ülkedeki prematüre bebek ölümlerinin %12.5’inin hava kirliligi kaynakli oldugu tahmin ediliyor. Kirli su tüketimi ise her sene birkaç yüzbin çocugun ölümüne neden oluyor. Elektrik ve gaza erisimi olmayan köylüler solunum yolu hastaliklari gelistiriyor. Hint köy evlerinin sadece %50’sinde elektrik baglantisi var. Modern su tesisati altyapisinin eksikligi su yoluyla bulasan hastaliklarin artmasina neden olmakta. Bedava elektrik tedarik edilen zengin çiftçiler açtiklari kuyularla bedavaya asiri su pompalayarak diger insanlara daha az su biraktiklari gibi erozyonu ve suyun tuzlanmasi süreçlerini de hizlandiriyorlar. Kaynaklarin sürdürülebilir sekilde kullanilmasini saglamak için insanlar, tükettikleri kadar ödeme mecburiyetinde birakilmalidir. Hindistan hem çevre kosullari hem de ekonomisi adina tutarli bir enerji stratejisi gelistirmek zorundadir. Ülkenin enerji idaresi birçok bakanlik arasinda paylastirilmis durumda. Çogu zaman birbirlerinin planlarindan haberdar olmayan bu birimlerin tek bir çati altinda toplanmasi gerekmektedir. Ülke petrolünün %70’ini ithal etmekte ve bu oran giderek artmaktadir. Yeni hidroelektrik barajlari kurmak siyasi olarak neredeyse olanaksiz halde. Ülkede çikan kömür, içindeki yüksek kül orani nedeniyle çok kirletici. Nükleer enerji ise fazlasiyla masrafli. Hindistan dogalgazini boru hatlariyla tedarik etme yolunda ilerlemelidir. Dogalgaz digerlerine göre daha temiz bir enerjidir. Teknolojik ilerlemeler de yakindan takip edilmelidir. Örnegin, Güney Afrika kirli kömürü gazlastirmak sürecinin ekonomik oldugunu kanitladi. Ulusal demiryolu agini modernlestirme ve sehirlerde düzgün toplu tasima projelerini hayata geçirmenin petrol tüketimini düsürecegi kesindir. Günes gibi alternatif enerji kaynaklari da gözden kaçmamalidir. Evlere ve toplu konutlara kurulacak günes enerjisi sistemleri için özel krediler veya vergi indirimleri saglanabilir. Hindistan daima dünyaya çok sey ögretebilecegini iddia etmistir. Hindistan’in belki de aktarabilecegi en iyi mesaj, insanlarini fakirlikten kurtarmak için çevreyi yok etmenin gerekli olmadigini göstermek olacaktir. * * * Hindistan’in üstesinden gelmesi gereken üçüncü sorun, HIV-AIDS salgini tehdidini ortadan kaldirmaktir. Pek çok Hintli, Bati’nin bu konuyu abarttigini ve de sitma, besin yetersizligi, verem gibi daha önemli sorunlara odaklanilmasi gerektigini düsünmekte. Haliyle, AIDS’in önlenmesi ve tedavisine ödenek ayirmak, Hint vatandaslarinin temel saglik hizmetlerine erismesine engel teskil etmemeli. Fakat Hindistan AIDS sorunuyla hemen ilgilenmeye baslamazsa saglik sisteminin çok kisa sürede oldugundan daha yetersiz kalacagini fark etmelidir. HIV hastasi olan Hintlilerin nüfusa oranlari sadece %1 olabilir ancak 5,1 milyon kisiyle Hindistan, Güney Afrika’dan sonra en fazla AIDS’liye ev sahipligi yapmakta. Bu hastaligin en korkunç yanlarindan biri yayilma hizidir. 1990’da Güney Afrika halkinin sadece %1’i AIDS’liyken bu oran 2005’te %25’e firlamistir. Afrika kitasinda birçok ülkenin ekonomik geleceklerini tehdit eder hale gelmistir. ABD merkezli Ulusal Istihbarat Konseyi tahminlerine göre, Hindistan’da 2010 yilinda 25 ve 2013 yilindaysa 40 milyon HIV hastasi olacagini öngörmektedir. Hindistan bazi Afrika ülkeleriyle ayni kaderi paylasmamak için bu sorunun ne kadar ciddi oldugunu kabul etmek durumunda. Daha önceleri konuya bir hayli duyarsiz kalan devletin 2004 yilinda kurulan yeni hükümetle hastaliga resmi bakisi belirgin sekilde degisti. Bir önceki BJP iktidarinin aksine Manmohan Singh’in hükümeti sorunun boyutlarini kabul edip cinsel davranis konularini toplum içinde konusmayi tercih etmistir. Fakat iyi niyet, hastaligin salgin boyutuna ulasmasini engellemeye yetmez. Hindistan’daki cinsel saglik egitimi ve özellikle dogum kontrolü yöntemlerine bakis açisi Iran ve Suudi Arabistan’dakileri aratmayacak kadar zamaninin gerisindedir. Hindistan’in AIDS’e yaklasimi, Hint toplumunda var olan kendine özgü bir baska tezadi gün isigina çikariyor. Hintli ilaç sirketleri dünyadaki maliyeti en düsük antiretroviral tedaviyi gelistirmistir. Bunlar birçok Afrika ülkesinde yasayan milyonlarca insana bir kurtulus umudu veriyor. Buna karsin Hindistan sadece çok az sayida vatandasina tedavi verebiliyor. Hindistan’daki pek çok sorun gibi sorunla bas etmeye yetecek teknoloji ve kaynak var ancak eksik olan sey durumun aciliyetinin algilanmamasi. * * * Altini çizmek istedigim son konu, Hindistan’in liberal demokratik sistemi koruma ve güçlendirme gerekliligidir. Birçok Avrupali, Hindistan bagimsizligina kavustuktan sonra ülkedeki çesitliligi bir zayiflik olarak gördü. Ülke yönetiminde bunun bazi sorunlara yol açtigi bir gerçek ancak ülkedeki çesitlilik ayni zamanda sahip olduklari en büyük güç. Günümüzde entelektüel akim Hindistan lehine dönmüstür. Avrupa’da birçok irkin, milliyetin, dilin ve dinin birlikteligini öngören büyük proje fikri Hindistan’in bagimsizliga kavusmasindan bir kaç yil sonra ortaya atilmistir. Hindistan’in aksine Avrupa’da bu noktaya gelinene kadar fazlasiyla kan akti. Hindistan çok milliyetli ve çok etnik kökenli varligini bir arada tutmak konusunda Avrupa, Güney Dogu Asya ve baska bölgelere çok sey ögretebilir. Ancak henüz tamamlanmamis anayasal liberalizm projesinde mutlu sona ulasmak için kendini birçok tehditten korumak zorundadir. Bu tehditlerin basinda Hindu milliyetçiligi gelir. Bu düsünce yapisinin siyasi çiktisi olan BJP partisi ulusal oylarin neredeyse %25’ini elinde bulundurur. Kaybettigi seçimler sonrasinda kendini yenilemeye girisen BJP hizla modernlesen Hindistan’a ayak uydurmaya çalisiyor. Imaji degisebilir ancak temelinde yatan “Hindistan’in dini azinliklarinin statülerini barisçil veya gerekirse kuvvet uygulayarak asagi bir seviyeye indirme” ideolojisi asla degismeyecektir. BJP tekrar iktidar olmak istiyorsa Kongre Partisinden farki oldugunu ortaya koymak istiyorsa, yolsuzlukla mücadele etmeye ve devlet mekanizmalarini modernlestirmeye odaklanmalidir. BJP’nin liberalizm karsiti RSS ile olan yakin baglarini da koparmasi gerekir. Bunu yapmazsa, yeni ilimli merkez sag partisi imajina pek fazla inanan olmayacaktir. Hindistan parlamenter ve yerel demokratik sistemini de güçlendirmek durumundadir. Ise, suçlularin seçimlere katilmasina engel olmakla baslanabilir. Bunun ötesinde Hindistan siyasette daha vasifli insanlarin olmasini saglamalidir. Son kusakta parlamenterlerin kalitesi çok düstü ve durum toplumsal muhakeme kabiliyetini de olumsuz yönde etkiledi. 1950’li yillarda Hint parlamentosu yilda ortalama 130 gün toplaniyordu. Günümüzde bu rakam 60-70’i geçmiyor. Hindistan’in liberal sistemini korumak için yapabilecegi bir baska sey komsulariyla iliskilerini iyilestirmektir. Bu ülkelerin neredeyse hiçbiri demokratik sistemde uzun süre kalamamistir ve tamami istikrarsizliga asiri hassastir. Hindistan’in karsisindaki en belirgin tehdit Pakistan’dir. Bu kitap yazilirken iki ülke arasindaki baris süreci üçüncü yilina girmisti. Hindistan’in bu süreci desteklemek için yapacagi ilk sey komsusuna karsi duydugu siddetli nevrotik tavirlardan vazgeçmek olmalidir. Daha küçük ve kendini daha savunmasiz hisseden ülke olarak Pakistan’in ihtilaf yaratma olasiligi daha fazla. Hindistan, Islamabad’da daha ilimli ve paranoyadan uzak bir yaklasimin gelismesi için yaratici fikirler getirmek durumundadir. Güney Asya Bölgesel Isbirligi olusumundaki en büyük ülke olarak Hindistan’in bulundugu cografyanin daha istikrarli olmasi için liderlik görevini eline alip ticari akisin artmasina katkida bulunmasi gerekir. Ekonomik gelisim bu ülkelerin sosyal ve siyasi olarak daha istikrarli olmalari için tesvik edici olacaktir. * * * Bu bölümde Hindistan’in büyümesinin sürdürülebilirligi önündeki engellere odaklandik. Sorunlar çok büyük ancak Hindistan’in elindeki avantajlar da devasa. Nüfus yogunlugunun getirdigi sorunlar olsa da Hindistan’in basta Çin olmak üzere gelisen ekonomiler karsisindaki en büyük avantaji demografik profilidir. 2010 yilindan itibaren Çin’in bagimlilik orani (çalisma yasindaki nüfusun çalismayanlara orani) gerilemeye baslayacaktir. Hindistan’da ise durumun 2040’li yillara kadar iyiye gidecegi hesaplanmaktadir. Bu demografik avantaj ekonomiye büyük bir girdi getirecektir. Çalisanlarin orani ne kadar yüksekse tasarruflarin miktari da o kadar fazla olmaktadir. Bunun etkileri simdiden görülmektedir. Hindistan’da tasarruf orani 1990’da %18’den 2006’da %26’ya yükselmistir. Hindistan Çin’de görülen modern altyapi projelerinden yoksun. Dogrudan yabanci yatirim konusunda da Çin’le yarisamayacak seviyede. Hindistan’da okur- yazarlik orani da Çin’in çok gerisinde. Tüm bunlara ragmen Hint ekonomisi yilda %6-8 oraninda büyüme kaydediyor. Altyapi yatirimlarini ve egitim reformunu tamamlamis bir Hindistan’in neler basarabilecegini bir düsünün. Hindistan’daki kurumsal avantajlar bazilarinin Hint kaplumbagasinin eninde sonunda Çin tavsanini geçecegini düsünmesine neden olmaya basladi. Hint ekonomisi büyüdükçe bagimsiz yargi ve basin özgürlügü gibi “ilimli” avantajlarin getirisi daha fazla olacak gibi görünüyor. Hint bürokrasisi çogu yabanci yatirimciyi caydirmaya yetiyor. Ancak kimse Yahoo, Google gibi sirketlerin Çin’de deneyimledigi tarzda keyfi uygulamalara maruz kalacagini düsünmüyor. Hindistan’in entellektüel varligi da önemli bir avantaj. Silikon Vadisinde kurulan her dört sirketten biri Hint asilli yatirimcilar tarafindan açiliyor. Çok uluslu sirketlerin Hindistan’da kurulu arastirma gelistirme merkezlerinin sayisi yüzün üzerindeyken bu rakam Çin’de sadece 33. Hindistan’da yasanan olumlu gelismelerin sürekliligine kesin gözüyle bakmak bir hata olur. Bu bölümde anlatildigi gibi ülkenin önündeki yol zorluklarla doludur. Hindistan tarihinde birçok kez kursunu kendi ayagina sikmistir. Ülke ayni zamanda erken bir zafer sarhoslugu içinde gibi davranmakta. Hint elitleri arasindaki bu özgüvenin kaynagi ülkenin ve nüfusun büyüklügü. Diger ülkelerdeki insanlarla Hintlilerin yasam standartlarini karsilastiracaklarina sadece ekonomik boyutuna bakiyorlar. Japon ekonomisini ülke bazinda geçmek bir basaridir ancak Japonya’nin nüfusu yine Hindistan’in onda biri büyüklügünde olacak ve kimse fakir olmayacaktir. Bir ulusu degerlendirirken nüfusunun büyüklügünden veya nükleer basliklarinin sayisindan çok insanlarina nasil davrandigi önemli olmalidir. Bu kapsamda Hindistan’in önünde yakin gelecekte asmasi gereken son bir engel vardir: ayricalikli sosyal siniflarin “ayricaliklarinin” kaldirilmasi. Yukarida söz edilen dört ana sorunun üstesinden gelmek için Hint siyasi-bürokratik elitlerinin daha hizli ve etkili hareket etmeye baslamasi gerekiyor. Bunun gerçeklesmesi için de Hint seçmeninin ülkenin önündeki engellerin farkina varmasi ve tercihlerini sandikta belli etmesi gereklidir. Hindistan büyüklük hedefine dogru son sürat yol alirken otomatik pilotta seyretmiyor. Ancak böyle bir uçagi düsürmek için çok beceriksiz bir pilot olmak lazim. *Communalism: Komünalizm ifadesi Güney Asya’daki “farkli topluluklar” olarak belirlenen insan gruplari arasindaki baslica dinsel kaliplasmalari arttirmak ve söz konusu gruplar arasindaki siddeti tetiklemek üzere kullanilmaktadir. Güney Asya’da bu sözcüge yüklenen bu anlami Güney Asya disinda “tarikatçilik” tabiri karsilamaktadir. Güney Asya’da “Komünalizm”in baslica Hindular, Müslümanlar, Sihler, ve Hristiyanlar arasinda var oldugu görülmektedir. Günümüz Hindistan’inda “komünalizm”, sadece asiri dinci topluluklar arasindaki çatismalara isaret etmekle kalmayip ayni dinden ancak farkli bölge ve eyaletlerde yasayan insanlar arasindaki anlasmazliklari da temsil etmektedir.