SOYGUN RÜSVET CINAYET - ISTE DERIN DEVLET - ARASTIRILAMAYAN MECLIS ARASTIRMA KOMISYONU RAPORLARI

SOYGUN RÜSVET CINAYET - ISTE DERIN DEVLET - ARASTIRILAMAYAN MECLIS ARASTIRMA KOMISYONU RAPORLARI

Fevzi BOZKURT
Ekonomi


Zaman, günün ihtiyaçlarina göre degisse de ülkemizde degismeyen, her seçim zamani alisik oldugumuz bazi tartismalar ve gelismeler vardir. Bunlardan bir tanesi de yeni gelen hükümetin, eski hükümeti kötüleyerek, onlarin ülkeyi mahvettikleri tarzindaki söylemleridir. Bu söylemlerinde bir enkaz devraldiklarini ancak kendileriyle yeni bir baslang yaptiklarini ve her seyi düzelteceklerini vaat etmeleridir. Kisacasi biz onlara benzemeyiz tarzindaki açiklamalaridir.
Bu amaçla ilk olarak yeni gelen hükümet, hem hasmi olan eski hükümeti yipratmak için, hem de kendi açiklarini kapatmak için yolsuzluklari, rüsvetleri, hortumlari arastirmak için bir arastirma komisyonu kurulur. Ülke insani acaba her sey bu sefer düzelecek mi diye ümit ederken arastirmalar uzayip gider. Basin konuya olan ilgisini kaybeder. Arastirma komisyonuna verilen sürede zaten dolmak üzeredir.
Bu konularin çözüme ulasamamasindaki pek çok sebebinden bir tanesi de konu muhataplarinin Devlet Sirri ve Ticari Sir kavramlarinin arkasina saklanmalaridir. Bu tarz engellerle sumen alti edilmis birçok konuyu incelemek üzere Semih Hiçyilmaz bu kitabi hazirlamistir.
BIR UÇAK HIKÂYESI 
1975 yilinda 4. Ana Jet Üs Komutanliginda Hava Kuvvetleri Komutani Orgeneral Emin Alpkaya’nin da katildigi bir törende F–104 Starfighter’ler Hava Kuvvetleri Filosuna katilmak üzeredir. Gökyüzünde süzülen F–104’ler gözükmeye baslamistir. Piste inise geçtigi sirada anormal bir durum olur ve uçak yalpalaya yalpalaya inisini tamamlamaya çalisir. Uçagin tekerlegi kanguru misali bir yere degiyor bir havalaniyordur. Nihayet uçak inisi zorda olsa basardiktan sonra kabinden çikan Pilot Ben böyle uçagin…” diye baslayan küfürleri karsilama heyetinin bulundugu yerden dahi duyuldu. Diger uçaklar kazasiz belasiz indi. F-104’lerin inisinde o gün baska bir vukuat yasanmadi
Kim bu Lockheed
Bu sirketin Türkiye macerasini incelemeden önce Lockheed firmasini biraz daha yakindan taniyalim. Bu firmayla alakali bir arastirma yaptiginizda, büyük oranda rüsvet, yolsuzluk ve askeri-endüstriyel karmasa önünüze çikacaktir. Yaptiklari uçaklarin büyük bir kismi dünya çapinda hep sorunlu çikmistir. Zaten stratejileri de “Kimsenin vermek istemedigi fiyatlarla kimsenin ihtiyaç duymadigi uçaklari üretmektir. Bunlarin satisini da ülkenin etkililerine rüsvet vererek saglamaktadirlar.”
svet skandali dünyayi sarsiyor
1976’da bütün Dünya Lockheed firmasinin rüsvet skandallariyla sarsiliyordu. Zaten Sirketin Baskani da yabanci ülkelere uçak satmak istiyorsan bunun ancak para yedirerek mümkün oldugunu söyleyerek firmalarinin stratejisini gün yüzüne çikariyordu. Bütün Dünyada bu rüsvet olayi arastiriliyordu ve pek çok ülkede üst düzey yetkililer sorusturma geçiriyordu. Bu olayin Türkiye ayaginda ise kimseden ses soluk çikmiyordu. Baskilar üzerine dönemin Milli Savunma Bakani Ferit Melen bir açiklamaya yapti ve Lockheed firmasindan herhangi bir uçak alimi olmadigini belirtti.
Uçak aliminin seyri
Kibris baris harekâtindan hemen sonra Lockheed firmasinin Türkiye temsilcisi Altay firmasi Türk hava kuvvetleri komutanligina uçak satmak üzere harekete geçmistir.  Firma baskani Nezih Mete Dural bir mektup yazarak kendi eliyle direk Genel Kurmay Baskanina elden vermek istemektedir. Nezih Mete’nin Genel Kurmaya gittigi gün Genel Kurmay Baskani odasinda degildir. Mecburen mektubu O günün Plan Prensipler Baskani Ihsan Göksarana verir, mektup açilir okunur ve hiç görülmedik bir hizla Gelen Kurmaya oradan meclise, meclis uçaklari incelemek üzere bir heyetle Italyaya gidilir ve Bakanlar Kurulunun onayiyla beraber 22 adet F–104 105 milyon 34 bin dolara fiyatta anlasma saglanir. Bütün bunlar, mektubun verilmesinden alima kadar geçen süre 6 gündür.
Uçaklarin nitelikleri üzerine birkaç not
F 104- S uçaklari sasali bir sekilde tanitimi yapilmaktadir. Bunlara Avci uçakta denilmekteydi. Oysa dünyada bu uçaklar için uçan tabut deniliyordu. Bunun denmesinin hali bir sebebi vardi. Bati Almanya’da bu uçaklardan 175 tanesi düsmüs, Japonyada’da 54 tanesi düsmüstü. Türkiye’de de Zaten 1997’de de teknik yetersizlikten hangara çekilmisti. Zaten bunun böyle olacagi ilk parti uçaktan belliydi. Uçaklar piste indigi anda pek çok parçasi kullanilmayacak duruma gelmis ve bazi parçalarin daha önce kullanildigi ortaya çikmis. Yedek parçalar ise normal fiyatinin 4–5 katina alinmisti.
Türkiye’de rüsvet iddialari
1976 Subati'nda, dünyada Lockheed'in firmasinin verdigi rüs­vet ve yolsuzluklar ortaya çikip, sorusturmalar yapilirken, Türkiye de bu tartismalarin içerisine girdi. Lockheed firmasinin Türkiyedeki bazi yetkililere rüsvet dagittiklari açik sekilde dillendirilmeye baslanmisti. Sorusturma baslatan askeri savcilik bir süre sonra sorusturmaya gerek olmadigina kararini verdi. Ancak Millî Savunma Bakanligi'nin sorusturma için yeniden basvurmasi üzerine sorusturma tekrardan açildi. Ilk Iddialar içersinde rüsvetin yani sira F104lerin teknik yetersiz­ligi iddialari da vardi.
Lockheed skandali patlak verdikten sonra ilk anda ya­pilan açiklamalar kamuoyunu tatmin etmiyordu. Amerika tarafindan yapilan açiklamalarda Türkiye’ye de rüsvet verildigini belirtiyorlardi. Böyle giderse kimlerin rüsvet aldigi ayuka çikacakti ve bunu engellemek lazimdi.
11 Subat 1976 günü Genelkurmaydan gelen bir telefonla Korgeneral Musa Ögün’ü makama çagrildi. Makama gittiginde bir grupla karsilasti ki bunlar 71 ihtilali ile 80 ihtilalinin bas aktörleriydiler. Musa Ögün, Genelkurmay baskani tarafindan Lockheed skandalini arastirmakla görevli komisyonun basina getiriliyor­du. Zaten 1971 ihtilalinde de kendisine TRT genel müdürlügü verilmisti. Sonucu önceden belirlenmis bir sorusturma böylece açildi. Sorusturmalar sürerken, Amerika'da bir gazetede sorusturma komisyonundan Senatör Church bir demeç verdi. Demeçte, ''Türk hükümeti bizden resmi olarak rüsvet verilen yetkililerin ismini istemedi. Eger isterlerse bu isimleri kendilerine veririz” dendi. Ama hiçbir yetkili isim falan istemedi.
Musa Ogün'ün sorusturmayi yürütüyor ancak çagirdigi isimlerin pek çogu ifade veya bilgi vermeye gelmiyordu. Bu arada da baska bir skandal patlak vermisti. Bu skandal Lockheed firmasi tarafindan Genel Kurmaya verilen 30 bin dolarlik bir çekti. Genel Kurmay bu çekle okul yaptirildigini söylüyordu. Fakat bu kadar saibeli bir firmayla yapilan ve bu kadar rüsvetle adi anilan firmadan gelen bu çek o zamanin Cumhurbaskani Süleyman Demireli bile “bu para pek sik kaçmamistir” dedirtti. Yinede firmanin yolsuzluklariyla bu para ayri tutulmaya çalisildi. Zaten sonunda da uzun ve çetrefilli bir sorusturma sürecinden sonra saniklar beraat etti. Basta da söylendigi gibi sonucu önceden belli olan bir sorusturmadan öteye gidemedi.
Meclis Komisyonu raporunda Lockheed skandali
Lockheed skandalini Türkiye’de ve Dünyada arastirmak üzere TBMM bir arastirma komisyonu kurdu ve basina da CHP milletvekili Yilmaz Alpaslan getirildi. Ancak dönemin basbakani Demirelin bile rüsvet aldigi bilinmesine ragmen sorusturma hep engellerle karsilasti çagirilanlar gelmedi. Belgelere ulasilamadi Kisacasi devlet yara almadan yirtti bu sorusturmadan.
MAFYALASAN EKONOMI VE IHRACATIN HAYALISINI SEVENLER
24 Ocak 1980 Ekonomik Kararlari, Türkiye'nin uluslara­rasi sermayenin denetimine tam olarak girmesinin yolunu açti. Faiz ve döviz fiyatlari serbest birakildi; yapilan kur düsürmeyle Türk parasinin degeri döviz karsisinda yüzde 70 oraninda deger kaybina ugradi. Fiyatlar serbest birakilirken, ücretler hizla düsürüldü. IMF ve büyük sermayenin istekleri dogrultusunda, sanayi tarim ve hayvanciliga verilen krediler kaldirildi. Kaynagi belirsiz her türlü paranin ülkeye girmesi serbest birakildi ve kaçakçilik artti. Sözüm ona uygulanmaya çalisilan bu strateji o günün kosullariyla uygulanmasi pekte mümkün degildi. Çünkü isçi sinifi, grevlerle, ögrenci gençlik merkezli anti-fasist, anti-emperyalist hareketlerle son derece dina­mikti. Ancak 24 Ocak Kararlari, devrimci hareket ve isçi mücadelesinin terörle bastirildigi kosullarda uygulanabilir bir programdi. Bu yüzden de 24 Ocak Kararlari ancak 12 Eylül darbesinden sonra, sün­gü zoruyla hayata geçirildi.
Banker adi altinda vurguncu kuruluslar, halkin parasini ele geçirmek için az zamanda çok para kazanacaksiniz vaadiyle halkin elinde ne var ne yok aldi. Tabi sonrasinda da yavas yavas iflas etmeye basladilar. Pek çok bankerzede Turgut Özal’in kapisina dayandi. Özal o zamanin cuntasindan aldigi öz güvenle su veciz sözü söyledi "Paralarinizi yüksek faize yatirmanin bir riski vardi. Kazansaydiniz bana mi verecektiniz?" Böylece, "serbest pazar ekonomisine" ilk adim atildi.
12 Eylül cuntasinin ilk yaptigi is; siyasi ve sendikal faaliye­tlere ve her türlü gösteri ve toplumsal olaylarin önünü kesmek oldu. Isverenler bundan aldigi güçle firmalarindaki önder isçileri isten çikardi. Is güvenligi ve is hakki gibi pek çok hak askeri düzeye indirildi. Ücretleri geri çekildi. Bu dönemde Özal’in da dedigi gibi para gelsin de nereden gelirse gelsin politikasi uygulandi. Bu mantikla Hayali ihracatçilar hortladi. Dönemin en itibarli is adamlarini bu grup olusturdu. Tabi bunlarin nasil devleti hortumladiklari bir süre sonra ayyuka çiksa da kimse bunlardan hesap sormadi.
Bankerlik ve hayali ihracat, eskiden "kayit içi" olan ekono­minin kayit disina dogru yönelmesi, "kayit disi ekono­minin çok hizla bir sekilde büyümesi”; Mafyacilarin itibar görmesi ve sirketlerin mafyalasmasi, mafyalarin itibarli sirketlere dönüsmesi, sirketlerin birbiri ile ya da sirketlerle devlet arasindaki iliskilerde, rüsvet, iltimas, adam kollama ve ya da çek-senet mafyasinin rolünün büyümesi, devletin istihbarat ör­gütlerinin finansmanin da eroin kaçakçiliginin basi çekmesi ve devletin bundan getirim saglayip yasadisi islerini bu yolla finanse etmesi durumun geldigi boyutu açikça göstermektedir.
Devlet bütçesinin büyük sermaye gruplari tarafindan soyul­masinin diger bir ayagini da, faizlerin serbest birakilmasi olustur­mustur. Devletin %200–250 gibi faiz oranlariyla borç almasi devletin yagmalanmasina sebep olmustur. Bu gelismeler yüzünden sermaye­, üretim alanlarindan çekilip, getirime, faize ve spekülasyonlara kaymistir. Bu gelismeyle; serma­ye, sadece isçileri sömürmekle kalmiyor ayni zaman da devlet araciligi ile tüm emekçi siniflarin birikimine de el konulur duruma geliyordu. Kisacasi Türkiye kara para aklama cenneti oluyordu.
Kenan Evren imzali yasal düzenlemeler
Kara para aklamak için bazi kanunlar bu dönemde yürürlüge konulmustur. Yapilan kanun maddesindeki degisiklikler sayesinde hayali ihracat, altin ve döviz kaçakçiligi serbest birakilmistir. Meclis'te kabul edilen bu yasalar bir kez geri gönderildikten sonra (tabi buda göstermelik) Cumhurbaska­ni Kenan Evren tarafindan da onaylanmisti.
Bu sayede kara para aklama isi bizzat devlet eliyle yönlendirilir duruma gelmistir. Sistemin yillar öncesinde olusturmus oldugu kontrgerilla ti­pi örgütlenmeler bu dönemde açik bir sekilde mafyayla isbirligi yapmaya hatta kendisinin bizzat mafyalasmasi yüzünden mafya, bürokrat ve is adami gibi pek çok olgu birbiri içerisine girmistir. Kimse bu olusumun nerede baslayip nerede bittigini kestiremiyordu.
Devletin organize ettigi hayali ihracat furyasinda Koç gru­buna ait Ram Dis Ticaret'in, hayali ihracat birincisi olmasi yi­ne ayni tablonun bir geregidir. Tabi pek çok hayali ihracat rekortmeni devletten aldigi tesviklerle devletin bazi kurumlarini finanse ediyor ki, bunlardan cuntacilarin partisi MDP’ yi örnek göstermek mümkündür. Sadece bu bile, devletle bu kisilerin nasil is birligi içersinde hareket ettigini görmek için yeterlidir. Bu yüzden o dönemde MIT’çilerin ve JITEMcilerin karistigi pek çok haraç alma olayini görmek mümkündür.
Kaçakçilarla ortak zirve
O zamanin Türkiye Cumhuriyeti basbakani olan Turgut Özal, ekonomiden sorumlu kisileri yanina alarak, kaçakçilarla bir zirve düzenleyecektir. Türkiye ekonomisi için düzenlenen bu zirvede alinan kararlarda, her türlü kara para faaliyetinin Türkiye’den akmasi için anlasma yapilacaktir. Türk heyetinin görüstügü kisiler ise, dünyanin önde gelen kaçakçisi Sekerciyan ve altin kaçakçisi Berber Yasarla (Yasar Aktürk) saatler süren toplanti sonucunda kara paranin Türkiye'ye girisi ve aklanisi konusunda mutaba­kata varilacaktir. Simdi de bu mafyalasan ekonomiye ti­pik bir örnek olan hayali ihracat kesitini ele alip inceleyecegiz. Referans olarak ta TBMM belgelerini kullanacagiz.
Ihracatin hayalisini sevenler
1970'li yillarin sonlarina dogru hayali ihracat denildi mi ilk ak­la gelen Yahya Demirel olurdu. Tabi bunda Eski Basbakan ve Cumhurbas­kani Süleyman Demirel'in yegenin olmasi önemli bir faktördür. Mobilya ihraç ediyo­rum diyerek sunta ihraç etmesiyle ünlenmisti. Yahya, o zamanlar ortagiyla Isviçrede bir sirket kurmus mobilya ihraç ediyorum diyerek sunta ihraç etmistir. Ardindan da cebe kalan vergi iadele­ri ve tesvikler ise cabasidir. Yahya ileri bir gelecekte ekonominin kaldirim tasi haline gelecek hayali ihracat yapanlarin öncüsüdür. Tabi yaptigi isler bunlarla sinirli degildir. Hayali ihracatlarin ötesinde, uyusturucu kaçakçilariyla ortaklik, yolsuzluklar ve rüsvet, Kibris'ta banka sahibi olma, kara para aklama; yani mafya ekonomisine özgü ne kadar pis is varsa hepsine bulasmistir.
1985 yilina gelindiginde gazeteler de çarsaf çarsaf ihracattaki patlamayi anlatan haberler yayinlaniyordu. Tabi ki bu ekonominin ve devletin kara yüzünü saklamak için hazirlanan bir kiliftan baska bir sey degildi. Bir süre sonra sirketler hakkinda suç duyurusunda bulunuldu. Sirketlerin ardindaki hayali ihracat haberleri çig gibi büyüyordu. Örtbas etme çabalari fayda etmiyordu. Gedik her yerdeydi çünkü. Bu olaylarin üzerine o günün namuslu kalemleri gidiyordu. Yolsuzluk hayali ihracat kaçakçilik haberleri her tarafta yazilmaya baslandi o zamana kadar ki namuslu is adamlarinin üçkâgitlari ortaya çikmaya baslamisti.
Yapilan ihracatin neredeyse tamami hayali idi. Devletin yöneticilerinin kara para sahipleriyle yapmis oldugu anlasmalar, uyusturucu, silah kaçakçiligi ve her türlü pis ise nasil sessiz kaldiklari, sessiz kaldiklari gibi birde üstüne üstlük bunlarin tesvik edilmesi gün yüzüne çikmisti. Bunlara nasil destek olundugunu, kimin kimi kolladi­gi, dönen dolaplari, yolsuzluklari, bütün bunlarin bir devlet politikasi haline geldigi, TBMM belgelerinde gözler önüne seriliyordu. Belgeler gösteriyordu ki bu sadece birkaç hükümetin isi degil devletin süregelen bir uygulamasi haline gelmisti.
Meclis Komisyon raporu, hayâli ihracat denilen soygunu tarif ederken akillara durgunluk verecek yöntemleri madde madde siralamaktadir da. Ihracat mali diye tasin topragin gönderilmesinden, malin degerinin yüz misli fazla gösterilme­sine kadar birçok yöntem uygulanmistir. Bazen de mal oldugundan yüz kat fazla gösterilmis ya da gösterilenle alaka­si olmayan bir mal gönderilmistir. Hiç gönderilmemis bir mal da ihraç edilmis gibi gösterilip, belgeler üzerinde de tahrifatlar yapilmistir.
Simdi kisaca bu uygulamalara zemin hazirlayan yasalarin hangi dönemde çiktigina söyle bir göz atalim. Ihracatta vergi iadesi uygulama­sinin yasal dayanaklari 1973 yilina kadar gitmektedir. 1985 yilina kadar ihracatçilarin denetimi, her kurulusun kendilerini ilgilendiren yönüyle yapilmis olsa da bir süre sonra bunun Devlet Planlama Teskilati tarafindan yapilacagina yönelik bir yazi yazilmistir. Yazilan yazilarda, 'ihracati ar­tirmak ve desteklemek herkesin görevidir' denilmistir ve islerin daha hizlandirilmasi saglanmistir. Hiçbir görevlinin “görevimi yapiyorum” diyerek ihracati engellenmesinin önüne geçilmis ve ihracat yapilmasi için sözde önünde ne kadar engel varsa yavas yavas temizlenmistir. Bununla beraber ihracati kolaylastirmak için bol bol mevzuat degisikligine gidilmistir. Bu dönemde ne acidir ki ihracat patlamasinin 3te 2si hayalidir.
Akla burada su soru geliyor. Holding patronlari ve mafya babalari yasadisi kazançlarini aklamaktadir. Peki, ama MIT çalisanlarina ve görevlilere devlet hangi kara parayi aklatiyor. Devletin elinde olan bu kara paranin kaynagi ne­dir? Devlet ne tür isler yaparak bu kara paraya sahip olmustur?
Bu sorunun cevabini Özel Harp Dairesi'nin yan kuruluslarinda görev ya­panlar kisiler tarafindan açiklaniyor. Adi kontrgerillalarla özdeslesmis Özel Harp Dairesi’ne (adi Kontrgerillayi animsattigi için Özel Kuvvetler Komutaligi olarak degistirilmistir.) bagli Toplumla Iliskiler Baskanligi’nin (TIB) çikarttigi dergide paranin kaynagi açik açik yazmaktaydi. Kisaca bu raporda Güneydogudaki uyusturucu ve kaçakçilik ticaretini nasil ele geçirildigi ve devlet kontrolü altina alindigini (tabi ki unutmamak gerek ki bunu ele geçirmek için kaç is adami kaçirilip öldürülmüstü) ve terörle mücadelenin finansmaninda bu paradan yararlanildigi açik açik belirtilmistir.
Devlet görevlilerinin uyusturucu kaçakçiligi yaptigini zamanin meshur uyusturucu kaçakçisi Hüseyin Baybasin açiklamisti. Kendisine generallerin görev verdigini askeri kamyon ve gemilerle bunlari tasidiklarini söylemisti. Tabi bunlar derhal reddedilse de bir süre sonra gerçekler ortaya çikti. Ardindan yayinlanan Türk Tarihi Dergisinde ki rapor uyusturucu kaçakçiliginin devlet eliyle yapildiginin açik bir itirafiydi. Bunu üzerene Ne var ki canim bunda, basta CIA olmak üzere dünyadaki tüm istihbarat birimleri bu isi yapiyorlar denilmisti.
Peki, bu isi yapan kaç firma vardi. Bunlari yine TBMM komisyonunun raporlarindan görebiliyoruz. Yapilan inceleme sonuncunda uyusturucu ve altin kaçakçiligi gibi isleri yapan 469 firma var ve bunlarin 303’ünün devlet finanse etmistir. Biraz geriye gidip baktigimizda Cumhurbaskani Süleyman Demirelin bunlardan 34’üne Devlet üstün Hizmet Madalyasi taktigini görecegiz.
Kisacasi bu pis islerden görüldügü üzere ve hatta çok kisitli bilgilere ragmen açiga çikan sonuç halk tabiriyle derin devletin geldigi noktayi göstermektedir. Bunlardan dönemin Basbakan’i bakanlari ve daha pek çok bürokrat sorumludur. Sorumlu olmalari yargilanmalarini gerektirmemektedir elbette. Ülkede yasalarinda üzerinde geçmiste oldugu gibi pek çok kisi vardir. Bu dönemde ve gelecekte de olmaya devam edecektir. Bu olaylarda ki bu kadar dar bir bilgi kirintilari bile bize sunu gösteriyor ki susurluk komisyonu arastirmacilarinin da dedigi gibi “gördüklerimiz aysbergin görünen yüzü bide suyun altinda kalan karanlik kisimlari var.”
Altin kaçakçiligindan hayâli ihracata Türkiye ekonomisi
Özellikle 80 sonrasi Türkiye ekonomisinin isleyisi tüm kapitalist iliskilerde oldugu gibi amaca ulasmak için her yol mubahtir felsefesini benimsemektedir. Hiçbir kural ve sinir taninmamaktadir. Para gelsin de nasil geldigi önemli degil mantigi hâkimdir. Mafya yöntemleri tüm ekonomiye hâkim durumdadir. Diger bir yandan ülkedeki her türlü sabotaj suikast, bu kaynaklardan finanse edilmektedir.
Türkiye'ye döviz girisini saglamaktan sorumlu kaçakçilar, devletin üst kesimiyle toplantilar yapiyor, karsilikli fikir alis verisinde bulunuyorlardi. Bu ünlü kaçakçilardan bazilari MIT ve Emniyetin yetkilileriyle lokantalarda yemek yerken fotograflari çekiliyordu. Sebepleri soruldugunda ise Döviz meseleleri konusuyorduk, buraya görevli olarak geldik gibi cevaplar veriliyordu. Bu toplantilar ve yanitlar, devletin kaçakçilarla beraber ortak kara para ak­lama isini yürüttüklerinin kanitiydi. Benzer toplantilar o günde, bugünde sürdü ve sürmektedir.
Altin kaçakçiliginin en fazla yapildigi dönem 8083 yillari arasindadir. Bu dönemde 400–450 ton altin yurt disina, kaçak kaçirilmistir. Kastelli, birçok banka ve dönemin Maliye Bakani Ismet Sezgin ile Basbakan Yardimcisi Turgut Özal, o dönemde altin kaçakçiligina adi karisanlardandi. 4 ton altinla yakalanan Feyzullah Ayan emniyette verdigi ifadesinde, biz bunu basbakan yardimcisinin bilgisi dâhilinde yaptik seklinde ifade vermistir. Ama ne hikmetse o ifade tutanagi kaybolmus ve bir daha bulunamamistir.
Altin kaçakçiligi davasi sürerken yine seçimler olmus ve çikan afla o güne kadar 20 yil olan altin kaçakçiligi cezasi, 100.000 TL’yi veren yirtar duruma gelmistir. Bunlarin yani sira hayali ihracat, altin kaçakçiligi gibi konulari arastirmaya gerçekten niyetli kisiler ölüm tehdit edilmistir. Bunlardan bir tanesi de DYP Aksaray milletvekili Mahmut ÖZTÜRK’ tür. Öztürk ölümle tehdit edildigini isin içinde çok güçlü kisilerin oldugunu belirtmistir. Tabi bu güçlü kisiler kim ve kimlerin tehdit ettigine açiklik getirmemistir. Bu sirada ilginç bir gelisme yasanir. Öztürk'ün seçim bölgesi olan Aksaray'da partisi feshedilir ve yenisi seçilmez. Bütün bu olanlar Öztürk, 'Aksaray'dan beni seçtirmemek istiyorlar' diye yorumlanir. Zaten bir müddet sonra da Öztürk DYP'den istifa eder.
Ülkede her sey eski tas eski hamam devam ediyordu. Lockheed Komisyonu sorusturmalari sirasinda bazi bürokratlarin rüsvet aldigi söylenmis fakat bunlarin isminin gün yüzüne çikmamasi için yogun bir sekilde çabalanmistir. Tartismalar sirasinda bazi bakanla­rin da rüsvet alanlar içersinde oldugu söylenmis ama bunlarin isminin ortaya çikmasi yogun çabalar sonucunda engellenmistir. Bunlardan bir tanesi de Devlet Bakani Mehmet Ali Yilmaz’dir. Ismi hayali ihracatla anilmaya baslandiginda, isim benzerligidir deyip geçilir. Fakat hayali ihracat yapan TEKPA’nin Devlet Bakanin M. Ali Yilmaza ait oldugu kesinlesmesi üzerine de hiç bir sey olmamis gibi 3 maymun oynanmaya devam edilir. Öyle ya patronlara taninan imtiyaz bakan olununca vazmi geçilecek.  Hayali Ihracat yapan M. Ali Yilmaz yillar sonra verdigi bir demeçte kontrgerilla ve yeralti dünyasinin iliskileri üzerine tecrübelerini anlatir. Demeçte o zamanlar Devletin bazi yasadisi olusumlara basvurdugunu söyler. Kendince hakli sebepleri de vardir elbette. “O zamanlar biliyorsunuz ki ne hukuk ne yargi isliyor, ne yapalim bizde bu çareye basvurduk der ve devaminda da “faili meçhuller bir dönem artiyor, bunlar yakalanamiyor veya karakollara yanlis kisiler götürülüyor, ya da dogru kisiler götürülse bile ertesi güne çikiyorlarsa bu iste bir is var demektir. Bunun arkasindaki güce dikkat etmek lazimdir” diyor söylesinde.
Hayali Ihracat Komisyonu'nun arastirmalari sürerken ko­misyona bilgi verenler, ilginç bilgiler vermeye devam ediyorlardi. Komisyona çagrilan eski Maliye Bakani ANAPli Ekrem Pakdemirli, o zaman bakan olan Tansu Çillerin Çukurova Holdinge 250 milyon dolar akredite ödemesi talimatini verdigini söylüyor. Tabi konusmasinin bu sirasinda teyp kapaniyor devaminda ne anlattigi bilinmiyor. Zaten Çukurovanin da adi sürekli rüsvet ve hayali ihracatla aniliyordu. Çiller Amerikadan döndügünde kocasini Çukurova’da is basi yaptiriyor. Tabi bu isin bürokratik kismiydi. Devletin diger birimlerinde de isler farkli yürümüyordu. MIT ve Emniyette durum ayniydi. Kimi devlet için kursun atiyordu, kimi ise hayâli ihracat yapiyordu. Bunlari yakalanan hayli ihracatçilarin bazilarinin kimliklerinden anliyoruz. Yakalandiklari sirada üzerlerinden MIT kimligi çikiyor. Tabi ayni seyler Emniyet içinde geçerli. Aslinda konuyla alakali pek çok örnek verilebiliyor. Bunlarin birçogu da belgelerle açik seçik ortaya dökülmüs durumda ama ne hikmettir ki hiçbiri isleme konulmuyor. Yani kuran tezgâhi saglam kurmus. Ister bürokrat olsun ister milletvekili, isterse isadami kimse bunlardan hesap sormuyordu. Sorulmussa da netice alinamiyordu. Basta da denildigi gibi, bunlar sonucu önceden belli sorusturmalardi.
1987 yilina kadar Sekercinin temsilciligini yapmis olan Ber­ber Yasar (Yasar Aktürk), 80 sonrasi altin, döviz kaçakçiligi ve hayali ihracat davalarinin vazgeçilmez ismidir. Kilisli olan Berber Yasar, Interpolün listelerinde en üst siralardadir. Türkiye’de onlarca dava açilinca Isviçreye kaçiyor. Orada Tük yetkilileriyle yapilan pazarlik sonrasinda geri dönüyor ve kisa sürede beraat ediyordu. Yasar'a ait Aksaray'daki Zürih oteli kaçakçilik merkezi, yanin­daki döviz büfesi de para aklama merkeziydi. Berber Yasar'in tecrübesi bu iste çok eskiye dayaniyordu. Birkaç ortakla “Kilisliler” adi verilen bir sirket kuruyordu ve Çukurova Grubu banaklarindan destek aliyordu. Hatirlarsiniz hani su Tansu Çiller'in kocasini ise yerlestirdigi, sonrasinda bakanken 250 milyon dolar usulsüz kredi verdigi Çukurova Grubu.
Görüldügü gibi hayâli ihracat yalnizca kolaydan para kazanmaya hevesli birkaç kisinin devleti dolandirmasinin çok daha ötesinde bir örgütlenmedir. Açiga çikan kismiyla bile 12 Ey­lül cuntasinin ve arkasindaki pek çok güçlü ismin olusturdugu yapilanmadir. Yasalar ve mev­zuatlar, Devlet Planlama Teskilatindan, Merkez Bankasi'na, MIT den mahkemelere tüm kurumlariyla örgütlenmenin göbeginde devlet oturmaktadir. Ve bu organizasyon da tek merkezden yönetilmektedir. Devletin gizli yüzü bu örgütlenmeyle bir kez daha gün yüzüne çikmaktadir. Somut olarak birçok isim bu olaylarin ortasinda olmasina ragmen, bunlari, bir kesim özenle korumus, Lockheed de oldugu gi­bi ortaya çikan pek çok yasadisi uygulama devlete siçramadan ört­bas edilmis. Devlet bu vartayi da at­latmasini bilmistir.
PROVOKATÖRLÜKTEN HAYALÎ IHRACATÇILIGA YA DA DEVLET IÇIN NE IS OLSA YAPARIM: KEMAL HORZUM
Meclis'in Hayali ihracati Arastirma Komisyonunun raporlarinda gördügümüz hayali ihracatçilardan biride Kemal Horzumdur. Kemal Horzumun marifetleri sadece hayali ihracat degildir tabiî ki. Nasil ki Nurettin Güven’i hayali ihracatla çok fazla tanimiyorken, Susurluktan sonra devletin çesitli birimleriyle iliskisi, Uyusturucu kaçakçiligindaki aktif rolü, Tarik Ümitle iliskileriyle, yine ayni zamanda da 1980 öncesi resmen katliam yapip, sonrasinda da Avrupadaki uyusturucu ticaretinin basina getirilmisse ve bazen de kontrgerilla diplomasisine yardimci olmussa, Horzum da dönem içerisinde sistemin önemli görevler yükledigi bir isim olmustur. Horzum’un devletle iliskisi daha ögrencilik yillarinda baslamis. Daha o zamandan ögrencileri yönlendiren atesli bir kiskirtici olmustur. Belinde polis tabancasiyla yakalandigi zaman ögrencilerden temiz bir sopa yemis. Bu olaydan sonra uzun süre ortalikta görünmemistir. Daha sonralari adi sik sik anilir olmustur.  Ilk olarak demir vurgunuyla isminden söz ettirir. Yurt disina ihraç etmesi gereken demirleri iç piyasaya sokar. Hatta demir stoklarini daha çabuk eritip bitirmek için Karabük Demir Çelik fabrikasina sabotaj düzenler. Bu olaylar iyice dillendirilmeye baslaninca da devletin agir toplarindan Nusret Demirel imdadina yetisir.
Horzum’un generallerle de arasi gayet iyidir. Kendisi, cunta partisi olan Turgut Sunalp’in MDP’ si basta olmak üzere generallere ve yandaslarina her türlü destegi saglamistir. Sirketinin mensuplari, emekli generaller ve MIT mensuplaridir. MIT mensubu dediysek öyle emekli MIT mensubu degil, MIT Müstesar yardimcisi Mustafa Arda sirket ortagidir. Horzum’un arasi sadece MIT mensuplariyla ya da generallerle veya sadece savcilarla iyi degil, devletin her kademesiyle çok sicak iliskiler içerisindedir. Emlak Bankasi’nin içini bosaltanda kendisidir. Iran’a silah satip karsiliginda uyusturucu alan Irangate skandalinin da bas aktörüdür. CIAle de iliskisini unutmamak lazim. Bu kadar isi kendi yetenekleriyle yaptigini düsünmek ise fazla saflik olur. Bunlari devlet adina devlet korumasiyla yaptigini bilmeyen yoktur.
Meclis’te bu konularla alakali Arastirma komisyonu olusturulmasi gündeme gelir. 10.01.1989da Meclise basvurulur. Emlak Bankasi’ni soyan Bülent Semilerle, dönemin Maliye bakani Kaya Erdemin, Kemal Horzumla iliskisinin ortaya çikarilmasi istenir. Bu iliskinin yasadisi islerin odak noktasi haline geldigi belirtilir. Horzum’un içinde bulundugu bütün islerin korunup kollandigi anlatilir ve konuyla alakali Arastirma Komisyonu kurulmasi oy birligine sunulur. Kürsüde tartismalar ve açiklamalar olur. Bir MIT raporuna göre Horzumun Karabük Demir Çelik fabrikasini sabotaj düzenledigini ve haksiz kazanç sagladigini, Istanbul Emniyet Müdürü Nihat Gamada ve Mali Sube Müdürü Tahsin Gürdalla siki iliskiler içerisinde oldugu belirtilir. Ünal Erkan’i Istanbul Emniyet Müdürü yapmak istemesi de raporda yer alir. Sadece Istanbul degil Ankaradaki mafya patronlariyla da arasi çok iyidir. Bunlardan bir tanesi de Kürt Ahmettir. 
Kim bu Kemal Horzum? Kara para aklama operasyonun kilit ismi, emekli generaller ve MIT Müstesarlariyla olan ortaklik iliskisi, cuntaci partisinin para kaynagi? Niçin Ünal Erkan’i Istanbul Emniyet Müdürlügü’nün basina getirmek istiyor. Niçin Ugur Mumcu, Bahri Üçok, Muammer Aksoy cinayetlerini ve Özala suikast girisimini arastirmakla sorumlu ünlü DGM savcisi Nusret Demiral(tabi bu davalarin hepsinin sonuçsuz kaldigini ve delillerin üzerinin karartildigini unutmamak lazim.), Horzumun her basi sikistiginda cansiperane Horzumun yardimina kosuyor.
Nusret Demiral’i da unutmamak lazim. Önemli davalarin çogunda yakin çalisma arkadasi da Mehmet Agar'dir Demiral’in. Emekli oldugu gün MDPye törenle giriyor. Sorusturmalarda gözlerin baglanmasini ve daha bebekken el ve ayak izlerinin alinmasini savunuyor ve bunlari Içislerine önermekten geri kalmiyor. Böyle bir kisinin Horzuma bu kadar yakin olmasi niye? Acaba Horzum’un korunmasi da mi devlet isi?
80 darbesinin oldugu yillardir. Asker yönetime el koymus, ülke insani üzerinde baski alabildigine yogunlasmis, on binlerce kisi cezaevlerine hapsedilmis, grevler, örgütlenmeler yasaklanmis, sendikalar kapatilmis,  kanun askerin iki dudagi arasi olmus, kanun maddesiyle, askerlerin yaptiklarini elestirmek dahi yasaklanmisti. Soygun ve talanin hat safhaya çiktigi bir dönemdir. O kadarki Cunta liderlerinden Tahsin Sahinkaya dünyanin en zengin 5 generalinden biri haline gelmistir. Tam bu siralarda Kemal Horzum’un adi tekrar ortaya çikar. Bir içki âleminde Yarbay Kürklü adli kisinin koma halinde hastaneye getirilmesiyle açilan sorusturmanin ucu Horzum’a kadar dayanmistir. Yine içki âlemindekilerden biride Feyyaz Aker’dir. Üzerindeki belgelerden ve ifadesinden Horzum’la birlikte hayali bir sirket kurarak demir kaçakçiligi yaptigi ortaya çikar. Horzum her tarafta aranmasina ragmen bulunamaz. Tam bu sirada Nesret Demiral devreye girer. Emniyete telefon açarak Horzum dosyasini istetir. Ne hikmettir ki Demiral’in dosyayi istettigi gün Horzum otaya çikar. Savciliga gidip aranmasi kalkmistir seklinde bir belge alarak elini kolunu sallaya sallaya savciliktan ayrilir. Belgelerin kesinligine ve hatta en yukari yer olan MIT raporundan demir kaçakçiligi yaptigi kesinlesmesine ragmen Horzum’â dava açilmaz.
Horzum’un daha öncede belirttigimiz gibi tek yakin iliskiler içerisinde oldugu kisi Demiral degildir. 80 cuntasinda, sivil yönetime geçis izni askerlerin elindedir. Seçime girmek isteyen sivil partilerin tamaminin, cuntanin onayini almasi gerekirdi. Cuntacilarin seçilmesinin kesin olarak gördükleri partinin basinda emekli Orgeneral Turgut Sunalp’in MDPsi vardi. Sikiyönetim komutanliklari da yapmis Sunalp tam cuntacilarin aradigi türden bir idareciydi. Ziverbey Köskündeki sorgulamalari hiçbir zaman reddetmeyen Sunalp seçimi kazansa nasil bir sivil yönetim olusturacagini gözler önüne seriyordu. 3 Kasim 1985’te Nokta dergisinde Sunalp aynen sunlari söyledi
"Bir adama copla iskence yapilsa, ardindan intihar etmesi gerekir. Etmediyse, ya o sahsiyetsizdir, her sey yapilabilir, ya da yalan söylüyordur. Yine bir kiza copla tecavüz edildigi id­dia edilmistir. Tas gibi delikanli oglanlar var elimizde, yirmi ya­sinda, yirmi bir yasinda. Yani kalkip bir kiza bu yoldan isken­ce yapacaksa, copa müracaat etme ihtiyacini hisseder mi?"
Iste böyle bir adamdir Sunalp. 80 cuntasinin, sivil yönetim kanadina geçecek olan Sunalp, yeni parti kurma çalismalarinda ki en yakin ortagi Horzumdur Yillar sonraki bir demecinde Horzum’u ne kadar sevdigini söyleyecektir.
MIT’çilerin, emekli generallerin ve Emlak Bankasi yöneticilerinin Horzum’un sirketlerinde yönetici olmasi dikkat çekicidir. Horzumun en çok tartisilan yönlerinden bir tanesi de Emlak Bankasi’ndan aldigi kredileri geri ödememesidir. Ise biraz tepeden ve ciddi olarak bakilinca anlasiliyor ki Emlak Bankasi dolandiriciligi basit bir dolandiricilik degildir. Emlak bankasi devletin yasadisi operasyonlarini yürüttügü bir nevi gizli kasa görevini görmektedir. Bankanin, yurtdisina havale ettigi paralarin, kimler adina havale edildiginin ögrenilememesi, bu bilgiler gizli bilgidir, devlet sirridir gibi kiliflarin arkasina saklanarak örtbas edilmesinin bir sebebi de budur.
Meclis Arastirma Komisyonu bu olayda da, tipki diger olaylarda oldugu gibi üzerine düseni yapmistir. Yine hayali ihracattan kara para aklamaya, suikastlardan her türlü pis isin arkasindaki gücü arastirmaya kalincaya kadar tüm vazifesini yerine getirmistir. Toplumda olusan sert tepkileri yumusatmak, eritmek ve dagitmak için üstüne düseni fazlasiyla yapmistir. Sonuçta da kimsenin tatmin olmayacagi bir rapor hazirlanmistir. Ve her zaman oldugu gibi rapor görüsülemeden meclis tatile girmistir. Ve böylece bir Arastirma Komis­yonu raporu daha Meclis'in tozlu raflarina kaldirilmistir. Üstelik bu raflardan bile Horzum Komisyonu raporuna ulasmak kolay olmamistir.
FAILI BELLI OLAN CINAYETLERIN MEÇHUL KILINISI
Bu bölümde devlet içerisindeki yasadisi olusumlari, kontrgerillalari ve yaptiklarina söyle bir göz gezdirelim. Faili Meçhul cinayetleri arastirmak için Meclis yeni bir arastirma komisyonu olusturur. Bu komisyon 3–4 kez süre uzatarak 20 ay süreyle sorusturmayi yürütür. Tabi her zaman ki gibi Meclis tatile girer ve raporlar, meclisin tozlu raflari arasinda yerini alir.
Faili meçhul cinayetlerin sayisi 15 bini bulmustur. Bunlarin hiçbirisinin faili bugüne dek bulunamamistir. Aslinda bu kadari bile devlet içerisinde bulunan gizli örgütlenmenin gücünün boyutunu göstermek için yeterlidir. Cinayetlerin çogu Güneydogu bölgesinde yer almaktadir. Ancak arada bazi büyük sehirlerde de infazlar yapilmaktadir. Ama daha çok dogudaki Kürt muhalifler hedef alinmaktaydi. Bu olaylar okadir asikârdi ki, Susurluk Komisyonunda ifade veren bir astsubayin ifadesinde “istihbarat timleri gece listeyi alir, sabahta infaz timleri bunlarin isini bitirirdi der. Susurlukta, devletteki bu örgütlenmeyi görmek, kontrgerillalarin olusumunu anlamak daha kolay bir hale geliyordu. Gerçi kontrgerilla olusumunu daha önceki faili meçhul cinayetleri arastirma komisyonunda da izine rastlamak mümkündür.
Sistem varligini devam ettirebilmek için her yola basvuruyordu. Devlet için, mantigiyla, silah kaçakçiligindan uyusturucu kaçakçiligina, infazlardan her türlü pis is yapmak mubah sayiliyordu. Sözüm ona meclisteki tüm partiler faili meçhul cinayetleri arastirmak için el ele veriyor, lakin komisyonun raporuna sonunda imzalayacak bir tane adam bulunamiyordu. Zaten is yapamayacaklarini en bastan belirtiyorlardi. Raporda meclis iç tüzügünün 103. maddesine göre meclis sinirli yerlerden bilgi isteyebiliyordu. Mesela askeriyeden bilgi istenemiyordu. Yine 3. sahislarin ifadesine basvurmak için bir yaptirimi yoktu. Kisi isterse ifade verebiliyordu. 103. maddeye göre devlet sirri ve ticari sir sayilan konularda da bilgi istenemiyordu. Bu sebeple Horzum’un cebine giren paranin hesabini kimse soramiyordu.
Meclisin bu konudaki kisitlanmalari sadece bu kadarda degildir. DGM savcilarindan, Muammer Aksoy ve Bahri Üçok cinayetlerinin dosyalari istenmis, fakat DGM savcilari bunlari gönderme tenezzülünde bile bulunmamislardi. Olanlar sadece DGM’yle de sinirli degildi. Meclisteki bürokratlar dahi sorusturmanin sonuca ulasmamasi, sorusturmanin yavaslamasi için ellerinden geleni yapiyorlardi.
Arastirma Komisyonunun raporunda ortaya çikan bir ilginç ayrinti ise, devlet, istedigi kisiyi silahlandirmasidir. Hatta bu yolda, altinda Mehmet Agar’in imzasiyla silah tasima belgeleri verilmektedir. Kendisine soruldugunda da devlet için yaptim cevabini vermektedir. Devletin Emniyet teskilati, JITEM ve hatta yetkisiz kisiler bile devlet adina halka iskence yapmakta, her türlü sikintiya maruz birakmaktaydi. Bunlar raporda belirtilmekle birlikte ayni zamanda üstü kapatiliyordu. Güpegündüz islek caddelerde insanlar öldürülüyor, hatta konuyla alakali ifade verenler ertesi güne cinayete kurban gidiyorlardi. Bazi yetkililer konuyla alakali bildiklerini anlatmak istediklerinde, ertesi gün görevlerinden aliniyorlardi.
Bir jandarma yüzbasisi sirf bu yüzden SHPli komisyon üyesini öldürmek için tetikçi tutuyor. Bütün bunlar bir sekilde kayda aliniyor. Bu suçüstü hali ispatlanmasina karsin meclis yüzbasinin ifadesine basvuruyor ve kovusturmaya gerek yoktur seklinde bir rapor hazirliyor. (buda baskilardan dolayi bir basvurma). Yüzbasinin ifadesinde ilginçtir. Ben o kisiyi öldürmek istesem bunu 16 yasindaki bir çocuga degil kendim yaparim diyor ve bu ifadesinden suçsuz oldugu ortaya çikiyor.
Yine baska bir örnekte; Musta seyir halinde olan bir minibüs durduruluyor. Minibüsten 5 kisi aliniyor ve askeriyeye götürülüyor. Ertesi güne 5’inin cesedi ortaya çikiyor. Askeriye biz öldürmedik emniyet öldürdü diyor. Emniyette asker öldürdü diyor. Dikkat edin kimin öldürdügü çok önemli degil iki kurumdan birisi sorgusuz sualsiz 5 kisi öldürüyor ve bunu pervasizca yapiyor. Sorgusuz sualsiz derken sorgu görüyorlar tabi. Adamlarin cesetlerindeki iskence izlerinden anlasiliyor. Devletin yetkili birimleri bu isi o kadar pervasizca yapiyor ki hapishanelerden tetikçileri çikariliyor, ellerine silah verip adam öldürtülüyor, uyusturucu kaçakçiligi yaptiriliyor ve bunu yapan tetikçilerde askeri lojman ya da polis lojmanlarinda kaliyorlardi.
Kontrgerillalarin pek çogu hapishanelerden alinan kisilerden olusuyordu. Psikopattan daha iyi kontrgerillacimi olur. Bunlar haraç almaktan, uyusturucu kaçirmaya, gasp yapmaktan, araba çalmaya, adam soymaya, adam öldürmeye kalincaya kadar her isi yapiyorlardi. Bu kisiler hapishanelerden itirafçi olarak çikariliyorlardi. Lojmanlarda, askerlerle polislerle ayni ranzalari paylasiyor, ayni asi yiyor, ayni tastan su içiyorlardi. Bu kisiler devlet adina devletin her türlü pis isini yapiyordu. Bunlar zaten reddedilmiyor da, hatta açik açik savunuluyor. Gerçi daglarda yol gösteriyorlar, bildiklerini anlatiyorlar gibi savunmalari var yetkililerin ama itirafçilarin kendi agizlarindan edinilen beyanlarda ne is yaptiklarini itiraf ediyorlar. Bir ayrintiyi daha söylemeden geçemeyecegim. Itirafçilarin hapishanelerden disariya çikarildiklarinda, maksimum disarida kalabilecekleri süre 15 günü geçemiyor. Ama bunlarin hapishane falan gördükleri yok.
Korucularin da devletin yasadisi islerini yapmakta kullanildigini görmekteyiz. Bunlar, belgelerle açik seçik ortaya konmustur. Korucular, itirafçilar, asker polis el ele, her türlü yasadisi isi beraber yürütmektedirler. Bunlardan devletin cumhurbaskani dâhil her türlü yetkili organin bilgisi dâhilinde yapilmasi bile isin ne vahim durumlarda oldugunu gözler önüne sermektedir.
Evet, bu örgütlenmeyi kuranlara göre, Kontrgerilla Türkiye’deki savasin (kendi söylemleriyle düsük yogunluktaki çatisma) kazanilmasi için elzem bir faktördür. Bunun bir kanadini silahlar bir kanadini psikolojik harekât olusturur. Kisacasi su ana kadar olanlar gösteriyor ki Devleti âliyenin bekasi için her yol mubahtir. Tarihsel süreç içerisinde bu örgütlenmeler bir anda ortaya konulmus olusumlar degildir tabiî ki de. Zaman içerisinde belli ülkelerle mutabakatlar içersinde olusturulmus bir yapidir. Bu tarz olusumlar farkli zamanlarda dünyanin her yerinde mevcuttur. Bu güç o zaman vardi. Simdi ise terimleri ve söylemleri degisse de, olaylar farklilassa da, varliginin sürdürülmesi için çokça çalisiliyor.
TOPLUMDA INFIAL YARATACAK BIR EYLEM ÖRNEGI: UGUR MUMCU SUIKASTI
14 Ocak 1993 günü gazeteci yazar Ugur Mumcu Ankarada arabasina binerken büyük bir patlama olur. Civardaki evleri sallayan bu patlama, kisa sürede pek çok yetkilinin oraya gelmesine sebep olur. Deliler pek çok kisinin ayagi altinda kaybolurken, Nusret Demiral’in da sorusturmaya el koymasiyla delillerin geri kalan kismi da süpürülüp gider. 27 Ocakta yüz binlerin katildigi bir tören düzenlenir. Devletin tüm yetkilileri törendedir. Ilk olarak bu isten seriat yanlisi kisiler ve Iran sorumlu tutulur. Kimisine göre de bu kontrgerilla isidir. Ülkede birlik çagrilari yapilir. Dönemin Genel Kurmay Baskani da yargiya “asker sizin arkanizdadir.” Olayin aydinlatilmasi için ne gerekiyorsa yapin mesaji verir. Bu destek mesajlari pek çok kurumdan gelmeye de devam eder. Asker-sivil seriat karsiti mesajlar verir. Zaten birkaç ay sonra olan Sivas katliamiyla birlikte laikçi-seriatçi kutuplasmasi uç noktaya varir.
Seriata karsi olan bu birlik havasini, Susurluktan sonrada, Aczmendi tarikati lideri Müslüm Gündüz’ün Fadime Sahinle basilmasi sirasinda da görecegiz. Bu olayla birlikte Seyh Ali Kalkanci’nin foyasi meydana çikacak ve devam eden süreçte Genel Kurmay önderliginde Refah Partisi Hükümeti alasagi edilecektir.
Ugur Mumcu suikastini kimlerin isledigi bugüne kadar aydinlatilamasa da asil sorulmasi gerek sorunun, cinayet kimlerin isine yaradigi sorusudur. Bu soru cinayeti isleyenlerin kimler olacagi hakkinda fikir vermesi bakimindan önemlidir. Cinayetten sonra sokaklara tasan tepkiler, temiz toplum çagrilari ve sürekli aydinlik için bir dakika karanlik eylemi gibi faaliyetlerle, seriata karsi ve devaminda da Refah Partisine karsi bir eyleme dönüsgünü görecegiz.
80 öncesi CIA’ in yapmis oldugu arastirmada Maras ve Çorum katliamlarin da Kontrgerilla tipi örgütlenmelerin parmagi açikça görülmüstür. Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi kimlik çatismalarinin, cuntacilarin darbe yolunda, ülkeyi kizistirmak için attiklari faaliyetler arasinda önemli bir yer tutugu bilinmektedir. Bu son dönemde, Laik-seriatçi ayrimi seklinde kendisini göstermektedir. Bu yapay ayirma faaliyetlerini, Ugur Mumcu cinayeti çerçevesinde ele aldigimiz da, suikasttan en çok zarar gören kesimin Islami çevre oldugu, kâr eden ise Laik söylemler yapan kisiler ve Genel Kurmay oldugunu görecegiz. Seriat ve Iran aleyhine olusturulan bu tepkiye biraz yakindan batkimizda Amerika’nin da politikalariyla birebir örtüstügünü görmekteyiz.
Bir süre süren arastirmadan sonra cinayeti Iran yanlisi Islami Hareket Örgütünün isledigi söylendi. Gözaltina alinan örgüt üyelerine bu ad polis tarafindan konulustu. Aslinda gözaltina alinan üyeler Hizbullah üyesiydi. Hizbullah ise devlet tarafindan örgütlenen, Güney dogudaki Kürt Muhaliflere yönelik faali meçhul cinayetler islettigi bir olusumdu. Gözaltina alinan kisiler, Iran’i hedef alacak baglantida yerleri adres göstertiliyordu. Sorusturma çok çabuk kapatilmaya çalisiliyordu. Hatta bir görgü tanigi ertesi güne faili meçhul bir cinayete kurban gidiyordu. Sorusturmayi fazla uzatmamak lazimdi. Yoksa sorusturma derinlestikçe devlet yetkililerinin baglari ortaya konabilirdi. Amaca hizmet etmeyecek gelismelerin önüne geçmek için, sorusturma sis perdesinin arkasinda kaybolup gitti.
SUSURLUK'TAKI MERCEDES'TEN TÜRKIYE'NIN DÖRT BIR TARAFINA YAYILAN ÇETELER
Susurlugu diger olaylarindan ayiran en önemli faktör, devlet içerisinde ki örgütlenmenin gözler önüne serilmesidir. Olaylar o kadar ayyukadir ki geçistirilmesi, üstünün kapanmasi pek mümkün degildir. Yillar içerisinde olan pek çok parça parça olay, susurlukla birlikte tek bir bütün halinde görülmektedir. Araçtaki kisiler, devlet içerisinde ki çarpik iliskilerin ne denli büyük oldugunu gösteren bu kaza hemen meclis gündemine alinmaktadir. Meclise alelacele tasinmasinin sebebini olayin üstünü biran önce örtmek oldugu daha sonra anlasilmaktadir. Ama bu kadar çabaya ragmen çetelerin meclisle olan baglantisi gizlenememektedir.
Pek çok suçüstü olayda da oldugu gibi Meclis hemen, Arastirma komisyonu kurulacaktir. Yükselen tepkileri biran önce bertaraf etmek, saibeli iliskilerin Meclise kadar ulastiginin üzerini örtmek için, Meclis her iddiayi titizlikle arastiriyor, karanlikta hiç bir sey kalmayacak propagandasi yürütmek için kurulan bu Arastirma Komisyonu ileride çikabilecek pek çok kirli iliskinin üzerini örtmek içindir.
Kurulan Arastirma Komisyonu, Meclis onayini aldiktan hemen sonra belgeleri incelemeye, kisileri dinlemeye koyulur. Tabi daha önceki Arastirma Komisyonlarinda oldugu gibi, Komisyon herkesi dinleyemeyecek, çagrilan kisiler gelmeyecek, istenen belgelere devlet sirri ticari sir gibi kiliflar bulunarak ulasamayacaklardir.
Tabi saklanamayan bazi gerçeklerde vardir. Mesela Mercedes içerisinde çikan 22 kalibrelik Barette. Suikast silahi olarak bilinen bu tabanca emniyete soruldugunda ilk olarak bizim envanterimizde yok denilmistir. Ardindan Israil Emniyeti tarafindan bize hibe edildi denilmistir. Ardinda da bu silahlar Özel Harekâta verilmistir, denmistir. Özel Harekât silahlarin envantere kaydini gösterememistir. Tabi silahlarin kimin oldugu bir yere, Israil Emniyetinin de bu silahlari niçin bizim güvenlik güçlerine verdikleri de isin ayri bir boyutudur.  Birde seri numarasi silinmis Irak yapimi bir silah vardir arabada. Seri numarasi silindigi için o silah pek rabet görmemistir. Bu çikan silahlar özel operasyon silahi olarak, Özel Harekât Dairesinin ihtiyaçlarini karsilamak üzere alinmaktadir. Peki, niçin bu silahlardan bazilari Susurluk Mercedes’inin içerisinde çikiyor. Diger silahlar nerede hangi operasyonlarda kullanilmistir. Hangi faili meçhul cinayetler bu silahlarla islenmistir. Bunlarin cevaplari bilememektedir. Bu silahlari satan, Özel Harekât timlerimizi egiten güçte çok enteresandir. Birçok konuda oldugu gibi Israil bu egitimi, bu silahlari seve seve vermektedir. Görünürde de hiçbir para almamaktadir. Tabi bunun böyle olmadigi sonradan belgeleniyor. Fakat ödemenin kimin yaptigi bilinmiyor. Buda sunu ortaya koyuyor bu ödeme ya örtülü ödenekten, ya da uyusturucu ticaretinden finanse ediliyor.
Bu arada Arastirma Komisyonu topladigi bilgiler kadariyla arastirmalarini sürdürmektedir. Kazadan sonra pek çok devlet yetkilisi araçtaki kisilerin tesadüfî sekilde bir arada olduklarini söylemektedir. Tabi bu açiklamalar kimseyi tatmin etmemektedir. Haksizda degillerdir. Çünkü Arastirma Komisyonunun hazirlamis oldugu raporda, aracin içindekilerin iliskilerini bir kontra hücresini tanimlar gibi tarif etmis ve araçtakilerin silahli bir eyleme gitmekte olduklarini raporunda belirtmistir. Rapor da katlim sanigi Çatli’nin kendisini yakalamakla görevli bir Emniyet yetkilisi ve birde milletvekiliyle, araçta bulunan gizli operasyon ve suikast silahlariyla birlikte, sahte plakali bir araçla ve bolca sahte belgeyle çiktiklari yolculugun masumane bir yolculuk oldugunu düsünmek pekte normal degildir. Rapor da ayrica bu yolculugun Özel Harekât Dairesi Baskani Ibrahim Sahinin bilgisi dâhilinde yapildiginin ve raporun sonunda da araçtaki kisilerin silahli bir eylem için bir arada bulunduklarini açikça belirtmektedir.
Raporda ayrica devlet menfaatleri için kurulmus bazi örgütlenmelerin bir süre sonra kendi çikarlari için hareket ettiklerini, bu olayin kendi arlarindaki gövde gösterisi de olabilecegi belirtilmistir. Adi her ne olursa olsun. Ister devlet çikari, ister örgütlenmelerin kendi aralarinda veya kendi içlerinde ki çekismeleri olsun. Sonuç itibariyle devlet hem maddi hem manevi yönden pek çok defa deformasyona ugramistir. On bes bin civarinda faili meçhul cinayet islenmistir. Bu düzene çomak sokmak isteyenler ya öldürülmüs ya da farkli sekiller de susturulmustur.
Tarihsel süreç içerisinde bütün bu gelismeler, ülkemizi hukuk devleti yapisindan uzaklastirmis, ortaya çikan örgütler, devletteki yandaslariyla beraber, kendilerine menfaat saglamak için her türlü yola basvurmustur. Olaylarin bu sekilde gelismesi tesadüfî degildir. Kurulan arastirma komisyonlarina bilgi vermeyen, devlet sirri gibi kiliflarin arkasina saklanan yetkili kisi ya da kurumlar bu sürecin hizlanmasina katkida bulunmustur. Arastirma komisyonu istedigi bilgileri alamadiklari için, hazirladiklari raporlarin sonuç kisminda; devlet sirri kavramina bir sinirlandirilma getirilmesi, istenen kisiden ifade alinabilecek kanun maddelerinin hazirlanmasini önermistir. Ayrica kisilerin mal beyaninda bulunmasi, devlet yapisinin tekrardan düzene sokulmasi ve mafya, uyusturucu kaçakçiligi, kontrgerilla gibi her türlü yasadisi, illegal olusumlardan arindirilmasi için önlemler alinmasini istemistir. Olaganüstü Halin kaldirilmasi, dogunun ekonomik ve sosyal yönden gelismesine hiz verilmesi, Arastirma Komisyonlarina daha bir islevsel hale getirilebilmesi için görev sürelerinin uzatilmasi, yetkilerinin artirilmasi, kumarhanelerin kapatilarak kara para aklamanin önüne geçilmesi konusunda devletin çalisma yapmasini önermistir.
 
Bu önerilerle birlikte rapor tamamlanmistir. Uzun süren çalismalar, dinlenen onlarca telefon, incelenen binlerce belgeden sonra, Susurluk Arastirma Komisyonu raporunu tamamlar. Sonuçta da bir süre sonra rapor, Meclisin tozlu raflari arasinda kendine yer bulur. 

Benzer Kitaplar