DEVLETIN DERINLIKLERINDE ---       SAYGI ÖZTÜRK  -----                                          ÜMIT YAYINCILIK

DEVLETIN DERINLIKLERINDE --- SAYGI ÖZTÜRK ----- ÜMIT YAYINCILIK

Fevzi BOZKURT
Felsefe


Adindan da anlasilacagi gibi kitap, 1980–2000 yillari arisinda devletin çesitli kademelerinde, ortaya çikan olaylar karsisinda gösterilen çabalari anlatmakta. Devletin çikarlari ugruna kimlerle isbirligi yapildigi hangi güçlüklerle karsilasildigi, politik ve askeri operasyonlarin yönlendirilme ve yönetilme biçimleriyle birlikte bazi kisilere ait önemli bilgiler de yer aliyor.

Kitabi iki ana bölüm halinde incelemek gerekirse;

ilk bölüm Güneydogu’da PKK’ya karsi verilen mücadelelerde kritik görevlerde bulunan ve ileride devletin üst kademelerinde de yer alacak olan Korkut EKEN’in devlet saflarinda yasadigi olaylardan ve Abdullah ÖCALAN’in yakalanma sürecinin ayrintilarindan olusmakta.

Ikinci bölüm de ise; Susurluk kazasiyla ortaya çikan üçgeninin giderek genisleyen bir çember haline gelerek kimleri kapsadigi üzerine yogunlasmakta.

Genel anlamda bakildiginda bir dönemin karanliklarina isik tutacak nitelikte hazirlanan kitap da özet teskil edebilecek hususlar su sekilde kronolojiklesmededir...

Kitabin ilk konusu MIT yöneticilerinden Hiram ABAS’in kim oldugu? soyunun nereden geldigi, aldigi egitimler ve evinin önünde öldürülmeden bir hafta önce neler yasadigi gibi konulara anlatiliyor.

 PKK’nin 80’lerin basinda ortaya çikma hareketlerine iliskin bilgiler, zamanla gelistirdigi yurtdisi baglantilari ve komsu ülkelerle iliskilerinin içyüzü. Yaklasik otuz bin insanimizin ölümünden sorumlu olan PKK’nin ilk propagandasinin yapildigi kara bir tarih; 15 Agustos 1984’teki ilk PKK baskini olan Eruh baskinin nasil hazirlandigi ve gelismeleri, baskindan sonra yetkililerin gayretleri ve çözüm üretme çabalari ve Korkut EKEN komutasindaki birligin doguya gönderilmesi, yapilan operasyonlar ve yasanan olaydan kesitler anlatiliyor.

Kitaba göre; Türkiye’de uçak kaçirma veya benzeri eylemlere karsi hazirlikli ve egitimli bir birligin olmadigi fark edilmis ve bir timin kurulmasi saglanmis. Diyarbakir’daki uçak kaçirma olayinda ilk kez yapilacak olan rehine kurtarma operasyonuna Korkut EKEN ve ekibinin görevlendirildigi ve operasyonun nasil yapildigi uçak kapisini açmasini bilmeyen ekibin operasyon sirasinda yasadiklari ve ne gibi olaylarla karsilastiklari.

Eruh baskinindan önce EKEN’in ve Harp Okulu’ndan arkadasi Esref HATIPOGLU’nun Amerika’da yapilan ve dünyanin en zor özel tim egitimi olarak bilinen ve katilan kisilerin çogunun egitimin sonunu göremedigi Ranger adi verilen özel tim egitimlerinin ayrintilari. Daha sonra ikili, dogunun birçok bölgesinde beraber çalismaya baslarlar ve birçok kritik operasyonda görev alirlar.

EKEN’in MIT Müstesar Yardimcisi Hiram ABAS’in istegiyle ordudan emekli olup MIT’e katilmasi. EKEN, MIT’te Güvenlik Dairesi Baskan Yardimciligi’na getirilmesi ve Mehmet EYMÜR ile bu sayede tanistigi.

MIT’te Mehmet EYMÜR’ün yardimciligini yaptigi dönemde hazirlanan 1.MIT Raporu’nun basina sizdirilmasi sonucunda EKEN’in MIT’ten ayrilmasina ayrica bu rapor EYMÜR’ün de emekliligine sebep oldugu. Daha sonra EKEN ve EYMÜR birlikte ticarete atildiklari ancak aralarinda çikan anlasmazliklar sebebiyle ortakliklarinin bittigi. Bunun üzerine EKEN, ANKARA’ya geri dönerek BOTAS’ da müfettis olarak çalismaya basladigi. Bir gün EKEN’i; EYMÜR ile birlikte kurduklari fabrikada elektrik mühendisi olarak çalisan ayrica fabrikada beraber kaldigi Zeki telefonla aradigi ve EKEN ile konusmak istedigini söylemesi üzerine ertesi güne randevulastiklari.

Zeki; Örgütün Dogu Anadolu Bölge Sorumlusu oldugunu, EKEN’i ve EYMÜR’ü öldürmek için parti tarafindan görevlendirildigi ancak EKEN’i ve EYMÜR’ü sevdigi hem de nasil silah kullandiklarina defalarca tanik oldugu için korktugu bu yüzden öldüremedigi. Örgütün kendisi hakkinda infaz karari verildigi için can güvenliginin olmadigindan korunma talebinde bulundugu. Eken duyduklari karsisinda sok oldugu Zeki’yi MIT’e götürdügü ve Zeki’yi kendisiyle tanistiran Emniyet Müdür Yardimcisi Bülent KILIÇTEPE'yi arayarak konuyu anlattigi. KILIÇTEPE o günden sonra makam otomobiline binmedigi ve uzun bir süre ayni güzergâhlari da ikinci kez kullanmadigi.

EKEN,  BOTAS’ da iken dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet AGAR’in istegiyle Emniyet Özel Harekat Dairesi Baskani Ibrahim SAHIN tarafindan kirsal kesimde PKK’ya karsi mücadele için Özel Harekat Timleri’nin yetistirilmesi konusunda teklif yapilmasiyla birlikte EKEN’in Emniyet hesabina çalismaya baslamasi. Korkut EKEN ABD’deki Ranger kursundan dönerken egitim notlarini ve programini da beraberinde getirerek bu planlari Silahli Kuvvetler’e ve Emniyet’e ait Özel Harekat Timleri’nin egitimi amaciyla kullanmistir. Bu dönemde EYMÜR MIT’e geri çagrilir.

O dönem basbakanimiz Tansu ÇILLER’in direktifiyle MIT Müstesarligi Koordinesinde Genelkurmay ve Emniyet Genel Müdürlügü ekiplerinden olusan “Müsterek Faaliyet Grubu” olarak adlandirilan bir birlik olusturuldugu. MFG’nin kurulus gerekçesi, faaliyet sekli, kurulus amaci, yapilan tüm çalisma ve faaliyetler resmi belgelere dayandirilarak aktariliyor. MFG’nin kurulus amaci terör örgütü PKK ve özellikle de li­deri Abdullah Öcalan'in Suriye'deki faaliyetlerinin iz­lenmesi, takibi ve Abdullah ÖCALAN’in öldürülmesi için operasyon hazirliklarinin yapmasi. Operasyonun adinin ‘KIRMIZI MERSEDES’ olarak belirlendigi. Operasyon dosyasinin ilk sayfasinda kirmizi Mercedes araba resminin bulunmasina birçok kisi buna anlam veremedigi hem operasyonun adi da ‘Kirmizi Mersedes’di sonradan anlasildi Abdullah ÖCALAN’in kullanmis oldugu otomobilin markasi oldugu. ÖCALAN ile ilgili bütün istihbari bilgiler toplandigi hatta evinin bulundugu güzergâha bomba yüklü bir aracin kondugu ancak yanlis hesaplamalar sonucu Abdullah ÖCALAN’i öldürme girisiminin basarisizlikla sonuçlandigi ve çok gizli yürütülen operasyonun gazetelere manset olmasi iptal edilmesine neden oldugu.

Türkiye’nin atmis oldugu kararli adimlar karsisinda Apo’nun iltica talebinde bulundugu ülkelerin Türkiye ile karsi karsiya gelmemek için iltica talebinin nasil geri çevirdikleri ve Kenya’dan Türkiye’ye getirilmesi için görevlendirilen 8 kisinin nasil gönderildigi ve operasyonun nasil yapildigi

Ilerleyen günlerde Abdullah ÖCALAN’in Roma’ya giris yaparken sahte pasaportla yakalanmasi ve hastaneye kaldirilmasi. Bu olayi ilk duyan Almanya’da bulunan Emniyet Genel Müdürü Necati BILICAN oldugu. Apo’nun Roma’da yakalandiginin teyit edilmesi üzerine Türkiye’deki politikacilar, otuz bin masum insanimizin katili olan Abdullah ÖCALAN’in iade edilmesi için yapmis oldugu girisimleri ve yasanan diyaloglar aktariliyor.

Apo’nun Türkiye’ye getirildikten sonra Imrali’daki sorgusunun ayrintilari Apo’nun agzindan Suriye’den ayrilisi, Yunanistan’a, sonra Italya’ya ve Rusya’ya kimler ile gittigi, orada nasil barindigi ve ne gibi baglantilar kurdugu, Yunanistan’da iken gelen meçhul telefondan sonra Kenya’ya gidisi ve oradan Amsterdam’a gitmek için uçaga bindigi sirada nasil yakalandigi. Terörist basinin yakalanmasindan sonra terörist ve bölücü faaliyetlerle ugrasanlarin nasil devre disi birakildigi

3 Kasim 1996 tarihinde gerçeklesen ‘Susurluk Kazasi’ Kazanin ardindan istihbarat birimlerinin hazirladigi “Susurluk Raporu” na dayanilarak Susurluk Kazasi’nin somut olarak ortaya çikardigi gerçekler ve ne gibi önlemlerin alinmasi gerektigi belirtiliyor.

Susurluk Kazasi’nin ardindan Aydinlik Gazetesi’nce yayinlanan 2.Mit Raporu’na istinaden Basbakanliga sunulan 17 Aralik 1996 tarihli raporda bulunan bilgilerden dogru olup arastirilmasi gerekenler, arastirilmasinda fayda görülenler ve üzerinde durmaya gerek duyulmayan iddialar

Susurluk Olayi’nin önemli isimlerinden Abdullah ÇATLI’nin MIT ile iliskilerinin baslangici ve gelisimi ile ilgili bilgiler ÇATLI’nin Korkut EKEN ve Ibrahim SAHIN ile olan diyalogu, EKEN’in ÇATLI’ya yurtdisi görevleri vermesi ve ÇATLI’ya verilen görevlerle baglantili olarak EKEN’in Sedat PEKER ve Alaattin ÇAKICI’yla kurdugu “is baglantilari” kitapta üzerinde durulan noktalar olarak karsimiza çikiyor

ÇATLI’nin bilinmeyen dosyasi ve geçmisi boyunca yaptiklari. Kirk yillik yasamina çok seyler sigdiran ÇATLININ kabarik dosyasinda Yusuf Tanik'in Ankara'da düzenlenmesi kararlastirilan cenaze töreninden önce Salih Gökçe ile birlikte silah dagittigi. Ankara'da yapilan ÜOD Genel Kurul Toplantisi sonucunda Genel Merkez Yönetim Kurulu üyeligine seçilmis. 1977 yilindan itibaren Browning marka bir tabancayi sürekli üzerinde tasimis. 12 Agustos 1977'de Atatürk Ögrenci Yurdu’nda bir toplanti düzenleyip 13 Agustos 1977 günü YAYKUR sinavinda sorulacak sorularin cevap anahtarlarini Muhsin YAZICIOGLU'ndan alip, sinava katilacak ülkücü ögrencilere yazdirmis. (Muhsin YAZICIOGLU bu iddiayi kabul etmiyor). 1977 yilinda bazi yurtlarda olusturulan ÜOD subelerinin yönetim kurullarina ait listeler, Kasim 1977 tarihinde Emek Ögrenci Yurdu'na alinacak ögrencilerin isimleri Abdullah Çatli tarafindan saptanmis ve saklanmis.

Susurluk’tan sonra adi geçen önemli sahislardan olan “Yesil” kod adli Mahmut YILDIRIM’in MIT’le olan iliskisi YILDIRIM, daha önceki bazi bombalama olaylarinin da sorumlusu olarak gösterilmektedir.

Mafya-siyaset-polis üçgeninin siyaset kismini temsil eden Susurluk kazasi yaralisi Sedat BUCAK’in “derin devlet” islerine ne ölçüde karistigi Kitapta BUCAK’in yaptiklari arasinda önemle üzerinde durulan konulardan birincisi; Güneydogu’daki terörle mücadele çalismalarina asiretiyle birlikte destek vermis olmasi ve ikincisi de, kendisi tarafindan dönemin DEP Milletvekili Leyla ZANA ve terörist basi ÖCALAN ile yaptigi görüsmeleri istihbarat servisi ile koordineli olarak gerçeklestirip ülkeye faydali oldugudur. Bu görüsmelerin teyp kayitlari kitapta bulunuyor

Susurluk sorusturmalari için ifade veren Mehmet AGAR’in daha önce Apo’ya yapilmasi düsünülen ama iptal edilen suikastin organizasyonu için örtülü ödenekten alinan paralarin ne sekilde kullanildigina iliskin açiklamalari

Susurluk sürecinde ifade veren diger kilit isimler olarak Haluk KIRCI ve Sami HOSTAN’in EKEN hakkinda söyledikleri

Cezaevine girmeden önce Korkut EKEN ili yapilan röportajin tam metni EKEN bu röportajda söylemeyi uygun gördügü önemli bilgileri aktariyor,

Sonuç olarak; “Devletin Derinliklerinde” adli bu kitap, devlet içinde devlet oldugu yolundaki bir kisim iddialarin dogru oldugunu anlamamizi saglarken bir yandan da devletin her seyi milli çikarlari dogrultusunda yaptigini ispatliyor. Yazarin kaleme aldigi iddialar olaylarla baglantisi olan kisilerle yapilan görüsmelerle, resmi tutanak ve ifade raporlariyla belgelenerek desteklenmektedir. Saygi ÖZTÜRK’ün bu kitabiyla kamuoyu için karanlikta kalmis bir dönem desifre edilmektedir.

-------------------------------------------------KITABIN TAMAMI DEVLETIN DERINLIKLLERINDE (ÖN KAPAK) EMIN ÇÖLASAN'IN ÖNSÖZÜ

Saygi Öztürk'ü uzun yillar önce tanidim. Yozgat'tan gelen ve Ankara'da isim yapmaya baslamis bir gazeteciydi. Bu meslekte Anadolu'dan gelip Ankara ve Istanbul'da, "basin devlerinin" arasinda yer bulmak çok zordur.

Saygi bunu basardi. Adim adim basardi. Gece gündüz çalisti, arastirdi, haber üretti.

Meslekte tirmanis baslamisti. Yilmadi, usanmadi, bikmadi. Pek çok güçlüge gögüs gerdi.

Her gün atlatma haberler, yeni basarilar... Bunu yapmak kolay degildi. Ben onu gerçek bir basin emekçisi olarak tanidim. Hürriyet'te birlikte çalistigimiz yillarda ve sonrasinda Saygi'yi hep izledim. Açik söylemek gerekirse, bazen de hafiften kiskandim.

Yazdiklariyla olay yaratiyor, Türkiye'deki bütün gazetecilik ödüllerini birbiri ardina kazaniyordu.

Basma birçok kisinin nasil "parasütle" indirildigini, otomatik olarak "köse yazan" yapildigini bilen ve gören gazetecileriz. Bu furyanin içinde yasiyoruz.

Basin emekçilerinin, gerçek gazetecilerin harcandigi, torpillilerin, ahbap çavuslarin, es dostun "yazar" yapildigi bir ortama üzülerek tanik oluyoruz.

Fakat arada bazi arkadaslarimizla teselli buluyoruz.

Onlar, alninin teri, gözünün nuru, beyinin gücüyle ve tirnaklariyla kazarak bir yerlere gelmeyi basaran Saygi Öztürk gibi gazeteciler.

Simdi elinizde bulunan bu kitabi önceden okuma firsati bulan biriyim, inanin, bir solukta okudum ve sonrasinda Saygiyi kutladim. Bu kitap bir dönemi, karanliklarla, bilinmeyenlerle dolu bir dönemi anlatiyor.

Saygi'nin bu kitabinda, çok önemli bir dönemin perde arkasini bulacaksiniz. Kahramanlarla hainler, asalaklarla korkaklar, gözlerinizin önünden tek tek geçecekler.

Inaniyorum ki, bu kitabi siz de bir solukta okuyacaksiniz.

Okurken çok sey ögreneceksiniz. Hiç bilmediginiz olaylara isik tutacak bir kitap simdi elinizde.

Gazeteci kitaplari çogunlukla ilginç ve ögretici oluyor. Gazeteci, yeterince arastirdigi takdirde, hiç bilinmeyen olaylarin derinine iniyor, onlari irdeliyor ve ortaya böyle güzel kitaplar çikiyor.

Saygi, kendi üzerine düseni bu kitapla yapmis oluyor. Ama bu yetmez. Ayni konuda baska kitaplara da imza atmasi gerekiyor.

Gazeteci arkadasim Saygi Öztürk'ü kutluyorum.

Çok iyi bir kitap yazmis.

Gazetecilik budur. Arastirmak, irdelemek, konusturmak ve ortaya somut bir eserle çikmak.

Gazetecilik öyle entel barlarin muhabbet sofralarinda geceleri ahkâm kesip sabah evden göstermelik bir yazi yollamak, geldigi yere parasütle ve ahbap çavus iliskileriyle inip maasa baglanmak degildir.

Gazetecilik zahmet ister, bilgi ister, hepsinden önce meslek onuru ister.

Saygi Öztürk gibi gerçek gazeteciler, bilmeyenlere ayni zamanda bunlari da ögretiyor.

Daha nice büyük basarilara imza atacagina inandigim Saygi Öztürk kardesime "ellerine saglik" diyor ve sizi bu güzel kitapla bas basa birakiyorum.

Emin Çölasan Genel anlamda bakildiginda bir dönemin karanliklarina isik tutacak nitelikte hazirlanan “Devletin Derinliklerinde

"Suikast Timi Sizin Pesinizde"

Genç istihbaratçi, "Aman hocam dikkatli olun. Suikast timi bugünlerde hep buralarda dolasiyor. Hedef büyük ihtimal sizsiniz. Koruma altinda tutalim sizi" dedi. Aslinda bunlari söylerken uzaktan uzaga onu koruyorlardi. Korkut Eken de izlendiginin farkindaydi, ama çaktirmamaya çalisiyordu.

Genç istihbaratçiya az mi silah egitimi vermisti. Motosikletle hizla giderken nasil ates edildigini o göstermisti. O yüzden "hocam" diyordu. Hoca, "Siz mi beni koruyacaksiniz? Korumaniza gerek yok, ben kendimi korurum" diye gülerek yanitladi genç istihbaratçiyi.

Kendisine bu kadar fazla güvendigi zaman aklina hemen MIT eski yöneticilerinden Hiram Abas geliyordu. O aklina gelince de gözleri doluyordu. Çünkü Hiram Abas'la, öldürülmesinden bir hafta önce Istanbul'da birlikteydiler. Eken, eski arkadasina ugramadan Ankara'ya dönmek istememisti. Hiram Abas, "iki kadeh içmeden seni bir yere göndermem" diye israr etmisti.

Iki dost eski günlerini andilar. Sohbet sirasinda Hiram Abas, "Korkut, biliyor musun beni takip ediyorlar?" demisti. Eken, "Agabey ben o zaman Ankara'ya gitmeyeyim, yaninda kalayim, seni koruyayim" diye bagliligini ifade etmisti. Abas, tipki, Ekenin "Sizi koruyalim" diyen ögrencisini, tepeden tirnaga süzüp alayli bir biçimde baktigi gibi bakmisti. Dudaklarindan ayni ifadeyle su sözler dökülmüstü:

"Sen mi beni koruyacaksin? Benden iyi silah kullandigini mi söylemek istiyorsun?"

Gülüsmüsler ve ayrilirken birbirlerini bir daha sanki hiç göremeyecekmis gibi sarilmislardi. Eken, "Hiram Bey kendini iyi koru. Dikkatli ol" uyarisinda bulunmustu.

Abas, 26 Eylül 1990 tarihinde Çiftehavuzlar'da evinin önünde otomobilinde öldürüldü. Bir hafta önce birlikte içki içtigi Hiram Beyin cenazesinde, tabutunu oksarken, "Ben sana demedim mi yaninda kalayim?" diye söylendi.

Eken, esi Tülay Hanimla birlikte o aksam misafirlige gitti. Dönüste evinin önüne yaklastiginda park etmis bir otomobilin içinde iki kisi gördü. Süphelendi. Genç istihbaratçinin sabah kendisine söylediklerini hatirladi. Içinden "Aferin çocuga iyi haber almis" dedi.

Evinin önünden hizla geçti. Esine, "Bana suikast yapacaklarmis. Kapinin önündekiler bana tuzak kurmus kisiler olabilir " dedi. Otomobil içinde bekleyen kisilerin yanindan hizla geçtiler. Bekleyenlerin amaçlarini ögrenebilmek için yarim saat kadar otomobille dolastilar. Evlerinin bulundugu sokaga girdiklerinde otomobildekilerin hâlâ beklediklerini gördü.

Esine, "Sen eve git. Ben geliyorum" dedi. Tülay Hanim otomobilden indi. Içinde iki kisinin bulundugu otomobilin yanindan geçerken, bu kisilerin kendisine dikkatle baktigini gördü. Evlerinin bir apartman ilerisinde bekleyen kisilerin kocasina kötü bir sey yapmasindan korkuyordu. Kocasi "Eve gir" demisti ama o apartmanin giris kapisi önünde beklemeye basladi.

Otomobilinden inen Korkut Eken, silahini eline almis, otomobilleri siper yaparak sürünmeye baslamisti. Babasiyla yanindan geçen bir çocuk, "Amcaya bak, amcaya bak" diye söylendi. Babasi, içinden "Adam sarhos" diye geçirdi ve çocugunun kolundan çekistirerek hizla yürümeye basladi. Bir ara basini çevirdi, "Bu adam ne yapiyor?" diye bakti. Eken elinde silahla sürünmeye devam ediyordu. Iyice korktular. Eken, kendisine bakan adam ve çocuga, "Ne bakiyorsunuz?" dercesine eliyle gitmelerini isaret etti.

Içinde iki kisinin bulundugu otomobilin tam arkasina kadar gelmisti. Otomobildekiler kendilerine yaklasildiginin farkinda degildi. Soförün bulundugu tarafa yine sürünerek yaklasti, aniden kalkti, kapiyi açarken bagirdi:

"Kipirdamayin gebertirim."

Otomobilin içinde bulunanlar neye ugradiklarini sasirmislardi. Hemen ellerini havaya kaldirdilar. Direksiyon basindaki gencin alnina silahi dayadi. Digeri korkudan, "Agabey ne oldu, biz ne yaptik?" diyordu.

Agliyorlardi. Eken, bu isin içinde bir sey oldugunu anlamisti. Esi Tülay Hanim da onlari izliyordu. Meger o iki genç, sevgililerini bekliyorlarmis. Eken, onlari dinleyince güldü, "Kusura bakmayin" dedi. Gençler, sokaktan uçarcasina ayrildi...

Genç istihbaratçi, o günlerde, örgütün bir eylem yapacagi konusunda yanilmamisti. Korkut Ekenin evinin hemen arkasindaki caddede oturan Emekli Korgeneral Hulusi Sayin 30 Ocak 1991'de evinin önünde öldürülmüstü.

Ankara Emniyet Müdürlügü'nü arayan meçhul kisi, Rüzgârli Sokak'ta bir çöp bidonuna atilan bildiride, eylemi hangi örgütün yaptiginin yazili oldugunu belirtti. Eylemi Dev Sol gerçeklestirmisti...

O kirgin, kizgin günlerde aklindan Güneydogu'da yasadiklari geçti. O dag senin, bu magara benim terörist pesinde kosmustu. O geceye nasil gelinmisti, o gece ne olmustu? Eken için "dün" gibiydi. Ilk gecede olanlar aklindan geçti.

O Gece

Bazi olaylar tarihe damgasini vurur. "Unutulmazlar" arasinda yerlerini alir. Tipki Eruh ve Semdinli ilçelerinin basilmasi gibi... PKK'nin silahli eylemlerini baslattigi 15 Agustos 1984 tarihi de iste bu unutulmayan olaylar arasindaki yerini aldi.

Yaklasik 30 bin insanimizin öldügü olaylarin baslangiç tarihi, 15 Agustos 1984'tür. Günlerden ise çarsamba.

Eruh'ta olagan bir aksam. Kaymakam, savci, hâkim, orman bölge sefi bir lojmanda sohbet ediyorlar, ilçenin telefonlari kesik. Ne Siirt'e, ne de Sirnak'a telefon açabiliyorlar. Sikça yasanan bir olay oldugu için bu durum kimsenin dikkatini çekmiyor.

Kaymakam, "Aksamüzeri Artvin'e telefon edecektim. Hatlar yine kesikmis, zaten kesik olmadigi zaman yok ki... Yüz defa yazdim ama..." diye söylendi.

Ilçe Jandarma Komutanligi'nin hemen karsisindaki kahvede oyun oynayanlar, sohbet edip çaylarini içiyorlardi. Telefon hatlarinin kesik olmasi onlari hiç ilgilendirmiyor gibiydi.

Çay ocagindaki garson bir seyler olacagini biliyordu. Daha dün teröristlere, karakolun hangi odasinda Astsubay Mehmet'in oturdugunu, kogusa nereden girildigini topragin üzerine elinde bir çöple çizerek anlatmisti...

Eruh'a üç kisi gelip kesif yapmisti. Bunlar arasinda PKK'nin sözde en önemli komutani, daha sonra adina "egitim kampi" açilacak kadar önem verilen kisisi Mahsun Korkmaz da bulunuyordu.

PKK'ya Karsi Müslüman Kardesler

1984 yili baslarinda Suriye'de bombalar, silahlar patliyor, bu ülkede bulunan PKK'nin basi Abdullah Öcalan'a, "Bunlar hep senin yüzünden" deniliyordu. Suriye'ye göre eylemi yapanlar, Hafiz Esad karsiti Müslüman Kardesler Örgütü mensuplariydi.

Bu örgütün Hatay civarinda kampi bulunuyor, Türkiye tarafindan korunuyordu. Örgüt üyeleri, Suriye'de eylem yaptiktan sonra Türkiye'ye kaçiyorlardi. Türkiye'nin Müslüman Kardesler Örgütü'ne destek vermesinin nedeni de Suriye'nin bu ülkede bulunan terörist basi Abdullah Öcalan ve örgütün önde gelen elemanlarini barindirmasi, bunlara Helve Kampi'ni tahsis etmesiydi.

Emir, Hafiz Esad'tan

Yine bombalarin patladigi günlerde Hafiz Esad, kurmaylari ile birlikte önemli bir karar aldi. Türkiye'ye karsi PKK kullanilacak, onlara her türlü silah, mühimmat destegi verilecek, kimlik düzenlenecek, siniri geçmelerine yardimci olunacakti. Suriye Devlet Baskani Hafiz Esad, gizli servis Muhaberat'in önemli isimlerinden Mervan Zirki araciligiyla Abdullah Öcalan'a, "PKK'nin faaliyetlerine göz yumulmasi karsiliginda Türkiye'de yogun eylemler baslatilmasi" talimatini verdi. Iste Türkiye'de 15 Agustos 1984 tarihinde baslayan PKK eylemleri için dügmeye böyle basilmisti.

Önce ASALA Militani Sanildi

Siirt, Sirnak, Sanliurfa yörelerinde güvenlik görevlileri tarafindan yakalananlarin yani sira köylüler tarafindan yakalanip teslim edilen "süpheli" bazi kisilerin üzerinden kesif notlan çikti. Cografi, etnik yapi belirtiliyor, asiretlerin durumu degerlendiriliyor, güvenlik güçlerinin konuslandiklari bölgeler, asker sayilan konusunda da bilgilere yer veriliyordu. O günlerde yakalanan bu kisilerin PKK'li oldugu tahmin bile edilemedi.

Yakalanan bazi kisilerin sünnetsiz olmasi, teröristlerin Ermeni terör örgütü ASALA adina çalistiklari yönünde yorumlar yapilmasina neden oldu. Oysa yakalanan teröristler o günlerde "halk savasi" stratejisini benimsemis olan PKK'nin kesif çalismalarini yürüten militanlardi.

 

Tarihi Sasirdilar

Topu topu 67 kisiydiler. Gruplar halinde fotograf çektirdiler. Her grubun ayri bir ismi vardi. Örnegin Eruh ilçesini basacak grubun adi "14 Temmuz Propaganda Takimi"ydi. Bu adi PKK'li Hayri Durmus'un ölüm orucuna basladigi tarihten almislardi. Onun anisina bu ismin kullanilmasi uygun bulunmustu. Tüm umut bu gruptaydi. Her seyi, örgütün en önemli komutani Mahsun Korkmaz planliyor, en ince ayrintilar üzerinde duruyordu. Semdinli ve Sirvan'a baskin gerçeklesirse iyi olacakti. Ama tüm agirlik Eruh'a veriliyordu.

Tarih 14 Agustos 1984. Siirt'in Sirvan ilçesine yönelik taciz atislari basladi. Bu atislar kisa sürdü. "Komutan biz yanlis yaptik" dedi, "Faysal" kod adli terörist.

"Bize verilen talimata göre, Sirvan'i bu aksam degil, yarin aksam basmamiz gerekiyordu."

Takim sorumlusu Sari Hüseyin "Dogridir vallah" dedi.

Emir yanlis uygulanmisti.

Bunun hesabi da kendilerinden sorulacakti.

Geri çekildiler. Gruplar arasinda telsizle haberlesme yoktu. Bu silah sesleri kopacak firtinanin habercisiydi. Ancak dönemin hiçbir yetkilisi Sirvan'a yönelik saldiriyi dikkate almadi. "Birkaç sarhosun isidir" diyenlerin yani sira, "Eskiyalar arasinda yapilan çatisma" diyenler de oldu.

15 Agustos'ta ögle saatlerine dogru Sirvan'a yapilan saldiriyi unutmuslardi bile. Dönemin Ilçe Jandarma Komutani silah seslerinin yükseldigi bölgeye sabah erken saatlerde bir devriye çikartmis, orada ölen ya da yaralanan olup olmadigini ögrenmeye çalismisti.

Ilçe Jandarma Komutani'nin, durumu ögrenmek amaciyla bölgeye devriye çikartmasi, ise yaramisti. Bu olay, grubun eylemden vazgeçmesinde etkili olmustu.

Bölgeye devriye çikartildigi bilgisini, "Ilçede durum hareketli" diye gruba ulastirdilar. Sirvan ilçesi, Faysal kod adli teröristin, "basma" tarihini yanlis anlamasiyla, basilmaktan kurtulmustu. Ertesi gün, bölgeye devriye çikartilmasi ise ilçede güvenlik önlemlerinin artirildigi biçiminde yorumlandi. Bu durum da, teröristlerin eylemden vazgeçmesine neden olmustu.

Ya digerleri?

Eruh'ta Birigeni Yaylasindaki sarp kayaliklarda 45 aydir hazirlik yürütülüyordu. Siginaklar kurulmustu. Dikkat çekmemesi için plastik borularla siginaklara ha­valandirma yapmislardi.

Eruh'tan aldiklari erzaklari, esnafa ve yöre halkina fark ettirmeden siginaklarina getirmeyi basarmislardi. Dagdaki diger kanun kaçaklariyla da iliski kurmuslardi. Kanun kaçaklarinin kuryelerinden de yararlanmaya baslamislardi. Sessiz ve derinden hazirliklarini yapan bu gruba, Eruh Jandarma Komutanligi'na çay kahve götüren kisi de kuryelik yapiyordu.

Daglarda aylarca kalan bu grup hakkinda Jandarmaya tek bir ihbarda bile bulunulmamisti. Güvenlik birimleri, daglardaki adli kanun kaçaklarini indirmek için çaba gösteriyorlardi.

Siirt 11 Jandarma Alay Komutani Rahmi Tüfekçi ve ekibi, kimisi muhtara tokat atmaktan, kimisi yaralama olaylarina karismaktan, kimisi de kiz kaçirma gibi suçlar isledigi için daga çikmis kanun kaçaklarini daglardan birer birer indirmeye baslamislardi. Teslim olanlara kötü muamele yapilmadiginin kulaktan kulaga ulasmasiyla birlikte teslim olanlarin sayisi da artiyordu. Gelenler, cezaevinden kaçmayacaklarina da yemin ediyorlardi. Bakalim bu yeminlerinin geregini yerine getirecekler miydi? Eruh'un basildigi gece bunu ögrenecegiz...

15 Agustos

Ve beklenen güne giriliyordu. 14 Agustos'u 15 Agustos'a baglayan gece, Eruh'u basacak olan "14 Temmuz Silahli Propaganda Grubu"nun sorumlusu Mahsun Korkmaz'in sesi karanlik içinde yükseliyordu: "Tevfik arkadas da propaganda biriminin sorumlusu olarak caminin hoparlöründen bildiriyi okuyacak."

Semdinli yakininda ise "21 Mart Silahli Propaganda Grubu"nun sorumlusu Abdullah Ekinci, "Arkadaslar Kürdistan Kurtulus Birligi (HRG) kurulmus bulunuyor. Bunu biz Semdinli'yi basarak duyuracagiz" dedi.

Çit çikmiyordu. Derin bir sessizlik vardi. Baskin planini hazirlayanlar tarafindan silahli gruba gün isidiginda ayrintili bilgiler verilecekti. Karakollarin planlari taslar dizilerek yapildi. Gruplar ikiye ayrildi. Birinci grupta "saldiri", ikinci grupta "propaganda" grubu bulunuyordu. Bildiri hazirlanmisti. Ayni bildiri basilacak ilçelere birakilacakti. Pankart da hazirladilar. Birisi "Pesimizden gelinmesini önlemek için 'Yollara mayin dösenmistir. Halkimiza duyurulur' diye yazalim" uyarisinda bulundu. Bunu da yaptilar. Dahasi, Kürtçe yazili pankartin ucuna patlayici madde baglayip asmayi kararlastirdilar.

Trafo Önünde Toplandilar

Eylem günü gelmisti. Ilçelerden gelen son haberler, herhangi olaganüstü bir durumun olmadigi, askerlerde bir hareketlilik bulunmadigi yolundaydi. Eruh'a dogru bir grup alacakaranlikta tek kol halinde yürüyordu. Kalasnikoflu, roketatarli grup yol alirken, silahlarin gölgesi önde uzadikça uzuyordu. Simdiye kadar aksayan bir sey yoktu. Her sey planladiklari gibi gidiyordu.

Eruh'u "Agit" kod adli Mahsun Korkmaz, Semdinli'yi Abdullah Ekinci'nin grubu basacakti. Toplanma yerine gelmeden önce telefon kablolari kesilmisti. Ilçelerin ha­berlesme agi artik yoktu. Semdinli yakinindaki grup ise trafonun önünde toplandi. Son konusmalar burada yapildi. Her sey hizli bir biçimde yapilacak, herkes görevini aksatmadan yerine getirecekti.

Ilçelerin basilacagi kimsenin aklindan bile geçmiyordu. Hem kim basacakti? Bölücü ve yikici örgütler 12 Eylül harekâtindan sonra çökertilmis, lider kadrolari yurtdisina kaçmisti. Güvenlik güçlerine ilçelerin basilacagi konusunda tek bir istihbarat bile gelmemisti. Önlemler her zamankinden farkli degildi. Hatta askerlerin bir kismi uyumak için yataklarina çoktan çekilmislerdi bile.

15 Agustos'ta iki ilçeye yapilan saldiri, Ankara'da gece yarisindan sonra bir hareketlilik baslatmisti. Ne olmus, nasil olmus bilen yoktu. Bilinen ve söylenen tek sey, "35 eskiya"nin bir seyler yaptigiydi. Eruh'ta bir jandarma sehit edilmis, Semdinli'de askeri gazinoya yapilan silahli saldiri sirasinda bazi askerler yaralanmis, bir asker ise daha sonra sehit olmustu...

Zamli Maaslar Geldi

O sicak agustos aksaminda her sey bir önceki gün gibiydi, ilçenin en bakimli, yesili bol olan yeri Jandarma Komutanligi bahçesiydi. Karakol komutani, bankacilar, bazi müdürler sohbet ediyordu. Müdürler, maas azligindan yakiniyordu. Ziraat Bankasi Müdürü Saban Sezai Yilmaz, "Para geldi. Yarin zamli maaslarimizi aliriz" dedi. Bankanin kasasinda memur maasi da bulunuyordu. Bahçenin baska bir kösesinde hanimlarin sohbeti sürüyordu. Olaganüstü bir sey yoktu. Ancak sinsice yak­lasan birileri vardi...

Birden kiyamet koptu. Bombalar patliyor, kalasnikoflar gecenin sessizligini bozuyordu. Ortalik "ana baba günü"ydü. Propaganda sorumlusu Tevfik kod adli Mustafa Çimen, Midyatli Ömer ve Sorej kod adli teröristler birlikte camiye girdiler. Hoparlörden halkin meydanda toplanmasi istenildi. Bir grup PKK'li Ziraat Bankasi'ni soymak için harekete geçmis, bir grup ise bastiklari Eruh Cezaevi'nde, mahkûmlarin kaçmasi için kapilari açiyordu. Koca ilçe bir grup teröriste teslim olmaya baslamisti.

Ilk Sehit Süleyman

Teröristlerin karakolun içine girer girmez sorduklari ilk soru "Komutaniniz kim?" oldu. Mehmet Astsubay, rütbelerini, olayin ilk saskinligi geçtiginde çoktan sökmüstü. Nöbetçi er Süleyman Aydin sehit olmustu.

Vatandaslardan Asli Erisir, Recai Yilmaz, Özgür Aykin ile erler Dogan Avsar, Ali Ergün, Hüsamettin Ilkin, Mustafa Anar, Senol Özdemir, Yüksel Kaynar, Adil Altintas, Meh­met Pesmen ve Bayram Ertekin yaralanmisti.

Terörist Mustafa Çimen hoparlörden Kürdistan Kurtulus Birligi'nin (HRK) kurulus bildirisini okurken, ayni saatlerde Semdinli'de Mecit'in Kahvesi'nde de ayni bildiri okunuyordu.

Kümeste Dört Saat

Telefonlari kesen teröristler, santrali de havaya uçuruyorlardi. Ziraat Bankasi'ni soyabilmek için müdür ve muhasebeci araniyordu. Banka Müdürü Saban Sezai Yilmaz ve esi, baskin sirasinda Jandarma'nin bahçesinde çay içiyordu. Dört terörist bankaya yöneldi. Hedef kasayi açmakti. Patlayiciyla kasayi açmak istediler. Ancak dev kasayi açamadilar. Bekçinin çenesine namluyu dayayip sordular: "Nerede banka müdürü, nerede kasa anahtari?"

Bankanin üst katinda lojmanlar vardi. Kosarak müdürün evine girmek istediler, içerde kimse yoktu. Muhasebe Müdürü Musa Çaynak'in evine girdiler. Çaynak'a "Ver kasanin anahtarini" diye bagirdilar. Çaynak, "Anahtar Müdür Beyde" dedi... Daha sonra hoparlörden bir anons yükseldi: "Dikkat dikkat. Ziraat Bankasi Müdürü Saban Sezai Yilmaz, acele bankaya gel. Gelmemen halinde elimizde olan esin ve çocugun yarim saat içinde öldürülecek."

Yilmaz, anonsu duyuyordu. Jandarmanin bahçesinin basilmasi sirasinda kimse kimseyi görmemisti. Yilmaz o karisiklikta evine ulasamamis, bir tavuk kümesine girmis ve yüzüstü yatmisti... O bankaci simdi bir turistik ilimizde yasiyor. "O gün bir daha gelmesin" diyor ve söyle anlatiyor:

"Her seyi göze aldim ve çikmamaya karar verdim. Kümese girdigimi görenler vardi. Isteseler beni ele verebilirlerdi. Bir ara kümesin üzerinde ayak sesleri duydum. 'Buralarda yok' diye bir ses duydum. Dört saat kümeste bekledim...

Tavuk kümesinde bit çoktu. Her tarafim kasinmaya baslamisti ama kasiyamiyordum. Esim ve çocuklarimin öldürülmüs olabilecegini düsünüyor, çildiriyordum."

Bankacinin esi ve oglu jandarmanin bahçesindeydiler. Seken kursunlardan diz kapagindan yaralanan oglu Mehmet Recai Yilmaz aci içinde kivraniyordu.

Müdürü bulamayan teröristler tekrar Çaynak'in lojmanina gittiler. Çaynak küvette saklanmisti. Teröristler onu bulamayinca da, esinin bileziklerini alip gittiler.

Komutana "Kaçmayacagiz" Sözü

Cezaevi kapisi gürültüyle açildi. Mahkûmlar karsilarinda eli silahli sivilleri gördü. Içeri girenlerin ilk sözleri "Kürdistan'i kurduk. Af çikardik. Özgürsünüz.

Çikabilirsiniz" oldu. Birisi sevincini anlatmak için silahini atesledi. Mahkûmlar korku içindeydi. Bir seyler oluyordu ama ne? Kimdi bunlar? Ne zaman devlet kur­muslardi? Yok, yok, birileri dalga geçiyordu. Bunlar acaba hangi asiretin adamlariydi?

Kimse çikmiyordu. Birisi cesaret edip, "Vallah biz kaçmayacagimiza dair komutana söz vermisiz. Ancak öldürerek çikarabilirsiniz" dedi. Buna, "Biz söz vermisiz komutana. Cezamizi bitirmeden gitmeyecegiz" diye katilanlar oldu. Teröristlerden biri, "Komutan artik benim" dedi gögsünü yumruklayarak. Bir digeri ranzayi devirdi. Cezaevinden çikmamak için büyük bir direnis vardi. Te­röristler kapiyi açik birakip giderken, mahkûmlar kapiyi kapatti. Arkasina ne buldularsa doldurup barikat olus­turdular.

"Ilçeyi Bastilar"

Meydanda birileri nutuk atiyor, birileri yere ya­tirdiklari vatandaslarin kafalarina kalasnikofu dayamis "Kaymakamin evi nerede, savcinin evi nerede, komutan nerede?" diye soruyordu. Insanlar ne Kaymakam Mustafa Erdogan'in evini, ne savcinin lojmanini gösteriyordu. Yanit, "Vallah bilmiyorum..." oluyordu.

O sirada kaymakam, savci, orman isletme sefi, hâkimin evinde misafirdiler. Lojman ilçenin 300 metre disindaydi. Silah seslerinin ardi arkasi kesilmeyince ne olup bittigini ögrenmek istediler. Jandarmanin telefonu cevap vermiyordu. Hem Siirt, hem Sirnak yönündeki telefon hatlari PKK'lilar tarafindan kesilmisti...

Kaymakam Erdogan, savci ile meydana yürürken bir kisi, "Nereye Kaymakam Bey? Ilçeyi bastilar. Sakin gitmeyin, sizi ariyorlar" dedi. Kaymakami uyaran kisi, cezaevi baskininda canini kurtaran gardiyandi.

Kaymakamla savci silahlarini çektiler. Sadece birer sarjör mermileri vardi. Hâkimin lojmanina döndüler. "Hâkim Bey sizde mermi var mi?" diye sordular... Evdeki panik artti, ilçenin üst düzey yöneticileri ilçenin basildigini biliyorlar, ancak bunlarin kim oldugunu bilmiyorlardi. Beklemekten baska çare yoktu... Yollar tutulmus, telefonlar kesilmisti. Dahasi, emanet deposundaki silahlar da teröristler tarafindan alindigindan, askerler tamamen silahsiz kalmisti. Ancak bir sey yapilmasi gerekiyordu. Kaymakam gözünü karartti, "Bu durumu mutlaka vilayete bildirmem gerekiyor" dedi.

Roket Agaca Çarpti

Eruh'un basildigi saatlerde Hakkâri'nin Semdinli ilçesi de basiliyordu. Eruh'ta dört saat kalan teröristler, Semdinli'yi kisa sürede terk ediyordu. O günleri yasayanlar "Önce film çevriliyor sandik. Ama ortada ne Cüneyt Arkin vardi, ne tanidik baska bir artist" diyorlar ve gülerek "Sadik Agabey helâya saklandiginda nasil da bir bacagi tuvaletin deliginden içeri girmisti" diye o günleri aniyorlar.

Semdinli baskini için zaman 15 Agustos 1984 Çarsamba günü saat 21.30 olarak belirlenmisti. Eyleme katilacak grup saat 21.10'da Semdinli girisindeki trafonun yakininda toplandi. Ve saldiri grubu harekete geçti. Bes dakika sonra da propaganda grubu ilçeye yöneldi.

Grup içinde bulunan Seferi Yilmaz, Semdinli'yi iyi biliyor, onlara kilavuzluk yapiyordu. Baran, Mehmet Agaaslan ve Celal, Jandarma Karakolu karsisindaki cami ile yol arasina yerlesti. Bir grup, insaat halinde olan Askerlik Subesine yöneldi. Ancak insaatin kapisindan girerken bir isçiyle karsilastilar. Bu isçiyi de yanlarina alip binanin içine girdiler. Girdikleri yerde yedi isçi daha bulunuyordu. Isçiler korkudan titriyordu. Bir terörist onlari rahatlatmak için "Korkmayin, size bir sey yapmayacagiz" dedi. Isçilerin basina Mardinli Hamit'i biraktilar. Seferi Yilmaz, silahli grubu subenin üst katina çikardi. Roketatari kullanan Hüseyin Tilki, gazinoyu hedef alip bir el ates etti. Roketatar agaca çarpti. Bu arada Kalasnikoflu grup subay gazinosuna sürekli olarak ates ediyordu. Bu atislar bes dakika kadar sürdü. Grup insaattan inip çekilmeye basladi.

Film Sandilar

Ilçenin girisindeki Mecit'in çay bahçesinde ise inanilmaz bir olay gerçeklesmisti. Kahvenin etrafi te­röristler tarafindan sarilinca, kaçacak yer bulamayanlar solugu tuvalette aldilar. Ortada kalanlar ise teröristi dinliyorlardi. "Biz geldik. Artik Kürdistan'i kurduk. Gelin bizimle yasayin. Yasasin Kürdistan" diyordu terörist. Diyordu da bunlar kimlerdi... Kimse bunlarin PKK'li ol­duguna ihtimal bile vermiyordu. Olsa olsa bunlar Barzani ya da Talabani'nin adamlaridir. Ya da birileri bir film çeviriyordur, bunlar da film icabi böyle yapiyordur diye düsünüyorlardi. Ama ortada ne film çeken biri vardi, ne Cüneyt Arkin, ne de tanidiklari bir artist. Bu isin filme benzemedigini anlamakta gecikmeyenler can havliyle o daracik tuvalete girmis, bir kismi pislige bulanmisti... O tuvalete o kadar insanin nasil sigdigi bugün bile konusulur ve o olaya gülünür...

Ilçenin bir kösesinde bunlar olurken, az ilerde bir evin önünde davul zurna çaliyor, halaylar çekiliyor, arada bir cosanlar havaya mermi yagdiriyorlardi. Te­röristlerin kursun sesleri ile dügün evinden sikilan mermilerin sesleri birbirine karisiyordu. Semdinlili Hasret Cankatar'in en mutlu günüydü. Dügünü oluyordu. Az sonra "Silahli adamlar ilçeyi bastilar" haberi ulasti dügün evine... Önce damat Hasret Cankatar çekti 7.65 Kirikkale tabancasini... Yanindakiler de silahlarina sarildilar ve beklemeye basladilar... Davul zurna susmus, halay durmustu...

Teröristlerin askeri binalara yönelik saldirisi sonucu Askerlik Sube Baskani Tuncay Senerol, Astsubay Çavus Memis Aribas, Jandarma Çavus Sedat Kurum agir sekilde yaralandi. Astsubay Memis Aribas almis oldugu mermi yarasi sonucu daha sonra sehit oldu. Teröristler ilçeden ayrilirken üzerinde "Yollara mayin dösenmistir, halkimiza duyurulur" yazili bir bez asmislardi. Bu beze patlayici maddeler de baglanmisti. Kalabaliktan bir ses yükseldi: "Aman yaklasmayin. Bomba var." O bezin al­tindan kimse geçemedi o gece...

Semdinli en sakin ilçelerden birisiydi, ilçede bir silah sesi duyulsa, bu günlerce konusulurdu. Oysa simdi, ilçe basilmis, ama basanlarin kim oldugu bir türlü bilinmiyordu. Gelenler PKK'li olduklarini söylemisti söylemesine ama buna kimse ihtimal vermemisti... Hayir, gelenler PKK'li degil, Barzani'nin adamlari denildi... Bir hafta sonra olay aydinlanmaya, ilçe halki da baskini yapanlarin kim oldugunu ögrenmeye basladi. Güvenlik güçleri ancak ertesi gün HRK'nin anlamini çözebildi. Hezin Rizgariye Kürdistan'in anlami Kürdistan Kurtulus Birligiydi.

"Elebasi" Aslinda Bir Garibandi

Eruh'ta bankayi soyamayan PKK'lilar, karakolda bulunan silahlarin yani sira adli emanet olarak kullanilan depodaki silahlari da aldilar. Artik gitme za­maniydi. O kadar rahat hareket ediyorlardi ki, kamyonla gitmeye karar verdiler. Meydanda gördükleri belediyeye ait kamyona binmeye basladilar. Ama kamyonun kontak anahtari yoktu, çalistiramiyorlardi. Grubun içinde bulunan kadin terörist düz kontak yöntemiyle kamyonu çalistirmayi basardi.

Kamyonla bir süre giden teröristler sik sik inip yollara taslar diziyor,  Siirt’e haberin geç ulasmasini amaçliyorlardi. Alabildigine uzaklasmak için çaba gös­teriyorlardi. Belli bir yere geldikten sonra kamyondan indiler. Silahlari da indirdiler. Bir kismini orada birakip, bir kismini yanlarina aldilar. Belediyeye ait kamyonu dereye dogru ittiler. Kamyon devrildi. Kamyona Eruh'ta binenler arasinda bir de yabanci vardi. Grup liderine "Yanlislikla bindim. Ne olur beni birakin" diye yalvariyordu. Bu, Cizre'de kamyon soförlügü yapan Eruhlu bir gençti. Nüfus müdürlügüne bir isi için gelmis, bitiremeyince de geceyi orada geçirmek zorunda kalmisti.

Ama kamyona binmesi onun basina çok seyler açti. Sabah operasyonlar baslayinca ilçeye yürüyerek gelmeye çalisan bu "süpheli" kisi ilk gözaltina alinan oldu. Teröristlerle birlikte ilçeden ayrilan bu kisinin yakalandigi üst makamlara bildirildiginde, "Olayin elebasisi ve planlayicisi olan kisi yakalandi" açiklamasinda bulunuldu.

Oysa sorgulama bittiginde bu kisinin olayla uzaktan yakindan ilgisi olmadigi, sadece o karisiklik sirasinda kamyona bindigi anlasildi. Cizre'de oturan bu kisinin olay gecesi Eruh'ta olmasi, teröristlerin bindigi kamyona binmesi, onlardan ayrildiktan sonra yakalanmasi onun basina çok seyler açti. Ama günler sonra olayin gerçek yüzü anlasildi ve bu kisi de serbest kaldi.

"Vallah Pusu Kurmuslardir*

"Kara haber telgraftan tez gider" derler ama Eruh'un basilmasini bildirmek öyle kolay olmadi. "Ilçemiz basildi" haberini valilige bildirebilmek için gecenin bir yarisinda yola çikmak, en az elli üç kilometre yolu asmak gerekiyordu. Bu görev de Kaymakam Mustafa Erdogan'a düsüyordu. "Sabahi bekle. Yollara mayin dösemislerdir, ba­rikat kurmuslardir, pusu atmislardir" diyenler oldu. Tehlike büyüktü. Üçe halki ne Kaymakam Mustafa Erdogan'i, ne Savci Ayhan Gödek Merdan'i, ne de kümeste saklanan Ziraat Bankasi Müdürü Saban Sezai Aydin'i ele vermisti. Simdi gecenin karanliginda yola çikmak hiç de akil isi degildi... Dahasi gitmeye yürek isterdi...

Iste o yürek genç Kaymakam Mustafa Erdogan'da, Orman Bölge Sefi Ali Aksu'da, dahasi bugün kimsenin adini bile hatirlamadigi Siirt'ten Eruh'a yolcu getiren ve karanlik çökünce geri dönmeyen bir taksi soföründe vardi. Yanlarina bir jandarma eri aldilar. Kaymakam önde, Ali Bey ile jandarma eri taksinin arka koltugunda oturuyordu. Herkes yorgun, bitkin, heyecanliydi. Kaymakam, bir an önce Siirt'e ulasmak ve gerekli önlemlerin alinmasini saglamak için can atiyordu.

Taksi soförü, "Vallah beyim bunlar yola pusu bile kurmuslardir. Gidiyoruz ama Allah sonumuzu hayir ede" dedi. Kaymakam "Ne pahasina olursa olsun gitmeliyiz. Sabahi bekleyecek zaman degil" karsiligini verdi. Bir ara yerleri belli olmasin diye taksinin farlarini kapatip git­meye çalistilar. Ancak o yilan gibi kivrilan, uçurumlarla dolu yollarda bu daha da tehlikeliydi. Farlari yeniden yaktilar. Olanca hizla virajlardan kivrilmaya basladilar.

Taksi soförü birden frene basti. Otomobil savrulur gibi oldu. Bir viraji dönerken yolun taslarla kapatildigini gördüler. O an kayalarin arkasindan silahli kisilerin çikabilecegini düsündüler. Kaymakam soföre, soför kay­makama bakti. Beklediler bir süre sessizce. Teröristlerin her an çikabilecegini düsünüyorlardi. Bu taslan yolun ortasina bosuna indirmemislerdi... Ilçede bulunamayan kaymakam, teröristlerin ayagina gelmisti...

Sessizligi yine kaymakam bozdu. "Siz oturun ben taslan kaldirayim" dedi. Ne olacaksa o zaman olacakti. Digerleri kaymakami yalniz birakmadilar. Hep birlikte taslari yoldan kaldirdilar. Daha ilçeden ayrilali 10 kilometre olmus, Eski degirmen mevkiinde ilk engelle karsilasmislardi. Daha gidilecek çok yollari vardi...

Kaymakam ilçeden ayrilirken, pesinden de Ziraat Bankasi Müdürü Saban Sezai Yilmaz, diz kapagindan yaralanan oglunu Siirt Devlet Hastanesi'ne götürmek için harekete geçmisti.

Olaylar sirasinda tam bir kahramanlik gösterip bankanin kasasinin anahtarini teröristlere vermemek için dört saat kümeste saklanan bankaci, bu kez oglu için görev basindaydi. Eruh'taki saglik görevlileri çocugun çok acele hastaneye götürülmesi gerektigini söylemislerdi. Baba da ogluyla birlikte gecenin bir yarisinda hastaneye dogru yola çikmisti.

"Vali Agabey, Ilçemizi Bastilar"

Soför, "Siirt'e az kaldi Kaymakam Bey. Önümüzdeki Paris Köyü'dür" dedi. Gerçekten bu köyün adi Paris'ti. Paris'e yaklasinca Siirt'e gelmis sayilirsiniz. Kaymakam ve beraberindekiler Siirt'e ulastiklarinda, kent hâlâ uykudaydi. Tek tük evin isigi yaniyordu. Sokak lambalari solgun, ölgün haldeydi. Vali konaginin önüne gel­diklerinde saat 02.00 civariydi. Konagin bekçisi valiyi rahatsiz etmekten korkuyor, "Sayin Kaymakamim sabah gelseniz olmaz mi?" diyordu.

Kaymakam bekçiyi tersledi ve Vali Recep Birsin Özen uyandirildi.

Ilçesi basilan kaymakam çok sikintiliydi. Gerilimli bir yolculuktan sonra vali konagina ulastiginda bitkin vaziyetteydi. Bayildi bayilacakti. Daha kaymakam agzini açmadan jandarma er konustu:

"Vali Agabey bizim ilçeyi bastilar. Bölük yazicimiz Süleyman Aydin sehit oldu, çok sayida arkadasimiz yarali."

Kaymakam Mustafa Erdogan daha fazla direnemedi. Bulundugu koltuga yigildi. Bayilmisti. Kaymakami ayiltmak için kolonya dökülüyor, kendine gelmesi bekleniyordu. Kaymakam kendine gelip sakinlesince, olup bitenleri anlatti. Vali bir yandan tugayi ariyor, bir yandan da Ankara'yi haberdar ediyordu. Siyasi subede görevli izinli personelin, bulunduklari yerlerden hemen çagrilmasi için de harekete geçilmisti. Siyasi Sube Müdürü Cafer Sahin, yillik iznini geçirdigi Antalya'dan Siirt'e dogru yola koyulmustu bile.

Siirt'in Eruh ilçesinin basildigi haberini Siirt Valisi Recep Birsin Özen, Hakkâri'nin Semdinli ilçesinin basildigini ise Vali Arif Akbulut Ankara'ya bildiriyordu. Ankara'ya pes pese düsen "ilçe basildi" bombalan gümbür gümbür patliyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde güvenlik birimlerinin üst düzey yetkilileri karargâhlarindaydilar. "O gece" Türkiye'de ilçeler basilmis, terör örgütünün bundan sonraki kanli eylemleri için dügmeye basilmisti.

Teröristlerin yakalanmasi için bölgeye gönderilen özel birligin basinda ise Binbasi Korkut Eken bulunuyordu.

Korkut Eken, özellikleri nedeniyle Güneydogu'da yakindan biliniyordu. Hele onun Türkiye'de ilk kez gerçeklestirilen "uçak operasyonu" var ki, herkesin dilindeydi.

Yüzbasi Erdogan'a Ceza

Özel Harp Dairesi Baskani Tuggeneral Aydin Ilter, karargâhtaki odalari dolasmaya basladi. Özel birligin bulundugu alana sivillerin girmesi yasakti. Bu emir herkes için geçerliydi.

O sirada Yüzbasi Erdogan Gürkan'in ziyaretçisi ni­zamiyedeydi. Erdogan'in halasinin oglu uzun yoldan onu görmeye gelmisti. Nizamiyede bir süre oturdular. Karargâhta da yapilacak isleri vardi. Erdogan, komutani Binbasi Korkut Ekenin odasinin kapisini çaldi. Gelen zi­yaretçisinin halasinin oglu oldugunu belirterek,

"Izin verirseniz odama alayim" dedi. Eken, biraz da gönülsüz bir biçimde, "Al bakalim" dedi.

Misafir içeri alindi. Ama komutan Aydin Ilter, karargâhtaki odalari dolasirken Yüzbasi Erdogan'in oda­sindaki sivili gördü.

Aydin Ilter, Eken'i odasina çagirarak, "Erdogan'i hapsediyorum" dedi.

O zamana kadar böyle bir olay yasanmamisti. Hapis cezasi, Erdogan'in evine gönderilmemesi demekti. Arkadaslari Yüzbasi Erdogan'in hapis cezasi sirasinda yalniz kalmamasi için karar aldi. On sekizer kisilik gruplar halinde Erdogan'a eslik edeceklerdi. Yüzbasi Erdogan'in yaninda ilk kalacak grubun basinda Korkut Eken bulunuyordu.

Özel Harp Dairesi'nde bunlar yasanirken, Türkiye'de ilk kez bir uçak, yolculariyla birlikte hava korsanlari tarafindan Diyarbakir'a kaçirilmisti. Dönemin Devlet Baskani Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin Diyarbakir'da bulundugu bir sirada gerçeklesen bu eylem tam anlamiyla sok etkisi yaratmisti.

Türkiye'de ilk kez bir uçak kaçirma olayi yasanmisti. Uçak kaçirma olaylarinda ve rehine kurtarma konusunda uzmanlasmis bir tim yoktu. Diyarbakir'da bekleyis sürüyor, hava korsanlarinin teslim olmasi bek­leniyordu.

Özel Harp Dairesi Baskani Aydin Ilter, yardimcisi Korkut Eken'i aradi. Eken, evinde yoktu. Baskalarini aradi, onlari da bulamadi. Daireyi aradiginda, Ekenin dairede oldugunu ögrendi.

Komutan,

"Diyarbakir'a gideceksiniz. Ne kadar sürede ha­zirlanirsiniz?" diye sordu.

Eken,

"Yarim saatte haziriz komutanim" dedi.

Arkadaslarini yalniz birakmak istemeyen on sekiz kisi, özel teçhizat odasini açmis, kapisinin nasil açil­digini dahi bilmedikleri uçaga operasyon için ha­zirliklara baslamislardi bile. Hazirlanmalari çok kisa sürdü. Hapis cezasi verilen Erdogan Yüzbasi da ekibin arasindaydi. Ceza unutulmustu.

Etimesgut Havaalani'nin yolu tutuldu, kisa bir süre sonra özel tim Diyarbakir'a uçtu. Kaçirilan sivil uçakta bulunan rehineleri kurtarmak için olusturulan birlik, askeri uçak konusunda uzmandi, ancak ekibin büyük bir sorunu vardi: Yolcu uçaginin kapisinin nasil açilacagini bilmiyorlardi!

"Kapiyi Ben Açarim"

Diyarbakir Havaalani çevresinde siki güvenlik önlemleri alinmisti. Ekibin elinde uçakta kaç hava korsani bulundugu, ellerinde ne tür silahlarin oldugu, rehine sayisi ve gerekli olan hiçbir bilgi yoktu.

Havaalaninda kurulan komuta odasinda bekleyis sürüyor, hava korsanlarinin yolculari birakmasi ve teslim olmalarinin beklenmesinin uygun olacagi üzerinde görüsler yogunlasiyordu. Bazi komutanlar da, "Dünyanin gözü zaten Türkiye'nin üzerinde. Bu is, operasyonla so­nuçlandirilmali" diyordu.

Kritik Soru

Özel birlik, askeri uçagin içinde bekliyordu. Özel birligin sorumlusu olan Korkut Eken, askeri "uçaktan inerek komuta odasina gitti, istihbarat Subayi Binbasi Mustafa Yildirim, okul arkadasi Korkut Eken'i görünce rahatlamisti. Hararetle sarildi, "Sen geldin ya artik bu is çözülür" dedi. Birlikte komuta odasina gittiler. Eken, se­lamini verirken, "Özel birlik operasyona hazirdir" dedi.

Komuta odasinda, Kara Kuvvetleri Komutani Or­general Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutam Oramiral Nejat Tümer, Jandarma Genel Komutani Sedat Celasun, 7. Kolordu ve Sikiyönetim Komutani Korgeneral Kemal Yamak vardi. Celasun, Eken'e kritik soruyu yö­neltti:

"Daha önce hiç kaçirilan bir sivil uçaga operasyon yaptiniz mi?"

"Yapmadik komutanim."

Bu sözlerden hiç memnun olmamislardi. Celasun, "Keske operasyon için Jandarma birligini getirseydik" diye söylendi. Orgeneral Nurettin Ersin, Binbasi Eken'e sevecen bir ses tonuyla, "Bu isi yapabilecek misiniz ev­ladim" dedi. Eken, "Yapariz komutanim" karsiligini verdi.

Eken ve ekibi, sivil uçagin kapisini açmayi ba­sarmalari halinde islerinin kolaylasacagini düsünüyorlardi.

Pilotlara kapinin nasil açilacagini sordular. Onlar anlattilar, ama anlatmakla olmuyor, kapinin açilmasi teknik bir egitimi gerektiriyordu. Risk almak istemiyorlardi. Karamsarliga kapildiklari bir anda, orada bulunan bir teknisyenin sesiyle rahatlamalari bir oldu. Teknisyen,

"Kapiyi ben açarim. Gerisine karismam" demisti!

Evren: Kaç Dakika Sürer

Hava korsanlari uçagi Iran'a götürmek istiyordu. Saatler ilerliyordu. Eger operasyon yapilacaksa daha fazla gecikilmemeli, hava aydinlanmadan bu is bitirilmeliydi. Subaylardan birisi, kaçirilan uçakta bulunan pilotun arkadasiydi. Pilot, operasyon yapilmasini is­temiyordu.

Kenan Evren, Orduevi'nde kaliyordu. Nurettin Ersin aradi, "Komutanim, operasyonu yapacak olan tim ko­mutani 'yapanz' diyor. Emriniz?" dedi.

Evren, telefona operasyonu yapacaktim komutanini istedi. Ersin Pasa, telefonu Eken'e uzatti:

"Binbasi Eken, emredin komutanim."

"Bu isi yapabilecek misiniz?"

"Yapariz komutanim."

"Ne kadar sürer?"

"Kapiyi açtigimiz anda 25 saniye sürer."

"Allah yardimciniz olsun. Basarilar dilerim..."

Korkut Eken telefonu kapattiginda aklindan, "Ben ne dedim?" diye geçirdi.

Uçagin kapisinin nasil açildigi, içerde kaç kisi ol­dugu, rehinelerin durumu ve korsanlarin sayisi bi­linmiyordu. Ama Eken operasyonun yirmi bes saniyede tamamlanacagini söylemisti komutanina. Söylediklerine inanasi gelmiyordu. Dinleme cihazlari bile ol­madigindan uçakta ne olup bittigi bilinmiyordu...

"Öldürün Beni"

Ankara'dan gelen ve uçakta bekleyen tim, emri aldiktan sonra son hazirliklarini yapmaya basladi. Kimin hangi görevi yapacagi belirlendi. Teknisyen kapiyi açar­ken içeriye girilecekti.

Tim, omuz omuza tutunup ilerlerken, teknisyeni bir titreme aldi. Uçagin altina kazasiz belasiz gelinmisti. Teknisyen aglamaya basladi:

"Ben yapamayacagim, ben kapiyi açamayacagini." Komutan sinirlenmisti:

"Gelmeden önce kapiyi açacagini söylüyordun. Biz de sana güvendik. Kapiyi açacaksin!"

"Yapamam..."

"Canim kardesim, madem açamayacaktin niye aça­rim dedin."

Ama teknisyen korkudan titriyor, agliyordu. Ko­mutan sinirlendi. Kolundan tuttu, tek hamlede yere ya­tirdi. Silahi kafasina dayadi:

"Öldürürüm ulan seni. Kapiyi açacaksin. Bu kadar insan kurtarilmayi bekliyor."

"Öldürün, öldürün ama bana kapiyi açtirmayin."

Yapacak bir sey yoktu. Devlet Baskani'na ope­rasyonun yapilacagi söylenmis, operasyon emri alinmisti. Artik ne pahasina olursa olsun uçaga girilecekti. Artik geri dönüs yoktu.

Kapi Açilmiyordu

Kapiyi açmasi için ölümle tehdit ettikleri tek­nisyenle birlikte uçagin kapisina yüklendiler. Kapi açil­miyordu. Teknisyen ve operasyon timi kapinin neden açilmadigina bir anlam veremedi.

Sonradan anlasildi ki, uçagi kaçiran korsanlar, ka­piyi içerden kravatla baglamislardi. Korsanlarin da, kurtarma timinde yer alanlar kadar deneyimsiz oldugu an­lasiliyordu.

Kapiyi açmak için timler var güçleriyle kapiyi zor­luyordu. Uçagin içinden rehinelerin feryatlari yük­seliyordu.

Uzun bir çabadan sonra tim uçaga girmeyi basardi. Silahlar patladi ve operasyon kapi açildiktan sonra bir dakika bile sürmemisti.

Uçaga ilk girenlerden biri olan Erdogan Yüzbasi, bir teröristi yakasindan tutmus, kapiya dogru sürüklüyordu.

Korkut Eken,

"Atma sakin. Atmayin sakin" diye bagirdi.

Yüzbasi Erdogan, Eken'in sözünü duymamisti, hava korsanini disariya firlatti. Uçaktaki kontrolü ele geçiren tim, korsanlardan birinin koltuklarin arasina saklandigini gördü.

Hostes: "Gidin Buradan"

Uçagin hostesi, özel donanimli, özel kiyafetli as­kerleri hava korsanlari zannederek,

"Çekilin, gidin" diye bagirdi.

Özel birlik elemanlari, hostese kendilerini ta­nittilar. Ortalik sakinlesti. Uçak korsanlarinin rehin al­digi yolcular tahliye edilmeye baslandi. Rehin alinan yolcular,  endise ve sevinci bir arada yasadiklarini yüzlerindeki ifadeye yansitmislardi.

Yolcular tahliye edilirken, namlular hep uçaga dö­nüktü. Uçagin disinda bekleyen özel birlik elemanlarinin elleri tetikte, yolcularin sag salim tahliye edilmesi için bekliyordu.

Uçaktan apar topar çikanlari uzaktan gören ve namlularini onlara dogru yönelten askerlerden birisi, gelenleri terörist sandi. Silahindan çikan kursun, özel birlikte görevli Yüzbasi Suat Karadag'in paçasini delip geçti. Yolcular, rehineler zarar görmeden operasyon ta­mamlanmisti. Operasyon bitmis, görev yerine ge­tirilmisti...

Bu olay güvenlik görevlilerine büyük bir ders oldu. Türkiye'de rehine kurtarma konusunda uzman, uçak baskini yapacak timlerin olmamasi büyük bir eksiklik olarak görüldü. Rehinelere zarar vermeden operasyon yapacak, her türlü olayin üstesinden gelebilecek özel bir birlik olusturulmasi gerektigi bu olayla ortaya çikmisti. Sivil uçaga karsi düzenlenen korsan saldiriyi büyük bir basariyla bertaraf eden özel birlik, bir dahaki sefere bu kadar basarili olamayabilirdi. Çünkü yolcu uçaklari ko­nusunda hiçbir bilgiye sahip degillerdi.

"Altin" Denildi Ama...

Türkiye'de ilk kez bir uçaga operasyon düzenlenmis, o güne kadar sivil uçaklar hakkinda yeterli bilgisi olmayan özel tim, önemli bir sinav vermisti. Operasyonlari gerçeklestirenler, geldikleri gibi sessizce gittiler. Kimse onlari görmedi.

Operasyon sonrasi otobüse bindiler. Korkut Eken'i bekliyorlardi. Otobüsün içindeki sigara dumanindan, göz gözü görmüyordu. Kendi aralarinda durum degerlendirmesi yapmaya baslamislardi.

Hava korsanlari, içini oyduklari kalin bir kitabin içine yerlestirdikleri tabancayi uçaga sokmayi ba­sarmislardi. Yolculardan para, yüzük ve bilezik top­lamislardi. Korsanlarin üzerinde yakalanan altinlar yet­kililere teslim edilmisti.

Korsanlarin, soygun amaçli bir eylem ger­çeklestirdikleri izlenimi dogmustu.

Özel birlik elemanlari geldikleri uçaga binerek An­kara'ya döndüler. Ankara'daki karargâhlarina gel­diklerinde, ödül olarak her zamankinden daha zengin bir sabah kahvaltisi hazirlanmisti. Erdogan Yüzbasi'ya verilen ceza da unutulmustu. O günden itibaren "ugur­suzluk getiriyor" diye Özel Harp Dairesi kapilari sivillere siki sikiya kapatildi.

Türkiye bu timi uzun süre konustu. Hepsinden övgüyle söz edildi. O günlerde Ankara Oteli'nin ha­vuzuna giden operasyonda görevli iki subay, yan tarafta güneslenmekte olan kisilerin operasyonu konustuklarini duydu. Birisi söyle diyordu:

"Valla, devlet istesin, o operasyonu yapanlara birer daire hediye ederim."

Özel birlikte görevli subaylar bu konusmayi te­bessümle dinlediler.

Subaylardan biri,

"Biraksin daire vermeyi, içtigimiz çayin parasini bile bizden alirlar" dedi.

Gülüstüler. Diger subay da serinlemek için kendini havuza atti... Operasyonu yapanlara daire hediye ede­cegini söyleyen müteahhit hâlâ onlardan söz ediyordu...

Ertesi gün Kenan Evren'in operasyona katilanlara 10'ar bin lira ve altin saat verecegi söylendi. Söz tutuldu. Saatler verildi. Ama "altin" denilen saatlerin altinla hiç ilgisi yoktu!

Samedo "Haci" Olmus, Daglar Emino'ya Kalmisti

PKK'nin ilçe baskinlarindan sonra özel birlikler Güneydogu'ya kaydirilmisti. Bu durum en çok dag­lardaki kanun kaçaklarini etkilemisti. Gerçi "Samedo" çetesiyle birlikte dagdan ineli yillar olmustu. Ama dag­larda birileri arandigi zaman "Samedo" yine öne dü­süyor, Jandarmanin aradigi kisilerin bulunmasi için yar­dimci oluyordu. Samedo "düz"e inmisti, ama daglarda onun yerini yeni çeteler almisti. Kanun kaçaklari yol kesiyor, bazilari bu paralan yörede fakir fukaraya da­gitiyorlardi. Samedo da, hacca götürdügü kisilerin pa­rasini yillarca yol keserek biriktirmisti. Paralan "kizanlarindan saklamak için neler yapmamisti ki...

Yillarca yol kesmis, soygun yapmis, çok kisinin günahini almislardi. Samedo, günahlarindan kurtulmak için etrafindaki fakir fukarayi hacca götürmeye karar verdi. O günlerde "yol keserek, milleti soyarak elde edi­len parayla hacca gidilirse kabul edilmez" diyenler oldu. Samedo, kafileye bir hoca dahil etmek istedi. Hoca fet­vayi verdi: "Soygun parasi da olsa hacca gitmek caizdir..." O dönemde karayolu ile hacca gidiliyordu. Samedo, tüm masraflarini karsilayip yirmi bes kisiyi "haci" yapti. Ki­lolarca hurma, bidon bidon zemzem suyu getirdi...

Samedo'ya, Hekimo'ya, Emino'ya da görev düs­müstü. Uçsuz bucaksiz daglari, magaralari en iyi onlar taniyordu. PKK'lilarin nerede barindiklarini en iyi onlar bilirdi. Sason Jandarma Komutanligi'nda hepsine görev verildi.

O dönemde "asker katili" olmak suçundan on üç yildir aranan Emino, kollarini iple bagladigi iki kisiyi iterek ilçeye getiriyordu. Jandarma Komutanligi'nin önüne geldiginde, "Bunlar PKK'lidir. Teslim etmeye ge­tirdim" dedi.

Daha önce yakalanmasi için müfrezeler gönderilen, her seferinde askerin elinden kaçan Emino, affedilmisti. Simdi devlete çalismaya baslamisti. Çünkü onun gibilere çok ihtiyaç vardi. Silahini, mermilerini bile asker ve­riyordu. O artik, çetesiyle beraber, yakalanma korkusu olmadan terörist ariyordu.

Ilk Büyük Operasyon

Asker katili eskiyanin getirdigi iki kisi o dönem Sason'un bagli oldugu Siirt yerine, PKK ile ilgili tüm bil­gilerin toplandigi ve basinda Emniyet Müdür Yardimcisi Aydin Genc'in bulundugu Diyarbakir'a götürülüyordu. Sorgulamalar, istihbaratlar tek merkezde de­gerlendiriyordu. Emniyet'in özel harekât timleri bu­lunmadigi için operasyonlari da askerler yapiyordu.

Yakalanan iki kisinin sorgularinda önemli bilgilere ulasilmisti. "Cahit" kod adli teröristin Sason bölgesinde oldugu ögrenilmisti. Kis kiyamet. Ne yol var, ne iz. Sason'daki Yatili Ilkögretim Bölge Okulu askeri karargâh haline getirildi. Güneydogu'da ilk kez bir okul askerlere tahsis ediliyor ve harekât merkezine dönüstürülüyordu. Operasyon hazirliklari günlerce sürdü. Bu kis ko­sullarinda böyle bir operasyonu yapacak özel birlige yedi günlük "dis görev" emri verilmis ve yirmi kisi Sason'a "intikal" etmisti.

Özel birligin gelisinin üzerinden alti gün geçmisti. Sekiz kisilik PKK grubunun yeri bir türlü belirlenemiyordu. Ankara'dan giden özel birlige bagli dört timden üçü Sason bölgesinde, bir tim ise Dargeçit çevresindeydi. Dargeçit'ten kötü bir haber geldi, Sihhiye Astsubay Yüksel Batir sehit edilmisti. Teröristler ise kaçmayi basarmislardi. Özel birligin ilk sehidi kayitlara Astsubay Yüksel Batir olarak geçti. Bu olay, özel birlikte sok etkisi yaratti. Teröristlerin bu yörede oldugu bi­liniyor, ama bir türlü bulunamiyordu.

Gece yarisindan sonra gelen bir istihbarat son umutlariydi. Teröristlerin Helloyum civarinda oldugunu ortaya koyuyordu. Jandarma çevre emniyetini alacak, operasyonu Ankara'dan gelen özel birlik ger­çeklestirecekti. Baslarinda Binbasi Korkut Eken bu­lunuyordu.

Özel birligin namini herkes biliyordu. Hele 12 Eylül harekâtindan hemen sonra gerçeklestirilen Türkiye'nin ilk uçak operasyonu dillere destandi, iste o birlik "imha" için gelmisti.

Özel birlik, helikopterle bölgeye atildi. Karlar üze­rinde yürümek mümkün olmuyordu. Ancak sürünerek ilerleyebiliyorlardi. Binbasi Korkut Eken en önde, on metre arkasinda Yüzbasi Zeki Önal vardi. Dere yatagina indikten sonra bata çika degirmene dogru ilerlediler. Diger tim yamaçtan sürünerek geliyordu. Karlar üzerindeki izler burada "birilerinin" oldugunun isaretiydi. O isaret daha fazla gecikmedi...

Bir silah patladi. Sihhiye Astsubay Sinan vu­rulmustu. Üzerlerine mermi yagiyor, karlar üzerinde si­kisan tim ilerleyemiyordu. Kendilerine yol gösteren PKK'li da orada açilan ates sonucu öldürüldü. Helloyum Mezrasi cehenneme dönmüstü. Mermiler karlari kal­diriyor, özel birlik, teröristlere yaklasmak için çaba gösteriyordu...

Yüzbasi Zeki de basindan yaralanmisti. Korkut Eken, dere yatagindaki bir tasin arkasinda sürünerek ilerlemeye çalisirken, bir teröristin hedef alani içine girdiginin farkinda degildi. Yüzbasi Zeki, "Komutanim dikkat" diyordu ama silah sesleri arasinda bu ses du­yulmuyordu. Yüzbasi Zeki canini ortaya koydu, te­röristi öldürdü. Ancak kendisi de yaralanmaktan kur­tulamamisti...

Operasyon tamamlandiginda sekiz PKK'li öl­dürülmüs, Astsubay Sinan olay yerinde, Astsubay Birol hastanede sehit olmustu. Kendilerine yol gösteren te­rörist de öldürülmüstü. Yüzbasi Zeki ise basindan ya­ralanmisti. Korkut Eken, Zeki Yüzbasinin migferini çi­karip basina baktiginda, aciyla yüzünü burusturdu. Et parçalari migfere yapismisti... Yüzbasinin yüzünü ok­sadi, "Geçmis olsun" deyip kanli basini öptü...

Zeki Yüzbasi, basindaki sargi açilmadan bu kez Tunceli'de gerçeklestirilen bir operasyona katildi. Sar­gisi açildiginda dikis izleri sanki bir fermuar görünümü almisti. Arkadasini bu haliyle gören komutan güldü:

"Yerinde duramadigin için yenge yola çikarken sana 'Insallah basinda bir fermuar açilmaz' demisti. Ba­kiyorum da basinda tam bir fermuar izi var."

Komutan Çelik Yelegi Giydi

Özel birligin dört timi nokta operasyonu için haber bekliyordu. Tim komutani Yüzbasi Suat Karadag'a, Sir­van'a bagli Hürmüz mezrasina teröristlerin gece geldikleri, gündüzleri ise üç kilometre ötede bulunan ma­garaya gittikleri yolunda bilgi ulasti.

Operasyon plani yapildi. Sabahin erken saatinde özel birlik helikopterle iki ayri noktaya indirilecek, te­röristlerin bulundugu yere göre diger tim onlara destek için gelecekti. Teröristlerin o saatte köyde bulundugu saptandi. Ev iki katliydi. Alt kat ahir olarak kul­laniliyordu. Üst katta da ev sahibi oturuyordu. Te­röristlere teslim olmalari için çagri yapiliyor, çagrilara silahla cevap veriliyordu. Ahirdan, "askerler, ko­mutanlariniza inanmayin, gelin bize teslim olun" diye bagiriyorlardi. Saatler ilerliyor, teröristler teslim ol­muyordu. Ölü olarak ele geçirmeleri sorun degildi. On­lari sag ele geçirip sorgulamak istiyorlardi.

O günlerde Siirt 70'inci Tugay Komutanligi'na, daha sonra Asayis Kolordu Komutanligi da yapacak olan Tuggeneral Hasan Kundakçi atanmisti. Operasyon bir türlü yapilmayinca, Kundakçi telsizde, "Niye yap­miyorsunuz, ne duruyorsunuz?" diye bagirdi. Kundakçi da operasyon bölgesine gitmeye karar verdi. Helikoptere binerken, kendisinden istenen tahrip kaliplarini da gö­türüyordu.

Operasyonun uzatilmasina sinirlenmisti. "Özel birliksiniz, helikopterle evin damina inip niçin dalmiyorsunuz?" dedi. Bir komutan, asagidan ates edilmesi ha­linde tahtadan merminin geçip operasyon ekibine zarar verecegini belirtti. Kundakçi, çelik yelegi giydi, pesinden Yüzbasi Suat Karadag geliyordu. Karadag, "Komutana, önce tahrip kaliplarini yetistirelim" dedi.

Özel birlik mensuplari kaliplari binanin dört bir yanina yerlestirmeyi basardilar. Teröristlere son çagri yapildi, teslim olmuyorlardi. Patlama oldu. Bina ye­rinden kalkti, oturdu. Patlama sirasinda kapinin altinda bulunanlardan birisi, o karisiklik sirasinda hemen ahirin elli metre ilerisinde bulunan yara kendini atmisti.

Operasyon bölgesinde bulunan Emniyet Müdürü Aydin Genç, "Büyük ihtimalle kaçmistir" dedi. Yüzbasi Suat Karadag, "Ben o adama en az on kursun siktim. Bunlardan en az sekizi isabet etmistir. Isabet et­tiremedigime inanamiyorum. O haliyle daha fazla kaç­masi mümkün degil" karsiligini veriyor, bir yandan da "kaçirdigina" öfkeleniyordu.

Arazi aramasina yeniden baslandi. Bir yarin et­rafinda sarkaçlar olusmustu. Bir astsubay "Acaba bun­larin arkasinda gizlenmis olabilir mi?" diye daha dik­katlice bakti... Birden bagirdi:

"Teslim ol, teslim ol."

Sarkaçlarin arkasindan çamurlara bulanmis bir ki­sinin önce ayaklan görüldü. Astsubay "Kosun burada" di­yordu. O buzlar arasindan çikan kisi, daha sonra PKK'nin cezaevi sorumluluguna getirilen Sabri Ok'tan baskasi de­gildi.

O Puslu Gece

Irak sinirindan gelen haberler kötüydü. Irak si­nirindan girecek olan gruplar karakol basacakti. Ankara'dan gönderilen özel birligin üç timi nerede önemli olay bekleniyorsa oraya gönderiliyordu.

Gürvil Dagi karli, buzlu. Özel timin sabahi bek­lemeden yola çikmasi gerekiyor. Yanlarinda onlari bu­lusma yerine götürecek bir militan var. Yola çiktiklarinda, arkalarindan, "Bunlarin hepsi delirmis. Bu havada yola çikilir mi?" diye söylenirken birisi, "Onlar özel harpçi. Soguk islemezmis" karsiligini verdi.

Sisli bir hava. Göz gözü görmüyor. Böyle havalarda çok yakin bir mesafeden ses bile duyulmaz. Gece görüs dürbünleri siste bir ise yaramaz. Sogukta, siste yürüyemiyor, bilmedikleri bu dag basinda karanligi ya­rarak ilerlemeye çalisiyorlardi.

Bulusma yerine yaklasilmisti. O saate kadar yan­larinda olan militan birden kaçmaya basladi. Sisler ara­sinda kaybolurken, ona en yakin üç kisi de onun pesinden kosmaya basladi. Gerilerinde olan ve izleri sürerek yü­rüyenler o anda ne oldugunu anlamamislardi.

Dere yataginin üzerinde yetisti. Botlari su dolmus, elbiseleri islanmisti. Az önce üsüyen, sogukta don­mamak için daha hareketli, daha hizli yürümek isteyen komutan ve onlara yol gösteren militan ter içinde kal­misti. Nefes nefeseydiler. Onlarin pesinde olan iki asker de yetismisti.

"Bize göstereceksin bulusma yerini. Bak o yüzden bu soguklarda buradayiz" dedi komutan. Astsubay Nurettin Incekar, kelepçesini çikardi. Halkayi sol bilegine geçirirken, digerini militanin bilegine takti.

Nefestendiler. Saatlerdir sisler arasinda yü­rüyorlardi. Üstegmen Mustafa, "Istanbul'da eglence bu saatlerde devam ediyordur" diye aklindan geçirdi. Sigarasindan bir daha çekti. Yere atti. Ayagini çevirerek ezdi. Geride sigarasinin sari filtresi kalmisti.

Botlarina dolan su nedeniyle hem komutan, hem militan yürümekte zorluk çekiyor, ayaklari donuyordu. Yalniz onlarin degil, derelerden geçerken digerlerinin de botlari islanmisti. Yüksege dogru tirmandikça soguk artmaya baslamisti.

Militan, "Çok sükür geldik" dedi. Geldikleri yer ko­yunlarin konuldugu, etrafi taslarla çevrili bir yerdi. Bulusma burada olacakti. Sis... Göz gözü görmüyor. Etrafi taslarla çevrili yere Binbasi Korkut Eken, Yüzbasi Zeki Önal ve Saban Astsubayin girmesi planlandi.

Kim, ne zaman, kaç kisi gelecekti? Bilinmiyordu. Koyunlarin disari çikmamasi için etrafi taslarla çevrili olan yerin, giris yeri taslarla kapatilmaya baslandi. Böy­lece bulusma yerine gelecek kisinin duvari atlarken sesi duyulabilirdi.

Saatler ilerliyor. Gelen, giden yok. Militan, bilegine kelepçeli oldugu Nurettin Astsubaya yalvarmaya basladi:

"Basçavusum donuyorum. Kurtarin beni."

"Oglum dogru söyle, bu adamlar gelecek mi? Yoksa bekledikçe burada hepimiz donacagiz."

"Söylediklerim dogrudur. Ayaklarim kipirdamiyor komutanim. Ne olur beni kurtar."

Nurettin Basçavusun gözünün önüne oglu geldi. "Tamam, tamam" deyip militanin ayakkabisini çikarmasina yardimci oldu. Militan bir eliyle kendi ayagini ovarken, Nurettin Basçavus da öbür ayagini ovuyordu. Kendisi de perisan durumdaydi. Bir ara kelepçeleri çikarmayi aklindan geçirirken, "Ya kaçarsa, o zaman ko­mutanima ne derim" diye düsündü. Çantasindan çikardigi kuru çoraplari militana giydirdi. Bekleyis sürüyordu. Hemen herkes çoraplarini degistirmisti. Ama o islak botlar, o sessiz bekleyis onlari perisan ediyordu. Parmaklarini oynatamiyorlardi. Soguktan donacak gi­biydiler.

Yerde tam siper yatan Binbasi Korkut, Yüzbasi Zeki ve Astsubay Saban'in elleri tetikteydi. Ölüm sessizligini, içeriye girmek isteyen militanlardan birisinin duvardaki bir tasa dokunmasi ve tasin yere düsmesi bozdu.

"Bomba... Bomba"

Astsubay Saban, sesin geldigi tarafa en yakin kisiydi. Yere düsen tasi bomba sandi. Bagirdi:

"Bomba, el bombasi."

Üç kisi o anda kendilerini taslarinin arkasina atarken, aydinlatma lambasini patlattilar. Bulusma yerine iki terörist gelmisti. Zorlanmadan teröristleri yakaladilar. Yine ayni yerde beklemeye devam ettiler. Saatler ilerliyor, gelen olmuyordu.

Eken, Zeki Yüzbasi'ya "Ben donuyorum" dedi. Artik yeni teröristlerin gelecegine ihtimal verilmiyordu. Bir kayanin dibine gittiler. Üstegmen Mustafa Atun, Korkut Eken'in ayaklarini ovuyordu. Mustafa da kendisinden farkli degildi. Donmamak, ölmemek için çaba gösteriyorlardi. Mustafa karnini açti, komutaninin ayaklarini yerlestirdiler. Daha sonra Eken'in ayaklarini "koltuk alti daha sicak" diye oraya yerlestirdiler.

Herkes donmamak için mücadele veriyordu. Irak sinirina sifir noktadaki bu daglarda onlar donmamak için mücadele ederken, baska bir dagda benzer bir olay yasaniyordu.

"Böyle Ölelim"

Örgüt militanlarinin bulusma noktasinda sa­atlerdir pusuda bekliyorlardi. Ne gelen vardi, ne giden. Özel Harekâtçi Mecnun'un titrerken disleri birbirine vu­ruyordu. Silahinin dipçigini yüzüne sürüyordu. Don­mamak için nefesini avuçlarina veriyordu.

Yalniz Mecnun mu? Herkes ayni durumdaydi. Sa­atlerdir yagmur yagiyordu. Onlar "dönüs" emri beklerken, ikinci bir emre kadar pusu yerini terk etmemeleri istendi. Görünmesin diye pusu yerinde sigara içemiyorlar, ates yakamiyorlardi. Ölüm sessizligi çökmüstü.

Mecnun'un aklindan, "Istanbul'da, Ankara'da eg­lenenler, esinin, çocuklarinin, sevgililerinin yaninda olanlar" geçiyor, bir an içini hirs kapliyordu.    Sonra kendi kendine 'vatan, millet ve de görevim1 diyor, don­mamak, ölmemek için kendini dolduruyordu.

Içlerinden biri ayaga kalkti, "Arkadaslar biz burada ölecegiz. Donarak ölecegimize, hiç degilse terörist kur­sunuyla ölelim. Biz ölürken onlardan da bazilarini ge­bertiriz" dedi.

O an yagmurluklarinin altinda yerde siper olan özel tim elemanlarinin hepsi "Dogru" dedi. Ayaga kalktilar. Çali çirpi toplamaya basladilar. Pusudan kalkmis, teröristlerin hedefi haline gelmislerdi.

Güçlükle de olsa atesler yakildi. Etrafinda büyük halka olustu. En çok da ayaklan üsümüstü. Biraz isin­dilar. Yagmur artmaya, ates sönmeye basladi. O gün timden bir eksikleri vardi. Yozgatli Necip. O bugün ev­leniyordu. Birisi, "Hadi Necip'in dügününe gitmis gibi halay çekelim. Bu sayede isiniriz" dedi.

Necip'in dügünündeymis gibi oynuyor, türkü söy­lüyorlar, halay çekiyorlardi. Bu, saatlerce sürdü.

Emir geldi:

"Merkeze intikal edin..."

Onlar donmamak için ölümü göze almislar, zir­vede halaya tutusmuslardi...

Odaya Daire Baskani Girdi

MIT, Emniyet Genel Müdürlügü Istihbarat ve Terör Dairesi mensuplari, resmi görevliler disinda, ajan olarak çalistirdigi kisilere "eleman" derler.

Mehmet Eymür'ün MIT Kaçakçilik Dairesi Bas­kanligi görevinde bulundugu dönemde, yardimciligini Korkut Eken yapiyordu. Eken, MIT'e yeni gelmisti. Ne olup bittigini fazla bilmiyordu. Daha çok personelin egitim konusuna kendisini vermisti. Motosikletli ekip­lere atis egitimi veriyordu.

MIT'in hazirladigi raporun nasil sizdigi konusunda bugüne kadar degisik iddialar ortaya atildi. Eymür ve Aytek'e yakinligi ile bilinen gazeteci B.S, altin kaçakçiligi konusunda arastirma yapmakta olan meslektasi I.T. ile birlikte Ankara'ya geldi. Havaalaninda onlari Korkut Eken'in gönderdigi soför karsiladi. Dogruca MIT'in Yenimahamalle'deki binasina gittiler.

Görüsme yapilirken, Emniyet Genel Müdürlügü Ka­çakçilik ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Baskani Atilla Aytek girdi. Aytek, eskiden beri tanidigi gazeteciyle öpüstü, meslektasini tanitirken "Arkadasimizin altin ka­çakçiligi konusunda bir arastirmasi var. Yardimci olur­saniz memnun olurum" dedi. Aytek, gazeteciye " Yarin daireye bekliyorum" deyip ayrildi.

"Sen Ayrilma"

Gazeteciye o gün verilen raporda, bazi üst rütbeli subaylarin özel yasamindan, kirli iliskiler içinde oldugu belirtilen Emniyet mensuplarina kadar degisik iddialar yer aliyordu. Bu rapor, Emniyet içindeki gruplasmalari artirdi. Rapor bomba gibi patladi. Aylar süren so­rusturmalar   sonucu   düzenlenen   rapor,   "kelle"   kopartiyordu. MIT Müstesar Yardimcisi Hiram Abas, Ka­çakçilik Dairesi Baskani Mehmet Eymür emekliye sevk edildi. Emniyet Genel Müdürlügü Kaçakçilikla Mücadele Dairesi Baskani Atilla Aytek de Eskisehir'e gönderildi. Bu ekibin Istanbul’daki yakin dostlari Bülent Kiliçtepe ise Antalya'ya tayin edildi.

Dönemin MIT Müstesari Hayri Ündül, Korkut Eken'in ordudan komutaniydi. Kendisini çok seviyor ve güveniyordu. Korkut Eken'i odasina çagirdi:

"Korkut senin bu raporla ilgin olmadigini bi­liyorum. Burada kalmak istemiyorsan seni Samsun Bölge Baskanligi'na gönderelim."

Eken ayrilmaya karar verdi. Orada görevli ar­kadaslarina veda ederken, bir baskan "MIT'e gelip de kisa bir sürede bu kadar söhret sahibi olan belki de ilk insansin" dedi. Eken, gözleri yasli olarak binadan ayrildi.

"Buz Fabrikasi Kuralim"

Eymür ve yardimcisi Korkut Eken MIT'ten ay­rildiktan sonra maddi yönden hayli sikinti çektiler. Eymür'ün annesi hem ogluna, hem oglundan ayirt et­medigi Eken'e ara sira cep harçligi veriyordu. Gece gün­düz birlikteydiler. MIT'teki günlerini aniyorlar, nerede kimin hata yaptigini degerlendiriyorlardi.

Bogucu bir Antalya sicaginda tatil yaparlarken, "Burada buz fabrikan olacak arkadas, paraya para demezsin" diye konusuyorlar. Eski MIT’çilerin kafasina buz fabrikasi kurmak yatiyor. Ticarete nasil basladiklarini Korkut Eken söyle anlatiyor:

"Mehmet Eymür'ün kayinpederinin yardimi, ban­kadan aldigimiz krediyle Antalya'nin Varsak kasabasinda modern bir buz fabrikasi kurduk. O dönemin en modern fabrikasiydi. El degmeden küp buz üretiyorduk. Ama ti­caret, isadamligi devlet görevine alismis bizlere uy­muyordu. Ürettigimiz buzu pazarlayamadik. Sikintiya düsmeye basladik. Dagittigimiz buz saklama dolaplari esnafa gelen haciz sirasinda götürülüyordu."

Örgüt Peslerindeydi

Buz fabrikasinin Ankara Farabi Sokak 6/4'de bü­rosu vardi. Burasi fabrikanin islerinin yapilmasindan çok, dostlariyla bulusma yeriydi. O günlerde yedi kisinin öldürüldügü "Dikilitas Operasyonu"nda örgüt evinde, suikast yapilacaklarin listesi ele geçirilmisti. Bunlar ara­sinda Mehmet Eymür ve Korkut Eken ile ilgili ayrintili bilgiler yer aliyordu. Örnegin, korumasinin Eken'in kaç metre arkasindan yürüdügü bilgisine bile yer verilmis, suikastin Farabi Sokak'ta ya da Varsak'taki buz fab­rikasinda yapilmasi öngörülmüstü. Onlar da hedef ol­duklarini biliyorlardi.

Ama kolay lokma degillerdi. Özellikle Eken'in silah kullanma konusundaki ünü biliniyor, üç saniye içinde silahi çekiyor, atesliyor ve hedefi vuruyordu.

Antalya Emniyet Müdür Yardimcisi Bülent Kiliçtepe'nin, Mehmet Eymür ve Korkut Eken ile yakinligi biliniyordu. Bu sirada buz fabrikasinin yapimi sirasinda elektrik donanimi ile ilgili bir sorun çikmisti. Kiliçtepe, elektrik mühendisi olan Zeki diye bir çocuk taniyordu. Zeki'nin Iranli esi de elektrik mühendisiydi. Malatyali Zeki, sik sik kent degistiriyordu. Kiliçtepe, Zeki'yi Meh­met Eymür ve Korkut Eken'in yanina götürdü. Zeki, "Burada yapilacak çok is var" dedi. Parayi hiç ko­nusmuyor, "önemli degil" diyordu.

Buz fabrikasinin yatak odasinda Korkut Eken ile Zeki birlikte kaliyordu. Zeki gün boyu çalisiyor, Korkut Eken'in anilarini dinliyordu.

Korkut Eken, erken yatiyor, erken kalkiyordu. Sabah kalkinca da Zeki'nin kahvaltisini hazirliyordu. Agabeykardes gibi olmuslardi. Zeki, Eken'e, "Ben sizi böyle dost birisi olarak bilmiyordum. Görünüsünüzden çok farkli bir insanmissiniz" diyordu.

"Öyle mi, Madem Öyle"

Korkut Eken'e, Özel Harp Dairesi'ndeki eski bir ko­mutani telefon etti, "Korkut aksama Antalya'dayim. Bir­likte olalim" dedi. Eken, "Emredersiniz komutanim" karsiligini verdi. Bulustular.

Birlikte yemek yediler, raki içtiler. Eken, rakisina buz atarken, "Komutanim sen bizi bir seye ben­zetemiyorsun ama su gördügün buzu bizim fabrikada üretiyoruz. Bu lokanta da bizim müsterimiz. Bak ticareti yavas yavas ögreniyoruz" dedi. Eken, her zamankinden biraz daha fazla buz atti içkisine. Komutani, "Evladim fazla at, daha çok buz alsinlar" diye espri yapti...

"Hadi serefine." "Sagliginiza komutanim."

Gece Varsak'a döndügünde Mehmet Eymür'ü fab­rikanin kapisinda gördü. Eymür sinirliydi:

"Korkut, beni karsilaman lazimdi."

"Niçin?"

"Buranin patronu benim."

"Sahi mi? Gerçekten patronum sen misin?"

Sesi titriyor, içkinin de etkisiyle ne söyledigi ye­terince anlasilmiyordu. Hizla kaldigi odaya yürüdü. Odada mühendis Zeki vardi. Kapi hizla çarpinca, Zeki yastiginin altindan silahi çekti:

"Sen miydin Korkut Abi? Korkuttun beni..."

Eken, "Öyle mi, patron sen misin?" diye söyleniyor, bir yandan da elbiselerini topluyordu. Orada bulunan eski arkadasi Bedri, "Yapma Korkut, siz iki arkadassiniz, el ne der?" diye söyleniyordu. Ama Eken için dönüsü yoktu. Bedri Bey'in Kartal marka otomobiline bindiler. Iki eski dostun ortakliklari o geceden sonra bitti.

"Seni Öldürmek Için Görevlendirildim"

Korkut Eken, buz fabrikasinin ortakligindan ay­rildiktan sonra Ankara'ya döndü. BOTAS'a müfettis ola­rak basladi. Eymür'le ortakliklari bitmesine ragmen gö­rüsüyor, dostluklari devam ediyordu.

Korkut Eken'in BOTAS'taki odasinin telefonu çaldi. Arayan kisi Korkut Eken'i sesinden tanimisti:

"Abi ben Zeki, mühendis Zeki, hatirladin mi?" “Hatirlamaz olur muyum? Nasilsin?"

"Agabey sikintidayim. Ziyaretine gelmek is­tiyorum. Yarin müsait misin?"

"Bekliyorum."

Zeki yanina geldiginde, hemen konuya girdi:

"Abi söze nereden baslayacagimi bilemiyorum. Ben seni ve Mehmet Eymür'ü öldürmek için görevlendirildim. Örgütün Dogu Anadolu Bölge Sorumlusuyum. Ama sizi hem sevdim, hem nasil silah kullandiginiza defalarca tanik oldugum için korktum."

"Yapma yahu. Saka yapmiyorsun degil mi?"

"Degil abi. Simdi bu isi yapamadigim için beni öl­dürürler. Bana sahip çikin."

Eken, Zeki'yi MIT'e götürdü. Kendisine Zeki'yi ta­nistiran Emniyet Müdür Yardimcisi Bülent Kiliçtepe'yi MIT'teki dostunun odasindan aradi:

"Bülent senin Mühendis Zeki kim biliyor musun?"

"Anlamadim abi."

"Senin getirdigin adam örgüt elemani. Bizi öldürecekmis. Simdi alt katta gözleri bagli ifade veriyor..."

Aslinda hedeflerden birisi de Bülent Kiliçtepe'ydi. Onun arastirmasini da yapmislar, Eken ve Eymür'e ancak onun araciligiyla ulasilacagini belirlemislerdi. O günden itibaren Bülent Kiliçtepe makam otomobiline binmedi, degisik araçlar kullanmaya, ise gidis saatlerini de­gistirmeye basladi. O günlerde Yat Limaninda bes ayri patlama oldu. Patlamalardan birisi, Kiliçtepe'nin oda­sinin hemen önünde gerçeklestirildi.

Zorlu Egitimde Iki Subay

Türkiye'de ilk uçak kaçirma eyleminden sonra, re­hine kurtarma, uçak baskini operasyonlarini yapacak timlerin eksik oldugu anlasildi. Özel Harp Dairesi Özel Birlikler Komutani Korkut Eken ve Harp Okulu'nda iki sira gerisinde oturan Esref Hatipoglu en zor egitimlerden geçen subaylardi.

Egitim döneminde otuz alti kisi vardi. Otuz alti ki­siye tam yetmis iki kisi hocalik yapiyordu. Inanilmaz bir egitim veriliyordu. Eken ve Hatipoglu, Türkiye'den böyle bir egitimi alan "ilk"ler oldugu için o inanilmaz zor­luklara gögüs geriyorlardi. Ranger adi verilen zorlu egi­timde çok az sayida kisi basarili olabiliyordu. Böyle bir egitimi basari ile bitirenler, ABD ordusunda bir üst rüt­beye terfi ettiriliyordu.

15 Agustos Eruh ve Semdinli baskinlarindan iki gün sonra Korkut Eken Ankara'dan, Esref Hatipoglu ise Izmir'den hareket ediyordu. O zorlu egitimlerden geçen bu iki arkadas simdi ayni bölgede yetistirdigi timlerle birlikte mücadele veriyorlardi. Son olarak Diyarbakir Jandarma Alay Komutanligi görevinde bulunan Esref Hatipoglu, Amerika'daki zorlu egitimi meslektaslarina söyle anlatiyordu:

"O egitimler insanin fiziksel ve tahammül gücünün çok ötesindeydi. Bu nedenle yüz kisi egitime basladiysa ancak üçte biri egitimi tamamlayabiliyordu. Örnegin bir cangil yürüyüsü var ki, inanilmaz bir olay. Tam 2122 saat yürüyorsunuz. Yürürken rüyalar görüyorsunuz. Iste en güzel rüyalari o yürüyüsler sirasinda, dayanma gücümün bittigi zamanlar gördüm."

O zorlu egitimde neler yapilmiyordu ki. Ba­takliklarda beline kadar çamurun, suyun içinde saatlerce yürüyor, çok az yiyecekle hayatta kalma mücadelesi veriyordunuz. Meksika Körfezi'ndeki bir adaya atil­diklarinda kiyiya ancak üç gün sonra çikabilmislerdi. O yüzden Güneydogu'daki çatisma, baskin, pusu onlar için hafif islerdi. Eken gibi Hatipoglu da, "Orada ya­sadiklarimizla, bir daha hayatta karsilasmak mümkün degildi. Güneydogu'daki çalismalar belki bu yüzden bizim için çok basit islerdi" diyordu.

Planlari Çaldi

Egitimler çok agirdi. Ama böyle bir egitimin, Tür­kiye'deki özel birliklerde de gerçeklestirilmesi gerekiyordu. Eken, böyle zorlu bir egitimden yüzünün aki ile dönecegi için inanilmaz mutluluk duyuyordu. Eken, aldigi egitimleri kafasina yazmisti yazmasina ama ak­lindan hep planlari çalmak geçiyordu.

Kafasina koydugu plani, Türkiye'ye dönecegi gün gerçeklestirdi. Egitim programini çalmisti. Uçak ha­valandiginda derin bir nefes aldi. Getirdigi egitim programlarini Türkçeye çevirttirdi. Özel birligin egitimleri iste Eken'in çaldigi bu programa göre degistirildi.

Korkut Eken'in ünü öylesine yayilmisti ki, ona "Ef­sane Yarbay", "Efsane Komutan" deniliyordu. Bu ününü Kibris Baris Harekâti öncesi Kibris'ta mücahitleri ör­gütlemesi, Kibris'a inen parasüt birligine kilavuzluk yapmasiyla da pekistirmisti. Güneydogu'da yaptiklari ise ününe ün katmisti.

Emniyet Genel Müdürlügü'ne bagli özel harekât timlerinin egitilmesi görevi de ona verildi. Uçak baskini, rehine kurtarma, ev baskini ve benzer operasyonlari yapacak ilk tim Ankara Gölbasi'nda yetistirildi, ilk timin gösterisi de nefes kesmis, kamuoyu ilk kez "kar maskeli" özel donanimli timleri görmüstü.

"Seni MIT’e Alalim"

Iyi silah kullanmasi, iyi bir egitimci olmasi, üstün cesareti, onun yasamini yeniden degistirdi.

Yarbay Eken, gönüllüler arasindan seçtigi "Polis Özel Harekât Timleri"ne egitim verirken, egitim alanina iki Land Rover araç geldi. Araçlardan inenlerden biri MIT Müstesar Yardimcisi Hiram Abas'ti. Abas için hep "Tür­kiye'nin en iyi silah kullanan kisisi" denilirdi. Uzaktan Eken'in atislarini hayranlikla izledi. Eken siseyi vur­manin ötesinde, kursunu sisenin içinden geçiriyordu. Abas, yanlarina gitti, degisik silahlarla o da hedeflere ates etmeye basladi. Abas hedefleri 12'den vuruyor, ayni delikten ikinci kursun geçiyordu...

Hiram Abas, aniden döndü ve uzakta duran Land Rover'lara ates etmeye basladi. Araçlarin yanina gittiler. Kursunun degdigi yerlere parmaklarini sürdü. Içeriye girip bakti. "Güzel" dedi.

Araçlara zirh geçirilmisti. Yeni alinacak Land Roverlerin zirhlarinin dayanikliligini belirlemek için ates ediliyordu. Hiram Abas, Eken'e, "Yarbayim bir de siz de­neyin" dedi. Eken önce Land Rover'i inceledi. Nereye ates edecegini kararlastirmisti. Atis tamamlandiginda hep birlikte yine aracin basina gidildi. Hiram Abas, "Yar­bayim zayif noktalari iyi yakalamissin. Tebrik ederim" diye Eken'i kutladi.

Korkut Eken'e teklifi hemen orada yapti: "Size ihtiyacimiz var. Emekli olup MIT'e gelin" dedi.

Eken, 1987 yilinda Özel Birlik Komutanligindan emekliye ayrildiginda, zaman geçirmeden MIT'te göreve basladi. Görev yeri MIT Güvenlik Dairesi Baskan Yardimciligiydi. Mehmet Eymür'ü orada tanidi. 1. MIT Raporu'nun basina sizdirilmasindan sonra kendi istegiyle MIT'ten ayrildi... MIT Müstesari Hayri Ündül, kalmasi için çok israr etti. Ama o MIT'le yolunu ayirdi...

Agar: Ekeni Ikna Edin

O günler, sicak günler. Tüm birimler PKK'nin basi Abdullah Öcalan'i öldürmek için planlar yapiyordu. Mehmet Eymür'ün MIT'e alinmasi gündeme geldiginde Eymür'ün hazirladigi belirtilen MIT raporunda isimleri geçen bazi üst düzey görevliler, "olmaz" diyor ve tep­kilerini dile getiriyorlardi.

Korkut Eken'in yetistirdigi polis özel harekât tim­leri, daha çok rehine kurtarma, uçak baskini konularinda egitilmisti. Oysa Güneydogu o günlerde yaniyordu. PKK'ya karsi mücadelede kirsal kesimde mücadeleye göre yetistirilecek özel harekât timlerine de ihtiyaç vardi. Bunu en iyi yetistirecek olan da "Efsane Yarbay"di. Ancak Korkut Eken'in böyle bir görevi kabul etmeyecegi bilindigi halde teklif yapildi.

Dönemin Emniyet Özel Harekât Dairesi Baskani Vekili Ibrahim Sahin, BOTAS'ta müfettis olarak ça­lismakta olan Korkut Eken'in yanina gitti. "Hocam" dedi, "Size çok ihtiyacimiz var. Kirsal kesimdeki mücadele için özel harekât timlerinin yetistirilmesi lazim. Genel Mü­dürümüz Mehmet Agar sizin yönetiminizde çalismalarin yapilmasini istiyor. Bize yardimci olun."

Mehmet Agar'in, Korkut Eken'e önemli bir görev teklif etmesi o günlerde hayli yadirganmisti. Kendisi aleyhinde rapor hazirlayan MIT Daire Baskani Mehmet Eymür'ün yardimcisi Korkut Eken'in bu göreve ge­tirilmek istenmesi "Agar'in bir bildigi var" diye yo­rumlandi. Eken, bu göreve baslamadan önce kader birligi yaptigi Mehmet Eymür'le konustu. Eymür, "Devletin sana ihtiyaci var. Bir an önce göreve basla" dedi.

Eken, yeniden özledigi barut kokusuna ka­vusmustu. Toz, toprak, çamur demeden bambaska bir heyecanla Güneydogu'da önemli operasyonlara girecek timleri yetistirmeye baslamisti. Onlara savasmalarini, ama "ölmemelerini" ögretiyordu. Onlara, ABD'den çaldigi egitim programini uyguluyordu.

O günlerde, Eymür'ün de MIT'e alinmasi için gi­risimler sürüyordu. Ancak buna siddetle karsi çikanlar vardi. Bunlar arasinda dönemin OHAL Valisi Ünal Erkan, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar basta geliyordu. Taraflar arasinda geçmiste yasanan gerginlikleri gi­dermek için Korkut Eken aracilik yapiyor, bazi yemekler düzenleyip geçmiste olanlarin unutulmasi, taraflarin barismasi için çaba gösteriyordu.

Mehmet Eymür'ün MIT'e alinmasinin gündemde oldugu günlerde, bu girisime karsi çikanlara dönemin MIT Müstesari Sönmez Koksal, "Raporu hazirlayanlara kötü diyorsunuz.  Siz kötülerden birisini göreve baslattiniz, ben de diger kötüyü göreve baslatacagim" deyip kesip atti. Aralari eskisi gibi sicak olmasa da Eymür eski yuvasi olan MIT'e dönmüs, Eken de polis timlerini ye­tistirmeye baslamisti.

"Bu Is Ortak Yapilmali"

O günlerde ne müthis bir trafik vardi. Hemen her birimde PKK'nin basi Abdullah Öcalan'in öldürülmesi için planlar yapiliyordu. Korkut Eken, Öcalan'i öldürecek timleri de yetistirecekti. Özel harekâtçilar arasindan bir tim olusturuldu. Bunlara özel egitim verilmeye baslandi. Abdullah Öcalan ile ilgili bilgiler Emniyet Genel Müdürlügü'nde toplaniyordu. Örgüt içine soktuklari ajan müthis bilgiler aktariyordu. Abdullah Öcalan'in hangi sa­atlerde voleybol oynamaya gittigi, sahanin etrafinda hangi tür bitkilerin bulunduguna varincaya kadar ay­rintilar üzerinde duruluyordu. Gelis gidislerde hangi yol­lan kullandigina degin, en ince ayrintilar gözden geçiriliyordu.

Emniyet Genel Müdürlügü'nde bu hazirliklar yü­rütülürken, Basbakanlik'ta "Apo Zirvesi" toplandi. Top­lantiya katilanlar, örgütün bitirilmesi için Abdullah Öcalan'in öldürülmesi gerektigi üzerinde görüs birligine vardilar. Ancak bu isin sadece Emniyet'e verilmesi uygun görülmedi. Böyle bir operasyon için hazirliklar ortak yapilacak, operasyon ortak gerçeklestirilecekti.

Korkut Eken ile Mehmet Eymür'ün arasinda so­gukluk giderek artmaya basladi. Eymür'ün "elemanlari" Korkut Eken'in kendisi hakkinda ileri geri konustugunu, Eken'in "elemanlari" da, Eymür'ün Eken için söyledigi öne sürülen bilgileri aktariyordu, iki eski dostun arasi hiç bu kadar açik olmamisti. MIT ve Emniyet Genel Mü­dürlügü Istihbarat Dairesi arasinda da büyük bir yaris ve çekisme vardi.

Yer: Fisek Fabrikasi, Kod Adi: Mersedes

Ankara Atatürk Orman Çiftligi alaninda bulunan Makine ve Kimya Endüstri Kurumu'na bagli Fisek Fab­rikasi gözlerden irak bir yerdir. Trafigi, çalisanlar disinda geleni gideni hemen hemen olmayan bir fabrikadir. Fab­rikanin yakinindaki bina ise Apo ile ilgili en mahrem bil­gilerin toplandigi merkez haline getirilmisti. Apo'nun öldürülmesi plani bu binada yapilmisti. Güvenlik bi­rimlerine ait çok sayida bina bulunmasina ragmen, böyle bir binanin seçilmesini bugün bile yadirgayanlar var.

Otomobiller pes pese nizamiyeden girdi. Dönemin MIT Müstesari Sönmez Koksal, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar, istihbarat birimlerinin önde gelenleri pazar sabahi bir araya gelmislerdi. Önemli bir sey ol­dugu belliydi.

Toplantida ilk sözü MIT Müstesari Sönmez Koksal aldi. "Arkdaslar çok önemli bir görev için burada toplanmis bulunuyoruz. Bundan sonra sik sik burada bir araya gelecegiz. Daha çok sizler bu binada çalisacaksiniz. PKK'nin basi Abdullah Öcalan'in ortadan kaldirilmasi için emir almis bulunuyoruz. Bu mutlaka yerine getirilecektir" dedi.

O anda operasyonun adini da açikladi: "Mersedes Operasyonu."

Fabrikaya çagrilanlarin çogu böyle bir görev ola­bilecegini tahmin ediyorlardi. Yanilmadilar. Tanisma toplantisinin ardindan bundan böyle hangi günlerde bir araya gelinecegi, hangi birimde kimlerle temas ku­rulacagi belirlendi. Toplantiya ara verildiginde, bahçeye çikildi. Herkes burayi sevmisti. Agaçlarin, çiçeklerin arasindaydilar. Iki istihbaratçi konusuyordu. Birisi, "Vallahi tam piknik yeri" dedi. Sonra kendi aralarinda toplantidan söz ettikleri zaman "Piknige ne zaman gidecegiz?" diye konusuyorlardi.

Genelkurmay, MIT, Jandarma ve Emniyet'in is­tihbarat birimlerinin üst düzey yöneticileri bu fabrikada sikça bir araya gelmeye basladi. Ayni konuda görevlendirilen farkli ekipler olusturulmustu. Her ekip, diger gurupta kimin çalistigini bilmeden arastirma ya­piyor, bilgileri derliyordu. Bunlar tek merkezde top­laniyor, "çapraz degerlendirme" sonucu bilgiler eslestiriliyordu.

Abdullah Öcalan'in Sam'da üç ayri evi vardi. Daha çok Milletvekili Yusuf Derbus'un tahsis ettigi evde ka­liyordu. Öcalan ile ilgili arastirma yapan bir ekibin derledigi bilgileri masaya koyan ilgili birim yetkilisi sunlari aktariyordu:

Abdullah Öcalan'in kaldigi iki katli eve çikilan mer­divenlerde on bir adet basamak bulunmaktadir. Ba­samaklar arasi dardir. Öcalan, eve çikarken ko­rumalarindan biri önünde yürürken, digerleri arkadan geliyor. Merdivenleri yavas çikiyor, demirlerden tu­tunuyor.

Baska bir sayfa çevirdi:

Öcalan'in odasinda gece lambasi bulunmamaktadir. Ancak yattigi oda belli olmasin diye bos olan odada gece lambasi yakiliyor. Apo yattiktan sonra iki kez tuvalete kalkiyor.

Bu bilgiler, yetkililerin çok hoslarina gitmisti. Gü­lüstüler. Telefon konusmalari, ajandan gelen bilgiler, örgüt içindeki son durum bu toplantilarda de­gerlendiriliyordu. Abdullah Öcalan'in en yakininda olan ajan Ankara'ya geldi. Yetkililerle görüstü, hatta ne­redeyse "Apo brifingi" verdi.

Apo'nun etrafindaki çember daraltiliyordu. Ajanin getirdigi bilgilerin dogru olup olmadigi yakalanan ve itirafçi olanlarin da bilgileriyle karsilastiriliyordu.

"Ben Niçin Yokum?"

Güneydogu'da sehit cenazelerinin kaldirilmadigi gün yoktu. Illerde, ilçelerde, köylerde "PKK kahrolsun", "Apo'ya ölüm" sloganlari yükseliyordu. Öfke daglari sarmis, "Apo'nun öldürülmesi için daha ne bekleniyor?" sözleri her yerde yankilanir olmustu. O sirada Öcalan'in öldürülmesi için planlar yapildigini kimse bilmiyordu.

PKK'ya karsi 1984-1986 yillarinda Güneydogu'da mücadele veren yüksek rütbeli subaylardan birisi de Korkut Eken'di. "Apo'nun öldürülmesini kendime bir görev addettim. Abdullah Öcalan rüyalarima giriyor. Onu yakalamazsak, öldürmezsek gözlerim açik gider" di­yordu. Benzer sözleri egitim alaninda da söylüyor, timler, "Kahrolsun Apo, Kahrolsun PKK" diye bagiriyordu.

Apo'nun yakalanmasi niçin bu kadar isteniyordu. Eken, egitim alaninda bunu arkadaslarina söyle açik­liyordu:

"Terör örgütünün basi öldürülürse örgütün çö­kecegine inaniyorum. Eruh Semdinli baskinindan sonra PKK'lilara inanilmaz destekler verilmeye baslandi. Bu destek giderek artiyor. Yarali PKK'lilarin yabanci ülke helikopterleriyle kaçirildigini, onlara gida ve tibbi mal­zeme yardimi yapildigini biliyoruz. Bunun arkasindan siyasallasma süreci gelecek. Bu, silahli mücadeleden çok daha tehlikeli ve karsi mücadelesi zor olandir."

Abdullah Öcalan'a suikast yapacak timler yüzlerce kisinin arasindan seçilmisti. Birden çok birimin Öcalan suikastinda görevlendirilmesini aslinda kimse benimsemiyordu. Korkut Eken, suikast planlamasinda kendisinin yer almamasina sasirmisti. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar'in odasina gitti:

"Ben niye yokum?"

"Eymür orada. Aranizda bir sogukluk var, o yüzden seni göndermedim."

"Bu is olmaz. Birden çok birimle bu is yapilmaz. Bu görevi bana verin."

"Hayir böyle yapilacak. Bizde bilgiler iyi, MIT'te dis baglantilar çok güçlü."

"Allah yardimcilari olsun..."

Suriye'ye Gizli Görev

Öcalan'a suikast yapacak timlerin egitimi, eylemde kullanilmak üzere Israil'den alinan silahlarla Antalya'da gözlerden uzak bir yerde yapiliyordu. Timde görev ala­cak personel, sanki Bekaa'da, Suriye'de Apo'ya suikast yapilacak yerdeymis gibi üç maket üzerinde ve her ola­silik göz önünde bulundurularak çalistiriliyor, her senaryoya göre ayri bir egitim veriliyordu.

"Ajandan" haberler geliyor, Abdullah Öcalan'in çevresindeki çember daraliyordu. Operasyonda görev alacak tim komutani, Diyarbakir'da görevli üst düzey bir Emniyet yetkilisiyle birlikte gizlice Suriye'ye gitti. Orada "ajan"lariyla bulustu. Ölüme bu kadar hiç yakin ol­mamislardi. Kimliklerinin ortaya çikmasi durumunda ne olacagini çok iyi biliyorlardi.

Haberlesme olanaklari son derece sinirliydi. De­sifre olmamak için Türkiye ile âdeta baglarini kes­mislerdi. Günler geçiyor, haftalar geçiyor, bu "kah­ramanlar" bir türlü dönemiyordu. PKK'nin örgüt evlerinde kaliyor, onlar gibi yasiyorlardi. Apo'ya yönelik eylemin gerçeklestirilmesinden sonra kalinacak evler bile be­lirlenmisti...

Mevlidi Okunali Günler Olmustu

O "kahramandan" aylarca haber alinamadi. Esine "Simdiye kadar gelmesi lazimdi. Kim oldugunu ög­rendiler. Onu mutlaka öldürmüslerdir" diyenler oldu. O "kahramanin" esi zaten böyle bir haberi her zaman bek­liyordu...

Gözü yasli es, kocasi "sehit oldu" diye mevlit okutturdu. Esinin meslektaslariyla birlikte agladilar, ag­ladilar... PKK'ya lanet okudular, Apo'ya beddualar ettiler. Esiyle birlikte gittigi o ilden simdi esi olmadan dönmeye, baba diyarina gitmeye hazirlaniyordu... Bir sabah, kapi çalindi.

"Kim o?" "Benim, ben..."

Kapinin gözetleme deliginden uykulu uykulu bakti. Gözleri büyüdü. Inanamadi. Bir daha, bir daha bakti. Gözlerini ovaladi..

"Sen misin?"

Kapiyi açarken çigliklar atiyordu... Inanamiyor, esini sarsiyordu. Omzuna vuruyordu, "Sen misin? Hayal mi görüyorum?" diyordu... Sarildilar birbirlerine... Agliyorlardi... Gözyaslari, yanaklarindan süzülmeden birbirine karisiyor, "Sakali”nin yüzünde kaybolup gi­diyordu...

"Sakalli" banyo yapti, tirasini oldu. Kravatini takti, takim elbiselerini giydi. Derledigi bilgileri zaman kay­betmeden ilgililere aktarmasi gerekiyordu. "Mersedes Operasyonu" için altin degerinde yeni bilgiler getirmisti. Içi içine sigmiyordu.

Otel Odasinda Apo Pazarligi

Istanbul Polat Rönesans Oteli'nin süit odasina pes pese çiktilar. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar, Yar­dimcisi Ertugrul Ogan, Hightech yetkilileri Rony Lerner ve Goby Cohen bir araya gelmislerdi. Tercümanligi ise Haspro firmasinin temsilcisi Ertaç Tinar yapiyordu. Ab­dullah Öcalan'in öldürülmesi, özel timlere alinacak si­lahlar, susturucular konusuluyordu.

Anlasma saglanmisti. 50 milyon dolara tüm bu isler yapilacakti. Ödeme sekli bile belirlenmisti. Birinci parti 12 milyon 500 bin dolar hemen ödenecek ve ça­lismalar baslayacakti. Bir ay sonra ikinci parti ödeme yapilacak, üçüncü ayda ise yeni bir taksit ödenecekti. Son ödeme ise "görev basari ile tamamlandiginda" ya­pilacakti.

El sikismislardi. Görüsme sirasinda Abdullah Öca­lan'in öldürülmesi ile ilgili Türkiye'de yürütülen ça­lismalara Israil' gizli servisi MOSSAD'in da destek ve­recegi sözü alinmisti. Bunun için bir heyet, günübirligine Israil’e gidecekti. MIT ve Emniyet'ten bir heyet sabahin erken saatinde Etimesgut Havaalanindaydilar. MIT'e ait uçak hazirlanmisti.

Israil'de MOSSAD yetkilileri ile bulusma ger­çeklesti. Görüsme çok faydali oldu.  MOSSAD, Abdullah Öcalan, PKK'nin Bekaa kampi ve  Suriye ile ilgili önemli bilgileri aktarmisti. Heyet ayni gün Ankara'ya döndü.

Görevlilere o aksam, "Yarin saat 10.00'da piknik yerindeyiz" haberi ulastirildi. Ellerindeki bilgilerle, Israil kaynaklarindan alinanlar arasinda önemli benzerlikler vardi. Bu, isleri daha da kolaylasiyordu.

Evler Ayarlanmisti

En ince ayrintilar üzerinde duruluyordu. Silah kul­lanacak ekibin ellerine barut kokusu sinmemesi için özel jel alinmasi bile planin bir parçasiydi. Eylemde görev alacak kisiler arasinda Suriye'de akrabasi olan bir asiret mensubunun da bulunmasi öngörülmüstü.

Suriye'de bes ev kiralandi. Eylemden sonra giz­lenecek yerler, kimlerle baglanti kurulacagi belirlendi. Operasyon ekibi degisik günlerde Suriye'ye sizacak, ey­lemden önce bir araya gelecekti.

Operasyonda görev alacak kisilerden birisinin Su­riye'de ^akrabalari vardi. Ticaretle ugrasiyordu. Tüccar olarak sik sik Suriye'ye gidip geliyordu. Dönüsünde son bilgileri getiriyor, eylem sonrasi Suriye'de nerede gizlenilecegi, nasil çikilacagi ile ilgili arastirma yapiyordu. Hangi ara yollardan nereye çikilabilecegi, sinira uzak­liklari, her sey bu yolculuklarda hesaplaniyordu. Her gidis dönüsün raporu veriliyordu.

Örtülü Ödenekten 25 Milyon Dolar

Emniyet'in "özel operasyonlar" için "özel silahlara" ihtiyaci vardi. Çünkü, terörün en azgin dönemiydi. Is­rail'den özel harekât timleri için "özel silahlar" alinmasi öngörüldü. Bu silahlarin, PKK'nin basi Abdullah Öcalan, DHKPC lideri Dursun Karatas ve bu örgütlerin yurt­disindaki önde gelen militanlarina karsi kullanilmasi amaçlaniyordu.

Ancak bu tür silahlan alacak para bulmakta sorun vardi. Alinan silahlarin kayitlara girmemesi için "hibe" olarak gösterilmesi gerekiyordu. Basbakan Çiller'in istegiyle Israil'den alinacak silah ve diger malzemelerin parasinin Milli Istihbarat Teskilati'nin (MIT) örtülü öde­neginden karsilanmasi öngörüldü.

Silah aliminin nasil yapilacagi belirlenmisti. HASPRO sirketinin sahibi Ertaç Tinar, Israillilere çok ya­kindi. Silahlar Ertaç Tinar araciligiyla alinacak ve bunlar "hibe silah" olarak Türkiye'ye sokulacakti.

Mesai bitmisti. Ancak islemleri tamamlanan do­larlarin verilmesi için bankada bazi görevliler bekliyordu. MIT görevlileri Merkez Bankasi'na geldi. Desteler ha­lindeki dolarlar torbalara doldurulmaya baslandi. Tam 12 milyon 500 bin dolar torbalara konulmustu.

Ellerinde dört adet "dolar torbasi" bulunan gö­revliler, zirhli araçla Emniyet Genel Müdürlügü'nün Dik­men binasindaki kapisinin önünde durdular. Para torbalariyla ikinci katta bulunan Emniyet Genel Müdürü'nün özel kalemine girdiler. Içerde iki kisi vardi.

Özel Kalem Müdürü Yüksel Çarhacioglu, yanindakilere isaret etti, onlar odadan ayrildi.

Dört Torba Dolusu Dolar

Özel Kalem Müdürü, MIT'ten misafirler gelecegini biliyordu. Torbalarin içinde ne oldugunu bilmiyor ama tahmin ediyordu. Çünkü o günlerde "silah parasi", "ör­tülü ödenek", "Israil" adini sikça duyuyordu. O gece ge­tirilenlerin ne oldugunu daha sonra Basbakanlik Teftis Kurulu Baskanligi tarafindan mahkemeye gönderilen 12 Agustos 1999 tarih ve "Teftis.M:lll" sayili "Gizli" kayitli raporun ekinde yer alan tutanagi okudugu zaman ög­rendi:

"11 Kasim 1993 günü, Sayin Müstesarimizin emir­leri geregi; Merkez Bankasi çeki ile Ankara Subesi'nden 166 milyar 573 milyon 250 bin lira karsiligi olan 12 milyon 500 bin dolar, saat 18.00'den sonra bankaya, teskilat personeli, zirhli araç ve korumalar esliginde gi­dilerek alindi. Yüzlük gruplar halinde dört çuval dolusu dolar; yine ayni personel ile birlikte saat 20.00 si­ralarinda Emniyet Genel Müdürlügüne gidilip o dönemin Emniyet Genel Müdürü Sayin Mehmet Agar'a paranin ta­mami bizzat teslim edilerek karsiligi senet alinmistir."

Para torbalan teslim edildikten hemen sonra Haspro Firmasi'nin temsilcisi Ertaç Tinar geldi. Agar, torbalari Ertaç Tinar'a teslim ederken, "Vatan sevgisiyle dolu kisilerin katkilariyla bu parayi topladik. Bu isi yüzümüzün akiyla sonuçlandirmamizin temennisiyle ilk taksiti sana veriyorum" dedi.

Örtülü ödenekten Emniyet'e verilen silahlarin pa­rasinin ikinci bölümü, bu kez 12 milyon 500 bin dolarlik çekle ödendi. Çek, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar adina kesilmisti. Merkez Bankasi'nda mesai bitmesine ragmen bazi görevliler islemleri yürütecek MIT görevlilerini bekliyordu. Bankadaki islemler tamamlandi. Görevliler Emniyet Genel Müdürlügü'ne geldiler. Emniyet'in ikinci katinda bulunan Mehmet Agar'in yanina çiktilar. Özel Kalem Müdürü Yüksel Çarhacioglu, daha önce torbalarla gelen görevlilerin bu kez bos geldigini gördü. Birbirlerine gülümsediler. Hiç bekletmeden içe­riye aldi. Onlar içerde "emanet"i verdikten sonra bir tu­tanak düzenlediler. Bu tutanakta söyle deniliyordu:

"19 Ocak 1994 günü saat 18.00'de, Sayin Müs­tesarimizin emirleri geregi; T.C. Merkez Bankasi Ankara Subesinden, MIT Saymanliginca düzenlenen 187 milyar 550 milyon liralik T.C. Merkez Bankasi çeki ile ayni gün saat 18.00'den sonra Bankaya, teskilat personeli, zirhli araç ve korumalar esliginde gidilerek bir adet 12 milyon 500 bin dolarlik döviz çeki satin alip; yine ayni personel ile birlikte saat 20.00 siralarinda Emniyet Genel Müdürlügüne gidilip, Emniyet Genel Müdürü Sayin Mehmet Agar'a bizzat teslim edilerek karsiligi senet alinmistir."

Görevli, yapilan islemlere ait belgelere 11 Kasim 1993 ve 19 Ocak 1994 tarihli Müstesarlik yazilarinin birer adet fotokopisini de ekledi. Teslim senetleri, 7 Subat 1995 tarihinde, Müstesarlik Teftis Kurulu Baskanliginca yapilan denetim sonucu, MIT Müstesarligi Gizli Hizmet Giderleri Yönetmeligi geregi yakilarak imha edildi.

MIT görevlileri binadan ayrildiktan hemen sonra yine Ertaç Tinar geldi. Mehmet Agar'dan çeki teslim aldi. Tinar, çeki Ziraat Bankasi Ankara Subesi'nden tahsil etti ve Hightech firmasinin bildirdigi banka hesaplarina nakit olarak yatirdi. Anlasma geregi toplam 25 milyon dolar daha ödenecekti. Ama bu para firma yetkililerine ödenmedi ve ciddi anlasmazliklarin temelini olusturdu.

Silahlar alinmis, operasyon planlari yapilmis, ey­lemde kullanilacak silahlarla Antalya'da daglik bir aLamia egitim çalismalari yogunlasmisti. Bu çalismalara Israil’den gelen bazi görevliler de katiliyordu. Sira "Mersedes Operasyonu"yla Abdullah Öcalan'in öl­dürülmesine gelmisti...

Plani Bozan Haber

O günlerde Takvim gazetesinin birinci sayfasinda tek sütuna yer alan bir haber, "Apo'nun öldürülmesi için tim hazirlandi" basligiyla verilmisti. Bu haber, ope­rasyon planlarini yapan birimlerde bomba gibi pat­lamisti.

MIT Operasyon Dairesi Baskani Mehmet Eymür, bu haberin Emniyet birimleri tarafindan basina sizdirildigi kanisindaydi. Çok cani sikilmis, "Bu kadar gizlilik içinde yürütülen hayati bir konunun basina verilmesi"ne isyan etmisti.

Emniyet Genel Müdürlügü istihbarat Dairesi Bas­kan Yardimcisi Mustafa Aydin, haberi yazan gazeteciyi yakindan taniyordu. Telefon etti. Sikintili oldugu ses tonundan belliydi. Söze, "Sana bir sey soracagim. Dogru söyleyecegine serefin üzerine yemin eder misin?" diye basladi.

Gazeteci, sasirmisti. Aydin, "Sana isim sor­mayacagim, yazdigin haberi bizimkilerden mi, yoksa baskalarindan mi aldin?" demisti.

Gazeteci, "Sana dogrusunu söyleyecegime serefim üzerine yemin ederim" dedi ve sunlari anlatti:

"Bu haberi bana kimse vermedi. Seçimler yak­lasiyor. Abdullah Öcalan'in öldürülmesi de her zaman gündemde. Mehmet Eymür'ün, Korkut Eken'in yeniden önemli görevlere getirilmesinin altinda Abdullah Öca­lan'in öldürülmesi yok mu? Bu haberi vallahi birileri vermedi. Ben biraz da o gün habersiz kaldigim için yaz­dim. Ne oldu bir sikinti mi var?"

Daire Baskani Mehmet Eymür, MIT Müstesari Sön­mez Köksal'a, elindeki gazeteyi uzatirken "Emniyet, operasyonu satti" dedi. Büyük emekler harcanan ope­rasyonun basina sizdirilmasina Sönmez de üzüldü, "Bu böyle yürümez" dedi, "Bana Basbakani baglayin" ta­limatini verdi. Basbakan Çiller'e, "Önemli bir konu arz etmek istiyorum" dedi ve randevu istedi. Koksal, MIT'ten ayrilirken merdivenlerden Eymür'le birlikte iniyordu. Eymür, "Efendim bu operasyonu biz yapalim. Her se­yimiz hazir" dedi.

Sönmez Koksal, Basbakanla görüstü. Basbakan hemen sonra Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar'i Bas­bakanliga çagirdi. Agar, niçin çagrildigini tahmin et­misti. Agar Basbakanliga giderken, Istihbarat Dairesi Baskani Emin Aslan ve yardimcisi Mustafa Aydin'a da Basbakanliga gelmeleri için telefon ettirdi. Agar, Aslan ve Aydin Basbakanlik Koruma Müdürünün odasinda bir araya geldi.

Agar, "Nedir bu haber?" diye sordu.

Emin Aslan, "Böyle bir haber kesinlikle bizim ka­nallardan çikmadi" dedi. Aydin, "Haberi yazan muhabirle konustum. Bu haberi yalniz bizden degil, baskalarindan "bile almadigi konusunda yeminler etti" diye ekledi. Agar, "Sizlere güveniyorum" karsiligini verdi.

Tek sütunluk haber ortaligi sarsmisti. Agar, ga­zetedeki haberi bir daha okudu, "masa basi oldugu belli" dedi. Gazeteci hakkinda da, "ideolojik bir yanlisligi ol­mayan birisi" degerlendirmesini yapti. Agar, Basbakanla görüsmesinden sonra, odada bekleyen arkadaslarina haberi verdi:

"Operasyon bizim disimizda olacak."

Ortaklik Bozuldu

O gün her sey degisti. Eymür ve Agar ayri ayri Basbakan Tansu Çiller ile görüstüler. Abdullah Öcalan'in öldürülmesine dönük çalismalarin bundan böyle sadece MIT tarafindan yürütülecegi belirtildi. Emniyet, Jan­darma artik bu planin içinde yoktu.

Ayni gün Fisek Fabrikasi'na giden ve gerekli plan­lamalari yapmakla görevlendirilen ekipler, kendileriyle ilgili olan her seyi aldilar. O anda bile "haberi siz sizdirdiniz" tartismasi yasandi. Emniyet kanadi ise "MIT bizim bu operasyonda olmamazi istemiyordu. O yüzden haberi onlar sizdirdi" degerlendirmesini yapti. Gerekçe olarak da, "MIT elimizde ne kadar bilgi varsa hepsini aldi. Israil'den de bilgiler alindi. Bize ihtiyaci kalmadi" denildi.

Aradan kisa bir süre geçti, o muhabirin "masa basi" haberi büyük bir gazetede mansete tasindi. Muhabir, günler önce kendisinin yazdigi ve tek sütuna ya­yimlanan haberi eline alip sefinin yanina gitti, "Bombayi biz patlattik ama gazete haberimin kiymetini anlamadi, tek sütuna kullandi, gördünüz mü bugün gazetenin mansetini" diye hem sitem etti, hem "Ben iyi ga­zeteciyim" havasini verdi.

Operasyon Dosyasinda Mersedes Fotografi

PKK'nin basi Abdullah Öcalan'a düzenlenecek su­ikast girisimiyle ilgili ortak çalismalar, resmi belgelere "Müsterek Faaliyet Grubu" olarak geçti. Dosyanin ka­pagina modeli eski bir Mersedes fotografi konulmustu. Bu fotografa çogu görevli bir anlam veremedi.

Kirmizi renkli Mersedes'in aslinda bir anlami vardi. Hem operasyonun isminin "Mersedes" olmasi, hem de klasördeki bu Mersedes fotografinin yillar önce Abdullah Öcalan'in kullandigi otomobil olmasiydi.

Genelkurmay, MIT ve Emniyet temsilcilerinden olusan "Müsterek Faaliyet Grubu"nun kurulus gerekçesi, faaliyet sekli, kurulus amaci, yapilan tüm çalisma ve fa­aliyetler, resmi belgelere söyle yansiyordu. Iste bu bil­giler, ilk kez bu kitapla kamuoyuna açiklaniyor:

A KURULUS GEREKÇESI

1993 yili ikinci yarisindan itibaren karsilikli di­yaloglar seklinde devam eden ikili iliskiler, Ekim 1994 ayi ortalarinda, dönem içerisinde Basbakanimiz olan Tansu Çiller'in direktifleri sonucu MIT Müstesarligi koordinesinde Genelkurmay Baskanligi ile Emniyet Genel Müdürlügümüzden olusan bir ekip tarafindan bir "Müs­terek Faaliyet Grubu" olusturulmasi kararlastirilmistir. Çalisma Mart 1995 ayina kadar da devam etmistir.

B FAALIYET SEKLI

Birim, daha önce her üç kuruma intikal eden bil­gileri ortak çalisma grubunda toplayarak analiz edecegi ve gerekmesi halinde ilgili yerlerin istifadesine hazir hale getirecegi gibi her üç kurum da bu yönde yapacagi çalismalar sonucu elde edecegi bilgileri de yine ge­cikmeksizin ortak gruba getirerek sunacaktir.

Ancak, konu ile ilgili yurtdisinda görev alma, aktif olarak  personelin  bizzat  çalismalara  katilmasini  gerektiren görevler Genelkurmay Baskanligi, MIT Müs­tesarligi ve Emniyet Genel Müdürlügü koordinesi ile yü­rütülecektir.

CKURULUS AMACI

MIT Müstesarligi koordinesinde Genelkurmay Bas­kanligi ile Emniyet Genel Müdürlügümüz tarafindan yü­rütülecek çalismanin amaci; ileride yetkili makamlarca emir verilerek görev tevdi edildigi takdirde yapilacak operasyon hazirlik çalismalarini yürütmektir.

Bu çerçevede, terör örgütü PKK ve özellikle de li­deri Abdullah Öcalan'in Suriye'deki faaliyetlerinin iz­lenmesi, takibi, gerektiginde yakalanarak Türkiye'ye ge­tirilmesi veya etkisiz hale getirilmesi amaciyla bir çalisma yürütülmesi, bu çerçevede her üç kuruma intikal eden bilgilerin olusturulan Müsterek Faaliyet Grubu'nda toplanmasi ve bu kurulca kullanilir hale getirilmesi, yine çalismalarin bu kurul tarafindan yönlendirilmesi is­tenilmistir.

Çalisma süresi içerisinde, her üç kurum da bu amaçlar dogrultusunda kendi kurumunda daha önceden mevcut bilgileri getirmis, ileriye yönelik olarak da bu dogrultuda istifade edilebilecek kisiler ile ilgili ha­zirliklar yapilmistir.

Öncelikle, Suriye ile ticari iliskileri olan kisiler, Türkiye'de okuyan ögrenciler, ikamet eden Suriye uy­ruklu kisiler hakkinda arastirma yapilmistir.

Diger taraftan, Suriye'de faaliyet gösteren terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan'in;

  • ikamet yeri,
  • Kullandigi otomobiller ile bunlarin plaka ve diger özellikleri,
  • Bu ülkedeki her türlü iliski ve irtibatlari,
  • Sam'da bulunan Örgüt Kampi ve buranin kroki vb.her türlü özellikleri ile örgüt liderinin buraya ugrama zamanlari,
  • Irtibat telefonlari,
  • Sam sehrine ait hava fotograflari ile sehirde örgüt liderinin günlük yasantisinda ugradigi yerler, örgüt evi,kamp alani ve ikametgahinin bulundugu yerler,
  • Iliski içerisinde bulundugu Suriye uyruklu kisiler, beraberindeki terör örgütü PKK mensuplari,

*  Bu ülkede gerektiginde kullanilabilecek otel, motel vb. yerler hakkinda her kuruma intikal etmis bilgiler ile ayrica kendi kaynaklarim kullanarak yapacaklari çalisma sonucunda elde edecekleri bilgilerin "Müsterek Faaliyet Grubu"nda toplanmasi çalismalari yürütülmüstür.

D YAPILAN TÜM ÇALISMA VE FAALIYETLER

Konu ile ilgili öncelikle Emniyet Genel Müdürlügü'nde mevcut ve daha önce çesitli haber alma kaynaklan marifetiyle elde edilen bilgiler ile ilgili bir hazirlik çalismasi yürütülmüstür.

Bu çerçevede, ilk etapta;

  • 1993 yili itibariyle terör örgütü PKK'nin Su­riye'deki kamp yerleri,
  • Terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan'in bulunabilecegi adresler,
  • 1994 1995 yili içerisinde kullandigi telefonlar,
  • Terör örgütü PKK'nin Suriye'deki örgüt evleri,
  • 1994 yili itibariyle örgüt evleri,
  • 1994 yili itibariyle örgütün kamplari,
  • PKK'ya yardim eden Suriyeli görevliler,
  • Suriye'de PKK faaliyetlerine yardimci olan sahislar,
  • Suriye'de faaliyet gösteren Suriye uyruklu örgüt mensuplari,
  • Suriye'de faaliyet gösteren Türk uyruklu örgüt mensuplari,
  • Suriye'de bulunan örgüt üst düzey yöneticileri,
  • Terör örgütü PKK'nin Lübnan'daki faaliyetleri,
  • Terör örgütü PKK'ya Lübnan'da yardimci olan dernek ve kuruluslar,
  • Lübnan'da irtibat kurdugu telefonlar,
  • Terör örgütü PKK'nin Lübnan'da bulunan kamplari,
  • Lübnan'da bulunan örgüt evleri,
  • Suriye Sam sehrine ait fotograflar, (EK: 1 klasör) derlenmis olup, "Müsterek Faaliyet Grubu"na verilmistir.

Daha sonra da, Müsterek Faaliyet Grubu'na sunulmak ve gerektiginde ilgililerin istifadesine sunulmak üzere Emniyet Genel Müdürlügü'nce asagida belirtilen çalismalar yapilmis ve toplanan;

  • Suriye Sam sehrinde Abdullah Öcalan'in 12.1994 tarihi itibariyle ikamet amaciyla kullandigi 2 ev, Sam'da bulunan ve Abdullah Öcalan'in gidip geldigi kamp krokisi ile fotograflari,
  • Suriye Sam sehrinde Abdullah Öcalan'in kullandigi evin fotografi,
  • Türkiye'de ögrenim gören Suriye'li ögrenciler hakkinda yapilan ön çalisma,
  • Suriye ve Lübnan'da görevli güvenlik ataseleri,
  • Suriye ve Lübnan'da kalinabilecek otel vb. adresler ile sehir haritasi,
  • Çesitli dis kaynaklardan alinan Suriye Sam sehri ile Suriye güvenlik birimleri hakkindaki ayrintili bilgiler, (EK:2 klasör)

7    Suriye Sam, Afrin, Halep, Kamisli sehirlerindeki örgüt evleri ile kamplara ait hava fotograflari, ortak grubun istifadesine sunulmustur.

Diger taraftan, söz konusu bilgileri derlemek ama­ciyla istifade edilen, yardimci istihbarat elemanina da çalismalarinda kullanmak amaciyla ihtiyaç duydugu para vb. giderler karsilanmis, bazi sorunlari ise çözüme kavusturulmustur. (EK:4 klasör)

Söz konusu çalismalar yürütüldügü sirada, olayin kismen basina sizmasi üzerine Mart 1995 ayi içerisinde faaliyetler askiya alinmistir."

"Lütfen Sayin Bilican'a Söyler misiniz, Apo Yakalandi"

Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican 10-15 Kasim 1998 tarihlerinde Almanya'da olacak, iki ülkeyi ilgilendiren terörle mücadele, uyusturucu ve insan kaçakçiligi, Almanya'da faaliyet gösteren PKK, asiri sol örgütler, Islami Cemaat ve Cemiyetler Birligi ve diger irticai örgütlerin faaliyetleri konusunda görüsmeler yapacakti.

Görüsmelere Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican'in yani sira Emniyet Genel Müdür Yardimcisi Halil Tug, Kaçakçilik ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Baskani Emin Aslan, Istihbarat Dairesi Baskani Sabri Uzun, tercüman olarak da Disiliskiler Dairesi Baskanligi'nda görevli Ersoy Özkalci katiliyordu.

Görüsmeler son derece olumlu geçiyordu. Federal Kriminal Müdürlügü'nün (BKA) Wies Baden'de bulunan merkezinde görüsmeler yapiliyor, hemen her ayrinti üzerinde duruluyordu. Emniyet Genel Müdürü Bilican'in bu gezisine basin da önem veriyordu. Belki o güne kadar Bilican'in hiçbir yurtdisi gezisini, bu kadar kalabalik Türk gazeteci grubu izlememisti. O günlerde daha çok "Kara Ses" olarak nitelendirilen Cemalettin Kaplan'in oglu Metin Kaplan'in faaliyetleri önem kazaniyordu. Bilican, bu kisinin yakalanip Türkiye'ye iadesinin saglanmasina ayri bir önem veriyordu.

Hava soguktu. Wies Baden'deki görüsmeler tamamlanmis, sira Bonn'da yapilacak gösterilere gelmisti. Gözlerden irak bir yerde, Alman polisler, bir suikast girisimi halinde devlet büyüklerini olay yerinden nasil kaçiracaklari konusunda egitiliyordu. Yerler buzluydu, ama daha çok buzlansin diye su dökülmüstü. Lüks otomobillerle yollarina devam eden görevliler, aniden pusuya düsürülüyor, çatisma çikiyordu. Üst düzey görevlinin kaçirilmasi için araçlar buzlar üzerinde dans ediyor, oradan uzaklasmalari saniyelere sigdiriliyordu...

Bilican, nefes kesen gösteriyi zevkle izlemis, bu egitimin isteyen özel sektör sürücü ve korumalarina da verildigini ögrenmisti. Benzer bir uygulamaya Türkiye'de baslanmasi için yasal bir engel yoktu. Bu gösteriyi, dönüste "arastirilacak konular" arasina yazdi.

Programin önemli bir bölümü bitirilmisti. 14 Kasim, yine soguk bir gündü. Emniyet Genel Müdürü ve heyetini izleyen gazeteciler, "görüsmeleri izlemekten dolayi Almanya'yi dogru dürüst gezemedik" diye hayiflaniyordu. Emniyet Genel Müdürü o sabah Bonn'da Almanlarin ünlü GSG9 timinin gösterilerini izleyecek, oradan Köln'e gidecekti. Tarihi ve turistik yerleri dolasacaklar, firsat bulurlarsa alisveris yapacaklardi. Program erken bitirildigi için dönüs de 15 Kasim yerine 14 Kasim'a alinmisti.

Gazeteciler kendi aralarinda anlastilar, bir gece daha Almanya'da kalmayi planladilar. Hatta Emniyet Genel Müdürü'nün Bonn'dan uçaga binecegi Köln Havaalani'na kadar izlenmesine gerek olup olmadigini bile tartistilar. Bonn'dan trene binip Frankfurt'a gidilmesini öngörmüslerdi.

Muhabirlerin bir kismi "Genel Müdürü Havaalanina kadar birakalim, sonra Frankfurt'a gidelim" diyor, bir kismi ise "Nasil olsa bir sey yok, Köln'e gitmek yerine Frankfurt'a gidelim" diye israr ediyordu. ATV Muhabiri Adnan Gerger'in sanki bir seyler olacagi içine dogmustu. "Siz gidin. Ben Genel Müdür havaalanina gidinceye kadar ayrilmam" dedi.

Anlasma bozulmustu. Bir gazeteci bir olayi izlerse, "ne olur ne olmaz?" diye digerleri de izlemek zorunda kalir. Sabah gazetesinden Saygi Öztürk, Hürriyet gazetesinden Kadir Ercan, Kanal D'den Göksel Polat, NTV'den Unsal Ergel, Radikal gazetesinden Soner Arikanoglu, iki ayri taksiyle Köln'e gidiyordu. GSG9'un gösterilerine gazeteciler alinmiyordu. Genel Müdür Necati Bilican ve heyetle Köln'de bulunan tarihi Dom Kilisesi önünde bulusulacakti.

Gazeteciler yoluna devam ediyordu. Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican, BKA Baskan Yardimcisi Bernhard Faik ile otomobilin arkasinda oturuyor, ön tarafta ise konusmalari Türkçeden Almanca’ya, Almanca’dan Türkçeye çeviren Ersoy Özkalci bulunuyordu.

GSG9'un gösterilerini izlemeye gidilirken, mola verildi, iki genel müdür ayakta sohbet ediyordu. BKA Baskan Yardimcisi Bernhard Falk'in cep telefonu çaldi. Konusmaya basladi. Bir ara Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican ile göz göze geldi. Yanlarindan uzaklasti ve konusmasina devam etti. Döndügünde yüzü gülüyordu. Çok önemli bir haber aldigi belliydi. Tercüman Ersoy Ozkalci'ya Almanca olarak tane tane sunlari söyledi:

"Lütfen Sayin Necati Bilican'a söyleyin, simdi Roma'daki görevlimizden aldigim habere göre Abdullah Öcalan, Roma'ya giris yaparken sahte bir pasaportla yakalanmis. Su anda hastanede tutuluyor."

"Evladim Dogru Tercüme Ettigine Emin misin?"

Türkiye Cumhuriyeti vatandaslari arasinda böylesine önemli bir haberi ilk kez Emniyet Genel Müdürlügü Disiliskiler Dairesi'nde görevli tercüman Ersoy Özkalci duyuyordu. Duyduklarina inanamadi. Yutkundu. Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican'a, "Sayin Genel Müdürüm, Abdullah Öcalan Roma'ya giris yaparken yakalanmis. Simdi hastanedeymis" dedi. Sesi titriyordu. Bilican da sasirmisti:

"Evladim dogru tercüme ettigine emin misin?"

"Eminim efendim. Aynen, 'Lütfen Sayin Necati Bilican'a söyleyin, simdi Roma'daki görevlimizden aldigim habere göre Abdullah Öcalan, Roma'ya giris yaparken sahte bir pasaportla yakalanmis. Su anda hastanede tutuluyor' dedi."

Bilican, tercümana, "Sor bakalim, haber kesin mi, teyidli mi?" dedi. Tercüman Ersoy Özkalci, "Efendim haber kesin mi, teyitli mi?" diye sordu. BKA Baskan Yardimcisi Bernhard Faik, "Haber güvenilir kaynaklardan geldi. Kesin. Az önce gelen telefon bununla ilgiliydi. Roma'daki görevlimizdi arayan" karsiligini verdi.

Emniyet Genel Müdürü Bilican heyecanlandi, sevindi, böyle bir haberi ilk kez kendisi duydugu için de son derece memnundu. Hemen telefonu çevirmek istedi. Korumasi Muammer gözüne bakiyordu.

Iki genel müdür birlikte otomobile bindiler. GSG9'un gösterilerini izliyordu ama akli hep Abdullah Öcalan ile ilgili gelismelerdeydi. Içisleri Bakani Kutlu Aktas'i arayacak, makam atlamayacakti. Yillarin bürokrati Necati Bilican'in devlet terbiyesi bunu gerektiriyordu.

Içisleri Bakani Kutlu Aktas'i aradi. Bakan, Adana'da Bölge Valileri toplantisina katilmisti. Bakana ulasamadi ve "önemli bir konu oldugu" yolunda not birakti. Ortaligi bir anda ayaga kaldirmak istemiyordu. Çünkü alinan haberin dogru olup olmadigi bilinmiyordu.

Emniyet Genel Müdür Yardimcisi Halil Tug, "Efendim izninizle önce Roma irtibat görevlimiz Bülent Akdeniz'i arayalim., teyit alalim" dedi. Bunu söylerken cep telefonunu çikardi, tuslara basmaya basladi. 0039 3355236395 numarali telefon çalmaya basladi. Emniyet Amiri Bülent Akdeniz telefonu açti:

"Bülent, ben Halil Tug, ne var ne yok?"

"Iyilik efendim, bir yaramazlik yok. Insan kaçakçiligi konusunda yeni bir çalisma yapiyoruz, son uyusturucu kaçakçiligina karisan Türkler ile ilgili olarak Emin baskanima da bilgi sundum."

Halil Tug, Abdullah Öcalan’in yakalanmasi konusunda Emniyet Amiri Bülent Akdeniz'in henüz bilgisinin olmadigini anladi. Ona çok sasiracagi haberi verdi:

"Abdullah Öcalan’in Roma'ya giriste yakalandigina iliskin haber aldik. Böyle bir olay var mi? Hemen cevap bekliyorum."

"Anlasildi müdürüm."

"Mansetlik Haber Yok mu?"

Sabah gazetesi Ankara Haber Müdürü Semra Çetin, Ankara Bürosu'nun haber gündemini hazirliyordu. Içinden, "Eyvah yine dogru dürüst bir haber yok" diye geçirdi. Almanya'da bulunan ve geziyi izleyen muhabiri aratip, gezide önemli bir haber olup olmadigini ögrenmek istedi. Sekreteri Hicran Ekrek, muhabire Köln yolunda telefonla ulasti.

Semra Çetin, "Hiç dogru dürüst haber yok. Orada önemli bir sey varsa diye aradim. Bir manset lazim" dedi. Muhabir geziyle ilgili elindeki bilgileri anlatti ama Semra Çetin bunlarin hiçbirini begenmemisti. Semra Çetin, iyi bir haber alamamanin, gündeme "bomba" gibi bir haber basligi ekleyememenin sikintisiyla telefonu kapatti. Muhabir daha da sikintiliydi. "Su haberi begenme, bu haberi begenme, ben nereden size manset bulacagim" diye söylendi. Dün Almanya'dan geçtigi haberler gazetede yayimlanmamisti. Cani zaten sikintiliydi. Moralini tek düzelten sey, gazetenin Türkiye baskisinda haberi olmamasina karsin, Almanya baskisinda genis yer almasiydi.

"Carlo, Abdullah Öcalan Nerede?"

Roma Emniyet irtibat Görevlisi Bülent Akdeniz, bir anda ne yapacagini bilemedi. Bilgi alabilecegi kisilerin telefon numaralarini arastirirken, telefonu yine çaldi. Arayan Kaçakçilik ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Baskani Emin Aslan'di. O da Abdullah Öcalan'in yakalandigina iliskin Almanya'nin Roma irtibat görevlisinin, BKA Baskan Yardimcisi Falk'a ulastirdigi bilgiyi yineledi, "Aman çok acele haber bekliyoruz" dedi.

Bülent Akdeniz, Terörle Mücadele ve Istihbarat Dairesi'nin bagli oldugu DlGOS'un Baskan Yardimcisi Carlo D. Stafano'yu aradi. Carlo ile yakin iliskileri vardi. Birbirlerine güveniyorlardi. Carlo, Bülent Akdeniz'in sesini duyduguna memnun olmamisti. Akdeniz'in hal hatir sormaya vakti yoktu. Abdullah Öcalan'in yakalandigina iliskin haberi önceden ögrenemedigi için kendi kendine kiziyor, bir yandan da Italyan meslektaslarinin olayi kendisinden gizlemesine cani sikiliyordu. Emniyet Amiri Akdeniz sordu:

"Carlo, Abdullah Öcalan'in yakalandigina iliskin bir haber aldim. Dogru mu?"

"Nereden ögrendin?"

"Carlo, dogru mu degil mi, bana onu söyle."

"Bilmiyorum. Ben seni bes dakika sonra ararim."

Bülent Akdeniz, Carlo'nun ses tonundan Abdullah Öcalan'in yakalandigini anlamisti. Emniyet Genel Müdür Yardimcisi Halil Tug'un cep telefonunu aradi, "Müdürüm haber büyük ihtimalle dogru. Az sonra teyidini alacagim" dedi. Tug, Roma'dan aldigi ilk bilgiyi Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican'a ulastirdi: "Büyük ihtimalle haber dogru."

Bülent Akdeniz, Carlo'nun "Ben seni 5 dakika sonra arayacagim" demesinin anlamini biliyordu. Zaman zaman kendisi de öyle yapar, amirlerine sorma geregi duydugu konularda ayni yöntemi kullanirdi. Carlo da, amirlerine danistiktan sonra Akdeniz'e nasil bir cevap verecegini ögrenecekti. Çok geçmedi, Carlo aradi:

"Bülent, Abdullah Öcalan'in yakalandigi dogru. Su anda hastanede. Saglik problemleri varmis."

"Sagol Carlo, sagol Carlo..."

PKK'nin Adi Ancak 1.5 Yil Sonra Ögrenilebildi

Bülent, telefonun tuslarina hizli hizli basti. Telefona çikan kisiye, "Efendim haber dogru" dedi. Karsisindakinden, "Hangi haber dogru, kimsin kardesim sen?" cevabini aldiginda yanlis bir numarayi çevirdigini anlamisti. Tuslara yeniden basti, Halil Tug karsisindaydi:

"Efendim, haber dogru. Teyit ettim. Abdullah Öcalan, Abdullah Sarikurt adina düzenlenmis pasaportla Roma Havaalanina giris yaparken yakalanmis. Su anda hastanedeymis."

Halil Tug da heyecanlanmisti. Meslege basladigi yillari animsadi. PKK'nin yeni ortaya çiktigi dönemde genç bir baskomiserdi. Istihbarat Dairesi'nde "Bölücülük Bölgecilik Masasi"na bakiyordu. PKK'nin Eruh Semdinli baskininin oldugu günlerde Yildirim Akbulut Içisleri Bakani, Galip Demirel içisleri Bakanligi Müstesari, Saffet Arikan Bedük Emniyet Genel Müdürü, Renan Gürman ise Istihbarat Dairesi Baskaniydi.

PKK konusunda brifing veriliyordu. Yildirim Akbulut "Çözüm nedir?" diye sordugunda, genç istihbaratçi Halil Tug elini kaldirdi, söz istedi:"Efendim cüretimi ba­gislarsaniz, Israil usulü uygulama disinda bir sey yok" dedi. Tug'un bu sözlerinin ardindan büyük bir sessizlik yasandi.

Halil Tug, biraz daha geriye gitti. Güneydogu'da degisik isimler altina bildiri dagitanlarin PKK'li oldugunu belirlemek için ugrastigi günler aklindan geçti. 1978 yilinda Güneydogu illerinde bildiriler dagitiliyor, ancak bunlarin hangi örgüt oldugu bir türlü ortaya çikarilamiyordu. Bazi bildirilerde "Kürt Ulusal Kurtulusçulari", bazilarinda "Apocular", bazen "Ulusal Kurtulus Hareketi" isimlen yer aliyor, bir bildiride ise "5. Parçacilar" imzasi kullaniliyordu. Bu da neydi? Kimdi bunlar? Istihbarat Dairesi, zaten yokluk içindeydi. Simdi bu örgütlerin kimler oldugunu belirlemek, için tüm birimler çaba gösteriyordu. O günlerde "5 Parçacilar" bildirisi üzerinde hayli kafa yorulmustu.

1979 yilinda Istihbarat Dairesi Baskani Fevzi Karaman, Içisleri Bakani Hasan Fehmi Günes'e, bu örgütlerin büyük olasilikla ayni örgüt oldugunu anlatiyor, birden çok isim kullanan örgütün adinin kesin olarak belirlenemedigini söylüyordu. Batman Istihbarat Subesi'nde görevli bir polis memuru bir belge ele geçirdi. Degisik isimler altinda bildiri yayimlayan örgütlerin aslinda tek bir örgüt oldugunu, bunlarin "Kürdistan Isçi Partisi", yani PKK oldugu yolunda bir rapor gönderdi. Iste, Emniyet'in kayitlarina PKK adi böyle girdi. Bu örgütün içinde kimlerin yer aldigini saptamak da öyle kolay olmamisti. Ankara'daki Türk Is Bloklari'ndaki bir dairede yapilan ve on dört kisinin katildigi toplantida istihbarat Dairesi'nin bir ajani da bulunuyordu. Degisik isimler altinda bildin dagitan örgütün gerçekte PKK oldugunu saptayabilmek istihbarat Dairesinin tam 1,5 yilini almisti.

PKK'lilarin içine girmeyi basaran Batman Emniyet Müdürlügü'nde görevli polis, aldigi bilgileri, Ankara'ya getirdi. Hem örgütün gerçek adi ögrenilmis, hem de bu örgütün önemli militanlarinin isimleri ve kod isimlerini içeren bilgiler elde edilmisti.

Örgüte dönük yildirim bir operasyon planlandi. Yaklasik yüz elli kisinin gözaltina alinmasi, bunlarin bir gece içinde toplanmasi amaçlandi. Istihbarat Dairesi bu operasyonda devre disi birakildi. Yüz elli kisiden yirmi ikisi gözaltina alindi. PKK'nin ilk kadrolarina yönelik operasyon yarim kalmis, istenilen hedeflere ulasilamamisti.

 

"Vallahi Billahi Yakalandi"

Gazeteciler, Köln yolunda taksilerle devam ederken, telefon geldi:

"Tüm arkadaslara bildirin. Abdullah Öcalan, Roma'ya giris yaparken yakalandi."

Önce saka sanildi. Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican'in talimati üzerine korumasi Muammer bu haberi aktariyordu. Ancak, ses tonundan son derece ciddi ol­dugu, hatta genel müdürün yanindan aradigi anlasiliyordu.

Otomobiller durduruldu. NTV, ATV ve Kanal D'nin muhabirleri, Türkiye'ye haberi ilk ulastirmak için can atiyordu. Saat tam 12. 47'yi gösteriyordu. Gazeteciler de böyle bir haberi merkezlerinin televizyondan degil, muhabirlerinden duymaliydi. Sabah gazetesi muhabiri, sabah kendisine "mansetlik haber yok mu?" diyen Haber Müdürü Semra Çetin'i aradi:

"Manset soruyordun, Abdullah Öcalan yakalandi."

"Yok ya... Nerede yakalanmis?"

"Roma'da yakalanmis."

"Hadi canim sende..."

"Valla yakalandi. Saka yapmiyorum."

"Yok ya..."

"Vallahi billahi yakalandi. Hem de Roma'ya girerken yakalandi. Emniyet Genel Müdürü Köln'e gelince açiklama yapacak. Az sonra televizyonlardan 'Flas haber' diye duyarsin."

"Pek inanmadim ama Istanbul’u uyariyorum, televizyonu da açiyorum."

"Vallahi billahi dogru. Yemin ederim ki haber dogru. Istanbul'u uyarin da haberi televizyon yerine bizden ögrenmis olsunlar."

Ilk Haber Yasar Yazicioglu’na

Italya irtibat Görevlisi Emniyet Amiri Bülent Akdeniz'den "Apo'nun yakalandigi dogru" haberi geldi. Basbakanlik Müstesari Yasar Yazicioglu, Emniyet Genel Müdür Yardimcisi Halil Tug'u baska bir nedenle aramis, özel kalemine not birakmisti. Yazicioglu'nun notu Tug'a iletildi.

Yazicioglu'nun arayis 'nedeni, Abdullah Öcalan'in yakalanmasiyla ilgili olabilirdi. Tug, Yazicioglu'nu arar­ken, Kaçakçilik Dairesi Baskani Emin Aslan da, kâgit ka­lemi çikarmis, Tug'un söyleyecegi bir sey varsa onu yazmaya hazirlaniyordu. Genel Müdür Yardimcisi Tug, "Sayin Müstesarim olay dogru" dedi. Yazicioglu, neyin dogru oldugunu anlamadi, "Hangisi?" diye sordu. Tug, "Abdullah Öcalan, Roma'ya giris yaparken yakalanmis. Irtibat görevlimiz de dogruladi. Genel Müdürümüz, du­rumu içisleri Bakani Kutlu Aktas'a telefonla bildirmek istedi ama Sayin Bakanimiz toplantida oldugu için görüsemedi" açiklamasini yapti.

Yazicioglu, Emniyet Genel Müdürü Bilican'in, kendisine ya da Basbakan'a böyle* önemli bir konuyu bildirmemesine bozulmustu. Televizyonu açti. Adnan Gerger ATV’ de, Göksel Polat Kanal D'de, Unsal Ergel NTV'de "bomba" haberi aktariyordu. Haberlerde, Genel Müdür Necati Bilican'in Köln'de bu konuda ayrintili açiklama yapacagi da duyuruluyordu.

Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican, Köln'de Dom Kilisesi'nin önüne geldiginde etrafi gazeteciler tarafindan sarildi. Soguk, buz gibi bir hava vardi. Bilican, Abdullah Öcalan'in, Roma'ya Abdullah Sarikurt adina düzenlenmis sahte bir pasaportla giris yapmak isterken gözaltina alindigini belirtiyor, bu konuda daha ayrintili bilgi alabilmek için çalismalarin devam ettigini söylüyordu. Gazete muhabirleri de, zamandan kazanmak için telefonlarini açmis, Bilican'in konusmalarini aninda gazete yetkililerine dinletiyordu.

Bilican, Zirhli Araçla Götürüldü

O gün öyle bir gündü ki, Dom Kilisesi önünde bekleyen gazetecilerin soguktan yüzleri morarmisti. Genel Müdürün söylediklerini not almakta zorlanmislardi. Öcalan'in Roma'da gözaltina alindigi haberini ilk kez Köln'de açiklayan Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican ve heyette yer alanlarin PKK'lilarin saldirisina ug­rayabileceklerini dikkate alan Alman polisi, Bilican'in bindigi otomobili hemen orada degistirmeye karar verdi.

Kiliseyi esi Nazan Hanimla birlikte dolasan Bilican'a, BKA Baskan Yardimcisi Faik, "PKK'lilar gösteri yapabilir. Bir an önce buradan gidelim" uyarisinda bu­lundu. Bilican, Köln'de dolasacak, koruma ve özel kalem görevlilerine küçük hediyeler alacakti. Almanlar, alis­verise çikilmasini bu asamada çok tehlikeli buldu ve bir an önce Köln Havaalani'na gidilmesini önerdi. Bilican'a yönelik her an bir saldin olabilecegi dikkate alindi ve etrafindaki koruma çemberi genisletildi.

Abdullah Öcalan'in yakalandigi haberi Türkiye'de bomba gibi patlamisti. Basbakan Mesut Yilmaz, düzenledigi basin toplantisinda, "Almanya'da bulunan Em­niyet Genel Müdür Yardimcisi Halil Tug, Basbakanligi arayarak Abdullah Öcalan'in Roma'da yakalandigini bildirdi" dedi.

Basbakanin böyle bir açiklama yaptigi haberi, Bilican'in canini sikti. Kendisinden habersiz olarak Halil Tug'un Basbakanliga bilgi vermesine kizdi. Köln Havaalani'nda gergin bir bekleyis vardi. Bilican, Halil Tug'a kiziyor, Tug ise Yasar Yazicioglu'nun kendisini aradigini, o sirada bilgi verdigini söylüyordu.

Istanbul Atatürk Havaalanina geldiklerinde bir "basin ordusu" onlari karsilamisti. Bilican, burada açiklamalarda bulunurken hayli gergindi. Seref Salonu'na geçtiginde Devlet Bakani Metin Gürdere, Istanbul Cumhuriyet Bassavcisi Ferzan Çitici, Bilican'i kutluyordu. Bilican'in Basbakan'dan önce açiklama yapmasi hayli rahatsizlik yaratmisti. Bilican, salonda, "Daha ne yapmam lazim, kimi yakalamamiz lazim" diye sinirlendi. Apo'nun yakalandiginin ögrenildigi gün mutlu olmasi, sevinmesi gerekenler arasinda müthis bir gerginlik basliyor, bu sikinti Necati Bilican ve Halil Tug'un görevden alinmalarina kadar uzuyordu.

Büyükelçilikte Haberi Önce Birinci Müstesar Ögrendi

Emniyet Genel Müdürlügü Roma Irtibat Görevlisi Emniyet Amiri Bülent Akdeniz, Halil Tug ve Daire Baskani Emin Aslan'a, Abdullah Öcalan'in yakalandigina iliskin "teyitli bilgi" verince rahatlamis, meslektasi Carlo D.Stafano’nun o sikintili dakikalarindaki yardimi onu çok duygulandirmisti.

Bu haberi Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Inal Batu'ya iletmek istedi. Batu mesgul oldugu için "Apo yakalandi" haberini o an iletemedi. 1. Müstesar Sadik Toprak'i aradi, "Sayin Müstesarim Abdullah Öcalan burada yakalandi" dedi. Bülent Akdeniz, saat 17.00 civarinda DlGOS Baskan Yardimcisi Carlo'nun yanina gitti, Öcalan'in Abdullah Sarikurt adina düzenlenmis sahte pasaportunun fotokopisini aldi. Italyan polisinin üzerinde yogun bir siyasi baski baslamisti. Daha düne kadar çok samimi oldugu meslektaslari kendisinden kaçiyor, bilgi alisverisi bir anda kesiliyordu.

Abdullah Öcalan, hastaneden çikarildiktan sonra yerlestirildigi Infernetto'daki villada, sevgilisi oldugu öne sürülen Ayfer Kaya'yla yalniz oldugu saniliyordu.

Oysa ayni evde üç bayan daha vardi. Bülent Akdeniz, Italyan polislerinden degil, bu kez kendi kaynaklarindan bilgi aliyordu. Kaynagi, bir Türkün yaninda çalisan ve Apo'nun kaldigi villanin iki villa ötesinde evi bulunan kisiydi. Öcalan’in Rusya'ya götürülecegini de bir gün önce Emniyet Genel Müdürlügü'ne bildirdi.

Abdullah Öcalan, uçaga bindirilirken, yaninda Italya istihbarat Örgütünden iki kisi de kendisine refakat ediyordu.

Abdullah Öcalan'in, daha sonra Kenya macerasi basliyor. Onu getirmek için Ankara Esenboga Havaalani'nda hazirlik yapiliyordu.

Apo'yu Getiren Sekiz Kahramana Sahte Pasaport

Abdullah Öcalan'in Kenya'dan getirilisi basli basina bir macera. PKK'nin eylemlerini devam ettirdigi o gün­lerde bir isadaminin, uçagini PKK'nin basi Abdullah Öcalan'in getirilmesi için tahsis etmesi çok önemliydi. Cavit Çaglar, uçagini böyle bir görev için tahsis etti.

Cavit Çaglar'a ait uçak, Kenya'ya gönderilmeden önce boyandi. Rengi ve kuyruk numarasi degistirildi. Uçaginda Abdullah Öcalan getirilen Cavit Çaglar da, Etibank davasi ile ilgili hakkinda çikarilan tutuklama karari verildiginde yurtdisinda bulunuyordu. Dönmeyince Interpol tarafindan Kirmizi Bülten'le aranmaya baslandi.

Amerika'da yakalandi ve THY uçagi ile Türkiye'ye getirildi. Cavit Çaglar, o gün kaderine isyan etmisti...

Ankara Esenboga Havaalaninda heyecan vardi. MIT Müstesari Senkal Atasagun, gönderilecek ekibin yanindaydi. Onlari bu önemli yolculuga ugurlayacakti. Gönderilecek kisiler belirlenmis, havaalanina gelirken yanlarina birer de fotograf almalari istenmisti.

Fotograflari alan üç görevli Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral'in odasina girdi. Saral, bu kisileri taniyordu. Saral'a 8 adet fotograf verdiler.

"Çok gizli ve önemli" bir görev için bu kisiler adina pasaport düzenlenmesi gerekiyordu. Emniyet Müdürü Saral, MIT'çilerden bu önemli isin ne oldugunu ögrenmeye çalisti. Ancak, görevin ne oldugunu kendilerinin de bilmediklerini söylediler.

Emniyet Müdürü Saral, Pasaport Sube Müdürü Adnan Mutlu'yu odasina çagirdi. Isin aciliyetini de belirtti ve verdigi pasaportlarin "saglam" hazirlanmasini istedi. Adnan Mutlu, güvendigi bazi personeli odasina aldi, "Önemli bir görev" için bu kisiler adina pasaport hazirlanmasi talimatini verdi.

Kimse ne oldugunu bilmiyordu. Geçmiste hiçbir olaya karismamis, sicilleri "temiz" 8 kisi adina sahte pa­saport hazirlandi. Onlar Abdullah Öcalan'i "paketleyip" getireceklerdi. Abdullah Öcalan'i kimin getirdigi kayitlar incelense bile ögrenilemeyecekti. Görev tamamlandiginda pasaportlar da toplanmisti.

Hemen herkes uçakta Abdullah Öcalan'a "vatanina hos geldin" diyen kahramanin kim oldugunu merak etti. O, Türk Silahli Kuvvetleri'nde görev yapan bir subaydi.

Öcalan'i getiren timde yer alan baska bir komutanin da basindan ilginç bir olay geçti. Bir sohbette, birisi, "Apo'yu getiren ekiptenim" dedi ve nasil getirildigini heyecanli heyecanli anlatmaya basladi. Apo'yu getiren ekipte gerçekten yer alan kisi ise sessizce dinledi, "Ne büyük olaydi. Sizi tebrik ederim" dedi. Bazilari "Apo'yu getirdim" diye hava atiyordu. Oysa onlar sekiz kisiydi ve birbirlerini de biliyorlardi. Görüntülerde baslarinda kar maskeleri vardi. Yüzleri görünmüyordu. Apo'nun uçakta çekilen filminde giydikleri gömlekleri ise o günün en büyük hatirasi ve görevli olduklarinin kaniti olarak sakliyorlardi.

MIT Müstesari Senkal Atasagun, Apo'nun uçaginin havalandigini ögrendiginde ise dünyanin en mutlu kisilerinin basinda geliyor, müjdeli haberi yetkililere bil­diriyordu...

Meçhul Kisi: Seni Kaçirmak Için Dört Kisi Geliyor

Abdullah Öcalan'i getirmek için sekiz kisilik tim Kenya'ya gitmek üzere Ankara'dan havalanirken, Öcalan'in bulundugu Yunanistan'in Nairobi Büyükelçiligini telefonla arayan ve Türkçe konusan kisi, müthis bir bilgi veriyordu:

"Seni kaçirmak üzere Türkiye'den dört kisi geliyor. Çok dikkatli ol."

Telefon bu sözlerin hemen ardindan kapandi. Abdullah Öcalan ve yaninda bulunanlar telaslandi. Apo, "Bana silah verin" diye bagirdi. Büyükelçilikteki hediye silahlari alip sirayla nöbet tutmaya basladilar.

Apo, Büyükelçilige verilen hediye silahlardan birisini beline takmisti. Perdenin arkasindan disariya bakiyor, olaganüstü bir durum olup olmadigini anlamaya çalisiyordu. Apo, elinde silahla beklerken birden Suriye'den Kenya'ya gelis günleri gözünün önüne geldi.

Misir Devlet Baskani Hüsnü Mübarek'in Suriye Devlet Baskani Hafiz Esad ile görüsmelerinin ardindan, Suriye istihbarat Örgütü elemanlarindan Aga kod adli Mervan Zirki, PKK'nin Suriye Temsilcisi Delil ile birlikte Apo'nun Sam'daki evine geldi. Zirki, "Ülkeden ayril, ayrilmazsan seni Türkiye'ye teslim edecegiz'1 dedi. Öcalan, "O zaman Lübnan'a gideyim" deyince de Zirki'den "Olmaz" cevabini aldi. Çok üzgündü, dudaklarindan, "Zorla misafirlik olmaz" sözleri döküldü.

Abdullah Öcalan'a Abdullah Sarikurt adina pasaport düzenlenmesi görevini Delil üstlenmisti. Sahte pasaportu da kendileri yapiyordu. Ancak, Apo'nun pasaportunun daha saglam olmasi için bu pasaportun Avrupa'dan getirilmesi uygun bulundu.

Elveda Suriye

Öcalan, Suriye'den ayrilis serüvenini söyle anlatiyor:

"Yunanistan'da bulunan temsilcimiz Rozalin kod adli Ayfer Kaya'yi yanima çagirdim ve Yunanistan'a gelecegimi, gerekli hazirliklari yapmasini istedim. Rozalin, Yunancayi ögrendigi için kilavuzluk yapacakti. Yunanistan'daki dostlarimiz' Badovas, Nagazakis ve parlamenter arkadaslari ile iliski kurdugunu, sonucun olumlu oldugunu söyledi. Sam'dan normal tarifeli uçak ile Atina'ya gittim. Evden ayrilip uçaga gidene kadar El Muhaberat beni izledi. Uçak Stockholm'e gidiyordu ve kalabalik sayilirdi. Benim yanimda uçaga gidene kadar Delil. Rozalin ve El Muhaberat'tan Aga vardi. Havaalanina kadar bizim kullandigimiz araç ile gittik. Delil orada kaldi. Delil'e Suriye'deki evlerin bosaltilmasini, Irak'a dogru gitmelerini söyledim. 9 Ekim 1998 tarihinde oradan ayrildim. Yolculuk iki saat kadardi. Uçak içinde taninmamak için kendi kendimi kamufle ettim. Sam'dan ayrilisimizi Delil ve evde kalan bazi gençler biliyordu. Yunanistan'a gidecegimizi Badovas biliyordu. Atina'ya indik."

"Burada Kalamazsiniz"

Atina'da onlari Yunanistan istihbaratinin üst düzey sorumlusu DIMITRI karsiladi. Saat 12.00 civariydi. Onlari bir odaya aldi. Öcalan'a, "Siz gerçekten Abdullah Öcalan

misiniz?" diye sordu. Apo güldü, "Evet benim" karsiligini verdi. DIMITRI, "Sizin burada kalma süreniz saat 17.00'ye kadar" uyarisinda bulundu. Apo, "Dostlarimizin gelmesini bekleyecegim" derken, DIMITRI kararli bir biçimde sunlari söyledi:

"Ya bizim uçakla Stockholm'e gideceksiniz, ya da geldiginiz ülkeye iade ederiz."

Apo'nun sevgilisi Rozalin, Yunanca olarak DIMITRI ile tartisiyor, "iltica hakki var" diyor, havaalani yakinindaki otelde kalmalarina izin verilmesini istiyor, ancak bu istekleri de kabul edilmiyordu. Apo ortada kalmisti. Rusya Temsilcisi Mahir'i telefonla aradilar. Mahir, bazi görüsmelerde bulunduktan sonra, "Buraya gelin" dedi. Apo sekiz kisilik bir jet uçagiyla Rozalin'le birlikte Rusya'ya gitti. Yolculuk üç saat sürdü. Mos­kova'da 30 gün kaldi. Ruslar da Apo'yu bir an önce uzaklastirmak için çaba göstermeye basladi. Öcalan, o günleri söyle anlatiyor:

"Giderek sikisiyorduk. Sahsi güvenligimi ben Italya'da iken kendisini yakan bir arkadasla birlikte iki kadro sagliyordu. Korumalardan birisinin adi Ahmet, digeri Cihat'ti. Rusya Basbakani, kesinlikle ülkeyi terk etmemizi istedi. Tekrar ülke aramaya basladik, Italya’da, Yeniden Yapilanma Partisi Milletvekili Montovani'nin is­temi üzerine Yunanistan'in AET ile olan iliskilerini de göz önüne alarak Italya'yi seçtik. 12 Kasim 1998 günü saat 21.00'de yolcu uçagi ile Italya’ya gittim. Beni mil­letvekili Montovani isimli dostumuz ile Ahmet Yaman karsiladi. Pasaport ayniydi, ilk gelen polise 'Ben PKK örgütü lideri Abdullah Öcalan'im' dedim. Iltica etmek istedigimi söyledim. Daha sonra islemlere basladilar. Sabaha dogru beni hastaneye götürdüler. Orada kontroller yapildi, iltica süreci basladi. Pasaport meselesinden beni tutukladilar. Italyanlar beni Türkiye'ye teslim etmeyeceklerini, ancak Shengain Anlasmasi çerçevesinde Almanya'nin istemesi durumunda Almanya'ya iade edebileceklerini söylediler. Kirk gün beklenilecegim söylediler. Kaldigim zaman Rozalin de oradaydi. Ancak, yanima getirmediler. Onu ayri bir yerde tuttular. Ancak, tercümanim olan Ahmet günde bir kez yanima geliyordu. Cep telefonu ile görüsmeme izin veriliyordu.

Telefonla Kani ve Mahir'le konustum. On gün içinde Italyan Istinaf Mahkemesi sahte pasaporttan yattigim süreyi yeterli buldu ve serbest oldugumu söyledi. Oradan polis kontrolünde Cehennem Vadisi'ndeki villaya gittim. Italyanlar bana evde serbest oldugumu, ancak güvenlik nedeni ile evden ayrilmamam gerektigini söylediler. Hatta evin alt katina Italyan polisi yerlesti. Yanimda temsilcimiz Ahmet Yaman vardi. Ahmet'in cep telefonu ile görüsme yapabiliyordum. Fransiz savcisinin istemi üzerine esyalarim arandi. Bunun nedeni orada bir kadro yakalanmis, onun benimle iliskisini kanitlayabilecek bir belge bulduklari takdirde bana ülkeye girisi yasaklayacaklarmis. Sonradan benim anladigim Fransa, Almanya benzeri bir tutum izlemek istiyordu. Oraya gitmemem için bir tedbirdi. Gelirsen tutuklariz anlamindaydi. Bu süreçte çok ziyaretçi geldi. Toplam yüz civarinda heyet geldi. Kaldigimiz süreçte Italyanlar 'Kalabilirsiniz ama hukukta verilebilecek bir kararla tutuklanabilirsiniz de' dediler. Bunu devamli bir silah gibi kullaniyorlardi."

Apo, Ülke Ariyor

Apo, Italya'da bulundugu dönemde kalabilecegi ülke arayisindaydi. Güney Afrika, Yunanistan, Moskova, HolLamia, Finlandiya, Baltik ülkeleri için ayri ayri girisimler yapiliyordu. Ülkeler onu ne kabul, ne de reddetti. Apo, yine en uygun yer olarak Rusya'yi görüyordu, Italyanlarla anlasarak 16 Ocak 1999 tarihinde uçak ile Italya'dan Rusya'ya hareket etti.

Apo, Sam'dan ayrilirken yaninda 50 bin dolar vardi. Yakalanana kadar bunun 15 bin dolarini harcadi. Rusya'da Novigrad Havaalani'nda onu örgütün Rusya temsilcisi Mahir karsiladi. Apo'nun geldigini istihbarat örgütü de ögrendi. Öcalan'a, "On gün içinde buradan ayril" denildi. Apo, yine uçaga bindirildi. Yaninda Rozalin ile Yunanli dostu Badovas ve Nagazakis vardi. Apo anlatmaya devam ediyor:

"1 Subat'ta Yunanistan'a gittik. Bu sefer durumun ayarlandigini söylediler. Atina Havaalani'nda bizi yine DIMITRIS karsiladi. Içeri sokmadilar. Orada anladim ki daha önceden herhangi bir ayarlama yapilmamis. Telasla beni nereye gönderebileceklerini sordular. Bir ara Kenya lafi geçti. Aceleyle beni uçakla Korfu Adasi'na gönderdiler. Bana Yunanlilar bastan beri ne yapilacagini biliyorlar gibi geldi. Israrla bana benden sonra örgütün basina geçecek ismi soruyorlardi. O gece Korfu'da beni bir eve götürdüler. Saniyorum istihbaratin kullandigi yari askeri bir yerdi. Badovas, Atina'da kalmisti. Benim yanimda temsilci Mehmet kod adli Ibrahim (soyadini hatirlamiyorum, Midyatli), Dilek kod adli Semsi Kiliç, Yunanli Corc, onun yaninda biri ve Rozalin vardi. Korfu Adasi'ndan uçakla ayrildik. Oradan Misk'e götürüldük. HolLamia'dan avukat Berita ile temas kurduk. Misk'ten HolLamia'ya gitmek için uçak gelecekti. Yunanli pilotlar beni bir an önce havaalaninda indirip geri dönmek is­tiyorlardi. Ancak ben uçak gelmedigi için inmedim. Bu arada bütün Avrupa ülkelerinin havaalanlarinin bana kapatildigini duydum."

Apo'yu HolLamia'ya götürecek uçak gelmedigi için tekrar Atina'ya dönüldü. Uçak degisikligi yapildi. Yolculuk bu kez Kenya'yaydi. Onu Kenya'da Yunan elçilik görevlileri karsiladi. Birlikte Büyükelçilige gidildi. Büyükelçi Kostunas, onlari Büyükelçilik disinda bir eve göndermek istedi. Apo, bunu kabul etmedi. Apo için iltica talebinde bulunuldu. Amaç, son olarak orada oldugunu belgelemekti.

O gün Büyükelçilikte bir hareketlilik vardi. Büyükelçiyi Kenya Disisleri Bakanligi'na davet ettiler. Dönüste Büyükelçi Kostunas, "Saat 17.00'de havaalanina gideceksiniz, buradan istediginiz yere gidebilirsiniz" dedi. Apo, Amsterdam'a gitmek istedigini, havaalanina da diplomatik dokunulmazligindan dolayi Büyükelçilik otomobiliyle gitmek istedigini belirtti. Apo'nun bu istegi kabul edilmedi.

Yere Yatirildi, Yolculuk Basladi

Bu istek Kenyali görevlilerce kabul edilmedi. Kenyalilar Apo'yu ayri bir otomobile bindirdiler ve diger arkadaslariyla bagini kisa sürede kestiler. Apo, Türkiye'den kendisini almak üzere gelen uçaga bindigini bilmiyordu. Emin adimlarla uçaga adimini atti. Yaninda arkadaslarini göremeyince rengi sarardi, basina gelecekleri tahmin eder gibi oldu. Apo, o kritik dakikalari anlatiyor:

"Uçaga bindim. Birden etrafim sarildi. Hemen yere yatirildim ve yakalandim. Uçaga binince üst aramam yapildi. Saatim dahil, hepsini üzerimden aldilar."

"Türkiye'den seni almak üzere dört kisi geldi" diyen meçhul ses için Apo, "deli saçmasi" diye aklindan geçirdi ama önlem almayi da ihmal etmemisti. Apo, Imrali Adasi'na gidiyordu.

Apo, Gülerek Anlatti: Bir de Uyandim ki...

Abdullah Öcalan'in Imrali Adasi'nda sorgusunu DGM Savcilari Nuh Mete Yüksel, Talat Salk ve Hamza Keles yapti.

Apo'nun sorgusunu yapan üç DGM savcisindan biri olan Talat Salk'la konusuyoruz. Savci "Abdullah Öcalan'in insan olarak haklan hiçbir biçimde ihlal edilmedi. Avukatlariyla, ailesiyle görüstürüldü, istedigi gazeteler, kitaplar verildi" diyor ve Apo'nun getirildigi günlerdeki durumu söyle anlatiyor:

"Abdullah Öcalan Imrali Adasi'na getirildigi ilk günlerde avukatlariyla görüsmesine izin verilmedi. Bunun da sebebi su: Devlet, Abdullah Öcalan'in hayatindan endise etti. Çok olaganüstü tedbirler aldi. Abdullah Öcalan'a kin duyan bir sürü insan var. Bir sürü oglu sehit olan anne var, baba var. Bunlarin içerisinde polisler de, askerler de olabilir. Onun için ilk önce Abdullah Öcalan'in hayatini nasil koruruz endisesine kapildik. Ancak o endiseyi yendikten sonra görüsmeye izin verilebildi. O da Türkiye Cumhuriyeti Devleti için olagan bir tedbirdir."

Abdullah Öcalan'in gardiyanlari, yeni adiyla infaz koruma memurlari aslinda Polis Özel Harekât Timlerinde uzun yillar görev yapmis, PKK'li pesinde daglarda kosmus, vurmus, vurulmus kisilerdi. Bunlarin seçiminde çok titiz davranildi

Ayni Karavanadan Yediler

DGM Savcisi Salk, Apo'nun sorgu sirasinda halini söyle anlatiyor:

"Türkiye'ye getirildigi günlerde devamli idam edilme korkusu tasiyordu. Sorguda kendisine bir fiske bile vurulmamistir. Sorgu esnasinda esprili bir sey oluyor ve gülüyordu. Mesela Öcalan'a ben 'Nasil yakalandigini' sordum, gülerek 'Ben de bilmiyorum. Uyandim, kendimi Türk görevlilerin elinde gördüm1 dedi. Daha bir sürü esprisi olmustur ama bunlar sorgu esnasinda lafin gelisi üzerine oluyordu."

Salk unutulmaz sorgu ile ilgili olarak sorularimi söyle cevaplandiriyor:

"Apo'nun sorgusunda suçladigi kimseler var miydi?"

"Abdullah Öcalan, sorgusu sirasinda Avrupalilari suçlamistir. Avrupalilar için 'Avrupa'ya giden, olaylara bile katilmayan, ben Kürdüm, ben PKK'liyim diyen herkesi ülkelerine kabul ediyorlardi. En büyük PKK'li olan beni almadilar, bana iltica hakki tanimadilar' diyordu. Onlara bu davranislarindan ve ikiyüzlülüklerinden dolayi çok kiziyordu. "

"Apo öldürülecegi kuskusu tasiyor muydu?"

"Can güvenliginden endise ettigini hiç belirtmedi. Ancak devletin öyle bir endise tasidigini biliyorum. Onun hayatini korumak için oraya gelen üç doktor bile özel seçildi. Bu Abdullah Öcalan'a kiymet verildigi için degil, 'Buna bir sey yapilir da devlet olarak zan altinda kaliriz' diye bütün bu tedbirler alindi. Kaldigi cezaevi normal bir cezaevi degil. Konforlu sayilabilecek bir yer."

"Sizlerin ve Apo'nun yemekleri farkli mi çikiyordu?"

"Hayir, orada bulundugumuz sürece ben de ayni karavanadan yedim. Biz ne yiyorsak, ayni karavanadan Apo da yiyordu. Yani Abdullah Öcalan'a Türk devletinin davranisi fevkalade iyi olmustur. Düsünebiliyor musunuz, kendisine bir ada tahsis edildi. Yani bu ada 'Abdullah Öcalan kaçmasin' diye degil, 'Herhangi bir suikasta ugramasin' diye tahsis edildi."

Sorguda bulunan DGM Savcisi Nuh Mete Yüksel, yüksek tansiyonu olan birisi. Apo'nun sorgusu yapilmadan önce, bir doçent doktor ile iki doktorun saglik kontrolünden geçiriliyordu. Sorguya alinmadan, sorgu sirasinda ve sorgu sonrasinda da tansiyonu ölçülüyordu.

DGM Savcisi Nuh Mete Yüksel, "Benim tansiyonumun yükselmesinin hiç önemi yoktu. Ama Apo'nun tansiyonu bir derece yükselince doktorlar ne yapacaklarini sasiriyorlardi. Apo'nun üzerine titriyorlardi. O kadar özen gösteriliyordu. Apo'nun hiçbir hakki ihlal edilmemistir" diyor. Apo sayesinde, DGM savcilari da sik sik tansiyonlarini ölçtürüyor, hazir gelmisken doktorlara sikâyetlerini söylüyorlardi.

Çatli: 5 Ocak'ta Istanbul'da Olun

Yedi TIP'li ögrencinin öldürülmesinin emrini veren Abdullah Çatli, 1981 yilinda yurtdisina kaçti. Kaçak oldugu dönemde memleketi Nevsehir'e telefon ediyor, kardesi Zeki ile konusuyordu. O dönemde telefon dinleme teknikleri yetersiz kaliyordu. O yüzden telefonlarin dinlenmesi kolay kolay mümkün olmuyordu.

1983 yilinin son günleriydi. Çatli kardesine, "Size yakinda sürprizim var. 5 Ocak'ta babamla beraber Istanbul'da olun" dedi. Çatli'nin nasil bir sürpriz ya­pacagini bilmiyorlardi. Istanbul'a gittiler. Akrabalarinin evine yerlestiler. Abdullah Çatli'nin arkadasi geldi, "Hadi gidiyoruz" dedi. Kapidan önce o çikti. Saga sola bakti, çikis için bir sorun olmadigini agacin altinda duran kisinin elini havaya kaldirmasiyla anlamisti.

Gittikleri evde onlari gerçekten bir sürpriz bekliyordu. Aradan iki saat daha geçti. Ne gelen vardi ne giden... Kapi vuruldu, genç adam, "Iste geldiler" dedi. Kapidan kollarini açarak babasi ve kardesine dogru ilerleyen kisi Abdullah Çatli'ydi. Baba, gözlerine inanamadi ve "Evladim nasil geldin?" dedi.

Çatli "Yurtdisinda üst düzey bir kisinin oglunu kaçirdilar. Onu kurtardim. Hediye olarak bir haftaligina Türkiye'ye gitmeme izin verdiler" diye yanitladi.

Çatli tedirgindi. Yillar sonra, "bazi yetkililerin bilgisi dahilinde" gelse bile gizlilige tam uyuyordu. Bir haftaligina gelmis, ama basina gelen bir olaydan sonra bu sürenin dolmasini beklemeden gitmeye karar vermisti.

Istanbul'da bir yazlikta kaliyorlardi. Arkadasina ait bir otomobille kardesi Zeki'yle birlikte kent merkezine geliyordu. Yolda iki polis isaret etti. Panik oldu. Ne yapacagini sasirdi. Belinde silahi vardi. Yavaslayip sonra birden gaza basmayi düsündü. Ancak polislerin ellerinde silahlari yoktu. Biraz rahatladi. Polislerden biri, "Arkadasimiz da Istanbul’a gidiyor. Onu da götürün" ricasinda bulundu.

Çatli Ile Polis Ayni Otomobilde

Polisin otomobile binmesinin altinda bir seyler oldugunu saniyorlardi. Sohbete basladilar. Polis Rizeliydi. Sordu:

"Hemserum nerelisun?"

"Kayseri."

"Neresindensun?"

"Içinden."

"Hangi mahallesindensun?"

"istasyon mahallesinden."

"Ben orada görev yaptum. Evun nerede?"

"Caminin yanindaki bakkalin ikinci katindaki sari ev."

"Bildum bildum."

Çatli, atiyordu. Ama Kayseri'ye trenle çok gittigi için ve tren geçen her yerde Istasyon Mahallesi oldugunu düsündügünden bu yalana basvurmustu. Polis yol boyunca meslek anilarini anlatti. O Abdullah Çatli'yla yolculuk yaptigini bilmiyordu.

O polis memuru, Susurluk kazasindan sonra Abdullah Çatli'nin fotograflarini görünce, arkadaslarina, "Ula pen ha usagi tanidim. Bir gün arabasiyla yolculuk yapmistim..." dedi. Arkadaslari Rizeli polisin anlattiklarina güldü. Onun yine espri yaptigini saniyorlardi.

Abdullah Çatli, Türkiye'ye ilk girisinde "Hasan Kurtoglu" adina düzenlenmis pasaport kullaniyordu. Uçakla gelisinde, havaalaninda kendisini karsilayan "rütbeli" bir kisi vardi. Hemen yakininda duran polis memuru, Çatli'ya dikkatlice bakti. Göz göze geldiler. Çatli, dikkatleri dagitmak için rütbeli kisiye "Sizi çok özlemisim" deyip sarildi. Amaci, polis memuruna aranan bir kisi olmadigini, rütbeli kisinin yakin dostu oldugunu göstermek, dikkatleri dagitmakti...

Çatli, cezaevinde olmadigi dönemde Türkiye'ye sik sik giris çikis yapiyordu. Türkiye'de o kadar rahat hareket ediyordu ki, TBMM'de, bakanlarin odasinda, özel kalem müdürlüklerinde hep o vardi. Abdullah Çatli oldugu görüstügü kisilerce biliniyordu. Ilk kez görüstügü kisilere ise kendini Mehmet Özbay diye tanitiyordu.

Kod Adi: Ufuk

Aslinda Hasan Kurtoglu, Mehmet Özbay, Sahin Ekli kimliklerini kullaniyordu ama asil sevdigi isim "Ufuk"tu. Çatli, bu ismi "devlete çalistigi" dönemde kullanmaya basladi:

Kod adi: Ufuk.

"Ufuk"un MIT ile iliskisi 1982 yili sonlarinda basladi. Devlet yetkilileriyle ilk görüsmesini Fransa'da yapti. Teklif devlet adina ASALA'ya karsi yürütülecek operasyon için yapildi. Birkaç kez yapilan görüsmelerden sonra Çatli bu teklifi kabul etti. "Sirdasi" olan kardesi Zeki Çatli, bana bu teklifi söyle anlatti:

"Agabeyimin bu teklifi kabul edis sekli, altini çizerek belirtiyorum 'prensip anlasmasi' seklindeydi. Yani devlet adina, kendi manevi degerleriyle örtüstügü için teklifi benimsedi. ASALA katillerinin yok edilmesi gerektigi, prensiplerine de uyuyordu. Görüsmeler sirasinda kendisi için bir talepte bulunmadi. Alpaslan Türkes'in serbest birakilmasini, ülkücülerin idam edilmemesini istedi. Türkes konusunun biraz zaman alacagi, ancak idamlarin durdurulmasinin gerçeklestirilecegi söylendi. Bu görüsmelerden sonra operasyonlara baslandi."

Ertaç Tinar'in Gizli Ifadesi

"Susurluk'un kayip silahlari" ortaya çiktiktan sonra Basbakanlik Basmüfettisleri Mehmet Akin ile Aysegül Genç, Israil’den silah aliminda kilit rol oynayan Ertaç Tinar'in 27 Temmuz 1998 tarihinde ifadesini aldilar. 10 Kasim'da ek bir ifade daha verdi. Tinar, müthis iddialarda bulunuyordu. "Gizli" kayitli ifadede Tinar kendisine yöneltilen sorulan söyle cevaplandiriyordu.

"50 milyon dolara pazarligi yapilip da 25 milyon dolar ödenen pazarligin ne oldugunu biliyor musunuz?"

"Baslangiçta bilmiyordum. Mehmet Agar, Israil Istihbarat Teskilati ile görüsmeler yapti. Bu görüsmelerde ben bulunmadim. Bu görüsmelerin mahiyetini bilmiyorum. Bu görüsmelerden sonra Israil'e ilk seyahatimiz de yapildi. Ancak bilahare yapilan çalismalarda, çalisma seklinden kendi tefsirime göre Istanbul Polat Rönesans Oteli'nde yapilan anlasmanin mahiyetinde lojistik, teknoloji transferi, egitim, istihbarat bulundugunu düsündügümde, bunun Abdullah Öcalan'in ortadan kaldirilmasi ile ilgili olduguna kanaat getirdim. Daha sonraki çalismalarda da Israillilerin ifadelerinden bunun böyle oldugunu kesinlikle ögrendim. Bu elli milyonluk çalisma bunlari kapsiyordu. Mehmet Agar'in Israil'de çok üst düzey istihbarat yetkilileriyle görüstügünü, kendisinden baska kimsenin katilmadigini biliyorum."

"Bu isten dolayi sizin maddi bir kazanciniz oldu mu?"

"Iki parti ödemeye iliskin olarak her biri 625 bin dolar olmak üzere toplam 1 milyon 250 bin dolari Hightech firmasi bana ödemistir."

Israil'e Giden Heyette Eken de Var

"Ilk seyahatten itibaren Mehmet Agar ve diger yetkililerin Israil'e seyahatleri hangi tarihlerde ve hangi vasitalarla yapilmistir?"

"Ilk seyahatlerinde Mehmet Agar, Korkut Eken, Ibrahim Sahin ve Ertugrul Ogan Türk Hava Yollari uçagi ile Zürih'e geldiler. Oradan Isviçre Hava Yollari ile Telaviv'e birlikte gittik. Ilk seyahatin tarihi 1993 yilinin Eylül sonudur. Bundan sonraki dönemde bir defa daha gene Zürih yoluyla Telaviv'e bir defa da 'Ceylan' isimli sekiz kisilik özel uçakla günü birlik Telaviv'e gidip döndük. Mehmet Agar bu toplantilarda Israil istihbarat teskilatinin en üst kademeleri ile görüstü. Ben bu görüsmelerinde ne görüsüldügünü kesinlikle bilmiyorum. Toplantilarda bulunmadim. Bu seyahatler tam kesin tarih söyleyememekle birlikte dönemin Basbakaninin Israil'e ziyaretinden öncedir."

"1994 yilinda Antalya'da ve sonrasinda Ankara Gölbasi'nda düzenlenen kurslarin yukaridaki anlatimlarinizdaki olaylarla bagi nedir?"

"Bu kurslar da elli milyon dolara pazarligi yapilan görevle ilgilidir. Benim bildigim kadariyla konuyla bagi budur."

"Bu islerin hibe adi altinda yapilmasi konusundaki irade nereden ortaya çikti, kime aittir?"

"Bu isin gizliligi sebebiyle isin karakterine uygun bir sekilde egitimin, malzemenin ve diger isteklerin ya­pilabilmesi için hibe olmasi lazim geldigi söylendi. Kim söyledi hatirlamiyorum. Ben de böyle bir tarihi olayda görev verildigi için son derece duygusal ve gururluydum. Hibe diye gönderilmesi istegini yerine getirmekte bir sakinca görmedim. Zaten benim tefsirime göre bu olay hibeydi."

"Silah ve malzemeler ve diger egitim çalismalari, göz önünde tutuldugunda bunlarin karsiliginda alinan maddi ödemeler birbiriyle esdeger midir?"

"Benim yorumum sudur: Yapilan sözlü anlasmada ikmal, yüksek teknoloji, egitim ve istihbarat olarak 37,5 milyon dolara anlasilmisti. Bu görevler Israil firmasi tarafindan tamamen yerine getirildigi halde 37,5 milyon dolar yerine yirmi bes milyon dolar ödenmistir. Hightech firmasi 12,5 milyon dolar alacaklidir. Ben istihbarat açisindan Israilli arkadaslarimdan Israil gizli istihbarat üst düzeyi tarafindan Abdullah Öcalan'in oturdugu yerlerle ilgili çok önemli bilgilerin Sayin Mehmet Agar'a aktarildigini biliyorum."

"Kurs yeri nasil tespit edildi?"

"Antalya'daki kurs öncesinde kurs yeri tespiti için Israilli uzmanlarla birlikte Amos Golan, Gabi Coben ve bir uzman daha Balikesir Polis Okulu, Mentes Egitim Sahasi ve Adana'ya gittim. Buralarda Mentes'te ibrahim Sahin, Adana'da Ramazan Er, Balikesir'de ismini hatirlamadigim o zamanki okul müdürü tarafindan karsilandik. Ve neticede Antalya'da kurs yapilmasina karar verdik. O za­manki Antalya Emniyet Müdürü Mete Altan idi."

"Silah ve malzemelerin sevki öncesinde, esnasinda veya sonrasinda herhangi bir kamu görevlisi tarafindan menfaat teminine yönelik düsünce ve davranis sezinlediniz mi?"

"Kesinlikle böyle bir düsünce veya bir davranisla karsilasmadim. Özellikle Mehmet Agar, Ertugrul Ogan, Ibrahim Sahin, Korkut Eken'le birlikte oldugumuzda memlekete hizmete dönük bir heyecan ve hizmet arzusu sezinledim."

"X" Ülkedeki Operasyon

Israil’den alinan silahlarin Türkiye'ye getirildigi dönemde, yurtdisinda Türkiye'ye yönelik eylemler yogunlasmis, komsu ülkelerde yetistirilen PKK'lilar, Türk turizmini baltalamak için Yunanistan'la ortak alinan sürat teknesiyle Türkiye'ye gönderilmisti. Birçok eylem gerçeklestirilmeden önleniyor, ancak Antalya ve Bodrum'da patlayan bombalar turizme büyük darbe indiriyordu.

O günlerde basarili operasyonlarla on iki eylem önlendi. Bu olayin kamuoyuna açiklanip açiklanmamasi görevliler arasinda hayli tartisma yaratti. Bazilari "açiklayalim" derken, bazi yetkililer de "On iki eylem önlendi, on üçüncü eylemin yapilmayacagini kim garanti edebilir?" deyip, turistlerin de gelislerinin önlenmis olacagini kaydettiler. O yüzden, açiklamalarin yapilmamasi uygun bulundu.

Komsu ülkedeki gelismeler yetkilileri çok rahatsiz ediyordu. Türkiye'den bir TIM gönderildi ve komsu ülkenin ülkemize yönelik eylemlerine karsilik verilmesi, hatta bunun daha da sert yapilmasi planlandi. Israil'den alinan silahlardan on adet Jericho tabanca, on adet mikro Uzi tabanca, on adet mini Uzi tabanca bunlara ait susturuculari Korkut Eken'e 24 Haziran 1994 tarihinde tutanakla teslim edildi.

Korkut Eken bu silahlari teslim aldigi Özel Harekât Dairesi Baskan Vekili ibrahim Sahin'e, silahlarin "kayit disi" olup olmadigini sordu. Sahin "kayit disi" oldugunu söyledi.

Korkut Eken'e böyle söylenmisti ama gerçek hiç de öyle degildi. Silahlarin "son kullanici" kaydi Türkiye'de gözüküyordu. Yani, herhangi bir ülkede eylem ger­çeklestirilmis olsa, bu silahlarin hangi ülkeye satilmis oldugu ortaya çikacakti.

Gizlice Yerlestirildi

Suikast silahlarinin bir kismi komsu bir ülkeye, bazilari da iki Bati ülkesine ulastirilacakti. PKK'nin Avrupa sorumlusu Kani Yilmaz, DHKPC lideri Dursun Karatas, hedef isimler arasindaydi. O günlerde yurtdisina Mehmet Özbay kimligiyle sik sik girip çikan ve Korkut Eken'le görüsen birisi daha vardi. O, Abdullah Çatli'ydi.

Türkiye'deki bombali eylemler, orman yanginlari, hep komsu bir ülkede planlaniyordu. Özellikle komsu ülkedeki Lamia Kampi'nda bomba ve orman yakma egitimleri verilen PKK'lilar, Türkiye'ye gönderiliyordu.

Bir gece Istanbul’da bir TIR parkina üç kisi girdi. Hangi TIR'in yanina gideceklerini biliyorlardi. Karanligin içinde TIR'a yanastilar ve silahlari yerlestirmeye basladilar. Soför TIR'in içinde uyuyordu. Ne olup bittigini hiç fark etmedi. Gün isimadan yola çiktiginda silah tasidiginin farkinda bile degildi. Plan özellikle böyle yapilmisti. Eger soför TIR'inda silah oldugunu bilmis olsa, gümrüklerde renk verir diye böyle bir yola gidilmisti.

TIR'in gittigi yer biliniyordu. Sinir kapisindan geçisinden sonra merkeze, "yolcuyu ugurladik" mesaji iletildi. Yolcu, suikast silahlariydi. O gün aksam saatlerinde ayni yerin telefonu bir kez daha çaldi. "Misafiri karsiladik" denildi. Misafir ise TIR'dan yine gizlice alinan silahlardi.

Lamia Kampi Basilacakti

Korkut Eken'e seri numaralan yazilip, zimmet karsiligi teslim edilen silahlarin bazilari komsu bir ülkede müthis bir eylemde kullanilacakti. PKK'lilarin bomba egitimi gördügü komsu ülkedeki Lamia Kampi basilacak, egitimdeki tüm teröristler öldürülecekti. Eylem için gidecek kisiler de belirlenmis, bunlarin degisik günlerde komsu ülkeye sokulmasi, eylemden önce bulusacaklari yer de saptanmisti.

O günlerde, Türkiye'yi sarsan "Susurluk" kazasi meydana geldi. Milletvekili Sedat Bucak'in otomobilinde bulunan silahlardan birisi Emniyet Genel Müdürlügü Özel Harekât Dairesi Baskanligi'na aitti. Iste "Susurluk'un kayip silahlari" böyle ortaya çikti.

Bu olaydan sonra yurtdisindaki operasyonlar yatmis, silahlar istenmisti. Korkut Eken'in zimmetindeki bes Jericho, üç mikro Uzi, iki mini Uzi tabanca ile bunlara ait susturucular gelmemisti. Teslim edilen kisiyle baglanti kurulamiyordu. Ancak Sedat Bucak'in otomobilinde bulunan Uzi marka silah Korkut Eken'in üzerine zimmetli olanlardan degildi. Çatli'nin üzerindeki tabancanin tasima ruhsati vardi. Yedi TIP'linin öldürülmesi saniklarindan Haluk Kirci kayip silahlar konusunda Istanbul Emniyet Müdürlügü Organize Suçlar Sube Müdürlügü'nde sunlari söylüyordu:

"Bildigim kadariyla Korkut Eken, Abdullah Çatli'ya yurtdisi operasyonlarinda kullanilmak üzere sayisini bilmedigim miktarda Uzi tabir edilen silah vermis. Bunlardan bir kismini Çatli yurtdisina göndermis, bir kismi da Florya'daki evindeydi. Hatta bu evde birkaç tane de patlayici kalibi görmüstüm. 1996 yili baslarinda Korkut Eken bu silahlari Çatli'dan geri istedi. Ancak yurtdisina gönderilen silahlar bildigim kadariyla orada kaldi. Çatli, diger silahlan Korkut Eken'e teslim ettigini bana söyledi. Ancak kendi çantasinda tasidigi mikro Uzi tabir edilen silahi sordugum zaman bu silahi Korkut Eken'e iade etmedigini, bu nedenle Eken ile aralarinin açildigini bana söyledi. Abdullah Çatli'nin Ibrahim Sahin ile de iliskisi vardi."

"Söylerim Savci Bey. Ama..."

Degisik dönemlerde Korkut Eken'e soruldu. Eken, "Bu silahlarin en üst makamlarin talimati dahilinde gerçeklestirilmek istenen bir çalismada mutemet vasitasiyla x ülkeye sevk edildigini" belirtiyor ve o ülkedeki kritik görevden dolayi mutemet sahisla bir daha baglanti kurulamadigini kaydediyordu.

Bu silahlarla hangi eylemin yapilacagini Basbakan Tansu Çiller, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar da biliyordu. Eken, Agar'a "Genelkurmay'in isten haberi var mi?" diye sordu. Agar'in bilmedigini anladi. Agar, ayni gün Genelkurmay'a gitti.

Kayip silahlar konusunda Cumhuriyet Savcisi Eken'in ifadesini alirken, "Sayin Savcim yapilacak operasyondan Basbakanimizin da bilgisi var. Ben bu operasyonlari hangi ülkeye yapacagimizi size de söylerim. Ancak, basina sizarsa, ülkeler arasinda müthis sorun olur. Bunun sorumlulugunu yüklenebilirseniz söyleyeyim" dedi. Savci, alacagi bilgilerin bir ates topu oldugunu sezdi ve "Tamam tamam söylemeyin. Ülke adi yazmayiz, onun yerine (x) ülke deriz" karsiligini verdi.

Korkut Eken, ifadesini verip Küçükesat'taki evine döndügünde gazeteci Kadir Ercan, Korkut Eken'i aradi ve ifadesindeki bazi bilgileri ögrendigini ve bu bilgilerin dogru olup olmadigini sordu. Eken, basina hiç konusmuyordu. O gün de, yine "Bunlar devlet sirri. Yazmazsaniz iyi olur" yanitini verdi.

Korkut Eken, silahlar konusunda müfettislere sunlari söylüyordu:

"Emniyet Genel Müdürlügü'nde danisman olarak görev yaptigim sirada 24 Haziran 1994 tarihinde bazi silah ve mühimmatlari, ismini veremeyecegim yabanci bir ülkede çalisma yapilirken ihtiyaç halinde kullanilmak üzere zamanin Emniyet Genel Müdürü Sayin Mehmet Agar'in talimatiyla teslim aldim. Bu teslim almaya iliskin bana göstermis oldugunuz 24 Haziran 1994 tarihli tutanaklar dogrudur.

Ancak 1996 yilinin Mart ayinda benim görevden ayrilmam ve bu silahlarin benden geri istenmesi nedeniyle temin edebildiklerimi Emniyet Genel Müdürlügüne intikal ettirdim. Ancak bazilarini bulunduklari ülkede ortamin müsait olmamasi nedeniyle görevli sahislardan temin etmem mümkün olmadi. Ancak bu silahlarin da temin edilmesi için gerekli gayreti gösterecegim. Fakat temin edilmesi konusunda herhangi bir garanti vermem de mümkün degildir. Benim silahlari teslim almam ve belirlenen amaç dogrultusunda kullanmam konusunda Içisleri Bakanligi ve Emniyet Genel Müdürlügü'ne soruldugunda sizlere gerekli bilginin verilecegi kanaatindeyim. Ama bu konuda ben talimat alirken herhangi bir yazili emir almis degilim."

Müfettisler, Mehmet Agar'a 20 Mart 1997 tarihinde kayip silahlarla ilgili olarak soru yöneltiyordu. Agar "Korkut Eken'e, Emniyet Genel Müdürlügü görevim sirasinda gizli bir görev verdigim ve bahse konu silahlarin bu amaç dogrultusunda kullanildigi tarafimdan bilinmektedir" diyordu.

"Emir Verilir, Geregi Yapilir"

Özel Harekât Daire Baskan Vekili Ibrahim Sahin'in sözlü talimati üzerine Korkut Eken'e silahlan teslim eden dönemin Operasyon ve Harekât Sube Müdürü Semsettin Canpolat, silahlari nasil verdigini ise söyle açikliyordu:

"Bunlari teslim ederken herhangi bir yazili talimat istemedigim gibi sebebini de sormadim. Çünkü bizim teskilatimizda emir verilir ve geregi yapilir. Aksi takdirde Türkiye sartlarinda terörle mücadele yapmak mümkün degildir. Ben amirime güvenirim, amirim de bana güvenir. Diger yandan Korkut Eken bu ülkede vatan için her seyini ortaya koymus ve bu isi en iyi bilen kisidir. Bu silahlarin hangi amaçla kullanildigini veya kullanilacagini da bilmiyorum. Korkut Eken, yaptigi isin bilincinde olan ve terörle mücadeleye basini koymus bir kisidir."

Silahlarin götürüldügü üç ülkede operasyonlar yapilamadi. 50 milyon dolara alinan Israil silahlarinin 25 milyon dolari da ödenmedi. Bunun nedenini Mehmet Agar'dan ögrendim.

Agar, bazi görevlilerin bir is yapmadan, bir gram riske girmeden ucuz kahramanlik yaptigini belirtiyor, "Cumhuriyet kuruldugundan beri bütün örtülü ödenek harcamalarini herkes açiklasin o zaman ben de açiklayayim" diyordu. Agar sözlerini söyle sürdürmüstü:

"Yapilan örtülü ödenek harcamasidir. Bu harcamanin ne amaçla kullanildigini kanun çerçevesi içerisinde bilmesi lazim gelenler bilmektedir. Örtülü ödenek mal ve hizmet alimi için yapilir. Muhasebei Umumiye Kanunu'nun hiçbir sekil ve sartlarina tabi degildir. O dönemde de ülkenin güvenligi, istihbarati için mal ve hizmet alimi yapilmistir. Bilmesi lazim gelen kanuni kisilerin bilgileri dahilinde yapilmistir.

O zaman bütün basbakanlar, bütün bakanlar açiklasin. Biz de açiklayalim."

Agar, bir olayin daha altini çizip, sunlari söylemisti:

"Türkiye'nin bir daha bu tür islerden basi belaya girmeyecek mi? O zaman kim Türkiye'yle isbirligi yapacak? Israil'den silah almisiz, bazi görüsmeler yapmisiz. Bunda hainane bir tesebbüs göremedim. Simdi Türkiye ile Israil'in arasi iyi. Sabah aksam gidilip geliniyor. Bizim baslattigimiz görüsmelerden önce bir tane gelis gidis yoktu. Türkiye'ye ne zarari var bu iliskilerin? Örtülü ödenekle mal ve hizmet almisiz. Bu da desifre edilmis. Yarin öbür gün buna benzer terörist faaliyetlerle mücadele için isbirligi önersek kim bize yüz verecek, kim bizle is yapacak?"

Agar'a Ertaç Tinar'in "silahlar için 50 milyon dolara anlasildigini, ancak paranin yirmi bes milyon dolarini aldiklarini, kalanini almadiklarim" söyledigini hatirlatiyorum ve niçin ödeme yapilmadigini soruyorum. Agar sunlari söylüyor:

"Operasyon bitmedigi için kalani ödenmedi. O dönemde bir 'tosun' isteniyordu. Tosun gelmeyince is yarida kaldi. Tosun sonradan getirildi ama baska türlü oldu. Paranin kalanini vermememin sebebi belli. Bunlari açiklamanin faydasi yok. Sanki Türkiye'de bir daha böyle seyler olmayacagini zannediyorlar. Bu kafayla giderlerse Türkiye'nin sinirlarina sahip olamazlar. Keske her örtülü ödenek böyle amacina uygun harcanabilse. Hayatim boyunca, son on senede bu kadar icraata uygun, amaca uygun, ise uygun bir harcama yapilmadi. Parayi niçin vermedigimiz merak ediliyor. Olay orada bitseydi, paketi alsaydik parayi orada alirlardi. Paketi, yani Tosun'u almadan niye verecegim ben? Verdigim paranin karsiliginda ya da en azindan karsiligi civarinda yeterli malzeme de almisim. Operasyon tamamlanmayinca paranin kalan kismini vermem tabii. Niye verecegim?"

Ersever'e Uzaktan Kumandali Patlayicilar

Binbasi Ahmet Cem Ersever, Güneydogu'da en zor dönemde ön saflarda yer alan ve yörede efsanelesen bir isimdi. JITEM'de görev almis, 1989'da Diyarbakir'da Jandarma istihbaratinin sorumluluguna getirilmisti. 1993 yilinda emekli oldu ve konusmaya basladi. O günlerde, Emniyet Genel Müdürlügü'nde danisman olarak göreve baslayan Yarbay Korkut Eken, Cem Ersever'in Güneydogu'daki çalismalarini biliyordu. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar'a "Cem'i Emniyet'e alalim" dedi.

Agar, "Bilmedigin bazi seyler var. Almamiz dogru olmaz" dedi. Olay kapandi.

Cem Ersever Kuzey Irak'a sik sik gidip geliyor, orada önemli bir istihbarat agi olusturuyordu. Kuzey Irak istihbarat mensuplarinca "cellat" lakabiyla taniniyordu. Olaganüstü Hal Bölge Valiligi, Cem Ersever'e Kuzey Irak'ta yapacagi bazi faaliyetler nedeniyle, uzaktan kumandali patlayicilar almisti. Örtülü ödenekten alinan bu patlayicilar, Cem Ersever'e teslim edildi. Ersever, bunlarin bir kismini kullandi ve örgüte büyük darbeler indirdi.

Ersever, patlayicilarin bir kismini görevden ayrildigi dönemde yetkililere teslim etmemisti. Yillarca Diyarbakir'da Istihbarat Sube Müdürlügü görevinde bulunan Hanefi Avci, Cem Ersever'in Ankara'daki bir durusmaya gittikten sonra kayboldugunu ilk ögrenenlerden birisiydi. Ersever, arkadasi Alparslan Ertug'a "Basima bir sey gelirse, Hanefi'ye haber ver" demisti. Ersever Ankara'ya gittiginde kaybolmus ve Alparslan Ertug da Hanefi Avci'ya bu haberi iletmisti. Ersever, JlTEM'deki görevi sirasinda kullandigi kisilerden soför Kemal'e patlayicilarin bir kismini birakmisti. Ersever'le birlikte JlTEM'den ayrilan Mustafa Deniz, JlTEM'e "Kemal'de Cem'in biraktigi uzaktan kumandali patlayicilar var. Bunlari gelip alirsa tehlikeli olur. Bunu almak lazim" di­yordu.

Ölüm Evi

Cem Ersever, kendisine gerekli olan "malzemeleri" nereden alacagini biliyordu. Bunlar soför Kemal'in evindeydi. Ersever malzemeleri almak için o eve gitti ve ortadan kayboldu. Mustafa Deniz, Cem Ersever'in soför Kemal'in evine gittigini biliyordu. Mustafa, Ersever'den haber alamayinca ayni eve gitti. O da kayboldu. Ardindan Cem'in Suriye'de okuyan ve Türkiye'deki tip fakültesine yatay geçis yapmasi için yardim ettigi Neval Boz da Cem'in akibetini ögrenmek için soför Kemal'in evine gitti. O da kaybolacagini hiç aklindan geçirmemisti. Soför Kemal'i taniyor ve güveniyordu. Ama o da ortadan kayboldu.

"Ölüm Evi"ne giden üç arkadasin cesetleri Ankara'nin üç ayri yerine üçgen olusturulacak biçimde birakildi. Cem Ersever'in cesedi, 4 Kasim 1993'te Ankara Elmadag'da bulundu. Elleri arkadan baglanmis, kafasina iki kursun sikilmisti. Mustafa Deniz'in cesedi Polatli Avcilar köyü yakininda çobanlar tarafindan bulundu. Onun da kafasina kursun sikilmisti. Neval Boz'un cesedi ise, Istanbul Ankara otoyolu üzerinde 9 Kasim'da bulundu. Üçgen tamamlanmisti. O günlerde dikkatlerden kaçan bir ayrinti vardi. Cem Ersever'in kullandigi mobil telefon daha sonra "Yesil" kod adli Mahmut Yildirim'a geçmisti.

"Merkez 3310, Merkez 3310"

Ankara Emniyet Müdürü Orhan Tasanlar, polis evinde gazetecilere iftar veriyordu. Hoca, "Allahü Ekber" dedikten birkaç dakika sonraydi. Daha çorbalari bile bitmemisti. Polis evinin baska bir bölümünde ise korumalar iftarlarini açiyordu. Emniyet Müdürlügü telsizinden "Merkez 3310, merkez 3310 anonsu" yükseldi.

Pes pese iki anons yapilmasi önemli bir olayin habercisiydi. Koruma kosarak Emniyet Müdürü'nün bulundugu salona geldi.

"3310 merkez."

"Merkez 3310, Necatibey Caddesi DEP Genel Merkezi bombalandi."

Salonda bir telas basladi. Polis muhabirleri telsiz anonsunu duyduklari anda hareketlenmislerdi. O dönemde cep telefonlari olmadigi için bir kismi Tasanlar'in bir sey söylemesini beklemeden telefona kosmus, bir kismi ise o dönemde gazetecilerin yaygin olarak kullandigi telsizle merkezlerini uyariyor, Polis Evi'nin önüne araç istiyorlardi.

Emniyet Müdürü Tasanlar, bir süre sessiz kaldi. Çorbasindan bir kasik daha aldi, orada kalan gazetecilere, "Arkadaslar kusura bakmayin ben gitmek du­rumundayim" dedi. Dislerini sikti, "Bu yine onun isi" diye içinden geçirdi.

O günlerde bu partiye yakin olan dernekler ve yayin organlarinin binalari pes pese bombalaniyordu. Failler ise bir türlü yakalanamiyordu. Kimin yaptigi ise bir türlü belirlenemiyordu. Aslinda, süphelenilen kisi belliydi: Yesil.

"Yesil" baslarina bela olmustu. Bu kisi Ankara'da eylemler yaptikça, Emniyet yetkililerinin üzerinde de "Siz uyuyor musunuz?" diye baskilar kuruluyordu. "Yesil"in kim oldugunu, kimler tarafindan korundugunu biliyorlardi. Yani ona dokunmalari mümkün degildi.

"Yesil'e, "Taciz Takibi" Uygulandi

"Yesil"in eylemleri Ankara Emniyet Müdürlügü yetkililerinin yani sira istihbarat dairesinin de hayli canini sikiyordu. Eylemlerini önlemek için "Yesil", yakin takibe alindi. Elinde çok sayida uzaktan kumandali patlayicilar oldugu biliniyordu.

"Yesil"in eylemlerini durdurmak için Emniyet Müdürlügü istihbarat Subesi, bu kisiye yönelik "taciz takibi" baslatti. Böyle bir takip, sik sik basvurulan bir yöntemdi. Kisiye, "Ben senin ne yaptigini biliyorum" mesaji ve­rilmek isteniyordu. Taciz takibinde kisiye takip edildigi hissettirilip, rahatsiz edilirdi. Aslinda "Yesil"i izleyen yalniz Emniyet degildi.

Istihbarat Daire Baskani Emin, Aslan'i telefonla arayan MIT Daire Baskani Mehmet Eymür'dü. Eymür telefonda, "Mahmut Yildirim'i izliyor musunuz?" dedi. Mahmut Yildirim, "Yesil"in adiydi. Emin Aslan, "Bizim onunla ilgili bir çalismamiz var" dedi. Bu konu önemliydi ve ortada karisik bir durum vardi.

Mehmet Eymür, polisin Yesil'e patlayici verdigini ve bu patlamalarin o yüzden yapildigini öne sürüyordu. Oysa Emniyet'in elindeki bilgiler baskaydi. Bu konuyu telefonda daha fazla konusmak istemediler. Eymür, Aslan'i MIT'e davet etti.

Emin Aslan, Eymür'ün kendisini çagirdigini Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar ile bu görüsme sirasinda yaninda bulunan Korkut Eken'e söyledi. Kisa bir degerlendirme yaptilar. Eken, "Konusmayi mutlaka banda al" uyarisinda bulundu.

Istihbarat Daire Baskani, teknik takipten sorumlu yardimcisini aradi ve teyp istedi. Eymür'ün odasina girdiginde teybi çalistirmaya baslamisti.

Karsilikli hatir sormalardan sonra Eymür, "Mahmut Yildirim'i neden izliyorsunuz?" diye sordu. Emin Aslan, Cem Ersever'e Kuzey Irak'ta kullanmak üzere verilen patlayicilarin Yesil'de bulundugunu tespit ettiklerini, son günlerde Ankara'daki patlamalarin kamuoyunda yankisinin büyük oldugunu belirtti. Eymür, "Yani pat­layicilar için mi izliyorsunuz?" diye sordu. Aslan da "Evet" dedi.

Eymür, yan odada bulunan yardimcisi D. F'yi çagirtti. "Bu Yesil'deki patlayicilarla ilgili ne yaptik?" dedi. D.' F, patlayicilarin Yesil'den alindigini ve malzemelerin kendilerinde oldugunu belirtti. Eymür, Yesil'in izlenmemesini de bu görüsmede istedi.

Yillar sonra Mehmet Eymür internetteki sitesinde, "Emniyet, Yesil'e patlayici vermisti" iddiasinda bulundu.

Eymür'le röportaj yapmak için Amerika'ya gidecek gazeteci araciligiyla Emin Aslan, "Sitesinde yer alan bu iddiayi çekmezse, aramizdaki konusmayi televizyondan duyar" mesaji gönderdi. Gazeteci, bunu aktardi mi aktarmadi mi bilemiyoruz, ama sitede o bölüm kaldirildi.

"Yesil Yasasaydi Ortaya Çikardi"

"Yesil" hep Eymür'le iliskili gibi gösterilmek istendi. Bu soruyu Eymür'e müfettisler de sordu. Eymür, Danistay'a gönderdigi savunmada "Yesil'le ilgili olarak sunlari söyledi:

"Zamanin MIT Müstesari Sönmez Koksal, Yesil kod adli Mahmut Yildirim'in kendi bilgisi dahilinde üç operasyonda kullanildigini belirtmistir. Zaten operasyon planlan Müstesar tarafindan onaylanmistir. Müstesar Senkal Atasagun da, Mahmut Yildirim'in kullanildigi operasyonlarin hepsini iyi bilmektedir. Ben, Yesil'in kesin olarak öldürüldügü kanaatindeyim. Jandarmanin, polisin ve bizim verdigimiz görevleri yerine getiren, Jandarmanin, polisin verdigi istihbarat görevlisi kartini, telsizini, silah ve patlayici maddeyi tasiyan Yesil, neden korkup saklanacak ki? Korkup saklanacak olanlar ona kanunsuz görevleri veren resmi kisilerdir. Yesil bir suç islediyse bunu görmezlikten gelen kolluk güçleri olmalidir. Ben Yesil'i taniyorum ve yapisini da biliyorum. Kendisine yüklenen bu kadar suçtan sonra hayatta olsaydi muhakkak ki açiklama yapar, bazi mesajlar gönderirdi. Akin Birdal hadisesinde bile yeniden Yesil adi ortaya atildi. Keske Yesil bulunsa da dogrular ortaya çiksa."

Iste Çatli'nin Bilinmeyen Dosyasi

Abdullah Çatlinin 40 yillik yasamina çok seyler sigdirdigi "çok özel" dosyasindan anlasiliyor. Basbakanlikta bulunan bu müthis dosyada çok sey var:

  • 28 Eylül 1976 tarihinde Istanbul'da ölen ülkücü Yusuf Tanik'in Ankara'da düzenlenmesi kararlastirilan cenaze töreninden önce Salih Gökçe ile birlikte silah dagitan ülkücü militanlar arasinda yer almis.
  • 10 Ekim 1976 tarihinde Ankara'da yapilan ÜOD Genel Kurul Toplantisi sonucunda Genel Merkez Yönetim Kurulu üyeligine seçilmis.
  • 1977 yilindan itibaren Browning marka bir tabancayi sürekli üzerinde tasimis.
  • 6 Nisan 1977 tarihinde Hacettepe Üniversitesi'nde yapilan eylemin planlayicilari arasinda yer almis.
  • 7 Agustos 1977'de Ülkü Ocaklari Dernegi Ankara Subesi Baskanligi'na seçilmis.
  • 12 Agustos 1977'de Atatürk Ögrenci Yurdu’nda bir toplanti düzenleyip 13 Agustos 1977 günü YAYKUR sinavinda sorulacak sorularin cevap anahtarlarini Muhsin Yazicioglu'ndan alip, sinava katilacak 1995 ülkücü ögrenciye yazdirmis. (Muhsin Yazicioglu bu iddiayi kabul etmiyor)
  • 13 Agustos 1977'de MEB Ders Aletleri Yapim Merkezi'nde çalisan Halil Seven ve 25 Agustos 1977 tarihinde Ankara DMMA ögrencisi Ismet Çelenk ile irtibat kurarak silah ve patlayici madde talep etmis.
  • 1977 yilinda bazi yurtlarda olusturulan ÜOD subelerinin yönetim kurullarina ait listeler, Kasim 1977 tarihinde Emek Ögrenci Yurdu'na alinacak ögrencilerin isimleri Abdullah Çatli tarafindan saptanmis ve saklanmis.

Ögrencileri Belirledi

  • 1977-1978 ögretim döneminde çesitli yüksek okullarda Milli Savunma Bakanligi adina okutulmak üzere alinacak ögrencilerin ülkücülerden olusmasini saglamak amaciyla, Kasim 1977 tarihinde, ülkücü ögrencilere ait isimleri belirlemis.
  • 7 Ocak 1978 tarihinde yaptigi bir söyleside; DTCF'deki solcu ögrenciler ile Zafer Çarsisi'ndaki sol yayinlan satan kitapçilara karsi bir eylem plani hazirladigini, bunun gerçeklestirilebilmesi için görevlendirilecek ülkücü militanlarin en kisa zamanda kendisiyle temas kurmalarini ve onlari egitimden geçirecegini söylemis. Ayrica Ocak 1978 tarihinde ülkücü unsurlarca saptanan sol gruba mensup sahislarin ev adreslerini toplayip saklamis.
  • 2 Nisan 1978 tarihinde yapilan Olaganüstü Kongre neticesinde ÜOD Genel Baskan Yardimciligina seçilmis, Ankara ve Ankara disindaki eylemlerin yönetimi görevini üstlenmis.
  • 25 Mayis 1978 tarihinde ÜGD Genel Baskan Yardimciligina getirilmis.
  • 1978 Nisan ayinda meydana gelen Malatya olaylarinda ülkücü unsurlari yönetenler arasinda yer almis.
  • Ankara'da bir polisi yaralamak suçundan aranan Nevzat Bor ve dört arkadasiyla birlikte Sakarya'da 23 Agustos 1978 günü gözaltina alinmis, ancak ifadesini müteakip Emniyet makamlarinca serbest birakilmis.
  • Ekim 1978 tarihinde Istanbul'a giderek lider seviyesindeki ülkücülerle görüsmüs.
  • 17 Ekim 1978 tarihinde Istanbul Çapa Yüksek Ögretmen Okulu'nda bir toplanti düzenleyerek, "ÜGD Istanbul Subesi Yönetim Kurulu'nun görevden alindigini, yakalananlarin konusarak diger ülkücüleri yakmamalari gerektigini, ferdi eylemler yerine genel merkezin emirlerine göre hareket edilmesi lazim geldigini" ifade etmis.

  • Aralik 1978 tarihinde, Ankara'da ülkücü militanlarin barindirilacagi meskenleri kiralama çalismalarini organize etmis.
  • 8 Eylül 1978 tarihinde "Ankara Bahçelievler 15. No: 56/2" adresindeki eve yapilan silahli baskin sonucu Türkiye Isçi Partisi (TIP) mensubu yedi kisinin öldürülmesi eylemine organizatör olarak katilmis.
  • Mehmet Ali Agca'nin hapishaneden kaçirilmasindan sonra saklanmasina yardimci olan sahislardan Mustafa Dikici'nin ifadesinde; Çatli'nin M. Ali Agca ve Oral Çelik'le irtibatli oldugu, adi geçenlere sahte pasaport temin edilmesinde etkin rolünün bulundugu belirtilmis.
  • 31 Ekim 1980 tarihinde HAMIT Gönenç verdigi ifadede; "M. Ali Agca'nin hapishaneden kaçirilmasi eylemini Abdullah Çatli ve Oral Çelik'in organize ettigini" söylemis.
  • 1982 Subat ayi içerisinde Agca'nin, Ipekçi eyleminde suç ortaklarindan olan Mehmet Sener'le birlikte Isviçre'de, üzerinde Mehmet Saral adina düzenlenmis sahte kimlikle yakalanmis, sonra serbest birakilmis.

  • Avrupa Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu yetkilileri ile irtibati olmus.
  • Almanya, Isviçre, Avusturya ve Fransa'da kaçak olarak ikamet etmis ve uyusturucu madde kaçakçiligi yapmis.
  • Mayis 1985'te Paris'te yakalanmis, evinde yapilan arama sonucunda, "saf eroin" ele geçirilmesi üzerine tutuklanmis.
  • 1988 yili sonunda Fransa'da ceza süresinin bitimini müteakip, Isviçre makamlarinca uyusturucu suçundan aranmasi nedeniyle Isviçre'ye teslim edilmis.
  • 21 Mart 1990 tarihinde tutuklu bulundugu Isviçre'deki Zug adli cezaevinden kaçmis, 9 Nisan 1990 tarihinde Yugoslavya'ya geçmis.
  • 3 Kasim 1996 tarihinde Susurluk'ta meydana gelen trafik kazasinda hayatini kaybetmis.

"Öldü Derlerse Üzülmeyin"

Türkiye'de idamlar gerçeklesiyor, yakalanma korkusu içinde olan kaçaklar zor günler geçiriyordu. Abdullah Çatli da o günlerde müthis bir plani uygulamaya koyacak, "Abdullah Çatli'yi" kendi eliyle öldürecekti. Zaten baskasinin kimligine bürünmüstü. Hakkinda "öldü" ya da "öldürüldü" söylentisi çikartacak, estetik yaptirarak yeni kimligiyle yasamini sürdürecekti.

Çatli, kendini öldü gösterecekti ama hasta olan babasini düsündü. Kardesi Zeki'ye planini anlatti:

"Benim öldügüm ya da öldürüldügüm yolunda bir sey duyarsaniz sakin üzülmeyin. Bunu bilerek yapacagim. Eger yakinda benimle ilgili böyle bir ölüm haberi alirsaniz bunun ne anlama geldigini bilin. Gerçekten ölüm haberimi alirsaniz ne yapacaksaniz yine aynisini yapin. Helvami dagitmayi da ihmal etmeyin."

Kardesi sasirmisti. Çatli da daha sonra bu planindan vazgeçti. Çünkü o tarihlerde bazi kamu görevlileriyle iliskisi baslamisti. Yurtdisinda daha rahat hareket etmeye, iliski içinde oldugu kamu görevlilerinden aldigi talimatlari da yerine getirdikçe sikintisi azalmaya baslamisti. Hele ödül olarak Türkiye'ye gitmesine izin verilmesi moralini iyice yükseltmisti.

Aslinda bugün de Çatli'nin ölmedigi, kendisini "öldü" gösterdigi, baska bir kimlik ve yeni bir yüzle yasadigi yolunda söylentiler var. Tipki "Silici" filminde oldugu gibi. Kuskusuz bu söylentiler Çatli ailesinin de kulagina gidiyor.

Eken, Çatli’yla Yemekte Tanisti

Abdullah Çatli, Interpol tarafindan kirmizi bültenle aranirken, Mehmet Özbay kimligine bürünmüstü. Mehmet Özbay, Urfali bir arkadasiydi. Kimlik isini kendi aralarinda ayarlamislar, yillarca bu böyle sürüp gitmisti.

Her istihbarat kurulusunda "eleman" çalistirilir. Eleman deyimi, kadrolu olmayan personel için kullanilir. Interpol tarafindan aranan Abdullah Çatli'nin MIT'e çalistigi yolunda iddialar vardi. Bunu en iyi bilmesi gerekenlerin basinda Mehmet Eymür geliyordu. Kisa bir süre önce bu konuyla ilgili Eymür'den su yaniti almistim:

"Benim basinda bulundugum hiçbir ünite ile Çatli'nin bir irtibati olmadi. Korkut da, hep benimle birlikte çalisti. Yani Korkut Eken'in MIT'te görev yaptigi sirada Abdullah Çatli ile bir iliskisi yoktu. Belki MIT'ten önceki görevi sirasinda tanimis olabilir. Belki de Çatli, Özel Harp Dairesi'nin sivil unsurlarindan biridir. Benim bu konuda bilgim yok."

Istihbaratçilarin "eleman" dedikleri kisiler, baska bir göreve atandiklari zaman devir islemi yapilir. Bazen "eleman"in kime devredildigini konu ile ilgili yetkili disinda olanlar da bilmez. Edindikleri bilgiler ve bazi görevlilere yakinligi bazen elemanlari yoldan çikarir ve kontrol edilemez hale getirir. Bu elemanlar, "tahsilat" islerine girisir, bazi kisilerin adini kullanir. Bazen öyle bir güç haline gelirler ki, "kullanilmasi" gereken "eleman"lar, bagli oldugu kisileri kullanir. Deneyimli istihbaratçilar, "dogru yol"dan çikan elemanlariyla birden ilisigi kesmek yerine yavas yavas kendisinden sogutur ve o elemanin yerini dolduracak olanlari da bu dönemde bulurlar.

Çatli Bagiriyordu: "Beni Sattiniz"

Korkut Eken, Abdullah Çatli'yla nasil tanismisti? Eken tanismayi bana söyle anlatti:

"MIT'ten ayrilmistim. Istanbul'da 810 kisinin bulundugu bir yemekte ilk kez Abdullah Çatli ile karsilastim. Mehmet Eymür kendisini önceden taniyordu. Yemekte Mehmet Eymür, ben, rahmetli Demir Vural da vardi. O yemekten sonra kendisini yillarca görmedim."

Korkut Eken'in de katildigi o yemek aslinda çok gergin geçmisti. Abdullah Çatli, birilerine âdeta meydan okuyor, "ihanete ugradim" diyordu. O sesini yükseltince, yatistirmak isteyenlerin sesi daha da yüksek çikiyordu. Çatli'nin hem sirdasi hem kardesi olan Zeki Çatli'nin da o yemekte olanlardan haberi vardi. Zeki Çatli, aga­beyinin niçin kizdigini söyle anlatmisti:

"Agabeyim, gerçekten bazi konularda ihanete ugradi. Özellikle yaptigi bazi islerin basina sizdirilmasina kiziyordu. Bunu yemekte de dile getirdi ve bazi yet­kililere "kendisinin satildigini söyledi. O yemekte agabeyimin sözlerinin taniklari hâlâ hayattadir."

Korkut Eken, Emniyet Genel Müdürlûgü'ne özel yetkilerle donatilmis "danisman" olarak atandiginda, MIT ile Emniyet arasindaki rekabet de inanilmaz boyutlara ulasmisti. Emniyet Genel Müdürlügü, yetki alanini asiyor, yurtdisi operasyonlar planliyordu. Eken, yurtdisindaki PKK ve sol örgüt mensuplariyla ilgili bilgiler topluyor, onlara dönük çalismalari hiç aksatmiyordu. Kimleri görevlendirecegini kafasinda planlamis, "Beni sattilar" diye isyan eden Abdullah Çatli'yi mutlaka kazanmasi ge­rektigine inanmisti.

Çatli'nin Avrupa ülkelerinde önemli bir gücü ve potansiyeli vardi. Aranir oldugu dönemde bile yurtdisina gidislerinde ülkücü örgütlerin önde gelenleri onu karsiliyor ve kendisine büyük saygi gösteriyorlardi.

Abdullah Çatli, Türkiye'de bulundugu dönemde TBMM’ye gidiyor,   milletvekilleriyle görüsüyordu. Bakanliklari dolasiyor, bazi bakanlarin odasindan saatlerce çikmiyordu. Onu kimisi Abdullah Çatli, kimisi Mehmet Özbay diye taniyordu.

Çatli'nin TBMM'de yanina en çok gittigi kisilerin basinda ANAP Kirikkale Milletvekili Alpaslan Pehlivanli geliyordu. Parti içinde ülkücü olarak taninan Pehlivanli, Adalet Komisyonu'nun da baskaniydi. Idam cezasi dosyalari onun bulundugu komisyona geliyor, birçok yasal düzenleme Pehlivanli'nin komisyonundan geçiyordu. Çatli'nin üzerinde durdugu daha çok idam cezalariydi.

Abdullah Çatli'nin ANAP'in kurultaylarina gittigini kardesi Zeki Çatli'dan ögrenmistim. Zeki Çatli, "Agabeyim, ANAP'in Kurultayina Istanbul'dan 35 otomobillik konvoyla geldi" demisti.

Ilk Görev Teklifi Otel Lobisinde

Korkut Eken, Emniyet'te oldugu dönemde, Abdullah Çatli'ya ihtiyaç duymustu. Yalniz ona degil, Alaattin Çakici, Sedat Peker de bunlar arasindaydi. Çatli'yla Istanbul'daki yemekten sonra yillarca görüsmemislerdi.

Abdullah Çatli'ya haber gönderdi, "Ankara'ya gelsin görüselim" diye. Aslinda Çatli'nin bir ayagi Ankara'daydi. Sik sik geliyor, görüsmelerde bulunup gidiyordu. Görüsme yeri için gizli sakli bir yer de seçilmemisti. Ankara Tandogan'da bulunan ve bugün adi Ador olan Merit Altinel Oteli'nin lobisinde bulusma gerçeklesti.

Kahve içerken Eken, "Sana bir dis görev verecegim. Fransa'ya gideceksin, Dursun Karatas'a bakacaksin. Almanya'da PKK'nin lider kadrosunun adreslerini temin edeceksin. Bu bilgileri on bes gün içinde temin etmeni istiyorum" dedi.

Abdullah Çatli, hiç itiraz etmedi. Bilet ve masraflari için gerekli para verildi. Ayrilirken, el sikistilar. Korkut Eken, "Gel seni bir öpeyim" dedi ve o güçlü elleriyle Çatli'yi kendine dogru çekip öptü. Sirtini oksarken,

"Bu zor görevde sana güveniyorum" dedi.

Abdullah Çatli, "Yarbayim, ben de size güveniyorum. Siz olmazsaniz ben böyle bir görevi kabul etmezdim. Çünkü bana yapilan bazi seylere çok üzüldüm. Kelle koltukta görev yapiyorum, ama neredeyse beni vurdurtacaklardi" diye yanitladi.

Eken, "Merak etme, komutanina güven" deyince, Çatli'dan su sözcügü duydu:

"Güveniyorum Emmi."

"Emmi", Korkut Eken'in lakabiydi. Ona yakin arkadaslari genellikle "Emmi" derdi. Çatli'nin kendisine Emmi demesine hem sasirmis, hem de hosuna gitmisti. Aslinda Eken'in kod adi, "Kemal"di. Bu kod adi 1974 yilinda gerçeklestirilen Kibris Baris Harekâti'ndan önce almisti. Kibris'a gizli bir göreve gönderilmis, Kibris mücahitlerini egitmeye baslamisti. O günlerde mücahitler onu "Kemal" olarak biliyordu. Bazilari "O Mustafa Kemal'in askeri" diyordu.

Birbirlerine güvenmislerdi. Eken, Çatli'nin getirdigi raporlari okurken, rapora girmeyen özel bilgileri de dinliyordu. Bu raporlar Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar'a veriliyor, raporun bir örnegi de Basbakan Tansu Çiller'e sunuluyordu. Çatli, Avrupa ülkelerinde önemli bir istihbarat agi olusturmustu. "Net" bilgiler getiriyor, bilgileri fotograf ve filmle destekliyordu.

Peker ve Çakici

Korkut Eken, bazi arastirma görevlerinde, kamuoyunda "baba" diye bilinen Sedat Peker ve Alaattin Çakici'dan da yararlaniyordu.

Ikisini de yakindan taniyor, özellikle o dönemde yurtdisi baglantilari iyi olan Çakici'dan önemli bilgiler aliyordu. Sedat Peker, Türk Cumhuriyetleriyle ilgili bilgiler derliyordu. Eken'in "baba"lara görev vermesi, bugün çok tartisiliyor. Eken bu konuda sunlari söylüyor:

"Efendim ben bu sahislari sokakta, herhangi bir vesileyle yemekte, gazinoda, meyhanede falan tanimadim. Tanistirildim, görev itibariyle tanidim ve görev ciddiyetiyle bu arkadaslarla birlikte oldum. Ben 'tanidim' dedigim bu insanlarin hiçbiriyle oturup yemek yememisimdir. Askerlik nizami içinde amir memur mesafesi içinde bulunmusumdur. Onlarin beni çok sevmesinin, saymasinin sebebi de budur. Yakin iliski içine hiçbir konuda girmedim. Buna çogu kisi sahittir. 'Otur' demeden oturmazlar, yanimda sigara, içki içmeleri bile mümkün degildir. Böyle bir sey olamaz. Bu sekilde bir mesafede çok güzel bir amir memur iliskisi seklindedir."

Sedat Peker: Eken'le Ast Üst Iliskim Yok

Sedat Peker, Alaattin Çakici, "istihbarat biriminin elemanlari miydi?" Alaattin Çakici'nin geçmiste MIT’in bazi çalismalarina yardimci oldugu yolunda önemli iddialar var.

Sedat Peker, Eken'in "yanimda sigara bile içmezlerdi" sözünü söyle degerlendiriyor:

"Korkut Eken, devlete yapmis oldugu hizmetlerden ve yasindan dolayi saygi göstermekten zevk duydugum bir insandir. 'Yanimda sigara içmezlerdi1 sözleri sanki benim onun emrinde bir memur oldugum izlenimi yaratiyor. Yasça benden büyük ve sigara içmeyenlerin yaninda sigara içerken müsaade istemek benim uyguladigim bir kisilik tarzidir. Ama bu sadece sözlü bir saygi ifadesidir. Ben eger sigara içmek istersem, Birlesmis Milletler Genel Sekreteriyle oturma imkâni oldugunda dahi bu saygi kelimelerini belirtir, gelecek cevabi beklemeden sigarami yakarim. Ben devlet memuru degilim. O yüzden Korkut Eken'le iliskimi, ast üst olarak tanimlamak dogru degildir. Ben Korkut Eken'le hiçbir zaman gazino, bar ve benzeri yerlerde görüsmedim."

Korkut Eken, "Benim yanimda sigara içmezler. Bu sekilde bir mesafede çok güzel bir amir memur iliskisidir" sözlerine daha sonra bir açiklama getirme geregini duymus ve sunlari söylemisti:

"Sedat Peker ve Alaattin Çakici ile ilgili olan haber ise bazi art niyetli insanlar tarafindan istismar edilmistir. Benim söylemek istedigim; aramizda sevgi ve saygiya dayali, ölçülü bir arkadaslik oldugudur. Sedat Peker, sabahlara kadar kitap okuyan, bütün dis ülkelerin ekonomilerini inceleyen, kendisini çok iyi yetistirmis bir arkadastir. Fakir fukara babasidir. Yaptigi iyilikleri kendi agzindan duymak mümkün degildir. Bazi insanlar gibi görevde ayri, emekliyken ayri davranislarda bulunmamis, aksine çok daha duyarli davranmistir. Alaattin Çakici su anda cezaevinde. Onun için fazla ko­nusmak istemiyorum."

Çanta Dolusu Para

PKK'ya yakinligiyla bilinen ve örgütün finansörü olarak taninanlardan Behçet Cantürk 14 Ocak 1994'te kaçirilmis, cesedi Sapanca yakinlarinda bulunmustu. "Kürt milliyetçisi" olarak bilinen Avukat Yusuf Ekinci'nin cesedi 25 Subat 1994'te Ankara Gölbasi Doktorlar Sitesi mevkiine birakilmisti. PKK ile iliskileri oldugu öne sürülen ve uyusturucu kaçakçiliginda haklarinda dosyalar bulunan Savas Buldan, Adnan Yildirim ve Haci Karay Istanbul Çinar Oteli'nden çikarken silahli kisiler tarafindan 2 Haziran 1994'te kaçirildi. Bunlarin cesetleri 4 Haziran'da Bolu'nun Yigilca ilçesi Karakas köyü yakininda bulundu.

O günlerde herkes "ne oluyor?" demeye basladi. Devlet içindeki bir çetenin PKK'ya yardim eden isadamlarina yönelik eylemleri ve faili meçhul cinayetlerin yogunlugu isadamlarini korkutmus, "siranin kimde oldugu" tartisilir hale gelmisti. Cinayetleri kimse üstlenmiyordu. "Yargisiz infaz"larin sorumlusu olarak o günlerde en çok "Yesil" kod adli Mahmut Yildirim'in adi geçiyordu. Ayrica, özel hareketçiler ile kendilerine görev verilen yeralti dünyasiyla baglantili kisilerin de bu infazlarin içinde yer aldigi, iddialar arasindaydi.

Kürt kökenli ve PKK ile iliskili oldugu yolunda kani bulunan isadamlarindan bazilari "Benim PKK ile ilgim yok. Bana dokunmasinlar" diye yetkililerden ricalarda bulunuyorlardi. Bazilari da "Bu mücadelede bizim de tuzumuz olsun" diyorlardi.

Emniyet'in Özel Harekât Dairesi'nin Gölbasi Tesisleri'nde Korkut Eken'in bir ziyaretçisi vardi. Bu bir isadamiydi.

Nizamiyede, Korkut Eken'le görüsmek için geldigini söyledi. Eken o sirada özel harekâtçi polislere atis egitimi veriyordu. Üzeri çamurlu, yüzü günesten yanmisti. Sicak, yagmur, çamur demeden çalisiyorlardi. Isadaminin adini duymus, ama daha önce tanismamislardi. "Yarbayim, sizinle özel olarak görüsmek, tanismak için geldim" diyen adamin yaninda bir de çanta vardi. Eken, büyük çantadan süphelendi ve "Bu nedir?" dedi.

Isadami, "Efendim devletin bu mücadelesinde paraya da ihtiyaci olabilir. Ben, bunun için para getirdim" dedi. Eken'in surati asildi, "Sen devletten güçlü müsün? Derhal buradan ayril" diye bagirdi.

O günlerde isadamlarina fena dadanilmisti. Bu isadamlarindan, bir yandan devlet içinde kontrol disi kalanlar, bir yandan PKK haraç istiyordu. Haraç vermeyenlerin baslari belaya giriyordu. Haraç istenen isadamlarina en çok "Çocuklariniz nasil? Dersleri nasil gidiyor?" diye gözdagi veriliyordu.

O tarihlerde bir isadami emekli bir askere yaninda çalismak için ayda 5 bin dolar maas teklif etti. Emekli subayin da tek kosulu oldu:

"Kesinlikle kimseye haraç vermeyeceksin."

Isadami, "Vermezsem öldürürler. Bu artik yasam biçimim" diye itiraz etti. Emekli asker, "Benim çalistigim yerde kimse kimseye haraç veremez. Eger verecekseniz ben yokum" dedi. Isadami, haraç vermekten vazgeçemeyecegini söyleyince, emekli subay is teklifini kabul etmedi.

O emekli subay, Korkut Eken'di...

Çelik Duvarli Gazeteci

Yargisiz infazlarin yogun oldugu günlerde, bazi gazeteciler de korku içindeydiler. Bunlar arasinda kendilerinin öldürülecegini, kaçirilacagini düsünenler de vardi. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar, gazetecilerin koruma taleplerini yerine getiremez hale gelmisti. Artik ünlü gazetecilerin sohbetlerinde kimin hangi silahi aldigi, kaç mermisi bulundugu, nerede atis egitimi yaptigi, kaç korumasi bulundugu, otomobillerine zirh yaptirip yaptirmadiklari konusuluyordu. O günlerde tehdit almayan köse yazarlari bundan dolayi üzülüyor, tehdit edilmedikleri halde, patron katlarina öldürülecekleri yolunda tehdit aldiklarini yetistiriyorlardi.

Yazarlar ve gazetecilerin üst düzey yöneticileri, evlerine patronlarin olanaklariyla güvenlik sistemleri kuruyordu. Yaptirilan sistemlerin ne kadar ise yarayip yaramadigini ögrenmek için Mehmet Agar'dan yardim istiyorlardi. Bu islerin piri Korkut Eken'di. Bir gazetecinin evine güvenlik sistemini incelemek için Mehmet Agar'in istegiyle, Istanbul'a gitti. Gözlerine inanamadi. Her taraf kamera, alarm sistemleri, kursun geçirmez camlarla donatilmisti. Odanin duvarlarini incelediginde saskinligi daha da artti. Duvarlar, saldiriya karsi korunmak için çelikten yapilmisti. Eken, böyle bir sistemi daha önce hiç görmedigini söyleyince, o meshur gazeteci güvenli bir sistem kurdugu için seviniyordu.

Telsizde "Pantolon Etek" Sözleri

Istanbul'da görevli bu ünlü gazeteci, patronunun parasiyla evinin duvarlarina "zirh" yaptirmakta haksiz da degildi. 1994 yilinda yalniz PKK'nin degil, Dev Sol örgütünün de eylemleri iyice artmisti. Büyük ses getiren eylemler karsisinda polis çaresiz kalmisti. O günlerde güvenlik mensuplarina yönelik eylemler, polisi de hayli tedirgin ediyordu. Murat Gül, Dev Sol’un Silahli Devrim Birlikleri'nin "mobil timi"nde görevliydi. Istanbul polisi, Murat Gül'ü, yedi polisin katil zanlisi olarak ariyordu.'

Murat Gül, Ankara'ya geldi. Sincan Maresal Fevzi Çakmak Mahallesi'nde iki katli evin giris katinda, örgüt elemanlarindan bir bayanla birlikte karikoca görünümü verip ev tuttu. Arkadasi ögrenciydi.

Her sabah banliyö treni ile birlikte Cebeci'ye geliyor, Hukuk, Siyasal, Egitim, ve Iletisim fakültelerinin bulundugu kampusta günlerini geçiriyorlardi. Polisin kendilerini izledigini bilmiyorlardi.

O günlerde Istihbarat Subesi'nin basinda Abdurrahman Toygar vardi. Yardimciligini C.Ç. yapiyordu. Baskomiser Ö.Y. de subenin önemli isimlerindendi, is­tihbarat Subesi'nin telsiz özel frekansindan sikça "pantolon etek" sözcükleri geçiyordu. Telsizde "pantolon" sözcügü geçtigi zaman Murat Gül'den, "etek" geçtiginde ise bayan arkadasindan söz ediliyordu. Izleme yaklasik iki ay sürdü. Murat Gül, Sincan'da ölü olarak ele geçirildi.

Polis, Eylemcilere Mermi, Roketatar ve Lav Satti

Istihbarat Subesi'nin telsizinde "pantolon" diye söz edilen Murat Gül, örgütün önemli isimlerinden birisiydi. Gül'ün intikamini alabilmek için büyük bir eylem dü­zenlenmesi bekleniyordu. Istihbarat bilgileri, MIT’in ve Emniyet'in servis araçlarina ya da Emniyet Genel Müdürlügü binasina eylem yapilacagi seklindeydi.

Istanbul Emniyet Müdürlügü istihbarat Sube Müdürü H.A, istihbarat Dairesi Baskani'ni aradi. Yasadisi sol bir örgütün adini verdi, bu örgütün Kuzey Irak'tan silah ve mermi almak için girisimlerde bulundugunu söyledi.

Dev Sol, 1994 yilinda silah ve mermi alimi için 1 milyar 250 milyon lira ayirmisti. Silah alimi için kaçakçilarla temasa geçilmisti.

Emniyet Sube Müdürü H.A, Baskani1 na, "Uygun bulursaniz, bir elemanimizi silah kaçakçisi olarak 'rampa' edelim" önerisinde bulundu. Yani, "eleman" silah kaçakçisi olacak, silah ve mermiler bunun araciligiyla satilacakti. Amaç, "eleman" takip edilerek silah ve mermilerin örgütün hangi hücrelerine verilecegini belirlemekti. Bu konu o günlerde çok tartisildi. Bir yetkili, "Örgüt ihtiyaci olan silah ve mermileri bir yolla elde edecek. Baska kanallardan elde ettigi zaman bizim belki hiç haberimiz olmayacak. Satis elemanimiz araciligiyla yapilirsa silah ve mermiler kontrolümüz altinda bu­lunacak" dedi.

Konu Emniyet Genel Müdürlügü katina gitti. Bu konusmaya tanik olan Korkut Eken, onlara müthis bir plan hazirladi: "Eger silah ve mermiler elemaniniz tarafindan satilacaksa, mermilerin barutlarini bosaltir, etkisini azaltirsiniz."

Karar verildi. Yasadisi sol örgüte, eylemde kullanacagi silah ve mermilerin, Emniyet'in kontrolünde bulunan "eleman" tarafindan satilmasi kararlastirildi. Örgüte satilmak üzere alti bin adet Kalasnikof mermisi, alti adet lav silahi alindi. "Eleman" bu silahlan örgüt evine götürdügünde her sey kontrol altinda tutuluyordu. O an eve girip militanlari silah ve mermilerle yakalamak bir ise yaramayacakti. Bu silah ve mermilerin hangi birimlere gidecegini belirlemek için hücre evi ve bu evdeki üç militan izleniyor, militanlar izlendiginden süphelendikleri zaman takibe ara verildigi de oluyordu.

O günlerde Ankara'ya, örgütün silahli birliklerinden dört ayri tim sizdi. Dört ayri ekip ayri ayri çalisiyordu. Her timde dörder kisi vardi. Eylem yapilacak yerleri be­lirlemek için çalisiyorlardi. Servis aracina yapilacak eylem yerini saptamak için "en uygun yeri" ariyorlardi. Günler süren takipler ve arastirmalarla eylem yeri belirlenmisti: Subay Evleri Sehit Makbule Sokak'ta MIT servis aracinin önüne el bombasi atilip durdurulacak, ardindan Kalesnikoflarla taranacakti.

Servis aracinin üzerinde baska bir kamu kurulusunun adi yaziyordu. Ama örgüt, aracin içindekilerin MIT mensubu oldugunu biliyordu. Eylemi Ali Osman Köse, Rabbena Hanedar, Ali Nazik, Hasan Sahingöz gerçeklestirecekti. Araç, sokaga girdi. Bir binayi kendisine siper eden dört kisi hizla midibüse dogru firladilar. Aracin önüne el bombasi atildi. Bir anda ortalik savas yerine dönmüstü. Silahlar patliyor, Kalasnikoftan çikan mermiler ancak birkaç metre gidiyordu. Örgüt militanlari bu isin içinde "bir sey oldugunu" o anda anlamadilar. Silahlardan birisi de tutukluk yapmis, mermi agzinda kalmisti.

Militanlar olay yerinden kaçmayi basardi. 11 Ekim 1994 tarihinde televizyon haberlerinde, "Yasadisi sol bir örgüt militanlari tarafindan MIT servis aracina bombali ve silahli saldiri yapildi. Olayda ölen ya da yaralanan olmadi. Teröristler eylemden sonra kaçmayi basardi. Saldirganlarin yakalanmasi için genis çapli operasyonlar baslatildi" deniliyordu.

Mermilerin Barutu Bosaltilmisti

Polis, militanlari kontrol altinda tutmak, kontrol disina çikildiginda da gerçeklestirilecek eylemlerde ölen olmamasi için müthis bir plani uygulamaya koyuyordu.

Örgüte satilacak silah ve mermiler Güneydogu'dan getirildiginde, Emniyet Genel Müdürlügü'nde yogun bir çalisma vardi. Bazi personel "mesai"ye birakilmisti. Kur­sunlar kutularindan tek tek çikariliyordu. Her görevlinin elinde pense ve pamuk vardi. Merminin kapaginin üzerine önce pamuk sariliyor, penseyle kapak açiliyordu. Amaç, barut bosaltilirken, merminin üzerinde pense izi birakilmamasiydi. Alti bin mermi, tek tek açildi, az barut kalacak sekilde bosaltildi. Amaç, silahin patlamasini saglamak, ancak mermileri etkisiz hale getirmekti. Islem bittikten sonra örgütle baglantili elemana "teslime hazir" hale getirildi. Ayni saatlerde, roketatar ve lav silahlarini da özel egitimli görevliler bozuyordu. Bu barutu azaltilan ve bozulan roketatarlar örgüte satildi.

O roketatarlardan birisi Emniyet Genel Müdürlügü'nün Dikmen binasina çevrilmisti. A Blok'ta bulunan Terörle Mücadele Dairesi de öncelikli hedefti. Yagmur çiseliyordu. Servis aracina yönelik eylemi gerçeklestiren tim yine görev basindaydi. Roketatar patlamadi. Nasil oluyordu? Roketatar patlamiyor, Kalasnikofun birisi tutukluk yapiyor ve mermi agzinda kaliyor, servis araci taranmasina ragmen kimseye bir sey olmuyordu? Teröristler müthis bir oyuna getirildiklerini çok geç anladilar. Lav silahiyla giristikleri eylemler de sonuçsuz kalmisti. Ama timin Ankara'da isi bitmemisti.

Girisilecek yeni eylem tabancayla gerçeklestirilecekti. Hedef büyüktü. Adalet eski Bakani Mehmet Topaç'in bürosuna giren militanlar, onu öldürdüler. Cesedinin yanina bir bildiri biraktilar. Eylem Murat Gül adina düzenlenmis, o güne kadar parti adini kullanmayan örgüt, o eylemle partilestigini de ilan etmisti... Mehmet Topaç'in bürosunda takvim yapragi 29 Ekim 1994'ü gösteriyordu. Cumhuriyet Bayrami'nda Cumhuriyetin eski bir bakani öldürülüyordu....

Bugün Bir Seyler Olacak

Susurluk'ta kamyon Mercedes'e degil, âdeta Türkiye'ye çarpmisti. Polis Müdürü Hüseyin Kocadag'in, Milletvekili Sedat Bucak'in yaninda katliam sanigi Abdullah Çatli bulunuyordu.

O gün bir seyler olacagi belliydi. Sedat Bucak'in korumasi Enver Ulu hem özel harekâtçi, hem istihbaratçiydi. Kimin ne gözle baktigini bilir, gizli gözlerin kimi "kestigini" anlardi. Izlendiklerini biliyordu. Bazi otomobillerin plakasi degisiyor, içlerindeki adamlar ise degismiyordu. Adim adim izleniyorlardi. Onu o gün Sedat Bucak'a söyledi:

"Sayin vekilim bugün bir seyler olacak."

Sedat Bucak güldü. "Ne olacak?" karsiligini verdi. Sedat Bucak, bazi kamu görevlilerine, babasi ve annesine yapilanlardan dolayi kirgindi. Babasindan duydugu "Osmanli'ya güvenilmez" sözünü yeri geldikçe kullaniyordu.

O gün olanlar oldu. 3 Kasim 1996'da Susurluk kazasi meydana geldi. Otomobildeki Mehmet Özbay'in, Abdullah Çatli oldugu yildirim hiziyla gazete bürolarina ulasti. Özbay'in Çatli oldugunu Aydinlik dergisi 22 Eylül 1996 tarihinde açikladi.

O günlerde Korkut Eken'e de "Bir seyler olacak" diyenler vardi. Bazilari bir seyler olacagini söylüyor, ama ne olacagini belirtmiyordu. Eken'e bunu söyleyenlerden birisi, Mehmet Eymür'ün "eleman"larindandi. Korkut Eken, bunu söyle açikliyor:

"Susurluk kazasindan önceydi. Mehmet Eymür'ün yaninda çalisan bir eleman, bana '1988 tarihinde yasadiginiz ve basina sizan MIT raporunun daha kötüsünü yasayacaksiniz' dedi."

Aydinlik dergisi tarafindan 1988 yilinda yayimlanan "MIT Raporu" müthis iddialari içeriyordu. 1996 yilinda da yine ayni dergi tarafindan MIT'in hazirladigi belirtilen ikinci bir rapor ele geçirilmisti. Bu raporda, Abdullah Çatli'nin "Mehmet Özbay" kimligini kullandigi da belirtiliyor, önemli iddialar ortaya konuluyordu.

Iste "Susurluk Raporu11

Türkiye gündemine Susurluk kazasi 3 Kasim 1996 tarihinde 'bomba gibi' düsmüstü. Susurluk kazasi Ve so­nuçlariyla ilgili hemen her kesim görüslerini ortaya koydu. Bu konuda kuskusuz istihbarat birimlerinin ça­lismalari, degerlendirmeleri de vardi. Içinde çok çarpici bilgilerin yer aldigi bu rapor 17 Aralik 1996 tarihini ta­siyor.

"Sayin, Basbakanimizin, devlet içinde yasadisi özel örgütlenmeye gidilmesi ve bunlar araciligiyla yasadisi eylemler yaptirilmasi konusundaki emirlerinin alin­masini müteakip gerekli arastirmalara baslanilmistir" diye baslayan raporda, Susurluk kazasi için "Bizatihi trafik kazasi olayi, izahi zor veya savunulamayacak bir beraberligi net olarak ortaya koymaktadir. Kaza yapan araçta bulunan silahlar, belgeler ve diger bulgular ise araçta bulunanlarin suç amaçli bir faaliyet içinde bu­lunduklarina kuvvetli emare niteligindedir. Bazi belge ve bulgular ise esasen bizzat suç teskil etmektedir" de­niliyordu.

Rapor söyle devam ediyordu:

"Ancak bunlarin gerçek niteliginin arastirilmasi dogal olarak bu belge, bilgi ve bulgulari yerinde bu­lundurma yasal hakkina sahip olan devlet kuruluslarinin (yargi organi ve yargi organi ile birlikte tahkikati yü­rütecek güvenlik kuvvetlerinin) yetki alanina gir­mektedir. Geçmis tarihlere ait ve olayla birlikte yeniden gündeme gelmis olan diger olaylar ise vuku bulduklari tarihte, yetkili ve görevli kuruluslarca arastirilmis olup, bunlara iliskin bilgi, belge, ifade tutanaklari ve diger hususlar anilan kuruluslarda bulunmaktadir, Idari tahkikat ve yasal yönden kovusturma yetkisine sahip kuruluslarin bunlarin gerçek durumunu daha saglikli bir sekilde ortaya koyacaklari (bu hususlar daha önce belirlenmemisse) muhakkaktir."

Rapor, "Bu nedenle Müstesarlikça, Devletin diger yetkili kuruluslarinin görev alanina girilmeksizin ve anilan kuruluslarin da kendileri açisindan gerekli aras­tirmayi zaten yaptiklari düsünülerek, mevcut bilgilerden hareketle bir inceleme yapilmasi cihetine gidilmistir" diye devam ediyor.

Raporun bundan sonraki bölümleri ilginç ayrintilarla dolu. Iste istihbarat biriminin Susurluk degerlendirmesi:

Susurluk'ta meydana gelen kaza, devletin bazi kuruluslarini, bu kuruluslarin tasarruflarini, bir kisim siyasetçi ve bürokrati tartisilir hale getirmistir. Tartismalar bilinçli veya bilinçsizce olayin çapini asan boyutlara ulastirilmis, zaman olarak da son 20 yili kapsayacak sekilde yayginlastirilmistir. Bu durum, bir yandan olayin gerçek niteliginden saptirilmasina, diger yandan da ilgili ilgisiz birçok konunun birbirine karistirilarak tartisma alanina çekilmesine yol açmistir.

Bir kisim iddialarin olay veya var oldugu öne sürülen örgütlenme ile maddeten ve zaman olarak ilgisinin bulunmasi mümkün degildir. Buna ragmen devleti ve devletin tasarruflarini tartismaya açabilmek için özellikle gündemde tutulmasina çalisilmaktadir.

Olayla baglantili çevreler, geçmiste kalan ve çesitli dönemlerde tartisilmis olan bazi konulan (ASALA ile mücadele gibi) gündeme getirerek, son zamanlarda vukuu bulan olaylarla iliskilerini kamufle etme, yayma egilimindedirler.

Ortada, birçok ciddi iddia ve itham mevcuttur. Bunlarin bütünü geçmiste kalmistir. Maddi delillerle de kanitlanmasi çok zor iddialardir. Bu durum olaylarin cesametiyle baglantili cezai sorumluluklarin belirlenmesi açisindan zorluklar yaratmaktadir. Bununla birlikte, idari açidan ilgili kurum ve kuruluslar içinden kolaylikla tahkik edilecek hususlar da bulunmaktadir. Sahte hüviyet, pasaport ve diger belgelerin verilmesi; ticari baglantilar gibi hususlar arastirilabilir nitelik tasimaktadir.

Konunun medyada ele alinis biçimi, ilgili ilgisiz herkesin konusturulmasi, olaylari saptirmak isteyenlere büyük imkânlar saglamis, büyük ölçüde gerçeklerden uzaklasilmis, somut olaylar ve olaylarla iliskili kisilerden çok devlet ve devletin tasarruflari tartisilir hale getirilmistir. Bu durumun, olaylarin gerçek suçlulariyla, her vesileyle mevcut düzene saldirmayi âdet haline getirmis bir kisim maksatli çevrelerin isine yaradigi da ayri bir gerçektir.

Tartismalarin ulastigi siyasi boyut ise malumlaridir. Bu durum, olaylara iliskin gerçek bilgi ve belgelere ulasilmasini zorlastirmis, daha çok spekülatif hususlarin gündeme gelmesine yol açmistir.

Kazanin Somut Olarak Ortaya Çikardiklari

Susurluk kazasi, Türkiye'nin çarpici bazi gerçeklerini de ortaya koydu. Devlet içinde kontrolsüz güçlerin varligi bu kaza ile belgelenmis oldu. Bu güçlerin, devletin ihtiyaçlari disinda da bazi istenmeyen faaliyetlere yönetebildigi anlasildi. Dahasi, güvenlik güçlerinin resmi güçler disinda bazi unsurlari da "devlet görevi" adi altinda kullandigi belirlenmis oldu.

Bu raporda "Susurluk kazasinin somut olarak ortaya çikardigi bazi gerçekler" söyle siralaniyor:

Devlet içinde kontrolsüz güçlerin varligi.

Bu güçlerin devletin ihtiyaçlari disinda da bazi is­tenmeyen faaliyetlere yönelebildigi.

Güvenlik kuvvetlerinin resmi güçler disinda bazi unsurlarinin 'devlet görevi' adi altinda kullanildigi.

Devletin bazi belgelerinin (pasaport vs.) gayri kanuni unsurlara verilebildigi.

Devletin ayni kurulusu içinde, farkli anlayista olanlarin birbirleriyle, devletin olanaklarini kullanarak mücadele edebildikleri.

Istihbaratta ve örtülü operasyonlarda çok basliligin bulundugu, merkezi kontrolün yeterli olamadigi.

Kontrolsüz güçlerin, bazi siyasi güçlerce veya kisilerce desteklendigi.

Devlet adina yapildigi öne sürülen islerde bile büyük miktarlarda maddi çikarlarin söz konusu oldugunu (Abdullah Çatli'nin sirketleri ve mal varligi gibi) gös­terecek nitelikte bulgularin ortaya çiktigi.

Hangi Önlemler Alinmali

  • Bunca olumsuzluk ortaya çiktigina göre, çözümleri de olmali. Raporda alinmasi gerekli önlemler de söyle siralaniyordu:
  • Güvenlik kuvvetlerinin, görevlerini yerine getirirken, yararlanmak durumunda bulundugu her türlü unsurdan istifade edebilme esaslarinin çok iyi belirlenmesinde ve merkezi bir kontrole baglanmasinda fayda görülmektedir.

Istihbaratta, ilgili kuruluslarin yetki alanlarini genisletmeleri nedeniyle, çok baslilik Bunun sonucu olarak bünyesinde istihbarat birimi bulunan bütün kuruluslar istihbari metotlar uygulayarak, görev alanlarini ilgilendirmeyen bilgi ve imkâna sahip olmaktadirlar. Bunlar il düzeyinde uygulandigindan merkezi kontrolün disinda kalmakta ve il düzeyinde kontrolleri bile yeterince sistemlestirilemediginden kontrol disi güçler ortaya çikmaktadir. Bu nedenle mevcut mevzuat çerçevesinde istihbarat yetkisine sahip kuruluslarin durumlarinin net olarak belirlenmesinde ve bu aLamia her türlü merkezi kontrolü saglayacak yasal kurulus olan MIT Müstesarliginin koordinatörlügünün isler hale getirilmesinde zaruret bulunmaktadir.

  • Örgütlü operasyonlar, tüm demokratik ülkelerce olaganüstü durumlarda ulusal çikarlarin korunmasi amaciyla basvurulan mücadele metotlarindandir. Ancak bu tür çalismalar, bütün ülkelerde merkezi karara dayanmakta, etkili bir merkezi denetime tabi olmakta ve devletin mesru güçlerince icra edilmektedir. Hangi gerekçe ile olursa olsun, temel prensiplerin disina çikilmasi devlet yönetimi açisindan çesitli sikintilari ortaya çikarmaktadir.

     Devlet organlarinin siyasi otoritenin karariyla hareket etmesi demokrasinin geregidir. Ancak bu zaruretin, kuruluslarin siyasetin içine çekilmesi seklinde algilanmamasi, siyasi partilerin devlet kuruluslarina siyasi zihniyetleri, çikarlari dogrultusunda yaklasmamalari da ayni ölçüde gereklidir. Politize olmus kadrolarin idari tedbirlerle ayiklanmasi, objektif kamu görevi ve güvenligi için vazgeçilmez bir kosul olarak düsünülmektedir.

  • Geçici köy koruculugu uygulamasindan kaynaklanan olumsuzluklarin giderilmesi, sakincali faaliyetler içerisinde bulunanlarin tespit ve takibini müteakip kadro disi birakilmalari ve sistemin güvenilir bir yapiya kavusturulmasi gerekmektedir. Ayni sekilde itirafçilardan istifade edilmesinin de kontrol edilebilir sekilde sisteme baglanmasinda fayda görülmektedir.

Kamuoyunda süren tartismalar güvenlik kuvvetlerimizi olumsuz etkiledigi gibi kamuoyu nezdinde de itibar kaybina neden olmaktadir. Tüm bunlarin, top­lumsal güvenligimiz ve demokratik anayasal düzenimiz açisindan arzu edilmeyen gelismeler oldugu söylenebilir. Olaylar dis dünyada da Türkiye'nin itibari, demokrasinin gelecegi yönünden ciddi elestirileri ortaya çikarmistir. Bu itibarla, öncelikle tartismalari sona erdirecek veya en azindan sinirlandiracak hukuki ve idari kovusturmalarin süratle sonuçlandirilmasinda, bunun akabinde de hukuki ve idari tedbirlere yönelinmesinde fayda görülmektedir.

Dogrular, Arastirilmasi Gerekenler

Aydinlik dergisinde yer alan ve MIT'e ait rapor oldugu belirtilen bilgiler, kaza sonrasi yapilan arastirmalar, bilgilerin bazilarinin dogru oldugunu ortaya koydu. Iste rapordan bu konuda yer alan bölümler:

Abdullah Çatli'nin sahte kimlik kullandigi iddiasi: Abdullah Çatli'nin Mehmet Özbay sahte kimligi tasidigi, Mehmet Özbay ve Mehmet Özbay adina Londra ve Chicago Baskonsolosluklarindan, 1980-1996 yillari arasinda üç ayri pasaport aldigi, 1992 yilinda Sahin Ekli adina düzenlenmis sahte pasaportla yurtdisina çikmaya çalistigi, Konsolosluk ve Emniyet'te bulunan belgelerle kanitlandi.

Abdullah Çatli'nin eroin kaçakçiligi yaptigi iddiasi: Abdullah Çatli, Fransa ve Isviçre'de eroin kaçakçiligi suçundan mahkûm olmustur ve hapis cezasina çarptirilmistir. Söz konusu bilgileri, Abdullah Çatli'nin dosya bilgileri ve esi Meral Çatli'nin basinda yer alan ifadeleri de teyit etmektedir.

Abdullah Çatli'nin Ali Yasak ve Bucak asireti mensuplariyla iliskisi oldugu iddiasi: Abdullah Çatli'nin, Ali Yasak ve Bucak asireti mensuplariyla iliskili oldugu, sahislarin beyanlariyla dogrulanmistir.

Abdullah Çatli'nin Emniyet mensuplariyla iliskisi oldugu iddiasi: Mehmet Agar'in kazadan sonra "Hüseyin Kocadag'in Abdullah Çatli'yi güvenlik kuvvetlerine teslim etmeye gittigini, bu nedenle ayni otomobilde bulundugunu" açiklamasina karsin, Sedat Bucak'in, "Hüseyin Kocadag'in Çatli'yi 'Mehmet Özbay1 adiyla tanidigini" belirtmesi, Mehmet Agar'in konuyla ilgili beyanlariyla çelismistir. Ancak, mevcut birliktelik dahi Çatli'nin Emniyet ile iliskisi oldugunu açikça ortaya koymaktadir.

Mehmet Agar'in, Haluk Kirci’yla iliskisinin bulundugu iddiasi: Mehmet Agar, Haluk Kirci'yi tanimadigini ifade etmis, bilahare Hürriyet gazetesinde nikâh sahidi olduguna dair fotograflarinin yayimlanmasi üzerine olayi "vali vatandas" iliskisi çerçevesinde açiklamaya çalismistir.

Çatli'nin 12 Eylül 1980 öncesi Mehmet Ali Agca ile iliskisi oldugu iddiasi: Çatli'nin, Mehmet Ali Agca ile iliskisi 1978 yilindan beri bilinmektedir. Söz konusu iddia, Agca'nin 24 Kasim 1996 tarihinde gazete ve televizyonlarda çikan açiklamalariyla da teyit görmüstür.

Abdullah Çatli'nin kokain kullandigi iddiasi: Susurluk'ta meydana gelen kaza sonrasinda, çesitli yayin organlarinda Çatli'nin üzerinde kokain bulundugu seklinde bir iddia yer almis ve Ankara'da Jandarma Laboratuarindaki tespitler sonucunda Çatli’nin kokain kullandigi dogrulanmistir.

Arastirilmasinda Fayda Görülenler

Basbakanliga sunulan 17 Aralik 1996 tarihli "gizli" kayitli raporda yok yoktu. Raporda "arastirilmasinda fayda görülen konular" da söyle siralaniyordu:

ÖZEL ÖRGÜT IDDIASI: "Çiller Özel Örgütü" adi altinda faaliyetlerini sürdürdügü iddia edilen bir ya­pilanmanin mevcudiyetinin tespiti, bu suçlamayla baglantili tüm iddialarin dogru olup olmadiklarina vuzuh kazandirilmasi suretiyle mümkün olabilecektir.

ÇATLIASALA'YA KARSI KULLANILDI IDDIASI: Abdullah Çatli liderligindeki bir grup ülkücü, 12 Eylül 1980 sonrasi MIT tarafindan yurtdisinda Ermeni terör örgütü ASALA'ya karsi yürütülen operasyonlarda kullanildigi iddia edilmektedir. 1980'li yillarin baslarinda devletle baglantili gösterilmeye çalisilarak gündeme getirilen ASALA'ya yönelik eylemin, inceleme konusu olan iddialarla ilgili ve konu hakkinda MIT'in herhangi bir bilgisi bulunmamaktadir.

ÇATLIYI CIA KAÇIRDI IDDIASI: Abdullah Çatli'nin Isviçre’de tutuklu bulundugu cezaevinden, CIA, Türkiye istasyon Sefi tarafindan kaçirilmasi iddiasinin, Içisleri ve Disisleri Bakanligi'nin Isviçre’deki ilgili kuruluslarla yapacaklari koordine sonucunda açikliga kavusturulabilecegine inanilmaktadir.

AÜYEV'I DEVIRME PLANI: Martl995 tarihinde Azerbaycan Cumhurbaskani Haydar Aliyev'i devirmeye yönelik darbeyi Tansu Çiller'in onayi ile dönemin Türk Cumhuriyetleri'nden Sorumlu Devlet Bakani Ayvaz Gökdemir, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar, Korkut Eken ve Ibrahim Sahin planlamis. Ancak MIT'in olayi Süleyman Demirel'e bildirmesi ve Cumhurbaskaninin da Aliyev'i haberdar etmesiyle darbe girisimi basarisizliga ugramistir. MIT Müstesarligi, yürütmekte oldugu istihbarat çalismalari sirasinda, Haydar Aliyev'e suikast girisimi hazirligi yapildigini belirlemis ve durumu yetkili makamlar araciligiyla Haydar Aliyev'e intikal ettirerek suikasti önlemistir. MIT Müstesarligi, kendisine düsen yasal görevi yerine getirmis olup, bunun disinda öne sürülen iddialarin MIT Müstesarligi ile bir ilgisi bulunmamaktadir.

EETHULLAH HOCAKARA PARA IDDIASI: Fethullah Gülen'in, Çiller'in kara para aklama isinde gizli ortagi oldugu, Fethullah hocacilarin CIA'nin bölgemizdeki en önemli sivil toplum kurulusu oldugu iddialari, Maliye Bakanligi müfettislerinin, Fethullah Gülen'in mali kayitlarini incelemesiyle, içisleri ve Disisleri bakanliklarinin ilgili kuruluslarla yapacaklari koordine sonucunda çözülebilecegi degerlendirilmektedir.

AGAR-BAYBASIN ARASINDAKI YAKINLIK IDDIASI: Cezaevinde tutuklu bulunan Hüseyin Baybasin ile Mehmet Agar arasinda uyusturucu ticareti baglantisinin olup olmadiginin açikliga kavusturulabilmesi için Baybasin'in daha önce tutuklu bulundugu ülkelerdeki faaliyetleri; Içisleri Bakanligi, Emniyet Genel Müdürlügü tarafindan ilgili ülkelerin güvenlik kuruluslariyla koordine kurmasi gerekmektedir. Ayrica Hüseyin Baybasin'in, Mehmet Agar ile olan iliskisini bildigini iddia ettigi avukati Ilhan Ongan'in ifadesine basvurulmasinin yararli olacagi de­gerlendirilmektedir.

ÜLKÜCÜ MAFYA EMNIYETE ÇALISTI IDDIASI: Emniyet'teki Agar ekibine bagli olarak çalisan ülkücü mafya liderlerinden Abdullah Çatli ve ekibinin suç örgütü içe­risinde çalisip çalismadigi, söz konusu ekibin iddialarda yer aldigi gibi Mehmet Agar'in talimatiyla, birçok kisiyi öldürüp öldürmedigi iddiasi Emniyet Genel Müdürlügü içinde tesekkül ettirilecek muhakkik yetkisine sahip bir grup tarafindan, söz konusu iddialarda adi geçen sahislarin ifadelerine basvurulmasi suretiyle çözüme ka­vusturulabilecektir. Nitekim Ömer Lütfü Topal'in öldürülmesi olayinda kullanilan silahlarda Abdullah Çatli'nin parmak izinin bulundugu yolundaki Emniyet tespiti de bu iddianin kismen de olsa dogrulugunu teyit eder mahiyettedir.

TOPAL'LA ILGILI IDDIALAR: Ömer Lütfü Topal'in, kumarhanelerinden gelen gelirden daha fazla pay alabilmek için Mehmet Agar, Sedat Bucak ve Hüseyin Kocadag tarafindan öldürülüp öldürülmedigi iddialari; Topal ve Topal'a ait sirketlerin adi geçen öldürülmeden önceki üç aylik dönemi kapsayan para transferleri ile yakinlarinin mal varliklari mali yetkililerce arastirilmasi, sahsin ölmeden önce yaptigi telefon görüsmelerinin Türk Telekom tarafindan ortaya konulmasinin, Topal cinayetinin faillerinin tümüyle açiga çikarilmasina büyük ölçüde katkida bulunacagi degerlendirilmektedir.

TARIK ÜMIT ÖLDÜRÜLÜSÜYLE ILGILI IDDIALAR: Tarik ÜMIT'in "Çiller Özel Örgütü"ne iliskin olarak bildigi konular nedeniyle öldürülüp öldürülmedigi iddialarinin, ÜMIT'in en son beraber görüldükleri söylenilen polislerin ilgili savcilik tarafindan yeniden sorguya alinmasiyla konunun açikliga kavusturulmasi degerlendirilmektedir. Ayrica Tarik ÜMIT'in kizi Hande Bilici, "Babasinin 17 yillik MIT personeli oldugunu, elinde MIT görevlisi sifatiyla imzaladigi belgelerin bulundugunu, dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Agar imzali özel plaka tahsis tutanaklarinin oldugunu, babasinin kaybolusunun ertesinde Mehmet Eymür'ün gönderdigi 2 MIT görevlisinin kendisine babasinin Mehmet Agar'in bilgisi dahilinde, müsaviri Korkut Eken'in istegi üzerine özel harekâtçi polisler tarafindan kaçirildigini., Mehmet Eymür'ün, Mehmet Agar'i arayarak babasina bir sey yapilmayacagi sözünü aldigini, daha sonra Mehmet Eymür ile yüz yüze görüstügünü, Eymür'ün babasinin öldürüldügünü söyledigini, ancak Korkut Eken'le yaptigi bir görüsmede, Eken'in babasinin özel bir görevle yurtdisina gönderildigini, döndügü zaman öldürüldügünü söyleyenlerin ne yapacaklarini merak ettigini, babasinin akibeti hakkinda herhangi bir bilgi verilmez ise elindeki belgeleri açiklayacagini" ifade etmistir.

Tarik ÜMIT, çesitli kuruluslara bilgi veren bir kisi olarak taninmaktadir. Nitekim, MIT Müstesarligi'na da Müstesarligin görev alanina giren konularda zaman zaman bilgi intikal ettirmistir. Bu nedenle Tank ÜMIT'in kizinin ifadesinde adi geçen sahislarin sorusturma kapsamina alinmalarinda fayda görülmektedir.

SAMI HOSTAN'LA ILGILI IDDIALAR: Sami Hostan'in (Hosnav) Dev Sol örgütüyle iliskilerinin yani sira Ispanya, HolLamia, Kolombiya baglantili uyusturucu kaçakçiligi yapip yapmadiginin ortaya çikarilabilmesi için Emniyet Genel Müdürlügü'nün bahse konu ülkelerin ilgili birimleriyle baglanti kurmak suretiyle konuya iliskin bilgi derlenmesi ve adi geçenin telefon kayitlarinin incelenmesinin gerektigi degerlendirilmektedir.

"ÜNIFORMALI ÇETE" IDDIASI: Hakkâri Yüksekova'da uyusturucu kaçakçiligi amaciyla olusturuldugu iddia edilen "üniformali çete" ve benzerlerinin kurulmasi, sevk ve idaresinin Mehmet Agar'in yeri ve konumunun Jandarma Genel Komutanligi ve Emniyet Genel Müdürlügü bünyesinde olusturulacak muhakkik yetkisinde bir komisyon tarafindan arastirilmasi gerekmektedir.

IRANLILARIN ÖLDÜRÜLÜSÜYLE ILGILI IDDIALAR: Türkiye'de kaçakçilik faaliyeti yürütülürken, öldürülen Iranli Kürt Lazim Esmaeili ve Askar SIMITKO'nun Özer Çiller ve Mehmet Agar ile baglantisi ve öldürülmeleri eyleminde anilan sahislarin rollerinin olup olmadigi, Askar SIMITKO'nun MIT'e bilgi verip vermedigi iddialari, sahislarin öldürülmeden önce yaptiklari cep telefonu görüsmelerinin Türk Telekom tarafindan tespiti ve Emniyet Genel Müdürlügü'nün arastirmalari sonucu çözümlenebilecektir, Iran uyruklu Askar SIMITKO, 1985 yilinda Istanbul'a gelmis olup, bu sehirlerdeki çesitli gayri kanuni unsurlarla iliskisi bulunan bir sahistir. Bu faaliyetleri nedeniyle zaman zaman güvenlik kuvvetleri tarafindan yakalanip serbest birakildigi söylenmektedir. Teskilatimizla bir iliskisi bulunmamaktadir.

KORUCU PARALARI: Sedat Edip Bucak'in devletten aldigi parayi, kendi asiretine mensup koruculara dagitip dagitmadigi hususuna, Maliye Bakanligi'ndan ödeme seklinin ögrenilmesi ve ödemede görev alan personelin bilgilerine basvurulmasi suretiyle açiklik kazandirilabilecektir.

ÇILLER'E BILGI SIZDIRILDIGI IDDIASI: Tansu Çiller'in eski danismani ve Basbakanlik Müsaviri Tolga Sakir Atik'in, Özel Çiller tarafindan bilgi sizdirmak gayesiyle MIT içinde görevlendirildigi iddia edilmektedir.

GAZETE BÜROSUNU BOMBALAMA: Özgür Gündem gazetesinin (Adi daha sonra Özgür Ülke oldu) 1994 yilinda bombalanmasi olayinin dönemin Basbakan'i Tansu Çiller'in emriyle, Mehmet Agar'in emrindeki "özel büro" tarafindan gerçeklestirildigi iddia edilmektedir.

ÜZERINDE DURMAYA GEREK DUYULMAYAN IDDIALAR

O günlerdeki yogun iddialardan birisi de MIT eski Müstesari Hiram Abas'in, Çiller Özel Örgütü tarafindan öldürüldügü iddiasiydi, iki iddiayla ilgili olarak raporda "Üzerinde durulmaya gerek duyulmamistir" denildi.

Hiram Abas'in Çiller Özel Örgütü tarafindan öldürüldügü iddiasi, bu eylemin 26 Eylül 1990 tarihinde Dev Sol militanlari Hayri Koç, Ferit Eliuygun, Bahattin Anik ve Ahmet Fazil, Ercüment Özdemir tarafindan gerçeklestirildiginin bilinmesi nedeniyle kabul görmedi.

Hüseyin Kocadag'in Gonca Us ile hissi iliskisi bulundugu iddiasi ise Çatli'nin 'esi Meral Çatli'nin bu konudaki açiklamalari nedeniyle üzerinde durulacak nitelikte bulunmadi. Basinda yer alan iddialarin da önemli bir bölümü arastirildi. Birçok konunun "iddia"dan öte gitmedigi anlasildi.

Asiret Liderlerine Tatlises Konseri

Güneydogu'da devletin asiretleri kazanmasi için hemen her yetkili, çare düsünüyordu. Basbakanlik Ola­ganüstü Hal Koordinasyon Kurulu'nun 1993 yilinda aldigi karar asiretler ile ilgiliydi. 14 Haziran 1934 tarihli 2510 sayili Iskan Kanunu'nda asiretlere hükmi sahsiyet taninmayacagi vurgulanmis, devletin asiretler üze­rindeki genel politikasi belirlenmisti. Mevcut yasaya ragmen uygulamadaki zafiyetten dolayi, devletin böl­gedeki tek otorite oldugunu kabul ettiremediginden, asiretler menfaatleri dogrultusunda veya zor kullanan tarafa yöneliyorlardi. Nitekim Geçici Köy Koruculugu sistemi ile silahlandirilmis olan asiretler dahi terör ör­gütüne karsi tam harekete geçirilememisti.

Alinan kararin kanunla çelismesine ragmen MIT, Jandarma ve Emniyet'in asiretlerle irtibatli çalismalari öngörüldü. Jandarma Genel Komutanligi asiretlerin ya­pisini inceledi. Komutanlik, "devlet yanlisi asiretlerin terör örgütlerine karsi harekete geçirilmesi, tarafsiz olanlarin terörist örgütlerin etkisinden uzak tutulmasi, baskiyla veya gönüllü olarak teröristlere destek sag­layanlarin kazanilmasi için alinabilecek tedbirleri" be­lirledi.

Asiretlerin önde gelen liderlerini Ankara'ya getirme, Cumhurbaskani, Basbakan ve üst düzey yetkililerle gö­rüstürme karari Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar'in önerisiyle gerçeklesti. Asiretler hakkindaki arastirmalara uzun yillar Güneydogu'da görev yapan Diyarbakir Em­niyet Müdürlügü Istihbarat Sube Müdürü Hanefi Avci ile Abdurrahman Toygar da katilmisti.

Asiretlerin PKK'nin yaninda yer almamasi için özellikle büyük asiretlerle ilgili devletin elindeki bilgiler masaya yatiriliyor, artilari, eksileri degerlendiriliyor, ar­tilari daha fazla olan asiretlerin geçmisteki bazi suçlari görmezlikten geliniyordu.

Beytüssebap yöresindeki etkili Jirki asiretinin li­deri Tahir Adiyaman'in geçmiste asker öldürdügü ge­rekçesiyle hakkinda dava açilmisti. Ancak Jirki asiretinin o yörede mutlaka devletin yaninda yer almasi gerekiyordu.

Güneydogu'nun o sicak günlerinde, büyük bir asi­reti kazanmak için Korkut Eken yine Hakkâri yöresindeydi. Asiret liderinin esi helikopterle hastaneye götürüldü. Bu "taktik" olay koca bir asiretin devletin ya­ninda yer almasini sagladi... Korkut Eken bu olayi söyle anlatiyor:

"Bu asiretin önde gelenlerinden birisi asker ka­tiliydi. Ama o günün kosullarinda asiretleri karsimiza almak degil, onlari devletimizin yanina çekmek zo­rundaydik. Bazi yanlisliklari görmezlikten geldik. Böyle bir mücadelede artilari, eksileri degerlendirmek lazim. Güneydogu'da bunu yaptik. Halki kazanmak zo­rundaydik. Bugün unutuldu ama Jirki asiretinin lideri Tahir Adiyaman'in, Sedat Bucak'in asiretinin, Senoba'da Babatlar'in, Cizre'de Kâmil Atag'in PKK'ya karsi mü­cadeleleri, hizmetleri unutulmaz."

Asiret liderleri uçakla, helikopterle Ankara'ya ge­tirildi. Ankara Polis Evi'ne yerlestirildi. Asiret li­derlerinin Ankara'da oldugu fotograflarla birlikte Hürriyet'te Saygi Öztürk, Sezai Sengün imzasiyla patliyordu. O sabah televizyon kameralari girisi yasak olan Polis Evi önünde karargâh kurmuslardi.

Asiret liderlerine durumun vahameti ortaya ko­nulmus, mücadeleye katkilarini artirmalari istenmisti. Devlet de onlara her türlü destegi vermeye hazirdi. Silahsa silah, para ise para verilecekti. Onlara verilecek desteklerden biri de devlet dairelerinde yapilacak islerini hizlandirmakti. Örnegin asiretin hastalari helikopterle hastanelere götürülüyor, muayene ve tedavileri yap­tiriliyor, çocuklarinin yurtlara yerlestirilmesine ve kredi verilmesine öncelik taniniyordu.

Görüsmeler tamamladiktan sonra onlari görev yerlerine yüksek bir moral ve unutulmayan bir gece ile ugurlamak istediler. Ankara Süreyya Gazinosu'na davet edildiler. Gazinonun sanatçi kadrosunda Ibrahim Tatlises ve Sibel Can vardi. En güzel sarkilarini o gün asiret liderleri için söylediler. Sibel Can, "Havar havar" sarkisini söyledikçe aglayanlar oldu. O parça onlara çok dokunmustu.

"Yandim Allah Çetesi"

Güneydogu'da PKK'nin silahli eylemlerinin 15 Agustos 1984'te Eruh ve Semdinli baskinlariyla basladigi söylenir. Bunlar dogru degil. Güneydogu'da 1978 yi­lindan bu yana kendilerini "Kürt Ulusal Kurtulusçulari" ve "Apocular" diye isimlendiren, yöre halki tarafindan da o dönemde "Yandim Allah Çetesi" diye nitelendirilen gruplar vardi. Yöre halki örgüte yardim olarak ekinlerin bir bölümünü veriyordu. Kiminden para, kiminden ekin, kiminden silah aliniyor, örgüt yöreye korku saliyordu.

Siverek'te PKK'ya karsi en büyük mücadeleyi "Bucak Asireti" yürütüyordu. Asiret lideri Mehmet Celal Bucak, örgütün hedefiydi. 1978 yilinda dönemin Içisleri Bakani CHP'li Hasan Fehmi Günes, Siverek'e gidip PKK ile mücadele konusunu incelemek istedi. Hasan Fehmi Günes'e, "sakin gitmeyin" denilmisti. PKK'nin, Içisleri Bakani'ni öldürmeyi planladigi yolunda bilgiler ulasmis, Emniyet Genel Müdürlügü Istihbarat Dairesi'nin "Bölücülük Bölgecilik Masasi" sorumlusu Halil Tug, aldigi son bilgileri Istihbarat Dairesi Baskani Fevzi Karaman'a aktarmisti.

Günes'e durum bildirildi. Günes, "Hayir gidecegim" dedi. O gezinin en büyük sikintisini Günes'in korumalari Salih ile Ertekin çekti. Herkesin eli silahlarini ateslemeye hazir vaziyetteydi. Günes, Siverek Kaymakamliginda bilgi alirken binaya 100 metre uzaklikta PKK mensuplari Bucak asiretinin bir., mensubuna kursun yagdiriyordu.

O geziyi izleyen genç gazeteci, Kaymakamlik bah­çesinden silahin atildigi yöne kosuyordu. Bakanin bu­lundugu, hem de çok siki önlemler alindigi o gezide PKK'nin devletin yaninda yer alan asiretin bir men­subunu öldürmesi meydan okumakti. Gazeteci fotograf makinesinin film kolunu heyecandan öylesine güçlü çe­virmisti ki, kol kirilmisti. Ve çekmeyi çok istedigi fotografi çekememisti... Çekemedigi baska bir fotograf daha vardi. Günes, Hilvan ilçesine girerken, yolun iki yanina dizilen kadin ve çocuklar bakani protesto ediyor, bazilari bakanin otomobiline tükürüyordu. Hilvan, PKK'nin merkeziydi. Abdullah Öcalan yillarca örgütü Hilvan'dan yönetmisti.

O günlerde konustugum Siverek Cumhuriyet Sav­cisi Fahri Artunç, ilçede olup bitenleri, "Ölene tabut, ka­lana zabit" diye açiklamisti. Savci, tanik oldugu bir olayi da anlatti. Bir güvenlik görevlisi üst makamlara bilgi ve­rirken, "Maktul derdest, sanik firarda, asayis berkemal" dedi. Yani, Ankara'ya verilen bilgide, "ölü elde, sanik kaçmis, ama güvenlik yerinde " deniliyordu. Oysa o günlerde asayisin hiç de "berkemal" olmadigi ortadaydi.

"Babam 'Osmanliya Güvenilmez" Der"

12 Eylül'den 1980 harekâtindan sonra Bucak asi­retinden çok sayida kisi gözaltina alindi. Bunlar arasinda Sedat Bucak'in babasi, annesi de vardi, iste o zaman devlete isyan ettiler. O günlerde Sedat Bucak'in babasi Hakki Bucak, asiretin önde gelenleriyle toplanti yapti, "Osmanliya güvenilmez. Ne zaman ne yapacagi belli olmaz" dedi.

PKK, silahli eylemlerine 1984 yilindan sonra ye­niden basladiginda, ilk hedefleri örgütün en etkili oldugu Hilvan ve Siverek’i yine üs haline getirmekti.

Bunun alt çalismasi yapiliyordu. PKK'nin öncelikle saf disi etmek istedigi Bucak asireti yine hedefti...

Asiret, PKK'ya karsi kendi çapinda mücadele karan almisti. Örgütün eleman yönünden yeterli güce ka­vusamadigi dönemde PKK fazla varlik gösteremedi. O günlerde asirete, yeni bir cephe açmamak için PKK'nin basi Abdullah Öcalan'dan bir mesaj geldi:

"Biz size dokunmayacagiz. Bizim yanimizda ol­masaniz bile devletin de yaninda yer almayin. Tek sar­timiz tarafsiz kalmaniz..."

Güneydogu kayniyordu. 1992-1993 yillari her taraf alev alevdi. PKK her yani sarmis, güvenlik birimleri her yana yayilan eylemlere karsi etkili olamiyordu. PKK'nin en kuvvetli oldugu dönemde, devlet asiretlerden ya­rarlanmak istedi. Bunlarin basinda da Siverek'teki Bucak asireti geliyordu.

Korkut Eken, Siverek'e giderken yaninda Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadag'i da götürdü. Kocadag, daha önce Siverek'te Emniyet Amirligi yapmisti. Yöreyi bi­liyor, asiret liderlerinin önde gelenlerini de yakindan taniyordu.

"Devletimize Kirginiz"

Bucak asiretinin liderlerinden DYP Milletvekili Sedat Bucak'in evine gittiler. Bucak'a, "PKK'ya karsi dev­letin yaninda yer alin" dediler. Bucak, babasinin 12 Eylül harekâtindan sonra gözaltina alindigini hatirlatiyor, "Devletin yaninda yer almamiza, PKK ile mücadele et­memize ragmen ilk önce babami, annemi gözaltina al­dilar. Bu olaydan dolayi devlete kirginiz. PKK'nin ya­ninda hiçbir zaman olmayacagiz. Mücadelemizi kendimiz sehitler vererek yürütecegiz" dedi.

Bucak'i ikna etmek kolay olmadi. Devletine küsmüs, "O günlerde suçumuz yine devletin yaninda yer almakti. PKK'li dan önce bizleri karakola çektiler" diye israr eder­ken, asiretin önde gelenleri, Bucak'i dogruluyorlardi.

Korkut Eken, Sedat Bucak'tan çok, rahmetli babasi Hakki Bucak'i iyi taniyordu. Ondan söz ederken "Hakki Amca", Sedat Bucak da Korkut Eken için "Korkut Amca" diyor. Eken, "Amcan olarak senden rica ediyorum, biz devletin temsilcileriyiz, bize güven" diye söze girdi ve o etkili konusmasindan sonra Bucak "Ölümüne kadar sizinleyim. Devletime güveniyorum. Güvendigim için ilerde beni asiretime karsi mahcup etmeyeceginize de inaniyorum" dedi...

Ellerini birbirlerine kenetlediler... Bucak, yanindakine sessizce "Bir koç daha kesin" derken, odada "Basimla beraber" sözü yükseliyordu...

Siverek'te Üç Ay

Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar, Emniyet'in bazi yetkilileriyle Siverek'e gitti. Korkut Eken, haftalardir oradaydi. Gelen misafirler bir yandan yer sofrasinda yemeklerini yerken, bir yandan da bundan sonra neler ya­pilacagi konusuluyordu. Eken, burada kalmaya devam edecek, organizasyonu saglayacakti. Eken,"Siverek günlerini"ni söyle anlatiyor:

"Biz zorla ikna ettikten sonra köy korucusu olan asirete silah dagittik. O günlerde kimse köy korucusu olmak istemiyor, silah almiyordu. Aldiklari zaman dogrudan PKK'nin hedefi oluyordu. PKK, asireti bu ka­rarindan caydirmak için neler yapmadi ki? Sedat'in kar­desi, amcasi sehit edildi. Vazgeçirmek için ekinlerini yakiyorlardi. Ortalik zaten sicak. PKK'li, ekinlerin ya­nindan geçerken atiyordu kibriti. Hasat zamani tar­lalarin basina 100 metrede bir adam dikilirdi. Sedat Bucak, bizzat operasyonlara güvenlik kuvvetleriyle bir­likte, basinda giden bir insandi. Bu süreç içerisinde o bölgede yapilan operasyonlarda güvenlik kuvvetleri ço­gunlukla Sedat Bucak'in timleriyle takviye edilirdi. Ara­ziyi bilmeleri çok önemliydi. Bugün basta Siverek olmak üzere, Güneydogu'da herkes kahvelerde gece yarilarini geçene kadar oturabiliyorsa, bunlar o dönemin mü­cadelesidir."

"Apo'dan Mesaj Geldi"

PKK eylemlerinin yogunlastigi 1992 sonbaharinda HEP milletvekilleri Leyla Zana, Zübeyir Aydar ve Ali Yigit, Bucak asireti lideri DYP Milletvekili Sedat Bucak'i Meclis Lokantasi'na davet etti. Yemege HEP Genel Sekreteri Ahmet Karatas da katildi.

Sedat Bucak'tan, Hilvan ve Siverek'te devlet aleyh­tari faaliyetlere müdahale etmemesi istendi. Zana, Bucak'a "Karar vermeden önce Baskan'la konus" dedi. Milletvekilinin "baskan" dedigi kisi Abdullah Öcalan'di. Bucak, teklifi hemen orada reddetti ve Öcalan ile de gö­rüsmeyecegini söyledi.

Ayni gün Sedat Bucak, Ankara Emniyet Müdür Yar­dimcisi Abdurrahman Toygar'i makaminda ziyaret etti. Olup bitenleri anlatti. Toygar, "Aman bu çok önemli. Savci beyin haberi olsun" dedi. DGM Savcisi Talat Salk'in yaninda solugu aldi. Olup bitenleri âdeta nefes nefese anlatti.

Toygar, o gün Sedat Bucak'in milletvekili lojmanina gitti. Bundan böyle görüsme olursa bunun mutlaka banda alinmasini istiyordu. Hatta bu görüsmeler di­sarida yapilirsa daha da memnun olacagini, her seyi gizli kamera ile kaydetmenin daha uygun olacagini anlatti. Toygar, Istihbarat Dairesi Baskanligindan aldigi çok hassas iki teyp getirmisti.

Leyla Zana, Bucak'la yine görüsmek istedi. "Bas­kanin elçisi" gelmisti. Bucak, Dedeman Oteli'nde randevu verdi. Hemen ardindan Toygar'i aradi. Randevu saatini bildirdi. Toygar, Savci Talat Salk'in söylediklerini ha­tirlatti:

"Aman Sayin Bucak konusma sirasinda Abdullah Öcalan'in adi mutlaka geçsin."

O gün 10 Nisan "Polis Bayrami"ydi. Emniyet'in üst düzey yetkilileri törenlere gitmisti. Abdurrahman Toygar ile bazi arkadaslari ise Dedeman Oteli'nde isadami gibi oturuyorlar, kahve, çay içiyorlardi. Pamuk fi­yatindan, yapacaklari ihracattan söz ediyorlardi. Ko­nustuklarina kendileri de için için gülüyorlardi.

Leyla Zana ve Abdullah Öcalan'in emriyle gö­rüsmeye gelen Abdülcabbar Gezici, otele adim attiktan sonra gizli kameraya alinmaya baslandilar. Sedat Bucak'in üzerine de teypler yerlestirilmisti.

Konusma sirasinda Zana ve Abdülcabbar Gezici, "Baskanimiz" deyince, Bucak anlamazliktan geliyor ve konusma söyle devam ediyordu:

Leyla Zana: "Bir hemserinle görüs, daha iyi olur." Bucak: "Benim hemsehrim kim?"

Leyla Zana: "Genel Sekreterim Abdullah Öcalan, senin hemsehrin. Telefon numarasini verelim Abdullah Öcalan'la görüs. PKK'nin Hilvan ve Siverek'e girip girmemesi konusunda daha rahat anlasirsiniz."

Bucak: "Görüsmem. Sizi buraya kim gönderdi?"

Gezici: "Ben Kürdistan halkinin istegi dogrultusunda geldim."

Bucak: "Bu cevap yeterli degil."

Gezici: "Sayin Genel Sekreter Abdullah Öcalan beni buraya gönderdi."

Bucak: "Siverek ve Hilvan'a girmeyin."

Gezici: "Biz Siverek ve Hilvan'da size zarar ver­meyecegiz. Askere, polise, kamu kurumlarina yönelik, yani devletle mücadelemiz var. Devlete eylem yapacagiz."

Bucak: "Hilvan ve Siverek'te sikilacak bir tek kur­sunu dahi Bucak ailesine sikilmis sayariz. Müsaade ede­meyiz."

Gezici: "Senin bu teklifin çok anlamsiz. Biz Kürdistan'da her karis topraga girmek zorundayiz, gi­recegiz."

Bu sözler üzerine Bucak masadan ayaga kalkiyor. Leyla Zana Bucak'a, "Çok çabuk sinirleniyorsun. Bunu konusarak çözeriz, anlasalim. Eger sen Abdullah Öcalan'la görüsürsen daha iyi olur. Ama ben aramam dersen senin verdigin telefon ve saate göre Abdullah Öcalan seni arar" diyordu.

Bucak: "Abdullah Öcalan'in da aramasini is­temiyorum."

Gezici: "Konusalim." Bucak: "Kiminle?"

Gezici: "Ben nasil sizinle konusuyorsam, arkadaslar da gelip sizin oradakilerle konusabilirler."

Bucak: "Siverek'e girmeyin. Güneydogu'yu alir­saniz, biz de malimizi mülkümüzü her seyimizi birakir, bizimle gelen insanlarla kamyonlara biner gideriz."

Gezici: "Birakmayiz sizi, kapilari kapar disariya kimseyi birakmayiz."

Bucak: "Tamam o zaman birakin Siverek'i. Girmeyin Siverek'e."

Gezici: "Devleti oradan çikarin biz de girmeyelim."

Bucak: "Devleti nasil çikaralim? Yani, devlet gelse bize dese ki, hadi esyalarinizi yükleyin buradan defolun gidin. Bir aile ne yapabilir? Devletin bize böyle bir sey yapacagini sanmiyorum."

Gezici: "Yapiyor, bunu her zaman yapiyor. "

Bucak: "Ne zaman yapti ki. Simdi bunlari Genel Sekreterinize aktarin. Girmeyin Siverek'e."

Gezici: "Siverek olmayinca olmuyor."

Bucak: "Bence olur. Ya girmeyin ya da ne zaman alirsaniz biz birakir gideriz. "

Sedat Bucak'in en çok güvendigi isimlerin basinda gelen Korkut Eken, bu gelismeleri yakindan biliyordu. Eken, o günlerle ilgili olarak sunlari söylüyordu:

"Asirete silah dagitmamiz ve koruculari egit­memizden sonra PKK'ya karsi etkili bir mücadele bas­ladi. Ben aylarca evime gitmeden Siverek'te kaldim. PKK oradan tamamen sökülüp atildi. O günlerde Abdullah Öcalan'dan bizzat Sedat Bucak'a teklif gelmisti. 'Bizden taraf olmani istemiyoruz, sadece tarafsiz kal bizim için yeter'. Bunlarin kayitlari var. Tabii Sedat Bucak ta­rafindan alinmis kayitlari da var. Sedat tabii ki, normal olarak devletin yaninda yer alarak büyük mücadeleler vermis bir insandir. Asireti silahlandirilmistir. Ben yanlis hatirlamiyorsam 45 bine yakin da silah dagitmistik. Sedat Bucak'in otomobilinde Emniyet'e ait silah çiktigi söyleniyor ama bu asirete binlerce silah dagittigimiz görmezlikten geliniyor."

Asker Polis Iliskisi

Güneydogu'da zaman zaman asker polis iliskisinde sogukluk yasaniyordu. Iste bunun giderilmesinde Emekli Yarbay Korkut Eken'e büyük görev düsüyordu. Ne yaptigini Korkut Eken'den dinliyorum:

"Son zamanlarda, polis özel timleri egitimsizlik yüzünden askerin özel timlerine ayak uyduramaz hale gelmisti. Çünkü yetistirdiklerimiz daha sonra, atis, spor egitimlerini sürdürmezse, kabiliyetini alti ay sonra kay­beder. Neden askerin egitim programi var? Sabahtan ak­sama kadar belli. Sabah sporla baslar, ondan sonra egitim, ondan sonra silah falan bir sürü sey var. Bu program çerçevesinde asker rutin faaliyetlerini yürütür. Biz polis özel timlerinin o sekilde faaliyetlerini sürdürmesi için Güneydogu'ya gönderdik. Asker, kendilerine ayak uy­duramadigi için polis özel timleriyle beraber göreve çikmayi istememeye basladi. Bizimkiler uzun süre dagda kalma kabiliyetini kaybetti. Asker bir ay kaliyor, bizimkiler iki gün sonra 'nokta operasyonu varsa variz, yoksa dönelim' diyorlardi. Bu durum rahatsizliga yol açti. Asker ile polis arasinda iliskiyi güçlendirmek is­tedim. Komutanlarimiza, polislere de görev vermeleri için çok gayret gösterdim. Birlikte çok yararli çalismalar yapildi."

Istihbaratçilar Birbirini Vuracakti

MIT ve Emniyet Istihbarat Dairesi Baskanligi ara­sinda müthis bir yaris yasaniyordu. Iki kurulus arasinda rekabetten kaynaklanan gerilim, Emniyet Genel Müdürlügü'nün Basbakan Tansu Çiller'e verdigi brifingle doruk noktaya çikti. Brifing dosyasinda, "Operasyonlarin kaynaklara göre dagilim yüzdeleri" pasta halinde gösterilmisti.

Emniyet Genel Müdürlügü'nün dosyasinda ope­rasyonlarin yüzde 70'inin Emniyet'in istihbaratiyla, yüzde 21'inin Jandarma istihbarati, yüzde 9'unun ise MIT'in istihbaratlari sonucu baslatildigi belirtiliyordu. Pasta diliminin yüzde 70'i mavi renkli olarak Emniyet Istihbarat Dairesi'nin basarisi olarak yer aliyor, Jan­darma bordo, MIT'in istihbarat orani da sari renkle gös­teriliyordu.

Bu oranlar MIT yetkililerinin hayli canini sikti. O günlerde yasanan bu sikintilari Korkut Eken tarihi bir olayla birlikte bana söyle anlatti:

"Devletin istihbarat birimleri arasinda çok büyük çekismeler yasandi. Bir dönem MIT, Emniyet Genel Müdürlügü Istihbarat Dairesi Baskanligi, Jandarma Is­tihbarati hepimiz birbirimize girmis vaziyetteydik. Ara­mizda 'Sen daha basarilisin, ben daha basariliyim. Sen daha iyisini yaparsin, biz daha iyisini yapariz1 kavgasi vardi. Bu tartismalar kan davasi sekline dönüstü."

Sonra ne oldu? Istihbarat birimleri arasinda ya­sanan bu müthis çatisma nereye dogru sürüklendi? Kor­kut Eken'den dinleyelim:

"Artik öyle bir duruma gelinmisti ki, birbirimize silah atacak duruma gelmistik. Durum çok kötüye gi­diyordu. O günlerde ANAP Genel Baskani Mesut Yilmaz'dan randevu talebinde bulundum. Beni kabul etti. Tam 1,5 saat konustum. Daha ortada Susurluk kazasi da yoktu. Yilmaz'a 'istihbarat birimleri arasinda korkunç bir rekabet ve çekisme var. Bunun sonu silahli çatismaya dönecek. Mutlaka aralarinda koordine saglanmasi lazim. Yoksa durum kötüye gidiyor' dedim."

Korkut Eken'in saat 24.00'ten sonra gerçeklestirdigi bu ziyarette ANAP'li bir yetkili de vardi. Özel Kalem oda­sinda Erkan Mumcu oturuyordu. Bu görüsmede Korkut Eken daha baska konulardan da söz etti.

Istihbaratçilar arasinda "fiskoslar", "fisfis"lar ala­bildigine yogunlasmisti. "Onun adami", "bunun adami" aldigi bilgileri hemen yetistiriyor, gerginlik biraz daha tirmaniyordu.

ANAP Genel Baskani Yilmaz, daha sonra böyle bir görüsmenin olmadigini açiklamisti. Ancak Eken, Yilmaz'in evine gittigine hem kendi, hem de Yilmaz'in korumalarinin da sahit oldugunu ifade ediyordu. O dö­nemde görev yapan bazi korumalarla konustum. Eken'in gece yarisi Mesut Yilmaz'in evine geldigini dogruladilar. Aslinda bu görüsmede garip olan bir sey yoktu...

"Beni Yesile Vurduracaklardi"

Eken'e kamuoyunda "Yesil" kod adiyla bilinen Mah­mut Yildirim'i soruyorum. "Yesil'i tanimiyorum" diyor. Sasiriyorum. Çünkü "Yesil"in ele geçirilen defterinde Korkut Eken'in adi ve telefon numarasi da yazili. Korkut Eken'in ismi "Korkut Abi" olarak yazilmis. Aslinda "Yesil"in defterinde ismi olmayan da yok gibi. Bu kisiyi yakindan taniyanlar "Hava atmayi sever, kendisini subay, astsubay, polis müdürü olarak tanitir, onlarin te­lefonlarini da defterine yazardi" diyorlar.

Korkut Eken, "Yesil" hakkinda sunlari söylüyordu:

"Yesil'i ben bir kez gördüm. O da Ankara Emniyet Müdürlügü'nde gözaltina alindigi gün. Yesil'in tabii bas­langiçta çok güzel görevler yaptigini biliyorum. Yesil çogu iste kendisini astsubay olarak, subay olarak ta­nitiyor, bazen polis oluyordu. Ama PKK itirafçisidir. Ancak kendini çok güzel yetistirmis bir arkadas. Bas­langiçta güzel görevler yapti. "

Peki, "Yesil'in Ankara Emniyet Müdürlügü'ne gö­türüldügü gün, Korkut Eken niçin Ankara Emniyet Mü­dürlügü'ne çagrilmisti? Bu müthis gerçegi Eken söyle açikliyor:

"Yesil'i bana suikast yapmak için görevlendirmisler."

Heyecanlaniyorum.

"Kim görevlendirmis" diye soruyorum.

Teybi kapatmami isaret ediyor. Teybi kapatiyorum. Müthis bir olayi ögrenecegim diye bekliyorum. Korkut Eken, basini yana çeviriyor. Basini her yana çevirisinde konusmak istemedigini artik anliyorum. Soruyu yi­nelemiyorum bile. Çünkü ondan yine, "Bazi seyler be­nimle mezara gider" sözlerini duyacagimi biliyorum...

Ama bu böyle kalmamali. Konuyu arastiriyorum. O dönemde görev yapan ve konuyu yakindan bilenlere ulasiyorum. Meger neler olmus neler de hiç haberimiz bile olmamis... Biz de gazeteciyiz diye geçiniyoruz. "Yesil"in üzerinden çikan tanitim kartlari da hayli ilginç.

"Susurluk Abartildi"

Eken, "Hizmetleri unutulmayacak olanlardan birisi de Susurluk kazasinda ölen Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadag'dir" diyor ve sözlerini söyle sürdürüyordu:

"Hüseyin Kocadag 1982 senesinde ilk kursiyerimdir. Otuz alti kisi yetistirmistik o zaman. Ilk ekibi kirsal kesime göre degil, rehine kurtarma, uçak baskini, bina basma konularinda egitmistik. Hüseyin, bu kursun birincisidir. Kurstan sonra Güneydogu'da uzun süreler görev yapti. Hakkâri'de, Diyarbakir'da uzun süreler önemli görevlerde bulundu. Benim nazarimda bir kahramandir. "

Eken, "Susurluk Kazasi”nin abartildigini öne sü­rüyor, kazadaki kisileri, bazilarinin yaptigi gibi "ta­nimazliktan" gelmiyor ve söyle devam ediyordu:

"Otomobilde bulunan Gonca Us disindakileri, yani Sedat Bucak'i, Hüseyin Kocadag'i, Abdullah Çatli'yi ta­niyorum. Bunlarin birlikte olmasi da normal. Neden normal? Emniyet Müdürlügü döneminde hem Diyarbakir hem de Hakkâri'de beraber çalistik. Sedat Bucak'in evin­de aylarca kalmistim. O otomobilde ben de olabilirdim. Simdi artik bu durumdan sonra üç kisinin arabada ol­masi, çete kabul edildikten sonra inanin üç dört kisi bir araya gelmeye korkuyoruz. Simdi ben su anda çete reisliginden mahkûmum. Siz benim yanimda olun, bir ta­nidigimiz polis olsun, bir kisi daha olsun çete oluruz."

Hüseyin Kocadag'in, Çatli'yla tanistigini bil­medigini belirtiyor. Tanistiklarini bu kazayla ög­rendigini anlatiyor. Tanismalarinin da Sedat Bucak'tan dolayi oldugu görüsünde. Eken, "Saniyorum Sedat Bucak ile Çatli, Bucak'in Kusadasi'ndaki yazligina gittiler. Hü­seyin Kocadag'i çok israrla çagirmislar. Hüseyin Kocadag baslangiçta onlarla degil. 'Ille gel abi beraber burada de­nizin kenarinda eglenelim, gezelim' denilmis. Hüseyin sonra uçakla gitmis."

"Çatli Yakalanmazdi"

Eken'e "Böyle olur mu? Üstelik Interpol tarafindan aranan bir kisi polis müdürüyle, milletvekiliyle beraber.

Kocadag'a ya da size düsen, bu kisiyi yakalayip Emniyet'e teslim etmek degil miydi?" diye soruyorum.

Korkut Eken, sasirtmaya devam ediyordu:

"Nerede Abdullah Çatli araniyormus? Çatli, TBMM'ye gidiyor. Bakanlarin odasindan çikmiyor, on­larla degerlendirmeler yapiyor. Nasil aranan Abdullah Çatli? Simdi ben, Abdullah Çatli'yi bilip de haber ver­memekten alti yil hapis cezasina çarptirildim. Abdullah Çatli'yi tanimayan yok ki. Ben tanidigim insani ta­nimadigimi söylemeyi kendime yediremem. Sonu çok kötü de olsa, hapse atilacak bile olsam tanidigim bir in­sani, beraber oldugum bir insani tanimiyorum diyemem. Simdi benim en yakinimda olan bazilari da kendilerine zarar gelmesin diye 'tanimiyorum' diyebilir."

Ayni soruda israr ediyorum. Eken sunlari söy­lüyor:

"Polis müdürü, o adamin devlet hesabina çalistigini bilirse ne yapabilir? Soruyorum size ne yapabilir? Ba­kanlarla görüsüyor, yemek yiyor Abdullah Çatli. Kongrelerde rol aliyor. Evet, saka degil. Parti ismini söy­lemiyorum. Bunlari bilen biliyor. Kesin söylüyorum. Susurluk kazasi öncesine kadar Siverek'te Sedat Bucak'in evinde bagdas kurup oturanlar, simdi Sedat Bucak'i ta­nimadigini söylüyorlar... Ben bunlari yapamam. Bugün çogunun taniyip da tanimadigini söyledigi kisileri ben yüz defa da hapse girsem tanidigimi söylemeye devam ederim... Bize bu yakisir..."

Eken1 e, Özbekistan'da Görev Verilecekti

Korkut Eken davasini yakindan izleyen yabancilar da vardi. Bunlarin basinda Özbekistan ve Azerbaycanli yetkililer geliyordu. Korkut Eken'in dünyanin sayili egitimcilerinden oldugunu biliyorlardi. Türkiye'de egitime gelen Özbek ve Azeri görevliler de Eken'in yeteneklerini görmüslerdi.

Korkut Eken DGM tarafindan alti yil hapis cezasi çarptirildigi günlerde, Özbek ve Azeriler, "Bizim ül­kemize gelin, bizi egitin" teklifi yaptilar.

Özellikle Özbekistan bu konuda çok israrliydi. Te­rörün ne oldugunu onlar da biliyordu. Özbekistan'da rejim muhalifleri 16 Subat 1999 tarihinde Islam Kerimov'a yönelik suikast planlamislardi. Suikast planinin bir parçasi olan bomba yüklü otomobil patlatildi. Pat­lamada on üç kisi öldü, yüz civarinda Özbek de ya­ralandi.

Eylemi Türkistan Islam Hareketi adli örgüt ger­çeklestirmisti. Bu örgüt Özbekistan'da "Namangan Suç Sebekesi" olarak aniliyordu. Örgütün önemli isimlerinden Rustam Mamatkulov 3 Mart 1999 tarihinde Türkiye'ye giris yapti. Örgütün Dis Iliskiler Sorumlusu Abdurrahman Mansur kod adli Zayniddin Askarov Fatih ilçesi Seyhresmi Mahallesi Fahribey Sokak Ikbal Apartmaninda ka­liyordu.

Bazi komsu ülkelerden sizan Türkistan Islam Ha­reketi örgütü mensuplari sik sik siniri geçip Öz­bekistan'da eylem düzenliyor. Özbekistan askerleri de terörle mücadele konusunda yetersiz kaliyor. Çok iyi bir egitimden geçirilmesi, gerilla savasina göre yetistirilmesi gerekiyor. Özel timlerin yetistirilmesine siddetle ihtiyaç duyuyorlar.

Dönemin Içisleri Bakani Sadettin Tantan, Öz­bekistan'a yaptigi ziyaret sirasinda çok yakin ilgi görmüs, özel harekât timlerinin yetistirilmesi konusunda Tür­kiye'den destek istenmisti. Benzer istek, Cumhurbaskani Ahmet Necdet Sezer'in ziyareti sirasinda da gündeme geldi.

Korkut Eken'in hapis cezasi aldiginin belli ol­masindan sonra Özbekistan'da is yapan bir müteahhit araciligiyla Korkut Eken'e bir mesaj gönderildi. Korkut Eken'in istemesi halinde bu ülkeye gidebilecegi ve Öz­bekistan vatandasligini kabul etmesi halinde bunun da gerçeklestirilecegi bildirildi. Bununla yetinilmiyor, ken­disine bir villa tahsis edilecegi, es ve çocuklarinin da ülkelerine gelebilecekleri, her türlü destegin verilecegi söylendi.

Korkut Eken'in ülkelerine gelmesi halinde, önce Islam Kerimov'un korumalarindan baslamak üzere egi­tim vermesi öngörülmüstü. Korkut Eken'e bu teklif ile­tildi. Hiç tereddüt etmeden cevap verdi:

"idam edilecegimi de bilsem ülkemden ayrilmam. Ancak devletimiz böyle bir görev verirse gider, görevimi yaparim!"

Korkut Eken'in cezaevine girmesine gönülleri razi olmayan dostlari, çok ilginç teklifler getiriyordu. Yurtdisina çikisi için her seyi ayarlayacaklarini belirtiyorlar, bir tek onun "evet" demesini bekliyorlardi. Kaçirilacak uçak bile bulunmustu.

Yargitay'da cezasinin onaylanmasindan sonra Kor­kut Eken'e, "yurtdisina kaçiralim, götürelim, abi sana gelen teklifleri kabul et" baskisi basladi, iste o günlerde, çok yakini olan birisi, "Komutanim yillarca sustunuz. Basina konusmadiniz. Konusun artik. Kaybedecek ne­yiniz var?" dedi.

Eken, kendisine ulasmak için devamli aracilar koyan gazetecilerin kimler oldugunu biliyordu. Ga­zeteciyi cep telefonundan aradi, "Müsaitseniz çayinizi içmeye gelecegim" dedi.

Röportaj Star gazetesinde bomba gibi patlamis, bugüne kadar hiç konusmayan, hep susan, çok sey bilen komutanla ilgili yazi dizisi müthis ses getirmisti. Iste o günlerde akan yüzlerce faks mesaji, elektronik posta ve telefon, Korkut Eken'in kafasindaki "Kaçsam mi?" so­rusunu ortadan kaldirdi. Bunu yakin dostlarina, "Kafamdan çok kötü seyler geçiyordu. Bunu gerçeklestirmeyi de ciddi ciddi düsünmeye baslamistim. Ama bana karsi sevgi dolu mesajlar nedeniyle vazgeçtim" diye açikladi.

"Sayin Baskanim Ben Korkut"

Korkut Eken, cezasinin Yargitay'da onaylanmasindan sonra, veda ziyaretlerine baslamisti. Akrabalarini, ar­kadaslarini tek tek dolasiyor, "Girip de çikmamak var" diyordu. Cezaevlerinin durumu malum... Hemen her ko­nustugu kisinin "Aman kendine dikkat et" sözleri de ca­nini sikiyordu. Dikkat edecek ne vardi ki? 35 yil tasidigi silahtan ayri kalacakti. Tabancasi olsa mesele degildi.

Cezaevine girmeden önce ziyaret ettikleri arasinda çocuklugunu bildigi, simdi güzellik salonu isleten Alp vardi. Mehmet Eymür'ün oglu Alp, karsisinda Korkut Eken'i görünce "Korkut Amca" diye sarildi. Eski gün­lerden konustular. Alp, iki eski dostun arasinin bu denli açilmasina üzülüyor, ama yapacak bir seyi olmadigini da biliyordu.

Eken ayrilirken, Alp, Amerika'da bulunan babasini ariyordu:

"Baba, bil bakalim bugün ziyaretime kim geldi?"

Babasi, birkaç isim söyledi ama aralarinda Korkut Eken'in adi geçmedi. Alp, "Baba Korkut Amca geldi. Beni ziyaret etti. Yakinda cezaevine giriyormus. Sana da se­lami var" diye heyecanla anlatiyordu.

Alp, Amerika'da bulunan babasi Mehmet Eymür'ün son derece duygusallastigini sesinden anlamisti. "Oglum, numarami ver beni bir arasin" dedi. Bir gün sonra Korkut Eken, Eymür'ün Amerika'daki numarasini çevirdi. Te­lefona bir bayan çikti. Bu, Eymür'ün kizi Ayse'ydi. Eken, Ayse'nin dogdugu günü biliyordu. Eymür'ün o günkü sevincini animsiyordu. Mehmet Eymür telefona geldi. Eken, "Sayin Baskanim ben Korkut Eken" dedi.

Birbirlerinin sesini duymayali yillar olmustu. Bir süre sessiz kaldilar... Ikisinin de sesi boguktu. Birisi cezaevine gidiyor, digeri ülkesinden uzak yasamak zo­runda kaliyordu.

Esi, Korkut Ekeni Türbelere Götürdü

Korkut Eken, kendisine ceza verilecegine hiç ih­timal vermiyordu. Rahatti. Davadan vareste tutulmasi da rahatligini artirmisti. Ama esi Tülay Hanim basinda yer alan haberleri okudukça, "Korkut seni cezaevine atarlar" diyordu.

Tülay Hanim, taninmis hocalara gidiyor, türbelere gidiyor, adaklar adiyor, türbelere mendiller bagliyordu. Tülay Hanim'in bu hali Korkut Eken'i de etkilemisti. Tülay Hanim, "Hadi beraber gidelim" deyince kiziyor, "Ben suçlu muyum, benim suçum ne?" diye bagiriyordu. Aslinda o ceza alacagina hiç ihtimal vermiyordu. Isin ciddiyetini Istanbul DGM tarafindan 6 yil hapis cezasina çarptirildigi zaman anladi. 0, "Bu dava Yargitay'dan döner" diye umutlaniyordu. Basta öyle de oldu. Daha sonra Yargitay Cumhuriyet Bassavcisi'nin karara itiraz etmesi üzerine konu yeniden ele alindi ve DGM karan onaylandi.

Iste o günlerde esi Tülay Eken, yine "Hadi türbelere gidelim" dedi. Daha önce esinin benzer tekliflerine tepki gösteren Korkut Eken, bu kez esine hayir demedi. Birlikte Ankara'nin Ulus semtinde bulunan Hacibayram türbesine gittiler. Dualar ettiler.

Korkut Eken, "Gelmisken ben iki rekat namaz ki­layim" dedi. 0 namaza gittiginde esi dua okumaya bas­ladi. Esi için yalvanyordu. Korkut Eken, namazdan sonra esinin bulundugu türbeye girdi. Orada yine dualar etti. Ardindan hemen yakinindaki Gül Baba türbesine gittiler ve dualar ettiler.

O günlerde Eken'e, "Durusmalar sirasinda ko­mutanlarini sahit olarak göster" diyenler oluyordu. On­lara da kiziyor, "Ben komutanlarimi benimle ilgili bir dava için mahkeme karsisina çikarmam. Ne böyle bir teklifte bulunurum, ne de onlardan gelecek böyle bir teklifi kabul ederim" diyordu.

Eken, cezasi kesinlestiginde esine, "Tülay birlikte türbelere gittik, hocalara gittik, yatirlari ziyaret ettik, adaklar adadik. Sonuçta ben yine ceza aldim. Demek ki ben Allah katinda suçluymusum, böyle bir cezayi hak etmisim. Yapacak bir sey yok" dedi.

Korkut Eken'in avukati Armagan Güner, Yargitay'a yaptiklari basvurunun Cumhuriyet Bassavcisi tarafindan reddedildigini ögrendigi zaman yikilmisti. Kastamonu'nun Tosya ilçesinde Korkut Eken'in eski bir askeri Mahmut Kuz, komutani için 41 kez hatim indirtmisti.

Haluk Kirci'nin Mektubu: Eken'i Tanimiyorum

Eken'e hapis cezasi verilmesinde, "Çatli'ya silahlari Eken vermis" diyen Haluk Kirci'nin ifadesi önemli bir yer tutuyordu. Haluk Kirci, 12 Ocak 1999 tarihinde Istanbul Emniyet Müdürlügü Organize Suçlar Sube Müdürlügü'nde sorguya alindi. Ifadesinde sunlari söylemisti:

"Çatli'ya görev teklifini yapan Eken'dir. Çatli, yurt­disina gönderilerek PKK'nin önde gelen isimlerinden Ali Sapan, Kani Yilmaz, DHKPC lideri Dursun Karatas ile il­gili istihbari faaliyetlerde bulundu. Bildigim kadariyla Eken, Çatli'ya yurtdisi operasyonlarda kullanilmak üzere sayisini bilmedigim UZI marka silah vermis, bunlardan bir kismini Çatli yurtdisina göndermisti. Bir kismi da Florya'daki evindeydi."

Kirci, "evde silah oldugunu" belirtmesine karsin, Çatli'nin esi evlerinde Uzi silahlarinin olmadigini söy­lüyordu. Kirci ise, bana gönderdigi mektupta, sok bir iddia ortaya atiyordu:

"Eken'in adini Emniyet'te baski sonucu söyledim."

Oysa Haluk Kirci, bu iddialarini savcilik ifadesinde de yinelemis, ancak mahkemede kabul etmemisti. Öde­mis Cezaevi'nde olan Kirci bana gönderdigi mektupta sunlari yaziyordu:

EKEN'I TANIMIYORUM: "Sayin Korkut Eken, 4 kisinin kendisi hakkinda ifade verdiklerini söylemis ve benim ismimi de bunlarin arasinda zikretmistir ki, dogrudur. Öncelikle bilmenizi isterim, ben Korkut Bey'i ta­nimiyorum. Hayatimda hiç görmedim, tesadüfen de olsa bir araya gelmedim. Fakat buna ragmen polis ifademde Sayin Eken'in ismi geçti. Sorgu esnasinda polis, rahmetli dostum Çatli'nin iliskileri üzerinde duruyor ve kimlerle irtibatli oldugunu arastiriyordu.

BASKI SONUCU: Konu üzerinde pek fazla bilgim ol­madigini söylememe ragmen kabul etmiyorlar, israrla Sayin Eken ile Sayin Agar'in isimlerini dikte etmeye ça­baliyorlardi, iste böylesine bir zorlama ve baski ne­ticesinde Sayin Eken'in ismi polis ifademde yer aldi. Bi­rebir iliskilerine sahit olmadigim irtibatlari ve olaylari diger ifadelerimde, dogrulari anlatmak suretiyle dü­zelttim. Yani polis ifademde Sayin Eken'in isminin yer almasi rahmetli Çatli ile ilgili oldugu gibi, bilinçli bir zorlamanin ve baskinin neticesidir. Kaldi ki, Sayin Eken, Çatli ile tanistigini reddetmemis, onun kendisine bazi çalismalarini rapor ettigini söylemistir.

ÇILE ÇEKIYORUM: Ben hayatim boyunca, ne çetecilik ve mafyacilik ne de bir baska suç organizasyonunun içinde yer almadim. Türk milliyetçiliginin bana yükledigi misyondan dolayi, ülkücü saflarda yer aldim ve 12 Eylül öncesi ülkemde meydana gelen bazi siddet olaylarina katildim. En az sayin yarbay kadar ülkemi sevdim ve ül­kemin çikarlari için olmadik zorluklara katlandim. 14 yildir cezaevlerinde çile çekiyorum ve bir devrin bütün sorumlulugunu omuzlarimda tasimanin mücadelesini veriyorum.

ADINI ÇATLI'DAN DUYDUM: Sayin Eken'in ismini birkaç kez rahmetli Çatli'dan duydum. Kazadan sonra ise kim oldugunu ögrendim. Samimi her vatandas gibi giyaben kendisini sevdim ve saygi duymaya basladim. Ülkeme verdigi kutlu hizmetlerinden dolayi, saygiyla aniyorum.

CEZAEVINDE TANIDIM: Hayatta birbirini tanimayan insanlarin 'çete' kurduklari iddia edildi. Bir örnek ver­mek istiyorum: Bu davada yargilanip ayni çetede görev yaptigimiz için cezaya çarptirildigimiz ve hiç ta­nimadigim zatlardan biri de Yasar Öz'dür. Bütün mu­kaddesatim üzerine yemin ederim ki, ben Öz'ü tu­tuklandiktan sonra cezaevinde tanidim.

ELLERINDEN ÖPERIM: Bu davanin en büyük mag­duru Sayin Eken'dir. Sizin vasitanizla, kendisine 'geçmis olsun' diyor, hürmetle ellerinden öpüyorum."

Sami Hostan: Eken'e Çok Üzülüyorum

Sami Hostan’in adi Susurluk kazasi ve Ömer Lütfü Topal cinayetinden sonra sikça duyuldu. Susurluk Davasi'nda dört yil hapis cezasina çarptirildi. Kanser te­davisi gördügünden cezasi ertelendi.

Sami Hostan'la tedavi gördügü hastanede telefonla konustum. Hostan, "Inanin bana verilen hapis cezasina degil, Korkut Eken'e verilen cezaya üzülüyorum" de­misti.

Hostan, Çatli'yi yakindan tanidigini belirtiyor. "Emekli Yarbay Korkut Eken'i taniyip tanimadigini" so­runca sunlari söylüyordu:

BIR DEFA GÖRDÜM: 'Ben Korkut Eken'i hayatimda ilk kez bir yemekte gördüm. (Hostan bu yemegin Is­tanbul'da, Eken de Sedat Bucak'in bürosunda oldugunu söyledi.) Kendisiyle telefonla da hayatimda ko­nusmadim. Ben degisik dönemlerde Almanya da dahil olmak üzere yillarca cezaevlerinde yattim. Verilen hapis cezasi da benim için bir sey degil. Ben cezaevinde ya­tacagim için kendim için üzülmem gerekirken, kendime degil, Eken'e üzülüyorum.

ÇATLIYI BEN GÖTÜRDÜM: Neden biliyor musunuz? Haluk Kirci da, ben de, Ali Fevzi Bir de, Korkut Eken'le inanin bir yemek masasinda olmamistik. Abdullah Çatli'yi ben taniyorum. Yakin arkadasim. Susurluk ka­zasinda öldügünde cenazesini memleketi Nevsehir'e götürenlerden birisi benim. Nevsehir'de topraga verdik. Bunlarin hepsini ben kendim üstlendim. Çatli'yi ta­nidigim için cezasi ne ise çekecegim.

EKEN'IN IHTIYACI YOK: Bizim yüzümüzden Korkut Eken de zarar gördü. Öyle bir insanla oynaniyor ki, bu adamin fiyati yok ki... Eken'e, yazik oldu. Korkut Bey'i ben bir kez görmüstüm. Ondan önce ve sonra da bir araya gelmedim. Varsa telefon konusmamiz çikarsinlar.

Desinler ki 'Sen Korkut Eken'le sunlari sunlari ko­nusmussun'. Ama diyemezler. Çünkü böyle bir gö­rüsme olmadi. Inanin kendime degil, Korkut Eken'e üzülüyorum.

SEDAT BUCAK DOSTUMDUR: Ben Çatli'yi ta­niyorsam, tanidigimi söyler ve bunun için verilecek ce­zayi da çekerim. Yasar Öz'le inanin, yemin ediyorum size ilk kez Metris Cezaevi'nde karsilastim. Mehmet Agar'la hayatimda hiç konusmamisim. Milletvekili Sedat Bucak, Veli Küçük Pasa benim en az 15 yillik dostlarim. Ziyaretime gelen insanlar. Bunlari saklamiyorum.

100 DEFA GÖRÜSMÜSÜMDÜR: Hayatimda bir defa karsilastigim bir kisi olan Korkut Eken'in sirf bizleri ta­nidigi için cezaevine girecegini düsündükçe inanin günlerdir çok rahatsizim. Ben Haluk Kirci'yi, Abdullah Çatli'nin yanindan tanirim. En az 100 defa yemek ye­misligim var. Ama, Korkut Eken'le Haluk Kirci, gerçekten diyorum tanismaz. Haluk Kirci da size gönderdigi mek­tubunda bunu yaziyor."

Emekli Albay Zeki Önal, Eken'in tim ko­mutanlarindan biriydi. Önal, Güneydogu gazisiydi. 1975 yilindan beri hep birlikte çalismislar. Zeki Albay, mek­tubunda sunlari yaziyordu:

"Bizler komutanimizin yanlisini hiç görmedik. Si­lahli Kuvvetlerde onu taniyan herkes bunu böyle bilir ve sahadet eder. Paraya pula tenezzül etmez. Aksine, elinden geldikçe ihtiyaç sahiplerine yardimci olurdu. Açliktan ölür kimseye belli etmezdi. Aile yapisi bize hep örnek olmustur. Çocuklarimizi onun çocuklari gibi yetistirmeye gayret ettik. Ailelerimizi kurarken hep Korkut Eken ve esini örnek alirdik."

Mahkeme Heyeti Niçin Degisti? DGM'nin Görüsü

DGM'de Susurluk davasinin devam ettigi günlerde mahkeme heyeti degisti. Bu degisiklikle ilgili birçok iddia ortaya atildi. Karar veren heyetin baskaninin bir gün sonra Ankara'ya geldigi ve Yargitay'da bazi gö­rüsmeler yaptigi söylendi, isin adli boyutu konusunda Istanbul DGM Bassavciligi yetkililerinin de söy­leyecekleri vardi.

Susurluk davasinda ceza alanlar için bazilari "ohh" dedi, bazilari ise üzüldü. Susurluk kazasi sorusturmasini birçok önemli olaya imzasini atan Aykut Cengiz Engin yürüttü. Engin, geçmiste "Nesim Malki cinayetini de so­rusturmus, titiz çalismasiyla bilinen bir isim. O "önemli olaylar savcisi" olarak da taniniyordu.

Susurluk davasinin iddianamesini Aykut Cengiz Engin hazirladi. 6 No.lu DGM'nin Baskanligini Sedat Ka­ragül yapiyor, mahkeme heyetinde Koksal Sengün de bulunuyordu. Mahkeme heyetinin Susurluk olayinin son durusmasinda niçin degistigini sordugumda bir yetkili sunlari anlatmisti:

Sorusturmayi yürüten DGM Savcisi Aykut Cengiz Engin, Bassavciliga atandi. O yüzden durusmadan ay­rildi.

6 No.lu DGM'nin Baskani Sedat Karagül, Istanbul adliyesine tayin oldu.

Susurluk davasinda basindan beri bulunan hâkim Koksal Sengün de 5 No.lu DGM'nin baskanligina atandi.

Yapilan bu atamalar normal islemdir. Bir mah­kemenin baskanligina tayin olmak ugras, istek ve ba­sariyla olur.

  • Mahkemenin diger üyesi Rasit Seran da eskiden beri ayni görevde.
  • Karara katilan diger üye Tamer Tarkan da aylarca ayni mahkemede görevliydi.
  • Mahkeme heyetinde yapildigi belirtilen degisiklik, baskanla bir üyesinin görev yerlerinin degismesidir.
  • Ancak baskan ve üye degistikten sonra o mahkeme uzun süre de devam etti.

     Esas hakkindaki mütalaayi savcilik döneminde Aykut Cengiz Engin verdi. Engin'in Bassavci ol­masindan sonra yerine gelen savci da Engin'in mü­talaasini tekrar etti.

"Karar Gecikmisti"

 DGM'de görev süresi dört yildir. Dört yillik görev süresi biten kisi tayin olur. DGM'de görev süresini dolduranlardan birisi de mahkeme baskani Sedat Karagül’dü.

  • Mahkeme baskani ve bir üyenin degismesinden sonraki durusmada hemen karar verilmedi.
  • Degisiklikten sonra da o mahkemede yargilama birkaç celse devam etti. Zaten daha önceden Savci Aykut Cengiz Engin’in esas hakkindaki mütalaasini verdigi zaman aslinda karar verilmesi gerekiyordu.
  • Karar gecikmesinin nedeni Ibrahim Sahin'in ka­zadan dolayi meydana gelen rahatsizliginin uzamasindan kaynaklandi. Durusmaya katilamiyordu. Eger Sahin durusmalara katilabilseydi, mahkeme heyetinde degisiklik olmadan çoktan karar verilmis olurdu.

Yani gecikme oldu ama hiçbir zaman sadece o karar için heyet degistirilmis gibi bir sey kesinlikle söz konusu degil.

"Devlet Içi Disi Ayrimi Yapmadik"

Bunlari "devlet içerisindeki çete" olarak nitelemek dogru degil. Bunlarin disaridaki baglantilari var. Sami Hostan, Ali Fevzi Bir gibi. Bunlar kamu görevlisi degil. Biz öyle bir kategoriye ayirmadik. Biz dogrudan dogruya cürüm islemek için olusturulmus bir tesekkül olarak bunlari yargiladik. O sorusturma esnasinda bunlarin içerisinde devlet görevlileri ve ajanlariyla disaridaki ki­silerin birlikteligi çikti. Yoksa bastan bir kategori sözkonusu degil. Devletin içindeki çeteyi arastiriyoruz, di­sindaki arastiriyoruz diye bir ayrim olmadi.

"Dava Açacak Eylem Yok"

Tesekkülün eylemleri arastirildi; ama tahkikatin o safhasina kadar dava açabilecek nitelikte tam bir sonuca ulasilamadi. Zaten bunlarin eylemleri olsaydi o eylemler çok agir cezayi gerektirirdi. Hiçbirisi hakkinda bir dava açilmadi. Sadece bu tesekkül hakkinda dava açildi. Böyle bir tesekkülün mevcudiyeti hakkinda.

Savcinin esas hakkindaki mütalaasinda çok açikça bu izah ediliyor. TCK'nin 313. maddesi için eylem ge­rekmiyor. Eger eylemlerini belirleyebilseydik cezalar çok agir olurdu. Hem çeteden, hem de eylemlerinden ceza alirlardi.

Korkut Eken: Bu da Geçer Arkadaslar, Bu da Geçer...

Evde hüzün var... Telefonlar susmuyor. Sessizligi her seferinde o bozuyor... "Alnimiza böyle yazilmis. As­lanlar gibi yatar, çikarim. Yeter ki siz üzülmeyin" diyor.

"Dede... dede... Bir daha ne zaman geleceksin?"

Iste o zaman, yanindakilerini teskin etmeye çalisan kisinin gözleri doluyor... Kucagindan onu indiriyor, odadan ayriliyor. Belli... Gözlerinden belli...

Korkut Eken'in evindeyiz. Aksam olmak, karanlik çökmek üzere. Bugün evinde son günü. Ogullan, gelini, kizi geliyor. Silah arkadaslari, yetistirdigi ögrenciler geliyor... Kimi yanaklarindan, kimi ellerinden öpüyor. Bazen odaya ölüm sessizligi çöküyor. Korkut Eken'in esi Tülay Hanim, her zamanki gibi sogukkanliligini koruyor. O Korkut'unun evden uzun süreli ayrilmalarina alisik. O uzun görevlerde valizini hep Tülay Hanim hazirlamisti. Ne konulacagini hep o biliyordu...

Gidince aylar geçerdi, ilk çocuklarina hamile kal­digi zaman, Kibris Baris Harekâti baslamis, oglunu ancak bir yasinda görebilmisti... Gemi limana yanasirken, esi­nin kucaginda kinali saçli çocugu, oglunu ilk kez böyle uzaktan görmüstü. Ne yapacagini sasirmisti...

Tülay Hanimi, çocuklari, esi cezaevine gidecek diye aglarken görmemisti. Korkut Eken de, ona "Aileyi ayakta tutacak olan sensin. Sakin ben gidiyorum diye aglama, arkamdan agit yakma" diyordu.

Direndi, direndi, esinin cezaevine götüreceklerini hazirlamaya, valize koymaya baslayinca, koklamaya basladi... Gömleginin kokusunu içine çekti... O kokuya doyamadi, o kokuya dayanamadi. Öylece kalakaldi... "Korkut seni çok özleyecegim, ayriligina alisamayacagim" sözleri odanin içinde eriyip kaybolup gidiyordu...

Esinin odadan bir türlü çikmamasina Korkut Eken'in cani sikilmisti. Odaya gitti. Kapi kilitliydi. "Tülay benim, aç kapiyi" dedi. Kapi açildi. Tülay Hanim esine sarildi. "Tamam, tamam bak aglamiyorum" dedi...

Kirmizi Mantolu Kiz

Yillar ne çabuk geçiyor. Harp Okulu ögrencisiyken Ankara Gari'nda ilk kez "kirmizi mantolu kiz"i görmüstü. Atis için Mentes Kampi'na gidiyorlardi. "Kirmizi mantolu kizin" her adimi garin mermer zemininde tok bir ses çi­kartiyor, kizin kimin yanina gidecegini genç Harbiydiler izliyordu...

Genç kiz, Harbiyeli kardesi Atalay Erkin'i ugur­lamaya gelmisti. Ugurlamaya gelenler arasinda Korkut Eken'in kardesi Sevilay Hanim da vardi. Atalay'in kalbini de Sevilay Hanim çalmisti. Erkin, Sevilay Hanimi is­temeye ailesini gönderdi. Aile büyügü olan Korkut Eken, "Amca ben kardesimi veririm. Ama ben de kizin Tülay'i Allahin emriyle Peygamberin kavliyle istiyorum" dedi...

Korkut Eken, sevgili esini iste böyle istemis... Esi onun zor ve agir görevlere, yaralanmasina, üstü kan içinde dönmesine alismis. O kayboldugu günlerde, televizyondaki operasyon haberlerini görünce, "Bizimki yine buradadir" diye aklindan geçirmis.

Eken'in çocuklari Koray, Güray ve kizlari Sonay mühendis. Esi, çocuklari bir yana, torunu bir yana. Gelini Doktor Nihal'in yeri ise daha farkli. Dört yasindaki torun Korkut Eken, dedesinin kucagindan inmiyor. Dedesi, "Adasimi çok özleyecegim" diyor. Bir kez daha bir­birlerini öpüyorlar. Dedesini yolcu ederken el sallamasi yok mu? Adasi olan torunu, cezaevine giderken, an­nesinin kucaginda ugurlamaya gelmisti.

"Gitmene Gerek Yok, Ben Hallederim"

Sabah erken saatlerde Korkut Eken'in evindeydim. Evde, silah arkadaslari vardi. Bir arkadasi "Keske Korkut'un yerine bizler de yatabilsek" diyordu. Bir silah ar­kadasi, "Esime 'Korkut'un yerine 6 ay yatmaya hazirim' deyince, esim '6 ay degil de 3 yil yat' dedigini" söylüyor.

Anilar birden onlari 1974 yilinin 19 Temmuz ak­samina götürüyor...

Kayseri Hava Indirme Tugayi'nin 4'üncü Taburu'nun bölük komutanlari evde toplanmisti. Emekli General Muammer Ünal, hem anilarini anlatiyor, hem Korkut Eken için agliyor. O ünlü taburun 2'nci Bölük Ko­mutani Ayhan Ertürk, "Telefon ettigim aksam nasil gül­müstük" diyor... Anlatmaya basliyor:

"Telefonla konusmamiz yasakti. Çikarma karari kesinlestikten sonra ailelerimize 19 Temmuz aksami te­lefon etmemize izin verildi. Benim esim Eskisehir'de ve hamile. Eve telefon ettigimde telefona babam çikti, 'Baba, biz yarin sabah Kibris'a iniyoruz. Hakkinizi helal edin. Müsaade edersen esimle de konusayim' dedim. Karsi taraftan babam, 'Oglum senin gitmene gerek yok, ben o isleri halleder dönerim' karsiligini verdi. Bu ko­nusmanin ardindan telefonu kapatti. Ben de arkadaslara, 'Bizim Kibris'a gitmemize gerek kalmadi. Babam o isi halledecekmis' dedim. Babam, esim hamile oldugu için çikarmayi ondan böylece gizlemeye çalisiyordu..."

Ayrilik vakti geldi. Silah arkadaslari Muammer Ünal, Ayhan Ertürk, Atalay Erkin, Çagdas Ilk agliyor, Korkut Eken onlari teselli ediyordu. Kucaklasiyorlar.

Eken 1 Mart'ta Ankara Ulucanlar Cezaevi'ne girdi. 11 kisinin kaldigi kogusta en çok hosuna giden "Bul ka­rayi, al parayi" yapan "tirnakçiydi. Eken'e, "Abi istersen sirlarini sana ögreteyim" dedi.

Eken içerdeyken, emekli generallerden bazilari onun asker kisiligini anlatiyor, terörle mücadelenin simgesi oldugunu belirtiyorlardi. Televizyonda bu ko­nuda yorumlar yapiliyordu. Mahkûmlardan kim söyledi hatirlamiyor ama birisi ona söyle demisti:

"Komutanim bugün itibariyle kaldi iki yil dört ay ön dört günün. Bak on bes günün geçti. Bu da geçer, bu da geçer."

Bu sözleri o da kendisini cezaevine göndermek için evine gelenleri teselli etmek için söylemisti:

"Bu da geçer arkadaslar, bu da geçer..."

Eyvah!

Eken, ilk durusmaya katilmis, sonraki du­rusmalardan vareste tutulmustu. Susurluk davasinin karar durusmasina çok rahat ve kendinden emin olarak gitmisti. Beraat edecegine inaniyor, durusma sonunda basin mensuplarina suçsuzlugunun mahkeme ta­rafindan da kanitlandigini söylemeyi planliyordu. Hatta söyleyeceklerini bir kâgida bile yazmisti. Mahkeme he­yetinde degisiklik olmustu. Onlari görünce, içinden "Eyvah durusmayi yine baska tarihe erteleyecekler" diye geçirdi. Korumasi durusma salonunda biraz arka si­ralardaydi. Koruma, durusmaya dinleyici olarak katilan iki avukatin aralarinda "Susurluk diyorlar nihayet o da bitiyor, Korkut Eken'e beraat, digerlerine birer ikiser yil verirler" dedigine tanik oldu. Mahkeme basladi. Heyecan doruktaydi. Heyet, durusmaya ara verdi. Yirmi dakikalik bir aradan sonra, kararini açikladi. Korkut Eken, alti yil hapis cezasina çarptirilmisti. Mahkeme'nin gerekçeli ka­rarinda söyle deniliyordu:

Sanik Mehmet Korkut Eken

"Sanik MIT görevlisi, Emekli 'Yarbay'ken bu gö­revinden ayrilmis. Emniyet Genel Müdürlügü Özel Harekât Müdürlügündeki personelin egitim görevini üstlenmistir.

Egitimi en üst seviyededir. Birçok gizli bilgiye va­kiftir. Ancak yakin iliski içine girdigi Abdullah Çatli, Haluk Kirci'nin gerçek kimliklerini bilmemesi mümkün degildir, gerçek kimligini bilmektedir. Buna ragmen çok yakin iliski içerisinde bulundugu Ibrahim Sahin'e, Meh­met Agar'a, Sedat Edip Bucak'a bu sahislarin aranan sa­hislar oldugunu söylememesi, yargilanan diger emniyet görevlilerine bunu anlatmamasi hayatin olagan akisina aykiridir. Kaldi ki, birçok gizli operasyon yapan, kendi beyanlarina göre devletin bir önünde tutuldugunda, Ab­dullah Çatli'nin, Haluk Kirci'nin katliam sanigi olarak arandiklarini bilmemeleri de mümkün görülmemektedir.

Sanik cürüm islemek için tesekkül olusturmadigini, yönetmedigini söylemistir. Oysa Haluk Kirci'nin da ifade ettigi diger sahit beyanlarinda dogrulandigi üzere Haluk Kirci firari sanik olarak yakalanip emniyete gö­türüldügünde Abdullah Çatli'nin haber vermesi üzerine devreye girmis ve birkaç sube dolastirildiktan sonra firar etmesine zemin hazirlatmistir.

Sanik, Tarik ÜMIT'in arabasinin plakalarini en son elinde bulunduran Hakki Yaman Namli'yi, Abdullah Çatli ve arkadaslarini UZI ve MP5 silahlarla donatarak gönderip ve bu konudaki bilgilerini saklamasi konusunda tehdit ederek sahit Hakki Yaman Namli'da olan plakalari aldirmistir.

Tarik ÜMIT ile Mehmet Agar'i tanistiran sanik Meh­met Korkut Eken'dir. Bu sekilde tanisan Tarik ÜMIT Meh­met Agar'a büyük bir kaçakçilik olayini haber vermis, kendi beyanlarina göre de bu olayin failleri ya­kalanmistir.

Sanik dosyamizda yargilanan bütün sivil sahislari tanimakta, uyusturucu ticareti yaptiklarini, kumarhane isletmeciligi yaptiklarini, kaçak olarak gezmekte ol­duklarini bilmekte ve buna ragmen kendileriyle yakin iliskilerini sürdürerek, diger emniyet görevlileri ile ir­tibatlarini saglayarak ve organizelerini yürüterek cürüm islemek için olusturulan atili suçu islemistir. Suçsuz oldugu yolundaki samimi olmayan beyanlarina itibar edilmemis cezalandirilmasina karar vermek ge­rekmistir."

Iste, Korkut Eken'le Yapilan Ilk ve Tek Röportaj

Istanbul DGM Bassavciligi tarafindan 6 yil hapis cezasina çarptirilan Korkut Eken'le, Türk basininda ilk ve tek röportaji ben yaptim. Susurluk kazasindan bu yana Korkut Eken'le röportaj yapmak için kimleri araya koymamistim ki. Görüsmeye aracilik yapmasini is­tedigim kisiler bastan "Söylerim ama Korkut Yarbayin kabul edecegini sanmiyorum" diyorlardi. Susurluk ka­zasindan bu yana görüsmek istedigim Korkut Eken'le aylar, yillar sonra ancak 19 Ocak 2002 Cumartesi günü konusma imkâni buldum.

Yargitay'da Susurluk davasi saniklarinin cezasinin kesinlesmesinden sonra meslektasim Sezai Sengün'e "Korkut Eken yillardir röportaj teklifimizi kabul etmiyor. Bu saatten sonra bir meslektasim konusursa, çok kis­kanirim" dedim. Sonra, "Ben niye yapamayayim?" diye bir hamle daha yaptim. Korkut Eken'in çevresine yine röportaj istegimi yineledim. Önüme gelene de cep nu­marami Eken'e vermesi için ricada bulundum.

19 Ocak Cumartesi günü cep telefonum çaldi. Te­lefonun diger ucunda "Ben Korkut Eken" diyen birisi vardi. Önce birisi saka yapiyor sandim. Saat 13.00'te büromuza gelecegini söyledi. Geldi de. Hiç sözü uzat­madan Susurluk'a girdim. Eken, hapis cezasina çarp­tirilmanin saskinligini üzerinden atamamisti.

Korkut Eken, Türk basininda ilk ve tek röportajini Saygi Öztürk'le yapti.

"Ben Çete miyim?"

Korkut Eken'e hakkindaki çete suçlamasini ve bu konudaki yargi kararini hatirlatiyorum. "Ben çete miyim?" diye soruyor. Düsünüyor... Basini öne egiyor. Sessizligi dislerinin gicirtisi bozuyor. Gözleri doluyor, ses tonu degisiyor ve söyle diyor:

"Eleman kullandigim için veya özel harekât tim­lerini yetistirdigim için bana çete diyorlar. O zaman is­tihbarat birimlerinde hâlâ eleman çalistiranlarin hep­sinin yargilanmasi lazim. Son derece yanlis seyler oluyor, ülkem adina, bundan sonra görev yapacak in­sanlar adina üzülüyorum..."

Korkut Eken, 57 yasinda. Üç çocugu var. Torunu var. Suçlu olduguna inanmak söyle dursun, böyle bir iddiayi kabul bile etmiyordu:

"Suçlu olsam, bunu kamuoyuna açiklamazsam se­refsizim. Ben o cesaretteyim. 'Ben bunu yaptim, cezayi aldim yatacagim' derim. Ben bu cesarette adamim. Korkmam."

Ideali Apo'yu Yakalamakti

Alana toplanan Özel Harekât timlerinin moralleri yine bozuktu. Bu sabah yine sehit vermislerdi. Apo'ya öfke inanilmaz boyutlardaydi. Korkut Eken, Apo'yu bir türlü yakalayamamanin ya da öldürememenin de kirginligiyla timlere hitaben yaptigi konusmayi söyle ta­mamladi:

"Basiniz sagolsun arkadaslar. Sehitlik en yüksek mertebedir. Bizim için sereftir."

Atis poligonunun hedef tahtasinda 12 halkali nisan kâgidinin yerine, etrafinda daireler çizilmis Abdullah Öcalan'in fotografi vardi. Polislerin gözünden "intikam atesi" fiskiriyordu. Bir an önce daglara gitmek is­tiyorlardi. O cosku seli içinde yine silahlar patliyor, nisan tahtasinda Abdullah Öcalan'in fotograflari mermi delikleriyle parçalaniyordu...

Sehit haberlerinin gelmedigi gün yoktu ki... O sicak günlerde, ülkenin bir bölümü için "ver kurtul" denildigi günlerde, bir tepeye bayrak çekildigi zaman "Tepe ele geçirildi" diye konusuldugu günlerde Cudi'de, Gabar'da, Herakol'da görev yapacak timler yetistiriliyordu.

Sabahin erken saatiydi. Timler bir operasyon böl­gesine "intikal" ediyordu. Kavun karpuz ekili tarlanin yanindan geçerken, askerlerin bazilari karpuz, kimisi kavun kopartiyordu. Korkut Eken sinirlendi. Bostanin sahibinin kim oldugunu, kavun karpuzun fiyatini sordu. Bir kismini askerlerden aldi, çogu kendi cebinden olmak üzere bostan sahibine ödedi.

Sabahin serinliginde karpuz yerken, "Arkadaslar yöre insanina sefkatle yaklasmak zorundayiz. Halki ancak böyle kazanabiliriz. Eger bu vatandasin bostanina zarar veriyorsak o bizden uzaklasir" diyordu. Operasyona çikmadan çantalara yüklenen ilaç, giyim esyalari da kar­puz yenilen köyde oturanlara dagitildi. Karsli Nedim, "Komutanimizdan hepimiz çok sey ögrendik. Benim gibi bir fakirin, topragi olmayan birinin vatan için ölmemesi gereken birine vatan sevgisini, onun için ölünmesi ge­rektigini de ögretti" diyor.

Emniyet Genel Müdürlügü'nün kirsal kesiminde görev yapacak Özel Harekât timlerinin yetistirilmesi görevi Korkut Eken'e verilmisti. Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar'in, Korkut Eken'le iliskilerinin iyi olmamasina ragmen, Eken'e niçin görev verdigini sor­dugumda sunlari söylemisti:

"Korkut Eken, alaninda yalniz Türkiye'de degil, dünyada sayili bir isim. O profesyonel bir kahramandir. Hem askerde, hem Emniyet'te çok profesyonel timler yetistirdi. O dönemde onun yaptigini, kahramanliklarini kimse yapamazdi. Bir de fiilen yaptigi baska isler var. Onlari devletin ilgili makamlari biliyor."

"Silah Patlayan Yerdeydim"

Onun izine bazen Kibris'ta, bazen Siirt'in Sason il­çesinde, magaralarda, Güneydogu'nun daglarinda rast­liyoruz. O, Ankara'nin batisinda hiç görev yapmadi. "Nerede silah patladiysa ben oradaydim" diyordu. O silah bazen Kibris'ta, bazen Sason'da, Kozluk'ta, Bey­tüssebap'ta, Uludere'de, bazen Kuzey Irak'ta patliyordu. Yillarca silahlarla iç içe olan, kulaklarinin dibinden mer­miler geçen Korkut Eken, o yüzden duyma yetenegini de kismen kaybetmisti...

Eken, cezaevine girmeden bir gün önce yine ko­nusuyoruz. Sigarasindan derin bir nefes çekiyor. Çayini yudumluyor. Odada derin bir sessizlik... Birden ya­nardag gibi patliyor:

"Güneydogu'da kimse sokaga çikamazken, geceleri ben timlerimle birlikte çikiyordum. Gece sokaga adim atilamazken biz daglardaydik. 'Ben kahramanim' diye söylemiyorum. Yaptiklarim benim görevimin bir par­çasiydi. Çünkü devletten maas aliyordum. Devlet bizi yetistirmis, özel kurslarda yurtdisi kurslarinda, tabii yapacagiz."

Sonra yine sessizlik. "Çok agrima gidiyor çok..." sözleri öfke ve kirginlikla odada dolasiyor...

Çatli'yi Tanimayan Yoktu

Eken'in ceza almasinda en büyük etken aranan bir suçluyu bazi görevlerde kullanmis olmasiydi. Eken, so­rularimi söyle cevaplandiriyor:

"Abdullah Çatli'yi taniyor musunuz?"

"Abdullah Çatli'yi MIT'ten emekliye ayrildiktan sonra, yani devlet hizmetinde olmadigim bir dönemde Istanbul'da bir yemekte tanidim. O yemekte MIT'ten ay­rilanlar da vardi. Sekiz on kisiydik. "

"Emniyet'te göreve basladiktan sonra mi Çatli'ya iliski kurdunuz?"

"Emekliye ayrildiktan sonra uzun yillar MIT ve emniyetle bagim olmadi. 1993'te ben emniyette göreve gelince, kendisiyle irtibat kurdum. Mahkemede Çatli'yi taniyip tanimadigim sorulunca, tanidigimi ifade ettim. Sebebi, tanidigim için çekinecegim bir sey yoktu. Bu ki­siyi hem Abdullah Çatli olarak, hem de kod ismi Mehmet Özbay olarak, simdi hatirlamayacagim birkaç kod ismi daha vardi hepsiyle taniyorum. Savcilar, bana Sedat Peker'i, Alaattin Çakici'yi ve baska kisileri taniyip ta­nimadigimi sordular. Ben hepsini taniyorum deyince, 'tamam biz çete reisini bulduk' tabiri ortaya çikti."

"Interpol tarafindan aranan bir kisiye niçin görev teklif ettiniz?"

"Çünkü Avrupa'da çok gücü ve potansiyeli vardi. Çatli'nin Avrupa'daki çok büyük haber alma imkânindan faydalanmak için görev teklif ettim ve kabul etti. Iki üç defa Avrupa'ya gitti, çok güzel net bilgiler verdi.

"Çatli'dan aldiginiz bilgileri ne yapiyordunuz?"

"Özellikle Avrupa'daki PKK'li liderlerin yerleri ko­nusunda, faaliyetleri konusunda bilgiler getirdi, raporlar getirdi. Biz de bu raporlari ilgili makamlara aktardik. Ben bassavciya söyledim. Ben bu sahislari sokakta herhangi bir vesileyle yemekte, gazinoda, meyhanede falan ta­nimadim. Tanistirildim, görev itibariyle tanidim ve görev ciddiyetiyle arkadaslarla birlikte oldum."

"Yedi TIP’liyi öldürmekten hüküm giyen Haluk Kirci'yi taniyor musunuz?"

"Haluk Kirci'yi tanimiyorum. Benim onunla her­hangi bir temasim olmadi."

"Emniyet'in kayip silahlari nerede?"

"Susurluk kazasinda otomobil içinde bulunan Em­niyet Genel Müdürlügü'ne ait silahla benim uzaktan ya­kindan bir ilgim de bilgim de yok. Benim aldigim si­lahlarin sayisi bellidir. Silahlarin senetleri ve seri numaralari bellidir. Hangi silahi aldigim, bunlardan ka­çini iade ettigimin emniyette kayitlari da vardir. Eksik olan sekiz on silah var. Onlar da belli. Bu silahlarla bu­güne kadar herhangi bir eylem mi yapilmis. Hangi ül­keye gönderildigini dönemin Basbakani, Emniyet Genel Müdürü ve diger bilmesi gereken yetkililer biliyor. Ben hangi ülkeye gönderildigini söylemek istemiyorum."

"Niçin açiklamak istemiyorsunuz?"

"Açiklayip ülkeler arasi siyasi bir skandala mi sebep olayim? Bir ülkede eylem yapmak herhalde suç. Silahlarla ilgili dava Ankara'da devam ediyor. Silahlari hangi ülkeye gönderdigimi ceza alsam da söylemeyecegim."

"Silahlari emir almadan mi çikardiniz?"

"Yurtdisina emirsiz silah mi gider? Ben niye riske gireyim? Silahi niye alayim? Ben üç defa sordum em­niyete, yetkililere 'kardesim bu silahlar zimmetli mi?' diye. Emekli asker oldugum için bilirim ve böyle du­rumda adama hesabini sorarlar. Askerde biz igneye kadar teslim alir, teslim ederdik."

"Silahlar kayit disi mi?"

"Silahlarin kayit disi oldugu söylendi. Ama böyle olmadigi ortaya çikti. Her ülkede kayit disi silahlar var­dir. Türkiye'de de var. Özel operasyonlarda kullanmak üzere her ülkenin kayit disi silahlari vardir. Ben bu si­lahlari zimmetle teslim alirken 'kayit disi olup ol­madigini' sordum. Kayit disi oldugunu söylediler. Oysa öyle olmadigi ortaya çikti. Yoksa kayitlarda bulunan si­lahi yurtdisina gönderir miyim? Ben kendimi riske atar miyim?"

"Yani gönderdiginiz silahlar kayit disi silahlar degil miymis?"

"Degilmis."

"Size niçin böyle yaptilar?"

"Anlamis degilim."

"Yurtdisina silahlari kendiliginizden gönderebiliyor musunuz?"

"Yurtdisinda yapilacak operasyonlar Basbakanin onayindan geçer. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar'a Genelkurmay Baskanligi'nin yapilacak operasyondan bilgisi olup olmadigini sordum. Ama ben gidip Basbakana soramam. Benim bagli oldugum birim, Emniyet Genel Müdürlügü. Emniyet Genel Müdürüne sordum. Basbakanin haberinin oldugunu söyledi. Çünkü böyle bir emri Mehmet Agar da kendiliginden veremez. Genelkurmay'in haberinin olmadigini ögrendim. Ayni gün Genelkurmay'a bilgi vermek üzere Agar, Genelkurmay Baskanligina gitti."

"Silahlari hangi yolla gönderdiniz?"

"Silahlari bir TIR'in gizli bölmelerine koyup gön­derdik. Eger öyle yapmamis olsaydik, soför gümrügü geçerken renk verebilir, korkar, titrer ve bunun sonucu olarak da arama yapilabilirdi. Silahlar TIR'a gizlice yer­lestirildi. Gittigi ülkede de bunlar oradaki arkadaslarimiz tarafindan alindi. Silahlar yerine geldiginde, alindigina iliskin bana tekmil verildi."

"Susurluk kazasinda bulunan silah da mi sizin üzerinize zimmetliydi?"

"Hayir, benim o silahla hiçbir ilgim alakam yok. Benim üzerime zimmetli de degil. Ama bunu an­latamiyorum. Benim hangi silahlari aldigim seri nu­maralariyla belli. Aldigim zimmetli silahlarin yurtiçinde kullanildigini tespit edin veya bir yerde bulunsun ben tüm suçlamalari kabul ederim. Yurtdisina silahlan gön­deren benim. Ama basin 'Susurluk kazasinda çikan si­lahlar Korkut Eken'in eksik silahlan' diye yaziyor. Ala­kam yok. Daha ne diyeyim, ne yapayim?"

"Emniyet'te niçin görevlendirildiniz?"

"Ben, Özel Harp Dairesi'nde görevli oldugum dö­nemde, Emniyet'in özel harekât timlerini yetistirmeye basladim. Bunlar, daha çok uçak operasyonu, rehine kurtarma ve benzer çalismalar içindi. Güneydogu'da olaylar yogunlasinca, kirsal alana göre egitilen magara baskini ve benzer zor görevleri yapabilecek timleri ye­tistirmek için görev teklifi aldim. Asker kökenli olmam nedeniyle Güneydogu'da askerle özel timler arasinda koordineyi de saglayacaktim. Bunu da Güneydogu'da basariyla yaptik."

"Azerbaycan Devlet Baskani Aliyev'in devrilmesi olayina katildiniz mi?"

"Azerbaycan'a bu amaçla gitmedim. Baska maksatla gittim. O basina tamamen ters yansidi. Yok, iste Elçibey'in ihtilal hazirligi falan kesinlikle yok. Azerbaycan'daki bir patlamayla ilgili olarak bu ülkeye Cumhurbaskanligi ta­rafindan resmen görevlendirildim. Tabii heyetin basinda ben vardim. Ayrica Emniyet Genel Müdürlügü'nün Kriminal Daire Baskanligindan bir emniyet müdürü ar­kadas, istihbarat Daire Baskanligindan bir emniyet mü­dürü rütbesindeki arkadas, iki tane de polis memuruyla beraber gittim. Kriminal incelemeyi yaptik. Azerbaycan polisi tahkikati ters yönde yönlendirmeye çalisiyordu. Onun dogrusunu tespit ettik, rapor halinde gerek Azer­baycan makamlarina, gerekse bizim Türk Bü­yükelçiligimize bilgileri verdik, tesekkür alip döndük."

"Bunca basarili hizmetleriniz olduguna göre, çe­teden nasil mahkûm oldunuz?"

"Yedi TIP'liyi öldürmekten hükümlü Haluk Kirci, Istanbul Emniyet Müdürlügü'nde ve Savcilikta 'Korkut Eken tarafindan silahlarin Abdullah Çatli'ya verildigini tahmin ediyorum ' diyor. Hatta bir kisim silah ve pat­layicilari Abdullah Çatli'nin evinde gördügünü be­lirtiyor. Abdullah Çatli'nin esi Meral Çatli'ya soruyorlar (Meral Çatli'yi hayatimda hiç görmedim, tanismadim, konusmadim). Esi, 'Hayir ben evimde tek bir silah ve patlayici görmedim' diyor. Birisi çikip da benim haraç aldigimi, rüsvet aldigimi, çek senet imzalattirdigimi is­patlarsa kafama kursun sikmaya hazirim. Bunu yap­mazsam serefsizim. "

"Susurluk kazasinda bulunan emniyete ait silah Çatli'nin degil miydi?"

"Abdullah Çatli'nin ruhsatli silahinin oldugunu bi­liyoruz. Simdi bir insanin evindeki silahin yerini karisi mi daha iyi bilir, arkadasi mi evinin içini, yatak odasini daha iyi bilir. Ceza almamda Haluk Kirci'nin ifadesinin yani sira Hakki Yaman'in ifadesi etkili oldu. Ne Kirci'yi, ne de Hakki Yaman'i taniyorum. Bu kisilerin verdigi ifa­delere mahkeme itibar ediyor, benim verdigim ifade ge­çersiz sayiliyor. Dolayisiyla bunlarin ifadesine göre ben ceza aldim. Otuz bes senedir devlet hizmetinde hep ba­sariniz var, simdi çete oluyorsunuz. Hepsi de duyumlara göre."

"Güneydogu'da operasyonlarda asker polis sorunu yasaniyor muydu?"

"Benzer sorunlar yasaniyordu. Asker olmam nedeniyle komutanlarimizla da görüsüp, sorunu daha kolay çözüyorduk. Eruh Semdinli baskinlarindan sonra 1984-1986 yillarinda o zaman en yüksek rütbeli ko­mutanlar, bizler daglara çiktik. Olaylar yogunlasinca, pa­salar dahil, ellerinde silahlar en önde gidiyorlardi. En yüksek rütbeli subaylardan bir tanesi bendim, do­layisiyla Apo'nun öldürülmesi konusunu kendime bir görev addetmistim, inanin rüyalarima giriyordu. Bir kistirsam, bir yakalasam diye, ama Türkiye hudutlari içine girmedi."

"Apo'yu öldürmeyi niçin bu kadar istiyordunuz?"

"Ben terör örgütünün basi öldürülürse, örgütün çökecegine inaniyordum. O dönemde bile yabancilar PKK'ya destek oluyor, helikopterle gida atiyor, ya­ralilarini tasiyorlardi. Apo yakalanip Türkiye'ye ge­tirildiginde isi anlamistim. Bir zamanlar PKK terör ör­gütünü destekleyen ülkeler, nasil olur da simdi Apo'yu paketleyip bize teslim ediyorlar. Bu isin siyasallasma süreci basliyor ki, bu silahli mücadeleden çok daha teh­likeli ve karsi mücadelesi zor."

"Apo idam edilmeli mi?"

"Artik bize verildikten sonra idam edilmemeli. Dogrusu su anda yapilan. Apo idam edilirse, daha kötü seyler olabilirdi. Kendimiz yakalasak, dagda bayirda bir ça­tismada ölse, tamam. Ama teslim olmus, elleri kollan bagli olarak verildigine göre, idam etmemiz dogru olmaz."

"Güneydogu'da olaylarin yogunlastigi dönemde durum nasildi?"

"Baslangiçta tabii askerin özel timlerin komutani olarak Mardin, Hakkâri, Siirt bölgeleri bana bagliydi. O dönemde gece operasyon yapan bizim gibi birlik yoktu. Ondan sonra polisin özel timlerinin kurulmasi görevi verildi. Onu da ben hakkiyla yerine getirdigime ina­niyorum."

"Timlerin yetistirilmesi için kimlerden emir ali­yordunuz?"

"Egitimin bir süresi var. Biz egitime ilk bas­ladigimiz 1982 yilinda Amerikan sistemine göre egitim vermeye basladik. Sonra fabrikasyon adam istemeye basladilar. Basbakan Turgut Özal, 500 kisinin hemen egitilmesini istedi. Mümkün olmadigini söyledim. Çünkü o kadar kisiyi egitecek kadromuz yoktu. Üstelik bunlari bir ayda egitmemizi istiyordu. Bunlari o sekilde gön­dermemiz mümkün degildi. Eskiyanin karsisina o se­kilde gönderemezdik.

Tansu Çiller'in basbakanligi döneminde de ortalik yaniyordu. Bu kez bin özel harekâtçi daha yetistirmemiz istendi. Çaresiz kalinmisti. Örgütle nasil mücadele edilmesi konusunda bilgi veriyordum. Birligin sayisi degil, niteligi önemlidir. Çok az kuvvetle çikarsiniz çok kuv­vetli birlik olur, isi bitirirsiniz. Bin kisiyle çikarsiniz orada sizi kirk kisi halleder."

"Güneydogu'da mücadelede devletin hatalari oldu mu?"

"Bu sekilde mücadelede gerek güvenlik kuvvetleri, gerekse mülki, adli makamlar bilgi sahibi degillerdi. O konuda tek bilgi sahibi Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanligiydi. Yani Özel Harp Dairesi'ne bagli bir­liklerdi. Düsünebiliyor musunuz, PKK aslinda 1984 yi­linda eylemlere basladi, bayrak açti. Ama faaliyetleri 1974 yilindan bu yana sürüyor. Üç bes kisilik silahli gruplar halinde, silahli propaganda birlikleri halinde köylere gidiyorlar. Köylüyü kendi yanlarina çekmek için çalisiyorlardi. Halkin yüzde 80'ini yanlarina almislardi."

"Derin devlet içinde sizin yeriniz neresi?"

"Derin devlet sözü abartiliyor. Derin devlet de­diginiz simdiye kadar konustugumuz operasyonlar bil­mem ne. Derin devlet ne? Derin devlet bu ülkede var. Mesela çok üzülerek söylüyorum, basin derin devlet, is­tedigi konuda istedigi sekilde kamuoyunu olusturuyor. Hatta yargiyi baski altina alarak istedigini yapiyor. Derin devlet basindir, derin devlet yargidir. Sizin bilmediginiz ne olaylar var..."

"Hangi konuda?"

"Birçok konuda."

"Abdullah Çatli'nin arandigini bile bile ona görev vermeniz dogru bir yaklasim mi?"

"Abdullah Çatli'nin kanun kaçagi oldugunu bakan biliyor. Bakanin yemeklerine bu kisi katiliyor, onunla konusuyor, milletvekillerinin yanlarina gidiyor. Parti kongresine gidiyor. ANAP Kongresinde adam gö­revlendirildi! Onlarca arabayla geldi. Partinin Genel Baskani Mesut Yilmaz'la birebir görüstü. Ama bugün Çatli olmadigi için bunu kimse kabul etmez."

"Çatli verdiginiz görevleri istediginiz gibi yerine getirebiliyor muydu?"

"Çatli önemli görevler yapti. Ona 'PKK'nin askeri kanat sorumlusu su anda HolLamia'ya kaçti diye bir du­yumumuz var. Adamin yerini tespit et bildir1 diyorsunuz. Gidiyor, on bes gün sonra bilgileri getiriyor. O Avrupa'daki Türklerin çogunu örgütlemis. Bu kadar meshur. Her gittigi ülkede krallar gibi karsilaniyor."

"Susurluk olayinda yargilananlarin hepsinin önemli görevleri oldu mu?"

"Bu islerde esas görev yapan insanlarin adi sani yok. Adi sani yok diyorum, ister bunlar polisin özel ti­minden olsun, ister sivil çevreden olsun. Bunlarin hiçbiri mahkemeye gitmediler. Ifade bile vermediler. Esas görev yapanlar onlardi. Ama kafayi çekip de barda pavyonda kadinlarin yaninda atip tutanlar tabii mahkemelerde. Duyuluyor. Görev yapanlar agzini açar mi?"

"Kanun kaçagini yakalamaniz gerekirken, siz görev veriyorsunuz. Ceza almaniz da bu yüzden degil mi?"

"Bizim yaptigimiz hemen her ülkede olan bir islem. Her ülkede bu böyledir. Geçmiste de böyle olmustur. Ülkemizde olanin aynisi Çin'de de, Amerika'da da, Ingiltere'de de inanin aynen böyledir. Normal bir vatandas bu tip görevi kabul edebilir mi? Resmi görev daha tehlikeli olur. Neden? Devletin adi çikar. Siz adami görevlendirirken diyorsunuz ki, 'Kardesim yakalanirsan tanimayiz, sahip çikmayiz. Bu sartlari kabul ediyor musun?' deriz. Filmleri hep izliyoruz. Amerika'da idam mahkûmunu hapisten çikariyorlar. "

"Çatli'ya siz de öyle mi dediniz?"

"Tabii ki benzer seyler söyledim. Çatli, TBMM'ye gidiyor, milletvekilleriyle görüsüyordu. Bürokratlarin yanina gidip geliyordu. Onlarin çogu da onu Mehmet Özbay adinin yani sira Abdullah Çatli olarak da ta­niyordu. Bu nasil aranmak?"

"Çatli'ya bu görevi verirken, hizmetinin karsiliginda o sizden ne istedi?"

"Bunlar da bu tip görevlere talip olurken, gerçek su ki, güvence, yani devletten aranmamasini isterler. Ai­lesinin yaninda rahat yatayim oturayim istiyorlar. Budur yani. Baska bir sey yok. Ama bu tip insanlari kullanirken, isin ucunu kaçirmamak lazim. Yani emri biz aliyoruz. Simdi bu adamlar bana bagli, benim üstümdekilerle gö­rüsürse olmaz. Bakanla görüsürse o zaman 'Korkut Eken kim? O Emniyette çalisan bir danisman, halbuki ben bil­mem ne bakaniyla görüsüyorum' der."

"Kanun kaçagi bakanlarla ne görüsebilir?"

"Görüsme sebeplerini de bilmiyorum. Birebir ne âlemi var, ne geregi var. Ben de anlamadim."

"Sizi asar, görüsür müydü?"

"Tabii en son öyle oldu. Iste ondan sonra ben ilis­kimi kesmeye basladim."

"Silahli bir eylem yaptirdiniz mi?"

"Çatli'yi istihbarat faaliyetlerinde kullandim. Çatli'yla ilisiginizi kestiginiz zaman yerine hazir bulunan baskasini gönderirsiniz. Bunlar olan isler."

"Yurtdisina nasil gönderiyordunuz?"

"Niye, normal pasaportu vardi. Mehmet Özbay adina düzenlenmisti. Yesil pasaport konusundan bilgim yok. Zaten yurtdisindaki bu tip görevlerde yesil pa­saport çok dikkat çeker."

"Çatli ölene kadar size mi bagli çalisti?"

"Çatli benimle çok uzun çalismadi. Benden alinip kime verildigini bilmiyorum. Beni asip görüsmeler yap­tigini ögrenince bundan hosnut olmadigimi biliyordu. Halbuki bu tip insanlarla, idare edenin arasinda çok güzel sevgiye, saygiya dayanan bir baglilik gerektirir. Mutlaka mesafe konulmali. Yoksa enseye tokat diye bir sey olamaz. Görevse görev kabul etmis, yemin etmis bilmem ne yapmis."

"Bir de devletin kullandigi 'Yesil' var. Bu konuda ne dersiniz?"

"Yesil'le ilgili en ufak bir bilgim yok, tanimiyorum, çalismadim. Bir defa Ankara Emniyet Müdürlügü'nde gözaltina alinmisti. O zaman gördüm. "

"Devletin kullandigi bu tür kisiler çok mu?"

"Çok vardir. Örnegin bir dönem çok sayida itirafçi grubu vardi, isimlerini su anda hatirlamiyorum. Simdi itirafçinin devlete faydali olacak ne tarafi var? Ama 1984 Eruh Semdinli baskininin yasandigi dönemi ele alalim. Araziyi bilmiyorsunuz, yolu bilmiyorsunuz, geçis yol­larini bilmiyorsunuz, gizli depolari bilmiyorsunuz, bunlar yer gösteriyorlardi. Ondan sonra operasyonlara sokmaya basladilar."

"Itirafçilarin operasyonda kullanilmasina karsi miydiniz?"

"Itirafçi kim ki operasyonu yönlendirecek? Böyle bir sey var mi? Bizim egitimimiz çok yüksek seviyede. Bir özel time katilan subay dört sene özel kurs görüyor. Dört sene sonra özel time katilabiliyor bu insan, iti­rafçilari yer gösterme disinda operasyonun içine katmazdim. Gerek yok. Bir kisim insanlar magaraya ope­rasyon yapilacaksa öne itirafçiyi, köy korucusunu sürüyordu. Ne münasebet. Egitimli birlik bende, buna ragmen önümden sey gibi sivil sokacagim ha. Olmaz öyle sey."

"Girdiginiz çatismalarda unutamadiginiz ve sizi en çok etkileyen olay ne oldu?"

"Operasyondayiz, çatisma çikmisti. Hemen ya­kinimda duran asker, gözümüzün önünde bize silah sikan teröriste dogru yürümeye basladi. Bas bas bagiriyorum, gitmemesini söylüyorum. Ama o devam edi­yor. Önüne kursun sikiyorum, ilerliyor. Konsantre mi oldu, soka mi girdi bilemiyorum, gidiyor... Terörist tam kafasindan vurdu. Orada öldü. Meger o aslan çavus, kal­digim lojmanin kapicisinin çocugu degil miymis? "

"Güneydogu'da büyük hatalar yapildi mi?"

"Baslangiçta yanlislar var. Koordine saglanamadi, böyle olaylara baslangiçta hazirlik yoktu. Ama sonradan özellikle askeri birlikler, güvenlik kuvvetleri çok tec­rübeli oldu. Yörede alan kontrolü sart. Alan kontrolünü yapamayinca vazgeçtiler. Karakollari kapattilar. Karakol basiliyordu. Bütün karakollara tek tek timleri gön­derdim. Güneydogu'nun bütün bölgelerine. Hakkâri, Mardin, Siirt akliniza neresi geliyorsa, tek tek bütün jandarma karakollari egitildi. Baskina karsi planlar ha­zirladik, adamlarin eline verdik. Karakol komutanlarinin takviye talepleri de yerine getirildi."

"Suçsuz oldugunuzu belirtiyorsunuz. O zaman niçin ceza aldiniz?"

"Ben kimsenin avukatligini yapmak istemiyorum. Ama inanin düsünüyorum, dis güçlerin de parmagi var diye. PKK'nin canini yakan bir grubu, yani özel timleri yetistirdigim için mi cezalandirildim diye aklima ge­liyor. Bir de iste o tip bir muharebede çok kisa sürede basarili olunabilmesi dünyada görülmemis bir sey. Simdi biz muvaffak olduk mu? Simdi PKK silahli mü­cadeleyi birakti. Siyasallasiyor. Partilesecek. Kuzey Irak'taki Kürtler devletini zaten kurmus. Bizden kay­naklanan bir basari degil. "

"Sizin gibi cezaya çarptirilan baska subay oldu mu?"

"Hayir yok. Ama benim gibi görev yapan çok subay var özel kuvvetlerde. Alay komutanlari, tabur ko­mutanlari, bölük komutanlari, astsubaylar çok."

"Bazi görevlilerin büyük paralar elde ettigi öne sü­rülüyor."

"Simdi bakin millet atiyor tutuyor. Onlarin çok pa­rasi pulu var deniliyor. Ailelerinin durumunu bir in­celeyin. Hüseyin Kocadag'in bir sürü çalip çirptigi, çok parasi oldugu yazildi. Geçen ablasinin kocasi has­talanmis. Sosyal güvencesi bile olmadigindan hastane parasini bile verememis. Karisinin durumu da kötü. Ör­negin sizin, röportaj teklifinizi kabul etmem için benim 1 milyon dolar aldigim söyleniyor. Ben aldim mi sizden böyle bir sey? Adamlarin yatacak yerleri yok. Bu kadar rahatsiz edici bir durum. Cezaevine girmeden önce, mahkûm olan özel timcilerin nakit parasi sadece 250 milyon liraydi. Onun için sagdan soldan para topladik."

"Bazilari için ciddi iddialar var."

"Her sahis kendinden sorumlu. Yanlis orada oldu zaten. Kurunun yaninda yas da yakiliyor. Bunu ortaya çikarmamak da devletin ayibi. Para döndüyse, çalip çirptiysa devlet bilmiyor mu? Görev vereceksiniz aras­tirilir, bulunur. Sagin solun dedikodusuyla olur mu? In­sana bu kadar adice iftira atilmaz. Adam vurdu de, öl­dürdü de. Torunumuz var kardesim. Paramara demeyin kardesim.

Dogru, benim 500 milyon lira emekli maasim var. Arkadaslarimdan destek aliyorum. Bunlarin kim ol­dugunu da söylerim. Ben kardesime, anneme yardim ediyorum. Bana da imkânlar sunulmak istenmedi mi? Bazilari operasyonlara maddi destek vermek istiyordu. Operasyonlar için para gönder desem gelirdi. O günlerde pesimde kosanlar, bugün tanimiyorlar bile."

"Isadamlarinin kaçirilip öldürüldügü olaylar."

"Benim Ankara'nin batisinda en ufak bir görevim yok. Ilgim, bilgim yok."

"Susurluk olayinda sanik oldugunuzu nasil ög­rendiniz?"

"Esim televizyon haberinden ögrenmis. Sanik ol­duguma inanamadim. Enteresan bir oyun oynandi ama iliskileri falan kendimce tam çözmüs degilim. Onu ta­niyorsun, bunu taniyorsun hadise olmamasi lazim."

"Abdullah Öcalan'in durumu ne olacak?"

"Parti baskani olabilir. Bu duruma getirildikten sonra ne olabilir. Zamaninda öldürülmesi gerekirdi. Devlet kendi birimleri arasinda çekisme yüzünden ba­sarili olamadi. Adamin gittigi yeri adim adim biliyorsun, yerini biliyorsun yapilamaz miydi eylem? Eh iste, o onu çekemedi derken olay basina sizdirildi. Bunun kasitli olduguna inaniyorum. Operasyonun o haliyle basarili olamayacagini tahmin ediyordum. Dört birimle bu is ol­mazdi zaten."

"Bu eylemi siz basariyla yapabilir miydiniz?"

"Basbakan veya kim sorumluysa, 'buraya gel Kar­desim Korkut Eken, istedigin adami almakta serbestsin, Türkiye genelinde kimi istersen seç, silah zaten var, onda bir eksik yok. Maddi finans icap ediyorsa kar­siliyorum. Su kadar da süre veriyorum, su imkânlarla söylüyorum' dese bu ise baslar ve sonuç alirdim."

"Apo'ya suikast olayinda niçin basarili olunamadi?"

"Fazla yaklasamamislar. Bomba yüklü araci uzaga koydular. Hesabi kitabi bilmediler. Hesabi vardir bun­larin, grami vardir, kilosu vardir mesafeye göre, hacme göre. Bunlari kitap yazmis, ögrenmek için âlim olmaya gerek yok. Bunlar hesabi yapamadilar."

"En kolay nasil yapilirdi?"

"Bir ara Kuzey Irak'a gelecegini ögrenmistik. En kolay orada yapilirdi. Ancak gelmedi. Yurtdisinda ope­rasyon zor. Suriye servisi koruyordu. Suriye disina çikarildiginda bu isler kolayca yapilirdi. Net bir sonuç alinirdi. Sovyetlerde oldugu dönemde mafyaya isi havale edilir yine is yapilirdi."

Bakan Güzel'in Fareli Odasi

Korkut Eken, Ankara Ulucanlar Cezaevine ko­nulduktan bir ay sonra Ankara Ayas Kapali Cezaevine nakledildi. Milli Egitim eski Bakani Hasan Celal Güzel'in yattigi odaya yerlestirildi. Hasan Celal Güzel, Ayas Cezaevi'ndeki bu odasini anlatirken, "Odanin devamli ko­nuklari arasinda bir tarla faresi vardi. Ne kadar ugrastimsa sivasi dökülmüs tas duvarlar arasindan girisini önleyemedim. Sonra o bana, ben ona alistim" diyor.

Korkut Eken, Ulucanlar Cezaevi’nden ayrilmadan önce Yargitay Cumhuriyet Bassavcisi'na yaptigi karar düzeltme talebinin de reddedildigini ögrenmisti. Genelkurmay eski Baskani Dogan Güres, emekli generaller Teoman Koman, Adnan Dogu, Necati Özgen, Hasan Kundakçi, Atilla Kurtaran, Cumhur Evcil'in açiklamalari bazi çevrelerde elestirilirken, bazilari da destek ver­dikleri için olumlu görüsler açikladilar. Korkut Eken ne düsünüyordu. Avukati araciligiyla sorularimi cevaplandirdi:

"Yargitay kararini nasil karsiladiniz?"

"Yarginin üzerinde büyük bir baski kuruldu. Bu kadar baskidan sonra böyle bir sonuç bekliyordum. Karar, benim için sürpriz olmadi. Hazirlikliydim. Reddedilecegini de tahmin ediyordum. Ancak, yasal hakkimi kullanmamdan bile rahatsiz olanlar oldu."

"Susurluk kazasindan bu yana basinin tavrini nasil degerlendiriyorsunuz?"

"Yargisiz infazi ben ve Susurluk kazasinda mahkûm olan diger kisilere yaptilar. Benim idam edil­memi bekliyorlardi. Idam edilmedigim için hukuk adina üzülenler var."

"Hakkinizda konusan komutanlara yönelik eles­tirileri nasil karsiladiniz?"

"Komutanlarimizi ve askerleri Susurluk olayinin içine çekmek istiyorlar. Oysa ben 1987 yilinda Türk Si­lahli Kuvvetleri'nden kendi istegimle emekliye ayrildim ve baska bir kuruma geçtim. Komutanlarimiz açik­lamalarinda yargiya saygili olduklarini, suçluysam ce­zami çekmemi zaten söylüyorlardi. Bu sözlerden bile bazilari rahatsiz oldu. Beni aldigim ceza degil, görüslerini açiklayan komutanlarimizin Susurluk'la irtibatlandirilmak istenmesi üzdü. Oysa emekli ko­mutanlarimiz beni tanidiklari sekliyle anlattilar."

"Komutanlar için 'daha önce niçin konusmadilar' elestirileri yapiliyor."

"Kimse benim ceza alacagimi aklinin ucundan bile geçirmiyordu. Dava asamasinda da benzer açiklamalar yapmak, mahkemeye gelmek isteyenler oldu. Ben ke­sinlikle böyle yapmamalari ricasinda bulundum. Esasen dava asamasinda konusmamalari da onlarin yargiya olan saygilarinin bir ifadesidir."

"KKTC'de Hakki Yaman Namli ile ortak banka kur­dugunuz bile iddia edildi."

"Bir gazetede benim Kibris'ta Hakki Yaman Namli ile ortak oldugum bir banka oldugu yazildi. Eger ben Hakki Yaman Namli denilen kisiyi taniyorsam se­refsizim. Tanimadigim bir kisiyle nasil ortak olurum?

"Peki bunlar basiniza niçin geldi?"

"Basima bunlarin niçin geldigini anlamis degilim. Eger suçlu olsam bunu açiklamazsam da serefsizim 'Evet ben suçluyum. Hepinizden özür diliyorum' derim. Ama özür dileyecek hiçbir suç isledigime inanmiyorum. Ka­derimizde 35 yillik devlet hizmetinden sonra bu var­mis."

"Af için bir talebiniz var mi?"

"Hayir. Affi suçlu olan ister. Ben suç islemedim ki, af talebinde bulunayim. Bazilari benim Avrupa Insan Haklan Mahkemesine basvurmami öneriyor. Kesinlikle böyle bir sey yapmam. Ülkemi yabancilara sikayet etmem. Idam edilecegimi bilsem bile böyle bir yola bas­vurmam.

Yaptiklarinizdan pismanlik duydugunuz olaylar var mi?

Ayni seyleri yasarsam yine ayni seyleri yapardim. Kötü bir sey yapmadim, inandiklarimi yaptim. Üst­lerimden aldigim emirleri yerine getirdim. Cezaevine gitmek için evimden ayrilirken bana "Pismanlik Yasasi'ndan yararlanmak ister misiniz" sorusu yöneltildi. Bu yasadan, suç isleyip de pisman olanlar yararlanir. Ben suç islemedim ki pisman olayim. Cezaevine girerken de bunu da ifade ettim.

EMEKLI YARBAY:  KORKUT EKEN

1945 yilinda Ankara'da dogdu. 1963 yilinda baba meslegi olan subayliga ilk adimi Kara Harp Okulu'na gi­rerek atti. 1965 yilinda astegmen rütbesiyle Silahli Kuv­vetler saflarina katildi.

  • Komando Tugayi, Hava Indirme Tugayi, Kibris Türk Kuvvetlen Alayi gibi birliklerde takim ve bölük ko­mutanliklari yapti.
  • Hava Indirme Tugayi'nda görevliyken 20 Tem­muz 1974'te parasütçü birlikler ile Kibris'ta ilk görev yapan askerlerimiz arasinda yer aldi. Serit Rozet Berati ile ödüllendirildi.
  • 1978 yilinda çok üstün egitimli subay ve ast­subaylardan olusan Özel Harp Dairesi, Özel Birlik Ko­mutanligina atandi. Bu birlikte Özel Birlik Komutan Yardimciligi'na kadar yükseldi. Önemli yurtdisi kurslar ve görevlerde yer aldi.
  • Kaçirilan Diyarbakir uçaginin kurtarilmasi ope­rasyonuna tim komutani olarak bilfiil katildi. Türkiye'de ilk defa gerçeklestirilen bu operasyonda gösterilen basari dolayisiyla Cumhurbaskani tarafindan ödüllendirildi.
  • 1984 Eruh baskiniyla baslayan PKK terör örgütüyle mücadelede birligiyle birlikte Siirt ve Sason bölgelerinde görevlendirildi. 1986 yilina kadar devam eden bu görevinde sayisiz sicak çatismaya girdi. Bu çatismalarin tamami magara baskini, pusu gibi kritik öneme haiz ve özel birlik operasyonu gerektiren ça­tismalardi. Bu operasyonlarda birçok üst düzey PKK'li teröristin ölü veya diri olarak yakalanmasi saglanirken timinden de birçok sehit verdi.
  • Yaptigi çalismalardan dolayi Türk Silahli Kuv­vetlerimizin en önemli madalyasi olan Üstün Cesaret ve Feragat Madalyasi ile Basari Madalyasi ve birçok takdirname aldi. Ayrica önemli yurtdisi kurslar ve görevlerde bulundu.
  • Özel Harp Dairesi'ndeki görevi sirasinda 1981 yilindan 1986 yilina kadar Emniyet Genel Müdürlügü Polis Özel Harekât Timleri'nin teskili, teçhizi ve egitiminde görev aldi. Bu çalismalarindan dolayi dönemin Basbakan'i Turgut Özal tarafindan ödüllendirildi.
  • Kendi istegi ile 1987 yilinda yarbay rütbesindeyken emekliye ayrildi ve hemen MIT'te Güvenlik dairesi Bas­kan Yardimcisi olarak göreve basladi. Basina sizan ünlü MIT raporunu hazirlayan Dairede görevli oldugu için sorusturma geçirdi.Baska bir Bakanliga atanacagini ögrenince 1988 yilinda MIT'ten emekliye ayrildi.
  • 1993 yilinda dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar’in daveti üzerine Emniyet Genel Müdürlügü’nde çalismaya basladi. 1996 yilina kadar Özel Harekât timlerini yetistirdi ve bunlarla birlikte ope­rasyonlara katildi.
  • Susurluk davasinda alti yil hapis cezasina çarp­tirildi. 1 Mart 2002 tarihinde cezaevine girdi.
SANY1536.JPG

Benzer Kitaplar