HUKUK FELSEFESI AÇISINDAN YARARCILIK TEORISININ ELESTIRISI

HUKUK FELSEFESI AÇISINDAN YARARCILIK TEORISININ ELESTIRISI

Fevzi BOZKURT
Ekonomi


Insan dogasi geregi, yasami boyunca temel ihtiyaçlarini karsilayabilecegi cografi bölgelere yerleserek yasamini idame ettirmeye çalismistir. Maslov’un ihtiyaçlar siniflandirmasi temali çalismasindan da anlasilacagi üzere bu durum insanlari birlikte yasamaya sevk etmis ve bununda bir sonucu olarak küçük gruplar ve topluluklar halinde yasamaya baslamislardir. Zamanla bu topluluklar içinde bas gösteren çatismalar toplumda huzursuzluklara neden oldugundan toplumca genel kabul gören toplumsal düzen kurallari konmaya çalisilarak çatismalarin önüne geçip uyum içinde geçinen toplumlar amaçlanmistir. Çalisma konumuza gelince ise günümüz Bati siyasetinin temelini olusturan, özelde Ingiliz Yararci okulu genelde ise Yararcilik teorisi denilen ahlaksal, siyasal ve hukuksal düsünce biçiminin, Hukuk Felsefesi açisindan irdelenip ortaya konmasi ve degerlendirilmesidir. Yararcilik teorisi, Ingiliz düsünürlerin sistemli bir biçimde benimsedigi bu sistemin temeli, eski yunan düsünürlerinden Aristippus ve Epikür’ün hazci düsüncelerine dayanmaktadir.
Yararcilik kurami, temelini, Antikçagda gelistirilip yayginlastirilmis olan bazi "hazci" ve "yararci" olarak nitelendirilen düsünce sistemlerine dayanir. Bu yaklasima göre, bir eylem, ancak insan bedenine haz getiren ya da bunu amaçlayan bir eylem olma durumunda degerlidir. Bu yaklasimin eregi öncelikle bedensel anlamda haz veren düsünce sistemlerini dogru ve iyi olarak yayginlastirmayi amaçlar. Bir fiilin ya da bir davranisin iyi ya da kötü olarak nitelemedeki kistas düsünürlerinden aristippus’a göre o eylemin insana verdigi hazla belirlemeyi amaç ediniyordu. Yine o dönem düsünürlerinden Epikür ise eski Yunan düsünürlerinden Aristippus’un hazci düsünce sistemini benimsemenin yani sira bu düsünce sistemini biraz daha rasyonel bir görüm kazandirmistir. Aristippuss’un hazci düsünce sistemini benimseyerek bir adim daha ileri götüren Epikür,  sadece bedensel hazza yönelmenin yani sira, daha az aciyla yasamayi saglayarak sürekli bir denge ve hosnutluk durumunu elde etmeyi amaç edinmistir. Epikür’e göre en iyi haz, geçici bir duyumla sinirli olan haz degil, sürekli bir yasanti olan dinginlik ve hosnutluk durumudur. Önemli olan herhangi bir istiraptan kaçmak degil, köklü ve sürekli bir dinginlik ve hosnutluga ulastiracak bir yasam biçimini gerçeklestirebilmektir. Epikür’ün kendine özgü bu düsünceleri modern yararcilik kuramina büyük ölçüde esin kaynagi olusturmus.
Bilgi teorisi konusunda, 17-18 Yüzyillara kadar Aristippus ve Eppikür’ün hazci ve yararci olarak nitelendirilen düsünce sistemini; yararci düsüncenin asil temsilcisi olarak nitelendirilen Jeremy Bentham, bireysel yararciliktan toplumsal yararciliga, Hutcheson, bireysel esenlikten ziyade toplumsal esenlige dahasi toplumun genel esenligini en yüksek tutuldugu bir toplum modeli gelistirmeye ve bu norm sistemine uygun düsünce sistemleri gelistirmistir.
Milattan Önceki dönemlere dayanan hazcilik teorisi, Demokritus’un o dönem öne sürdügü bu normlar,  Ingiliz Yararci Okulunun ileri gelen düsünürlerinin savundugu düsünce felsefelerine dayanak olusturarak Hazcilik teorisine temel olusturacak düsünceler ileri sürmüstür. Ona göre en iyi seyin, olabildigince çok sevinç ve bir o kadar az sikinti duyabilecek bir yasam sürmek oldugudur. Demokritus, bu tür düsünceleriyle Eski Yunan'da yeni bir dönem baslatmistir. Ve ayrica Yunan ahlâk ögretisinde baslica bir anlayis biçimini olarak adlandirilan mutçulugun kurucusu olarak degerlendirilen Demokritus, kendinden sonraki tüm Yunan ahlâk felsefesini etkilemistir. Ona göre, insanlarin davranislarinin kendisine göre ölçülmesi gereken en önemli kriter, sadece haz ve acidir. Ve bu ayni zamanda yararli ve yararsizin kriteridir. Demokritus’a göre Gerçek mutluluga ancak bilgi ve tinsel/manevi degerler araciligiyla ulasilabilir. Bununla birlikte, mutluluga ulasabilmek için yararli olanla yararli olmayani ayirt etmek gerekir. Bunun da ölçütü haz ve acidir.
 
Milattan Önceki yillarda yasamis, hazci kuramin öncülerinden olarak nitelendirilebilecek olan Eski Yunan düsünürlerinden Aristippus, yasamin amacini ve erdemin sinirini hazza ulasip acidan kaçinmak oldugunu ileri sürmüstür. O'na göre, yasamda ulasilmak için ugrasilmaya deger olan tek sey, sadece hazdir. Aristippus’ bu düsünce sistemi, Iyi-kötü ve haz-aci kavramlarini özdeslestirmistir.  Ona göre haz alinan iyi, aci duyulan kötü; haz ve aci duyulmayan sey ise ne iyi ne kötüdür. Hazlar arasinda bir ayrima gerek görmeyen Aristippus, hazzin biricik iyi olarak gördügü için tüm bilimsel, matematiksel ve edebiyatla ilgili ugraslari göz ardi ediyordu.
Yararci normlari Antik Yunan düsünürlerinden sonra ilk olarak Francis Bacon dile getirmistir. Ona göre, iyi ve yararli kavramlari özdestir. Ve Bacon'un ilk kez önünü açtigi, deneyci ve gözlemci metoda dayali Ingiliz düsüncesi, Thomas Hobbes”la birlikte olusmaya baslamistir. Thomas Hobbes, Insanin sosyal bir varlik olmadigi,  yalniz kendi iyiligini isteyen ve baskalarinin iyiligine karsi duyarsiz oldugu doktrinini ilke edinen düsünce sistemiyle insanin kendi egosundan daha iyi ve yararli bir sey olmadigini, insanin yapisi geregi bencil ve diger insanlara muhtaç olmayan antisosyal bir canli oldugu düsüncesini savunmustur. Diger bir deyisle toplumu olusturan insanin yapisi, yaratilistan toplumsal degildir, onun gerçek egilimi toplu yasamaya uygun düsmemektedir.
Thomas Hobbes’in kendi egosunu mutlak iktidar olarak görmesine nazaran demokratik ve liberal görüsler ileri süren Locke’un temel düsünceleri, Ingiliz felsefesince günümüze kadar islenerek muhafaza edilmistir. Ingiliz yararci okulunun da benimsemis oldugu deneyciligi savunmustur. Locke’ye göre iyi ve kötü, haz ve aci ölçü alarak tanimlanir. Iyi, insan bedeninde hazza neden olan, onu artirmaya ya da acinin azaltilmasina neden olandir. Ahlaksal iyi ya da ahlaksal kötü, insanin bilinçli olarak gerçeklestirdigi eylemlerin, yasalarla uyum içinde olup olmamasidir; insan yasa koyucuya göre ya iyi bir sey yapmis olur ödüle erer, ya da kötü bir sey yapmis olur ceza görür. Locke 'a göre, ahlaki terimler, kendilerinin olusumundan çok önce var olan haz ve aci duygularina dayanirlar. Iyi ve kötü, haz ve acidan ya da bunlarin ortaya koydugu seyden baska bir sey degildir.
Aristippus ve Epikür’ün hazci ve yararci olarak nitelendirilen düsünce normlarina yeni bir boyut getiren Francis Hutcheson, Aristippus ve Eppikür’ün aksine bireysel hazdan toplumsal hazza ulasmayi erek edinmis, bireysel mutluluktan toplumsal mutluluga, bireysel esenlikten toplumsal esenlige dogru bir degisim düsünce normunu benimsemistir, Hutcheson'un, erdemi evrensel iyilikle tanimlamasi ve iyilik ölçütünü genel mutluluga yönelisle bulacagini düsünmesi nedeniyle Ingiliz yararcilarinin öncüsü olarak degerlendirilmistir. Hutcheson, egoizmin insan davranislarina yön veren tek etken olmadigini, özgeciligin de en az bencillik kadar etken oldugunu dile getirmistir. Ona göre, özgecilik erdemin temelini olusturur. Dolayisiyla, sadece bencillige dayanan bir ahlâk teorisi yanilmaktadir…
Yararciligin temel noktalarini açiklayan ve sonuna kadar koruyan David Hume Yararciligin kurucusu olarak kabul edilmis bir düsünür olmakla birlikte kendisinden sonra gelen Bentham’a ilham vermistir. Daha da önemlisi Bentham'in çalismalarinin çatisini olusturmustur. Hume'a göre, düsünce ve inanç, bize özgür görünse de, yeterince incelendiginde,  belirli alanlarla sinirlanmis oldugunu ve duyularimizla elde ettigimiz verileri birlestirmek,  yerini degistirmek, çogaltmak ya da azaltmaktan baska bir sey yapmadigini göstermektedir. Diger bir deyisle, düsünceler izlenimlerin kopyalaridir.
Hume’a göre tüm düsüncelerimiz duyumlardan çikmakta; bizim aslinda kendi duyumlarimizda yer alanlari algiladigimizi göstermek istemektedir.  Ve ona göre Her düsünce kendisinden önce gelmis olan bir duygu ya da izlenimin kopyasi olup, duygu ya da izlenimin bulunmadigi yerde düsünce de bulunamaz. Hume'a göre, Iyi ve kötü,  övülen ve yerilen belli özelliklerdir Bunlari, kisisel olarak degerlendiririz. Yararli ve hos olan her sey, bu degerlendirmede ölçüt olarak islev görür. Eylemlerimizin degeri, yararli ya da zararli etkilerine göre ölçülür. Yani Bir eylemin 'iyi' ya da 'kötü' olarak degerlendirilmesi haz ya da aciya neden olmasiyla belirlenir. Dolayisiyla eylem ve davranislari belirleyen, haz ve aci gibi duygulardir ve eylem ve davranislari degerli kilan da bu duygulardir. Bizim iyi ve kötü konusundaki bilgimiz, bu duygular sayesinde olusur. Bu nedenle iyi ya da kötü, aslinda aci ve haz duygularinin görüntülerinden baska bir sey degildir.
Hume’den günümüze Avrupa’daki yararci düsünürlere bakacak olursak Helvetius, Hume ‘un felsefesini Kara Avrupasi'nda yayan tek düsünürdür. Helvetius ‘un bu konudaki temel düsünceleri, Hume ve Locke 'dan dan alinma ya da bizzat kendisine özgüdür. Onun bu düsünceleri eskiye dayanmakla birlikte; bunlari bir araya getirmesi ve onlara büyük önem verip bu düsüncelere yogunlasmasi sonraki dönem düsünürlerine önemli kaynaklar olusturmustur. Ona göre, insan davranislarinin eregi, açikça, olabildigi ölçüde haz almak ve olabildigince az aci çekmektir. O'na göre, davranislarin ilk ilkesi, insanin zorunlu olarak kendi çikarlarini kovaladigi olgusudur. Hareketin fizikteki yerinin önemi neyse, insanin kendi çikarinin ahlâk bilimindeki önemi de odur. Her insanin iyi olarak degerlendirdigi sey, onun kendi çikarlarina yardimci oldugunu kabul ettigi seydir. Ayrica detayli bir toplum elestirisi yapmis olan Helvetius, yasalarin önemine, dikkat çekmistir: O'na göre, insanoglunun çikarciligi, onun bilincine doga tarafindan islenmistir. Yani ona göre insan, dogustan iyi ya da kötü olmamakla birlikte, ortak bir yararin onlari birlestirmesine ya da bölmesine bagli olarak iyi ya da kötü olabilecegine dikkat çekmistir. Ve onun ele aldigi bu hukuk doktrini, Italyan filozof Beccaria tarafindan da benimsenmis ve devam ettirilmistir.
Suçlar ve Cezalar adli yapitiyla ünlenen Beccaria, özellikle ceza hukuku alaninda yararci yorumlama getirerek, bunu toplumsal yasamin devami için zorunlu bir çerçeveyle sinirlandirmis ve benimsedigi bu hukuk doktrinleri sonraki düsünürler üzerinde önemli etkiler yapmistir. O Yeryüzünde hiçbir insanin, karsiliksiz olarak, toplumun iyiligi için kendi çikarlarindan ödün verecegine inanmayan ve herkesin, kendisini yeryüzündeki bütün düzenin merkezi yapmak niyetinde oldugunu düsünen Beccaria, toplumun kurulmasindaki temel nedenin güvenlik ve düzenin saglanmasi zorunlulugundan baska bir sey olmadigi düsüncesini savunmustur.
 
Yararciligi Tanri bilimsel temellerle açiklamaya çalisan "Teolojik Yararci" olarak nitelendirilen Richard Cumberland, evrensel anlamda bir hazcilik savunuculugunu savunarak hak ve haksizlik terimlerinin sadece bir toplumda yasayan insanlar için söz konusu olabilecegini ve insanin, dogasi geregi toplumsal bir varlik olmadigini ileri süren Hobbes’ un düsüncelerine çok önemli karsit elestiriler getirmistir: Insanin, tek varlik olarak düsünülemeyecegini ve bu nedenle onun, dogasi geregi topluluk yasamina gereksinim duydugunu savunarak ciddi elestirilerde bulunmustur.
Yararcilik kurami ayni zamanda bir anlamda metafizik ve soyut karakterli on sekizinci yüzyil felsefesine karsi bir tepkiyi de dile getirmektedir. Bu çerçevede Bentham da dogal hukuka karsi bir saldiri içine girmis ve tüm dogal hukuk ilkelerini bos ve anlamsiz kavramlar olarak nitelendirerek, bunlari yarar kavramina dayandirmak istemis ve bu hukuk ilkelerini kendi düsünce normu olan yararci ve hazci kistas yöntemleriyle açiklamaya çalisarak hukuk ilkeleriyle içten içe bir saldiri içinde bulunmustur. Bentham’a göre devletin temelinin toplumun huzur ve güvenligini korumak üzere yapilmis bir sözlesme degil, maddi gereksinimler ve kosullar oldugunu ileri sürmektedir. Devletin varligini hakli kilan nedene gelince ise en yüksek deger ölçüsü olan mutluluk ilkesini gerçeklestirecek bir biçimde, hayatin ihtiyaçlarini karsilanmasidir. Ona göre insanlarin devletle yapilan sözlesmeye uyma gerekçelerinin insanlarin bu kurallara uymaktaki çikarlari oldugunu ileri sürmektedir. Bentham'a göre hukuk, devlet gücüyle yaptirima baglanmis bir kurallar bütünüdür. Buna göre hukuk, devlet içerisindeki egemen güç tarafindan kabul irade biçiminde de açiklanabilir.
Hukuk, sonuç itibariyle insan yasaminin gerektirdigi gereksinim ve çikarlari göz önüne almalidir. Ancak, hukukun pratik amaç geregince toplumdaki gereksinimleri dikkate almasi onlari olduklari gibi yansitmasi anlamina gelmez. Bu durumda hukuka düsen görev, çatisan çikarlar arasinda bir ayrim yaparak bunlardan birini belli bir kistasa göre digerine üstün tutarak çikarlar arasinda bir degerlendirme yapmaktir. Bu degerlendirme de yalnizca insanlar arasi iliskilerde bir deger ve degerlendirme ölçüsü olan adalete göre yapilmak gerekir.
Hukuk, özü açisindan adaletle ayni ve özdestir. Bundan dolayi hukuka belirli bir amaç çizmek olanaksizdir ve bu baglamda yarar, hukukun bir amaci olamaz. Yararli bir amaca sahip olan, bireysel eylem ve davranislardir ve bu nedenle yararli olan, adaletli olup olmadiginin belirlenmesi için degerlendirilmeye tabi tutulmak ve yargilanmak durumundadir. Hukukun eregi, insanin yaratici özgür adimlari araciligiyla manevi alanda gelismesi olmalidir Ayrica Yararcilardan, özellikle Bentham, hukuku hiçbir zaman bir gaye olarak degerlendirmemistir. O hukukun bir araç oldugunu ve tüm bu özellikleriyle bilimsel açidan kullanilmasi gerektigini savunmustur. Hukuku hukuk yapan da, egemen gücün iradesidir. Bu görüs ayni zamanda bilimdisi olarak ta nitelendirilebilir. Çünkü hukuk hiçbir zaman özü ve ruhu bakimindan icat edilmis; yoktan var edilmis bir sey olarak degerlendirilemez. Bunun yapilmasi durumunda, hukuk, temel özü itibariyle reddedilmis ve yalnizca fiili bir durum ve kaba güce dönüstürülmüs olur. Yine bunun gibi, devletin, insanlari ona uymaya zorladigi ilkeler sadece bu nedenden dolayi yani devlet tarafindan istendigi ve zorla benimsettirildigi için hukuk olarak degerlendirilemezler. Hukukun eregi yani idesi ve ideali adalettir. Dolayisiyla, hukukun ve bu nedenle yasa koyucunun da toplum içerisindeki iliski ve çikarlari degerlendirmede kullandigi ve hukukun temel örnegi olmak bakimindan gerçeklestirmek amacini güttügü sey adalet olmalidir. Hukuktan, hakli olarak daha fazla sey beklenmektedir: O da, hukukun islevinin yalnizca düzen yaratmak degil ayni zamanda ahlaken iyi bir düzen yaratmak oldugudur. Adalete yönetmeyen bir hukukun, anlamini yitirecegi daha dogrusu hukuk olmaktan çikacagi söylenebilir.
 
HUKUK FELSEFESI AÇISINDAN
 
YARARCILIK TEORISININ ELESTIRISI
 
PROF. DR. AHMET GÜRBÜZ
 
BETA YAYINLARI
 
2012

Benzer Kitaplar