LEXUS VE ZEYTIN AGACI - Thomes FRIEDMAN

LEXUS VE ZEYTIN AGACI - Thomes FRIEDMAN

Fevzi BOZKURT
Ekonomi


LEXUS VE ZEYTIN AGACI GIRIS

Tayland hükümeti 8 Aralik 1997 sabahi, ülkenin en büyük 58 finans kurulusundan 56'sini kapatma karari aldigini açikladi. Bu özel bankalar, Tayland para birimi baht'in ani düsüsü sonucunda neredeyse bir gecede iflasa sürüklenmisti. Finans kuruluslari büyük miktarda ABD dolari borç almis ve bu dolarlarla otel, is merkezi, lüks apartman ve fabrika insaatlari yapacak Tayland sirketlerine kredi açmislardi. Hepsi de güvende olduklarini düsünmüslerdi, çünkü Tayland hükümeti baht'in Amerikan dolari karsisindaki degerini sabit tutmaya yönelik bir politika izliyordu. Ama hükümet bu konuda basarisiz olunca, baht'a yönelik küresel spekülasyonun arkasindan – Tayland hükümetinin sanildigi kadar güçlü olmadiginin yavas yavas anlasilmasinin da etkisiyle

– Tayland para biriminde yüzde 30'luk bir düsüs oldu. Bunun anlami, dolarla kredi alan firmalarin her 1 dolarlik borç için yüzde 30 oraninda daha fazla Tayland parasi ödemek zorunda kalmasiydi. Pek çok firma finans kuruluslarina borcunu ödeyemedi, pek çok finans kurulusu da yabanci alacaklilarina borcunu ödeyemedi. Böylece bütün sistem çikmaza girdi ve 20.000 ofis çalisani issiz kaldi.

O anda ben farkinda degildim – kimse de degildi – ama, bu Taylandli yatirim sirketleri, Soguk Savas'in ardindan gelen yeni küresellesme çaginin küresel düzeydeki ilk finansal krizine dönüsecek çöküs zincirinin ilk domino taslariydi. Tayland krizi Güneydogu Asya'daki yükselen piyasalarin istisnasiz tümünde genel bir sermaye kaçisina yol açti. Güney Kore, Malezya ve Endonezya para birimlerinin deger kaybetmesine neden oldu. Gerek yerli gerekse yabanci yatirimcilar bu ekonomileri daha yakindan incelemeye basladilar, yetersiz durumda olduklarina karar verdiler, ya paralarini geri çekerek daha güvenli limanlara tasidilar ya da yüksek riski telafi etmek için daha yüksek faiz oranlari talep ettiler.

Birkaç ay içinde Güneydogu Asya krizi bütün dünyadaki ürün fiyatlari üzerinde etkili olmaya basladi. Asya, dünya genelindeki ekonomik büyümenin önemli motorlarindan biri olmustu – büyük miktarda hammadde tüketen bir motor. Bu motor teklemeye baslayinca, altin, bakir, alüminyum ve en önemlisi ham petrol fiyatlari düsmeye basladi. Dünya ürün piyasalarindaki bu düsüs, Güneydogu Asya krizinin Rusya'ya siçramasini saglayan mekanizma olacakti. O dönemde Rusya kendi sorunlariyla ugrasiyordu, kendi eliyle yarattigi ekonomik batakliktan IMF'nin de yardimiyla kurtulup daha saglam bir büyüme zeminine oturmaya çalisiyordu. Ne var ki Rusya'nin sorunu, fabrikalarinin çok büyük bölümünün deger tasiyan bir sey üretemez durumda olusuydu. Hatta, bu fabrikalarda yapilan üretimin büyük bölümünün “negatif katma deger” içerdigi düsünülüyordu. Yani, bir Rus fabrikasi tarafindan üretilmis bir traktör o kadar kalitesizdi ki bitmis bir ürün olarak ederi hurda metal ya da ham demir cevheri olarak tasidigi degerden daha düsüktü. Üstüne üstlük, disariya satilabilecek ürünler imal eden Rus fabrikalari devlete çok az vergi ödüyor ya da hiç ödemiyordu; dolayisiyla Kremlin'de kronik bir nakit sikintisi vardi.

Gelir için bel baglanacak bir ekonomiden yoksun olan Rus hükümeti, isletme bütçesini büyük ölçüde ham petrolden ve diger ihraç mallarindan alinan vergilere dayandirmis durumdaydi. Ülke ayrica dis kredi kaynaklarina da bagimli hale gelmisti. Rus hükümeti çesitli devlet tahvillerini inanilmaz faiz oranlariyla satisa sunarak bu paranin ülkeye girmesini saglayabiliyordu.

Rus ekonomisindeki gerileme 1998 baslarinda da devam edince, Ruslar yabanci alicilarin ilgisini ayakta tutmak için, ruble tahvillerinin faiz oranini yüzde 20'den yüzde 50'ye, daha sonra yüzde 70'e kadar çikarmak zorunda kaldilar. Koruma (hedge) fonlari ve yabanci bankalar, Rus hükümetinin bunlarin karsiligini ödeyememesi durumunda IMF'nin araya girecegini, Rusya'nin borcunu yüklenecegini ve öylece yabanci alicilarin paralarini geri alacaklarini düsünerek bunlari satin almayi sürdürdüler. Bazi koruma fonlari ve yabanci bankalar, kendi paralarini Rusya'ya yatirmakla kalmayip yüzde 5 faizle borç aldilar ve bu parayla yüzde 20 veya yüzde 30 faizli Rus hazine bonolari satin aldilar. Anneannem olsa, “bulunmaz firsat!” derdi. Ama anneannem olsa bir sey daha söylerdi: “Inanilmaz gibi görünüyorsa, o iste mutlaka bir bityenigi vardir!”

Gerçekten de vardi. Petrol fiyatlarinda Asya'nin tetikledigi düsüs, Rus hükümetinin, hazine bonolarinin karsiligi olan ana parayi ve biriken faizleri ödemesini giderek güçlestirmeye basladi. Tayland, Kore ve Endonezya'nin kurtarilmasi için bu ülkelere kredi aktarmaya çalisan IMF de Rusya'ya daha fazla nakit akitmayi reddetti – Rusya'nin önce ekonomisini düzeltme dogrultusundaki sözlerini yerine getirmesi ve  bu ise de ülkedeki büyük sirketlerin ve bankalarin devlete bir miktar vergi ödemesini saglayarak baslamasi gerekiyordu. Iskambil kartlari üzerine kurulu Rus ekonomisi 17 Agustos'ta gürültüyle çökerek piyasalara çifte darbe indirdi: Rusya hem devalüasyon yapti, hem de alacaklilarina uyarida bulunmadan ve herhangi bir çözüm anlasmasi planlamadan, devlet tahvillerinde tek tarafli konsolidasyona gitti. Rusya'ya para yatirmis olan koruma fonlari, bankalar ve yatirim bankalari olaganüstü zararlara ugrarken, Kremlin kumarhanesinde daha büyük oynamak için borç para almis olan kurumlar iflas tehlikesiyle karsi karsiya kaldi.

Ilk bakista, Rus ekonomisinin çöküsü küresel sistem üzerinde fazla etkili olamazmis gibi görünüyordu. Rusya'nin ekonomisi Hollanda'ninkinden bile küçüktü. Ne var ki sistem artik her zamankinden daha küreseldi ve ham petrol fiyatlarindaki düsüs nasil krizin Güneydogu Asya'dan Rusya'ya siçramasini getirdiyse, koruma fonlari da – dünyanin dört bir yaninda en kazançli yatirimlari kovalayan, düzenlemelere tabi olmayan çok büyük özel sermaye havuzlari – krizin Rusya'dan dünyanin baska yerlerindeki yükselen piyasalara – özellikle Brezilya'ya – tasinmasina yol açti. Koruma fonlari ve baska takas firmalari, Rusya'da ugradiklari büyük zararlar karsisinda (ki bir kismi için ödünç para kullanilmis oldugundan, bu zarar elli katina çikiyordu), bankerlere borçlarini ödemek için nakit para pesine düstüler. Likit olan her seyi satmak zorunda kaldilar. Böylece finansal açidan zayif ülkelerdeki zararlarini kapatmak için, saglam ülkelerdeki varliklarini satmaya basladilar. Örnegin, küresel piyasalara ve IMF'ye göre uzun zamandir dogru isler yapmakta olan Brezilya, birdenbire bütün hisse senetlerinin ve tahvillerinin panige kapilmis yatirimcilar tarafindan satilmasina tanik oldu. Brezilya hükümeti, sermayeyi ülke içinde tutma çabasiyla faiz oranlarini yüzde 40'a kadar çikarmak zorunda kaldi. Yatirimcilar güvenli sulara dogru kaçarlarken, dünyanin her kösesindeki yükselen piyasalarda bu senaryonun bir benzeri yasandi. Brezilya, Kore, Misir, Israil ve Meksika'daki tahvil ve senetlerini elden çikaran yatirimcilar, bu parayi ya yastik altlarina sakladilar yahut da bulabildikleri en saglam ABD tahvillerine yatirdilar. Böylece Brezilya'daki ve diger yükselen piyasalardaki gerilemeler, ABD hazine bonolarina dogru çilginca bir hücuma yol açan mekanizmayi tetiklemis oldu. Bu da ABD hazine bonolarinin degerinde ciddi bir artisa, ABD hükümetinin yatirimcilari çekmek için sunmak zorunda oldugu faizlerin düsmesine ve ABD hazine bonolari ile özel sektöre ve yükselen piyasalara ait tahviller arasindaki gedigin büyümesine yol açti.

USA Today 1998 sonunda küresel piyasadaki durumu yerinde bir gözlemle söyle özetliyordu: “Sorunlar bir kitadan digerine bir virüs gibi yayildi. ABD piyasalari aninda tepki verdi; ... berber dükkanlarinda bile artik Tayland baht'i konusulur oldu.”

1945'ten bu yana uluslararasi ilisiklere hükmetmis olan hantal, yapisi oturmus ve iki kutuplu Soguk Savas sisteminin yerini, küresellesme dedigimiz son derece hareketli ve parçalari birbiriyle baglantili yeni bir sisteme biraktigini ögrenmis olduk. Artik hepimiz tek bir nehir içinde akiyoruz. Eger 1989'da Berlin Duvari yikildiginda bunu tam anlayamadiysak, on yil sonra hiç süphesiz anlamis bulunuyoruz.

 

1800'lerin ortalarindan 1920'lerin sonuna kadar, demiryollarinin artmasi ve transatlantik, telgraf-telefon kablolarinin dösenmesiyle dünya ufak çapli bir küresellesme yasamisti. Önceki küresellesme çagiyla simdiki arasinda pek çok benzerlik olsa da, bugün yeni olan sey, dünyanin tek ve küresellesmis bir Pazar halinde birbirine kenetlenmesinin derecesi ve yogunlugudur. Yeni olan bir baska sey de bu sürece katilan ve ondan etkilenen insan ve ülkelerin sayisidir. 1914 öncesindeki küresellesme çagi belki yogundu, ama gelismekte olan pek çok ülkeyi disarida birakiyordu. O günün kosullarina göre belki büyük ölçekliydi, ama mutlak olarak bakildiginda bugüne kiyasla çok küçüktü. 1900'da sinirlar arasi günlük ticaret hacmi milyon dolarlar seviyesindeydi. New York Merkez Bankasi'na göre bu seviye 1992'de 820 milyar dolara, Nisan 1998'de 1,5 trilyon dolara çikmis durumdadir ve hala da yükselmektedir. Sadece son on yil içinde, dünyanin çesitli yerlerindeki bunlarin birbirine verdigi ödünç para miktari iki katina ulasmistir. 1900 civarinda, gelismis ülkelerden gelismekte olan ülkelere özel sermaye akisi yüz milyon dolarlarla ölçülmekteydi ve bunda yararlanan ülkelerin sayisi nispeten azdi. IMF kayitlarina göre, yalniz 1997'de, gelismis ülkelerden yükselen piyasalara dogru özel sermaye akisi 215 milyar dolari bulmustur.

Bugünün küresellesme çagi ise telekomünikasyon maliyetlerindeki düsüse dayaniyor

– bunu mikroçiplere, uydu antenlere, fiber-optik teknolojisine ve internete borçluyuz. Bu yeni teknolojiler, dünyayi daha da siki biçimde birbirine kenetleyebiliyor. Gelismekte olan ülkelerin Batiya sadece hammadde satip karsiliginda bitmis ürünler almaya mahkum olmadigini, büyük üreticiler haline gelebilecegini ifade ediyor. Yine bu teknolojiler sayesinde, sirketler üretim, arastirma ve pazarlama faaliyetlerini çesitli ülkelere yayabiliyor, ama bunlari, bilgisayarlar ve tele-konferanslar yardimiyla, sanki hepsi tek bir yerdeymis gibi bir araya toplayabilir. Bilgisayarlar ve ucuz telekomünikasyon, önceden alinip satilmasi mümkün olmayan hizmetlerin – tibbi danismanliktan yazilima ve veri islemeye kadar – küresel düzeyde alinip satilmasini mümkün kiliyor.

Baslamadan önce son bir sey daha. Bu kitabin yayimcisi ve editörü Jonathan Galassi bir gün beni arayarak sunu aktardi: “Birkaç arkadasima senin küresellesme üzerine bir kitap yazmakta oldugunu söyledim, onlar da dedi ki, “Ah su Friedman, küresellesmeye bayilir zaten.” “Ne diyorsun buna?” Küresellesme için hissettiklerimin safakla ilgili duygularima çok benzedigi cevabini verdim Jonathan'a. Genel bir bakis açisiyla, günesin her sabah dogmasinin iyi bir sey oldugu fikrindeyim. Bize zarardan çok yarar getiriyor. Ama safagi hiç sevmiyor olsam bile, bu konuda elimden pek bir sey gelmez. Küresellesmeyi ben baslatmadim, onu ben durduramam ve bununla ugrasarak vaktimi bosa harcamak niyetinde degilim. Benim üzerinde düsünmek istedigim sey, insanligin büyük bölümünün bu yeni sistemden en iyi nasil yararlanabilecegi ve onun en kötü yanlarindan nasil korunabilecegi. Bu kitabi yazarken beni yönlendiren temel duygu bu oldu.

BÖLÜM 1 TAVIRLI BIR TURIST

 

Küresellesme bir fenomen degil. Gelip geçici bir yönelim degil. Bugün küresellesme hemen her ülkenin iç siyasetini ve dis iliskilerini biçimlendiren kapsayici bir uluslararasi sistemdir ve onu bu sekilde anlamamiz gerekir.

  1. Dünya Savasi'ndan Berlin duvarinin yikildigi ana kadar olan Soguk Savas döneminde dünya komünist, kapitalist ve tarafsiz kamplar arasinda bölünmüs bir yerdi ve her ülke bunlardan birine dahildi. Nükleer savas basliklarinin agirligi. Ve son olarak, Soguk Savas'in kendine özgü tanimlayici bir endisesi vardi: Nükleer yikim. Hepsini topladiginizda, Soguk Savas sisteminin bu unsurlari hemen her ülkede iç siyaseti ve dis iliskileri etkiliyordu. Her seyi Soguk Savas sistemi belirlemiyordu, ama belirledigi pek çok sey vardi.

Öncelikle, küresellesme sistemi, statik soguk Savas sisteminin tersine, süre giden dinamik bir süreç: Pazarlarin, ulus-devletlerin ve teknolojilerin karsi konulmaz biçimde, dünyanin daha önce hiç görmedigi bir ölçüde bütünlesmesini içeriyor – bireylerin, sirketlerin ve ulus-devletlerin dünyanin dört bir yaninda her zamankinden daha kolay, daha hizli, daha derinden ve daha ucuza ulasmasini saglayacak ve ayni zamanda bu yeni sistem tarafindan itilip kakilan ya da kenarda birakilanlarda güçlü bir ters tepki yaratacak sekilde.

Küresellesmenin kendine özgü tanimlayici teknolojileri vardir: Bilgisayarlasma, minyatürlesme, dijitallesme, uydu iletisimi, fiberoptik teknolojisi ve internet. Bu teknolojiler de küresellesmenin tanimlayici perspektifinin ortaya çikmasina yardimci olmustur. Soguk Savas'in tanimlayici perspektifi “bölünme”idiyse, küresellesmenin tanimlayici perspektifi “bütünlesme”dir. Soguk Savas sisteminin simgesi herkesi birbirinden ayiran bir duvardi. Küresellesme sisteminin simgesi ise herkesi birlestiren dünya çapinda bir iletisim agi. Soguk savas sisteminin tanimlayici belgesi “Pakt”ti. Küresellesme sisteminin tanimlayici belgesi ise “Is Sözlesmesi”dir.

Soguk Savas'in tanimlayici ölçümü agirlik, özellikle de füzelerin tasidigi savas basliklarinin agirligi iken, küresellesme sisteminin tanimlayici ölçümü hizdir, yani ticarette, ulasimda, iletisimde ve bulusçulukta hiz. Soguk Savas Einstein'in kütle - enerji denklemi E=mc² ile ilgiliydi. Küresellesme Moore yasasiyla ilgilidir; bu yasa, silikon çiplerinin islem gücünün her on sekiz ila yirmi dört ayda iki katina çikacagini söyler. Soguk Savas sirasinda en sik sorulan soru suydu: “Füzenizin büyüklügü ne kadar?” Küresellesme çaginda ise en sik sorulan soru su: “Modeminizin hizi ne kadar?”

Bu teknolojik atilimlar sayesinde, yarattiginiz en son bulusun eskiyip gitmesi de , bir degere dönüsmesi de artik yildirim hiziyla gerçeklesebiliyor. Bu bakimdan ancak paranoyaklar, yani kimlerin kendilerini yok edecek yeni bir sey yaratmakta oldugunu görmek için durmadan arkalarina bakanlar, böylece hep onlarin bir adim önünde olmayi basaranlar hayatta kalabilecek. Kapitalizmin verimsiz sirketleri hizla yok etmesine, böylece paranin serbest kalarak daha bulusçu sirketlere yöneltilmesine izin vermeye hazir olan ülkeler küresellesme çaginda gelisip zenginlesecek. Verimsiz sirketleri bu tür yaratici yikimlardan korumak için devletten medet uman ülkeler ise geriye düsecek.

Soguk Savas “dostlar” ve “düsmanlar”dan olusan bir dünyaydi. Buna karsilik küresellesme dünyasi bütün dostlari ve düsmanlari “rakipler”haline getiriyor.

Soguk Savas'in tanimlayici endisesi, dünya çapinda sabit ve istikrarli bir mücadelede çok iyi tanidiginiz bir düsman tarafindan yok edilme korkusuydu; küresellesmenin tanimlayici endisesi ise göremediginiz, dokunamadiginiz ve hissedemediginiz bir düsmandan gelebilecek hizli degisim karsisindaki korkudur – isinizin, toplugunuzun ya da isyerinizin en küçük istikrar tasimayan, adi sani konmamis ekonomik ve teknolojik kuvvetlerce her an degistirilebilecegi korkusu.

Soguk Savas sistemi bütünüyle ulus-devletler üzerine kuruluydu ve iki süper güç tarafindan dengede tutuluyordu: ABD ve Sovyetler Birligi. Buna karsilik küresellesme sistemi, her biri digerleriyle örtüsen ve digerlerini etkileyen üç denge üzerine kurulu. Birincisi ulus-devletler arasindaki geleneksel denge. Küresellesme sisteminde ABD artik tek ve basta süper güç konumunda; diger devletlerin tümü su ya da bu ölçüde ona bagli. ABD ile diger bütün devletler arasindaki güç dengesi, sistemin istikrari açisindan hala önem tasiyor.

Küresellesme sistemindeki dengelerin ikincisi, ulus-devletler ile küresel piyasalar arasinda. Bu küresel piyasalar, bilgisayar faresine bir kez dokunarak dünyanin bir ucundan digerine para aktaran milyonlarca yatirimcidan olusuyor. Ben bunlara “elektronik sürü” adini veriyorum. Bu sürü Wall Street, Hong Kong, Londra ve Frankfurt gibi dünyanin kilit küresel finans merkezlerinde toplaniyor. Böylece merkezlere de “süper piyasa” diyorum. Elektronik sürünün ve süper piyasanin tutum ve davranislari bugün ulus-devletler üzerinde olaganüstü etkiler yaratabiliyor; hatta hükümetlerin düsmesine yol açacak bir boyuta kadar variyor bu. Süper piyasalari hesaba katmadiginiz sürece bugün gazetelerin birinci sayfa haberlerini

anlayamazsiniz-bu haberler ister Endonezya'da Suharto'nun devrilisiyle, ister Rusya'daki iç çöküsle, ister ABD'nin parasal politikasiyla ilgili olsun.

Nasil ABD üzerinize bombalar atarak sizi yok edebilirse, süper piyasalar da tahvillerinizin degerini düsürerek sizi yok edebilir. AD küresellesmenin oyun tahtasinda olup bitenlerden sorumlu bas aktör olmakla birlikte, tahtadaki hamleleri etkileyen tek güç degil. Küresellesme oyununun oynandigi bu tahta bir ispritizma tahtasina çok benziyor-taslari kimi zaman açikça süper gücün eli oynatiyor, kimi zaman da süper piyasalarin gizli elleri.

Küresellesme sisteminde dikkate almamiz gereken üçüncü-ve en yeni- denge, bireyler ile ulus-devletler arasindaki dengedir. Küresellesme insanlarin dolasimini ve erisiminizi kisitlayan duvarlarin pek çogunu yiktigi ve ayni zamanda dünyayi iletisim aglariyla donattigi için, gerek piyasalari gerekse ulus-devletleri etkileme açisindan bireylere tarihte hiç olmadigi kadar büyük bir güç kazandirmis bulunuyor. Böylece bugün karsimizda sadece bir süper güç degil, sadece süper piyasalar degil, kitabin sonraki bölümlerinde de açiklayacagim gibi, süper-güçlendirilmis bireyler var. Bu süper - güçlendirilmis bireylerin bir kismi oldukça öfkeli, bir kismi oldukça munis - ama hepsi hükümetlerin, sirketlerin veya özel-kamusal diger kurumlarin geleneksel araciligina gerek duymadan dünya sahnesine dolaysiz olarak agirligini koyabiliyor.

BÖLÜM 2

LEXUS ve ZEYTIN AGACI

 

1992 Mayisinda Japonya'da dünyanin en modern treninde saatte 325 kilometre hizla ilerlerken, dünyanin en eski kösesi hakkindaki bir haberi okumaktaydim. Birden aklimdan su düsünce geçti: Az önce Lexus fabrikalarini gezdigim ve o anda trenleriyle seyahat etmekte oldugum Japonlar, olaganüstü ileri teknolojiyle ve robotlarin yardimiyla dünyanin en iyi lüks otomobilini üretiyorlardi. Ve orada, Herald Tribune'un üçüncü sayfasinda, Beyrut'ta ve Kudüs'te insanlar hala hangi zeytin agaci senin, hangisi benim diye kavga ediyorlardi. O anda fark ettim ki Lexus ve zeytin agaci aslinda bu Soguk Savas sonrasi dönem için hiç de fena semboller degildi: Dünyanin yarisi Soguk Savas'tan daha iyi bir Lexus üretme azmiyle çikmisti; küresellesme sisteminde gelisip zenginlesebilmek için ekonomisini modernlestirmeye, özellestirmeye ve daha verimli kilmaya kararli görünüyordu. Diger yarisi ise - bazen ayni ülkenin bir yarisi, bazen de ayni insanin bir yarisi - hala hangi zeytin agaci kimin kavgasiyla ugrasiyordu.

Zeytin agaci önemlidir. Bizi bu dünyaya baglayan, bizlere kimligimizi kazandiran ve dünya üzerindeki yerimizi belirleyen her seyi temsil eder ister aile baglarimiz, ister bir topluluga, bir kabileye, bir ulusa, bir dine ve her seyin ötesinde “yurdum” dedigimiz bir yere duydugumuz baglilik olsun. Zeytin agaci bize ailenin sicakligini, birey olmanin hazzini, kisisel ritüellerin mahremiyetini, özel iliskilerin derinligini ve baskalariyla bulusmak, onlarla karsilasmak için gerek duydugumuz güven ve emniyeti veren seydir. Bazen zeytin agaçlarimiz için kiyasiya savasiriz; çünkü, iyi tarafindan bakarsak, insan hayati için ekmek kadar elzem olan bir seyi, özgüven ve aidiyet duygusunu saglarlar. Ama kötü tarafindan bakarsak, ifrata vardirildiginda, eski zeytin agaçlarimizi saplanti haline getirmek, baskalarinin disarida birakilmasi üzerine kurulu kimlikler, baglar ve topluluklar icat etmemize yol açar. En kötü durumda da bu saplantilar gerçekten kontrolden çiktiginda, Almanya'da Nazilerin ve Yugoslavya'da Sirplarin yaptigi gibi baskalarinin ortadan kaldirilmasina ön ayak olur.

Peki, o halde Lexus neyi temsil ediyor? Ayni ölçüde asli, insanlik kadar eski bir dürtünün - hayati idame ettirme, gelisme, refaha kavusma ve modernlesme - bugünün küresellesme sistemi içindeki karsiligini temsil ediyor. Bugün daha yüksek yasam standartlarini kovalarken kullandigimiz bütün yükselen piyasalari, finansal kurumlari ve bilgisayar teknolojilerini temsil ediyor. Yine de, gelisme yolundaki ülkelerde yasayan milyonlarca insan için, maddi ilerleme ugruna verilen mücadele hala kuyudan su çekmeyi, bir öküzün arkasinda yalin ayak tarla sürmeyi veya kestigi odunu basinin üstünde on kilometre tasimayi gerektiriyor. Bu insanlar  geçimlerini hala “yüklenerek” sagliyorlar, “yükleyerek” degil.

Küresellesme çaginda Lexus'un zeytin agacini gözardi etmesine iliskin bir örnek, bir arkadasimin bana gönderdigi bilgisayar parçasiyla ilgili. Parçanin arkasinda söyle yaziyordu: “Bu parça Malezya, Singapur, Filipinler, Çin, Meksika, Almanya, ABD, Tayland, Kanada ve Japonya'da imal edilmistir. Yapim yerlerinin çoklugu nedeniyle, üretici ülke olarak belirli bir ülkeyi gösteremiyoruz.”

Içinde bulundugumuz küresellesme çaginda ülkeleri ve bireyleri bekleyen sinav, bir tür kimlik, yurt ve topluluk duygusunu korumak ile küresellesme sisteminde ayakta kalmayi saglayacak seyleri yapmak arasinda saglikli bir dengeyi kurabilmektir. Bugün ekonomik olarak refaha ulasmak isteyen her toplum, hiç durmadan daha yeni bir Lexus yaratmanin ve onu küresel pazara sürmenin yollarini aramak zorunda. Ama kimse, bu küresel ekonomiye katilmanin bir ülkeyi saglikli kilmak için yeterli oldugu hayaline kapilmamali. Eger bu katilim o ülkenin kimligi pahasina gerçeklesirse, eger bireyler zeytin agaçlarinin köklerinin bu küresellesme sistemi tarafindan ezildigi ya da yok edildigi duygusuna kapilirlarsa, bu kökler baskaldiracaktir. Ayaga kalkacak ve süreci islemez hale getireceklerdir.

Bir sistem olarak küresellesmenin kalici olup olamayacagi, kismen, hepimizin bu dengeyi kurmadaki basarisina bagli olacak. Lexus'u olmayan bir ülke hiçbir zaman büyüyemeyecek, çok ileriye gidemeyecek. Saglikli zeytin agaçlari olmayan bir ülke, dünyaya bütünüyle açilmak için kendini hiçbir zaman yeterince saglam, yeterince güvende hissedemeyecek. Ama bu ikisi arasinda bir denge kurmak kesintisiz bir mücadeledir.

BÖLÜM 3

... VE DUVARLAR YIKILDI

 

Bütün bu duvarlari yikip geçen sey oldu; iletisim kurma, yatirim yapma ve dünyadan haber alma yöntemlerimizdeki degisimler.

Bu yüzden bugün artik Birinci Dünya, Ikinci Dünya ve Üçüncü Dünya diye bir sey yok. Bugün sadece Hizli Dünya (her tarafi açik düzlügün dünyasi) ve Yavas Dünya (yari yolda gücü tükenenlerin ya da Hizli Dünya'yi fazla hizli, fazla korkutucu, fazla homojenlestirici veya fazla dayatici bulduklari için duvarlarla ayrilmis kendi yapay ovalarinda yasamayi seçenlerin dünyasi) var. Simdi buraya nasil gelindigine bakalim.

Soguk Savas sirasinda ortaya çikan ilk ve en önemli degisim, iletisim teknigi olmustur. Ben bu degisime “teknolojinin demokratiklesmesi” diyorum. Her gün daha çok insanin, sayisi her gün artan ev bilgisayarlari, modemler, cep telefonlari, kablolu sistemler ve internet baglantilari araciligiyla her zamankinden daha uzaga, daha çok sayida ülkeye, daha hizli, daha derinden, daha ucuza ulasabilmesini saglayan sey de bu degisim. Washington D.C.'deki Valley Spring'de, müsterilerine her türlü internet ve telefon bankaciligi hizmetleri sunan bir banka var. Bankanin reklam cingili teknolojinin demokratiklesme sürecini çok güzel özetliyor. Diyor ki: “Izin verin bankayi evinize getirelim.” Teknolojinin demokratiklesmesi sayesinde artik hepimizin evinde bir banka, bir isyeri, bir gazete, bir kitapevi, bir araci kurum, bir fabrika, bir yatirim sirketi, bir okul olabilir.

Teknolojinin demokratiklesmesi bilgisayarlasma, telekomünikasyon teknolojileri, minyatürlesme, sikistirma teknolojisi ve dijitallesme gibi çesitli yeniliklerin 1980'lerde bir araya gelmesinin sonucudur.

Dolayisiyla bilgisayarlasma, minyatürlesme, telekomünikasyon ve dijitallesme alanlarindaki yeniliklerin teknolojiyi demokratiklestirdigini söylerken, dünyanin dört bir yanindaki milyonlarca insana, simdiye kadar görülmemis yollarla ve simdiye kadar görülmemis bir kolaylikla, birbirlerine ulasma, birbirleriyle enformasyon, haber, para, aile fotografi, finansal alim-satim, müzik veya televizyon programi degis tokusunda bulunma firsati verdigini anlatmak istiyorum.

Örnegin Hindistan, hizla dünyanin arka ofisi haline geliyor. Sekreter, programci ve muhasebeci ücretlerinin daha düsük olmasi nedeniyle, Swissair bütün muhasebe departmanini bilgisayarlariyla birlikte Isviçre'den Hindistan'a tasidi. Dijitallesme ve iletisim aglari sayesinde, artik muhasebecilerini kolaylikla Bern yerine Bombay'da tutabiliyor.

Teknolojinin demokratiklesmesi küresellesmenin itici gücü olan ikinci önemli degisime katkida bulunmustur ve bu da yatirim yapma biçimimizdeki degisimdir. Ben buna “finansin demokratiklesmesi” diyorum. Soguk Savas döneminin büyük bölümünde, yerel ve uluslararasi düzeydeki büyük ölçekli ödünç islemleri ve aracilik yüklenimi büyük ticari bankalar, yatirim bankalari ve sigorta sirketleri tarafindan yapilirdi. Bu çitkirildim kurumlar her zaman güvenilir sicilleri olan, “yatirim düzeyi” derecesi almis sirketlere ödünç vermeyi tercih ederlerdi. Dolayisiyla bankalardan ödünç para alma isi pek demokratik degildi. Eski tip bankalarin çok dar bir güvenilirlik anlayisi vardi; bu yüzden, nakit para bulmaya çalisan bir girisimciyseniz, çogu zaman bankada ya da sigorta sirketinde bir “adaminiz” olmasi gerekirdi. Bu geleneksel kurumlar ayni zamanda agir kanli yöneticiler ve karar organlari tarafindan yönetilirdi. Riskten hoslanmayan bu kisi ve organlar, piyasadaki degisimlere ayak uydurmada da pek hizli degildi.

Junk Bond denen adi tahvil piyasasinin gelismesi ve risk (girisim) sermayesine yatirim yapanlarin artmasiyla oyuna binlerce yeni oyuncu katilmis oldu. Borçlu ülkeler, yirmi büyük bankanin temsilcileri yerine karsilarinda binlerce bireysel yatirimci ve yatirim fonu buldu. Bu durum piyasanin genislemesine yol açti ve onu daha likit hale getirdi, ama bir yandan da borçlu ülkeler üzerinde yepyeni bir baski olusturdu. Artik piyasa performansina bagli olarak tahvilleri her gün alinip satiliyordu. Yani performanslari her gün degerlendiriliyor ve puanlandiriliyordu. Ve bu alma ve puanlama isini yapanlarin bir çogu Brezilya'nin, Meksika'nin veya Arjantin'in hiçbir sekilde kontrol edemeyecegi yabancilardi. Bu tahvil sahipleri köz konusu ülkelere zaten yakasini kaptirmis durumda olan ve eski alacaklarini kurtarmak için yeni borçlar vermek zorunda kalan bankalara benzemiyordu. Bir ülkenin basarisiz oldugunu gören tahvil sahipleri ona ait tahvilleri satiyor, elveda diyor ve paralarini basarili bir ülkenin tahvillerine yatiriyordu.

Dolayisiyla Meksika 1995'te asiri harcama nedeniyle bir kez daha sikintiya düsünce, irili ufakli bir sürü yatirimci ellerindeki Meksika tahvillerini satarak degerlerini asagiya çekti; bu sefer Gurria yirmi bankaciya telefon edip kendisine anlayis göstermelerini ve yeni borçlar vermelerini isteyemedi. Böylece Meksika bu kez ABD Hazine Bakanligi'ndan yardim istemek zorunda kaldi. Sam Amca bu parayi vermek için Meksika'ya çok agir kosullar dayatti ve Meksika'nin petrol rezervlerini teminat göstermesi gerekti. ABD hükümeti Meksika'yi ancak bir sartla bu kiskaçtan kurtaracakti: Ekonomisini de New Mexico kadar iyi yönetmesi sartiyla.

Amerika'da kredi islemlerindeki demokratiklesmenin, esas olarak emeklilik reformu ve kisisel emeklilik hesaplari sayesinde, yatirim alanindaki bir baska demokratiklesme süreciyle çakismaktadir. Amerika, çalisanlarin emekliliginin tanimlanmis bir “sosyal yardimlar dizisi” araciligiyla sirketler tarafindan güvence altina alindigi bir ülke olmaktan yavas yavas çikiyor. Artik sirketler sadece tanimlanmis bir “katki”yi garanti ediyor ve bireyler kendi paralarini yönetiyor, en iyi getiriyi elde etmek amaciyla bir yerden digerine yönlendiriyorlar. Insanlar artik daha uzun yasadiklarindan ve kendi emeklilik siralari geldiginde sosyal güvenlik sistemlerinin yerinde olacagina emin olamadiklarindan, bu emeklilik fonlarina ve yatirim fonlarina hirsla saldirmakla kalmiyor, ayni zamanda bunlari en yüksek geliri elde edecek sekilde hirsla yönetiyorlar. Sizin anne ve babaniz, emeklilik fonlarinin nerede ve nasil degerlendirildigi konusunda muhtemelen pek az fikir sahibiydi. Bugün pek çok isçiye farkli getiri ve risk türleri içeren bir fonlar mönüsü sunuluyor ve onlar da paralarini bir rulet masasindaymisçasina oradan oraya aktariyor, basarili yatirim fonlarini ödüllendiriyor ve daha basarisiz olanlari cezalandiriyorlar.

Kisa sürede ortaya çok çesitli ürünler çikti: Meksika tahvilleri, Lübnan tahvilleri, Türk tahvilleri, Rus tahvilleri, Alman tahvilleri, Fransiz tahvilleri. Istediginizi seçme sansiniz vardi ve insanlar da öyle yaptilar. Bireysel yatirimcilar yogun bir rekabet içeren bu küresel yatirim fonlari piyasasinda paralarini ne kadar hareket ettirirlerse, fon yöneticileri de paralarini sirketler ve ülkeler arasinda o kadar hareket ettiriyor, her an daha yüksek, daha sürekli getiriler talep ediyorlardi. Her fon daha fazla para toplamak için diger fonlardan daha yüksek getiri sunmak istiyordu. Piyasa iktisatçisi Henry Kaufman'a göre, 1985'te ABD'deki hisse senedi ve tahvil fonlarinin toplam degeri 100 milyar dolarin biraz üstündeydi. Bu rakam, hanelerin net finansal toplam degerinin yüzde 2'sinden azdi. Bugün ayni fonlarin degeri 3 trilyon dolari asiyor ve bunun 2 trilyonu, yani yaklasik yüzde 10'u hanelerin elinde bulunuyor ve bu oran giderek yükseliyor.

Finansin demokratiklesmesi sayesinde dünya, bir avuç ülkenin ulusal borcunun bir avuç bankacinin elinde bulundugu bir dünya olmaktan çikti. Önce pek çok ülkenin ulusal borcunun pek çok bankacinin elinde bulundugu bir dünyaya, sonra pek çok ülkenin ulusal borcunun bazi varlikli bireylerin ve bankacilarin elinde bulundugu bir dünyaya ve en sonunda bugün çok sayida ülkenin ulusal borçlarinin emeklilik fonlari ve yatirim fonlari araciligiyla çok sayida bireyin elinde bulundugu bir dünyaya geçtik.

Üçüncü demokratiklesme, enformasyonun demokratiklesmesidir. Internet, basin, uydu teknolojileri sayesinde devletlerin ülke sinirlari ve hatta köy sinirlari disindaki hayata iliskin bilgilerin insanlara ulasmasini tamamen engelleyebildigi günler geride kaldi. Disaridaki hayati karalamak ve oldugundan kötü göstermek artik olanaksiz. Içerdeki hayatin propagandasini yapmak ve onu oldugundan iyi göstermek de olanaksiz.

Bugün hepimiz birbirimizin penceresinden içeriye bakabiliyoruz. Bu yüzden insanlar, komsularininkinden daha düsük bir yasam standardini kabul etmede eskisinden daha gönülsüz. Küresellesme, dünyayi “küçük” boya indirmekle, herkesin baskalarina göre ne kadar önde ya da geride oldugunu görmesini sagliyor.

Enformasyon alanindaki bu demokratiklesme, finans piyasalarinda da köklü degisiklikler yaratiyor. Bugün yatirimcilar dünyanin her yanindan hisse senedi ve tahvil alip satmakla kalmiyorlar; alim-satim islemlerini evlerindeki bilgisayarlardan yapabildikleri gibi, internetteki aracilik siteleri bu alisveris için gerekli duyduklari bilgiyi ve analitik araçlari onlara-ücretsiz olarak-sagliyor, tek bir komisyoncuyu aramalarina gerek kalmadin. NASDAQ International'in Baskani John T. Wall, önümüzdeki on yil içinde sirketin hisselerine dönük islemlerin yüzde 70'ini evlerinde bilgisayarlarinin karsisinda oturarak internetten islem yapan insanlarca gerçeklestirilecegini öngörüyor. Bunu yapan insan sayisi arttikça, farkli ekonomiler ve sirketler hakkinda giderek daha fazla bilgi ve analiz talep edilecek, insanlarin paralarini bir yerden digerine aktarmasi giderek kolaylasacak ve böylece basarili kurum ve ekonomiler ödüllendirilirken, basarisizlar cezalandirilacak.

Yakinda herkesin New York Borsasi'nda bir sanal koltugu olacak. Ve 2001'e geldigimizde artik oturmaniz bile gerekmeyecek; çünkü bu alanda yapilacak birsonraki yenilik, insanlari evlerindeki bilgisayarlarin yardimiyla borsada islem yapabilmelerini saglamak olacak.

BÖLÜM 4

MIKROÇIP BAGISIKLIK SISTEMI BOZUKLUGU

Simdi bazilari diyecek ki, “Pekala Friedman, insanlarin iletisim kurma, yatirim yapma ve dünyayi görme biçimlerindeki bu degisimler küresellesmeyi mümkün kildi diyorsun. Gelismis ülkeler için bunlarin hepsi muhtemelen iyi güzel de, dünyanin geri kalani için ne diyeceksin? Insanligin ezici çogunlugu hala telefonsuz köylerde yasarken ve hayatinda ne bir bilgisayara dokunmus ne de bir e-posta mesaji göndermisken, küresellesmenin küresel nitelik kazandigini nasil ileri sürersin?”

Bugün neredeyse herkesin teknoloji, finans ve enformasyonun demokratiklesmesine, yani küresellesme sisteminin ana unsurlarina ayak uydurma yönündeki baskiyi, bunun yol açtigi sikintilari ve sagladigi firsatlari-dolayli ya da dolaysiz olarak-hissettigi göz önüne alinirsa, küresellesme aslinda küresel nitelik tasiyor. Çin Merkez Bankasi Genel Müdür Yardimcisi Chen Yuan'in bir gün bana söyledigi gibi: “Her ülkenin içinde daha az gelismis bir bölge vardir. ABD'de bile, Washington'dan güneye, Virginia'ya dogru gittiginizde, hala daglik bölgelere kurulmus küçük köylere rastlayabilirsiniz. Ama o bölgenin küresellesme sisteminin disinda oldugunu söyleyemezsiniz. Çin için de ayni sey geçerli.”

Politika her zaman yerel olmak zorunda degil - artik degil. Politika simdi bastan asagi küresel. Her ülke kendini küresellesme sisteminin bir parçasi saymayabilir, ama her ülke dolayli ya da dolaysiz olarak küresellesiyor ve bu sistem tarafindan biçimlendiriliyor.

Yukaridakilerin hepsi, Berlin Duvari'ni ve Soguk Savas'i tanimlayici bütün diger duvarlari çökerten ayni temel hastaliga yakalanmisti. Benim Mikroçip Bagisiklik Sistemi Bozuklugu ya da MBSB dedigim hastalik. MBSB, küresellesme çaginin tanimlayici politik hastaligi. Küçük-büyük, dogulu-batili, kuzeyli-güneyli bütün ülkeler ve bütün sirketler bu hastaligin pençesine düsebilir. Bir tip sözlügündeki Mikroçip bagisiklik Sistemi Bozuklugu maddesini ben yazacak olsaydim, sunlari yazardim:

“MBSB: Soguk Savas sonrasi dönemde, hazim sorunu ve doku sertlesmesi olan asiri kilolu her sistemi etkileyebilen bir hastalik. Mikroçip bagisiklik sistemi Bozuklugu genellikle teknoloji, finans ve enformasyonun demokratiklesmesinin ve mikroçipin ortaya çikardigi degisimlere karsi bagisiklik sistemlerini hazirlayamayan ülke ve sirketlerde görülür. Bu degisimler yepyeni olanaklar saglayan çok daha hizli, daha açik ve daha karmasik bir Pazar yaratmistir. Mikroçip bagisiklik Sistemi bozuklugu, ülkenizin ya da sirketinizin, ücretleri, verimlilik düzeyini, yasam standartlarini, bilgi kullanimini ve rekabet gücünü arttirmada sürekli basarisiz olmasi ve Hizli Dünya'nin gereklerine ayak uydurmada çok yavas davranmasi biçiminde kendini gösterir. Soguk Savas'tan kalma sirket yönetimi modellerine göre yönetilen, tepedeki birkaç kisinin

bütün enformasyonu elinde bulundurdugu ve bütün kararlari verdigi, ara ve alt kademelerdeki insanlarin da bu kararlari yürürlüge koymakla yetinerek sadece kendi islerini yapmalari için gerekli enformasyonu kullandigi ülke ve sirketlerde MBSB çok daha sik görülür. MBSB'li ülke ve sirketlere uygulanabilecek tek tedavi biçimi “dördüncü demokratiklesme”dir. Bu da karar sürecinin ve enformasyon akisinin demokratiklestirilmesi ve ülkenizdeki ya da sirketinizdeki insanlarin bilgiyi daha çok paylasmasini, deneylere girismesini ve yeniliklere daha hizli  ulasmasini saglayacak biçimde iktidarin merkezden çevreye dogru dagitilmasi demektir. Böylece insanlar,tüketicilerin özel olarak kendi ihtiyaçlarina göre hazirlanmis ürünleri her gün biraz daha ucuza talep ettikleri bir pazara ayak uydurma yetenegi kazanirlar.

20 yil kadar önce bilgisayar üretimi gibi karmasik bir alana girmek için asilmasi gereken engellerin devasa boyutlarda oldugu, bu yüzden büyük ve hantal sirketlerin hatalardan, hatta basarisizliklardan zarar görmedigi uzun bir süre boyunca, IBM güvendeydi. Ve Sovyetler birligi de enformasyona ulasmak için asilmasi gereken engellerin çok büyük, kendi halkinin baska yasam biçimlerine iliskin bilgisinin çok düsük oldugu, bu yüzden Kremlin'in de hatalardan ve hatta basarisizliklardan zarar görmedigi uzun bir süre boyunca güvende kaldi.

... Ve sonra 1980'ler geldi.

Teknoloji, finans ve enformasyon alanlarindaki demokratiklesme, 1980'lerin sonlarinda hem sirketler hem devletler düzeyinde tek bir mecrada birlesmeye basladi ve piyasada inanilmaz verimlilikler ve ölçek ekonomileri yaratti. Ayni zamanda siberuzay denen yepyeni bir is zemininin ortaya çikmasini sagladi. Simdi Enformasyon Devrimi olarak andigimiz bu köklü dönüsüm, daha ileride, her yüz yilda bir ortaya çikan büyük teknolojik siçramalardan biri olarak görülecektir; tipki bir önceki çagdan çarpici biçimde kopmamiza yol açan elektrigin icadi gibi.

Ama bana sorarsaniz, bunun özünde iki basit kavram yatiyor: Bu kuvvetler bir is alanina girmeyi zorlastiran engellerin neredeyse hepsini ciddi biçimde küçülttü. Böylece rekabetin olaganüstü siddetlenmesine yol açti ve bir bulus olmaktan çikip bir meta olmaya giden yolda ürünlerin çok daha hizli hareket edebilmesini sagladi.

Açiklamaya çalisayim. Bu kuvvetler is alanlarina girmeyi zorlastiran engelleri küçülttü; çünkü tek bir kisisel bilgisayari, kredi karti, telefonu, modemi, renkli yazicisi, internet baglantisi, web sitesi ve Federal Express aboneligi olan herkes, evinin bodrum katinda bilgisayarin basina geçip istedigi isi yapabilir: Yayimcilik, perakendecilik, katalog tasarimi, küresel tasarim veya danismanlik, gazetecilik, reklamcilik, dagitimcilik, borsacilik, kumarhane isletmeciligi, videoculuk, bankacilik, kitapçilik, araba saticiligi ya da giyim magazaciligi. Bunu bir gecede çok düsük bir maliyetle yapabilir ve kurdugu sirket ertesi sabah küresel rekabet içindeki yerini alabilir. Evinize iki yüz metre mesafe içinde üç kitapevi birden-Barnes & Noble, Crown Books ve Borderless Books- olabilir ve siz bir gecede siberuzayda Amazon.com adiyla bir “Sinirsiz Kitaplar” sitesi yaratarak hepsinin tozunu atabilirsiniz. Amazon.com teknolojinin demokratiklesmesinin (her eve bir bilgisayar), finansin demokratiklesmesinin (herkese bir kredi karti) ve enformasyonun demokratiklesmesinin (herkese internet) bir sonucudur. Sadece semtinizdeki insanlarin özgü satin alma aliskanliklarina göre düzenlenmis bir mahalli kitapevi olarak degil, yirmi dört saat açik olan, istediginiz zaman alisveris edebildiginiz ve bütün magazanin sadece size hizmet ettigi bir kitapevi olarak yaratilmistir.

Amerikan ekonomisinde ve dünyanin her yerinde bu gibi seylerin ortaya çikmaya baslamasi su anlama geliyordu: Artik her türlü ürün ve hizmet, bir bulus olmaktan - sadece bir - iki oyuncunun yaratabildigi, yüksek bir katma deger boyutu ve yüksek kar marjlari içeren bir sey olmaktan-çikip bir meta olmaya giden yolu çok daha hizli kat edebilirdi. Meta çok sayida sirketin üretebilecegi herhangi bir deger, hizmet ya da süreçtir; bu sirketler arasindaki tek ayirici fark, hangisinin o metayi daha ucuza üretebildigidir. Elinizdeki ürün ya da hizmetin metaya dönüsmesi pek keyif verici bir durum degildir; çünkü kar marjinizin biçak sirtinda gidecegi ve karsiniza düzinelerce rakibin çikacagi anlamina gelir. Sizin yapabileceginiz tek sey, söz konusu ürün ya da hizmeti her gün biraz daha ucuz hale getirerek komsu magazadan daha çok satis yapmak ya da ölmektir.

Duvarlarla ayrilmis Soguk Savas sisteminde bulusçuluktan metalasmaya giden bu süreç saatte 15 kilometre hizla isliyordu; çünkü is alanlarina girmek için asilmasi gereken engeller genel olarak çok daha büyüktü ve ülkeler kendi ekonomileri etrafina çok daha büyük engeller dikebiliyordu. Küresellesme dünyasinda, engeller artik küçültüldügü ya da ortadan kaldirildigi için, bu süreç saatte 175 kilometre hizla isliyor. Internetin giderek daha belirleyici oldugu bir ekonomiye dogru ilerledikçe, bulusçuluktan metalasmaya geçis süreci saatte 350 kilometreye kadar çikacak.

Borsa komisyonculugu isini düsünün. Borsa komisyonculugunun yüksek katma deger içeren bir is oldugunu, insana hatiri sayilir bir gelir saglamasi gerektigini sanabilirsiniz. Oysa siberuzayda birdenbire elli tane borsa sitesi ortaya çikip bütün müsterilerinize Merrill Lynch'inkinden çok daha düsük komisyon ücretleriyle hisse alip satma firsati sundugunda ve ayni zamanda en iyi piyasa analizlerini internet üzerinden bedavaya sagladiginda, borsa komisyonculugu isiniz bir metaya dönüsmüs olur. Baskalarinin is alaniniza girmesini zorlastiran engeller bu kadar dramatik bir sekilde yikilmaya baslayinca, ürün ve hizmetlerini bulustan metaya dönüsme hizi bu kadar dramatik bir sekilde artinca, sirketiniz rekabet gücünü ve kar marjlarini korumak için daha hizli kosmak, daha fazla büyümek ya da daha akilli davranmak-tercihen üçünü birden yapmak-zorunda kalacaktir.

Cisco'nun Baskani John Chambers, “eger müsterini nabzini her an elinizde tutmazsaniz, fareyi tiklattigi gibi baska bir yere gidecektir. Yahut ürününüzü yanlis pazara sunarsaniz, iki sene içinde sirketiniz tamamen yok olabilir ya da isiniz tamamen bir metaya dönüsebilir. Üstelik müsterinin nabzini tutmayi basarsaniz bile, karar vermede yeterince hizla davranamazsaniz piyasadan silinebilirsiniz.”

O halde, bu çagda Mikroçip bagisiklik Sistemi Bozuklugu'na ilk yakalananlarin, Sovyetler birligi ve IBM gibi agirligin tepede toplandigi, asiri siskin ve yavas sistemler olmasina sasmamak gerek. Bu virüsü kapan sonraki grup ise Sovyet merkezi planlama sistemine yakinlik bakimindan ikinci sirada yer alanlar oldu - siki devlet denetimi altindaki Latin Amerika ekonomileri, Kanada ve Bati Avrupa'nin en hantal sosyal güvenlik sistemleri ve Kuzey Amerika'nin en çok merkezilesmis, en agir kanli

sirketleri. 1990 sonlarina gelindiginde, MBSB virüsü Asya'ya da siçramis ve Endonezya, Malezya, Tayland ve Çin'in devlet güdümlü ve tepede yogunlasmis ekonomilerini, hatta Güney Kore ve Japonya'yi bile vurmus durumdadir.

Hastalik sürecinin en son asamasi, su anda içinde bulundugumuz asama. Küresellesme çaginda devletler ve sirketler ya kendilerini yeniden yapilandirarak söz konusu üç demokratiklesme sürecinden yararlaniyor ya da bunu basaramayarak MBSB'ye yenik düsüyorlar. Ayrica dördüncü demokratiklesme unsurunun - iktidar ve enformasyonun merkezden çevreye yayilmasinin ve karar sürecinin demokratiklesmesinin - MBSB'den korunmanin ya da onu yenmenin baslica yöntemi olarak kullanildigina da tanik oluyoruz.

Bugünün en iyi genel müdürleri, kendi üstlerine düsen görevin genel sirket stratejilerini çizmek, genel sirket kültürünü olusturmak, toplari dogru raylara sokmak, daha sonra müsterilerin ve hizla degisen piyasanin en yakininda duranlarin bu toplari kendi baslarina yönetmelerine izin vermek oldugunu bilenlerdir. Ben patron olarak genel stratejileri saptarim, herkesin ayni yol üzerinde birbiriyle temas içinde yürümesini saglarim, toplari rayina sokarim, ama enformasyonu siz çalisanlar toplar, paylasir ve kararlarin olabildigince büyük bölümünü hizla ve piyasaya yakin durarak siz verirsiniz

Her seyden önce insanlari ise alirken farkli ölçütler kullanmaniz gerekir. Artik aradiginiz kisi sadece tepeden gelen emirleri uygulayabilecek biri degildir; çünkü bu neredeyse bütün islerin giderek daha küçük bir parçasini olusturuyor. Bunun yerine, alanin tamamini görebilecek ve sirketin en alt kademesindeki kendi ekibini yönetebilecek nitelikte birine ihtiyaciniz vardir. Sirketin lideri olarak ben, yöneticilerimin bu sirketin kültürünü, degerlerin ve stratejisini iyi tanidigina emin olmak zorundayim; öyle ki topladiklari enformasyonu degerlendirirken dogru bakis açisini kullanabilsinler ve sirketin izledigi çizgiye uygun düsüp düsmedigini saptayabilsinler. Ama bunu yapabilmeleri için o çizgiyi tanimalari ve konuda sürekli enformasyon edinmeleri gerekir. Benim görevim bunun gerçeklesmesini saglamaktir.

BÖLÜM 5 ALTIN DELI GÖMLEGI

 

Tayland krizinden sonra ünlü bir isadami bana söyle demisti: Komünizm yürümüyor, sosyalizm yürümüyor, demek ki geriye bir tek kapitalizm kaliyor. Ormana dönmek istemiyoruz, hepimiz daha iyi yasam standartlari istiyoruz; bu yüzden kapitalizmin yürümesini saglamak gerekir, çünkü baska sans yok. Bizler de durumumuzu düzeltmek ve dünyadaki kurallari izlemek zorundayiz... Sadece rekabet gücü olanlar ayakta kaliyor. Büyük olasilikla bir ulusal birlik hükümeti kurmamiz gerekecek, çünkü yükümüz çok agir.”

Birkaç ay sonra, Rusya'daki basarisiz ekonomik reformlarin ve özellestirmenin mimari Anatoli Çubais'in Washington'da yaptigi bir konusmayi dinledim. Çubais, Rusya'ya daha fazla yardim için IMF'ye acil bir çagrida bulunmaya gelmisti; ama o günlerde hala komünistlerin agirlikta oldugu Duma, yani Rus Parlamentosu IMF'nin kosullarina direniyordu. Duma'daki kisiler ayni zamanda Rus ekonomisinin gerçek serbest piyasa ilkelerine uygun olarak radikal bir sekilde yenilenmesi yolundaki IMF  taleplerine boyun egdigi için Çubais'in bir hain ve casus oldugunu söyleyip duruyordu. Çubais'e bu elestirileri nasil cevapladigini sordum. Sunu söyledi: “Pekale diyorum onlara, Çubais CIA ve IMF için çalisan bir casus. Peki sizin öneriniz ne? Kafanizda ise yarar bir alternatif var mi?” Çubais hiçbir zaman anlamli bir cevap alamadigini söyledi, çünkü komünistlerin alternatif bir görüsü yoktu.

Birkaç ay sonra da Brezilya'daydim. Daha önce Sao Paulo hükümetinde Çevre Bakani ve Brezilya Parlamentosu'nda federal milletvekili olarak görev yapmis Fabio Feldmann'la bir görüsme yaptim. O sirada yeniden seçilmek için seçim çalismalari yapiyordu. Ofisi kampanya çalisanlariyla kayniyordu, her taraf posterlerle ve baska seçim malzemesiyle dolup tasiyordu. Bir liberal olan Feldmann'a günümüzün Brezilya'sindaki siyasi tartismanin niteligini sordum. Söyle cevap verdi: “Brezilya'da (ideolojik) sol bayraksiz kaldi. Federal hükümetin en önemli sorunu is ve istihdam. Gelir yaratmak ve dagitmak gerekiyor. Peki solun programi ne? Getirdikleri öneriler, gelir yaratmaya degil, sadece dagitmaya yönelik.”

Bu hikayeler bize ne anlatiyor? Sözünü ettigimiz üç demokratiklesme süreci 1980'lerin sonlarinda bir araya gelerek bütün duvarlari yerle bir ettiginde, serbest piyasa kapitalizmi disindaki baslica ideolojik seçenekleri de yerle bir etti. Insanlar serbest piyasa ve küresel bütünlesme disindaki seçeneklerden söz edebilir, baska seçenekler talep edebilir, bir “üçüncü yol” bulunmasi için diretebilirler; ama simdilik böyle bir yol mevcut degil.

Önerdikleri merkezi planlamaya dayali, demokrasi disi seçenekler-komünizm, sosyalizm ve fasizm-dünya sahnesinde 1917'den 1989'a kadar denemeye kondu ve böylece ilk küresellesme çaginin sonlanmasina yardimci oldu.

Serbest piyasa kapitalizminin Darwinci acimasizligindan hoslanmayan insanlar, günümüzde gerçek bir ideolojik alternatiften yoksun kaldilar. Hangi sistemin yasam standartlarini yükseltmede daha etkili oldugunu sordugumuzda, bu tarihsel tartismaya bir nokta koymus oluyoruz. Cevap serbest piyasa kapitalizmidir. Diger sistemler geliri daha etkili ve daha adil biçimde dagitiyor olabilirler, ama hiçbiri dagitilacak geliri yaratmada serbest piyasa kapitalizminden daha etkili olamaz.

Ülkeniz bu gerçegi kabullendiginde, bugünün küresel ekonomisinin serbest piyasa kurallarini kavrayarak bunlara uymaya karar verdiginde, benim “altin deli gömlegi” dedigim seyi sirtina geçirmis demektir. Altin deli gömlegi, içinde bulundugumuz küresellesme çaginin tanimlayici siyasi-ekonomik giysisidir. Soguk Savas'in Mao elbisesi, Nehru ceketi, Rus kürkü vardi. Küresellesmenin sadece altin deli gömlegi var. Eger ülkeniz bu gömlek için henüz ölçü aldirmamissa, bunu yakinda yapacaktir.

Altin deli gömlegi ilk kez, 1979'dan itibaren Ingiltere'de, Margaret Thatcher tarafindan dikilmeye ve popülerlestirilmeye basladi. 1980'lerde ABD'de Ronald Reagan'dan gelen destekle, deli gömlegi ve giyim kurallari ciddi bir agirlik kazandi.

Bir ülkenin altin deli gömleginin içine sigabilmesi su altin kurallari benimsemesi ya da bunlara dogru yol almakta oldugunu göstermesi gerekir: Özel sektörü ekonomik büyümenin temel motoru haline getirmek, enflasyon oranini düsük tutmak ve fiyat istikrari saglamak, devlet bürokrasisini küçültmek, bütçe fazlasi saglamasa bile olabildigince dengeli bir bütçe yürütmek, ithal ürünler üzerindeki gümrük tarifelerini kaldirmak veya düsürmek, kotalardan ve yerel tekellerden kurtulmak, ihracati artirmak, devlete ait sanayi kuruluslarini ve kamu iktisadi tesebbüslerini özellestirmek, sermaye piyasalarini serbestlestirmek, para birimini konvertibl hale getirmek, ülkedeki sektörleri, hisse senedi ve tahvil piyasalarini dogrudan yabanci mülkiyete ve yatirima açmak, ülke içindeki rekabeti olabildigince artirmak üzere ekonomiyi devlet düzenlemelerinden arindirmak, kamusal yolsuzluklari, sübvansiyonlari ve rüsveti olabildigince azaltmak, bankacilik ve telekomünikasyon sistemlerini özel mülkiyete ve rekabete açmak, yurttaslara yerel ve yabanci emeklilik fonlari ve yatirim fonlari arasindan seçim yapma firsatini vermek. Bu parçalarin hepsini birbirine eklediginizde, altin deli gömleginiz hazirdir.

Ne yazik ki bu gömlek asagi yukari “tek boy” olarak hazirlanir. Bu yüzden bazilarina batar, bazilarina ise dar gelir ve ekonomi kurumlarina daha akici bir isleyis kazandirmak ve performans düzeyini yükseltmek açisindan bütün toplumu sürekli baski altinda tutar. Onu sirtindan çikarip atanlari göz açip kapayana kadar gerilere atar, ama onu dogru tasimayi bilenlerin de büyük bir hizla ilerlemesine yardimci olur. Her zaman güzel, kibar ve rahat olmayabilir, ama içinden geçtigimiz tarihsel sezonda raflarda bulunan tek model odur.

Ülkeniz altin deli gömlegini sirtina geçirirken genellikle iki sey olur: Ekonominiz büyür politikaniz küçülür. Yani, ekonomi cephesinde altin deli gömlegi genellikle büyümeyi destekler ortalama gelir düzeyinin yükselmesini saglar-dis ticaretin, yabanci yatirimlarin ve özellestirmenin artmasi ve küresel rekabet baskisi altinda kaynaklarin daha verimli kullanilmasi sayesinde. Ama politik cephede, iktidar sahiplerinin politik ve ekonomik tedbir seçeneklerini daraltarak onlari daha kisitli parametrelerle çalismaya zorlar. Altin deli gömlegini giymis ülkelerde iktidar ve muhalefet partileri arasinda gerçek farklar bulmanin giderek güçlesmesi bu yüzdendir. Ülkeniz altin deli gömlegini bir kez giydi mi, politik seçenekleri Pepsi ya da Coke düzeyine iner-lezzete ve siyasette belli belirsiz farklar, yerel geleneklere bagli olarak küçük tasarim degisiklikleri, ötede beride bazi gevsemeler olabilir, ama temel altin kurallardan önemli bir sapma olamaz. Temel kurallardan fazla uzaklasan hükümetler-Demokrat, Cumhuriyetçi, Muhafazakar, Isçi Yanlisi de Gaulle'cü, Sosyalist, Hiristiyan Demokrat ya da Sosyal Demokrat-yatirimcilarinin arkalarini dönüp akin akin kaçmasina, faiz oranlarinin yükselmesine ve piyasa degerlendirmelerinin düsmesine sahit olurlar. Altin deli gömlegi içinde daha rahat hareket etmenin tek yolu onu genisletmektir ve onu genisletmenin tek yolu da üzerinize siki siki oturmasini saglamaktir. Bu gömlegin en güzel yani budur: Üzerinize ne kadar siki oturursa, o kadar çok altin üretir; o zaman da sikan yerlerini yumusak yastiklarla besleyerek toplumunuzu o kadar rahatlatirsiniz.

Eskiden `tarihsel kosullar' böyle gerektirdi derdik. Simdi `piyasa kuvvetleri' böyle gerektirdi diyoruz ve bu kuvvetlere göre yasamak zorundayiz. Neler oldugunu anlamamiz zaman aldi. Bugün ülkelerin önündeki büyük kararlar, demokrasi yolunu izleyip izlememek ve açik bir ekonomi yürütüp yürütmemektir. Bunlar en önemli tercihlerdir. Ama bu tercihi ilk kez yaptiktan sonra politika, bu sistemin size sagladigi kisitli hareket alani içinde kararlari yürürlüge koymaya yarayan bir siyaset mühendisligi düzeyine iner.

Her ülke altin deli gömlegini sonuna kadar giymez-kimisi sadece yarim yamalak giyer ya da yavas yavas üstüne geçirir (Hindistan, Misir). Kimisi bir giyip bir çikarir (Malezya, Rusya). Kimisi onu kendi kültürüne uydurmaya çalisir ve dügmelerin bir kaçini açik birakir (Almanya, Japonya ve Fransa). Kimisi petrol gibi bir dogal kaynaga sahip oldugu için bu cendereye girmekten tamamen kurtulabilecegini düsünür (Iran, Suudi Arabistan). Ve kimisi de o kadar yoksul ve tecrit edilmis durumdadir ki, halki yoksulluga kabullenmeye zorlayan bir devlet yapisi sayesinde, yurttaslarina altin deli gömlegini degil bildigimiz siradan bir deli gömlegini giydirebilir (kuzey Kore, Sudan, Afganistan).

Ama zaman geçtikçe, ülkelerin altin deli gömlegini giymekten kaçinmalari giderek zorlasiyor. Konusmalarimda ne zaman bu noktayi vurgulasam, özellikle Amerikali olmayan dinleyici gruplarindan suna benzer bir tepki aliyorum: “Altin deli gömlegini giymek ve küresel piyasalarla baglantiya girmek zorunda oldugumuzu söyleyemezsiniz. Bizim kendi kültürümüz, kendi degerlerimiz var ve bu isi kendi yöntemimizle, kendi hizimizla yapacagiz. Teziniz asiri determinist. Hepimiz bir araya gelip bu kadar kisitlayici olmayan baska bir model üzerinde anlasmaya niçin varmayalim?”

Ben de onlara su cevabi veriyorum: “Altin deli gömlegini giymek zorunda oldugunuzu söylemiyorum. Ve eger kültürünüz, toplumsal gelenekleriniz bu gömlegin temsil ettigi degerlerle çelisiyorsa, bunu kesinlikle anlayisla karsiliyorum. Ama benim söyledigim su: Günümüzün küresel piyasa sistemi, yani Hizli Dünya ve altin deli gömlegi aslinda iletisim kurma, yatirim yapma ve dünyayi görme biçimimizi kökünden degistiren büyük tarihi kuvvetlerin ürünüdür. Bu degisimlere direnmek istiyorsaniz, bu sizin bileceginiz istir. Bu kimseyi ilgilendirmemeli. Ama eger giderek artan bir bedel ödemeden ya da giderek yükselen bir duvar insa etmeden bu degisimlere karsi koyabileceginizi saniyorsaniz, kendinizi kandiriyorsunuz.”

Nedenini açiklayayim: Finansin, teknolojinin ve enformasyonun demokratiklesmesi sadece alternatif sistemleri koruyan duvarlari-Mao'nun Kizil Kitabi'ndan Komünist Manifesto'ya, dogu Avrupa'nin sosyal devletlerinden Güneydogu Asya'nin ahbap çavus kapitalizmine kadar-yerle bir etmekle kalmadi. Bu üç demokratiklesme süreci ayni zamanda dünyada yeni bir güç kaynaginin dogmasina neden oldu. Ben buna “elektronik sürü” diyorum.

Elektronik sürü, dünyanin her kösesinde bilgisayar ekranlarinin basinda oturup farenin dügmesine bir kez basarak paralarini yatirim fonlarindan emeklilik fonlarina, emeklilik fonlarindan yükselen piyasa fonlarina tasiyan ya da evlerinin bodrum katinda internet üzerinden islem yapan bütün o isimsiz hisse senedi, tahvil ve döviz takasçilarindan olusuyor. Bunun yani sira, fabrikalarini artik dünyanin her yanina yayan, sürekli en verimli, en düsük maliyetli üretici ülkelere kaydiran çokuluslu sirketleri de içine aliyor.

Finans, teknoloji ve enformasyonun demokratiklesmesi sayesinde bu sürü giderek artan bir hizla genisliyor-o kadar ki bugün gerek ülkeler gerek sirketler açisindan büyümeyi saglayan asli sermaye kaynagi olarak devletlerin yerini almaya basliyor. Günümüzün küresellesme sisteminde öne çikmak isteyen ülkeler sadece altin deli gömlegini giymekle kalmayip ayni zamanda bu elektronik sürüyle baglanti kurmak zorunda. Elektronik sürü altin deli gömlegine bayilir; çünkü bir ülkede görmek istedigi bütün liberal serbest piyasa kurallarini temsil eder. Bu gömlegi giyen ve üzerinde tutan ülkeler, sürü tarafindan büyümelerini saglayacak yatirim sermayesiyle ödüllendirilir. Onu giymeyen ülkeler ise sürü tarafindan cezalandirilir-elektronik sürü o ülkeden uzak durur ya da parasini o ülkeden disari çikarir.

Moody's Investors Service and Standart &Poor's elektronik sürünün çoban köpekleridir. Bu kredi notu kurumlari dünyanin her kösesinde gizli gizli  dolasir, ülkeleri koklayip dururlar. Altin deli gömlegini üzerinden atmaya çalisan bir ülke gördüklerinde gürültüyle havlamakla görevlidirler (gerçi bazen, Güneydogu Asya'da oldugu gibi, Moody's ve S&P'de kokuyu kaybedebilir veya asiri bir neseye kapilarak is isten geçinceye kadar havlamayabilir).

Elektronik sürü ulus-devletler ve altin deli gömlegi arasindaki bu etkilesim günümüzdeki küresellesme sisteminin merkezini olusturuyor.

BÖLÜM 6 ELEKTRONIK SÜRÜ

 

Elektronik sürü, evinizin içine kadar giren bir yüksek gerilim hatti gibidir. Normal kosullarda sizi isitabilir, evinizi aydinlatabilir ve enerji gereksinimlerinizin büyük bölümünü karsilayabilir. Ama eger gerekli regülatörleriniz ve voltaj çikislarina karsi sizi koruyacak donanimizin yoksa, voltajin aniden yükselmesi ya da düsmesi durumunda ödünüzü koparabilir ve sizi kömüre çevirerek ölüme terk edebilir.

Günümüzün elektronik sürüsü iki temel gruba ayrilir. Birinci gruba ben “kisa boynuzlu sigirlar” diyorum. Bu grupta dünyanin her yaninda hisse senedi, tahvil ve döviz alim - satimiyla ugrasan ve paralarini çok kisa dönemli olarak oradan oraya tasiyabilen - ve genellikle tasiyan-herkes yer alir. Kisa boynuzlu sigirlar döviz takasçilari, belli basli yatirim ve emeklilik fonlari, güvence fonlari, sigorta sirketleri, bankalarin menkul kiymet alim-satim departmanlari ve bireysel yatirimcilardir. Merrill Lynch'den Crédit Suisse'e, Fuji Bank'a ve bir kisisel bilgisayar ile modemi olan herkesin kendi oturma odasindan islem yapabilecegi Charles Schwab web sitesine kadar herkes bu gruba dahildir.

Ikinci gruba “uzun boynuzlu sigirlar” diyorum. Bunlar dis ülkelere dogrudan yatirimlarini her gün biraz daha artiran, dünyanin her kösesinde fabrikalar kuran ve yine dünyanin her kösesinde kendi ürünlerini üretecek ya da monte edecek fabrikalarla uzun dönemli üretim anlasmalari ya da ittifaklar yapan çokuluslulardir -

General Electricler, General Motorslar, IBMler, Inteller, Siemensler vb. Bunlara uzun boynuzlu sigirlar dememin nedeni, bir ülkeye yatirim yaptiklarinda daha uzun vadeli baglantilara girmek zorunda olmalaridir. Ama bugün onlar bile, tipki bir sürü gibi, inanilmaz bir hizla kosuyorlar.

Dünyanin süper piyasalari, mega boyutlara ulasan Tokyo, Frankfurt, Sidney, Singapur, Sanghay, Hong Kong, Bombay, Sao Paulo, Paris, Zürih, Sikago, Londra ve Wall Street piyasalaridir. Elektronik sürünün en iri baslari buralarda toplanir, bilgi degis tokusunda bulunur, islemlerini yürütür ve sürüyü beslemek için farkli sirketlere ait hisse senetleri ve tahviller çikarirlar. Sikago Üniversitesi'nin küresellesme uzmani Saskia Sassen'a göre, 1997 sonuna gelindiginde 25 süper piyasa, kurumsal yönetim altindaki bütün menkul degerlerin yüzde 83'ünü kontrol ediyor ve küresel sermayenin asagi yukari yarisini, yani yaklasik 20,9 trilyon dolari sagliyordu.

Bu elektronik sürü- ve otlamak, çogalmak için toplandigi süper piyasalar- küresellesme sisteminin önemli uluslararasi aktörleri haline gelmis bulunuyor. Ulus- devletler gibi savas açma ve ülkeleri isgal etme olanaklari yoksa da, birçok alanda ulus-devletlerin davranislarini belirleme güçleri var. Soguk Savas sisteminin devletler arasindaki dengeye dayanmasina karsilik küresellesme sistemi ikili dengeye dayaniyor; devletler ile devletler, devletler ile elektronik sürü.

Ilk küresellesme çaginin elektronik sürüsü fare kuyrugu gibiydi. Bugünün elektronik sürüsünün kuyrugu ise dinozor kuyrugu gibidir ve savruldugu zaman dünyada bir takim köklü degisiklikler yaratir. Bu bölümde açiklamaya çalistigim sey, söz konusu sürünün günümüzde karsi konulmaz bir ekonomik büyüme kaynagi haline gelirken savruldugu zaman hükümetleri bile devirebilecek kadar ürkütücü bir kuvvete nasil dönüstügüdür.

Günümüzün kisa boynuzlu sigirlarinin en belirgin özelligi, beslenebildikleri finansal ürünlerin inanilmaz çesitliligidir. Bugün dünyanin her kösesindeki sayisiz ülke ve piyasa tarafindan sunulan hisse senetleri ve tahvillerin, ticaret borsasi islemlerinin, futüres ve opsiyon sözlesmelerinin ve türevlerin olusturdugu sinirsiz mönü neredeyse her sey üzerine bahis oynayabileceginiz anlamina geliyor.

Ortadaki seyin ne oldugu hiç fark etmez - Mindy's'in peynirli kek satislari, konut kredisi sözlesmeleri, kredi karti alacaklari, ödenmemis borçlar, otomobil kredileri, ticari krediler, “Titanic”in yeni yapimlari, Brezilya'nin sirket borçlari, Lübnan hükümetinin hazine bonolari, General Motors'un otomobil finansmani ya da rock yildizi David Bowie'nin gelir akisi. Ülkeler arasindaki sermaye denetimleri azaldikça, her seyi hisse senedi, tahvil ya da türev olarak satisa sunanlarin sayisi hizla artiyor.

Yatirim araç ve firsatlarindaki çesitlilik hem gelismis ülkeler hem gelismekte olan ülkeler hem de sirketler için Tanri'nin bir lütfu oldu Bu sayede bir kismi daha önce hayal bile edilemeyen bir hizla büyüme firsatini buldu. The Economist'te belirtildigi gibi: “artik sermaye yoklugu, büyük yatirim gereksinimleri içindeki yoksul ülkelerin elini kolunu baglamiyor. Güvenli yatirimlar arayan yatirimcilar, kendi iç piyasalariyla kisitli kalmak yerine artik dünyanin her kösesinde en yüksek gelir getiren firsatlari

kovalayabiliyor.” Bugün ABD'deki belli basli yatirim fonlari ailelerinin hepsi  en azindan bir egzotik “yükselen piyasa”yatirimi içeriyor.

Böyle bir piyasada para kazanmak isteyen kisa boynuzlu sigirlarin o incecik rekabet çizgisini yakalamalari yetmez: Ayni zamanda yatirimlarini durmadan büyütmeleri gerekir. Bir toplu igne basina milyarlarca dolar sikistirdiginizi düsünün, ne demek istedigimi anlarsiniz.

Bu yeni oyuncularin en basta geleni koruma fonu diye bilinen kurumlar. Bunlar varlikli kisi ve kurumlardan topladiklari parayla büyük nakit havuzlari olusturuyor, sonra banka kredileriyle bu havuzu genisletiyor ve dünyanin her kösesindeki döviz, hisse senedi ve tahvillere yüksek riskli, yüksek getirili yatirimlar yapiyorlar. Ancak, diye ekliyor Kaufman, son yillarda pek çok büyük banka, araci kurum, yatirim bankasi, sigorta sirketi, ayrica çokuluslu büyük sirketlerin saymanlik departmanlari ve hatta dünyadaki belli basli merkez bankalarinin takas odalari kendi koruma fonu birimlerini kurma geregi duydu. Büyük bir yatirim bankasinin bir koruma fonunun islemlerine aracilik etmesi ve ayni zamanda kendi özel islemlerinde o koruma fonunun yaptiklarini taklit etmesi alisilmadik bir durum degil.

Ayrica süper piyasalarin küresel yatirimlari bu kadar kolay ve hizli kilmasi sayesinde, yatirimlarinizi artik evinizdeki bilgisayardan, internetteki kusursuz bir aracilik sitesinden yapabilirsiniz. Küresel yatirimlar artik çok daha kolay ve çok daha ulasilabilir oldugu için, insanlar dünyadaki her piyasanin Wall Street gibi isledigi fikrine kapilabilirler. Hazine bakan Yardimcisi Larry Summers'in sik sik söyledigi gibi: “Daha iyi otoyollar yaparsaniz, insanlar daha hizli araba kullanmaya baslarlar. Ve bu yeni otoyollarda kaza yapip ölen insanlarin sayisi artar; çünkü ne kadar hizli gidebilecekleri konusunda hatali tahminler yürütür ve çikmamalari gereken hizlara çikarlar.”

Örnegimize geri dönersek, First Global Insvetment Bank, Thai Farmars' Savings & Loan Bank'i arar ve der ki: “Hey, Türk tahvillerini sakin kaçirmayin. Tam bu aralar çok siki para kazanabilirsiniz.” Taylandli bankaci cevap verir: “Türk tahvilleri yüzde 25 veriyor, öyle mi? Türkiye'de bir tahvil piyasasi oldugunu bilmiyordum. Tamam, madem öyle diyorsun, alayim bari birkaç milyonluk.” Ama sorun surada: “Türk tahvil piyasasi” sözünü duyduklarinda, insanlar kendi kendilerine diyorlar ki, “Wall Street'in tahvil piyasasi var, Frankfurt'un tahvil piyasasi var, Tokyo'nun tahvil piyasasi var, demek simdi Türkiye'nin de tahvil piyasasi olmus. Aman ne güzel.” Gelgelelim, Türk tahvil piyasasi görünüste her bakimdan bir piyasayi andirsa da, aslinda Wall Street tahvil piyasasiyla hiçbir benzerlik tasimaz. Ve bu gerçegi, deger kaybeden Türk tahvillerinizi satmak istediginiz zaman kesfedersiniz. Türk piyasasi o kadar küçüktür ki büyük oyunculardan sadece birkaçi tahvillerini satmaya kalkissa alici bulunmaz; asagiya iniste likidite yoktur, dolayisiyla çikis yoktur. Piyasalarin küresellesmesi bütün piyasalarin “verimli, likit ve simetrik oldugu” ve her piyasada kusursuz enformasyon ve seffaflik bulundugu yanilsamasini yaratiyor. Bunun gerçekle hiç ilgisi yok. Sadece sunu düsünün: Bugün Microsoft hisselerinin toplam degeri 380 milyar dolar. Bu ABD hisse senedi tek basina, dünyanin bütün yükselen piyasalarindaki hisse senetlerinin toplamindan daha büyük deger tasiyor.

Sürü sadece uyruksuz kiyi bankaciligi fonlarindan, baska ülkelerdeki internet yatirimcilarindan ve uzak süper piyasalardan olusmaz; kendisine kapilarini açmis her ülkenin yerel oyuncularini da kapsar. Sürüye gücünü veren sey sadece bir ülkedeki sermaye denetimlerinin kaldirilmasiyla yabancilarin rahatça içeri girip döviz, hisse senedi ve tahvil alip satabilmesi degildir. Yerel oyuncular da rahatça disariya çikabilir! Elektronik sürünün en büyük sirri, galeyanin basini çekenin çogu kez Wall Street'teki bir koruma fonu ya da Frankfurt'taki bir büyük banka olmayisidir. Galeyani baslatanlar, dolar satin alarak ya da forward piyasasinda kendi ülkesinin para birimine karsi yatirim yaparak parasini ülke disina çikaran yerel bankerler, finansçilar ve para piyasasi yöneticileridir. IMF'IN 1998'de hazirladigi “Koruma Fonlari ve Finans Piyasasi dinamikleri” baslikli rapora göre, 1994-95 Meksika pesosu krizine iliskin bütün titiz analizler, bu krizde basrolü “uluslararasi yatirimcilarin degil, yerel oyuncularin” oynadigini gösteriyor. Finans piyasalarinin küresellestigi bir dünyada, IMF su sonuca variyor: Uluslararasi portföylere sahip yabanci yatirimcilar, pek çok farkli ülkenin kosullarini takip etmede güçlük çekebilmektedir. Yükselen piyasa küçüldükçe, büyük yatirimcilarin bu dogrultudaki çabalari da azalmaktadir. Dolayisiyla sabit bir para birimine karsi ilk pozisyon alanlar, çogu zaman anlamli piyasa bilgilerine erismede ve bunlari degerlendirmede mukayeseli üstünlüge salip yerel oyuncular olabilmektedir. Yerel oyuncularin pozisyon almasini uzun süre engellemis olan iç ve dis finans piyasasinin serbestlestirilmesi de bunu büyük ölçüde kolaylastirmaktadir. Bir baska deyisle, kendi para birimlerinin, hisse senetlerinin ve tahvillerinin üzerine ilk yürüyenler Meksikali yerel finansçilar, Endonezyali yerel spekülatörler, Taylandli yerel bankerler olmus ve sürü de onlari izlemistir. Böyle olmasi da akla yakindir; çünkü  aile, dostluk ve is iliskileri sayesinde yerel halk kendi ülkesinde gerçekten neler oldugu konusunda hemen her zaman daha bilgili olacak ve bu yüzden daha güvenlik otlaklara ilk yönelen o olacaktir. Ve de artik bu isi çok kolay yapabiliyor-sermaye denetimlerinin yürürlükte oldugu eski günlerdeki gibi, parayi kaçak olarak disariya çikarmasina ya da bir arkadasi araciligiyla yabanci bir bankada hesap açtirmasina gerek kalmadan.

Amerika'daki bir finansal haber ajansinin Sanghay muhabirlerinden biri, Asya'daki 1997-98 ekonomik krizi sirasinda Tayland, Malezya, Güney Kore ve Endonezya paralarini ellerinden çikaran batili bankerlerin ve koruma fonlarinin “ihanet”inden yakinan bir Çinli arkadasiyla yaptigi konusmadan söz etmisti.

“Bize bunu neden yapiyorlar?” diye sormus Çinli isadami bu Amerikali muhabire. “Söylesene”diye karsilik vermis Amerikali finans muhabiri, “son zamanlarda cebindeki yuani hiç dolara çevirdin mi?” “Evet, çevirdim” diye itiraf etmis Çinli isadami. “Durumdan biraz endiseliyim de.” Unutmayin: elektronik sürü ataga kalktigi zaman, en öndeki boga her zaman yerel oyunculardan biridir.

Bu hiz faktörü faydali oldugu gibi zararli da olabilir. Eger sürü size ugrarsa, çok kisa sürede, ülkenizin hisse senedi ve tahvil piyasalarina ve dogrudan dogruya santral ve fabrikalarina milyarlarca dolar yagdirabilir. Bu sürüye baglanmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazir ülkelerin her geçen gün çogalmasinin nedeni bu. Ama politik ekonomik ya da toplumsal nedenlerle bir ülkedeki piyasalar dengesizlesir ya da zayiflarsa, elektronik sürü sert, ama sinirli bir piyasa ayarlamasiyla savusturulabilecek bir krizi çok daha acili ve siddetli bir sürece dönüstürebilir. Ayrica dengesizligi bir piyasadan digerine, kötü olandan iyi olana çok daha büyük bir hizla tasiyabilir.

Bütün bunlarin karsisinda tek bir kurtarici avantajimiz var. Hizli gelen hizli gider, ama tabii sonra yine ayni hizla geri gelir. Sorunlar daha hizli geliyor olabilir, ama ayni sey çözümler için de geçerli-ülkenizin dogru adimlari atmasi kosuluyla. Her sey hizlandiginda dünyanin hafizasi zayiflar. Meksika 1995'te alacaklilarini atlatti. 1998'de yeniden uluslararasi yatirimcilarin gözdeleri arasina girdi. 1995'i kim hatirliyor ki?

Bugünlerde mansetlere çikanlar daha çok elektronik sürünün (George Soros gibi) kisa boynuzlu sigirlari olsa da, uzun boynuzlu sigirlar gittikçe önem kazanan bir rol oynuyorlar. Uzun boynuzlu sigirlar, “dogrudan yabanci sermaye” diye bilinen seyle ugrasan çokuluslu sirketlerdir-yani, gelismekte olan ülkelerin hisse senetlerine ya da tahvillerine yatirim yapmakla kalmaz, dogrudan dogruya fabrikalara, kamu iktisadi tesebbüslerine, enerji santrallerine ve daha bir dizi baska projeye de yatirimda bulunurlar. Bunlar uzun uzun planlanan yatirimlardir ve bir gecede geri çekilemezler. Uzun boynuzlu sigirlar Ford, Intel, Compaq ve Toyota gibi sirketlerdir. Küresellesmenin nimetleri sayesinde simdi bu sirketler, eskiye göre daha çesitli yollardan daha fazla ülkeye daha büyük yatirimlar yapiyorlar.

Ülkelerin iç pazarlarini gümrük duvarlariyla korumaya aldigi Soguk Savas sisteminde, çokuluslu sirketler esas olarak bu duvarlarin üzerinden atlamak amaciyla, genis pazarlara sahip ülkelere milyonlarca dolar degerinde uzun vadeli yatirimlar yaparlardi. Baska bir biçimde söylersek, Toyota, Amerika'nin Japon otomobillerine uyguladigi ihraç kotasini delmek için ABD'de fabrikalar kurar ve sadece Amerikan pazarina yönelik Toyota'lar üretirdi. Ayni seyi Ford da Japonya'da yapardi. Çokuluslu sirketler, duvarlarla çevrili bir dünyada ayakta kalabilmek için kilit pazarlarda fabrikalar kurmak zorundaydi. Böylece o pazarda daha iyi yerel üreticiler ve saticilar haline gelme firsatini bulurlardi.

Ama teknolojinin, finansin ve enformasyonun demokratiklesmesi Soguk savas duvarlarinin pek çogunu yerle bir edince, elektronik sürünün uzun boynuzlu sigirlari yabanci ülkelerde fabrika kurmak için çok daha büyük ve eskisinden epey farkli bir tesvikle karsilasti. Çokuluslu bir sirketin istedigi seyi istedigi yere satabilecegi ya da istedigi seyi istegi yerde üretebilecegi tek ve açik bir küresel pazar ve siberuzay ortaya çikti. Bu gelisme rekabeti kizistirdi ve pek çok sektörde kar marjlarini düsürdü. Dolayisiyla artik her çokuluslu sirket, azalan kar marjlarini satis hacmiyle dengelemek üzere küresel pazara satis yapmaya çalismak zorunda. Üretim maliyetlerini düsük tutmak ve rekabet gücünü korumak için de küresel pazarda üretim yapmaya çalismak zorunda-üretim zincirini parçalara ayirarak ve her parçayi en ucuz ve en verimli çalisacak ülkeye yaptirarak. Bu durum yabanci ülkelerde maliyeti düsürecek üretim tesislerine yatirim yapan ya da daha ucuz maliyetli yabanci taseronlarla ittifaklar kuran çokuluslu sirketlerin sayisinin artmasina yol açti-duvarlarla çevrili bir dünyada degil, duvarsiz bir dünyada ayakta kalabilmek için.

Fordlar, Nike'lar ve Toyotalar-uzun boynuzlu sigirlar-sermayelerini oradan oraya tasima açisindan kisa boynuzlu sigirlar kadar hizli olmasalar da çogu insanin sandigindan daha büyük bir hizla sermayelerini ülkeden ülkeye kaydiriyorlar.

Simdilerde uzun boynuzlu sigirlarin yaptigi yabanci yatirimlarin büyük bir kismi artik fabrika kurmaya degil, yerel mülkiyetli fabrikalarla ittifaklar kurmaya dayaniyor. Bunlar çokuluslularin bagli sirketleri, taseronlari ve partnerleri olarak is görüyor ve bu üretim iliskileri en iyi vergi kosullarinin ve en verimli, en ucuz isgücü kaynaklarinin pesinde ülkeden ülkeye, üreticiden üreticiye giderek artan bir hizla kaydiriliyor. Uzun boynuzlu sigirlar gelismekte olan bütün ülkeleri birbirine karsi yaristiriyorlar. Bunlarin hepsi çokuluslu yatirimlara siddetle ihtiyaç duyuyor, çünkü teknolojik siçramalar yapmanin en çabuk yolu buradan geçiyor. Nike'in Asya'daki üretim tesisleri baslangiçta Japonya'da kurulmustu; ama bu çok pahali olmaya baslayinca Nike solugu önce Tayland'da, sonra da Çin'de Filipinler'de Endonezya'da ve Vietnam'da aldi.

Brezilyali isletme danismani Joel Korn, çokuluslu sirketlerin “bir zorunlu ihtiyaç maddesi” oldugunu söylüyor. “Latin Amerika hala dis sermayeye büyük ölçüde bagimli, çünkü iç tasarruflar yüksek ekonomik büyümeyi desteklemek için yetersiz. Bu yüzden dogrudan yabanci sermayeye ihtiyacimiz var. Bu uzun boynuzlu sigirlar ayni zamanda uluslararasi standartlar ve teknolojiler getiriyor ve farkli pazarlarin isleyis biçimlerine kendimizi uydurmamizi sagliyorlar. Üstelik yanlarinda yabanci ortakliklar da getiriyorlar, ki bunlar da ayrica teknoloji transferleri ve kendilerine ait  yeni pazarlar getiriyor. Bugün uzun boynuzlu sigirlari içeri almazsaniz, baska bir gezegende tek basiniza yasiyormus gibi olursunuz.”

Intel'in Baskani Craig Brett, Silikon Vadisi'nde her ay bir dizi büyükelçi ve diplomat tarafindan ziyaret edildigini bosuna söylemiyor. Bütün ziyaretçilerin tek bir mesaji var: “Fabrikani al ve bana gel.”

Geride biraktigimiz on yil içinde, sömürgecilik sonrasi döneme ait bir çok lider-Zedillo, Mahathir, Suharto, hatta Boris Yeltsin-elektronik sürünün tekmesini yemenin nasil bir sey oldugunu kesfetti. Ortada tatsiz bir durum vardi. Tanidiklari iç düsmanlara hiç benzemeyen bir düsmandi sürü. Onu tutuklayamiyor, sansürleyemiyor, yasaklayamiyor, rüsvetle yola getiremiyor ve hatta çogu zaman göremiyorlardi. Bir kismi, Zedillo'nun yaptigi gibi, sürünün buyruklarina boyun egdi. Buna karsilik Mahthir ve Suharto baska bir taktik benimsediler; sürüye hakaretler yagdirdilar, onu komploculukla suçladilar, yaptiklarini ona ödetmeye yeminler ettiler.

1997'deki Asya ekonomik krizinin zirvesinde, Mahathir tarafindan azledilmesinden önce, Malezya'nin Basbakan Yardimcisi Enver Ibrahim'le konusuyordum. Mahathir Yahudileri, Soros'u ve baska komploculari Malezya para birimini kasten düsürmekle suçlayip dururken, Enver ve bazi meslektaslari ellerinde bir grafikle Mahathir'in karsisina çikmis ve ona mealen sunu söylemislerdi: “Bak, Pazartesi günü Soros için sunu dedin ve Malezya ringgiti su kadar düstü. Sali günü Yahudiler için sunu dedin  ve ringgit su kadar düstü.”

Tayland'in Basbakan Yardimcisi ve Ticaret bakani Supaçay Panitçpakidi, ülkesi sürüyle dövüsmeye kalkisan ve yenik düsen birinin savas yaralarini tasiyor: “Bir hata yaptik - para birimimizi dolara bagladik ve devalüasyon yapmakta alti ay geciktik. Aslinda bunun bir felakete yol açmasi gerekmezdi; ama (sürünün) birbirini izleme huyu yüzünden herkes para birimimize saldirdi. Böyle olunca, yüzde 15 ya da yüzde 20'lik

bir düsüs yerine yüzde 50'lik bir düsüs yasadik. Piyasa küresellesmis oldugu için, (sürü) rezevlerimizin yetersiz oldugunu ögrendi.

Internet, kitabin bu bölümünde açikladigim küresellesme sistemini-Hizli Dünya'yi, elektronik sürüyü, süper piyasalari, altin deli gömlegini-içine alan ve bu sistemi hepimizin etrafinda sikistirdikça sikistiran bir mengene gibi olacak; öyle ki dünya her geçen gün biraz daha küçülecek ve biraz daha hizlanacak.

BÖLÜM 7 

DOSERMAYE 6.0

 

Bugünlerde insan “kleptokrasi” diye adlandirilabilecek fenomenin pek çok görüntüsüyle karsilasiyor. Gelismekte olan ülkelerde her zaman, gelismis ülkelerde de daha az siklikla karsilasabileceginiz basit rüsvet ve yolsuzluk eylemlerinin ötesine geçen bir sey bu. Kleptokraside devlet sisteminin-vergi toplama sisteminden gümrüklere, özellestirmeye ve piyasa mevzuatina kadar-kilit fonksiyonlarindan birçogu ya da hepsi yolsuzluga o kadar batmistir ki yasal islemler normdan çok istisna haline gelmistir. Hem göz yumulan hem de uyulmasi beklenen norm sudur: Her düzeydeki görevli yurttaslardan, yatirimcilardan ve devletin kendisinden olabildigince para koparmak için mevkiini kullanir; yurttaslar ve yatirimcilar da karar veya hizmet elde etmenin tek yolunun birilerinin rüsvet vermek oldugu varsayimiyla hareket eder.

Kleptokrasinin derecesi devletten devlete degisir. Bir uçta tam olgunlasmis kleptokrasiler vardir-devletin hirsizlik etrafinda örgütlendigi Nijerya gibi. Diger uçta yolsuzlugun yaygin oldugu, hos görüldügü ve beklendigi, ama bir takim yasal ve demokratik normlarin da bunlara eslik ettigi tomurcuk kleptokrasiler vardir- Hindistan gibi. Olgun kleptokrasiler ile tomurcuk kleptokrasiler arasindaki farki ortaya koymak için, Dünya Bankasi çevrelerinde anlatilan eski bir fikrayi aktaracagim. Fikra, karsilikli ziyaretlerde bulunan Asyali ve Afrikali iki Bayindirlik Bakaniyla ilgili. Önce Afrikali Bakan Asyali Bakani ülkesinde ziyaret eder; aksam oldugunda Asyali Bakan Afrikaliyi evine yemege götürür. Asyali Bakan saray gibi bir malikanede yasamaktadir. Bunu gören Afrikali Bakan meslektasina sorar: “Vay canina, böyle bir evi maasinla nasil karsilayabiliyorsun? Asyali Bakan Afrikaliyi denize bakan büyük bir pencerenin yanina götürür ve eliyle uzaktaki bir köprüyü gösterir. “Suradaki köprüyü görüyor musun?” diye sorar. “Evet, görüyorum” der Afrikali. Bunun üzerine Asyali parmagiyla kendisini isaret ederek fisildar: “Yüzde 10.” Yani köprü maliyetinin yüzde 10'u Bakanin cebine girmistir. Bir sene sonra bu kez Asyali Bakan Afrikalinin ülkesine ziyarete gider ve meslektasinin daha da görkemli bir evde yasamakta oldugunu görür. “Vay canina, böyle bir evi maasinla nasil karsilayabiliyorsun?” diye sorar Afrikaliya. Afrikali Bakan Asyaliyi oturma odasindaki deniz manzarali pencerenin yanina götürür ve eliyle ufku isaret eder. “Suradaki köprüyü görüyor musun?” diye sorar. “Hayir, orada köprü falan yok” diye cevap verir Asyali. “Haklisin” der Afrikali Bakan ve isaret parmagini kendisine dogrultarak “Yüzde 100” diye ekler.

Ülkenizin bu iki kleptokrasi türünden birine girdigini gösteren elle tutulur isaretler nelerdir? Iste benim yillar içinde topladigim bir kaç gösterge:

Kleptokrasi, Sovyetler Birligi'nin dagilmasinin ardindan adi suçlarin her köseye yayildigi 1995 (ve 1996, 1997, 1998, 1999) yili Moskova'sidir.

Kleptokrasi, Arnavutluk'ta vergi kaçakçiliginin ve hirsizligin vardigi noktadir. 1997 yilinda Arnavutluk'un en çok vergi ödeyen sirketler listesinde otuz besinci sirayi, Amerikan-Arnavutluk ortak girisimi bir pizzaci dükkani isgal etmisti. Ayni yil oto hirsizligi o kadar tirmanmisti ki, Amerikali yetkililerin tahminine göre Arnavutluk sokaklarindaki arabalarin yüzde 80'i bir Avrupa ülkesinden çalinmis araçlardi.

Endonezya'da yolsuzluk o kadar derinlere islemistir ki, diye anlatti bana memurlar “ödedigin rüsvet karsiliginda sana makbuz verirler. Ciddi söylüyorum.

Kleptokrasi, memurlarin ve düzen koyucularin, uygulamakla görevli olduklari kurallarin kendileri için geçerli olmadigini düsünmeleridir.

Kleptokrasi, Dogu Avrupa'da Rusya'ya kadar birçok ülkede gerçeklestirilen sahte özellestirme programlariyla kazanilan milyarlarca dolardir. Küçük oligarsik seçkin gruplar, çogu zaman yerel mafyayla ve devlet görevlileriyle isbirligi yaparak, daha önce kamuya ait olan fabrikalari ve dogal kaynaklari piyasa degerinin altindaki fiyatlarla ele geçirmeyi basarmis, böylece bir gecede milyarder olmustur. Rusya'nin varliklarini inanilmaz boyutlarda hortumlayan bu güç odaklari ve baska dolandiricilar sayesinde. Paris'ten Tel Aviv'e kadar birçok yerde gayrimenkul fiyatlari artmistir.

Ama bazen de kleptokrasi, sadece zengin güç odaklarinin kendi ülkelerini soymasi degil, sosyal güvenlik agi olmayan bir ülkede siradan insanlarin hayatta kalmaya çalismasidir.

Hindistan'daki Times'in 16 Aralik 1998'de yayimladigi bir haberde, Hindistan'in yolsuzluga batmis Pencap eyaletinde on sekiz aydir sürdürülen aramaya son verildigi bildiriliyordu. Aranan sey, elektrik baglantilarindan devlet okulu kayitlarina kadar her seyin birilerine rüsvet ödeyerek halledildigi bu eyalette, “dürüst” kamu hizmeti sunan bir devlet görevlisiydi. Bunun için ortaya 100.000 rupilik (2.380 dolar) bir ödül konmustu, ama ödülü hak eden bir görevli bulunamamisti.

Bütün bunlarin küresellesmeyle ne ilgisi var? Bu soruya cevap vermek için, bilgisayar dünyasindan bazi analojiler kullanmak istiyorum. Ülkeler ile bilgisayarlarin üç parçasi arasinda kosutluklar kuracagim. En basta elimizde makinenin kendisi, yani “donanim” var. Bu, ekonominizin etrafindaki koruyucu kasadir. Soguk Savas dönemi boyunca, dünyada üç çesit donanim vardi: Serbest piyasa donanimi, komünist donanim ve her ikisinin özelliklerin birlestiren karma donanimlar.

Ikinci parça, donaniminizin “isletim sistemi”dir. Ben bunu, ülkelerin genel makro ekonomik politikalarina benzetiyorum. Komünist ülkelerdeki temel ekonomik isletim istemi merkezi planlamaydi. Serbest piyasa yoktu. Sermayenin nasil tahsis edilecegine hükümetler karar verirdi. Ben, komünist ekonomilere özgü bu iletim sistemine DOSermaye 0.0. (Baska bir okuyusla DOS Kapital 0.0) diyorum.

Karma devletlerin isletim sistemleri sosyalizmin, serbest piyasanin, devletçi ekonominin ve bürokratlar, sirketler ve bankalar arasindaki içli disli iliskilere dayali ahbap çavus kapitalizminin çesitli bilesimlerinden olusurdu. Ben bunlara, devletin ekonomideki rolün ve ekonominin gelismislik düzeyine bagli olarak DOSermaye 1.0'dan 4.0'a kadar adlar veriyorum. Mesela Macaristan DOSermaye4.0'dir. Endonezya DOSermaye 3.0 ve Kore DOSermaye 4.0'dir.

Son olarak, büyük endüstriyel kapitalist sistemler gelir. Bunlarin bir kismi serbest piyasalara dayali isletim sistemlerine sahiptir, ama yine de dikkate deger büyüklükte sosyal devlet bilesenleri vardir. Fransa, Almanya ve Japonya'yi içeren bu grubun isletim sistemini DOSermaye 5.0 diye adlandiriyorum. Öte yandan bir kismi da (ABD, Hong Kong, Tayvan ve Birlesik Krallik gibi) ekonomilerini liberallestirmis ve altin deli gömlegini kusanmistir. Bunlarin isletim sistemi DO sermaye 6.0'dir.

Bana göre yazilim, hukukun üstünlügü diye tanimlanabilecek genis kategorinin kapsamina giren her seydir. Bir ülkenin hukuki ve idari sistemlerinin kalitesine ve yetkililerin, bürokratlarin ve yurttaslarin o ülkedeki yasalari ne kadar anladigina, özümsedigine ve bunlari isler hale getirmede ne kadar basarili olduguna iliskin bir göstergedir. Iyi yazilim örnekleri arasinda bankacilik kanunlari, ticaret hukuku, iflas hukuku, sözlesme hukuku, ticari ahlak kurallari, gerçek anlamda bagimsiz bir merkez bankasi, risk almayi tesvik eden mülkiyet haklari,temyiz usulleri, uluslararasi muhasebe standartlari, ticari mahkemeler, tarafsiz bir yargiyla desteklenmis düzenleyici gözetim organlari, çikar çatismalarini ve bürokratlarin bilgi sizdirmasini önleyen yasalar, bu kurallari olabildigince tutarli biçimde uygulamaya hazir devlet yetkilileri ve yurttaslar sayilabilir.

Soguk Savas döneminde Amerika ve Rusya bir ülkenin ne durumda olduguna, yani isletim ve yazilim sistemlerinin bozuk olup olmadigina aldirmaksizin kendi kamplarina çekmek için ülkeye yardimda bulunan, ücretsiz onarim hizmeti sunardi. Dünyadaki bütün ülkeler ayni temel onanima sahipti: Serbest piyasa kapitalizmi. Bu gelismenin ardindan oyun tamamen degisti. Ülkeler artik hangi donanimi seçeneklerine karar vermek zorunda degildi. Bütün yapacaklari, ise yarayan tek donanim oldugu anlasilan serbest piyasa kapitalizminden en iyi biçimde yararlanmanin yolunu bulmakti.

Ama bilgisayar teknolojisi dünyasinda bir söz vardir: “Donanim her zaman yazilim ve isletim sistemlerinin önünde gider.” Yani mühendisler durmadan daha hizli çipler gelistirirler; bu yeni donanimdan gerçekten yararlanmayi ve ondan en iyi verimi almayi saglayacak isletim sistemleri ve daha geliskin yazilimlar ise arkadan gelir. Ayni sey küresellesme dünyasi için de geçerlidir. Komünizm ve sosyalizmin Rusya, Dogu Avrupa ve Üçüncü Dünya'daki çöküsünden beri, dünya çok sayida ülkenin serbest piyasalarin temel donanimini benimsemesine, hatta donanimlarini yüksek voltajli elektronik sürüye baglamasina tanik oldu; ama bir ülkenin sürüye baglanmasiyla birlikte içeriden disariya ve disaridan içeriye dogru akmaya baslayan sermaye ve enerji akimlarini ekili bir sekilde yönetmek ve akilci yöntemlerle dagitmak için gerekli olan yazilim ve diger kurumlar çogu zaman ortada yoktu.

Bugün elektronik sürüye ve süper piyasalara baglanmadan ilerleyemezsiniz; onlardan en iyi biçimde yararlanmanizi ve üstünüze yürüdükleri zaman en kötü yanlarindan korunmanizi saglayacak iletisim ve yazilim sistemine salip olmadan ayakta kalamazsiniz.

Dünyanin bu dersi ögrenmesi, içinde bulundugumuz yeni küresellesme çaginin ilk on yilini aldi. Herkesin ayni donanim markasina-serbest piyasalara-yöneldigi bir dünyada, kendi isletim sistemlerini ve yazilimlarini gelistirerek sisteme uyum saglamada bütün ülkelerin ayni hizla hareket edemeyecegi açikti. Bilgisayar satin almak zor degildir, hele ki bir tek marka varsa. Ve Soguk Savas sisteminden küresellesme sistemine geçis sirasinda pek çok ülke iste tam da bunu yapti; satin aldigi bilgisayari etkin bir sekilde çalistiracak isletim sistemine ve yazilima sahip olup olmadigini hiç düsünmeden. Bu ülkeler dediler ki: “Aa, ne kadar da kolaymis. Ben de yepyeni bilgisayarimi hemen su elektronik sürüye baglayivereyim.”

Ama durum bundan çok daha karisikti. Ülkenizi serbest ticarete açtiginizi ilan etmek kolaydir. Zor olan, hakkaniyetli yasalarin ve ticari kurallarin tarafsiz bir sekilde uygulanmasini saglamak, insanlari basibos kalmis kapitalizmden koruyacak mahkemeler olusturmaktir. Menkul kiymetler borsasi açmak kolaydir. Bugün Mogolistan'da bile bir menkul kiymetler borsasi var. Ne var ki, sirket bilgilerinin haksiz kazanç elde etmek amaciyla kullanilmasini önleyecek bir Menkul Kiymetler ve Borsa Komisyonu olusturmak zordur. Basinin yularlarini ansizin gevsetmek ve ekonomik enformasyonunu serbestçe akmasina izin vermek kolaydir. Ama devlet yönetimi içindeki yolsuzluklari gün isigina çikaracak ve hissedarlarini aldatan dolandirici sirketlerin maskesini düsürecek, yani gerçek anlamda bagimsiz bir özgür basini olusturmak ve korumak çok zordur.

Serbest piyasanin gerektirdigi isletim sistemlerini ve yazilimlari gelistirebilen ülkeler, serbest piyasa demokrasileri olma yolunda ilerleyecekler. Gerekli yazilimi ve isletim sistemlerini gelistirmeyen ya da gelistiremeyen ülkeler ise devletin esas olarak soyguncu baronlarin ve suç sebekelerinin eline geçtigi, kimsenin hukukun üstünlügüyle ilgilenmedigi serbest piyasa kleptokrasileri olma yolunu tutacaklar.

Elveda, komünist-kapitalist çekismesi. Merhaba, serbest piyasa demokratlari ile serbest piyasa kleptokratlarinin dünyasi.

Küresellesme ve sinirlarin giderek önemini yitirmesi nedeniyle, ulus-devletlerin yok olmaya ya da önemsizlesmeye baslayacagi kaygisini tasiyanlar veya bunu öngörenler sonuna kadar yaniliyorlar. Hatta düpedüz saçmaliyorlar. Küresellesme ve sinirlarin giderek açilmasi, devletinizin kalitesinin daha az degil, daha çok önem kazanmasi anlamina gelir. Çünkü devletinizin kalitesi, elektronik sürüyle iliski kurmada kullanacaginiz yazilimin ve isletim sisteminin kalitesine isaret eder. Bir ekonominin sürünün kaçinilmaz inis-çikislarina ne kadar gögüs gerebilecegi, büyük ölçüde hukuki ve finansal sisteminin ve ekonomiyi yönetme biçiminin kalitesine baglidir-bunlarin hepsi de hala hükümetlerin ve bürokratlarin kontrolünde olan seylerdir. Sili, Tayvan, Hong Kong ve Singapur, 1990'larin krizlerine komsularindan çok daha iyi dayandilar,

çünkü bu ülkelerin daha kaliteli yazilimlari ve isletim sistemlerini kullanan daha kaliteli devletleri vardi.

Komünistlerle savasmak, ülkenizin etrafindaki duvarlari ayakta tutmak ve komünist olmasinlar diye bonkör bir sosyal güvence sistemiyle isçilerinizi ayartmak için büyük bir devlet gerekiyordu. Küresellesme sisteminde önemli olan devletin kalitesidir. Devletiniz daha küçük olmalidir, çünkü amaciniz sermayeyi yavas ve hantal hükümetin degil, serbest piyasanin dagitmasidir. Ama devletiniz daha iyi, daha akilli, daha hizli olmali, bürokratlariniz serbest piyasayi ne bogarak ne de basibos birakarak düzenlemeyi bilmelidir. Bugün devlet yönetmenin sirri, bir yandan devletin kalitesini yükseltirken bir yandan da büyüklügünü azaltmaktir.

Eski komünist ekonomiler ile karma ve devletçi ekonomiler için en büyük sorun, devleti (liberallesme, piyasa düzenlemelerini gevsetme ve kamu sektörlerini özellestirme yoluyla) küçültmeye girisirken, ayni zamanda devletin kalitesini yükseltmeyi de basarip basaramayacaklaridir. Çünkü küçültülmüs ama iyilestirilmemis bir yönetim gerçekten tehlikelidir. Sadece otoyollardan olusan, üzerinde hiç trafik lambasi bulunmayan bir serbest piyasa kaos üretir. Rusya ve Arnavutluk gibi ülkelerde erken küresellesmenin yol açtigi da bu olmustur. Rusya hiçbir isletim istemi ve yazilimi olmaksizin elektronik sürüye baglandi.

Güneydogu Asya'da yasananlar da erken küresellesmenin bir baska biçimiydi. Ahbap çavus kapitalizmi içlerine kadar islemisti. Örnegin Endonezya'da kamu bankalarinin yönetimi Maliye Bakanligi'nin kontrolündeydi. Politikacilar, basbakanin aile efradi ya da Maliye Bakani bankaya geldiginde, bankerler karli olmayacagini düsündükleri projeler için bile krediler vermek zorunda kaliyor, kredilerin geri ödenmesiyle ilgili kuskular dogdugu zaman da sorunu örtbas ediyorlardi. Özel sektör bankalari da borçlarini tahsil etmede sorunlar yasiyordu. Bunlarin islevi bagli olduklari sirket gruplarina hizmet etmekti; grup üyelerinden biri sikintiya düstügünde, daha yüksek faizle dis kaynaklardan alinmis ek krediler emrine veriliyordu.

Elektronik sürü 1990'larda dördüncü vitese geçip gücünü de 286 çipten Pentium II'ye çikarinca, Güneydogu Asya ülkelerine giderek daha çok para vermeye basladi. Çogu neredeyse hiçbir denetim altinda olmayan yerel bankalar büyük miktarlarda dolar satin almaya, bunlari sabit bir kurdan yerel para birimine çevirmeye ve bu fonlar için hiçbir koruma olusturmaksizin, sayisi gittikçe artan verimsiz yatirimlar için ese dosta kredi olarak dagitmaya basladilar-bilmem kaçinci golf sahasindan dünyanin en yüksek is merkezlerine ve Güney Kore holdinglerinin bir ego manyakligina dönüsen yayilmalarina kadar. Güneydogu Asya ülkelerinin ellerindeki eski DOSermaye 3.0 ve 4.0'lari yenilemesi, DOSermaye 6.0'a dogru ilerlemesi gerekiyordu. Devletlerin rolünü azaltacak, kaynaklari en verimli kullanimlara yönlendirmesi için piyasalara daha büyük serbestlik taniyacak, iç rekabeti tesvik edecek ve efektif iflaslar yoluyla basarisizlari ayiklayacak daha liberal isletim sistemlerine ihtiyaçlari vardi. Ayrica yönetim kalitesini artiracak, daha hizli, daha açik bir ekonomi yaratacak, sirket yöneticilerini disiplin altina alacak, onlari hissedarlarin incelemelerine açik hale getirecek ve elektronik sürünün dis sermayeyi ansizin büyük ölçekte geri çekmesi halinde ayakta kalacak kadar saglam ve esnek yazilimlara ihtiyaçlari vardi.

Ne yazik ki Güneydogu Asya ülkeleri DOSermaye 3.0'la yollarina devam ettiler. Büyük hata. DOSermaye 3.0, elektronik sürünün 286 çiplik hizla yol aldigi bi ortamda, kisi basina milli geliri 500 dolardan 5.000 dolara çikarmak için yeterli olabilir. Ama kisi basina milli gelirinizi 5.000 dolardan 15.000 dolara çikarmak istiyorsaniz ve elektronik sürü 286 çipten Pentium II'ye geçtigi halde siz hala DOSermaye 3.0'inizla is görmeye çalisiyorsaniz, büyük olasilikla bilgisayariniz kilitlenecektir.

Harvard Üniversitesi iktisatçilarindan Dani Rodrik'in kendi arastirmalariyla gösterdigi gibi, “önemli olan küresellesip küresellesmediginiz degil, nasil küresellestiginizdir.” Gelismis, dürüst ve güvenilir finansal ve hukuki altyapilar olusturan ülkeler-ki bu zaman alan bir istir-para birimlerine yönelik spekülatif saldirilari daha kolay savusturabilir, elektronik sürüden kaynaklanan ani sermaye kaçislarina daha iyi dayanir ve darbeyi en aza indirecek adimlar atmada çok daha hizli davranirlar. Evet, bazi istisnalar vardir. Saglam bir isletim sistemi ve yazilimi olan bir ülke bile bazen sorunlarla karsilasabilir-1992'de Isveç'in yasadiklari ya da Amerika'daki mevduat ve kredi krizi gibi. Ama Isveç ve ABD, isletim sistemlerinin ve yazilimlarinin kalitesi sayesinde hemen ayaga kalkmayi basardilar.

Dünya Bankasi Baskani James Wolfensohn, ülkelerin refahini ölçmede kullandigimiz yöntemi bütünüyle yenilememiz gerektigini söylerken çok hakli. Neredeyse tamamen finansal istatistiklerden –GSMH, GSYIH, kisi basina milli gelir-olusan mevcut gösterge listesinin yerine, bir ülkenin sadece bir yükselen piyasa olarak degil, bir yükselen toplum olarak ne derece saglikli oldugunu ölçecek “yeni bir muhasebe formu”na geçmemiz gerektigini söylüyor Wolfenson. Ülkeler artik yönetim yazilimlarinin, hukuki sistemlerinin, uyusmazliklari çözme yöntemlerinin, sosyal güvenlik aglarinin, hukukun üstünlügünün ve ekonomik isletim sistemlerinin kalitesine göre degerlendirilmeli.

BÖLÜM 8 KÜRESEL DEVRIM

 

Küresel ekonomiye katilmak ve elektronik sürüye baglanmak, ülkenizi herkesin gözü önüne çikarmak demektir. Bu, ülkenizi halka açik bir sirkete dönüstürmek gibidir, ama hissedarlar artik sadece kendi seçmenleriniz degildir. Onlar elektronik sürünün üyeleridir, dünyanin neresinde olurlarsa olsunlar. Ve daha önce söyledigim gibi, onlar dört yilda bir oy vermezler. Yatirim fonlari, emeklilik fonlari, araci kurumlar ve daha birçok sey araciligiyla, kendi evlerinin bodrum katinda internet kanaliyla saatte bir oy verirler.

Ya elektronik sürüye ayak uydurur ve onun kurallariyla yasarsin ya da kendi basina kosar ve kendi kurallarinla yasarsin. Tek sorun, ikincisini seçmen halinde sermayeye ve teknolojiye ulasma sansinin azalacak ve nihai olarak halkinin yasama standardinin daha düsük düzeyde kalacak olmasidir.

Geleneksel dis politika çevreleri, özellikle asiri sag ve asiri sol, elektronik sürünün ve küresellesmenin demokrasiye katkida bulunma gücünü küçümsüyor. Devrim denince aklimiza hala 1776, 1789, 1917 ve 1989'a ait görüntüler geliyor. Demokratiklesmenin nasil gerçeklesecegine iliskin hayalinizde, devletinizden daha iyi yasal korumalar, uluslararasi muhasebe standartlari ve seffaflik talep eden, aksi halde ülkenizin insanlarina is verecek parayi kazanamayacagini söyleyen yabanci bir isadami asla yer almiyor.

Demokratiklesmeye bir olay-sözgelimi Berlin Duvari'nin çöküsü-olarak bakmaya egilimliyiz, halbuki demokratiklesme bir süreçtir.

Ülkelerdeki ekonomik kalkinmanin, dünyanin her kösesinde, karar süreçlerine daha fazla katilimi ve çogulcu politikalari talep eden yeni orta siniflar yaratmasi önemlidir. Kisi basina yillik milli geliri 15.000 dolarin üzerinde olan bütün ülkelerde liberal demokrasinin olmasi tesadüf degildir. Bunun tek istisnasi bir sehir-devlet olan Singapur'dur ve yeni kusagin yönetimi devralmasiyla birlikte çok büyük olasilikla o da bir liberal demokrasiye dönüsecektir. Soguk Savas'in sona ermesinin ve komünizmin çökmesinin, liberal demokrasi disindaki bütün modelleri gözden düsürmüs olmasi önemlidir.

Çünkü sürü, hükümetlerin ve hatta insan haklari örgütlerinin bile yapamayacagi biçimde ülkelerin iç donaniminin ta derinlerine nüfuz etme yetenegine sahiptir. Pek az ülkenin karsi koyabilecegi baskilar dayatabilir. Böyle hareket etmede bir çikari vardir ve baskalarini da bunlara boyun egmeye iten çikarlar yaratir.

Hiç kuskusuz, sürüyü ülkelerin iç donanimlarina girmeye iten sey, dogrudan dogruya demokrasiye deger vermesi degildir. Sürü demokrasiye aldirmaz. Istikrara, önceden kestirilebilirlige, seffafliga, kendi özel mülkiyetini transfer edebilme ve keyfi ya da yasadisi hacizlerden koruyabilme yetenegine deger verir. Bunlara güvence altina alabilmek için, gelismekte olan ülkelerin daha iyi yazilimlar, isletim sistemleri ve yönetimler olusturmalarini ister-ve bunlar da demokrasinin köse taslaridir. Bugünün dünyasinda, Mao'dan Merrill Lynch'e geçmek için biraz da Madison'a ihtiyacimiz vardir.

Sürünün köse taslarindan bazilarini nasil zorla yerine oturttuguna bakalim:

Seffaflik:

 

Son yillarda elektronik sürü, genellikle agir bedeller ödeyerek, finansal verilerde daha büyük seffaflik talep etmeyi ögrendi. Sürüye baglanan ülkeler de, yine agir bedeller karsiliginda, finansal veri ve islemlerinde ne kadar seffaf olurlarsa, sürünün ansizin sirtini dönüp gitme olasiliginin o kadar azaldigini ögrendiler.

“Seffaf olmayan sistemlerde ciddi analizler yapamazsiniz” diyor Medley. “Sürüde ülkenizle ilgili böyle iyimser bir yanilsama yaratirsaniz, fiyatlarin tavana vurmasina neden olurlar. Iyimser gözbagcilar size der ki, `Gözlerinizi kapayin ve satin alin, düstügünüzde havuzun suyla dolu olacagindan emin olabilirsiniz.' Ama bu çok tehlikelidir. Çünkü iyimser gözbagcilarin fiyatlari asari ölçüde yükletmesine neden  olan ayni durum, o ülkeye yönelik düsünceler degistigi zaman, paranoyak

gözbagcilarin fiyatlari asiri ölçüde düsmesini de kolaylastirir. Kosullar tersine döndügünde, iyimser bir gözbagci olarak kendinize anlattiginiz bütün hikayeler, o ülkenin döviz rezervlerine ve ileriye dönük yükümlülüklerine iliskin bütün varsayimlariniz çöker.”

Ve kendinizi sürünün gözleri önüne açiklikta serdikten sonra artik geriye dönüs yoktur, çok agir bir bedel ödemeye razi degilseniz tabii.

Standartlar:

 

Hazine Bakan Yardimcisi Larry Summers bir gün söyle bir saptamada bulunmustu: “Amerikan sermaye piyasasinin tarihçesini yaziyor olsaydin, sana derdim ki, sermaye piyasasini biçimlendiren en önemli yenilik, genel kabul gören muhasebe ilkeleriyle çalisma düsüncesidir. Buna uluslararasi düzeyde ihtiyacimiz var. Kore'de bir aksam okulunda muhasebe dersleri veren biri, kis sömestrinde normalde 22 ögrencisi oldugunu, ama bu yil (1998) ögrenci sayisinin 385'e çiktigini söyledi. IMF'in küçük ama anlamli bir zaferidir bu. Kore'nin bunu sirketler düzeyine tasimasi gerek. Hatta ulusal düzeye tasimasi gerek.”

Kore'deki muhasebe sinifinda yasanan patlamanin nedenlerinden biri, Güney Asya'daki 1997-98 finansal krizinin ardindan, sürünün daha iyi, daha birörnek muhasebe standartlari talep etmeye baslamis olmasi olabilir. Sürü Güney Kore, Tayland ve Endonezya'daki sirketlere daha yakindan bakmaya baslayinca, çogu zaman isin içinden çikamadigini gördü; çünkü sirketlerin bütün birimlerini ve alt birimlerini içine alan, bütün varliklari ve bütün borçlari (bütün kayit disi varliklar ve borçlardan hiç söz etmiyorum) görmenizi saglayacak birlestirilmis bilançolar yoktu.

Artik her sey farkli. Dünya Bankasi artik Bes Büyükler'den, kendi uluslararasi muhasebe standartlarina uygun olmayan denetimlerin altina imza atmamalarini istiyor. Eger denetim yerel yan kuruluslardan biri tarafindan gerçeklestirilmisse, sadece yerel sirket tarafindan imzalanabiliyor-yatirimcilar da ona göre ayaklarini denk aliyor. BM raporunda, Asya ekonomik krizine kötü denetimin yol açmadigi, ama iyi denetimle sorunlarin daha önce saptanmis ve krizin hafifletilmis olacagi belirtiliyor.

Yolsuzluk:

 

Küresel devrim, yolsuzluga göz yuman bütün ülkeler için çok daha agir bir fatura yaratiyor. Baska hiçbir neden olmasa bile, ortada yeterli bir neden var: Bu kadar çesitli yatirim seçeneklerine salip oldugunuz bir dünyada, karsiniza çikan herkese ve bir de amcasina rüsvet vermek zorunda oldugunuz X ülkesine yatirim yapmakla neden ugrasacaksiniz? Gidip yatiriminizi Y ülkesine yapar, ayni isçi ücretlerini orada da bulur ve kimseye rüsvet vermezsiniz. Sürünün gözünde yolsuzluk öngörülemezligin bir baska adidir, çünkü birilerinin birilerine rüsvet vermesiyle her türlü anlasma bozulabilir; sürünün hayatta en nefret ettigi sey de budur.

Misir'da yolsuzluk var, ama büyük ölçüde yoksul ve düsük gelirli insanlardan kaynaklaniyor. Misirli yetkililerin çogu islerinizi dürüstçe görüyor. Küresel bir yatirimci olarak, gittigim yerde tabular olmadigina, serbest rekabet olduguna emin olmaliyim.

O ülkeye rüsvet vermeden girip çikabilmeli, onlari ortakliga almam için baski yapan nüfuzlu kisilerle ugrasmak zorunda kalmamaliyim. Bürokrasiyle basa çikabilirim, ama sonunda gerekeni elde edebilecegimi bilmeliyim. Temel kurallara uygun davranirsam sonunda istedigimi elde edecegimi bilmeliyim.

1977'de çikarilan Dis Yolsuzluklar Yasasi, Amerikan sirketlerinin yabanci ülkelerle is anlasmalari yapmak için rüsvet vermesini yasakliyor. Dünyanin en ileri sanayi demokrasilerini barindiran OECD'ye üye yirmi dokuz ülke 20 Kasim 1997'de, Amerika'nin yolsuzluk karsiti yasalarinin büyük bir kismini benimseme karari aldi.

Tahvil Piyasasi:

 

Elektronik sürü bu tür yönetim yazilimlarin yani sira, isletim sisteminin demokratiklesmeyi tesvik eden önemli bir parçasini daha destekliyor - tahvil piyasalari ile rekabetçi yatirim fonlari ve emeklilik fonlari.

Elektronik sürü tahvil piyasalarinin olusumunu öteden beri desteklemistir, hem kendi istahlari yüzünden, hem de iyi düzenlenmis bir tahvil piyasasinin sagladigi yararlar nedeniyle. Singapur ve Hong Kong-banka tasarruflari araciligiyla yerel sermayenin kolayca bulunabilmesine ragmen-özellikle birer tahvil piyasasi kurdular; çünkü “sabirli sermaye” denen seyi onlara getirecek bir yerel tahvil piyasalari olmasini istiyorlardi. Bu uzun vadeli sirket kredileri sayesinde, kisa vadeli borçlar veren bankalarin kaprislerine maruz kalmaktan kurtulacaklardi. Ayrica, Singapurlu ve Hong Konglu tasarruf sahipleri, paralarini bankalarin tasarruf hesaplarina yatirmak yerine, daha yüksek getirili yatirim fonlari ve emeklilik fonlari satin alma sansina kavusacakti. Ve en önemlisi, gerekli düzenlemelerle donatilmis bir tahvil piyasasi açikligi ve seffafligi destekler; çünkü geregince düzenlenmis piyasalarda tahvilleriniz için kredi notu almanin ya da hisselerinizi borsaya kote etmenin tek yolu, finansal verilerinizi raporlamaktir.

Demokratiklesme:

 

Elektronik sürü genel olarak demokratiklesme yönündeki baskilari üç kritik nedenle, esneklik, mesruluk ve sürdürülebilirlik nedeniyle yogunlastiracak. Açiklamaya çalisayim.

Yönetiminiz ne kadar demokratik ve ne kadar açiksa, onu kamuoyuna hesap vermeye zorlayan mekanizmalar ne kadar saglamsa, finansal sisteminizin sürprizlerle karsilasma ihtimali o kadar azalir. Sürprizler ve soklarla karsilastigi zaman da degisen kosullara ve taleplere kendini uydurmakta daha hizli davranabilir. Ayrica toplumunuz ne kadar açik ve demokratik olursa, geri-iletimle ne kadar çok beslenirse, bir uçurumdan düsmeden önce yari yolda düzeltmeler yapma ve beceriksiz yöneticileri görevden atarak yerine yenilerini getirme sansiniz o kadar artar.

1997 krizinden en az yara alanlar en temiz, en demokratik ve en açik sistemlere sahip olanlar oldu: Tayvan, Hong Kong ve Singapur. Demokratik ama çürümüs sistemlere sahip olanlar-Tayland ve Kore-bir derece daha agir yaralar aldilar; ama demokrasiyle yönetildikleri için, büyük halk ayaklanmalarina meydan vermeden, daha iyi bir hükümet ve yazilim seçerek krize hizla cevap vermeyi basardilar. Tayland 1997'de elektronik sürünün tekmesini yedikten sonra, ülkenin en temiz, en demokratik partisini iktidara getirdi ve yolsuzluk karsiti yeni ve radikal bir anayasa çakirdi. Yeni Tayland anayasasina göre, ülke tarihinde ilk kez politikacilar göreve baslarken ve görevden ayrilirken mal varliklarini bildirmek zorunda; yolsuzluk kovusturmasi açilmasi yönündeki bir dilekçenin 50.000'den fazla seçmence imzalanmasi halinde de görevden uzaklastirilabilecekler. Bu anayasa, iktidara gelmek için oy avciligi yapmaya ve seçildikten sonra iktidar olanaklarini kullanarak bu oylarin karsiligini ödemeye dayanan Tay gelenegini sona erdirmeyi amaçliyor. Ayrica mahkeme emriyle kapatma kararlarina karsi basin özgürlügünü güvence altina aliyor.

Son olarak, bir devletin isletim sistemini ve yazilimini kagit üzerinde iyilestirmesi tek basina yeterli degildir. Bu iyilestirmelerin sürdürülebilirligini garanti etmenin tek yolu, bunlari demokratik ya da demokratiklestirici bir sistemin içine saglamca oturtmaktir. Diamond'in söyledigi gibi: “Iyi yazilimla, hukukun üstünlügüyle ve yöneticilere hesap verme sorumlulugu yükleyen mekanizmalarla sürüye baglanmaya çalisan-ama düzenli serbest seçimler yapmayan-bir ülke, uzun vadede sürüye ayak uyduramaz. Çünkü, en basta kendisinden hesap sorulamayan, enformasyonun serbestçe akmasina, yolsuzluklarin bagimsiz yargi tarafindan kovusturulmasina ve yönetimin serbest seçimlerle degistirilmesine izin vermeyen otoriter bir rejimle iyi yazilimi ayakta tutamazsiniz.”

Yazilimi korumanin en iyi yolu, onu kullanmakla görevli politikacilarin, birilerinin her zaman onlari izledigini ve her zaman görevden alabilecegini bilmesidir.

Yazilim olusturmak özü itibariyle politik bir süreçtir; çogu kez politik, ekonomik, tarihsel ve kültürel dirençlerle karsilasan gerçek insanlar eliyle yürütülür. Kestirme yollar yoktur ve insanlar hemen her zaman ders alarak ögrenmek zorundadir.

Isin en korkutucu yani ise su: Piyasanin ne anlama geldigini kavrarsaniz, daha iyi yazilimlar olustursaniz bile, iyilestirme hiç bitmeyen bir istir. DOSermaye 6.0'a kavustugunuzda ne olacak?

DOSermaye 7.0 üzerinde çalismaya baslayacaksiniz.

Bugün iktidarin devletler ile süper piyasalar arasinda daha esit dagildigi küresellesme sisteminde, karar süreçlerinin bir bölümü hiç kuskusuz ülkelerin politik alanindan çikmis ve politik denetimin-en azindan simdilik-tek bir kisi, ülke ya da kurumun elinde olmadigi küresel piyasanin alanina kaymistir. Su tür ifadeleri ne kadar sik duydugunuzu bir düsünün: “Piyasalar söyle diyor”, “Piyasalar sunu talep ediyor”, “Piyasalar sundan memnun kalmadi” vs.

Bu yeni küresellesme sisteminde her seyin kendi ülkelerinde degil, çok uzaklardan yönetildigi duygusuna kapilan yurttaslarin sayisi arttikça, o ülkelerdeki küreselcilere yönelik saldirilar da artacak.

Piyasa kuvvetleri ve piyasa kurumlari etik kaygilar tasimadigi için, asari adaletsizlikleri önleyecek müzakereye dayali bir toplu anlayisa ihtiyaç var. Bu müzakere rolü, yurttasligin ve demokratik yönetimin özüdür; kamusal alani ve kolektif yasami korur ve biçimlendirir.

BÖLÜM 9

TAYVAN'I AL, ITALYA'YI TUT, FRANSA'YI SAT

 

Yurttaslar daha çok hissedarlar gibi, liderler daha çok sirket yöneticileri gibi ve siyasi yorumcular daha çok kredi notu degerlendirme sirketleri gibi davraniyor.

Artik ülkeler, tipki sirketler gibi, zengin olmayi gittikçe daha fazla seçebiliyor. Dogal kaynaklarinin, cografyalarinin ya da tarihlerinin esiri olmak zorunda degiller. Bir ülkenin internete baglanarak bilgi ithal edebildigi, altyapi yatirimlari için dünyanin dört bir yanindan hissedar bulabildigi, dogru yönetimlerle DOSermaye 6.0'a görece kisa bir sürede islerlik kazandirabildigi, hiç hammaddesi olmasa bile otomobil ya da bilgisayar üretme teknolojisi ihraç edebildigi bir dünyada, ülkeler izledikleri politikalara bagli olarak, zenginligi ya da yoksullugu seçme sansina daha önce hiç olmadigi kadar sahipler. Harvard Üniversitesi Isletmecilik Okulu profesörlerinden Michael Porter'in dedigi gibi: “(Bugün) ülkelerin refah düzeyi esas olarak kendi seçimlerine dayaniyor. Cografi konum, dogal kaynaklar ve hatta askeri güç bile artik bu konuda belirleyici degil. Ulusal refah, o ulusun ve yurttaslarinin ekonomiyi düzenlemek ve yönetmek  için nasil bir yöntem izledigine, ne gibi kurumlar olusturduguna, bireysel ve kolektif olarak hangi yatirimlari yapmayi seçtigine bagli.”

Ben buna “Basarili Ülkelerin Sekiz aliskanligi” diyorum. Listenin herseyi kapsadigini ileri sürmüyorum; sadece bir ülkenin hangi seviyede oldugunu anlamak için iyi bir baslangiç noktasi oldugunu düsünüyorum. Bugün bir ülkeye gittigimde, o ülkenin ekonomik gücü ve potansiyeli hakkinda bir karar vermeye çalisirken, kendime önce bu sekiz soruyu soruyorum.

Ülkenizin Baglilik Düzeyi Nedir?

 

Baglantilik düzeyi genellikle bir ülkenin bant genisliginin kapsamiyla, yani kablo, telefon hatti ve fiber-optik sistemlerinin dijital iletisimi-1'ler ve 0'lardan olusan paketleri-sebekeler içinde bir noktadan digerine tasima kapasitesiyle ölçülür. 1980'lerin kisisel bilgisayar düsturu “Bilgisayarinizdaki bellek hiçbir zaman yeterli degildir” idiyse, kisisel bilgisayar sonrasi iletisim agi çaginin düsturu “Ülkenizdeki bant genisligi hiçbir zaman yeterli degildir” olarak ifade edilebilir.

Ülkenizde kullanilabilir bant genisligi ne kadar büyükse, ülkenizin baglantililik derecesi o kadar yüksektir. Bir ülkenin baglantililik derecesini merak ediyorsaniz, “kisi basina megabit” degerini bulun: Kullanilabilir bant genisligini potansiyel kullanicilarin sayisina bölün. Kisi basina megabit degeri, silikon evreninde gücü ölçmeye yarayan temel ölçü çubuklarindan biri olarak hane basina kisisel bilgisayar sayisinin yanindaki yerini almistir.

Istihdam, bilgi kullanimi ve ekonomik büyüme, baglantililik derecesi en yüksek olan, en fazla iletisim agina ve en büyük bant genisligine salip ülkelerde yogunlasacaktir; çünkü tasarim ve buluslar yapmak, mal üretmek, satmak, hizmet sunmak, iletisim kurmak, egitmek ve eglendirmek için gerekli bilgiyi en kolay toplayan, kullanan ve dagitan ülkeler bunlar olacaktir. Bu dünyada iletisim aglari, ona baglanmak için kullandiginiz aygitin kendisinden daha önemli.

Ülkeniz Ne Kadar Hizli?

 

Büyük baligin küçük baligi yuttugu bir dünyadan hizli baligin yavas baligi yuttugu bir dünyaya geçtik.

Böyle bir dünyada bugün bir ülkenin görevi, yurttaslarina ve girisimcilerine hizlanma gücü kazandirmaktir. Bu bakimdan, bir ülkeye gittigimde ilk sordugum sorulardan biri su oluyor: Hükümet onaylarini, islemlerini, yatirimi ve üretimi hizlandirmak için ekonominizde hangi yapisal degisiklikleri yaptiniz? Herhangi bir yurttasiniz gelistirdigi fikri evinin garajindan piyasaya hangi hizla tasiyabiliyor? Çilginca bir fikir için hangi hizla sermaye yaratabiliyorsunuz ve hangi hizla yeni fikirler üretiyorsunuz? Verimsiz firmalari iflas yoluyla ortadan kaldirmada ne kadar hizlisiniz?

Japonya'nin Berlin Duvari'nin çöküsünden beri ekonomik gerilemeye saplanip kalmasinin nedenlerinden biri, kültürel ve politik nedenlerle Japonya'nin yeni küresellesme sistemine ayak uyduramamis olmasidir.

Bazi ülke ya da bölgeler kapitalist yatirimda hizlidir, çünkü devletleri isleri hizlandirmayi ögrenmistir. “Eskiden Iskoçya'da üretim yapan yok gibiydi” diyor Pesatori. “Simdi orada olmama sansina sahip degilsiniz. Neden? Çünkü bir altyapi olusturdular. Iskoçya'ya gittiginizde, üretim tesisinizi olabildigince hizli kurmaniz için her sey hazirdir-mevzuat sistemi, vergilendirme sistemi, ulasim, telekomünikasyon.”

Diyelim ki Fransa'ya, Almanya'ya ve Italya'ya gittin ve `Biraz mor peynir almak istiyorum' dedin. Ne olur? Fransizlar sana der ki: `Mösyö, peynir hiçbir zaman mor olmaz.' Almanlar derki, `Bu sene katalogumuzda mor peynir yok.' ... Sira Italyanlari gelince, `Morun hangi tonunu istersiniz? Patlican moru iyi mi?' derler.

Zenginligin anahtarinin topragi ele geçirmek, elde tutmak ve kullanmak oldugu günler geride kaldi. Artik zenginligin anahtari sirketinizin ya da ülkenizin bilgiyi toplama, paylasma ve semeresini toplama biçiminde yatiyor.

Iletisim aglarini en etkin sekilde kullanmayi ögrenen sirket ve ülkeler, serpilecek olanlardir.

Ülkeniz Kaç Kilo Çekiyor?

 

Sismanin zayifi yedigi bir dünyadan zayifin sismani yedigi bir dünyaya dogru ilerliyoruz. Bu yüzden simdilerde bir ülkeye gittigimde sordugum sorulardan biri de o ülkenin kaç kilo geldigi-daha dogrusu o ülkede ihraç mallariyla dolu ortalama bir konteynirin kaç kilo geldigi.

Bu sorunun önemini bana Alan Greenspan ögretti. Iktisatçilarin “ikame etkisi” dedigi seyle, yani ekonomik deger yaratiminda büyük agirliklarin yerini giderek fikirlerin, bilginin ve enformasyonun almasiyla ilgili bir soru bu. Bilgi ve enformasyon teknolojisiyle minyatürlestirilmis mikroçipler gibi yeni yeni ürünler tasarladikça ürünlerin agirligi giderek azaliyor, verimi giderek artiyor, satis fiyati giderek yükseliyor ve bir ülkeyi ya da sirketi zenginlestirmeye katkisi giderek büyüyor. Vakum tüplerinin yerine transistor koyarak radyolari küçülttük. Saç teli kalinligindaki fiber-optik kablolar agir bakir tellerin yerini aldi. Bugün dijital teypler, banda hiç gerek kalmadan, sadece mikroçipler ve dijital sayilar yardimiyla yüksek kaliteli ses kaydi yapiyor.

Bu bakimdan günümüzde bir ülkenin dayanikliliginin, enerjisinin ve gücünün ölçülerinden biri, GSYIH'sinin hafifligi olmak zorunda.

Ülkenizin Açik Olma Cesareti Var mi?

 

Kapali yasayanlarin kendilerini açik yasayanlarin açik yasayanlardan daha güçlü sandigi bir dünyadan, açik yasayanlarin kapali yasayanlari kat kat geride biraktigi bir dünyaya geldik.

Gizlilik etrafinda olusturulan kültür, daha yavas bir dünyaya yakisan daha yavas bir kütürdür. Bu kültürde sirketiniz daima kendi bildiklerine oldugundan fazla deger vermeye, açikça ortada olanin degerini ise azimsamaya baslar. Shapiro'nun yaklasimi ise su: “Ben daha çok söyle demeyi tercih ederim: Bak, bu sistemin isleyisi hakkinda bütün bildiklerimi sana anlatacagim, ama yine de onu senden bin kat iyi isletecegim.' Çünkü gerçek su ki tekelci enformasyona uzun süre güvenemezsiniz. Neticede önemli ve kalici tarafi, sonuna kadar açik bir yarista size bir rakip olarak üstünlük kazandiran seyin ne oldugudur. Enformasyonu yönetme ve degis tokus etme yönteminiz ve bir sirket olarak ögrenme yönteminiz-sürekli kilabileceginiz avantajlar yalniz bunlardir.”

Ülkeler için de durum ayni. “Bütün söyleyebilecegim su ki” diyor Mason, “eger açiksaniz, bildiginizi sandiginiz seyin kurbani olma ihtimaliniz kapali sistemlere göre çok daha düsüktür. Japonya'nin bankacilik sektörüne bakin. Neden teknik olarak iflas etmis durumda? Çünkü son derece kapali, Bildiklerini sandiklari seyin kurbani oldular.”

Gerçekten de bir ülkenin ekonomisinin açiklik derecesi ile o ülkenin yasam standardi arasinda dogrudan baglanti vardir. Sachs'in bildirdigine göre, “bütün diger faktörler de hesaba katildiginda, açik ekonomilerin yillik büyüme hizlari kapali ekonomilere oranla 1,2 puan daha yüksektir; çünkü ne kadar açik olursaniz, bugün bütün dünyayi saran fikirler, piyasalar, teknolojiler ve yönetim yenilikleri sebekesiyle daha fazla bütünlesme içine girersiniz.”

Eger ülkenizi dünyanin en iyi beyinlerine ya da dünyanin en iyi teknolojilerine su ya da bu biçimde kapatirsaniz, giderek artan bir hizla arkalara düsersiniz. Bu yüzden en açik görüslü, en hosgörülü, en yaratici ve en büyük çesitlilige salip toplumlar küresellesme çaginda en kolay ayakta kalanlar olacak. Açiklikla arasi iyi olmayan en

kapali, en kati, en sert, en kendine dönük ve en geleneksel sirketler ve ülkeler ise bocalayacak.

Silikon Vadisi'ni benzersiz kilan sey, teknoloji firmalari arasindaki sinirlarin ve ayrica bu firmalar ile girisim sermayesi toplulugu, bankacilik toplulugu, üniversitedeki arastirmacilar toplulugu ve yerel yönetim arasindaki sinirlarin son derece açik olmasidir.

Açik ülkeler daha fazla beyni çekmekle kalmaz, elektronik sürünün teknoloji transferlerinden de daha büyük pay alirlar. Bir ülkenin gümrük tarifelerinin ve ticari bariyerlerinin daha düsük olmasi elektronik sürü için-özelikle çokuluslu sirketler, yani uzun boynuzlu sigirlar için-çok önemli bir isarettir.

Ülkeniz Dost Edinmede Ne kadar Basarili?

 

Küresel bir ekonomide, bazi sektörlerde ayakta kalabilmeniz için küresel düzeyde rekabet etmeniz sarttir ve bunun için de ittifaklar kurmaniz gerekir.

Stephen J. Kobrin, “teknoloji ölçegi öyle bir noktaya vardi ki piyasa liderleri bile rekabetçi bir Ar-Ge çalismasini tek basina yürütecek kaynaklara sahip olmayabiliyor; çünkü olaganüstü maliyetler, belirsiz sonuçlar ve elbette, daha kisa ömürlü ürün çevrimleri söz konusu.” Ayrica, günümüzde dünyasinda bazi kompleks ürünleri gelistirmek için gerekli bilimsel ve teknik bilgi o kadar kapsamli ki birden çok firmanin kaynaklarini birlestirmesi zorunlu oluyor. Son olarak, bu firmalarin arastirma- gelistirmeye yönelttikleri olaganüstü yatirimi çikarmasinin tek yolu sadece kendi küçük pazarlarina degil, bütün dünyaya satis yapmalarindan geçiyor ve bunun için de yine müttefikler gerekiyor.

Ittifak birlesme demek degildir. Iki sirketin kendi özgün kimliklerini korumasi, ama son derece yakin bir iliski içinde birlikte çalisma karari almasi demektir.

Ama kabadayilari savusturmak için daha çok müttefike gerek duymanin ötesinde, bugünün duvarsiz dünyasinda her zamankinden daha büyük tehlike olusturan çok sayida uluslararasi sorun var. Bu sorunlari etkili bir sekilde çözmenin tek yolu, devletlerin devlet-disi aktörlere karsi el ele vermesi-ister terörizm olsun, ister Mafya, ister silahlanma yanlilari, ister El Nino.

Ülkenizdeki Yönetimin Kafasi Çalisiyor mu?

 

Yönetim her zaman önemlidir, ama bu karmasik ve hizli tempolu sistemde yönetim ve liderlik azicik daha önemli. Günümüzde bir ülkenin üç demokratiklesme sürecinden haberi var mi ve bunlardan yararlanmayi biliyor mu? Çünkü dünyayi göremiyorsaniz ve dünyayi biçimlendiren etkilesimleri göremiyorsaniz, dünyaya iliskin stratejiler kurmaniz imkansizdir.

Irlanda'nin dev boyutlarda kalici dis yatirim almasinin nedenlerini siralarsak: Irlanda is dünyasini çok destekleyen bir ülke, çok saglam bir egitim altyapilari var, ülkeye mal sokup çikarmak inanilmaz derecede kolay ve hükümetle çalismak inanilmaz derecede kolay. Bence sirketler Almanya ya da Fransa'dan önce Irlanda'ya yatarim yapmali.

Ülkenizin Markasi Ne Kadar Kaliteli?

 

Günümüzün küresellesmis dünyasinda, gerek güçlü küresel sirketlerin gerekse güçlü ülkelerin, tüketicileri ve yatirimcilari yanlarina çekecek ve yanlarinda tutacak “güçlü”markalara ihtiyaci var. Marka nedir? “tüketiciler bir ürün ya da hizmetten sagladiklari somut ya da soyut bir dizi faydayi o ürün ya da hizmetin adiyla özdeslestirdiginde” diye yaziyor McKinsey ekibi, “o ad bir marka haline gelir. Bu özdeslesme güçlendikçe tüketicilerin sadakati artar ve yüksek bir fiyata karsi direnci azalir.... Marka degeri olusturmak için bir sirket iki sey yapmalidir: Birincisi, ürününü pazardaki diger ürünlerden ayirmalidir; ikincisi, reklam ve pazarlama faaliyetlerinde ürünü hakkinda söylediklerini ürünün kendisiyle bagdastirmalidir. Bundan sonra marka ile müsteri arasinda bir iliski gelisir... Bagdasim güçlendikçe, marka da güçlenir.”

Baska bir degisle, güçlü bir marka olusturmak için, bir sirket kendi ürününün güçlü yanlarinin ne kadar önemli oldugunu ve digerlerinden ne kadar farkli oldugunu göstermek zorundadir.

Bugün ülkeler de küresel pazardaki müsterileri-elektronik sürünün üyeleri-nezdinde ayni sorunla karsi karsiya. Ülkeler eskiden sadece turizm için marka gelistirirlerdi. Ama bu artik yeterli degil. Herkesin ayni donanima sahip oldugu ve herkesin ayni yazilimi edinmeye zorlandigi bir dünyaya dogru ilerledikçe, bir ülkenin markasi ve yabanci yatirimlarla kurabilecegi özel bag her zamankinden büyük önem kazaniyor.

Bir ülke kendi markasini lekeleyebilir de. 1990'larda Malezya harika bir marka imaji gelistirmisti: Teknoloji devrimini kucaklayan ve adini enformasyon teknolojisiyle özdeslestiren çok etnik kökenli bir Islam ülkesi imaji. Hatta Kuala Lumpur yakinlarinda, Enformasyon Teknolojisi Süper Koridoru diye adlandirdigi bir ileri teknoloji parki bile insa etmisti. Ama 1997 yazinda Uzakdogu para birimleri çökünce ve Basbakan Mahathir Yahudileri, George Soros'u ve Basbakan Yardimcisi Enver Ibrahim'i Malezya ekonomisini çökertmeye yönelik gizli tertipler çevirmekle suçlayan nutuklar atmaya girisince, Malezya AS markasi bozuldu ve bu ülkeye duyulan uluslararasi güven zedelendi.

BÖLÜM 10

ÇATISMAYI ÖNLEYICI ALTIN KEMERLER TEORISI

 

Thukydides, Peloponnesos Savaslari'na iliskin tarihinde, ülkelerin üç nedenle-“onur, korku ve çikar”-savasa gittigini yazmistir; küresellesme onur, korku ya da çikar nedeniyle savasa gitmenin bedelini yükseltmekle birlikte, bu nedenlerin hiçbirini dünya sahnesinden silmez ve silemez-dünya insanlar yerine makinelerden olusmadikça imkansizdir bu. Iktidar mücadelesi, maddi ve stratejik çikarlara yönelik

arayis ve zeytin agaçlarimizin yakamizi hiç birakmayan duygusal agirligi, mikroçiplerin uydu telefonlarinin ve internetin dünyasinda bile her zaman varligini sürdürür. Küresellesme, jeopolitigi sona erdirmez. Bu kitabi okuyan bu gerçekçiler için bunu bir kerede daha söyleyeyim: Küresellesme, jeopolitigi sona erdirmez.

Ancak bugünün küresellesme sistemi, onuruna sahip çikmak, korkulara karsilik vermek ya da çikarlarina hizmet etmek amaciyla savasi bir araç olarak kullanan ülkelerin önüne eskisinden çok daha agir bir fatura çikariyor.

Altin deli gömlegi ile elektronik süreye giderek daha bagimli hale gelmesiyle-sisteme baglanan ülkelerin dis politikadaki davranislarina çok daha güçlü bir kisitlamalar agi getiriyor. Savasa girmemeyi ülkelerin çikarlarina daha uygun kilan nedenleri artiriyor ve savasa girmenin bedelini modern tarihte hiç olmadigi kadar çesitli yollarla agirlastiriyor.

Önceki küresellesme çaginda ülkeler sorunlarini savasla çözmeye karar vermeden önce iki kere düsünüyor idiyseler, bu küresellesme çaginda üç kere düsünecekler.

Her seyden önce, küresellesme sisteminde bütün dünyanin siyah ve beyaz karelere bölündügü satranç tahtasi artik yoktur. Sovyetler Birligi çöktügü için artik siyah taslar yoktur, bu yüzden beyaz taslar da yoktur.

Bir ülkenin büyük çekler almak için gidebilecegi tek yer elektronik sürüdür ve elektronik sürü satranç oynamaz. O monopol oynar. Parayi kimin alip kimin alamayacagi, Intel'in, Cisco'nun ya da Microsoft'un bir sonraki fabrikasini nereye kuracagina ya da Fidelity küresel yatirim fonunun parasini nereye yatiracagina baglidir. Ve elektronik sürünün bogalari bir ülkenin sevgisini ve bagliligini kazanmak için açik çekler imzalamaz, sadece para kazanmak için yatirim çekleri imzalar. Süper piyasalar ve elektronik sürü, ülkenizin disariya nasil bir renkte göründügüne hiç mi hiç aldirmaz. Onlari tek ilgilendiren nokta, ülkenizin iç donaniminin neye benzedigi, hangi düzeyde bir iletisim sistemini ve yazilimi çalistirabildigi ve devletinizin özel mülkiyeti koruyup koruyamayacagidir.

Bu yüzden ülkelerin ya sürünün cazip buldugu biçimde hareket etmekten ya da onu gözardi ederek onsuz yasamanin bedelini ödemekten baska sansi yoktur.

Israil'in Filistin'le sürtüsmesi yabanci sermayeyi etkilemiyor. Zira yazilim, çip ve buna benzer ileri teknoloji ürünleri ihraç etmekle, günümüzün enformasyon ekonomisinin enerji kaynaklarini ihraç etmis oluyor. Israil yönetimi Filistinlilere ne yaparsa yapsin. Her ülke bu enerjiyi istiyor; tipki 1970'lerde Araplar Yahudilere ne yaparsa yapsin, her ülkenin Arap petrolünü istedigi gibi. Gerçekten jeopolitik önem tasiyor bu. Israilli bir ekonomi yazari bana söyle demisti: “Insanlarin istedigi teknolojiye sahipseniz, kimse Filistinlileri ezip ezmediginize aldirmiyor.”

Israil'i düsük yogunluklu baskilar karsisinda daha güçlü kilan bir baska sey de ileri teknoloji bilgi ihracatinin son derece hafif olmasi ve kolayca kesintiye ugratilamamasi. Israil'deki ileri teknoloji yatirimlari da agirlikli olarak insana ve beyin gücüne yapiliyor,

kolayca yikilabilecek fabrikalara degil. Ayrica Israil'in ileri teknoloji ihracati gergin iliskiler içinde oldugu komsularina degil, Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika'daki uzak pazarlara gidiyor.

Dünyaya sunabileceginiz tek sey ucuz isgücü ya da petrol ise, ki Arap devletlerinin çogunda durum budur, isgücü havuzunun büyüklügüyle ve petrolün fiyatiyla kisitlanirsiniz. Ama zenginligi seçmis ve dünyanin her yerinden bilgi, sermaye ve kaynak toplamayi basaran bir ekonomininiz varsa, büyüklügünüz sizi kisitlayan bir unsur olmaktan çikar, tipki Israil'de oldugu gibi.

Soguk Savas'in devletler, ordular ve nükleer silahlar üzerine insa edilmis geleneksel bir güçler dengesi sistemi oldugu konusunda yaygin bir görüs birligi vardi. Ve strateji uzmani olmak demek, dünyanin bölünmüslügüyle basa çikmak, ona istikrar kazandirmak ya da onu ortadan kaldirmak amaciyla bu parçalari farkli konfigürasyonlar halinde tekrar tekrar bir araya getirmek demekti.

Oysa küresellesmenin jeopolitigi çok daha karmasiktir. Karsi kamptaki ulus- devletlerden (Irak, Iran, Kuzey Kore) gelen tehditleri yine dikkate almak zorundasiniz. Ama bugün, giderek, bagli bulundugunuz kamptan gelen tehditleri de dikkate almaniz gerekiyor - bunlar arasinda internetten, piyasalardan ve kapinizdan içeri dalabilecek süper-güçlendirilmis bireylerden gelecek tehditler de var.

Dis politika camiasinin bu sisteme uyum saglamada gecikmesinin birkaç nedeni var. Bir neden, sistemin hala çok yeni olmasi ve deneyimlerimizin hala çok kisitli olmasi. Bir baska neden, hayatlari boyunca tek bir sey-Soguk Savas-üzerinde uzmanlasmis insanlarin, bu yeni sistemde jeopolitigi analiz etmek için kendi uzmanliklarinin pek ise yaramayacagini duymaktan hoslanmamalari, bu yüzden onu görmezlikten gelmeye çalismalari. Bir baska olasi neden de satafatsiz bir nitelik tasimasi. Devletlerin kuruldugu, ülke sinirlarina ait dram ve heyecan duygusu bunlarda yok.

Küresellesme çaginin devletler arasi savaslarin degil, iç savaslarin çagi olmasi güçlü bir olasilik. Bu yeni iç savaslarda taraflar Amerikan yanlisi ve Sovyetler yanlisi diye. Hatta geleneksel sol ve geleneksel sag diye de bölünmeyecek. Hayir, bu savaslar küresellesme yanlilari ile küresellesme karsitlari arasinda, her toplumdaki küreselciler ile yerelciler arasinda, yeni sistemin getirdigi degisimden yarar saglayanlar ile ona yetisemediklerini hissedenler arasinda geçecek.

Ister bu dünyayi açiklamaya çalisan bir gazeteci, ister onu yeniden tasarlamaya çalisan bir strateji uzmani olun, isinizi etkili bir sekilde yapmanizin tek yolu ona küresel bir perspektiften yaklasmaktir. Bunun anlami ekonomi, ulusal güvenlik, politika, kültür, çevre ve teknoloji boyutlari arasinda durmadan mekik dokumaktir - her birine farkli baglamlarda farkli agirliklar vererek.

Onur, korku ve çikar bugün ulus-devletlerin davranislarina hala yön veriyor. Bunlarin pesinde giden ülkelerin bazilari küresellesme sisteminin yeni kisitlamalarina, baskilarina ve tesviklerine boyun egecek, bazilari ise kisitlamalara gözünü kapayarak onlari delip geçmeye çalisacak. Sonucun ne olacagi konusunda bir öngörüde bulunmuyorum; öngördügüm tek sey su ki, küresellesme çaginda uluslararasi

iliskilerin dramini, sözünü ettigim köhne dis politika etkenleri ile içinde bulundugumuz yeni karmasik sistem arasindaki etkilesim olusturacak.

Bu arada, Hafiz, dikkatimi çekti, son zamanlarda Türkiye'yle gerçek bir savasa girmemek için elinden geleni yapiyorsun. Ikimiz de nedenini biliyoruz, öyle degil mi Hafiz? Çünkü artik Sovyetler Birligi yok ve Türkiye'yle, Israil'le ya da herhangi biriyle yapacagin bir savasta kaybedecegin her silah, yerine kendi paranla yenisini satin almak zorunda kalacagin bir silahtir-parasini tikir tikir ödeyerek. Nerede para, Hafiz? Hani nerede para? Sana yeni silahlar verecek ya da devlet fabrikalarinda yaptigin o çerçöp karsiliginda onlari takas edecek bir Sovyetler Birligi kalmadi.

Her zaman söylerim, gelismekte olan bir ülkenin liderine, silahlarini pesin parayla satin almak zorunda oldugunu söylemek kadar iyi bir baski unsuru yoktur, hele de bugünlerde, tek bir gelismis savas uçaginin fiyati 50 milyon dolara kadar çikmisken.

Politika ve heyecan Amerika'da tahvil piyasasina yenilmis olabilir, ama Sam'in ara sokaklarinda degil. Burada hala asiret baglarinin sözü geçer, sirket bonolarinin degil. Burada politikayi hala egemen asiretin demir yumrugu yönlendirir, piyasanin gizli eli degil. Burada zeytin agaçlari sevilir, Lexus'lari degil.

BÖLÜM 11 YOK EDICI

 

Küresellesme tek bir Pazar yeri yarattigi için-ve bu Pazar, ayni anda dünyanin her yerinde ayni isi yapmayi veya ayni ürünü satmayi ödüllendiren olaganüstü ölçek ekonomileri sagladigi için-tüketimi ayni anda bütün dünyada birbirine benzetebilir. Kültürel bir homojenlestirme ve çevresel bir tahrip unsuru olarak küresellesme bu kadar hizli yayildigi için de, insani ve biyolojik evrimin milyonlarca yilda ortaya çikardigi ekolojik ve küresel çesitligin sadece birkaç on yil içinde yeryüzünden silinmesi gibi gerçek bir tehlike söz konusu.

Bunu durdurmak ya da en azindan yavaslatmak için tek çaremiz var. Nasil ülkeler finansal olarak baglandiklari elektronik sürü karsisinda ezilmemek için uygun regülatörlere ve yazilima ihtiyaç duyuyorsa, ayni sey çevre ve kültür alaninda da geçerli. Ülkeler yeterince güçlü kültürel ve çevresel filtreler olusturmalidir ki, onunla etkilesimleri sirasinda sürü, kültürlerini küresel püreye, çevrelerini küresel lapaya döndürecek kadar onlari ezmesin.

Gelismekte olan ülkelerin bu konudaki geleneksel argümani öteden beri sudur: “Simdi yapacagimizi yapalim, daha sonra gücümüz yettiginde toparlariz.” Ama 10 milyon insan barindiran, merkezi planlamadan yoksun Bangkok'un ortaya koydugu gibi, bir sehir bu kadar hizli ve bu kadar dizginsizce büyürse, daha sonra sehir diye bir sey olmayabilir. Kaldirimlarin çogu park yerine dönüsmüs durumda. Yeni arabalar için park yeri yok. Kanallar yeni binalar yapmak için çimentoyla doldurulmus. Nehirdeki baliklar ölmüs. Trafik polislerinin yarisi sonulum yolu hastaliklarindan sikayetçi.

Ama yikim artik çok hizli geliyor ve çogu zaman telafisi mümkün olmuyor. Bir dagi kaybettiyseniz o dag gitmistir-onu yeniden ortaya çikaramazsiniz. Ormanlari kesmisseniz onlari yeniden yetistirebilirsiniz, ama biyolojik çesitliligi, bitkileri ve hayvanlari kaybedersiniz. Korkarim ki bir on yil sonra hepimiz çevre bilincine ulasmis olacagiz, ama geriye koruyacak bir sey kalmamis olacak.

Teknolojik atilimlar, sürünün çevre üzerindeki etkilerini dengelemek için tek basina yeterli degil; çünkü sürünün yayilma, büyüme ve yikip geçme hiziyla karsilastirildiginda yenilikler ortaya yeterince hizli çikmiyor.

Bu bakimdan korumacilar da daha hizli hareket etmeyi ögrenmek zorunda. Sürdürülebilir gelismeyi ve bakir alanlarin korunmasini güvence altina alacak düzenleyici yazilimi ve korumaci yöntemleri hizla gelistirmeleri gerekiyor.

Ve elbette etkili dogum kontrol yöntemlerini derhal yayginlastirmalari gerekiyor, çünkü dizginsiz birakilmis nüfus artisi, çevreyi korumaya yönelik her türlü filtreyi yikip geçer.

Simdilik sürüyle ayni hizda kosmanin tek yolu, sürünün sirtina çikmak ve onu yönlendirmeye çalismak. Yesil olmanin, küresel olmanin ve açgözlü olmanin hep birlikte yürüyebilecegini sürüye kanitlamak zorundayiz.

Küresellesmeyi yesillestirmenin bir baska yolu da çevreci üretim yöntemlerini benimsemeleri halinde karlarinin ve hisse fiyatlarinin yükselecegini sirketlere ve hissedarlarina kanitlamaktir.

Sonuç alici “kirleten öder” yasalari su anda çogu ülkede yok, ama bir gün çogunda olacak.Iste bu yüzden Baxter “bütün uluslararasi artiklarimizin güvenilir atik sahalarina gitmesi daha iyi” diyor. “Böylece gelecekte büyük potansiyel yükümlülüklerden kaçinma sansimiz daha yüksek olacak.”

Bugün dünyadaki demokrasilerin sayisi o kadar artti ki, kimi zaman tek bir çevrecinin, ülkesindeki parlamentoya bir e-posta iletisi göndermesi büyük bir enerji santrali projesinin ya da çevresel hassasiyet tasiyan baska anlasmalarin durdurulmasina yetiyor. Öte yandan küresel sirketler de koruma programlarini desteklemekle, çevreyi gittikçe daha çok önemseyen müsterilerinin gözünde küresel marka imajlarini güçlendirebileceklerini ögreniyorlar.

“Eylemciligin küresel ölçekte bütünlestigi bir dünyada, dogru davranislari sergilemeyen sirketlerini saklanacagi bir yer kalmadi” diyor Prickett. “Bugün dünyanin her yerindeki müsteriler, idari organlar ve hissedarlar uzak köselerde yaptiklari seyler için sirketleri ödüllendirebilir ya da cezalandirabilir. Gerektigi gibi davrananlar için kapilar açabilir, davranmayanlar için kapayabilir.”

Siyaset kuramcisi dostum Yaron Ezrahi çarpici bir gözlemde bulundu: Biliyor musun, Tom, bir insana kendini evsiz hissettirmenin iki yolu var-birincisi evini yikmak, ikincisi de evini dünyadaki herkesin evine benzetmek.”

Bugün küresellesme, iyisiyle kötüsüyle, Amerika hayalini dünyaya yaymanin bir araci. Günümüzün küresel köyünde insanlar baska türlü bir hayat biçiminin varligini biliyor, Amerikan yasam tarzini taniyor ve pek çogu bu yasamdan olabildigince büyük bir dilim koparmak istiyor-üstünde bütün soslariyla.

Ama bu küresel markalar bizi her tepe basinda, her havaalani terminalinde ve her köse basinda selamlamayi sürdürdükçe, kültürel açidan bir seyler kaybolacaktir-hem onlar hem de bizim açimizdan. Tek umut ülkelerin küresel kapitalizmin itme ve çekme etkisinin yarattigi homojenlesmeyle kendi kültürlerinin yeryüzünden silinmesini önleyecek çoklu filtreleri de gelistirmeleridir – ve de bu sadece bir umuttur.

Bence en önemli filtre “küyerellesme” (glocalization) yetenegidir. Ben bunu söyle tanimliyorum. Baska güçlü kültürlerle karsilastigi zaman kendisine uygun olan, kendisini zenginlestirecek etkileri özümseyen, kendisine tümüyle yabanci olanlari reddeden ve farkli olmakla birlikte farkliligi içinde kucaklanabilecek ve tadina varilabilecek unsurlari siniflandirabilen bir kültür, saglikli bir küyerellesme yetenegine sahiptir. Küyerellesmenin bütün amaci, küresellesmenin çesitli yönlerini, büyümenize ve çesitliliginize katkida bulunacak biçimde, ülkenizi ve kültürünüzü ezip geçmesine izin vermeden kendi parçaniz haline getirebilmektir.

Belli ki bazi kültürler küyerellesme konusunda yeteneksizdir ve bu durum küresellesmeyi onlar için büyük bir tehdit haline getirmektedir. Ülkeler ve kültürler küyerellesmede basarisiz oldugunda, Afganistan'daki Talibanlarin sergiledigine benzer tepkilerle karsilasirsiniz: Küresellesmeyle bir deneme-yanilma iliskisine girmekten korkarlar, çünkü her seyin yanilmayla sonuçlanmasindan ve kültürlerinin yutulmasindan korkarlar; bu yüzden bütün bir ülkeyi çarsafa sokarlar ya da giderek daha yüksek duvarlarla çevirmeye çalisirlar. Ama elektronik sürünün bu duvarlarda  bir gedik açmasi kaçinilmazdir; bu gerçeklestiginde ve insanlar kültürel kimliklerini yitirmeye basladiginda, sonunda kendi ülkelerinde asimilasyona ugrarlar. Kendi ülkeleri, baska ülkelerin ve baska kültürlerin gelip geçtigi bir yere dönüsür.

Kaldi ki küyerelcilik, saglikli biçimiyle bile, yerli kültürleri küresellesmeden korumak için tek basina yeterli degildir. Ayrica bazi etkili filtreler gerekir. En basta, özel bölgelerinizi ve kültürel mirasinizi sinsi homojenlestirici gelisimden korumak için, imar yasalariniz, koruma altindaki alanlara iliskin yasalariniz ve egitim programlariniz olmalidir. Bu her McDonald's'a hayir demek degildir, ama bazi  semtlerde McDonald's'a hayir demek anlamina gelebilir. Bunu yapabilmek için, kolayca satin alinamayacak bürokratlar ve kültürün korunmasina deger veren politikacilar tarafindan gerçeklestirilecek saglam bir planlamaya ihtiyaciniz vardir.

Güney Fransa'yi bizlerin gözünde cazip kilan sey, kültürün korunmasina deger veren bir politikanin ürünüdür.

Kültürel korumanin degerini anlayacak ya da bunun için girisimde bulunacak büyüklükte bir orta sinifa sahip olmayan, imar yasalarinin ve çevre hukukunun zayif oldugu, kolayca delindigi ya da hiç bulunmadigi gelismekte olan ülkelerde, baska bir filtreye daha, yani piyasa ekonomisine büyük agirlik vermeniz gerekir.Yerli halklari bir yerin karakterini ve gelenegini korumaya özendirmede turizm önemli bir rol oynayabilir. Turistler her zaman sunu bilmek ister: Hava temiz mi? Su içiliyor mu? Yerli halka bir dolarlik yemekler satmak yerine turistlere yirmi dolarlik yemekler satmak isteyen bir otel sahibi için bunlar önemli konulardir.

Gezi rehberleri bir ülkenin kendi kültürünü suiistimal ettigi uyarisinda bulunuyor ve yok olmadan önce bir mekani gidip görmenizi söylüyorsa, o ülkenin tehlikeli bir yere dogru gittigini anlayabilirsiniz.

Iste bu yüzden, kâr unsuru kimi zaman gerekli olmakla birlikte yeterli degildir; çünkü her kültürel ikonu kolayca ticarilesmeye ve sömürüye dogru sürükleyebilir. Kârli olmasalar bile – hatta tam da bu yüzden, yani kârli olmadiklari için – kültürel ikonlar için ellerini ceplerine atacak kadar toplumsal eylemcilige dönük bir orta sinifa ve seçkinlere de ihtiyaciniz vardir. Hayatin ticari olmayan yanlari söz konusu olunca, piyasadan fazla bir sey isteyemezsiniz ve istemeniz de tavsiye edilmez.

Iste bu yüzden piyasadan yararlanmaniz yeterli degildir, ayni zamanda onu düzenlemeniz gerekir. Ama piyasayi düzenlemek için, bazi seyleri piyasadan korumaya hazir seçkinlere ihtiyaciniz var – piyasanin yönetmeyecegi ve istila etmeyecegi alanlar yaratmalari ve böylece bir ülkenin ulusal karakterine ait o bütünüyle irrasyonel ve ekonomi disi unsurlari korumalari için.

Çevresel ve kültürel koruma olmadikça sürdürülebilir bir küresellesme mümkün olmayacaktir.

Toplumunuzu bir arada tutan ve ona dünyayla dogru iliskiler kurmasi için gerekli özgüveni ve bütünlügü veren kültürel temelleri tahrip ediyorsaniz, yükselen bir toplum insa edemezsiniz – oysa küresellesme sistemiyle bas etmenin vazgeçilmez bir kosuludur bu.

Çevre yoksa sürdürülebilir bir kültür de olmayacaktir, sürdürülebilir bir kültür yoksa sürdürülebilir bir toplum hayati da olmayacaktir ve sürdürülebilir bir toplum hayati yoksa sürdürülebilir bir küresellesme de olmayacaktir.

Sürdürülebilir bir küresellesmeye ulasip ulasamayacagimiz, kismen, baska kültürlerin en iyi yanlarini özümserken, kendi kültürümüzü ve dogal çevrimizi korumak için gerekli filtreleri çalistirmada her birimizin ne ölçüde basarili olacagina bagli. Küresellesme eger kültür alisverisinde bulunmanin daha etkili bir yoluna dönüsür ve insanlari daha genis seçeneklere kavusturursa, kültürleri homojenlestirmek yerine çesitli kültürlerden kurulu bir konfederasyon haline gelirse ve ruhsuz, standartlasmis bir yerküre yerine kültürel çesitliligi daha yüksek bir dünyayi desteklerse, sürdürülebilir olacaktir.

BÖLÜM 12 KAZANAN GÖTÜRÜR

 

Sanayilesmis ülkelerde zenginler ile yoksullar arasindaki gelir uçurumunun, küresellesme sisteminin Soguk Savas'in yerini aldigi 1980'ler ve 90'larda göze çarpacak biçimde açilmis oldugu bir gerçektir.

Iktisatçilar size, gelir düzeyleri arasindaki bu açilmanin, büyük bir bölümü küresellesmeyle baglantili çok sayida nedeni oldugunu söyleyecektir. Bunlar arasinda kirsal alanlardan kentlere dogru büyük nüfus hareketleri, bilgi isçilerini daha düsük vasifli olanlara göre giderek daha fazla ödüllendiren hizli teknolojik degisimler, sendikalarin gerilemesi, gelismis ülkelere dogru göçlerin artmasi sonucunda bazi ücretlerin düsmesi ve dis ticaretin genislemesi sayilabilir.

“Kazanan Götürür” fenomeninden söz ediyorum: Her alandaki galiplerin bu dev küresel pazara satis yapabildikleri için gerçekten büyük paralar kazanmasi, buna karsilik yetenek olarak onlarin biraz daha gerisinde olanlarin ya da hiçbir becerisi olmayanlarin ancak kendi yerel pazarlariyla sinirli kalmasi ve bu yüzden genellikle çok daha az kazanmasi.

Hangi mal ya da ürün, hangi sarkici ya da besteci, hangi yazar ya da oyuncu, hangi doktor ya da avukat, hangi sporcu ya da bilim adami söz konusu olursa olsun, potansiyel pazar bugün dünyanin bir ucundan diger ucuna kadar uzanmaktadir.

Galipler bu küresel pazarda olaganüstü basarilara ulasabilirken, becerileri sadece bir parça daha düsük olanlar çogu zaman onlarin çok asagisinda kalacak, becerileri çok düsük olan ya da hiç olmayanlar ise çok kötü duruma düsecektir. Bu yüzden, birinci ve ikinci grup arasindaki mesafe giderek açilmakta, birinci ve sonuncu grup arasindaki mesafe ise bas döndürücü boyutlara ulasmaktadir. Elbette pek çok alanda genellikle birden çok galip vardir; ama tepeye en yakin olanlar orantisiz bir pay koparir. Farkli pazarlar küresellestikçe ve “kazanan götürür” pazarlarina dönüstükçe, ülkelerin içindeki ve ülkeler arasindaki esitsizlik artar.

Bill Gates'in servetinin, en yoksul 106 milyon Amerikalinin toplam net mal varligina esit oldugu belirtiliyor. Gerçekten de spor ve sahne yildizlari ile hayranlari arasindaki uçurum inanilmaz bir boyuta ulasmis bulunuyor. Bir çok insan bugün bir spor karsilasmasi, bir konser gibi basit hayat zevklerinden mahrum kaliyorsa ortada yanlis bir sey var demektir.

Orta sinifin ortaya çikisi 20. yüzyil ortalarina özgü bir olgudur. Giderek büyüyen bu uçurumlar, ABD'nin disinda, orta siniflarin genellikle çok daha küçük, tekel karsiti düzenlemelerin ve geliri esitlemeye dönük baska yasalarin daha etkisiz oldugu ülkelerde özellikle göze çarpiyor. Uzun vadede bu gelir uçurumlari, böyle genislemeye devam ederse, küresellesmenin zaafina dönüsebilir. Bana kalirsa, teknoloji, piyasalar ve telekomünikasyon tarafindan giderek daha sikica bütünlestirilen, ama toplumsal ve ekonomik olarak giderek daha fazla bölünen bir dünyada temel bir sakatlik vardir.

1998 Birlesmis Milletler insani Gelisim Raporu'na göre, 1960'ta dünyanin en zengin ülkelerinde yasayan yüzde 20'lik insan nüfusu, en yoksul ülkelerde yasayan yüzde 20'lik kesime oranla 30 kat gelire sahipti. 1995'e gelindiginde, en zengin yüzde 20'nin geliri yoksul kesimdeki düzeyin 82 katina çikmisti.

Istatistiklerin söz ettigi kategoriler – zenginler, orta sinif ve yoksullar – gerçekdisi. Burada sadece zenginler ve sefiller var.

BÖLÜM 13 TEPKI

Küresellesmeye yönelik tepki açik ve yaygin bir hale gelmektedir. Bütün tepki güçlerinin ortak özelligi, küresellesme sistemine baglandiktan sonra ülkelerinin tek boy bir altin deli gömlegini giymeye zorlandigi biçiminde bir duygudur. Kimisi ekonomik olarak siktigi için sevmiyor deli gömlegini. Kimisi deli gömlegini genisletecek bilgi, beceri ve kaynaklara sahip olmadigindan ve bu gömlegin vaat  ettigi altinlara hiç kavusamayacagindan korkuyor. Kimisi yarattigi gelir uçurumlarina ya da is imkanlarini yüksek ücretli ülkelerden düsük ücretli ülkelere kaydirmasina kizdigi için sevmiyor deli gömlegini. Kimisi çocuklarini kendi kültürlerine ve zeytin agaçlarina yabancilastiran bir çok küresel güç ve etkiye açik hale gelmekten hoslanmadigi için hoslanmiyor ondan. Kimisi kendi dogal çevresine uyguladigi baskilar yüzünden sevimli bulmuyor deli gömlegini. Kimisi de ülkesini DOSermaye 6.0 düzeyine çikarmak çok zor oldugu için sevmiyor onu.

Ne yazik ki, herkes hizli kosacak donanima sahip degil. Bu dünyada ezilmemek için çaresizce çirpinan pek çok kaplumbaga var. Kaplumbagalar, duvarlar yikildigi zaman Hizli Dünya'nin içine çekilmis olan ve bugün su ya da bu nedenle onun tarafindan tehdit edilen ya da reddedilen insanlardir. Bunun nedeni issiz olmalari degildir; yaptiklari islerin küresellesme tarafindan hizla dönüstürülmekte, küçültülmekte, akisa uydurulmakta ya da geçersiz kilinmakta olusudur. Ve ayni küresel rekabet devletlerini de küçülmeye ve verimlilesmeye zorladigindan, bu kaplumbagalarin pek çogu hayatlarini kurtaracak bir güvenlik agindan da yoksundur.

Küresellesme, tekrara dayali el isçiliginin yerine makineleri koyarak ve geriye kalan isler için daha çok beceri talep ederek yoluna devam ettikçe, kaplumbagalara kalan iyi islerin sayisi gitgide azalacak.

Dolayisiyla bugün imalat sektöründe is bulmak için her zamankinden daha vasifli olmaniz yetmiyor, ayni zamanda daha çesitli vasiflariniz olmasi gerekiyor. Bu durum kaplumbagalarin hayatini çok zorlastiriyor.

Bana kalirsa, kaplumbagalar ve sisteme ayak uyduramayan bütün diger insanlar, alternatif bir ideoloji arama zahmetine girmeyecek. Onlarin ters tepkisi baska bir biçimde ortaya çikacak. Yagmur ormanlarini yok edecekler. Endonezya'da, magazalarini yagmalayarak Çinli tüccarlari yiyecekler. Rusya'da, Iran'a silah satacak ya da suça yönelecekler.

Bu insanlarin bir bayragi, bir manifestosu yok. Sadece karsilanmamis ihtiyaçlari ve özlemleri var. Iste bu yüzden, pek çok ülkede, küresellesme karsiti popüler kitle hareketleri yerine birbirini izleyen suç dalgalari görüyoruz – insanlar gerek duyduklari seyi kapip kaçiyor, kendi güvenlik aglarini kendileri örüyor ve isin teorisi ya da ideolojisiyle hiç ilgilenmiyorlar.

Bütün devrimler gibi küresellesme de iktidari bir gruptan digerine kaydiriyor. Çogu ülkede bu kayma, iktidarin devletten ve devlet bürokrasisinden özel sektöre ve girisimcilere geçmesi biçiminde gerçeklesmistir. Bu degisim gerçeklesirken, statüsünü devlet bürokrasisindeki konumuna, onunla olan baglarina ya da büyük ölçüde düzenlenmis ve koruma altindaki bir ekonomideki yerine borçlu olan herkes, eger Hizli Dünya'ya geçis yapmayi basaramazsa, yenik duruma düsebilir. Devlet tarafindan ihracat ya da ithalat tekelleriyle sarmalanan girisimciler ya da tanidiklari, ürettikleri mala uygulanan yüksek gümrük tarifeleriyle devlet tarafindan korunan sanayiciler, her yeni sözlesmeyle daha az is saatine karsilik daha çok para koparmaya alismis büyük sendikalar, kamu fabrikalarinda çalisan ve fabrika kâr etse de etmese de ücretlerini alan isçiler, sosyal devletlerde, ülke ekonomisi ne durumda olursa olsun, nispeten cömert olanaklardan ve saglik hizmetlerinden yararlanmis olan issizler, kendilerini piyasadan ve piyasanin en zorlayici yönlerinden korumak için devletin ihsanina güvenmis olan herkes için geçerlidir bu.

Bazi ülkelerde küresellesmeye karsi en sert tepkinin neden nüfusun en yoksul kesimlerinden ve kaplumbagalardan degil de, koruma altindaki komünist, sosyalist, ve sosyal devlet rejimlerinin orta ve alt orta siniflarindaki “eski çikar sahipleri”nden geldigini anlamamiz böylece kolaylasiyor. Etraflarindaki koruma duvarlarinin yikilmasina, içinde zenginlestikleri hileli oyunlarin ortadan kalkmasina ve altlarindaki güvenlik aglarinin küçülmesine tanik olmak, bunlarin büyük bölümü için çok tatsiz bir tecrübe olmustur. Ve kaplumbagalarin tersine, asagiya dogru hareketlilik içindeki bu gruplar, küresellesmeye karsi örgütlenmelerini saglayacak politik güce sahiptir.

Gelismekte olan ülkelerde küresellesmeyle ilgili politik mücadele verirken önemli olan, bu kavrami desteklemeye ve gerekli dönüsümü yaratmaya yeterli insan sayisina, yani kritik büyüklüge ulasmaktir. Odalarin boyanmasi yetmez. Binanin yeni bir zemin üzerinde yeniden insasi gerekir.

Altin deli gömlegini giyen ülkelerin hemen hepsinde, durmaksizin küresellesme aleyhine kamuoyu olusturmaya çalisan en az bir popülist parti ya da büyük aday var. Bunlar o kadar hizli kosmaya, ticaret agini o kadar genisletmeye ya da sinirlari o kadar açmaya gerek kalmadan, ayni yasam standartlarini saglayacagini iddia ettikleri bir takim korumaci, popülist çözümler sunuyor. Hepsi de belli yerlere birkaç duvar dikmenin her seyi çözmeye yetecegini ileri sürüyor. Geçmislerini geleceklerine tercih eden bütün insanlara sesleniyor bunlar.

Bu popülist, küresellesme karsiti adaylarin gücü, büyük ölçüde içinde bulunduklari ülkenin ekonomik durumuna bagli. Genellikle ekonomi ne kadar zayifsa, bu basite indirgeyici sahte çözümler o kadar çok yandas buluyor. Ama bunlarin sadece kötü zamanlarda ortaya çiktigini sanmak büyük hata olur.

Bu kültürel tepkinin politik istikrar açisindan en tehlikeli biçimi, diger tepki türlerinden biriyle birlestigi zaman ortaya çikiyor – küresellesmenin ekonomik olarak magdur ettigi insanlar, kültürel olarak magdur ettikleriyle bir araya geldigi zaman. Bu fenomenin en açik gözlendigi yer, farkli cephelerde savasan çok sayida köktenci grubun, küresellesmenin dogurdugu kültürel, politik ve ekonomik ters tepkileri, iktidara el koymayi ve kendileriyle dünya arasina bir perde çekmeyi amaçlayan tek bir politik hareket ve tek bir bayrak altinda toplamada büyük ustalik kazandigi Ortadogu ve Kuzey Afrika'dir.

Elbette ki, toplumunuzu dinsel ve geleneksel degerlerden olusan bir zemin üzerine oturtmaya çalismanin bir sakincasi yok. Bunu savunan herkes ille de gözü dönmüs bir yobazliga kapilmis degil. Ama arkasinda gerçek bir maneviyat degil, küresellesmeye yönelik bir tepki oldugunda, bu köktencilik sik sik tarikatçiliga, siddete ve dislayiciliga kayiyor. Ne kadar dislayici olursaniz, dis dünyayla baglantiniz o kadar zayifliyor ve o kadar geriye düsüyorsunuz. Geriye düstükçe de dislayiciliginizi arttirarak içinize kapanma ve disaridaki dünyayi reddetme istediginiz o kadar artiyor.

BÖLÜM 14 DIPTEN GELEN DALGA

Küresellesmenin vahsetinin, baskilarinin ve güçlüklerinin ortaya çikardigi ters tepkinin yani sira, küresellesmenin nimetlerinden yararlanmayi talep eden insanlarin olusturdugu bir dipten gelen dalga da oldugunu her zaman aklimizda tutmaliyiz.

Piyasa güçleri bütünüyle zivanadan çikarsa – insanlar sistemin asiri çilginlastigini, alin teri ile daha iyi yasam standartlari arasindaki baglantinin koptugunu, sancili reformlara ve kemer sikmaya ne kadar katlanirlarsa katlansinlar sistemden pay alamayacaklarini düsünmeye baslarsa – sistem tehlikede demektir. Ama daha o noktaya gelmedik – simdilik.

Zengin ile yoksul arasindaki uçurum büyüse de, dünyanin pek çok yerinde yoksullarin bastigi zemin istikrarli bir sekilde yükselmistir. Baska bir ifadeyle, nispi yoksulluk belki pek çok ülkede artmakta, ama mutlak yoksulluk pek çogunda azalmaktadir.

Küresellesme, gücün gittikçe daha soyut, dokunmanin, etkilemenin hatta görmenin daha zor oldugu düzeylere yükselmesi sonucunda olaganüstü bir yabancilasma yaratmakla birlikte, bunun tam tersini de yapabilir. Yerel düzeye ve bireylere daha önce hiç olmadigi kadar güç ve kaynak kazandirabilir.

Küresellesmeye karsi ters tepkinin neden henüz (“henüz” sözcügünün altini çiziyorum) dünyanin hiçbir yerinde bu yeni sistemi kesintiye ugratacak kritik büyüklügüne ulasmadigini anlamamiza da yardimci oluyor.

BÖLÜM 15 RASYONEL ÇOSKUNLUK

Denizasiri ülkelerde ve Wall Street'ten uzakta – kendi ülkeme disaridan bakarak – çok zaman geçirdigim için, dünyanin öteki kesimlerinde Amerika'ya yönelik rasyonel coskunluga her zaman taniklik ediyorum. Rasyonel coskunluk su mantik üzerine kuruludur: Günümüzün baskin uluslararasi sistemi olarak küresellesmeye bakarsak, bu sistemde zenginlesmek için sirketlerin ve ülkelerin sahip olmasi gereken özelliklere bakarsak, Amerika'nin bu sistemle baglantili olarak bütün büyük ülkelerden daha çok kaynagi ve daha az borcu oldugunu açikça görürüz. Iste rasyonel coskunluk dedigim sey bu. Küresel yatirimcilar sezgisel olarak biliyor ki pek çok Avrupa ve Asya ülkesi daha küresellesmeye ayak uydurmaya çalisirken, bir kismi da henüz baslangiç çizgisindeyken, Sam Amca çoktan ilk turu bitirmistir ve son hizla kosmaktadir.

Her seyden önce Amerika ideal cografi konumu sayesinde dünyanin üç kilit pazariyla (Asya, Avrupa, Kuzey-Güney Amerika) iliski içindedir. Girisimci ruhu gelistiginden yeni fikir ve buluslara gerekli sermayeyi yatirmaktan çekinmez.

Avrupa'nin yirmi bes yil önceki en büyük yirmi bes sirketini alt alta yazar, sonra bugünkülerle karsilastirirsaniz, neredeyse birbirinin esi iki liste görürsünüz. Halbuki Amerika'nin yirmi bes yil önceki en büyük yirmi bes sirketinin listesini yapar ve bugünün en büyük yirmi bes Amerikan sirketiyle karsilastirirsaniz, sirketlerin büyük bölümü farkli olacaktir. Içinde bulundugumuz çagda girisim sermayecileri çok önemli insanlardir, üstelik sadece bir para kaynagi olarak degil. Bunlarin en iyileri, yeni kurulmus sirketlere gerçek bir uzmanlik sunarlar. Ellerinden çok sayida sirket geçer, gelismek için sirketlerin geçmesi gereken asamalari bilirler ve bu asamalari geçmenize yardim edebilirler. Bu da çogu zaman baslangiç sermayesi kadar önemlidir.

En dürüst hukuki ve idari ortam yolsuzlugun nisbeten az , bolca koruyucu düzenlemenin bulundugu piyasalarin ve sözlesmelerin yürümesini saglayan ve patent yasalariyla yenilikleri tesvik edip yüreklendiren, hukukun üstünlügüne dayali, olabildigince düzgün bir oyun sahasidir.

ABD menkul kiymet piyasalari gizlilige asla göz yummaz. Yanlis yönetimlerin ve yanlis kaynak kullaniminin kolayca belirlenmesi ve cezalandirilmasi için, borsaya giren her sirket, gelir raporlarini ve düzenli olarak denetime sunulmus mali tablolarini zamaninda hazirlamak zorundadir.

Basarisiz olmak ayip degildir, hatta daha önce bir baskasinin parasiyla basarisiz bir deneme yapmaniz önemli bile olabilir. Silikon Vadisi'nde iflas, yenilik yaratmanin gerekli ve kaçinilmaz bir bedeli olarak görülür ve bu tutum risk almalari için insanlari yüreklendirir.

 

Yeni göçmenleri kabul etmeye yönelik saglam bir donanimda önemli bir faktördür. Böylece bu ülke, dünyanin en iyi beyinlerini sürekli kendisine çekme ve sirketlerinde, tip merkezlerinde ve üniversitelerinde toplama firsati bulur. Bugün Silikon Vadisi'ndeki

mühendis ve bilim adamlarinin asagi yukari üçte biri Amerika disinda dogmus yabancilardir. Bu kisiler daha sonra, Silikon Vadisi'ne özgü deger ve ürünleri dünyanin her yanina yansitirlar. Kiyilariniza ne kadar çok bilgi isçisi çekerseniz o kadar basarili olursunuz.

Ülkenizdeki isleri sadece kendi ülkenizin çikarabildigi mühendislere mi teslim etmek istersiniz, yoksa dünyadaki bütün mühendislerin en iyi yüzde 10'undan yararlanmak mi istersiniz? Amerika bugün bu firsata gerçekten sahip olan tek ülke. Japonya, Isviçre ve Almanya'ya gelince, bu ülkelerin kayda deger bir göçmenlik gelenegi yok ve onlar için çok büyük dezavantaj olacak bu.

Demokratik, esnek bir federal politik sistemi olan, büyük ölçüde merkezsizlesmis karar süreçlerine izin veren, böylece farkli bölgelerin ve yerel birimlerin, merkezin harekete geçmesini beklemek zorunda kalmadan kendilerini dünyadaki egilimlere uydurabildigi bir ülkedir.

Dünyanin en esnek isgücü piyasasina sahip ülkedir – isçilerin bir bölgeden digerine kolaylikla geçmesine, isverenlerin de görece bir kolaylikla isçi almasina ve çikarmasina izin veren bir piyasa. Isçileri isten çikarmak ne kadar kolaylasirsa, isverenler onlari ise alma konusunda o kadar istekli olur. Amerika'da 1990'larda ortadan kalkan milyonlarca isi ve yine 1900'larda Amerika'da yaratilan milyonlarca yeni isi, Bati Avrupa'daki bir milim bile kipirdamayan is degistirme oraniyla kiyaslayin. Amerika'da bugün Maine'de isinizi kaybeder ve eger bir bosluk varsa, ertesi gün San Diego'da bir yenisini bulabilirsiniz.

Devlet himayesindeki kartellerin nefretle karsilandigi, her sirketin ve bankanin kendi mücadelesini vermek ve kendi ayaklari üzerinde durmak zorunda oldugu, tekellere göz yumulmayan bir ülkedir. Bir ABD sirketi herkesin giptayla baktigi, dünya çapinda bir inciye – Microsoft gibi – dönüstügünde bile, Adalet Bakanligi'nin yilda 75.000 dolar kazanan antitröst avukatlarindan birine hesap vermek zorundadir.

Ayriksi görünenlere, ayni zamanda bir matematik ya da yazilim dahisi olan at kuyruklu delikanliya yahut burnu hizmali geç kiza hosgörü gösteren bir ülkedir.

Avrupa ya da Japonya'daki durumun tersine, özel sektörün finans, teknoloji ve enformasyon alanlarindaki demokratiklesmeye tümüyle ayak uydurmak, bunlardan tümüyle yararlanmak ve Miroçip Bagisiklik Sistemi Bozuklugu'na yakalanmamak için gerekli küçültmeyi, özellesmeyi, etkilesmeyi, yeniden tasarlama ve yapilanmayi, iletisim aglari kurmayi, piyasalari serbestlestirmeyi daha 1990'larin ortalarinda büyük ölçüde tamamladigi bir ülkedir.

Basarili yatirimciya ya da bulusçuya kendi sermaye kârinin büyük bir yüzdesini cebinde tutma firsati veren, böylece olaganüstü zengin olma güdüsünü daima ayakta tutan, iyice kök salmis bir girisim kültürüne ve vergi sistemine sahip bir ülkedir.

Bilgi isçilerini çekmek için, çevre kosullari açisindan cazip, büyük açik alanlara ve küçük kasabalara hala sahip bir ülkedir.

En önemlisi, çokuluslu sirketlerinin ve küçük girisimcilerinin büyük düsünmeye ve küresel düsünmeye giderek daha çok isindigi, hizli, hafif, baglantili, bilgi-yogun alanlarin her türlüsünde üstün basari gösterdigi bir ülkedir.

Bazi ülkelerde sorun bu toplumlarin içinde bulundugumuz çaga uygun girisimci beyinler üretmemesi degil. Fransiz beyinleri de tipki Amerikan beyinleri gibi isliyor. Tek sorun, bu beyinleri nasil bir ekonomik ve sosyal baglam içinde gelismesine izin verildigi.

Amerika fazladan birkaç avantaja sahip oldugu bu ani, hala bütün gerçekligiyle ortada olan yükümlülükleriyle ilgilenmek için de kullanmali: Suçla dolup tasan kentsel yoksul mahalleler, silah denetimindeki akil almaz yetersizlik, açilan gelir uçurumlari, küçük isadamlarindan büyük sirketlere kadar herkese büyük zararlar verebilen tazminat kültürü, kaynak sikintisi çeken sosyal güvenlik sistemi, çok fazla insani güçlerinin çok üzerinde harcama yapmaya ve bir ekonomik kriz halinde bütün finansal yapi için gerçek bir tehlike olabilecek bir borç yigini altina girmeye yönelten kredi karti kültürü, seçim kampanyalarina iliskin finansman yasalarinin gevsekligi yüzünden giderek çürüyen ve sapkinlasan politik sistem. Bu sorunlara egilmek, küresellesme çaginda gerçekten ise yarayacaktir.

BÖLÜM 16 DEVRIMIN ADI ABD

 

Gelismekte olan ülke istasyonunda müsterilerin çogu ya son model Mercedes ya da uyduruk bir motosiklet kullanir.

Avrupalilar ve Japonlar, devletin insanlar ve piyasalar üzerinde yetkili olmasi gerektigine inanir; Amerikalilar ise insanlarin yetkilendirilmesine ve kazanan ile kaybedenin ayiklanmasi için piyasalarin olabildigince serbest birakilmasina inanma egilimindedir.

Küresellesmeyi kaplana benzetiriz. Ama biz o kaplanin sirtinda gitmeyi en iyi beceren halkiz ve simdi herkese kaplanin sirtina çikmalarini ya da yolumuzdan çekilmelerini söylüyoruz. Bu kaplani idare etmede bu kadar usta olmamizin nedeni, onu yavruyken alip yetistirmis olmamiz. Üç demokratiklesme büyük ölçüde Amerika'da beslenip büyütüldü. Altin deli gömlegi büyük ölçüde Amerika'da dikildi. Elektronik sürünün basini Amerikali Wall Street bogalari çekiyor ve pazarlarini serbest ticarete ve serbest yatirima açma konusunda diger ülkelere baski yapan en güçlü unsur Sam Amca.

Kimi insanlarda Amerikanlasma - küresellesme, yasam standartlarini yükseltmenin  her zamankinden daha çekici, güçlendirici, inanilmaz derecede ayartici bir yolu izlenimini uyandiriyor. Ama çok sayida baska insanda, Amerika'ya karsi derin bir kiskançlik ve hinç yaratabiliyor – kiskançlik, çünkü Amerika bu kaplani idare etmede çok daha usta görünüyor ve hinç, çünkü Amerikanlasma – küresellesme çogu zaman ABD'nin bütün diger ülkeleri hizlanmalari iletisim teknolojisine ayak uydurmalari,

küçülmeleri, standartlasmalari ve Amerika'nin kültürel nagmeleri esliginde sira sira Hizli Dünya'ya dogru yürümeleri için kirbaçlamasi gibi geliyor onlara.

Bugün Amerika'yla ilgili olarak onca insani rahatsiz eden sey, dünyanin her yanina askerlerimizi göndermemeniz degil, dünyanin her yanina kültürümüzü, degerlerimizi, iktisadi politikalarimizi, teknolojilerimizi ve yasam biçimlerimizi göndermemiz – istesek de istemesek de, baskalari istese de istemese de.

Amerika “küresel küstahligin baskenti”. Bu durum günümüzde Amerika'nin her  ülkeyle iliskisini biraz daha karmasiklastiriyor. Bugün bazi ülkeler sirf Amerika'nin gagasini bükmek için denemedik yol birakmiyor; bazilari arkalarina yaslanip “bedava yolcu” rolünün keyfini sürüyor – küresel seriflik isini üstlenmeyi, Saddam Hüseyin'in ve baska haydutlarin karsisina çikmanin bedelini ödemeyi Amerika'ya birakiyor, ama boyuna Amerika'dan yakinmaktan da geri durmuyor; bazilari Amerikan hakimiyetine karsi öfkeyle tütüyor; bazilari da sessizce sisteme ayak uyduruyor.

Ronald Steel'in bir zamanlar söyledigi gibi, öfkeli adamlar Amerikanlasma – küresellesmeyi davetsiz bir misafir gibi görürler: Kapidan kovunca camdan, cami kapayinca kablolu televizyondan, kabloyu kesince telefon hattiyla internetten, telefon hattini kesince uydudan giren misafir. Telsiz telefonu kaldirip attiginizda, reklam panolarinda karsiniza çikar. Panoyu kaldirdiginizda, isyerinden ve fabrikalardan geçerek yaniniza gelir. Ve bu Amerikanlasma – küresellesme, sadece odada yaninizda durmaz. Midenize girer. Ta içinize ulasir. Ve içeri girdiginde çogu zaman babalar ve ogullar, anneler ile kizlar, büyükanneler ve büyükbabalar ile torunlar arasinda derin bir uçurum açar. Bir kusagin dünyaya anne ve babasindan bambaska bir gözle baktigi bir durum yaratir ve bunun suçlusu Amerika'dir. Örnegin, Suudi milyoner terörist Usame bin Laden'in agzindan hiç düsürmedigi bir nakarat, Amerika'nin Arap Yarimadasi'ndan ve genel olarak Islam dünyasindan çekilmesi gerektigidir; çünkü Amerika'nin yasam biçimi “Islam ocagini kirletmekte”dir.

Öfkeli adamlarin, Amerikanlasma – küresellesmenin karsisina koyacak tutarli bir ideolojisi yok. Sam Amca'dan yakinan, ama kafa tutamayan sünepe yöneticilerinin tersine, onlar bu çizgiyi asarak tetigi çekmeye hazirlar.

Amerikanlasma – küresellesme, bu insanlara Amerika'dan nefret etmeleri için çok daha büyük nedenler sunmakla kalmiyor; ayni zamanda onlara, bir birey olarak, tetigi çekmek için çok daha büyük güç kazandiriyor. Küresellesme onlari iki önemli biçimde süper-güçlendirilmis bireyler haline getiriyor.

Birincisi, dünyanin iletisim aglariyla kapli oldugu – hepimizin çok daha fazla yerde çok daha uzun zaman birbirimizle baglanti kurdugumuz – bir dünyada teröristler ayni anda çok sayida insani huzursuz edebiliyor.

En büyük kaygim, ki bunu ne kadar vurgulasam azdir, bütün bu altyapinin saldirilara çok açik olmasi – sadece bilgisayar korsanlarindan degil, telefon santrallerine girebilen herkesten gelecek saldirilara. Askeri cephenin tersine bu dünyada saldirgan kisi telefon cephesinden çiktiktan sonra evine dönüp bir sandviç yiyebilir, sonra dönüp yeniden saldiriya geçebilir.

Amerikanlasma – küresellesmenin yarattigi öfkeli adami, küresellesmenin insanlari süper-güçlendirilmis bireylere dönüstürme özelligiyle birlestirirseniz, bugün Amerika'ya yönelik en gerçek ve ciddi tehlike olduguna inandigim seyi elde edersiniz: Süper-güçlendirilmis öfkeli adam. Evet, 20. yüzyilin sonunda Amerika'yi tehdit eden en büyük tehlike, baska bir süper güç degil, Bugün Amerika'nin karsi karsiya oldugu en büyük tehlike, küresellesme nedeniyle Amerika'dan her zamankinden çok nefret eden ve küresellesme sayesinde kendi basina bir sey yapma olanagi her zamankinden fazla olan süper-güçlendirilmis bireyler.

Ama bugünün süper-güçlendirilmis öfkeli insani, küresellesmenin sundugu güçlerden yararlanarak bir süper güce bile saldirabilir. Uçsuz bucaksiz Roma Imparatorlugu'nda her yolun Roma'ya çiktigi söylenirdi. Harika yollarin tuhaf bir yani da vardir, her iki yöne giderler. Vandallar ve Vizigotlar Roma'ya saldirmaya karar verdiklerinde bu yollari kullandilar. Ayni sey küresellesmenin de basina gelebilir.

Süper-güçlendirilmis öfkeli adamlarin pek çok türü var. Çok öfkeli ama daha az tehlikeli oanlardan çok öfkeli ve kismen tehlikeli olanlara ve çok öfkeli ve çok tehlikeli olanlara kadar. Öfkeli ama daha az tehlikeli olanlarin iyi bir örnegi hackerlerdir.

Gerçekten öfkeli ve gerçekten tehlikeli süper-güçlendirilmis öfkeli adamlar kendilerinin bir parçasi olmadigi ve asla olmayacagi bir dünya-yönetimi sisteminin varligini sezerler. Siddet saçan bu süper-güçlendirilmis öfkeli adamlar arasinda Afganistan'daki Usame bin Ladin çetesi sayilabilir.

Agustos 1998'de Kenya ve Tanzanya'daki bombalama olaylarini finanse ederek 200'den çok insanin ölümüne neden olan Suudi milyoner Usame bin Ladin, kendisine ait Jihad Online (JOL) üzerinden uydu telefonlariyla dünyanin her yerine düzenli olarak ulasiyordu. FBI, onun CNN araciligiyla dünya olaylarini nasil izledigini ve interneti kullanarak Bin Laden'in yer alti örgütünün baska üyeleriyle nasil iliski kurdugunu anlattigi ve kendisinden “Dogu Afrika hücresinin medya enformasyon görevlisi” olarak söz ettigi bir e-posta mesaji bulmustu.

Bin Ladin ana-babalarinin yapamadigini becermek için özlemle firsat kollayan öfkeli Üçüncü Dünya gençleri kusaginin mensubuydu. Bu gençler kendi toplumlarinda yol açtigi bütün çalkantilarin intikamini almak için hiddetlerini Bati'ya çevirmek ve bunu arkasindaki degerler yapisini reddetmekle birlikte Bati teknolojisini kullanarak yapmak pesindedir. Bati dünyasinin teknolojik birikiminin kaymagini yeme, parasini Visa'ya ödeme, ama yine de kapali pencereler ardinda çarsafla oturarak köktenci bir yasam tarzini sürdürme fikrine bayilirlar.

Remzi Yusuf süper-güçlendirilmis öfkeli adamin en halis örnegidir. Söyle bir düsünün. Yusuf'un programi neydi? Ideolojisi neydi? Saka degil, Amerika'nin en yüksek iki binasini havaya uçurmaya çalismisti. Istedigi Brooklyn'de bir Islam devleti kurmak miydi? New Jersey'de bir Filistin devleti kurmak miydi? Hayir. Tek istedigi Amerika'nin en yüksek iki binasini havaya uçurmakti. Manhattan'daki Federal Bölge Mahkemesi'ne, amacinin Dünya Ticaret Merkezi binalarindan birinin digeri üzerine

yikilarak 25.000 sivili öldürmesine yol açacak bir patlama yaratmak oldugunu söylemisti. Remzi Yusuf'un mesaji, kadiri mutlak Amerika'dan kendi toplumuna yönelen mesaji yirtip atmak disinda bir mesajinin olmayisiydi. Bir tarihte The Economist söyle bir saptama yapmisti: “Teröristler `çok sayida insanin ölmesiyle degil, çok sayida insanin onlari görmesiyle' ilgilenirler”

Eskiden Amerika'ya saldirmadan önce kendi hükümetlerini yikmak ve kendi devletlerini ele geçirmek zorunda olduklarini düsünmeleriydi. Oysa simdi bireyler olarak bunu dogrudan kendi baslarina yapiyorlar. Küresellesme tek tek kisiler olarak ABD'ye saldirmalarini mümkün kilmakla kalmiyor, onlari bu yönde motive etmekle kalmiyor, ayni zamanda gerekli mantigi da veriyor. Bu mantik, kendi devletlerinin artik gerçek iktidar yapisini temsil etmedigidir. Asil önem tasiyan iktidar yapisi küreseldir. Bu yapi Amerikan süper gücünün ve süper piyasalarin elindedir; diger hükümetlere ne yapacaklarini söyleyenler onlardir. Bu yüzden, gerçek iktidar yapisini yikmak istiyorsaniz, hedefiniz Pakistan ya da Misir hükümeti degil, süper güç ve süper piyasalar olmalidir.

Hayale kapilmamak gerek. Süper-güçlendirilmis öfkeli adamlar gerçektir ve bugün ABD'ye yeni sistemin istikrarina yönelik en ciddi tehlikeyi temsil ediyorlar. Remzi Yusuf günün birinde bir süper güç olabileceginden degil. Hayir, hayir. Bugünün dünyasinda birer Remzi Yusuf olabilecek çok fazla insan oldugu için.

BÖLÜM 17

BIR INSANLA KONUSMAK ISTIYORSANIZ 1'E BASIN

 

Bu kitabin basindan sonuna kadar kendini gösteren bir ortak payda varsa, o da küresellesmede her seyin ziddiyla birlikte var olmasidir. Küresellesme olaganüstü yetkilendirici de olabilir, olaganüstü zorlayici da. Firsatlari demokratiklestirdigi gibi, panigi de demokratiklestirebilir. Balinalari daha büyük, küçük baliklari daha güçlü yapar. Giderek artan bir hizla sizi geride birakir ve giderek artan bir hizla arkanizdan yetisir. Bir yandan kültürleri homojenlestirirken, bir yandan da insanlarin benzersiz bireyselliklerini dünyanin giderek daha büyük bir bölümüyle paylasmasini saglar. Lexus'un arkasindan kosma istegimizi daha önce hiç olmadigi kadar kamçilar ve zeytin agaçlarimiza her zamankinden daha siki sarilma istegi dogurur. Dünyaya her zamankinde daha çok açilmamizi saglar ve dünyanin her birimize her zamankinden daha çok ulasmasini saglar.

Bir bakima, bugün küresellesmeye yönelik en büyük tehdit küresellesmedir. Sistem kendi sonunun tohumlarini içinde barindirabilir. Asagida, küresellesme sisteminin düpedüz dizginlerinden bosanmasina ya da çok sayida büyük ülkedeki büyük çogunluklarin kendilerini yenik hissetmelerine yol açacak kadar baskici hale gelerek bütün sistemin dengesini tehlikeye atmalarina yol açabilecek bes neden siralamak istiyorum.

Fazla Zorlayici

 

Günümüzün küresellesme sisteminin baslangiç tarihi olarak Berlin Duvari'nin yikilisini alirsak, sistemin ikinci onyilina girmek üzere oldugunu söyleyebiliriz. Küresellesme sisteminin bu ilk onyili içinde gördüklerimiz, bazi küçük ülkelerin bu geçisi basaramamasindan dolayi yasanan seylerdir. Ama bu ülkeler, sistemin onlari bir güvenlik duvariyla çevirmesine elverecek kadar küçük ve güçsüzdür.

Ne var ki, ikinci onyila girerken, önümüze çok daha ciddi sorun çikiyor. Ya çok büyük devletlerin bir bölümü bu geçiste basarisiz olursa?

Size küçük bir sir vereyim: Japon ekonomisi her zaman kapitalist olmaktan ziyade komünist bir ekonomi olmustur. The Wall Street Journal'in teknoloji yazari Walt Mossberg, “Japonya dünyanin en basarili komünist ülkesiydi” derdi sik sik. Aslinda Japonya, komünizmin gerçekten isledigi tek ülkeydi. Japonya'nin, halki ve sirketleri tüketiminden alikoyarak tasarrufa ve yatirima yönelten zorunlu bir tasarruf programi vardi. Sovyet komünizmi Japonya'dakinin yarisi kadar basarili olsaydi, Moskova asla Soguk Savasi kaybetmezdi.

Elbette bu biraz da isin sakasi. Japon ekonomisinin bir serbest piyasa boyutu da vardi. Bugün Japon ekonomisinin üçte biri Sony, Mitsubishi, Canon ve Lexus gibi teknolojinin en ileri noktasini temsil eden, küresel rekabet gücüne sahip marka zincirlerinden olusuyor. Bunlar dünyanin en iyi sirketleri arasinda yer aliyor ve Japonya'ya olaganüstü bir birikim sagladilar. Bu birikim Japon ekonomisinin diger üçte ikisini kurtardi – Japonya'nin tek partili devletinin diktigi korumaci bariyerler sayesinde senelerce ayakta kalan, hantal, kireçlenmis, dinozor firmalarin olusturdugu komünist parçasini. Japonya Soguk Savas süresince o kadar büyük bir tasarruf dagi olusturmustu ki, küresellesmenin ilk onyilini batmadan asabildi.

Japonya eger kalici bir durgunluktan kaçinmak istiyorsa, eninde sonunda Japon ekonomisinin komünist parçasinin özellestirilmesi gerecektir, tipki Çin'de Rusya'da oldugu gibi. Verimsiz çalisan sirket ve bankalarin çekilip vurulmasi ve onlarin ölü sermayesinin daha verimli sirketlere aktarilmasi gerekecektir.

Bugün hala Çin ekonomisinin yaklasik yüzde 40'ini verimsiz çalisan ya da iflas etmis olan devlete ait sanayi kuruluslari ve bankalar olusturuyor. Çin'in bu sirketlerde çalisan milyonlarca Çinliyi düze çikarmasinin tek yolu, bunlari özellestirmek, zayif olanlari kapatip birlestirmek ve sermayeyi verimli ve kârli çalisan sirketlere yönlendirmektir. Ve Çin'in bunu çok büyük bir issizlik yaratmadan yapabilmesinin tek yolu da ülkeye çok büyük dis sermaye girisi saglamaktir.

Dogru, Çin belirli fabrikalarina büyük miktarda dogrudan yabanci sermaye çekmeyi basarmistir, ama para birimi tam konvertibl degildir ve yabancilarin özgürce oynayabilecegi bir hisse senedi ya da tahvil piyasasi yoktur. Ayraci Çin'de ahbap çavus kapitalizmi asiri boyutlardadir ve bu da pek çok yabanci yatirimci için itici bir unsur olmaya baslamistir. Üstelik Çin'deki Komünist Parti, esas itibariyle, partiye para akisi saglamak ve kendini saglama almak için bir dizi ticari faaliyet ve arpalik yürütmektedir. Çin'deki bu büyük ölçekli resmi yolsuzlugun tek bir örnegi, Kasim 1998'de Çin devletinin tahil alimlari üzerine hazirlanan bir raporla ortaya çikarilmistir. 1992'den beri çiftçilerden tahil almak için ayrilan 65 milyar dolarin 25 milyari, yani hemen hemen yüzde 40'i “kaybolmustur.” Devlet yetkilileri tarafindan lüks konutlara, future alim satimina, otomobillere ve cep telefonlarina yatirildigini göstermistir. Çin gerçekten hukukun üstünlügüne dayali bir yazilim olusturmak zorundadir.

Rusya bugün küresellesme sistemiyle bütünlesmekte oldugundan, dünyanin istikrarina yönelik en ciddi tehdit Rusya'nin gücünden degil, güçsüzlügünden kaynaklanmaktadir ve daha bir süre de böyle olacaktir. Rus ekonomisi Agustos 1998'de krize girdiginde, Batili finans kurumlarina bir ay içinde Rus komünizminin yetmis yilda yaptigindan daha büyük zarar veren finansal bir salgin hastaligi baslatti.

Küresellesme sisteminde ABD'yi en çok tehdit eden sorunlar karaborsa nükleer savas basligi satislari, stratejik nükleer füzeler, çevresel bozulma, Irak ve Kuzey Kore'deki gibi haydutlar ve finansal virüslerdir. Makul bir dengeye kavusmus ve demokratiklesme yoluna girmis bir Rusya'nin isbirligi olmadan, Amerika bu sorunlarin hiçbirine etkili çözümler getiremez.

Daha önce sirketler ile ülkeler arasinda bir benzerlik kurmustum ve bu benzerlik gerçekten büyük ölçüde geçerli. Ancak, ülkelerin sirketlere hiç benzemeyen bir yani da var. Ülkeler büyür, basarisiz olur, batarlar – ama nadiren kaybolurlar. Bunun yerine, basarisiz olmus ülkeler olarak varliklarini sürdürürler.

Sirbistan, Arnavutluk ve Cezayir bayrak açarsa sonuçlari tatsiz olabilir, ama sistemin bütününü tehdit etmez. Asil bilemedigimiz, Rusya, Japonya ve Çin gibi büyük ülkelerin küresellesmede basarisiz olmasi, ama eski sistemden kalma askeri güçlerini korumasi halinde neler olacagidir. Mikroçip üretemeyen uluslar kargasa mi üretecek?

Fazla Baglantili

 

Küresellesmeyi bizzat küresellesmenin tehlikeye düsürmesinin bir baska yolu da sistemin çok etkili islemesi ve dünyayi birbirine fazla yaklastirmasi durumunda, küçük gruplarin – yatirimcilarin ya da süper-güçlendirilmis öfkeli adamlarin – asiriliklariyla bütün yapiyi tehdit etme olasiligidir.

Fazla Rahatsiz Edici

 

Bugün nasil ülkelerin ve sirketlerin saklanabilecegi bir yer kalmadiysa, giderek bireyler de saklanacak yer bulamaz hale geliyor. Ettiginiz her telefon, kestiginiz her fatura, satin aldiginiz her reçeteli ilaç, kiraladiginiz her video, yaptiginiz her uçak yolculugu ve kullandiginiz her bankamatik, elektronik sürüye ait bir bilgisayarin bir kösesinde saklanir ve ne zaman geri gelip yakaniza yapisacagini asla bilemezsiniz.

Çok Sayida Insan Için Fazla Adaletsiz

 

Ya ABD ve Bati Avrupa ayni anda bir gerileme sürecine girer ve Japonya ekonomik durgunluktan çikamaz, kendini toparlayamazsa? Bu durumda elektronik sürü çok  zayif düsebilir ve dogru yolda gittikleri – ekonomilerini yeniledikleri ve altin deli gömlegini giydikleri – için Meksika, Brezilya ya da Kore gibi ülkeleri ödüllendirmeye gücü yetmeyebilir. Amerika ve Bati Avrupa, sistemi yeniden hayata döndürmek için gelismekte olan ülkelerin bütün ihracatini emmek yerine, kendi daralan isgücü piyasalarini korumak için ithalata karsi yeni koruma duvarlari dikme istegine kapilabilir.

Fazla Ruhsuzlastirici

 

Kurumlara telefon ettiginizde hemen her zaman karsiniza insan degil, bant çikiyor ve sizin bir dizi tuslama yapmanizi istiyor. Oysa insanlar canli insanlarla muhatap olmayi tercih eder genellikle. Bazi kurumlara telefon ettiginizde ise su yeni seçenekle karsilasirsiniz: “Bir insanla konusmak istiyorsaniz, lütfen 1'e basin.” Ben her zaman 1 tusuna basarim. Her zaman 1'e basma seçenegine sahip olmak, her zaman bir operatörle konusma sansina sahip olmak, küresellesmenin basarisi için elzemdir. Çünkü bu düzeyde, bu sistemin makineler degil, insanlar için kuruldugunu hissetmek zorundayiz; yoksa durum derin bir yabancilasmaya yol açabilir.

Küresellesmenin güçlendirici ve insanlastirici yanlari ile güçsüzlestirici ve insanliktan uzaklastirici yanlari arasinda bir denge kurmayi ögrenip ögrenemeyecegimiz, bu sistemin geri döndürülebilir olup olmadigini, insanlik tarihindeki geçici bir asama mi, yoksa esasli bir devrim mi oldugunu belirleyen sey olacak.

BÖLÜM 18

ILERIYE GIDEN BIR YOL VAR

 

Amerika'nin herkesten çok yararlandigi bir uluslararasi sistemin istikrari açisindan kritik önem tasiyan BM, Dünya Bankasi ve IMF gibi küresel kurumlarin idamesinde Amerika'nin özel bir sorumlulugu olmadigina inanir görünen yasa koyucularin seslerini duydum.

Bu yasa koyucular savas yaralariyla kanayan Afrika'ya gelmeliler ki topluluk ruhunun olmadigi, insanlarin devlete karsi bir borçluluk duymadigi, kimsenin baska birisi için sorumluluk tasimadigi, yoksullari piyasanin insafina terk eden bir ortamda zenginlerin yüksek duvarlar ve koyu camlar arkasinda yasamak zorunda oldugu ülkelerde neler oldugunu görsünler.

Ben böyle bir ülkede ya da böyle bir dünyada yasamak istemiyorum. Böyle bir düzen, ahlaken yanlis olmanin ötesinde, giderek daha tehlikeli olacaktir. Bundan kaçinmanin yollarini tasarlamak bugün Amerika'nin içi ve dis politikasinin merkezinde yer almalidir. Ne yazik ki, ne Demokrat Parti ne de Cumhuriyetçi Parti, kendi politikalarinin çerçevesini çizerken Soguk Savas'tan küresellesme sistemine geçisi tam olarak yapamamistir. Ikisi de her konuda hem dar görüslü hem de akilsizca tek yanli bir tutum izleyebilecek kadar güvenli bir dünyada yasiyormusuz gibi davranmaktadir.

Amerika'ya uluslararasi düzeyde yön veren ilke hala “büyük düsman”dir, “büyük firsat” degil, “büyük sorumluluk” hiç degil.

Küresel ekonomik bütünlesmeden en büyük faydayi saglayan ülke olarak, küresellesmenin sürdürülebilir olmasini ve olabildigince çok ülkede, olabildigince çok insan için, olabildigince uzun bir süreyle kazanimlarin kayiplarin önünde gitmesini saglamak bizim görevimizdir.

Ben bütünlesmeci bir sosyal-güvenlikçiyim. Bugün bir sosyal demokrat (yani sosyal- güvenlikçi) olmadan bir küresellesmeci olmaya asla kalkismamaniz gerektigine inaniyorum; çünkü toplumunuzdaki yoksullara ve kaplumbagalara bu sistemde ayakta kalmalarini saglayacak donanimi vermezseniz, eninde sonunda ülkenizi yeryüzünden silecek bir tepki yaratacaklardir. Ve yine, bugün bir küresellesmeci olmadan bir sosyal demokrat ya da sosyal-güvenlikçi olmaya asla kalkismamaniz gerektigine inaniyorum; çünkü dünyayla bütünlesmedikçe, yasam standartlarini sürekli yükseltmek ve arkalara düsenlere yardim etmek için gerekli duydugunuz geliri asla elde edemezsiniz.

Simdi kuskusuz, “Bütünlesmeci bir sosyal-güvenlikçi olmak ne demektir?” diye soruyorsunuz. Bence sürdürülebilir küresellesme için bir politika olusturmak, sürdürülebilir küresellesme için – dis politika ve savunma politikasi da dahil olmak üzere – bir jeopolitik olusturmak ve sürdürülebilir küresellesme için bir jeoiktisat olusturmaktir. Kisacasi, yeni bir uluslararasi sistem için yeni bir politik vizyon olusturmaktir.

Küresellesme Çagi Için Politikalar

 

Küresellesmeyi çarpitmanin kolay olmasinin bir baska nedeni de insanlarin bu olgunun arkasindaki itici gücün ticaret degil, esas olarak teknoloji oldugunu anlamamasidir. The New York Times'in Washington bürosunda bir resepsiyon görevlimiz vardi, ama sonra sirket bu kadroyu kaldirdi. Resepsiyon görevlimiz isini Meksikaliya kaptirmadi, bir mikroçipe kaptirdi – bütün ofislerimizdeki sesli-posta aygitini çalistiran mikroçipe. Isin asli, Meksika'yla hiç ticaret yapmasaydik da, o mikroçip isini elinden alacakti.

Benim bütünlesmeci sosyal-güvenlikçiligim küresellesmeyi egitim, finans ve siyaset alanlarinda demokratiklestirir, ama bunu bütünlesmeyle ve serbest piyasalarla hala ilkesel olarak bagdasan yollarla yapardi. Ne demek istedigimi açiklayayim:

Küresellesmeyi egitim açisindan demokratiklestirme: Bütünlesmeci sosyal- güvenlikçiler, küresellesmenin geçici ya da kalici olarak arkada biraktigi kesimler için bir dizi siçrama tahtasi ve güvenlik agi olusturmayi savunurlar.

Küresellesmeyi politik olarak demokratiklestirme: Toplumunuzu küresellesmeye ayak uyduracak hiza çikarmak olaganüstü sancili bir süreçtir ve bu yüzden uzun vadede daha çok demokrasi gerektirir. Soguk Savas zamaninda, gelismekte olan ülkelerin liderleri, ülkeyi nasil yönetirlerse yönetsinler, onlari ayakta tutacak süper güçlü koruyuculara sahipti. Ama bu koruyucular artik yok ve kitleler basarisiz hükümetleri uzun süre isbasinda tutmuyor (herhangi bir ansiklopedinin “Endonezya” maddesine bakin). Bugün basarisiz olursaniz düsersiniz ve halkiniz sizi havada yakalayip desteklemezse, yere kötü çakilirsiniz (herhangi bir ansiklopedinin “Suharto” maddesine bakin).

Üstelik iktidarin partiler ve liderler arasinda el degistirmesiyle ve muhalif partilerin isbasina gelince hemen hemen öncekine benzer ekonomik liberallesme ve küresellesme politikalarini izlemesiyle birlikte, altin deli gömleginin bir alternatifi olmadigi mesaji kamuoyunda yavas yavas yer etmeye baslar. Latin Amerika'da, Dogu Avrupa'da ve simdi de Dogu Asya'da kaç muhalif parti lideri son on yil içinde iktidara gelmis ve söyle demistir: “Hay Allah, anladik ki ekonomimiz gerçekten iflas etmis. Gerçekten pazarlarimizi açmak zorundayiz. Aslina bakarsaniz durum benim sandigimdan da kötüymüs, o yüzden bu reformlara hiz vermek zorundayiz çünkü baska çaremiz yok. Ama bunlari insanilestirecegiz.” Demokratiklesme, gerçekle bu yüzlesmenin mümkün olmasina yardim eder. Ve bu yüzden, günümüzde küresellesmeye en iyi uyum saglayan ülkeler çogu zaman dogal zenginlikleri çok olanlar degil, en demokratik olanlardir.

Küresellesmeyi demokratiklestirmek, sadece küresellesmeyi sürdürülebilir kilmanin en etkili yolu degil, ayni zamanda bir hükümetin izleyebilecegi en ahlaki, kendi çikarlarina en uygun politikalardir.

Küresellesme Çagi Için Jeoiktisat

 

Yatirim uzmani Tweedy Rusya için söyle diyordu: “Politik istikrari zayif olan, yatirimciyi koruyucu yasalari bulunmayan ve kagit mendil olarak kullanilsa daha çok ise yarayacak bir para birimine sahip olan ülkelere yatirim yapmanin mantigi bize yabancidir.”

Kimileri bir daha ülkeleri böyle ezip geçmemesi için sürüyü dizginlemek istiyor. Kimileri sürüyü disarida tutacak sermaye denetimleri getirmeleri için bu ülkeleri tesvik etmek istiyor. Iki yaklasim da hatalidir. Elektronik sürü 20. yüzyilin enerji kaynagidir. Ülkeler onu yönetmeyi ögrenmek zorundadir; sürüyü dizginlemek yararsizdir, çok uzun süre disarida tutmak ise o ülkeyi kaynaklardan ve teknolojiden yoksun birakmaktan ve ahbap çavus kapitalizminin ömrünü uzatmaktan baska ise yaramaz.

Bugünün küresel finans sistemine yönelik en büyük iki tehdit kötü kredi vericilerin ve kötü kredi alicilarin tetikledigi krizlerdir. Çözmemiz gereken jeoiksisat sorunu sudur: Bugün bütün sistemi sallayacak kadar hizla yayilabilen ve büyüyebilen kötü kredi almalardan ve kötü kredi vermelerden daha az zarar görmesi için bu ekonomiye nasil istikrar kazandirabiliriz?

Bugünün ekonomistleri bankacilari kötü kredi alici ülkeleri islah etmek ve sürünün saldirilarindan korumak için sunlari yapabilirler:

Birinci adim, aldigi kredileri kötü kullanan ülkelere ikinci, üçüncü ve dördüncü adimlara uymalari kosuluyla – ve yalniz bu kosulla – IMF'nin, Dünya Bankasi'nin ve özel kurumlarin kurtarma kredileri vermeye ya da borçlanma kosullarini yenilemeye hazir olacaginin açik seçik anlatilmasidir.

Ikinci adim, bütçe kisintilari, iflas etmis verimsiz sirket ve finans kurumlarinin tasfiyesi, kur ve faiz orani ayarlamalari, borç indirimleri ve ahbap çavus kapitalizmi

uygulamalarinin ortadan kaldirilmasi gibi önlemlerin bir bilesimidir. Bu gibi reformlarin amaci para birimlerine istikrar kazandirmak ve nihai olarak hem iç piyasa talebini canlandirmak, hem de ülke disindaki elektronik sürünün güvenini geri kazanmak için faiz oranlarini düsürmektir. Elektronik sürünün bu zayiflamis ülkelerde sirket satin almasini kolaylastiracak bir süreci de kapsamalidir: Verimsiz sirketleri ortadan kaldirmak ve yerlerine daha iyi yönetilen, piyasa degerini daha iyi gözeten, en iyi uluslararasi standartlara göre isletilen sirket koyarak.

Elektronik sürüyü – uzun dönemli yatirimlar yapacak, teknolojiyi transfer edecek ve fabrikalara en ileri isletim yöntemlerini getirecek güvenle birlikte – ülkenize geri getirmek, daha iyi bir yerel isletim sistemi kurmanin en etkili ve en hizli yollarindan biridir. Ve açikçasi, sürüyü bir daha kaçirma korkusu, bir ülkenin yazilimini ve isletim sistemlerini sürekli iyilestirmesi için en iyi disiplin kaynagidir.

Üçüncü adim, bu ülkeleri sadece isletim sistemlerini degil, politik sistemlerini de yenilemeye ikna etmektir. Rüsvetçiligin ve vergi kaçakçiliginin önünü almali ve hukukun üstünlügü yazilimlarini iyilestirmeliler ki kemer sikma günleri geldiginde insanlar reform sürecinin temel bir adalet içerdigine inansinlar.

Dördüncü adim, IMF'den ve baska kaynaklardan gelen yardimin bir bölümünü, asgari sosyal güvenlik aglari kurmak ve issizlerin bir bölümünü istihdam edecek kamu isleri saglamak için kullanma dogrultusunda bir kararliliktir.

Bütün sistemi tehdit edebilecek olan diger küresel ekonomik kriz türü de kötü kredi vericilerin – bankalardan yatirim fonlarina ve koruma fonlarina kadar – yol açtigi krizlerdir. Bugün bunlar o kadar çok yerde o kadar çok insana o kadar çok para akitmaktadir ki çok büyük bir ölçekte pervasizca yatirim yaptiklarinda ve birdenbire paralarini geri çekmeye karar verdiklerinde, hem iyi hem de kötü ekonomilere ciddi zararlar verme potansiyeli tasimaktadir. Sisteme esas olarak politik bir tehdit yönelten kötü kredi aliciligin tersine, küresel ölçekteki kötü kredi vericilik sisteme gerçek bir finansal tehdit yöneltir.

Yükselen bir piyasaya yatirim yapmadan önce o piyasanin ne derece saglikli oldugunu incelemeleri gerekir. Oysa bugün koruma fonlarina ya da yükselen piyasalara yatirilan paralar o kadar büyük, sistem o kadar bütünlesmis ve hizlidir ki büyük risklere girenler büyük hatalar yaptigi zaman herkesin dengesi bozulabilir.

Yükselen piyasalarda son zamanlarda ardarda gelen krizler sonucunda yeni yasalar ya da düzenlemeler çikarilmadigi halde artik sistemdeki herkes risk yönetimini daha ciddiye aliyor. IMF, ABD Hazine Bakanligi ve fon yöneticileri, yükselen piyasa ülkelerine su sorulari daha sik soruyor: “Finansal sistemini ve idari düzenleme ortamini iyilestirmek için ne yapiyorsun? Ülkene girip çikan özel ve kamusal para akislari neler? Bundan her zaman haberdar olmak istiyorum, eszamanli olarak.”

Fon yöneticileri, en azindan yakin gelecek için, sermaye toplamayi sürdürmek istiyorlarsa hem yatirimcilarina hem bankacilarina karsi daha açik olmak zorunda olduklarini biliyorlar.

Daha iyi düzenleyiciler, daha akilli yatirimcilar, biraz daha saggörülü bankacilar ve kredi vericiler olmalari için sistemdeki herkese çagrida bulunmak – bunun çok parlak bir çözüm gibi görünmediginin farkindayim.

Küresel finans krizleri önümüzdeki çagin normu olacak. Bugünkü degisim hiziyla ve bu yeni küresellesme sistemine ayak uydurmaya çalisan farkli asamalardaki bunca ülkeyle krizler her zaman olacak.

Günümüzün küresel ekonomisine katilmayi, yildan yila hizlanan Formula 1 yaris arabalarindan birini kullanmak gibi düsün. Duvarlara toslayan ya da çarpisan birileri mutlaka olacaktir; hele ki bu yarista daha birkaç yil öncesine kadar esek sirtinda dolasan sürücüler varsa. Iki seçenegin var. Formula 1 yarislarini yasaklayabilirsin. O zaman bir daha hiç çarpisma olmaz. Ama hiç ilerleme de olmaz. Ya da yarisi her bakimdan daha güvenli hale getirerek çarpismalarin verdigi zarari azaltmak için elinden geleni yapabilirsin. Yani, içinde egitimli bir kurtarma ekibi ve her kan grubundan yeterli miktarda kan bulunan bir ambulansin daima hazir beklemesini saglayabilirsin. (Bunun piyasadaki karsiligi, IMF'nin G-7'nin ve dünyanin belli basli merkez bankalarinin, acil bir durumda, sistemi tehdit eden krizlerin önüne geçmek üzere piyasalara sermaye pompalayabilmesidir.) Ayni zamanda her Formula 1 yaris arabasini daha saglam hale getirebilirsin. (Bunun piyasadaki karsiligi, bir yükselen piyasaya bir kurus yatiran her yatirimcinin o piyasadaki isletim sisteminin ve yazilimin, sermayeyi dogru dagitacak ve yatirimcilarina ödeme yapmak için gerekli geliri üretecek biçimde gelistirilmekte oldugundan emin olmasidir.) Sürücüleri daha iyi egitmeye odaklanabilirsin. (Bunun piyasadaki karsiligi, IMF'nin, yatirimcilarin ve bankalarin bir ekonominin nasil gelistigine ve sermayenin, özellikle de kisa dönemli fonlarin nereye aktigina iliskin dogru ve güncel veriler için hiç durmadan baski yapmasidir.) Son olarak, arabalarin yoldan savrulma olasiligina karsi, yaris pistinin iki yanina olabildigince çok saman balyasi dizmelisin ve sürücüler için balyalara çarpmanin duvara çarpmak üzere olma anlamina geldigi uyarisinda bulunmalisin. Ama dizecegin balyalar, yarisi engelleyecek kadar çok olmamali. (Bunun piyasadaki karsiligi, sorunlari olabildigince erken fark edecek ve ortadan kaldiracak etkin bankacilik ve finans piyasasi düzenlemeleri, devre kesme anahtarlari ve alarm düzenekleridir.)

Bütün bunlari yapmak istemiyorsaniz, Formula 1 yarislarindan vazgeçmeli ve kosucu olmalisiniz. Ama dikkatli olan, çünkü bu dünyada kosucular Formula 1 yaris arabalarinin altinda kalirlar.

Küresellesmenin Jeopolitigi

 

Bugün Amerikan halki her sey için sorumlu tutulmak, ama hiçbir sey için ölmek istememek gibi tuhaf bir duruma düstü. Iste bu yüzden, küresellesme çaginda kontr- gerillacilik gitti, bebek bakiciligi geldi. Gögüs gögse çarpismalar gitti, uzaktan güdümlü füzeler geldi. Yesil Bereliler gitti, BM'nin mavi baretlileri geldi. Öyle görünüyor ki bugünün dünyasinda Amerika'nin ülke disinda uzun süre kaybedebilecegi, ülke içinde ise uzun süre destekleyebilecegi bir savas yok. Dolayisiyla bugün ABD Baskani bir askeri tehditle karsi karsiya kaldiginda, ilk sorusu “Hangi strateji bu tehdidi kesin biçimde sona erdirebilir?” olmuyor. Ilk sorusu “Bu isi geçistirmek için CNN'de bir gösteri düzenlemek bana kaça mal olur?” oluyor. Her sey kontrol altina aliniyor, hiçbir sey çözülmüyor. Kaçinmamiz gereken sey iste budur. Küresellesme sistemi, militan ve cömert bir Amerikan dis politikasi olmadan ayakta kalamaz.

Zeytin Agaçlari ve Küresellesme

 

Ama sürdürülebilir küresellesme için dogru politikalari, jeopolitigi ve jeoiktisadi izlersek bile, akilda tutulmasi gereken neredeyse soyut bir politikalar kümesi daha var. Bu her birimimin içindeki zeytin agaci gereksinmelerini ayirt etmekle ve bunlarin da korunmasini saglamakla ilgili.

Toplumun internetlesmesinin, bütün bu teknolojilerin hayatimizdaki zaferinin, küresellesmenin her seye galebe çalmasinin sonucu olarak, bir gün bilgisayarin araciligi olmadan kimseyle iliski kurmadigimizi fark edecegimiz bir noktaya sürüklenme tehlikemiz var. O noktaya ulastigimizda insanlar, bizi yeniden bedenlerimizle, ruhlarimizla ve hepimizin içindeki zeytin agaçlariyla bulusturmayi vaat eden o vaizlere ve yeniçag dinsel fantezilerine kanmaya gerçekten hazir olacaklar.

Lexus ile zeytin agaci arasinda bir denge kurmak, her toplumun her gün üzerinde çalismasi gereken bir görevdir.

Saglikli bir küresel toplum, Lexus ile zeytin agaci arasindaki dengeyi her an koruyabilen bir toplumdur.


Benzer Kitaplar