ECHELON Dünyayi Dinleyen Istihbarat Örgütleri

ECHELON Dünyayi Dinleyen Istihbarat Örgütleri

Fevzi BOZKURT
Felsefe


SINEM GÜL tarafindan Türkçeye çevirisi yapilmistir.
     ECHELON Dünyayi Dinleyen Istihbarat Örgütleri
Echelon ismiyle anilan sistemin ABD, Avustralya, Ingiltere, Kanada ve Yeni Zelanda arasinda 1948 yilinda imzalanan UKUSA Anlasmasi ile kuruldugu bilinmektedir. Istihbarat örgütleri kimleri, nasil ne sekilde dinliyor? Haberlesmelerin ele geçirilmesi, terör saldirilarin önceden tahmin edilip önlenmesinde etkili bir yöntem midir? 
 
Mahremiyet ve güvenlik arasindaki sinir hangi ölçütte degerlendirilmektedir? Patrick Radden Keefe, Echelon-Dünyayi Dinleyen Istihbarat Örgütleri kitabinda bu sorulara yanit ARAMIS. Kitapta kisaca;
Keefe, 1990'larin sonlarinda Ingiltere'de lisansüstü ögrenim görürken, ABD'nin kontrolü ve önderligindeki, tüm dünyayi ele alan bir izleme agi hakkinda birtakim öyküler duymaya basliyor. Echelon olarak bilinen bu sistem, Amerika'yla müttefiklerinin, tüm dünyadan sivillerin ve hükümetlerin özel telefon konusmalarini ve e-postalarini ele geçirmesini sagliyordu. Keefe, Echelon gizemini çikis noktasi olarak ele alip, haberlesmelerin ele geçirilmesinin yapisini ve baglamini arastirmaya basliyor, çarpici tarihsel anlari, yepyeni arastirma raporlarini ve heyecan dolu anekdotlari bir araya getiriyor.
Patrick Radden Keefe, Bahse konu olan Echelon-Dünyayi Dinleyen Istihbarat Örgütleri isimli kitabinda Echolon sistemini son derece nesnel bir biçimde inceliyor. Sistemin eski ve yeni üslerinden bazilarini gezen Keefe kitabinda ayrica güvenlik ve kisisel mahremiyet arasindaki iliski hakkinda yorumlarda bulunuyor. Keefe ilk olarak konuyla ilgili basina yansiyan birçok olayin ve haberin failleriyle dogrudan görüsmüs. Echelon sisteminin Ingiltere'deki ayagi Devlet Haberlesme Merkezi'nde (GCHQ) çalisan Katharine Gun bu kisilerden birisi. Gun, ABD'nin Birlesmis Milletler'i dinledigini söylediginde bu bilgiyi basina sizdirdigi için mahkemelik olmustu.
Keefe, Echelon sisteminin zaaflarindan bahsederken ABD'nin sikça propagandasini yaptigi ileri teknoloji'sinin ne kadar kof oldugunu da gözler önüne seriyor. Sistem, ABD saldirganliginin artmasina paralel olarak dünya çapinda o kadar büyük bir girdiyle karsilasmistir ki, bunun hakkindan gelebilmesi artik mümkün degil. Amerikan karsitligi, iletisim olanaklarindan daha hizli gelismektedir. Dünya çapinda artan ABD karsitligi, uzaydaki uydularin bile kapasitesini yetersiz hale getirmistir. Biraz geriye baktigimizda nitekim o 'müthis' teknoloji ABD'nin ne 11 Eylül'de ne de diger saldirilarda isine yaramistir. Muazzam harcamalarla ayakta tutulmaya çalisilan sistem yetersiz kalma durumuna düsmüs ülkesini savunan mazlum Iraklilarin karsisinda da pes etmistir. Insanin aklina bu kadar verimsiz bir sistemin neden sürdürüldügü sorusu gelebilir. Örnegin, Irak'ta yaptigi bunca vahsetin ardindan ABD'nin bölgede kendisi hakkinda ne düsünüldügünü ve ne konusuldugunu ögrenmek için zahmete girip telefonlari ya da diger iletisim kanallarini denetlemesi aslinda ilk görünüste manasiz gelebilir.
Kefe bu konuda oldukça ilgi çekici ve aydinlatici bilgiler aktariyor. Kitapta, Avrupa Birligi tarafindan hazirlanan bir rapora dayanarak Echelon'un ABD ve müttefikleri için ekonomik amaçli casusluk faaliyetlerinde kullanildigi ifade ediliyor. Nitekim 1993 yilinda Bill Clinton'in CIA'ye sifir sürüm dizaynli otomobil üreten Japon firmalarinin izlenmesini emrettigi elde edilen bilgilerin Ford, General Motors ve Chrysler'a aktarildigi iddia edilmisti.
 
Keefe'nin 2003 yilinda ABD eski Disisleri Bakani Colin Powell tarafindan BM'de büyük bir gösterisle sunulan telefon konusmalarina gönderme yapmasi da son derece isabetlidir. Powell bir ilkokul müsameresini andiran toplantida, sözde iki Irakli askerin telefon konusmalarina dayanarak Irak'ta kitle imha silahlari oldugunu iddia etmis ve bu ülkenin isgalini mesrulastirmaya çalismisti. Üç yilin sonunda söz konusu konusmayi tespit eden teknoloji, ne tuhaftir ki, hâlâ bahsi geçen silahlari bulamamistir. Bu durumda Powell'in bütün 'kanitlarinin' Irak'in isgalini mesrulastirmak için düzenlenmis bir komplonun parçalari oldugunu söylemek mümkündür.
 
Echelon'un ekonomik casusluk disindaki bir diger islevinin de ABD'nin komplolari için malzeme üretmek oldugu anlasiliyor. Bu noktada Keefe'nin komplo teorisyenleri hakkinda söyledikleri üzerinde de durmak gerekiyor. Keefe kitabinda konuyla ilgili çevrelerden bahsederken bir ayirim yapiyor. Bir tarafta Echelon'un var oldugunu kabul etmeyen resmi söylem, diger tarafta ise paranoyaya yakin bir ruh hali vardir. Sistemin gizliligi ve hakkinda çok az seyin bilinmesi komplo teorisyenleri açisindan mümbit bir alani müjdeliyor. Ama Keefe'nin komplo teorisyenleriyle arasina mesafe koyma istegi onu bazen nesnelligin disina itiyor. Avrupa Parlamentosu'nun hazirladigi raporlar hakkinda Richard Hofstadter'in 'Amerikan Siyasetinde Paranoyak Tarz' isimli çalismasina gönderme yapmasi söz konusu hatanin en iyi örnegidir. Komplo teorilerinin ve paranoyanin Amerikan siyasal yasaminin en önemli saplantilarindan birisi oldugunu söyleyen Hofstadter'in bu tespitinin bir gerçeklige dayandigi açiktir. Komplo günümüzde ABD açisindan hem içte hem dista baslica siyaset yapma biçimi haline gelmistir. Komplo teorisyenlerinin akilsizliklarini elestirme adina bu gerçek göz ardi edildiginde nesnellikten kopus basliyor.
 
Bilgisayar bilimcisi olarak bilinen Mark Weiser 'her yerde bilgi-islem' kavra­mini tanittigi 1991 tarihli çigir açici makalesinde, "En etkili tekno­lojiler gözden kaybolanlardir," diye yazar. "Günlük yasamin doku­suna girer ve artik ondan ayirt edilmez olurlar." Aradan geçen on bes yil içinde haberlesme teknolojileri tam olarak bu sekilde gözden kayboldu. Kara hatlarimizi ve cep telefonlarimizi, çift yönlü çagri cihazlarimizi ve kablosuz dizüstü bilgisayarlarimizi yasamin dogal bir parçasi olarak görüyoruz. Weiser' in bu makaleyi yazdigi siralar­da telefon yeniyetme çocuklarimizin ugruna çekistikleri duvara bagli bir araç, internet ise pek azimiz için bir fikir, bir dedikodu, ço­gumuz içinse bilimkurguya yakin bir seydi. Bugün teknolojiyle ara­mizda göbek bagi var: Benim kusagim, üniversiteye geldiginde ya­takhanedeki her odada internet baglantisi bulan ilk kusakti, inter­net agina ulasamayacagimiz bir hayati ne yasayabilir ne de düsüne­biliriz. Bu teknolojiyi her gün kullanmakla kalmiyor, ayni zaman­da, teller ya da hava dalgalari yoluyla tarihte hiçbir dönemde görül­memis miktarda bilgi aktariyoruz: Faturalarimizi ve vergilerimizi çevrimiçi ödüyoruz; çevrimiçi bulusuyor, sevgili buluyor ve sohbet ediyoruz; tibbi semptomlarin anlamlarini çevrimiçi buluyoruz ve en utanç vericisi, hakkimizda en çok bilgi veren soru ve ikilemlerimizi Google'a giriyoruz. Neredeyse düsüncelerimizin ve sözcükleri­mizin organik bir uzantisi olacak derecede içsellestirdigimiz bu ha­berlesme aracinin gizlice izlenmeye açik oldugu -birilerinin izliyor ve dinliyor olabilecegi- yönünde bir sezgimiz var. Ama bu huzur­suz edici duygu kanitlanmamis bir önsezi, dijital çagin çilginlikla­rindan biri olarak kaliyor çogumuz için.
 
Bu kitap ciriltisinin nasil islendigini anlama çabalarimin öyküsü: Kimler gizlice dinleyebiliyor ve bunu nasil yapiyor? Yildirim hiziy­la yasanan teknolojik ve toplumsal degisim içinde iki soyut kavram -güvenlik ve mahremiyet- arasinda geçen epik mücadelenin öykü­sü. Ayni zamanda, devletin sir saklamasiyla ilgili bir öykü. Sinyal is­tihbaratinin gizli dünyasini haritalama çabama, artik Sigint Ilkesi oldugunu düsünmeye basladigim sey engel olusturdu: Bir kisinin sinyal istihbarati hakkinda konusmaya istekli olmasiyla, gerçekte ne kadar bildigi arasinda ters oranti var. Sigint dünyasinin saçaklari komplo kuramcilari ve mahremiyet savunuculariyla, paranoyaklar ve çatlaklarla dolu -inanilirligi kuskulu renkli karakterlerle. Ve bu dünyanin kalbi, Amerikan istihbarat kurumunun bu son derece gizli tapinagi, dünyanin en göze çarpmayan ve en gizli kapakli mes­lek kabilesini barindiriyor: telekulaklari.
 
ABD'nin, günümüzde tüm dünyada bes binden az casusu bulu­nuyor, telekulaklarin sayisiysa yaklasik otuz bin. NSA' nin uydulari her üç saatte, Kongre Kütüphanesi'ni dolduracak miktarda bilgi topluyor. Ama Amerikalilarin çogunun küresel telekulak aygiti ko­nusunda neredeyse hiç bilgisi yok. Sonuç olarak, istihbarat örgütle­rimizin güvenligimizi mi sagladigini, mahremiyetimizi mi ihlal et­tigini, yoksa ikisini birden mi yaptigini tartisacak söz dagarcigimiz bulunmuyor. 'Mahremiyet' ve 'ulusal güvenlik' gibi kavramlari bir bütün halinde sindirme, homojen ve incelenmemis mutlaklar ola­rak kabul etme ve toplumumuzda özgürlük-güvenlik matrisinde yasanan çesitli degisimleri haritalamayi -çok az bilgimiz oldugu ya da yalnizca çok zor oldugu için- reddetme egilimindeyiz. Ciriltiya dayanan güvenlik endeksinin aslinda ne kadar güvenilir oldugu ya da telekulak operasyonlarimizin harcadigimiz milyarlarca dolara degip degmedigi konusunda hiçbir fikrimiz yok. Echelon' un var olup olmadigini ve sayet varsa, bu gölge agin nasil isledigini bilmi­yoruz. Bütün bunlar bizim için hala bir muamma.
 
Kefe 'Egitimim ya da egilimlerim geregi arastirmaci gazeteci degilim. Küresel telekulak konusunda neler kesfedebilecegimi arastirmaya basladigimda merakli, ortalama bir sivildim. ABD ve müttefikleri­nin haberlesmeyi gizlice ele geçirmekte kullandigi araçlari incele­meye koyuldugumda, bu sistemin çagimizin belirleyici mücadelele­rini olusturacak daha genis çapli bir dizi konu ve ikileme açilan bir pencere ve bunlar için bir metafor oldugunu gördüm: der. Tellerle kapli bir dünyada mahremiyetle ulusal güvenlik arasindaki pazarlik; de­dikodunun bol, saglam bilginin ise kit oldugu internet çaginda pa­ranoyanin ve komplo teorilerinin yayilisi ve kontrolsüz bir devlet gizliliginin yarattigi gerçek tehlikeler. Bu bilgi arayisinin beni Ingiltere' nin Yorkshire kirlarindaki devasa bir 'dinleme üssü' nden Brük­sel'deki Avrupa bürokrasisinin bagrina, Washington'un arka odala­rindan Kopenhag kefelerine ve Kuzey Carolina'nin Smoky Dagla­ri'nda gizli, terk edilmis bir NSA üssüne götürecegini bilmiyor­dum. Böylesine tuhaf ve unutulmaz karakterlerle karsilasacagimi da tahmin etmemistim. Günlerini baslarinda kulakliklariyla tüm dün­yadan insanlarin mahrem konusmalarini gizlice dinleyerek geçiren telekulaklar; bir zamanlar bildigimiz sekliyle mahremiyetin artik kalmadigina inanan protestocular, bilgisayar korsanlari ve eylemci­ler; Amerika'nin telekulak kapasitesi hakkinda konusmanin bile te­röristlere yardim etmekle ayni anlama geldigini öne süren yetkililer ve son otuz yil içinde küresel telekulak dünyasini parça parça açiga çikarmaya çalismis olan az sayida gözü pek arastirmaci ve muhabir olarak söylenebilir.
 
Bir istihbarat yasami genellikle, 'istihbarat döngüsünün basmakalip ritimlerine baglidir. Bu döngü, yalnizca, istihba­rat isini kavrarsallastirmakta basvurulan sematik bir araç, ama bu rneslekte sürekli tekrarlanan bir fikir oldu ve günümüzde Sigint ve Hmint örgütlerinin prosedürlerine hükmediyor. Bu süreç planlama ve hedef seçimiyle baslar, ardindan dogal olarak, ham istihbarat toplama isi gelir. Sonra, toplanan istihbarat islenir, analiz edilir ve istihbarat raporlarinin hazirlanip en sonunda ilgili taraflara dagitil­masinin ardindan yeniden planlama asamasindan ise baslanir. NSA' daki karartma, istihbarat toplama isiyle istihbarat üretiminin belli bir noktada, ayni organik döngünün birbiriyle uyumlu ve bir­birini güçlendiren parçalari olmak bir yana, birbiriyle çatisan amaç­lar olduklarini gösterdi. Ilke öylesine basit ki söylemeye bile gerek yok: Ne kadar çok sey toplarsaniz, topladiklarinizdan bir anlam çi­karmaniz o kadar zorlasir, O siralarda Senato Istihbarat Denetim Komitesi'nde yer alan Demokrat Partili Bob Kerrey, Temmuz 1999'da Senato'da yaptigi bir konusmada sorunun saman yigini içinde igneyi bulma zorlugundan ibaret olmadigini söyledi: "Saman yigini giderek büyüyor ve aramak giderek zorlasiyor." 1990'larin sonlarinda Bin Ladin zaman zaman sifrelenmemis bir telefonda ko­nusma cesaretini bu durumdan aliyordu -çok fazla cirilti oldugu için kendi konusmalarinin gözden kaçabileceginin farkindaydi. Pentagon'dan bir yetkili, "Artik tüm dünya tellerle çevrili," dedi bana. "Ye bu da kabizlik yaratiyor."
 
Sinyal istihbaratinin yeni paradoksu bu. Toplama isinde ne ka­dar basarili olursaniz iyi bir üretim yapmaniz o kadar zorlasacaktir. Echelon agini tartisirken genellikle bir elektrikli süpürge görüntüsü gelir akla -ayrim yapmadan ulasabildigi her seyi emen dev bir ku­lak. NSA' nin, GCHQ' nun ve öteki Echelon örgütlerinin karsilas­tiklari zorluk, aslinda daha çok bir balinanin filtresine benzer bir sey isterken, ellerinde hantal ve devasa bir elektrikli süpürge olma­si. Filtreli balinalar büyük miktarlarda deniz suyu yutar ama beslen­dikleri planktonlari ve öbür mikroskobik kabuklulari yakalayan hassas bir süzgeçten geçirdikten sonra, suyu hemen geri püskürtür­ler. Istihbarat örgütlerinin böyle hassas bir aygitlari bulunmuyor ne yazik ki.
 
HALKA YÜZÜNÜ EN SONUNDA göstermeye basladiginda - 1990'larin sonlarinda, Baskan Michael Y. Hayden' in görevi sirasinda- bu sefer de cesur yüzünü göstermemis olmasi NSA tarihinin tuhafliklarindan biridir. Aksine, yeni yüzyilin basinda örgüt tam bir zayiflik tablosu çizdi. Hayden' in açik, samimi bir yüzü vardir ve da­ha görevinin en baslarinda '100 Degisim Günü'nü baslattigi andan itibaren Amerika'nin Sigint aygitinin sorunlarindan birini ele alma­yi amaçladi: NSA, gelecegin bir gözü sürekli yeni teknolojilerin üs­tünde olan örgütü rolünü üstlenmis olmasina karsin, umutsuzca geleneklere bagli. Onlarca yil boyunca tecrit içinde yasamis ve giz­liligin korunmasinda büyük bir basari kazanmis olmasinin, kurum­sal küstahlik kültürü, çagdisi kalmis teknolojilere ve prosedürlere baglilik ve dis dünyadan ders almaya karsi olumsuz tepki yarattigi düsünülmekle. Hayden bunu anlamis görünüyordu. Örgütün de­gismeye ihtiyaç duydugu inanciyla basladi ise; degisim biraz açil­mak anlamina geliyorsa öyle yapilacakti. N e de olsa Hayden bu is için alisilmadik bir adamdi. Hava kuvvetlerinde korgenerallik yap­mis, uzun ve seçkin bir askeri kariyeri olmustu, ama ayni zamanda Amerikan tarihi alaninda lisansüstü egitimi vardir. Hayden Öncellerinin karakteristik özelligi olan medyaya güvensizligi sürdürmek yerine, basinla flört etti. En önde gelen NSA tarihçisi olan James Bmford' un kariyeri, örgütün degisen yüzüne çok iyi bir örnek ola­caktir. Bamford 1980'lerin baslarinda ilk kitabi Puzzle Palacei (Yapboz Sarayi) yazarken örgüt onu engellemek için elinden geleni yapti, bilgilere ulasmasini engelledi ve hatta yasal önlemlere basvur­ma tehdidinde bulundu. 2001' de Body of Secrets (Sirlar Yigini) ad­li kitabini yazdigindaysa, kitapta Hayden' la yapilmis uzun bir rö­portaj da yer aldi ve kitabin yayimlanisi için verilen parti Hayden' in daveti üstüne Fort Meade' de yapildi. Su anda Elektronik Mahremi­yet Bilgi Merkezi'nde çalismakta olan NSA' nin eski çalisani Way­ne Madsen, bana Hayden' in eski kafalilardan ne kadar farkli oldu­gunu anlatirken zorlandi. Dili dolasarak, "Belki de Demokrat bile olabilir," dedi. "Pittsburglu. Ye orasi oldukça Demokrat bir kent­tir."
 
Hayden örgütün daha önce hiç görmedigi bir seffaflik dönemi­ne önderlik etti. Ama çesitli ifadelerinin ve konusmalarinin ana te­masi, teknolojik egilimin gerisinde kaldigi için örgütün basinin dertte olduguydu. Ocak 2000' deki karartmanin üstünden bir ay geçmeden, Hayden Amerikan Üniversitesi'nde bir konusma yapa­rak NSA' nin elektronik haberlesme hacmindeki artis karsisinda ya­sadigi sorunlari ve sistemdeki çöküsün, biraz da örgütün bu duru­ma ayak uydurmaktaki basarisizliginin semptomu olusunu ele aldi. "Kirk yil önce bes bin baglantisiz bilgisayar vardi, faks makinesi ve cep telefonuysa yoktu," dedi:
 
Günümüzde 180 milyondan fazla bilgisayar var -bunlarin çogu aga bagli. Yaklasik 14 milyon faks makinesi ve 40 milyon cep te­lefonu var. Ve bu sayilar giderek yükseliyor. Telekomünikasyon endüstrisi dünyayi yüksek bant genisliginde milyonlarca fiber optik kabloyla sarmak için bir trilyon dolarlik yatirim yapiyor. Hiç durmadan gelecege yatirim yapiyorlar... Ulusal Güvenlik Örgütü ise henüz onlarin arkasinda.
 
Bu önemli ve inkâr edilmesi giderek zorlasan bir noktaydi. Ha­berlesme teknolojisinde NSA geleneksel olarak, özel sirketlerin her tür arastirma ve gelistirme çalismalarindan yaklasik on yil ilerde ol­mustu belki, ama 1980'lerle 1990'larin dijital ve 'dot.com' devrim­lerinden sonra, bu uçurum önemli oranda daralmisti. Ve Hay­den' in da gayet iyi bildigi gibi, bu daralma NSA' nin göze alabilece­gi bir sey degildi. "Baskalari için teknoloji yardimcidir," diyor Hay­den. "Islerini kolaylastiran bir yatirimdir. NSA içinse teknoloji tüm süreçlerimizin dayandigi temeldir; seçeneklerden biri degildir."
 
1990'larin sonuna gelindiginde Avrupa' da hazirlanan bir dizi yeni rapor ve Avrupa Parlamentosu'nda Echelon Dinleme Sistemi Geçici Komitesi'nin olusturulmasi, kamuoyunda NSA ve GCHQ' ya karsi yaygin bir güvensizlik olusturmus, iddialar ve spe­külasyonlar dogurmustu. Amerikalilar Echelon konusunda Avru­pa'da kopan firtinalardan habersizdi belki, ama Mike Hayden için ayni durum geçerli degildi. Brüksel ve Strasburg' da bir halkla iliski­ler fiyaskosunun yasanmak üzere oldugunun farkindaydi. NA­TO'yu asabilecek herhangi bir istihbarat ittifakina kuskuyla yakla­san Alman Hükümeti, ABD'ye Bad Aibling' deki Soguk Savas döneminden kalma dinleme istasyonunu kapamasi için baski yapiyor, yani, "Bizim arka bahçemizde olmaz," diyordu. Avrupa basininda her gün, NSA' nin ve isbirligi yaptigi istihbarat örgütlerinin gözet­lerne kapasitelerinin giderek arttigi konusunda alarm veriliyordu. The Guardian "Büyük Birader Echelon" baslikli bir yazi yayimla­mis, Le Monde diplomatique ise her seyi duyan Büyük Amerikali Kulaklar' a dikkat çekrnisti. ABD'de bu ayrintilar pek bilinmese de, her seye gücü yeten ve her seyi bilen NSA temasi oldukça iyi bilini­yordu. Yakin zamanlarda, Tony Scott'in paranoyak gerilim filmi Devlet Düsmani büyük ilgi çekmisti. Bu filmde örgüt, çesitli igrenç ihanetlerin üstünü örtrnek amaciyla, uydulari aninda sivilleri izleye­cek biçimde yeniden konumlandirabilen karanlik bir güç olarak gösteriliyordu. Hayden konusmaya basladiginda örgütün zaten bir imaj sorununun oldugunu söylemek haksizlik olmayacaktir.
 
Anlasilacagi üzere en gelismis izleme sistemi olan Echelon’un Türkiye dahil, dünyada birçok ülkede uydu trafigini izleyen antenleri var. Bu programin sahipleri, Amerika, Israil ve Ingiltere. Uydu-bilgisayar korelâsyonu sayesinde görüntü istihbarati da var bu programda. Uydularla yerini belirlediginiz kisinin koordinatlariyla görüntü aliyorsunuz. Amerikali kuramcilar, gece saatinde siyah tenis topunun yerinin bile uydularla saptandigini söylüyorlar.
Keefe’ ye göre bu büyük gözaltindan kurtulabilmenin mümkünati olmadigi, kisiler veya sistem, teknolojiyi kullandigi sürece kurtulmak mümkün degil. Üstelik teknoloji sürekli ilerledigi ve yeni nesiller de teknolojiye daha bagimli yasadiklari için bu büyük gözalti çok daha artacak. Gözetim toplumunda milat 11 Eylül’dür. 11 Eylül’den önceki döneme ’enformasyon-bilgi toplumu diyorduk simdi ise bir gözetim toplumu diyebiliriz.
 
 
KISACA HER YERDE VE HER ANDA KAYIT ALTINDAYIZZZZZZZZ!!!!!!!
 
 
 
ECHELON Dünyayi Dinleyen Istihbarat Örgütleri
Patrick Radden Keefe
Defne Yayinevi
Mayis 2006
Sinem GÜL
 

Benzer Kitaplar