YAKIN GELECEK (Günümüzden 2030’a kadar) Önümüzdeki on yillarda robot teknolojisi birçok yönden gelisecek ama bunlar bilimkurgu filmlerindeki robotlara pek benzemeyecek. Günümüzün arama motorlari da bu alanin ilklerinden sayilabilir. Insanlarin bilgi ve deneyimlerinin kodlandigi yazilimlara sahip kisiye özel doktor veya avukat gibi uzman sistemler, biçimsel ve kuralli bir yapiyi takip edecekler. DNA çipleri sayesinde saglik durumunuzu sürekli kontrol eden bu robot doktorlar sayesinde hastaliklar erkenden teshis edilebileceginden ve hastanelere yigilma azalacagindan saglik sistemi üzerinden büyük yük kalkacak. Hastaneye gidip gerçek doktorlara muayene olmak, robot doktorun sevkiyle sadece gerektigi zaman basvurulacak nadir bir uygulamaya dönüsecek. Teknolojide dünya lideri Japonlarin tüm ticari robotlarin %30’una sahip olusunun nedeni, çogunun bagli oldugu Sinto dinine göre canli cansiz tüm varliklarin ruhu olduguna duyulan inanç. Ortada ne geleneklerine ne de dinlerine ters düsen bir durum olmadigi için Japonlar, robotlara karsi Batililarin duydugu korku yerine sempati besler. Ilgili çalismalara bunca para yatirmalarinin amaciysa, saglik alaninda ileride meydana gelecek krizle basa çikmak. Nüfusu hizla yaslanan, dogum oraninin düstügü ve disariya göçün arttigi ülkede buna bagli sorunlarin yogun olarak hissedilecegi saglik alaninda, ASIMO gibi robotlarin, hasta bakiminda ne kadar faydali olacagina süphe yok. Japonlar insanlara yemek yapan asçi robotlar da yapmayi basardi. Mevcut olanlar degil ama planlanan yeni modeller insana benzetilecek.
Michio Kaku
YÜZYIL ORTASINDA ROBOTLAR (2030-2070)
Yüzyil ortasina gelindiginde, etrafimizin robotlarla dolmasi büyük ihtimal ancak insan görünümünde olmadiklari için bunun farkinda bile olmayabiliriz. Bunlar yapilmasi gereken seye göre sekil degistirebilen modüler robotlar olacak. Lego gibi parçalarin ayrilip birleserek duruma uygun sekil alabilecegi teknolojiler, laboratuvarlarda zaten gelistirilmis durumda. Bunlar çürümekte olan altyapi sistemimizi tamir etmekte önemli rol oynayacak. Cerrahi ameliyat yapabilen robotlar yayginlasacak. Örnegin, yalnizca 2006’da 48 bin adet bypass islemi, gögüs kafesinin kesilmesine gerek birakmayan da Vinci robotu yardimiyla yapildi. Cerrahlar el hareketlerini tekrarlayan medikal robotlar araciligiyla Internet üzerinden uzaktan bile ameliyat yapabilecek. Ileride kapali ameliyat standartlasacak ve bugün imkan olmayan mikro düzeydeki ameliyatlar da makinelerce yapilabilecek.
Bilim-kurgunun tekrar eden konularindan biri, robotlar bizim zekamiza erisse hatta geçse de duygulanmaktan yoksun olacaklaridir. Ancak bu da yüzyil ortasinda degisebilir. Bilim insanlari, artik duygularin mahiyetini anlamakta. Duygular öncelikle bize neyin iyi neyin kötü oldugunu söyler. Hoslanma hissini deneyimledikçe çevremizde bize faydali olan seyleri saptamayi ögreniriz. Aslinda nefret, korku, öfke, sevgi vb. duygular milyonlarca yili askin süredir tehlikelerden korunmamiz ve üreyebilmemiz için evrimlesmislerdir. Beynin düsünen kismi ön taraftayken duygularin bulundugu kisim merkezde, derindedir. Hastalik veya yaralanma nedeniyle aralarindaki baglantinin kopmasi durumunda hislerin ifade edilmesi zorlasir. Bu insanlar bilir ama hissedemezler; en önemlisi de karar veremezler. Çünkü duygularin asil amaçlarindan biri deger biçmemizi saglamaktir. Böylece neyin önemli, neyin güzel ve degerli olduguna karar verebiliriz. Duygular olmadan her sey ayni degerdedir ve iyiyi kötüyü tartmak mümkün degildir. Bilim insanlari nihayet duygularin fazladan bir lüks degil zeka için zorunlu oldugunu kavramaya baslamistir. Dolayisiyla hissedebilen robotlar yaratmak ölüm kalim meselesi olabilir. Çünkü gelecekte arama kurtarma gibi hayati görevler üstelenecek robotlar yapilabilir. Acil durumlarda öncelik sirasina karar vermeleri için belli deger yargilarina sahip olmalari gerekecektir. Simdiye kadar üretilen robotlar yalnizca sürüngen beynimizi yani en ilkel kismi taklit edebildi. Arastirmacilarin, sosyallesebilmek için gerekli olan duygulari ve beynin bununla ilgili kisimlarini robotlara uygulamalari için daha çok yol kat etmeleri gerekecek. Buna karsin, MIT’de yaratilan robot KISMET simdiden canli gibi görünüyor ve yüz ifadelerini taklit edebiliyor. Kendi kendine karar veremese de insanlarin tepki verebilecegi insansi duygulari taklit edebilmesi için programlanabiliyor. Bu demek oluyor ki, yüzyil ortasinda kural temelli prosedürleri izleyebilen robotlar, gerçekten duygulari olmasa bile sahiplerine baglanmaya programlanabilecek. Dahasi evcil bir hayvan kadar akilli olabilmeleri mümkün.
Esas kilit nokta Tabiat Ana’yi kopyalamak ve dogadan ders çikarmak. Pek çok bilim adami tekerlegi yeniden kesfetmeye gerek olmadigini yeni yeni farketmekte. Ancak insan beynini modellemeye kalktiginizda teorik olarak enerji ve isi sorunu ortaya çikar. Örnegin, Dawn adli süperbilgisayarin, insan beyninde mantik yürütmeden sorumlu serebral korteksin sadece %1’ini simule edebilmesi için gereken enerji 1 milyon vattir ve sürekli sogutulmasi gerekir. Oysaki insan beyninin tümü yalnizca 2 vat enerji kullanir ve olusturdugu isi zar zor farkedilir. Simdiye kadar gelistirilmis en süper bilgisayardan çok daha üstündür ve evrenin bu kisminda yaratilmis en karmasik dogal “sey”dir (Günes sisteminde bizden baska zeki bir yasam formu olduguna dair bir kanit olmadigina göre bu kadar karmasigini bulmak için yaklasik 40 trilyon km. mesafedeki en yakin yildiz sistemine kadar gitmek lazim). Bir benzerini modelleyebilmek için milyarlarca dolar ödenek ayrilmasi gerekir ki mevcut ekonomik kosullarda bu pek de olanakli degil. Örnegin insan sagligi ve bilimsel açidan çok daha büyük yarar saglayacak Genom projesine ABD hükümeti yaklasik 3 milyar dolar ayirmakta. Ancak beynin modellenmesi asiri maliyetli ve uzun bir süreç, üstelik toplumun öncelikli istegi de degil. Bu yüzden gelisimi için yüzyil sonuna dek beklemek gerekebilir.
UZAK GELECEK (2070-2100) Yüzyil sonunda beyni tersine mühendislikle yeniden modelleyebildigimiz ve isleyisini tümüyle çözebildigimiz zaman, insan benzeri robotlar yaratma yönünde önemli bir adim atmis olacagiz. Peki makineler bilinçlendiginde eninde sonunda bizden zeki olduklarinda ne olacak? Evrensel olarak bilincin anlamina dair ortak bir kani bulunmadigindan bunu cevaplamak zor. Bence asil sorun, bilinci tanimlamayi ve de ölçmeyi beceremememizde. Sahsen, bilincin üç temel ögeden olustugunu varsayiyorum: 1) Çevreyi algilayip tanimak 2) öz-farkindalik 3) hedefler koyup gelecege yönelik plan yapmak yani gelecegi öngörerek strateji hazirlamak. Bu yaklasimla, varliklari bilinç açisindan 1 ile 10 arasinda derecelendirebiliriz. Buna göre mevcut robotlarin bilinç düzeylerini simdilik böceklerinkine denktir. Hayvanlar aleminde her ne kadar avcilar, planlama açisindan avlarindan daha bilinçliyse de gelecek farkindaliklari yoktur. Bu siralamanin tepesindeki insanoglu gelecegi kestirme, çesitli olasiliklara yönelik kurgu yaratma bilincine sahiptir ki dogada baska hiçbir zanli bu konuda ustalasmamistir. Davranislarimizin gelecekteki sonuçlarini görebilmek ise daha üstün bir bilinç ve farkindalik gerektirir. Ne yazik ki insanlarin hepsinin buna sahip oldugunu söylemek güç! Fakat bunu becerebilenler hayatta, askta, iste çok daha mutlu ve basarili olurlar. Demek ki, yapay zeka arastirmalarinin bu üç özelligi tasiyan robotlar yaratmayi hedeflemesi lazim. Ilkini basarmak zor çünkü robotlar çevrelerini algilayabilir ancak anlamlandiramaz. Öz-farkindalik yaratmak daha kolay. Gelecege yönelik plan yapmak, olabilecekleri sezip belli hedeflere yönelik somut taktikler kurabilmeyi yani sagduyu gerektirdiginden üçüncüsünü basarmak çok daha zor. Üstelik üst düzey bir bilince ulasmak için sagduyu sadece bir ön kosul. Bunu nasil saglayip bilinçli bir robot yaratabilecegimizi henüz bilmesek de bu gerçeklestiginde üçüncü özellikte bizi geçecekleri kesin. Gelecege dair daha çok sayida simülasyon yaratip olasi sorunlari bizden çok daha iyi öngörebilecekler. Gözden kaçirdiklarimizi veya farkina varamadigimiz seyleri hesaba katabilecekler. Dahasi kendilerine hedef koyabilecekler. Bu hedefler insana yardim etmek oldugu sürece ne ala ama hedeflerine giden yolda insanlari engel olarak görürlerse sonuç fena olabilir. Uzmanlara göre robotlar gelistikçe evrim basamaklarini da tirmanmaya baslayacak. Evrimin kuraliysa uyum saglayanlarin hayatta kalip saglayamayanlari yerinden edecegidir.Bu mücadelede kaybeden insan irki olabilir. Bir senaryoda, tarihsel rolümüz evrimsel süreçte haleflerimizi yaratmak ve kenara çekilmek olabilir. Fakat bu durumda matematikçi, yazar ve fizik profesörü Douglas Hofstadter’in söyledigi gibi; olaylarin dogal akisi böyle olsa bile kendi yarattigimiz süper zeki robotlarla çocuklarimizmis gibi neden ilgilenmeyelim ki? Baska bir senaryoya göre yeryüzünün en zeki yaratigi olmayi süperrobotlara kaptirdiktan sonra onlar da kendilerini kopyalayarak her seferinde daha da zekilesen nesiller yaratabilir. Sürekli artan zeka pesindeki bu arayis, süperrobotlarin gezegenin tüm kaynaklarini mahvetmesi sonucunda yeryüzünün bir bilgisayara dönüsmesine neden olabilir. Hatta bazilarina göre bununla da yetinmeyip, bu bilgisayarla fizik kurallarini evirerek baska gezegenlere ve galaksilere ulasip onlari da kapsayarak tüm evreni zekilestirebilirler. Göreli fizikte buna “tekillik” denmektedir. Bu kavram sonsuz bir kütleçekim kuvvetini temsil eder, tipki bir kara delik gibi hiçbir seyin kaçisi mümkün degildir. Teknolojinin katlanarak artisina dayali tahminlerinde hayli basarili olan ve en nihayetinde tekillige ulasacagimiza gönülden inanan yazar ve mucit Ray Kurzweil’a göre 2019’da 1000$’lik bir kisisel bilgisayar, insan beyninin ham gücüne sahip olacak ve kisa bir süre sonra bilgisayarlar bizi sollayacak. 2029’da 1000$’lik bir kisisel bilgisayar insan beyninin 1000 kati gücünde; 2045’te tüm insanlarin birlesiminden milyar kat daha zeki olacak. Kurzweil zeki makinelerin bize saldiracagi kanisinda degil, bu teknolojiyle birlesecegimize, bu zeki aygitlari vücudumuza ve beynimize yerlestirip daha uzun ve saglikli yasayacagimiza inaniyor. Tekillik gibi tartismali ve anlasilmasi güç bir konunun geri tepebilecegi bir gerçek. Bu konudaki görüslerin bir kismi saçma oldugu gibi birçogu da çok iyi fikirler ancak ayirt etmesi zor. Halis zeka bellek ve hizin çok ötesinde bir sey olduguna göre, gelecegin süperhizli bilgisayarlari akil almaz miktarda bilgi ezberleyip hesap yapabilecek ancak daha fazla pek de bir sey yapamiyor olacak. Kendilerinden daha akilli makineler yaratacaklari da süpheli. Bu zincirin en zayif halkasi da yazilim ve programlamanin insan tarafindan hazirlanmasinin gerekmesi. Bilgisayar mühendisligi hizla gelismekte ama sans, beceri ve deha gerektiren temel arastirmaya gelince, uzun süre çok bir sey olmayan bir süreçte bir anda her seyi toptan degistirecek bir atilim lazim. O yüzden makinelerin evriminin yüzyil sonunda denk gelecegi kanisindayim.
Bana kalirsa en olasi senaryo, dostane yapay zeka. Bu bilim insanlarinin öncelikle robotlarin tehlike yaratmayacagina dair önlemler almalarini gerektirir. Bu, en basitinden tehlike sinyalini algilayip otomatik olarak robotu devre disi birakacak bir çip yerlestirmek olabilir. Bu yaklasimda tüm zeki robotlar emniyet kilitli olarak bozulduklarinda insan tarafindan aninda kapatilabilecek sekilde tasarlanabilir. Ya da anormal davranan robotlari etkisiz kilacak avci robotlar yapilabilir veya Biçak Sirti romani ve filminde oldugu gibi özel egitimli ajanlar görevlendirilebilir. Robotlarin gelisip bilince ulasmasi uzun ve zorlu bir süreç olacagindan insanligin savunmasiz yakalanip aniden tutsak edilmesi filan mümkün degildir. Sonuçta insan bilincinin olusmasi milyonlarca yil sürmüstür dolayisiyla makinelerde insan bilincine benzer bir seyin olusabilmesi için de uzun bir zaman gerekir. Yani bir sabah uyanip internetin canlandigini veya robotlarin kendileri için plan yapmaya basladiklarini görüp hazirliksiz yakalanacak degiliz. Bilim-kurgu üstadi Isaac Asimov’un ortaya koydugu seçenekte robotlarin kontrolden çikmasini engellemek için üretim asamasinda daha 3 kural koymak sart. Insanlara zarar veremezler, insanlara itaat etmek ve korumak zorundalar. Fakat bu kurallarin birbiriyle çelistigi durumlar da olasi. Bu durumda bazilari dördüncü bir kurali eklemeyi öneriyor: Robotlar insanlara zarar veremez ve onlari tutsak edemez. Fakat bilim dünyasi basindan itibaren robotlari her daim insanlara karsi iyi huylu olacak sekilde tasarlamaktan yana. Bu dostane robotlarin en basindan, insanlari yok etmektense yardim etmeyi seçecek sekilde yaratilmasini öne süren alana sosyal robotbilim denmekte. Fakat buradaki sorunsal, ordunun yapay zeka sistemlerinin en büyük finansörü olusu ve askeri robotlarin bilhassa insan avlamak için tasarlanmasi. Gelecekte tek görevi düsmani öldürmek olan robotlarin bunu basaracagini tasavvur etmek çok kolay. Ancak o zaman bu robotlarin efendilerine karsi gelmelerini garantileyecek ayrica tedbirler alinmasi gerekir. Burada yapilacak herhangi bir hata felaket dogurabilir. Fakat gelecekte özellikle Japonya gibi iyi huylu robotlar üretilen yerlerde sivil ticaret sektöründen giderek daha fazla ödenek çikmaya baslayacak. Iste o zaman, dostane yapay zeka gerçek olacak ve robotbilim teknolojisine tüketiciyle piyasa güçleri hükmedecek. Ticari çikarlar robotlarin, yok etmek degil yardim etmek üzere tasarlanmasindan yana olacak.
Gelecekte kendi yaratilarimizla birlesmek gibi bir seçenegimiz daha var. Robotlarin zekada bizi geçmesini beklemek yerine kendimizi gelistirip bu süreçte süperinsanlara dönüsebiliriz. Doga ve biyolojiden ögreneceklerimiz var. Böcekler ya da farelerin beyinlerine programlanmis mantik kurallari yoktur, deneme yanilma yoluyla hayatta kalmada ustalasirlar. MIT yöneticilerinden Rodney Brooks, orduya ve sanayiye silikon bilesenler tasarlayan laboratuvarlarinin artik yeni nesil robotlara yöneldigini, bunlarin da silikon ve çeligin canli dokuyla birlesmesinden olusacagini belirtmekte. Biyolojik ve elektronik sistemlerin birlesmesiyle yeni bir robot yapisi olusacagini ve yüzyil sonunda insanlarin da yari robotlasarak onlarla baglantida olacagina deginen Brooks, yapabileceklerimizi ve dünyayi kavrayisimizi gelistirecek teknolojilerin benimsenecegi kültürel bir degisim öngörmekte, hem de bunun için yüzyil sonunu degil gelecek 10-20 yili göstermekte.
Simdiden gerçekmis gibi hissedebilen yapay uzuvlar gelistirildi. Bir sonraki adimda, bu teknolojileri sadece hastaliklari iyilestirmek için degil yavas yavas yapabildiklerimizi çogaltmak için kullanabiliriz. Yani bugünün protezleri yarin bize süper güçler kazandirabilir. Günün birinde mekanik uzuvlari etten kemiktenmislercesine kontrol edebiliriz. Beynimizin sabit degil esnek olmasi ve ögrenme yoluyla yeni durumlara alisip kendini uydurma kabiliyeti farkli aygitlari, sensörleri kendimize takip dogal bir uzantimizmis gibi kullanabilmemizi mümkün kilabilir. Gelecekte zekamizi arttirmamiz da olasi. Nöronlarina takviye yapilan farelerin bilissel becerilerinin gelistigi ispatlanmis durumda. Gelecekte benzer uygulamalar insan beynine de yapilabilir. Elbette hiçbir sey fazla ileri götürülmemeli. Bazilarinin bundan tiksinip isyan etmesi ihtimaline karsi, insanoglu yarattigi robotlarla nereye kadar birlesmeli acaba?
Senaryolari fazla abartmadan magara insani kuralinin bu noktadaki etkisine bakalim. Beynin yapisi, 100 bin yili askin bir süre önce insanoglu Afrika kirlarinda ortaya çiktigindan beri degismedigine göre, baslica güdümüzün özellikle karsi cinse ve akranlarimiza iyi görünmek oldugu gerçegini de degistiremeyiz. Eglenceden sonra harcamalarimizin çogu bu amaca ayrilir. Plastik cerrahi, Botox, kisisel bakim/kozmetik, son moda kiyafetlerin patlama yapmasi da bundandir. Ayni sekilde fitness ve kas gelistirmeye, dans kurslarina, en yeni müzikleri edinmeye harcanan meblaglar ve çaba da bu yüzdendir. Hepsini toplarsaniz tüketimin yogun bir bölümünü, Amerikan ekonomisinin de büyük kismini olusturur. Bu demektir ki; gelecekte neredeyse ölümsüzlesmis kusursuz bedenler yaratma kabiliyetine sahip olsak bile, basimizdan sarkan implantlarla bilim-kurgu filminden firlamis gibi görüneceksek, muhtemelen robotumsu bir beden istememekte direnecegiz. Eger gelistirilmis bedenlere sahip olabileceksek bunlarin bizi daha çekici kilmasi, diger insanlarin hosuna gidecek biçimde olmasi lazim. Bazilari bedenlerimizden ayrilip sirf zihnimizle ölümsüzlesecegimiz fikrinden çok hoslaniyor ama bir bilgisayarin içinde derin düsüncelere dalarak yasamayi kim ister ki? Belki de bizden sonrakiler kara deligi tanimlayan denklemleri çözmek istemeyecek; atom alti parçaciklarla ugrasmak yerine rock dinleyip dans etmeye daha çok zaman ayirmak isteyecekler.
Sahsen en çok, dostane robotlar yapip, bedenlerimizi bir raddeye kadar gelistirecegimize ama magara adami kuralindan sasmayacagimiza ihtimal veriyorum. Bir süreligine süperrobot gibi yasama veya kendimizi yedekleme fikri cazip gelebilir ancak taninmayacak hale gelinceye kadar bedenimizi degistirme veya bir bilgisayarin içinde yasama fikrine karsi koyacagimiz kesin. Ancak mekanik yollar disinda bedenlerimizi biyolojik yollarla da gelistirmemiz mümkün elbette. Esasina bakilirsa evrimin kendisi daha iyi olan genlerin seçilmesinden ibaret. Öyleyse neden milyonlarca yil beklemektense kestirmeden gidip genetik kaderimizin kontrolünü elimize almayalim?III. Bölüm TIBBIN GELECEGI - Kusursuzluk ve Ötesi Yüzyil sonunda, biyoteknoloji mucizesi sayesinde yasam ve ölüm üzerinde kismen güç sahibi olma, hastaliklari iyilestirme ve insan ömrünü uzatma kabiliyetlerine erismis olacagiz. Bununla sinirli kalmayip insan bedenini gelistirebilecegiz hatta yeni yasam türleri yaratabilecegiz. DNA’mizda gizli bilginin açiga çikarilmasinin pes pese buluslara yol açmasiyla tip, essiz bir döneme girmis oldu. Tip tarihini 3 ana döneme ayirabiliriz. Onbinlerce yil süren ilk dönemde batil inançlar, büyücülük ve kulaktan dolma bilgiler hakimdi. Ortalama insan ömrü 18-20 yil civarindaydi. Bazi sifali bitkiler ve aspirin gibi kimyasallar bu ilk dönemde kesfedilmis olsa da tedaviye yönelik sistematik yöntemler yoktu. Ise yarayan tedavilerle iksirler de zenginleri memnun etmeye çalisan eski zaman doktorlari tarafindan maalesef sir gibi saklaniyordu. 19. asirda baslayan ikinci dönemdeyse mikrop teorisiyle hijyen ortaya çikti ve bununla beraber, asrin sonuna gelindiginde ABD’de ortalama ömür 1900’de 49 yila yükseldi. On binlerce askerin öldügü, yüz binlerin yaralandigi I.Dünya Savasi’nda, sonuç veren ve tekrar edilebilir somut tedaviler uygulanmasi sart oldu. Artik doktorlarin zenginleri memnun etmeye ugrasmaktansa, çalismalariyla mesruluk ve ün kazanip tip mecmualarina girme mücadelesi vermesi gerekiyordu. Böylece asilarla antibiyotiklerde ilerleme kaydedildi ve dolayisiyla ortalama insan ömrü 70 ve ötesine yükseldi.
Üçüncü dönemi baslatan fizikle tibbin birlesmesinden ortaya çikan moleküler tiptir. Tip bilimini atomlara, moleküllere ve genlere indirgeyen bu tarihsel dönüsüm, 1940’larda ayni zamanda kuantum teorisinin de kurucularindan olan Avusturyali fizikçi Erwin Schrödinger’in yazdigi “Yasam Nedir?” kitabiyla basladi. Canlilari hareket ettiren gizemli bir ruh veya bir yasam gücü oldugu inanisini reddederek, yasamin bütünüyle molekül üzerine kodlanmis bir çesit sifreye dayali oldugunu ve bu molekül bulundugunda yasamin sirrinin çözülecegini öne sürdü. Bundan ilham alan fizikçi Francis Crick ve genetikçi James Watson 1953’te DNA’nin çift sarmal yapisini çözerek efsanevi molekülün DNA oldugunu ispatladi. Gelmis geçmis en büyük buluslardan biri olan bu kesif hem tip tarihini hem de insanlik tarihini sonsuza dek degistirecek etkiye sahipti. Bunu takiben moleküler genetik alanindaki hizli gelismeler, insan bedenindeki tüm genlerin dizilimini ortaya çikarmak için yüzlerce bilim insaninin isbirligi yaptigi 3 milyar dolara mal olan, tip tarihinde benzersiz bir dönüm noktasi sayilan uluslararasi Insan Genom Projesi’nin olusturulmasina yol açti ve 2003’te açiklanan sonuçlariyla bilimde yeni bir çigir baslatmis oldu.
YAKIN GELECEK (günümüzden 2030’a kadar) Tiptaki bu olaganüstü siçramanin itici gücü, kismen kuantum teorisi kismen de bilgisayar devrimidir. Kuantum sayesinde yasami olusturan moleküllerin en basindan atom düzeyinde nasil yapilandigini biliyoruz artik. Bilgisayarlar sayesinde uzun, zahmetli ve masrafli bir süreç olan gen dizilimi de otomatiklesti. Bu bilim açisindan yeni bir bransin açilmasi demek. Biyoenformatik, binlerce organizmanin bilgisayarlarla genomunun taranip genetik analizinin hizla yapilabilmesi anlamina gelmekte. Basta tek bir insan vücudunda bulunan yaklasik 25 bin genin dizilimini çikarmak birkaç milyon dolar tutarken, birkaç yil içinde bu teknoloji isteyen herkesin ulasabilecegi bir hizmete dönüsebilir. Su anda maliyeti 50 bin dolara düsen bu uygulamanin önümüzdeki yillarda 1000$’a inecegi öngörülmekte. Böylece daha çok insan bundan yararlanmis olacak. Birkaç on yil geçtikten sonraysa 100$’in altina düsmesi olasi. Bu da herhangi bir kan testinden pahali olamayacak demek. Öngörülen bu hizli düsüsün nedeni de insanlarin DNA’sinin ortalama 0.1’den az bir oran disinda neredeyse tipatip ayni olmasi ve ne kadar çok insanin gen dizilimi yapilirsa bu islemin o kadar kolaylasmasi. Bilgisayarda eslestirme yoluyla bu teknolojiyi son haline getiren genetik mühendisi Stephan R. Quake, Insan Genom Projesi kapsaminda dünyada gen dizilimi yapilan 8.kisi. Kendisinin kalp hastaligiyla ilgili geni tasidigi belirlenmis. “Genetik analizinize bakmayi içinizin kaldirabilmesi için midenizin saglam olmasi lazim” diyor. BBC’ye hazirladigim bir program için benim de genomum kismen tarandi ve bu bilgileri içeren CD-ROM’u elime aldigimda çok tuhaf hissettim ama neyse ki annemin ölümüne neden olan Alzheimer’s hastaligina yakalanma riskini arttiran gene sahip olmadigim ortaya çikti. Bazi genlerimin, daha önce genom analizi yaptirmis kisilerden tam olarak eslestigi insanlarin bulundugu yerlere bakinca soyumun izini Japonya’dan Çin’e oradan da Tibet’e kadar sürebildim. Aslinda genom analizi bir nevi kullanim kilavuzuna benzetilebilir. Tehlikeli hastaliklara yatkinliktan tutun, atalarinizin göçlerine kadar her sey DNA’mizda kayitli ve yakin gelecekte pek çok insan kendisiyle ilgili bu bilgilere sahip olma imkani bulabilecek. (Bu sadece tedavi amaçli uygulamalarda degil, adli tip açisindan da devrim niteliginde. Çünkü kepekteki DNA kalintisindan bile insan yüzünü bilgisayar ortaminda olusturmak mümkün.) Biyoenformatik kapsaminda çalisan dünyanin en güçlü bilgisayarlari, bazi kilit genleri bulmak için bitkilerle hayvanlarin milyonlarca genini analiz etmekle mesgul. Bu sayede ayni hastaliktan muzdarip yüzlerce insanin genlerinin sisteme girilmesiyle hasarli DNA’nin konumu kesin olarak tespit edilmesi mümkün olacak.
Tibbi gelismelerden bahsederken banyonuzdaki sensörlerin, sürekli hücrelerinizi tarayip kötü bir hastalik gelismeden önce haber verecegine; DNA çipleri ve tasinabilir MR cihazlarinca neredeyse her hastaligin teshis edilebilecegine deginmistik. Diyelim ki, bunlarla yapilan rutin muayenede kanser izine rastlandi. Vücudunuza salinacak nanopartiküller dogrudan kanserli hücrelere hücum edecek ve saglikli hücrelere dokunmayacak. Yakinda, bugünlerde uygulanan kemoterapiye geçmisin sülük tedavisine baktigimiz gibi bakacagiz. Gen terapisinin en önemli hedeflerinden biri de kanseri yenmek. Simdiden bazi kanser türlerine karsi ilerleme kaydedilmis durumda. Örnegin, cilt kanserinde basarili oldugu kesin olarak kanitlandi. Kanserin birçok türüne çare gelistirilecek ancak kanserin kendisi çok sayida hastaligin toplami gibi bir sey oldugundan hepsine birden yarayan tek bir tedavi olasi degil. Kanseri, moleküler ve genetik kökeninde çözmek üzere türlerine göre gen terapisi, nanopartiküller, asilar, sadece kanserli hücreye odakli ilaçlar, tümörün büyümesini engelleyen antianjiyogen gibi yeni tedavi ve terapi uygulamalari birbiri ardina piyasaya sürülecek. Buna ragmen kanserin pek çok farkli türü olmasi ve çevresel etkenlere de bagli olmasi nedeniyle, maalesef yüzyil boyunca ölümcül olmaya devam etmesi olasi. Yine de hücresel bazda erken teshis teknolojileri çok geliseceginden ölüm oranlarinda büyük azalma olacagi kesin. Gen terapisi bilhassa kalitimsal hastaliklarin iyilestirilmesinde önemli rol oynayacak ve yakin gelecekte gen mutasyonu nedeniyle ortaya çikan veya bagisiklik sistemi bozukluguna bagli pek çok hastaligi tedavi etmek mümkün olacak.
Çaresi bulunamayan hastaliklar veya yaralanma nedeniyle hasar gören organlar kendi hücrelerinizden yaratilan organlarla degistirilebilecek. Halen organ nakli için bekleyen on binlerce insan var ancak ileride böyle bir sorun kalmayacak. Hizla gelisen doku mühendisligi sayesinde gerekli organlar insanin kendi hücresinden üretileceginden vücudun nakledilen organi reddetmesi olasiligi da ortadan kalkacak. Simdiden deri, kan, damarlar, kalp kapakçiklari, kikirdak, kemik, burun ve kulak meydana getirilebiliyor. Vücuttan alinan az miktarda doku parçasi, olusturulmak istenilen organin seklinde biyolojik olarak çözünebilen bir kaliba yerlestiriliyor; ardindan hücre gelisiminin tesvik edilmesiyle hücrelerin çogalip kalibin seklini alarak organi meydana getirmesi saglaniyor. Çünkü her hücremizde tüm bedenimizi olusturmak için gerekli olan genetik kodlamanin tamami mevcut. Basitten baslayip karmasiga dogru çalismalarini ilerleten bilim insanlari, simdilik mesane, nefes borusu gibi iç organlari üretmeyi basardi. Bes yil içinde karaciger, pankreas gibi organlarin meydana getirilmesinin halk sagligina büyük etkisi olacak. Gelecek birkaç on yil içindeyse neredeyse tüm organlarin insanin kendi hücresinden olusturulmasi mümkün olabilecek. Böbrek gibi daha karmasik yapiya sahip organlarin kalibini hazirlamak bir hayli zor oldugundan bunun için daha uzun süre beklemek gerekecek. Ama en zoru insan beynini olusturmak yine de ileride, beyne dogrudan yeni hücre zerk etmek olasi.
Yakin gelecekte organlari yeniden olusturmak için kök hücreler de kullanilabilecek. Kök hücreler tüm hücrelerin anasi oldugundan vücudumuzdaki herhangi bir hücre tipine dönüsme kabiliyetine sahip ancak hücreler olgunlastikça hangi hücrenin hangi tip olacagi belli oldugundan bu genler pasif hale gelmekte. Embriyonik kök hücrelerde bu özellik fazlasiyla var ancak etik açidan çok tartismali bir konu. Dolayisiyla bazi bilim insanlari yetiskin kök hücreleri tekrar aktif hale getirmeye ugrasmakta çünkü kök hücrelerin diyabetten, kalp hastaligina, Alzheimer’s, Parkinson’s gibi hastaliklardan kansere kadar bir sürü hastaligi iyilestirme potansiyeli bulunmakta. Kök hücre arastirmalarinin, istenmeyen sonuçlar kontrol edilebilecek hale gelinceye kadar sürdürülmesi gerek. Özellikle hayvanlarla yapilan arastirmalarda atan bir kalp olusturmaya varan basarilar elde edildi. Kaybettikleri kuyruklarini yeniden uzatabilen süleymanciklardan yola çikarak yeniden uzuv olusturmaya yönelik çalismalar, Amerikan Silahli Kuvvetler Tibbi Arastirma Enstitüsünce yürütülmekte. Simdiden kesilen bir parmak ucu ve tirnagin bir kisminin yeniden çikmasi basarildi. Bir sonraki hedef, Afganistan ve Irak’ta sakat kalan askerlere uzuvlarini geri verebilmenin bir yolunu bulmak. Bu Amerikan ordusunun önceliklerinden biri haline geldiginden doku çalismalarina ayrilan ödenek de arttirildi.
Organlarin bu sekilde yeniden olusturulabilmesi akla, insanin bütünüyle kopyalanabilecegini de getiriyor elbette. Bununla ilgili söylentiler de çikti ancak birakin insan kopyalamayi, henüz bir primati klonlamak dahi basarilamadi. Hayvanlari kopyalamak bile gayet zor bir islem. Klonlama hayvan yetistiriciligi için ticari açidan da önemli. Mesela sigir klonlama potansiyel olarak kazançli bir is. Üstün bir damizlik ölse bile genlerinden aynisini klonlayip kaliteli sigir soyunu sürdürmek mümkün. Günün birinde insan klonlama mümkün olsa bile önünde sosyal engeller var. Öncelikle dinlerin çogu buna karsi çikacak. Tipki 1978’de Katolik Kilisesinin tüp bebek uygulamasina karsi çikmasi gibi. Bu teknolojiyi yasaklamaya yönelik kanunlar çikarilacak veya en azindan çok siki biçimde düzenlenecek. Üstelik buna yönelik ticari talep çok sinirli olacagindan yasallassa da, insanlarin olsa olsa çok ufak bir kismi klon olacaktir. Çocugunu kaybetmis bir aile veya varisi bulunmayan varlikli birinin bu yönteme basvurmak istemesi dogal. Bana sorarsaniz, gelecekte buna engel olan yasalar konsa bile az da olsa insan klonlari olacak ve toplumsal sonuçlari da oldukça az olacak.
YÜZYIL ORTASI (2030-2070) Genetik hastaliklarin tedavisinde gen terapisi standart uygulama olacak ve sadece hasta genlerin düzeltilmesi degil, normal genlerin de gelistirilmesi söz konusu olacak. Hayvanlar üzerinde yapilan arastirmalar basarili olunca insanlara da uyarlanmaya baslayacak. Genetik biliminin ilerlemesini firsat bilen insanlar mitolojik hikayelerden bu yana süregelen insanüstü güçlere sahip olma arzusuna karsi koyamayarak, süperinsan kabiliyetleri olsun isteyecek ve bilim, zor da olsa bunu saglayacak genler yaratabiliyor olacak. Yüzyil ortasina gelindiginde tasarim çocuklar gerçek olabilir. Ebeveynlerin, çocuklarinin daha kuvvetli bir hafizaya sahip, daha zeki, daha dikkatli, daha kasli veya daha güzel olmalarini saglayacak genetik oynamalarin yapilmasini istemesi gayet mümkün. Hastaliklarin iyilestirilmesi disinda genlerle oynanmasini yasaklayan kanunlar çikarilsa da önüne geçmek zor olacak. Dogal olarak çocuguna en iyisini saglamaya sartlanmis olan anne-babalar yeni ve rekabetçi bir dünyada çocuklarina avantaj saglamak için birbirleriyle yarisacagindan, genetik özelliklerin pekistirilmesine yönelik uygulamalar yüzyil ortasinda siradanlasabilir.
Biyoteknoloji devriminin de zayif noktalari olmasi kaçinilmaz. Örnegin farelerde performans ve hafizayi arttiran akilli gene sahip farelerin tehlikeli durumlarda korkudan paralize olduklari anlasildi ki, bu çok sey hatirlamanin pek de iyi bir sey olmadigini kanitlamakta adeta. Belki de yenilerini kaydedebilmek için eski dosyalarin çogundan kurtulmak gerekli. Dünyayi anlamlandirmak ve bildiklerimizi düzene sokmak için unutmanin da hatirlamak kadar gerekli oldugunu yeni farkeden uzmanlar, ikisinin arasinda bir denge kurulmasi gerektigine kanaat getirdi. Çünkü fazlasiyla unutursaniz eski hatalarin acisini unutabilirsiniz ama kilit noktalari ve becerileri de unutursunuz; fazla hatirlayacak olursaniz ise önemli detaylari animsayabilirsiniz ama her acinin ve tersligin biraktigi anilarla hiçbir sey yapamayacak hale de gelebilirsiniz.
Bazisi, insanlari daha saglikli ve daha mutlu yapacaksa genlerden yararlanmaktan yana; bazisi da kozmetik amaçli genetik pekistirmelere izin verilmesi gerektigini savunmakta. Asil soru bunda ne kadar ileri gidecegimiz. Her halükarda görünüsü ve performansi iyilestirecek tasarim genlerin yayginlasmasini denetlemek giderek güçlesebilir. Insan irkinin genetigi degistirilmis ve degistirilmemis olarak farkli genetik gruplara bölünmesini istemeyiz. Bunu ne kadar ileri götürecegimize toplumun kendisi demokratik olarak karar verecek. Kanimca, bu güçlü teknolojiyle ilgili kanunlar, hastaliklari iyilestirmeye ve verimli hayatlar sürmemize yönelik oldukça gen terapisine izin veren; ancak sadece kozmetik amaçliysa kisitlayan sekilde düzenlenecek. O zaman da eninde sonunda bir karaborsa olusmasi kaçinilmaz ama arz talebe dayali olacagindan bunun boyutunu yine tüketiciler belirleyecek. Aslinda plastik cerrahi sayesinde zaten görünüm degistirilebildigi için genetik mühendisligin kozmetik amaçli kullanilmasi gerekmeyebilir. Esas tehlike, kisiligi degistirebilecek genlerle oynanmasinda. Davranislarimizi etkileyen genler fazla sayida oldugundan aralarindaki iliskiler çok karmasik olabilir. Bu yüzden de bunlara müdahale edilmesi istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Bilim, çesitli niteliklerimizi kontrol eden genleri ayirip degistirebilecek hale gelebilir ancak yan etkilerin ortadan kaldirilip insanlarin bundan faydalanmasi için on yillar geçmesi gerek.
UZAK GELECEK (2070-2100) Gilgamis Destani’ndan, Nuh’un Gemisi efsanesine kadar insanlik tarihi boyunca süregelmis ölümsüzlük arayisina istinaden, muhtemelen en önemlisi insan ömrünü uzatmak için genlere müdahale edilmesi. Son yillardaki deney sonuçlari, ömrün sabit ve degismez oldugu inanisini alt üst edince, arastirma fonlarina yüz milyonlarca dolar akmaya basladi. Artik yaslanma sürecinin sirlari günisigina çikmakta ve genetigin bu noktada hayati rol oynayacagi kesin. Yaslanmanin genetik ve hücre düzeyinde biriken hatalardan kaynaklandigini ögrendik. Bu hatalar çesitli yollarla olusabilir: metabolizmanin yarattigi serbest radikallerin hücrelerimizin hassas mekanizmasini bozarak yaslanmalarina neden olmasi ya da hatalarin moleküler enkaz seklinde hücre içinde veya disinda birikmesi gibi. Bu genetik hatalarin olusmasi termodinamigin ikinci kurali olan entropi, yani düzensizligin (kaos) daimi artisina baglidir. Iste bu yüzden paslanma, çürüme, bozulma vb. yasamin evrensel özellikleridir. Çiçekler, bedenlerimiz hatta evrenin kendisi solup ölmeye mahkumdur. Bundan kaçis yoktur, ancak bu kuralin önemli bir kaçamak noktasi vardir. Entropiyi bir yerde arttirdiginiz takdirde, baska bir yerde entropiyi azaltip yaslanmayi tersine çevirebilirsiniz. Yani baska bir yerde tahribat yarattiginiz sürece gençlesmek mümkündür. Bunu daha iyi anlamak için buzdolabinin isleyisini düsünün: dolabin içini sogutmak için arkasindaki motorun adeta yanarcasina çalismasi gerekir. Bu ikinci kural disilerin salgiladigi östrojen hormonunun faaliyetinde de görülebilir. Kadinlari menopoza kadar genç ve enerjik tutan östrojendir. Bu hormon kesildikten sonra yaslanma hizlanir. Bu spor bir arabaya yüksek oktavli benzin koymaya benzetilebilir. Arabanin performansi sahane olur ama bunun bedeli motorun daha çok yipranip eskimesidir.
Genler ve yaslanma üzerine yapilan arastirmalar, yaslanmadan sorumlu genleri kismen ortaya çikarmaya çoktan basladi. Bazi ailelerde uzun ömürlü insanlarin çok olmasi da bir anlamda kalitimsal etkiye isaret eder ancak ortalama yasam süremizin yalnizca %35’i genlere bagli. Genetik analiz, yaslanmanin hücrenin motoru diyebilecegimiz mitokondride yogunlastigini göstermekte. Bu nedenle bilim insanlari, yaslanma etkilerini tersine çevirmek için gen onarimini mitokondri içinde yapmanin yollarini aramakta. 2050’de kök hücre ve gen terapisi gibi çesitli terapilerle yaslanma sürecini yavaslatmak mümkün olabilecegi için insan ömrü 150 ve üzerine çikabilir. 2100’e gelindigindeyse hücre onarimini hizlandirarak yaslanmayi tersine çevirip çok daha uzun yasamak mümkün olabilecek.
Ömrü %30 uzatan bir baska gerçek de kalori kisitlamasi. Aldigimiz kaloriyi %30 azalttigimiz takdirde daha uzun yasayabiliriz. Çesitli canli türleri üzerinde yapilan arastirmalar bunun hem ömrü uzattigini hem de hastaliklari azalttigini göstermekte. Yaslanma arastirmalari da bundan faydalanabilmek için aç kalmadan kalori kisitlamasini kontrol etmenin pesine düsüp hücrenin enerji rezervini denetleyen geni buldular. Bu geni aktive eden kimyasalin da sarabin içinde bulunan resveratrol adli madde oldugunu kesfettiler. Bu durumda yogun soslu yagli yemeklerine karsin, sofrada sarap içme aliskanligina sahip Fransizlarin yasam süresinin normal olusuna da sasmamak gerek.
Biyologlar, hayvanlarin üreme çagini geçtikten sonra bagli olduklari topluluga külfet olmaya basladiklarini dolayisiyla belki de evrimin bundan ötürü hayvanlari yaslanip ölmeye programladigina dikkat çekiyor. Yani belki de ölmeye programlandik ama kendimizi daha uzun yasamaya programlayabiliriz. Fakat dikkatli olmak lazim. Biyolojik saatimizi yavaslatalim veya geri çevirelim derken basimizi belaya sokmayalim. Mesela kanserli hücrelerin sinirsizca çogalmasini saglayan bir enzimi sentezleyip cilt hücrelerinin ömrünü uzatma yönünde çalismalar mevcut. Dolayisiyla bu enzimin kullanildigi terapilerin çok dikkatli analiz edilmesi kansere yol açmayacagindan emin olunarak uygulanmasi gerekli. Insan ömrünün uzamasi sevindirici ancak ekonomiyi iflasa sürükleyecek bir nüfus patlamasi ve yasli bir toplum düsünüldügünde bir o kadar da korkutucu. Fakat biyolojik, mekanik ve nanoteknolojik terapilerin birlesimi yalnizca ömrümüzü uzatmakla kalmayip gençlik ve zindeligimizi de korumamizi saglayabilir. Böylece biyolojik yasiniz rutin kontroller, arindirma ve gerekli onarimla yilda bir kez yeniden kurularak seçtiginiz fizyolojik yasta kalmaniz saglanabilir.
Gelecekte büyük ihtimalle asagidaki yöntemlerin hepsini birden kullanarak ömrü uzatmak mümkün olacak:
1. Organlar eskidikçe veya hastalandikça doku mühendisligi ve kök hücreyle yenilerinin olusturulmasi, 2. Hücre onarimini arttiran, metabolizmayi düzenleyen, biyolojik saati yeniden ayarlayan ve oksidasyonu azaltan protein ve enzimlerden olusan karisimlar tüketilmesi 3. Gen terapisiyle yaslanma sürecini yavaslatan genlerde degisiklik yapilmasi, 4. Saglikli bir yasam tarzinin benimsenmesi (egzersiz, dogru ve iyi beslenme), 5. Kanser gibi hastaliklarin sorun olmadan yillar önce nanosensörlerce teshis edilmesi.
Nüfus ve Gida: Insan ömrü uzadikça, ortaya asiri nüfus sorunu çikar mi çikmaz mi kesin olarak kimse bilemez ama sonuç olarak toplumsal etkisinin büyük olacagina süphe yok. Genelde yasam süresi arttikça, insanlar kariyer pesine düsüp çocuk yapmayi erteler. Avrupa’nin yerli nüfusunun giderek azalmasi da buna bagli. Demek ki insanlar daha zengin ve daha uzun bir ömür sürerse daha az sayida ve daha geç yasta çocuk yapacaklar. Kimine göre insanlar dogal bir süreç olmadigi veya dinlerine ters düstügü için ömür uzatma teknolojilerine karsi çikacak. Ölüm olmasa yasamin anlamsiz olacagini söyleyen anket sonuçlari var ancak cevaplayanlarin hepsi genç ya da orta yasli. Halbuki acilar içinde mecburen ölümü bekleyen yaslilara sorsaniz bambaska bir yanit alabilirsiniz.
Son 300 yilda, modern tibbin gelismesi ve gida bollugu yaratan sanayi devrimiyle kesisen bir biçimde dünya nüfusunda ani bir artis oldu. 20.yy’da yeniden yükseldi ve 1950’de 2,5 milyardan 1992’de 5,5 milyara çikti. Su anda 6,7 milyar. Dünya nüfusuna her yil 79 milyon insan ekleniyor. Gida üretimi dogrusal biçimde nüfus ise katlanarak arttigindan tarih boyunca birkaç kez bir noktada kitlik bas gösterecek sanildi ancak ilkin 1800’lerde yeni kitanin kesfedilmesiyle gida tedarigi artti; 1960’lardan itibaren de yesil devrim kapsaminda uygulanan tarim yöntemleri sayesinde tahil üretimi %250 civarinda artti. Simdi nüfus aldi basini gidiyor ve bazilarina göre dünyanin gida üretiminin sinirina dayanmak üzereyiz. Kaygi verici bir sekilde, tahil üretimi de deniz ürünleri de azaltmakta. Geçenlerde, Ingiliz hükümeti basuzmani 2030’da gida ve enerji krizine dair uyarida bulundu. BM Gida ve Tarim Örgütü’ne göre dünyanin 2050’ye kadar eklenecek 2,3 milyar insani doyurabilmesi için gida üretimini %70 arttirmasi lazim yoksa felaket kapida. Bana kalirsa, bu tahminler sorunun esas boyutunu gözden kaçiriyor. Orta sinifa katilan yüzmilyonlarca Çinli ve Hintli de Hollywood filmlerinde gördükleri iki araba, sehir disinda villalar, hamburger vs. gibi lüksleri tüketme arzusunda. Ancak dünyanin kaynaklarinin, orta sinifin bu kadar kalabaliklasmasini kaldirmaya gücü yetmeyebilir. Bu sorunun üstesinden gelinebilmesi için kadinlarin bilincinin arttirilmasi ve yaygin dogum kontrolü umut verici olabilir. Eskiden bir tabu olarak görülen dogum kontrolü gelismis ülkelerde iyice yerlesti ve gelismekte olan ülkelerde de basarili olmakta. Çogunlugun 20 yasin altinda oldugu üçüncü dünyanin sorunu hizli nüfus artisi. Nüfusun ayni kalabilmesi için gereken oran aile basina 2,1 çocuktur. Bunun altinda veya üzerindeki oranlar mutlaka sorun yaratacaktir. Örnegin, Avrupa ve Japonya’nin derdi genel olarak nüfusun azalmasi ama yasli nüfusun artmasi. Bundan çikarilacak ders su: en iyi dogum kontrolü yüksek refah düzeyidir. Eskiden emeklilik veya sosyal sigorta hakki olmayan köylüler olabildigince çok çocuk yapardi çünkü bu tarlada çalisacak, gelir getirecek ve yaslandiklarinda kendilerine bakacak daha çok kisi demekti. Fakat orta sinifa giren bir köylü emeklilik hakki ve rahat bir yasam tarzini elde ettigi an, denklem tersine döner çünkü her çocuk hane gelirini ve yasam kalitesini düsürür. Ayni sekilde topraklarini birakip büyüksehre göç eden, varoslarda yasayip isçi olarak çalismaya baslayan bir aile için de her çocuk giderleri arttirdigindan ve sehirde çocuk yetistirmek çok masrafli oldugundan dogum orani azalir. Bu açidan hizli sehirlesmenin etkisi büyük. 1800’de nüfusun sadece %3’ü sehirlerde yasarken 20.yy sonunda bu %47’e çikmistir ve giderek artmaktadir. Ülkeler sanayilestikçe orta sinif yükselir ve insanlar gelismis Bati ülkelerindeki gibi daha az sayida çocuk istemeye baslar. Öte yandan genis çapli bir sehirlesme ve sanayilesme olmadigi halde, Banglades gibi fakir bir ülkede bile kadinlarin egitilmesi dogum oraninin 7’den 2,7’e inmesini saglamistir.
2040’ta dünya nüfusunun 9 milyara çikacagi tahmin edilmekte. Nüfus artmaya devam edecek olmasina ragmen, artis orani eninde sonunda azalacak ve düze çikacak. Iyimser bir bakisla, 2100’de 11 milyara sabitlenecegini söyleyebiliriz. Bunun gezegenin kaldirabileceginden fazla oldugu düsünülebilir ancak yeni bir yesil devrimin gerçeklesmesi muhtemel. Biyoteknoloji gida sorununa çözüm olabilir. Gerçi Avrupa’da gida mühendisligi ürünleri simdiden kötü bir nam saldi. Bunun hakli nedeni de biyoteknik gida sektörünün çiftçilere hem tarim zararlilarina karsi zirai ilaç satip hem de zararli böceklere dayanikli tohum satmasi oldu. Bu sektör için daha fazla kazanç demekti ancak tüketici için sofrasinda zehir anlamina geldiginden Avrupa pazari, büyük gida sirketlerinin elinde patladi. Yine de gelecekte kurak ve çorak kosullarda yetisebilecek sekilde gelistirilmis süper pirinç gibi tahillar piyasaya girebilir. Güvenli olduklari kesin oldugu sürece yüz milyonlarca insani doyurabilecek mahsullere karsi çikmak ahlaki açidan zor olacaktir.
Genetik bilim daha neler saglayabilir? Genetik mühendisleri hayvanlari klonlamayi bir adim daha öteye götürüp kromozomlarla oynayarak bir hayvanin DNA’sindan karsi cinsin de yaratilabilecegi, böylece nesli tükenmekte olan hayvanlarin çogaltilabilecegi kanisinda. Fosillerden alinan DNA ile mamut gibi nesli çoktan tükenmis olanlari bile yeniden canlandirmak olasi. Üstelik maymunlarla insanlar arasindaki “kayip halka”nin bulunmasi da söz konusu. Fosil ve DNA kanitlarina göre evrimsel olarak 6 milyon yil önce ayrildigimiz sempanzelerin DNA’si bizden sadece yüzde 1.5 farkli. Bu farki yaratan birkaç kilit gen halen detayli olarak incelenmekte ve belki de bizi insan yapan genlerin ve bunun tam olarak nasil meydana geldiginin kesfedilmesine ramak kaldi. Ayrica kus ve sürüngen gibi evrimde iki farkli yöne ayrilmis hayvanlarin DNA zincirinde uyumaya çekilmis genlerini tekrar aktive ederek dinozor özelliklerini yeniden olusturmak mümkün olabilir. Kafamiza göre yeni yasam formlari ve melez türler yaratabilir miyiz sorusuna gelince teoride mümkün ancak binlerce gen isin içine girdigi için su anda yapabilecegimizin çok ama çok ötesinde. Bilimin hayvanlar alemini degistirmesi için daha çok yol gitmesi lazim.
Bulasici Hastaliklarin Gelecegi ve Mikroplarla Savas: Tüm hastaliklari iyilestirmek insanligin en eski hedeflerinden ama 2100’e gelindiginde bile hepsine çare bulamamis olabiliriz. Çünkü çok sayida hastalik var ve bazi hastaliklar, biz çaresini bulamadan daha, süratle mutasyona ugramis olur. Bazen insanoglundan milyarlarca yil önce de varolan ve biz yokolduktan sonra da varolmayi sürdürecek bakteri ve virüslerle dolu bir deryada yasadigimizi unutuyoruz. Yaklasik 10 bin yil önce hayvanlari evcillestirdigimizde pek çok hastalik insanlara da bulasabilir hale geldi. Sehirlesmenin artmasiyla da insan nüfusu arasinda salgina dönüsebilecek imkani buldu. Mesela son yillarda basimiza dert olan H1N1 grip virüsü mutasyon geçirmis kus gribi ve domuz gribi dalgasidir. Ama bu hastaliklarin insanlarda görülmesinin ve salgina dönüsmesinin nedeni, insanlarin giderek yayilarak dogal yasam alanlarini isgal etmesi; ormanlari keserek yeni yerlesim yerleriyle fabrikalar kurmasi. Ayrica salginlar, havayolu ulasimi ve klimalarin kullaniminin yayginlasmasiyla çok daha büyük kitlelere bulasma imkani bulmakta. Bu yüzden daha önce adini bile bilmedigimiz, daha önce sadece yöresel etkisi olan Ebola gibi bulasici hastaliklar her geçen gün artarak mansetlere tasiniyor. Insan nüfusu artmaya ve yayilmaya devam ettigine göre yeni hastaliklarla karsilasmak sasirtici olmaz. Demek ki, birçok yeni salgin bize kötü sürprizler yapabilir ve bunlarin çaresini bulmakta geç kalinabilir. Aslina bakarsaniz siradan nezlenin bile çaresini bulmus degiliz. Piyasadaki soguk alginligi / nezle ilaçlari yalnizca semptomlari geçirir ancak tedavi etmez yani hastaliga sebep olan virüsü öldürmez. Nezle virüsünün 300 farkli türü oldugundan hepsi için asi üretilmesi de çok maliyetli. HIV içinse durum daha fena. O kadar hizli mutasyona ugruyor ki bir türüne asi gelistirildiginde, virüsün yapisi degismis oluyor. Sonuç olarak gelecekte pek çok hastaligi iyilestirmeyi basaracak olmamiza karsin, en ileri bilim-teknolojiyi bile alt edecek bazi hastaliklar her zaman olacak.
Tarih boyunca insanlarin bulasici hastaliklari düsmanlarini toptan katletmek için kullandigina rastlanir. Artik modern teknolojiyle milyonlarca insani öldürebilecek mikroplar üretmek olasi. Öncelikle sunu belirtmek gerekir; DNA arastirmasi söz konusuysa hücuma veya savunmaya yönelik teknoloji diye ayirim yapmak mümkün degil. Genlerle oynamak iyiye de kullanilabilir kötüye de. Genetik mühendisligi o kadar gelisti ki, ABD ile SSCB arasinda 1972’de imzalanan biyolojik savasi yasaklayan anlasma geçerliligini çoktan yitirdi. Artik silah yerine kullanilabilecek ölümcül ve yayilimci mikroplar üretmek mümkün. Üstelik bazi uzmanlara göre birkaç on yil içinde gelistirilebilecek bir makine sayesinde istenen özellige sahip DNA’yi otomatik olarak olusturmak mümkün olabilecek. Böylece bir lise ögrencisi bile yasam türleri üzerinde istedigi deneyi yapabilecek hale gelebilir. En kötü senaryo, mesela grip virüsünün genlerini HIV’e aktarip havadan bulasan AIDS yaratmak olabilir. Gelecekte terörist bir grubun veya bir devletin AIDS’i silah olarak kullanmasina engel olacak tek sey, kendilerinin de virüsü kapip ölecegi gerçegi olabilir. Simdiye kadar biyolojik savasi kisitlayip kontrol altinda tutan, hesaplanamayan sonuçlari yüzünden menfaatlere ters düsmesi. Örnegin, 11 Eylül sonrasi taninmis politikacilara gönderilen zarflardan çikan zehrin asiri öldürücü hale getirilmis bir madde oldugunun anlasilmasi da ileri biyoloji egitimine sahip birinin tüm ulusu terörize edebilecegini göstermek açisindan anlamli bir olay.
Cesur Yeni Dünya Genetik kaderimizi elimize alacagimiz 2100 itibariyle, akibetimizi Aldous Huxley’in ünlü romani “Cesur Yeni Dünya”da 2540 için öngördügü berbat ortamla karsilastirmamiz gerek. 1932’de Ingiltere’de basildiginda toplumda sok ve dehset yaratan kitapta anlatilanlarin, insan klonlama kismi hariç, su ana kadar tüp bebek, dogum kontrolü, uyusturucu ve çesitli ilaçlarin siradanlasmasi gibi çogu gerçeklesti. Huxley, teknolojinin insanligi yoksulluktan, cehaletten ve hastaliktan kurtarmak yerine yozlasmis yapay bir istikrari zorla kabul ettiren bir kabusa sürükledigi ve bunun tüm insan toplumunu kölelestirme ugruna gerçeklestigi bir gelecek tablosu çizmisti. Birçok yönden dogru noktalara deginen Huxley, genetik mühendisligini kestirememisti bunu da tahmin etseydi çocuklarin genleriyle oynasan maymun istahli ebeveynlerle namussuz hükümetlerden endiseyle dem vururdu. Su anda bile çocuklarina acayip kiyafetler giydirip saçma sapan yarismalara sokanlar var; kendi kaprislerine göre genlerini neden degistirtmesinler diye endiselenmek mümkün. Bu tip konularda neyin yanlis gidebilecegine dair örnek olmasi için ultrasonu ele alalim. Tibbin gebeligi takip etmek için gelistirdigi bu teknoloji, bilhassa Çin ve Hindistan’da bebeklerinin cinsiyetinin kiz olacagini ögrenen çok fazla sayida çiftin kürtaj yaptirmasina yol açti. Bu akil almaz karari veren ailelerin ogullari büyüdüklerinde etrafta evlenecek kiz olmayacak ve soyumuzu sürdürsün mantigiyla oglan isteyen bu ailelere torun doguracak kadin bulunamayacak. Bu durumun toplumlari alt üst edecek sonuçlar dogurmasi kaçinilmaz. Insanlarin teknolojiyi kötüye kullanmasina bir örnek de ABD’den. Aslinda çok kisa boylu çocuklarda hormon eksikligini düzeltme niyetiyle kullanilan büyüme hormonu HGH’nin yaslanmaya karsi etkili oldugu iddiasina aldanan çok sayida insan, internet ortaminda bir karaborsa yaratmis ve aslinda kendileri de gençlesecegim diye kobay durumuna düsmüs halde. Demek ki, insanlar firsatini bulduklarinda teknolojiyi siklikla kötüye kullanip büyük boyutta zarar ziyana neden olacak. Peki ya genetik mühendisligini ele geçirirlerse ne olur? Magara insani kuralina dayanarak insanlarin genelde insan dogasina aykiri olan teknolojileri reddettiginden bahsetmistik. Buna bagli olarak, insanlar normalin disinda görünen ve akranlarinca hilkat garibesi olarak nitelenecek çocuklar istemeyebilir. Genlerle oynanmasi kalici bir degisime yol açacagindan ebeveynlerin, çocuklarinin toplumdaki basarilarini olumsuz etkileyecek seylerden kaçinmalari muhtemel.
Asrin sonuna dogru, çiftlerin çocuk yapmadan önce ortak gen havuzlarindan seçim yaparak kalitimsal hastalik gibi istenmeyen özellikleri ayiklamalari çok daha yüksek ihtimal. Buna kismen gen degistirme de dahil olabilir. Asil tehlike tüketici talebinden o kadar degil de genetik mühendisliginden dayanikli ve daha itaatkar askerler yaratmak gibi kendi amaçlari için faydalanmak isteyecek diktatör yönetimlerden gelebilir. Bir sonraki yüzyil hatta daha sonrasi için düsünülmesi gerekebilecek baska bir meseleyse, yeni bir insan türü yaratma geregi olabilir. Baska gezegenlerde koloniler kurma vakti geldiginde, insanin özelliklerini dünyaninkinden farkli atmosferlere göre uyarlamak dolayisiyla genleri degistirmek gerekebilir. Uzay teknolojisinde çigir açici buluslar olmadikça, uzun süre daha büyük ölçüde dünyaya kisilip kalmis olacagiz. Önümüzdeki on yillarda uzay yolculugu astronotlara, çok zenginlere ve belki de koloni kurmak için görevlendirilecek bir avuç insana özgü olacak.
IV.Bölüm : NANOTEKNOLOJI “Son derece küçük olmanin önemi son derece büyüktür.” Louis Pasteur Insani hayvanlardan ayiran alet kullanabilme yetisi sayesinde giderek daha fazla gelistirdigimiz teknolojiler günümüzde devrim niteliginde yeni makineler tasarlayarak doruga ulasmamizi sagladi. Fakat bunun aydinlanmanin mi yoksa kaosun yolunu mu açacagini kestirmek güç. Okla yaydan baslayarak etkin avciliga geçisin ardindan metallerin islenmesinin yol açtigi degisimle sonunda imparatorluklarin kurulmasi, alet kullanmadaki ustaligimizin kaderimizi belirlemis oldugunu kanitlamakta. Simdiyse benzeri görülmemis güçte baska bir teknolojide uzmanlasmanin esigindeyiz. Her seyi olusturan atomlar üzerinde uzmanlasacagiz. Bu yüzyil içinde, nanoteknoloji sayesinde atomlari yönetebilecek hale gelebiliriz. Bu ikinci bir sanayi devrimi anlamina gelebilir. Çünkü moleküler imalatla, bugün ancak hayalini kurabildigimiz elektronik ve manyetik özelliklere sahip asiri dayanikli, asiri hafif seyler üretebiliriz. Nanoteknoloji sayesinde evrenin, doganin yapi taslari atomlarla her seyi olusturabiliriz. Tip, sanayi, havacilik ve ticaret alaninda uçsuz bucaksiz bir uygulama potansiyeli olan bu teknolojiyi çok ciddiye alan ABD hükümeti, Ulusal Nanoteknoloji Insiyatifi arastirmalarina 1,5 milyar $ ayirdi. Devlete bagli Ulusal Bilim Dernegi’nin açiklamasinda nanoteknolojinin insan performansini arttirma, malzeme, su, enerji ve gidaya yönelik sürdürülebilir kalkinma saglama, zararli bakteri ve virüslerden korunma gibi pek çok imkan yaratacagi belirtildi. En nihayetinde dünya ekonomisi ve uluslarin kaderi buna bagli olabilir. 2020 veya az sonrasinda silikon devri sona ereceginden bilgisayarlara güç saglayacak çözüm nanoteknolojiden gelebilir.
Henüz emekleme evresindeki nanoteknoloji simdiden ticari açidan bir patlama yaratmis durumda. Herhangi bir ticari malin üzerine birkaç molekül kalinliginda incecik bir kat kimyasal püskürtülmesiyle malzemenin pasa çok daha dayanikli hale getirilmesi veya optik özelliklerinin degistirilmesi mümkün. Günümüzde nanoteknolojik islem uygulanmis ticari mallar arasinda leke tutmayan giysi, yeni nesil ekranlar, daha dayanikli metal kesiciler ve çizilmeye dayanikli kaplamalar sayilabilir. Önümüzdeki yillarda, performans artirmak için nanoteknolojik olarak mikro düzeyde kaplanmis yeni ürünler piyasada olacak. Nanoteknolojinin bir sekli olan, igne ucu kadar minicik makine parçalari diyebilecegimiz mikroelektromekanik sistemler (MEMS) hepimizin hayatina girmeye basladi bile. Yazici kartuslarindan, ani freni algilayarak hayat kurtaran hava yastigi sensörlerine, uçak ve otomobil jiroskoplarina kadar kapsamli kullanim alani bulunan dünya çapinda 40 milyar dolarlik kârli bir endüstriye dönüsmüs durumda.
YAKIN GELECEK (günümüzden 2030’a kadar) Gelecekte nanoteknoloji kanseri tümör olusturmadan önce tespit edecek, nanopartiküller de kanimizda dolasarak hastalikli hücreleri yok etmekte kullanilacak. Bu teknolojinin temeli su anda atilmakta. Yakinda tip alaninda çigir açacak çesitli nanoaygitlar gelistirilecek. Vücuda zerkedilerek kan dolasimi içinde seyredebilen nanomakineler yapilmasi mümkün. Miknatislarla yönlendirilen hap boyutunda kameralarla bedenin içini görüntülenerek varsa tümör veya polipler belirlenebilecek. Bu minik aygitlar sayesinde içeriden biyopsi veya kesisiz ameliyat yapmak da mümkün olacak. Molekül boyutundaki nanopartiküller, saglikli hücrelere dokunmadan dogrudan kanserli hücreleri hedefleyen ilaç tedavisi uygulanmasina olanak verecek ve böylece kanser tedavisinde devrim yaratacak. Dolayisiyla ciddi yan etkileri olan kemoterapi gibi tehlikeli yöntemlere gerek kalmayacak. Isin baska bir güzel tarafi da nanopartikülleri üretmek için kocaman kimyasal fabrikalarina filan gerek olmamasi. Çesitli kimyasallarin kontrollü bir ortamda dogru sirayla yavasça karistirilmasinin sonucunda nanopartiküller kendiliginden bir araya gelmekte. Üstelik fareler üzerinde yapilan deneylerde prostat, meme ve akciger kanseri tümörlerine karsi etkinligi kanitlandi. Hasta insanlar üzerinde klinik deneyler birkaç yil içinde baslayacak. Nanopartiküller yalnizca kanserli hücreyi hedef alip ilaç vermekle kalmayacak, bulduklari yerde yok edebilecek hale gelmeleri de olasi. Lazerle verilen belli bir frekanstaki isini kanserli hücreleri parçalamak için kullanabilirler. Örnegin Sikago Üniversitesi’ndeki çalismalar, titanyum dioksiti dogal olarak kanserli hücreyi bulan bir antikora yükleyip, bu islemi gerçeklestirmenin mümkün oldugunu ve bu yolla kanserli hücrelerin %80 oraninda yol edilebildigini ispatladi. Ayni uzmanlar, ufacik manyetik diskler tasarlayip bunlari kanserli hücrelere yönlendirdi. Bu nanomiknatislar, 10 dakikalik titresimlerle kanserli hücreleri sarsip hücre duvarini delerek kanserli hücrelerin %90’ini yok etmeyi basardi.
Kaliforniya Üniversitesinde fareler üzerinde yapilan bir çalismada kizil ötesi isin yayan altin partikülleriyle cilt kanseri hücrelerinin yok edilmesinde basari kaydedildi. Bir sonraki adim bedenimizde yönlendirilebilir sekilde seyredebilen moleküler robotlar olacak. Bunlar kanimizda sürekli devriye gezip hastalik yapabilecek herhangi bir patojen bulunca müdahale edebilecek. Banyonuzdan tutun giysilerinize kadar her yere yerlestirilebilecek DNA çipleri sayesinde saglik durumunuz devamli kontrol ediliyor olacak ve tehlikeli bir durum olusmadan önce saptanabilecek. Mesela dislerimizi her firçalayisimizda check-up yaptirmis olacagiz. Basli basina laboratuvar görevi üstlenen bu çipler, hastaliklarin teshis masraflarini da etkileyecek. Su anda yüzlerce dolar tutan ve haftalar sürebilen biyopsi veya kimyasal analizler ileride cüzi bir maliyetle 5 dakikada yapilabilecek.Silikon Çagi Sonrasi: Silikon transistörlerin sonunu getirecek olan, baglanti telleri ve katmanlarin atom boyutuna inmesi olduguna göre bastan baslayip, atomlari kullanmak en mantiklisi. Silikon devri kapandiginda, bilgisayar teknolojisinin temelini olusturan silikonun yerini almaya aday maddelerden biri, karbon. Çelikten daha dayanikli oldugundan ve elektrik ilettiginden ileride bilgisayarlarin da karbon bazli yapilmasi muhtemel. Simdiden sanayiye girmeyi basaran karbon nanotüpler, bu özellikleri nedeniyle yüksek miktarda elektrik aktaran kablolarin yapiminda kullanilmakta. Saf karbon atomlarindan olustugu için en dayanikli dogal mineral olan elmasa benzer sekilde karbon nanotüpler de saglamliklarini düzenli atom yapisina borçlu. Silikon çip yerine geçebilecek bir baska malzeme atomik transistör olabilir. Moleküler transistörler su anda zaten var. Ayrik moleküllerden yapilmis transistör ürettiklerini açiklayan firmalar oldu ancak ticari olarak geçerli olmasi için dogru sekilde baglanmalari ve seri olarak üretilmeleri gerekli. Iddiali baska bir öneri de hesaplama ve bilgi depolamayi ayrik atomlar üzerinde yapan kuantum bilgisayarlar. Dijital bilgisayardan çok daha güçlü ve hizli olma potansiyeline ragmen kuantum bilgisayara geçis yapilamamasinin nedeni sürekli dönmekte olan atomlarin hassas dengesinin ve ahenginin disaridan en ufak bir etkenle bozulabilecek olmasi. Bu sorunun ne zaman çözülebilecegini kimse bilmiyor ancak 2050’ye kadar bir yol bulunacagi umulmakta. Ortada o kadar büyük bir pazar var ki uzmanlar çesitli tipte bilgisayar tasarimlari gelistirmekte: bunlar arasinda elektronlar yerine isinlar üzerine hesaplama yapan optik bilgisayar veya dijital bilgisayardan daha fazla bilgi depolayabilen DNA bilgisayar sayilabilir.
YÜZYIL ORTASI (2030-2070) 2050’de nanoteknoloji her yanda olacak ama farkinda bile olmayacagiz. Neredeyse her ürün moleküler imalat teknikleriyle gelistirilmis oldugundan daha dayanikli, daha iletken, daha esnek vs. olacak. Çevreye yerlestirilmis nanosensörler bizi koruyup yardim edecek. Sokakta yürürken her sey ayni görüneceginden nanoteknolojinin dünyamizi degistirdigini tam olarak farkedemeyecegiz. Ancak elbette çok bariz etkileri de olacak. Su anki teknolojiyle somut bir nesneyi degistirmek mümkün degil ancak asrin ortasina geldigimizde bir tür sekil degistirme teknolojisi siradanlasabilir. Maddeler programlanabilir olunca böylece bir nesnenin seklini, rengini bir dügmeye basarak degistirmek mümkün olabilecek. Bu teknolojinin en Ilkel halini neon isikli tabelalarda görmek mümkün. Bir üstü ise LCD ekranlar. Aslinda bunun da mantigi, sivi kristal içindeki elektrik akiminin düzenlenerek ekranda renkler ve sekiller yaratilabilmesinden ibaret. Bu teknolojiye önderlik eden baslica sirketlerden Intel’in çalismalari somut bir nesnenin seklinin degistirilmesine yönelik. Katom denilen kum tanesi kadar bir bilgisayar çipi yaratip bunlarla yüzeydeki statik elektrigi degistirmeyi saglamak. Örnegin otomobil tasarimi, havayolu mühendisleri, sanatçilar, mimarlar ve 3 boyutlu modelleme yapmak zorunda olan herkes katomlardan kolayca kalip çikarip istedikleri gibi degistirebilecekler. Programlanabilir madde akilli olacak; bazi sekilleri hatirlayabilecek; yeni fikirlere uyum saglayabilecek ve tasarimcilarin isteklerine karsilik verebilecek. Böyle bir teknoloji tüketim mallarini da derinden etkileyebilir. Düsünün bir, herhangi bir mali sadece yeni yazilim yükleyerek yenilemek, eskileri yeniye dönüstürmek mümkün olabilecek. Mobilyalari ve elektrikli cihazlari internetten indirilecek bir programla son model esyalara dönüstürmek mümkün olabilir. Bir dügmeye basarak evin dekorasyonu degistirilebilecek. Mallarin çogu eninde sonunda yazilim programlarina indirgenerek internet üzerinden yüklenebilir hale gelecek. En güzeli de çöpe atilanlar azalacak. Çünkü bir seyleri kolayca yeniden programlayip istediginiz hale sokabilecekseniz atmaniza gerek kalmaz. Ancak bu vaatlerin yaninda, milyonlarca katomun hareketinin nasil ayarlanacagi, programlanabilir maddeye bilgi yüklerken karsilasilabilecek bant genisligi problemi gibi bu teknolojinin gerçeklesmesine engel olabilecek sorunlar da mevcut. Çözüldü diyelim, o zaman yüzyil sonunda binalarin ve sehirlerin bir dügmeye basmakla sifirdan yükselivermesi olasi.
UZAK GELECEK (2070-2100) Her türlü seyi yaratabilecek güçte moleküler birlestirici veya çogaltici bir aygit gelistirilebilir. Mesela çamasir makinesi büyüklügünde bir makineye ham maddeleri koyup içindeki nanorobotlarca moleküllerine ayrilmasi sonra da yepyeni bir ürüne dönüstürülmesi teoride mümkün. Böylesine bir aygitin icadi, mühendislik ve bilimin en büyük basarisi olabilir. Önemli olan bu varsayimsal moleküler robotun kendini çogaltabilecek özellikteki ilkini yaratmak. Çünkü atomlari ayirip yeniden baska bir sekilde birlestirilebilmek nanobotlarla mümkün olabilir. Ama atom düzeyinde kuantum fizigi baskin oldugu için bunun gerçeklestirilip gerçeklestirilemeyecegi tartismali. Nanobotlarin moleküler cimbizlarla atomlari ayirip birlestirecegini varsaymak naif bir düsünce. Molekül aleminde ise dahil olan yeni kuantum kuvvetleri göz önüne alinarak farkli bir yöntem bulunmasi lazim. Aslina bakilirsa bu çogaltici/replikatör su anda var olmasa da baska bir versiyonu mevcut: Tabiat Ana’nin yiyip içtiklerinizi birlestirip 9 ayda bebege dönüstürmesi buna benzetilebilir. Çünkü bu süreç, bebegin genetik koduna sahip DNA moleküllerince yürütülür ve ribozomlar gidadan alinan proteinler ve amino asitleri kullanarak moleküllerin dogru siralanmasi saglar. Moleküler birlestirici ve replikatör için kendi kendine biraraya gelme veya asagidan yukariya yaklasim kullanilabilir. Yine Tabiat Ana’dan örnek verecek olursak, kar tanelerinin kristallesmesi gibi, biyolojik sistemlerde kendi kendine biraraya gelme dogal bir süreçtir. Vücudumuzdaki bakteri miktari arttiginda ya da mikrop aldigimizda bagisiklik sistemimizin ürettigi antikorlar ve akyuvarlarin isleyisi de nanobotlarin kontrolsüz çogalmasini önleyecek bir yöntem gelistirilmesinde yol gösterici olabilir.
Yüzyil sonunda otomatik montaj tekniklerinde uzmanlastigimizda çogalticilarin ticari uygulamalariyla ilgili de düsünebilecegiz. Ancak olasi sosyal etkilerini düsünürsek gerçekten de iste o zaman dünya artik bildigimiz dünya olmaz. Çünkü kitlik ve yoksulluk ortadan kalkar, toplumu belirleyen unsurlardan biri olan refah dagilimi degisir. Feodalizm bir avuç aristokratin yoksul köylülere karsi servetini korumasina dayalidir. Kapitalizm enerjik, üretken insanlarin emeklerinin karsiliginda ödüllendirilmesi, sirketler kurmalari ve zenginlesmelerine dayalidir. Fakat eger tembel, üretmeyen bireyler dügmeye basarak istediklerini edinebilecekse kapitalizm isleyemez hale gelir. Statü ve siyasi güç kavramlari eriyip gider. Bu ayni zamanda kusursuz toplum kurmayi da akla getiriyor. Çogaltici sayesinde daha önceki denemelerin yetersizlik ve kitlik yüzünden esitsizlige, çöküse neden olup basarisiz oldugu ütopyaya ulasmak mümkün olabilir. Sanat, müzik ve siir serpilip gelisir ve insanlar hayallerinin pesine düsüp düslerini gerçeklestirmeye çalisir. Öte yandan insanlar her istediklerine sahip olup imkanlarin yetersiz olmasinin verdigi motivasyondan mahrum kalinca simarik ve yozlasmis bir toplum meydana gelebilir. Sadece bir avuç insan sanat yapmaya çalisir, gerisi bir ise yaramayan miskinlere dönüsebilir. O zaman bu ütopyacilarin sosyalizm tanimina da uymaz. Sosyalizmin düsturu “Herkesten becerisine göre, herkesin katkisi kadar” veya Komünizmin düsturu “Herkesten becerisine göre herkese ihtiyaci kadar” geçerliligini yitirecegine göre; dolayisiyla herhangi bir katki veya ihtiyaç söz konusu olmayacagi için durumun “herkese istedigi kadar”a dönüsecegine dair kaygilar elestirmenlerce dile getirilmekte. Ancak yine magara insani kuralini göz önüne alalim. Ilkel toplumlar komün halinde yasiyordu ve hem emegi hem de erzagi paylasiyordu. Maas ve is gibi kavramlar yoktu ama insanlar çalismaya devam etti. Sadece aç kalmamak için degil, ayni zamanda yaptiklariyla gurur duymaya baslayip islerine anlam yükledikleri için de üretmeyi sürdürdüler. Üstüne düseni yapmayan toplumun disina itileceginden ve es bulup genlerini bir sonraki nesle aktaramayacagindan üretken olmaya yönelik yogun bir toplum baskisi vardi. Bu açidan bakildiginda çogaltici icat edildiginde ve herkes istedigini edinebildiginde insanlar yine de üretken olacaktir. Öncelikle kimse aç kalma korkusuna kapilmayacagi için insanlarin sadece istedikleri ve becerilerine uygun isi yapmasi ve bundan gurur duymasi muhtemel. Toplum baskisi o kadar yogun olmayabilir ama onun yerine farklilasan egitim sistemi, insanlarin çalismaya ve karsiligini almaya yaklasimlarini degistireceginden çogalticinin istismari önlenmis olacak. Bunun icat edilmesine bir asir ya da daha uzun bir süre oldugundan toplumun çözülmemesi için bu teknolojinin etkilerini ele almak ve buna alismak için bol vakti olacak.Nanoteknoloji, serbest piyasaya sürülüp kitlesel bir teknoloji olmak yerine çok pahali kontrollü ortamlarda gelisip doruga çikacak. Bu makinelerin karmasikligi göz önüne alinirsa maliyetin düsmesi on yillar alacak. Daha önce bahsettigimiz tekillik kuramindan süphe duyulmasina bir neden de insan dogasiyla sosyal dinamiklerin çok karmasik olmasi ve basit bir teoriye oturtulmak için fazlasiyla kestirilemez olusu. Fakat önemli nanoteknolojik gelismeler, bilhassa çogaltici ve robotlarla eninde sonunda bolluk içinde yasayan bir dünya toplumu olusturabilir. Çalismak gerekmedigi kadar zenginlik içinde yasayan bir toplum nasil davranir diye sorarsak; çalismasalar bile herkesin düzgün bir yasam sürmesine yetecek kadar refah olacagindan ve maddi ihtiyaçlarimizi karsilayan teknolojiye sahip olacagimizdan bir kisim insanin miskinlesmesi kaçinilmaz. Ancak bunu telafi edecek baska bir unsur, iflas etme, geçim sikintisi ve yoksullasma korkusundan siyrilan çaliskan insanlar daha çok insiyatif ve risk alip girisimlerde bulunacak ve yeni endüstrilerle yeni imkanlar yaratacak. Bu toplumsal açidan yeni bir Rönesans demek. Çünkü insanin yaratici ruhu korkularindan kurtulmus olacak. Düsünüldügünde bilim insanlari, sanatçi ve entellektüeller de kazanç degil yalnizca hayallerinin pesinden kosar ve yaraticilikla insan ruhunu yüceltmeye önem verir. Bu yüzden 2100’de maddi anlamda büyük refah içinde bir topluma dönüsürsek toplumun benzer sekilde davranacagini ve bir kisim insan miskinlesse de, bir kismi yaraticiligin ruhsal tatminini maddiyata tercih edecek ve büyük kismi da genetik mirasimizda bulunan sadece faydali olmak için çalismaya devam edecek.
V. Bölüm – ENERJI Tas devri taslar tükendiginden bitmedi. Petrol devri de dünyadaki petrol kaynaklari tükenmeden çok önce sona erecek. James Canton Bahsettigimiz mucizevi teknolojilerin isleyebilmesi için engin bir enerjiye ihtiyacimiz olacak. Halen, neredeyse tümüyle fosil yakitlara bagimliyiz. Toplam enerji tüketimimiz 14 trilyon vat. Bunun %33’ü petrol; %25’i kömür; %20’si dogalgaz; %7’si nükleer; %15’i biyokütle ve hidroelektrik; %5’i ise günes ve yenilenebilir enerji kaynakli. Fosil yakitlar bitince dünya ekonomisi aksayacak. Shell petrol mühendisi M. King Hubbert’in 1956’da öngördügü kaçinilmaz sona giderek yaklasmaktayiz. Dile getirdiginde tiye alinan Hubbert’in tahminlerinin hepsi çikti. Bugün, ABD petrolün %59’unu ithal etmekte. Dünyanin 50 yil içinde petrol rezervlerinde zirve yapacagi öngörüsü bugünkü durumla örtüsmekte. Enerji alanindaki uzmanlar, çok yakin gelecekte geri dönüsü olmayan hizli düsüs dönemine girecegimiz görüsünde. Elbette yeni petrol yataklari bulma ihtimali var ama petrol çikarip islemenin maliyeti gitgide daha çok yükselecek. Mesela Kanada’da büyük zift kumu rezervleri mevcut ama bunlari çikarip rafine etmek maliyet etkin degil. ABD, kömür yataklarini da kullanamaz. Çünkü çevreyi kirletici gazlarin ayristirilmasi çok zahmetli bir islem ve buna yönelik yasal kisitlamalar mevcut. Sürekli bahsedilen kanitlanmis petrol rezervleri söylemininse uzun süre yetecek petrolümüz olduguna dair bizi telkin etmek için siyasi baski altindaki yetkililerce, uyduruldugu anlasilmis durumda. Artik enerji bakanlari da petrol mühendisleri de endiseli. Petrol içinde yüzüyor gibi görünen Suudi Arabistan’a ve diger Körfez ülkelerine bakinca asiri lüzumsuz ve fahis enerji harcandigini görmek isten degil. Çölün ortasinda devasa fiskiyeli havuzlar, Dubai’deki binlerce ton yapay kar kapli kapali kayak rampasi gibi saçmaliklar için israf edilen enerjinin haddi hesabi yok.
Öte yandan yeni petrol rezervlerinin bulundugu bölgeler siyasi açidan istikrarsiz. Politik gerginlik, spekülasyon, söylentiler vs. nedeniyle ortalama petrol fiyati, arada oynamalara ragmen, uzun vadede yükselmeye devam edecek. Bu ekonomiyi muazzam biçimde etkileyecek. Enerji fiyatlarindaki artis gida stoklari ve çevre kirliligi kontrolünde de baski yaratacak. Zaten gida ve çevre sorunlari dogrudan enerji meselesiyle baglantili. Yeterli enerji olursa istedigimiz kadar gida üretebiliriz ve çevreyi kirleten atiklari geri dönüstürebiliriz. Daha önce bahsettigimiz gibi dünya baska bir sorunla daha karsi karsiya: Çin ve Hindistan’da orta sinifin yükselisi. Artik onlar da Amerikan rüyasini yasama yani müsrifçe enerji tüketme arzusunda. Bu beraberinde petrol ve emtia fiyatlari üzerine büyük baski getirmekte.
20.yy’da modern uygarligin hizli yükselisi ucuz petrol ve Moore yasasina dayaniyordu. Belli ki, ikisinin de sonu yaklasti. Simdi sanayi de devletler de petrolün yerini ne alacak diye soruyor. Henüz net bir cevap yok. Kisa vadede fosil yakitlarin hemen yerine geçebilecek tek bir sey olmayacak ve muhtemelen çesitli enerji tipleri birlikte kullanilacak. Fakat sonuç olarak, ileride çocuklarimiz dönüp bu döneme baktiklarinda, fosil yakitlari, büyük ihtimalle bizim balina yagini gördügümüz gibi geçmiste kalan talihsiz bir hata olarak görecek.
Enerjiyle ilgili ileride ne olabilecegine bakmadan önce yüzyil öncesine geri dönelim. 1900’lerde iki yakin dost olan Henry Ford ve Thomas Edison gelecegin yakitinin ne olacagina dair iddiaya girmis. Ford, içten yanmali motorlarin pistonlularin yerine geçmesiyle kömürün yerini akaryakitin alacagini söylerken; Edison ise elektrikli arabayi savunmus. O zamanlar akaryakit olarak kullanilan balina yagini elde etmek asiri zorlastigindan bir süreligine iddiayi Edison kazanacak gibi görünmüs. Fakat Orta Dogu ve baska yerlerde ucuz petrol yataklarinin bulunmasinin ardindan piller benzinin olaganüstü basarisina yetisemeyince zafer Ford’un olmus. Zaten ondan sonra dünya bir daha eskisi gibi olmadi. Ama simdi gidisat yine degismekte. Belki de aradan bir asir geçmesine ragmen asil kazanan Edison olacak.
YAKIN GELECEK (günümüzden 2030’a kadar) Solar/Hidrojen Ekonomi: Petrolün yerini almaya en büyük aday, günes, rüzgar, hidroelektrik ve hidrojen gibi yenilenebilir enerjilere dayanan solar/hidrojen enerji. Mevcut durumda, günes pillerinin ürettigi elektrigin maliyeti kömürden elde edilen elektrikten birkaç kat fazla. Ancak devamli artan teknolojik ilerlemeye bagli olarak yenilenebilir enerjilerin maliyeti düserken, fosil yakitlarin fiyatlari agir yükselisini sürdürmekte. 10-15 yil içinde çakistiklarinda gerisini piyasa güçleri halledecek. Kisa vadede galip gelenler rüzgar gibi yenilenebilir enerjiler. Eskiden ufak oyuncu olarak görülen rüzgar enerjisi giderek önem kazanmakta. Her geçen gün artan verimlilik ve üretimle enerji piyasasinin en hizli büyüyen sektörü. Dünya çapinda 2000’de 17 milyar vat olan kapasite 2008’de 121 milyar vata çikti. Çevreyi kirletmeyen ve güvenli olan rüzgar türbinlerinin teki, 5 megavat elektrik üretebiliyor yani bir tanesi bir köye yeter. 100 tanesinden olusan büyük bir rüzgar enerjisi santrali (RES) 500 megavat elektrik üretir ve bu bir termik santrale veya nükleer santralin ürettigi 1000 megavatla kiyaslanabilir. Geçtigimiz on yillarda rüzgar enerjisinde dünya lideri olan Avrupa simdi ABD’nin gerisinde kaldi. 2009’da ABD, 28 milyar vat rüzgar enerjisi üretti. Bunun 8 milyarini tek basina üreten Teksas eyaletinin hedefi, yeni RES’ler kurup 50 milyar vatla 24 milyonluk eyalet nüfusunun ihtiyacini fazlasiyla karsilamak. Çin’e bakarsak yakinda ABD’yi geçer. 127 milyar vatlik kapasiteye sahip alti RES kurmakta. Gelecekte iyice artacak olan rüzgar enerjisinin dezavantaji sadece bazi bölgelere uygun olusu ve elektrik aktarimindaki kayiplar yüzünden RES’lerin sehirlere yakina kurulmasi zorunlulugu.
Aslinda tüm enerjinin kaynagi günestir. Petrol ve kömür bile milyonlarca yil önce fosillesen, konsantre günes isinlarindan ibaret. Bu yüzden bir galon benzinde bulunan konsantre enerji, pile doldurulabilecek enerjiden kat be kat fazla. Halen, bir asir önce Edison’un önüne çikan temel sorunla karsi karsiyayiz. Günes isinlarini dogrudan elektrige çeviren günes pillerinin verim orani %15 civarinda. Bunu çözmek için günes pillerinin etkinligini arttirip imalat ve kurulum maliyetini düsürmeye çalisilmakta. Mesela tüm Arizona’yi günes panelleriyle kaplamak ABD’nin toplam elektrik ihtiyacini karsilar ancak bu pratik bir çözüm olmaz. Lakin, Avrupalilarin elektrik ihtiyacini karsilamak için aniden yatirimcilarin ilgi odagi olan Sahra çölündeki büyük arazilere devasa günes panelleri kurulmakta. Esasinda sehirlerde günes enerjisinin maliyetini düsürmek için çatilar panellerle kaplanabilir. Bu aktarimdaki kayiplarin önlenmesi açisindan da avantajli. Fakat bu tesebbüsün karli olmasi için masraflari kismak gerek. Su anki durumda günes enerjisi, henüz vadettigi düzeye ulasmamis olsa da petrol fiyatlarindaki istikrarsizlik yüzünden piyasaya girmeyi basardi. Solar elektrik üretimi her yil %45 artmakta. Kesin olan su ki, günes enerjisini fosil yakitlara rakip olarak gören büyük solar enerji firmalari ve yatirimlar sayesinde, solar ekonomi piyasasi giderek büyümekte.Elektrikli ve Yakit pilli Arabalar: Petrolün yarisi kara ve havayolu tasitlarinda kullanildigindan, bu sektörün yenilenmesi için muazzam bir çaba sarfedilmekte. Gelecekte otomotiv dünyasinda kimin baskin çikacagina yönelik bir yaris var. Fosil yakitlardan elektrige geçis tarihi bir süreç ve birkaç kademede gerçeklesecek. Bunlardan ilki, hali hazirda piyasada bulunan ve elektrikle benzini birlikte kullanan hibrit arabalar. Uzun mesafelere dayanacak ve aninda süratlenmeyi saglayabilecek pillerin üretimi külfetli oldugundan bu tasarimda, ufak bir içten yanmali motora elektrikle sarj edilen piller eslik etmekte. Mesela hibrit yarisinda öne çikan GM’in Chevy Volt modeli, 40 mil menzilli lityum-iyon pili ve 300 millik benzin motoruna sahip. Benzin motoru bulunmayan Tesla Roadster ise Kuzey Amerika’da seri üretilen tek elektrikli araba. Üstelik daha önce otomotiv sanayiyle uzaktan yakindan ilgisi olmayan Silikon Vadisi sirketlerinden Tesla Motors’un imalati. Güçlü pilleri sayesinde benzinli arabalardan asagi kalir hiçbir tarafi yok. Test sürüsü yaptigimdan biliyorum, gaza bastigim an yerinden firlayarak sadece 3.9 saniyede saatte 100 km.’ye çikti. Tesla’nin basarili pazarlamasi, on yillardir elektrikli arabayi hor gören klasik otomotivcileri, kollari sivamaya zorladi. Toyota ve GM mühendisleri, lityum-iyon teknolojisine daha yillar var derken bir de baktilar ki, yepyeni bir sirketin ürünü olan Tesla almis basini gidiyor. Nissan da Leaf adli, 160 km. menzile sahip tümüyle elektrikli arabasini ortalama tüketiciye sunmak üzere. Honda ise gelecegin arabasi olarak lanse edilen yakit piliyle çalisan FCX Clarity modelini 2008’de ticari olarak piyasaya sundu. Ancak yakit olarak yalnizca hidrojen kullanan bu araba, hidrojen altyapisi henüz her yerde olmadigi için sadece Güney Kaliforniya’da kullanilabiliyor. Ayrica FC Sport modeli de mevcut. Iflastan dönen GM, 2009’da Chevy Equinox adli yakit pilli modelini tanitti. Ufak arabalar ve hibrit piyasasinda daima Japonya’nin gerisinde kalmis olan Detroit otomotiv endüstrisi gelecege yatirim yapma gayretinde.
Görünüste yakit pilli araba, mükemmel otomobilin ta kendisi. Hidrojenle oksijeni birlestirerek elektrik enerjisine dönüstürüyor ve atik olarak geriye sadece renksiz kokusuz birkaç damla su kaliyor. Yakit pili teknolojisi yeni degil. Temeli 1839’lara dayanan bu teknoloji NASA tarafindan uzay araçlarinda kullanilmakta. Asil yeni olan otomobil imalatçilarinin üretimi arttirip maliyeti düsürme kararliligi. Yakit pillerini 275 km.’de bir doldurmak gerekmesi bir dezavantaj ama teknoloji ilerledikçe bu pürüzler de halledilecek. Hidrojeni yakit olarak kullanmanin tehlikelerine ve her köse basina hidrojen pompasi yerlestirmek gerekecegine dayanan elestiriler var. Ford da ilk benzinli modelini piyasaya sürdügünde benzer elestiriler almisti. Ancak trafik kazalarindaki artisa ragmen kimse arabasindan vazgeçmedi. Yakit pilli araçlar için de benzer sekilde, hidrojen altyapisi kuruldugunda insanlar havayi kirletmeyen bu otomobilleri o kadar kullanisli bulacak ki, bu olumsuz taraflarini görmezden gelecek. Sonuçta yakit pilli arabalarin fiyati seri üretimle düsmeye basladikça benzinli arabalar yerini yeni nesil otomobillere birakacak. Yine de dumansiz bir gelecek vadetmelerine karsin elektrikli ve yakit pilli arabalar elektrik enerjisine muhtaç. Elektrik de çogunlukla kömürle çalisan santrallerden elde edilmekte. Demek ki, benzinden elektrige geçis sirasinda termik santrallerin yerine geçecek yepyeni bir enerji türü bulmamiz sart.
Nükleer Fisyon: Enerji üretmenin bir yolu da uranyum atomunun parçalanarak büyük bir enerji ortaya çikarilmasini saglayan fisyon. Nükleer enerjinin avantaji bol miktarda sera gazi olusturmamasi ama teknik ve politik dezavantajlari nedeniyle nükleer enerjinin önü tikali. Ticari anlamda nükleer enerjinin belini büken olaylardan ilki, 1979’da ABD’de yasanan ama ucuz atlatilan kaza, ikincisiyse 1986’da meydana gelen ve tam bir felakete dönüsen Çernobil faciasi. ABD ve Avrupa’da durdurulan nükleer enerji projeleri Fransa, Japonya ve Rusya’da devlet ödenekleriyle ite kaka devam etmekte. Nükleer enerjinin sorunu, on milyonlarca yil radyasyon yaymaya devam eden asiri miktarda nükleer atik yaratmasi. 1000 megavatlik tipik bir nükleer santralden çikan yüksek düzeyde radyoaktif atik bir yilda 30 tona ulasmakta. Nükleer santraller iki sebepten ötürü büyük sorun teskil etmekte. Ilki, reaktör kapatilsa bile sicak kalmasi. Sogutucularda meydana gelebilecek herhangi bir aksaklik durumunda çekirdegin erimeye baslamasi ve suyla temasi halinde patlayip tonlarca radyoaktif maddeyi havaya salmasi. Nükleer kaza olmasi durumunda, insanlarin hemen santralden 80 km. uzaga tahliye edilmesi gerekli. Yerlesim yerlerine yakin bir reaktörün yol açabilecegi maddi hasarsa yüzmilyarlarca dolar olarak hesaplanmakta. Kiev’in hemen disindaki Çernobil’de yasananlar, nükleer enerji santrallerinde nelerin kötü gidebilecegine feci bir örnek. Havaya karisan radyoaktif maddeler Avrupa ve Asya’yi da etkileyerek can kayiplarina, kanser vakalarina ve diger saglik sorunlarina yol açti. Üzerine çaresizce beton dökülmüs olmasina ragmen, reaktörün çekirdegi isi ve radyasyon yaymaya devam ediyor. Ikincisi, nükleer atiklarin bertaraf edilmesinin imkansiz olusu. Atom çagina gireli 50 yil oldu ama hala nükleer atiklari ne yapacagimizi bilemiyoruz. Bu konuda geçmiste maliyeti yüksek hatalar yapildi. ABD ve Rusya, nükleer atiklarini denize döküverdi veya çukurlara gömdü. Hatta Ural Daglari’nda bu çukurlardan biri patladi ve 1000 km.lik bir alanin tahliyesine mecbur kalinmasinin yaninda radyolojik zarar meydana geldi. ABD’nin 9 milyar dolar ayirip Yucca daglarina kurdugu atik bertaraf merkezi de Obama tarafindan bilimsel verilere dayanarak iptal edildi. Bu durum nükleer santral isletmecilerini devamli bir atik bertaraf tesisinden mahrum etti. Su anda nükleer enerjinin gelecegi belirsiz. Nükleer Sanayi, yeni nesil tesislerin eskisinden daha güvenli oldugunu iddia etse de borsa, yeni kurulacak santrallere birkaç milyon dolar yatirmakta çekingenligi korumakta.
Nükleer Gücün Yayilmasi: Elbette, büyük güç beraberinde büyük tehlike getirir. Günümüzün sorunu, ülkeler arasindaki kiskançlik ve nefretin nükleer bir savas baslatma potansiyeli. II.Dünya Savasi’nda ticari açidan nükleer teknolojide ustalasmis bir ulusun, siyasi iradesi ve istegi varsa nükleer silaha geçis yapabildigine tanik olduk. Su anki tehdit, nükleer silah teknolojisinin dünyanin en istikrarsiz bölgelerine yayiliyor olmasinda. Eskiden yalnizca büyük devletlerin atom bombasi yapabilecek kaynagi ve bilgisi vardi. Ancak gelecekte yeni teknolojilerin gelistirilmesi, uranyum zenginlestirmenin maliyetini düsüreceginden atom bombasi yapmak ne yapacagi belli olmayan ülkeler için de kolaylasabilir. II.Dünya Savasi sirasinda sadece süpergüçlerin asiri miktarda elektrik enerjisi harcayarak becerebildigi gazli difüzyon yerine ikinci nesil nükleer tesisler, uranyumu zenginlestirmek için %50 daha az enerji harcayan ve daha ucuz bir yöntem olan ultrasantrifüjü kullanmakta. Bu dünya siyasetinde önemli bir degisim yaratmis durumda. Su anda dünyada saflastirilan uranyumun %33’ü gazli difüzyon yöntemiyle %54’ü ultrasantrifüjle elde edilmekte. 1975’te Avrupali bir sirkete çalisan bir mühendis ultrasantrifüj ve atom bombasi bilesenleriyle ilgili gizli planlari çalarak Pakistan devletine iletti. Bunlari ayni zamanda Saddam Hüseyin’e, Iran, Kuzey Kore ve Libya’ya da sattigindan süphe edildi. Bunlari kullanarak Pakistan ufak miktarda nükleer silah yapip 1998’de denemelere baslayinca komsusu Hindistan da costu. Iki ülke arasinda süregelen nükleer rekabet neredeyse atom bombalarini kullanildigi bir savas baslatacakti. Öte yandan Iran nükleer programini hizlandirdi. 2010’a kadar 8000 adet olarak planladigi ultrasantrifüjlerden ileride 30 bin daha kurmak niyetinde. Bu diger Orta Dogu ülkeleri üzerinde kendi atom bombalarini üretmeye yönelik baski olusturmakta ve bu durum mevcut istikrarsizligi iyice arttirmakta.
21.yy jeopolitiginin degisme olasiliginin baska bir nedeni de yeni nesil, hem de muhtemelen daha masrafsiz olacak uranyumu lazerle zenginlestirme teknolojisinin devreye girmesi. Bu teknolojinin ticari pazari olacagini farkeden Avusturalyali Silex firmasi, General Electric ile kontrat imzaladi bile. 2008’de GE Hitachi Nükleer Enerji, ilk lazerle zenginlestirme tesisini 2012’ye kadar ABD’de kuracagini açikladi. Nükleer enerji sektörü için bunlar iyi haber, ama bu teknolojinin dünyanin diger ülkelerinde de yayginlasmasi an meselesi. Zenginlestirilmis uranyumun dolasimini engelleyecek, düzenleyecek uluslararasi anlasmalar imzalanmasi lazim. Bu teknolojiyi kontrol edemedigimiz takdirde atom bombasi yayilmaya devam edecek. Hatta, giderek boyutu küçülen bu teknoloji belki de teröristlerin eline geçecek.
YÜZYIL ORTASI (2030’dan 2050’ye kadar) Küresel Isinma: Asrin ortasina geldigimizde fosil yakit ekonomisinin sonuçlari, büsbütün karsimizda olacak ve küresel isinmanin en yogun dönemi yasanacak. Dünyanin isisi günden güne yükselmekte ve bu giderek hizlanmakta. Buzullarin kalinligi, sadece 50 yil içinde %50 azaldi. Kutuplari kaplayan buzullar yüzyil sonuna dogru tamamen yok olabilir. Okyanus akintilari ve hava akimlari bundan fazlasiyla etkilenerek iklimin tamamen bozulmasina yol açabilir. Antarktika’da eriyen buz kütleleri, deniz suyu seviyesini etkilemekte. Dünya çapinda deniz seviyelerinin 2100’e kadar 1 ila 2 m. yükselmesiyle kiyilar sekil degistirecek. 1700’lerin sonunda tutulmaya baslayan isi kayitlari 1995, 2005 ve 2010’un kayitlara geçmis en sicak yillar oldugunu ve 2000 ile 2010 arasinin en sicak on yil oldugunu göstermekte. 100 bin yildir en yüksek seviyeye ulasan karbon dioksit oranlari her gün daha çok artmakta. Dünya isindikça tropik hastaliklar da kuzeye dogru tasinmakta. Sitma gibi birçok hastaligin kuzeye yayilabileceginden endise ediliyor. Bunun sebebi de hastalik tasiyan sineklerin çogunun yumurtalarinin donlarda ölmesi gerekirken kisalan kis mevsimi nedeniyle çogalmalari ve kuzeye göç etmeleri. Bilim dünyasi, Iklim Degisikliginin insan faaliyetlerinden kaynaklandigindan emin.
Bilgisayar canlandirmalari o denli gelisti ki, insan uygarligi faktörünü denklemden çikarip dünyanin isisini ölçmek mümkün. Ayrica buzul arastirmalari gösteriyor ki iklim degisimi dogal bir isinmanin sonucu degil. Yani, nedeni kesin biziz. Bunun dogal bir döngü oldugu iddiasi, bu degisim bin yila yayildigi takdirde mantikli ancak burada bahsettigimiz sadece bir yüzyilda meydana gelen feci süratli bir degisim. Küresel isinma, bilhassa petrol ve kömür kaynakli CO2 oraninin artisina bagli. Günes isinlari CO2 moleküllerinden kolayca geçip yeryüzünü isittikça kizil ötesi radyasyon olusur ancak çagimizda insan etkisiyle yogunlasan CO2 orani bu isinin geri çikisina engel. Dolayisiyla günes isinlarindan gelen enerji uzaya geri dönemeden atmosferde sikisip kalmakta. Seralarda ve arabalarda günesin içeriyi isitip camdan disari kaçamamasiyla ayni etki olustugundan bu duruma sera gazi etkisi denmekte. Son yüzyilda ürettigimiz CO2 miktari kaygi verici biçimde artti. Sanayi Devriminden önce milyonda 270 birimken bugün 387 ppm. 1900’lerde akaryakit kullanimi 150 milyon varilken, 2000’de 28 milyar varile çikti. 2008’de fosil yakitlar ve ormansizlastirma nedeniyle atmosfere saldigimiz CO2 9,4 milyar tona ulasti. Bunun yalnizca yarisi denizler, toprak ve bitkilerle geri dönüsüme girmekte, kalan çogunlugu ise havada asili kalip uzun yillar boyunca dünyayi isitmaya devam edecek.
Maalesef CO2 salinimini bugün durdurabilsek bile, su ana kadar atmosfere salinmis bulunan gaz on yillar boyunca daha küresel isinmanin sürmesine yeter. Demek ki yüzyil ortasinda durum içler acisi olacak. Bilim insanlari kiyi seridinin tamamen degisecegini ve bazi kiyi sehirlerinin yok olacagini öngörmekte. Yönetimlerin hangi sehirlerin kurtarilmaya degecegine, hangilerinin gözden çikarilabilecegine karar vermesi gerekecek. Bazi yerlesimleri büyük bentlerle sular altinda kalmaktan kurtarmak mümkün olabilir fakat umutsuz olanlari bosaltmak zorunda kalan insanlarin göçü ayri bir sorun olacak. Bazi sehirler kurtarilsa bile büyük firtinalarda altyapi sorunlarinin olusmasi ve hayatin felç olmasi mümkün. Yüksek nüfuslu ticaret merkezlerinin genelde kiyilarda olusu küresel ekonomiyi fena etkileyecek. Zaten düzenli olarak sel basan Banglades’in durumu en kötüsü. Hem nüfusu yogun hem de fakir bir ülke. Vietnam da bu açidan oldukça hassas. Ekili alanlarin yok olmasi söz konusu. En berbat senaryoda, küresel isinma nedeniyle dünya kaosa sürüklenebilir. Sinirlara dayanan milyonlarca mültecinin hükümetlerin yetkisini yitirmesine ve çöküsüne neden olmasiyla yagma, isyan ve kargasa bas gösterebilir. Böyle bir durumda, bazi ülkeler son çare olarak nükleer silahlara basvurabilir. Pakistan, Hindistan ve Çin’in ortak sinirlarina yigilmis mültecilerle basa çikmaya çalistigini düsünün. En kritik noktanin Hindistan ve Banglades siniri olacagina süphe yok. Küresel isinma kaynakli büyük bir krizde 160 milyon Bangladesli yerinden olup tarihin en büyük göçüne mecbur kalabilir.
Aslinda dönüsü olmayan noktaya henüz gelmedik ama bir an önce bir seyler yapilmazsa sonumuz vahim. Sera gazi etkisini kontrol etmek teknik olarak mümkün ancak bu büyük ölçüde ekonomik ve politik bir mesele. Küresel isinma sorununu halletme isteksizliginin nedeni, çözümün ekonomik faaliyetlerle çatismasindan ibaret. Karbon dioksit salinimi ekonomik faaliyetle ve dolayisiyla refahla bire bir örtüsmekte ve CO2 saliniminin %25’i ABD’den çikmakta. Ayni zamanda ekonomik faaliyetin de %25’ine sahip. Çin’in 2009’da CO2 saliniminda ABD’yi geçmesinin ana nedeni de ekonomisinde patlama yasamasi. Bilim, bu soruna olasi teknik çözümler sunmasina karsin siyasetçilerin bu planlari finanse etmeye pek niyeti yok gibi. Ama küresel isinma yakinda öyle acikli ve yikici bir raddeye gelecek ki çözümlerden bazisini uygulamaya mecbur kalacaklar. Önümüzdeki birkaç on yil en kritik dönem. Yüzyil ortasina geldigimizde hidrojen çagina girmis olacagiz ve füzyon, günes ve yenilenebilir enerjiler sayesinde fosil yakitlara bu denli bagimli olmayan bir ekonomiye sahip olacagiz. Hidrojen teknolojisindeki ilerlemelerle piyasa güçleri beraber küresel isinmaya karsi uzun vadeli bir çözüm üretecek. Tehlikeli dönem, hidrojen çagina geçmeden önceki evre yani içinde bulundugumuz zaman. Yeni enerji teknolojilerinin hepsi maliyet engeliyle karsilastigi ve kisa vadede enerji elde etmenin en ucuz yolu fosil yakitlar oldugu için, küresel isinma önümüzdeki on yillarda da tehdit olusturmaya devam edecek.
Füzyon: Asrin ortasinda her seyi toptan degistirecek ve sorunlarimizin kalici çözümü olacak füzyonu basararak yeni bir enerji kaynagi yaratabiliriz. Nükleer parçalanmaya dayali fisyonun tersine, hidrojen atomlarinin ergimesiyle çekirdek tepkimesine bagli olarak çok büyük enerji açiga çikaran bir yöntem olan füzyon, çok daha az atik üretir. Aslinda füzyon özünde hidrojen atomunun içine hapsolmus günesin nükleer enerjisini yani evrenin enerji kaynagini serbest birakmak. Bu yüzden füzyon enerjisinde ustalasmak sinirsiz enerji elde etmek demek. Üstelik füzyon santrallerinde kullanilacak yakit deniz suyu. Füzyonla açiga çikan enerji, benzine kiyasla 10 milyon kat daha fazla. Yani 4 litrelik bir sürahi suyun özünde sakli olan enerji, 500 bin varil petrole esit. Aslinda doganin evrene enerji saglamak için seçtigi yol olan füzyon, yildizlari olusturan ve aydinlanmalarini saglayan sey. Yerçekimiyle giderek sikisan hidrojen yönünden zengin gaz küresi yüksek isiya gelinceye kadar isininca hidrojen çekirdekleri birbirine çarparak helyumu olusturana dek ergimeye girer. Bu süreçte engin bir enerji açiga çikarak gazin patlamasina neden olur. Mantigi, belli yogunluktaki hidrojen gazinin belli bir süre belli bir isida sikismasi. Dolayisiyla füzyon tepkimesi, bu üç kosulun olusmasina bagli. Bunu becermek çok zor oldugu için daha önceki denemeler hep basarisizlikla sonuçlaninca kamuoyu, bilimin söz verip bir türlü gerçeklestiremedigi füzyon enerjisi iddialarina karsi müstehzi bir tavir takindi. Fakat bilim insanlari 2030’dan itibaren füzyona hakim olacagimiza inanmakta. Sicak füzyonun çalisacagi kesin ancak ekonomik olarak pratik mi sorusunun cevabi henüz muglak. Çok daha masrafsiz olan soguk füzyona yönelik çalismalar sürmekte ama kesin ve tekrar edilebilir sonuçlar alinmis degil. Lazerle Füzyon, Manyetik Alanda Füzyon gibi yöntemler beklendigi kadar basarili olursa birkaç yil içinde her sey degisebilir. ABD, NIF projesiyle lazerle füzyon makinesini gelistirirken, Avrupali uluslarla birlikte ABD ve Japonya’nin da destekledigi
Fransa’daki Uluslararasi Termonükleer Deneysel Reaktörü (ITER) manyetik alanda hidrojen gazi sikistirma üzerine denemeler yapmakta. Bunlar sadece bilimsel projeler ama füzyonla elektrik üretimini becerirlerse isin ikinci adimi olan ticari olarak enerji üretimiyle ilgili de yüzyil ortasina yönelik zemin hazirlanmakta. Her sey yolunda giderse ticari tasarima sahip DEMO füzyon reaktörünün 2 milyar vat enerji üretmesi bekleniyor. Eger düzgün biçimde gerçeklesirse bu teknoloji hizla ticarilesecektir. Fakat hepsinden önce, kapsamli maddi destek alan projelerin disinda baska önerilerin de gerçeklesmesi mümkün. Çünkü füzyon uzun süredir denenen ve detayli olarak bilinen bir süreç. Girisimci fizikçi ve mühendislerin füzyona yönelik yeni bir bulus için sanslarini deneyecegine süphe yok.UZAK GELECEK (2070-2100) Manyetizm Çagi: Elektronlarin kolayca yönlendirilebilmesi radyo, televizyon, bilgisayar, lazer gibi yepyeni teknolojilere yol açarak geçtigimiz asrin elektrik çagi olmasini sagladi. Büyük ihtimalle fizikçiler, yüzyil sonuna dogru manyetizm teknolojisinin anahtari olan oda isisinda isleyen süperiletkenler bulmus olacak ve böylece manyetizm çagina girecegiz. Unutmayalim ki; arabalarimizda kullandigimiz benzinin çogunu sürtünmeyle bas etmeye harciyoruz. Manyetik tasitlarla sürtünme sorunu ortadan kalkacak. Oda isisindaki süperiletkenler yeni bir sanayi devrimi baslatabilecek nitelikte bir bulus çünkü kalici ve çok güçlü manyetik alanlar olusturabilirler. Elektrik aktariminda %30’a varan kayiplari ve kablolardaki atik miktarini indirgeyerek enerji maliyetini düsürecek ve küresel isinma üzerinde olumlu etkisi olacak. Karbon salinimi enerji tüketimiyle dogrudan iliskili oldugundan ve enerjinin çogu sürtünmeyi gidermeye harcandigindan manyetizm çagi enerji tüketimini ve karbon salinimini kalici biçimde azaltabilecek. Süperiletkenlerin meydana getirdigi süper miknatislar sayesinde, daha fazla enerji gerekmeden, trenleri ve arabalari sürtünme olmaksizin yerden yüksekte süzülerek yol almalarini saglamak olasi. Bu uçan araba ve trenler, manyetik raylar veya asfalt yerine süperiletkenlerden yapilmis yollar üzerinde hareket edebilir. Bazi ülkeler, oda isisindaki süperiletkenler olmadan bile, miknatisli raylar üzerinde ilerleyen manyetik kaldiraçli trenleri (maglev) hayata geçirmis durumda. Almanya, Japonya ve Çin bu teknolojinin liderleri. Ilk ticari maglev tren, 1984’de Ingiltere’de Birmingham havaalani ve tren gari arasinda kuruldu. Fakat maglev trenlerin yüksek maliyeti tüm dünyaya yayilmasina engel. Süperiletkenler bunu degistirebilir. Manyetik bir devrim, demiryollarini tekrar canlandirarak uçaklarin yarattigi sera gazi salinimi da azaltabilir.
Göklerden Gelen Enerji: Asrin sonuna gelindiginde enerji üretiminde baska bir olasilik, dünyanin yörüngesine yerlestirilen yüzlerce uydunun günesin yaydigi enerjiyi emerek yeryüzüne mikrodalga radyasyon biçiminde aktarmasina dayali uzay solar enerji teknolojisi. Enerjiyi dogrudan günesten toplamanin önünde fizik kurallari açisindan hiçbir engel yok ama mühendislik ve isin maliyeti açisindan sorun büyük. NASA, 1995-2003 arasinda bu teknolojiye yönelik küçük ölçekli çalismalari finanse etti. Teknolojinin ve ekonominin bu projeyi gerçege dönüstürmesi an meselesi. Japonya Ticaret Bakanligi, 2009’da günes enerjisi toplayacak bir uydu sisteminin fizibilitesini çikaracagini açikladi. 2015’te gönderilecek deneme uydusunun sonucunda yesil isik yanarsa, Mitsubishi Elektrik ve diger Japon firmalari 10 milyar dolarlik bir programla uzayda milyarlarca vat enerji üretecek bir günes enerjisi tesisi kurmak için birlesecek. Ancak asil sorun, uydulari yerlestirecek roketlerin tutari. Benzer sekilde aya tekrar gitmeyi ve Mars’i kesfetmeyi de önleyen roket firlatmanin maliyeti düsmedikçe bu teknolojinin gerçeklesmesi de imkansiz.
VI. Bölüm: UZAY YOLCULUGU Kozmik okyanusun kiyilarinda yeterince oyalandik. Yildizlara yelken açmaya haziriz artik. Carl Sagan
2100’e gelindiginde insanlik yeni bir çagin esiginde olacak. Uzayi kesfetmeye baslayip yildizlara erisecegiz. Bu yüzyil robotlarla uzay kesfine baslanip dünya benzeri gezegenler bulmaya, Jüpiter’in uydularini kesfetmeye hatta Büyük Patlama’nin olustugu anlarin fotografini çekmemize tanik olacak. Simdiye kadar uzay çalismalarinin en büyük basarilarindan biri insanligin ufkunu genisleten robotik uzay kesfi oldu. Güçlü teleskoplarla yeni yildiz sistemleri ve gezegenler belirlemeye basladik. 2009’da Kepler Misyonu teleskobuyla, 2006’da COROT uydusunun firlatilmasiyla binlerce yildizin ve gezegenin taranmasina baslandi. Dünya benzeri gezegenler bulundugunda yapilari analiz edilip su bulundurup bulundurmadiklari anlasilabilecek. Hayatin kaynagi ve evrenin belki de en degerli maddesi olan suya rastlandiginda evrendeki yasami algilayisimiz degisebilir. Daha gelismis uzay araçlariyla dünya benzeri gezegenleri inceleyip zeki yasam türlerinden radyo sinyalleri olup olmadigina bakabilecegiz. Tabii, uzay yolculugunun çok masrafli oldugunu aklimizdan çikarmayalim. Robotlarla, uydularla uzay kesfi yapmak bile çok maliyetliyken içinde insan bulunan bir uzay aracini göndermek fazlasiyla masrafli. Örneklersek, yarim kiloluk herhangi bir seyi sadece dünyanin yörüngesine yaklastirmak bile 10 bin$. Insanin aya gönderilmesi 100 bin; Mars’a ise 1 milyon $ tutarinda. Kabaca agirliginca elmasa denk. Üstelik roketin kendi yakitini da tasimasi gerek bu da agirligini iki katina çikartmakta. Buna bir de insan tasiyacak oldugunda geri dönüs masrafini eklemek lazim. ABD’de sirf Sovyetlerle rekabet adina uzay yolculugunun gerçek maliyeti gizlendi. Milli gurur tehlikede diye bir sekilde halledildi ama süpergüçler bile daha fazlasini karsilayamazdi. Yine ayni sorunla karsi karsiyayiz: mühendislik ve fizik açisindan günes sistemini kesfetmemize engel hiç bir sey yok ama asiri maliyetli.
Büyük mali krizle birlikte uzay misyonlarina ayrilan ödenekler de azaldigi için bir anlamda NASA’nin eli kolu baglandi. Fakat bu insanli uzay araçlari programini iptal eden Obama’nin istedigi gibi özel sirketlerin roket üretmeye baslamasina yol açabilir. Ayrica ileride ekonomi düzeldiginde Amerikan hükümeti yeniden gözünü aya dikebilir. Ayda yeraltina veya üstüne uluslararasi bir uzay üssü kurulabilir. 2010’da ayin iç katmanlarinin su içerdiginin açiklanmasiyla bunun gerçeklesmesi daha olasi bir hal aldi. Çünkü bu, gelecekte astronotlarin yeralti buzullarindaki hidrojeni roket yakiti olarak; oksijeni ayristirarak solunum için, eriyigini de içme suyu olarak kullanabilecekleri anlamina geldiginden yüz milyonlarca dolar tasarruf demek.
Günes sistemindeki gezegenlerden dünyaya en benzeyeni Mars. Ancak donuk bir çölden ibaret. Yeralti sularinda mikroorganizmalar halen var olabilir ama Mars’ta bildigimiz anlamda canli türlerinin olmasi imkansiz. Aya ulasmak 3 gün sürerken Mars’a ulasmak 6 ayla 1 yil arasinda degisebilir. Yüzyil ortasinda diyelim ki Mars’a astronotlar gönderdik ve ilkel de olsa bir üs kuruldu. Gezegende yasanabilir bir ortam olusturma sürecine ancak 22.asirda baslanabilir. Ay ve Mars’ta hava, sivi halinde su veya verimli toprak bulunmadigindan burada kurulacak kolonilerin ekonomik getirisi olacagi fikrine kapilmamak gerek. Ayrica bu üslerin, en azindan yakin dönemde askeri açidan pek bir degeri oldugu söylenemez. Eger bir gün bu kolonilerde maden aranirsa bu orada kullanilmasi için olacak çünkü bunlari dünyaya getirmeye kalkmak astarinin yüzünden pahaliya çikmasi demek.
Sivillerin turist olarak uzaya gidisiyse yüzyil ortasinda mümkün olabilecek gibi görünmekte. NASA’yi israf ve bürokrasi nedeniyle maliyetleri yüksek tutmakla elestiren bazi girisimciler, piyasa güçlerinden yararlanarak uzay yolculugunun fiyatinin indirilebilecegi iddiasinda. Microsoft milyarderi Paul Allen’in destegiyle Burt Rutan 24 milyon dolara gelistirdigi basariya ulasan roket projesiyle 10 milyon dolarlik ödül kazandi. Simdi de ticari uzay uçuslarini hayata geçirmek için denemelere baslamak niyetinde. Ilk turistik uzay seyahati sirketi olacak Virgin Atlantic’i kuran Milyarder Richard Branson, bu roketlerden 5 tane ismarladi bile. Uzay gezisine 200 bin dolar verecek uzun bir yolcu listesi de hazir. Basarili olursa, bedeli on kat ucuzlatabilir. 2010’da Boeing Sirketi de 2015’ten itibaren uzaya turist götürme planini açikladi. Yine de uzay yolculugu yakin gelecekte hali vakti hayli yerinde olanlarin lüksü olacak. Uzay yolculugunun maliyeti hem ticari hem bilimsel açidan ilerlemeyi önlediginden, asrin ortasina gelindiginde uzmanlarin yeni roket teknolojileri gelistirerek masraflari düsürecegi tahmin dahilinde. Lazer sürmeli veya elektromanyetik sistemlerle roket firlatilmasi gibi yöntemler üzerine çalisilmakta. Elbette prototiplerin gelistirilmesi için kamu veya özel sirketlerin maddi destegine ihtiyaç var. Yüzyil sonuna gelindiginde, nanoteknoloji hep hayali kurulan uzay asansörünün hayata geçmesini de mümkün kilabilir. Günes yelkeni, nükleer roket, dinamik basinçli ramjet füzyon veya nanogemiler gibi teknolojileri gelistirerek uzay gemileri yapmak da mümkün olabilir. 21.yy içinde dünya nüfusunun bir kisminin uzaydaki kolonilerde yasamasi gibi bir olasilik söz konusu degil. Insanlarin çogunlugu 2100’de ve ötesinde yeryüzünde yasamaya devam edecek.
VII. Bölüm: Gelecekte Refah En çok merak edilen sorulara gelelim: Insan uygarligi nasil evrilecek? Bilim yasantimizi, mesleklerimizi ve toplumu nasil etkileyecek? Bilim gönencin kaynagi olduguna göre medeniyetimizi ve refahi nasil yeniden sekillendirecek? Gelecegin kazananlari ve kaybedenleri kim olacak?
Yeryüzündeki uygarliklarin yükselisini ve çöküsünü inceleyince güçlü ordulara sahip olmanin her seye yetmedigi açikça görülür. 1500’lerde dünyanin halini bir düsünün, sonunda dünyaya hakim olanin Avrupa uygarligi olacagi kimin aklina gelirdi. Doguda, kagit, matbaa, barut, pusula vb. essiz tarihi icatlari ve dünyadaki en iyi alimleriyle birlik beraberlik ve baris içindeki bin yillik Çin medeniyeti; Güneyde Avrupa’yi istila etmesine ramak kalmis Osmanli Imparatorlugu: cebiri bulan, optik ve fizik bilimlerinde ilerlemis, yildizlara isim vermis büyük Islam uygarligi; ordulari karsisinda durmanin imkansiz oldugu, sanat ve bilimin gelistigi, bilimsel egitimde dünyanin en müthis merkezlerinden biri olan Istanbul’a sahip köklü bir medeniyet. Öbür tarafta ise Orta Çagdaki acinacak halleriyle Avrupa ülkeleri: köktendincilik ve Engizisyonla kivranan, Roma Imparatorlugunun yikilisindan beri bin yildir çöküste olan Bati Avrupa o kadar geri kalmistir ki sahip oldugu bilgileri de kaybetmis, onun yerini dini dogmalar almistir. Bunlara karsi gelenler iskence ve ölümle cezalandirilmistir. Üstelik sürekli birbirleriyle savasmislardir. Peki, buna ragmen sonuç ne oldu dersiniz? Çin ve Osmanli’nin muhtesem imparatorluklari 500 yil süren durgunluga girerken, Avrupa beklenmedik bir sekilde bilim ve teknolojiyi kucakladi.
1405’ten baslayarak devasa bir donanma ile dünyayi kesfetmeye çikan Çin, Güneydogu Asya ve Afrika kiyilarini dolasti. Madagaskar’a belki daha ötesine ulasti. Dünyanin uzak köselerinden bir sürü erzak, egzotik hayvan vs. getirdiler. Fakat bununla tatmin olmayip kesif ilgisini yitiren Çin imparatorlari donanmayi çürümeye terketti. Kabuguna çekilen Çin, sonrasinda hiç gelisemedi. Benzer bir tavir, Osmanli’da da görüldü. Dünyanin bilinen kismini fethettikten sonra içlerine kapanan Osmanlilar köktendincilige gömülerek asirlar süren durgunluk dönemine girdi. Islam alimleri, Kur’an’in bilgilen/ögren buyrugunu yalnizca din bilgisi anlaminda yorumlayip diger tüm bilgiyi Islam-disi addedince, Müslümanlar bilim, matematik, tip ve dünyevi sayilan diger alanlarla ugrasmaktan vazgeçip, bunun yerine Islam ögretisi, hukuku, tefsir ve dini pratikler üzerine tartismayi yeglediler. O sirada Avrupa’da yeni bir uyanis bas göstermekteydi. Ticaret ve matbaayla birlikte yeni ve devrimci fikirler ivme kazanarak Kilisenin gücünü ve bin yillik baskisini zayiflatmaya basladi. Üniversiteler Incil tefsirini bir kenara birakip fizik, kimya ve diger bilim dallarina yöneldi. Güçleri neredeyse birbirine esit oldugundan sürekli savastiklari halde bir türlü yenisemeyen Avrupa kralliklarinin bilim ve mühendislige yatirim yapmasinin bir nedeni de, hükümranliklarini genisletmek için yeni silahlar ve servetlerine servet katma hirsiydi. Bilim ve teknolojinin hizli yükselisi kisa sürede Çin ve Osmanli imparatorluklarinin gücünü yitirmesine neden oldu.
Asirlardir Doguyla Bati arasinda ticaret köprüsü olarak refaha eren Osmanlilar, Avrupali denizcilerin kesfettigi yeni kitalarla ve Orta Doguyu es geçip Afrika’yi dolasarak ulastiklari Dogu’yla ticaret yapmalari nedeniyle sarsildi. Çin ise kendi icadi barut ve pusulayi kullanarak etrafini saran Avrupali gambotlari görünce ne yapacagini sasirdi. Bu yüzden “ne oldu?” sorusunun cevabi net: Bilim ve teknoloji gelisti. Çünkü refahin itici gücü olan bilim-teknolojiyi önemseyip kendilerini gelistirenler daima kazanir. Elbette, insanlar bilim ve teknolojiyi umursamamakta özgür ama bu durumda kendileri kaybeder. Çünkü dini bir metin okunacak diye dünya duracak degil. Eger, en yeni bilimsel ve teknolojik gelismelere hakim olamazsan rakiplerin olur.
Ilerleme için doga kanunlarini kavramanin ne denli önemli olduguna deginmistik. Bu dört fizik kuvvetinin kesfiyle Avrupa’nin karanlik Ortaçagdan çikip köklü Dogu uygarliklarini geride birakmasi arasinda siki bir bag vardir. Feodalizmin çöküsü, tüccar sinifinin dogusu ve Rönesans hareketiyle birlikte degisimin sosyal zemini hazirdi. Ancak bu süreçte Bati’nin ilerlemesini saglayan teknolojik etkenlerin etkisini göz ardi etmek imkansiz. Özetleyecek olursak, yerçekimi kuvvetinin kesfiyle mekanik güçlerin anlasilmasi buhar makinesinin icadini saglayarak Sanayi Devriminin yolunu açti. Ardindan elektromanyetikten nasil yararlanilabileceginin anlasilmasiyla Sanayi Devriminin ikinci bölümü sayilan Teknoloji Devrimi basladi. Sonunda zayif ve güçlü nükleer kuvvetlerin kesfi sayesinde etrafimizdaki her sey degismekte. Bunlara bagli olarak yine Batili uzmanlarin gelistirdigi teknolojiler sayesinde, uzaydan bünyemize kadar evrenin isleyisini ögrenmemizi saglayan aydinlatici bilgilere ulasabiliyoruz. Üstelik nükleer kuvvetler atomun içine hapsolmus sonsuz gücü yönettiginden nihayetinde insanligin kaderini de belirleyebilir. Insanligin önünde iki seçenek var: Ya gökleri aydinlatan enerji olan füzyonu çözerek dünya toplumu olarak refah içinde yasayacagiz ya da nükleer silahlarla dünyayi cehenneme çevirip kendi sonumuzu getirecegiz.
YAKIN GELECEK (günümüzden 2030’a) Teknolojinin Dört Evresi Toplumlarin kalkinmasini saglayan teknolojiler dinamik ve degiskendir; dogar, gelisir yükselir ve çökerler. Gelecek teknolojilerin nasil degisecegini anlayabilmek için teknolojilerin belli evrim kurallarina nasil uyduguna bakmakta fayda var. Kitlesel teknolojiler genellikle dört evre geçirir. Bu asamalar kagit, sebeke suyu, elektrik ve bilgisayarlarin evriminde görülebilir.
I. Evrede, teknolojik ürünler çok degerlidir ve çok iyi korunur.
II. Evrede teknoloji çok sayida üretilerek kisisel kullanima girmeye baslar.
III. Evrede ucuzlayarak herkesin ulasabilecegi hale gelir.
IV. Evrede farkli çesitleri ve uygulamalari çikar, modaya dönüsür.
Bazi önemli icatlardan örneklersek: mesela kagit ilk evresindeyken eski Misir’da papirüsler rahiplerce korunur, Çin’de ise saray disinda kullanilmazdi. El yazmalari çok küçük bir azinligin zimmetindeydi. Ikinci evre, matbaanin bulunmasiyla çok sayida insan kitap sahibi olabildi. Üçüncü evre, 1930’da kagidin seri olarak üretilmeye baslamasiyla kagit siradanlasti. Son evrede, artik duvar kagidi modasi bile mevcut. Eskiden el üstünde tutulan kagit simdi sehirsel atiklarin basinda gelmekte. Ayni süreç, sebeke suyu için de geçerli. Eskiden bir köyün tek bir kuyusu ya da çesmesi varken, 1900’lerden itibaren yavas yavas evlere su tesisati baglanmaya basladi. Ardindan sebeke suyu her yere ulasti. Simdiyse etrafimizi süsleyen türlü havuzlar, çesmeler var. Elektrik de benzer asamalardan geçti. Ilk basta bir ampul paylasilirken, sonrasinda her sokak her ev aydinlandi. Günümüzde her çesit aydinlatma mevcut ve etrafimiz elektrikli aletlerle dolu, Hatta elektrik kesilmedikçe farkinda bile degiliz. Demek ki, IV. Evreye girdiklerinde teknolojiler o kadar yaygin ve ucuz hale geliyor ki fazlasiyla tüketmeye basliyoruz. Elektrik ve su tesisatinda oldugu gibi harcanan miktari ölçerek tükettigimiz kadarini ödüyoruz.
Bilgisayarin evrimi de ayni yolu izlemekte. 50’lerde ilk çiktiginda çok kiymetliyken, 80’lerden itibaren kisisel bilgisayarlarin piyasaya sürülmesiyle daha çok insanin ulasabildigi bir hale geldi. III. evrede bilgisayarlar internete baglanarak dünyayi birbirine baglamakta. IV. evreye girdigindeyse adeta ortadan kaybolup baska sekilleri moda olacak. Her tarafa bilgisayarlar yerlestirecegiz. Belki her sey kendinden çipli olacagi için bilgisayar sözcügü bile dagarcigimizdan çikacak. Gelecekte çöplerin büyük kismini çipler olusturacak. Sonunda çipler de kademeli olarak ortadan kalkacak ve hesaplamalar veri bulutlari seklinde havada dolasacak Bilgisayar ve internet hala gelismeyi sürdürmekte. Dolayisiyla buhar makinesi gibi bir asir daha el üstünde tutulmaya devam edecek. Lokomotif ve araba gibi aslinda ikincisi ilkinin baska bir modeli denebilecek bazi teknolojilerin son asamaya gelmeden öteki teknolojilerle birleserek gelisip etkinlestigini görmek de mümkün. Dolayisiyla gelecekte içine çip takilan ürünlerin akilli esyalara dönüsecegini de görecegiz.
Patlayan balonlar ve Krizler 2008 mali kriziyle birlikte kimi tüm bu ilerlemenin bir yanilsama oldugundan, kimi de sistemin temelinde bir ariza oldugundan dert yandi. Tarihsel sürece baktigimizda beklenmedik sekilde sisen balonlar ve patlamalarini rahatlikla gözlemleyebiliriz. Kaderin cilvesiyle insan ahmakliginin yan ürünü gibi görünmekteler. 2008 krizini inceleyen tarihçiler ve ekonomistler de insan dogasi, açgözlülük, yozlasma, mevzuat eksikligi, denetim zafiyeti gibi pek çok neden üstünde durdu. Oysa, bilimin merceginden bakinca durum baska. Uzun vadede refahi güden bilimdir. Bilim olmadan bin yil geriye gidip karanliga gömülürüz. Bilim yekpare degil dalgalar halinde gelir. Bir bulus digerlerine yol açar. Böylece yeniliklerle ilerlemeler çig gibi büyüyerek refah yaratir ve bu bilimsel dalgalar ekonomiye yansir. Örnegin, ABD ve Ingiltere’de 1780 sonrasindaki refah artisi sadece sermaye birikmesine degil, %90 oraninda teknolojik buluslara baglidir. Ilk büyük dalga buhar makinesiyle baslamis ve toplumu bastan asagi degistirecek Sanayi Devrimi’ni beslemistir. Bu sayede akil almaz boyutta bir refah olusmustur. Fakat kapitalizmde zenginlik öylece duramaz, sermayenin bir yere akmasi gerekir. Bir sonraki atilimi dört gözle bekleyen kapitalistler, bazen feci sonuçlar dogurabilen daha spekülatif tasarilara yatirim yapar. 1800’lerin basinda elde edilen bu fazladan zenginlik Londra Borsasinda lokomotif hisselerine akarak bir balon olusturmustur. Lokomotif o zamanlar henüz emekleyen bir teknoloji oldugu için sonunda bu balon patlayinca 1850 krizini dogurmustur. Halbuki demiryollari altin çagini 1880’lerden sonra yasayacaktir. Demek ki, kapitalizm tarihinin en büyük krizlerinden birine sebep olan sey, bilimin yarattigi refah fazlasiyla spekülatörlerin birlesimidir.
Bunun ardindan ayni nedenlerle her on yilda bir ufak çapli krizler yasanmistir. Kapitalistler bunlardan ders alacagina ayni döngüyü devam ettirmistir. Ikinci dalgada, elektronik ve otomotiv teknolojilerinin tekrar yeni bir refah yaratmasiyla, fazlasi ABD Borsasinda elektrik tedarik kurumlari ve otomotiv firmalarinin hisselerini sisirip bir balon olusturmustur. Otomobil firmalarinin sayisi 1900-1925 arasinda 3000’i bulunca piyasa bunu kaldiramamistir. 80 yil önceki gibi devami getirilemeyen bu balon, su veya bu nedenlerle 1929’da patlayarak Büyük Bunalim’i baslatmistir. Fakat Amerika ve Ingiltere’nin yollarinin asfaltlanip boydan boya elektrik çekilmesi krizden çok sonraya, 50’lerle 60’lara rastlar.
Son yillarda yasadigimiz yüksek teknoloji dönemini bilimin üçüncü dalgasi olarak nitelendirirsek, bilgisayar, lazer, uydular, Internet ve elektronik cihazlar vb. ürünler de ayni sekilde büyük bir refah yaratti. Bu sefer olusan sermaye fazlasi emlak sektörüne yönelerek büyük bir balon olusturdu. Emlak degerlerinin asiri artmasiyla insanlar evlerine karsilik borca girmeye basladi. Ahlaksiz bankacilar da peynir ekmek gibi kredi dagitarak balonu daha da sisirdi. Daha önceki krizlerden ders alinmadigi için elbette bu balon da patlamak zorundaydi. Böylece 2008 mali krizi ve ardindan gelen ekonomik durgunlukla karsi karsiya kaldik. 21.yy basinda yasadigimiz bu krize eslik eden aptalliklara karsin, dünyanin tamaminin internet sebekesine ve küresel iletisim agina baglanmasi da esas bundan sonra olacak. Yani bilisim devriminin altin çagi henüz gelmis degil ama çok yakin.
Dördüncü dalganin ne olacagini ise kimse bilemez. Yapay zeka, nanoteknoloji, telekomünikasyon ve biyoteknolojinin birlesimi seklinde olabilir. Bu teknolojilerin yeni bir refah dalgasi olusturmasi, bir 80 yil daha sürebilir. Dileyelim 2090’a gelindiginde geçmisten çikarilan dersler unutulmasin.
YÜZYIL ORTASI (2030-2070) Meslekler Teknolojik gelisme ekonomide köklü degisikliklere neden olarak bazen sosyal kaymalara da yol açar. Her devrimin kazanani ve kaybedeni olduguna göre yüzyil ortasinda bu daha belirginlesecek. Bilisim teknolojilerinin gelisimi meslekleri nasil etkileyecek? Bunun cevabini makinelerin, robotlarin kisitlamalarini göz önüne alarak verebiliriz. Yapay zekayi köstekleyen sekil tanima ve sagduyu olduguna göre gelecekte ayakta kalacak meslekler de bu ikisini gerektiren, yani robotlarin beceremeyecegi türden isler olacak. Mavi yakalilar arasinda, üretim bandinda çalisan isçiler gibi sirf tekrarli isleri yapanlarin pek sansi yok. Bilgisayarlarin en iyi yaptigi seyin hesaplayip tekrarlamak oldugunu düsünürsek fabrikalardaki otomatik isleri tamamen devralacaklari asikar. Fakat mavi yakalilardan tekrari olmayan sekil tanima islerini yapanlar, islerini robotlara kaptirmayacak. Mesela, farkli suçlari çözmeleri gereken polisler, geri dönüsüme gidecekleri ayirabilen çöpçüler, her seferinde baska bir alet kullanmalari gereken insaat isçileri, uygun becerileri farkli yerlerde kullanmalari gereken tesisatçi ve bahçivanlar. Beyaz yakalilara gelince, kaybedenler çogunlukla araci görevi üstlenenler olacak: sayim yapan, envanter çikaran memurlar, turizm acentasi, muhasebeci, broker vb. Çünkü kapitalizmin piyonu bu meslekler yavas yavas ortadan kalkacak. Simdiden daha turizm acentalarini aradan çikarip uçak biletlerimizi internetten en ucuzunu bularak kendi basimiza almaya baslamadik mi?
Örnegin, bir zamanlar internet üzerinden hisse alim satimi yapmamakla övünen ve internet ticaretini hor gören Merrill Lynch, 1999’da piyasa güçlerinin etkisiyle online ticareti benimsemek zorunda kalinca tükürdügünü yalamis oldu. Bu ayni zamanda kurumsal hiyerarsinin de azalacagi anlamina gelmekte. Yöneticiler satis gücü ve temsilcilerle dogrudan iletisime geçebilecekleri için arada emir tasiyanlara gerek kalmayacak. Kisisel bilgisayarlar isyerlerine ilk girdiginde de buna benzer isten çikarmalar olmustu. Aracilarin gelecekte var olabilmesi için yaptiklari ise katma deger eklemeleri, robotlarin saglayamayacagi sagduyuyu öne çikarmalari gerekecek. Simdiden online ticaret yüzünden alt düzey brokerlar isten atiliyor. Ancak akli basinda tavsiyelerde bulunan tecrübeli borsa simsarlarina daima talep var. Gelecekte beyaz yakalilar arasinda, faydali bilgi, deneyim ve sagduyuya sahip olanlar kazanacak. Bu da isine yaraticilik katan, harekete geçen, analiz eden, liderlik yapan, yazilim gelistiren, bilim ve sanatla ilgilenen yani bizi insan yapan kabiliyetleri olanlar demek. Bilgisayarlar insan iliskilerini, anlasmazlik, basari ve yenilgileri kavramaktan yoksun olduklari için yazarlik, senaristlik, avukatlik gibi meslekler var olmaya devam edecek. Belli konularda robot bir avukata danismak mümkün olacak belki ama bir yargiya varabilmek için gerçek bir hukukçuya hep ihtiyaç olacak. Çünkü degerler ve kanunlar gibi yorumlamalari da degisir. Mesela, ABD Yüksek Mahkemesi 1857’de kölelerin asla vatandas olamayacagina hükmettikten sonra bu kararin degismesi için bir iç savas ve binlerce insanin ölmesi gerekti. Dolayisiyla anayasalar ne kadar yerlesik gibi görünse de zamana ve kosullara göre yeniden uyarlanip düzenlenmeleri gerekebilir.
Gelecekte kiymetli olacak baska bir sermaye liderlik özelligi olacak. Liderlik kismen eldeki verileri, bakis açilarini ve seçenekleri degerlendirerek belirlenmis hedeflere en uygun olana karar vermektir. Çalisanlarin güçlü ve zayif yanlarinin farkinda olup onlara ilham vermeyi ve önderlik etmeyi kapsadigindan oldukça karmasik bir is olan liderlik, insan dogasinin, piyasa güçlerinin iyice kavranmasi gibi makine veya robotlarin becerilerini asan seyler gerektirir.
Eglencenin Gelecegi: Eskiden elinde sazi diyar diyar dolasan ozanlar, bir panayirdan digerine çadir kuran hokkabaz ve komedyenlere dayali olan müzik ve eglence sektörü, elektrigin gelisiyle birlikte sirasiyla gramofon, radyo ve televizyonun ortaya çikmasiyla tamamen degismis oldu. Sarkici ve müzisyenler, eskiden olsa neredeyse karin tokluguna çalisacakken, bir anda plak basip milyonlara ulasma imkanini yakalayinca, ünlü olup gençlerin idolü haline geldi. Müzik piyasasinda birkaç kusak albüm satislari iyi gitti ama internetin patlamasiyla durum degisti. Internetten müzik alisverisinin kolayca yapilabilecegini öngören bilim insanlarina kulak asmayan büyük müzik sirketleri, online satis altyapisi olusturmayi düsüneceklerine bir CD fiyatinin onda biri fiyatina albüm sunan yeni kurulmus ufak sirketlere dava açmayi yegledi. Su anda müzik endüstrisinin yasadigi karmasa kendi yöneticilerinin umursamazligindan kaynaklanmakta. Isin iyi tarafi, adi duyulmamis müzisyenler büyük sirketlerin sansürüne ugramadan dinleyici kitlesi edinip yükselme imkanina sahip artik. Bu demek oluyor ki, kimin ünlenecegine yöneticiler degil, piyasa güçleri özgür ve demokratik biçimde karar verecek. Basin için de benzer bir ikilem geçerli. Reklam gelirlerine bel baglamis olan gazeteler, dileyen herkes internet üzerinden çesitli kanallari kullanarak reklam verebildigi için sayfa sayisini azaltmak zorunda kaldi. Üstelik artik internetten okunabildikleri için satislari da düstü. Fakat bu süreç fazla uzun sürmeyecek. Durmadan nutuk çekenlerden tutun, tuhaf fikirlerini kabul ettirmeye çalisan megalomanyaklara kadar internette asiri bir bilgi kirliligi mevcut. Dolayisiyla insanlar eninde sonunda rastgele gerçeklerle bos laflardan sikilip haberin yaninda bilgelik sunan saygideger sitelere yönelecek.
UZAK GELECEK (2070-2100) Bahsettigimiz teknolojiler o kadar güçlü ki kapitalizmin isleyisini etkilememeleri mümkün degil. Arz talep kurali hala ayni ancak bilim-teknolojinin yükselisi mallarin dagitimindan refahin yapisina kadar kapitalizmi zaten degistirmis durumda. Adam Smith’in kapitalizminde arz talebi karsilayinca mallara fiyat konur. Talep fazla, arz azsa fiyat artar. Üreticiyle tüketici arz ve talep hakkinda yeterli bilgiye sahip olamadigi için fiyatlar yerine göre degisir. “Kusursuz Kapitalizm” ise üreticiyle tüketicinin piyasa hakkindaki bilgisinin sinirsiz oldugu ve dolayisiyla fiyatlar kusursuzca belirlendigi zaman gerçeklesebilir. Simdiden bazi ürünler için internette fiyat arastirmasi yapabiliyoruz. Bu ileride piyasada satilan tüm ürünler için geçerli olacak ve tüketiciler satin almak istedikleri ürün hakkindaki her seyi bilebilecek. Avantaj tüketicinin eline geçecek, hem fiyat-kalite karsilastirmasi yapabilecek hem de en ucuz fiyati talep edecek. Üretici de tüketicinin ihtiyaçlarini, isteklerini anlayabilecegi verilere sahip olacak ve fiyat belirlerken tahmin yürütmek zorunda kalmayacak. Üreticinin sürekli degisen tüketici taleplerine göre hareket etmesi gerekecek. Sirketler dogrudan müsterilerini hedef alabilecek ve ona göre ürün hazirlayabilecek. Su andaki sistemde seri üretilen mallar, bilgisayar devrimiyle müsterinin arzusuna göre farkli beden ve renklerde üretilebilecek. Fiyatlarin düsmesi ve rekabetin artmasiyla kitlesel teknoloji olarak internet ihtiyacimiz oldugunda kullanip bedelini ödedigimiz elektrik, su gibi bir hizmete dönüsecek. Internete bagli çalisan “cloud computing” teknolojisi giderek popülerlesecek. Gelecekte bilgisayarlar kademeli olarak kullanimdan çikacak ve tüm bilgilere internetten erisilecek.
Gelecegin en tartismali ve hassas konularindan biri de gizlilik olacak. Geçmiste bilgisayarlarin hakkimizdaki her seyin takip edilebilmesini mümkün kilacagi endisesi yaygindi. Sinirsiz bir casusluk makinesine dönüsebilecekken Soguk Savasin bitmesiyle halka açilan internet teknolojisinde artik “Big Brother” modelinde tek bir yerden takip edilmek mümkün degil. Asil sorun küçük çapli takipçiler: bulvar gazeteleri, adi suçlular, isgüzarlar ve tabii ki kisisel tercihleri ögrenmek için hakkinizdaki bilgileri didikleyen sirketler. Büyük olasilikla bu sorun yok olmayacak ama zaman içinde iyiye dogru düzelecek. Muhtemelen mahremiyetimizi koruyan programlari hazirlayan yazilim gelistiricilerle bunlari kirmaya çalisanlar arasinda bitmeyen bir kovalamaca olacak. Meta Kapitalizminden Entellektüel Kapitalizme: Teknolojik gelismeler sadece kapitalizmin isleyisini degistirmekle kalmayacak, dogasini da etkileyecek. Basliktan bu geçisin yönü de belli. Refah eskiden sahip olunan mallarla ölçülürdü ancak seri üretim, nakliyat, iletisim ve rekabetin artmasiyla fiyatlar da düsmeye basladi. 100 yil önce Ingiltere kraliçesinin ömründe görmedigi seyler soframizda. Meta kapitalizmin yerini alacak olan entellektüel kapitalizme tam olarak yapay zekanin ve robotlarin yapamayacagi seyler dahil: sekil tanima ve sagduyu. Günümüzde bilgi ve beceri rekabet avantajinin tek kaynaklari ve gelecekte de çok önemli olacaklar. Pek çok unsur rekabet denkleminden düserken bilgi uzun vadede sürdürülebilir rekabet avantajinin vazgeçilmezi haline geldi. Bu tarihi geçisin kapitalizmi temelden sarsacak olmasinin nedeni, insan beyninin çogaltilip seri üretilebilecek bir sey olmayisi. Yani, gelecegin degeri sagduyu olacak. Emtia üretiminden çok farkli bir biçimde, zihinsel/entellektüel birikim yaratmak için insanin yillar boyu egitilmesi gerekmekte. 1991’de soyut hizmetlerden, somut mallardan daha çok gelir elde eden ilk ülke Ingiltere oldu.
Geçtigimiz yüzyil sonunda baslayan bu degisim, Amerikan ekonomisinde imalatin çarpici biçimde düsüsüyle Hollywood filmleri, video oyunlari, telekomünikasyon, bilgisayarlar gibi entellektüel kapitalizmdeki artistan kolayca farkedilebilir. Bu kademeli bir geçis olacak ama her on yilda bir daha da artacak. Bazi uluslar bunun farkinda. Japonya dogal kaynaklardan yoksun olmasina ragmen, yüksek refah düzeyini insanlarinin birligine ve çaliskanligina borçlu. Maalesef bunu anlamayan çok sayida ülke, yurttaslarini gelecege hazirlamaktan yoksun. Dogal kaynaklar açisindan zengin olan ülkeler bu prensibi kavramadiklari takdirde gelecekte fakirlesmeye mahkum. Ortalama emtia fiyatlari 150 yildir düsmekte oldugu için bu stratejiyi izlemeyen ülkelerin ekonomisi zamanla küçülecek. Fakat bu sürecin kaçinilmaz oldugunu söyleyemeyiz. II.Dünya savasi sonrasi bir nesilde dünya ekonomisinin önde gelenleri arasina giren Almanya ve Japonya ile %8-10’luk büyüme oraniyla 500 yillik ekonomik çöküsünü tersine çeviren Çin örneklerine bakacak olursak ortak özellikleri, toplum olarak birbirine bagli ve çaliskan olmalari. Ayrica üçü de egitime, halkin bütünlesmesine, ve ekonomik kalkinmaya önem vererek herkesin almaya can attigi ürünleri piyasaya sundu. Kalkinmayi saglayan sermaye veya dogal kaynaklar degil artik. Geleneksel olarak ülkeleri zenginlestiren bu varliklarin yerine, vatandaslarinin yetenek, örgütlenme, motivasyon ve öz-disiplin gibi nitelikleri önem kazanmakta. Bazi uluslar kifayetsiz liderlerce yönetildikleri ve kültürel ve etnik olarak parçalanmis durumda olduklari için islemez haldeler. Egitime yatirim yapmak yerine orduya, silahlara yatirim yaparak halklarini korkutuyorlar. Sanayilesmeyi hizlandiracak altyapiyla ugrasmak yerine yolsuzluklarla ugrasiyorlar. Böylece liyakata degil hirsizliga dayali bir sistem olusturarak iktidarda kaliyorlar. Ne yazik ki bu yozlasmis hükümetler Bati’dan gelen yardimi da ceplerine indiriyor. 1950 ve 2000 arasinda fakir ülkelere yapilan yardim 1 trilyon dolari askin fakat hala dünya nüfusunun neredeyse yarisi (2.8 milyar) günde 2 dolardan azla geçiniyor; 1.1 milyar insan ise asiri yoksul.
Gelismis ülkeler, mutlaka digerlerinin durumunu düzeltmek için daha çok yardim etmeli ama sonuçta kalkinma sorumlulugunu gelismekte olan ülkelerin liderleri de üstlenmeli. Sadece maddi yardim yerine egitime yogunlasip kendine yetebilecek hale gelmelerini saglayan yeni endüstriler gelistirmelerine destek olmak gerek. Günden güne artan bilgisayar gücü ve düsen fiyatlar sayesinde yoksul çocuklar da internet kullanma imkani bulabildiginden Internete erisimi olanlarla olmayanlar arasinda büyük bir uçurum olacagi endisesini de yersiz buluyorum. Asil sorun erisim imkani degil is imkanlari. Is piyasasinda tarihi bir degisim yasamakta. Gelecekte yükselecek ülkeler bu avantaji kullanabilenler olacak. Gelismekte olan ülkelerin stratejisi, metalari saglam bir temel olusturmakta kullanip, bundan entellektüel kapitalizme geçisin adimi olarak yararlanmak olabilir. Mesela, Çin bir yandan dünya pazarina sunulacak mallari üreten binlerce fabrika kurarken, bir yandan da kârini entellektüel kapitalizme dayali hizmet sektörüne yatirmakta. ABD’de fizik doktorasi ögrencilerinin %50’si yabanci uyruklu. Çogu da ya Çinli ya Hintli. Bir kismi yeni sektörler yaratmak için ülkelerine geri döndü bile.
Her zaman yeni teknolojiler toplumda degisimler ve kaymalar yaratir. Örnegin 1800’lerde Amerika’ya gelen göçmenler, egitim seviyesine bakilmaksizin imalat sektöründe kolayca is bulmustur. Fakat bu defaki geçis sirasinda vasifsiz is pozisyonlari pek mümkün olmayacak. Bugün bile büyük kismi ortadan kalkmis durumda. Ucuz emek pesindeki çogu sirket, imalatini çoktan az gelismis ülkelere kaydirdi. Küresel rekabet oldugu sürece ürünler ve hizmetler ucuzladikça, imalat ve dagitim etkinlestikçe tüketicinin de isine gelmekte. Modasi geçmis isletmeleri ve gereginden fazla maasli isleri desteklemek karmasa, israf ve verimsizlikten baska bir seye yaramiyor. Basarisiz sektörleri sübvanse etmek yalnizca kaçinilmaz sonu geciktirip çöküsün acisini erteleyerek durumu daha da kötülestiriyor. Egitim sistemi, vasifli çalisan temin edemedigi için sirketler düsük egitimli personelle ugrasmak zorunda kaliyor. Beceriye dayali hizmet sektöründe yüksek maasli pozisyonlar uygun aday olmadigi için bos kalabiliyor. Sanayilesmenin altin çagi çoktan geçti. ABD ve Avrupa büyük ölçüde sanayi ekonomisinden hizmet ekonomisine on yillar önce geçti. Simdi yapilmasi gereken entellektüel kapitalizmi maksimuma çikaran sektörlere yönelip tekrar yatirim yapmak. 21.asirda hükümetlerin en zor görevlerinden biri bu ama kolay ve çabuk bir çözümü yok. Öncelikle egitim sisteminin toptan elden geçmesi demek. Isçilerin yeniden egitilebilmesini ve lise ögrencilerinin mezun olduklarinda issizler ordusuna katilmasinin önlenebilmesi için bu sart. Isgücünün 21.yüzyilin ihtiyaçlarina cevap verecek sekilde yetistirilmesi lazim. Müfredatlari gözden geçirilip bastan düzenlenmesi ögretmenlerin de gelecegin teknoloji toplumuna uygun sekilde yeniden egitilmesi gerekli. Basari, herhangi bir sektörün büyüklügüne degil ülkenin insan kaynakli zihinsel güce dayali ekonomiye düzgün bir geçis yapabilmesine bagli. Bu, teknolojik buluslardan yeni isler kuracak ve zenginlik yaratacak yenilikçi girisimciler akini baslatmak anlamina gelmekte. Böyle insanlarin dinamik enerjisine ihtiyaç var. Bu yüzden yeni liderlerin piyasaya girmesinin önünü açmak sart.
Bilimden Yararlan Gelecegi Yakala: Gelismekte olan ülkeler, bilisim devriminin avantajindan Bati’nin yaptigi hatalari tekrar etmeyerek yararlanabilir. Gelismis ülkeleri bir siçrayista geçebilirler. Bati’nin zor yoldan yaptiklarini kolayca halledebilecek teknoloji mevcut. Artik cep telefonlari en uzak yerde bile çektigi için, ülkeler her yere telefon baglamak için servet döküp bir uçtan digerine hat çekmek zorunda degiller. Eskiyen altyapiyi yeniden yapmak zorunda da degiller. Yenisini yapmak eskisini onarmaktan daha ucuz. Yüzyil öncesinden daha düsük maliyete, son teknoloji altyapi sistemleri kurmak mümkün. Mesela Çin, Bati’nin yeni sehirler kurarken yaptigi bazi hatalari yapmayarak akillilik etti. Pekin metrosu Bati’da yaratilan bilgisayar teknolojisinden yararlanmakta. Gelismekte olan ülkelerin özellikle bilimsel alanlarda gelecege kestirmeden gitmesinin bir yolu da internet. Literatüre giren her makaleye internetten ulasmak mümkün hale geldi. Üstelik artik bilim insanlarinin dünyanin neresinde olursa olsun birbiriyle iletisime geçip isbirligi yapmasi da olasi. Gelecekte ekonomisini bilim-teknolojiyi gelistirip destekleyerek yapilandiran ülkeler yükselecek. Bu gerçegi kavrayabilen uluslar yarinin liderleri olacak. Örnegin, Amerikali ögrenciler bilim ve matematikte son siralarda olmasina karsin, ABD bilim ve teknolojideki üstünlügünü sürdürebildi. ABD’de okul günü yilda 178 günken birinci sirayi kaptirmayan Çin’de 251 gün. ABD’nin uluslararasi alanda bilim ve teknolojide basarili olmasini saglayan unsur, üniversitelerine ve is imkanlarina çektigi beyin göçü.
Özel yetenekleriniz, kaynaklariniz veya bilimsel bilginiz varsa H1B adli özel bir vize alma hakki kazaniyorsunuz. Örnegin, New York Üniversitesi’nde fizik ögrencilerinin neredeyse tamami yabanci uyruklu. Amerikan kongre üyelerinin bazisi bu vizeyi, is imkanlarini Amerikalilarin elinden aldigi iddiasiyla kaldirtmak istedi. Aslinda anlamadiklari su; mesela Silikon Vadisinde o isleri yapabilecek vasifta Amerikali olmadigi için, bu vizeler Tayvanli veya Hintlilere verilmekte. H1B vizesine sahip göçmenler isleri ellerinden almaktan çok tamamen yeni endüstriler kurarak is imkani yaratiyor. Almanya’da da benzer bir vize uygulamasini yürürlüge sokmak isteyen eski Sansölye Schröder de ayni elestirilere maruz kalarak basarisiz olmustu. ABD’de köhne egitim sisteminin hasarini üniversitelerle isletmeler telafiye çalismakta. Fakat ilkögretim ve lise egitimini düzeltmedikçe ABD’nin gelecekte rekabetçi kalabilmesi imkansiz. Yine de hala avantajli oldugu söylenebilir. Çünkü dünyanin pek çok yerinden insan, nereden geldigin degil ne fayda saglayabilecegin önemli sayildigindan ABD’ye göç etmeye devam edecek. Dogudaki egitim sistemi ise arastirmaci degil ezbere dayali; yaraticilik, hayalgücü ve yenilikçilikten uzak. Oysa ki bilim ve teknolojide ilerlemek için bunlara ihtiyaç var. Bu yüzden Çin, ilk olarak Bati’da imal edilmis mallarin ucuz taklitleriyle Bati’ya yetisecek olsa bile yaraticilik, yeni ürün ve strateji gelistirmek açisindan geriden gidecek.
Günümüz dünyasinda rahatsiz edici bir baska gerçek de gençlerin genelde finans sektörü, bankacilik gibi mesleklere yönelmesi. Ancak gençlerin bu tip kariyerlere özendirilmesi gelecek için tehlikeli olabilir. Liderler, bilimsel icatlar ve teknolojiyi desteklemedikçe toplumlar yükselemez. Çünkü uluslari yücelten bilim ve teknolojidir. Bir ülkede ortada yatirim yapacak bulus yokken, yatirim bankaciligi yapanlar artarsa kaçinilmaz çöküs baslar. Gelecegin zorlugu gençlere, baskasinin parasini yönetmek üzerine kurulu kariyerleri degil, gerçekten refah yaratan meslekleri cazip kilmaktir. Bunun çözümü, kafasi çalisan ögrencilerin bilim dallarina yönlendirilmesi olabilir. Singapur Örnegi: Tarihin en ilginç toplum mühendisligi vakasi olan Singapur, her türlü batagin oldugu bir liman ülkesinden bir nesilde bilim ve teknoloji alaninda bir merkeze dönüstü. 1959-1990 arasinda basbakanlik yapan Lee Kuan Yew ve yandaslari, bilim, egitim ve üstün teknoloji sektörlerine vurgu yapmasiyla tüm ulus sistematik biçimde yetistirildi. Oldukça egitimli teknisyenler yetistirerek elektronik, kimyasal ve biyomedikal aletlerde lider ihracatçiya dönüstü. Tabii ki bu modernlestirme süreci sancisiz olmadi. Sosyal düzeni saglamak için sert kanunlar uygulandi. Öte yandan akademik çevreyi Singapur’da tutmak için kültür ve sanat organizasyonlari düzenlendi. Egitim sistemi arastirmaciligi ve yaraticiligi tesvik etti. Dahi çocuklar ögretmenlerce saptanip ekonomiyi canlandiracak sekilde yetistirildi. Az nüfuslu küçük bir ülke olan Singapur bir avuç insanin toplumu yeniden yapilandirilmasinin mümkün olabildigi bir ortam. Yine de bilisim devriminde siçrayis yapmanin sistematik çalismakla mümkün oldugunun göstergesi.
VIII. Bölüm: INSANLIGIN GELECEGI Burada anlatilan teknolojik devrimlerin hepsi tek bir noktaya isaret etmekte: gezegen uygarliginin olusturulmasi. Bu hedefe ulasacak miyiz yoksa karanliga mi gömülecegiz bunu biz belirleyecegiz. Insanoglu 100 bin yil önce Afrika’da ortaya çikali beri belki de 5000 nesil geldi geçti. Fakat insanligin kaderini bu asirda yasayanlar tayin edecek. Bu yüzden tarihi açidan çok önemli bir konumdayiz. Insanligin gelecegine yönelik büyük bir sorumlulugumuz var. Dogal bir felakete veya aptalligimiza yenik düsmezsek, insan toplumunun tek bir uygarliga dönüsme evresine girmesi kaçinilmaz. Enerjiyle ilgili tarihsel süreç incelendigince bu net biçimde ortaya çikar. Fizikçiler her seyi tükettigi enerjiye göre siniflandirir. Insanlik tarihini bu açidan ele aldigimizda, sadece el gücü ve basit aletlerin kullanildigi avci-göçebe düzende enerjimiz binlerce yil boyunca sadece 1/5 beygir gücüyle sinirliyken, 10 bin yil önce Buzul Çagi’nin sona ermesiyle tarima dayali yerlesik düzene geçisle 1 beygir gücüne yükseldi. Tarlalar ve evcillestirilen hayvanlar sayesinde insanlarin gida stogu artti. Ormanlarin ovalarin ortasinda ilk köyler olusmaya, ardindan kasabalar sehirler kurulmaya basladi. Tarimin yarattigi refah fazlasi, bu zenginligi koruyup çogaltmak için yeni yollar üretilmesine yol açti. Matematik ve yazi ile hesaplar tutulmaya, takvimlerle ekim ve hasat zamanlari takip edilmeye basladi. Ordular, kralliklar, imparatorluklar, kölelik ve eski uygarliklar ortaya çikti. 300 yil önceki Sanayi Devrimi sirasinda artan refah, yalnizca beygir gücüne dayali olmaktan çikip makine gücüne dayandi. Seri üretimle müthis bir gönenç olustu. Fabrikalar, degirmenler, madenler kuruldu. Içten yanmali motorun bulunusuyla bir kisi yüzlerce beygirgücüne hükmedebilir hale geldi. Simdi içinde bulundugumuz süreçteyse bilgiden refah üretilmekte. Uluslarin zenginligi fiber optik kablolar ve uydular araciligiyla dünyayi dolasan sonunda da finans merkezlerinde borsa ekranlarinda dönüp duran elektronlarla ölçülüyor. Bilim, ticaret ve eglence isik hizinda yayilarak diledigimiz anda diledigimiz yerde sinirsiz bilgi sunuyor.
Tuhaf gelecek ama kültürel, toplumsal, siyasi kosullarini bilmemize imkan olmayan ancak ne olursa olsun fizik kurallarina uymak zorunda olduklari için uzaydaki diger uygarliklari da tükettikleri enerjiye göre siniflandirmak mümkün. Zaten yeryüzünden ölçebilecegimiz tek unsur bu. Dünya disi uygarliklari enerji tüketimine göre siralamayi 60’larda ilk ortaya atan Rus astrofizik uzmani Nikolay Kardasev, üç teorik tip önermisti. Asagida medeniyet tipleri, kullandiklari enerji ve somutlastirabilmeniz için örnek olarak bazi bilim kurgu filmleri verilmistir.
1. Tip medeniyet: Gezegen düzeyinde üzerine vuran günes isinlarini tüketir = 1017 vat (Flash Gordon/Baytekin’in dünyasi) 2. Tip medeniyet: Yildiz düzeyinde günesinin yaydigi tüm enerjiyi tüketir = 1027 vat (Star Trek/Uzay Yolu’ndaki Birlesik Gezegenler Federasyonu) 3. Tip medeniyet: Galaksi düzeyinde milyarlarca yildizin enerjisini tüketir = 1037 vat (Star Wars/Yildiz Savaslari’ndaki Imparatorluk)
Bu siralamanin avantaji, muglak ve dayanagi olmayan genellemeler yapmaktansa uygarliklarin gücünü degerlendirebilmemizi saglamasi. Gök cisimlerinin enerji randimanini bildigimiz için uzayi tararken her birine sayisal sinirlamalar koyabiliriz. Bu siniflandirmaya göre dünyamiz halen 0.7 Tip. 1.Tipe ne zaman yükselecegimizi matematiksel olarak hesaplarsak; ortalama ekonomik büyümeyi hesaba katarak, dünya medeniyetinin 100 yil kadar sonra 1.tipe geçecegi söylenebilir. Birinden digerine geçmekse gelisme orani yilda %1 ise 1200; yilda %2 ise 2500 yil sürer. Insanlik açisindan bu tarihi dönüsümün gerçeklestigine dair kolektif bir farkindalik olusmadi henüz. Fakat 1.Tip medeniyete dogru ilerledigimizin kanitini nereye baksak görebiliriz.
-Internet: Gezegensel iletisim-haberlesme sistemi. Ileride daha fazla fiber optik kablo ve uyduyla küresel iletisim ve etkilesim daha da hizlanacak.
-Ortak diller: Iletisim sayesinde ülkelerin dünya ekonomisine entegre olmasi ekonomik kalkinmayi saglamakta. Basta Ingilizce, ardindan Çince ve sonra Ispanyolca en çok konusulan diller. Ikinci dilde tüm dünyanin tercihi olan Ingilizce bilim, finans, is ve eglence dünyasinin ortak dili oldu bile. Halen dünya üzerinde konusulan 6000 dil var. Önümüzdeki on yillarda bunlarin %90’inin artik konusulmayacagi tahmin edilmekte. Bu bir yandan üzücü ama bu diller bilgisayarlara aktarildigi takdirde kaybolmamis olacak.
-Gezegen ekonomisi: Küresel ekonominin dogusuna sahit olduk. AB ve diger ticaret birlikleri 1.Tip uygarligin olusumuna isaret. Ülkeler ticari olarak birlesmeden rekabette kalamayacaklarini farkettikçe ekonomik birliklerin sayisi da artacak. 2008 kriziyle sok dalgasinin nasil tüm dünyaya yayildigini gördük. Günümüzde dünya ekonomisindeki trendleri anlamadan tek bir ülkenin ekonomisini kavramak imkansiz.
-Orta sinifin yükselisi: Çin, Hindistan ve baska ülkelerde çok sayida insan orta sinifa katilmaya basladi. Bu insanlar dünyayi etkileyen kültür, egitim ve ekonomi alanlarinda bilgili. Ayrica savas, din veya ahlak kurallarindan ziyade siyasi ve sosyal istikrarla tüketim mallarina odaklilar. Ideolojik ve milli hirslar, maddi hirslarinin yaninda gayet sönük kaliyor. Eskiden ogullarini savasa göndermekle gurur duyan anne babalarin yerini en büyük dertleri çocuklarini iyi bir üniversiteye sokmak olan ebeveynler aldi. Digerlerinin yükseldigini karsidan izleyenler ise sirasini bekliyor. Er geç baskalarinin sahip olduklarina neden kendilerinin de sahip olamadigini sorgulayacaklar.
-Gücü Belirleyen Ekonomi: Artik süpergüç olmayi belirleyen silahlar degil ekonomi. Ülkelerin konumlarini korumasi için tek yol ekonomik güç; bu da bilim ve teknolojiye dayali.
-Gezegen kültürü: Sinemadan giyime, yemeden içmeye küresel düzeyde bir gençlik kültürü olusmakta. Nereye gitseniz müzik, sanat ve modada ayni trendleri görebilirsiniz. Eskiden lüks sayilan pek çok tüketim mali yalnizca elit bir kesimin ayricaligi olmaktan çikmis durumda. Bunun benzeri II.Dünya Savasi sonrasi gençlik hareketinde görülebilir. Refahin artmasiyla para harcayabilecek duruma gelen gençler, sokaklara çikarak baskin kültürün degismesini sagladi. Su anda da dünyanin pek çok ülkesinde meydana gelen ekonomik gelisme gençlere harçlik olarak yansimakta. Orta sinif çocuklarinin harçliklari arttikça bu gençlik kültürü yayilmakta. Bu sayede, gezegen düzeyinde ortak bir kültür ebedilesme yoluna girmekte. Ancak bu demek degil ki yerel kültürler, gelenekler yok olacak. Tersine çift-kültürlülük baskin olacak. Zengin kültürel çesitlilik gelecekte serpilip gelismeye devam edecek. Insanlar küresel kültürel egilimleri degistirmekte etkili olacak. Küresel kültürler içinde yerel kültürler yan yana var olabilecek.
-Haberler: Uydu, cep telefonu, internet vb. teknolojiler sayesinde bir ülkenin haberleri tamamen kontrol etmesi veya sansürlemesi imkansizlasmakta. Siradan bir vatandas çektigi kayitlari haber ajanslarina gönderebiliyor veya dogrudan internete aktarabiliyor artik. Eskiden iktidarlar için degerlerini zorla kabul ettirmek için sansür uygulama veya haberleri yönlendirme genel geçer bir uygulamayken artik epey zorlasti. Hala kismen mümkün ancak çok daha düsük oranda. Ileri teknoloji sayesinde dogru haberlere ulasilabiliyor. Artan egitim düzeyiyle dünyada olan bitenle ilgilenenlerin sayisi da artmakta. Bundan böyle siyasetçiler, yapacaklarinin sonuçlarini düsünürken dünya kamuoyunu dikkate almaya mecbur.
-Spor: Futbol ve Olimpiyat oyunlari tüm dünyada ilgiyle takip edilmekte. Eskiden milli kimligi vurgulayan spor müsabakalari artik gezegen kimligi olusumuna katki saglamakta.
-Çevre Sorunlari: Çevre kirliligi ve diger ekolojik sorunlar gezegen ölçeginde ele alinmaya basladi. Devletler artik yarattiklari kirliligin milli sinirlari astiginin ve uluslararasi bir krize zemin hazirlayabileceginin farkinda. 1987 Montreal Protokolü ozonu delen kimyasallarin kullanilmasini aza indirgemeyi basardi. Buna ek olarak, çogu ülkenin katildigi 1997 Kyoto Protokolü küresel isinma tehdidi ve diger çevre sorunlari üzerine egilmekte.
-Turizm: En hizli büyüyen sektörlerden biri olan turizm, halklarin, farkli kültürlerin birbirine yakinlasmasinda aracilik etmekte. Uluslararasi ulasim fiyatlarinin da düsmesiyle insanlar daha çok seyahat etme imkanina sahip. Her ne kadar turistlerin gezdikleri yerin yerel kültürünü anlamadan yüzeysel bir tanisiklik deneyimledigi seklinde elestiriler yapilsa da kültürlerarasi alisverisin neredeyse hiç olmadigi, farkli milletlerin yalnizca savasta karsilastigi tarihsel geçmisle kiyaslandiginda su anki durum oldukça umut verici.-Savasin sekli: Demokrasi fikri yayildikça ve toplumlar birbiriyle iletisime geçtikçe savasin yapisi da degismekte. Ezelden beri toplumlar arasi husumeti, düsmanligi körükleyen yanlis anlamalardi. Genelde savas atesini kiskirtan demagoglar bunu düsmani canavarlastirarak yapardi. Simdiyse uluslar birbirlerini daha iyi tanidigi için savas açmalari genel olarak zorlasti. Demokrasiyle yönetilen toplumlarda dinamik bir basin, muhalefet partileri ve savas çiksa kaybedecek çok seyi olan orta sinifin bulunmasi nedeniyle nifak tohumlari ekip savas biçmek eskisi kadar kolay degil. Kuskucu gazetecilik anlayisi ve evlatlarinin neden savasa gitmek zorunda oldugunu sorgulayan analar varsa, savas atesini tutusturmak çok güç. Gelecekte de savaslar olmaya devam edecek ama sekli degisecek. Demokrasi yayildikça savas tarzi farklilasacak. Dünya zenginlestikçe ve demokrasi yayildikça insanlarin kaybedecek daha fazla seyi olacagi için savas baslatmak daha da güçlesecek. Hane basina çocuk sayisinin giderek azalmasi da savasi zorlastiran baska bir etken. Bu özellikle demokrasiler arasinda ve gerillalarla savas yapilmasini da güçlestirmekte.
-Ulus-devletler: 1.Tip medeniyet yolunda ilerledigimiz bu süreçte kapitalizmin yapisi degisip ekonomik güç kademeli olarak ulus-devletlerden bölgesel güçlere ve ticari birliklere geçmekte. Zayiflayacak olmalarina ragmen 2100’de hala varliklarini sürdürecekler. Kanun koymak ve yerel sorunlari halletmek için gerekli olacaklar ancak ekonomik büyüme önce bölgesellesip ardindan küresellestikçe güç ve nüfuzlarini büyük oranda yitirecekler. Tarihsel açidan bakarsak kapitalizmin yükselisiyle birlikte serbest ticarete engel olan feodal gelenekler ortadan kaldirilip gerekli düzenlemeleri getirmek üzere ulus-devletler kuruldu. Dogru adimlarla hizli bir sekilde gezegen birligine geçis de mümkün olabilir. Bu illaki dünya hükümeti demek degil. Gezegen uygarligi olabilmenin birçok yolu var. Göreceli olarak gücünü kaybeden ulus devletlerin yerini alacak yönetim iradesini, tahmini zor olan tarihsel, kültürel ve ulusal egilimler belirleyecek.
-Hastaliklar: Hastaliklarin dünya çapinda kontrol edilmesi gerekecek. Nüfus artisi, sehirlesme ve daha önce balta girmemis yerlere kurulan yerlesimler nedeniyle salginlarin yayilma hizi ve orani artmakta.
Terörizm ve Diktatörlükler: Farkinda olmadiklari halde gelisme, özgürlük, bilim, egitim ve medeniyetten yana oldugunu bildiklerinden gezegen uygarligi olma yönündeki bu ilerleyise engel olmaya çalisan gruplar da mevcut. Islamci teröristler 21.asir yerine 11.asra geri dönme isteginde. Memnuniyetsizliklerini bu sekilde dile getirmeseler de bilim, toplumsal iliskiler ve siyasetin kati dini kurallara bagli oldugu teokratik bir düzende yasamak istedikleri kendi beyanlari. Esasinda bu teröristler Islam tarihini anlayamiyor. Islam medeniyetinin büyüklügü ve bilimsel maharetinin asil kaynaginin yeni fikirlere müsamaha göstermesi oldugunu kavramaktan acizler. Diktatörlere gelince, halklarini baski altinda tutup dünyanin kalaninin sahip oldugu refah ve gelismeden bihaber birakiyorlar. Halklari ayaklanirsa, yeni seyler ögrenirse olacaklardan korkan otoriter yönetimler, internete yasaklar koymaya çalisiyor. Fakat gelecekte bu sekilde devam etmeleri olanaksiz. Örnegin, 2009’da Iran’da hükümetin engellemeye çalistigi göstericiler, mesajlarini dünyaya Twitter ve Youtube üzerinden ilettiler. Internet erisimi bulunmayan Kuzey Kore’nin fakirlestirilmis halki, dünyadan kopuk. Kaderlerini kabul etmek zorunda olduklarini sanarak inanilmaz zorluklara katlanmaktalar.
1. Tip Medeniyete geçis: Bu kapsamda en tehlikeli süreç sifirdan 1. Tipe geçis. Yani, halen içinde bulundugumuz zaman dilimi. Çünkü hala geçmisten getirdigimiz vahsilik, köktendincilik, irkçilik, ayrimcilik, hosgörüsüzlük, acimasizlik ve benzeri sorunlarla basa çikamadik. Nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlarin isin içine girmesi durumu daha da zorlastirmakta. Birbirimizi ve dogayi yok ederek ilerleyecegimizi zannedecek olursak çok yaniliriz. Su anda yeryüzündeki insanlar gezegen uygarligina dogru ilerledigimizin bilincinde degil. Ancak uzayda zeki yasam türleri oldugunu kesfedersek durum aniden degisir. Uzaylilarin uygarlik düzeyiyle karsilastirarak teknolojik düzeyimizi ölçebiliriz. Eger uzaylilar varsa ve o kadar gelismislerse neden hala dünyayi ziyaret etmediler diye soranlar çikabilir. Bunun yaniti, elbet geldikleri ancak bizim henüz bunu anlayamayacak kadar ilkel olusumuz olabilir. Hala gelismekte oldugumuz nanoteknoloji, biyoteknoloji ve robot teknolojisine çoktan sahip olduklarini varsayarsak devasa uçan dairelerle degil tam otomatik, yari organik yari elektronik yapida mikroskobik araçlarla dünyamizi ziyaret etmis olmalari mümkün. Kimse bilemez ama teknolojik gelismenin hizi göz önüne alindiginda bu yüzyil içinde uzayda ileri bir medeniyetin izini saptamamiz muhtemel. Bu insanlik adina tarihi bir dönüm noktasi olur. Kiyamet söylentileri baslar. Ama hemen panige gerek yok! Isik yili mesafeler düsünüldügünde dogrudan iletisim veya yakin temas güç. Uydularimiz baska bir gezegen uygarligindan yayilan sinyalleri alacak olursa sifreyi çözmek on yillar sürebilir. Dolayisiyla sadece sinyalleri ve geldikleri gezegeni gözlemlememiz mümkün olabilir. Karsilikli iletisimin mümkün olmasi için asirlar geçmesi gerekebilir.
Bilisim devrimiyle birlikte medeniyetlerin gelismislik seviyesinin degerlendirilmesi için enerji üretimi ve tüketimi kadar islenen bilgi miktari da önem kazandi. Bunun üzerine astrofizikçi ve yazar Carl Sagan, Kardasev’in 3’lü siralamasina ek olarak bilgi islem ölçümüne dayanan alfabetik siralamayi getirdi. Örnegin A tipi yalnizca 1 milyon parça bilgi sahibi olan yani konusan ancak yazili bir dili olmayan medeniyeti simgeler. Bu siralamada, bilim ve edebiyat birikimine sahip Antik Yunan medeniyeti C tipine denk düser. Insanligin simdiki uygarlik düzeyinde isledigi bilgi birikimine bakarsak demek ki H tipiyiz. Bu da bizi 0.7 H tipi medeniyet yapar. Son yillarda kirlilik ve atik meselesi öne çiktigindan, artik medeniyetleri siniflandirmak için enerji ve bilgi yeterli degil. Aslinda ne kadar çok enerji tüketip bilgi üretiyorsa çöp çikarma olasiligi o kadar yüksek. Medeniyetlerin gelismeye çalisirken sonunda kendilerini yok edecek kadar kirlilik, atik ve fazladan isinma yaratmalari da mümkün. Demek ki bir medeniyetin hayatta kalip yükselmesi yalnizca enerji ve bilgiye bagli degil. Verim, atik isi ve kirliligi ölçüt alan entropi kavrami üzerinden yapilacak bir siniflandirma da mümkün. Aslinda gelismis bir medeniyetin kaderini belirleyen de bu.
Dogayi Koruyan Ideal Insanlik Medeniyeti: Enerji ve bilgi yönünden gelisen ancak bunu bilgelikle yapan bir uygarlik olmali ki, gezegen yasanamayacak kadar sicak veya pis hale gelmesin ve uzak gelecekte insanlik çöplüge döndügü için dünyayi terketmek zorunda kalmasin. Insanlarin sadece kendini düsünüp rahata düskün lüks bir hayat yasam sürmenin geride karmasa ve pislikten baska bir sey birakmadigini farketmesi gerek. Çünkü her seyin bir bedeli var. Entropi kavramindan bahsederken degindigimiz gibi toplam entropi miktari (düzensizlik veya karmasa) daima artar. Bu her seyin gelip geçici oldugu anlamina gelir. Nesneler çürümeli, yaslanmali, bozulmali veya parçalanmalidir. Dolayisiyla medeniyet basamaklarini tirmanirken, körü körüne enerji üretirsek atik isimizla gezegeni kaldiramayacagi kadar fazla isitarak yasanmaz hale getiririz. Nihayetinde entropi atik isi, karmasa ve kirlilik seklinde medeniyetimizi çökertir. Ayni sekilde, bilgi üretirken bütün ormanlari kesip dag gibi atik kagit ve çöp çikarirsak kendi bilgi çöplügümüze gömülürüz. Bu baglamda, her türlü israftan uzak durup entropi koruyucu medeniyet seklini benimseyerek çöpü ve atik isiyi denetim altina almak için tüm imkanlarimizi kullanmamiz gerek. Insanlik bir an önce enerji tüketiminin iklimi ve çevreyi giderek bozdugunu, yasami tehdit ettigini idrak etmeli. Üstelik gelecekte enerji ihtiyaci kat be kat artacak. Bunlari göz önünde tutarak enerji üretim ve tüketimini denetim altinda tutmak gerek. Ileri bir medeniyetin olusturdugu entropi kaçinilmaz olarak giderek artar ama nanoteknoloji ve yenilenebilir enerjilerle atiklar ve verimsizlik bertaraf edilebilir.
2100’e geldigimizde düsünce gücüyle nesneleri hareket ettirip, ölümle yasami kontrol etmemiz, yildizlara ulasmamiz kisaca doganin efendisi olmamiz mümkün. Ancak o zaman dogayi korumamiz da gerek. Entropinin sinirsizca artmasina izin verecek olursak mahvoluruz. Yüksek miktarda atik isi ve kirlilik üretip havaya zehir salan devasa termik santrallere duyulan ihtiyaç, insanlar, enerji tasarruflu cihazlar kullansa ve yenilenebilir enerjiye yönelse büyük oranda azalir. Nanoteknoloji sayesinde makinelerin, atom ölçegine inmesiyle atik isi miktarini azaltma imkanimiz da dogmakta. Süperiletkenler bu asir içinde gelistirilirse, enerji ihtiyacimiz toptan degisecek çünkü sürtünme nedeniyle meydana gelen atik isinmayi ortadan kaldirmis olacagiz. Ileri bir uygarlik olmanin daha az enerjiyle daha çok is becermek anlamina geldigini kavramak zor degil. Dolayisiyla simdiden baslayip enerji tüketimini arttirmak degil, tüketimi etkin ve verimli hale getirmek gerek. Bu ayni zamanda su anlama gelmekte: insanlik uygarligi, daha ileri medeniyetler seviyesine ulasabilmek için farkliliklari kabullenip sorunlarini çözmeye ve dogaya saygi duymaya mecbur.
Yeni ufuklar açan bilim ve teknolojinin gelecegine baktigimda, zorluklar ve tehlikelerin yaninda sahici bir umut görüyorum. Önümüzdeki on yillarda, doga hakkinda ögreneceklerimiz simdiye kadar kesfedilenlerden kat be kat fazla. Geçmiste bilgilerimiz sinirliyken dahi, insanlar mantik ve hayalgücüne dayanarak gelecege dair tahmin yürüttü ve bu tahminlerin birçogu tuttu. Akil, bilim ve anlayisin insanligi geçmisin baskisindan kurtaracagina olan inanç pek çok eserde görülebilir. Benjamin Franklin’in insanin madde üzerinde güç sahibi olacagini öngörerek ulasimi kolaylastirmak için yerçekimine karsi koyan tasitlar icat edilecegine dair yazmis olmasindan tutun; Marquis de Condorcet’in sömürgelerin sonunda Avrupa’dan kopacagi, köleligin kalkacagi ve bilimin insanlarin hayatini kolaylastiracagina dair öngörülerinin gerçeklesecegi 18.yy sonunda baska kimin aklina gelirdi acaba? Geçmisten bu yana baktigimizda, milyarlarca insani geçmisin vahsetinden kurtaran refah ve bolluk yaratan bilim-teknoloji alaninda meydana gelen hizli gelismeleri tam anlamiyla takdir edebiliriz. Simdiye kadar kesfettigimiz en önemli sey bilimin ta kendisi. Insanligi bataktan çikarip yildizlara yükselten bilim. Bilgisayar devrimi düsünce gücüyle maddelere hükmetme; biyoteknoloji devrimi ömrümüzü uzatma ve yasam yaratma; nanoteknoloji, nesnelerin seklini degistirip bize yoktan var etme kabiliyetini verebilir. Ancak bilim tek basina nötrdür yani tarafsizdir. Bilim esasen yoksullugun, hastaligin ve cehaletin sonlanmasini saglayabilir. Ancak art niyetlilerce insanligin kötülügüne de kullanilabilir. Bu kudretli kiliç kimin elindeyse kullanirken bilgece davranmasi sart.
Bilimin ham ve yikici yanina, II.Dünya Savasi’nda daha önce görülmemis boyutta tahribata yol açtiginda sahit olduk. Zehirli gazlar, makineli tüfekler, hava saldirilari ve atom bombasi. 20.yüzyilin ilk yarisindaki vahset akil almaz bir siddet dogurdu. Fakat insanligin savas kalintilari üzerinde yeniden yükselmesini saglayan da bilim oldu. Bilimin asil gücü, insanliga yapabilme kabiliyeti ve kuvvet vermesidir. Böylece bize seçenek sunar. Bilim, insanligin yetersizliklerini meydana çikardigi kadar yenilikçi, yaratici ve dayanikli ruhunu yüceltir. Bu keskin kilici ustalikla kullanabilmenin sarti bilgelige ulasmaktir. Bana göre bilgelik çagin hayati meselelerini saptayabilme, bunlari farkli açilardan tahlil edebilme ve ardindan soylu bir hedefe ve ilkeye ulastiracak olani seçme kabiliyetidir. Bilgelik sik rastlanan bir özellik degil. Kolay bulunmayan bilgelik, bilgi gibi internet üzerinden de yayilamaz. Bilgi deryasinda bogulmak üzere olmamiza ragmen, modern toplumda en degerli sey bilgelik. Bilgelik ve sezi/kavrayis olmadan, amaçsizca sürüklenip sinirsiz bilgiye alistigimizda içimizdeki bosluk hissiyle kalakaliriz. Peki bilgelik nereden gelir? Kismen, muhalif taraflar arasinda akla uygun, mantikli ve bilgi sahibi demokratik tartismadan gelir. Bu tartismalar siklikla karmasik, nahos ve gürültülü olur. Ancak nihayetinde tartismadan sahici bir bilgelik çikar. Amerikan toplumunda bu tartisma demokrasi biçiminde olur. Günümüzde internet tüm asiriliklari ve hatalarina ragmen, demokratik özgürlüklerin muhafizi olarak belirmekte. Eskiden kapali kapilar ardinda tartisilanlar artik binlerce web sitesinde çözümlenip analiz ediliyor. Dinamik demokratik tartisma ortaminin olusmasini saglamanin en emin yolu da egitimden geçer. Çünkü seçmenler ancak egitimli olursa insanligin kaderini belirleyecek kararlari bilgece verebilir. Nihayetinde teknolojilerin ne kadar ileri götürülecegi, ve ne yönde gelismesi gerektigine halk kendisi için karar verecektir.
Ne yazik ki, çok sayida insan gelecekte insanligi bekleyen zorluklardan bihaber. Eskilerin yerini alacak yeni endüstrileri nasil olusturabiliriz? Gençlerimizi is piyasasina nasil hazirlayabiliriz? Köhne egitim sistemini gelecegin zorluklarini karsilamak üzere nasil düzeltebiliriz? Demokrasinin anahtari, çagin meselelerini akilci ve tarafsiz sekilde tartisip ele alabilecek düzeyde egitimli bilgili seçmenlerdir. Zaten bu kitabin amaci da bu yüzyilin nasil gelisecegini belirleyecek olan tartismayi baslatmaktir.
Özetle, gelecegi biz yaratacagiz. Binlerce uzmanin alin teriyle yarattigi bilim ve teknoloji treni son sürat ilerlemekte. Biyoteknoloji, yapay zeka, nanoteknoloji ve telekomünikasyon. Artik yaslandim bunlari ögrenemem deyip kenara çekilseniz de bu trenin sizi ezip geçmesini engelleyemezsiniz. Fakat genç, enerjik ve hevesli olanlar bu treni kaçirmayacak. Hatta makinist koltuguna geçmek isteyecekler. Çünkü bilim treni gelecegi, insanligin kaderini temsil etmekte. Bu asrin insanlarinin bilimi bilgelik ve sefkatle iyi yönde kullanacagini dileyelim çünkü insanoglunun izleyecegi yolu, önümüzdeki yüzyilin getirdigi zorluklarla nasil basa çikacagimiz ve bilimin sundugu imkanlari nasil degerlendirecegimiz belirleyecek.***************