SÜPER BEYIN (Super Brain)

SÜPER BEYIN (Super Brain)

Fevzi BOZKURT
Felsefe


Beynin Altin Çagi
Bir zamanlar “bir buçuk kiloluk evren” olarak tanimlanmis olan beyne herkes hayretle bakmaktadir ve bunda haklidirlar. Beyniniz dünyayi yorumlamakla kalmaz, onu yaratir.
Eskiden tip fakültelerinde dile getirilen bir bilgi akla geliyor: Her insan genelde beyninin sadece % 10’unu kullanir. Açikçasi bu dogru degil. Saglikli bir yetiskinde beynin sinir aglari her zaman tam kapasiteyle çalisir.
Yaraticilik hiçbir bilgisayarin boy ölçüsemedigi canli, nefes alan, daima yenilenen bir ilham halidir. Neden bundan tamamen faydalanmayalim ki? Sonuçta beynin daha fazla istedikçe daha fazlasini vermek gibi mucizevi bir yetenegi vardir. Eger, “Dün yedigim etin ve yumurtalarin aynisini istiyorum,” diye düsünürseniz beyniniz hiç degismez. Bunun yerine, “Bugün kahvaltida ne yiyecegim? Yeni bir sey istiyorum,” diye düsünürseniz aniden bir yaraticilik deposundan faydalanmaya baslarsiniz.
Dogarken sahip oldugunuz kalp ve böbrek öldügünüz zaman da temelde ayni organlar olacaktir. Ama bu, beyin için geçerli degildir. Beyniniz hayatiniz boyunca evrimlesme ve gelisme yetenegine sahiptir. Ona yapmasi için yeni seyler bulun, böylece yeni yeteneklerin kaynagi olursunuz.
Biz bu kitabi kaleme alirken yeni bir arastirma, rutin günlük stresin, beynin karar verme, hatalari düzeltme ve durumlari degerlendirmeyle ilgili kismi olan ön korteksinin islevini durdurdugunu gösterdi. Iste bu yüzden: insanlar trafik sikistiginda çilgina dönerler. Bu, gündelik bir strestir. Yine de bazi soförlerin hissettikleri öfke, hayal kirikligi ve çaresizlik, ön beyin korteksinin kontrol etmekten sorumlu oldugu temel dürtüleri bastirmayi durdurmus oldugunun göstergesidir. Kendimizi hep ayni konuya dönerken buluyoruz: Beyninizin sizi kullanmasina izin vermeyin, siz beyninizi kullanin. Trafikteki öfke, beyninizin sizi kullandigina dair bir örnektir ama zararli anilar, eski travmalarin açtigi yaralar, birakamadiginiz kötü aliskanliklar ve en trajik olani, kontrol disi bagimliliklar da öyledir. Bu, farkinda olunmasi gereken son derece önemli bir meseledir.
Yeni bir iliski: Genleri is basinda göremezsiniz ama nöronlarin yeni aksonlari ve dendritleri, yani bir beyin hücresinin digeriyle baglanti kurmasini saglayan lif seklindeki uzantilari gelistirmesini inceleyebilirsiniz. Artik beynin hayatin son yillarina kadar yeni aksonlar ve dendritler kurabildigi bilinmektedir ve bu da bize, örnegin bunamayi önlemede ve zihinsel kapasitemizi süresiz olarak korumada büyük umutlar vermektedir. (Beynin yeni baglantilar kurma yetenegi son derece hayret uyandiricidir. Örnegin, dogmak üzere olan bir cenin dakika basi 250.000 yeni beyin hücresi olusturur. Bu da dakika basi milyonlarca yeni sinaps baglantisi demektir.)
Nörobilimdeki büyük dönüm noktalarinin tamami ayni yönü isaret ediyor: Insan beyni baskalarinin düsündügünden çok daha fazlasini yapabilmektedir. Eski moda inançlarin savundugunun tersine beynin sinirlarini fiziksel eksiklikleri degil, bizler çizeriz.
Insan beynine dair ender seylerden biri de onun sadece yapabilecegini düsündügü seyi yapmasidir. “Hafizam eskisi gibi degil,” ya da “Bugün hiçbir sey hatirlayamiyorum,” dediginiz anda beyninizi aslinda düsük beklentinize uygun hale gelmesi için egitiyorsunuz. Düsük beklentiler, düsük sonuçlar demektir. Süper beynin ilk kurali ise beyninizin daima düsüncelerinize kulak vermesidir. Eger ona sinirlari ögretirseniz beyniniz sinirli olacaktir. Peki, ya tam tersini yaparsaniz? Ya beyninize sinirsiz olmayi ögretirseniz?
ÇÜRÜTÜLECEK BES HURAFE
Beyninizle yeni bir yolla iliski kurmak, gerçegi degistirebilmenin yoludur. Nörobilimciler daha fazla sey ögrendikçe beynin de daha fazla gizli gücü varmis gibi görünmektedir. Beyin, sahip oldugunuz her arzunun, hayal edebildiginiz her vizyonun hizmetkari olarak hayal hammaddesini isler.
Özellikle bes efsanenin sinirlayici ve degisime inatla diren nitelikte oldugu kanitlanmistir. Hepsi de bir zamanlar, hatta on yirmi yil öncesine kadar gerçek olarak kabul edilmekteydi.
1.nci HURAFE: Zarar gören beyin kendi kendini iyilestiremez. Artik biliyoruz ki beynin geçmiste varligi bilinmeyen sasilacak iyilesme yetenekleri vardir.
Beyin, örnegin bir araba kazasinda travma veya felç nedeniyle zarar görmüsse sinir hücreleri ve onlarin birbirleriyle baglantilari (sinapslar) kaybolur. Uzun bir süre, beyin bir kere zarar gördügünde kurbanlara geriye hangi beyin islevi kalmissa sadece onlari kullanmaya mahkûm olacaklarina inanildi. Ama geçen yirmi yilda büyük bir kesif yapildi ve sayilamayacak kadar çok arastirma da bu kesfi dogruladi. Hasarin bir sonucu olarak nöronlar ve sinapslar kayboldugunda komsu nöronlar bu kaybi telafi eder ve kayip baglantilari yeniden kurmaya çalisir. Bu da zarar görmüs sinir aginin etkili bir sekilde yeniden insa edilmesini saglar:
2.nci HURAFE: Beynin kablo donanimi degistirilemez.
Aslinda yazilim ve donanim arasindaki çizgi her zaman degisir ve aslinda beyinlerimizin kablo baglantilarini yeniden kurma yetenegimiz dogumdan hayatin sonuna dek kusursuz kalmaktadir.
Merzenich, beyin bölgeleri henüz etkilesim kurmaya basladiginda yeniden donatmanin yeni bir devre yarattigini iddia etti. Bu nöroplastisite türünde "birlikte ateslenen nöronlar, birbirlerine baglanirlar". Günlük yasantimizda ögrenmeye veya bilinen seyleri yeni bir sekilde yapmaya baslarsak (Örnegin, ise yeni bir yoldan gitmek veya araba yerine otobüse binmek gibi) beynimizin kablo baglantilarini etkili olarak yeniden kurariz ve bunlari iyilestiririz. Fiziksel egzersizler kas yapmanizi saglarken zihinsel egzersizler de sinir agini güçlendirmek için yeni sinapslar yaratir.
Birçok diger örnek, sabit, degismeyen beyne dair geleneksel doktrinin tarafli oldugu fikrini güçlendiriyor.
Felç hastalarinin çatlak bir kan damarinin ya da bir pihtinin neden oldugu beyin hasariyla yasamaya mahkûm olmalari gerekmiyor. Beyin hücreleri öldükçe komsu hücreler sinir aginin bütünlügünü koruyarak bunu telafi edebilir.
Beynin kablo baglantilarini yeniden kurmaktaki mucizevi yetenegine bir diger örnek de bir trafik kazasinda arabasindan firladiktan sonra ciddi sekilde beyin travmasi geçiren bir araba tamircisine ait. Kötürüm kaldigi için iletisim kurmak amaciyla sadece bir gözünü kirpabiliyor ve basini hafifçe egebiliyordu. Bununla birlikte 17 yil sonra bu adam yari koma halinden kendiliginden çikti. Sonraki hafta akici konusma yetisini yeniden kazanmaya ve uzuvlarini hareket ettirmeye kadar sasilacak bir iyilesme gösterdi. Sonraki bir buçuk yil boyunca yapilan beyin görüntülemelerinin sonuçlari da adamin beyninin islevini düzelten yeni yollar ürettigine dair gözle görülür kanitlar sunuyordu. Saglikli sinir hücreleri ölü sinir hücrelerini telafi edecek sinir aglari yaratmak için yeni aksonlar (ana gövdeler) ve dendritler (lif benzeri dallar) üretiyordu - klasik nöroplastisite!
Vurgulanmasi gereken sey su: Bizler "donatilmis" degiliz. Beyinlerimiz inanilmaz derecede çabuk iyilesir.
3.ncü HURAFE: Beynin yaslanmasi kaçinilmazdir ve geri döndürülemez.
Bu eski inanisi geçersiz kilacak sekilde her gün beyni genç tutmanin ve zihin açikligini korumanin yeni teknikleri ortaya çikiyor.
''Yeni yaslilik" olarak bilinen bir akim, toplumu kasip kavuruyor. Eskiden yaslilar için pasif ve iç karartici bir toplumsal norm söz konusuydu; yaslilardan sallanan sandalyelere terk edilmis bir halde fiziksel ve zihinsel gerilemeye girmeleri bekleniyordu. Simdiyse durum tersine döndü. Yaslilarin aktif ve hayat dolu kalacaklarina dair daha yüksek beklentiler var. Sonuçta yaslilik çagi tanimi degisti. Bir ankette, bebek patlamasi kusagindan bir gruba, "Yaslilik ne zaman basliyor?" diye soruldu. Ortalama cevap 85'ti. Beklentiler yükseldikçe beynin buna ayak uydurmasinin ve yeni yasliliga uyum saglamasinin gerektigi de açiktir.
Beyin hücrelerinin zamanla, insan yaslandikça sürekli olarak öldügü ve bu sürecin tersine çevrilemez oldugu varsayiliyordu. Artik beynin ne kadar esnek ve dinamik oldugunu anladigimiza göre hücre kaybinin kaçinilmaz oldugu düsüncesi de geçerli degil. Otuz yasindan sonra yilda yaklasik yüzde bir ilerleyen yaslanma sürecinde artik hiç kimse benzer sekilde yaslanmiyor. Ayni genlerden dogan tek yumurta ikizlerinde bile yetmis yasinda gen aktivitelerinin farkliliklarindan dolayi ve yasam tarzi seçimlerinin sonucu olarak vücutlari da çarpici bir sekilde farkli olabilir. Bu tarz seçimler onlarin dogustan sahip olduklari genlere herhangi bir sey ekleyip eksiltmez.
Ama eger tetikte kalirsaniz saglikli bir beyin siz yaslanirken de size hizmet etmeye devam edecektir. Bozulma ve bunama korkusuna kapilmak yerine tetikte kalmaya çalismalisiniz.
Eger hafizanizi kaybetmeyi beklerseniz ve her küçük hafiza boslugunu endiseyle karsilarsaniz dogal, kendiliginden ve çabasiz bir hatirlama eylemine müdahalede bulunursunuz. Biyolojik olarak 70 yasinin üzerindeki, insanlarin yüzde 80 kadarinda dikkate deger bir hafiza kaybi yoktur.
Beklentilerimiz, gizli ve büyük ölçüde asilsiz korkumuzdan ziyade bu bulguya göre olmalidir.
Bir aniyi duygu kadar saglamlastiran bir sey yoktur. Çocukken çabasizca ögreniriz çünkü çocuklar ögrenme konusunda dogal olarak tutkulu ve coskuludur. Sevinç ve üzüntünün yani sira dehset ve korku duygulari da ögrenmeyi yogunlastirir. Bunlar anilari çogunlukla hayat boyunca içeri hapseder (Ilk hobinizi veya ilk öpücügünüzü hatirlamaya çalisin.)
4ncü HURAFE: Beyin her gün milyonlarca hücre kaybeder ve kaybedilen beyin hücrelerinin yerine yenileri gelmez.
Aslinda beyinde kök hücreler bulunur ve bunlar hayat boyu olgunlasip yeni beyin hücrelerine dönüsebilir. Beyin hücrelerini nasil kaybedip kazandigimizsa karmasik bir meseledir. Bulgularin büyük bir kismi yaslandikça zihinsel kapasitelerini kaybetmekten korkan insanlar için iyi haber niteligindedir.
Insan beyni günde yaklasik 85.000 ya da saniyede yaklasik bir “kortikal nöron” kaybediyor. Ama bu, beyin korteksinizdeki 40 milyar kadar nöronun son derecede küçük bir kismidir (yüzde 0.0002). Bu hizla gitse bile beyninizdeki nöronlarin yarisini kaybetmeniz 600 yildan fazla sürer!
Rochester Üniversitesi'nden arastirmaci Paul Coleman beyninizdeki sinir hücrelerinin 20 yasinizdayken ki toplam sayisinin 70 yasina geldiginizde de pek degismedigini gösterdi.
Yeni sinir hücrelerinin gelismesine nörojenez (hücre dogusu) adi verilir. Genler sadece yeni hücrelerin dogma zamanlarini bilmekle kalmaz (bebeklik dislerinin yerini almak üzere kalici disleri ne zaman çikaracagimiz veya ergenlik degisikliklerini ne zaman geçirecegimiz gibi), örnegin deri hücrelerini disari attigimizda, birkaç ay sonra kan hücrelerini kaybettigimizde ve baska birçok durumda bir hücrenin ne zaman ölecegini de bilirler. Birçok insan bu gerçegi ögrenince sasirir. Ölüm, yasamin hizmetindedir. Bu fikre direnç gösterebilirsiniz ama hücreleriniz bunu çok iyi anlar…
Chicago Üniversitesi'nden Alzheimer arastirmacisi Sam Sisodia, fiziksel egzersizin ve zihinsel uyarinin fareleri Alzheimer hastaligina yakalanmaktan korudugunu gösterdi. Kemirgenler üzerinde yapilan baska arastirmalar da normal beyin için cesaretlendirici nitelik tasiyor. Her gün egzersiz yapmayi seçerek yeni sinir hücrelerinin ve baglantilarinin sayisini artirmayi seçebilirsiniz, tipki yeni seyleri ögrenmek için aktif olarak çabaladiginizda yaptiginiz gibi. Ayni zamanda da bu yeni hücreleri ve baglantilari hayatta kalmaya tesvik etmis olursunuz.
Her gün milyonlarca beyin hücresini kaybetmekle ilgili hurafeyi güvenle bir kenara atabiliriz. Ailelerin alkolün beyin hücrelerini öldürdügü yönündeki uyarilari bile gerçegin yarisidir. Aslinda alkol kullanimi, baska birçok gerçek saglik tehlikesine maruz kalsalar da alkoliklerde bile çok az sayida beyin hücresini öldürür. Alkolün sebep oldugu asil kayip dendritlerde gerçeklesir ama arastirmalar bu zararin da genelde telafi edilebilir oldugunu göstermektedir.
Asil önemli olan, biz yaslandikça beynin hafizayla ve ögrenmeyle ilgili  temel bölgelerinin yeni sinir hücreleri üretmeye devam ediyor olmasidir ve bu süreç de fiziksel egzersizle, zihinsel uyarici aktivitelerle (bu kitabi okumak gibi) ve sosyal baglantilarla canlandirilabilir
5.nci HURAFE: Ilkel tepkiler (korku, öfke, kiskançlik, saldirganlik) üst beyne hükmeder.
Beyinlerimize binlerce kusagin genetik hafizasi kayitli oldugu için alt beyin hâlâ bizimledir. Korku ve öfke gibi ilkel ve çogu zaman negatif dürtüleri olusturur. Ama beyin sürekli evrim geçirmektedir ve bizler seçme ve özgür irade yoluyla alt beyne hükmetme yetenegini kazandik. Yeni pozitif psikoloji alani bize mutlulugu artirmak ve negatifligin üstesinden gelmek için özgür iradeyi nasil en iyi sekilde kullanacagimizi ögretiyor.
Fobiler sabit (degismez) tepkilerdir. Örümceklerden korkan biri her örümcek gördügünde otomatik bir korku dalgasi hisseder. Alt beyin, karmasik bir kimyasal selaleyi tetikler. Hormonlar kalbi hizlandirmak ve kan basincini artirmak için damarlarda dolasan kanin içinde hizla salinmaya baslar. Kaslar savasmak veya kaçmak için hazirlanir. Gözler dikkatlice odaklanir ve kisinin korktugu seye dogru tünel görüsüne geçer. Örümcek, zihin gözünde kocaman olur. Korku tepkisi o kadar güçlüdür ki üst beynin-çogu örümcegin ne kadar küçük ve zararsiz oldugunu bilen kisim-isleyisi durdurur.
·
Iste beynin sizi nasil kullandigina dair açik bir örnek... Bu durum size yanlis bir gerçekligi empoze eder. Bütün fobiler aslinda gerçeklerin saptirilmasidir
.
Fobiler farkindalik elde edilerek ve kontrolün, beynin ait oldugu, kullaniciya geri verilmesi saglanarak basarili bir sekilde tedavi edilebilir Tekniklerden biri, kisinin korktugu seyi imgelemesini saglamaktir Örnegin, örümcek fobisi olan birinden örümcege bakmasi ve resmi büyütüp küçültmesi istenir. Sonra resmi ileri geri götürmesi istenir. Basit bir is olan korkudan objeye hareket verme isi, objenin ikna edici gücünü kirmada son derece etkili olabilir çünkü korku, zihni dondurur.
Görüldügü gibi üst beyin en içgüdüsel korkularimizi bile silebilir. Aksi takdirde aramizda dagcilar (yükseklik korkusu), cambazlar (düsme korkusu) ve aslan terbiyecileri (ölüm korkusu) olmazdi. Fakat üzücü olan sey su ki bizler soguk terler dökmeden bir örümcek resmi imgeleyemeyen fobi sahipleri gibiyiz. Korkulara boyun egiyoruz, örümcek korkusuna degil ama bu korkular da bizim normal saydigimiz seylere karsi duydugumuz korkulardir: basarisizlik, asagilanma, reddedilme, yaslilik, hastalik ve ölüm. Korkuyu yenebilen beynin ayni sekilde bizi hayatimiz boyunca esir eden korkulara maruz birakmasi trajik derecede ironiktir.
Bizden asagi varliklar olduguna inanilan hayvanlarsa psikolojik korkudan özgür olmanin tadini çikarir. Bir çita bir ceylana saldirdiginda ceylan panige kapilarak canini kurtarmaya çalisir ama bildigimiz kadariyla eger ortalikta yirtici bir hayvan yoksa ceylan sorunsuz bir hayat yasar. Oysaki biz insanlar iç dünyamizda korkunç acilar çekeriz ve bu aci çekme hali fiziksel sorunlara dönüsür. Beyninizin sizi kullanmasina izin vermeniz söz konusu oldugunda risk çok yüksektir ama eger siz onu kullanmaya baslarsaniz ödüller sinirsizdir.
Bu bes hurafenin bosa çikmasi iyi haber. Eski bakis açisina göre beyin sabitti, mekanikti ve gün geçtikçe bozuluyormus gibi görünüyordu fakat bunun gerçeklerden epey uzak oldugu ortaya çikti. Su anda gerçegi yaratmaktasiniz ve eger bu süreç canli ve dinamik kalirsa beyniniz buna yildan yila uyum saglayabilecektir.
HAFIZA KAYBI
Beyninizle yeni bir yolla iliski kurmaniz gerektiginin üstünde duruyoruz. Bu özellikle hafiza için geçerlidir. Hafizanin mükemmel olmasini bekleyemeyiz ve onun kusurlarina nasil karsilik verdiginiz de size kalmistir. Bütün küçük hafiza bosluklarini bir uyari isareti, yaslanmayla gelen kaçinilmaz bir gerileme ya da zekâdan yoksun oldugunuza dair bir isaret olarak görürseniz inancinizi gerçek kilmak için olasiliklari artirmis olursunuz. "Hafizam zayifliyor," diye sikâyet ettiginizde bu mesaji beyninizde güçlendiriyorsunuz. Zihin ve beyin dengesinde çogu kisi beyni suçlamakta acele eder. Bakmalari gereken yerse hepsi öncelikle zihinsel olan aliskanliklar, davranislar, dikkat, heyecan ve odaklanmadir.
Dikkat etmeyi durdurup yeni seyler ögrenmekten vazgeçtiginizde hafizaya bilgi atmaya hiç cesaret etmemis oluyorsunuz. Basit bir kural vardir: Dikkat ettiginiz her sey büyür. O halde hafizanizi cesaretlendirmek için hayatinizin nasil ilerledigine dikkat etmelisiniz.
Peki, bu tam olarak ne anlami geliyor? Liste uzun ama dogal bir sekilde gelen aktiviteleri içeriyor. Yaslandikça söz konusu olan tek fark, eskisine göre daha bilinçli seçimler yapmaniz gerektigidir.
Coskuyla yeni seyler ögrenin. Sonradan hatirlamaniz gereken seylere dikkat edin. Birçok hafiza kaybi aslinda ögrenme kaybidir. Ve… en iyi hafiza, kosulsuz güvendiginiz hafizadir.
Kahramanlari Aramak…
Normal, saglikli bir beyinde doruk noktasindaki bir performansin ulasilabilir oldugu üç bölge seçelim. Her bölgede yola liderlik eden biri olacak. Her ne kadar siz onlara bu gözle bakmasaniz da bu kisiler süper beynin kahramanidirlar…
Birinci Kahraman ALBERT EINSTEIN (Uyum Saglama Yetenegi Açisindan)
Yasayan bütün canlilar gibi insanlar da gezegendeki bütün ortamlara uyum sagladilar. Homo sapiens bunu öyle inanilmaz bir sekilde basarmistir ki çok dogal karsilariz, ta ki bu uyum saglanabilirligi yeni bir seviyeye tasiyan biri-Einstein gibi biri- karsimiza çikana dek.
Einstein bilinmeyenle yüzlesip ona hükmederek uyum saglamistir. Onun alani fizikti ama bilinmeyenler her gün herkesin karsisina çikiyor. Hayat beklenmedik güçlüklerle dolu. Bilinmeyene uyum saglamak için Einstein üç güçlü yön gelistirdi ve üç engelden kaçindi.
Üç güçlü yön: Bos vermek, esnek olmak, rahat olmak.
Üç engel: Aliskanliklar, sartlanma, hapsolmusluk .
Insanlarin uyum saglama yeteneklerini zorluklar karsisinda ne kadar bos verebildikleri, esnek kalabildikleri ve rahat olabildikleriyle ölçebilirsiniz. Bir insanin ne kadar kötü uyum sagladiginaysa eski aliskanlarinin ona hükmetmesinden ve onu hapseden sartlanmalardan yola çikarak ölçebilirsiniz.
ikinci Kahraman YENI DOGMUS BIR BEBEK (Bütünlesme Açisindan)
Bebeklerin bolca Sahip oldugu bizim kaybettigimiz sey nedir? Burada anahtar “bütünlesme”dir. Bütün canlilar arasinda insanlar her bilgiyi sindirir ve bütünlestirir. Bu resmin bütününü olusturan seydir.
Kendinizi tam anlamiyla depresif hissettiginizde, akliniza parlak bir fikir geldiginde veya tehlikede oldugunuzu düsündügünüzde buna hücreleriniz de katilir. Teknik olarak is basinda olan; zihni, vücudu ve dis dünyayi bir islemde bütünlestiren sey geribildirim döngüsüdür. Gelen veri, sinir sistemini uyarir ve bir karsilik alir. Bu karsiligin raporu her hücreye gönderilir ve karsiliginda da hücreler bununla ilgili ne düsündüklerini söyler.
Bebekler mükemmel birer geribildirim makinesidir. Kendi kisisel gerçekliginizi daha büyük bir basariyla bütünlestirmenin ne anlama geldigini onlardan ögrenebilirsiniz. Tek yapmaniz gereken, doganin çocuk beyni için tasarladigi seyi bilinçli olarak yapmaktir.
Öyle ya da böyle, kaçinilmaz olarak kendi bakis açiniza göre bir gerçeklik yaratirsiniz. Kimse dünyayla önyargilar olmadan bütünlesme konusunda mükemmel degildir ama bebekler bize gerçekligimizi nasil daha mükemmel hale getirecegimizi ögretirler. Doga bizi dogdugumuz andan itibaren dünyayi bir bütün olarak ele almak üzere tasarladi ve bizler deneyimi kirintilara ve parçalara böldügümüzde bütünlük bozuluyor. Sonra da gerçeklik içinde yasamak yerine bir gerçeklik illüzyonuyla kandiriliyoruz.
Sorgulanmadigi bir iktidara alisan bir diktatörü düsünün. Terör ve gizli bir polis örgütü araciligiyla yerini koruyor, düsmanlarina rüsvet veriyor ve onlarin gece vakti ortadan kaybolmalarini sagliyor. Genelde böyle diktatörler, muhalefet ayaklandiginda hayret içinde kalirlar ve bir ayaktakimi tarafindan görevden alindiklarinda veya öldürüldüklerinde hakli çiktiklarina inanirlar. Hatta bir polis devletinde baskiya maruz kalan halkin baskiciyi sevdikleri hayaline kapilirlar. Bu, uç noktaya tasinmis bir gerçeklik illüzyonudur.
Diktatörlerin düsüsü bizi bir baska seviyede etkiliyor çünkü sinirsiz gücün ayni seyi bize de yapabilecegini derinlerde bir yerde hissediyoruz. Aldanan kisinin gözlerinin önüne adeta kara büyüyle perde çekilmistir. Ama herkesin içinde yasadigi gerçeklik illüzyonun gelince burada kara büyü yoktur. Bu sadece bir bütünlesme basarisizligidir.
Tamamen bütünlesmis bir insan olmak demek, bir bebegin dünyaya yaklasimini yansitan üç güçlü yöne sahip olmak ve yetiskinler olarak benligimizi saran üç engelden kaçinmak demektir.
Üç güçlü yön: Iletisim kurmak, dengede kalmak, resmin bütününü görmek,
Üç engel: Soyutlanmak, çatisma, baskidir.
Bedensel veya zihinsel olarak bütünlesmis bir durumda oldugunuzda açik bir sekilde iletisim kurarsiniz, ne hissettiginizi bilirsiniz, bunu ifade edersiniz, etrafinizdaki herkesten isaretler alirsiniz. Ama pek çok yetiskin iletisimde bir kopukluk deneyimliyor. Kendilerini her seyden soyutlanmis hissediyorlar; hislerinden, diger insanlardan, her sabah gittikleri islerinden... Çatismalar içinde karmakarisik oluyorlar ve sonuç olarak gerçekte hissettiklerini ve bütün gerçek arzularini bastirmayi ögreniyorlar.
Bu hisler sadece psikolojik faktörler degildir. Bunlar beyni ve sonuçta vücuttaki bütün hücreleri etkiler.
Önemli nokta: Dogal saglik ve esenlik durumuna dönmek istiyorsaniz yeni dogmus bir bebek gibi olun. Ayrilik ve çatismayla yasamak yerine deneyimlerinizi bütünlüge kavusturun.
3. Kahraman BUDA (Bilincin Genislemesi Açisindan)
Beyinlerimizi öncelikle bilinçli olmak için kullaniyoruz ve bazi insanlar bilinçlerini digerlerinden çok daha ileriye tasiyor. Içsel gelisim için kahramanlarimiz-en iyi örneklerimiz- her nerede dogdularsa insanligin spiritüel rehberleridir. Özellikle bir kahraman, yani Buda ve onun temsil ettigi tür -azizler, bilgeler ve ileri görüslüler- insanligin essiz bir özelliginin mükemmellestirilmesini simgeliyorlar. Bu, anlam için yasamaktir ve insani üstün bir anlam için açliga götürür. Anlam insanin içinden gelir ve hayatin kati gerçeklerinin ötesine geçer. Bes duyudan alinan ham veri anlamsizdir. Paleolitik Çag'daki magara adamlarina veya ilk toplayici avcilarin kisa, zorlu hayatlarina bakinca beyinlerinin matematige, felsefeye, sanata ve yüksek mantiga elverisli oldugunu düsünmezsiniz. Bu yetenekler gizliydi ve Hindistan'da iki bin yildan uzun bir zaman önce fakirligin ve hayat mücadelesinin ortasinda yasamis olan Buda gibi biri, içimizde çok daha fazlasinin sakli olduguna dikkat çekiyor, tabii anlama karsi duydugumuz siddetli arzumuzdan faydalanabilirsek…
Burada anahtar, "bilincin genislemesidir.
Eski bir Hint deyisi bilinci bir kapidaki, hem eve hem de dis dünyaya ayni anda isik saçan lambaya benzetir. Bu, "içinizdeki" ve "disinizdaki" seylerin ayni anda farkinda olmanizi saglar. Farkinda olmaksa ikisi arasinda bir iliski yaratir.
Peki, bu iliski iyi midir yoksa kötü müdür? Insan zihninde tasarlanan cennetlerin ve cehennemlerin hepsi birer düsünce ürünüdür. Hem içe bakarak düsünüyoruz hem de disa bakarak düsünüyoruz. "Sadece düsünceleriniz kadar güvendesiniz," diyor bilgece bir aforizma.
Üstün bilinç her zaman spiritüel bir durum olmak zorunda degildir - bu genislemis bir durumudur. Spiritüellik zamani gelince gelir ve bu da basladiginizda ne kadar kasilmis oldugunuza baglidir. Stres ve üzüntüyle dolu bir hayat dogal olarak farkindaligin kaybolmasina neden olur. Bu bir hayatta kalma tepkisidir, tipki bir aslanin yaklasmasiyla bir araya toplanan bir antilop sürüsü gibi... Kasilmanin ilkel bir güvenlik türü yarattigini, bedelininse gerginlik, korku, sürekli tetikte olma ve güvensizlik oldugunu fark etmeniz gerekiyor. Ancak bilincinizi genisleterek kapidaki lamba olabilir, dünyayi korkusuzca ve kendinizi de güvensizlik duymadan görebilirsiniz.
Önemli nokta: Eger içsel gelisim istiyorsaniz bilince yaklasiminizda Buda gibi olun. Farkindaliginizi genisletin ve zihnin içinde örülen duvarlarin ötesine bakin.
DEPRESYON
Bu bölümde, beyninizin sizi kullanmasina izin vermek yerine onum kullanabileceginizi göstermek konusunda bir adim attik.
Bu prensibi milyonlarca kisiyi etkileyen depresyon (15-45 yas arasindaki Amerikalilarda en sik rastlanan rahatsizliklardan biri) için uygulamak insana kendini iyi hissettirecektir. Beyinlerinin insanlari nasil kullandigi dair bundan daha aci verici bir örnek yoktur.
Eski bir hasta depresyonu söyle tarif ediyor: "Kendimi düsüyormus gibi hissediyordum yere kapaklanmama ramak kalmisti ama panik hissi bir saniye degil, günlerce sürdü ve neden korktugumu bile bilmiyordum." Depresyona maruz kalanlar kendilerini yanlis isleyen bir beynin kurbani olmus gibi hissediyorlar,
Her ne kadar depresyon, beynin iç ve dis strese dogru bir sekilde tepki verme yeteneksizligine atfedilen bir ruh hastaligi olarak siniflandirilsa da bütün vücudu etkiler. Uyku düzensizligiyle bedenin ritmini bozar. Cinsel isteksizlige neden olur ve istahi azaltir. Depresif insanlar yemek yemeye ve cinsel iliskide bulunmaya karsi yorgunlukla karisik bir ilgisizlik hissederler. Sosyal ortamlardan koptuklarini bir ilgisizlik hissederler. Baska insanlarin onlara ne söylediklerini açikça anlayamazlar, baskalarina karsi neler hissettiklerini ifade edemezler ve baskalariyla bir arada olmak rahatsiz edici bir bulaniklik hissidir.
Depresyona maruz kalanlarin % 80 kadarinin ailelerinde simdi veya geçmiste depresyon geçiren kisiler vardir. Ama çogu durumda genler sadece zemin hazirlar, hastaligin baslamasini garantilemez. Bu psikiyatrik hastaligin ortaya çikabilmesi için genler ile çevrenin uyum içinde çalismasi gerekir.
Depresyon tepkisinin en aldatici hilesi sudur: Depresyon her seyi ayni kefeye koyar. Arabanizin vitesini tamir etme konusunda çaresiz hissedersiniz (Kim hissetmez ki?) ama yeni güne baslamak için yataktan çikma konusunda (bir depresyon isareti) esnek olmak için depresyon tepkisini kendi oyunuyla alt etmelisiniz.
Bunu nasil yaparsiniz? Eger otomatik tepkiniz üzüntü, çaresizlik ve umutsuzlukla baglantiliysa, bunu kabul etmeyi reddedin. Kendinize zaman ayirin, derin bir nefes alin ve alternatif tepkiler listemize basvurun. Ise yarayan bir tane bulun. Bu, zaman ve çaba gerektirir ama ise yarar. Yeni bir tepki ögrenmek beyinde yeni sinir yollari kurar ve kapilar açar. Peki, bunlar ne tür kapilardir? Depresyonda oldugunuzda soyutlanmis, yalniz, duyarsiz, hareketsiz, pasif ve degisime kapali olmaya egilim gösterirsiniz. Yeni kapilarin tam anlamiyla zit bir etkisi vardir. Yeni bir tepki vererek eski, bayat inançlara geri dönmenin çekiciligine direnirsiniz. Pasif olmaktansa sorumluluk almanin siz iyi geldigini görürsünüz.
Bir baska strateji de oldukça bunaltici bir sey olan depresyon tepkisini yönetilebilir parçalara bölmektir. En iyi taktik, bir seferde tek adim atmak, ugrasmak için kendinizi hazir hissettiginiz bir parçayi seçmektir. Atalet, depresyonun en iyi arkadasidir. Gerçekten pozitif bir sey yapma gücünü kendinizde bulana dek asmaniz gereken bir tümseginiz daima olacaktir. O halde tümsegi bir Himalaya doruguna çevirmeyin.
Depresyon Aliskanligi: Eger bir alkoligin veya herhangi bir bagimlinin yaninda yasadiysaniz onlarin öngörülebilir sarkaç gelgitleriyle yasadiklarini bilirsiniz. Ayik veya uyusturucudan uzak olduklarinda içten bir pismanlik duyarlar ve aliskanliklarina geri dönmek istemezler.
Ama bagimli kisi yeniden içmenin, uçmanin veya asiri yemenin ya da öfkeye kapilmanin (aliskanliklari her neyse) cazibesine kapilirsa iyi niyetler de ortadan kalkar. Irade gücü kaybolur, aliskanlik kontrolü ele geçirir ve sadece maddeyi almak önem kazanir.
Depresyonun bagimlilik yapici bir tarafi vardir. Burada üzüntü ve umutsuzluk görev basina geçer. "Baska türlüsü olamaz” düsüncesi hem bagimlinin hem de depresyonu aliskanlik edinmis kisinin ortak feryadidir. Birçok durumda bir "iyi ben" ve “kötü ben” birbirleriyle savasir.
Alkolikleri ele alacak olursak, “kötü ben” içki içer, "iyi ben" ayiktir. Depresyondaki kisi içinse “kötü ben” üzgün ve umutsuzdur, "iyi ben'' ise mutlu ve iyimserdir. Ama gerçekte depresyon her seyi gölgeler. Iyi anlar sadece aliskanliga geri dönüse bir girizgâh niteligindedir. Sonunda "kötü ben" kazanacaktir, "iyi ben" onun sadece kuklasidir.
Savas kazanilamaz; her zafer geçicidir ve sarkaç ileri geri hareket etmeye devam eder. Peki, bir savas kazanilamazsa neden savasmali? Herhangi bir sabit aliskanligi yenmenin sirri, kendinizle savasmaya bir son vermek ve içinizde savasin olmadigi bir yer bulmaktir. Spritüel açidan bu yer, gerçek benliginizdir. Meditasyon buna ulasmanin yolunu açar. Dünyanin bilgece gelenekleri, kimsenin baristan, huzurdan, sessizlikten, eksiksiz bir sevinçten ve hayata karsi duyulan o derin saygidan mahrum kalamayacagini kabul eder.
Bazen depresyondan çikmak için çok az sey gerekir, tabii eger kötü bir isten veya zararli bir iliskiden çikmak böylesine kolay görülebilirse… En iyi haber su ki, gerçek benliginiz depresyonda degildir ve hiçbir zaman da olmamistir. Gerçek benliginizi bulma yolunu açtiginizda depresyonunuzu iyilestirmekten daha fazlasini basaracaksiniz.
BEYNINIZ DÜNYANIZDIR
Sizi gerçek ustaligin bulundugu, "zihin" havai bir sekilde yukarilarda gezerken "beynin" de dünyevi bölgesinde oturmadigi yere götürmek istiyoruz. Ikisi arasindaki fark, insan yapimidir ve yanilticidir.
Zihin ile beyin birlesmistir ve süper beynin dogdugu yer, çalistirmayi ögrenebileceginiz kontrol dügmesinde bulunmaktadir. Farkindaligin gizli bölgeleri gerçek gücün yattigi yerdir.
Kontrol edilmeyen korkular, gerçekçi bir sebepleri olmasa bile insanlari kronik kaygiya ve depresyona itebilir. Biyolojideki karsit unsurlar bu etkiyi dengeleyebilir. Yakin geçmiste yapilan arastirmalar, hipokampustaki yeni sinir hücrelerinin amigdalada uyanan negatif duygulari engelleyebildigini göstermistir. Stresi yatistiran aktiviteler, örnegin fiziksel egzersiz ve yeni seyler ögrenmek, yeni sinir hücrelerinin dogumunu tesvik ediyor ve bu da gördügümüz gibi nöroplastisiteyi (yeni sinapslarin ve sinir aglarinin olusumu) tesvik ediyor.
Nöroplastisite insanin ruh halini dogrudan düzenleyebilir ve depresyonu önleyebilir. Yani yetiskin birinin hipokampusunda yeni sinir hücrelerinin dogumu, depresyon gibi ruhsal bozukluklara sebep olan sinir kimyasi dengesizliklerini yenmeye yardimci olur.
Nörobilimde bu fikir yenidir ama gerçek hayatta birçok insan kosu yapmanin onlari çökkün bir ruh halinden kurtardigini fark etmistir.
Bir gül gördügünüzde, onun muhtesem kokusunu kokladiginizda ve kadifemsi yapraklarini oksadiginizda bütün baglanti türleri beyninizde meydana gelir. Bunlar gerçeklesirken fMRI taramanizda da görülebilir. Ama beyniniz gülü görmüyor, koklamiyor ve dokunmuyordur. Bunlar sizin deneyimlerinizdir ve deneyimlere sadece siz sahip olabilirsiniz. Bu temel gerçektir ve sizi beyninizden daha fazlasi haline getirir.
1930'larda Wilder Penfield adindaki öncü bir beyin cerrahi, beynin motor korteks adli bölgesini uyardi. Motor kortekse yapilan az miktardaki elektrik yüklemesinin, kaslari hareket ettirdigini kesfetti. Öte yandan Penfield zihin ile beyin arasindaki ayrimin hayati önemde oldugunu fark etti. Beyin dokusu fiziksel aciyi hissedemedigi için, açik beyin ameliyati hasta uyanikken de yapilabiliyordu.
Penfield motor kortekste belli bir bölgeyi uyararak hastanin kolunun havaya kalkmasina neden oldu. Ne oldugunu sordugunda hasta, "Kolum hareket etti," cevabini verdi. Sonra Penfield hastadan kolunu kaldirmasini istedi. Tekrar ne oldugunu sordugundaysa hasta "Kolumu hareket ettirdim," cevabini verdi. Bu basit yöntemle Penfield herkesin içgüdüsel olarak bildigi bir seyi gösterdi: Kolunuzun hareke etmesiyle onu kendinizin hareket ettirmesi arasinda büyük bir fark vardi. Bu fark, zihin ile beyin arasindaki gizemli boslugu açiga çikariyor. Kolu hareket ettirmek istemek zihnin bir eylemidir, istem disi hareketse beyinde tetiklenen bir eylemdir. Bu iki sey ayni degildir.
Bu fark kulaga fazla ince gelebilir ama çok önemlidir. Simdilik sadece beyninizden ibaret olmadiginizi hatirlayin. Beyne emirler veren zihin tek gerçek yaraticidir, tipki Mozart'in radyoda çalan müzigin tek gerçek yaraticisi oldugu gibi... "Disarida" olup biten her seyi pasif bir sekilde kabul etmek yerine, öncelikle yaratici olarak aktif rolünüze sahip çikin. Gerçegi yaratmayi ögrenmenin asil baslangici burada yatar.
Algilarinizi Nasil Dönüstürürsünüz?
Herhangi bir is yaptiginizda-kahvalti etmek, sevismek, evren hakkinda düsünmek, bir pop sarkisi yazmak- zihniniz üç durumdan sadece birinde olabilir: bilinçsiz, farkinda ve öz farkindaliga sahip.
Bilinçsiz oldugunuzda zihniniz dis dünyadan gelen sürekli veri akisini pasif bir sekilde, minimal düzeyde tepkiyle ve yaraticilik olmadan alir.
Farkinda oldugunuzdaysa bu veri akisina dikkat edersiniz. Seçersiniz, karar verirsiniz, siniflandirirsiniz, islersiniz vesaire; neyi kabul edeceginizi ve neyi reddedeceginizi seçersiniz.
Öz farkindaliga sahip oldugunuzda, yaptiginiz ise geri döner ve "Bu benim ne isime yarar?" diye sorarsiniz.
Bilinçsiz/farkinda/öz farkindaliga sahip: Insanlar her üç durumda da var olabilir ve herhangi bir anda hangisinin hâkim olacagi size baglidir. Süper beyin, farkindaligi ve öz farkindaligi artirirken bilinçsiz anlarinizi azaltmakla dogar.
Farkinda olmak iyidir ama öz farkindalik daha iyidir. Eger amaciniz öfkenizi kontrol etmekse, "Ben kizginim,'' düsüncesi sizi ancak belli bir yere kadar götürebilir. Öfkenizin nereden geldigini bilmek, duruma öz farkindalik bilesenini ilave eder. Davranisinizda bir kalip görmenizi saglar. Geçmisteki öfke patlamalarinin pek ise yaramadigi hesaba katilir.
Farkindalik hayvanlar dünyasina inkâr edilemez bir sekilde girmistir. Filler, ölen yavru bir filin etrafina toplanir. Oradan ayrilmazlar ve hatta ölümün gerçeklestigi yere bir yil sonra dönerler. Yavrusunu kaybeden annenin yakinlarinda toplanirlar. Eger empati bizim insani tanimimizin disinda herhangi bir anlama geliyorsa filler birbirlerine empati duyuyordur.
FAZLA KILOLAR!
Fazla kilolu olmak, beyni yeni bir yöntemle kullanma vaktinin geldigini gösteren sorunlardan biridir. Amerikalilarin üçte birinden fazlasi kiloludur ve bir çeyreginden fazlasi da obezdir. Saglik sorunlari bir kenara birakilirsa bu salgin hastaligin nedeni temelde yaptigimiz tercihlerdir. Yilda ortalama 70 kilogram seker tüketen, fast food restoranlarindaki bütün yiyeceklerin onda birini yiyen ve her on yilda bir daha da büyüyen porsiyonlarin keyfini süren bir toplumuz.
Obezite inanilmaz oranda artti çünkü mantigimiz bunu durdurmada etkili degil.
Temel beyin neyi yanlis yapiyor? Suçluluk hissi eskiden ahlaka uygun görülürdü. Orta Çag'da, açgözlülügün yedi büyük günaha dahil oldugu zamanlarda fazla kilolu olan kisisel bir zayiflik isaretiydi. Zihinlerinin derinliklerinde çogu fazla kilolu insan kendini irade gücünden yoksun olmakla suçlar. Keske keyiflerine düskün olmaktan vazgeçebilselerdi! Kötü bir döngünün fitilini atesleyen kalorilerle kendilerini cezalandirmaya bir son verebilselerdi: Yemek yemek kilo aldirir ve kisinin kendini begenmemesine yol açar, bu da kendinizi kötü hissetmeniz ve teselliyi daha fazla yemekte aramaniz için bir sebeptir.
Kararlar bilinçlidir ama aliskanliklar bilinçli degildir. Bu basit ifadeden yola çikinca fazla kilolu olmayi beynin bakis açisindan görmeye basliyoruz.
Peki, süper beyin bu yerlesik kaliplan nasil degistirebilir? Öncelikle yaglarla bir ateskes imzalamaliyiz. Arastirmalar diyet yapan insanlarin çogunun kilo verdigini gösteriyor ama bu kisilerin neredeyse tamami ulastiklari kiloyu iki yil boyun korumayi basaramiyor. Beyin kimyasi kendi rolünü oynuyor ve diyet yapanlar birkaç kilo kaybettikten sonra kendilerini eskisinden de daha aç hissediyorlar. Avustralyali arastirmacilar bunun sebebinin biyolojik degisim olduguna inaniyorlar. Verdikleri kilolari sonradan almaya baslayan basarili diyetçilerin midelerinde, diyet yapmaya baslamadan öncekine göre yüzde 20 daha fazla "ghrelin" yani "açlik hormonu” bulunmustur. New York Times'ta yayinlanan 2011 Aralik tarihli raporun söyledigine göre bu kisilerin hâlâ yagli olan vücutlari sanki açliktan ölüyormus gibi davraniyor ve kaybettikleri kilolari geri almak için fazla mesai yapiyor. Beyniniz, hipotalamus araciligiyla vücudunuzun metabolizmaya dair ayar noktasini düzenlemekten sorumludur ve diyet yapmak bunu etkiliyor. Normal bir kiloya geri dönen insanlar, yillarca ideal kilolarinda kalan kisilere göre günde 400 kalori daha az almaya ihtiyaç duyarlar.
BEYNINIZ EVRIM GEÇIRIYOR
Süper beyin bilinçli evrimin ürünüdür. 20 yasina gelene kadar doga sizin az otomatik olan fiziksel gelisiminizle ilgilendi.
Bebeklik dislerinizi kaybetmeyi veya gözlerinizi odaklamayi ögrenmeyi siz seçmediniz. Ama diger birçok sey zihin ile genlerin bulusmasi yoluyla gerçeklesti. Üç yasindayken bir çocuk okumaya hazir degildir. Fakat 4-5 yasindaki çocuklar okumaya can atar ve beyinleri buna hazirdir. Çocuk, bir sayfanin üzerindeki siyah sekillerin bir anlaminin oldugunu kesfeder. Yabanci dilleri ögrenmenin de uygun bir yasi vardir ve ergenligin son döneminde bu, doruga ulasir.
Nörobilimcilerin beynin sabit ve duragan olduguna inandiklari zamanlarda ögrenmek, evrimle bir tutulamazdi. Ama eger beyin siz ögrenirken degisirse ikisi ayni anlama gelmektedir. Geçenlerde on alti yasinda New Yorklu bir lise ögrencisi olan Timothy Doner hakkinda bir haber yayinlandi. Timothy 2009 yilinda yetiskinlige kabul töreninden hemen sonra modern Ibranice ögrenmeye karar vermisti. Bir ögretmen tutuldu ve dersler iyi gitti. Timothy ögretmeniyle Israil politikalarini tartisiyordu ve bu da onu dünyanin en zor bes dilinden biri olarak görülen Arapçayi ögrenmeye götürdü. Timothy bunun için bir kolejin yaz kursuna gitti. Gazete haberi söyle devam ediyordu: "Söyledigine göre alfabeyi ögrenmesi dört gün, akici bir sekilde okumasiysa bir hafta sürmüs. Timothy daha sonra Rusça, Italyanca, Farsça, Svahili dili, Endonezya dili, Hintçe, Ojibwa, Pashto, Türkçe, Hausa, Kürtçe, Yiddish, Felemenkçe, Hirvatça ve Almanca ögrenmeye dalmis. Bu dilleri genellikle gramer kitaplari ve iPhorie'undaki Flashcard uygulamalarindan kendi kendine ögrenmis.”
Timoth’nin yeni bir dilin temellerini bir ayda ögrenebilmesi ve hatta Hintçe ve Almanca gibi dillerde iyi bir aksan elde etmesi, beynin en uygun zamanda egitildiginde zaten içinde var olan bir yetenekle kuantum siçramasi yapabilecegini gösterir. Peki, içeride var olan nedir?
Bilim her seferinde cevaplarin bir kismini, neredeyse her zaman bir saglik sorununun sonucu olarak buluyor. Bunun çarpici bir örnegi de yüz körlügüdür (prosopagnozya).
Yüz körlügü bugün nüfusun % 2’sinden biraz fazlasinda görülmektedir. Uç noktadaki durumlarda kisi kendi yüzünü bile taniyamaz.
Sebebi ister yaralanma isterse genetik olsun, yüz körlügü olan kisilerde "fuziform girusta" hasari vardir. Burasi sakak lobunun sadece yüzleri degil, vücut seklini, renkleri ve kelimeleri de tanimayla ilgili kisimdir. Ne tuhaftir ki bir insan bu hastaliga sahip oldugunu fark edene dek yillar geçebilir. Kisi, "Yüzleri hatirlama konusunda kötüyüm,” diye mazeret göstererek bir arkadasinin yüzünü gerçekten tanimak yerine onun sesi veya giyim tarzi gibi duyusal isaretlere güvenir. Bir adam, isyerindeki en yakin arkadasi saç seklini degistirdiginde yanindan sanki bir yabanciymis gibi geçip gittigini söylemisti.
Beyinlerimizin yüzleri tanimamizi saglayacak sekilde donatildigi kanitlanmis bir gerçektir. Beynin arkasindaki bes görsel parça, görülen seyleri bilinçsizce kaydeder. Bunlari bilinçli sekilde görebilmemiz için bu sinyallerin öndeki beyin korteksine aktarilmasi gerekmektedir. Bu devreler sistemi dogru bir sekilde çalismadigindaysa tanima mümkün olmaz (Bir baska özel parça, mekânlari tanimaniza yardim eder. Insanlarin beyinlerinin bu bölgesinde bir hasar söz konusu oldugunda size bir evi bütün ayrintilariyla tarif edebilirler ama kendi evlerinin önünde durduklarini anlayamazlar).
Hayvanlar temel uyum saglama yetenegine zaten sahiptir. Evrim sürecinde bazi tanima yetenekleri elde etmislerdir: Yavrulari için yiyecek bir seylerle yuvaya dönen Antarktika penguenleri, milyonlarca penguenden olusan kalabalik bir sürünün içinde ilerleyebilir ve dogrudan kendi yavrulara gidebilirler (Buna standart açiklama, kendi çocugunun aglamasinin ailenin aklina kazinmis oldugu ama baska duyularin da isin içine girebilecegidir.)
Ama yüz körlügünün baska bir yönü daha vardir. Bazi insanlar bunun tam tersi bir yetenege sahiptir; onlar da simdiye kadar pek fazla incelenmemis bir fenomen olarak "süper taniyici"lardir.
Süper taniyicilar rastladiklari neredeyse her yüzü hatirlarlar. Yolda birine gidip söyle diyebilirler: "Beni hatirladin mi? On yil önce Macy’s magazasinda bana bir çift siyah ayakkabi satmistin.”
Dogal olarak rastlanilan kisi bunu hiç hatirlamaz. Bu nedenle süper taniyicilarin bu tür rastlantilari tacizcilikle suçlanir çünkü takip edilmek, kabul etmesi daha kolay bir açiklamadir. Aradan zaman geçmis olmasi süper taniyicilari yaniltmaz. Hollywood yildizlarinin yedi sekiz yaslarindaki hallerinin fotograflari gösterildiginde bir süper taniyici onlarin kimin yüzü oldugunu hemen bilecektir.
Eger yüz körlügü bir hastaliksa süper tanima nedir? Bunu cevaplamak için insanlarin öncelikle yüzleri nasil tanidiklarini bilmemiz lazim. Bizim yapmadigimiz sey, yüz körlügü olan insanlarin hastaliklarini telafi etmek için basvurduklari yöntem olan isaretler kullanma yöntemine basvurmaktir.
Gerçek su ki retinadaki hücreleri uyaran isik fotonlari ve görsel kortekse tasinan sinyaller hiç resim tasimaz. Görsel sinir bir resmi, sekli ve isigi aslinda var olmayan bir sinirsel mesaja çevirir. Bilgi en az bes alti asamadan geçirilerek islenir. Aydinlik ve karanlik bölgeler tasnif edilir, ana çizgiler belirlenir, kaliplarin sifresi çözülür vesaire… Tanima ise islemin epey sonuna dogru gelir. Ama siz, "Ah, bu benim annem," dediginizde kimsenin onu nasil tanidiginiza dair en ufak bir fikri yoktur. Islemin alti asamasi da hikâyeyi anlatmaz. Yapay zekâ alaninda çalisan bilgisayar uzmanlari, makinelerin yüzleri degisik kalip isaretlerini kullanarak tanimalarini saglamayi denemislerdir. Tanidik bir yüzün hafif odak disi bir fotografini gördügünüzde onun kim oldugunu anlamakta sorun yasamazsiniz ama bu konuda en akilli bilgisayar bile sasirmistir.
Çok daha gizemli olansa zarar görmüs veya hastalik geçirmis bir beynin saglikli bir beyinden nasil daha iyi performans sergileyebilmesidir. Bir otizm türü olarak görülen ama bazen sag sakak lobunda yaralanmaya bagli olarak gelisen savant (bilgin) sendromunda da söz konusu olan sey budur. Savant sendromuna maruz kalanlar (bu insanlara "aptal bilgeler" de denir) basit, günlük yeteneklerden yoksundurlar ama olagan disi yeteneklere sahiptirler. Örnegin müzik bilginleri hiç piyano dersi almamis olsalar bile sadece bir kez duyduklari herhangi bir parçayi piyanoda çalabilirler, buna çok karmasik bir klasik müzik de dâhildir. Takvim bilginleri size herhangi bir tarihin haftanin hangi gününe denk geldigini hemen söyleyebilir ve buna 23 Ocak 3323 gibi bir tarih de dâhildir. Dil bilginleri de vardir. Bu sendroma maruz kalan bir çocuk kendi basinin çaresine bakamiyor, sokakta yardim görmeden yolunu bulamiyordu.
Yine de yabanci dilleri kitaplardan kendi basina ögrenmeyi basardi, bir gezi sirasinda yolunu kaybedene kadar bu fark edilmemisti. Bakicilari panige kapildilar ama sonunda çocugun yerini tespit ettiler, çocuk biri Çince digeri Fince konusan iki yabanciya sakin bir sekilde çevirmenlik yapiyordu. Bu iki dil de tipki Arapça gibi dünyadaki en zor bes dilin arasindadir. Daha sasirtici olansa çocugun Çinceyi ters tutulmus bir kitaptan ögrenmis olmasiydi!
Dört bölümlü beyin
Simdi bilimin ibresi zihinden çok beyinden yana çevrilmistir. Nörobilim iki kelimeyi birbirinin alternatifi olarak kullanmaktadir; sanki "Fikrimi degistirdim," ifadesi, "Beynimi degistirdim,” anlamina gelebilirmis gibi. Ama beynin ne iradesi ne de niyeti vardir, sadece zihnin vardir. Tercih ve kararlari her ne kadar üst beyin organize etse de beynin özgür iradesi yoktur. Nörobilim bütün insan davranislarini beyne atfederek isleri kolaylastirmaya çalisir. Bu nedenle gazetelerde beynin asktan ve inançtan sorumlu oldugu seklindeki yanlis varsayimlari güçlendiren "Beyin Asktir" ya da "Nöronlardaki Tanri” gibi makaleler görüyoruz.
Bize göre bu bir hatadir. Radyoda bir cizirti duydugunuzda, "Beethoven'da bir sorun var” demezsiniz. Bir zihin (Beethoven'inki) ile zihni fiziksel dünyaya tasiyan alici (radyo) arasindaki farki bilirsiniz.
Nörobilimciler son derece entelektüel, bazen de dahi kisilerdir. Ama nasil oluyor da böyle temel bir farki anlayamiyorlar?
Bunun sebebi büyük ölçüde materyalizmdir, yani bütün sebeplerin fiziksel oldugunda israr eden dünya görüsüdür. Zihin fiziksel degildir ama zihni bir kenara koyarsaniz beyni sadece fizikse temellerde inceleyebilirsiniz. Beynin zihin tarafindan kullanilmak üzere var olduguna sizi ikna etmeyi büyük ölçüde basardigimizi umuyoruz.
KAYGI
Kaygi, korkulan ama gerçekte zararsiz olan seyleri üst üste yigarak dünyayla ilgili yanlis bir resim yaratir. Zihin korkuyu ekler. Eger zihin korku algisini bozabilirse tehlike sönecektir.
Öncelikle hayat korku olmadan var olamaz, ne var ki korku tutukluk ve zavallilik yaratir. Biri pozitif, digeri negatif iki yön beyninizde bulusur. Serbest yüzen anksiyeteye maruz kalan kisiler için (modern toplumda en yaygin görülen sikâyetlerden biri) kisa vadeli çözüm, kimyasal bir çözümdür: sakinlestiriciler. Nasil üzgün olmak evrenselken depresyon anormal ve sagliksizsa korku da evrenselken serbest yüzen anksiyete ruhu yiyip bitirir. Freud'u da dikkat çektigi üzere kaygi kadar istenmeyen bir sey daha yoktur.
Tibbi arastirmalar zihin-vücut sisteminin uyum saglayamadigi sadece birkaç sey bulmustur: Bunlardan birisi hafiflemeyen türden, kronik agri (zona, ilerlemis kemik kanseri vb.), digeriyse kaygidir.
Korku bir aniyi canlandirir. Korktugunuz sey geçmisinizdeki kötü bir seye benzer, bu da eski tepkiyi geri getirir. Gerçegi yaratmak her an her yerde ama kimse bunu soyut bir biçimde yasamaz. Su anda yasamaya çalistikça beyniniz her deneyimi depolar ve geçmisinizle kiyaslayarak onlardan ders çikarir.
Hafiza sonsuz derecede faydalidir; her bisiklete binisinizde bisiklete nasil binildigini ögrenmek zorunda kalmamaniz, hafizaniz sayesindedir. Bu, hafizanin dogal ve olumlu bir sekilde kullanilisidir. Hafizanin kaygiyi atesleyen yikici tarafiysa sizi geçmisin esiri haline getirir. Eski yara ve travmalarin izlerinin, psikolojinin bu kadar güçlü bir bileseni olmalari gerekirdi. Ama maalesef oluyorlar ve son derece de yapiskanlar (Mark Twain su zekice sözleri söylemistir: "Sicak bir sobaya oturan bir kedi bir daha sicak bir sobaya oturmayacaktir. Ama soguk bir sobaya da oturmayacaktir.")
Kedi kelimesinin yerine beyin kelimesini koyun çünkü o da ayni sekilde egitilebilir. Aci verici bir deneyime bir kez maruz kaldiginda beyin, onu gelecekte tekrarlama ihtimaline karsi hatirlamak için belli bir yol çizer. Bu faydali bir evrimsel özelliktir, küçük bir çocuk elini bu sayede atese birden fazla kez sokmaz. Ama refleks düsünmeden gelisen bir tepkidir; dolayisiyla eski anilar ait olmadiklari yer olan su ana karisirlar. Örnegin çocuk psikologlari, bir çocuga ne yapacagini söylemek ile (kendisinin) ne oldugunu söylemek arasinda ayrim yaparlar. Çocuk ilk söyleneni kolayca unutur - hangimiz karsidan karsiya geçmeden önce her iki tarafa da bakmamiz gerektigini hatirliyoruz? Ama ikinci kategoriye giren türden ifadeler akilda kalir. Çocuga bir kere, "Sen tembelsin,", "Kimse seni sevmeyecek," ya da "Sen kötü bir çocuksun,” dendiginde çocuk büyük ihtimalle aklinda bu sözlerle büyüyecektir. Küçük çocuklar olarak bize ne oldugumuzu söylemeleri konusunda ailelerimize güveniyoruz ve eger söyledikleri seyler yikiciysa eski anilar bilinçli olarak iyilestirilmeden bundan kaçis yoktur.
Beyniniz siz olmadigina göre, beyninizin tepkileri de siz degilsinizdir. "Korkmaniz gereken tek· sey, korkunun kendisidir," dediginde Franklin D. Roosevelt evrensel bir sey söylüyordu. Herhangi bir korkudan kurtulmanin yolu, onun sizi korkutma gücünü asmaktir (Ekonomi uzmanlari korku faktörünü hesaplamalarina katmadiklari için 2008 yilinda emlak balonu patladiktan ve bankalar iflas etmeye basladiktan sonra Amerikan ekonomisi birden çöküse geçtiginde saskinliga ugramisti. Eldeki verilere göre ekonomi, milyonlarca kisinin isini kaybetmesine neden olamayacak kadar güçlüydü. Ama bu, verinin önemli olmadigi bir durumdu. Insanlar korkudan dehsete düstüler çünkü yönetilebilir kaygi, panik davranisina dönüsmüstü).
Zihin, beyin ve vücut birbirleriyle benzersiz bir sekilde baglantilidir. Korkudan korkmak pek çok semptoma neden olur: kas zayifligi, yorgunluk, cosku ve dürtü kaybi, daha önce korkusuz oldugunuzu unutmak, istahsizlik ve uykusuzluk... Düsünün ki bir uçurumun kenarina parmaklarinizla tutunmus, asagi sarkiyorsunuz ve vakit gece yarisi. Kör karanlikta yüzlerce metre düsüp öleceginizi düsündügünüz için dehsete düsersiniz. Sonra biri egilir ve söyle der: "Endiselenme, asagisi sadece bir metre.” O anda korku tepkinizle yeni bir yöntemle iliski kurarsiniz. Uçurumdan asagi sarkmanin verdigi panigi ve çaresizligi hissetmek kolaydir ama korku ortadan kalktiginda bütün vücut degisir. Korkunuz sürse bile güvende oldugunuzu bilmek, beyninize normal durumunuza dönmenizi söyler.
Kaygi size büyük bir tehlikede oldugunuzu anlatir ve vücut, korku tepkisini azaltip çogaltacak bir ayar dügmesiyle çalismaz; korkuyu sadece açip kapamayi bilir. Triskaidekafobi olarak bilinen, 13 rakamindan korkma fobisi bile insana kendini ölecekmis gibi hissettirir.
KISISEL KRIZLER
Birçok insan kisisel krizlere korkuyla tepki verir ve bu içgüdüsel bir seydir. Ama daha bütünsel bir yaklasim da mümkündür: üst ve alt beyni birlikte kullanmak.
Kisisel bir kriz sadece boyutlari büyümüs bir zorluktur ve zorluklar herkesin hayatinin birer parçasidir. Bir zorluk krize dönüstügünde kimse o karanlik anlardan kaçamaz; pek çok dönüm noktasina, yaklasmakta olan bir felaket sonucunda gidilir.
Hayatinizin sonucu, onun en karanlik anlarini nasil ele aldiginiza baglidir. Bunlar dönüm noktalari mi olacaktir, yoksa yenilgiler mi?
Bizim bilgelik dedigimiz sey burada devreye girer çünkü birçok kisi önemli kararlari ya içgüdülere göre ya da onun karsiti olan aliskanliklara göre alir. Duygularin mücadelesini hissederler ve bu da genelde zihin bir karmasa içindeyken güçlü olur. M. Scott Peck’in “Az Seçilen Yol” eserinin ilk cümlesi inkâr edilemez: "Hayat zordur.” Ama bilgelik, zorluklari yenerek hayal kirikligini ve bozgunu dönüm noktalarina ve atilimlara dönüstürmekte tesvik edici bir etmen olabilir.
Yargilamayla veya ahlaki açidan cezalandirici davranislarla kendinizi tuzaga düsürmeyin Çözüm bulmak çaba gerektirdigi ve kaçmak riskli göründügünden genelde çogu kisi kötü durumlara katlanir, krizde olanlar bile (örnegin siddet uygulayan bir koca veya obezlikten dolayi ciddi kalp hastaligi belirtileri gibi). Insanlarin sadece küçük bir kismi (%25'ten azi) duygusal problemleri için profesyonel yardima: basvuruyorken birçok insan (%70'ten fazlasi) duygusal sikintilarla daha fazla televizyon seyrederek bas ettigini söylüyor.
Eger insanlar isler kötüye gittiginde kararsiz kalmasaydi alternatifler ise yarardi. Bir gün bir çözüm bulacaklarini umut ediyorlar ve belki de bu yönde birkaç adim atiyorlar. Ama ertesi gün kendilerini pasif ve kurban edilmis hissediyorlar, dolayisiyla da olup bitenlere katlaniyorlar. Üçüncü gün aci çekmekten bikip usaniyorlar ve sadece kaçmak istiyorlar. Sonuç, insanin kendi kendini engellemesidir. Üç farkli yöne kosuldugu zaman hiçbir çözüm bulunamaz. O halde durumunuzu berraklastirin ve açikça gördügünüz sey üzerine hareket edin.
AKILDAN SEZGIYE
Sorular sormak ve cevaplar aramak aklimiza dogal olarak geliyor. Insan zihninin bilgiye sonsuz bir açligi vardir. Iki paralel yolda yasiyoruz. Bir yolda basimiza gelen her seyi deneyimliyoruz, digerinde bu deneyimleri sorguluyoruz. Beyne en son eklenen beyin korteksi bütün yönleriyle düsünmeyle ilgilenir, buna karar verme, yargilama, kafa yorma ve kiyaslamalar da dâhildir. Bir nörologa göre korteks, beynin en esrarengiz kismidir. Nöronlar düsünmeyi nasil ögrendi? Daha da gizemli olani, düsünme hakkinda düsünmeyi nasil ögrendiler?
Çünkü bu sizin her gün yaptiginiz sey. Bir düsünceniz oluyor, sonra o düsüncenin ne anlama geldigini düsünüyorsunuz. Bu, kulaga fazla soyut geliyor. O halde bunu beynin perspektifinden gösterelim:
Içgüdüsel: "Ben açim.”
Duygusal: "Himmm, simdi muzlu kremali bir pasta olsaydi güzel olurdu."
Akli: "Benin için fazli kalorili degil mi?"
Biz insanlar aklimizla gurur duyariz. Öyle ki yakin geçmise kadar hayvanlarin akil sahibi oldugunu bile kabul etmiyorduk. Fakat bu durum hizla degisiyor. Örnegin kisi Büyük Kanyon'un karlarla kapli kuzey yakasinda geçiren kuslar var ve içlerinden bazilari sonbahar aylarini, topraga gömmek için tohum toplamakla geçiriyor. Çam fistiklari için kozalak topluyorlar ve küçük fistiklarin her birine- belli ki rastgele bir sekilde- gömülecek bir yer ayiriyorlar, ta ki yüzlercesi depolanana dek. Kisin kar firtinalari bastirdiginda bu alanalar karla kaplaniyor. Sonunda kuslarin fistiklari gömdükleri yerlere tek tek geri dönüp kari gagaladiklari ve onlari topladiklari görülüyor. Her kus sadece kendi gömdügü tohumlari aliyor, baska kuslari yiyecek depoladigi gizli yerlere rastgele dalmiyor.
Hayvan aklina örnekler sayisizdir ama yine de aklin sadece insanlarda bulundugundan hâlâ eminiz.
Üst beyin öz farkindaligin gelisini isaret eder. Verdigimiz bütün örnekler, düsüncenin bir parçasi olarak "Ben" ifadesini kullanir. Ben, beyni kullanan bilinçli varliktir. Beynin içgüdüsel ve duygusal asamalari bilinçalti dünyasinda barinir. Hayvan zekâsinin tamamen bilinçaltina dair oldugunu varsayiyoruz. Mayis aynin belli bir döneminde on binlerce at nali yengeci Kuzey Amerika'nin Atlantik kiyisina gelip yumurtalarini birakir. Yüz milyonlarca yildir yaptiklari gibi okyanusun derinliklerinden çikip orada toplanirlar. Ilerleyen günlerde büyük kum-kusu ( Caluiris canutus rufa) adi verilen bir kus türü, göç yolu üzerinden gelerek kumsala saçilmis at nali yengeci yumurtalariyla beslenir.
Doganin tamami bilinçsiz midir, yoksa biz bunu böyle tanimlar arzumuzun tuzagina mi düstük? Kesin olan bir sey var: Insanlarda beynin akli kismi, içgüdüsel dürtüleri ve duygulari deneyim yoluyla kazanilmis bilgiyle birlestirir. Eger bir insanin deneyimleri mutsuzluk vericiyse akil daha iyi deneyimler bulmaya çalisabilir ya da kederi sona erdirmek için daha radikal adimlar atabilir (örnegin intihar etmek).
Nietzsche'nin, "Insan yasamak için tesvik edilmesi gereken tek hayvandir," sözleri kulaga iç karartici gelebilir ama içgörüyle söylenmis sözlerdir, Ayni seyi söylemenin daha pozitif bir yolu vardir: Insanlar, söz konusu olan sey hayatta kalmak oldugunda bile alt beynin emirlerine uymayi reddeder.
Akli beyin, mantigi ve mantiksal düsünceyi dünyayla sagduyulu bir sekilde basa çikmak için kullanir. Içgüdüsel beyin sizin dogal ve içten bir sekilde tepki göstermenize yol açarken akli beyin size sagduyulu bir sekilde karsilik verme seçenegini sunar.
Biz ögrendiklerimizi de paylasan varliklariz. Insanoglu egitime ihtiyaç duyar. Bu da özel bir beyin türünü, deneyimi hemen bilgiye dönüstüren beyni gerektirir.
Milyonlarca yil sonra bazi maymunlar cevizleri kirmak için kayalara vurmalari gerektigini ögrendiler. Sempanzeler gibi üst primatlarsa bir agaç gövdesindeki derin kovuklardan kus yumurtalarini veya bir delikten karincalari almak için çubuk kullanabileceklerini çözdüler. Ama bu yetenek hâlâ ilkeldir. Bir orangutana belirli bir sirayla açilmasi gereken hareketli birkaç kismi olan karmasik bir plastik kaptan nasil yemek alacagi ögretilebilir. Orangutanlar bu bilmeceyi çözmede hizlidir ama bir engelleri vardir: Ayni bilmeceyi çözmeyi bir baska orangutana ögretemezler.
Bizlerse sadece örneklerle degil, konusarak da ögretiriz. Karmasik dil olgusu beynin evrimini hizlandirdi çünkü daha incelikli bir iletisim yolu sagladi. Ayrica sembolik düsünme yetenegi kazanmamizi sagladi Bu da beynin birbirimizle iletisim kurmak için evrimlesmis olan kisimlarini kullanarak sembolik veya sanal dünyalar kurabildigimiz anlamina gelir. Kirmizi isikta durdugunuzda "dur" kelimesi duydugunuz için durmazsiniz. Kirmizi ile "dur" kelimesi arasinda baglanti kurmussunuzdur ve bu bir semboldür. Kulaga ne kadar basit gelse de bunun muazzam sonuçlari vardir.
Beynin sezgisel asamasi: Akliniz dogustan kazanilmis haklarinizdan biridir, anlam için doyurulamaz bir ihtiyaci barindirir. Sezginizi ayni derecede güçlü olan baska bir ihtiyaçtan miras aldiniz: degerlere olan ihtiyaç. Dogru ve yanlis, iyi ve kötü o kadar temeldir ki beyin bunlar için donatilmistir. Çok erken yaslarda bile çocuklar bu alanlarda sezgisel davranislar sergiliyorlarmis gibi görünmektedir. Sendeleyerek yürüme asamasindan bile önce, annesinin yere bir sey düsürdügünü gören bir çocuk onu annesi için yerden almaya çalisacaktir. Yardim etmek insanin içinde var olan bir karsiliktir.
Iki yasinda bir çocuga bir kukla oyunu gösterilebilir, bir kukla iyi seyler yaparken öbür kukla kötü seyler yapar. Iyi kukla oyun oynamak ve isbirligi yapmakla ilgili, kötü olansa bencil olmak ve sikâyet etmekle ilgilidir. Hangi kuklayi daha çok sevdigi soruldugunda bir çocuk büyük olasilikla “iyi" kuklayi seçecektir çünkü beynin ahlak üzerine karsiliklariyla evrimlestik.
Ama sezgi ayrica süpheli bir bölge olmustur. Beynin merak uyandiran ironik bir yönü, akli beynin sezgisel beyni paranormal inancin sinirlarinda dolasan, batil inançtan ibaret bir sey olarak küçük görebilmesidir.
Ileri görüslü bir Ingiliz biyoloji uzmani olan Rupert Sheldrake, sezgiyi dogrulamak için yillarca deneyler yapmistir. Örnegin insanlarin arkalarinda duran biri tarafindan izlendigine dair, hepimizin sikça yasadigi o hissi test etti. Arkanizda gözleriniz mi var? Eger öyleyse bu sezgisel bir yetenek olabilir ve Sheldrake bunun var oldugunu gösterdi. Fakat çabalarina ragmen çalismalari tartismali olarak görüldü. Bu da Sheldrake'in alayci bir sekilde isaret ettigi üzere süphecilerin sonuçlara bakma zahmetine bile katlanmadigi anlamina gelmektedir.
Gençlere aceleci olmamalari, her seyi etraflica düsünmeleri ve düsünülüp tasinilmis bir yargiya varmalari tavsiye edilir. Ama gerçekte hepimiz ani kararlar veririz. Bu nedenle “ilk izlenim geri alinamaz" anlayisi vardir. Bir göz açip kapamayla alinan ilk izlenimler son derece güçlüdür. Yakin tarihli arastirmalardan çikan sonuç, ilk izlenimlerin ve ani yargilamalarin en dogru olanlar oldugunu göstermektedir.
Deneyimli emlakçilar size ev almaya gelenlerin eve girdikten sonraki ilk otuz saniyede o evin kendileri için dogru yer olup olmadigini anladiklarini söyleyecektir.
Büyük basarilar yakalayan insanlara zirveye nasil ulastiklari soruldugunda söz konusu kisiler iki sey üzerinde hemfikir olma egilimindedirler: Çok sansliydilar ve dogru zamanda dogru yerdeydilr.
Dogru zamanda dogru yerde olmak için ne gerektigini pek az kisi açiklayabilir. Ama eger sezgiyi gerçek bir yetenek olarak degerlendirirsek söyle diyebiliriz: Büyük basarilar yakalamis olan kisiler muhtemelen hayatlari boyunca ne yapmalari gerektigini hissetmekte çok iyidirler.
Gelecegi görmek de sezgisel bir seydir ve hepimiz bunun için tasarlandik. Bu yetenegi paranormal olarak adlandirmaya gerek yok. Bir deneyde kisilere hizli geçip giden fotograflar gösterilmisti. Bunlardan bazilari can kaybinin yasandigi araba kazalarinin, bazilari da savaslardaki kanli katliamlarin korkunç fotograflariydi. Denekler, kalp atislarinin hizlanmasi, kan basincinin artmasi ve avuçlarin terlemesi gibi stres belirtileri bakimindan gözlemleniyordu. Korkunç bir fotograf gösterilir gösterilmez kaçinilmaz olarak stres karsiligi tetikleniyordu. Sonra tuhaf bir sey oldu. Deneklerin vücutlari sok edici bir fotograf gösterilmeden hemen önce stres sinyali vermeye basladi. Fotograflar her ne kadar rastgele gösterilse de denekler sok olabilecekleri düsüncesiyle tepki veriyordu; zararsiz fotograflardan önce tepki vermiyorlardi. Bu, vücutlarinin gelecegi ön görebildigi anlamina geliyordu (Zira sadece beyin, stres karsiligini tetikleyebilir).
Çocuk felcinin tedavisinde dünya çapinda ün kazanmis olan Dr. Jonas Salk’a göre bizim öne çikan bir tek amacimiz vardir: tam potansiyelimizi harekete geçirmek. Sadece bütüncül beyin bizi oraya götürebilir. Öte yandan akla dayali olan bilim, duygularin, içgüdülerin ve sezgilerin sübjektif dünyasini dislamaktadir. Birçok fizikçiye göre evrenin bir amaci yoktur, çalisan kisimlari anlasilmak için var olan kocaman bir makinedir. Ama eger bütün beyninizi kullanirsaniz süphesiz ki evrenin bir amaci vardir: hayati ve hayatin getirdigi deneyimleri gelismis, zengin bir hale getirmek. Deneyimleriniz zenginlestikçe evren de amacini daha iyi bir sekilde yerine getirir. Beynin evrimlesmeye baslamasinin sebebi öncelikle budur.
MUTLULUGUN BULUNDUGU YER
Eger gerçegi yaratabiliyorsaniz ideal bir gerçeklik nasil görünür? Öncelikle kisisel görünür. Beyin kendini sürekli yeniledigine göre essiz bir birey olarak sizin hayattan istediginiz seye uygun hale gelir. Mutluluk mu? Bunun listede üst sirada yer alacagini düsünebilirsiniz. Ama görünen o ki mutluluk arzusu büyük bir zayifligi ortaya çikarir. Her ne kadar gerçegi yaratanlar olarak tasarlanmis olsak da birçok kisi kendi kisisel gerçekligini mutluluk verici bir gerçeklik haline getirme konusunda özellikle yetenekli degildir.
Yakin bir geçmiste pozitif psikoloji adi verilen yeri bir uzmanligin yükselisiyle mutluluk yakindan incelenmistir. Bulgular karisiktir. Insanlardan onlari neyin mutlu edecegini söylemeleri istendiginde çok açik gibi görünen seyleri listelediler: para, evlilik ve çocuklar
Ama ayrintilar bunu desteklemiyor. Küçük çocuklarin bakimini üstlenmek genç anneler için aslinda büyük bir stres kaynagidir. Evliliklerin yarisi bosanmayla sonuçlanmaktadir. Paraysa ancak hayattaki maddi seyleri güvenceye alacak noktaya gelirse mutlulugu satin alir. Fakirlik elbette bir mutsuzluk kaynagidir ama para da öyledir. Insanlar temel ihtiyaçlarini karsilamaya yetecek kadar paraya sahip olduktan sonra daha fazla para kazanmak onlari daha mutlu hale getirmez. Hatta eklenen sorumluluk, ayrica parayi kaybetme korkusu çogu zaman tam tersi etkide bulunur.
Sasirtici bir sekilde genel tablo, insanlarin istedikleri seyleri elde ettiklerinde düsündükleri kadar mutlu olmadiklarini göstermektedir. Mesleginizin doruguna çikmak, sporda madalya kazanmak veya bir milyon dolar kazanmak gelecekteki bir amaç olarak harika görünür ama böyle amaçlara ulasan kisiler hayalin basaridan daha iyi oldugunu söylerler. Rekabet bitmeyen bir sürece dönebilir ve ödüller zamanla azalir (Ünlü tenis sampiyonlari onlari motive eden seyin, kazanma sevincinden ziyade kaybetme korkusu ve hayal kirikligi oldugun söylerler). Zengin olma ve hayatlarinin geri kalaninda çalismak zorunda olmama hayali kiran kisilere ne demeli? Bu hayali gerçeklestiren sans oyunlarinda para kazanan kisiler üzerine yapilan bir arastirmaya göre çogunluk, kazanmanin hayatlarini daha kötü bir hale getirdigini söylemistir.
Psikolojide simdiki egilim, mutlulugun asla kalici olamayacagi savunuyor. Anketlerin belirledigine göre Amerikalilarin yüzde 80’i -çogu zaman daha fazlasi- mutlu olduklarini söylüyor. Ama bireysel olarak incelendiginde arastirmacilar, insanlarin deneyimledigi seyin sadece anlik mutluluklar, geçici iyi hissetme halleri oldugunu buldular. Dolayisiyla birçok psikolog, mutlulugu ona nasil ulasacagimizi bilmeden tesadüfen buldugumuzu iddia ediyor
Ama biz bu görüse pek katilmiyoruz. Sorunun gerçegi yaratmakla ilgili oldugunu hissediyoruz. Kisisel gerçekliginizi yaratma konusunda daha yetenekli olursaniz kalici mutluluk da pesinden gelecektir.
Beyin, islevi bozuk iki durum arasina sikismistir: Kaos ve katilik.
Eger iç dünyamiz kaos içindeyse kafanizin karistigini hissedersiniz. Çatisan duygulari çözmek zordur, dürtülere direnmek de zordur. Eger kaos kontrolünüzden çikarsa korku ve düsmanlik zihninizde istedigi gibi gezebilir ve bazen kendi davranislarinizdan sorumlu olmazsiniz. Genelde kaos içindeki insanlari kötü tanimlanmis ifadelerle tarif ederiz (akli bir karis havada, bas belasi, histerik, kontrolsüz, saskin gibi). Bunlarin hepsi de bir kafa karisikligi durumunu arilatmanin yollandir.
Katiliksa kaosun karsisinda yanlis sekilde durur. Kati insanlar sikisip kalmislardir. Davranislari sabit kaliplara göre ayarlanmistir. Kendilerini içtenlikten mahrum ederler ve içlerinden geldigi gibi mutlu olan herkesten bir yandan gizlice korkarken bir yandan da nefret ederler. Katilik kisiyi ritüel benzeri davranisa götürür, örnegin ayni tartismalari yillarca tekrarlayan uzun süredir evli çiftler gibi.
Kati insanlardan genellikle inatçi, tutucu, otoriter, cimri, "fasist", ahlak polisi seklinde bahsederiz. Bu sözlerin ortak noktasi, hayata karsi kisitli, siki kurallarla düzenlenmis bir yaklasima isaret ediyor olmalaridir.
Her toplumun yasalar ve kurallar partisi vardir ama hiçbirinin bir carpe diem (ani yasa) partisi yoktur.
Siegel bütünlesik beyni kaos ile katiligin arasina yerlestiriyor her ikisinin de gerçek çözümü budur. Bu nedenle bir iç çalisma yapmak gerekmektedir. Burada özümsenmesi gereken anahtar olgu, her gün takip edilmesi gereken dogal döngüdür. Örnegin uyku üzerine yapilan bir arastirma, her gece iyi bir uyku için küçük bir kesim hariç bütün yetiskinlerin sekiz ya da dokuz saate ihtiyaç duydugunu isaret etmektedir. Iyi bir gece uykusundan sonra beynin kendi kendine uyanmasi gerekir. Insan uykunun kimyasal durumundan uyanikligin kimyasal durumuna geçmek için -bunlar birbiri tamamen farklidir- ihtiyaç duydugu zamani kullanir.
Az uykuyla yetinilebilecegi fikri bir hurafedir. Beynin bakis açisiyla bakildiginda hafta boyunca alti saat uyumak kalici bir kayiptir. Hafta sonu uyuyarak bunu telafi edemezsiniz. Çalar saatle uyanmak da zarar vericidir. Beyin derin uykuda bir dalgalar serisi halinde ilerler ve her bir dalga tam uyanikliga biraz daha yaklasir. Hafif uykuya yükselir, sonra yeniden asagi inersiniz. Bu bir süreçte birkaç kez olur ve bu gerçeklesirken beyniniz uyanmak için ihtiyaç duydugu kimyasallardan biraz daha salgilar. Bu süreci yarida keserseniz kendinize uyanik oldugunuzu söyleyebilirsiniz ama aslinda degilsinizdir. Video oyunlari oynamak için geç saatlere kadar uyanik kalan okul çocuklari sabah sinifta otururken hâlâ uykuda olacaklardir.
Alti saat uyumus olan yetiskinler is günlerinde ilk 4-6 saat nispeten iyi performans sergileyebilirler ama sonra ani bir performans düsüklügü olur. Bir saatlik uyku kaybi, araba kullanma yetenegini iki alkollü içecekle ayni sekilde ve derecede etkilemektedir.
Çogu insan uykunun öneminin farkindadir ama bu konuda toplum olarak bizim için iyi olani yapmiyoruz. Kronik olarak uykudan mahrumuz, hatta bu durumla gurur duyuyoruz. Ne de olsa bu, hareketli bir hayati ve islerimize tam bir adanmisligi ifade ediyor.
Beyni her ne kadar zihinsel yönüyle göz önünde bulundursak da onun fiziksel aktiviteye de ihtiyaci vardir. Vücudu izleyip kontrol ettigine göre beyniniz fiziksel uyarilmaya katkida bulunmaktadir. Fiziksel egzersize ayrilan zamani azaltan seyler hayatimizin her alaninda ve maalesef hepsinin beyne zarari var. Depresif olmak insanlarin içe kapanik ve hareketsiz olmasini neden olmaktadir. Evin disindaki egzersizin yerine zorunlu bilgisayar aktivitesini koymak, vücudu hareketsiz birakmaktadir ve bu sagliksiz bir durumdur. Tamamen hareketsiz olmak her türlü hastalik riskini artiriyor, buna kalp krizi ve felç de dâhildir.
Disari çikilmasi ve egzersiz yapilmasi konusundaki mesaj giderek daha fazla sagir kulaga ulasiyor çünkü burada suçlu, sagir kulaklardir. Ne de olsa Amerikalilar ve Avrupalilar giderek daha fazla hareketsizlesiyor ve kilo aliyorlar. Hastalik. Kontrol Merkezi'nin 2011 tarihli raporuna göre Amerikali yetiskinlerin dörtte biri fiziksel aktiviteye hiç zaman ayrmadigini söylüyor. Bu oran Güney'de ve Apalaçya’da 30'a çikiyor -onlar için "televizyon bagimlisi" olmak iç karatici bir gerçeklik haline geldi- ve Amerikalilarin sadece yüzde 20’si tavsiye' edilen fiziksel aktiviteye ulasmis durumda.
Federal yönetmelikler referans olarak yaslari 18 ile 64 arasindaki yetiskinlerin haftada toplam 2,5 saat orta dereceli aktivite ve 50 dakika yogun aktivite yapmalarini: tavsiye ediyor.
Önerilen süre çocuklar ve ergenler için artiyor (6-17 yas), onlarin günde bir saat yogun aktivite yapmalari gerekiyor ki bu da genellikle okulda beden egitimi dersinde karsilanir. Yine de beden egitimi dersine katilim, sabit bir azalma göstermistir.
Yetiskin Amerikalilarin üçte biri, olmalari gereken kiloya kiyasla fazla kilolu ve diger üçte biri de obez kategorisindedir. Egzersizin gerçekte nasil bir etki yarattigini düsünürseniz bunun dogrudan beyinle baglanti vardir. Kardiyovasküler sagligin faydalari bilinen bir seydir. Egzersiz, kas gücü açisindan da çok yararlidir. Görmezden gelmeye meyilli oldugumuz sey, beyni vücuttaki her hücreye baglayan geribildirim döngüleridir. Bu nedenle bir top attiginizda ya da kosu bandinda veya kumsalda kostugunuzda milyonlarca hücre dis dünyayi "görür”. Beyinden aktarilan kimyasallar, tipki duyu organlarinin yaptigi gibi dis dünyayla baglanti kurar ve bu dis dünyadan uyarilmalar sunar.
Bu nedenle hareketsiz olmaktan vazgeçip minimal düzey egzersiz yapmaya baslamaniz -yürümek, bahçe aydinlatmasiyla ugrasmak ve asansöre binmek yerine merdivenlerden çikmak- oldukça sagliklidir. Hücreleriniz dünyanin bir parçasi olmak ister. Böyle bir söz eskiden kulaga inanilmaz gelirdi. Doktorlar geçmiste zihin-vücut baglantisina süpheyle bakiyordu. Sonuç olarak sadece ilaçlari ve ameliyati önemli gören tip bilimi, "yumusak" psikolojik açiklamalara düsmanca tavir gelistirdi.
KENDINI IYILESTIRME
Saglik uzmanlari sadece hastalik önlemeye odaklanmak yerine daha pozitif, genis kapsamli ve bütüncül bir seyden bahsetmeye baslamistir: kendini iyi hissetmek... Beyin, sisteme dahil olan yüz milyarlarca hücreyle kimyasal bir senfoni orkestrasinin merkezi oldu ve bunlar tam bir uyum içinde oldugunda sonuç, artan bir kendini iyi hissetme haliydi.
Bu yeni trendin olasi sonuçlarini, bizi götürdükleri yere kadar izlemek istiyoruz. Siegel'in, saglikli bir zihnin saglikli bir beyne götürdügüne dair görüsünü tamamen destekliyoruz. Üstün bir bilince ulasan bir zihin daha fazla fayda getirir, özellikle de mutluluk açisindan. Iç ve dis çalisma kilavuzunu kullandiginizda beyninize en üstün besinleri vermis olursunuz.
En iyi tedavi, koruyucu tedbirdir; bunda kaçmak yok. Ama “zihin-vücut baglantisi”ni güçlendirmek, muhtemelen en güçlü olandir ve birçok insan için bu yeni bir alandir.
Kendi plasebonuz olmak: Zihin-vücut iyilesmesinin en çok arastirilan teknigi, plasebo etkisi olmustur. Plasebo, Latincede “memnun edecegim" anlamina gelmektedir. Bu, plasebo etkisinin ne ise yaradigini tarif etmenin iyi bir yoludur. Bir doktor bir hastaya güçlü bir ilaci, bunun hastanin semptomlarini ortadan kaldiracagi güvencesiyle verir ve hasta da vaat edildigi üzere iyilesir. Ama gerçekte doktor hastaya zararsiz, etkisiz bir seker vermistir (Etkinin ilaçlarla sinirli olmadigini hatirlamak önemlidir: Inandiginiz her sey plasebo etkisi gösterebilir). Peki, hasta nasil iyilesti? Vücuda iyilesmesini söyleyen zihin sayesinde... Bunu yapmak için de öncelikle iyilesmenin gerçeklesmek üzere olduguna zihnin ikna edilmesi gerekir.
Vakalarin ortalama yüzde 30'unda gerçeklestigi bilinen plasebo etkisinde en büyük sorun, ilk adimin kandirma olmasidir. Doktor hastayi yanlis yönlendirir ve bunun önemli bir ahlaki bariyer oldugu ispatlanmistir.
Ilaçlarin bütün hastalar için  ayni etkiyi gösterdigi kavram bir efsaneden ibarettir. Plasebo etkisi, yaygin süphenin aksine "gerçek" bir tedavidir. Aci azalir ve semptomlar hafifler.
Simdi en önemli soruyu soralim: Aldatmadan yararlanmadan kendi plasebonuz olabilir misiniz? Kendinize bir seker verirseniz bunun iyilesme saglamadigini önceden bilirsiniz. Öyleyse bu burada sonlanir mi? Asla Plasebo etkisiyle kendini iyilestirme, kendinizi aldatmadan zihninizi süphelerden özgürlestirmeye baglidir. Insanlarin zihin-vücut baglantisi üzerine daha fazlasini bilmeleri gerekmektedir, daha azini degil.
Kendinizin plasebosu olmak, iyilesme sistemini beyinden mesajlar aradigiyla serbest birakmakla ayni seydir. Bütün tedaviler nihayetinde bir "kendi kendini tedavi"dir.
YASLANMASI GECIKEN BEYIN
Hiçbir gizem, yaslanmaktan daha eski ve daha büyük degildir. Yaslanmanin tahribatindan muhtemel kaçis yollari çok yakin geçmise kadar sadece sihirli iksirler, karisimlar veya gençlik çesmeleriydi. Büyüye basvurmak, zihnin ne kadar saskin durumda oldugunu gösteriyor.
Yaslanmak evrenseldir, kimse için bunu ertelemek söz konusu degildir ve tibbi açidan bakildiginda kimse yaslanmadan dolayi ölmez. Ölüm vücudun en az bir kilit sistemi çöktügünde gerçeklesir ve sonra da vücudun geri kalani buna eslik eder. Solunum sistemi neredeyse her zaman buna dâhildir; çogumuz için ani ölüm sebebi, nefes almayi birakmamiz olacaktir. Ama kisi kalp veya böbrek yetmezliginden de ayni derecede ani bir biçimde ölebilir. Kilit sistem basarisiz oldugunda vücuttaki bütün genetik materyal canliligini sürdürüyor olabilir.
Birçok etmen, yaslanma sürecinin sonunda nereye varacagini bir insanin önceden görmesini engellemektedir.
Belirsizlik 1: Yaslanma çok yavastir.
Yaklasik 30 yasinda baslar ve yilda yüzde bir oraninda ilerler. Bu yavaslik, hücreyi yaslanma sirasinda incelememizi önlemektedir. Etkilerini ancak yillar geçtikten sonra görürüz ve bu etkiler tek bir kalip halinde degildir. Fiziksel ve zihinsel bozulmanin her yönüne bakildiginda kisiler yaslaninca daha iyi olurlar. Yeterince egzersiz yaparak gençken olduklarindan daha güçlü olabilirler. Küçük, sansli bir grup için 90 yasina geldiklerinde hafiza gerileyecegi yerde güçlenebilir. Yaslanma düzensiz bir ordu gibidir; bazi hücreler digerlerinin önüne geçer ama bütün ordu sümüklüböcek hizinda ve büyük bir gizlilik içinde ilerler.
Belirsizlik 2: Yaslanma kisiye özeldir.
Herkes farkli sekilde yaslanir. Ayni DNA ile dogan tek yumurta ikizlerinin 70 yasinda tamamen farkli genetik profilleri olur. Kromozomlari degismez ama onlarca yillik hayat deneyimleri, gen aktivitelerinin essiz bir sekilde baslayip durmasina neden olur. Her hücrenin binlerce gün boyunca dakika dakika ayarlanisi, vücutlarinin beklenmedik sekillerde yaslanmasini saglar. Genelde dogum aninda birbirimizin genetik olarak kopyalariyizdir ama ölüm aninda tamamen kendimize özgü bir hale gelmisizdir.
Yaslanmaya karsi nasil bir yaklasim benimserseniz benimseyin beyniniz buna dâhildir. Vücuttaki hiçbir hücre bir ada degildir, hepsi de merkezi sinir sisteminden kesintisiz bir mesaj akisi almaktadir. Bazi mesajlar hücreler için iyi, bazilariysa kötüdür. Her gün bir hamburger yemek belli bir mesaj, buharda pismis brokoli yemekse baska tür bir mesaj gönderir.
Mutlu bir evlilik yapmak, yalniz ve soyutlanmis olmaktan farkli bir mesaj gönderir. Elbette her hücreye yaslanmamasini söyleyen mesajlar göndermek istersiniz. Iste, umut burada! Eger olumlu mesajlari en fazlaya çikarip olumsuz olanlari en aza indirirseniz yaslanmayi geciktirmek mümkündür.
Yaslanmayi geciktirmek hayat boyunca süren devasa bir geribildirim döngüsüdür. Geribildirim döngüsü sik sik karsimiza çikmakta. Çünkü bilim insanlari bu döngülerin nasil isledigi üzerine giderek daha fazla sey kesfediyor. 2010'da Davis ve UC San Francisco'daki Kaliforniya Üniversitesi'nde yapilan heyecan verici bir ortak çalisma, meditasyonun telomeraz adi verilen hayati önemde bir enzimin artmasini sagladigini ortaya çikardi. Her kromozomun sonunda telomer adi verilen tekrarli bir kimyasal yapi vardir ve bu kimyasal yapi bir cümlenin sonundaki nokta gibidir; kromozomun DNA'sini kapatir ve bir bütün halinde kalmasina yardimci olur. Son yillarda vücudun yaslandikça bozulmasi telomerlerin yipranmasiyla iliskilendirildi. Kusurlu hücre nedeniyle telomerler kisaliyor ve stresin hücrelerin genetik kodunu küçültmesi riski ortaya çikiyor. Saglikli telomerlere sahip olmak önemli görünüyor. Bu nedenle meditasyonun telomerazi, yani telomerleri yenileyen enzimi artirabilmesi iyi bir haberdir.
Sizin için neyin iyi oldugunu bilmek ile iyi olani yapmak arasinda fark vardir. Önlemlerle ilgili tavsiyelerde egzersiz hiç susmayan bir davulun sesi gibidir ama yine de giderek daha hareketsiz bir toplum haline geliyoruz. Yetiskinlerin sadece yüzde 20'si saglik için tavsiye edilen egzersizi yapiyor. Her on yemekten biri, yiyeceklerin yag ve seker oranlarinin yüksek oldugu ve lif ya da tam sebzelerin hiç bulunmadigi fast food restoranlarinda yeniyor.
Beyniniz yanlis seçimler yapmak üzere donatildiginda uyumlu olmak zordur. Bazi tatlilar -özellikle tuzlu, tatli ve aci- bize ani bir sekilde çekici gelir ki onlara dogru çekiliriz. Tekrarlama sonucunda bu zevkler, bizim tercih etigimiz zevkler halini alir. Yeterince tekrarlama oldugundaysa bilinçsiz aliskanliklarin kurbani oldugumuz için bunlar otomatik sarildigimiz zevkler haline gelir (Atistirmalik sektöründe munch ritmi denen bir terim vardir. Bu, kisinin paket bosalana dek agzina otomatik bir sekilde ve durmadan patlamis misir, patates kizartmasi veya fistik atmasi anlamina gelmektedir. Atistirmalik sektöründekiler için son derece iyi bir sey olan ama herhangi birinin beslenme düzeni için tam bir facia anlamina gelen son derece bilinçsiz bir davranistir).
Saglik uzmanlarinin insanlarin yasam biçimlerini degistirmeleri için yilarca kafa ütülemeleri ve sonra da uyum saglamalarini beklemeleri bosunadir. Kendi kafanizi ütülemenizse daha da az etkilidir. Kendinize dair daha kötü hissettikçe cesaretinizin kirilmasi ihtimali de artar.
Cesaretinizin kirildigini hissettiginizde iki sey olur:
? Öncelikle kendiniz, savasmaktan sikilarak uyusursunuz.
? Ikinci olarak da genelde dikkat dagitici seyler araciligiyla huzursuzlugunuzu hafifletmeye çalisirsiniz. Televizyon seyredersiniz veya tuzlu atistirmaliklar ve tatlilar yiyerek kolay ulasilabilir zevkler ararsiniz.
Bu durumda daha iyi olmak için çabalamanin sonucu daha kötü olmak halini alir. Eger kafa ütüleme gerçekten ise yarasaydi süpermarketlerin organik ürünler bölümüne gitmek için birbirini çigneyen bir millet olurduk.
Açikçasi yaslanmayi önlemek için yapmamiz gereken sey, uyum saglamama sorununu ortadan kaldirmaktir. Yaslanma karsiti çözümler bir gecede bulunmadi. Simdi ne yapiyorsaniz bunu onlarca yil yapmalisiniz!
MAKSIMUM YASAM SÜRESI
Bir hücre yaslandiginda siz de yaslanirsiniz. Bu biyolojik bir sonuçtur. Yine de hücreler evrim akisi boyunca hayatta kalmak üzere etkili bir sekilde tasarlanmislardir. Kelimenin tam anlamiyla ölümsüz veya en azindan evren kadar eski olan kimyasal süreçlerle baglantilidirlar.
Ironik bir sekilde yasam tarzi konusunda her seyi yanlis yapsaniz bile -sürekli sigara içmek, vücudunuzu yag ve sekerle doldurmak, egzersiz yapmamak- korkunç seçimlerinizde parmagi olan beyniniz de hayatta kalmaya çalisir. Beyin hücreleri de diger hücreler gibidir; zamani yenmek için basarili bir kampanya yürütür ve bu kampanya insanin ana rahminde olusumundan beri her saniye yürütülmektedir.
Biraz cilali felsefi sözler kullaniyoruz ama yine de en uzun ömür vizyonunu yasabileceginiz özel yöntemler vardir. Genetik piyangolar insanlara çok ender vurur. Çesitli arastirmalar bazi Askenaz Yahudilerinin yüz yildan fazla yasamasini saglayan belirli mutasyonlari incelediler - babalar, anneler, kardesler; hepsi yüz yasina ulasmistir. (Daha önce birden fazla kisinin yüz yasini geçtigi bir aile belgelenmemistir.) Görünüse göre kilit nokta suydu: Genleri onlari kalp krizi ve felcin baslica sebebi olan, arterlerdeki plaka olusumuna karsi dirençli hale getirmistir. Yine de su anda bu genetik avantaji baskalarina aktarma ihtimali uzaktir.
Genel yasam süresi gelismis ülkelerde uzamaya devam ediyor. Japon kadinlar en uzun yasayan insanlardir. Amerikalilarin her on yilda bir artan "beklenen yasam süresinin'' sebepleri iyi anlasilmistir; koruyucu saglik önlemleri ve tibbi tedavi hayati bir öneme sahiptir.
Baska deyisle insanlar önleyici tedbirleri ciddiye aldikça ve pozitif yönde yasam tarzi degisiklikleri yaptikça uzun süre yasamanin fiziksel temelleri de atilmis olur. Çok az insan yüz yasina ulasacaktir (30 kiside bir) ama giderek daha fazla kisi seksenli ve doksanli yaslara kadar saglikli bir sekilde yasayacaktir.
Standart görüs sudur: Simdiki durumda dikkate deger bir ilerleme kaydetmek için kanserin ve Alzheimer hastaliginin tedavisini bulmamiz gerekir. Süphesiz ki ikisi de yaslanmanin getirdigi felaketlerdendir.
Simdilik yasam süresi; genler, risk faktörleri ve ilaçlar – ilaç firmalari sonuncusundan yana taraf tutar- arasinda kafa karistirici bir resim sunmaktadir.
Yasli insanlar ortalama yedi farkli reçete ilaç kullanmaktadir ve bunlarin hepsinin yan etkileri vardir. Haplari yutmak kolaydir -doktor için de reçete yazmak kolaydir- ama son on yilda depresyon, kalp hastaligi ve eklem iltihabi için önerilen baslica ilaç tedavileri iddia edildiklerinden daha az etkili ve daha tehlikeli olduklari için incelenmeye alinmistir. Ilaçlara odaklanmak insanlarin, hiç yan etkisi olmayan ve kanitlanmis faydalari olan önleyici tedbirleri uygulama istegini azaltmistir,
Bazi çarpici arastirmalar sosyal baglantilarin gizemli bir sekilde bulasici oldugun göstermistir. Kalp krizlerine bagli risk faktörlerinin 32 yil boyunca incelendigi Framingham Kalp Arastirmasi'yla elde edilen muazzam verileri gözden geçirirken sosyal bilimciler sasirtici bir kesif bulunmuslardir: Kalp hastaligi için en büyük risklerden biri olan obezite tipki bir virüs gibi yayilmaktadir. Aile, çalisma arkadaslari ve arkadaslar arasinda kilo sorunu olan biriyle baglantida olarak sizin de benzer sorunla karsi karsiya olma ihtimalinizi artirir.
"Verilere göre eger bir insan obez olursa en yakin dostunun da onun gibi olma ihtimali yüzde 57 artmaktadir. (Bu demektir ki sosyal çevre, obezite ihtimalini tahmin etmede durumla iliskili genlerin varligindan daha etkilidir.) Eger çocuklardan biri obez olursa öteki kardesin de obez olma ihtimali yüzce 40 artar. Eslerden biri obezse bu, diger esin obez olma ihtimalini yüzde 37 artirir."
Massachusetts’in Framingham kasabasinin 12,067 sakinini birbirine baglayan istatistiksel metotlar kullanan arastirmacilar, obezitenin virüs benzeri davranisinin sigara içmek ve depresyon gibi diger tehlikeler için de geçerli oldugunu gördüler. Eger sigara içen bir arkadasiniz varsa sizin de sigara içme ihtimaliniz artar. Bu arada sigarayi birakan bir dostunuzun olmasi sizin de ayni olumlu degisikligi yapma ihtimalinizi artirir.
Ölüm, hayatin dengi ve karsiti degildir. Her seye hâkim olan hayatin bir parçasidir. Dogan her sey ölmelidir ve yine de kozmik semada ölmek sadece baska bir yasam türüne geçistir. Yenilenme doganin süregelen temasidir.
Ölümü kabullenmek o kadar kisiseldir ki inanci asar. Ölüm ihtimali karsisinda korkuyla sarsilan koyu dindarlar var ve bunu sükûnetle karsilayan süpheciler de mevcut. Ilk olarak Kübler-Ross tarafindan genis ölçüde deginilen temel nokta, ölümün, asamalari olan bir süreç oldugudur. Artik bu asama tanidiktir: yas tutma, inkâr, öfke, pazarlik, depresyon ve kabullenme. (Deepak, 89 yasindaki anneleri hastanede tedavi görürken ona eslik eden iki kiz kardes taniyormus. Her biri yatagin bir yanina oturarak Ölüm ve Ölmek Üzerine'yi sirayla okuyormus. Bunun onlari gözleri kapali halde sessizce dinleyen annelerini rahatlatacagini umuyorlarmis. Sonra birdenbire onun öldügünü fark etmisler ve kiz kardeslerden biri aniden, "Ama sen daha dördüncü asamadasin!" diye bagirmis.)
Sonraki yillarda Kübler-Ross'un ölümün asamalarini dogru tarif edip edemedigi ve bunlarin siralamasi üzerine görüs ayriliklari ortaya çikti. Ama asil önerdi ders suydu: Ölmek bizzat basladiginiz anda evrim geçiren bir deneyim olarak yasamak kadar dinamik olmalidir.
Yaslanma ile ölümü iliskilendirmek fazlasiyla üstünkörü ve yanlis bir yaklasimdir. Yaslanma vücudun basina gelir, ölüm ise kisinin basina gelir.
Bu nedenle en güçlü benlik duygusuna sahip kisi, yani “Ben kimim?” sorusunun derinden sorgulamis olan kisi ölüm karsisinda muhtemelen en sakin kisi olacaktir.
Aydinlanmis Beyin
Hayvanlarimiz kime hirlayacaklarini ve baslarini oksamasi için kime yaklasacaklarini hisseder. Insanlarin sinir sisteminin diger varliklarinkiyle ortak yanlari vardir. Bunu böyle analitik bir sekilde belirtmek kulaga çok sikici geliyor ama bir kusun avucunuza kondugunu görmek çok güzeldir.
Insan DNA'si bir muzun DNA'siyla % 65 ayni olduguna göre muzlarla empati kurabilir veya iletisime geçebilir miyiz?
Bir insandaki toplam DNA'yi incelediginizde % 90'dan fazlasinin vücutlarimizda karsilikli olarak bagimli (simbiyotik) bir sekilde barinan bakterilerden geldigi ortaya çikar. Insan DNA'sinin büyük bir kismi bakteri DNA'siyla benzerlik gösterir. Mitokondri adi verilen ve bize enerji veren büyük organeller, aslinda bu amaç için bizim hücrelerimizle bütünlesmis olan bakteri hücreleridir.
Dawkins'e göre duygusal veya içgüdüsel olarak bildigimiz hiçbir sey geçerli degildir ve bunlarin içinde en hileli inanç, “Tanri yanilsamasi"dir (Bilim asla insan adina konusmuyor. Bazi anketlere göre bilim insanlari Tanri'ya inaniyor, hatta genel nüfusa oranla dini törenlere daha sik katiliyorlar).
Materyalizm ve spiritüellik arasindaki uçurum –inanca karsi gerçek- yüzyillardir söz konusu olan bir meseledir ama yine de beyin bunu iyilestirebilir. Meditasyonla ilgili saglam arastirmalar, spiritüel deneyimlere uyum saglayabildigini dogrulamistir. Hayatlarini spiritüel uygulamaya adayan Tibetli Budist rahiplerde ön beyin korteksi yogun aktivite gösterir, beyinlerindeki gama dalgasi aktivitesi normal insanlarinkinin iki katidir. Rahiplerin neokorteksinde beyin arastirmacilarinin daha önce hiç görmedikleri dikkate deger seyler olmaktadir. Dolayisiyla spiritüelligin sadece batil inanç ya da kisinin kendini kandirmasi olarak görülüp hafife alinmasina bizzat bilim karsi çikmistir.
Yetenek dogal olarak gelir. Kulaginiz, fisildanan birkaç kelime, çarpici, anlik bir degisim yaratabilir. Hormonlar seviyesinde cevabin bir kismini biliyoruz ama beynin gerçekligini bir elektrik dügmesiyle nasil degistirdigini bilmekten uzagiz. Ama bu yetenege sahip olmak ile buna sahip olmayi beyne birakmak arasinda bariz bir fark vardir. Dikkatlilik farki yaratir. Baskalarinin sizi gerçege sarsarak – sarsma hos olsa da olmasa da- geri döndürmesi yerine kendi kendinizi geri döndürürsünüz. Dikkatliligi "farkindaligin farkindaligi" olarak tanimlamak dogrudur ama bu, kulagimiza biraz gizemli geliyor. Daha basit bir açiklamayla, istediginiz an gerçege geri dönebilirsiniz.
Maalesef hepimiz bu yetenegin bir kismindan vazgeçtik. Hayatimizin bazi alanlari dikkat etmek için güvenlidir ama digerleri sinirlarin disindadir. Genellikle kadinlar, örnegin duygularindan bahsetmeyi severler ve erkeklerin yapmadiklari, yapmayacaklari ya da yapamadiklari seylerden sikâyet ederler. Erkekler genellikle ise, spora ve çesitli projelere odaklanmakta daha rahattirlar – duygusallikla ilgili bir hassas noktaya dokunmayan neredeyse her seyde.
Ama Dogunun spiritüel geleneklerinde Batililarin çogunun pek az düsündügü genis bir alan vardir: farkindaligin farkindaligi. Budizm'de bunun için terim, dikkatliliktir.
Ne zaman kendiniz: kontrol ederseniz dikkatli olursunuz.
Bir müziksever, ünlü spiritüel ögretmen J. Krishnamurti'ye gelip bir konserin ne kadar güzel oldugunu coskulu bir halde anlatmistir, Krishnamurti kurnazca cevap vermistir: “Evet, güzel. Ama dikkatinizi kendinizden uzaklastirmak için müzigi mi kullaniyorsunuz?”.
Gerçek dikkatlilik, öz farkindaliga ne kadar sahip oldugunuzu kontrol etmektir. Artik bildiginiz üzere süper beyin, artan bir öz farkindaliga baglidir. Dolayisiyla dikkatli olmak hayati önemdedir. Bu bir yasam tarzidir.
Dikkatli olmayan kisiler hem ihmalkâr hem de benmerkezci görünebilirler. Baskalariyla baglanti kurmak için fazla benmerkezcidirler, çesitli sosyal durumlarda hassasiyetten yoksunlardir. Benmerkezci olmak ile dikkatli olmak arasindaki zitlik oldukça çarpicidir. O halde farka bakalim: Iki durum da neokortekste üretilmistir ama yine ayni hissi vermezler. Benmerkezci olmak neredeyse illüzyondan keyif almak demektir, ne de olsa her sey kendi imajiniz etrafinda döner. Benmerkezci olmaya karsi yargida bulunmayiz, tüketici toplumun hepimizi sahip olmak üzere egittigi bakis açisidir bu. Bizi daha güzel, daha genç, daha havali, daha eglenmis ve geçici olarak oyalanmis bir hale getirecek seyleri satin almaya sevk eder.
GERÇEKLIK YANILSAMASI
Einstein, en inanilmaz seyin evrenin varolusu degil de onun varligina dair farkindaligimiz oldugunu söylemistir. Burada her gün görülen bir mucize vardir ve desildikçe daha harikulade hale gelir. Zihin felsefesi alaninda bir uzman olan Javid Chalmers'in popülerlestirdigi bir tabirle bilinç, asil ciddi sorun olmayi hak etmektedir.
Bilinci beynin yaninda ikinci dereceden önemli görmektense asil rolü ona verdigimizde ciddi sorunun çok daha basit bir hal alacagi hissediyoruz. Size-zihninizi kastediyoruz- beyninizin kullanicisi oldugunuzu zaten gösterdik, Eger beyninize ne yapacagini söylerseniz zihnin en önemli, beyninse ikinci dereceden önemli oldugunu söylemekle büyük bir siçrama yapmis olmazsiniz. Ayrica sizin gerçekligi yarattiginizi da söyledik.
Ciddi sorun soyuttur ama hiçbirimiz bunu profesyonel düsünürlere birakamayiz. Bugün basiniza geleceklerin en iyisi ve en kötüsü -ve aradaki her sey- farkindaliginizin bir meyvesidir. Her günü ayni projeye eklemeler yaparak geçirirsiniz. Bu, hayat boyu süren bir projedir. Bu projeyi "benlik insa etmek" olarak adlandiralim. Herkes kendini essiz hissetmeye hakki vardir ama benlik kurarken bilgiler, aci verici ve keyifli seyler basta olmak üzere farkindaliginiza kaydedilen pozitif ve negatif mesajlardan olusur. Benligin insa edildigi tuglalar "zihinsel seyler”den yapilmistir, dolayisiyla böbreklere ya da deriye sahip oldugunuz gibi bilince de "sahip oldugunuzu" söylemek dogru degildir çünkü siz bilinçsinizdir.
Gelisimi tamamlanmis yetiskin bir insan yillarca toplanan düsüncelerden, arzulardan, dürtülerden, korkulardan ve tercihlerden olusan ayakli bir evren gibidir.
Iyi Haber su ki bütün deneyiminizi kaydeden ve depolayan beyniniz, zihin ile vücudun kusursuz ortakliginda bir dengesizlik, hastalik veya kirilma oldugu her seferinde neyin degistirilmesi gerektigine dair açik sinyaller vermektedir. En açiklayici sinyalleri pozitif kategorilere bölebiliriz.
Kendiniz hayatin hangi asamasinda olursaniz olun çocuklugun çok erken evrelerine kadar beyniniz bu sinyalleri göndererek onlari durmadan birbiriyle karsi karsiya getirir ve böylece benliginizin gelisimine katkida bulunur.
Toplum, bir benligin insasina rehberlik eder ama her insan çerçeve içinde ayri bir Ben yaratir. Bunun nasil yapildigi karmasik bir meseledir ve pek az anlasilmistir. Bizden kendimizi içgüdüsel olarak yaratmamiz beklenir. Binlerce farkli durumda ne yapmamiz gerektigini hissetmeye çalisiriz ve sonuç, egreti bir diregi olan bir yapidir. Bunu insa etmemiz 20 ya da 30 yil sürer ve yine de hiçbirimiz ikamet ettigimiz benlige nasil geldigimizi bilmeyiz. Bütün bu süreç iyilestirilmelidir. Bir benlik yaratan her sey bilinçte olduguna göre ciddi sorunu çözmek için artik kisisel bir sebebiniz var.
Qualia
Beyinlerimiz kafamizda canlandirdigimiz her seye adapte olabildigi için insanlar inanilmaz derecede sanslidir. Nörobilim terminolojisinde deneyimledigimiz bütün renkler, sesler ve dokular qualia terimi altinda bir araya toplanmistir. Qualia, Latincede "nitelikler" anlamina gelir. Renkler qualiadir, kokular da öyle. Sevgi hissi qualiadir, bu amaç ugruna yasiyor olma hissi de... Milyarlarca ham veri parçasini telasli, gürültülü ve renkli dünyaya -niteliklerden olusan bir dünyaya- çeviren titrek antenler gibiyiz. Dolayisiyla her deneyim bir qualia deneyimidir. Dünya o kadar siradan gelir ki qualianin asla sasirtici bir gizem olabilecegini ummazsiniz ama öyle olmustur.
Kuantum fizigine göre fiziksel objelerin sabit özelliklerinin olmamasi kaçinilmazdir. Kayalar sert degildir, su islak degildir, isik parlak degildir. Bunlarin hepsi beyni bir isleme tesisi olarak kullanan bilincinizde yaratilmis qualialardir. Bir fizikçinin ise giderken bir enerji bulutu degil de araba kullandigi gerçegi, görünmez enerji bulutun görevinden atilabilecegi anlamina gelmiyor. Enerji bulutu zamanin, uzayin ve uzayi dolduran her seyin dogdugu kuantum düzeyini kaplar. Beyniniz kuantum dünyasina bir arayüz olmadikça zamani deneyimleyemezsiniz. Uzayi ya da uzayda var olan herhangi bir seyi de deneyimleyemezsiniz.
Beyniniz bir kuantum makinesidir ve bes duyunun seviyesinin altinda bir yerde siz yaratici bir güçsünüzdür. Zaman sizin sorumlugunuzdadir. Uzayin size ihtiyaci vardir. Var olmak için size ihtiyaci yoktur, "sizin gerçekliginizde” var olmak için size ihtiyaci vardir. Eger bu kulaga kafa karistirici geliyorsa iste, açiklayici bir örnek: Birçok insanin görmezden geldigi bir altinci his vardir; vücudunuzun nerede oldugu hissi... Vücudunuzun sekli ve kollariniz ile bacaklarinizin pozisyonu da buna dâhildir. Bu duyuya "içalgi" adi verilir. Vücudunuzun nerede oldugunu bilmek, kaslarinizdaki reseptörleri ve ayrica merkezi beyincik içinde bulunan denge duyunuza dâhil olan iç kulaktaki duyusal nöronlari gerektirir.
Bu karmasik bir devre sistemidir ve bozuldugunda insanlarin bedenlerinden ayrildiklarina dair gizemli hisleri vardir. Örnegin sag kollarini yukariya dogru kaldirdiklarini mi, indirdiklerini mi yoksa uzattiklarini mi bilemezler. Böyle durumlar çok nadirdir ve büyüleyicidir. Içalgisi olmayan bir insanin bir vücudu oldugunu hissetmesinin bir yolu, üstü açik bir arabada yolculuk yapmaktir. Derideki çalisan alicilarin algiladigi üzere etrafinda esen rüzgâr, kaybolan altinci hissin yerine geçer. Bir baska deyisle rüzgâr tarafindan sarmalanma hissi kisiye mekân içinde bir yer verir. Bu his beyinde olduguna göre mekânin var olmak için beyne ihtiyaci vardir. Eger bir nötrinonun bir sinir sistemi olsaydi bizim mekan duyumuzu tanimazdi çünkü bir nötrino, dünyada yavaslamadan dolasabilen bir atom alti parçacigidir; ona göre dünya bos bir mekandir. Ayni mantikla, uyudugunuzda ve zaman durdugunda kolayca gösterilebilecegi üzere zamanin da beyne ihtiyaci vardir. Zaman bütün saatlerin durup sizin uyanmanizi beklemesi seklinde durmaz; zaman "sizin için" durur.
Evreni bir ögeden ziyade bir deneyim olarak hayal edin. Yaz vakti açik gökyüzüne yayilmis yildizlar sölenine bakarak kozmosun büyük bir parçasi gibi görünen seyi deneyimleyebilirsiniz ama bu yildizlar, toplamin milyarda biri bile degildir. Evren sonsuz bir sinir sistemi olmadan kavranamaz. Katrilyon sayidaki sinaps nedeniyle insan beyni de sonsuzlukla yarisir. Yine de eger sinapslarinizla baglanti kurmaniz gerekseydi hiçbir seyi asla göremez, duyamaz veya hiçbir seye dokunamazdiniz-sadece gözlerinizi açmak bile binlerce senkronize sinyal gerektirir. Dolayisiyla doga bir kisayollar buldu. Bu da her gün bilgisayarinizda kullandiginiz kisayollar gibi iyi bir fikre benziyor. Bir bilgisayarda bir cümleyi silmek isterseniz sadece "sil" tusuna basarsiniz. Makinenin iç kisimlarini kurcalamaniz veya programlamayla ugrasmaniz gerekmez. Dijital kodlama sisteminde binlerce biri ve sifiri yeniden dizmeniz gerekmez, bir dokunus yeterlidir. Kullanici arayüzleri böyle çalisir. Ayni sekilde qualia yarattiginizda da-sekerin tatliligi ya da zümrüdün parlakligi gibi-beyninizin içine gitmeniz veya programlamasiyla ugrasmaniz gerekmez. Gözlerinizi açarsiniz, isigi görürsünüz ve bingo, bütün dünya birden oradadir.
Böyle bir argümanda bulunarak Hoffman kendisini cesur bir hedef haline getirmistir. Beynin bilinci yarattigini iddia eden bilim insanlarini karsisina almistir. Hoffman bunu tersine çevirerek bilincin beyni yarattigini söylemektedir. Her iki tarafin da savundugu seyi ispat etmesi kolay degildir.
"Önce beyin gelir" diyen taraf, atom ve moleküllerin düsünmeyi nasil ögrendiklerini göstermelidir. “Önce bilinç gelir" diyen tarafsa zihnin atomlari ve molekülleri nasi1 yarattigini göstermelidir.
Dindarlar ve ateistler kavga etmeden birlikte çay içebilirler. Nihai gerçeklik üzerine tartisma daha uzun süre çözülmemis olacaktir. Bu arada her birimiz kendi kisisel gerçekligimizi yaratmaya devam edecegiz ve umariz bunda daha iyi olacagiz.
Hoffman'in bilinçli gerçekçilik adini verdigi teorisine göre "objektif dünya, bilinçli temsilcilerden ve onlarin algisal deneyiminden olusur”. “Disaridaki" her seye elveda, "içerideki" her seye merhaba... Aslinda ikisi de kaynaginda birlesmistir.
 Bilinç, gerçekligin her ikisini bir araya getirmede sorun yasamaz. Simdi kemerlerinizi baglamaniz gereken ana geldik. Aslinda "içeride" veya "disarida" bir dünya yok. Sadece qualianin deneyimlenmesi var. Atom ve moleküller, cisim degildir. Bunlar deneyimin matematiksel tarifleridir. Uzay ve zaman da ayrica deneyimin tarifidir. Beyniniz bunlarin hiçbirinden sorumlu degildir çünkü o da zihninizin sahip oldugu bir deneyimdir.
Bu büyük bir siçramadir ama bize tarifsiz bir güç verir. Gerçekten tarifsizdir çünkü ailemiz ve etrafimizdakiler bize gerçekten kim oldugumuzu söylememistir. Bir qualia kaynagiyiz. Bilincin, doganin güçleri karsisinda egilmesi gerekmeyen bakicilariyiz. Doganin bizim önümüzde egilmesini saglayacak anahtari elimizde tutuyoruz.
Ama Hoffman geri adim atmiyor. Bu kitabin temel dayanagi olan, sizin beyninizin kullanicisi oldugunuz ve aksinin geçerli olmadigi görüsünü alip su boyuta tasiyor "Bilinç, beyin aktivitesini ve dünyanin maddi nesnelerini yaratir." Baska bir deyisle bizler düsünmeyi ögrenen makineler degiliz, makineler yapmayi ögrenen düsünceleriz. Bunu bir kere kabul ettiginizde bütün gerçeklik yanilsamasi havaya savrulur.
Beyin disindaki bilinç
Buraya kadar geldikten sonra hangi tarafin dogru oldugunu düsünüyorsunuz? Beyninizin bilincin yaraticisi olduguna inaniyorsaniz o zaman materyalistler her argümani kazanabilir. Sadece materyalistler de degil, beyin öldügünde zihnin de öldügüne inanan ateistler de kazanabilir. Buna Tanri'ya muhalif herhangi bir görüsü olmayan ama kayalarin sert oldugu, suyun islak oldugu gibi günlük dünyayi bir arada tutan bütün siradan deneyimleri kolayca kabul eden kisileri de dâhil edebiliriz. Ama gerçek ortaya çikacaktir ve eger bilincin önce, beyninse ikinci sirada geldigi dogruysa bunun için kanitlar olmalidir.
2010 yilinin Ocak ayinda bir bilge olarak bahsedilen ateist ve Doktor Ray Tallis, "beyin önce gelir" görüsüne isabetli bir meydan okumada bulundu. New Scientist dergisindeki makalesinin basligi suydu beyinde bilinci bulamazsiniz? Bir "nöro süpheci'' olarak Tallis, bilim insanlarinin beynin bilinci yarattigina inanmalarina neden olan en temel kanita saldirmaktadir: beyindeki bölgelerin zihinsel aktiviteyle iliskili olarak aydinlandigini gösteren ve artik tanidik olan su fMRI taramalari. Su anda okuyucu bunlar hakkinda çok sey bilmektedir. Tallis de bizim bahsettigimiz bazi noktalari tekrarlamaktadir.
Bir bilim insanina ilk ögretilen seylerden biri, bir iliskinin bir sebep olmadigidir. Müzik çalarken radyolarin isiklari yanar ama onlar müzik üretmezler. Ayni sekilde bir insan, biz her ne kadar artik hangi bölgelerin aydinlandigini görebilsek de beyin aktivitesinin düsünceleri yaratmadigini iddia edebilir.
Sinir aglari elektriksel aktiviteyi ayrintilariyla planlar ve buna araç olurlar. Gerçekte düsünmezler. Elektriksel aktivite bir deneyime sahip olmakla ayni sey degildir, deneyim bilinçte olan bir seydir.
Tallis beyinden hafizayi "depolamasini" istemenin imkânsiz oldugunu iddia etmektedir. Kimyasal ve elektriksel tepkiler sadece su anda olur. Bir sinaps simdi ateslenir, uzak geçmis söyle dursun bir önceki dakikadan bile geriye hiçbir sey kalmaz.
Ateslenme bittikten soru sinapstan geçenkimyasal sinyaller ilk bastaki durumlarina geri döner. Beyin, uzun vadeli potentasyon adi verilen bir islemle bazi sinapslari güçlendirerek digerlerini zayiflatir. Böylece bazi anilar donatilirken digerleri donatilmaz. Acaba beyin geçmiste ne yaptigini hatirlama yetenegine sahip midir? Yoksa bunu yapan bilinç midir? Iste, mesele budur. Tuz ancak onu bir bardak suya döktügünüzde erir. 1989 da suda erime anisina depolayamaz.
Tallis, örnegin benlik gibi daha da temel meseleler olduguna dikkat çekmektedir. Bir deneyime sahip kisi olan "Ben" için beyinde hiçbir lokasyon bulunamamistir. Siz sadece var oldugunuzu bilirsiniz. Beyninizde hiçbir sey aydinlanmaz, benlik duygunuzun devami için hiçbir kalori harcanmaz. Aslinda benligin bilimsel olarak kanitlamasi gerekseydi bir süpheci, beyin taramalarini inceler ve orada bir Ben olmadigini ispatlardi. Ancak beyin taramasi olsa da olmasa da orada bir Ben vardir. Ben aslinda bütün beyni idare eder. Dünyaya dair resimleri, resmin içine atlamadan yaratir, tipki bir ressamin içlerine atlamadan resimler yaratmasi gibi... Beynin benligi yarattigi söylemek, resimlerin ressamlari yarattigini söylemek gibidir ve bu dogru degildir.
ALZHEIMER HASTALIGINA UMUT VE ISIKLA BAKMA
Zihin ve beyin arisinda baglanti kurmak büyüleyicidir ama baglanti koptugunda bir dehset hali ortaya çikar.
Alzheimer Genom Projesi'nde laboratuvarim(Prof. Rudolph Tanzi), bunamanin en olagan ve yikici halinden sorumlu genleri bulmaya devam ediyor ve simdiye kadar yüzden fazla geni buldu. Bu kitabi yazmak bana geri çekilip beyni daha genis bir perpektiften görme sansi verdi.
Kanser arastirmacilari bir tedavi bulmak için ellerinden gelen her seyi yapiyorlar ve bu, Alzheimer hastaligi üzerine bir gölge gibi çöken agir zaman baskisindan farkli degil. Insan ömrü uzadikça vakalarin sayisi da artacaktir. Simdiden 5 milyondan fazla Amerikali tüm dünyada 38 milyon kisi bu hastaliktan mustariptir. Eger etkili önleyici tedaviler gelistirilmezse 2040'ta ABD'de 14 milyondan ve gezegenimizde 100 milyondan fazla hastanin olmasi bekleniyor.
Simdilik genetik arastirmalar Alzheimer hastaligini bir gün tamamen ortadan kaldirmak için bize en iyi ihtimalleri sunuyor. Alzheimer riskini etkileyen tüm genleri ortaya çikararak günün birinde kisilerin hastaliga yakalanma riskini hayatin erken döneminde güvenilir bir sekilde öngörebilecegiz. En yüksek risk altinda bulunanlar için yaklasik 30 ya da 40 yasindan itibaren presemptomatik teshis testi yapin muhtemelen gerekli olacaktir. Hafiza kaybinin ilk isaretleri görülmeye baslamadan onlarca yil önce beyin degisiklikleri olur. Siddetli bir sekilde ilerledigindeyse Alzheimer, beynin hafizaya ve ögrenmeye ayrilan bölgelerini yikima ugratir.
Bütün yasam tarzi degisikligi zihinde baslar. Öncelikle degismeyi istemeli ve sonra beyninizi kararinizi desteklemek için yeni sinir aglari yaratmaya yönlendirmelisiniz. Özellikle de hafizayi ömür boyu keskin ve eksiksiz tutmak söz konusu oldugunda… “Kullan ya da kaybet” anlayisinin genelde beyin için geçerli oldugunu zaten biliyoruz.
Alzheimer hastaliginin baslamasini önlemek veya bu hastaligi atlatmak için ne yapabilirsiniz?
Baska yerlerde onca hastalikta ise yarayan yasam tarzi trendine uyun. Yeni baslayanlar, egzersiz yapin. Yakin bir meslektasimin, Sam Sisodia'nin gösterdigi üzere hayvan örneklerine (insan Alzheimer geninin mutasyonlari verilen fareler) geceleri egzersiz için kosma tekerlekleri verilmesi, beyin patolojilerini çarpici derecede azaltmistir. Egzersiz aslinda beyindeki beta-amiloid seviyelerini azaltan gen etkinligini destekler. Epidemiyoloji arastirmalari da orta düzeyde egzersizin (haftada üç gün, bir saat) Alzheimer riskini azalttigini dogrulamistir. Bir klinik deneme haftada iki kez 60 dakika kuvvetli egzersizin hastalik basladigi zaman ilerlemesini yavaslattigini göstermistir.
Ikinci anahtarsa beslenme düzenidir. Temel kural su ki eger yediginiz sey kalbinize iyi geliyorsa beyninize de iyi gelecektir. Saf zeytinyagi bakimindan zengin bir Akdeniz beslenme düzeni, ayrica ilimli ölçülerde kirmizi sarap ve hatta bitter çikolata düsük Alzheimer riskiyle iliskilendirilmistir. Daha basit bir önleyici tedbir de daha az yemektir. Hayvan örneklerinde kalori kisitlamasi uzun ömrü artmistir ve beyin patolojisini azaltmistir (Daha yakin geçmiste hastaligi tedavi etmek ve önlemek için saf Hindistan cevizi yagi önerilmistir. Yine de bu iddiayi degerlendirmek için daha fazla veri gerekir).
Bu kitabi okurken üçüncü önleme yöntemini uygulamis oluyorsunuz. Bu, zekânin uyandirilmasidir, beyinde yeni sinapslari uyarir. Kurdugunuz her yeni sinaps, zaten sahip olduklarinizi güçlendirir. Tipki bankadaki para gibi daha fazla sinaps kurmak demek, Alzheimer olmadan önce kolaylikla tükenmis olmayacaginiz anlamina gelir. Her ne kadar Alzheimer lise terkten doktora sahiplerine kadar genis bir egitim yelpazesindeki kisileri etkilese de bazi arastirmalar daha yüksek egitim düzeyinin koruyucu olabilecegini göstermektedir.
Beyniniz dünyayi size aktarmakla kalmiyor, temel olarak bu dünyayi yaratiyor. Eger beyninize hâkim olabilirseniz gerçekliginize de hâkim olabilirseniz.
Kendi düsüncelerimize ve arzularimiza o kadar bagliyiz ki kolayca, "Benim zihnim," diyoruz. Ama bilinç bütün evrende var olan elektro- manyetizm gibi bir alan olabilir. Elektrik sinyalleri beyne yayilir ama "Benim elektrigim," demeyiz ve "Benim zihnim," dememiz gerektigi de süphelidir. Öncü kuantum fizikçisi Erwin Schrödinger bununla ilgili birçok kez açik konusmustur.
Iste bunlardan üçü:
1. "Bilinci bölmek veya çarpmak anlamsiz bir seydir."
2. "Gerçekte sadece tek bir zihin vardir."
3. "Bilinç, çogulu olmayan bir tekildir."
Bu, kulaginiza metafizik bir mesele gibi gelse de kozmosta-bunlari gündelik hayata uygun olarak küçük dilimlere bölmemize ragmen- sadece bir alan ve bir zaman oldugunu kendimize hatirlatmamizi saglar.
Bir gün bilim bütün bu meselelerde aradaki mesafeyi kapatacaktir. Karsilasma kaçinilmazdir çünkü zaten var olmustur. Kaya göle düstü ve kimse dalgalarin ne kadar uzaga yayildiklarini bilmiyor.
Yüz yildan uzun süre önce kuantum devrimini baslattigi söylenen Max Planck harika ve gizemli bir sey söylemistir: "Evren bizim gelecegimizi biliyordu."
Insan beyni her ne kadar evrim ürünü olsa da zihnin alani en az evren kadar eskidir. Beyin simdi neye evrilecek? Kimse bilmiyor ama eski Sanskritçeden iki kelimeyi kabul etmek için kocaman bir siçrama yapmamizi destekliyorum: Aham Brahmasmi, “Ben evrenim,” demistir.
Buda'nin, Isa'nin, risilerin veya Hindistan'daki aydinlanmis bilgelerin beyinleri bize yüzyillarca ilham veren bir seviyeye ulasti ama biyolojik bir yaratim olarak beyinleri bugünkü herhangi bir saglikli yetiskininkinden farkli degildir. Buda'nin beyni zihninin götürdügü yere gitmistir, bu nedenle bütün büyük spiritüel ögretmenler kendilerinin yaptigi yolculugu herkesin yapabilecegini ilan etmislerdir. Bu sadece yola adim atma ve beyninizin aldigi incelikli sinyalleri yakalama meselesidir. Kuantum seviyesine ayarlanmis olduguna göre beyniniz, yaratimin sundugu her seyi alabilir. Bu anlamda büyük azizlere, bilgelere ve kâhinlere Tanri tarafindan sizden, bizden daha fazla iltimas geçilmis degildi; onlar sadece kendilerini farkindaligin öz kaynagina götüren ipuçlarinin pesinden gitmekte daha cesurlardi.
Eger aydinlanmis bilgeler bilim diliyle konusabilselerdi, "Evren sürekli akan, bölünmeyen bir bütündür," derlerdi. Bunun yerine bu cümle ileri görüslü Ingiliz fizikçi David Bohm'dan gelmistir. Bu, "Bir nehre ayni yerden iki kez giremezsiniz," anlayisina esittir. Böylece gizemli bilmeceler, bilimsel hipotezler olarak yeniden yükselmistir.
Ben (Deepak Chopra) bir optimistim ve bilincin geçerliliginin önümüzdeki on yilda bilim tarafindan tamamen kabul edilecegini görecegimi umuyorum. Bizi esir eden bariyerleri biz kurduk. Buna "iç" dünya ile "dis" dünyayi ayiran bariyer de dahildir. Bir baska bariyer de insan zihnini zekadan yoksun olan evrende benzersiz bir ürün olarak soyutlamaktadir (veya önde gelen kozmoloji teorileri böyle iddia eder). Yine de spekülatif düsüncenin etkisinde sayilari artan kozmologlar baska bir yöne dogru; zekayla, yaraticilikla ve öz farkindalikla dolup tasan bir evrene dogru bakma cesaretini bulmuslardir. Böyle bir evren gerçekten de bizim gelecegimizi biliyordur.

Benzer Kitaplar