SINEM GÜL tarafindan Türkçeye çevirisi yapilmistir.
ECHELON Dünyayi Dinleyen Istihbarat
Örgütleri
Echelon ismiyle anilan sistemin ABD,
Avustralya, Ingiltere, Kanada ve Yeni Zelanda arasinda 1948 yilinda imzalanan
UKUSA Anlasmasi ile kuruldugu bilinmektedir. Istihbarat örgütleri kimleri,
nasil ne sekilde dinliyor? Haberlesmelerin ele geçirilmesi, terör saldirilarin
önceden tahmin edilip önlenmesinde etkili bir yöntem midir?
Mahremiyet ve güvenlik arasindaki sinir hangi ölçütte degerlendirilmektedir? Patrick Radden Keefe, Echelon-Dünyayi Dinleyen Istihbarat Örgütleri kitabinda
bu sorulara yanit ARAMIS. Kitapta kisaca;
Keefe, 1990'larin sonlarinda Ingiltere'de
lisansüstü ögrenim görürken, ABD'nin kontrolü ve önderligindeki, tüm dünyayi
ele alan bir izleme agi hakkinda birtakim öyküler duymaya basliyor. Echelon
olarak bilinen bu sistem, Amerika'yla müttefiklerinin, tüm dünyadan sivillerin
ve hükümetlerin özel telefon konusmalarini ve e-postalarini ele geçirmesini
sagliyordu. Keefe, Echelon gizemini çikis noktasi olarak ele alip,
haberlesmelerin ele geçirilmesinin yapisini ve baglamini arastirmaya basliyor,
çarpici tarihsel anlari, yepyeni arastirma raporlarini ve heyecan dolu
anekdotlari bir araya getiriyor.
Patrick Radden Keefe, Bahse konu olan Echelon-Dünyayi
Dinleyen Istihbarat Örgütleri isimli kitabinda Echolon sistemini son derece
nesnel bir biçimde inceliyor. Sistemin eski ve yeni üslerinden bazilarini gezen
Keefe kitabinda ayrica güvenlik ve kisisel mahremiyet arasindaki iliski
hakkinda yorumlarda bulunuyor. Keefe ilk olarak konuyla ilgili basina yansiyan
birçok olayin ve haberin failleriyle dogrudan görüsmüs. Echelon sisteminin
Ingiltere'deki ayagi Devlet Haberlesme Merkezi'nde (GCHQ) çalisan Katharine Gun
bu kisilerden birisi. Gun, ABD'nin Birlesmis Milletler'i dinledigini
söylediginde bu bilgiyi basina sizdirdigi için mahkemelik olmustu.
Keefe, Echelon sisteminin zaaflarindan
bahsederken ABD'nin sikça propagandasini yaptigi ileri teknoloji'sinin ne kadar
kof oldugunu da gözler önüne seriyor. Sistem, ABD saldirganliginin artmasina
paralel olarak dünya çapinda o kadar büyük bir girdiyle karsilasmistir ki,
bunun hakkindan gelebilmesi artik mümkün degil. Amerikan karsitligi, iletisim
olanaklarindan daha hizli gelismektedir. Dünya çapinda artan ABD karsitligi,
uzaydaki uydularin bile kapasitesini yetersiz hale getirmistir. Biraz geriye
baktigimizda nitekim o 'müthis' teknoloji ABD'nin ne 11 Eylül'de ne de diger
saldirilarda isine yaramistir. Muazzam harcamalarla ayakta tutulmaya çalisilan
sistem yetersiz kalma durumuna düsmüs ülkesini savunan mazlum Iraklilarin
karsisinda da pes etmistir. Insanin aklina bu kadar verimsiz bir sistemin neden
sürdürüldügü sorusu gelebilir. Örnegin, Irak'ta yaptigi bunca vahsetin ardindan
ABD'nin bölgede kendisi hakkinda ne düsünüldügünü ve ne konusuldugunu ögrenmek
için zahmete girip telefonlari ya da diger iletisim kanallarini denetlemesi
aslinda ilk görünüste manasiz gelebilir.
Kefe bu konuda oldukça ilgi çekici ve
aydinlatici bilgiler aktariyor. Kitapta, Avrupa Birligi tarafindan hazirlanan
bir rapora dayanarak Echelon'un ABD ve müttefikleri için ekonomik amaçli
casusluk faaliyetlerinde kullanildigi ifade ediliyor. Nitekim 1993 yilinda Bill
Clinton'in CIA'ye sifir sürüm dizaynli otomobil üreten Japon firmalarinin
izlenmesini emrettigi elde edilen bilgilerin Ford, General Motors ve Chrysler'a
aktarildigi iddia edilmisti.
Keefe'nin 2003 yilinda ABD eski Disisleri Bakani Colin Powell
tarafindan BM'de büyük bir gösterisle sunulan telefon konusmalarina gönderme
yapmasi da son derece isabetlidir. Powell bir ilkokul müsameresini andiran
toplantida, sözde iki Irakli askerin telefon konusmalarina dayanarak Irak'ta
kitle imha silahlari oldugunu iddia etmis ve bu ülkenin isgalini
mesrulastirmaya çalismisti. Üç yilin sonunda söz konusu konusmayi tespit eden
teknoloji, ne tuhaftir ki, hâlâ bahsi geçen silahlari bulamamistir. Bu durumda
Powell'in bütün 'kanitlarinin' Irak'in isgalini mesrulastirmak için düzenlenmis
bir komplonun parçalari oldugunu söylemek mümkündür.
Echelon'un
ekonomik casusluk disindaki bir diger islevinin de ABD'nin komplolari için
malzeme üretmek oldugu anlasiliyor. Bu noktada Keefe'nin komplo teorisyenleri
hakkinda söyledikleri üzerinde de durmak gerekiyor. Keefe kitabinda konuyla
ilgili çevrelerden bahsederken bir ayirim yapiyor. Bir tarafta Echelon'un var
oldugunu kabul etmeyen resmi söylem, diger tarafta ise paranoyaya yakin bir ruh
hali vardir. Sistemin gizliligi ve hakkinda çok az seyin bilinmesi komplo
teorisyenleri açisindan mümbit bir alani müjdeliyor. Ama Keefe'nin komplo
teorisyenleriyle arasina mesafe koyma istegi onu bazen nesnelligin disina
itiyor. Avrupa Parlamentosu'nun hazirladigi raporlar hakkinda Richard
Hofstadter'in 'Amerikan Siyasetinde Paranoyak Tarz' isimli çalismasina gönderme
yapmasi söz konusu hatanin en iyi örnegidir. Komplo teorilerinin ve paranoyanin
Amerikan siyasal yasaminin en önemli saplantilarindan birisi oldugunu söyleyen
Hofstadter'in bu tespitinin bir gerçeklige dayandigi açiktir. Komplo günümüzde
ABD açisindan hem içte hem dista baslica siyaset yapma biçimi haline gelmistir.
Komplo teorisyenlerinin akilsizliklarini elestirme adina bu gerçek göz ardi
edildiginde nesnellikten kopus basliyor.
Bilgisayar
bilimcisi olarak bilinen Mark Weiser 'her yerde bilgi-islem' kavramini tanittigi
1991 tarihli çigir açici makalesinde, "En etkili teknolojiler gözden
kaybolanlardir," diye yazar. "Günlük yasamin dokusuna girer ve artik
ondan ayirt edilmez olurlar." Aradan geçen on bes yil içinde haberlesme
teknolojileri tam olarak bu sekilde gözden kayboldu. Kara hatlarimizi ve cep
telefonlarimizi, çift yönlü çagri cihazlarimizi ve kablosuz dizüstü
bilgisayarlarimizi yasamin dogal bir parçasi olarak görüyoruz. Weiser' in bu
makaleyi yazdigi siralarda telefon yeniyetme çocuklarimizin ugruna
çekistikleri duvara bagli bir araç, internet ise pek azimiz için bir fikir, bir
dedikodu, çogumuz içinse bilimkurguya yakin bir seydi. Bugün teknolojiyle aramizda
göbek bagi var: Benim kusagim, üniversiteye geldiginde yatakhanedeki her odada
internet baglantisi bulan ilk kusakti, internet
agina ulasamayacagimiz bir hayati ne yasayabilir ne de düsünebiliriz. Bu
teknolojiyi her gün kullanmakla kalmiyor, ayni zamanda, teller ya da hava
dalgalari yoluyla tarihte hiçbir dönemde görülmemis miktarda bilgi
aktariyoruz: Faturalarimizi ve vergilerimizi çevrimiçi ödüyoruz; çevrimiçi
bulusuyor, sevgili buluyor ve sohbet ediyoruz; tibbi semptomlarin anlamlarini
çevrimiçi buluyoruz ve en utanç vericisi, hakkimizda en çok bilgi veren soru ve
ikilemlerimizi Google'a giriyoruz. Neredeyse düsüncelerimizin ve sözcüklerimizin
organik bir uzantisi olacak derecede içsellestirdigimiz bu haberlesme aracinin
gizlice izlenmeye açik oldugu -birilerinin izliyor ve dinliyor olabilecegi-
yönünde bir sezgimiz var. Ama bu huzursuz edici duygu kanitlanmamis bir
önsezi, dijital çagin çilginliklarindan biri olarak kaliyor çogumuz için.
Bu kitap ciriltisinin nasil islendigini anlama
çabalarimin öyküsü: Kimler
gizlice dinleyebiliyor ve bunu nasil yapiyor? Yildirim hiziyla yasanan
teknolojik ve toplumsal degisim içinde iki soyut kavram -güvenlik ve
mahremiyet- arasinda geçen epik mücadelenin öyküsü. Ayni zamanda, devletin sir
saklamasiyla ilgili bir öykü. Sinyal istihbaratinin gizli dünyasini haritalama
çabama, artik Sigint Ilkesi oldugunu düsünmeye basladigim sey engel olusturdu:
Bir kisinin sinyal
istihbarati hakkinda konusmaya istekli olmasiyla, gerçekte ne kadar bildigi
arasinda ters oranti var. Sigint dünyasinin saçaklari komplo kuramcilari ve
mahremiyet savunuculariyla, paranoyaklar ve çatlaklarla dolu -inanilirligi
kuskulu renkli karakterlerle. Ve bu dünyanin kalbi, Amerikan istihbarat
kurumunun bu son derece gizli tapinagi, dünyanin en göze çarpmayan ve en gizli
kapakli meslek kabilesini barindiriyor: telekulaklari.
ABD'nin,
günümüzde tüm dünyada bes binden az casusu bulunuyor, telekulaklarin sayisiysa
yaklasik otuz bin. NSA' nin uydulari her üç saatte, Kongre Kütüphanesi'ni
dolduracak miktarda bilgi topluyor. Ama Amerikalilarin çogunun küresel
telekulak aygiti konusunda neredeyse hiç bilgisi yok. Sonuç olarak, istihbarat
örgütlerimizin güvenligimizi mi sagladigini, mahremiyetimizi mi ihlal ettigini,
yoksa ikisini birden mi yaptigini tartisacak söz dagarcigimiz bulunmuyor.
'Mahremiyet' ve 'ulusal güvenlik' gibi kavramlari bir bütün halinde sindirme,
homojen ve incelenmemis mutlaklar olarak kabul etme ve toplumumuzda
özgürlük-güvenlik matrisinde yasanan çesitli degisimleri haritalamayi -çok az
bilgimiz oldugu ya da yalnizca çok zor oldugu için- reddetme egilimindeyiz.
Ciriltiya dayanan güvenlik endeksinin aslinda ne kadar güvenilir oldugu ya da
telekulak operasyonlarimizin harcadigimiz milyarlarca dolara degip degmedigi
konusunda hiçbir fikrimiz yok. Echelon' un var olup olmadigini ve sayet varsa,
bu gölge agin nasil isledigini bilmiyoruz. Bütün bunlar bizim için hala bir
muamma.
Kefe
'Egitimim ya da egilimlerim geregi arastirmaci gazeteci degilim. Küresel
telekulak konusunda neler kesfedebilecegimi arastirmaya basladigimda merakli,
ortalama bir sivildim. ABD ve müttefiklerinin haberlesmeyi gizlice ele geçirmekte kullandigi
araçlari incelemeye koyuldugumda, bu sistemin çagimizin belirleyici mücadelelerini
olusturacak daha genis çapli bir dizi konu ve ikileme açilan bir pencere ve
bunlar için bir metafor oldugunu gördüm: der. Tellerle kapli bir dünyada
mahremiyetle ulusal güvenlik arasindaki pazarlik; dedikodunun bol, saglam
bilginin ise kit oldugu internet çaginda paranoyanin ve komplo teorilerinin
yayilisi ve kontrolsüz bir devlet gizliliginin yarattigi gerçek tehlikeler. Bu
bilgi arayisinin beni Ingiltere'
nin Yorkshire kirlarindaki devasa bir 'dinleme üssü' nden Brüksel'deki Avrupa
bürokrasisinin bagrina, Washington'un arka odalarindan Kopenhag kefelerine ve
Kuzey Carolina'nin Smoky Daglari'nda gizli, terk edilmis bir NSA üssüne
götürecegini bilmiyordum. Böylesine tuhaf ve unutulmaz karakterlerle
karsilasacagimi da tahmin etmemistim. Günlerini baslarinda kulakliklariyla tüm
dünyadan insanlarin mahrem konusmalarini gizlice dinleyerek geçiren
telekulaklar; bir zamanlar bildigimiz sekliyle mahremiyetin artik kalmadigina
inanan protestocular, bilgisayar korsanlari ve eylemciler; Amerika'nin
telekulak kapasitesi hakkinda konusmanin bile teröristlere yardim etmekle ayni
anlama geldigini öne süren yetkililer ve son otuz yil içinde küresel telekulak
dünyasini parça parça açiga çikarmaya çalismis olan az sayida gözü pek
arastirmaci ve muhabir olarak söylenebilir.
Bir
istihbarat yasami genellikle, 'istihbarat döngüsünün basmakalip ritimlerine
baglidir. Bu döngü, yalnizca, istihbarat isini kavrarsallastirmakta basvurulan
sematik bir araç, ama bu rneslekte sürekli tekrarlanan bir fikir oldu ve
günümüzde Sigint ve Hmint örgütlerinin prosedürlerine hükmediyor. Bu süreç
planlama ve hedef seçimiyle baslar, ardindan dogal olarak, ham istihbarat
toplama isi gelir. Sonra, toplanan istihbarat islenir, analiz edilir ve
istihbarat raporlarinin hazirlanip en sonunda ilgili taraflara dagitilmasinin
ardindan yeniden planlama asamasindan ise baslanir. NSA' daki karartma,
istihbarat toplama isiyle istihbarat üretiminin belli bir noktada, ayni organik
döngünün birbiriyle uyumlu ve birbirini güçlendiren parçalari olmak bir yana,
birbiriyle çatisan amaçlar olduklarini gösterdi. Ilke öylesine basit ki
söylemeye bile gerek yok: Ne kadar çok sey toplarsaniz, topladiklarinizdan bir
anlam çikarmaniz o kadar zorlasir, O siralarda Senato Istihbarat Denetim
Komitesi'nde yer alan Demokrat Partili Bob Kerrey, Temmuz 1999'da Senato'da
yaptigi bir konusmada sorunun saman yigini içinde igneyi bulma zorlugundan
ibaret olmadigini söyledi: "Saman yigini giderek büyüyor ve aramak giderek
zorlasiyor." 1990'larin sonlarinda Bin Ladin zaman zaman sifrelenmemis bir
telefonda konusma cesaretini bu durumdan aliyordu -çok fazla cirilti oldugu
için kendi konusmalarinin gözden kaçabileceginin farkindaydi. Pentagon'dan bir
yetkili, "Artik tüm dünya tellerle çevrili," dedi bana. "Ye bu
da kabizlik yaratiyor."
Sinyal
istihbaratinin yeni paradoksu bu. Toplama isinde ne kadar basarili olursaniz
iyi bir üretim yapmaniz o kadar zorlasacaktir. Echelon agini tartisirken
genellikle bir elektrikli süpürge görüntüsü gelir akla -ayrim yapmadan
ulasabildigi her seyi emen dev bir kulak. NSA' nin, GCHQ' nun ve öteki Echelon
örgütlerinin karsilastiklari zorluk, aslinda daha çok bir balinanin filtresine
benzer bir sey isterken, ellerinde hantal ve devasa bir elektrikli süpürge olmasi. Filtreli balinalar büyük
miktarlarda deniz suyu yutar ama beslendikleri planktonlari ve öbür
mikroskobik kabuklulari yakalayan hassas bir süzgeçten geçirdikten sonra, suyu
hemen geri püskürtürler. Istihbarat
örgütlerinin böyle hassas bir aygitlari bulunmuyor ne yazik ki.
HALKA
YÜZÜNÜ EN SONUNDA göstermeye basladiginda - 1990'larin sonlarinda, Baskan
Michael Y. Hayden' in görevi sirasinda- bu sefer de cesur yüzünü göstermemis
olmasi NSA tarihinin tuhafliklarindan biridir. Aksine, yeni yüzyilin basinda
örgüt tam bir zayiflik tablosu çizdi. Hayden' in açik, samimi bir yüzü vardir
ve daha görevinin en baslarinda '100 Degisim Günü'nü baslattigi andan itibaren
Amerika'nin Sigint aygitinin sorunlarindan birini ele almayi amaçladi: NSA,
gelecegin bir gözü sürekli yeni teknolojilerin üstünde olan örgütü rolünü
üstlenmis olmasina karsin, umutsuzca geleneklere bagli. Onlarca yil boyunca
tecrit içinde yasamis ve gizliligin korunmasinda büyük bir basari kazanmis
olmasinin, kurumsal küstahlik kültürü, çagdisi kalmis teknolojilere ve
prosedürlere baglilik ve dis dünyadan ders almaya karsi olumsuz tepki yarattigi
düsünülmekle. Hayden bunu anlamis
görünüyordu. Örgütün degismeye ihtiyaç duydugu inanciyla basladi ise; degisim
biraz açilmak anlamina geliyorsa öyle yapilacakti. N e de olsa Hayden bu is
için alisilmadik bir adamdi. Hava kuvvetlerinde korgenerallik yapmis, uzun ve
seçkin bir askeri kariyeri olmustu, ama ayni zamanda Amerikan tarihi alaninda
lisansüstü egitimi vardir. Hayden Öncellerinin karakteristik özelligi olan
medyaya güvensizligi sürdürmek yerine, basinla flört etti. En önde gelen NSA
tarihçisi olan James Bmford' un kariyeri, örgütün degisen yüzüne çok iyi bir örnek
olacaktir. Bamford 1980'lerin baslarinda ilk kitabi Puzzle Palacei (Yapboz Sarayi) yazarken örgüt onu engellemek
için elinden geleni yapti, bilgilere ulasmasini engelledi ve hatta yasal
önlemlere basvurma tehdidinde bulundu. 2001' de Body
of Secrets (Sirlar Yigini) adli kitabini yazdigindaysa, kitapta
Hayden' la yapilmis uzun bir röportaj da yer aldi ve kitabin yayimlanisi için
verilen parti Hayden' in daveti üstüne Fort Meade' de yapildi. Su anda
Elektronik Mahremiyet Bilgi Merkezi'nde çalismakta olan NSA' nin eski çalisani
Wayne Madsen, bana Hayden' in eski kafalilardan ne kadar farkli oldugunu
anlatirken zorlandi. Dili dolasarak, "Belki de Demokrat bile olabilir," dedi. "Pittsburglu. Ye orasi
oldukça Demokrat bir kenttir."
Hayden
örgütün daha önce hiç görmedigi bir seffaflik dönemine önderlik etti. Ama
çesitli ifadelerinin ve konusmalarinin ana temasi, teknolojik egilimin
gerisinde kaldigi için örgütün basinin dertte olduguydu. Ocak 2000' deki karartmanin
üstünden bir ay geçmeden, Hayden Amerikan Üniversitesi'nde bir konusma yaparak
NSA' nin elektronik haberlesme hacmindeki artis karsisinda yasadigi sorunlari
ve sistemdeki çöküsün, biraz da örgütün
bu duruma ayak uydurmaktaki basarisizliginin semptomu olusunu ele aldi.
"Kirk yil önce bes bin baglantisiz bilgisayar vardi, faks makinesi ve cep
telefonuysa yoktu," dedi:
Günümüzde
180 milyondan fazla bilgisayar var -bunlarin çogu aga bagli. Yaklasik 14 milyon
faks makinesi ve 40 milyon cep telefonu var. Ve bu sayilar giderek yükseliyor.
Telekomünikasyon endüstrisi dünyayi yüksek bant genisliginde milyonlarca fiber
optik kabloyla sarmak için bir trilyon dolarlik yatirim yapiyor. Hiç durmadan
gelecege yatirim yapiyorlar... Ulusal Güvenlik Örgütü ise henüz onlarin
arkasinda.
Bu
önemli ve inkâr edilmesi giderek zorlasan bir noktaydi. Haberlesme
teknolojisinde NSA geleneksel olarak, özel sirketlerin her tür arastirma ve
gelistirme çalismalarindan yaklasik on yil ilerde olmustu belki, ama
1980'lerle 1990'larin dijital ve 'dot.com' devrimlerinden sonra, bu uçurum
önemli oranda daralmisti. Ve Hayden' in da gayet iyi bildigi gibi, bu daralma
NSA' nin göze alabilecegi bir sey degildi. "Baskalari için teknoloji
yardimcidir," diyor Hayden. "Islerini kolaylastiran bir yatirimdir.
NSA içinse teknoloji tüm süreçlerimizin dayandigi temeldir; seçeneklerden biri
degildir."
1990'larin
sonuna gelindiginde Avrupa' da hazirlanan bir dizi yeni rapor ve Avrupa
Parlamentosu'nda Echelon Dinleme Sistemi Geçici Komitesi'nin olusturulmasi,
kamuoyunda NSA ve GCHQ' ya karsi yaygin bir güvensizlik olusturmus, iddialar ve
spekülasyonlar dogurmustu. Amerikalilar Echelon konusunda Avrupa'da kopan
firtinalardan habersizdi belki, ama Mike Hayden için ayni durum geçerli
degildi. Brüksel ve Strasburg' da bir halkla iliskiler fiyaskosunun yasanmak
üzere oldugunun farkindaydi. NATO'yu asabilecek herhangi bir istihbarat
ittifakina kuskuyla yaklasan Alman Hükümeti, ABD'ye Bad Aibling' deki Soguk
Savas döneminden kalma dinleme istasyonunu kapamasi için baski yapiyor, yani,
"Bizim arka bahçemizde olmaz," diyordu. Avrupa basininda her gün,
NSA' nin ve isbirligi yaptigi istihbarat örgütlerinin gözetlerne
kapasitelerinin giderek arttigi konusunda alarm veriliyordu. The Guardian "Büyük
Birader Echelon" baslikli bir yazi yayimlamis, Le Monde diplomatique ise her seyi duyan Büyük Amerikali
Kulaklar' a dikkat çekrnisti. ABD'de bu ayrintilar pek bilinmese de, her seye
gücü yeten ve her seyi bilen NSA temasi oldukça iyi biliniyordu. Yakin
zamanlarda, Tony Scott'in paranoyak gerilim filmi Devlet Düsmani büyük
ilgi çekmisti. Bu filmde örgüt, çesitli igrenç ihanetlerin üstünü örtrnek
amaciyla, uydulari aninda sivilleri izleyecek biçimde yeniden
konumlandirabilen karanlik bir güç olarak gösteriliyordu. Hayden konusmaya
basladiginda örgütün zaten bir imaj sorununun oldugunu söylemek haksizlik
olmayacaktir.
Anlasilacagi
üzere en gelismis izleme sistemi olan Echelon’un Türkiye dahil, dünyada birçok
ülkede uydu trafigini izleyen antenleri var. Bu programin sahipleri, Amerika,
Israil ve Ingiltere. Uydu-bilgisayar korelâsyonu sayesinde görüntü istihbarati
da var bu programda. Uydularla yerini belirlediginiz kisinin koordinatlariyla
görüntü aliyorsunuz. Amerikali kuramcilar, gece saatinde siyah tenis topunun
yerinin bile uydularla saptandigini söylüyorlar.
Keefe’
ye göre bu büyük gözaltindan kurtulabilmenin mümkünati olmadigi, kisiler veya
sistem, teknolojiyi kullandigi sürece kurtulmak mümkün degil. Üstelik teknoloji
sürekli ilerledigi ve yeni nesiller de teknolojiye daha bagimli yasadiklari
için bu büyük gözalti çok daha artacak. Gözetim toplumunda milat 11 Eylül’dür.
11 Eylül’den önceki döneme ’enformasyon-bilgi toplumu diyorduk simdi ise bir
gözetim toplumu diyebiliriz.
KISACA HER YERDE VE HER ANDA KAYIT ALTINDAYIZZZZZZZZ!!!!!!!
ECHELON
Dünyayi Dinleyen Istihbarat Örgütleri
Patrick Radden Keefe
Defne Yayinevi
Mayis 2006
Sinem GÜL