Insan dogasi geregi,
yasami boyunca temel ihtiyaçlarini karsilayabilecegi cografi bölgelere
yerleserek yasamini idame ettirmeye çalismistir. Maslov’un ihtiyaçlar
siniflandirmasi temali çalismasindan da anlasilacagi üzere bu durum insanlari
birlikte yasamaya sevk etmis ve bununda bir sonucu olarak küçük gruplar ve
topluluklar halinde yasamaya baslamislardir. Zamanla bu topluluklar içinde bas
gösteren çatismalar toplumda huzursuzluklara neden oldugundan toplumca genel
kabul gören toplumsal düzen kurallari konmaya çalisilarak çatismalarin önüne
geçip uyum içinde geçinen toplumlar amaçlanmistir. Çalisma konumuza gelince ise
günümüz Bati siyasetinin temelini olusturan, özelde Ingiliz Yararci okulu
genelde ise Yararcilik teorisi denilen ahlaksal, siyasal ve hukuksal düsünce
biçiminin, Hukuk Felsefesi açisindan irdelenip ortaya konmasi ve
degerlendirilmesidir. Yararcilik teorisi, Ingiliz düsünürlerin sistemli bir
biçimde benimsedigi bu sistemin temeli, eski yunan düsünürlerinden Aristippus
ve Epikür’ün hazci düsüncelerine dayanmaktadir.
Yararcilik kurami,
temelini, Antikçagda gelistirilip yayginlastirilmis olan bazi "hazci"
ve "yararci" olarak nitelendirilen düsünce sistemlerine dayanir. Bu
yaklasima göre, bir eylem, ancak insan bedenine haz getiren ya da bunu
amaçlayan bir eylem olma durumunda degerlidir. Bu yaklasimin eregi öncelikle
bedensel anlamda haz veren düsünce sistemlerini dogru ve iyi olarak
yayginlastirmayi amaçlar. Bir fiilin ya da bir davranisin iyi ya da kötü olarak
nitelemedeki kistas düsünürlerinden aristippus’a göre o eylemin insana verdigi
hazla belirlemeyi amaç ediniyordu. Yine o dönem düsünürlerinden Epikür ise eski
Yunan düsünürlerinden Aristippus’un hazci düsünce sistemini benimsemenin yani
sira bu düsünce sistemini biraz daha rasyonel bir görüm kazandirmistir.
Aristippuss’un hazci düsünce sistemini benimseyerek bir adim daha ileri götüren
Epikür, sadece bedensel hazza yönelmenin
yani sira, daha az aciyla yasamayi saglayarak sürekli bir denge ve hosnutluk
durumunu elde etmeyi amaç edinmistir. Epikür’e göre en iyi haz, geçici bir
duyumla sinirli olan haz degil, sürekli bir yasanti olan dinginlik ve hosnutluk
durumudur. Önemli olan herhangi bir istiraptan kaçmak degil, köklü ve sürekli
bir dinginlik ve hosnutluga ulastiracak bir yasam biçimini
gerçeklestirebilmektir. Epikür’ün kendine özgü bu düsünceleri modern yararcilik
kuramina büyük ölçüde esin kaynagi olusturmus.
Bilgi teorisi
konusunda, 17-18 Yüzyillara kadar Aristippus ve Eppikür’ün hazci ve yararci
olarak nitelendirilen düsünce sistemini;
yararci düsüncenin asil temsilcisi olarak nitelendirilen Jeremy Bentham,
bireysel yararciliktan toplumsal yararciliga,
Hutcheson, bireysel esenlikten ziyade toplumsal esenlige dahasi toplumun
genel esenligini en yüksek tutuldugu bir toplum modeli gelistirmeye ve bu norm
sistemine uygun düsünce sistemleri gelistirmistir.
Milattan Önceki
dönemlere dayanan hazcilik teorisi, Demokritus’un o dönem öne sürdügü bu
normlar, Ingiliz Yararci Okulunun ileri
gelen düsünürlerinin savundugu düsünce felsefelerine dayanak olusturarak
Hazcilik teorisine temel olusturacak düsünceler ileri sürmüstür. Ona göre en
iyi seyin, olabildigince çok sevinç ve bir o kadar az sikinti duyabilecek bir
yasam sürmek oldugudur. Demokritus, bu tür düsünceleriyle Eski Yunan'da yeni
bir dönem baslatmistir. Ve ayrica Yunan ahlâk ögretisinde baslica bir anlayis
biçimini olarak adlandirilan mutçulugun kurucusu olarak degerlendirilen
Demokritus, kendinden sonraki tüm Yunan ahlâk felsefesini etkilemistir. Ona
göre, insanlarin davranislarinin kendisine göre ölçülmesi gereken en önemli
kriter, sadece haz ve acidir. Ve bu ayni zamanda yararli ve yararsizin
kriteridir. Demokritus’a göre Gerçek mutluluga ancak bilgi ve tinsel/manevi
degerler araciligiyla ulasilabilir. Bununla birlikte, mutluluga ulasabilmek
için yararli olanla yararli olmayani ayirt etmek gerekir. Bunun da ölçütü haz
ve acidir.
Milattan Önceki
yillarda yasamis, hazci kuramin öncülerinden olarak nitelendirilebilecek olan
Eski Yunan düsünürlerinden Aristippus, yasamin amacini ve erdemin sinirini
hazza ulasip acidan kaçinmak oldugunu ileri sürmüstür. O'na göre, yasamda
ulasilmak için ugrasilmaya deger olan tek sey, sadece hazdir. Aristippus’ bu
düsünce sistemi, Iyi-kötü ve haz-aci kavramlarini özdeslestirmistir. Ona göre haz alinan iyi, aci duyulan kötü;
haz ve aci duyulmayan sey ise ne iyi ne kötüdür. Hazlar arasinda bir ayrima
gerek görmeyen Aristippus, hazzin biricik iyi olarak gördügü için tüm bilimsel,
matematiksel ve edebiyatla ilgili ugraslari göz ardi ediyordu.
Yararci normlari
Antik Yunan düsünürlerinden sonra ilk olarak Francis Bacon dile getirmistir.
Ona göre, iyi ve yararli kavramlari özdestir. Ve Bacon'un ilk kez önünü açtigi,
deneyci ve gözlemci metoda dayali Ingiliz düsüncesi, Thomas Hobbes”la birlikte
olusmaya baslamistir. Thomas Hobbes, Insanin sosyal bir varlik olmadigi, yalniz kendi iyiligini isteyen ve
baskalarinin iyiligine karsi duyarsiz oldugu doktrinini ilke edinen düsünce
sistemiyle insanin kendi egosundan daha iyi ve yararli bir sey olmadigini,
insanin yapisi geregi bencil ve diger insanlara muhtaç olmayan antisosyal bir
canli oldugu düsüncesini savunmustur. Diger bir deyisle toplumu olusturan
insanin yapisi, yaratilistan toplumsal degildir, onun gerçek egilimi toplu
yasamaya uygun düsmemektedir.
Thomas Hobbes’in kendi
egosunu mutlak iktidar olarak görmesine nazaran demokratik ve liberal görüsler
ileri süren Locke’un temel düsünceleri, Ingiliz felsefesince günümüze kadar
islenerek muhafaza edilmistir. Ingiliz yararci okulunun da benimsemis oldugu
deneyciligi savunmustur. Locke’ye göre iyi ve kötü, haz ve aci ölçü alarak tanimlanir.
Iyi, insan bedeninde hazza neden olan, onu artirmaya ya da acinin azaltilmasina
neden olandir. Ahlaksal iyi ya da ahlaksal kötü, insanin bilinçli olarak
gerçeklestirdigi eylemlerin, yasalarla uyum içinde olup olmamasidir; insan yasa
koyucuya göre ya iyi bir sey yapmis olur ödüle erer, ya da kötü bir sey yapmis
olur ceza görür. Locke 'a göre, ahlaki terimler, kendilerinin olusumundan çok
önce var olan haz ve aci duygularina dayanirlar. Iyi ve kötü, haz ve acidan ya
da bunlarin ortaya koydugu seyden baska bir sey degildir.
Aristippus ve Epikür’ün
hazci ve yararci olarak nitelendirilen düsünce normlarina yeni bir boyut
getiren Francis Hutcheson, Aristippus ve Eppikür’ün aksine bireysel hazdan
toplumsal hazza ulasmayi erek edinmis, bireysel mutluluktan toplumsal
mutluluga, bireysel esenlikten toplumsal esenlige dogru bir degisim düsünce
normunu benimsemistir, Hutcheson'un, erdemi evrensel iyilikle tanimlamasi ve
iyilik ölçütünü genel mutluluga yönelisle bulacagini düsünmesi nedeniyle
Ingiliz yararcilarinin öncüsü olarak degerlendirilmistir. Hutcheson, egoizmin
insan davranislarina yön veren tek etken olmadigini, özgeciligin de en az
bencillik kadar etken oldugunu dile getirmistir. Ona göre, özgecilik erdemin
temelini olusturur. Dolayisiyla, sadece bencillige dayanan bir ahlâk teorisi
yanilmaktadir…
Yararciligin temel
noktalarini açiklayan ve sonuna kadar koruyan David Hume Yararciligin kurucusu
olarak kabul edilmis bir düsünür olmakla birlikte kendisinden sonra gelen
Bentham’a ilham vermistir. Daha da önemlisi Bentham'in çalismalarinin çatisini
olusturmustur. Hume'a göre, düsünce ve inanç, bize özgür görünse de, yeterince
incelendiginde, belirli alanlarla
sinirlanmis oldugunu ve duyularimizla elde ettigimiz verileri
birlestirmek, yerini degistirmek,
çogaltmak ya da azaltmaktan baska bir sey yapmadigini göstermektedir. Diger bir
deyisle, düsünceler izlenimlerin kopyalaridir.
Hume’a göre tüm
düsüncelerimiz duyumlardan çikmakta; bizim aslinda kendi duyumlarimizda yer
alanlari algiladigimizi göstermek istemektedir. Ve ona göre Her düsünce kendisinden önce
gelmis olan bir duygu ya da izlenimin kopyasi olup, duygu ya da izlenimin
bulunmadigi yerde düsünce de bulunamaz.
Hume'a göre, Iyi ve kötü, övülen
ve yerilen belli özelliklerdir Bunlari, kisisel olarak degerlendiririz. Yararli
ve hos olan her sey, bu degerlendirmede ölçüt olarak islev görür.
Eylemlerimizin degeri, yararli ya da zararli etkilerine göre ölçülür. Yani Bir
eylemin 'iyi' ya da 'kötü' olarak degerlendirilmesi haz ya da aciya neden
olmasiyla belirlenir. Dolayisiyla eylem ve davranislari belirleyen, haz ve aci
gibi duygulardir ve eylem ve davranislari degerli kilan da bu duygulardir.
Bizim iyi ve kötü konusundaki bilgimiz, bu duygular sayesinde olusur. Bu nedenle
iyi ya da kötü, aslinda aci ve haz duygularinin görüntülerinden baska bir sey
degildir.
Hume’den günümüze Avrupa’daki
yararci düsünürlere bakacak olursak Helvetius, Hume ‘un felsefesini Kara
Avrupasi'nda yayan tek düsünürdür. Helvetius ‘un bu konudaki temel düsünceleri,
Hume ve Locke 'dan dan alinma ya da bizzat kendisine özgüdür. Onun bu
düsünceleri eskiye dayanmakla birlikte; bunlari bir araya getirmesi ve onlara
büyük önem verip bu düsüncelere yogunlasmasi sonraki dönem düsünürlerine önemli
kaynaklar olusturmustur. Ona göre, insan davranislarinin eregi, açikça,
olabildigi ölçüde haz almak ve olabildigince az aci çekmektir. O'na göre,
davranislarin ilk ilkesi, insanin zorunlu olarak kendi çikarlarini kovaladigi
olgusudur. Hareketin fizikteki yerinin önemi neyse, insanin kendi çikarinin
ahlâk bilimindeki önemi de odur. Her insanin iyi olarak degerlendirdigi sey,
onun kendi çikarlarina yardimci oldugunu kabul ettigi seydir. Ayrica detayli
bir toplum elestirisi yapmis olan Helvetius, yasalarin önemine, dikkat
çekmistir: O'na göre, insanoglunun çikarciligi, onun bilincine doga tarafindan
islenmistir. Yani ona göre insan, dogustan iyi ya da kötü olmamakla birlikte,
ortak bir yararin onlari birlestirmesine ya da bölmesine bagli olarak iyi ya da
kötü olabilecegine dikkat çekmistir. Ve onun ele aldigi bu hukuk doktrini,
Italyan filozof Beccaria tarafindan da benimsenmis ve devam ettirilmistir.
Suçlar ve Cezalar
adli yapitiyla ünlenen Beccaria, özellikle ceza hukuku alaninda yararci
yorumlama getirerek, bunu toplumsal yasamin devami için zorunlu bir çerçeveyle
sinirlandirmis ve benimsedigi bu hukuk doktrinleri sonraki düsünürler üzerinde
önemli etkiler yapmistir. O Yeryüzünde hiçbir insanin, karsiliksiz olarak,
toplumun iyiligi için kendi çikarlarindan ödün verecegine inanmayan ve
herkesin, kendisini yeryüzündeki bütün düzenin merkezi yapmak niyetinde
oldugunu düsünen Beccaria, toplumun kurulmasindaki temel nedenin güvenlik ve
düzenin saglanmasi zorunlulugundan baska bir sey olmadigi düsüncesini
savunmustur.
Yararciligi Tanri
bilimsel temellerle açiklamaya çalisan "Teolojik Yararci" olarak
nitelendirilen Richard Cumberland, evrensel anlamda bir hazcilik savunuculugunu
savunarak hak ve haksizlik terimlerinin sadece bir toplumda yasayan insanlar
için söz konusu olabilecegini ve insanin, dogasi geregi toplumsal bir varlik
olmadigini ileri süren Hobbes’ un düsüncelerine çok önemli karsit elestiriler
getirmistir: Insanin, tek varlik olarak düsünülemeyecegini ve bu nedenle onun,
dogasi geregi topluluk yasamina gereksinim duydugunu savunarak ciddi
elestirilerde bulunmustur.
Yararcilik kurami
ayni zamanda bir anlamda metafizik ve soyut karakterli on sekizinci yüzyil
felsefesine karsi bir tepkiyi de dile getirmektedir. Bu çerçevede Bentham da
dogal hukuka karsi bir saldiri içine girmis ve tüm dogal hukuk ilkelerini bos
ve anlamsiz kavramlar olarak nitelendirerek, bunlari yarar kavramina
dayandirmak istemis ve bu hukuk ilkelerini kendi düsünce normu olan yararci ve
hazci kistas yöntemleriyle açiklamaya çalisarak hukuk ilkeleriyle içten içe bir
saldiri içinde bulunmustur. Bentham’a göre devletin temelinin toplumun huzur ve
güvenligini korumak üzere yapilmis bir sözlesme degil, maddi gereksinimler ve
kosullar oldugunu ileri sürmektedir. Devletin varligini hakli kilan nedene
gelince ise en yüksek deger ölçüsü olan mutluluk ilkesini gerçeklestirecek bir
biçimde, hayatin ihtiyaçlarini karsilanmasidir. Ona göre insanlarin devletle
yapilan sözlesmeye uyma gerekçelerinin insanlarin bu kurallara uymaktaki
çikarlari oldugunu ileri sürmektedir. Bentham'a göre hukuk, devlet gücüyle
yaptirima baglanmis bir kurallar bütünüdür. Buna göre hukuk, devlet
içerisindeki egemen güç tarafindan kabul irade biçiminde de açiklanabilir.
Hukuk, sonuç
itibariyle insan yasaminin gerektirdigi gereksinim ve çikarlari göz önüne
almalidir. Ancak, hukukun pratik amaç geregince toplumdaki gereksinimleri
dikkate almasi onlari olduklari gibi yansitmasi anlamina gelmez. Bu durumda
hukuka düsen görev, çatisan çikarlar arasinda bir ayrim yaparak bunlardan
birini belli bir kistasa göre digerine üstün tutarak çikarlar arasinda bir
degerlendirme yapmaktir. Bu degerlendirme de yalnizca insanlar arasi
iliskilerde bir deger ve degerlendirme ölçüsü olan adalete göre yapilmak
gerekir.
Hukuk, özü açisindan
adaletle ayni ve özdestir. Bundan dolayi hukuka belirli bir amaç çizmek
olanaksizdir ve bu baglamda yarar, hukukun bir amaci olamaz. Yararli bir amaca
sahip olan, bireysel eylem ve davranislardir ve bu nedenle yararli olan,
adaletli olup olmadiginin belirlenmesi için degerlendirilmeye tabi tutulmak ve
yargilanmak durumundadir. Hukukun eregi, insanin yaratici özgür adimlari
araciligiyla manevi alanda gelismesi olmalidir Ayrica Yararcilardan, özellikle
Bentham, hukuku hiçbir zaman bir gaye olarak degerlendirmemistir. O hukukun bir
araç oldugunu ve tüm bu özellikleriyle bilimsel açidan kullanilmasi gerektigini
savunmustur. Hukuku hukuk yapan da, egemen gücün iradesidir. Bu görüs ayni
zamanda bilimdisi olarak ta nitelendirilebilir. Çünkü hukuk hiçbir zaman özü ve
ruhu bakimindan icat edilmis; yoktan var edilmis bir sey olarak
degerlendirilemez. Bunun yapilmasi durumunda, hukuk, temel özü itibariyle
reddedilmis ve yalnizca fiili bir durum ve kaba güce dönüstürülmüs olur. Yine
bunun gibi, devletin, insanlari ona uymaya zorladigi ilkeler sadece bu nedenden
dolayi yani devlet tarafindan istendigi ve zorla benimsettirildigi için hukuk
olarak degerlendirilemezler. Hukukun eregi yani idesi ve ideali adalettir.
Dolayisiyla, hukukun ve bu nedenle yasa koyucunun da toplum içerisindeki iliski
ve çikarlari degerlendirmede kullandigi ve hukukun temel örnegi olmak
bakimindan gerçeklestirmek amacini güttügü sey adalet olmalidir. Hukuktan,
hakli olarak daha fazla sey beklenmektedir: O da, hukukun islevinin yalnizca
düzen yaratmak degil ayni zamanda ahlaken iyi bir düzen yaratmak oldugudur.
Adalete yönetmeyen bir hukukun, anlamini yitirecegi daha dogrusu hukuk olmaktan
çikacagi söylenebilir.
HUKUK FELSEFESI AÇISINDAN
YARARCILIK TEORISININ ELESTIRISI
PROF. DR. AHMET GÜRBÜZ
BETA YAYINLARI
2012