EFSANE BIR ''BARBAROS'' ROMANI

EFSANE BIR ''BARBAROS'' ROMANI

Fevzi BOZKURT
Ekonomi


Efsane denizindeydiler ve gittikleri yerlere efsaneligi götüreceklerini de bilmiyordu. Efsaneler denizi Midilli’de yetisen dört kardesten birine nasip olacakti. Barbaros, 1473 tarihinde Midilli Adasinda dogdu. Babasi Midilli’ye yerlesmis olan Türk sipahilerinden Eceova’li Yakup Aga’dir. Fatih’in is görür cesur güç ve endamiyla ünlü bir kahramani iken iki bin nüfuslu Midilli’ye yerlesen kumral güzeli Yakup Aga, adadaki en güzel Rum kiziyla evlenmis üçer yil arayla Ishak, Oruç, Hizir ve Ilyas adinda dört oglu dünyaya gelmistir. Ishak ile Oruç büyükleri, Hizir ile Ilyas da küçükleri idi. Çocuklari iri kara gözleriyle babalari, kizil dalgali saçlariyla da annelerini andiriyorlardi.
Babalari Eceova’li Yakup Aga çocuklarinin denizle ugrasmalarini istemiyor aksine hepsini birer zanaat sahibi olmasini istiyordu. Nedendir bilinmez çocuklarinin denize bile bakmalarini yasaklamistir. Denizin insani iflah etmeyecegini Akdeniz  Adalarinin birer korsan yuvasi haline geldigini söyler dururdu. Ulu Hünkar Sultan Bayezid Hazretleri Adalar Denizinde Hiristiyanlarin ticaret yapmalarini engelleyici önlemler aldirmisti. Rodos sövalyelerinin öncülügünde bütün adalarin korsanlar tarafindan tahkim olunmasina birde Midilli’nin de Sicilya, Ceneviz Katalan ve floransa korsanlariyla dolmaya baslamasi herkes gibi Hizir’i da içten içe huzursuz ediyordu. Arsiz sirnasik herifler bazen öyle ileriye gidiyordu ki Ulu Hünkar Sultan Bayezid Hazretleri Adalarinin kiyi kesimlerine saldirip Türk kizlari ve delikanlilarini Ceneviz esir pazarinda satabiliyorlardi.
 
Adada hayat herkesin yasadigi gibi sessiz sakin gidiyordu gençler genelde babalarinin yolundan giderlerdi. Büyük ogul Ishak babasinin istedigi gibi zanaat sahibi olmus marangoz isleriyle istigal ederdi. Küçük Ilyas ise imam olmak için hafiz yapiyordu. Hizir’da adanin en meshur çömlekçisinin yanina çirak olarak çalisiyordu. Hizir’inda çömlekçi olmasi gerekiyordu. Ikinci ogul Oruç’ a gelince her seyin aksine farkli bir kisiydi. Devamli babasi Yakup Aga’nin öfkesini çekecek isler yapiyor hiçbir iste sebat etmiyor sahilde basibos dolasip eve bile gitmiyordu kimi zaman camiye bile ugramaz olmustu.
 
Günlerin birinde Oruç, Midilli’de denize gemi indirmis ticaretle ugrasiyor haberiyle çalkalaniyordu. Anlatilanlara göre Oruç’un yaninda 8 levend çalisiyor 24 forsa tayin yiyor, adina da artik herkes ‘reis’ deniliyordu. En begenilecek yeri de denizcilik dilini biliyor olmasiydi. Çünkü gençler arasinda ada halkinin en gözdeleri denizciler, denizcilerin en gözdeleri de gemici dilini bilenler idi. Babasini bu isi yapmamasini istemesine ragmen oruç parmak gösterilir derecede nam yapmisti. Akdeniz adalarini avucunun içi gibi ögrenmis. Arada bir Midilli’ye geliyor, barçalarini limana kiçtankara edip çarsinin taslik yolundan ‘reis’ gibi geçerek annesinin elini öpmeye gidiyordu. Tabi ki babasina görünmeden veya öyle zannederek Onun eve geldigi günün aksami kardesleri için sölen basliyor, herkes bayram ediyordu getirdigi hediyelerin sevicine anlatilan hikâyenin heyecanina karisiyordu. Arada habersiz kardeslerini alip gezdirip geri getiriyordu.
 
Hizir Reis çikmis oldugu ilk seferinde Akdeniz açiklarinda iken uzaklarda ufaktan bir gemi görünüvermisti. Bu geminin ne olduguna kara vermekte güçlük çekiyordu zira korsanlar olabilirdi eger öyleyse ki Hizir için büyük bir talihsizlik olacakti ilk seferinden korsanlara denk gelmesi hiç iyi olmamisti onun için. Bir an düsündü baslamadan her sey bitmis miydi? Yoksa isler tersine dönüp bir mucize gerçeklesip buradan kurtulabilecek miydi? Karsidan gelen geminin niyetini anlamak için biraz daha yaklasmasini beklerken aradaki mesafe neredeyse yüz elli kulaca kadar inmisti. Bu esnada iskele ve sancak loça iskarmozlarinda birer darbzen ile iki yan topu oldugunu gördü ve bundan daha olumsuz bir durum olamazdi gemidekilerin niyeti anlasiliyordu. Reis’ in hemen bir karar vermesi gerekiyordu. Artik kaçip kurtulmanin imkânsiz oldugu zamana gelinmisti. O an hamlamacilardan biri kalin sesiyle Hey yaa Mevlaaaa! diye üçüncü söyleyisinde artik gemidekiler de tempo tutmaya basladi. Hizir Rabbim, halim sana ayandir Bir tacirim ben ama su anda savasmam gerekiyor. Rabbim üstümüze gelenleri tanimam düsmanim da degildir lakin senin düsmanin olduklarini bilirim. O halde sen bana bunlarla savasacak cihat ruhu ver ki ben senin askerin olayim. Bu sirada gemidekilerin niyeti anlasilinca gayri Müslim dili bilenler korsanlara seslenerek ganimet vermeyi kabul ettiklerini söylese de fayda etmedi. Can havliyle haykirdi ‘‘ Gaza vaktidir aslanlarim. Bismillah vira!’’ Asil olay o zaman degisti tekbir davul sesine zincir sakirtisi kanca çakintisina karisti. Akdeniz üstündeki her sey el degistirmisti. Hizir Reis yasadiklarina inanamiyordu. Zaferin böyle olacagini hiç düsünmemisti. Enginlerden Ilyas’in okudugu ezan sesini duyar gibi oldu düsündü de belki de zafer, bu sesin ardinda gizli olan seydi.
 
Ilk aglayanlardan biri de Beatrix’dir. Asil adini ög­renmenin saskinligini yasadigi o anlarda dinledigi gerçek hikâye, bütün ömrü boyunca okudugu kitaplarda bile olamayacak kadar acikli ve yürek sizlaticiydi. Ögrencilerin hepsi sahile inen taslik yolun saginda kalan havuzun basindaydi ve baslarini, üzüm baglarini beyaz duvarlarin ardina çevirmislerdi. Billure’yi tanidiginda on bes yasindaydi ve o da on üçüne gelmek üzereydi. Kutsal Kitap ögretmenlerinden biri konusabildikleri dillerin sayisini sordu. o bes dili konusabil­digini söyledi. Ders çikisinda yanina yaklasip ona Türkçe den sordu. “Hayir,” dedi, “bilmiyorum, ama alfabesini biliyo­rum, çünkü Arapçayla ayni sekilde yazildigini.” Artik konusmalarin baslarinda olsa dahi bir seyleri beraber yapmalari gerekiyordu.
Beatrix ile anlasmalari geregi her ikisi de güya çizim atölyesinde haritalar üzerinde çalismaya basladilar. Ben harita çizmeyi, pusula hazirlamayi, usturlap okumayi ve deniz seyir usulünü biliyordum. Beatrix bu kadar çok seyi nasil bildigini merak ediyordu elbette o da onun Türkçeyi nasil ögrendigi­ni. Akdeniz sahilinde kimse kimseye hangi dili neden konus­tugunu sormazdi. Birinin dilini sorgulamak, onunla arkadasli­gin, dostlugun son bulmasi anlamina gelirdi. Çok kimlikli insanlar ve farkli hayatlar birbirine girince böyle bir kural olusmus. Onlar da birbirine bildikleri dilleri kökenini hiçbir zaman sormadilar. Ama hep merak etmistir. Birlikte çalistiklari alti ay boyunca onun da çok meraklandigini hissediyordu. hatta o siralarda artik birbirlerine iyice alismislar, yan yana veya birbirine yakin olmaktan mutlu olmaya baslamislardi. Belki de alti aylik dostlugun sonunda birbirlerini tanima arzusunun dayanilmaz oldugudur bu. Beatrix o günlerde on üç yasindaydi ve nedenini bilmeden artik ona eskisi kadar sokulmuyor. Elbette kaçamak hallerini merak ediyordu ve meraki da gitgi­de onu tanima istahini kabartiyordu. Aslinda ikisi de bir­birine hem yaklasiyor hem yaklasmaktan çekiniyordu. Bir gün Arapça dersinde oldu olanlar. Fiil çekimleri, isimler derken sira cümle kurmaya gelmisti. Anlatiyordu: isimlerin basina gelen cer harflerini anlatiyor Beatrix çok zeki ve hizli kavrayabiliyordu dersi dinlerken de hayranlikla bakiyordu bir an Alkala, hani Fatiha’daki ‘Elhamdü li’llâhirabbi’l- âlemîn’ der gibi, degil mi?” deyince her ikisinde de uzun soluklu sessizlik hakim olmustu ikisi de ne yapacagini bilmiyordu sessizlik gitgide uzuyordu , uzadikça da konusmak güçlesiyordu. Sessizligi kertenkele tislamasi bozdu bunu firsat bilerek gerçek adin ne senin ? deyince Billure deyiverdi. Kimin kimsen yok mu deyince kardesi Yusuf’un oldugunu bunlari keske paylasmasaydim diye düsündü. Aglamaya basladi, aglamayi birakmasini artik konusmalari gerektigini söyledi öylece Beatriks’in sirrini ögrenmis oldu.
 
Cenevizli kaptan Andrea Doria, üç ay önce, yol­culuk yaptigi gemiyi ele geçirip onu kadirgalarindan birinde esir diye kürege bagladiginda. O günden bugüne artik ezberle­digi sözün, Doria için bir hayat tarzi oldugunu çok iyi ög­renmisti. Öyle ki, kisa zamanda o ve diger kaderdasi olan forsalar, savas için bilenmis, adeta zafere susamisti. Sol aya­larindaki bukagilarin gevsetilmesine bile razi olmadigi halde onun için savasmaya hazir idik. Diger ayaklarina da camadan dügüm attirsa yahut zincirlerimizi sintine bodoslamasina tokalasa yine de onun için savasmaya can atiyordu. Zihinlerini öyle doldurmustu.
 
Gemicilik dilini ve ilmini iyi biliyordu. anlatilanlara göre pusulalari kendisi imal eder, haritalarin basinda saatlerce vakit geçirir­mis. Haritalar hakkinda çok sey bildigini ve kendisi için harita çizebilecegini dillendirdiginde hiç yüz göstermeyip, “Herkes isini yapsin, ben haritalarla, forsa da kü­rekle ilgilensin!” cevabini vermisti. Soguk ve buyurgan tavri yüzünden vardiyanlar ve forsalar kadar yolcular da ondan kor­kuyorlardi. Daha önce onun kalyonlarinda bulunmus bir forsa, bu bahis konusulurken, “Elbette ki kadinlar hariç,” diye açikla­ma getirdi muzipçe. Ve iç geçirip devam etti sonra: “Yolcu­lari veya esirleri arasinda onu çekici bulan pek çok asil kadinin konusmalarina sahit oldu. Hatta içlerinden biri onu, mitolojideki Proteus’a benzetmis.” Akdeniz’de ünü yayilmamis bir korsansaniz, önce sava­sir, savastiginiz kisinin kim oldugunu sonra ögrenirdiniz. Tabii eger hâlâ basiniz omuzlarinizin üstünde yasiyorsan... Forsalar omuz üstünde bas götürmek bahsinde efendilerinden sanslidirlar. Çünkü yeni efendilerinin de küreklerine yapisacak eller lazimdir. Bunun için efendiler kölelerini hizla tanimak ister. Benimle görüsme sirasi gelip de kaptan kösküne, onun ifade­siyle reis hücresine buna Hiristiyan gemilerinde “kamara” de­nildigini bilmiyor sonuna geliyordu.
Hizir Reis’in karargâhi Kadirkale’ydi. Agasinin sancagini ye­rinden kaldirdigi ama bir türlü yerine koyamadigi rüyayi görerek denize açildiginin üçüncü haftasinda bulmustu burayi. Cerbe’ye, Oruç Reis’in yanma gidiyordu. Donan­madaki bütün portolanlari incelemekle mesguldü., “Eskiden Berberi denizciler buraya Kadr-i Kal’a derlerdi, elli sene önceki Müslüman katliaminda yerle bir edildi,” bilgisini verdi. Metruk bir adanin kolayca kullanima el­verisli hale getirilebilecegini düsündü. Ismi de güzel olurdu: Kadirkale. Ama gerek forsalar, gerekse levendlerin sonradan buraya Kaderkale diyeceklerini düsünmemisti. Bazen ka­derlerinin onlari böyle bir kaleye sevk etmesinden duyduklari sikâyeti, sevinçlerini ifade etmek için. Oldukça büyük olan adanin güney yamacinda met­ruk bir hisari ve eteginde de terk edilmis bir Müslü­man köyü mevcuttu. Bir limani olmadigi için denizci­lerin ugradigi bir yer degildi. Ne kadar portolan var ise inceledim ve burasi hakkinda ziyadesiyle malumat edindi. En yakininda Kevsere ile uzaginda Ibiza Ada­si, daha ileride de Balear’in Mayorka’si vardi. Ada hak­kinda her bilgiyi degerlendirdi. Buna da mecburdu, çünkü Hizir Hayreddin Reis’in bana, “Bu seferde seyir süvarim sen ol. Bakalim haritalari bildigin kadar Akdeniz’i de bilir misin?” dedi­gi ilk seferleri olacakti ve kendini göstermesi, gözüne girmesi lazim. Türklerin kadirgalara ad koymadigini, reislerinin adiyla andiklarini biliyordum. Buna ragmen istisna ile bastardalarin en heybetlisine “Peleng-i Derya” demislerdi. Bu gemi gerçekten de avinin üzerine atilmaya hazir bir ‘deniz panteri’ gibi ve onun hamleleri için denizi hazirlamayi ba­sarmaliydi. Baktigi portolanlardan birine göre Kadirkale’de merkezden sahile bir irmak akisi görünüyordu. Adanin çevresi­ni dolanip bu irmagi aramayi önerdi. Seyrin emniye­tinden o sorumluydu, firtinali zamanlarda liman yapacak koyu da ben bulmaliydi. Haritada çizilene göre umdugumuz­dan daha büyük bir nehir çikti karsilarina. O gece nehir agzinda emniyetle sabahladilar. Burayi iyice arastirdilar. Ayni zamanda Hizir Reis içinde önemli yere sahip oldugu bilinmekteydi.
 
Ispanya Krali VIII. Henry’nin ülkede eli kolu olan Dük’ün kraliyet sarayinda yapmis oldugu ziyafet neredeyse destansi bir hikâye gibi anlatiliyordu. Öyle eglenceler yapiliyor ki dilden dile dolasiyordu, sarayda Endülüs Emevi ve Arap kiyilarindan kaçirdiklari kizlari bu gibi özel gecelerde egittikleri açikca belli olmaktaydi. Gece çok hizli baslamisti. Carlos, bütün bunlarin kendisini etkilemek için hazirlandigin, Tudor dükünün yemek ikrami­na sira gelene kadar basini döndürmek istedigini düsünüyordu. Muhafizlarin ikisi iki yaninda yerlerini almis, heykel kesilmis, bütün varliklariyla Carlos’u koruyordu.
Bunca zaman sonra güzel haberlerin ard arda geldigi bir dönemde Cezayir’e gitmisti. Billure’yi buldugunu Ingiltere’ye gidecegini söyleyecekti.Sultanin elçisi Sinan Aga gelmis. Serefine verilen ikindi divana yetisti. Reis’e gelen mektubu eline almadan Misafiri basköseye oturttu. Bütün askerin, agalarin hazir oldugunu görüp iftihar ediyordu.
Çok derinlerden forsalarin seslerini duyuyordu sanki, bir de küreklerin dalgalara girerken çikardiklari sesi. Git­gide zihni dagiliyor, duyduklarinin ne oldugunu anlayamaz oluyordu. Kaç gündür karanliktaydi. Halsizlik çökmüstü zihnini toparlamaya çalisiyordu. Sanki cehennem de gbiydi kötü kokular, olmadik iskenceler ve bedenine konan sinekler nisan alinarak iskenceler…
Durumunu artik Billure’ye anlatmak güçlesmisti onu bir seri katil olarak görüyordu bunu da , izah etmekte hayli zorlaniyordu. Billure nasil bir yürege sahipti ki sahip oldugu her seyden vazgeçmeyi sadece onu düsünmesini istiyordu. Ya sahip oldugu müdeccenlik, Girnata emirligi hepsi bosunamiydi belki de basina konan ödüller Hakkinda çikan ölüm fermanlarinda korkuyordu. Bir de Hizir Reis’in adami olmasi daha isi vahim hale getiriyordu. Bu kez kapiyi yüzüne kapatarak biraz da onu korkutmak maksadiyla bu kez kurtuldugunda beni de al götür demesi, ona hiç yapmayacagi seyleri yapmaya çalisiyordu.
Sevinç çigliklari ve sükür dualarinin, her zaferin sonundaki kosturmacanin bittigi gün padisahin kapicibasisi, Bogdan’in fethi haberiyle geldi. Hayreddin Pasa sevinç üstüne sevinçtir diye Preveze limaninda herkesin katilacagi bir sölen tertipleyip kapicibasinin getirdigi bildiriyi okuttu:
“Sensin ki lalam Hayreddin Pasa!.. Derya gazan mübarek ol­sun. Kis mevsimi yakindir. Gayri ayak ayak Âsitâne’ye gelmeye acele edesin. ”
Sultanin donanmayi Istanbul’a çagirmis olmasi gaziler üze­rinde bir müjde etkisi yapmistiti. Herkes esirlerinden ikisini bagisla­di. Hayreddin Reis o aksam hemen herkesin eglencesine ortak oldu, sik sik Doria’dan bahsederek,  galip geldigini anlatiyordu hem de fenerleriyakmadan kaçip gitmisti. Ispanya’dan Kanca Oruç’un intikamini alinmisti. Bundan böyle adi tuzlu sularda öylesine bir rakip degil, büyük bir kahra­man olarak anilacak, Barba Rossa denilince kiyamete kadar Akdeniz korkacakti.
Herkesin zafer kutladigi bir gece de bir tek onun içi buruk çünkü akli Girnata’ da Kalmisti Kimseye konuyu açamadi o gece. Hizir Reis bile sormuyordu sadece Ceyhuma hatunu özlediginden olsa gerek Billure’yi soruyordu. Sonradan bir sandik altin almisti Girnata için.
 
Sultanimiz efendimizin buyrugudur ki bundan böyle Hizir Hayreddin Pasa’nin aziz hatirasi için Osmanli donanmasi ne vakit sefere çiksa önce buraya gelip ruhuna Fatiha okuyacak, dönüste zafer duasini onun huzurunda yapacaktir. Bundan böyle türbesinin önünden geçen her gemi, hiz kesip onu se­lamlayacak, eger vakit gece ise fenerlerini kisacaktir. Devletimi­zin kaptan-i deryalari bundan böyle onun hatirasina hürmeten buraya itibar gösterecek, türbesinin civarinda dualar edilip fakir fukaraya as dagitilmasina dikkat edecektir. Devletimizin cümle donanma merasimleri, onun esik taslarini siraladigi su meydanda, onun huzurunda yapilacak, adi kiyamete kadar ya­satilacaktir.”
 
Billure degerli olan sözü hâlâ söylememis, sirinlik ederek Hayreddin Pasa’ nin vefati Üzerine düsen dumani dagitmak istiyordu. Istanbul’da Ceyhuma Hatunu’da Reis’in mezarina bakarken görünce Billure’de dayanamayip gözlerinden süzülmüstü yaslar. Askin nereden gelmeyecegi belli olmuyordu.
 
EFSANE BIR ‘BARBAROS’ ROMANI
Iskender PALA
KAPI
2013
 

Benzer Kitaplar