KENDINI DEGISTIREN BEYIN 6 The Brain that Changes Itself

KENDINI DEGISTIREN BEYIN 6 The Brain that Changes Itself

Fevzi BOZKURT
Felsefe


Bu kitap, insan beyninin kendisini degistirebilecegi üzerine devrimsel bir kesiftir. Nöro sözcügü “nöron” yani sinir hücreleri için kullanilmaktadir. Bizim beynimizde ve sinir sistemimizde sinir hücreleri bulunmaktadir.
Plastisite ise “degistirilebilir, sekillendirilebilir, dönüstürülebilir” anlaminda kullanilmaktadir.
Baslangta bilim adamlarinin çogu “nöroplastisite” sözcügünü kendi yayinlarinda kullanmaya cesaret edememislerdir ve bunun kendilerinin inandiriciligini zedeleyecek sekilde abartili bir ifade olabilecegini düsünmüslerdir.
Onlar hala beynin degismeyen bir yapiya sahip oldugu önyargisina sahiplerdir. Oysa çocuklarin dogumlariyla birlikte bazi zihinsel yeteneklere sahip olduklari bilinmektedir; hasar görmüs beyin siklikla bir parçasi basarisiz oldugunda kendisini yeniden organize edebilmektedir. Sorunlu parçanin yerini baskasi alabilmektedir; eger beyin hücreleri ölürse onlarin yerine baskalari gelebilmektedir; çok sayida devre hatta temel reflekslere genel olarak düsünüldügü gibi donatilmis degildir.
Beynin, yapi ve islevi açisindan degisebilecegi düsüncesinin temel anatomik kesiflerin ilk olarak tasarlandigi dönemlerden bu yana yapilmis olan en büyük kesiflerden biri olduguna inaniyorum.
Kendini Degistiren Beyin
Bach-y-Rita, tek bir alanda uzmanlasmis pek çok bilim adaminin aksine, tip, psikofarmakoloji, oküler nöropsikoloji (göz kaslari çalismasi), görsel nöropsikoloji (görme ve sinir sistemi çalismasi) ve biyomedikal mühendislik alaninda uzmandir ve bes dil konusmaktadir. Rita, “Biz gözlerimizle degil, beyinlerimizle görürüz” demektedir.
Onun iddiasi gözlerimizle görme, kulaklarimizla duyma, dilimizle tatma, burnumuzla koklama ve derimizle hissetme seklindeki genel bilgimizle tezatlik olusturmaktadir. Bach-y-Rita’ya göre, bizim gözlerimiz isik enerjisindeki duyu degisiklikleri ile degistirme görevi görmektedir; bunu algilayan ve sonuç olarak gören bizim beynimizdir.
Yakin zamanda, Bach-y-Rita’nin çalismasi kavrama konusunda çalismalar yürüten bilim adami Andy Clark’a bizim “dogal sayborglar” (cyborg: bir kismi insan, bir kismi makine) oldugumuz fikrini ortaya atmasina neden olmustur. Beyin plastisitesi bizim bilgisayar ve elektronik araçlar gibi makinelere dogal olarak baglanmamiza olanak tanimaktadir.
Plastisite özelligi bize, kendisini degistirerek, degisen bir dünya içinde varligini sürdüren bir beyin vermistir.
Bir düsünce yazdigimiz zaman, beynimiz sözcükleri-bunlar simgelerdir- parmak ve ellerin hareketine dönüstürür. Çocuklarin çok karmasik bir yazisi vardir çünkü onlarin simgeleri hareketlere dönüstürmesi çok kolaylikla asiri yüklenmektedir, böylece o uzun, akici bir yazi yerine birbirinden kopuk, küçük hareketlerle yazmak zorunda kalmaktadirlar. Bizim yazdigimiz el yazilarinda beynin daha karmasik hareketleri yerine getirmesi gerekmektedir. Yazi yazmak özellikle çocuk için aci vericidir çünkü o genellikle testlerdeki dogru yanitlari bilmektedir fakat yanitlari çok yavas yazmaktadir. Bu çocuklar siklikla dikkatsiz olmakla suçlanirlar fakat aslinda onlarin beyinleri yanlis motor hareketlerini atesleyecek sekilde asiri yüklüdür.
 Bu bozukluga sahip ögrenciler ayrica okuma zorluklari da yasamaktadirlar. Biz normal okudugumuz zaman beyin bir cümlenin bir kismini okur, ardindan gözlerini cümlenin bir sonraki bölümüne saga dogru yöneltir, bu devam eden bir göz hareketi gerektirmektedir.
Okuldan ve ögrenmekten nefret eden ve zayif olduklari alanda çalismayi durduran çocuklar, sahip olduklari gücü kaybetmektedir. Daha genç çocuklar genellikle yetiskinlere göre beyin alistirmasi konusunda daha hizlidirlar; bunun nedeni muhtemelen nöronlar arasindaki baglanti sayilarinin olgunlasmamis beyinlerde, yetiskin beynine göre % 50 oraninda daha fazla olmasidir. Ergenlik dönemine ulasildigi zaman büyük bir “geriye dogru budama” olur. Beyinde operasyonlar baslar ve birdenbire çok sayida nöron ve sinaptik baglanti yok olur. Bu klasik bir “kullan veya kaybet” durumudur. Bu muhtemelen zayif olan alanlarin güçlendirilmesinin en iyi yoludur.
Beyin temelli degerlendirme hala okul dönemi hatta üniversitesi sirasinda faydali olabilir. Lise döneminde basarili olan çok sayida ögrenci üniversitede basarisiz olur çünkü onlarin zayif beyin islevleri gitgide artan talep nedeniyle asiri derecede yüklenmistir. Bu krizlerden ayri olarak, her yetiskin bir beyin-temelli kavramsal degerlendirmeden fayda saglayabilecektir. Bir kavrayis zindeligi testi onlarin kendi beyinlerini daha iyi anlamalarini saglayacaktir.
Insanlar konusunda, ölüm sonrasi yapilan incelemelerde, egitimin nöronlar arasindaki dal sayilarini arttirdigi ortaya çikmistir. Beynin bir kas gibi alistirma yaparak gelisim gösterdigi yalnizca bir metafor degildir.
Beynin Yeniden Tasarlanmasi
Michael Merzenich, beyin plastisitesi konusunda dünyanin önde gelen arastirmacilarindan biridir. Onun özelligi, özel çalisma alanlari egitimi ile beynin yeniden tasarlanmasi araciligiyla düsünme ve algilama yetenegini gelistirmekti.
Merzenich, ögrenmenin beyin plastisitesi yasalari ile tutarli bir sekilde çalismasi sonucu meydana geldigi iddiasindadir. Beynin zihinsel “mekanizmasi” daha büyük bir algilama, hiz ve akilda tutma ile ögrenmemiz ve algilamamizi saglayacak sekilde gelistirilebilir. Açik bir sekilde biz ögrendigimiz zaman, bildigimiz seyi arttirmis oluruz. Ancak Merzenich’in iddiasi bunun ayni zamanda beynin kendi yapisini degistirmesi oldugudur. Bir bilgisayardan farkli olarak, beyin sürekli olarak kendisini uyarlamaktadir.
Onun tanimina göre beyin, bizim içine cansiz maddeleri doldurdugumuz bir kap degildir; bunun yerine canli yaratiklarin kondugu ve kendilerini gelistirdikleri ve degistirdikleri bir yerdir. Uygun bir beslenme ve alistirma ile bu degisim ve gelisim saglanabilmektedir.
Merzenich’in çalismasindan önce, beyin bir makine olarak görülmekteydi. Beynin bellekte tutma sinirlarinin degistirilemez oldugu düsünülmekteydi. Ayrica isleme hizi ve zekâ seviyesinin de ayni seviyede kalacagina inanilirdi. O, tüm bu varsayimlarin yanlis oldugunu göstermistir.
Özellikle plastik ve çevreye duyarli konularda sekiz yas ile ergenlik dönemi arasi önemlidir. Bu dönemde hizli ve sekilsel bir gelisim olmaktadir. Örnegin dil gelisimi çocuklukta baslayan ve sekiz yas ve ergenlik ile sona eren bir kritik döneme sahiptir. Bu kritik dönem kapandiktan sonra, kisinin ikinci dili ögrenme yetenegi sinirli olmaktadir. Aslinda kritik dönemden sonra ögrenilen ikinci dil kisinin ana dilinde oldugu gibi beynin ayni bölümünde islem görmez.
 
Kritik dönem düsüncesi ayrica etolojist Konrad Lorenz’in kaz yavrusu gözlemi ile desteklenmistir. Insanlar dogduktan kisa süre sonra, on bes saat ile üç gün arasinda, anneleri yerine baska birine karsi baglilik hissettiklerinde yasamlari boyunca bu durum sürecektir. Bunu kanitlamak için kaz yavrulari ile bir deney yapmistir. Kritik dönemin psikolojik versiyonu Freud’a kadar geri gitmektedir. O bizim bazi deneyimlerimizin gelisim asamasinda belirleyici bir rol oynadigini söylemistir. Bu dönemler sekilseldir, demistir ve bizim yasantimizin geri kalanini biçimlendirir.
Plastisitenin rekabetçi dogasi hepimizi etkiler. Bizim beynimizin her birisinin içindeki sinirlerin sonsuz bir savasimi vardir. Eger biz kendi zihinsel yeteneklerimizi durdurursak, onlari yalnizca unutmayiz: Bu yetenekler için beyin haritasi uzami bizim uygulamasini yaptigimiz yeteneklerle yer degistirir.
Yetiskinlerde bile rekabetçi plastisite bizim sinirlarimizin bazilarini açiklar. Pek çok yetiskinin ikinci dili ögrenmede zorluk yasadigini düsünün. Buradaki geleneksel görüs dil ögrenmeleri döneminin sona ermis olmasidir. Beyin bu dönemde büyük ölçekte kendi yapisini degistirme konusunda çok kati bir yapiya sahiptir. Ancak rekabetçi plastisitenin kesfi bunun böyle olmadigini iddia etmektedir.
Biz yaslanirken kendi ana dilimizi daha fazla konustukça, bizim dilbilimsel harita uzamimiz daha fazla kaplanmis olur. Böylece bizim beynimiz dönüstürülebilir oldugu için- ve plastisite rekabetçi oldugu için-yeni bir dil ögrenmek ve ana dilin egemenliginin sona ermesi çok zordur. Ancak eger bu dogruysa, neden biz gençken ikinci dili ögrenmek daha kolaydir? O zaman rekabet yok mudur? Aslinda yoktur. Eger kritik dönem boyunca iki dil ayni anda ögrenilmisse her ikisi de kendisine yer bulacaktir.
Merzenich beyin taramalarinin iki dil bilen çocuklarda her iki dilin tek bir büyük haritayi paylastiklarini göstermistir.
1980’li yillari sonundan itibaren baslayarak, Merzenich girdilerle “oynayarak” yönlendirmeler yaptigi beyin haritalari olusturmustur. Merzenich bir dâhiyane deneyde normal bir maymunun elini haritalandirmistir, ardindan maymunun parmaklarinin ikisini birbirine dikmistir, böylece iki parmak tek olarak hareket etmektedir. Birkaç ay sonra maymunu yeniden haritalandirmistir. Ilk haritada ayri olan parmaklar simdi tek haritada birlesmistir. Eger deneyi yapanlar herhangi bir parmagin herhangi bir noktasina dokunurlarsa, bu yeni tek harita aydinlanmaktadir.
Deney nöronlara olan girdilerin zamanlamasinin onun olusumunun anahtari oldugunu göstermistir-ayni zamanda birlikte ateslenen nöronlar bir harita olusturacak sekilde birlikte baglanmislardir.
Baska bilim adamlari Merzenich’in bulgularini insanlar üzerinde test etmistir. Bazi insanlar yapisik parmakli olarak dogmaktadir. Bu “perdeli parmak sendromu” olarak bilinen bir durumdur. Böyle iki insan haritalandigi zaman, beyin taramasi her birinin iki ayri parmak yerine yapisik parmaklari için büyük bir haritaya sahip olduklarini bulmustur. Perdeli parmaklar ameliyat ile ayrildiklari zaman, kisinin beyni yeniden haritalandirmistir ve iki ayri harita iki ayri birim için ortaya çikmistir. Parmaklar artik bagimsiz olarak hareket ettigi için, nöronlar artik eszamanli olarak ateslenmemektedir. Bu plastisitenin baska bir ilkesini ortaya koymaktadir: Eger ayni anda nöronlara ayri ayri sinyaller gönderirseniz, ayri beyin haritalari yaratirsiniz. Nörobilimde bu bulgu “ayri ateslenen nöronlar, ayri ag olustururlar” seklinde özetlenebilir.
Bir çocuk piyano çalmayi ögrenirken önce tüm üst bedenini kullanma egilimindedir- bileklerini, kollarini ve omuzunu kullanir. Hatta yüz kaslari bile farkli bir sekil almaktadir.
Pratik yaptikça bu konuda ilerleme gösteren piyanist gereksiz kaslarini kullanmayi birakir ve kisa sürede yalnizca notalari çalmak için dogru parmaklarini kullanmaya baslar. O “daha hafif bir dokunus gelistirir ve eger yetenekliyse piyano çalmak onu rahatlatmaya baslar. Bir yetenegin olusma sürecinde nöronlarin etkin kullanimi önem tasimaktadir.
Merzenich, ayrica nöronlarin egitildikçe ve daha etkin oldukça, onlarin daha hizli islem yapacaklarini bulmustur. Bu bizim düsünce hizimizin da degistirilebilir oldugu anlamina gelir. Düsünme hizi bizim yasamimizi sürdürmede önemlidir. Olaylar siklikla hizli bir sekilde gelismektedir ve eger beyin yavas olursa o önemli bilgileri kaçirabilmektedir.
Beyin yaslandikça fiziksel ve kimyasal degisikliklerin olduguna iliskin binlerce makale yazilmistir. Yaslanma ile birlikte bizim nöronlarimiz ölmektedir. Beyindeki kimyasallarin azalmasini önlemeye yönelik olarak piyasada çok sayida ilaç bulunmaktadir. Ancak Merzenich milyarlarca dolarlik bir satis elde etmelerine karsin bu tür ilaçlarin yalnizca dört ile alti aylik bir gelisim sagladigini düsünmektedir.
Biz yaslandikça berrak bir sekilde görmemiz durur. Bunun tek nedeni gözlerin bozulmasi degil, ayni zamanda beyindeki görme islemini yapan bölümün zayiflamasidir. Yas ilerledikçe kisi “görsel dikkat” konusunda kontrolü kaybetmeye egilimlidir.
Post Science bilgisayar arastirmalari ile insanlarin görsel yapilarini güçlendirmenin çalismalarini yaptirmaktadir. Post Science ayrica motor kontrol üzerine de çalismalar yapmaktadir. Biz yaslandikça çizim, örgü, müzik aleti çalma, ahsap isçiligi gibi görevleri yerine getirmede ellerimizdeki motor yetenegini kontrol edemeyiz.
Son olarak “büyük motor kontrol” üzerinde çalismalar vardir. Biz yaslandikça denge kaybi, düsme egilimi, hareket güçlügü gibi durumlarla karsilasiriz. Vestibüler islem basarisizliklarinin yani sira ayaklarimizdaki duyusal geri dönüs düsüsleri bunun nedenidir.. Merzenich’e göre on yillar boyunca giyilmis olan ayakkabilar ayaklardan beyne giden duyusal geri dönüs konusunda sinirlama yapmaktadir. Eger biz yalinayak isek, bizim beynimiz çok sayida farkli girdi türleri arasinda girdi türleri almaktadir. Yalinayak ile düz olmayan yüzeyler üzerinde yürüdükçe farkli uyarimlar alinir. Ayakkabilar ise göreceli olarak düz bir platformdur ve bu uyarimlari disari dogru yayarlar. Bizim üzerinde yürüdügümüz tüm yerler artik bize düzmüs gibi gelmektedir.
Biz yaslandikça merdivenlerden inerken asagi dogru bakma geregini hissederiz çünkü artik ayaklarimizdan yeterli miktarda bilgi alamiyoruzdur. Merzenich kayinvalidesine villanin merdivenlerinden asagi inme konusunda yardimci olurken, ondan asagi bakmayi birakmasini istemistir ve yolu kendisinin hissetmeye baslamasini söylemistir. Bunu yapmaya devam ettikçe ayaklari için duyusal haritasini gelistirecek ve daha rahat bir sekilde merdivenlerden inebilmeye baslayacaktir.
Hazlar ve Asklar Elde Etme
Insanlar cinsel plastisite açisindan baska yaratiklardan farkli bir dereceye sahiptirler. Cinsellik bir içgüdü olarak kabul edilir ve içgüdü geleneksel olarak türden türe degisen kalitsal bir davranis seklinde tanimlanmaktadir. Içgüdüler genel olarak degisime karsi direnirler ve yasamda kalmanin donanimli bir amaci seklinde görülürler. Insanlarin cinsel “içgüdü”leri bu çekirdek amacin çatlamasi gibi görünmektedir.
Hiçbir baska içgüdü biyolojik amaç tamamlanmadan tatminkâr olmaz, hiçbir baska içgüdü kendi amacindan bu denli baglantisiz degildir.
Antropologlar uzun zamandir insanligin cinsel birlesmenin yalnizca üreme için gerekli olmadigini bildiklerini göstermislerdir. Bu “yasam olgusu” tipki bugün çocuklarimizin ögrenmek durumunda oldugu gibi, bizim atalarimiz tarafindan ögrenilmis olmalidir. Birincil amaçtan bu sekilde ayrisma belki de cinsel plastisitenin nihai isaretidir.
Freud “cinsel içgüdüler cinsel plastisiteye sahiptir, onlarin degisim kapasiteleri vardir” demistir. Cinselligin plastik bir yapisi oldugunu söyleyen ilk kisi Freud degildir. Platon, sevgi üzerine yazdigi diyaloglarinda Eros’un çok farkli biçimlerde oldugunu tartismistir.
Çocuk duygularinin yetiskinlik ask ve cinselligi içindeki izleri günlük davranislar içinde saptanabilir. Bizim kültürümüzdeki yetiskinler en çekici kadinlara “bebek” seklinde argo tanimlamada bulunurlar. Bu, onlar çocukken kendi annelerinin “tatlim” gibi sözcükleri kullanmasinin bir uzantisidir. Yetiskinler bebek gibi konustuklari zaman, “tatlim” ve “bebegim” gibi sözcükler kullanirlar. Bu onlarin konusmalarina sözel bir tat katar. Freud’a göre onlar olgun zihinsel durumlarindan yasamin daha önceki asamalarina iliskin olarak “gerileme” yasamaktadir.
Edinilmis tatlar baslangta denenen ve belki de begenilmeyen fakat sonra hos oldugu düsünülen seylerdir-peynirin kokusu, bitter çikolata, sarap, kahve, kizarmis börek kokusu böyledir. Çocukluk döneminde rahatsiz olunan pek çok yiyecek yetiskin insanlar için “lezzetli tatlar” olabilmektedir.
Elizabeth döneminde kadinlarin soyulmus elma kokusunu sürünmeleri yaygindi. Âsiklari onlar yaninda yokken bile elma kokusuyla onlari hissedebiliyordu. Bizler ise, diger taraftan, kendi beden kokumuzu bastirmasi için meyve ve çiçek özlerinden elde edilen sentetik aromalar kullaniyoruz. Her iki yaklasim da dogaldir ve anlasilmasi kolaydir. Bizim için “dogal olarak” aykiri gelen inek sidigi, Dogu Afrika’daki Masai kabilesi için saçlarina sürdükleri bir losyondur- bu, onlarin kültürlerinde inege verdikleri önemin dogrudan bir göstergesidir.
Internet pornografisine olan bagimlilik bir metafor degildir. Tüm bagimliliklar uyusturucuya veya alkole karsi degildir. Insanlar ciddi bir sekilde kumar ve hatta kosmaya bagimli olabilirler. Tüm bagimliliklar etkinligin kontrolünün kaybolmasini gösterir. Onun olumsuz sonuçlarina ragmen gitgide daha yüksek seviyede tatmin uyarimi ihtiyaci dogmaktadir ve bagimlilik yaratan eylemi tüketmeme durumunda tatminsizlik duygusu yasanir.
Tüm aliskanliklar uzun dönemlidir, bazen ömür boyu sürmektedir. Bagimlilikta ilimli olmak olanakli degildir ve bu madde ve etkinlikten tamamen kaçinilmasi gereklidir. Arastirmacilar bir sokak uyusturucusuna bagimlilik ile ilgili olarak Maryland’de fareler üzerine bir deney yapmislardir. Fare bir kolun üzerine basarak bir doz uyusturucu almaktadir. Hayvanin kola basma istegi arttikça onun uyusturucuya olan bagimliligi o denli artmis olmaktadir.
Kosma sirasinda beyni daha etkin hale getiren ve haz veren sinir tasiyicisi dopamini açiga çikarmaktadir. Dopamin ödül tasiyici olarak adlandirilir çünkü biz bir seyi basardigimiz zaman- bir yarista kostugumuz ve kazandigimiz zaman- bizim beynimiz onun açiga çikmasini tetiklemektedir. Kendimizi tükenmis hissetmemize ragmen bir enerji artisi hissederiz ve bir zafer turu atariz. Kaybedenler ise, diger taraftan, böyle bir dopamin artisi yasamazlar, onlarin enerjisi aninda tükenir ve yarisin bitis çizgisine yigilip kalirlar. Dopamin sistemimiz, bagimlilik maddeleri onun için ugras vermeden bize haz vermektedir.
Beynimizde iki haz sistemi vardir. Onlardan biri heyecan hazzi, digeri ise tatmin hazzi Ile ilgilidir. Heyecan hazzi büyük ölçekli olarak dopamin baglantilidir ve bizim gerilim seviyemizi arttirir. Ikinci haz sistemi ise tatmin ile ilgili olup bu bir tüketme hazzidir. Onun nörokimyasi endorfinin açiga çikmasi temeline dayanmaktadir. Uyusturucu kullanmak bunu tetikler. Kisi yerinde duramayacak sekilde bir mutluluk hissi ile dolar.
Dopamin yenilikleri sever. Tekesli çiftler birbirlerine karsi bir direnç gelistirirler ve bir zamanlar sahip olduklari yüksek romantizmi kaybederler. Bu degisim bir isaret olabilir. Onlar birbirlerine karsi yetersiz ve sikici degillerdir fakat onlarin plastik beyinleri birbirlerine son derecede iyi bir sekilde uyum saglamislardir. Neyse ki, sevgililer kendi depominlerini harekete geçirebilirler, kendilerini yüksek derecede canli tutabilirler. Bunu iliskilerine yenilikler katarak yaparlar.
Asik olmak ayni zamanda geçmis bir askin sona ermesi anlamina gelir; bu da nöral bir seviyede ögrenmemeyi gerektirir. Ör: Bir kadin yirmi yil boyunca süren evlilikten sonra genç yasta dul kalmistir ve biriyle çikmayi reddetmektedir. O yeniden asik olabilecegini hayal bile edememektedir. Kocasinin yerine baska birini koyma düsüncesi onu rahatsiz eder. Yillar geçer dostlari ona harekete geçme zamaninin geldigini söyler fakat bunlarin yarari yoktur. Bu durumdaki kisilerin harekete geçmemelerinin nedeni siklikla kederli oluslaridir; onlar sevdikleri kisi olmaksizin yasamin dayanilmasi zor bir durum oldugunu düsünürler.
Nöroplastite terimleriyle açiklamak gerekirse eger romantik biri veya bir dul, yükünden arinmis olarak yeni bir iliskiye baslayacaksa onlarin her birinin kendi beyninde milyarlarca baglantisi olusturmasi gerekmektedir. Tutulan matem parça parça kirilacaktir. Gerçeklik bize sevdigimiz kisinin artik olmadigini söyler. Zaman zaman hatirladikça bu kisiye keder verir. Sonrasinda kisinin düsünceleri rahatlar, yavas yavas keder duygusunu üzerinden atar. Bir beyin seviyesinde nöral sebekelerin her biri kisinin algilamasini olusturacak sekilde birlikte donanim olustururlar. Zaman içinde bazi sebekeler ortadan kaybolur. Biz sevdigimiz kisi olmaksizin yasamayi ögreniriz, fakat bu dersi basarmak çok zor oldugu için öncelikle sevdigimiz kisinin var olma ideasini ögrenmememiz gerekmektedir.
Beyin Kilidi Açildi
Hepimiz kaygilara sahibizdir. Biz kaygilaniriz çünkü zeki varliklariz. Zekâ gelecegi öngörür, bu onun özünde vardir ayni zekâ bize plan yapma, umut etme, hayal kurma, varsayimda bulunma olanagi sunar.
Çok sayida kaygi türü ve çok sayida kizginlik türü vardir. Ancak bunlar yasayan insanlar arasinda pek çogu obsesif-kompulsif (Takintili-zorlanimli) bozukluklar (OKB) ile ilgilidir. Onlar kendilerine bazi zararlarin geleceginden kaygilidirlar veya sevdiklerini kaybedeceklerinden asiri derecede endiselidirler. OKB siklikla zaman içinde kötülesir, yavas yavas beynin yapisini degistirir. OKB rahatsizligi olan bir hasta bu kaygisi üzerine odaklanarak rahatlamaya çalisabilir-tüm olasiliklari degerlendirerek sansa yer birakmamaya çalisir. Ancak korkusu hakkinda ne kadar çok düsünürse, onun hakkinda o kadar fazla kaygilanacaktir.
Tipik takintilar ölümcül bir hastaligin olmasi korkusudur. Takintilar bazen simetri üzerine odaklanabilir. Dogru seviyede durmayan resimler rahatsiz edici olabilir veya belli bir mükemmel düzende durmayan nesneler kisiyi huzursuz edebilir ve onlarin bir düzene sokulmasina saatlerce zaman harcayabilir. Ya da belli sayilar hakkinda batil inançli olabilir.
Takintilar siklikla gelecek hakkinda olabilir. Özellikle saglik konusunda yogun kaygilar hissedilmektedir. Bu her gün infaz edilmesini bekleyen bir idam mahkûmunun durumuna benzerdir.
Takintili kaygilar basladiktan kisa bir süre sonra, OKB hastalari tipik olarak kaygilarini azaltacak bir seyler yaparlar, bu bir zorlanim eylemidir. Eger onlar mikrop bulasacagini düsünüyorlarsa, yikanirlar; disari çikma konusunda kaygiliysalar tüm giysilerini yikarlar, yerleri ve sonra duvarlari temizlerler. Eger bir kadin bebegini öldüreceginden korkuyorsa, kasap bagini bir beze sarar, bunu bir kutuya koyar, kutuyu bodrum katinda bir yere kilitler ve bodrum kapisini da kilitler.
OKB tedavisi çok zor olan bir durumdur. Ilaçlar ve davranis tedavisi pek çok insan için yalnizca kismen yardimci olabilir. Bir konuda endiselenmeye basladigimiz ve bunun anlamsiz oldugunu bildigimiz halde bunu durduramadigimiz anlar olmaktadir. Bu düsünce zihinsel olarak bize “yapismistir. Tirnak yeme, saç çekme, alisveris yapma, kumar oynama ve yemek yeme gibi kompulsiyonlari olan “kötü aliskanliklar” gelisebilmektedir.
Bir hasta kaygisinin OKB’nin bir belirtisi oldugunu kavradigi zaman, bir sonraki önemli asama olumlu, bütüncül, ideal olarak haz veren bir aktivite üzerine yeniden odaklanma durumudur. Hasta kisi OKB atagina sahip oldugunun farkindadir. Aktivite bahçe isleri ile ugrasmak, birine yardim etmek, bir hobi üzerine çalismak, bir müzik aleti çalmak, müzik dinlemek, açik havada çalismak vb.
Normal olarak, bir hata yaptigimiz zaman, üç sey olur.
Ilk olarak, biz “hata yapma duygusu”na sahip oluruz. Bir seylerin yanlis gittigini hissetmisizdir.
Ikinci olarak, biz sinirleniriz ve bu sinirlilik bizi hatayi düzeltmeye yönlendirir. Üçüncü olarak, biz hatayi düzelttigimiz zaman beynimizdeki bir otomatik vites
bizi bir sonraki düsünce ve aktiviteye dogru hareket ettirme olanagi sunar. Ardindan da hem “hata duygusu” hem de kizginlik ortadan kaybolur.
Agri-Plastisitenin Karanlik Tarafi
Modern nörolojinin  Sherlock  Holmes’u olarak  adlandirilan  bilim adami Ramachandran’in ifade ettigi sekliyle “Eger ben kuskucu bir bilim adamina Ingilizce konusabildigi konusunda israr ettigim bir domuz sunarsam ve ardindan elimi salladigim zaman domuz Ingilizce konusursa kuskucunun söyleyecegi sey bunun yalnizca tek bir domuz oldugudur. O inanmak için baska bir domuz daha görmek isteyecektir.”
O nörolojik “tuhafliklari” inceleyerek normal beyinlerin fonksiyonlari üzerine isik tutmaya çalismistir.
Bizim nedenini anlayamadigimiz iskence gibi gelen bazi agrilarimiz vardir. Bunlarin nereden geldiklerini ve geri dönüs adreslerini bilmeyiz. Bir Ingiliz amirali olan Lord Nelson 1797 yilinda Santa Cruz’da bir saldirida sag kolunu kaybetmistir. Kisa bir süre sonra Ramachandran’in isaret ettigine göre, o canli bir sekilde kolunu varligini hissetmeye baslamistir. Göremedigi fakat hissedebildigi bir fantom kolu vardir. Nelson onun varligini “ruhun varliginin dogrudan kaniti” olarak nitelemistir. Onun mantigi eger bir kol ortadan kalktiktan sonra varligini sürdürüyorsa, bu durumda bedenini yok olusundan sonra kisinin bütün olarak var olabilecegi seklindedir.
Fantom uzuvlari sorun yaraticidir çünkü onlar uzvunun % 95’ini kaybetmis kisiye ömrü boyunca kronik bir agri vermektedir. Peki, olmayan bir organdaki bu agriyi nasil ortadan kaldirirsiniz?
Ramachandran uzvu kesilmis kisiler üzerinde yaptigi çalismalari sürdürdükçe onlarin yaklasik yarisinin fantom uzuvlarinin donmus, sabit olarak felçli konumda asili veya bir çimento kalibi içinde gömülmüs gibi hos olmayan duygulara sahip olduklarini hissetmislerdir.
Ramachandran, aci veren donmus kolu olan insanlarin geçmislerini gözden geçirdigi zaman, uzuvlarinin kesilmesinden önce birkaç ay boyunca uzuvlarini hissediyor olmalari nedeniyle olusmus olan beyin haritalarinin izlerinin kaybedilmis oldugunu görmüstü. Normal olarak, beyindeki motor komuta merkezi kolun hareket etmesi için bir emir gönderir, beyin çesitli duyulardan emrin yerine getirilmis oldugunun onaylanmasinin geribildirimini alir. Ancak bir uzvu olmayan kisinin beyni, kolun hareket ettigine dair bir onaylamayi hiçbir zaman alamaz çünkü kolu veya geribildirimi saglayacak koldaki hareket alicilari yoktur. Böylece kolun donmus olduguna dair beyinde bir izlenim kalir.
Ramachandran daha sonrasinda bir yanilsamanin digerleriyle çarpistigi sihirbazliga benzeyen fikirleri kafasinda yogurmustur. Eger beyne var olmayan uzvun hareket ettigi yönünde düsünmesini saglayacak sahte sinyaller gönderebilirse ne olacaktir? Bu soru onu hastanin beynini kandirmak için tasarlanmis olan bir ayna kutusunu kesfetmeye yönlendirmistir. Onun iyi olan elinin ayna görüntüsü ile kesilmis olan elin “yeniden var oldugu”süncesi beyine iletilecektir.
Ayna kutusu büyük bir kek kutusu boyundadir, kapagi yoktur ve iki bölmeye ayrilir. Onlardan birisi solda digeri ise sagdadir. Kutunun ön kisminda iki delik vardir. Eger hastanin sol eli kesilmisse, o iyi olan sag elini delige sokar ve sag bölmeye getirir. Ardindan ona fantom elini sol bölmeye koymus oldugunu hayal etmesi söylenir. Iki bölmeyi birbirinden ayiran bölücü iyi eli gören dikey bir aynadir. Kutunun kapagi olmadigi için, hasta azicik saga dogru egilerek onun iyi olan sag elinin yansimasinin aynadaki imgesini görür. Böylece sol eli kesilmeden önceki hali gibi gözükmektedir. Sag elini geriye ve ileriye dogru hareket ettirdiginde “yeniden ortaya çikmissol eli ileriye ve geriye dogru hareket ediyor gözükecektir. Ramachandran hastanin beyninin fantom kolunun hareket ettigi sekilde izlenim edinebilecegini ummaktadir.
10 yil önce, Philip saatte kirk bes mil hizla motosikletiyle giderken havaya firlar, sol eli ve kolunun tüm sinirleri kazada parçalanir. Kolu hala bedenine baglidir ama hiçbir islevsel sinir omurilikten koluna sinyal gönderememektedir. Kolu faydasiz olmaktan daha kötü durumdadir, onun kesilmesine karar kilinmistir. Ancak bu onun fantom dirseginde korkunç bir fantom acisi birakmistir. Philip iyi olan kolunu aynali kutuya koydugu zaman, kendi “fantom” hareketini “görmeye” baslamakla kalmamis, ayrica ilk kez olarak hareket ettigini hissetmistir. O bu durumdan büyülenmis olarak fantom kolunun “tekrardan yerine konuldugunu” hissettigini söylemistir. Ancak aynadaki görüntüye bakmayi durdurdugu zaman veya gözlerini kapadiginda fantom donmaktadir.
Ramachandran evine götürmesi için Philip’e aynali kutuyu vermistir. Onunla alistirma yaparak kendi beyin haritasini yeniden donatacak plastik bir degisim saglayacak sekilde kendi felç durumunu ögrenmeyecegini ummaktadir. Philip günde on dakika boyunca kutuyu kullanmistir fakat o hala yalnizca gözleri açik oldugu zaman ise yariyor görünmektedir. Aradan dört hafta geçtikten sonra, Ramachandran Philip’ten heyecanli bir telefon almistir. O, kutuyu kullanmadigi zamanlarda bile fantom kolunun sürekli olarak donmamis oldugunu düsünmeye baslamistir. Onun fantom dirseginin agrisi sona ermistir. Nörolojik bir illüzyonist olan Ramachandran, olanaksiz gibi görünen bir operasyonu gerçeklestiren ilk doktor olmustur.
Ramachandran’a göre agri, beden imgesi gibi beyin tarafindan yaratilmistir ve beden üzerine izdüsüm olusturmustur. Bu iddia agri konusunda genel kabul gören geleneksel görüse karsit bir düsüncedir.
Bizim ne kadar agri hissettigimiz beyin ve zihnimiz tarafindan belirlenmektedir-bizim o anki ruh halimiz, geçmis agri deneyimlerimiz, psikolojik durumumuz ve incinmeyi ne kadar ciddiye aldigimiza göre agri hissetmesi degismektedir.
Kapi teorisi agriyi engellemek için yeni yöntemler ortaya koyar. Wall, agriyi engelleyici olarak nöronlari uyarmaya yönelik sekilde elektrik akimi kullanmistir. Bu kapinin kapatilmasina yardimci olabilecek bir unsurdur. Kapi teorisi ayrica Bati bilim adamlari tarafindan akupunkturdan daha az kuskucu bulunmustur. Akupunkturda agrinin oldugu yerden çok uzakta uyarici noktalari bulunarak buraya etkide bulunmaktadir. Akupunkturun kapilarini kapatarak ve agri algilamasini engelleyerek agriyi sinirlayacak sekilde nöronlara etkide bulundugu söylenebilir.
Hayal Gücü-Düsünme Bunu Nasil Yapiyor?
Bilim adamlarinin zihinsel uygulama veya zihinsel tekrarlama olarak adlandirdigimiz seyi hepimiz yapariz. Ancak çok azimiz onu sistematik bir sekilde yaptigimiz için etkinligini tam olarak anlayamayiz Bazi sporcular ve müzisyenler onu performans hazirligi için kullanirlar.
Zihinsel arastirmanin en gelismis biçimlerinden biri, bir satranç tahtasi olmaksizin “zihinsel satranç” oynamaktir. Sovyet insan haklari eylemcisi Anatoly Sharansky hapishanedeyken hayatta kalabilmek için zihinsel satranç kullanmistir. Bir Yahudi bilgisayar uzmani olan Sharansky 1977 yilinda ABD için casusluk yaptigi suçuyla haksiz tutuklanmistir. Hapishanede geçirdigi dokuz yilin dört yüz gününde yaklasik üç metrekarelik alanda dondurucu ve karanlik bir ortamda hücre hapsinde tutulmustur. Baskalarindan soyutlanan politik mahkûmlar siklikla zihinsel olarak sorun yasamaktadir çünkü kullan veya kaybet beyinleri onun haritalarini sürdürmek için dissal uyarima ihtiyaç duyar. Sharansky duyusal yoksunluk döneminden korunmak için aylar boyunca zihinsel satranç oynamistir.
Bizim hayal gücümüz, basit bir sekilde beyinlerimizi degistirebilmemizin bir nedeni, nörobilimsel bakis açisindan bakildiginda, bir eylemin hayalini kurmanin ve onu yapmanin kulaga geldigi gibi birbirinden çok ayri seyler olmadigidir. Insanlar gözlerini kapattigi ve basit bir nesneyi zihinlerinde görsellestirdigi zaman, temel görsel korteks isigi yanmaktadir ve eger zihinde canlandirilan sey örnegin “a” harfi ise, gerçekten de “a” harfine bakiyormus gibi hissedilmektedir. Beyin taramalari eylemde ve hayal gücünde beynin ayni parçalarinin pek çogunun etkilenmis oldugunu göstermistir.
Basit olmasina karsin inanilmasi zor olan bir deneyde Dr. Guang Yue ve Dr. Kelly Cole, kaslarin kullanildigi hayal etmenin gerçekten de kaslari güçlendirdigini göstermistir. Çalismada iki gruba bakilmistir. Bir grup gerçekten fiziksel alistirma yapmistir ve diger grup alistirma yaptigini hayal etmistir. Her iki grup da dört hafta boyunca bir parmak kasinin alistirmasini yapmistir. Fiziksel olarak çalisan grup ile zihinsel olarak çalisan grup tam olarak ayni oranda gelisim saglamistir.
Bu arastirma insanlarin düsüncelerini gerçekten “okuyan” ilk makinelerin gelisimine dogru yönelmistir. 1990’larin ortalarinda, Duke Üniversite’sinde Miguel Nicolelis ve John Chapin bir davranis deneyine basladilar. Amaçlari bir hayvanin düsüncelerini okuyabilmeyi ögrenmekti. Bir kola basan bir fareyi egitmislerdi. Kol elektronik olarak su çikaran bir mekanizmaya bagliydi. Farenin kola her basisinda onun içmesi için bir damla su çikiyordu. Farenin kafatasina mikro elektrotlar baglanmisti ve bunlar onun motor korteksini kontrol ediyordu.
Bu elektrotlar motor korteks içindeki 46 nöronun etkinligini kaydediyorlardi. Fare kola basmaya basladiktan sonra, Miguel Nicolelis ve John Chapin kol ile su kaynaginin baglantisini kesmistir. Artik fare kola bastigi halde, su gelmemektedir. Kizginlikla defalarca kola basar fakat bosunadir. Sonrasinda arastirmacilar su kaynagini farenin nöronlarinin baglantili oldugu bilgisayara baglarlar. Teorik olarak, artik farenin “kola basmayi” düsündügü her seferinde, bilgisayar nöral atesleme örneklemini taniyacak ve bir damla su birakilmasi için bir sinyal gönderecektir. Birkaç saat sonra fare kola basmak zorunda kalmaksizin suyun geldiginin farkina varacaktir. Onun yapmasi gereken tek sey kola bastigini hayal etmektir ve böylece su gelecektir! Miguel Nicolelis ve John Chapin bu görevi yerine getirmeleri için dört fareyi egitmistir.
“Hayal gücüne dayali” bu deneyler hayal gücü ile eylemin nasil bütünlestirdigini göstermektedir. Bu iki sey birbirinden çok ayri kurallara bagli olarak islemesine karsin onlar bazi konularda beraberlik tasimaktadir. Bu sekilde düsünün: Bazi durumlarda, siz bir seyi ne kadar hayal ederseniz, onu o kadar hizli yapabilirsiniz. Bir yaziyi yazmayi ne kadar uzun süre hayalinizde kurarsaniz onu gerçekten yazdiginiz zaman sizin hayalinizde tasarladiginiz sekilde onu yazabilirsiniz.
Bizim hayal etme hizimiz muhtemelen bir motor programimizin sinir atesleme orani ile sinirlanmistir. Pascual-Leone “Beyin etkinligi kisinin her zaman oynadigi oyun hamuru gibidir” demisti. Bizim yaptigimiz her sey bu kalin oyun hamurunu sekillendirir.
“Eger kare olan bir oyun hamuru paketi ile baslarsak ve bunu daha sonra bir topa dönüstürürsek, onu tekrar kareye dönüstürmek olanaklidir. Ancak bu basladigimiz ile ayni kare olmayacaktir” diye eklemistir. Ona göre, nörolojik ve psikolojik sorunu olan bir hasta “tedavi edilmis olsa bile bu tedavi hastanin beynini daha önceki var olan durumuna asla geri döndürmeyecektir.
Bizim hayal dünyamizdaki yasantimizda maddesel dünyanin disinda bir yapi bulunur. Zaman zaman maddesel olanla maddesel olmayan arasindaki çizginin tam olarak nerede bulundugunu saptamakta zorluk yasariz. “Maddesel-olmayan” zihninizdeki her sey maddesel izler birakirlar. Her düsünce mikroskobik bir seviyede sizin beyin sinaplarinizin fiziksel yapisini degistirir. Bir piyanonun tuslari boyunca parmaklarinizi hareket ettirdiginizi hayal ettiginiz her zaman, yasayan beyninizdeki doku ipliklerini degistirirsiniz.
Bu deneyler yalnizca hos ve ilgi uyandirici degildir, ayni zamanda Descartes’in çalismalarindan elde edilmis bulgular yüzyillar boyunca kafa karistirici olmustur. Descartes zihnin ve bedenin farkli özlerden yapilmis oldugunu ve farkli yasalarla yönetildiklerini söylemistir. Onun önermesine göre beyin, fiziksel, maddesel bir seydir, uzam içinde yer almaktadir ve fizik yasalarina uyumludur. Zihin ise (veya Descartes’in adlandirdigi sekliyle ruh) maddesel olmayandir, uzamda yer almaz ve fizik yasalarina uymaz. Descartes beyni duragan, cansiz bir makine olarak görmüstür. O, mekanik bir beyin betimlemesi yaparak onu yasamin disina çikarmis ve baska herhangi bir düsünürden daha fazla olarak beyin plastisitesini kabul ettigini göstermistir.
Ancak artik biz fiziksel bir imzaya sahip olan kendi “maddesel olmayan” düsüncelerimizi görebiliriz ve düsüncenin günün birinde fiziksel terimlerle açiklanamayacagindan emin olamayiz. Düsüncelerin gerçekte beynin yapisini nasil degistirdiklerini tam olarak henüz anlayamasak bile, artik onlarin yaptiklari sey açiktir ve Descartes’in zihin ve beden arasinda kurdugu bagin gitgide artan bir sekilde alti çizilmektedir.
Bir Nöroplastik Terapi Olarak Psikanaliz
Genlerimizin iki fonksiyonu vardir.
Birincisi nesilden nesile geçen genleri kopyalayarak genlerimizin devam etmesini saglayan “model fonksiyonu”dur. Model fonksiyonu kontrolümüz disindadir.
Ikincisikopyalama fonksiyonu”dur. Vücudumuzdaki her hücre genlerimizi ihtiva eder ama bu genlerin hepsi baskin ya da açiga çikarilmis durumda degildir. Bir gen etkinlestirildiginde yapiyi ve hücrelerin fonksiyonunu degistiren yeni bir protein üretir. Buna kopyalama fonksiyonu denir çünkü gen etkinlestirildigi zaman bu proteinlerin nasil üretilecegine dair bilgi “kopyalanir” veya bireysel genden alinir. Bu kopyalama fonksiyonu ne yaptigimiz ya da ne düsündügümüzden etkilenir.
Insanlarin çogu bizi, yani davranislarimizi ve beyin anatomimizi, genlerimizin biçimlendirdigini sanmaktadir. Kandel’in çalismasi, ögrenirken zihnimizin nöronlarimizdaki kopyalanan genlerden de etkilendigini göstermektedir. Bu yüzden genlerimizi beyimizin mikroskobik anatomisini biçimlendirdigimiz ölçüde biçimlendirebiliriz.
Sag beyin genellikle sözel olmayan iletisimi yönlendirir; yüzleri tanimamizi, yüz ifadelerini algilamamizi ve diger insanlarla baglanti kurmamizi saglar. Bu yolla anne ve bebek arasindaki karsilikli görsel iletisimi gelistirir. Ayrica duygularimizi ifade etme yolu olan konusmanin ve tonlamanin müzikal ahengini saglar. Sag beyin gelisimini tamamladigi dogumdan iki yasina kadar olan süreçte bu fonksiyonlar kritik evreler geçirir.
Sol beyin, duygusal ve müzikal unsurlarin aksine, genellikle konusmamizin sözel-linguistik unsurlarini içerir ve bilinçli bir yönlendirme kullanarak sorunlarin tahlil edilmesini saglar. Iki yasini bitirene kadar bebeklerin sag beyni daha büyüktür ve sol beyin gelisimine yeni basladigi için yasamimizin ilk üç yilini beynimizin sag tarafi yönlendirir. Yirmi alti aylik olanlar karmasik “sag beyinli” yaratiklardir ve sol beynin fonksiyonu olan yasananlari konusmayi beceremezler. Bir bebegin yasaminin ilk iki yilinda anne, bebeginin sag beynine ulasmak için onunla sözel olmayan bir iletisim kurar yani o da sag beynini kullanir.
Analiz sirasinda rüyalar neden çok önemlidir ve plastik degisimle iliskileri nedir? Hastalar genellikle travmalarini yansitan tekrarlayan rüyalar görürler ve dehset içinde uyanirlar. Hastaliklari devam ettigi sürece bu rüyalarin temel yapisi degismez. Bu travmatik hastalar iyilestikçe kâbuslar gitgide daha az korkutucu olur ve sonunda hasta, basta travmanin tekrarlandigini düsünmüstüm ama olmadi. Artik bitti ve ben kurtuldum anlamina gelen bir rüya görür. Bu asamali rüyalar dizisi bellegin ve beynin degismekte oldugunun ve hastanin artik kendini güvende hissettiginin göstergesidir.
En son beyin taramalari, rüya görürken, beynin duygulari ve cinsel, yasamsal ve saldirgan güdüleri yönlendiren bölümünün oldukça aktif oldugunu göstermektedir. Çalismalarin sonuçlari uykunun ögrenme ve anilari pekistirmeye yardimci oldugunu ve plastik degisimi etkiledigini gösterir. Gün içinde ögrendigimiz bir seyi, eger iyi bir uyku çekersek, ertesi gün daha iyi ögrenmis oluruz. Bu durumda “istihareye yatmak” deyimi anlam kazanir.
Yenilenme
Sinir kökü hücrelerinin kesfi çok önemli bir adim olsa da, yaslanmakta olan beynin kendisini yenilemesi ve gelistirmesi için olan yollardan sadece bir tanesidir.
Paradoksal bir biçimde yogun olarak kullanilmayan sinaptik baglantilar ve nöronlarin teker teker ölmeye basladigi zaman yetiskinlikte ortaya çikan yogun “budama”da oldugu gibi nöron kaybi, bazen beyin fonksiyonlarini gelistirebilir. Kullan kaybet durumunda oldugu gibi, kullanilmayan nöronlari, kan, oksijen ve enerjiyle beslemek israftir ve onlardan kurtulmak beyni daha odakli ve daha etkin yapar.
Ileri yasta hala bir miktar nörogenetigimizin olmasi diger organlarimizda oldugu gibi, beynimizin fonksiyonlarinin da gitgide azaldigi gerçegini degistirmez. Ama deteriorasyon sirasinda bile, muhtemelen kaybini onarmak için, beyin etkin bir plastik düzenleme geçirir.
Arastirma ve zihinsel aktivitenin hayvanlarda daha çok beyin hücresi ürettigini ve var olanlari gelistirdigini artik biliyoruz. Ve zihinsel bakimdan aktif bir yasam süren insanlarin daha iyi beyin fonksiyonuna sahip olduklarini dogrulayan çok sayida çalisma var. Ne kadar egitimli olursak o kadar sosyal ve aktif oluyoruz. Ve zihinsel bakimdan uyarici olan ne kadar çok aktiviteye katilirsak Alzheimer olma ya da bunama riskimiz o kadar azaliyor.
Bu baglamda bütün aktiviteler esit degildir. Bir müzik aleti çalmayi ögrenmek, masa oyunlari oynamak, okumak ve dans etmek gibi gerçekten konsantrasyon gerektiren aktiviteler yapanlar bunama konusunda daha az risk altindadir.
Fiziksel aktivite, sadece yeni nöronlar yarattigi için degil ayni zamanda zihin beyin merkezli oldugundan ve beynin oksijene ihtiyaci oldugundan dolayi yararlidir. Yürüyüs, bisiklete binmek ya da kardiovasküler alistirmalar kalbe ve beyne kan saglayan damarlari güçlendirir ve iki bin yil önce Romali filozof Seneca’nin belirttigi gibi, bu aktivitelerle ugrasan insanlarin zihinsel bakimdan daha güçlü olmalarina yardim eder.
Aslinda, saglikli bir diyet de dahil olmak üzere kalbi ve damarlari saglikli tutan seyler beyni güçlendirir.
Eksersiz duyusal ve motor kortekslerinizi harekete geçirir ve beynimizin denge sistemini korur. Biz yaslandikça bu fonksiyonlar geriler; bu da bizi düsmeye meyilli ve eve bagli hale getirir. Ayni ortamda hareketsiz olmak kadar hiçbir sey beyin atrofisini hizlandirmaz; monotonluk, beyin plastisitesini korumada önemli olan dopamin ve dikkat sistemimizi yavas yavas yok eder.
Dr. George Vaillant, yaslari ergenlik sonrasindan ileri yasa kadar uzanan üç grupta, 824 kisi üzerinde arastirma yapti; bunlar Harvard mezunlari, fakir Bostonlular ve IQ’su çok yüksek kadinlardi. Bugün sekseninde olan bu kisilerden bazilari altmis aydan fazla süre gözlemlendi. Vaillant, yasliligin, gençlerin düsündügü gibi, gerileme ve sagligini kaybetme süreci olmadigi sonucuna vardi. Yasli insanlar genellikle yeni beceriler gelistiriyorlar ve çogunlukla daha genç olduklari günlerden daha bilgili ve sosyal bakimdan daha becerikliler. Yasli insanlar, gençlere oranla, daha az depresyona giriyorlar ve çogunlukla son hastaliklarina kadar agir bir hastalik geçirmiyorlar.
Ama sadece egzersiz yapmak için degil, yasamak için; bu yüzden en iyisi insanlarin her zaman yapmak istedikleri seyleri yapmalari, çünkü fazlasiyla motive olacaklardir ki bu çok önemli.
Fasano, 89 yasinda Harvard’tan mezun oldu.
Israil’in ilk basbakani David Ben-Gurioni klasikleri orijinallerinden okuma için kendi kendine Yunanca ögrendiginde oldukça yasliydi.
Mimar Frank Lloyd, Guggenheim Müze’sini tasarladiginda 90 yasindaydi. Benjamin Franklin 78 yasinda bifokal gözlügü kesfetti.
Kültürel Olarak Degismis Beyin
Beyin ile kültür arasindaki iliski nedir?
Bilim adamlarinin geleneksel yaniti, tüm düsünce ve hareketlerin kaynagi olan insan beyninin kültürü ürettigi seklindedir. Kültür sadece beyin tarafinda üretilmez ama ayni zamanda zihni sekillendiren de bir dizi ögretidir.
The Oxford English Dictionary, kültür sözcügünü “zihnin, becerilerin, davranislarin, vs. islenmesi, gelistirilmesi Egitim ve ögrenimle kazanilan ilerleme ve gelisme Zihnin, zevklerin ve davranislarin egitimi, ilerlemesi ve gelisimi” seklinde açiklar.
Gelenekler, sanat, insanlarla iletisim, teknoloji kullanimi ve düsünceleri, inançlari, ortak görüsleri ve dini ögrenmek gibi farkli ögretiler yardimiyla kültürlü hale geliriz.
Nöroplastik arastirma bize, fiziksel aktiviteler, duygusal aktiviteler, ögrenme, düsünme ve hayal etmeyi içeren haritalanmis her türlü sürekli aktivitenin zihni oldugu kadar beyni de degistirdigini gösterir. Kültürel düsünceler ve aktiviteler de buna dahildir. Beynimiz, ister okuma ya da müzikle ilgilenme isterse yeni bir dil ögrenme olsun gerçeklestirdigimiz kültürel aktivitelerle sekillenir. Hepimiz kültürel olarak sekillenmis beyinlere sahibiz ve kültürel olarak gelistikçe beynimizde yeni degisiklikler olur.
Merzenich’in ileri sürdügü gibi, “Beyinlerimiz, ince detaylarda, atalarimizin beyninden çok farklidir… Ortalama insan, beyinde daha yogun degisikliklere neden olan karmasik yeni vasiflar ve beceriler ögrenmeli Aslinda her birimiz, atalarimizdan aldigimiz gelismis vasif ve becerileri inanilmaz derecede detaylandirarak, bir anlamda beyin plastisitesi yoluyla kültürel gelisim tarihinin yeni eserini üreterek, yasam boyu ögrenebiliriz.
Bu durumda, kültürün ve beynin nöroplastik açidan bilgilendirilmis görüntüsü iki yönlü yola benzer: Beyin ve genetik kültürü yaratir ama kültür de beyni gelistirir. Bu degisimler bazen büyük ölçekli olabilir.
Beyni yeniden programlayan sadece “ileri düzey kültürlü” aktiviteler degildir. Londra’daki taksi soförlerinin beyin taramalari bir soför Londra sokaklarinda ne kadar süre araba kullanirsa uzamsal simgeler depolayan beyin bölgesi olan hipokampüsünün hacmi o kadar büyüdügünü göstermistir. Hobiler bile beynimizi degistirir; meditasyon yapanlarin ve meditasyon ögretmenlerinin, korteksin asiri dikkat ile harekete geçen bölümü olan insulalari daha kalindir.
Bilgi çaginda yasayan bizler için belirleyici aktiviteler okumak, yazmak, bilgisayar becerisi ve elektronik iletisim araçlarini kullanmaktir. Belirleyici aktiviteler, görmek, duymak ve yürümek gibi, minimal ugras gerektiren ve medeniyetin disinda büyümüs çok az sayidaki insan da dâhil olmak üzere herkes için ortak olan evrensel insan aktivitelerinden farklidir.
Belirleyici aktiviteler için egitim ve kültürel deneyim gereklidir; yeni ve belli bir amaç için baglanan beynin gelisimini bu saglar. Insanlar su altinda net görecek biçimde evrim geçirmemistir; atalarimizin sudan çikip karada görme evrimi sirasinda sadece pullarimizi ve yüzgeçlerimizi degil “suda kullandigimiz gözlerimizi” de geride biraktik. Su altinda görme, evrimin bir armagani degildir, asil armagan, her tür ortama kendimizi adapte etmemize firsat veren beyin plastisitesidir.
Avci toplumlarin beyinleri de bizimki kadar plastikti ve kesinlikle Buzul Çag’inda “sikisip kalmamisti; aksine, degisen kosullara uyum saglamak için, yapisini ve fonksiyonlarini yeniden düzenleyebiliyordu. Gerçekte Buzul Çag’indan çikmamizi saglayan bu kendini degistirme becerisidir.
Bir çocugun okumak, yazmak ve bilgisayar isinde kullanmak zorunda oldugu birçok beyin modeli okuryazarliktan önceki dönemde gelisti ki bu birkaç bin yil önceydi. Okuryazarlik o kadar hizli yayildi ki beyin özellikle okuma becerisi için genetik olarak bir modül gelistiremedi. Buna ragmen, okuryazarlik cahil avci toplumu kabilelerine bir nesilde ögretilebilir ve bu, o süreçte, tüm kabilenin okuma modülü için gen gelistirebilecegi anlamina gelmez.
Uygarlik, avci toplumu beyninin kendi kendine tekrar baglanmasini kendine ögrettigi bir teknikler dizisidir. Uygarligin, üst ve alt beyin fonksiyonlarinin birlesimi oldugunun üzücü kaniti iç savaslarda uygarligin çöktügü; vahsi güdülerin tüm hiziyla ortaya çiktigi; hirsizlik, tecavüz, yikim ve öldürmenin olagan oldugu zaman görünür. Çünkü plastik beyin bir araya getirilmis beyin fonksiyonlarinin ayrilmasina her an izin verebilir; barbarliga dönüs her zaman mümkündür ve uygarlik her zaman her nesle ögretilmesi gereken ve asla bir nesilden fazla sürmeyen önemsiz bir konu olarak kalacaktir.
Taninmis Avrupali psikolog Jean Piaget, Avrupali çocuklarla gerçeklestirdigi basarili bir deney sonucu, algilama ve muhakemenin tüm insanlarda gelisimle ortaya çiktigini ve bu sürecin evrensel oldugunu ispatladigina inandi. Antropologlarin uzun gözlemlerine dayanan gerçek, dogululari (Çin kültüründen etkilenmis Asyalilar) ve batililarin (Antik Yunan geleneklerinin mirasçilari) farkli yollardan algiladigidir. Ama bilim adamlari bu farklarin, ögretilmis olan seyin mevcut olanin farkli yorumlanmasina dayandigini, algilama özellikleri ve yapilarinda en ufak bir fark olmadigini var sayarlar.
Örnegin, Batililar, gözlemlerini birbirinden ayri parçalara bölerek dünyaya genellikle “analitik” yaklasirlar. Dogulularin egilimi ise “bütüne” bakarak ve her varligin birbiriyle olan baglantisini abartarak daha “holistik” bir yaklasimdir. Analitik Bati ile holistik Dogu’nun kognitif tarzlarindaki farkin, beynin iki küresi arasindaki farklarla benzer oldugu gözlemlenmistir.
Michigan Üniversitesi sosyal psikologu Richard E. Nisbett’in ortaya koydugu gibi, “bir kültürün insanlarinin diger bir kültürün insanlarinin düsünceleriyle farklilasma nedeni farkli kognitif gelisime sahip olmalari olamaz. Sadece farkli bakis açilariyla kusatilmis ya da farkli seyler ögretilmis olmalari sonucudur” varsayiminda bulunur.
Nisbett ekibinin yaptigi deneyler, insanlarin kültür degistirdikleri zaman yeni bir sekilde algilamayi ögrendiklerini kanitliyor. Amerika’da birkaç yil geçirdikten sonra Japonlar da Amerikalilardan farksiz algilamaya baslar. Bu da net biçimde gösteriyor ki farkliliklar genetik degildir. Asya kökenli Amerikalilarin çocuklari da iki kültürü de yansitan bir biçimde algilarlar. Çünkü evde Dogu kültüründen, okulda ve ev disindaki diger yerlerde ise Bati kültüründen etkilenirler.
Ingiliz ve Çin etkisi altinda yasamis olan Hong Konglular, hem Dogu hem de Bati adetlerini algilamakta; hem Mickey Mouse veya U.S. Capitol’in Bati’ya ait görüntüsünden hem de bir tapinak ya da ejderhanin Dogu’ya ait görüntüsünden keyif almaktadirlar. Bu nedenle Nisbett ve meslektaslari çok-kültürlü “algisal ögrenmeyi” kanitlayan ilk deneylerini yapmislardi.
Yaslandikça plastisitemiz azalir, dünya ile bütünlesmek, biz istesek bile, gitgide daha zor olmaya baslar. Tanidik dürtüler daha zevkli hale gelir; iliski kurmak için benzer düsüncede kisiler arariz ve arastirmalar göstermistir ki düsüncelerimize ya da dünyayi algilamamiza uymayan bilgileri dislamaya ya da unutmaya veya ona güven duymamaya meyilli oluruz çünkü asina olunmayan biçimde düsünmek ve algilamak sikici ve zordur.
Merlin Donald’in yazdigi gibi hemen hemen tüm nörobilimciler, bir kutu içinde gibi olsa da beyni tek basina bir organ olarak ele aldilar ve “zihnin tamamen kafada olustuguna ve gelistigine ve temel yapisinin biyolojik olduguna” inandilar. Davranis bilimciler ve birçok biyolog bu görüsü yüceltti. Bunu reddedenler arasinda gelisimsel psikologlar vardi çünkü bunlar, genellikle dis etkilerin beyin gelisimini nasil etkiledigi konusunda duyarli olmuslardir.
Kültürümüzün belirleyici aktivitelerinden biri olan televizyon seyretme beyindeki problemlerle baglantilidir. Yirmi altidan fazla bebekle yapilan güncel bir çalisma bir-üç yaslari arasinda yogun biçimde televizyona maruz kalan bebeklerin çocuklukta dikkat daginikligi ve dürtülerini kontrol etme zorlugu yasadigini ortaya çikartti. Bebekken her gün bir saat televizyon seyretmek yedi yasinda ciddi dikkat daginikligi yasama olasiligini % 10 oraninda arttirdi.
Genetik olan Dikkat Eksikligi Hastaligi (ADD) konusunda uzman olan Harvard’li psikiyatrist Edward Hallowel, Elektronik iletisim araçlarinin toplumun genelinde, genetik olmayan Dikkat Eksikligi özelliklerini arttiriyor olmasina bagladi.
Her araç, bazilarini yok etme pahasina digerlerini arttirarak, duyu dengemizde degisiklige yol açar. McLuhan’a göre, yazi öncesi insan “dogal” duyma, görme, hissetme, koklama ve tat alma dengeleriyle yasadi. Yazilmis kelime, yazi öncesi insani, seslerin dünyasindan görsel dünyaya tasidi; konusma aktivitesi okumaya dönüstü: Matbaa makinesi bu süreci hizlandirdi. Simdi Elektronik iletisim araçlari sesleri geri getiriyor ve bir bakima orijinal dengeyi restore ediyor. Her yeni araç, bazi duyularin “öne çiktigi” ve digerlerinin “geri adim attigi” bilinçlenmenin benzersiz seklini olusturuyor.
Televizyon, radyo ve internet gibi bir kültürel aracin duyularin dengesini degistirdigini söylemek onun zararli oldugu anlamina gelmez. Televizyon, klipler ve video oyunlari yani Televizyon tekniklerini kullanan her sey, gerçek yasamdan çok daha hizli biçimde gelisir ve hizlanarak devam eder ki bu, insanlarda bu tür iletisim araçlarinda yüksek hizli baglanti istegi uyandirir. Televizyonun, çevremizde ani bir degisim oldugunu hissettigimiz zaman ortaya çikan ani davranisi, yani Pavlov’un sartli refleks” dedigi seyi harekete geçirerek beyni degistiren yapisi budur-kurgular, kamera oyunlari, yakinlastirmalar ve ani sesler. Içgüdüsel olarak dönmek, dikkatimizi ona vermek ve yönümüzü belirlemek için yapmakta oldugumuz seyi birakiriz.
Sartli refleksin gelismesinin sebebi, süphesiz, atalarimizin hem av hem avci olmasindan kaynaklanir; tehlikeli olabilecek durumlara tepki vermeleri ve yiyecek, seks gibi seyleri elde etmek için ani firsatlar yaratabilmeleri gerekmekteydi. Refleks fizyolojiktir: Kalp ritmi dört-alti saniye düser. Televizyon, bu refleksi, ayni olayi yasadigimiz andan çok daha çabuk tetikler; bu yüzden, samimi bir sohbetin ortasinda bile gözümüzü televizyon ekranindan alamayiz ve insanlarin niyet ettiklerinden daha uzun süre televizyon seyretmelerini nedeni budur. Çünkü klipler, aksiyon dizileri ve reklamlar sartli refleksi saniyede bir tetikler ve onlari izlemek, tedavisi olmayan sürekli sartli reflekse neden olur.
Insanlarin televizyon seyretmekten dolayi kendilerini bitkin hissettiklerini söylemelerine sasirmamali. Buna ragmen bundan keyif almaya baslariz ve yavas degisimlerden sikiliriz. Bunun bedeli de okumak, karmasik bir konuda sohbet etmek ve konferans verenleri dinlemenin daha zor hale gelmesidir.
Tüm elektronik aletler beyinde yeni baglar olusturur. Bilgisayarda yazi yazan insanlarin el yazisini yazmalari ve bir seyi dikte etmeleri gerektiginde genellikle bu becerilerinde azalma oldugu görülür, çünkü beyinleri düsünceleri el yazmasina ya da hizli konusmaya dönüstürmek için baglanmamistir. Bilgisayarlari çöktügü zaman, insanlar ufak bir sinir krizi geçirirken söylediklerinde gerçek payi vardir: “Aklimi kaybetmis gibiyim.”
Elektronik bir araç kullanirken, sinir sistemimiz disa dogru ve kullanilan araç ise içe dogru genisler.
1762’de filozof J.J. Rousseau (1712-1778), doganin canli ve bir geçmisi oldugunu ve zaman içinde degisecegini iddia etmisti. “Sinir sistemimiz makine gibi degildir ama canlidir ve degisebilirler” demisti.
Bir hayvanin dogumdan birkaç ay sonra yasaminin geri kalaninda sahip olacagi hemen hemen tüm bölümlerinin tamamlanmis oldugunu gözlemlenmisti. Ama insanlar “Mükemmellikler” sebebiyle yasam boyu degisebiliyorlar.
 
KAYNAKÇA
KENDINI DEGISTIREN BEYIN
The Brain that Changes Itself
Dr. Norman DOIDGE
Ingilizceden Çeviren: Ibrahim SENER
PEGASUS YAYINLARI: 469/ 1. Baski: Nisan 2012

Benzer Kitaplar