SUÇ II

SUÇ II

Fevzi BOZKURT
Felsefe


Ferdinand Von Schirach bir savunma avukati. Akil almaz olan onun için siradan bir durum. Schirach, yasalarla yolu kesisen suçsuzlari savundugu gibi, agir suçlulari da savunuyor.
Ve iste burada, o insanlarin hikayelerini anlatiyor...
Ferdinand von Schirach 1964 Münih dogumlu, 1994 yilindan beri Berlin’de avukatlik yapiyor. Müvekkilleri arasinda Politbüro üyesi ve Almanya Federal Haber Alma Servisi ajani da var, büyük isadamlari, ünlüler, siradan insanlar, Türk göçmenler ve yeralti dünyasinin mensuplari da...
Alman ceza avukati, meslek yasaminda karsilastigi ilginç olaylari anlatmis. Ama ne olaylar. Kesmeli biçmeli, acayip acayip cinayetler. Her birini 8-10 sayfaya sigdirmis. Polisiye kitaplar yazan bir yazarin elinde rahat bir 300 sayfalik roman olabilecek ya da sinemada iyi gise getirebilecek bir film olma potansiyeli var tüm öykülerde. Ki nitekim kitaptaki olaylardan biri olan ''Sans''i yakinda vizyonda görürseniz sasirmayin. Film haklari satin alinmis bile.
Kitabin yazari, aslinda bir avukat oldugu için öyle romansi bir havasi yok. Hukuki terimlerle de dolu degil. Ama Alman ceza yargisi konusunda küçük bilgiler veriyor. Orada savci, yargiç ve avukatin kafa kafaya verip dava ile ilgili sohbet eder gibi konusup tartismalarini, savcinin avukati arayip davayla ilgili görüsmek istedigini, dört günde biten agir ceza davalarini okuyunca saskinliktan küçük dilimi yutayazdim.
Her seyin oldugu gibi suç dünyasinin da bazi kurallari vardir ve bu kurallari yiktiginiz zaman iyi bir avukata ihtiyaciniz olabilir. Sonuç olarak avukatlar müvekkillerini sadece mahkemede degil her türlü zor sartta temsil ederler. Alman ceza avukati Ferdinand von Schirach, basindan geçen olaylardan derledigi Suç isimli kitabinin ilk öyküsü olan Tanata’nin Çay Kasesi’nde her iki durumu da oldukça güzel açikliyor.
Tanata’nin Çay Kasesi, kendi çapinda hirsizlik isleri yapan bir grubun, sahibinin kim oldugunu bilmedikleri bir malikaneden çaldiklari mallarin baslarina nasil bir is açtigini ve sonrasinda bir avukatin ayni zamanda suç dünyasi içinde nasil bir arabulucu olabilecegini anlatiyor.
Kitap birbirinden ilginç öykülerinin yani sira Alman hukuk sistemi üzerine de oldukça egitici bilgiler veriyor. Bireyin masumiyetinin toplumun güveninden önde oldugunu savunan sistemde, polisin ve savcilarin nasil zorlu durumlarda kaldiklari da ifade ediliyor.
Ferdinand von Schirach’in genis bir müsteri profili olmasi, Alman Federal Haber Alma Servisi ajani, Türk göçmenler, Politbüro üyesi, büyük isadamlari, siradan insanlar ve bu kisilerin ilginç hikâyelerinin herkes tarafindan anlasilacak dilde anlatilmasi kitabin okunurlugunu arttiriyor. Bununla birlikte iyi bir avukatin kendi diline ve hukuk sistemine de ne kadar hâkim olabilecegini okuyucu rahatlikla görüyor.
‘Sans’ film oluyor
Kitabin içindeki öykülerin film haklari satin alindiktan sonra ilk olarak Sans isimli bölümün filme çekilmesine karar verildi. Askin insana yaptirdiklarini, onun hiçbir sekilde kirlenemeyecegini anlatan bu hikâye, kitabin da en romantik bölümü sayilabilir.
Von Schirach’in kaleme aldigi 11 öykünün hepsi mahkemeye gitmis durumlari anlatmiyor. Ancak mahkemeye gidenler içinde iyi kalpli bir doktorun kirk yillik karisini balta ile öldürüp cesedini parçalara ayirmasi ve sonrasindaki itirafi ile cezasini anlatan öykü, kitaptaki en ilginç öykülerden biri.
Bu hikâyede Ferdinand von Schirach’in hukuk felsefesine ait sorulari ise oldukça ilgi çekici; “Cezanin anlami nedir? Neden cezalandiririz? ...Bir sürü teori var. Ceza bizi caydirmali, ceza bizi korumali, ceza suçluyu bir kez daha suç islemekten alikoymali, ceza haksizligi telafi etmeli. Kanunlarimiz bu teorileri biraraya getirir ama burada bunlardan hiçbiri uymuyordu.”
Suç’un içindeki insan hikâyelerinin gerçek olaylara dayanmasi ve kimilerinin okuyucunun da basina gelebilecek olmasi kitabin diger güzel yanlarindan birisi. Örnegin Etiyopyali hikâyesinin kahramani Frank Xaver Michalka, yanlis yerde dogup büyüyen ancak sonradan ait oldugu yeri bulan, buna karsin talihsizliklerin yakasini birakmadigi bir adam. Michalka’nin hikayesi herkesin kendisinden bir parça bulabilecegi ayrintilarla dolu. Her ne kadar onun yasadiklarini birebir yasamak neredeyse imkansizsa da, kimi noktalar okuyucuyu direkt kendi yasadiklarina götürebiliyor.
Çogu macera filminden daha etkileyici
Casusluk ve macera öykülerinden hoslananlar ise büyük ihtimalle Mesru Müdafa isimli hikâyeye hayran kalacaktir. Metro beklerken kendisine saldiran iki neo-naziyi oldukça hizli öldüren siradan bir adamin yasadiklari, çogu macera filminden daha etkileyici. Özellikle iki kisiyi oldukça usta bir sekilde öldüren, üzerinde kimligine dair tek kanit bulunmayan ve susan bu adamin davasi hukuktan hoslansin ya da hoslanmasin tüm macera tutkunlarinin hosuna gidecektir.
Hukuk özellikle Türkiye’de pek de bilinen bir konu degil. Bunda hukuk dilinin Osmanlica olmasi, yasalarin tam bir hiyerarsi içinde bulunmamasi ve ayni dava için farkli mahkemelerde farkli kararlarin çikmasinin etkisi büyük. Ne var ki Suç adli kitap, iyi isleyen bir hukukun ne kadar önemli oldugunu ve bireyin haklarinin devlet tarafindan nasil korundugunu oldukça etkileyici ve açiklayici bir sekilde anlatiyor. Bu arada, NTV yayinlarindan çikan kitabi Almanca aslindan çeviren Itir Arda’nin da katkisini yadsimamak gerekiyor.
Suç, hem bir ceza avukatinin yasadigi ilginç olaylari akici bir sekilde anlatirken hem de hukuk felsefesi üzerine oldukça düsündürücü sorular soruyor
Hakikaten bir ceza avukatinin meslek hayati boyunca karsilastigi adli ve dramatik olaylari hikaye kivaminda anlattigi, ilginç bir eserdir. bir hukuk adaminin 'suç' ve 'suçlu' kavramlarina kaliplarin disina çikarak, bu kadar insancil bir açidan bakmasi önemlidir.
Sirlar ...
Berlin’de üniversite ögrencilerinin düzenledigi herkese açik partilerden birindeydiler. Bu partilerde, Kreuzberg ve Neukölln’den’ oglanlara bayilan birkaç kiz hep olurdu; bunun tek nedeni oglanlarin farkli olmasiydi. Belki de, o oglanlarin kirilgan tarafini aramakti kizlara cazip gelen. Samir bu kez de sansli gibi görünüyordu: Kiz mavi gözlüydü ve çok gülüyordu.
Birden kizin sevgilisi çikip geldi, Samir’e ortadan kaybolmasini, yoksa kozlarini kapinin önünde paylasacaklarini söyledi Samir ‘kozlarini paylasmak’ lafinin ne manaya geldigini bilmiyordu ama oglanin tavrindaki saldirganligi anladi. Birileri onlari ite kaka disariya çikardi. Yaslica bir ögrenci Samir’e, digerinin amatör boksör ve üniversitede sampiyon oldugunu söyledi. Samir, “çok da sikimdeydi” dedi. Daha on yedi yasindaydi, 150'den fazla sokak kavgasina karismisti ve korktugu pek az sey vardi dövüsmek bunlardan biri degildi.
Boksör oglan kasliydi, Samir’den bir kafa daha uzun ve daha enliydi. Ayrica salak salak siritiyordu. Insanlar ikisinin çevresinde bir çember olusturdu ve boksör daha ceketini çikarirken, Samir ayakkabilarinin burnuyla onun hayalarina bir tekme atti. Ayakkabilarin içinde çelik plakalar vardi. Boksör oglanin genzinden bir hirilti çikti ve acidan iki büklüm oldu. Samir onu saçlarindan tuttugu gibi alasagi etti, bu sirada da sag dizini onun yüzüne geçirdi. Sokak oldukça gürültülü oldugu halde, boksörün çenesinin çatirdadigini duymak mümkündü. Oglan asfaltin üzerinde yatiyordu, bir eliyle ka-siklarini, diger eliyle yüzünü tutuyordu. Samir iki adim gerileyip hiz aldi; tekmesi boksörün iki kaburgasini kirdi.
Samir, adil davrandigi fikrindeydi. Oglanin yüzüne tekme atmamisti ve her seyden önemlisi, biçagini kullanmamisti. Basit bir dövüstü, pek nefes nefese bile kalmamisti. Sarissin kiz onunla çekip gitmek yerine aglamaya baslayip yerde yatan oglanla ilgilendigi için sinirlendi. “Pis orospu” dedi ve evine döndü.
Çocuk mahkemesinin yargici Samir’i iki hafta hapse mahkum etti ve siddet egilimi olanlar için düzenlenen bir seminere katilmasini sart kostu. Samir öfkeliydi. Islahevinde ki sosyal hizmetler uzmanlarina kararin yanlis oldugunu anlatmaya çalisti. Kavgayi boksör baslatmisti, Samir sadece daha hizli davranmisti. Böyle bir sey oyun degildi ki; futbol mesela bir oyundu ama kimse boks oynamazdi. Samir’e göre, yargiç kurallari anlamamisti.
Samir’i iki hafta sonra islahevinden en yakin arkadasi Özcan aldi. On sekiz yasindaydi, solgun yüzlü, iri yari ve hantal bir oglandi. Daha on iki yasinda bir sevgilisi olmus ve kizla yaptiklarini cep telefonuna kaydetmisti. Artik asla sirti yere gelmezdi. Özcan’in akil almaz büyüklükte bir penisi vardi ve pisuvarlarda, herkesin bunu görebilecegi sekilde dururdu. Ne yapip edip New York a gitmek istiyordu. Daha önce hiç oraya gitmemisti, Ingilizce bilmiyordu ama o sehre kafayi takmisti. Üzerinde “N.Y. yazan lacivert kepini kafasindan çikarmazdi. Manhattan’da, restorani ve go-go yapan dansçi kizlari olan bir gece kulübü isletmek istiyordu. Ya da ona benzer bir sey. Neden illa ki New York olmasi gerektigini açiklayamiyordu ama bu konuya kafa patlattigi da yoktu. Babasi Türkiye’den elinde tek bir bavulla göç etmis, hayati boyunca bir ampul fabrikasinda çalismisti. Oglu onun umuduydu. New York meselesini anlamiyordu. Özcan, bir plani olan biriyle tanistigini anlatti Samir’e. Adinin Manölis, planin iyi ama Manölis’in “kafadan çatlak’ oldugunu söyledi.
Manölis, Kreuzberg ve Neukölln’de bir dizi restoran ve internet kafe isleten Yunan bir aileden geliyordu. Liseyi bitirmis, üniversitede tarih okumaya baslamis ve yanisira da uyusturucu ticaretinde sansini denemisti. Birkaç yil önce isler ters gitmisti Bavuldan kokain yerine sadece kagit ve kum çikmisti. Manölis arabayla ve parayla kaçmaya çalisirken satici ona ates etmisti. Satici pek keskin bir nisanci degildi, dokuz kursundan sadece biri Manölis’e isabet etmisti. Kursun Manölis’in basinin arkasina girip orada kalmisti. Manölis polis arabasiyla çarpistiginda mermi hala kafasinin içindeydi. Hastaneye kaldirildiginda doktorlar mermiyi fark edip müdahale etmislerdi ama o zamandan beri Manölis’in bir sorunu vardi. Ameliyattan sonra, ailesine artik Finli oldugunu açiklamisti; her yil 6 Aralikta Finlandiya Ulusal Bayrami’ni kutluyor ve Finceyi nafile ögrenmeye çalisiyordu. Ayrica sürekli suurunu kaybediyordu ve belki de bu yüzden plani gerçekten tam bir plan sayilmazdi.
Ama Samir’in fikrince, ne de olsa bir tür plandi iste: Manölis’in kiz kardesinin, Dahlem’de bir villada temizlikçi olarak çalisan bir kiz arkadasi vardi. Kizin acilen para bulmasi gerekiyordu. Dolayisiyla, küçük bir ortaklik payi karsiliginda, Manölis’e bu evi soymayi önermisti. Alarmin ve elektronik kilidin sifresini, kasanin yerini ve en önemlisi de ev sa-hiplerinin yakinda dört günlügüne Berlin disinda olacaklarini biliyordu kiz. Samir ve Özcan hemen kabul ettiler. Soygundan önceki gece Samir iyi uyuyamadi, rüyasinda Manölis’i ve Finlandiya’yi gördü. Uyandiginda, saat öglen ikiydi. ‘Bok yargiç” dedi ve sevgilisini yataktan kiskisladi. Saat dörtte Siddet Egilimlileri Seminerinde olmasi gerekiyordu.
Gece saat ikiye dogru, digerlerini evlerinden aldi. Manölis uyuya kalmisti, Samir ile Özcan yirmi dakika kapinin önünde beklemek zorunda kaldilar. Hava soguktu, arabanin camlari bugulaniyordu, yolu sasirdilar ve birbirlerine bagirdilar. Saat üçe gelmek üzereyken, Dahlem’e vardilar Arabada, kafalarina siyah yün maskeler geçirdiler; maskeler büyük geldi, yüzlerinden kayiyor ve kasindiriyor, terletiyordu. Özcan’in agzina yün topagi kaçti, arabanin gösterge tablosuna tükürdü. Ellerine plastik eldivenler taktilar ve villanin çakil tasi döseli giris yolunda ilerlemeye basladilar.
Manölis kilidin tuslarina sifreyi girdi. Kapi çat sesiyle açildi. Giriste alarm duruyordu. Manölis alarma da sifreyi girdikten sonra, alarmin üzerindeki minik lambalarin isigi kirmizidan yesile döndü. Özcan’i gülme tuttu, “Özcan’s Eleven” dedi yüksek sesle; sinema filmlerine bayilirdi. Heyecanlari geçti, isler hiç bu kadar kolay olmamisti. Kapi arkalarindan kapandi, karanlikta kaldilar.
Elektrik dügmesini bulamadilar. Samir bir basamaga takilip düstü ve portmantoya çarpip sol kasini yardi. Özcan Samir’in ayaklarina takilip onun sirtinin üzerine düstü. Samir Özcan’in agirligi altinda inledi. Manölis hala ayaktaydi, fenerleri yanina almayi unutmustu.
Gözleri karanliga alisti. Samir yüzündeki kani sildi. Manölis sonunda elektrik dügmesini buldu. Ev Japon tarzi dösenmisti. Samir ve Özcan, kimsenin böyle yasamayacagindan emindiler. Kasayi bulmalari birkaç dakika sürdü, aldiklari tarifler iyiydi. Kasayi levyelerle duvardan çikardilar ve arabaya tasidilar. Manölis tekrar eve dönmek istedi, mutfagi kes-fetmisti ve açti. Bu konuyu uzun süre tartistilar. Sonunda Samir, bunun tehlikeli olduguna, pekâla yolda bir büfede de durabileceklerine karar verdi. Manölis homurdandi.
 
Neukölln’de bir bodrum katinda, kasayi açmaya ugrastilar. Çelik kasalarla tecrübeleri vardi, ama bu kasa direniyordu, enistesinden yüksek torklu matkabini ödünç almak zorunda kaldi. Dört saat sonra kasa nihayet açildiginda gerçegi gördü ve hikaye burada bitti.
 
SUÇ II
FERDINAND VON SCHIRACH
Çeviren Itir ARDA
NTV YAYINLARI
2012

Benzer Kitaplar