DEVLET IÇIN DEVLETE RAGMEN

DEVLET IÇIN DEVLETE RAGMEN

Fevzi BOZKURT
Felsefe


Türkiye’de Siyonist derin devlet yapilanmasi var mi? 
 
''Devlet Için Devlete Ragmen'' örgütlenmesi içinde kimler var?
 
Türkiye 5 bin metrenin altinda petrol denizi mi? 
 
Türkiye’yi aralarinda paylasan üç petrol tröstü hangileri ?
 
Egitim sistemimizi CIA mi yapti? 
 
Zihnimiz formatlanip analitik düsünemeyen nesiller mi insa ettiler?
 
Gizlenen Lozan antlasmalari var mi?
 
 
 Hangi protokollerle yillarca ipotekli yasadik?
 
Seyh Said Ingiliz ajani miydi? 
 
Yoksa provokasyona mi ugradi?
Inönü hakikati niye sakladi?
 
 
Öncelikle, kitabin isminin; yazarin yapmis oldugu röportajlar ve söylesilerde asil konuyu olusturan ve var oldugu öne sürülen gizli bir örgütün ismi oldugunu söylemek gerekir. Kitabin tamami, yazarin bu örgüt ve faaliyetleri ile ilgili olarak degisik makam, mevki ve görevlerdeki kisilerle yapmis oldugu röportajlar ve söylesilerden olusuyor.
Bu zamana kadar yayinlanmis birçok kitapta, varligi hissedilen fakat yapisi ve faaliyetleri hakkinda kesin bilgi sahibi olunmayan derin devlet olgusu ele alinmistir. Bu kitapta da yine var oldugu öne sürülen derin devlet olgusu ve Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki tasarruf gücü ele alinmistir. Yapilan her bir röportaj ve söylesi bu yapilanmanin gerçekligini ve gücünü kanitlamak için yapilmis. Bu zamana kadar elle tutulamayan gözle görülemeyen fakat birçok çevre tarafindan varligina kesin gözüyle bakilan derin devlet, yazar tarafindan somutlastirilmaya çalisilmis ve bu zamana kadar derin devletin vücut buldugu alanlar ve olaylar üzerinde durulmus.
Tekrar kitabin asil konusu olan “Devlet Için Devlete Ragmen” isimli örgüte dönecek olursak;
Bu örgütün, gerektiginde Cumhurbaskanina ve Silahli Kuvvetlerin en üst düzey komutanlarina dahi rahatlikla ulasabilen/görüsebilen kisilerden olustugu ve sayilarinin (100-200) arasinda olduguna deginilmis.
Bu örgütün yapisal olarak, kendi alanlarinda son derece etkin bir nüfuza sahip üst düzey kisilerden olustugu ve bu kisilerin gerektiginde dogrudan olmasa da dolayli olarak devlet politikalarina etki edebilecek kadar devletin içerisinde oldugu degerlendirilmis. Kitapta bu olusum içerisinde bulunan kisilerin, devletin yönetim kademesindeki kisileri etkileyen ve kendilerini bu devletin asil sahipleri olarak gördüklerine deginilmis. Baska bir deyisle devletin bu yapi tarafindan yönettirildigi ispatlanmaya çalisilmistir.
Bu yapilanmanin içerisindeki kisilerin tipki gizli bir örgüt edasiyla belli zamanlarda bir araya geldigi ve bu toplantilarda alinan kararlarin yine ayni gizlilikte uygulamaya konuldugu geçmektedir.
Söz konusu örgütün Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yürütmüs oldugu faaliyetler ve çalismasiyla ilgili olarak yapilan söylesilerden;
Örgütün de çalismalarinda tamamen bagimsiz olmadigi, degisik ideoloji ve akimlarin etkisinde faaliyet yürüttügü anlasilmaktadir. Buradan yola çikilarak da örgütün baskalari tarafindan yönlendirildigi veya baskalari tarafindan koyulmus belli bir amaca yönelik çalismalarini yürüttügü çikarimi yapilmistir.
Derin devlet olgusunun islendigi yayinlanmis birçok kitapta oldugu gibi bu kitapta da derin devleti olusturan “Devlet Için Devlete Ragmen” isimli örgütün, Israil odakli Siyonizm’in ve soguk savas sonrasi 1970’li yillardan sonra günümüze kadar gelen ve etkisini her alanda hissettigimiz Emperyalist Küresellesme olarak adlandirilan akimin Türkiye ayagi oldugu degerlendirilmistir.
Yazarin, Emekli Tabip Albay Prof. Dr. Nevzat TARHAN ile yapmis oldugu söyleside söz konusu örgütün amacina ve faaliyetlerine iliskin bilgiler verilmistir. Bu bilgilerde;
Örgütün en büyük amacinin, devamli olarak Türkiye Cumhuriyeti içerisinde bir gerilimin hakim olmasini saglamak oldugu vurgulanmistir. Bu stratejinin de kendi aralarinda “Kontrollü Gerilim Stratejisi” olarak adlandirildigi ve stratejinin amacinin, ülke içerisinde ne bir kaos ortami ne de bir huzur ortaminin hakim olmayacagi, sürekli kontrol edilebilecek bir gerilim ortaminin olusturulmasi oldugu yönünde bilgiler mevcuttur. 
Yapilan söyleside, örgüt tarafindan uygulanan bu stratejinin de en nihayetinde baska bir amaca hizmet ettigi vurgulanmistir.
Bu amacin da, ülke insanimizin duygu, düsünce ve davranislarinin kontrol altina alinmasi, insanlari devamli olarak gündemde kalacak bir seylerle mesgul ederek etraflarinda olup biten olaylara karsi kayitsiz kalacaklari bir ortam yaratmak oldugu savunulmustur. Kisacasi ülke toplumunun duyarsizlastirilarak kutsal degerlerinden dahi uzaklasmalari saglanacak bir ortamdan söz edilmektedir.
Böyle bir ortamin yaratilmasi akabinde de, örgütün her alanda istedigi gibi at oynatabilecegi, her türlü kazanimi rahatça saglayabilecegi ve hiç kimsenin bu olup bitenlerden haberdar olmayacagi savunulmustur. Emperyalist küresellesmenin, gelismekte olan ülkelerde ve Üçüncü Dünya Ülkelerinde uyguladigi bu stratejinin, yürütecekleri faaliyetler açisindan çok önemli bir yere sahip oldugu vurgulanmistir.
Bunun içinde özenle planlanmis psikolojik harp taktiklerinin uygulamaya konuldugu savunulmustur. Küresel sermaye elitlerinden olusan bu yapilanmanin psikolojik harp taktiklerinin basinda yeni yapisal uyum projelerinin geldigi, bu projeler kapsaminda da, ülkenin gerek is gücünün gerekse yer alti/yer üstü zenginliklerinin sinsice sömürüldügü belirtilmistir.
Bahsedilen bu yeni yapisal uyum projeleriyle ilgili olarak Türkiye Madenciler Dernegi Baskani Ismet KASAPOGLU ile yapilan söyleside;
21. yüzyilin petrolü oldugu belirtilen Bor madeni ile ilgili çarpici açiklamalara yer verilmis. Dünya Bor rezervlerinin yaklasik % 70’ini elinde bulunduran Türkiye’de, söz konusu rezervleri isleten Eti Holding yönetiminin böylesine önemli bir milli sermayeyi/serveti nasil küresel sermayeye teslim ettigine deginilmis.
Uzay teknolojisinden temizlik sektörüne kadar birçok kullanim alanina sahip olan Bor madeninin yerli sanayi tarafindan isletilmesinin önünü tikayan bu holdingin, küresel sermaye odaklarina bu serveti peskes çektiginden bahsedilmis. Bor madeninin isletme yetkisinin devlette oldugu fakat devlet çalisani olan holding yöneticilerinin baska güç odaklarinin etkisinde yönetim sergiledigi söylenerek, bu yöneticilerin milli ekonominin gelismesine muazzam derecede etki edecek bu sektörü dünyanin birçok ülkesinde söz sahibi olan Siyonist sermaye odaklarina emanet ettigi belirtilmis. Bugün bor madeninin holding tarafindan US Borax isimli yabanci sermayeye çok uygun bir fiyata verilirken, bu madeni isletmek isteyen yerli sanayiye çok yüksek bir fiyat öneren holding yöneticilerinin milli sanayiyi engelleyerek milli ekonominin gelismesine de engel oldugu degerlendirilmis.
Bahse konu odaklarca yönlendirilen bu kisiler tarafindan dolayli olarak devletlerin yeralti ve yer üstü zenginliklerinin dogrudan yurtdisi kaynakli sermayelere aktarildigindan bahsedilerek, devletlerin bu zenginlikleri isleyebilecek sanayiye ve teknolojiye sahip olmalarinin engellendigi vurgulanmistir.
Böylece devletin ucuz fiyata yurtdisina sattigi hammaddeyi islenmis olarak daha yüksek bir fiyata satin aldigi söylenerek, devletlerin dünya üzerindeki ortak pazardan mümkün oldugunca az pay almalarinin saglandigi degerlendirilmistir.
Kitap içerisinde söz konusu küresel sermaye elitleri tarafindan, gelismekte olan ülkelerin cografi zenginliklerinin kullanilmasina ve sömürülmesine yönelik faaliyetleri ile alakali olarak bir örnek de Dr. Ümit EMRE ile yapilan söyleside verilmis. Bu söyleside deginilen konu Türkiye petrolleri ile alakali olup Türkiye’nin sahip oldugu petrol yataklarinin birçok kesim tarafindan kesfedilmesine ragmen bir takim çevrelerce sürekli olarak bu konunun gündeme getirilmesinin engellenmesi ile alakalidir. Yabanci sermayeli sirketler tarafindan yapilan petrol arama faaliyetleri neticesinde bulunan petrol yataklarinin bilerek kapatildigi ve mühürlendigi iddia edilmistir.
Söz konusu örgütlenmenin faaliyetleri arasinda belirtilen ve kitap içerisinde deginilen psikolojik harp konusu ile ilgili olarak yapilan söylesilerin birçogunda yine ülke insaninin bir takim suni gündemler yaratilarak uyutuldugundan bahsedilmistir.
Günümüze kadar olusturulan bu suni gündemlerin çogunu PKK terörü ve Apo’nun olusturdugu belirtilmistir. Sonrasinda yine bu gündemin planli bir sekilde degistirildigi ve gündemi yaratanlar tarafindan, Abdullah ÖCALAN’in bizzat yer verilerek Türkiye’ye bir tepsi içerisinde sunuldugu degerlendirilmis.
Çok uzun yillar gündemi mesgul eden terörizm ve Abdullah ÖCALAN konusunda geçici çözümler üretilerek gündem degistirildigi ve Apo’nun yakalanmasinin ardindan bosalan gündemin, yine planli olarak gerçeklestirilen psikolojik harp taktikleri ve kontrollü gerilim stratejisiyle üretilen yeni açmazlarla dolduruldugundan bahsedilmistir.
En basta belirtilen “Devlet Için Devlete Ragmen” isimli örgüt içerisinde yer alan kisilerin rahatlikla devletin üst düzey yöneticilerine ve Silahli Kuvvetlerin yetkili generallerine ulasabildikleri belirtilmisti. Bu yapilanmanin 28 Subat sürecinde oldugu gibi ülke içerisinde postmodern darbeler yaptirabilecek kadar etkin oldugu vurgulanarak su anda devlete karsi mevcut bir irtica tehdidi oldugu kanisi yaratmaya çalistiklarina ve laiklik tartismalari gibi konularla gündemi sürekli mesgul ettikleri vurgulanmis
Söz konusu psikolojik harp taktikleri ile alakali olarak Prof. Dr. Oktay SINANOGLU ile yapilan söyleside, Türk Egitim sistemindeki çarpikliklara deginilerek bir ülkenin en önemli meselelerinden olan egitim sisteminin ne sekilde yabanci güçlere teslim edildigi irdelenmis.
Bir ülkenin en büyük serveti olan genç nesillerin gelismeleri konusunda egitim sisteminin büyük rol oynadigi bilinmektedir. Bu hususla, söz konusu güçlerin yaptigi ilk icraatlardan birisinin Türk egitim sistemine el atmak oldugu vurgulanarak, Prof. Dr. Oktay SINANOGLU tarafindan bu çalismalar örneklerle açiklanmaya çalisilmis.
Konuyla ilgili olarak verilen bir örnekte, 1947 yilinda Ismet Pasa zamaninda Amerikalilar ile yapilan bir sözlesmeden bahsedilmekte olup bu sözlesmenin içeriginde Milli Egitim Bakanliginin yapisiyla ilgili olarak son derece önemli uygulamalarin kaleme alindigi vurgulanmistir.
Söz konusu anlasmada kabul edilen ve egitim sistemimizin Amerikalilara nasil teslim edildigi konusuna açilik getiren su madde göze çarpmaktadir. “Milli Egitim Bakanligi Makami, dördü Türk, dördü de Amerikali olmak üzere 8 kisilik bir kuruldan olusacaktir. Ancak kurul üyesi olacak dört Amerikalidan birisi olan Amerikan elçisinin oyu ‘iki’ sayilacaktir” seklinde düzenlenen maddenin, egitim sistemimiz üzerindeki tasarruf gücünün nasil kaybedildigini ispatladigi belirtilmistir.
Röportajda bir milletin millet olabilmesi için olmazsa olmaz kosullar arasinda gösterilen ve milli birligin devamini saglayan en etkin faktör oldugu degerlendirilen dil birliginin bugün yasadigimiz süreç içerisinde nasil yozlastigina dikkat çekilmistir. Bugün Türk milletine atalarindan kalan ve en önemli ortak aidiyetlerden birisi olan Türkçenin bozulmasinin önüne geçilemedigi belirtilmis olup, bu servetin planli bir sekilde yok edilmeye çalisilarak milli birligimize kastedildigi vurgulanmistir.
Kitapta derin devlet olgusunun dayandirildigi yurt disi odakli güçlerin çogunlukla Siyonist akimin öncülügünü yapan kisilerden olustugu savunulmustur. Konuyla ilgili olarak yazarin, Türk-Ortodoks Kilisesi Basin Sözcüsü Sevgi ERENEROL ile yaptigi röportajda konuya iliskin çarpici örnekler verilmistir.
Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yürütülen misyonerlik faaliyetlerine dikkat çekilen röportajda misyonerlik faaliyetlerinin nasil baslatildigi ve kimler tarafindan ne yöntemlerle yürütüldügü konusuna deginilmistir.
Vatikan’da 1962 yilinda toplanan Vatikan Konsili’nde bu faaliyetlerin temellerinin atildigi savunularak bu toplantiya bütün dini liderlerin davet edildigi belirtilmistir. Toplanti sonunda Hiristiyanligin tüm dünyada gelistirilmesi ve diger bütün dinlerle iliskiye geçilerek dinler arasi diyalogun artirilmasi yönünde kararlarin alindigina deginen Sevgi ERENEROL, alinan bu karar dogrultusunda Vatikan tarafindan misyonerlik faaliyetlerinin yürütülmesi için üç teskilatin kuruldugunu belirmistir.
Bu teskilatlardan birincisinin Faccolare isimli teskilat olduguna deginen ERENEROL, bu yapilanmaya ait (1500) adet kilisenin bulundugunu, (180) ülkede örgütünün ve (80) bin maasli çalisaninin oldugunu belirtmistir. Bu teskilatlardan ikincisinin Neo-catecumenta, üçüncüsünün ise Communion-Liberty isimli teskilat oldugunu söylemektedir.
Bahsi geçen her üç teskilatin da büyük ölçüde ayni amaca hizmet ettigini fakat aralarinda bazi taktiksel küçük farklarin bulundugunu belirterek, en nihayetinde hepsinin de “diyalog” kavramini kullanarak Hiristiyanligi yaymaya çalistigini vurgulamistir. Fener Rum Patrikhanesinin misyonerlik faaliyetlerinin Ortodoks ayagini olusturdugunu savunana ERENEROL, özellikle Trabzon merkezli faaliyetlerin son derece hizli yürütüldügünü belirterek Yunanlarin ve Rumlarin Dogu Karadeniz Bölgesine büyük önem verdigini söylemistir. Bazi yetkililer tarafindan bölgeye sik sik ziyaretlerin düzenlenerek bölge insanina dini propagandalarin yapildigi savunulmustur.
Bu teskilatlarin faaliyetlerinin gün geçtikçe yogunlastigini, yurt içerisinde kaçak kilise sayisinda artisin oldugunu ve daha çok ekonomik olarak dar gelirli vatandaslarimizin bulundugu bölgelerde propaganda faaliyetleri yürüttüklerini belirten ERENEROL, bu faaliyetlerin finansmaninin dünyaca ünlü Yahudi isadami SOROS tarafindan saglandigini ve borsayla ugrasan bu isadaminin spekülasyonlarla ülkelerde ekonomik krizler yarattigini, bunu da misyonerlik faaliyetleri için uygun ortami saglamak amaciyla gerçeklestirdigini savunmustur.
Devlet Için Devlete Ragmen isimli yapilanmanin ve faaliyetlerinin arkasinda Siyonizm izlerini süren yazar, Yesilköy Rotary Kurucusu ve 1995-96 Dönem Baskani Ahmet ANABOL ile yapmis oldugu röportajda; Rotary kulüplerinin üyeleri, bu üyelerin vasiflari ile ilgili bilgi almaya çalismis. Ayrica, Rotary kulüplerinin kurulus amaçlari ve bazi faaliyetleri ile ilgili önemli konulara deginen yazar, Yahudilik ve bu kulüpler arasinda bir bag oldugu yönündeki kanaatin dogru olup olmadigina iliskin sorularla konuya açiklik getirmeye çalismis.
Söz konusu kulübün ilk olarak Paul HARRIS isimli bir Amerikan vatandasi tarafindan kuruldugunu, kulübün yardim ve hizmet amaciyla olusturuldugunu, diger Lion, Lions kulüpleri gibi bir Mason kulübü olmadiklarini ve üyelerinin çok yönlü arastirmalardan sonra kabul edildigini söyleyen ANABOL, Rotary kulüplerine üye olmak isteyen kisilerin muhakkak surette çalistiklari isin en yüksek mevkiinde olmalari veya kendi isini yapiyor olmalari gerektiginin altini çizmistir. Yazar, Rotary kulüplerinin kurulus ve faaliyet felsefelerinin Tevrat’a göre düzenlendigi ve üyelerinin çogunlugunun da Yahudi oldugu yönünde ki israrli sorulariyla konuyu aydinlatmaya çalismis ve bu kulüplerin asil kurulus amacinin “tek Dünya imparatorlugu” oldugu seklinde yorumlarini belirtmis.  
Ayrica yazarin kitapta degindigi bir baska önemli konu da etnik farkliliklardan çikar saglayarak bu gruplardan nemalanmalaridir. Bahsi geçen derin güçlerin onlarca yil öncesinde dahi bu plan ve faaliyetleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin politika ve siyasetinde etkili oldugunu belirten yazar, Seyh Sait’in torunu eski milletvekili Abdülmelik FIRAT ile konuya iliskin önemli bir söylesi yapmis.
Bu söylesinin konusu esas itibariyle Seyh Sait isyani etrafinda dönmektedir. FIRAT, konuyla ilgili olarak söz konusu olayin asla bir isyan olmadigini, Seyh Sait’in tasavvuf ve Kur-an ahlakiyla yogrulmus bir kisi oldugunu, dedesinin asla devlete isyan amaci gütmedigini ve terbiyesinin de buna müsaade etmeyecegini vurgulayarak, dedesinin mücadelesinin bölücülükle bir alakasi olmadigini, tek düsüncesinin Islam dinine yönelik Avrupali güçlerin faaliyetlerini engellemek oldugunu belirtmistir. Bütün bunlara ragmen Ittihat ve Terakki’nin, Ingilizlerin milliyetçi kiskirtmalarina kanarak büyük bir hata yaptiklarini savunmustur.

Benzer Kitaplar