Demokrasi Korkusu 12 Eylül Günlügü-2 yazarin 1986 yilinda çikardigi Demokrasi Korkusu kitabinin devami niteligindedir. Yazar ilk çikardigi kitabinda o dönemdeki baski ve sansür nedeniyle düsüncelerini ve yasadiklarini tüm çiplakligiyla yazamadigi için günlük tutmaya baslamis bu günlükleri darbeden ancak otuz yil sonra yazabilmistir. Yazar 2. kitabinda o dönemdeki
yasanan olaylari özelliklede basina yansiyan ve basini
sansürleyen yönleriyle yasanan
olaylari
tüm
çiplakligiyla
anlatmaktadir.
Demokrasi, tüm üye veya vatandaslarin, organizasyon veya devlet politikasini sekillendirmede esit hakka sahip
oldugu bir yönetim biçimidir. Demokrasinin
belli güçler tarafindan belli zamanlarda askiya alinmasini kabul edilemez bir
durumdur. Ancak ülkemizde çesitli zamanlarda Türk Silahli Kuvvetleri Iç Hizmet
Kanununun 35. maddesinde "Silahli Kuvvetler'in vazifesi, Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmis olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktir” ibaresinden yola çikilarak asker tarafindan demokrasi askiya alinmistir. Bu kanun,
askerin geçmisteki üç darbesine
de dayanak olusturmustur. Bunlar 27 Mayis, 12 Mart ve 12 Eylül dür. Ordu, bu
sekilde
yetkisi oldugu için mi her
on yilda bir
demokratik yönetime
müdahale etmistir? Kesinlikle yetkisi oldugu için müdahale etmemistir. Ama müdahaleleri art ardina yapmaktan çekinmemistir. Özellikle 1980
darbesinde toplumun büyük bir kisminin destegiyle halk tarafindan seçilmis sivil yönetime el
koymustur. Bu dönemlerin yasanmasinda toplumun tüm kesimlerinin
etkisi olmustur. Aslinda burada ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözü akillara
gelmektedir. Atatürk “Yöneticiler,
iktidara saltanat sürmek için degil, millete hizmet için getirilmislerdir. Ulusa karsi olan görevlerini
kötüye kullandiklari takdirde, su ya da bu biçimde ulusal iradenin kendi haklarinda verecegi kararla karsilasirlar. Ulus tarafindan, ulus adina devleti yönetmeye yetkili kilinanlar, gerektiginde ulusa hesap
vermek zorunda olduklarini bilmelidirler.” Diyerek hem
yöneticilere hem de askere bir mesaj vermis görünmektedir. Türkiye’de demokrasiye iliskin ciddi bir kafa karisikligi yasanmaktadir. Bati dünyasinda demokrasi kuskusuz belli bir dünya görüsü ve siyasi proje
olarak gelismistir. Baska bir deyisle demokrasi liberal düsüncenin siyasi boyutu olarak karsimiza çikmaktadir. Liberal
zihniyeti temel alarak demokratik bir yapiyi kurumlastiran toplumlarda
demokrasiyle ilgili bir kafa karisikligi söz konusu degildir. Demokrasi
kurumlari, kuruluslari, ilkeleri,
degerleri ve kurallari itibariyla liberal
dünya görüsünü siyasi arenada yasatmadan öte bir anlam tasimaktadir.
Demokrasi bati medeniyetinin yönetim biçimi olarak gelismistir. Iddiasi olan hiçbir toplum veya
siyasal proje demokrasiye karsi kayitsiz kalamaz ve onu
bir sekilde realize etmek durumundadir.
Cumhuriyet Türkiye’si temel amaçlarindan biri olarak “muasir
medeniyetler ailesine girmeyi belirlemistir. Bu amaci yönetimin
temel hedefi olarak benimserken “halkin egemenligi” ilkesini de yönetimin temel
niteligi olarak ortaya koymustur. Bu iki ilke de aslinda batida gelismekte olan
demokratik düsünceye uzak
olmayan anlayistir. Ancak cumhuriyeti kuran devletçi kesim bu amaç ve niteliklerle uyusup uyusmadigi tartisma götürür bir
uygulamayi pratikte hakim kilmistir. Hak,
hukuk, devlet, rejim, laiklik, adalet, cumhuriyet, demokrasi, sosyal adalet
gibi kavramlarin her
biriyle ilgili ciddi bir kafa karisikligi bulunmakta
ve bu kavramlar çogu zaman bati demokrasilerindeki anlamlarindan farkli anlamlarda kullanilmaktadir. Bu
kafa karisikligi içinde
anti-demokratik söylemlerin adeta birer demokratik söylem gibi savunuldugunu sik sik görebilmekteyiz. Böyle bir kafa karisikligi içinde
kavramlarin adeta allak bulak oldugu bir ortamda
demokrasinin ne olmadigini, ya da
hangi tür uygulama, anlayis veya söylemlerin
demokratik olmadigini ortaya
koymakla demokrasinin ne oldugunu daha kolay anlamak mümkün olacaktir. Aslinda
her dönemde iktidar konumundakiler, kendi hareket alanlarini kisitladigi düsüncesiyle,
basin özgürlügü kavramina
tereddütle bakmislardir. Bu durum ise, gazeteciligin varolus kavrami olan haber
verme ve bilgilendirme islevinden kaynaklanir. Halkin özgür
haber almasi, düsünce ve görüslerin özgürce
iletilmesi, siyasi yetkinin de içinde bulundugu tüm kurum ve
kuruluslarin serbestçe elestirilmesi ancak kitle iletisim araçlari ile
gerçeklesebilir. Bu çerçevede, içinde
bulundugumuz yüzyilda tüm dünyanin kabul ettigi tartismasiz bir
gerçek vardir: Basin özgürlügü sadece gazetecinin kendini
ifade edebilme özgürlügü degil, ayni zamanda
halkin haber alma özgürlügüdür. Basin, halkin
gözü kulagi ve sesi olma anlaminda çagdas
demokrasinin güvencesi ve temel kaynagidir.
Basin 12 Eylül darbesine karsi çok ciliz kalmistir. Darbeye karsi yeterince yayin yapamamistir ya da bilinçli olarak yapmak istememistir. Kiminin az kiminin çok mutlaka etkisi olmustur. Yasanan darbelerde en
büyük pay askerin
olmakla birlikte siyasetçilerin, basinin kisacasi toplumun tüm kesimlerinin çesitli oranlarda etkisi
olmustur. Cumhuriyet döneminde sikça
görülen askerin siyasete müdahaleleri sonucu halk tarafindan seçilen sivil
yönetim kesintiye ugramis ve birçok insan haklari
ihlalleri meydana gelmistir. Binlerce insan düsünceleri nedeniyle hapse atilmis ve birçogu da idama mahkûm edilmistir. 1980
darbesinde en büyük zarari görenlerden birisi de basindir. Onlarca gazete
kapatilmis, yine onlarca gazeteci hapse atilmis ve yüzlerce yazi sikiyönetim tarafindan
sansürlenerek gazetecilerin özgürlükleri engellenmistir. Örnegin bu bazen
toplumu bilgilendirmek amaciyla yapilmasi gereken haberlerde bile etkisini
göstermistir; “Istanbul’daki halkimizi ilgilendiren mavi
I.E.T.T
kartlarinin degistirilmesiyle ilgili
haberde dahi mavi kelimesi geçtigi için
referandumda mavi olan hayir pusulasinin renginin halki etkileyebilecegi düsüncesiyle gazeteler
baski altina alinmis” kapatmayla tehdit edilmistirler. Bazen de halkin seçtigi sivil demokratik siyasetçilerin konusmalari dahi
engellenmistir. Yani toplumun kendini ifade etmesi için en önemli olan unsurlar
sikiyönetim komutanligi tarafindan susturulmustur. Öyle ki gazeteciler
Cumhurbaskani Kenan
EVREN ile birlikte çiktiklari yurt disi
gezilerinde ülkenin
sorunlariyla ilgili
sorulur sormak yerine okunmus olan eski gazetelerin nasil degerlendirilecegiyle ilgili ülke gündemini
ilgilendiren konulardan çok uzak konularda sorular sorar hale gelmislerdir. Yani basin ülkenin sorunlariyla ilgilenmek
yerine kendi derdine düsmüstür. Ülkemiz her alanda kimilerine göre 10 kimilerine göre de 50 yil
geriye gitmistir.
12 Eylül’ deki olaylarin tekrarinin yasanmasi ve sonrasinda
siyasi hayatin degisime zorlanmasi, toplumumuzun siyasetten azami
seviyede uzaklastirilmaya çalisilmasiyla yeni bir dönem
baslatmistir. Dünyada meydana gelen
siyasal gelismeler, teknolojilerin hizli bir sekilde ilerlemesi ile
kapali toplum terimini yavas yavas ortadan
kaldirmis ve toplumlarin
birbirlerinden daha çok etkilenir düzeye gelmesi dünyada oldugu gibi Türkiye’de çesitli dönüsümlerin yasanmasina sebep olmustur. Liberal sosyo
ekonomik ve siyasi politikalarin etkisiyle hizla dünyaya açilan Türkiye, 12
Eylül öncesi pozisyondan toplumsal ve ekonomik olarak çok farkli bir noktaya
gelmistir. Yasanan bu gelismeler ülkemizde demokrasinin algilanisini ve kültürünü degistirmistir. Demokrasiyi daha da
tartisilir bir hale getirmis, demokrasimizin gelmis oldugu seviye tartismali bir hal almistir. Bu gelismelerden sonra ülkemizde demokrasimizi içinde bulundugu vaziyetten daha ileriye
nasil tasimamiz gerektigi konusunda yeni gelismeler yasanmistir. Darbeleri savunuruz ya
da savunmayiz tüm aci yanlariyla birlikte darbelerin ülkemize çok zararlari
olmustur ancak demokrasimizin sorgulanmasini saglamistir. Yani toplumumuz
demokrasiyi daha da sorgular hale gelmistir. Ülkemizde bu darbeler yasandigina
göre de bu darbelerin bir daha yasanmamasi için altinda yatan sebeplerin en ince ayrintisina kadar
popülizme girmeden arastirilmasi
gerekmektedir. Bu mesele siviliyle, askeriyle sag ve solun sivil siyasetçileriyle kisacasi ülkemizde
yasayan her görüsten, inançtan, irktan vb. insanin, aralarindaki duvarlari yikarak demokrasinin
asgari paydalarinda bulusmadigimiz
sürece
ayni
sikintilari
yasamamiz muhtemeldir.
Sonuç
olarak yazar kitabinda 12 Eylül
darbesinin özellikle basinla ilgili yönlerini irdelemistir. Kitaptan çikartilacak
sonuçlardan birincisi ülkemiz demokrasinin nasil ve ne sartlarda kesintiyi ugradigi bu
kesinti öncesi ve sonrasi kamuoyu olusturmak için basinin nasil sindirildigidir. Cuntanin
basini
sindirmede kullandigi
maniple, korkutma ve ideolojik olarak saflarina çekme yöntemleri ise ikinci çikartilacak
sonuç
olarak görünmektedir.
Son ve üçüncü olarak ise darbenin
sonuçlari ve günümüze yansimalarini müsahede etmekteyiz. Günümüzde anlasiliyor
ki Müdahaleler
halkimiza
bir sey getirmiyor, demokrasin olmadigi
bir yerde huzur da olmuyor. Demokrasinin kesintiye ugramasi acilari da beraberinde getiriyor. Bundan sonra
demokrasinin sekteye ugramadigi
bir ülke
olmak için
yasananlardan ders çikarmamiz gerekiyor. Kitaptan çikartilacak sonuçlardan bir
digeri ise bu ülke hepimizin dogusuyla, batisiyla, kuzeyiyle, güneyiyle, Türküyle,
Kürdü ile, Laz’iyla, Çerkez’iyle hep birlikte zengin bir kültür içerisinde yasadigimiz
ve ortaya çikan yarar ve zararlari hep birlikte
sahiplenmek zorunda oldugumuzdur.
Bu nedenledir ki yasadigimiz
bu darbelerin ülkemizde yasayan tüm insanlar üzerinde olumsuz etkileri oldugudur. Bu olumsuz etkilerin bir daha yasanmamasi için elimizden gelen her türlü çabayi hep
beraber göstermeliyiz ki bir daha bu cennet vatanimizda böyle sikintilar yasamayalim ve ülkemizin dünyada söz sahibi oldugunu görebilelim.
HASAN CEMAL
DEMOKRASI KORKUSU
12 EYLÜL GÜNLÜGÜ-2
EVEREST YAYINLARI
2012