Orta dogu haklarinin adaleti temin etmek, haklarini korumak ve düzenli bir sistem olarak düsündükleri demokrasiyi ülkelerine getirmek ve
uygulamak için çalismislardir. Bunu yaparken koordineli
ve düzenli olarak çalismalari sonucunda kimsenin beklemedigi yerden Tunus’tan içinde bulunduklari diktatörlük rejimime karsi isyanlar çikartarak karsi çikmislardir.
Halkin
zaaflarini, fakirliklerini kullandiklari ve bunlarin sonucu olarak halkin destegini saglayarak yönetimi bu
tutumlariyla degistirmeyi basarmislardir. Bu olaylarin ilk çikis yerinin Tunus olmasi bir an da halkin da destegi ile olaylarin büyümesine yol açmis ve Zeynel Abidin Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi devrilmistir. Bu yöneticilerin uygulamis olduklari politikalar, insanlar
üzerinde baski ve ezerek hakim olmaya çalismalari halki daha da çok imkansiz hale getirmeye çalismalari sonrasi, kendi kendilerini bitirme adimlari olmustur. Bu yöneticiler bu taktikleri ve
baskiciligi uygularken dis ve iç emperyalist güç kaynaklarinin destegini almislardir. Bu güç kaynaklari kendilerine bagimli, kendileri olmadan hareket
edemeyen bir sömürge sistemini kullanarak hem yönetimi zor duruma düsürmüsler hem de kendi istediklerini elde
etmislerdir.
Orta dogu da bulunan halk adeta çaresiz duruma getirilmis. Hiçbir sekilde kendini ifade edememislerdir. Buralarda bulunan
halklarin Müslüman halklar oldugu ve genel olarak da bu
insanlarin içlerinde herhangi bir kötülük
ve o sekilde bir yaklasim olmadigindan dolayi bu insanlara, yönetici olarak
basa gelenler bu insanlarin iyi niyetlerini suiistimal
etmislerdir. Müslüman halklar üzerinde baski kurmus ne söyledilerse yaptirmislardir. Ama bir gün bu sirtini batiya dayayarak
insanlara eziyet eden ve bu insanlar üzerinde baski kuran insanlarin sonu
gelecektir ve bu sonun baslangici olarak da kivilcim Tunus’ta
basladi. Ve diger Ortadogu ülkelerinde de bu kivilcimin
devami gelmesi için ugrasilmaktadir. Müslümanlar yeni
kuracaklari rejim ve yönetimi kendileri belirleyecekler ve bu dogrultuda daha çok sosyal haklar ve daha çok insan haklariyla rahatlayacaklardir.
Müslümanlar
dinlerini yasayarak ve bu yolda kutsal
kitabimiz olan Kuran’i Kerim’in açikladigi dogrultuda hareket ederek, peygamber efendimizin buyurdugu sekilde yasayarak dogru ve dürüst çalismanin yani sira dünya teknolojisini ve dünya gündemini de takip ederek
gelismelerden geride kalmadan, arastirip bularak bu arastirmalari gelistirerek hareket edip, kazanan, ezilmeyen toplumlar olarak dimdik ayakta
durabileceklerdir.
Bazi güçler görünen ve görülmeyen bazi güçleri
kullanarak dünyanin düzeni üzerinde hakimiyetlerini kurabilirler. Ancak
Allah (c.c.)’ in tüm yapilanlardan
bilgisi vardir. Bu güne kadar nerede, ne yapilmis, nasil yapilmissa hepsinden Allah (c.c.)’ in bilgisi vardir. O’ nun
izni ile olmustur. Eskiden her tabiat olayinin arkasinda cinler, peri gibi gizemli güçler aranirdi.
Genelde Allah (c.c.)’ in takdiri unutulurdu.
Bizim Kuran ehli olmamiz, Kuran ehli olmayan
cahiller gibi nefsimizin hevesine dayali düsüncelere göre hareket etmememizi
gerektiriyor. Yani bizler, istisnasiz her durum ve sartta, mutlaka kitap merkezli hareket etmek durumundayiz. Kur’an’a iman
etmeliyiz ve onu tek hayat rehberi edinmeliyiz. Peygamberimizin bizlere
gösterdigi gibi her zaman dogru yolu bulup ona göre hareket etmeliyiz. Bu da, dogru yolda, kimseyi kirmadan,
incitmeden, kutsal kitabimizda belirtildigi gibi hareket ederek
olacaktir.
Inanmayanlarin ileri gelenlerinin plan yaptiklari ve tuzak kurduklari, Allah’in indinde oldugu ve Allah’in planlarinin onlarinkinden üstün oldugunu bilmeliyiz. Buna göre, Müslümanlar plan ve komplolara göre
degil, Allah’in kitabina göre hareket etmelidirler. Zaten bu planlarin çogundan habersiz olduklari gibi, haberdar bile olsalar hareket tarzlari degismiyor. Müslümanlar Allah’in kitabinin kendilerine sosyal ve
siyasal alanda nasil hareket etmeleri gerektigi konusunda gösterdigi yolu arastirmak, anlamak ve uygulamakla yükümlüdürler.
Komplo, olsun olmasin bizlere düsen hakki açikça teblig ve dürüst mücadele etmektir. Bu
çizgiyi birakarak, açik ya da gizli güç odaklarinin kurduklarini düsündügümüz komplolarina göre hareket etmek, bizleri Allah’in çizgisinden
çikarip yanlislara düsürebilir. Ama bizler bu düsünceye asla kapilmamaliyiz. Çünkü onlarin yaptigi komplolari bilen ve dini koruyan ve
muhafaza eden Allah (c.c.) her seyi bilen ve hakim olandir.
Kuran ve sünnetten anladigimiz kadariyla, Müslümanlar sadece savas esnasinda plan ve oyun yapabilirler.
Yani düsmanin silahi ile silahlanmak ancak savas esnasinda olabilir ki o bile sinirlidir. Mesela, düsmanlar bir savas silahi olarak kadinlara tecavüzü çok sik kullanirlar.
Müslümanlarin böyle bir sey yapabilecegini düsünmek bile mümkün degildir. Çünkü Müslümanlarin bunu yaparak böyle bir davranis sergilemesi ahlaklarina aykiri oldugu gibi vicdanlarina da ters düsen bir durumdur. Müslümanlar hiçbir zaman onlar gibi olmazlar
olamazlar onlari taklit edemezler. Çünkü onlar da düsmanina ne yaparsan yap savasi kazan mantigi vardir ve o sekilde hareket ederler. Kimsenin esini, çocugunu düsünmezler. Bunlari da bir çok yerde en yakin örnegi olan Irak’ ta çok açik bir sekilde yapmislardir. Amerika Birlesik Devletleri’ nin Irak’ta yapmis oldugu savas biçimi tüm Müslümanlarin içini yakmistir. Ancak hiç kimse sesini bile çikartamadan sessizce oturup
izlemistir. Ama Allah (c.c.) yapilanlari bilip görmüstür ve sessiz kalmamistir. Amerika ordusunun medyada çok güçlü bir sekilde Irak’ta hiçbir sorun yasamadan ele geçirerek yerlestigi söylendi. Ancak neden bu kadar
uzun sürdü. Çünkü halkin basarili mücadelesi ve direnisine bir yerlerden yardim geldi. Neden Amerika her gönderdigi tabur asker parça parça her seferinde degistirerek göndermek zorunda kaldi. Çünkü zalimlerin karsisinda duran inançli insanlar vardi. Ve düsmanlarina çok agir darbeler indirdiler. Gündemde ölen Amerikan askeri 200 ler de gösterildi. Ancak bu sayi bazi
güvenilir kaynaklara göre 2000 , bazilarina göre de 3000 i geçmis durumdadir. Amerika zalimce erkek, kadin, çocuk, bebek, dinlemeden
herkese eziyet ederekten korumasiz insanlara saldirdi. Bu zalimce yapilanlari,
Müslümanlar asla yapamazlar çünkü savasin da kurallari vardir. Bizler onlari taklit edemeyiz.
Taklitçilik zaten bu iradeyi ortaya koyma ya da
hakkini verme azmini daha bastan zedeleyen bir zemindir.
Emeviler döneminde Cebriyye’ ye yapilan
atiflar, bir nevi, kaderciligin bu iradeyi tamamen yok
sayan bir duruma sebebiyet verdigi üzerinde yillarca yazilip çizilmis. Ve bu durum bize sunu da ögretmisti; Iradeyi kullanmak bir zorunluluktur ve
riskler içerir. Çünkü artik yönlendirilen
degil, yönlendirensiniz. Karsinizda daha önce var olan iradelere
teslimiyet, artik yerini kendi seçimlerine birakmistir. Tüm güçsüzlük, tecrübesizlik, zayiflik gibi algilanan somut
görünenlere ragmen. Tipki gücünü büyücülerle pekistiren, kimin yasayip kimin ölecegine kendisinin karar verdigini ilan ederek topluma onaylatan
Firavunun zulmü altinda inim inim inleyen; Hz. Musa’nin yardimlarini da
yillarca basina kakip takdir etmekten uzak kalan,
pek çok bozukluga hem Firavun döneminde, hem Musa (a.s) ile birlikteyken sahip olan Israil ogullarinin içinde bulunduklari halin tasviri gibi.
Musa (a.s.) elbette gelismelerin nereye dogru seyredecegini bilemezdi, ona uyan az bir genç topluluk da öyle. Ama tarihin bir diliminde
Allah’in kendilerine bahsetmis oldugu iradeyi kullandilar; sonuçlarinin nereye varacagini bilmeden kararliliklarini
izhar ettiler, “korku duvarlarini astilar” ve emeklerini ortaya
koydular, hayatlarini ortaya koydular, canlarini ortaya koydular. Hepsiyle
birlikte iradelerini ve inançlarini ortaya koydular. Firavun’ un askerleriyle
birlikte suda bogulmasindan sonraki hikâyenin
devamini hiçbir zaman ögrenemedik ve ögrenemeyecegiz. Çünkü Kur’an-i Kerim bundan hiç bahsetmedi. Ama Firavun’ un acizligini ve onun büyücülerinden, düzeninin halkin gözünü nasil da boyadigindan, iradesini imana dönüstüren insanlarin ise gerek sarayin
içerisinden gerekse disindan bunun nasil da farkina vardiklarindan ve ardindan gelen mücadeleleri anlatti. Umut; Allah’a imanin, O’nun gücüne sadakatin, O’nun büyüklügüne teslimiyetin bir geregi olarak istenir. Umudu
besleyen sey irade olduktan sonra,
gerisi insanin sorumluluk hanesine eksi puan olarak yazilmayan bir imtihan
sürecidir sadece. Gaybi Allah bilir; insanlar bundan sorumlu tutulmaz. Ama
temkinlilik adi altinda, Kuran’i Kerim’in konu etmedigi, merkezine almadigi konular üzerinden insanlara asilanan umutsuzluk sendromu sorumluluk getirir; yani hesabi sorulur! Tipki
Musa’nin asasiyla yaptigi gösteriye sahit olduklari halde hâlâ Firavun’ un konumunu korumaya çalisan büyücülerin ya da Musa’ya “Sen
gelmezden önce de bize zulmedildi, sen geldikten sonra da!” diye sitem eden;
maddi beklentiler içerisinde sunulan nimetleri göremeyen Israil ogullarindan bir kesimin durumu gibi!
Birin de, güçsüzlerin elindeki hakikatin bir sekilde Firavun tarafindan
yönlendirilecegi beklentisi ve gönülsüz de olsa Firavun’ a teslimiyet, digerinde ise “Degisen ne oldu ki!” beklentisi: “Niye kalkisildi ki bunca zahmete? Neden bu
kadar risk alindi ki? Elimize ne geçti?” Umutsuzlugun iki farkli versiyonu ile karsi karsiyayiz. Ama ikisinin de beslendigi kaynak ayni: Iradenin yaratacagi degisimlere inanmamak ve güvenmemek! Kendisinin ve halkin durumuna bakarak
Hz. Musa’nin getirdigi inancin ve iradenin kaynagina gölge düsürmek. Böylelikle farkinda olarak ya da
olmayarak iradeyi baska güçlerin eline teslime zorlamak!
Degisimin kendi ya da birlikte oldugu insanlarin eliyle degil, yine baska belirleyenler eliyle olacagina inanmak. Firavun,
askerleri, büyücüleri olabilir ama asla kendisi
degil. Çünkü ne kendisi buna hazirdir ne de toplumunda bu isigi görmektedir.
Iste bu umutsuzluk döneminin çagdas adi komplo teorileridir. Ve bu
komplo teorileri, insani sorumluluktan uzaklastiran, iradeyi sorumsuz kilan bir temelden beslenir. Isin garibi komplo teorisi dogru bile çiksa, bu, sahibine
bir sey katmaz. Aksine yenilerinin hazirligina girisilir. Çünkü mükemmeliyetçilik zirhina
bürünmüstür. Bir sey olacaksa, bir degisim gerçeklesecekse mükemmel olmalidir; zihnindeki gibi olmalidir; hayal ettigi, yasa haline getirdigi gibi gerçeklesmelidir. Bu olacak olsa bile buna da komplo kilifi bulmaktan baska bir çare yoktur. Bir kisir döngüdür bu. Kimi yerde temsiliyetçi bir taassupla kimi yerde
iradeyi islevsiz kilan bir taklitçilikle kimi yerde karinesiz ve
olumsuz beklentilerle bezenmis ve yine iradeyi baska ellere tevdi etmis bir temkinlilikle kimi yerde
de üretilmis, beserî bir kurgu olan mükemmeliyetçilikle kendini izah
eder.
Bütün bunlarin hepsine Ortadogu da gerçeklesirken sahit olduk. Her seyden çok emin olduk; her seyi masamizin basinda, avuçlarimizda bildik ama
bir kendimizden, ademoglunun fitratindan, iradî
tercihlerinden emin olamadik. Güçlülerin hesaplari karsisinda Allah’in da bir hesabinin olabilecegi gerçeginin, sadece Kuran derslerinin kelami konulari arasinda kalmasini tercih ettik. Hayatla
bulusmasina izin vermedik! Hayatla bulusup bulusmadigini anlamayi denemedik bile! Umutsuzluk,
taassup, taklitçilik, temkinlilik ve mükemmeliyetçilik seklinde zuhur eden bakis açilarimiz, baskalarinin salih amellerine haksizlik yapmayi, canlarini degersiz kilmayi, meydanlardaki feryatlarini
umursamamayi beraberinde getirdi. Çünkü bütün bu görünürde olanlari birer
halüsinasyon gibi izledik. Bütün bu gerçekliklerin arkasinda Firavun’ un baskaca hesaplari oldugunu düsündük, düsündürttük. Bizlere de dokunur ucu
belki diye sessiz kaldik ama bunlara asla sessiz kalmamamiz gerekirdi.
Oysa söyle dememiz gerekmez miydi: “Böyle bile olsa, bütün bu düsüncelerim dogru bile olsa; ben safimi belirlemeliyim. Hiçbir sey yapmadan bekleyen degil, destekleyen olmaliyim.
Umudu yayginlastirmaliyim. Ben gelecekten, ileride
olacaklardan sorumlu degilim, o halde belki ben de
hataya düsmüs olabilirim. Bu nedenle vasat bir
yol tutmali ve tüm endiselerime ragmen kardeslerimin, halklarin hakkini teslim etmeliyim. Yüz binlerce insani
meydanlara dökenin Firavun’ un büyücüleri olabilecegine dair elimde kanitlar bulunsa bile onlarin bu kötülüklerden kurtulma azmine halel
getirmemeliyim! Üstelik böyle yapmakla, belki de Firavun’ un büyücülerinin oyunlarinin
bozulmasina da katki saglamis olabilirim. Mademki bu oyunlarin farkindayim, o halde bu oyunlarin bozulmasi için de gayret göstermeliyim. Zira bütün bu hesaplari Firavun’ un önceden yapmis olmasiyla, sonradan müdahil olmus olmasi arasinda bir fark olmamali benim için! Peki, ama neden
basaramiyorum bunu? Neden bu sekilde bir tavir içerisinde olamiyorum?
Bundaki basarisizlik su yargilamadan kaynaklaniyor olabilir mi acaba: “Ben bu halklarin benim zihnimdeki evrelerden
geçmediklerine inaniyorum. Ve bu aldanmislarin içinde benim kardeslerim bulunsa da onlar için biçilmis düzeni göremiyorlar. Getirilmeye çalisilan düzen Islam degil! Devrim böyle olmaz! Demokrasi, liberalizm, her tür sirk var bu gelismelerin içerisinde. Ve ben demokrasi sehitleri için mi aglayacagim? Tersine, bu tehlikeli gidisati göstermeliyim her alanda. Diktatörler gidiyor ama daha
tehlikeli liberal düzen kuran insanlar geliyor
evet bunlar gidenlerden de kötü nasil mi Irak isgal edildiginde, her taraf bertaraf
edildiginde insanlar öldügünde, kimse Müslümanlara sahip çikmadi. Misir halkinin ayaklanmasinda
Libya da katliamlarin yapilmasinda hiç kimse sesini çikartmadi sadece izledi
tüm Müslüman ve gayri Müslimler herkes izledi belki de planli programli yapilmis bir eylemdi bunlarin tamami, orasini bilmiyoruz ama
Suriye’de ölen Müslümanlarin da artik ölmemesini akan kanin da artik akmamasini
istiyoruz.
Karmasik siyasal-sosyal bir olayin gelisme sürecinde birçok çelismenin varligina ragmen bunlardan bir tanesinin
varligi ve gelisimi, öteki çeliskilerin varligini ve gelisimini etkileyip belirleyen pozisyonundadir ki bu da bas çeliskidir. Bas çeliski, temel çatisma gibi kategorilerle olaylari ele almanin yanlisligi ya da dogrulugu bir tarafa bugün itibariyle Iran devleti bas çeliski olarak emperyalizmi görmektedir. Iran din! lideri Hamaney ve diger yetkililerin açiklamalari gelisen her olayda bu kriteri esas
alarak politikalarini belirlemektedirler. Iran, Ortadogu hareketinin bu anlamda emperyalizme vurulmus bir tokat olarak yorumladi. Lâkin is Suriye’ye gelince söylem ve tavir degisti, burada emperyalizmin
devreye girdigi ve olaylari yönlendirdigi iddia edilmeye baslandi.
Iran’in konuyla ilgili bakisini rehber Hamaney devletin üst
düzey yöneticilerine hitap ederken, Amerikalilar bölgede Misir, Tunus, Yemen ve
Libya’daki olaylarin benzerini çikartmayi amaçlamis olup, direnis cephesindeki Suriye’yi karistirmak pesindeler. Ancak Suriye’deki olaylarin mahiyeti, bölge ülkelerindeki gelismelerden tamamen farklidir. Bölge ülkelerdeki Islami uyanisin özü, Siyonistlere ve
Amerikalilara karsi bir harekete dayanmaktadir. Ancak Suriye’deki olaylarda Amerika ve Israil’in parmagi açikça görülmekte olup, biz Iran halkinin bu baglamdaki mantigimiz ve kriterimiz sudur ki, her nerede Amerika ve Siyonizm lehine slogan atilirsa, bu hareket sapmaya ugramistir. Elbette Iran halki ve Islam nizaminin bu mantik ve kritere dayali direnisi düsmani öfkelendirmekte ve onlarin
komplolarinin artmasina yol açmaktadir. Ancak, dirençli Iran halki mevcut durusunu gevseklik göstermeksizin sürdürecektir, seklinde ifade etmekte.
Hamaney, hangi eylemi izlemis ya da kim ona bu bilgiyi
vermisse, Suriye’de bir yildir direnen Müslümanlarin
Amerika ve Israil lehine slogan attiklari iddiasi asla gerçegi yansitmiyor.
En önde olan insan bu kadar kolay bir sekilde mahkûm edici ifadeler kullaniyorsa takipçisi olduklarini iddia edenlerin Suriye
olaylarini destekleyen Müslümanlara
yönelik her türlü iftirayi atmalari normal oluyor. Çünkü bu yapilanlari tamamen
yanlis yansitan insanlar Müslüman ülkelerde bulunan üst düzey
dini liderlerdir. Durum böyle olunca da kimse sesini çikartmadan hiçbir tavir
sergilemeden öylece izliyorlar. Çünkü baslarindaki insanlar oralardaki Müslümanlara sahip çikmiyorlar ki
Müslüman halk da sokaklara dökülüp durdurun bu kani diyebilsin. Bu güne kadar
sesini çikaramayan insanlar ezilen toplumlar artik uyanisa ve kendilerini gelistirmek adina bir seyler yapabilsinler. Bunu yapabilmeleri için de öncelikle yöneticilerini degistirmeli üzerlerine kurulmus olan baski düzeninden kurtulmalidirlar. Ama yeni kuracaklari
sistemde yer alacak olan insanlari dogru ve dikkatli seçmelidirler. Aksi takdirde yapmis olduklari degisim daha çok pismanlik duyacaklari daha çok ezilerek baski altinda tutulacaklari bir rejime dönüsebilir. Yapilmis olan degisimler sonrasinda hem ülkeleri adina hem de tüm Müslümanlar adina yeni
düzenlerinde arastirip çalisarak sömürgecilerin istilasindan kurtulup kendi pazarlarini olusturmalilar ve artik dünyaya kapali pencereler arkasindan bakmadan her seyi görerek ve bilerek hareket
etmelilerdir.
DEVRIM SÜRECINDE ORTADOGU
MUSA UZER
EKIN YAYINEVI