Yazar; Birlik beraberligin ehemmiyetini, farkliliklarin zenginlik olarak ele
alinmasi gerektigini, toplum içerisinde zararli olarak addedilen veya marjinal düsünce
yapisina sahip sahis ve gruplarin ötekilestirilmemesini, ülkelerin en önemli zenginliginin egitimli, insiyatif
kullanabilen insan potansiyeli oldugunu ifade etmekte bu durumu Kucakayici Vizyon
olarak tanimlamaktadir.
Türk kimligini etnik kimlik olarak degil Anadolu’da tarih, kültür ve kader birligi yapmis bir arada yasayan insanlar olarak
tanimlamakta, tarihin hiçbir döneminde Türk Milletinin etnik milliyetçilik
yapmadigini, tüm insanliga Islam ahlakina dayanan sevgi ve hosgörü ile baktigini ifade etmekte, Türkiye
Cumhuriyeti’ni Osmanli Imparatorlugunun mirasçisi
olarak görmekte,
Balkanlardaki,
Kafkaslardaki, Orta Asya'daki, Orta Dogu'daki Çeçenistan'daki gelismelerin
bizi yakindan ilgilendirdigini dile getirmektedir.
Günümüze kadar ülkemizin politikasini belirleyenlerin, toplumun deger yargilarini hassasiyetlerini gözetmeden yönlerini sadece batiya dönerek politika
belirlediklerini, bu iradeyi ortaya koyan zihniyetin degisim ve dönüsüme ayak uydurmalari, yurtta ve
dünyada barisin önünü açmalari gerektigini degerlendirmektedir.
2007 Genel seçimlerinden alinacak dersleri 6 baslik altinda degerlendirmekte, ilk olarak Türk halkinin gelenegini
bozmayarak, anti demokratik egilimleri, bu egilimleri mesrulastirmaya çalisanlari, yandaslarini
cezalandirdigini ve magdur gördügü kesimi de
yalniz birakmadigini, ikinci
olarak, sonuçlar ulusal dogrulari inkâr
edenlerin, ülke insani ile barisik olmayan,
onu hor, hakir, bilgisiz gören, tepeden bakan seçkinci bir anlayisin basarisizliga mahkum
oldugunu, üçüncü olarak, artik Türk
insaninin partileri takim tutar gibi tutmadigini, rasyonel,
akilci davrandigini dördüncü
olarak, halkin kavgaci siyaseti cezalandirdigini Bu baglamda Atatürk'ü, Milliyetçiligi, Kurtulus Savasi'ni, Çanakkale
Savasi'ni hatta Islam'i istismar
eden fanatik kesimlerin halk tarafindan tasvip edilmedigini,
toplumu gruplara, kompartimanlara ayirmayi amaçlayan
radikal akimlara prim vermeyecegini ve bundan sonra da halk
tabani olmayan bu hareketlerin halk tarafindan dislanacagini ortaya
koydugunu, besinci
olarak, fizik kanunlari kadar açik olmasa
da, sosyal iliskilerde kucaklayici vizyonunu kazandigini, dislayici vizyonun
kaybettigini. bu baglamda isçisi, köylüsü, fakiri, zengini
ile ayni masada oturabilen, ayni tastan çorba içebilen zihniyetin kazandigini, sirça
saraylardan halka bakan, kendini halkin tarihinden, degerlerinden
soyutlayan zihniyetin kaybettigini, altinci olarak, Türkiye'de neredeyse her kesimin,
ekonomideki, siyasetteki istikrarin devamini istedigini ve 2002
öncesinde Anayasa'nin firlatilmasi ve takip eden krizler gibi yeni maceralara
atilamayacaklarini ortaya koydugunu ifade etmektedir.
Demokrasi’lerde
yönetimin kaynaginin halk oldugunu, önemli
gelismelerde halkin iradesinin ortaya konulmasi noktasinda
Referanduma gidilmesinin Demokratik bir tutum oldugunu, 12 Eylül 2010
tarihinde yapilan referandumda bireysel hak ve özgürlükler ile
ilgili olarak yeni haklarin saglandigini, Yargi
ile ilgili önemli düzenlemelerin getirildigini, HSYK ve Anayasa Mahkemesi
ile ilgili yapilan degisikliklerle yargi bagimsizligi ve tarafsizliginin saglanacagini, bu
kurumlarin daha demokratik bir sekil alacagini, Anayasa
Mahkemesine bireysel basvuru hakki getirildigini, darbe
yapanlarin yargilanmasinin saglandigini, Askeri
Mahkemelerin görev alanlarinin daraltilmasi ve daha bagimsiz
olabilmeleri baglaminda düzenlemeler
bulundugunu, çalisma hayati ve ekonomi ile ilgili bazi
yenilikler getirildigini dile getirmektedir.
Referanduma
"evet" demenin, "Anayasa'yi hukuk devletinde, demokrasilerde
halk yapar darbeciler degil" anlamina geldigini, Referandumda
"hayir" demek ise ben bunlarin hiçbirini, demokrasiyi, hukuk
devletini, yargi bagimsizligini önemsemiyorum
ve istemiyorum anlamina gelecegini, Referandum sonucunda BDP ve MHP’nin kaybedecegini, BDP’nin söylemini
bölgedeki magduriyete, devlet eli ile yapilan yanlislara, anti
demokratik uygulamalara, hukuk devletindeki zafiyetlere, parti kapatmalarina, faili
meçhullere dayandirdigini fakat referandumu boykot
etmenin tezat teskil ettigini, MHP’de taban ile tavan arasinda uyum sorunu
oldugunu, MHP tabaninin CHP çizgisinde
onlarla omuz omuza görüntü vermesini içine
sindiremedigini, CHP’nin ise zaten statükoyu temsil ettigini bu baglamda
kaybeden olmayacagini fakat degisim ve
yenilik iddiasinda olan Kiliçdaroglu’nun uzun
vadede genel baskanliginin
sorgulanacagini, DP'nin ise Türk siyasi
hayatinda etkin olamayacagini belki de
tamamen silinecegini, basta Ak Parti olmak üzere, Saadet
Partisi, Büyük Birlik Partisi, dogru yerde, demokratiklesme ve hukuk
devleti savunuculugu konumunda bulunmalarindan
Referandumdan kazançli çikacaklarini degerlendirmektedir.
Kamuoyunda
Ergenekon süreci ile ilgili dezenformasyon sürecinin yasandigini, Yargi
kurumlarinin AK Parti aleyhine karar verdiginde, Yargi Bagimsizligi ve Tarafsizligindan ve
karara saygi duyulmasinin söylendigini,
sözkonusu Ergenekon operasyonlari oldugunda Polis ve Yargi kurumlari üzerinde saibe olusturulmaya çalisildigini, yargi
kararlarinin sorgulandigini, iddia
edilen Ergenekon Terör Örgütünün uzun yillar farkli sekillerde
devlet kurumlarina nüfuz ettigini, Iddia edilen
örgütün çogu kutsali
kullanarak büyük bir kesimi etkisi altina almis olma ihtimalini, bu nedenle genis bir sempatizan
kesimin oldugunu, demokraside mesruiyetin, gücün kaynaginin halk oldugunu, halktan mesruiyeti alip, halk
adina halkin yönetilebilecegini, kendilerini halkin üstünde
konumlandiran halki cahil, bir sey anlamaz,
yigin ve sürü olarak tanimlayan zihniyetin
halkin iradesinin yönetime dahil olmasini hazmedemedigini dile
getirmektedir.
Ülkemizin
siklikla darbeleri, muhtiralari, darbe tesebbüslerini yasadigini, Balyoz, Ay
Isigi, Kafes, Sarikiz gibi
adlarla anilan darbe planlarinin ciddiyetini, bu tür yaklasimlar karsisinda yetkili
kurumlarin geregini yapmasini, darbe
planlarinin tüm milletimize karsi oldugu, bu
nedenle siyasi fark gözetmeksizin tüm
kesimlerimizle ortak tavir alinmasi gerektigini, darbe
planlarina karsi;
Yargi Bagimsizligi ve tarafsizligi ile
demokrasi ve insan haklarinin tesis edilmesini, güçlü bir istihbarat ile darbeci
zihniyetin her kurumda tespit edilebilecegini, dis baglantilari, illegal
örgütlerle bagi ortaya çikarilabilecegini, Türk
Silahli Kuvvetlerinin kendisini tekrar verimlilik, seffaflik, hesap verebilirlik, demokrasiye baglilik gibi farkli
açilardan öz elestiriye tabi tutmasi gerektigini, TSK'ya asli vazifesi disinda
yükler yükleyen ihtilal dönemi hukuk kurallarinin ortadan
kaldirilmasini, cuntaci zihniyetin istismar ettigi tüm toplumsal, ekonomik
sorunlarin çözülmesini, demokratik reformlarin yapilmasini, mezhepsel kutuplasma, etnik
kutuplasma, ideolojik kutuplasma ve bölücülügün ortadan
kaldirilmasini ifade etmektedir.
Terör
sorununun ülkemizin milli bir sorunu oldugunu, PKK’nin ilk saldirilarini 1984 yilinda baslattigini ve günümüze kadar
devam ettigini, bu uzun sürede farkli partilerden birçok hükümetin isbasina geldigini fakat
teröre bir çare bulunamadigindan Türkiye
2011'de hala terörle mücadele etmeye devam ettigini, 1999 yilinda
Öcalan'in yakalanmasi terör saldirilarinda duraklamaya neden olsa da, terör
örgütünün yeni stratejilerle evrilerek yoluna devam ettigini ve
yaptigi saldirilarla yok olmadigini gösterdigini, örgüt
Marksizm ile basladigi yoluna
etnik milliyetçilik ve halk ile barisabilme baglaminda Islam'i da
kullanarak devam ettigini beyan etmektedir.
Terörle
mücadelede, alisilagelmis sert güç yöntemi disinda, yapilacak
sosyal, ekonomik, hukuksal reformlarla sorunun çözülebilecegi inanci ile
"Kürt Açilimi",
"Demokratik Açilim", "Milli Birlik ve Kardeslik"
isimleri ile anilan bir projenin uygulamaya koyuldugunu, bu cesur projeyi AK Parti hükümetinin bedellerini
göze alarak ortaya attigini ve
uygulamaya koydugunu, bu açilimi toplumun büyük kismi desteklese de,
muhalefet partilerinin pozitif elestiriler yaparak projeye katki yapamadigini, fakat her
seye ragmen adimlar atilmaya, reformlar gerçeklestirilmeye
baslandigini dile
getirmektedir.
Artan terör
saldirilarinin Türkiye'deki iktidari yipratarak istikrarsizligi, kaosu
hedefledigi, demokratik açilimi, Anayasa
reformu basta olmak üzere demokratiklesmeyi engellemeye çalistigi, muhtemel
bir darbe için kasitli yada kasitsiz zemin
hazirlanmaya çalisildigi, Türkiye'nin dünyadaki
imajina itibarina zarar verildigi, Türk dis politikasinin
önü kesilip dikkatinin içeriye çekilmeye çalisildigini degerlendirmektedir.
PKK Terör
örgütünün homojen bir yapiya sahip olmadigini, Öcalan’in da örgütte tek
hakim olmadigini, örgüt içerisinde
baris ve savas yanlisi farkli seslerin
bulundugunu, bir yandan demokratik açilim kapsaminda sosyal,
kültürel ve ekonomik yaklasimlar
benimsenirken diger yandan güvenlik boyutu ile mücadelenin
yürütülmesi gerektigini ifade etmektedir.
Demokratik
açilimin ve diger iç politikadaki ve dis politikadaki açilimlarin basarisi için
demokrasi ve hukuk devletinin olmazsa olmaz bir sart oldugunu, temel
sorunun mesruiyetin kaynagi olan halkin
temsilcilerinin tam iktidar olamamasi, devlet aygitina hukuk devleti
çerçevesinde hükmedememelerinden kaynaklandigini, birinci sinif Batili demokrasi modellerine
uygun bir sekilde gerekli düzenlemelerin yapilmasinin,
Türkiye'deki demokrasinin evrensel standartlara yükseltilmesinin sart oldugunu, bu
temel sorunun diger sorunlarin çözümü için ön sart oldugunu aksi
takdirde, iç ve dis politikadaki açilimlarin tam basariya ulasmasinin zor
oldugu gibi zaman içerisinde sabote edilmeleri,
kesintiye ugratilmalarinin da
ihtimal dahilinde bulundugunu,
Tüm vatandaslarda insan
haklari, demokrasi, hukuk devleti bilincinin yerlesmesine
yardim edilmesi gerektigini, vatandaslar kendilerini siyasi platformun neresine
koyarlarsa koysunlar, kendilerinin bir bütünün parçalari olduklarini idrak
etmesi gerektigini, biz kaç kisiyiz degil, biz bir aileyiz diyebilme bilincinde olmasini,
Eger Türkiye
demokrasisini evrensel standartlara çikartabilirse, hayat standartlarini Avrupa
standartlarina çikarmis, teknoloji üreten, devlet halk kucaklasmasini saglamis, cazibe ve
caydiriciligi olan saygin küresel bir güç olmus Türkiye'nin
ön kosulunu saglamis olacagini,
Kisacasi,
bölgede ve dünyada baris olacaksa, Türkiye bu açilimlari dikkatli
bir sekilde gerçeklestirmek, iç
ve dis politikada kangren olmus sorunlari çözmek, halkini farkli
kesimleriyle ve devletle kucaklastirarak, bünyesini güçlendirmek
ve bu sorunlu bölgede saygin, bölgede ve dünyada sözüne itibar
edilen, cazibe ve caydiriciligi olan bir ülke olmak
zorunda oldugunu dile getirmektedir.
Türkiye'deki
parlamenter sistemde devletin daha zor yönetildigini, daha bürokratik ve daha
fazla manipülasyona açik hale geldigini, Baskanlik siteminin daha etkin, daha
dolambaçsiz, daha hizli ve verimli oldugunu, Türkiye'de hangi sistem uygulanirsa uygulansin
biz kimiz sorusu tam cevaplanmadikça, toplumsal realiteler inkar edilmeyip
özümsenmedikçe, halk devlet barisikligi saglanmadikça, devlet
kurumlari arasinda ahenk saglanmadikça, reformlar
tamamlanmadikça, tam demokrasi tesis edilmedikçe, mesruiyetin
kaynagi tam olarak halk olmadikça, yargi bagimsizligi ve tarafsizligi saglanmadikça, vesayetçi zihniyet
ve derin yapilanmalar tasfiye edilmedikçe hiçbir sistemin
bizim sorulanlarimizi kendiliginden çözemeyecegini ifade
etmektedir.
Ögrenci
olaylarinin marjinal gruplar tarafindan gerçeklestirildigi, bu
gruplarin tüm ögrencileri
temsil etmedigini, demokrasi çerçevesinde degerlendirildiginde, ögrencilerin veya baska kisilerin
taleplerini, elestirilerini, protestolarini siddet kullanmadan,
hukukun sinirlari içerisinde ortaya koymalarinin en temel haklari oldugunu, ögrenci
olaylarinda, bazi ögrenci
gruplari siddet kullanmazken, diger bazilarinin siddet kullandigi, Polise
sopalarla saldirildigi, trafigin uzun süre kapatildigi, diger insanlarin
magdur birakildigi bu yaklasimin
demokratik haklar çerçevesinde degerlendirilemeyecegini, ögrencileri yönlendirmeye
çalisan, illegal
örgütlerle baglanti
içerisindeki provakatörlerin hedefinin Türkiye'nin demokratiklesmesi ve
istikrarini kesintiye ugratmak oldugunu degerlendirmektedir.
Sonuç
olarak Idarenin halki yönlendirmesi,
kanalize etmesi gerektigini, halkin önüne bünyesine uygun projeler
koyulmasini, her seyden önemlisi yapilasi gerekenler
listesinin basina, stratejik hedeflerin basina,
"lider", "global bir güç olmus Türkiye" hedefinin
oturtulmasini, hem demokratik, hem ekonomik, hem de dis
siyasetteki dönüsümü devam
ettirip tamamlayacak, kisacasi çag atlatacak
parti ve iktidarlara ihtiyaç duydugunu ifade
etmektedir.
Kucaklayici
Vizyon her seyden önce kendisiyle, ailesiyle, komsusuyla,
toplumuyla komsu ülkelerle ve insanlikla ve
hatta diger canli ve cansiz varliklarla barisik olmayi, yani çevresini
sevmeyi gerektirir. Her seyi bir bütünün uyumlu parçalari
olarak görür. Dünden bugüne, tarih göstermistir ki, kucaklayici vizyonla
bakanlar büyümüsler, güçlenmisler, yönetmisler, saygi görmüsler ve dik
durabilmislerdir. Dislayici-dar
vizyonla bakanlar kendileriyle, komsulariyla, toplumlariyla, dünya ile savasmislar, küçüldükçe küçülmüsler, ne
saygi görmüsler, ne de
onurlu dik bir durus sergileyebilmisler ve üzerlerinden
sikinti hiç eksik
olmamistir. Keske Hrant
Dink'i de kucaklayabilseydik, bardagin dolu tarafina bakip Dink'in
de bu ulusa katki yapabilecegi gerçegini görüp, destegimizi, yönlendirmemizi
bu yönde yapip, enerjimizi bu yönde
harcayabilseydik. Yine de, gecikmis de olsak, kucaklayici bir
vizyonla bakmaktan baska çaremiz yok.
"Ben
kimim?" veya "Biz kimiz?" sorusuna söyle cevap
vermektedir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaslari Osmanli'nin demografik, kültürel anlamda bir minyatürüdür. O büyük
medeniyetin üyelerinin renklerini, sekillerini,
güzelliklerini, özelliklerini yansitmakta,
sembolize etmektedir. Bu bir zafiyet degil, bir güzelliktir, renk cümbüsüdür,
zenginliktir. Büyük ideallerin, akrabaliklarin, dostluklarin sembolüdür. Iste ülkemizde Türk milleti
denildiginde etnik bir grup degil bu renk
cümbüsü, dünden bu güne bir
medeniyetin son halkasi olan Anadolu'yu son siginak olarak
görüp siginan insanlar
kastedilmektedir. Hatta Balkanlarda Türk oldu demek Müslüman oldu anlamina
gelir. Baskalari da, hatta bizi can düsmani olarak görenler de,
bunu kastetmektedirler. Bu baglamda, yine soyutu somutlastirmaya çalisirsak, bizim
milletimiz öyle birçok kenarli elmastir ki, rengini ortak inançtan,
tarihten, ortak ideallerden alir ve bu elmasin birçok kenari bulunmaktadir. Her
bir kenar ise bu bütünün mütemmim cüzleri, yani ayrilmaz parçalari olan Bosnakligi, Arnavutlugu, Yörüklügü, Çerkezligi, Türkmenligi, Lazligi, Kürtlügü, Arapligi, Gürcülügü... temsil
etmektedir. Fiziksel bir dönüsüm degil sanki
kimyasal bir dönüsüm ve etkilesim olmus ve bu
insanlacr ortak inanç ve ideal potasinda bütünlesip bu
milleti olusturmuslardir. Bizim Istiklal Marsimizi baba tarafindan Arnavut, anne tarafindan Özbek olan M. Akif
Ersoy yazmistir. Bizim ahlakimizda etnik milliyetçilik
yapmak, insanlarin seceresini arastirmak yoktur. Islam ahlaki vardir. Bizim içimizde gayrimüslime de yer vardir biz 1490’larda ispanyadan
kovulan Yahudilere kucak açabilmis ecdadin torunlari oldugumuzun farkindayiz.
2007 Genel
Seçimlerinden alinacak dersleri su sekilde ifade ediyor Türk halki gelenegini
bozmayarak, anti demokratik egilimleri, bu egilimleri mesrulastirmaya çalisanlari, yandaslarini cezalandirmis ve magdur gördügü kesimi de
yalniz birakmamistir. ulusal
dogrulari inkâr edenlerin, ülke insani ile barisik olmayan,
onu hor, hakir, bilgisiz gören, tepeden bakan seçkinci bir
anlayisin basarisizliga mahkum
oldugunu göstermistir. Türk insani partileri takim tutar gibi
tutmamakta, sayin Onur Öymen'in iddiasinin tersine rasyonel, akilci
davranabilmektedir. halk kavgaci siyaseti cezalandirdi. Bu baglamda Atatürk'ü, Milliyetçiligi, Kurtulus Savasi'ni, Çanakkale
Savasi'ni hatta Islam'i istismar
eden fanatik kesimlerin halk tarafindan tasvip edilmedigini,
toplumu gruplara, kompartimanlara ayirmayi amaçlayan
radikal akimlara prim vermeyecegini ve bundan sonra da halk
tabani olmayan bu hareketlerin halk tarafindan dislanacagini ortaya
koydu. isçisi, köylüsü, fakiri,
zengini ile ayni masada oturabilen, ayni tastan çorba içebilen zihniyet kazanmis, sirça
saraylardan halka bakan, kendini halkin tarihinden, degerlerinden
soyutlayan zihniyet kaybetmistir. Türkiye'de neredeyse her kesim, ekonomideki,
siyasetteki istikrarin devamini istemis ve 2002 öncesinde Anayasa'nin firlatilmasi ve takip
eden krizler gibi yeni maceralara atilamayacaklarini ortaya
koymuslardir
12 Eylül
2010 tarihinde halkimiz referanduma gitti. Referandumlar temsili demokrasilerin
zorlandiklari çok önemli durumlarda, vatandaslara direk olarak karar alma
mekanizmasinda rol vererek demokrasileri güçlendirmekte,
halki daha duyarli, aktif hale getirmektedirler.
Demokrasilerde mesruiyetin kaynagi, kisi veya bir
sinif olmadigina, halk
olduguna göre, önemli gelismelerde hâkimiyetin
gerçek sahibi olan halka dönülerek kararin onun
tercihine birakilmasi anlasilabilir ve
demokratik bir durumdur. Bu nedenle referandumlari küçümsemek
demokrasiyi küçümsemek, demokrasiyi küçümsemek halki küçümsemek
anlamina gelir. Temsili demokrasinin ötesinde halka direk
söz hakki verdigi için mümkün oldugunca
referandumlarin sayisinin artmasinda rejimin
mesruiyeti bakimindan fayda
vardir
Anayasa'yi,
kanunlari halkin mesru temsilcileri olan meclis yapar. Kanun devletinde
ise bir sekilde yapilmis kurallar
sorgulanmaksizin uygulanir. Türkiye'nin
gerçek bir hukuk devleti ve birinci sinif bir
demokrasi olabilmesi için darbelerle kirletilen legal
yapinin, basta Anayasa
olmak üzere halkin mesru
temsilcileri olan meclis tarafindan tekrar temizlenmesi,
dünyadaki birinci sinif demokrasilere benzer bir yapinin tekrar dizayn edilmesi
gerekir. Bu baglamda Anayasa degisiklik paketi büyük anlam içermektedir.
Dolayisiyla 1980 darbesi sonrasi hazirlanmis simdiki
Anayasa'nin degistirilmesi aslinda geç kalinmis bir
zorunluluktur.
Anayasa degisiklik
paketine "evet" demek bizim siyasi görüslerimizin ötesinde,
ilkesel olarak "ben de birinci sinif demokrasi
istiyorum", "Bir Ingiliz, Fransiz kadar birinci sinif
demokrasiyi, saglik hizmetini, egitim hizmetini...
hak ediyor ve istiyorum" anlamina gelir.
Anayasa degisikligine
"evet" demek, "ülkemde herkes, her kurum seffaf olmali, hesap
vermeli, kontrolsüz güç güç degildir"
demektir.
Anayasa
paketine "evet" demek Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nin yapisi ve üye
seçimlerinin demokratiklesmesi, çogulcu bir
zihniyetle farkli kesimlerden insanlarin seçilebilmesi,
kapali devre çalisan sistemle
belirli bir zihniyetin yerlestigi bir yer olmaktan söz konusu
kurumlarin çikmasi anlamina gelir.
Anayasa paketine
"evet" demek, YAS kararlari ile disiplinsiz olduklari iddiasi ile Silahli
Kuvvetlerden ilisigi kesilen, fakat daha önce bu
kararlara yargi yolu kapali oldugu için magduriyetlere
sebep olan uygulamanin sona ermesi, YAS kararlarina karsi da yargi yolunun
açilmasi anlamina gelmektedir.
Anayasa
paketine "evet" demek daha önce darbe yapanlara yargi yolunun
açilmasi ve bundan sonra darbe planlayanlarin caydirilmasi anlamina gelir.
Referandumda
"evet" demek milletten gasp edilen hakkin millete geri iade edilmesi
olacaktir. Anayasa reform paketi halkin iradesini üstün kilma çabasidir.
Eger takiyye
yapilmiyorsa, hangi siyasi görüsten olursak
olalim, dünyada birinci sinif
demokrasilerin nasil isledigi, kurumlar
arasi iliskilerin nasil oldugu, yarginin
durumu, silahli kuvvelerin durumu, yürütmenin durumu görülecek ve Türkiye'deki
referanduma giden paketin bu baglamda anlamli oldugu,
demokratiklesme baglaminda olumu oldugu görülecektir.
Referandumda "evet" demek, ülkemde kurumlar arasi iliskilerin
dizayninin birinci sinif demokrasi örneklerine göre yapilanmasini istiyorum
demek anlamina gelmektedir. Yargi bagimsiz tarafsiz olsun,
silahli kuvvetler kendi isini yapsin, siyasete
müdahale etmesin, idare yargi denetimi
altinda olsun demektir. Bu baglamda 2010
yilinda siyasi açiklamalar yapan ABD'li, Fransiz ve Ingiliz
generallerin ordudan uzaklastirdiklari hatirda
tutulmalidir. Türkiye'de
birinci sinif bir demokrasi gerçeklesirse tüm halkimiz sagcisi ile
solcusu ile daha mutlu olacak ve yeni ortamdan yararlanacaklardir.
Referanduma
"evet" demek Anayasa mahkemesi yerindelik denetimi yapmasin, siyasi
ve ekonomik bedel ödenmesin, kuvvetler ayriligi ihlal
edilmesin, mesruiyetin kaynagi halktir, anlamina
gelmektedir.
Referanduma
"evet" demek, "Anayasa'yi hukuk devletinde, demokrasilerde halk
yapar darbeciler degil" anlamina gelmektedir.
Referandumda
"hayir" demek ise ben bunlarin hiçbirini, demokrasiyi, hukuk
devletini, yargi bagimsizligini önemsemiyorum
ve istemiyorum anlamina gelecektir. Referandumda
"hayir" çikmasi durumunda muhalefet sanki bu güvenoyu imis gibi erken
seçim için baski yapacak ve Türkiye'nin istikrari,dis politikasi, ekonomisi
ve demokratiklesme çabalari zarar görecektir.
Kisacasi,
referandumun sonucu bundan böyle Türkiye'de statüko mu, yoksa millet mi
kazanacak bunu belirleyecektir. Bu bakimdan bir genel seçimden daha da
önemlidir. Yapisal degisiklikler getirmektedir ve daha sonraki yapisal degisikliklere önemli zemin
hazirlamaktadir