“Bilim bilginin, bilgelik ise yasamin düzenlenmis halidir.” Immanuel Kant
“Toplumun en üzücü tarafi, bilimin toplumun bilgelik biriktirmesinden daha çabuk bilgi topluyor olmasi.” Isaac Asimov
“Demokrasi hakettigimizden daha iyi yönetilmememizi saglayan araçtir.” Bernard Shaw
“Bilim bir seyin ne oldugunu belirler, ne olacagini degil. Bilimin alaninin ötesinde bulunan deger yargilari vazgeçilmez kalir.” Einstein
“Karamsarlik asla savas kazanmamistir.” Eisenhower
“Gelecegin imparatorluklari aklin imparatorluklari olacak.” Winston Churchill
“Herkes kendi hayal gücünü dünyanin sinirlari zanneder.” Arthur Schopenhauer
“Hayal gücü olmazsa insanlar yok olur.” Eski Ahit
**********************************
Bilim 2100 yilina kadar insanligin kaderini ve günlük yasamimizi nasil sekillendirecek?
Birakin gelecek yüzyili önümüzdeki birkaç yili tahmin etmek bile ürkütücü, yine de günün birinde insanlik medeniyetini degistirecek teknolojilerin hayalini kurmadan edemiyoruz. Fakat bu kitapta anlatilanlar, hayal ürünü degil; kurduklari hayalleri hakikate dönüstüren basarili bilim insanlarinin arastirma ve buluslarina dayali somut gerçekler ve bunlarin dünyanin gelecegine dair isaret ettigi bilimsel öngörüler.
Her gün evreni olusturan atom-alti parçaciklarla, bunlara bagli denklemlerle ugrasan bir kuantum fizikçisi olarak, patlayan yildizlari, Büyük Patlamayi tanimlayan denklemlerin gelecegimizin ana hatlarini desifre etmek için de kullanilabileceginin bilincindeyim. Hayatim boyunca, evrenin tüm fizik kurallarini tek bir tutarli kuram çerçevesinde anlamayi ve gelecegi görmeyi arzuladim. Sonunda bu iki tutkunun aslinda birbirini tamamladigini fark ettim çünkü gelecegi anlamanin yolu, önce temel doga kanunlarini kavramak ve ardindan bunlari uygarligimizi yeniden tanimlayip ileriye tasiyacak icatlara, makinelere ve tedavilere uygulamaktan geçer. Gelecek tahminlerine dayanan çok sayida faydali ve ileri görüslü kitap olmasina karsin, bunlar genelde tarihçiler, sosyologlar, bilim-kurgu yazarlari ve fütüristler gibi bilime disaridan bakan ve ilk elden bu konuda bilgi sahibi olmayanlar tarafindan yazilmistir. Iste bu kitabin farki tam da bu: isin iç yüzünü bilenlerin öngörülerini ve gelecege sekil verecek çalismalari içeriyor olusu. Bir yandan fizik kuramcisi olarak sicim teorisi alanindaki çalismalarima devam ederken, bir yandan da radyo ve televizyon için çesitli programlar hazirladigim sirada devrim niteliginde etkileri olacak en ileri arastirmalar hakkinda detayli bilgi edinme firsati buldum. Gelecegi kurmakla mesgul 300’ün üzerinde bilim insani ve düsünürle yaptigim görüsmelerden ve bu yüzyila damgasini vuracak arastirmalardan yola çikarak içinde bulundugumuz yüzyilin bilim ve teknoloji sayesinde nasil sekillenecegini gözler önüne sermek istedim. Bazisinin olgunluga erismesi bir asri bulabilecek ancak sonunda insanligin kaderini belirleyecek teknolojileri ele alarak, bizleri bekleyen mucizevi buluslara ve 2100 dünyasina geçerli bir perspektif sunmayi amaçladim.
Peki, gelecegi tahmin etmek mümkün mü? Daha önce bunu deneyip becermis olanlara bakalim. Gelmis geçmis en iyi bilim kurgu yazarlarindan biri olan Jules Verne, kendisi bilim adami olmamasina ragmen, zamaninin bilim dünyasiyla fazlasiyla hasir nesirdi. Isabetli tahminlerini ve vizyonunu bilimin toplumu kökten degistirme gücünü kavramis olmasina borçluydu. Leonardo da Vinci ise hem kendisi bir mucitti hem de zamaninin önde gelen yenilikçi ve ileri görüslü kisileriyle yakin temastaydi. Bu nedenle her ikisinin de gelecege yönelik öngörüleri fazlasiyla tuttu. Bu gelenege uygun biçimde, günümüzün önde gelen bilim insanlarinin çalismalarini yakindan inceleyerek dünyanin çesitli yerlerindeki laboratuvarlarda gelecegimizi degistirecek teknolojilerin prototiplerinin olusturuldugunu görmek mümkün.
Yani gelecek geldi bile ancak henüz ufak çapta. Tipki siberuzay sözcügünü türeten yazar William Gibson’in dedigi gibi “gelecek zaten burada yalnizca esit olmayan biçimde yayilmis durumda”. Dolayisiyla, burada yer verilen öngörüler spekülasyon degil, bugünün teknolojilerinin olgunluga eristigi döneme yönelik mantikli tahmin yürütmelerdir.
Bilimin, durmaksizin hiz kazanan buluslarla yogun ve çalkantili bir süreçten geçtigi su dönemde, 2100’ü öngörmek elbette zor. Son birkaç on yilda biriken bilimsel bilgi, tüm insanlik tarihi boyunca elde edilenden fazla. Üstelik 2100’e kadar kat be kat artmis olacak. 1900’lerde yasayanlarin 2000’li yillari tasavvur etmesinin ne denli güç oldugunu takdir edersek, önümüzdeki asri tahmin etmenin zorlugunu kavrayabiliriz. O zamanlar yasamin ne kadar farkli oldugunu bir düsünün! 20. asrin en basinda ne radyo vardi ne de sinema. Otomobil henüz ortaya çiktigindan atsiz araba olarak aniliyordu. Benzinli motorlar da yoktu. Genellikle insanlar bilimin gelisme hizini yabana attigindan yüzyil içinde bu kadar ilerleme kaydedilecegi çok az kisinin aklina gelirdi. Hatta bazen kendi çalistiklari alanlarda meydana gelecek degisimi hiç mi hiç tahmin etmeyenler çikabilir. Iste bir kaç örnek:
“Icat edilebilecek her sey icat edilmistir.” 1899 - C.H. Duell - Amerikan Patent Bürosu sefi
“Aktörlerin konusmasini kim duymak istesin ki?” 1927 (sessiz film dönemi) - Harry M. Warner- Warner Brothers kurucu ortagi
“Dünya bilgisayar pazari belki bes adet olabilir.” 1943- Thomas Watson - IBM yönetim kurulu baskani
Mesela New York Times 1903’te uçan makinelere kafa yormanin zaman kaybi oldugunu yazdiktan bir hafta sonra Wright Kardesler tayyarelerini uçurmayi basardi; 1920’de ise roket bilimci R. Goddard’i elestiren Times, 49 yil sonra Apollo 11 aya indiginde roketlerin vakum içinde isleyebildiginin ispatlandigini yazarak hatasini kabul etti. Buradan çikarilacak ders, gelecek aleyhine iddialasmanin tehlikeli olabilecegidir. Gelecek tahmininde bulunanlar çogunlukla teknolojinin hizini oldugundan kat be kat düsük hesapladiklarindan yanilmistir. Unutmayalim, tarih yazan iyimserlerdir, kötümserler degil. Bunu ve gelecegi küçümseyenlerin yaptigi çarpici hatalari göz önünde tutarak öngörülerimizi saglam bir bilimsel temele oturtalim.
DOGA KANUNLARINI KAVRAMAK
Simseklerin, vebanin tanrilarin isi olduguna inanilan karanlik çaglarda yasamiyoruz artik. Bilim, doganin kanunlarini somut biçimde açikladigi için bunlara dayanarak gelecegi tahmin etmek bir nebze daha kolaylasti. Kusursuz olmalari imkansiz ancak tahminleri olabildigince güvenilir kilmanin bir yolu, tüm evreni yönlendiren dört temel kuvvetin kavranmasidir. Ne zaman biri anlasilsa insanlik tarihi degismistir. En önemlisi de Bati medeniyetinin bugünkü hale gelmesinin altinda, Avrupa’nin doga kanunlari hakkindaki bilgiyi çok iyi kullanmayi becermis olmasi yatar.
Bunlardan birincisi, Isaac Newton’in nesnelerin hareketinin mekanik kuvvetlere bagli oldugunu açikladigi Yerçekimi kuvveti; ikincisi Thomas Edison, Faraday, Maxwell ve digerlerinin açiklanmasina katkida bulundugu Elektromanyetizm. Aydinlatma saglayan, cihazlarimizi çalistiran elektromanyetizmin kesfedilmesiyle pes pese bilim harikalari yaratan elektronik devrimi basladi. Üçüncü ve dördüncüyse; atom çekirdegine ait iki kuvvet yani zayif ve güçlü nükleer kuvvetler oldu. Einstein, E=mc2 formülünü buldugunda ve 1930’larda atom parçalandiginda, bilim insanlari ilk kez yildizlari aydinlatan kuvvetleri, evrenin sirlarini anlamaya basladi. Bu sadece atom silahlarinin dehset gücünü serbest birakmakla kalmadi, günün birinde bu gücü kontrol altina alabilecek hale gelecegimizin de sözünü vermis oldu. Günümüzde bu dört kuvveti gayet iyi anlamis durumdayiz. Birinci kuvvet artik Einstein’in genel izafiyet teorisiyle; diger üçü de atom parçaciklarinin sirlarini desifre etmemizi saglayan kuantum teorisiyle açiklanmakta. Kuantum teorinin bize kazandirdiklari arasinda transistör ve lazer de var. Ama en can alici olani, modern toplumun itici gücüne dönüsen dijital devrim. Onu biyoteknolojik devrim izlemekte. Bilim adamlari DNA molekülünün sirrini çözmek için de kuantum teorisinden yararlandi. DNA diziliminin tam olarak yapilabilmesini mümkün kilan bilgisayar teknolojisi sayesinde biyoteknoloji bas döndürücü bir hiz kazanarak insanligin gelecegini sekillendirmeye basladi.
Sonuç olarak, gelecekte bilim ve teknolojinin takip edecegi yönü daha iyi görebilecek durumdayiz. Beklenmedik sürprizler olabilir elbet ancak modern fizik, kimya ve biyolojinin temelleri büyük ölçüde atilmis oldugundan ve en azindan yakin gelecekte bu temel bilgilerde önemli bir degisiklik beklemedigimizden, bilimsel ve teknolojik gelismelerin katlanarak artmasindan yola çikarak tutarli tahminler yapmak ve dünyamizin önümüzdeki yüzyilda neye benzeyecegini, insanlarin ne gibi özellikler edinebilecegini öngörmek mümkün.
2100: MITOLOJIK TANRILARA DÖNÜSMEK
Çok uzun zaman boyunca, doganin pasif seyircileriydik ve doga olaylarini aklimizin almayacagi gizemler olduguna inandik. Eski insanlar doganin güçlerinden korkup onlara tapinarak mitolojik tanrilari yaratti. Dua ederlerse tanrilarin merhamet gösterip dileklerini yerine getirecegini umdu. Atalarimiz simdi sahip oldugumuz bilim ve teknolojiyi görseler bizi sihirbaz zannederdi. Onlara uçaklari, roketleri, insan vücudunun içini görebilen MR cihazlarini, cep telefonlarini gösterebilsek büyü olmadigina inanmalari adeta imkansiz olurdu. Üstelik isin henüz basindayiz. Bilim statik degildir, durmadan ilerler. Yayinlanan bilimsel makalelerin her on yilda katlandigi gerçegi, bu gelisimin ölçülebilir göstergelerinden biri sadece.
2100’ün nasil olacagini tasavvur etmeye kalkistigimizda, bir zamanlar eski uygarliklarin tapindigi ve korktugu tanrilardan farkimiz kalmayacagini görmek isten degil. Fakat kullanacagimiz aletler sihirli degneklerle iksirler olmayacak elbette. Bilgisayar ilmi, nanoteknoloji, yapay zeka, biyoteknoloji ve hepsinin temelini olusturan kuantum teorisinden yararlaniyor olacagiz. Inovasyon ve buluslar ekonomik, politik ve sosyal tabloyu degistirmekte ve eskiden siki sikiya bagli olunan inançlari, önyargilari ve uygulamalari alt üst etmekte. 2100’e gelindigindeyse, tanrilara özgü telekinetik güce sahip olup sadece düsünce gücüyle nesneleri hareket ettirebiliyor olacagiz. Bilgisayarlar zihnimizi okuyarak isteklerimizi yerine getirebilecek hale gelecek. Biyoteknoloji sayesinde mükemmel bedenler yaratip insan ömrünü uzatacagiz. Nanoteknoloji vasitasiyla bir nesneyi alip bambaska bir seye dönüstürebilecek; görünüste yoktan var edebiliyor olacagiz. Neredeyse hiç yakit kullanmadan havada süzülerek kendi kendine giden tasitlar kullaniyor olacagiz. Makinelerimizle yildizlarin sinirsiz enerjisinden yararlanir hale gelecegiz. Ayni zamanda yakin yildizlari kesfetmeye uzay gemileri göndermenin esiginde olacagiz. Tüm bunlar hayal dahi edilemeyecek kadar uçuk gelse de bu gelismelerin tohumlari simdiden atilmis halde.
Peki bilim ve teknolojik degisim insanligi nereye götürüyor? Bu uzun yolculugun varacagi son durak neresi? Bu kargasanin sonunda, kaçinilmaz olarak gezegen uygarliginin kurulacagi ilk doruk noktasina ulasacagiz. Gezegen uygarliginin dogusunun sinyalleri simdiden fark edilmekte. Ticaret, kültür, dil, eglence hatta savas gezegen uygarliginin olusumuyla köklü degisimlere ugramakta. Insanligin, tarih ve teknolojinin muazzam güçlerinin nihai ürünü olan gezegen uygarligina geçisi herhangi bir kontrolün ötesinde bir süreç. Muhtemelen de tarihin en büyük dönüsümü olacak ve geçmisteki tüm uygarliklardan keskin biçimde ayrilacak. Ancak bu dönüsüm, elbette kaosa ve ahmakligimiza yenik düsmezsek mümkün olabilir.
MAGARA INSANI KURALI
Bilisim çagiyla ilgili olarak yapilan pek çok tahmin bos çikti. Sözde ofislerde kagit ortadan kalkacakti; insanlarin çogu evden çalisacagi için sehirler bosalacakti; internet tiyatro, sinema, TV ve radyoyu ezip geçecek, dolayisiyla geleneksel medya ve eglence müzelik olacak ve çogu kisi gezip görmekten bile vazgeçecekti. Fakat tam tersi oldu: sehir hayati kalabaliklasti; ofislerde kullanilan kagit sayisi her zamankinden fazla; alisveris ve turizm inanilmayacak derecede artti. Sanal egitim yol kat etti etmesine ama hala ögrenciler üniversitelere girmek için yarisiyor ve is bulurken online diploma yerine gerçek diploma geçerliligini korumakta. Internet tüm medyayi degistirdi ancak gösteri dünyasi isildamayi sürdürmekte, hem de tüm ihtisamiyla.
Yapilan tahminlerin tutmamasinin nedeni, insanlarin bu gelismeleri büyük ölçüde reddetmesi. Bunu magara insani kurali dedigim kurala bagliyorum. Çünkü, 100 bin yili askin bir süre önce Afrika’da ortaya çikan ilkel insanlarin da tipki bizim gibi göründügünü genetik ve fosiller kanitlamakta. Beynimizin ve kisiligimizin o zamandan bu yana pek degistigi söylenemez. Yani büyük olasilikla insan olarak isteklerimiz, hayallerimiz, karakterimiz 100 bin yildir çok fazla degismedi. Dolayisiyla hala magara insanlari gibi düsünüyoruz ve ne zaman modern teknolojiyle arzularimiz çatissa kazanan daima arzularimiz oluyor. Içgüdüsel olarak bilgisayar ekraninda kayan elektronlara güvenemedigimizden, lüzumsuz da olsa raporlarin veya yazismalarin çiktisini aliyoruz. Atalarimiz gibi biz de yüz yüze görüsmelerden hoslaniyoruz. Bu diger insanlarla yakinlik kurmamizi sagliyor. Ayrica vücut dillerini okuyabilme avantaji sagliyor. Insanlari yakindan izledigimizde ortak bir bag kurdugumuzu hissediyoruz. Ayni zamanda gizli duygularini, akillarindan geçenleri anlama imkanimiz oluyor. Çünkü maymunsu atalarimiz da konusmayi gelistirmeden binlerce yil önce duygularini ve düsüncelerini iletmek için vücut dilini kullaniyordu. Vahsi dogada yasarken insanoglunun hayatta kalabilmesi rivayetten çok somut kanitlara bagli oldugundan hala duyularimizla algilayip olan bitenden emin olmak istiyoruz. Ne olursa olsun, insanin kendi gözüyle görmesi, dokunmasi çok daha tatmin edici bir his. Benzer sekilde sanal turizmin gelisememesinin de nedeni bu. Mesela Taj Mahal’in veya Misir piramitlerinin sadece resmini görmektense, bire bir kendisini görüp bununla övünmek bambaska bir tatmin. Ya da çok sevdiginiz bir müzisyeni CD’den dinlemenin verdigi keyif, konserde canli dinlemenin yarattigi coskulu hazzin yaninda yavan kalir, öyle degil mi? Internetten yiginla fotograf ve film indirebiliyorken insanlarin yine de ünlüleri görmek için siraya girmeleri veya sinemalarda kuyruklarin olusmasi da bununla açiklanabilir. Üstelik avci bir soydan geldigimiz için uzun süre baskalarini seyredebiliyor ya da saatlerce televizyonun karsisinda oturabiliyoruz. Ancak birinin bizi izlediginin farkina vardigimiz an hemen tedirgin oluyoruz. Izlemekten çok hoslanmamiza ragmen izlenmek rahatsiz edici geliyor. Yabanci gözlerin uzun süre üzerinde olmasi insani huzursuz ediyor, bazen saldirganlasanlar bile oluyor. Bunun altinda yatansa, av olma korkusu ve hayatta kalmak için savunmaya geçme dürtüsü.
Gelin, illa bes duyumuzla algilamak istememize Yüksek Dokunus (High-Touch) diyelim. Aslinda Yüksek Teknolojiyle (High-Tech) Yüksek Dokunus arasinda bitmek bilmeyen bir rekabet var. Uzanip elimizle dokunmakla, ekrandan seyretmek arasinda oldugu gibi. Tabii ki, tercihimiz ikisinin birden olmasi ve gelecekte de böyle olmasini istemeye devam edecegiz. Fakat seçim sansi verilse, magara insani gibi Yüksek Dokunusu seçeriz. O yüzden siber uzay ve sanal gerçeklik çaginda hala canli konserlerin, gösterilerin biletleri kapis kapis.
Magara insani kurali internetin diger medyayi silip geçecegi tahmininin bosa çikmasini da açikliyor. Radyo ve sinema ilk çiktiginda insanlar tiyatro yok olacak diye hayiflanmisti; TV çiktigindaysa radyo ve sinemanin yerini alacagi düsünülmüstü. Fakat su anda tüm bu medyalarin bir karmasi içinde yasiyoruz. Bundan alinacak ders, bir aracin bir öncekini tamamen ortadan kaldirmaktan ziyade, yan yana var olabilecegi veya iç içe geçebilecegidir. Bu medya araçlarinin arasindaki iliski sürekli degisim geçiriyor. Bu karisimin gelecekte tam olarak nasil sekillenecegini öngörebilenlerin servet sahibi olmasi kaçinilmaz.
1960’larda internet ilk kuruldugunda egitim, bilim ve ilerlemeye yönelik bir platforma dönüsecegine inaniliyordu. Bunun yerine, çok geçmeden kural tanimayan vahsi batiya dönüp bugünkü halini almasi pek çok kisiyi korkuttu. Ancak magara insani kuralini dikkate alirsak, bu beklenmedik degil, kuralin gerektirdigi dogal bir sonuç. Insanlarin sosyal iliskilerinin gelecekte nasil olacagini kestirmek istiyorsaniz, basitçe 100 bin yil önceki sosyal iliskileri düsünün ve milyarla çarpin. Demek ki; dedikodu, sosyal ag kurma ve eglenceye verilen prim/deger daha da artacak. Kabile kültüründe dedikodu ve söylenti, bilginin hizli aktarimi açisindan önemliydi. Özellikle liderler ve rol modeller hakkinda kulaktan kulaga yayiliverirdi. Bunun modern hayattaki yansimasini da magazin basininda ve gözünü söhret hirsi bürümüs kültürün yükselisinde bulabiliriz. Tek fark, dedikoduculugun kitlesel medya tarafindan asiri derecede katmerlenmis olusu ve söylentilerin saniyesinde tüm dünyaya yayilabilmesi. Sosyal ag web-sitelerinin aniden yayginlasarak genç girisimcileri bir gecede milyarderlere çevirmesi analiz uzmanlarini epeyce sasirtti. Halbuki bu da ayni kurala baska bir örnek. Evrimsel olarak insanlik tarihinde genis sosyal çevreye sahip olanlar yasam için elzem olan kaynak, tavsiye ve destek almak için onlara yaslanabildiler. Ayrica iletisim, tehlikeden korunmak için de vazgeçilmez bir unsurdu. Bu çevrimin disinda kalanlarsa, genelde genlerini bir sonraki nesle aktarabilecek kadar yasamazdi.
Bunlarin üzerine gelecekte eglencenin patlama yapacagini da ekleyelim. Her ne kadar bunu kabul etmek çogumuzun pek hosuna gitmese de insan toplumu, baskin biçimde eglenceye dayali bir kültüre sahip. Bunun da kökeni binlerce yil önce avdan sonra ates basina toplanip ziyafet çekerek eglenen atalarimiza uzanmakta. Bu yalnizca kabile üyeleriyle bag kurmak için degil, ayni zamanda kisinin topluluk içindeki konumunu belirlemesi için de gerekliydi. Eglencenin vazgeçilmezi olan dans edip sarki söylemenin hayvanlar aleminde de hayati önem tasimasi tesadüf degil elbet. Karsi cinse kendini begendirmek, sihhatinin yerinde oldugunu ve genlerinin aktarilmaya degecegini göstermek için gerekli. Öte yandan sanat da sadece begeniye yönelik olusmadi. Sanat, bilginin çogunu simgesel düzeyde kaydeden beynimizin evriminde önemli bir rol oynadi. Dolayisiyla, temel insan karakterimizi genetik olarak degistirmedikçe, gelecekten beklememiz gereken, eglencenin, magazin dedikoduculugunun ve sosyal aglarin büyük ölçüde artmasidir.
KESKIN KILIÇ BILIM
Bilim iyiye de kötüye de kullanilabilen keskin bir kilica benzetilebilir. Çözüm yarattigi kadar problem de yaratabilir. Dünyada su anda birbiriyle yarisan iki akim var. Biri toleransli, bilimsel ve gönençli bir gezegen uygarligi kurma pesinde; digeriyse toplumu bozma tehlikesi saçan anarsi ve cehaleti göklere çikarmakta. Hala atalarimizla ayni bagnaz, köktenci, mantiksiz tutkulara sahibiz. Fakat simdi durum çok daha farkli; artik nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlarimiz var. Ilkel hirslarimiz ugruna insanligin ortak gelecegini feda edemeyecegimizi anlamamiz sart. Hizla gelismekte olan bilgisayar, telekomünikasyon, biyoteknoloji, yapay zeka ve nanoteknoloji gibi alanlarda meydana gelmesi muhtemel bilimsel yenilik ve buluslarin insanlik medeniyetinin gelecegini degistirecegine kusku yok. Gelecekte dogaya seyirci kalmaktan çikip doga olaylarini yönlendirebilecek güce sahip olacagiz; ardindan doganin efendisi olmaya geçis yapacak, ve nihayetinde doganin koruyucusu olacagiz. Umut edelim de geçmisimizdeki barbarligi uslandirip bilimi ölçülü ve temkinli bir sekilde ustalikla ve bilgelikle, kullanalim.
I. Bölüm BILGISAYARIN GELECEGI
Bundan yaklasik 20 yil önce, kisisel bilgisayarlar hayatimiza yeni girmeye basladiginda ve henüz internet büyük oranda benim gibi bilim insanlarinin tekelinde oldugu sirada, bilgisayarin insanligi insanliktan çikarip çikarmayacagina dair atesli tartismalar yapiliyordu. O dönemde Silikon Vadisi’nde Mark Weiser ile görüstügümde bana her yerde ayni anda var olan anlamina gelen “ubikuitöz programlama”dan bahsetmisti. Kendisi Xerox PARC arastirma merkezinin yöneticilerindendi ve ileri görüslü biriydi. Gün gelecek çipler öylesine ucuzlayip bollasacakti ki etrafimizdaki her seye takili olacaklardi. Internete bagli olduklarindan bilgi paylasarak isteklerimizi takip edip, yasantimizi daha keyifli bir hale getireceklerdi. O zamanlar kisisel bilgisayarlar çok pahali oldugundan ve henüz internete bagli olmadiklarindan çoguna göre Weiser’in rüyasi abes sayilirdi. Milyarlarca çipin sudan ucuz olacagini kimsenin akli almiyordu. Ancak bu öngörü, elli yili askin süredir bilgisayar endüstrisini yönlendiren ve modern uygarligin hizini belirleyen Moore yasasina dayaniyordu.
1965’te Intel’in kurucularindan Gordon Moore tarafindan ortaya konan bu basit kural, bilgisayar gücünün 18 ayda bir, iki katina çiktigini öne sürmüstür. Dünya ekonomisinin kökten degisimini saglayarak yeni bir refah olusturan bu hizli gelisme, yasam tarzimizi geri dönülmez sekilde degistirmistir. Geri dönüp mekanik hesap makinelerinden bu yana baktigimizda, ayni egilimin az çok süregelmis oldugunu görebiliriz. Geçmisteki hantal bilgisayarlarin küçülüp, avcumuza sigacak hale gelmesi bu katlanarak artisin en çarpici fiziksel göstergesi aslinda. Zihnimiz lineer yani dogrusal olarak çalistigindan, üssel yani katlanarak artmayi kavramakta çogu kez zorlaniriz. Öylesine kademeli bir artistir ki bu, bazen degisimi deneyimleme firsatimiz bile olamayabilir. Ancak birkaç on yil içinde etrafimizdaki her seyi degistirecek hale gelebilir. Söyle açiklayalim: bugün kullandiginiz cep telefonunun bilgisayar gücü 1969’da NASA’nin aya insan gönderirken sahip oldugundan daha fazla; 3 boyutlu oyunlar 10 yil önceki ana bilgisayarlardan daha çok güç kullanmakta; su anda 300 $’a satilan Sony PlayStation, 1997’nin milyonlarca dolarlik askeri süperbilgisayarinin gücüne sahip. Oysaki Tabiat Ana, üssel artisin gücünün degerini ezelden beri bilir. Mesela tek bir virüsün trilyonlarca saglikli hücreye sahip insan vücuduna girip bir hafta içinde insani hasta etmesi sasirtici degildir.
Bilgisayarin gelecegini ele alirken geçmisten bugüne kat ettigi yola kisaca bir göz atmakta fayda var:
1950’ler: Bilgisayar o dönemde sadece askeriyenin finanse edebildigi odalar dolusu kablo ve çelik yiginindan olusan vakum tüplü devasa bir makineydi.
1960’lar: Vakum tüplerin yerini transistörler alinca ana sistem bilgisayarlar yavas yavas ticari piyasaya girmeye basladi.
1970’ler: Yüzlerce transistörü bulunan entegre devre kartlari sayesinde genis bir masa boyutundaki mini bilgisayar yaratildi.
1980’ler: On milyonlarca transistörü içinde barindiran çipler sayesinde evrak çantasi boyutundaki kisisel bilgisayarlar mümkün oldu.
1990’lar: Internet vasitasiyla yüzmilyonlarca bilgisayar tek bir küresel aga baglandi.
2000’ler: Ubikuitöz programlama sayesinde çip, bilgisayardan kurtulup çevreye yayilmaya basladi.
Bu arada yalnizca bilgisayar gücü artmakla kalmayip bu gücün dagitim sekli de tamamen degisince ekonomi üzerinde muazzam bir etki yaratti. Bu gidisle 2020’ye gelindiginde çipin fiyati sudan ucuz olabilir. Bir baska deyisle, eski paradigmanin yerini yenisi almakta. Weiser’in belirttigi gibi bir masaüstü veya dizüstü bilgisayarin içinde tek bir çip yerine etrafa dagitilmis, mobilyadan duvar kagidina her esyanin, cihazin içine yerlestirilmis çiplerin birbiriyle iletisim halinde ve internete bagli olmasindan bahsedebiliyoruz artik. Bu çiplerin kondugu herhangi bir aygit mucizevi bir dönüsüme ugrar. Mesela, daktilonun kelime-islemciye; telefonun cep telefonuna; analog kameranin dijital kameraya; langirt makinesinin video oyunlarina; pikabin iPod’a dönüsmesi gibi. Sonunda çipler plastikten ucuz olacak ve neredeyse etraftaki her sey akilli olacak. Akilli ürünler tasarlamayan firmalar is dünyasina veda etmek zorunda kalabilecek.
Bilgisayarlarin kaderi de her kitlesel teknoloji (elektrik, kagit, sebeke suyu) gibi görünmez hale gelip hayatimizin içine islemek olacak. Nasil bugün bir odaya girdigimizde otomatik olarak elektrik dügmesini ariyorsak, gelecekte ilk yaptigimiz internete baglanti fisi veya giris sifresini aramak olacak. Önümüzdeki on yilda çipler asiri duyarli sensörlerle birlesecek ve bu sayede hastaliklari, kazalari ve acil durumlari kontrolden çikmadan önce bize haber verecek. Bir raddeye kadar insan yüzünü ve sesini ayirt edip resmi bir dille iletisim kurarak komutlarimizi yerine getirecekler. Sonuçta her sey çipli olacagindan gelecekte bilgisayar sözcügü bile kullanimdan çikabilir.
Bilim ve teknoloji alaninda gelecekte meydana gelecek gelismelere odaklanirken önümüzdeki yüzyili, 3 bölüme ayirarak degerlendirmeyi uygun buldum.
YAKIN GELECEK (günümüzden 2030’a kadar)
Internet Gözlükleri ve Kontak Lensler: Bugün internete bilgisayarlar ve cep telefonlari araciligiyla baglaniyoruz ancak gelecekte internet, mobilyadan, reklam panolarina kadar her yerde olacak. Hatta gözlüklerimiz ve kontak lenslerimiz de çipli olacak ve göz açip kapamakla internete baglanabilecegiz. Bu, imajlarin mikrolazerle mercege yansitilmasiyla da gözlük camina eklenerek de mümkün olabilir. Bu teknoloji, kablosuz bir el aletiyle veya parmaklarimizin hareketine duyarli bir sensörle kontrol edilebilecek. Internet gözlükleri, bir kamera ekiyle her gördügünüzü kaydedebilecek, sekil tanima (pattern-recognition) yazilimiyla nesneleri ve hatta yüzleri taniyabilecek. Bunu %90 oraninda becerebilen yazilimlar simdiden mevcut. Ileride, Terminatör filminde oldugu gibi karsinizdaki kisinin yalnizca ismi degil, özgeçmisi de gözlerinizin önüne gelebilecek. Bu egitim sistemini kökten degistirebilir çünkü ögrenciler sinavlarda sessizce internette dolasip cevaplari bulabilecek. Bu da ezbere dayali ögretim sisteminden tamamen vazgeçilip düsünme ve mantik yürütmeye odaklanan bir egitim anlayisina yönelmeyi mecbur kilacak. Piyasadaki etkisi aninda görülecek çünkü ilk ticari uygulamalar, nesneleri görünmez ya da görünür kilan gözlükler gibi aygitlar olacak. Bunlari takinca altyapi sisteminde veya duvarlarin ardindaki borulari görüp arizayi çabucak tespit etmek mümkün olacak. Mesela trafikte kör nokta diye bir sey kalmayacak çünkü kameralar 3600 çevrenizdekileri kontak lenslere aktarabiliyor olacak.
2010’da Science Channel’a hazirladigim program için Amerikan Ordusunun savas alani internet modeli Arazi Savasçisini deneme firsati buldum. Yan tarafina minyatür bir ekran bagli olan bir kask bu. Ekrandan bakildiginda düsman ve dost birliklerin konumlari, strateji, taktikler ya da hava durumu gibi bilgiler gözünüzün önüne geliveriyor. Bu lenslerin bir avantaji çok az enerji harcamalari. Digeriyse optik sinirin bir anlamda beynin dogrudan uzantisi olmasi nedeniyle, gözün beyne hizli internet baglantisindan daha çabuk bilgi aktarimi yapabilmesi. Böylece elektrot yerlestirilmesine gerek kalmadan beyne dogrudan ve etkin erisim mümkün.
Sürücüsüz araba: Özünde uzmanlar ve yetkililerin nükleer savas sirasinda veya sonrasinda iletisimini saglamak için tasarlanan internet ile kitalarötesi balistik füzeleri yönlendirmek için tasarlanan GPS, Pentagon’un Soguk Savasin sona ermesiyle halkla paylastigi projeler. Pentagon ileri arastirma ajansi DARPA, riskli ama ileriyi gören projeleri finanse etmeye uzun süredir devam ediyor. Su anda GPS kullanarak yüzlerce kilometre gidebilen sürücüsüz arabalar var. Hem de bu robot arabalar arasinda sadece bos arazide degil sehir kosullarinda trafik kurallarina göre hareket etmeyi becerenler de oldu. Radarlarini kullanarak önündeki engelleri önceden belirleyebiliyor. Bu özellik gelecekte çok önemli olacak çünkü her araba gerçeklesmek üzere olan bir kaza saptadigi an, otomatik olarak gereken acil önlemleri alacak. Böylece can kaybina yol açan trafik kazalari tarihe karisacak. Trafik sikisikligi da mazide kalabilir çünkü sürücüsüz arabalarla iletisim halindeki merkezi bir bilgisayar her arabanin hareketini izleyerek trafigin akmadigi noktalari belirleyip gerekli yönlendirmelerle düzgün akisi saglayacak.
Tabii ki, bu akilli arabalara geçis hemen olmayacak. Öncelikle askeriye bu tasitlari kullanip, varsa sorunlari giderecek, ardindan da robot arabalar piyasaya girecek. Önce sehirlerarasi yollarda sonra da sehiriçinde boy göstermeye baslayacaklar. Fakat acil bir durumda sürücünün her zaman arabanin kontrolünü eline alma imkani olacak. O kadar yayginlasacaklar ki sonunda onlar olmadan nasil yasadigimizi sorgulamaya baslayacagiz.
Duvar ekranlar ve Esnek Elektronik Kagit: Geçmiste bilgisayar devriminin insani yalnizlastirip makinelestirdiginden sikayet edenler olmustu. Aksine tanidiklarimizi ve arkadas çevremizi genisletmemize imkan verdi. Su anda yalniz hissettiginizde internette bir arkadasinizla sohbet edebilir veya dünyanin baska bir ucundan biriyle poker oynayabilirsiniz. Gelecekte bunu dogrudan duvarinizdaki ekran üzerinden yapabileceksiniz. Ekranda dostane bir surat sizi karsilayip tatil ve seyahat planlariniza veya internet üzerinden uygun biriyle tanisip bulusma ayarlamaniza yardim edecek. Bilgisayar teknolojisi sayesinde gelecekte uzaktakilerin 3 boyutlu tele- görüntülerini karsimizda görme imkanimiz olacak. Bu sayede fiziksel olarak katilmanin mümkün olmadigi aile ve is toplantilarinda sanal olarak bulunabileceksiniz. Bir zamanlar fiyati 10 bin dolar olan düz ekran TV’ler, on yil içinde 50 kat ucuzladigina göre gelecekte tüm duvari kaplayan ekranlar da önemli ölçüde ucuzlayacak. Bu ekranlar esnek ve incecik olacak; OLED yani organik isik yayan diyotlardan olusacak. Arizona Üniversitesi Hewlett-Packard ve Amerikan ordusuyla birlikte bu teknoloji üzerine çalismalarini sürdürmekte. Özel sirketler tarafindan da üretilmeye baslandiginda piyasa güçleri fiyati ucuzlatip halka inmesini saglayacak. Fiyatlar düstükçe bu duvar ekranlarin bedeli, siradan bir duvar kagidininkine es deger hale gelebilir. Evin dekorunu yenilemek için tek bir dügmeye basip elektronik duvar kagidinin deseni degistirilebilecek. Bu esnek ekran teknolojisi sayesinde dizüstü bilgisayarinin agirligini yüklenmek zorunda kalmayacagiz. Tasinabilir bilgisayar, OLED’lerden olusan katlayip cebimize koyabildigimiz bir elektronik kagit haline dönüsebilir. Cep telefonlari içinde istediginiz gibi büyütebileceginiz esnek bir ekran barindirabilir. Bu teknoloji ayni zamanda kisisel bilgisayar ekranlarinin tamamen seffaf olmasini da saglayacak. Gelecekte bir pencere cami elimizi oynatmamizla bilgisayar ekranina dönüsüp internette dolasmamiza izin verebilecek. Su anda bilgileri bir bilgisayardan digerine aktarmak zorunda kaliyoruz ancak ileride dosyalarimiz her yerde bizimle birlikte olacak. Çünkü istedigimiz an internete baglanip bilgi yükleyip indirebilecegiz. Bu teknolojinin ilk örneklerinden olan Cloud Computing’de bilgisayar için degil bilgisayar kullandiginiz zaman için faturalandirilma söz konusu, aynen su veya elektrik sayaci gibi.
Sanal Dünyalar: 1960’larda ordunun pilotlari ve askerleri egitmek için kullanmaya basladigi, su andaysa video oyunlari ve sanal dünya internet sitelerinin baslica ögelerinden olan sanal gerçeklik, gelecekte yerimizden kipirdamadan dolasmamiza hatta gelistirilen aygitlar sayesinde siber-uzayda dokunup hissetmemize olanak verecek. Böylelikle olmayan bir diyarda veya egzotik bir yerde gezintiye çikabilecek, dinozorlari görebilecek, ayda ya da Mars’ta yürüyebilecek, hatta sanal karakterimizle bambaska bir hayat yasiyor olabileceksiniz. Mesela, 2009 itibariyle 16 milyon hesap sahibiyle en popüler sitelerden biri olan Second Life sanal dünyasinda yilda 1 milyon dolardan fazla para kazananlar var. Üstelik sanal para gerçek paraya çevrilebildiginden ABD hükümeti elde edilen kari, reel gelir olarak kabul ederek vergilendirmekte. Yakin bir gelecekte, evinizdeki rahatinizi hiç bozmadan simülasyon teknolojileri araciligiyla dilediginiz kadar heyecanli maceralar yasayabileceksiniz.
Tibbi Bakim: Doktora gitmek yerine doktor ayaginiza gelecek. Muhtemelen, rutin kontrolleriniz duvar ekraninizda görünen robot yazilim tarafindan yapilacak ve siradan hastaliklari %95 oraninda teshis edebilecek. Size özel bu robot doktor, sorunu saptamak için basit bir algilayiciyi bedeniniz üzerinde gezdirmenizi isteyecek. Belleginde gen haritaniz kayitli olacak ve risk faktörlerini hesaba katarak size sordugu basit sorulara aldigi cevaplardan sonra uygun tedaviyi önerecek. Star Trek dizisindeki gibi hastaliklari hemen teshis eden aygit için 23. asra kadar beklememize gerek yok. Daha simdiden, tonlarca agirliktaki MRI makineleri 30cm boyutuna indirildi bile. Sonunda cep telefonlarimiz kadar küçülüp tasinabilir hale gelecekler. Böylece organlarinizin içini görebileceksiniz. Bu sayede, kanser dahil çesitli hastaliklar tümör olusumundan yillar önce saptanabilecek. Siz farkinda dahi olmadan günde birkaç kez saglik kontrolünden geçeceksiniz. Tuvaletiniz, aynaniz ve giysilerinizde bulunan DNA çipleri herhangi bir sorunu hemen algilayacak. Giysilerinizde bulunan sensörler nabzinizi, solunumunuzu ve beyin dalgalarini herhangi bir düzensizlik durumunda müdahale edilebilmesi için sürekli kontrol ediyor olacak. Giysileriniz veya arabaniz herhangi bir kaza aninda ambulansi çagiracak; baygin olsaniz bile tüm tibbi öykünüzü görevli saglik personeline aktaracak. Simdiden aspirin boyutunda bir hap içine kamera ve radyosu olan bir çip yerlestirilmesi mümkün. Bu “akilli hap”i yutanin sindirim sistemine ait görüntüler, sinyallerle aliciya gönderilip incelenebilecek. Kolonoskopiye gerek kalmadan sorun varsa tespit edilebilecek ve mikroskobik aygitlar sayesinde cerrahlar, giderek daha fazla vaka için kesiye gerek kalmadan ameliyat gerçeklestirebilecek.
Masal gibi bir yasam: Bilgisayar zekasi o kadar ucuzlayip yayginlasacak ki, fütüristlere göre gelecek masal gibi olacak. Bilgisayarlar yaslanma sürecini kontrol eden genlerin çogunu tespit edebilecegi için sonsuza dek genç kalma ihtimali dogacak. Bunun her seyin bir ruhu olduguna inanilan Ortaçag mistikligine yeniden dönülmesine sebep olmasindan korkanlar da var.
YÜZYIL ORTASI (2030-2070)
Moore Yasasinin çöküsü ve Silikon devrinin sonu
Bilgisayar devriminin ne kadar sürecegine gelince; Moore yasasi bir elli yil daha dogru kalirsa, bilgisayarlarin beynin hesaplama gücünü hizla geçecegi düsünülebilir. Ancak yüzyil ortasinda yeni bir dinamik ortaya çikacak. Her seyin bir sonu oldugu gibi, Moore yasasiyla birlikte yarim asirdir ekonomik gelismeyi besleyen bilgisayar gücünün olaganüstü yükselisinin de sonu gelecek. Günümüzde kaniksadigimiz bilgisayar ürünlerinin gücü ve karmasikligi durmadan artmakta ve bu yüzden her sene yeni çikan modelleri aliyoruz. Fakat Moore yasasi çökerse ve her yilin bilgisayar nesli bir öncekiyle hemen hemen ayni hiza ve güce sahip hale gelirse neden yenisini alasiniz ki? Her çesit üründe çip takili olmasi genel olarak ekonomiyi feci biçimde etkileyebilir. Tüm endüstriler durma noktasina gelecegi için milyonlarca kisi isini kaybedebilir ve ekonomi çalkalanabilir.
Yillar önce biz fizikçiler, Moore yasasinin kaçinilmaz çöküsünü isaret ettigimizde, her zamanki gibi ticari sektör bizi yuhalayip umursamadi. Ancak artik durum degisti. Gelecegin bilgisayar programcilari da bunun farkinda. Bu, uluslararasi öneme sahip bir konu çünkü trilyonlarca dolar tehlikede. Fakat yasanin nasil çökecegi, yerini neyin alacagi fizik kurallarina bagli. Bu fizik sorularinin cevabi eninde sonunda kapitalizmin ekonomik yapisini sarsacak.
Bu durumu anlamak için bilgisayar devriminin basdöndürücü basarisinin bazi fizik kurallarina dayandiginin farkina varmak gerek.
Bunlar su sekilde özetlenebilir.
1- Bilgisayarlarin bas döndürücü hizinin nedeni, elektrik sinyallerinin isik hizina yakin bir süratte hareket etmesi: Bir isin saniyede yedi kez dünyayi dolasabilir veya aya ulasabilir. Ayrica atoma gevsekçe bagli olduklarindan elektronlar kolayca hareket ettirebilir. Bu yüzden saçimizi taradigimizda, halida yürüdügümüzde statik yapisma meydana gelir. Elektronlarin gevsek bagli ve müthis süratli oluslari sinyalleri aninda aktarmamiza imkan verir ki, geçen yüzyilin elektrik devrimini yaratan da budur.
2- Ilkine bagli olarak bir lazer isinina yükleyebileceginiz bilgi miktarinin adeta sinirsiz olusu: Isik dalgalari ses dalgalarindan daha hizli titrestikleri için çok daha fazla bilgi tasiyabilir. Fiber optik kablolar sayesinde tek bir frekansta bile 1011 bit bilgi aktarilabilir. Bu demektir ki kablo için kanal sayisini ve kablolarin miktarini arttirdikça neredeyse sinirsiz bilgi yollanabilir.
3- En önemlisi de bilgisayar devrimini transistörlerin minyatürlestirilmesinin gütmesi: Transistör elektrik akimini kontrol eden bir dügme veya valftir. Aynen su vanasini azicik döndürmenin büyük miktarda suyu kontrol edebilmesi gibi transistör küçük bir elektrik akiminin çok daha büyük bir akimi kontrol etmesine izin vererek gücünü arttirir. Içine eklenen transistörler ufaldikça ve sayilari arttikça bilgisayarin gücü de artar.
Bilgisayar devrimini olasi kilan bilgisayar çipinde, tirnaginiz kadar bir silikon devre levhasinin üstünde yüz milyonlarca transistör bulunur. Dizüstü bilgisayarinizin çipindeki transistörler mikroskobiktir. Bu inanilmaz minik transistörler, baskili tisörtlerle benzer sekilde üretilir. UV isini sablona odaklanir ve seklin izini silikon katmanlari üzerine yakarak çikarir. Sekil asitlerle oyularak çikarilir ve böylece yüz milyonlarca transistör yaratilmis olur. Ancak bu islemin sonsuza dek sürmesi fiziksel olarak imkansiz. Transistör boyutunda atomik ölçüye ulasildiginda bu sürecin sonu gelmek zorunda. 2020 civarinda veya hemen sonrasinda Moore yasasi, gitgide dogrulugunu yitirecek ve yerini alacak bir teknoloji bulunmazsa Silikon Vadisi pas tutmaya baslayacak. Nihayetinde Silikon Çagi kapanacak ve yeni bir dönem baslayacak. Transistörler öylesine küçülecek ki kuantum teori veya atom fizigi devreye girecek ve elektronlar kablolardan akmaya baslayip kisa devreye neden olacak. Daha sonra deginecegimiz nanoteknoloji iste bu noktada çok önemli olacak. Silikon yerine bir sey bulunsa da bilgisayar gücü muhtemelen yine katlanarak artacak ancak bu artis 18 ayda degil birkaç yilda katlanacak.
Karma Gerçeklik
Yüzyil ortasina geldigimizde gerçek ve sanal dünyanin bir karmasinda yasiyor olacagiz. Gerçek dünya devamli olarak bilgisayardan takviye edilen sanal görüntülere maruz kalacak. Bu siber-dünya her seyin tam olarak islemesini saglayacak. Bu durumun isyerleri, ticaret, toplum, turizm, sanat ve eglence üzerindeki potansiyel etkisini ve nasil yasadigimizi fazlasiyla degistirecegini tahmin etmek güç degil. Takviyeli gerçeklikle hemen her meslege deger katilabilecek. Uzmanlik gerektiren bir konu hakkinda bilgi edinmek istediginizde takviyeli görüs sayesinde aninda gerekli bilgiye erisebileceksiniz. Savasin da sekli degisecek. Internet gözlükleri veya takviyeli görüs saglayan kasklar sayesinde haritalar, düsmanin bulundugu yerler, ates rotasi gibi detaylar her an askeri birliklerin gözü önünde olacak. Dogada bulundugunuz yeri tam olarak bilmenin yaninda gördügünüz her bitkinin, hayvanin ismini ögrenebileceksiniz. Kisacasi bir seyleri ezberlemeye gerek kalmayacak.
Yüzyil ortasindan itibaren internet kontak lensleri sayesinde yabanci dilde konusulanlar altyaziyla Ingilizceye çevrilebilecek. Mükemmel bir tercüme olmasa bile özünde ne demek istendigi anlasilabilecek. Hatta evrensel çevirmen teknolojisi, Çince konusmanin üzerine Ingilizce dublaj yapacak. Bunu ileriki dönemlerde diger diller takip edecek. Bu ileri teknolojiler sayesinde, kültürlerin birbirini anlamasini zorlastiran dil engeli gelecekte tamamen ortadan kalkabilir. Lensleri kullanan turistler, eski uygarlik kalintilarini gezerken geçmise isinlanmis gibi antik sehrin gözlerinin önünde canlanmasina tanik olacak. Sanatçilar ve mimarlar eserleri üzerinde oynamak ve yeniden biçimlendirmek için bu teknolojilerden yararlanacak. Demek ki cep telefonuna, saate veya MP3 çalara ihtiyaç kalmayacak. Önceden elinizde tutup baktiginiz telefon gibi her türlü aletin içindekiler, dilediginiz an kontak lenslerinize yansitiliyor olacak. Hologram ve 3-D teknolojisiyle filmleri veya futbol maçlarini gerçekten yaninizdaymisçasina seyredebileceksiniz. Evinizdeki cihazlarin da çogunun yerini takviyeli gerçeklik alacak. Boyna takilan bir aygitla bilgisayar ekranini istedigimiz her seyin üzerine yansitmamiz ve X isini görüsüne sahip olmamiz bile mümkün olabilecek. Bu takviye edilmis dünyada bir sihirbaz gibi elinizi sallamanizla istediginiz nesneyi yaratabilme gücüne sahip olacaksiniz. Yepyeni bir dünyanin kapilarini açacak olan takviyeli gerçekligin sinirlari da yok degil. Donanim veya aktarilan bilgi miktari problem olmayacak ama yazilim sorunu ortaya çikacak. Çünkü bu hayali dünyalarin gerçege dönüsmesini saglamak için bir insanin bilgisayar basina oturup yazilim kodlarini tek tek girmesi gerek. Seri üretimle donanim imal edilebilir ancak beyin üretilemez. Bu yüzden gerçekten takviye edilmis bir dünyaya geçisimiz on yillar sürecek ve yüzyil ortasina denk gelecek.
UZAK GELECEK (2070-2100)
Zihinsel Irade Gücü: Yüzyil sonunda bilgisayarlari ve dolayisiyla nesneleri zihnimizle kontrol edebilecegiz. Bu teknolojinin temeli atildi ancak mükemmele ulasmasi on yillar sürebilir. Devrim niteligindeki bu degisim, iki bölümde meydana gelecek: ilki zihin etrafindaki nesneleri kontrol edebilmeli; ikincisi bilgisayar kisinin dileklerini yerine getirebilmek için onlari desifre edebilmeli. Çigir açacak bu bulusun ilk denemeleri, felç geçirmis veya beyin hasari nedeniyle iletisim kuramayan hastalarla yapildi. Beyne yerlestirilen cam bir elektrot veya ufacik bir çip sayesinde insan beyniyle bilgisayar arasinda baglanti kuruldu ve hastalar sadece zihin gücüyle bilgisayarla kontrol edilen tüm islevleri yerine getirebilmeyi basardi. Beynin hangi kisminin neyi kontrol ettigini, hangi düsüncelerle iliskili oldugunu, duygularin nerede yogunlastigini belirleyen hassas teknolojiler gelistirilmekte. Beyin dalgalarinin ekosunu manyetik olarak analiz edip beynin üç boyutlu haritasini çikarmak, oksijen akisini izleyerek düsünce akisini takip etmek simdiden mümkün. Ileride EEG ve fMRI gibi aygitlar nöron düzeyinde tarama yapabilecek hale getirildiginde belli düsüncelere karsilik gelen sinirsel yapilari ayirt etmek veya yalnizca beyin faaliyetinden kisinin görsel deneyimini yeniden olusturmak, dolayisiyla bilinç akisini çözümlemek mümkün olabilecek. Böylece rüyalarin, anilarin bile video kaydi tutulabilir. Uzmanlar imkansiz sayilan alanlarda her geçen gün biraz daha ilerleme kaydetmekteler. Tabii ki düsünce okumak etik olarak tartisilir. Ancak genelde zihinsel faaliyet net tanimlanamadigindan belki de özel hayat ihlali meselesine dönüsmeyebilir. Zaten uzaktan zihin okuma için insanoglunun çok uzun yillar daha beklemesi gerek. Bu aygitlar belki de cep telefonu kadar küçülecek ancak sadece yakin temasta kullanilmalari söz konusu. Fakat hukuk açisindan bakildiginda, davalarda hakikati ortaya çikaran önemli bir unsura dönüsmesi kaçinilmaz.
Tüm bu ilerlemenin sonunda nesneleri düsünce gücüyle hareket ettirme gücü telekinetige erisecegiz. Zihinsel irademizle bilgisayari, bilgisayar da etrafimizdaki seyleri kontrol edebilecek. Bu pek çok meslek açisindan çok faydali olacagi gibi dünyayla olan iliskimizi de degistirecek. Tabii ki telekinetik güce sahip olmanin riskleri de var. Çünkü sadece bilinç düzeyindeki degil bilinçalti düsünceler de etkili olabilir. Yüzyil sonunda fizikçiler, çok az enerji harcayarak büyük manyetik alanlar olusturan ve böylece telekinetigi mümkün kilan süperiletkenler yaratabilirler ve bu sayede manyetizm çagina geçebiliriz. Güçlü manyetik alan yaratmanin maliyetinin düsmesi, tasitlarda sürtünmeyi azaltmamizi saglayacak. Elektrik aktarimindaki kayiplardan kurtulacagiz, ulasim tamamen degisecek. Her nesnenin içine konan ufacik süpermiknatislar sayesinde her seyi istedigimiz gibi yerinden oynatabilecegiz. Nasil ki yakin gelecekte her seyin içinde çip olacak, uzak gelecekte de ufak süperiletkenler olacak. Normalde akim tasimayan süperiletkeni düsünceyle aktive edip kontrolümüz dahilindeki manyetik alan içinde hareket ettirebilecegiz, buna robotlar da dahil. Çünkü 2100’de dünyamiz insansi özellikleri olan robotlarla dolu olacak. Bizden daha akilli olurlarsa ne olur acaba?
II. Bölüm YAPAY ZEKANIN GELECEGI
Laboratuvarlarda, makinelerle çelik ve silikona adeta can verilmeye çalisilirken akla su soru geliyor: ‘Bu insan irkini özgürlestirecek mi yoksa kölelestirecek mi?’ Gazete mansetlerine bakilirsa, insanoglunun çok yakinda kendi yarattiklari tarafindan ele geçirilmesi söz konusu: “Bilim insanlari makinelerin insandan zeki olmasindan endiseli” New York Times 2009. Benzer konular, (Terminator Salvation, Surrogates gibi) Hollywood filmlerinde de islenmekte: gelecekte insanlarla savasan robotlar veya süperinsan olmayi seçip yaslanmaktan kurtulan insanlar, vb. Yapay Zeka uzmanlari, robotlar bizi kafese mi tikacak yoksa evcil hayvan gibi kucaklarinda mi tasiyacak diye tartismakta. Bunlara bakarsaniz, insanlik sanki son nefesini vermek üzere gibi görünmekte. Fakat yakindan bakinca baska seyler de görülüyor. Son on yilda, yapay zeka alaninda büyük gelismeler meydana geldi ancak olan biteni dogru algilamak lazim. Robot denince kanit olarak, Afganistan ve Pakistan’da teröristleri hedef alan pilotsuz uçak Predator, sürücüsüz arabalar ve Honda’nin mühendislik harikasi, dünyanin en gelismis robotu ASIMO gösterilebilir. Fakat, esasinda Predator, video oyunlarina merakli bir genç tarafindan bilgisayar basindan kontrol ediliyor. Yani hedeflere karar veren makine degil yine insan. Sürücüsüz arabalar, kendi baslarina karar veremiyor, belleklerine kayitli GPS haritasina göre yol aliyor. Komutlara tepki veren, konusup yürüyebilen ASIMO ilk bakista akilli zannedilebilir ama esasinda her hareketinde bir insan tarafindan önceden programlanmis olani taklit ediyor. Her yil daha çok gelisse de bagimsiz düsünme yetisine sahip degil. Yani tamamen özerk, bilinçli ve tehlikeli robotlar kabusu halen çok uzakta.
Medya isi abartsa da bilim insanlari daha temkinli ve vakur. Yapay zeka alaninda dünyanin önde gelen arastirmacilarina makinelerin ne zaman bizden daha zeki olacagini sordugumuzda verdikleri cevap, 20 ile 1000 yil arasinda degisir. Böyle olunca, robotlari iki türe ayirmamiz gerek. Ilki uzaktan kumandali insan kontrolünde veya önceden programlanarak belirli talimatlara uyan robotlar: bu teknoloji hali hazirda mevcut ve gelistirilmekte, dolayisiyla gündemdeler. Yavas yavas evlerimize ve savas alanlarina girmekteler. Ancak kararlari veren bir insan olmadikça teneke yiginindan farksizlar. Ikinci tür ise yapay zekaya sahip, tamamen özerk, kendi basina düsünebilen ve insanlardan herhangi bir girdiye ihtiyaci olmayan robotlar: Robotlarin bir fare, tavsan, köpek veya kedi, sonunda maymun kadar zeki olabilmesi için on yillar sürecek çalismalar gerek. Bunun için de kapsamli fonlar lazim. 1950’lerden beri süregelen Yapay Zeka çalismalari beklentilere gerektigi kadar yanit veremeyince saglanan fonlar kesintiye ugradi. Bu nedenle arastirmalar ara ara hiz kaybetti ama katlanan bilgisayar gücüyle birlikte tarihi buluslarin önü açilmis oldu. 1997’de dünya satranç sampiyonu Kasporov’u yenen bilgisayar programi, yapay zekanin henüz emekleme evresinde oldugunu gösterdi. Çünkü devasa bilgisayar gücü esittir zeka demek degil. Fakat yeni nesil hevesli girisimciler bu defa gelecekten umutlu. Hayallerdeki yapay zekaya sahip robotu yaratmayi henüz becerememis olmanin verdigi hüsranla bilim insanlari, zit yaklasimi da denemekte. Yüzyil ortasinda bir sonraki dönüm noktasina erisip, insan beynini, aynen bir teknisyenin motoru parçalara ayirip yeniden birlestirmesi gibi, bu defa tersten mühendislikle, tek tek nöronlardan baslayarak beyni bilgisayarda yeniden bütünlestirmek mümkün olabilir. Bunun için beynin temel yapisini kavramak gerekli. Bu yalnizca akilli robot üretmeye degil, beyin hasarina ugramis hastalara da yardimci olacak.
Beynimiz Dijital bir Bilgisayar mi?
Asil sorun, 50 yil kadar önce matematikçilerin beynin dijital bir bilgisayara benzedigini sanmasiydi. Fakat simdi kesinlikle öyle olmadigi farkedildi. Bir çesit ögrenme mekanizmasi olan beynimiz, yapisi geregi yeni bir sey ögrendikçe kendini sürekli olarak yeniden kurar. Bilgisayariniza gelince, yeni bir sey ögrendigi filan yok. Bu nedenle beynin modellenmesine yönelik iki yaklasim mevcut. Bunlardan ilki, klasik yukaridan asagi yaklasim; yani robotlari dijital bilgisayar gibi ele alarak zekanin tüm kurallarini bastan programlamayi öneren yöntem. Tüm dijital bilgisayarlar basit bir modele dayanir. Bu, dahi Ingiliz matematikçi Alan Turing’in ileri sürdügü bir kuramsal aygittir. Girdi, merkezi islemci ve çikti biçiminde üç bölümden olusur. Bu yöntemin amaci, bilgisayara tüm zeka kurallarinin kodlandigi, gerekli tüm yazilimlara sahip bir CD-ROM takilarak zekilestirilmesidir. Fakat beynimiz ne programlanmistir ne de herhangi bir yazilima sahiptir. Daha çok, devamli birbirine baglanip duran yiginla nörondan olusan karmasik bir “sinir agi” ve asagidan yukari yaklasima dayali isler. Dogru karar verildigi her an, nöronlar arasindaki elektrik baglantisi güçlenir. Beynimiz bu mantikta çalistigindan deneyerek ögreniriz ve herhangi bir seyi tekrarladikça daha iyi yapmaya baslariz (dezavantaji kötü aliskanliklardan kurtulmak bayagi zordur çünkü ayni baglanti defalarca kurulmustur). Zeka kurallarinin disaridan yüklenmesindense sinir aglari, aynen bir bebek gibi düse kalka ve programlanmak yerine tecrübeyle ögrenir. Dijital bilgisayarin islemcisinden bir transistör çikartirsaniz bozulur ama insan beyninin bir kismini çikartsaniz da diger kisimlar onun yerine devreye girer ve beyin islemeye devam eder. Bilgisayarda herhangi bir islem tek bir bölgede gerçeklesirken insan düsünürken beyinde farkli bölgeler ayni anda çalisir.
Dijital bilgisayarlar neredeyse isik hizinda hesaplama yapar. Insan beyni ise yavas isler. Sinir sinyalleri saatte 300 km. gibi agir hareket eder ama beyin bir bütün olarak paralel isledigi için bunu telafi eder. Bu demektir ki ayni anda 100 milyar nöron birden çalisir, her biri hesaplamanin bir kismini yapmakla görevlidir ve 10 bin baska nörona baglidir. O yüzden zeka yarisinda süper hizli tek bir islemci süperyavas paralel bir islemciye yenilir. Çünkü transistörler 1 ya da 0 ile temsil edilen, açilip kapanabilen geçitlerdir. Nöronlar da dijitaldir, atesler veya ateslemezler ancak ayni zamanda analogdur yani hem sürekli hem de kesintili sinyalleri iletirler. Sonuç olarak insan beyni dijital degildir ve beynin farkli bölümleri farkli davranislari ve organlari kontrol eder, dolayisiyla ruhla beden ayrilmaz bir bütündür.
Insana karsi Makine
Insan beynine kiyasla, bilgisayarin sinirlari dikkate alindiginda insanlarin kolayca becerdiklerini makinelerin neden hala basaramadigi rahatça anlasilabilir. Bunlardan en önemli ikisi sekil tanima ve sagduyu. Bu özellikler son yarim yüzyilda çözülemediginden, henüz robot hizmetçi veya sekreterimiz yok. Sekil tanima sorununu söyle açiklamak mümkün: bir robot insandan çok daha iyi görebilir ancak ne gördügünü anlayamaz. Insan beyni, temelde bir sekil/kalip tanima mekanizmasi oldugundan ilk defa girdigimiz bir yerde bile zorluk çekmeden yolumuzu bulabiliriz. Oysa bir robot gördüklerini önce algilayabilecegi geometrik sekillere çevirir sonra da bunu hafizasindakilerle eslestirmeye çalisir. Ayrica robotlarin sagduyusu yoktur. Mesela insandan çok iyi duyabilir ama önceden programlanmadikça duyduklarini anlayamaz. Bizler için ortak akla uygun olan seyler robotlar için herhangi bir mantik dizisine veya programlarina uygun degildir. Yukaridan asagi yaklasimin sorunu, insan düsüncesini taklit etmek için gerekli olan sagduyu kodlarinin asiri fazla olusudur. Alti yasindaki bir çocugun sahip oldugu akil fikrin bir robota aktarilmasi için yüz milyonlarca kod dizisi gerekir.
Yapay zeka mühendisleri henüz zekanin özüne erisememis ve beyni bütünüyle taklit eden bir mekanizma gelistirememis olsa da beynimizin sahip oldugu belli yeteneklere odaklanip çalismayi sürdürmekteler. Bunlardan biri farkinda olmadan bile aninda tanima becerimiz. Yirticilara yem olmanin an meselesi oldugu eski çaglardan beri evrimimiz için çok önemli olan bir kabiliyet. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) uzmanlarindan Tomaso Poggio, belli görüntüleri tanimayi insandan hizli becerebilen bir robot gelistirmeyi basardi. Bu robotun farki, gördügünü geometrik sekillere bölmek yerine bizim yaptigimiz gibi önce ana hatlari, sonra çesitli özellikleri ardindan da aradaki tonlari görerek yani görüntüyü katmanlara ayirarak algilamasi. Yani beynimizin bir resmi algiladigi gibi kademe kademe isleme koyuyor. Elbette farkli açilardan herhangi bir objeyi tanima veya 3 boyutlu halde gözünde canlandirma gibi özelliklerimizi tasimiyor ama en azindan sekil tanimada bir dönüm noktasi teskil ediyor. Asagidan yukari yaklasimi kullanan bir baska çalisma, New York Üniversitesi’ndeki ögrenme uygulamali robotlar. Insan tarafindan kumanda edilmeden odada hareket edebiliyor ve etraftaki esyalara çarptikça bir daha çarpmamayi ögreniyor. Bunlar günün birinde toplumu degistirecek takdir edilesi çalismalar. Ancak hamamböceklerinin bile hiçbir yere çarpmadan yollarinda gidebildigi düsünüldügünde, henüz en akilli robotlarimizin, Tabiat Ana’nin en asagilik yaratiklarinin zekasina yetisemedigi bir evrede oldugumuz ortada.
GELECEGIN FIZIGI (2.BÖLÜM) 13/12/2017 TARIHINDE YAYIMLANACAKTIR.....