Günümüz dünyasinin en belirgin tanimlarindan biri olan
Küresellesme aslinda üç büyük dönemden olusmaktadir. Küresellesme I adini verebilecegim birinci dönem 1492’de Kristof Kolomb’un eski
dünyadan yeni dünyaya yelken açmasiyla baslayip, 1800’lere
kadar sürmüs ve dünyayi Büyük Boy’dan Orta Boy’a
küçültmüstür. Bu dönemin önde gelen unsurlari ülke ve ülkenin sahip oldugu güçtü (insan gücü, beygir gücü, buhar gücü). Ülkenin gelismislik düzeyi bu güçlerin en yaratici biçimde
nasil kullanildigina bagliydi. Küresellesme I’de birinci soru suydu: “Ülkem,
küresel rekabetin neresinde? Ülke olarak nasil küresellesip baska ülkelerle isbirligi yapabiliriz?”
1800’lerden 2000’e kadar süren Küresellesme II, dünyayi Orta Boydan Küçük Boy’a küçültmüstür. Bu dönemde küresel entegrasyonun arkasindaki
dinamik güç çok uluslu sirketlerdi. Hollandalilarin ve Ingilizlerin basini çektigi ve sanayi devrimiyle gelisen bu çok
uluslu sirketler pazar ve isgücü bulmak
için dünyaya açilmislardi. Dönemin birinci
evresinde buhar makinalari ve demiryollari ulasim maliyetlerini
düsürmüs, ikinci evresinde ise
telgraf, telefon, PC, uydu, fiber-optik kablolar iletisim maliyetlerini
azaltmistir. Mal ve bilginin kitadan kitaya kolayca ve hizla
iletilebilmesi sayesinde gerçek küresel ekonominin dogusu ve olgunlasmasi bu evrede olmustur. Bu dönemde en önemli soru suydu: ”Sirketim küresel ekonominin
neresinde? Sirket olarak nasil küresellesip baska sirketlerle isbirligi yapabilirim?”
2000 dolaylarinda yepyeni bir döneme girdik: Küresellesme III. Küresellesme III dünyayi hem
Küçük Boydan Minik Boy’a getirmekte hem de oyun alanini düzlestirmektedir. Küresellesme I’in arkasindaki dinamik güç ülkeler, Küresellesme II de sirketler iken Kürsellesme III de BIREY olmustur. Bunu saglayan, fiber optik sebekeler ve çok çesitli yazilimlardir.
Simdi bireyler kendilerine
sorabilirler ve sormalidirlar da: “Ben küresel rekabetin neresindeyim?
Küresel düzeyde baskalariyla nasil isbirligi yapabilirim?”
Kürsellesme I ve Küresellesme II’nin esas aktörleri Avrupali ve Amerikali
ülkeler, sirketler ve kasiflerdi. Ancak
dünyayi hem küçülttügü hem de düzlestirdigi için Küresellesme III’de Batili ve beyaz irktan olmayanlar
da (birey veya sirket olarak) oyun alanina
girmekte ve güçlenmektedirler.
Son yillarda teknolojiye yapilan muazzam yatirimlar
sayesinde genis bant (hizli internet erisimi) dünyanin her tarafini birbirine baglamis, bilgisayarlar ucuzlamis ve yazilim patlamasi olmustur. Google gibi arama motorlari ve e-mail, bir isi parçalayip bir kismini Boston’a, bir kismini Beijing’e,
bir kismini da Bangalore’a gönderen özel yazilimlar, zihinsel isin ve zihinsel sermayenin dünyanin herhangi bir
yerinden bir baska yerine iletilebildigi bir platform yaratmistir. Iletim ve iletisim sorunlari ortadan
kalktikça oyun alani, daha dogrusu dünya düzlesmistir.
Küresellesme, devletle büyük isletmeler arasindaki degisen iliskileri tanimlamak amaciyla buldugumuz bir sözcüktür. Fakat bugünkü durum çok daha genis, çok daha derin
bir olgudur. Yalnizca devlet, is dünyasi ve
insanlarin nasil iletisim kurduklarini tanimlamakla
kalmaz, yepyeni toplumsal ve politik is yapma modellerinin bir
bilesimidir.
Ulus-devletin ve Sanayi Devriminin dogusu gibi kökten degisimler bireylerin rolü,
kadinlarin rolü ve hükümetlerin rolü ve sekli; yenilik, savas ve is yapma sekli; egitim, din ve sanat yaklasimlari ve bilimsel arastirmalar üzerinde
derin etki yapmistir. Uygarlik büyük bir degisim geçirdiginde tüm dünya sarsinti yasar. Ancak bundan önceki degisimlerle yenisi arasindaki
köklü fark vardir: yayilma hizi ve derecesi. Gutenberg matbaayi icat
ettikten sonra baskiya geçis onlarca yil sürdü ve
uzun bir süre gezegenin yalnizca küçük bir kisminda gerçeklesti. Sanayi Devrimi de öyle. Oysa düzlesme süreci isik hiziyla yayilmakta ve gezegenimizdeki pek çok
kisiyi dogrudan veya dolayli olarak etkilemektedir. Yeni döneme geçis ne kadar hizli ve yaygin olursa sarsinti da o kadar büyük olacaktir.
Incil bize Tanrinin dünyayi alti günde
yaratip yedinci günde dinlendigini söyler. Dünyanin düzlesmesi biraz daha uzun sürmüstür ve 10 önemli
siyasi olay, yenilik ve sirket sayesinde gerçeklesmistir.
Duvarlar inince pencereler (Windows) çikti.
(Berlin Duvarinin Yikilisi)
Berlin Duvarinin 9 Kasim 1989’da yikilisi Sovyet Imparatorlugunun hükümranliginda yasayan halklari özgürlestirmekle kalmadi;
ayni zamanda güç dengesini otoriter, merkezi planlamali yönetimler aleyhine,
demokratik, oydas ve serbest pazar esasli yönetisimlerin lehine çevirdi. Soguk savas iki ekonomik sistemin,
kapitalizm ve komünizmin mücadelesiydi. Duvarin çöküsü ile birlikte, herkesin bir seklide adapte olmasi gereken tek bir sistem
kaldi. Gitgide daha fazla sayida ülke asagidan yukari yönetilmeye baslandi. Yönetimlere yön veren, halkin çikarlari,
talepleri ve arzulari oldu, dar bir iktidar grubunun çikarlari degil.
Herkesi esit derecede yoksul birakmada
komünizmin üstüne yoktu. Kapitalizm ise insanlari esitsiz bir sekilde zenginlestiriyordu.
1991’de duvarlarini yikan bir ülke de Hindistan’di.
Zamanin Maliye Bakani, simdiki Basbakan Manmohan Singh, her türlü ticaret kisitlamalarini kaldirdi. GSMH 3 yil içinde
% 3’ten % 7’ye, döviz rezervleri de 1 milyar dolardan
118 milyar dolara çikti. Bunda
kadinlara saglanan özgürlüklerin de büyük rolü oldu. Kadinin özgürlügü okuma-yazma imkanini arttirir, dogurganligi ve bebek ölümlerini azaltir, is imkanlarini çogaltir, siyasi diyalogu gelistirir ve sonuçta kadinin kendini idare edebilmesine firsat saglar.
Duvarin çöküsü ortak standartlarin
benimsenmesini de sagladi. Muhasebe kayitlarindan,
bankaciliktan tutun da PC’lere, ekonomik tezlerin nasil yazilacagina kadar hemen her sey standart hale
getirildi.
Bu dönemde kisisel bilgisayarlarin yayginlasmasi, Windows isletim
sistemlerinin dogusu ve modemlerin
küresel telefon sebekesine baglanmasi kullanicilarin sayisini jet hiziyla
arttirdi. Windows programi 58 dile tercüme edildi. Dünya çapinda on
milyonlarca kisi PC’lerinde
program yazmaya basladi. Ancak PC-Windows-modemin
sundugu imkanlar yine de çok kisitliydi. Bugünkü anlamda
internet henüz ortalarda yoktu.
Netscape
1990’larin ortasina gelindiginde PC-Windows
Devrimi ulasabilecegi yere kadar ulasmisti. Dünya gerçekten birbirine baglanacaksa ve kivrimlar düzlesecekse devrimin yeni bir asamaya geçmesi gerekiyordu. Bu da PC bazli platformdan
internet bazli platforma geçis olmaliydi.
World Wide Web – belgelerin kolayca incelenebilecek sekilde yaratilmasi, dosyalanmasi ve baglanmasini (linking) saglayan sistem – ilk
kez Ingiliz bilgisayar mühendisi Tim Berners–Lee tarafindan
1991’de yaratilmisti fakat Internet web
sitelerinde sakli web sayfalarini herkesin kendi bilgisayarinda görmesini saglayan web browser (tarayici), Netscape adinda minnacik bir sirket tarafindan yaratildi ve dünya degisti.
Bugün browser teknolojisini siradan bir olay gibi
görüyoruz fakat aslinda modern tarihin en önemli icatlarindan biriydi. 1994 Araliginda piyasaya sürüldükten sonra bir
yil içinde pazara hakim oldu. Browser sayisi arttikça daha çok sayida insan
internete baglandi; içerik, uygulamalar ve araçlar hizla çogaldi. Ne tür bilgisayar kullanirsa kullansin herkesin
cihazinin birbiriyle uyumunu saglayan ve topluca bilgiyi internette
nispeten güvenli bir biçimde tasiyan FTP, HTTP, SSL, SMTP, POP ve TCP/IP diye bas harfleriyle anilan matematik esasli protokoller gelistirildi.
Internet trafiginin patlamasi,
genis banta olan ihtiyacin her üç ayda bir
ikiye katlanacagi tahminini dogurdu. Bunun üzerine fiber-optik sirketleri muazzam yatirimlar yapip karalari-okyanuslari insan saçindan ince saf cam seritlerinden olusan kablolarla dösediler. Veri ve çagri iletim
maliyetleri düstü. 5-6 yillik sürede telekom firmalarinin yatirimi 1
trilyon dolara ulasti. Kisacasi PC-Windows
Netscape taramayi, Netcape tarama da e-mail’i dogurdu. Ikisi birlikte insanlarin dünyanin neresinde olursa olsun iletisimini ve etkilesimini sagladi.
Is Akisi Yazilimi
PC, Windows ve Netscape ile birbirine baglanan insanlar çok geçmeden internet platformunda
yalnizca dolasmak, e-mail, fotograf ve müzik
göndermekle yetinmez oldular. Nesneleri sekillendirmek,
tasarlamak, yaratmak, satmak ve satin almak, envanter tutmak, baskalarinin vergi formlarini doldurmak veya
dünyanin öte yanindaki bir hastanin röntgen filmini okumak istediler.
Ancak bütün bunlar için birbiriyle uyumlu yazilimlar gerekiyordu. Tüketici
taleplerine cevap vermeyi hedef alan teknoloji sirketleri pek çok
münakasa, deneme ve yanilmadan sonra ortak web esasli standartlari ve protokolleri olusturmayi basardilar. Yeni data tanimlama dili XML ve bunun iletim protokolü SOAP, yazilimlar arasi iletisim kurmayi ve böylece dünyanin neresinde olursa olsun, hangi bilgisayari ve yazilimi kullanirsa kullansin insanlarin her türlü dijital veriyi internetten indirme, üzerinde çesitli islemler yapma ve sonra tekrar istedigi yere iletmesini
sagladilar. Teknik temel bir kere kurulduktan sonra daha çok sayida insan çesitli görevleri yerine getirecek is akisi programlarini yazdilar. Çizgi
filmler dünyanin her tarafindan insanlarin isbirligiyle gerçeklestirilir, fabrikalar dünyanin
her yerindeki tedarikçilere siparislerini iletir oldu. Insanlar banka hesaplarina girip islem yapmaya, e-bay’de müzayedeye katilmaya, Pay-Pal ile e-maili
olan herkese para havale etmeye basladi.
Is akisi platformlarinin hizmet sektörüne sagladigi imkanlar, Henry Ford’un
imalat sektöründe yaptigi devrime benzemektedir.
Her bir görev parçalara ayrilmakta, dünyanin herhangi bir yerinde isi en iyi yapabilecek kisiye sanal ortamda
iletilmekte ve daha sonra parçalar birlestirilmektedir.
1990’larin ortasina gelindiginde dünya epeyce
düzlesmeye baslamisti. Duvarlarin çökmesi,
pencerelerin (Windows) açilmasi, içerigin sayisallasmasi, internet tarayicilarinin yayilmasi, is akisi yazilimlarinin kesintisiz sebeke olusturmasi çok çesitli isbirligi yapmak için yepyeni bir
Küresel platform yaratmisti. Simdi belli basli isbirligi çesitlerine bir bakalim:
Open-sourcing
Dünya üzerindeki binlerce kisi veya grup bir
yazilimin çalismasi için gereken
programlama talimatlarini herkesin ücretsiz kullanimina açmakta,
kullananlar bu yazilimlari gelistirip yamalar yapmakta ve yine ücretsiz
olarak diger insanlarin kullanimina açmaktadirlar. Bundan bekledikleri karsilik da maddi degil IBM, Microsoft gibi devlerin ürettiklerine benzer üstün
nitelikli ürünleri kolektif biçimde yaratmanin hazzini yasamak ve entelektüel çevrelerin saygisini kazanmaktir. Ücretsiz
yazilim hareketini baslatan ve yürüten etik ülkü,
yazilimin herkes tarafindan serbestçe kullanilabilmesi gerektigi ve açik isbirligiyle en iyi
yazilimin gerçeklestirilebilecegi fikridir. 8 kisinin baslattigi fakat binden fazla kisinin gelistirdigi bugün dünyanin
tüm web sitelerinin üçte ikisini çalistiran Apache, Helsinki Üniversitesinde ögrenci olan Linus Towalds’in baslattigi ve kol saatinden tutun da en süper
bilgisayarlara kadar her ortamda çalisan Linux isletim sistemi ile 2004’te Mozilla Vakfi tarafindan piyasaya sunulan ve birkaç ay içinde browser (tarayici) pazarinin % 5’ini eline geçiren Firefox,
ücretsiz yazilimlarin baslica örnekleridir.
Out-sourcing
Ister yazilim olsun ister
oyuncak, her yeni ürün temel arastirma, uygulamali arastirma, kuluçka, gelistirme, deneme, imalat, satis, bakim destegi ve daha sonra da iyilestirmek için yeni çalismalar dönemlerinden olusan bir çevrim
yasar. Eskiden bu çevrimin bütün asamalarini bir Batili sirket gelistirirdi. Simdi parçalara ayirmakta, baska baska ülkelerde out-sourcing’le gerçeklestirmektedir.
Internet trafiginin ve hiza bagli olarak genis bant ihtiyacinin sonsuza dek her üç ayda bir ikiye katlanacagini zannederek fiber optik hatlarina yatirim
yapan telekom sirketleri, 2 yil içinde bu
talebin durmasi üzerine ellerindeki kapasite fazlasini satisa çikardilar. Bu firsattan yararlanan da en basta Hindistan olmak üzere Çin, eski Sovyetler Birligi ve Dogu Avrupa oldu.
Hindistan dogal kaynaklardan yoksun bir ülkedir. Yapabilecegi en iyi seyi yaparak fen, mühendislik ve tip dallarinda egitime büyük agirlik vermistir. Ancak 90’larin ortasina kadar Hindistan disa kapali sosyalist bir yönetim oldugundan mezunlarina is bulamiyordu.
Akilli, yetenekli, egitimli Hintlilerin
potansiyellerini kullanabilmelerinin tek çaresi baska bir ülkeye, tercihan Amerika’ya gitmekti. 1953’ten sonra Amerika’ya
en iyi Hint okullarindan mezun 25.000 kisi göç etmisti. Egitim giderleri Hintli vergi
mükellefleri tarafindan ödeniyor ama Amerika’nin bilgi havuzu doluyor,
zenginlesiyordu.
1991’de Maliye Bakani Manmohan Singh ekonomiyi ve
rekabeti dis yatirimlara açti. Telekom firmalarinin
Bangalore’da uydu baglanti istasyonlari kurarak
ana merkezlerine dogrudan baglanmalarina izin verdi. Amerika’daki fiber optik arz
fazlasini Hindistan çok ucuza elden düsme satin aldi ve
böylece muazzam bir genis-bant iletisim imkanina kavustular.
Hindistan’daki son derece kaliteli ve ucuz is gücü kapasitesini gören yabanci yatirimcilar
birer ikiser geldiler. General Electric bütün yazilimlarini orda
yaptirmaya, yayinci Simon&Schuster kitaplarini, doktorlar hasta
raporlarini yazdirmaya basladi.
Derken Y2K denen milenyum bilgisayar krizinin dogacagi anlasilinca dünyadaki bütün bilgisayarlarin içindeki saatlerin ve ilgili
sistemlerin degismesi gerekti. Bu devasa is yükünü kaldirabilecek egitimli ve ucuz is gücü de
ancak Hindistan’da vardi. Bu Hindistan için büyük bir akimi baslatti. Bunu Amerikali pek çok firmanin
Hintli firmalarla çesitli sekillerde isbirligi izledi. Isi ögrenen Hintli sirketler kendi yazilim ve danismanlik
hizmetlerini gelistirdiler. Bugün Bangalore’da
Avrupali ve Amerikali sirketler için programlar
yazilmakta, bu sirketlerin çagri merkezlerinde bilgisayar bakim onarimindan
tutun spesifik arastirma projeleri yürütmeye, müsterilerin sorularina cevap vermeye kadar her hizmet
verilmektedir. Muhasebeciler Amerikali vergi mükelleflerinin
beyannamelerini burada yazdirmakta, böylece kendileri müsterinin gerçek sorunlarina daha fazla vakit
ayirabilmektedir. Amerika’da çekilen tomografiler Hintli doktorlar
tarafindan okunmaktadir. Reuters’in sirket haberleri
her saniye Bangalore’da yüklenmektedir. Bugün 245.000 Hintli çagri merkezlerinde dünyadan gelen çagrilarla kredi karti islemleri yapmakta, uçak bileti kesmekte, fatura
tahsil etmektedir.
Pasteur’ün uzun yillar önce dedigi gibi “Talih, buna hazirlikli olanlara
güler.”
Off-shoring
11 Aralik 2001’de Çin Dünya Ticaret Örgütü’ne resmen
üye oldu. Bunun anlami sudur: Çin bundan böyle
ithalat, ihracat ve dis yatirimlarda dünyanin
pek çok ülkesinin izledigi küresel kurallari uygulayacak,
baska bir deyisle Çin kendi oyun alanini dünyanin
geri kalani kadar düzlestirecek.
Çin’deki bir Amerikan otomotiv fabrikasinda su deyis asilidir:
“Afrika’da her sabah bir ceylan uyanir.
Ceylan en hizli kosan aslandan daha hizli kosmasi gerektigini, Yoksa öldürülecegini bilir.
Afrika’da her sabah bir aslan uyanir.
Aslan en yavas ceylandan daha hizli kosmasi gerektigini, Yoksa aç kalacagini bilir.
Ister aslan olun ister ceylan,
Günes dogdugunda kosmaya baslayin.”
Kimin aslan, kimin ceylan oldugunu bilemem. Fakat Çin Dünya Ticaret Örgütü’ne üye
olali beri hem onlarin, hem de dünyanin geri kalaninin gitgide daha hizli kosmasi gerektigi muhakkak. Zira Çin’in
Dünya Ticaret Örgütü üyeligi baska tür bir isbirligini patlatti. Off-shoring. Off-shoring, out-sourcing’den farklidir. Out-sourcing, bir firmanin kendi bünyesi içinde yapmakta oldugu isin bir kismini (örn. arastirma, çagri merkezi, muhasebe) bir baska firmaya
yaptirip, yapilmis kismi daha sonra isin bütününe entegre etmektir. Off-shoring ise fabrikanin tümünü alip bir baska ülkeye tasimaktir. 1977’de Çin’in
lideri Den Xiaoping “zenginlik, seref ve
sayginliktir” diyerek Çin’in simsiki kapali ekonomisini
kapitalizme açti. Çin’i dev bir pazar olarak gören Batili ve Asyali üreticiler
orada satis yerleri açtilar fakat çesitli ticari ve bürokratik engellerle karsilasip gömleklerine kadar
kaybettiler. Bunun üzerine Çin’in kaliteli, disiplinli ve ucuz is gücünden yararlanarak hem Çin’e hem de tüm
dünyaya satabilecekleri son derece ucuz maliyetli üretim yapan fabrikalar
kurmaya basladilar. Tekstilden elektrige, mobilyadan
gözlüge, oto yedek parçasindan oyuncaga bütün sektörlerde off-shoring süreci baslayinca diger firmalarin da Çin’de
yatirim yapmaktan baska çareleri kalmadi. Çin’in
Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olup bütün ticari normlara uymayi kabul etmesi bu süreci adamakilli hizlandirdi. Sahip oldugu vasifsiz, orta vasifli veya yüksek vasifli ancak
hepsi düsük ücretli muazzam bir is gücü;
fabrikalara, makinelere ve bilgiye olan korkunç istahi ve
gittikçe gelisen tüketici piyasasi Çin’i esi benzeri olmayan bir off-shoring ülkesi yapmistir. Bugün Çin’de nüfusu bir milyonun üstünde 160’i askin sehir, adi sani duyulmamis kasabalarda dünyanin en fazla gözlük çerçevesini veya cep telefonunu veya bilgisayar aksamini üreten fabrikalar vardir.
Çin bir tehdit, Çin bir müsteri, Çin bir firsattir. Basari için Çin’i bünyenize katmak zorundasiniz. Aldirmazlik edemezsiniz. Çin ile bir düsman olarak rekabet edeceginize, isinizi parçalara ayirip hangi
kismini Çin’de yapacaginiza, hangi kismini Çin’de satacaginiza veya hangi kismini Çin’den alacaginiza karar vermeniz gerekir.
Çin off-shoring için cazibesini arttirdikça Malezya,
Tayland, Irlanda, Meksika ve Brezilya gibi
gelismis veya gelismekte olan ülkeler de kendi cazibelerini
arttirmaya çalismaktadirlar. Her biri,
yatirimcilarin kendi ülkelerine gelmesi için çesit çesit vergi kolayliklari, egitim tesvikleri ve sübvansiyonlar sunmaktadirlar. Ancak
birkaç tesvikle, oradan buradan % 5
tasarrufla Çin olgusuna karsi koymak mümkün degildir. Rekabet için yepyeni bir is yapma modeli gelistirmek gerekir.
Çin’i elestirenler, Çin’in büyüklügü ve ekonomik gücü yüzünden bütün dünyada ücretlerin
düsecegini, isçiyi koruyan
yasalarin ve isyeri standartlarinin gevseyecegini öngörmektedir. Is dünyasinda
bu “Çin bedeli” olarak bilinmektedir.
Çin konusunda yapilabilecek en büyük hata Çin’in
rekabet gücünün yalnizca ucuz isçilik ücretlerine dayandigini, kalite ve verimliligi arttirmadigini düsünmektir. Çin yepyeni
teknolojiler ve modern isletme yöntemleri uygulamak
suretiyle 1995-2002 yillari arasinda verimliligini yillik
ortalama % 17 arttirmis, bir taraftan da hizmet sektörünü gelistirmistir.
Çin’in uzun dönemde stratejisi ABD ve AB’nin önüne
geçmektir. Çinli liderler, genç nüfusa düz dünyada basarili olmak için gereken matematik, bilim ve bilgisayar egitimi vermede,
fiziki ve telekom altyapisini gelistirmede ve küresel
yatirimcilari cezbeden tesvikler yaratmada batili devletlerin fersah fersah önüne geçmislerdir. Esas hedefleri
yalnizca parçalarin imalati ve montajiyla yetinmeyip en sofistike ürünlerin tasariminin da Çin’de kendileri tarafindan yapilmasini saglamaktir.
Ancak Çin, Dünya Ticaret Örgütü’nün reformlarini uygulamakla yetinmemelidir. Bunu politik reform izlemelidir.
Özgür bir basin olmadan Çin yolsuzlugun kökünü kaziyamaz. Tam
bir hukuk devleti olmadan rekabet becerisini sürdüremez. Halkin sikintilarini dile getirebilecegi bir politik sistem yerlestirmeden ekonominin kaçinilmaz inis çikislariyla bas edemez.
Son tahlilde Amerikalilar ve Avrupalilar düz bir
dünyadan ve bütün piyasalarin birbirine baglanmasindan yararlanmak istiyorlarsa, en hizli kosan aslandan daha hizli
kosmak zorunda kalacaklardir. Tahminimce bu aslan da Çin olacaktir.
Tedarik Zincirleri (Supply Chains)
Tedarik zincirlerinin en iyi örnegi Wal-Mart’tir. Dünyanin en büyük sirketi Wal-Mart 2004 yilinda 260 milyar dolarlik mal
satin almis ve bunu Amerika’da 3000 küsur perakende magazasinda satisa çikarmistir.
Wal-Mart’in basarisinin üç odak
noktasi vardir. Birincisi, Wal-Mart mal alimini dünyanin neresinde
olursa olsun dogrudan üreticiden
yapmakta, sürümün fazlaligi dolayisiyla da çok
büyük indirimler alabilmektedir. Ikincisi, üreticiler mali dogrudan Wal-Mart’in Amerika’daki 108 dagitim merkezine teslim etmektedirler. Üçüncüsü ise, Wal-Mart bilgi sistemlerini
sürekli gelistirdiginden müsterilerinin ne satin aldigini aninda
bilmekte ve bu bilgiyi aninda üreticilere iletmektedir. Dolayisiyla
minimum depolama giderleriyle raflar her zaman dogru ürünlerle
dogru zamanda dolu kalmaktadir. Yilda 2.3 milyar adet koli tedarik zinciriyle magazalara ulasmaktadir.
Tedarik zinciri tedarikçiler, perakendeciler ve müsteriler arasinda deger yaratan bir
yatay isbirligi yöntemidir. Tedarik
zincirleri hem dünyanin düzlesmesi sayesinde mümkün olabilmis, hem de dünyanin düzlesmesinde bir etken
olmustur. Zira tedarik
zincirleri yayginlastikça sirketler ortak standartlari benimsemekte, sinir ötesi
uyusmazliklar azalmakta, sirketler arasinda
sinerji yaratilmakta ve küresel isbirligi artmaktadir.
In-sourcing
Wal-Mart’in gelistirdigi boyut ve çapta küresel tedarik zinciri olusturabilecek pek az
sirket vardir dünyada.
Dünyanin düzlesmesiyle küçük sirketler de büyük davranma gücüne kavustular. Dünyaya bakarak daha uygun sartlarda hammadde alabilecekleri, imalat
yapabilecekleri ve ürünlerini satabilecekleri yeni yerleri kesfettiler. Ancak çogu, tek baslarina karmasik bir küresel tedarik zincirini yönetecek güç veya istekten yoksundu. Bu durum UPS gibi geleneksel kargo firmalarina yepyeni bir küresel is firsati dogurdu. UPS bir
milyar dolar harcayarak dünyanin bir kösesinden digerine tedarik zinciri hizmeti verecek 25 merkez kurdu.
Bugün UPS mühendisleri firmaniza gelmekte, imalat, paketleme ve teslimat
süreçlerini incelemekte ve tüm küresel tedarik zincirinizin tasarim ve
yönetimini üstlenmekte, gerekirse senet veya nakit tahsilati yapmaktadir. Bugün
ürünlerine hiç ellerini degdirmeyen sirketler vardir. UPS fabrikadan depoya, oradan müsteriye hatta onarima, tüm yolculugu yüklenmektedir.
In-forming
Google’in Mountain View, Kaliforniya’daki merkezinde
Google’da arama yapan kisi sayisina göre isinlar veren bir döner küre vardir. Tahmin edebileceginiz gibi en fazla isin Kuzey Amerika,
Avrupa, Kore, Japonya ve Kiyi Çin’de çikmakta, Orta Dogu ve Afrika oldukça karanlik kalmaktadir.
Google’in iki kurucusundan biri olan Rusya dogumlu Sergey Brin “Ister Kamboçya’daki bir çocuk, ister bir
üniversite profesörü, ister ben, internete bagli oldugumuz anda hepimiz ayni bilgilere ulasma imkanina sahibiz” demektedir.
Google’in da hedefi budur: dünyanin bütün bilgisini
her dilde ulasilabilir kilmak. Google zaman içinde bir Palm Pilot veya cep telefonuyla herkesin her yerde dünyanin bütün bilgisini cebinde tasiyabilecegini ummaktadir.
Benim in-forming adini verdigim bu olgu,
bireyin kütüphaneye, sinemaya gitmeden, televizyon kanallarini gezinmeden arastirma yapabilmesi veya eglencesini
seçebilmesidir. Google’da üç yil önce günde 150 milyon arama yapilirken bugün bir
milyar arama yapilmaktadir. Aramalarin yalnizca üçte biri ABD’den olup,
yarisindan azi Ingilizcedir.
In-forming ayni zamanda sinir tanimaz sekilde arkadas,müttefik, is ortagi aramaktir. Ama ayni zamanda kisilerin her türlü bilgisinin
ve geçmisinin saklanamaz hale gelmesidir. Onun için dikkatli ve dürüst yasamaya bakin. Hatalariniz artik izlenebiliyor.
Stereoidler
Out-sourcing, off-shoring, supply-chaining,
in-sourcing ve informing... Bu saydigim olgularin hepsi gelistirilen yeni teknolojiler sayesinde mümkün olmustur. Stereoid adini verdigim bu teknolojiler
fotografçiliktan eglenceye, mimariden evimdeki çim
sulama fiskiyesinin çalistirilmasina kadar her türlü analog
içerik ve süreci dijital, mobil, sanal ve kisisel bir biçimde
yapmamizi ve gerekirse iletmemizi saglamaktadir. Hangi
boyutta olursa olsun tüm bilgisayarlarda üç ana yetenek vardir: islem yapma becerisi,
hafiza kapasitesi ve bilginin hafizaya yüklenip hafizadan alinma hizi. Bu üç
yetenek sürekli geometrik artis göstermektedir. Pastanin
kremasi da bunlarin hepsinin artik kablosuz gerçeklestirilebilmesidir.
Cep telefonuyla baslayan kablosuz iletim her
türlü veri iletimini kapsar hale gelmistir. Bütün bu
teknolojiler sayesinde insanlar bilgiyi toplayabilmekte, isleyebilmekte ve her yerden her yere iletebilmektedir.
Yeni Oyun Alani
Yukarida sözü geçen on unsur birlesip yeni ve düz bir küresel oyun alani yaratmis, isletmeler ve bireyler de bu
gelisimden maksimum yararlanabilmek için yeni aliskanliklar, beceriler ve süreçler edinmislerdir.
Yeni bir teknolojinin ortaya çikmasi tek basina yeterli bir faktör degildir. Üretkenlikte esas siçrama yeni
teknolojilerin yeni is yapma yöntemleriyle
birlesmesi sayesinde gerçeklesir. Örnegin ampul 1879’da icat edildigi halde elektrigin ekonomiyi ve üretkenligi mahmuzlamasi on yillar sonra, insanlarin elektrik motorlarini ve ona uygun makineleri kullanmaya baslamasiyla mümkün olabilmistir. Bilgi
teknolojilerindeki gelisme de daha yeni yeni is yapma aliskanliklarini degistirmektedir. Emir komuta
zinciri dikeyden yatay hale geçmektedir. Bu geçis yeni türde
beceriler edinmeyi gerektirir.
1985’te “Küresel Ekonomik Dünya” Kuzey Amerika, Bati Avrupa, Japonya ile Asya ve Güney Amerika’nin ufak bir
kisminda yasayan 2.5 milyar kisiye hitap
ediyordu. 2000’lerde Sovyetlerin, Hindistan’in ve Çin’in de dahil olmasiyla bu sayi 6 milyara çikti ve küresel isgücüne 1.5 milyar kisi eklendi.
Ancak düzlesen dünyanin da kendine göre
sürtünme noktalari ve çeliskileri vardir. Pürüzsüz bir
küresel dünya önündeki bazi engeller gerçekten israf kaynagi ve yitirilmis firsatlardir.
Fakat bazilari da kurumlar, aliskanliklar, kültürler ve
gelenekler gibi toplumu bir arada tutan ve hepimiz için gurur kaynagi olan manevi degerlerdir.
Tabi ki en büyük sürtünme noktasi her zaman kesin
hudutlar ve kanunlariyla ulus- devlet olmaktadir. Düz bir dünyada ulusal
sinirlari koruyacak miyiz? Bilgi ve sermayenin serbestçe hareketinin önündeki engeller ne olacak? Birçok ülkede üretim
ve is yapan sirketler hangi
yasalara tabi olacaklar? Artan rekabet ortaminda firmalar maliyetleri düsürmek için isçi ücretlerini ve
haklarini kisitladikça huzursuzluk çikmayacak mi?
Teknoloji ilerledikçe yazilimdan uçak parçalarina
kadar her seyin sahtesi yapilabilir hale
gelmistir. Dünya düzlestikçe, legal ve
illegal isbirliklerinin ayirimini ve takibini yapacak bir
küresel yönetisim sistemi gelistirilmelidir.
Düz dünyada siyaset, hangi degerleri ve sürtünme
noktalarini (kirmizi çizgileri) koruyacagimiza,
hangilerinden vazgeçecegimize karar verme sanati olacaktir.
Bunu da en iyi, küresel oyun alaninin gerçek tabiatini ve dokusunu bilen,
soguk savas döneminden ne kadar
farkli oldugunu anlayan ülkeler, sirketler ve bireyler becerebileceklerdir.
Düz Dünya ve Amerika
Insanlarin isteklerinin ve
ihtiyaçlarinin sonsuz oldugunu kabul ederseniz
sonsuz miktarda is alani yaratilabilecegini de kabul etmis olursunuz.
Tek kisitlayici faktör insanin hayal gücüdür. Tarihe bakinca
görürsünüz ki ticaret ve iletisim arttikça ekonomik
hareketlilik ve hayat standardinda yükselme kaydedilmistir. Dolayisiyla
düz dünyada bize is kalmayacagindan korkmamak gerekir. Pek çok iyi is olacaktir. Ama tabii ki bilgisi ve fikri olanlar için. Çocuklarimiza hep söyle derdik: “Tabagindaki yemegi bitir, nice aç insan
var dünyada.” Artik söyle dememiz lazim: “Ödevini bitir, yapacagin ise göz dikmis pek çok insan var dünyada”.
Düz dünyada is bulmak ya da isinizi kaybetmemek istiyorsaniz durmadan yeni
beceriler, bilgi ve uzmanlik edinmelisiniz. Düz dünyada çabuk uyum saglayabilmek ve
“ögrenmeyi ögrenmek” bir is görenin sahip olabilecegi en önemli nitelik olacaktir. Bilgi
ve teknolojinin sinirlari ilerledikçe, makinelerin yaptigi isler daha karmasik hale geldikçe bunlari kullanabilecek kapasitede olanlarin da kiymeti artacaktir.
Amerikan üniversiteleri hem devlet hem de
hayirseverler tarafindan arastirmaya aktarilan fonlar
sayesinde kimyadan fizige, biyolojiden matematige, bilimin her alaninda pek çok yenilik ve atilim gerçeklestirmektedir ki bu fevkalade bir durumdur.
Yüksek IQ’lu insanlarin gelip innovasyon yapmalarina ve onlari ürüne dönüstürmelerine firsat verilir. Risk almak ödüllendirilir. Üniversite
sistemi rekabetçi ve deneyseldir. Web browser (tarayici), MR, süper hizli
bilgisayar, küresel konum teknolojisi (GPS), uzay arastirma gereçleri ve
fiber optikler hep birer üniversite arastirma projesi
olarak baslamistir. MIT mezunlari simdiye kadar 4000 sirket kurmus, dünya çapinda 1.1 milyon is yaratmis ve yillik 232 milyar
dolar ciroya ulasmistir. Amerika’da
4000 üniversite,dünyanin geri kalaninda 7768 üniversite ve yüksekokul
vardir. Amerikan üniversiteleri yalnizca 2003 yilinda patent haklarindan 1.3 milyar dolar
kazanmislardir.
Amerika, dünyanin en esnek is yasalarindan
birine sahiptir. Almanya gibi kati kurallara bagli ise alma ve isten çikarmalarin aksine, esnek yasalar büyük bir avantaj
saglar; zira isgücü ve sermaye can çekisen bir sektörden kolayca çikip yeni firsatlarin
oldugu baska bir sektöre geçebilir.
Amerika’nin siyasi istikrari da bir baska arti puandir. Ancak bütün bu artilarina ragmen Amerika’yi klasik bir zengin aileye
benzetebiliriz. Ailenin birinci kusagi disini tirnagina takip bir is kurar. Ikinci kusak gelistirir, üçüncüsü ise
tembelce paranin keyfini sürüp isi batirir. Amerika da simdiye kadar rekabetsiz yasamanin rehavetine
kapilmistir. Oysa diger ülkelerin nefesi
ensemizde. Amerika bilimsel ve mühendislik tabanini takviye etmek, orta ögrenimini iyilestirmek, çalisma saatlerini uzatmak zorundadir.
Düz dünyada yasamak kapsamli,
enerjik ve odaklanmis bir çaba
gerektirir. Ulusu daha fazla çalisip bilimin sinirlarini yikmaya
tesvik eden lider gerektirir. Devletin gerekli alt yapiyi ve
kurumlari kurmasini gerektirir. Ister yerel, ister
ulusal, her siyasetçinin vatandaslari yasadigimiz dünya ve bu dünyada nasil
davranilmasi konusunda egitmesi gerekir. Oysa Amerikali siyasetçilerin düz dünya hakkinda bir fikri bile
yok. Çin’de bütün devlet yöneticileri mühendis, Amerika’da ise avukat. Hükümet ile is görenler arasinda söyle bir sosyal
kontrat olmali: “Sana yasam boyu is garanti edemeyiz fakat devlet ve özel
sektör olarak seni yasam boyu is bulabilecek bilgi ve beceriyle donatmayi garanti ederiz.”
Kidem tazminati da is görenin
nerede ne süreyle çalistigina ve neden
ayrildigina bakilmaksizin, kazandigi ve
kaybetmeyecegi bir hak olmalidir ki böylece is gören kidem tazminatinin yanacagindan korkmadan isini degistirebilsin. Is görenlerin çalistiklari sirketin hisselerine sahip olmasi ve dolayisiyla
masanin öbür tarafindan bakmasi saglanmalidir. Zira pastanin bir dilimine sahip olanlar, pastayi büyütmek için daha fazla ugras verirler.
Amerika’nin lise egitimini zorunlu
hale getirmesi Amerikan ekonomisine çok büyük katkida bulunmustur. Simdi de yüksek ögrenim zorunlu olmasa bile çesitli tesviklerle cazip duruma getirilmeli, teknik okullar çogaltilmalidir.
Bir baska önerim de, Amerika’da
hangi alanda olursa olsun doktora yapan bütün yabanci ögrencilere bes yillik çalisma vizesi verilmesidir. Böylece tüm dünyanin kremasi Amerika’nin
bilgi havuzunda toplanmis olacaktir.
Gelismekte Olan Ülkeler
Gelismekte olan ülkelerin düz
dünya karsisinda yapmalari gereken ilk sey, kati bir dürüstlükle kendilerini incelemeye almaktir. Ülke, halki ve liderleriyle birlikte kendisine net bir biçimde bakip baska ülkelere
ve dünyanin gidisatina nazaran nerede durdugunu saptamalidir. Kendisine sormalidir: “Ülkem
düzlesen dünyada ne kadar ilerliyor veya geri kaliyor? Yeni
isbirligi ve rekabet ortaminin
avantajlarindan ne derece yararlanabiliyor?”
1990’larda bazi ülkeler, toptan reformun 10 Emir’ini –
kamu isletmelerini özellestirmek, ihracata
yönelik serbest piyasa stratejileri uygulamak, korumaci gümrük
tarifelerini indirmek, esnek is yasalari çikarmak,
dis yatirimcilar için olanlar disinda tesvikleri kaldirmak vb – yerine getirdiler. Zira biliyorlardi ki açik ve rekabetçi
piyasalar bir ulusu yoksulluktan kurtarmanin sürdürülebilir tek aracidir. Serbest piyasa yeni fikirlerin, teknolojilerin ve en iyi uygulamalarin ülkeye akmasinin; özel sektörün, hatta devletin bu yeni
fikirleri benimseyip onlari is ve ürüne dönüstürecek rekabet becerisi ve esneklige sahip olmasinin tek garantisidir. Bu yüzden Kuzey
Kore gibi küresellesmenin disinda kalan ülkelerin kisi basina GSMH’i düserken bunlari uygulayan ülkelerin
yükselmistir. Ancak bu toptan reformlar tek basina yeterli degildir. Benim perakende reform dedigim uygulamalar da gereklidir.
Burada bir zihin egzersizi yapalim:
Eger dünyanin bütün ülkelerini
bir sehrin semtlerine benzetseydik dünya nasil görünürdü?
Bati Avrupa, Türk hemsirelerin özenli
bakim hizmeti verdigi bir yaslilar yurdu olurdu.
ABD, etrafi duvarla çevrili, kapisi metal detektörlü,
ise yarayacagi halde enerjik
göçmenlerin girmesini önleyen bir site olurdu.
Latin Amerika herkesin öglene kadar uyudugu, mülk sahiplerinin kazandiklari parayi oraya
degil, sehrin baska semtlerine yatirdigi eglence bölgesi olurdu. Arap sokagi Dubai, Ürdün, Bahreyn ve Fas gibi bazi isiltili yerler hariç, herkesin girmekten korktugu, benzin istasyonundan baska pek bir isyeri olmayan, onlarin sahiplerinin de Latinler gibi paralarini baska yere yatirdigi karanlik bir çikmaz olurdu.
Hindistan, Çin ve Dogu Asya küçük
dükkanlardan, tek odali fabrikalardan, mühendislik fakültelerinden olusan, kimsenin uyumayip sehrin öte
yakasina geçmek için gece gündüz çalistigi, simdilik nispeten yoksul bir
semt olurdu.
Afrika ise ne yazik ki is yerlerinin kapatildigi, hasta insanlarin ölümü bekledigi bir yer
olurdu.
Söylemek istedigim su: dünyanin her bölgesinin güçlü ve zayif yönleri ve hepsinin de bir dereceye kadar perakende reformlara ihtiyaci vardir.
Perakende reform demekle ne demek istiyorum? Perakende
reform, toptan reformu tamamladiktan sonra yani gerekli makro ekonomik degisiklikleri tamamlayip ülkeyi dis ticaret ve yatirima açtiktan sonra ulusunuzun
dört ana unsurunu – altyapi, hukuk, egitim ve kültürünü (ülkenizin
ve liderlerinin dünyayla genel anlamda iliskilerini) – gelistirmektir. Perakende reform, halkinizin en büyük
kisminin innovasyon yapabilecegi, is kurabilecegi, yabanci ortak bulabilecegi en iyi kurumsal ve hukuksal çerçeveyi olusturmaktir.
Eger mesele insanlarin çalisabilecegi is sayisi olsaydi çözüm
de kolay olurdu. Is ihtiyaci olan
herkesi çalistiracak kamu isletmeleri kurmak yeterdi. Fakat mesele yalnizca
istihdam degil, yasam standardini yükselten
verimli istihdamdir. Kamu isletmeleri ve devlet tesvikli özel sektör sürdürülebilir verim atisini saglayamaz. Yalnizca dis yatirim çekmek, hatta egitime büyük yatirim da yetmez. Kaynaklar sorumluluk
içeren mali ve parasal politikalarla dogru kullanilmali,
herkesin kolayca is kurabilecegi, girisimci olabilecegi rekabet ortami yaratilmalidir.
IFC‘nin 130 ülkede yürüttügü kapsamli bir
arastirmada her ülkede su islemlerin ne kadar kolay veya zor oldugu sorgulanmistir.
Yerel kurallar, yönetmelikler ve ruhsat ücretleri açisindan is kurmak
Is göreni ise almak ve isten çikarmak
Sözlesmelerin yaptirim gücü
Kredi bulmak
Kötü giden veya iflas eden bir is yerini kapatmak
Iste bu islemlerin hepsinin nispeten kolayca ve sancisiz
gerçeklestirilmesi benim sözlügümde perakende reformun bir parçasidir. Yenilik yapabilen, rekabetçi, zenginlik yaratan yeni is yerleri kurulmasini istiyorsaniz bu ortami saglamak zorundasiniz.
IFC’nin kriterlerine ilaveten perakende reform ayni
zamanda her düzeyde egitimin iyilestirilmesini ve yollar, limanlar, telekomünikasyon ve
havaalanlari gibi olmazsa olmaz lojistik alt yapiya yatirim yapilmasini içerir.
Bugün bir çok ülkede telekomünikasyon sistemi hala devletin
tekelindedir. Internet ulasimi çok yavas, telefon çagri ücretleri çok
pahalidir. Telekomda reform yapmazsaniz diger besini yapsaniz bile yeterli olmaz.
Ancak gerekli yasa ve yönetmeliklerle tepeden asagiya yapilabilen toptan reformunun
aksine, perakende reform müktesep ekonomik ve siyasi çikarlarin üstesinden
gelebilmek için çok daha genis tabanli halk ve parlamento isbirligini gerektirir.
Peki ama nasil oluyor da bir ülkede liderler
bürokrasiyi ve halki harekete geçirip sancili ve fedakarlik gerektiren mikro
reformlari gerçeklestirebiliyor ama bir baska ülke tökezliyor?
Bunun bir cevabi kültürdür.
Bir ülkenin ekonomik performansini yalnizca kültüre
indirgemek saçmaliktir fakat kültürü dikkate almadan bir ülkenin ekonomik
analizini yapmak da ayni derecede saçmaliktir. Dünya düzlestikçe, yeni usul ve araçlari kolayca benimseyip
uygulayan kültürler ile bunu yapamayanlar arasindaki uçurum git gide derinlesecektir.
Iklim, dogal kaynaklar ve cografya bazi ülkelerin
niye sinailesip digerlerinin bunu neden basaramadigini bir dereceye kadar
açiklasa da esas faktör kültürdür. Özellikle
de ülkenin çalisma, tasarruf, dürüstlük, sabir
ve azim gibi degerleri ne derece benimsedigi, yenilik ve degisimlere ne derece açik oldugu ve kadinlara ne
derece esitlik sagladigidir. Ülke
yabanci etki ve fikirlere açik mi? Gelismeye odakli ulusal
dayanisma var mi? Yabancilarla isbirligi yapma güveni var mi? Ülkenin elitleri halki düsünüp yurt içinde yatirim yapiyor mu yoksa kendi
yoksullarini umursamayip yurt disina mi yatirim yapiyor?
Bir ülke ne kadar glokal (global-lokal) ise, yani yabanci
fikirleri ve uygulamalari benimseyip kendi gelenekleriyle harmanlayabiliyorsa,
düz dünyada o kadar avantajli konumdadir.
Analistler bir ülkeyi klasik ekonomik ve sosyal
istatistiklerle ölçmeye bayilirlar: bütçe açiginin GSH’ye orani,
issizlik orani veya okur-yazar kadin orani gibi.
Bunlar tabi ki önemlidir fakat bence daha da önemli ve açiklayici bir baska ölçü vardir. Ulusunuzun hatiralari mi daha çok, yoksa hayalleri mi?
Hayalden kastim, olumlu, insani yücelten türüdür. Bir
is danismani söyle demisti: “Bir sirketin zorda oldugunu bana geçmiste ne kadar iyi durumda olduklarini söylemelerinden
anlarim. Ülkeler için de ayni sey geçerlidir.
Kimliginizi unutmamak tabi ki önemli.
14. yy’da muhtesem oldugunuza memnun oldum. Fakat o dündü, bugünse bugün. Hatiralariniz
hayallerinizden fazlaysa sonunuz yakindir. Gerçekten basarili bir kurulusun veya ulusun
alameti farikasi, geçmisteki basarilarini bir yana birakip yeniden baslamaya duydugu arzudur.”
Hayalden çok hatiralara sahip uluslar da önlerine degil geriye bakarlar. Sayginlik, onur ve hüsn-ü kabulü simdide aramazlar, geçmisi agizlarina sakiz ederler. Üstelik bu
genelde gerçek bir geçmis degil, hayallerinde süslenmis bir geçmistir. Gelecekle ilgili
hayal kurup ona göre davranmak varken bütün enerjilerini geçmisi süslemeye harcarlar.
Açiklik kritik faktördür. Bu yüzden dünya düzlestikçe Müslüman ülkelerin çogu açik olmadiklari için sendelemektedir. Nispeten laik olan Türkiye, Lübnan, Bahreyn, Dubai, Endonezya ve Malezya disindakiler karmasik kültürel ve
tarihi nedenlerle globallesememektedirler. Müslüman
dünyasi, Islamiyetin ilkelerinin günümüzün sartlarina göre yorumlanmasini yasaklayan din adamlarinin hakimiyetindedir.
Müslüman-Arap dünyasinda kadina hala, kamusal alandan ve ekonomik faaliyetlerden uzak tutulmasi
gereken bir tehlike veya pislik kaynagi olarak bakilmasi gelismeye engel teskil etmektedir. Bir kültür
buna inaniyorsa, halkinin yarisi verimlilik potansiyelini kaybetmis demektir. Erkeklere dogduklari andan
itibaren sirf erkek olduklari için imtiyaz taniyan, eslerine ve kiz kardeslerine hükmetme
hakki veren bir sistem erkekler için de kötüdür; bunun verdigi üstünlük duygusu onlari gelismekten ve basarmaktan alikoyar.
Bir ülke veya toplumun sahip olabilecegi en önemli erdemlerden biri de hosgörü kültürüdür. Hosgörü güveni, güven de yenilik ve girisimcilik ortamini yaratir. Islamiyet hosgörüye dayandigi yillarda çok
gelismis bir kültürdü fakat simdi hosgörü, degisim ve yenilige karsi çikan ruhani liderlerin
baskisi altindadir. Neyse ki kültür degisebilen bir olgudur; DNA’larimiza kodlanmamistir. Toplumun tarih, cografya, egitim düzeyi, liderlik gibi unsurlarinin bir ürünüdür.
Bunlar degisince kültür de degisebilir. Dogal kaynaklari kit olan ülkeler bu degisime daha açiktir zira ancak bu sekilde var olabileceklerini ve ilerleyebileceklerini bilirler.
Toptan reform, onu izleyen perakende reform arti iyi
yönetisim, egitim, alt yapi ve
glokallesme becerisine ragmen bazi ülkelerin
neden sürdürülebilir basari gösteremediklerinin
bir baska cevabi da “görünmeyen seyler”dir.
Baslica iki nitelikten olusur: birincisi halkin ekonomik gelisme için gereken azim ve fedakarliga hazir olmasi, ikincisi liderlerinin kalkinma için
neler yapilmasi gerektigini görecek vizyona sahip
olmasi ve güçlerini statükoyu koruyup kendilerini zenginlestirmek yerine degisimi gerçeklestirmede kullanmalari. Yerel
ideolojik çekismelerle, paralari Isviçre’de istiflemekle bir yere varilmaz. Çin, Güney
Kore, Tayvan gibi ülkeler bunu basarmistir ama örnegin Meksika’da sendika ve oligarsi gibi
çikar gruplari statükoyu korumakta, reformlari engellemekte, iktidar partisi
yandaslarini kollamakta, ulusal menfaatleri degil, yerel çikarlari gözetmektedir.
Neticede her sey gelip liderlige dayanir. Ister demokrasi olsun, ister otokrasi, liderler ülkeyi selamete tasiyabilecegi gibi felakete de sürükleyebilir.
Su gerçek hatirdan çikarilmamalidir:
hiçbir ülke sonsuza kadar dünyada en ucuz maliyetle üretim yapilan yer
olarak kalamaz; Çin bile. Zenginlesmek, vasifsiz isçiligi koruyup kollamak yerine yüksek katma degerli ürünleri en verimli biçimde üretmekle mümkündür.
Çin’in rekabet gücü yalnizca ucuz isçilik sayesinde degil, egitim, özellestirme, kalite kontrol, orta kademe yöneticilik ve yeni
teknolojiye giris gibi konulara verilen önem
sayesinde hizla yükselmistir. GM arabalarini üretmek
yetmez. Baska bir GM yaratip GM’in isleri elinden almak
hedef olmalidir.
Will Rogers uzun yillar önce söyle demisti: “Dogru seritte bile olsaniz, orda
durakalirsaniz bir baskasi sizi ezer geçer.”
Düz Dünya ve Sirketler
“Kargasa içindeki sadeligi, Gürültü içindeki ahengi yakala. Zorluklar
arasinda firsat yatar.”
Albert Einstein
Bu kitap bir “Is dünyasinda
nasil basarili olunur?” kitabi degildir. Ancak bu kitap için arastirma yaparken sunu ögrendim: Bugün basarili olan firmalar düz dünyanin isleyisini anlayip ona göre
stratejiler gelistiren firmalardir. Bunun
kurallarini söyle özetleyebiliriz:
Kural 1: Dünya düzlesirken etrafiniza
duvar örmeyin; sahip oldugunuz imkan ve özellikleri
gelistirin.
Kural 2: Küçük firmalar büyük davranmalidir. Bunun da yolu yeni isbirligi araçlarindan
daha hizli ve daha kapsamli sekilde yararlanmaktan geçer.
Kural 3: Büyük firmalar ise küçükmüs gibi müsterilerinin taleplerine kulak
vermeli, ona göre üretim yapmalidir.
Kural 4: En iyi firmalar baskalariyla en iyi is birligi yapanlardir. Teknoloji,
pazarlama, biotip, imalat; hangisi olursa olsun deger yaratma o kadar
karmasik hale gelmistir ki hiçbir firma veya
departman tek basina altindan kalkamaz.
Kural 5: Firmanizin röntgenini çekin; her departmani,
her fonksiyonu mercek altina alin ve hangisini kendiniz yapip hangisini disari yaptirmanin (out-sourcing) daha yararli olacagina karar verin.
Kural 6: Out-sourcing aracini firmanizi ve pazar
payinizi büyütmek için kullanin; insanlari isten atmak amaciyla
degil.
Düz Dünyada Jeopolitika
Dünyanin her tarafinin düzlesecegini veya su anda düz olan
yerlerin ilerde savas, ekonomik çalkanti gibi
nedenlerle engelli hale gelmeyecegini hiç kimse kesin
söyleyemez. Bu gezegende düzlesme sürecinin gerisinde kalan
veya ona öfke duyan yüz
milyonlarca insan yasamaktadir. Bu bölümde, düzlesme sürecini yavaslatan unsurlari, güçleri, sorunlari ve bunlarin üstesinden nasil gelebilecegimizi ele alalim.
Bir Çinli devlet adami söyle demisti: “Umudun oldugu yerde orta
sinif vardir.” Gerçekten de dünya çapinda büyük,
istikrarli orta siniflarin mevcudiyeti jeopolitik istikrarin vazgeçilmez ögesidir. Fakat orta sinif bir gelir durumu degil, düsünce durumudur. Orta sinif, yoksulluktan veya
dar gelirlilikten kurtulmanin bir yolu olduguna ve çocuklarinin
istikbalinin kendilerinden daha iyi olacagina inanan
insanlari tanimlamanin bir yoludur. Günde ister 2 $ kazanin ister 200 $,
kendinizi orta sinif hissedebilirsiniz, eger çok çalisarak bir yerlere geleceginize ve çocuklarinizin
sizden daha iyi yasayacagina inaniyorsaniz.
Ne yazik ki bugün Afrika’da, Hindistan’da, Çin’de, Latin Amerika’da, gelismis dünyanin birçok karanlik kösesinde orta sinifa geçme umudu hiç olmayan yüz
milyonlar yasamaktadir. Siddet, iç harp
ve açligin kol gezdigi köylerde basit bir asiyla korunabilecekleri hastaliklarin ve AIDS’in
pençesinde kivranmaktadirlar. Yaklasik 3 milyar kadar olan bu kitleye yardim için vakif kurup 27 milyar $ bagislayan Bill Gates
“ABD’de bir kisinin hayatinin kurtarilmasi 5 $ ila 6 milyon $ arasindadir. Toplum bunu seve seve veriyor. Oysa Amerika disinda bir hayat 100 dolara kurtarilabilecegi halde hiç kimse kilini kipirdatmiyor.
Evet, dünya küçüldü fakat hala insanlarin ne sartlarda yasadigini göremeyecegimiz kadar büyük” demektedir.
Bazi bölgelerde yerel hükümetler öylesine yolsuzluk ve
is bilmezlik içine batmislardir ki
okullara, alt yapiya para kalmaz. Zenginlerin oturdugu etrafi duvarlarla çevrili
sitelere bakarak umudunu büsbütün yitiren milyonlar git gide daha dindar, daha
radikal olurlar; yaratmak yerine çalmayi tercih ederler; tarikatlara, çetelere
yem olurlar.
Kuskusuz, yoksulluk sagliksizliga yol açar. Ancak sagliksizlik da ayni zamanda yoksulluk sebebidir. Sirketleriyle, yardim kuruluslariyla,
hükümetleriyle düz dünya katkida bulunmazsa bu kisir döngüyü kirmak mümkün
olamaz.
Bu konuda nasil isbirligi yapilabilir?
Öncelikle yapilmasi gereken sey, küresel popülizmi yeniden tanimlamaktir. Eger popülistler yoksullara yardim etmek istiyorlarsa bu
McDonalds’i taslamakla veya IMF’ye hayir demekle olmaz. Küresel
popülist hareket enerjisini yerel hükümetlerin, alt yapinin ve egitimin iyilestirilmesine harcamalidir.
Dünyadaki küresellesme karsiti hareketin arkasindaki gruplardan biri,
sosyalistler, anarsistler ve troçkistlerden olusan, sendikalarla isbirligi halindeki “Eski Sol”dur. Bu grup üçüncü dünya
yoksullari adina konustuklarini iddia
etmektedir fakat savunduklari müthis ekonomik
politikalara bakilirsa bence onlar tam bir “Yoksulu
Yoksul Tutma Koalisyonu”dur. Yoksullar solcu partilerin sandigi kadar zenginlere hinç duymazlar. Hinç duyduklari sey zenginlesip orta sinifa geçme yolunun
tikali olmasidir.
Bush yönetimindeki Amerika’nin tek tarafli askeri güç kullanmasi küresellesme karsiti hareketi körüklemekle kalmamis, Amerika karsiti ve yapiciliktan uzak hale getirmistir. Küresellesmeyi daha merhametli, adil ve insancil hale getirmek
gibi önemli bir misyonu anti-Amerikancilikla bogmak veya yalnizca Amerika karsitlarinin eline
birakmak tek kelimeyle yaziktir. Mesele “Küreselleselim mi?” degil “Nasil
küreselleselim?” seklinde ele alinmalidir.
Küresellesme karsiti hareket dünya için
kesinlikle gereklidir. Bir taraftan çesitli bölgelerdeki
çesitli sekildeki yoksullugu digerlerinin fark etmesini saglamakla ugrasirken diger taraftan da yolsuzlukla savasmayi, hesap vermeyi, egitimi, mülkiyet
haklarini, saydamligi tesvik etmelidir.
Düz dünyanin yarattigi sonuçlardan
biri de, farkli kültürleri ve toplumlari birbiriyle daha fazla temas
haline getirmis olmasidir. Bazi kültürler küresel isbirligi ve yakinlik firsatlarindan
yararlanirken bazilari da bu yakin temasi korku, öfke, eziklik
kaynagi olarak algilamakta, baskalarina göre ne
durumda olduklarini fark etmelerine yol açmaktadir. El-Kaide ve diger Islami terörist gruplarin
ortaya çikma nedeni budur.
Fas’tan Endonezya’ya, Nijerya’dan Londra’ya kadar
uzanan Arap-Müslüman dünyasi bir milyarlik, farkli özellikler tasiyan koskoca bir dünyadir. Bu kadar karmasik bir toplulugu tümden genellemek dogru olmasa da bilhassa Arap-Müslüman dünyasi için
bazi genellemeler yanlis olmaz.
Arap-Müslümanlarin çogu otoriter
rejimlerde yasamaktadirlar. Halkin kendi gelecegi üzerinde söz hakki yoktur. Gençler, düz dünyadakilerin kolayca sahip oldugu iyi bir is, modern bir okul gibi firsatlardan yoksundur.
Müslüman radikallerin Bati’ya baktiklarinda gördükleri
açiklik, dekolte kiyafetlerin, özgür cinselligin Britney
Spears’i yaratan açikligidir. Bizi güçlü yapan ve Bill
Gates’i yaratan özgür düsünce ve sorgulama açikligini görmezler veya görmek istemezler; bunu yozlasma olarak tanimlarlar. Çünkü kadin haklari ve özgür
düsüncenin Batinin ekonomik gücünün gerçek kaynagi oldugunu kabul ederlerse Arap-Müslüman
dünyasinin da degismesi gerekecektir. Oysa yobazlar ve asiri uçlar degisimi istemez.
El Kaide’nin kuruculari dindar olduklari için kökten
dinci degildirler. Yani yalnizca kendileri ile Tanri arasindaki
iliskiye ve dindar bir toplumun degerleri ile kültürel
normlarina odaklanmis degildirler. Bir din olayindan ziyade siyaset olayidir
bu. Amaçlari, kendilerince Islamiyet yolundan çikmis laik, ahlaksiz ve adaletsiz Arap-Müslüman
rejimlerini yikip dünyadaki tüm Müslümanlari bir halifenin buyrugunda toplamaktir.
19. ve 20. yy’da hizli sanayilesmenin yasandigi geçis dönemine benzer bir geçis döneminde yasiyoruz. Bu tür geçis dönemlerinde
aile ve toplum yapisinin degismesiyle gençler kimlik, aidiyet, öz saygi gibi duygularini yitirirler. Bunun yarattigi vakumda da Hitlerler, Leninler, Musolliniler, Bin Ladinler ve Zerkaviler hayat bulur.
11 Eylül faillerinin hepsi Batida ailesinden kopuk yasamis, üniversiteye gitmis kisilerdi. Bir sekilde, Islamiyet’i bir din olarak degil, siyasi bir ideoloji olarak gören radikallerin
etkisi altina girmislerdi.
Müslümanlar Islamiyet’in en son
ve en mükemmel tek Tanri dini olduguna ve Muhammed’in
de onun en son ve en mükemmel elçisi olduguna inanirlar.
Oysa Batida yasayan veya düz dünyanin iletisim araçlariyla
etraflarinda ne olup bittigini gören Arap-Müslüman gençligi kendi dünyalarinin dünyanin geri kalanina
göre çok geride kaldigini açikça
fark etmektedirler. Kendilerine dürüstçe “Bizim dinimiz madem ki en
üstün din ve hayatin her yönünü (ekonomi, siyaset, hukuk vs.)
kapsiyor, öyleyse baskalari neden bizden daha
iyi yasiyor?” sorusunu sorup çözüm
arayacaklarina bütün suçu Amerika’ya, Israil’e veya
Batinin sömürgeciligine yüklemektedirler. Bir grup yürekli Arap toplum bilimcisinin 2003’te yaptigi bir arastirmaya göre 1980-1999 arasi tüm
Arap ülkelerinin ürettigi uluslararasi patent sayisi 171’dir. Ayni dönemde Güney Kore tek basina 16.328 patent almistir. Hewlett-Packard’in günlük
ortalamasi 11’dir. Bilgisayar, internet baglantisi, mühendis,
yayinlanan kitap sayilarina baktigimizda hemen hepsi dünya
ortalamasinin dörtte birinden azdir. Hizla artan
nüfusun çalisacagi is yerleri ayni hizla açilamadigindan, dünya çapindaki issiz ordusunun
% 26’si Orta Dogu ve Kuzey
Afrika’da yasamaktadir.
Bugünkü genel Islami düsünce Kuran’in Tanridan indigi ve herhangi bir
elestiri ve yoruma açik olmadigi yolundadir.
Okunup ezberlenecek kutsal bir kitaptir; çagdas yasamin ihtiyaçlarina ve
firsatlarina göre uyarlanacak degil. Fakat yaratici yorumlamayi tesvik etmeyen bir kültürde elestirel ve yaratici düsünce yeseremez.
Müslümanlar 7. yy’in sakin sularinda yasamaya kanaat etselerdi ne kendileri için ne de bizim
için sorun olacakti. Sorun su ki hem 7. yy’da yasamak, hem de 21. yy’a hükmetmek istemektedirler. Oysa özgür
düsüncenin ve özgür düsünceyi teminat
altina alan kurumlarin yoklugunda bu gücü elde etmek mümkün degildir. Bu durumda
ikilem içinde kalmaktadirlar: Dini terk etmek veya sonsuza kadar teknik
ilerlemenin gerisinde kalmak. Her ikisi de cazip gelmeyince din ile güç/basari arasinda sikisan bazilari çözümü canli bomba olarak patlamakta bulurlar.
Gençlere olumlu hayallerini gerçege dönüstürecek, haksizliga ugrayanin yargica rüsvet vermeden adalet bulmasini saglayacak, hangi sartlarda yetismis olursa olsun girisimci fikirlerini yesertip ülkesinin
en saygin, en yaratici veya en zengin kisisi konumuna
gelebilecek, sikayetlerini veya fikirlerini
gazetede yayinlayabilecek, seçimlerde aday olabilecek ortami saglayin; bakin bakalim bomba patlatmak isteyecekler mi? Iste o zaman tepedeki malikanede oturan adami gördüklerinde “Bir
gün ben de böyle bir adam olacagim” derler, “Bir gün
bu adami öldürecegim” demezler.
Genelde terörizmi paradan yoksunlugun besledigi sanilir. Bence terörizmi
besleyen onurdan, özsaygidan yoksunluktur.
Burada anahtar kelime ezikliktir. Eziklik, uluslarasi
iliskilerde ne kadar önemli oldugu farkina varilmayan bir güçtür. Insanlarin ve uluslarin kendilerini kaybedip asiri siddete basvurmasi, asagilandiklarini hissettiklerinde
ortaya çikar. Bugünkü Islam dünyasinin büyük bir
kisminin siyasi ve ekonomik geri kalmisligini alin,
bunu dis dünyanin ayirimcilik ve düsmanca tavriyla birlestirin, üstüne
geçmisin büyüklük ve üstünlügünü ekleyin,
iste size bir öfke ve eziklik kokteyli. Aslinda çagimizin tüm bilgi devrimi algoritmalar üzerine kurulmustur. Algoritma ve cebiri bulan ise Arap-Islam dünyasidir. Arap-Müslüman halklari çok
zengin bir kültürel gelenek ve uygarlik geçmisine sahiptir. Çagdas gençlik istese bunu
ilham ve örnek alabilir. Ne yazik ki otoriter ve karanlik güçler böyle bir modernizasyona muazzam direnç göstermektedirler. Islam dünyasi kendi içinde bir fikir mücadelesine
girer de ilimlilar kazanirsa ancak o zaman arzuladigi güce kavusabilir.
Islamiyet otoriter devletlerin – Misir, Suriye, Suudi Arabistan, Pakistan – elinde öfkeli protestolarin bir araci haline gelmektedir. Çogulcu demokratik Islam ülkelerinde örnegin Türkiye veya Hindistan – ise ilerici bakis açisina sahip kisiler kendi fikirlerini ifade etme ve bu fikirler
ugruna mücadele etme firsati bulmaktadirlar. 15
Kasim 2003’te Istanbul’da iki büyük sinagog asiri uçtan intihar bombacilarinin saldirisina ugramisti. Sinagoglar birkaç ay
sonra tekrar açildiginda tesadüfen Istanbul’daydim. Üç sey beni çok etkiledi. Öncelikle, törende Hahambasi, Istanbul Müftüsü ve Belediye
Baskani el ele duruyorlar, disarida kalabaliklar onlara kirmizi karanfil atiyordu. Ikincisi, Islamci bir partiden seçilen Basbakan Recep Tayyip Erdogan Hahambasi’ni makaminda ziyaret etti ki, Türkiye’de ilk
defa bir basbakan bir Hahambasi’ni ziyaret
ediyordu. Sonuncusu da, intihar bombacilarinin birinin babasi Zaman gazetesine söyle diyordu: “Bu çocuk
neden böyle yapti anlayamiyoruz. Birakin Yahudi kardeslerimizin Hahambasi’na gideyim, onu kucaklayayim, ellerini ve cüppesini öpeyim. Oglum adina özür dileyip bassagligi dileyim.” Ne kadar farkli bir yaklasim!
Düz dünyanin düzlesme asamasinin önündeki bir baska engel de dogal kaynaklarin sinirli olmasidir. Su anda düz dünyaya dahil olmayan milyarlarca insanin
hep birlikte oyun alanina yürüyüp kendilerine ait ev, araba, buzdolabina sahip
oldugunu bir düsünün. Bu kadar enerjiyi nereden bulacagiz? Çevre kirliligi ne olacak? Bir zamanlar
petrol ve dogal gaz ihracatçisi olan Çin bugün ABD’den
sonra en büyük ithalatçi. Kanada ve Venezüella’da sondaj haklari elde
etmek için Amerika ile rekabet halinde.
Basarabilirse Kanada ve Venezüella’ya bir pipet sokup her
damla petrolü emecek. Amerika da Suudi Arabistan petrolüne daha bagimli hale gelecek. Bir zamanlar bir Çinli ögrencinin bana sordugu gibi, ”Amerika
ve Avrupa kalkinma asamasindayken istedikleri kadar
enerji kullandiklari halde Çin neden çevreyi düsünüp enerji
kisitlamasina gitsin?” Oyun alanina yeni girenlere “kendinize hakim
olun; dünyanin iyiligi için daha az tüketin” diyemeyiz ki.
Fakat hiçbir sey yapmazsak
muhtemelen birkaç sey olacak. Birincisi petrol
fiyatlari yükselisini sürdürecek. Ikincisi Sudan, Iran ve Suudi Arabistan gibi dünyanin en kötü
rejimlerini desteklemis olacagiz. Üçüncüsü de çevre daha fazla hasar görecek.
Neticede düz dünyaya girmesi olasi 3 milyar yeni
tüketici karsisinda enerji kullanimi ve dogayi korumada radikal yeni bir yaklasim bulmak zorundayiz. Bunu basaramazsak çevresel
ve jeopolitik kavgalara davetiye çikarmis oluruz.
Ne yazik ki son yillarda jeopolitik istikrarsizligin yeni bir kaynagi dogmustur; bu da canilerin,
hirsizlarin ve teröristlerin kurdugu tedarik zinciridir. Ayni teknolojilerden
yararlanirlar. Bir Dell marka dizüstü bilgisayar siparisi verdiginizde Kuzey Amerika, Avrupa
ve Asya’da tam 400 sirketlik tedarik zinciri
devreye girmekte ve ürün sadece dört günde teslim edilmektedir.
Küresellesme için kullanilan araçlar ve
tedarik zincirleri sirket ve bireylerde ürüne
ve kazanca dönüsürken ayni araçlar
teröristlerin elinde kargasa ve cinayete dönüsmektedir. Yoldan sapmis bu küresel tedarik zincirlerinin kurulus amaci yikimdir.
Yatirimcilara degil, yandaslara, bagisçilara ve kurbanlara ihtiyaç duyarlar. Gerek terör örgütleri gerekse destekçileri
bagis toplamak, yeni örgüt
üyeleri bulmak, korku yaymak ve sindirmek için bütün internet araçlarini
kullanirlar. Terörist sitelerin çogunlugunda gerçeklestirdikleri siddet
eylemlerinden övgüyle bahsetmezler; iki konuya agirlik verirler: ifade özgürlügüne getirilen kisitlamalar ve tutuklu yoldaslarinin çilesi. Hedefleri, ifade özgürlügünü savunan ve siyasi muhalefeti susturma önlemlerini
hos görmeyen Batililarin sempatisini kazanmaktir. Bizim hedefimiz ise yeni iletisim ve is birligi olanaklarinin yapici ve insancil amaçlarla kullanilmasini saglamaktir.
Amerika bir devlet olarak kurulusundan beri hep ileri bakan bir ülke olmustur, geri degil. Fakat 11 Eylül’den sonra Bush yönetiminde Amerika’nin basina gelen en tehlikeli sey umut ihraç etmekten
korku ihraç eder hale geçisimiz olmustur. Eskiden dünyadan istedigimizi ikna yoluyla elde ederken, artik
sik sik dünyaya hirlamaya basladik. Oysa korku ihraç ederseniz baskalarinin korkularini ithal
etmek zorunda kalirsiniz. Evet, basimiza bir facia geldi ve bu facia tekrarlanabilir.
Fakat önlem ile paranoya arasinda ince bir çizgi vardir ve zaman
zaman biz bu çizgiyi asiyoruz.
Inaniyorum ki 11 Eylül’ün
yarattigi hissiyati Baskan Bush’un kendi
siyasi amaçlari ugruna utanmazca istismar ettigini tarih açikça gösterecektir. Vergiler, çevre
ve sosyal meselelerde kendine ait hiçbir tutarli politikasi olmadigindan, 11 Eylül hissiyatini asiri sag Cumhuriyetçi gündem olusturmakta kullanmistir. Bunu yaparken
Sayin Bush Amerikalilar arasina ve Amerikalilarla dünya arasina takoz sokmakla
kalmamis, Amerika ile kendi tarihi ve kimligi arasina da takoz koymustur. Yönetimindeki
hükümet Amerika Birlesik Devletleri’ni “Terörle
Savas Birlesik Devletleri” haline
getirmistir. Dünyadaki bu kadar çok insanin Bush’tan nefret
etmesinin nedeni budur.
11 Eylül’ü takvimdeki yerli yerine –10 Eylül ile 12
Eylül arasinda siradan bir gün olarak– tekrar koyacak bir baskana ihtiyacimiz var. Bu günün bizi tanimlamasina izin vermemeliyiz.
Petrolün Laneti
Suudi Arabistan, Iran, Nijerya gibi ülkelerde hiçbir sey demokratik ortamin dogusunu petrol kadar engellememistir. Bu petrol ülkelerini
yöneten krallar veya diktatörler halkin dogal yeteneklerini
kullanarak zenginleseceklerine petrol çikararak
zenginlestikleri sürece sonsuza kadar iktidarda kalabilirler. Petrol gelirlerini kullanarak iktidarin tüm imkanlarini – polis, asker, istihbarat – tek elde toplarlar. Saydamlik veya
kuvvet paylasimina izin vermezler. Halktan vergi de toplamadiklari için
yöneten ile yönetilen arasindaki iliski çarpiklasir. Vergi olmadan temsiliyet (halkin kendini temsil
edecek kisileri seçmesi) de olmaz. Liderleri halka kulak da
vermez hesap da. Zira harcadiklari parayi vergilerden toplamamislardir. Bu yüzden petrol kuyularinin nimetlerine
odaklanmis ülkelerde kurumsal yapi ya eksik ya da
na-mevcuttur. Halkin
nimetlerine odaklanmis ülkeler gerçek
kurumlari, hukuku, mülkiyet haklarini, çagdas egitimi, dis ticaret ve yatirimi, düsünce özgürlügünü ve
bilimsel sorgulamayi yerlestirmek ve gelistirmek zorundadirlar.
Bugünkü Müslüman-Arap dünyasina bir bakin, en yaratici
yenilikler nerde oluyor? Petrolü az olan veya hiç olmayan yerlerde: Bahreyn’de,
Ürdün’de.
1999’da Ürdün Amerika ile serbest ticaret anlasmasi imzaladiginda Amerika’ya 13
milyon $ ihracati vardi. Bu rakam 2004’te bir milyar dolari asti. Ürdün hükümeti her okula bilgisayar ve genis bant internet baglantisi sagladi. En önemlisi imamlarin egitimine reform getirildi. Önceleri Ürdün’de lise ögrencileri üniversite sinavina giriyor, en basarililari doktor, mühendis olurken en basarisizlari camilere imam oluyordu. 2004’te yeni bir sisteme geçildi. Bundan böyle imam olmak isteyenler önce baska bir alandaki fakülteden
mezun olacaklar ve Islam hukukunu ancak master egitimi olarak alabilecekler. Böylelikle imamlarin kalitesi zaman içinde çok yükselecek.
Insanlar daha iyi bir seçenek
var diye degismezler; baska seçenekleri kalmadigi sonucuna
vardiklarinda degisirler.
SONSÖZ
Bu kitapta anlatmaya çalistigim gibi, dünyanin düzlesmesi hepimize yeni firsatlar, yeni
zorluklar, yeni ortaklar ve ne yazik ki yeni tehlikeler getirmistir. Bunlarin arasinda dogru denge kurmamiz sarttir. Bir taraftan yeni tehditlere karsi müteyakkiz davranirken, diger taraftan da onlarin bizi felç etmesine izin
vermeyecegiz. Yanlis anlamda küçülen bir dünya ile yetinmeyi reddediyorum.
Yapacagimiz en büyük yanlis, asiri korumaciliktir. Ne kisisel güvenlik ne de ekonomik güvenlik için etrafimiza
duvar örmeliyiz. Her ikisi de kendimiz ve dünya için felaket olur. Dogrudur; düz bir dünyada ekonomik rekabet daha esit ve daha yogun olacak, ancak gücümüzü küçümsemeyelim.
Yaratici hayal gücümüzü kullanarak yeni imkanlarla nasil yeni ürünler,
yeni toplumlar, yeni firsatlar ve yeni kazançlar yaratabiliriz, ona bakalim.
Genelde, küresel ticaret ve ekonomiyi hep IMF, G8,
Dünya Bankasi, Dünya Ticaret Örgütü ve uluslararasi anlasmalarin yönettigini düsünürüz. Bu organlarin önemli olmadigini söylemek istemiyorum ama önemlerini
gitgide yitirmektedirler. Gelecekte küresellesme artan oranda, düz dünyayi anlayan,
onun süreçlerini ve teknolojilerini benimseyen ve IMF’den ögüt almaksizin yoluna devam
edenlerce yönlendirilecektir. Egemenligin de anlami degisecek, kendiniz için nasil
firsatlar yaratabileceginize bagli olacaktir. Günümüzün anahtar kelimeleri
verimlilik, isbirligi, rekabetçilik ve iyi
oyunculuktur. Yeterince iyi oyuncu degilseniz saha kenarinda
oturup oyunu seyredeceksiniz. Hepsi bu.
Dünya düzlesiyor. Bunu ben baslatmadim. Insanligin gelismesini ve gelecegini tehlikeye atmadan durdurmamiz da mümkün degil. Ama dogru yönlendirmek bizim
elimizde. Ancak o zaman her sabah uyandigimizda güzel seyler hayal edebilir ve o hayallerimizi gerçeklestirmek için ise koyulabiliriz.