CIA TARIHI - 2-  KÜLLERIN MIRASI, ENKAZ DEVRALMAK -  CIA Tarihi (Legacy of Ashes - The History of CIA)

CIA TARIHI - 2- KÜLLERIN MIRASI, ENKAZ DEVRALMAK - CIA Tarihi (Legacy of Ashes - The History of CIA)

Fevzi BOZKURT
Ekonomi


CIA TARIHI - 2 
 
BÖLÜM IV
“Su Palyaçolari Basindan At”
Nixon ve Ford Yönetimleri Döneminde CIA 1968 – 1976
28. “O Palyaçolar Orada Ne Yapiyor?”
 
Helms 1968 baharinda, tepesine dikilecek yeni patronun, ya Robert Kennedy, ya da Richard Nixon olacagindan korkuyordu. Kennedy, teskilâtin gücünü istismar etmis, Helms’e de gayet soguk ve asagilayici tavirlar almisti. Baskan adayi olur, sonra da seçilip Baskomutan kisvesini de kusanirsa, teskilâtin kendisi hakkindaki gizli dosyalarinin tehdidini ensesinde hissedecekti. R. Kennedy seçim kampanyasi sirasinda bir suikasta kurban gitti. Helms, bu cinayete çok sasirmis ama fazla da üzülmemisti dogrusu.
Richard Nixon ise baska türlü bir sorundu. CIA’nin bir yigin tatli su elitistleri, Kennedy’nin adamlari ve dedikoducular ile dolu oldugunu düsünürdü. John Kennedy ile girisip kil payi kaybettigi seçim yarisi sirasinda yasanan o meshur TV tartismasinda yedigi gollerin paslarini da rakibine, CIA’nin verdigine inaniyordu. Nixon, eger o seçimleri kazansaydi, gizli operasyonlari yürütmek için CIA disinda bir örgüt kuracagini 1962’de kaleme aldigi hatiralarinda (Six Crisis – Alti Kriz) yazmisti. CIA’nin yüregini sökecegini belirtiyordu açikça.
Helms ve Nixon ilk kez 1968 Agustos’unda, Baskan Johnson’un çiftligindeki bir yemek sirasinda uzun uzadiya konustular. Nixon Helms’e, K. Vietnamlilarin ABD’yi yendiklerine iliskin düsüncelerinin sürüp sürmedigini sordu. Helms, düsmanin Dien Bien Phu zaferinden beri bu düsüncede oldugunu söyledi. Nixon’un duymak istedigi son seydi bu. Nixon, seçimleri kazandiktan sonra Johnson’a Helms hakkindaki düsüncelerini sordu, onu görevinde tutmali miydi? “Yetenekli ve sadik bir adamdir” dedi Johnson, “Ben olsam tutardim”.
 
Helms yakinda bu sadakatinin faturasinin ne oldugunu ögrenecekti.
 
************
Nixon hiç kimseye güvenmezdi. ABD’ye Baskan olmustu ama Vietnam bombardimanini gerçeklestiren kendi hava kuvvetleri için “Onlar kendi kiçlarini bile isabetle tokatlayamazlar” türünden elestiriler yapmayi sürdürüyordu. Ona göre, Disisleri mensuplari, lâcileri içinde kokteyl yudumlamaktan baska bir is bilmezdi, CIA Vietnam’da hiç bir isi becerememisti, aptallar ordusuydu, suydu, buydu....
Nixon ve Kissinger kisilik yapilari bakimindan birbirleriyle ruh ikizi gibiydiler. Aralarindaki uzlasmaya göre, gizli operasyonlari bizzat kendileri komuta ve kontrol edeceklerdi. Bu tip islerin basinda olmak, sahsî amaçlarini gerçeklestirmek açisindan da çok uygundu. Nixon, gizli operasyon ve casusluk faaliyetlerini kendine Beyaz Saray’da siyasi bir kale kurmak amaciyla kullandi, Kissinger de ulusal güvenlik konularinin tek patronu konumuna geldi.
Helms, ‘Akil Adamlar’dan olusan bir heyet kurarak yeni Baskan Nixon için bir rapor hazirlamalarini emretti. Raporun amaci, Nixon’u gizli servisin önemi hakkinda aydinlatmakti. O rapordan alinan bazi öneriler ve  tespitler:
   
CIA, Baskan tarafindan yapilmasi istenen bir operasyonun basarili olma sansinin olmadigini belirlemisse “Hayir” demesini bilmeli, Baskan da, dogrulari söylemesi konusunda teskilâtini yüreklendirmelidir.
 
Gizli operasyonlarin bir basina, hedef alinan önemli bir meseleyi hallettigine ender rastlanir. Bu tür operasyonlar, zaman kazanmak ve gerçeklestirilmesi istenen islere zemin hazirlamak için yapilir.
 
Siyasal kimligi olan bir sahsin, bir partinin veya hükümetin, CIA tarafindan desteklendiginin ortaya çikmasi, desteklenen sahis ve kurumlara zarar verir.
 
Bundan ABD de iki yönlü zarar görür; dünya kamuoyunda, hem insan haklarina ve ülkelerin halklarina saygi göstermeyen bir devlet damgasini yer, hem de onun bunun isine karisirken yakalanacak kadar beceriksiz ve yeteneksiz oldugu algisini yaratir.
 
ABD’nin bir takim ‘kirli islere’ bulasmis oldugu algisi devletin, özellikle gençler ve aydinlar nezdindeki itibarini zayiflatmistir.
 
Amerika’daki Yeni Sol hareketi, bu itibar kaybindan beslenmis ve genislemistir.
 
Uluslar arasi iliskilerde genel kabul görmüs yasalarin uygulanmasi gerektigini savunan ülkelerin basini çeken ABD’nin, gizlice baska ülkelerin isine karismasi veya öyle bir görüntü vermesi sayginligini zedelemistir.
Nixon ve Kissinger, bilinçli olarak bu tespit ve önerileri sümen alti ettiler.
 
Rapor ayni zamanda, CIA’nin fazlasiyla içe döndügünü, üst kademenin yaklasik 20 yildir ayni görevlerde bulundugunu, yaraticilik ve vizyondan yoksun kaldigini belirtiyordu. Nixon raporun bu bölümünü begendi ve teskilâtin derinliklerine nüfuz edecek kisileri göreve atamaya basladi.
Helms göze girebilmek için Nixon’a günlük istihbarat raporlari gönderiyordu ama bunlar okunmadan Baskan’in kasasinda birikiyordu. Bir gün Kissinger’dan bir talimat geldi; Baskan bunlari okumuyordu, ona ne söylenecekse mutlaka kendisi vasitasiyla söylenmeliydi. O günden sonra ne Helms, ne de teskilâttan her hangi biri Nixon’u yalniz olarak görebildi. Kissinger tüm kontrolü eline almisti.
 
***********
Nixon ve Kissinger’in, ikili olarak birlikte çalisma tarzlari, gizlilik açisindan CIA’dan bile üstündü. Örnegin,  ABD’nin düsmanlari olan Sovyetler, Çin ve K. Vietnamlilarla yürüttükleri gizli pazarliklardan CIA’nin ya pek az, ya da hiç haberi olmuyordu. Bunun esas sebebi, CIA’nin verdigi bilgilere itimat etmemeleriydi, özellikle komünistlerin silâh kapasitesiyle ilgili istihbarata. CIA, Rusya’nin sürpriz bir nükleer saldiri yaparak öldürücü ilk darbeyi vurma yetenek ve kapasiteden yoksun oldugunu savunuyor, Nixon ise teskilâtin, Sovyet nükleer kapasitesini, gerçekte oldugundan % 50 daha az oldugu yönünde tahminlerde bulundugunu iddia ediyordu. Nixon ayrismanin tirmandigi bir anda, CIA’yi “Siz kimlerin tarafindansiniz?” diye haslamisti bir keresinde. Baskan’in niyeti, anti balistik füze sistemi kurmakti (Gelecekteki Yildiz Savaslari fantezisinin ön nagmeleri...) Bu çekismeler üzerine CIA, bir kez daha en temel görevlerinden birini göz ardi ederek, istihbarat raporlarini gerçek veriler yerine Beyaz Saray politikalarina uyacak biçimde kurgulamaya basladi.
CIA, sekiz yildan beri casus uydularin Sovyet topraklari üzerinde çektigi kesif fotograflari üzerinde çalismalar yürütmekteydi. Simdi de bu teknolojiyi bir adim öteye götürerek, izlemenin TV kameralari ile yapilmasini mümkün kilacak yeni nesil uydulari gelistirmeye baslamisti. Helms, elektronik zimbirtilarin hiç bir zaman gerçek casuslarin yerini tutamayacagini savunsa da uydular vasitasiyla elde edilecek verilerin, Rusya’nin SALT (Stratejik Silâhlarin Sinirlandirilmasi) anlasmasina uyup uymadigini denetlemek açisindan yararli olacagi konusunda Nixon’a teminat verdi. Ne var ki, Sovyetlerin askerî yetenekleri konusundaki ham bilgiler ne kadar artarsa, büyük resmi görmek de o kadar zorlasiyordu.
Nixon’un Sovyet nükleer kapasitesinin oldugundan eksik rapor edildigi yolundaki takintisi yüzünden CIA’yi sürekli elestirmesi  sonuçlarini  gösterdi; Nixon’lu  günlerden,  soguk savasin  ölüm  dösegine düstügü günlere kadar geçen 13 yillik süre boyunca, Sovyet nükleer kapasitesi, gerçekte oldugundan çok daha yüksekmis gibi rapor edildi.
Her seye ragmen Nixon, Sovyetlere her vesileyle bir darbe vurulmasi için CIA’nin yapacagi yikici faaliyetlere ihtiyaç duyuyordu. ABD, Sovyetler üzerine baski kuracak, onlari huzursuz edecek her bahaneyi kullanmali, onlari yalniz Moskova’da degil dünyanin her yerinde rahatsiz etmeliydi. Helms Nixon’a bir dizi yeni gizli operasyon projesi sunacagini vaat etti.
CIA, yirmi yildan beri 400 milyon dolardan fazla para harcadigi Radio Free Europe ve Radio Liberty projelerini yeniden ele aldi. Andrei Sakharov ve Alexander Solzhenitsyn gibi rejim karsitlarinin söylemlerini tüm demir perde ülkelerine yaydi. Sovyetler her ne kadar radyo sinyallerini karistirmak için yilda 150 milyon dolardan fazla para harcasa da yayinlar etkili oluyor ve Sovyet peyki olan ülkelerdeki direnis atesini canli tutuyordu.
 
Nixon’a göre bunlar eski, bilinen islerdi. CIA’nin yabanci ülkelerdeki seçimleri manipüle etme konusundaki becerileri Baskanin ilgisini daha fazla çekiyordu.
 
 
************
Teskilât soguk savas boyunca Bati Avrupa’daki bazi politikacilari gizlice desteklemisti. Bunlar arasinda Alman Basbakani Willy Brandt, Fransiz Basbakani Guy Mollet ile Italya’da genel seçimleri kazanmis tüm Hristiyan Demokrat milletvekilleri de bulunuyordu.
CIA, Roma, Milano ve Napoli’de etkili kisileri satin almak için yirmi yilini ve 65 milyon dolarini harcamisti. Yabanci güçler, yüzyillardan beri Italyan politik yasamini karistirip durmustu; Komünistler, Naziler, Ingilizler, Fransizlar, hepsi.... CIA, istedigi Italyan politikacisina para veriyor, istediginden destegini çekiyor, santaj yapiyor, isine gelen yazili basina yardim ediyor, radyo programlari düzenliyor, hasili manipülasyon adina ne varsa yapiyordu. Bu gelenegi devam ettiren Nixon ve Kissinger ikilisine bir mesaj geldi: Sosyalistler Italya’da iktidari  ele geçirmek üzereydiler. Nixon, Hristiyan Demokratlarin ve Italyan neo-fasistlerinin desteklenmesi için 25 milyon dolarlik bir programi onayladi. Para, saray yavrusu ABD Büyükelçilik binasinin arka odalarindan birinde bizzat Büyükelçi ve CIA istasyon sefinin eliyle ilgililerine dagitildi. Önemli bir meblag da asiri sag bir yer alti örgütüne gitti.
Ödemeler ise yaradi, desteklenen aday Giulio Andreotti seçimleri kazandi. Ama asiri saga verilen paralar 1970 yilinda basarisizlikla sonuçlanan bir neo-fasist darbe girisimini tetikledi. Fasistler bir çok bombalama eylemi gerçeklestirip suçu Italyan istihbarat örgütünün yardimiyla solculara attilar. Teskilâtin Baskani General Vito Miceli’nin, CIA’nin 800 bin dolarini nakit olarak cebine attigi belirlendi. Miceli, devleti güç kullanarak ele geçirmeye tesebbüs etmekten hüküm giydi. En istikrarli Italyan politikacilarindan biri olan Andreotti ise son yillarini, aleyhindeki suç isnatlari (aralarinda cinayet de vardi) ile bogusarak mahkemelerde geçirdi. CIA’nin Italya’da parayla siyasi etkinlik satin alma günleri, Büyükelçi Graham Martin’in Roma’dan G. Vietnam’a tayin edilmesiyle sona erdi.
 
************
1969 ve 1970 yillari boyunca Kissinger ve Nixon, CIA’yi, Güneydogu Asya’daki savasi gizli biçimde yayginlastirmak amacina yönelttiler. Teskilâta verilen talimatlar arasinda, siyasi rüsvet dagitmasi maksadiyla G. Vietnam Baskani Thieu’ya 725 bin dolar ödenmesi, Saygon medyasinin manipüle edilmesi, Tayland’da seçim sikeleri düzenlenmesi, K. Vietnam, Kamboçya ve Laos’a komando baskinlari tertiplenmesi gibi görevler bulunuyordu.
Güneydogu Asya’daki çatismalar yogunlasirken Nixon ve Kissinger, Çin Lideri Mao Tse-tung ile gizliden uzlasma arayisi plânlari yapiyordu. Liderlerin bu arayislari, komünist rejimlere karsi savasi sürdürmekte olan CIA’yi tam anlamiyla kontrpiyede birakti. Teskilât son on yil boyunca, Çin komünizmini yipratmak için Tibet’in ruhani lideri, 14. Dalay Lama Tenzen Gyatso’nun gerilla güçlerine milyonlarca dolar akitmis, silâh ve cephane saglamisti.
   
Gerillalar, Colorado daglarindaki CIA kamplarinda egitiliyorlardi. Dalay Lama’nin New York ve Cenevre’de gayri resmî Tibet Büyükelçiligi bürolari açmasi için paralar verilmisti. Bütün amaç ‘Özgür Tibet’ idealini diri tutmak ve Kizillarin Bati Çin’deki ordularini rahatsiz etmekti. CIA bu amaçlar için 2,5 milyon dolarlik ek ödenek talep edince, Kissinger bu çalismalarin ABD’ye dogrudan ne faydasi oldugunu sorguladi, cevabini da kendi verdi; Dalay Lama’nin desteklenmesine devam edildi ama Tibet gerillalari yüz üstü birakildi. Fonlar, Çin’e karsi girisilecek baska gizli operasyonlara kaydirildi.
CIA kendi tabiriyle; “Çin Halk Cumhuriyetini engellemek ve karalamak için dünyanin her yerinde çalismaktayken ve de Tayvan’i özgürlestirmek için General Chiang Kai-shek ile isbirligini sürdürürken”, Nixon ve Kissinger, Baskan Mao ve Basbakan Chou En-lai ile Pekin’de pazarlik masasina oturmak üzereydi ve CIA’nin bundan haberi yoktu. Görüsmeler sirasinda Chou, Kissinger’a Özgür Tayvan kampanyasinda CIA parmagi olup olmadigini sordu. Kissinger de muhatabina CIA’yi gözlerinde fazla büyüttüklerini söyledi. “Aramizdaki iliskilerin öneminin farkindayiz. Bir teskilât, ufak tefek operasyonlar yapacak diye bu iliskilerin tehlikeye girmesine müsaade edecek degiliz” sözleriyle de CIA’nin gelecek yillar boyunca Çin’deki etkinliginin sonunu getirmis oldu.
 
*********
Tayland’da yillardan beri askerî cunta yönetimi vardi ve bu olusum ABD’nin bölgede demokrasiyi hakim kilmak biçimindeki iddiasini pek de desteklemiyordu. Tayland topraklarinda Hanoi ile savasmak için barinan binlerce Amerikan askeri bulunmasina ragmen CIA, bu ülkedeki yönetime demokratik bir görünüm kazandirmak için manipülasyonlara basladi. Tayland siyaset arenasina milyonlar akitildi ve serbest seçimlerin yapilmasi saglandi. Tahmin edilebilecegi gibi sivil görünümlü cunta, bu kez bir siyasi parti kiliginda seçimleri açik ara kazandi. Ancak iktidar kisa süre sonra, ülkede olusan demokratik havanin etkisiyle ortaya çikmaya baslayan çatlak seslere tahammül edemez oldu. Deneme, kisa süre sonra sonlandirildi ve parlamento kansiz bir darbeyle feshedildi. Idareyi tekrar ele alan generaller, Bangkok’taki ABD Büyükelçiligine giderek olaylar hakkinda  rapor verirken söyle dediler: “Demokratik prensiplere saygimiz var ve bunlari da uygulamaya çalistik ama siz de gördünüz iste, Tayland henüz demokrasiye hazir degil”. Darbeden sonra Kissinger durumu Nixon’a söyle açikladi: “Devrim Komuta Konseyi bizim daha önce çalistigimiz adamlar. Degisen bir sey yok. Meraklanmayin, Tayland’da yürütmekte oldugumuz programlar kesintiye ugramadan devam edecek.”
 
***********
Baskan 1970 Subat’inda, CIA’ya, Kamboçya’da acil olarak harekete geçmesi emrini verdi. CIA ve Pentagon, bir yillik bir çalisma sonunda bazi hedefler belirlemisti (bunlarin yanlis yerler oldugu sonradan anlasildi). Teorik olarak tarafsiz bölge olan Kamboçya topraklarinda Kuzey Vietnam’in gizli savas yönetim merkezleri oldugundan süphelenilen alti adet hedefin üzerine 108 bin ton bomba yagdirilmasina, bu gizli bombardiman harekâtinin da 17 Mart tarihinde baslatilmasina karar verildi.
O siralar Helms, Kamboçya’da bir CIA istasyonu kurma hazirliklari içindeydi. Gizli bombardimanin basladigi gün sag egilimli Lou Nol bir darbeyle Kamboçya’da iktidari ele geçirdi. Darbe CIA ve Amerikan hükümetini soka ugratti. Nixon, “Langley’1deki o palyaçolar ne haltlar karistiriyor orada?” diye gürleyerek CIA’nin acilen devreye girmesini emretti.
Yeni lider Lou Nol’a acele 10 milyon dolarla, binlerce otomatik silah ulastirildi, milyonlarca propaganda brosürü dagitilarak ABD’nin Kamboçya’yi isgal edecegi söylentisi yayildi. Nixon, Kamboçya’nin Sihanoukville limani üzerinden düsmana cephane aktarilmasindan çok rahatsizdi. CIA bes yildan beri ugrasmasina ragmen bu trafigi durdurmayi beceremiyordu. Baskanin, Kamboçyali generallere rüsvet verilirse kaçakçiligin önlenebilecegi önerisine Helms’ten itiraz geldi: “Silah kaçakçiligindan milyonlar kazanan komutanlarin sadakatini, verecegimiz üç bes kurusluk bahsisle satin alamayiz.” Bu cevaptan hiç tatmin olmayan Nixon, “Istihbarat islerine yilda 6 milyar dolar para harciyoruz. Eger CIA bu kadar siradan bir isi beceremiyorsa daha önemlileri nasil halledecek?” 
 
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
1   Langley: ABD’nin Virginia eyaletinde, CIA genel merkezinin bulundugu yer.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
   
diye sordu. Istihbarat zafiyetleri Nixon’u çok rahatsiz ediyordu ve bu yüzden teskilâtla iliskileri gergindi ancak buna ragmen CIA’ye, yaklasan Sili seçimlerini manipüle etmesi emrini verdi.
“ABD Askeri Bir Çözüm Istiyor”
 
Meksika’nin Baskani, ülkesindeki islerle ilgili olarak kendisine ABD Büyükelçisini degil, CIA istasyon sefini muhatap alirdi. Honduras’ta da CIA istasyon sefleri de, bagli olduklari Büyükelçiyi takmayarak, ülkenin askerî cuntasiyla dogrudan is tutarlardi. Latin Amerika ülkelerinden sadece birkaçi demokrasi ve yasalarin üstünlügüne, göstermelikten öte bir baglilik gösteriyordu. Sili bunlardan biriydi ama oradaki tehdit de Kizillarin yükselisiydi. Sili’de Eylül 1970’de yapilacak seçimleri kazanmasi en olasi adaylardan biri solcu Salvador Allende idi. Ilimli aday Radomiro Tomic, Demokratlarca desteklenmekteydi ve CIA’nin tercihi de ondan yanaydi. Fakat kazanma ihtimali zayifti. Jorge Alessandri ise kuvvetli bir ABD yanlisiydi ancak geçmisi yolsuzluklarla dolu oldugundan ABD büyükelçisi, onu desteklenecek bir aday olarak görmüyordu.
CIA, 1964 seçimlerinde para karsiliginda satin aldigi oylarla Allende’nin iktidara gelmesini engellemisti. CIA’nin para akittigi kesimler arasinda Katolik Kilisesi, sendikalar, askeri komuta kademesi ve polis teskilati da vardi. Eduardo Frei o seçimleri iste bu destek sayesinde kazanabilmisti. Ne var ki, Anayasaya göre 6 yildan fazla iktidarda kalinamiyordu. CIA istasyon sefi 1970 seçimlerinde Alessandri’nin desteklenmesini salik verdi.
Kissinger tüm dikkatini Güneydogu Asya olaylarina yöneltmis oldugundan Sili seçimleriyle çok yakindan ilgilenemedi. Sadece Allende’nin seçilmemesi için gerekli bütçeyi onaylamakla yetindi. Ona göre “Sirf halki sorumsuz diye bir ülkenin Marksizm’e kaymasina izin verilemezdi”. Kimin seçilecegiyle pek ilgilenmedi. Onun için önemli olan Allende’nin seçilmemesiydi. CIA, Allende’nin seçilmesi halinde demokrasinin bitecegini iddia ederek ise koyuldu. Amaç halki korkutmakti. CIA’nin kampanyasini aptalca bulan Büyükelçi, Sili halkinin bu propagandalara prim vermeyecegini söylüyordu. 4 Eylül 1970’de yapilan seçimleri Allende az bir farkla kazandi. Yasaya göre senato seçim sonuçlarini 50 gün içinde onaylamak durumundaydi. Bu formalitenin ardindan iktidar koltuguna oturmasi için Allende’nin önünde hiçbir engel kalmayacakti. CIA’nin seçimlerden önce yapilan manipülasyonlarla ilgili epey tecrübesi vardi ama sonuçlar alindiktan sonra neticeyi tersine çevirmek gibi bir deneyimi yoktu. Üstelik bunu gerçeklestirmek için önünde sadece 7 hafta vardi.
Kissinger önce bir darbe düsündü ama Sili 1932’den beri demokrasiyle yönetiliyordu ve ordu da o zamanda beri siyasi gücü ele geçirmek için herhangi bir girisimde bulunmamisti. CIA’nin askeri çevrelerde bir etkinligi yoktu ancak ülkenin en zengin isadami olan A.Edwards vasitasiyla bir seyle yapabilirdi. Edwards, ülkenin bakir madenlerinin çogunun, en büyük gazetenin ve Pepsi-Cola siseleme tesislerinin sahibiydi. Pepsi CEO’su ise Baskan Nixon’un mali açidan en büyük destekçilerindendi. Böylece Allende’nin icabina bakabilecek medya olanaklariyla, parasal kaynaklar birlesmis oluyordu. Nixon Disisleri Bakanligina haber vermeden, Helms’e darbeyi tezgahlamasini emretti.
CIA, Allende operasyonunu iki ayri yoldan tamamlamayi planlamisti. Birincisi, siyasi savas, ekonomik ve diplomatik baski ve propaganda yöntemleri uygulamakti. Amaç, Senatodan satin alinacak oylarla Allende iktidarinin onaylanmasini engellemekti. Ikinci yol ise askeri darbe düzenlenmesiydi ama buradaki engel ordu komutani General Schneider’in demokrasiye inanmis, anayasaya saygili ve politikadan uzak duran bir kisilik olmasiydi. Silahli Kuvvetler bünyesinde darbeye yatkin pek az komutandan biri olan Viaux darbeye tesvik edilebilirdi ama o da kafadan sakat tehlikeli bir tipti. Yine de onunla temas kuruldu.
Bu arada Büyükelçi Korry, CIA’nin kendisinin bilgisi disinda bir darbe tezgahlamakta oldugunun duyumunu aldi ve istasyon sefi Hecksher’e ‘Burada benim yönetimim altinda oldugunu idrak etmen için 24 saatin var. Bunu kafana sokamayacaksan Sili’yi terk et!’ diye bagirdi. Hemen arkasindan Kissinger’a bir telgraf göndererek sitem etti ve Bakanini Sili’de bir darbe yapilmasinin desteklememesini yoksa ülkeyi Domuzlar Körfezi fiyaskosuna benzer bir utanca sürükleyecegine dair uyardi. Bunun üzerine kan beynine siçrayan Kissinger, büyükelçiye islere karismamasi talimatini verdi ve CIA istasyon sefine su telgrafi çekti. “Askerlerle temas kur. Onlara ABD hükümetinin askeri bir çözüm istedigini söyle. Askerleri isin sonrasinda da desteklemeye devam edecegiz. En azindan ülkede bir darbe iklimi olusturun. Askeri girisimleri destekleyin.”
Allende’nin seçim zaferinin onaylanmasina sadece iki hafta kalmisti. Hecksher amirlerini bir kez daha uyararak Viaux’un basa getirilmesinin hem Sili hem de dünya için bir felaket olacagini, çok kan dökülecegini ve isin içinde CIA’nin parmagi oldugunun mutlaka ortaya çikacagini dile getirdi. Bu uyarilar üzerine CIA genel merkezi tereddüt eder gibi oldu. 13 Ekim’de Hecksher, Viaux’un Sili ordusunun demokrat komutani Schneider’i  kaçirmayi düsündügünü Washington’a bildirdi. Üç gün sonra aldigi cevap söyleydi: “Allende’nin askeri darbeyle gönderilmesi konusundaki politikamiz sürmekte. Ancak Viaux bunu tek basina beceremez. General Valenzuele ve darbe yanlisi baska komutanlarla da isbirligine gidin. Iyi Sanslar!”
CIA tarafindan Santiago garnizon komutani General Valenzuele ile isbirligi yapilarak adamlarina 50 bin dolar nakit ve üç adet hafif makineli tüfekle göz yasartici bombalar verildi. Plana göre Schneider Arjantin’e kaçirilacak, Parlamento isgal edilecek ve ordu yönetime el koyacakti. Allende’nin onay gününe 50 saat kala Schneider vuruldu. Senatonun onayindan kisa bir süre sonra da tedavi edildigi hastanede hayatini kaybetti. Cinayetin CIA silahlariyla islenmis olma ihtimali teskilati telaslandirdi ama tetigi çekenin Valenzuele’nin degil Viaux’un adamlari oldugu anlasilinca CIA rahat bir nefes aldi. Schneider’i Arjantin’e götürmesi için hazirlanmis olan uçak onun yerine CIA’nin parasini ve silahlarini alan Silili subayi götürdü. CIA oy satin alarak basladigi isi suikastçilara silah temin etmeye kadar vardirmisti.
Beyaz Saray, Allende’nin baskanliga gelmesini önleyemeyen CIA’ya çok kizmisti. Teskilatin içinden liberal bir kanadin gizli operasyonu sabote ettigini düsünüyordu. Duruma çok öfkelenen Nixon, Helms’e teskilattaki solculari temizlemezse isten kovulacagini söyledi. Ayrica CIA bütçesi yariya indirilecekti. Zaten aldigi raporlara göre teskilat, Nixon’u, Çin’e kapilari açmak, Sovyetleri sindirmek, Vietnam savasini Amerikan lehine bir sonuçla bitirmek gibi küresel hedeflerine ulastiracak kabiliyetten uzakti. Önerilerden biri de gizli operasyonlarla casusluk isini yapacak ayri bir örgüt kurulmasi ve CIA’nin bu islerle ugrasmasina son verilmesiydi. Nixon’a göre CIA hiçbir halta yaramiyordu ve R.Helms de isten çikarilmaliydi.
Allende’yi devirme çabalarini sürdüren CIA, Sili siyaset ve ekonomisini yikmak için milyonlarca dolar harcadi. Bu çabalar 1971’de sonuç vermeye basladi. Askeri ve siyasi kesimden edinilen yandaslar orduyu anayasal çizgiden uzaklastiracak bir yapi olusturmaya basladi. Allende bu asamada ölümcül bir hata yaparak aleyhine olusan bu yapidan korunmak için Baskanin Dostlari adli gölge bir ordu kurdu. Bu gölge orduyu Fidel Castro destekliyordu ancak Sili ordusu bunu hazmedemedi.
Darbe 11 Eylül 1973’te hizli ve korkunç bir biçimde gerçeklesti. Allende baskanlik sarayinda Fidel Castro’nun hediye ettigi silahla kendini vurdu. Ayni günün ögleden sonrasinda General Pinochet yönetime el koydu. CIA derhal askeri cuntayla saglam iliskiler kurdu. Pinochet’nin 17 yil süren siddet yönetimi boyunca öldürülen 3200 kisi ve hapse atilip iskence gören on binlerce insan kalabaligi ‘Ölüm Kervani’ diye isimlendirildi. Iktidari sonunda Pinochet, cinayet suçuyla yargilandi. 2006’da mahkeme halen sürerken 91 yasinda öldü. Yurtdisindaki gizli hesaplarindan 28 milyon dolar çikti. ‘Ölüm Kervani’ magdurlarinin açtigi davanin iddianamesinde Kissinger da suç ortagi olarak tanimlanmis olup kendisi Sili, Arjantin, Ispanya ve Fransiz mahkemelerinin takibindedir.
“Çok Fena Firça Yiyecegiz”
 
1971 baharinda Nixon iktidari sürerken hükümetin gizli izlemeleri adeta zirve yapti. CIA, FBI ve Ulusal Güvenlik Ajansi Amerikan vatandaslarini gözetim altinda tutuyor, Savunma Bakani ve Genel Kurmay Kissinger’i zaptedebilmek için onun konusmalarini dinliyordu. Nixon ise Kennedy ve Johnson’un yaptiklarini bir adim öteye tasiyarak Beyaz Saray ve Camp David’i en son teknoloji dinleme cihazlariyla donatti. En yakin is arkadaslarinin çalisma odalarina yerlestirilen telekulaklarla içeriden bilgilerin basina sizdirilmasi önlenmeye çalisiliyordu.  Ancak sizintilar kesilemiyordu. Haziran ayinda New York Times, Pentagon’a ait Vietnam savasinin gizli arsiv tutanaklarini yayinlamaya basladi. Sizintinin kaynagi vaktiyle Kissinger’in ise almis oldugu Elsberg adinda eski bir Pentagon çalisaniydi. Duruma müthis sinirlenen Kissinger ve Nixon, bu tip isleri önleme maksadiyla Beyaz Saray adina casusluk yapmasi için Plumbers (Tesisatçilar) adli bir örgüt kurup basina E.H.Hunt adinda bencil, ahlak düskünü, beterin beteri birini getirdiler.
17 Haziran 1972 aksami Helms’in evine bir telefon geldi. Polis, Demokrat Parti Genel Merkezine zorla giren bes kisiyi suçüstü yakalamisti. Bunlarin dördü Küba göçmeni, digeriyse McCord adinda bir CIA emeklisiydi. Daha fenasi, Hunt da isin içindeymis gibi gözüküyordu. Hunt’in ismini duyan Helms isin mahiyetini kabaca anlamisti. McCord elektronik dinleme konusunda uzmandi. Hunt da Nixon’un adamiydi. Büyük ihtimalle telefon dinleme altyapisi kuruyorlardi. Bu tartismasiz federal bir suçtu! Helms, hemen FBI baskanini arayarak Watergate binasina girenlerin Beyaz Saray tarafindan tutulmus oldugunu, bu isin CIA ile ilgisi olmadigini bildirdi. Helms çok fena halde firça yiyecegini düsünüyordu çünkü yakalananlar eski CIA çalisaniydi ve Beyaz Saray’da çalistiklari biliniyordu. Ertesi gün Washington Post gazetesi Watergate olayinin sorumlusu olarak Oval Ofis’i isaret etti. Ancak Demokrat Parti merkezine yasadisi biçimde girilmesi emrinin Cumhuriyetçi Baskan Nixon tarafindan verilip verilmedigi bugün dahi kesin olarak bilinmiyor.
Nixon, CIA’ya, ulusal güvenlik adina FBI’yi bu isin disinda tutmasi talimatini verdi. Bu tehlikeliydi ama CIA, FBI’ya gerekli talimati iletti. Ardindan Nixon’un danismani, CIA direktör yardimcisi V. Walters’a, teskilatin örtülü ödeneginden 1 milyon dolar nakit getirmesini söyledi. Bu para Beyaz Saray tarafindan kiralandiklarini açik etmemeleri için sus payi olarak Watergate skandalinda tutuklanan eski CIA çalisanlarina ödenecekti. CIA’nin karanlik bütçesinden yapilacak bir ödemeyi ancak Helms, o yurtdisindayken de yardimcisi Walters onaylayabilirdi. Nixon da bunu biliyordu. Istenileni yapmayi reddeden Helms, konu hakkinda daha sonra “Beyaz Sarayin istedigini yapsaydim hapsi boylardim. Teskilatin sayginligi da ebediyete dek onarilamayacak derecede bozulurdu,” seklinde açiklama yapmistir.
FBI olaydan uzak durmalari seklindeki talimattan huzursuz olmaya baslamisti. FBI baskani Gray, eger ulusal güvenlik adina sorusturma yapilmamasi isteniyorsa CIA’nin bu emri yazili olarak vermesini talep etti. Olayin kagida dökülmesi delil birakmak anlamina geliyordu ki bu, iki teskilatin baskaninin da isine gelmiyordu. Kisa süre sonra FBI Baskani Gray, Nixon’u arayarak uyardi: “Teskilâtinizdan bazi adamlar CIA’yi manipüle etmek suretiyle sizi ölümcül biçimde yaralamaya çalisiyor!” Nixon asir gibi gelen bir duraksamadan sonra Gray’e sorusturmayi baslatabilecegini söyledi. Bes yil hapis istemiyle yargilanmayi bekleyen McCord, avukati araciligiyla CIA’ya bir mesaj gönderdi. Baskanin adamlari kendisinden Watergate’e girme isinin bir CIA operasyonu oldugu yönünde ifade vermesini istemisti. Böylece suç CIA’ya mal edilecek, karsiliginda kendisi de Baskan’in özel af yetkisinden yararlandirilarak serbest kalacakti.
 
*****************
7 Kasim 1972 tarihinde yapilan seçimlerde Nixon ikinci kez baskan oldu. Bu kez CIA ve Disisleri Bakanligi kadrolarini darmadagin edip kendi istedigi biçimde yeniden yapilandirmaya kararliydi. 20 Kasim tarihinde Helms’in isine son verdi. Uzlasmalari uyarinca Helms resmi emeklilik yasina kadar yani birkaç ay daha görevinde kalacakti ama Nixon, anlamsiz bir kin güderek sözünü tutmadi ve CIA’nin basina yakin adami James Schlesinger’i getirdi. Yeni direktöre ilk talimati suydu: “Teskilatin içini disina çikart. Palyaçolarin hepsini isten at. 40 bin adamlari var ama bütün gün gazete okumaktan baska is yaptiklari yok.”
Helms görevdeki son günlerinde teskilatin çöküsüne yol açabilecek bazi belgeleri yok etmekle ugrasti. Kendisinden sonra Nixon’un bütün dosyalari didik didik etmesinden korkuyordu. Imha etmeye çalistigi belgeler arasinda en önemlileri, insan aklina hükmetmek amaciyla LSD vb. ilaçlarla yapilan deneylerle ilgili olanlardi. Bu belgelerin pek azi günümüze kadar kalabilmistir. Bir de görevde bulundugu 6 yil 7 ay boyunca odasinda yaptigi tüm toplantilarin ses kayitlari vardi. Bürosundan ayrilmadan önce bu kasetlerin tamamini imha etmeyi basardi. Helms’in çalisanlarina veda ettigi gün, koca salonda gözleri dolmayan tek kisi yoktu. Hepsi yeni yönetim altinda kendilerini zor günlerin beklediginin farkindaydi.
“Gizli Servis Kavramini Degistirmek”
 
CIA’nin, bir gizli servis teskilati olarak yikimina dogru giden günler Helms’in ayrilip Schlesinger’in genel merkez binasina adim atmasiyla basladi. Schlesinger merkezi haberalmanin direktörlügü görevinde bulundugu 17 haftalik süre boyunca bes yüzden fazla analiz uzmani ve binden fazla gizli servis görevlisinin isine son verdi. Karsiliginda da bir sürü ölüm tehdidi aldi. Yeni direktör gizli servisin basina Bill Colby’i getirirken ona gizli servis kavraminin degismesi gerektigini anlatti. Eski tüfeklerin 25 yildir oynadigi oyunlarin sonuna gelinmisti artik. Teknokrasi günleri baslamaliydi.
Emektarlar, CIA’nin yurtdisinda yaptigi tüm çalismalarin SSCB ve Çin’e karsi mücadelenin bir parçasi oldugu görüsündeydi. Çatismalarin Kahire veya Katmandu’da olmasi farketmiyordu, asil savas hep Moskova ve Pekin’e karsiydi. Ancak Nixon ve Kissinger komünist dünyanin liderleriyle kadeh tokusturmaya basladiktan sonra bu mücadelenin ne anlami kalmisti ki? Baskanin yumusama politikalari gizli servisin soguk savas dönemi çalismalarinin pabucunu dama atiyordu.
Colby hizla CIA’nin gerçek yeteneklerinin ne oldugunu saptama çabasina giristi. On yil öncesine dek teskilât bütçesinin yaridan fazlasi gizli operasyonlara ayriliyordu. Nixon döneminde bu oran %10’un altina düsmüstü. Vietnam savasi yüzünden yetenekli insanlari teskilât için çalismaya cezbetmek mümkün olamiyordu. Sayilari giderek artan üniversiteler, yetenekli ögrencileri istihdam etmek için kapilarini arsinlayan CIA görevlilerini kamuoyu baskisi yüzünden içeri bile almaz olmuslardi. Zorunlu askerligin de kaldirilmasi nedeniyle ordu saflarindan teskilata geçisler iyice azalmisti. CIA istihbarat hizmetlerini müttefik ülkelerin istihbarat teskilatlarindan satin aliyor ya da maasa bagladigi üçüncü dünya ülkelerinin liderlerinden ediniyordu.
 
**************
Schlesinger, CIA’nin Kissinger’in patronu oldugu Ulusal Güvenlik Ajansinin bir alt birimi haline geldigi kanisindaydi. Küçümsedigi bu görevi yardimcisi Walters’a devredip casus uydular, Savunma Bakanligi Istihbarat Ajansi ve küresel elektronik dinleme gibi birimleri bünyesinde barindiran Ulusal Muhaberat Bürosu’nun basina geçmek istiyordu. Böylece ulusal istihbaratin en tepedeki sorumlusu olarak direk Baskan’a muhatap olacakti. Ne var ki, bu hayalleri Beyaz Saray’in isledigi suçlar yüzünden yikildi. Watergate skandali her seyin önüne geçmeye baslamisti. “Büyük ideallerle yola çikmistim ama isim CIA’yi koruma ve kurtarmaya dönüstü” diye yakinir olmustu. Watergate skandalinda olsun baska eylemlerde olsun CIA’nin faaliyetleriyle ilgili olarak kendisine çok eksik bilgi verildigini geç farketti. Çok kizmisti, tüm CIA çalisanlarina gönderilen bir talimat yazdi. Hepsinin su an ve/veya geçmiste üzerinde çalistigi ve CIA’nin temel yasalariyla bagdasmayan isleri bildirmesini istedi. Bununla da yetinmeyerek vaktiyle CIA’de çalismis olanlarla, teskilat emeklilerinden de ayni bilgileri rica etti. Kendisinden önce hiçbir direktörün yapmaya cesaret edemedigi tehlikeli bir isti bu. CIA anayasasi, gizli polislik yapilmasini kesinlikle yasakliyordu ama soguk savas döneminde teskilât kendi vatandaslari hakkinda casusluk yapmis, telefonlarini dinlemis, mektuplarini okumus ve Beyaz Saray emriyle cinayet komplolari kurmustu.
Schlesinger’in 9 Mayis 1973 tarihli talimatiyla ayni gün Watergate olayi Nixon’u çökertmeye basladi. Baskan, General Alexander Haig disindaki tüm üst düzey Beyaz Saray yetkilisinin isine son vermeye zorlandi. Adalet Bakani istifa etti. Schlesinger Pentagon’a tayin edildi. Yerini Bill Colby aldi. Hükümette tam bir kargasa yasaniyordu. Colby ilk is olarak, CIA’nin yasadisi isleriyle ilgili dosyalari okumaya basladi. Bu tip islerin sayisi o an itibariyle 693’tü. Mayisin son haftasi Senato’nun Watergate olayiyla ilgili oturumlar baslatildi. Kissinger ve Nixon’un, yardimcilarini ve gazetecileri dinlemeye aldigi haberi patlak verdi. Watergate sorusturmasi için özel yetkili savci atandi.
   
Yasami boyunca inançli bir Katolik olan Colby, Robert Kennedy’nin Castro suikast planlariyla ilgisini, LSD deneylerini, gizli hapishanelerde insanlarin kobay olarak kullanildigini ögrendiginde dehsete düstü. Bu bilgiler disariya sizacak olursa teskilatin sonu gelirdi. Dosyalar kasalara kilitlendi ve Colby teskilatin islerinin  nasil düzene sokulacaginin hesaplarini yapmaya koyuldu. Ne yazik ki kisa bir süre sonra basina geçtigi birimin öngörüsüzlügünün kurbani oldu. Ramazanla Yom Kippur’un ayni günlere denk geldigi 1973 yilinda Misir, Israil’e savas açti ve Israil isgal altindaki topraklarin içlerine kadar girdi. CIA firtina bulutlarinin toplanmakta oldugunu fark edememisti. Savasin baslamasindan birkaç saat önce teskilat Beyaz Saray’a su mesaji geçmisti: “Alisilagelmislerden daha gerçekçi bir tatbikat. Savas olmayacak.” Colby ise söyle hayiflaniyordu: “Savasin patlamasindan bir gün önce, savasin patlamayacagini öngörüyorduk!”
“Tipik Fasist Idealler”
 
7 Mart 1973’te Baskan Nixon, Yunan kökenli varlikli isadami T.Pappas’i Oval Ofis’te kabul etti. Pappas, Nixon’a 1968 seçim kampanyasi için 549 bin dolar teslim etmisti. Bu para Yunan askeri cunta liderlerinden bir hediyeydi. Pappas simdi de Watergate binasina giren Beyaz Saray ajanlarina sus payi olarak ödenmek üzere para  getirmisti. Paranin çogu Dulles zamanindan beri CIA’ya çalisan ve 1967 yilinda Yunan iktidarina el koyan albaylar cuntasinin lideri Papadopulos’un destekçilerinden gelmekteydi. Sonradan Atina Büyükelçiligine getirilen R. Keeley albaylar için söyle diyordu: “Yillardan beri bir kumpas pesindeki bu adamlar tam anlamiyla birer fasist. 1920’lerde Mussolini’nin temsil ettigi fasizmin tarifine cuk oturuyorlar; devletçilik, tek elden sanayi ve sendika yönetimi, meclis yok, trenler dakik, agir disiplin ve sansür uygulamalari…… tipik fasist idealler.”
Yunan istihbarati ve askeri kesimi, birbirini takip eden yedi Atina istasyon sefligi döneminde CIA ile müsterek çalismalar yürütmüslerdi. Onlara göre CIA ile isbirligi yapmak Beyaz Saray’a giden en kestirme yoldu. Bu yakinliga ragmen 1967 darbesi CIA için sürpriz oldu. Helms darbe hazirliklarindan haberdardi ama aldigi istihbarat dogrultusunda sartlarin olgunlasmadigini saniyordu. Üstelik darbe öncesi generallerin kendisine haber vermesi gerekiyordu. Çok kizan CIA direktörünü çalisanlardan biri söyle yatistirmaya çalisiyordu: “Bu baska bir darbe, bizimle baglantili degil. Ortaya yeni çikmis bir fikir olmali.”
Nixon’un baskanliga geldigi 1969 Ocak ayina kadar, ABD hükümetinin cuntaya karsi tavri soguk ve mesafeliydi. Cunta 20 yildan beri Atina’da CIA ile isbirligi yapan Pappas’i, Nixon ve Baskan yardimcisi Spiro Agnew’e para tasimasi için kurye olarak kullaniyordu. Agnew, Amerikan tarihinin en etkili Yunan kökenli sahsiyetiydi. Seçimlerden sonra Agnew, disisleri, savunma ve ticaret bakanlarini da yanina alarak Atina’ya gelmis ve cuntaya mühim miktarda askeri malzeme, tank, uçak vs. satmisti. CIA, bu satislarin albaylarin demokrasiye geçislerini hizlandiracagini savunuyordu. Bu bir yalandi tabii.
1973 yilina gelindiginde kalkinmis uluslar arasinda, muhaliflerine iskence uygulayan Yunan cuntasini destekleyen tek ülke ABD kalmisti. CIA albaylarin insan haklari ihlallerini dahi görmezden geliyordu. 1974 baharinda cuntanin baskanligini 22 yildir CIA ile çalisan General Ioannidis devraldi. General, ABD hükümetiyle olan tüm islerini CIA vasitasiyla hallediyor, Atina’daki ABD diplomatik misyonunu yok sayiyordu. CIA de bu durumdan pek hosnuttu.
 
********************
Kibris meselesine geçmeden önce adanin tarihi ve genel özelliklerinden bahsetmekte fayda var. Türkiye anakarasina 40 mil, Atina’ya 500 mil uzakliktaki Kibris, Hz. Muhammed Peygamber zamanindan beri Yunanlilar ve Islâm ordulari tarafindan isgal ve bölünmeler yasamistir. Kibris lideri Piskopos Makarios’tan nefret eden Yunan albaylar, onu iktidardan uzaklastirmak istemekteydi. Kibris’taki Amerikan diplomatlardan W.Crawford durumu seziyordu ama Atina’daki CIA yetkilileri, çok yakin çalistiklari albaylarin böyle bir aptalliga asla kalkismayacaklari inancindaydi. Ancak Washington’da, Disisleri Bakanliginda Kibris masasina bakan Tom Boyatt, CIA’nin Atina’daki arkadaslarinin Makarios’u alasagi etmekte kararli oldugunu anladi ve Atina Büyükelçisi H. Tasca’ya  gidip Ioannidis  ile konusmasi  talimatini  verdi. Makarios’u devirip yerine  Atina yanlisi  bir   hükümet getirilmesi çabalarindan vaz geçilmeliydi. Böyle bir sey yapilirsa Türkler adayi isgal eder ve bu da kimsenin isine gelmezdi. Ancak Tasca, Ioannidis’le daha önce hiç konusmamisti çünkü bu isleri hep CIA yapardi...
12 Temmuz 1974 Cumartesi günü, CIA’nin Atina merkezinden Disisleri Bakanligina bir telgraf gönderildi: “Müsterih olun. Cunta, Makarios’u devirmeye yönelik herhangi bir hazirlik içinde degil.” Bunun üzerine rahatlayan Boyatt hafta sonu tatiline çikar ama Pazartesi sabaha karsi 3’te acele bakanliga çagrilir. Cunta saldirmistir. Boyatt’in önüne konan iki ayri bülten birbiriyle çelismektedir. CIA’nin Nixon ve Kissinger için hazirladigi günlük istihbaratta Ioannidis’in Kibris’a birlik göndermeyecegine dair teminat verdigi yazarken; Kibris ABD elçiliginden gelen telgrafta Baskanlik sarayinin alevler içinde oldugu ve Kibris güçlerinin büyük ölçüde yok edildigi bildirilmektedir. Bu sirada Ankara’dan Türk ordusunun seferber edildigi haberi gelir. Her ikisi de ABD tarafindan egitilip silahlandirilmis olan iki NATO ordusu, Amerikan silâhlariyla savasa tutusmak üzeredir.
Sonuçta Türkler adanin kuzey sahilinden vurarak Amerikan yapimi tank ve toplarla Kibris’i ortadan ikiye böldüler. Türk kesimindeki Rumlarla, Rum kesimindeki Türkler kiyima ugradi. Temmuz ayi boyunca CIA gönderdigi raporlarda Yunan ordusu ve halkinin bütünlesmis vaziyette Ioannidis’in arkasinda oldugunu yazdi durdu ama çatismalarin sonunda cunta düstü.
CIA kayitlarinda hatiri sayilir miktarda yaniltici istihbarat bulunurdu. Sadece 1974 yilindaki örneklerden bahsedilecek olursa, Portekiz sol darbesi, Hindistan’in nükleer silah denemeleri için Washington için tam bir sürpriz olmustu ama bu olay baskaydi. Zira CIA, kendisine uyarida bulunmasi gerekenlerle neredeyse ayni yatagi paylasiyordu ama bu olaylari öngörememisti. Boyatt’in tabiriyle o muazzam ABD istihbarat aygiti, üç kurusluk bir Yunan komutan tarafindan faka bastirilmisti.
 
*****************************
8 Agustos 1974’te Nixon, ulusal güvenlik adina, CIA’ye adaletin tecellisini engellemeye dönük emir verdigini kabul ederek istifa etti. Ertesi gün Kissinger’in önüne Boyatt’tan gelen bir mesaj kondu. Yazilan suydu: “CIA, Atina’daki çalismalari hakkinda yalanlar düzmüs ve kasten ABD hükümetini Kibris konusunda yanlis yönlendirmistir. Bu yalanlar, Yunanistan, Türkiye ve Kibris arasinda savas yasanmasina yol açarak binlerce insanin hayatina mal olmustur.”
Bir hafta sonra Kibris’taki Atina Büyükelçiligi yakininda silâhli çatisma çikti. Büyükelçi R.P. Davies, çatisma sirasinda kalbinden vurularak yasamini yitirdi. Atina’da binlerce insan ABD elçiligine yürüdü ve binayi atese vermeye kalkti. O siralarda Büyükelçilige yeni bir isim atanmisti: J.Kubisch. Yeni elçi, Atina CIA istasyon sefinin degistirilmesini istedi. Bu göreve R.Welch gönderildi.
Kubisch Welch’in, eski sefin evinden farkli bir yerde yasamasini ve koruma almasini önerdi. Atina’daki Amerikan aleyhtari ortam bunu gerektirirdi. Ancak buna ihtiyaç duymayan yeni sef Welch, Noel gecesi silahli adamlarca arabasinin önü kesilerek kursun yagmuruna tutuldu. CIA tarihinde ilk defa bir istasyon sefi suikast kurbani olmustu. Büyükelçi Kubisch olay hakkinda su yorumu yapti: “ABD devletinin baskici bir rejimle bu denli içli disli olmasinin sonucunda ödenmek zorunda kalinan korkunç bir bedel!” Ödenen bu fatura, ABD’nin dis politikasini CIA’ya havale etmesinin olusturdugu maliyetin yalnizca bir bölümüydü.
“CIA Imha Edilecektir”
 
Baskan Gerald R. Ford ilk Ulusal Güvenlik Kurulu toplantisinda gizli bilgilerin basina sizmasi konusunu gündeme getirdi. Büyük gazetelerin neredeyse hepsi ABD’nin Israil ve Misir’a milyonlarca dolarlik askeri malzeme göndermek üzere oldugunu mansete tasimisti. Buna tolerans gösterilemeyecegini vurgulayan Ford basinin elindeki bazi bilgileri yayinlamasinin nasil engellenebilecegine dair bir plan sunulmasini istedi.  Schlesinger bunun için ‘Resmi Gizlilik Yasasi’nin çikartilmasi gerektigini ama ortamin buna uygun olmadigini, eldeki mevzuat çerçevesinde bu  tip  yayinlarin durdurulamayacagini belirtti.  Ulusal  Güvenlik adina  baskanlarin   uydurdugu yalanlar, gizlilige riayet kavraminin iyice tavsamasina yol açmisti. Örnek verecek olursak: U-2 meteoroloji uçagiydi aslinda, ABD Küba’yi isgal etmeyecekti; Tonkin Körfezinde gemilerimize saldirdilar; Vietnam Savasina hakli nedenlerle girdik, vs. Nixon’un düsüsüyle bu tip yalanlarin demokrasilerde bir ise yaramayacagi anlasilmisti.
Colby gizlilik konusunun öne çikmasiyla biriminin daha önemli hale gelecegini, böylece Oval Ofise daha yakin olabilecegini sanmisti ama kapilar Kissinger ile sag kolu General Haig tarafindan tutulmustu. Colby, Ford yönetimindeki Beyaz Sarayin iç çemberine hiç giremedi. CIA’nin itibarini kurtarmak adina giristigi çabalar da Aralik 1974’te hepten dumura ugradi. New York Times muhabiri Hersch, teskilâtin Amerikan vatandaslari hakkinda casusluk yaptigina iliskin bir haber yapti. Muhabir, Colby ile bir mülâkat yapmis, gizli servis direktörü de yasadisi dinleme ve gözetleme konularinin, hakkinda fazla konusulmamasi gereken aile içi meseleler olduguna deginmisti. Bu açiklama olayi kabullendigi anlamina geliyordu dolayisiyla gazetenin ertesi günkü manseti söyleydi: “CIA’nin savas karsiti güçlere karsi büyük operasyonu”.
 
****************
Colby, Schlesinger’in emri üzerine derlenen ve CIA’nin yasadisi islerinden bahseden bir raporu Kissinger’e verdi. Kissinger de raporu özetleyip Baskan Ford’a sundu. Kongrenin bu özetle ilgili sorusturmasi 1975 yilini kapsayacak sekilde sürdü. Gerçi Ford, Temsilciler Meclisi - CIA alt komisyonunda 10 yil boyunca görev yapmisti ama Amerikan halki hakkinda casusluk, insan zihnine hükmetme faaliyet ve deneyleri, suikast girisimleri gibi konulardan bihaberdi. Beyaz Sarayda cinayet komplolari kurulmaya 20.yüzyilin en saygin Cumhuriyetçi lideri Eisenhower döneminde baslanmisti. Sorusturmalar sirasinda Adalet Bakanligina vekalet eden Lawrence Silberman, CIA direktöründen kasasinda bulundugu haberini aldigi teskilâtin yasadisi faaliyetlerini içeren dosyalari istedi. Colby dosyalari verse suçlari ifsa eden adam olacak, vermese adaletin tecellisini engellemekten suçlanip hapsi boylayacakti. (Silberman daha sonralari Ford’dan CIA direktörlügü teklifi aldi ama dosyalardan edindigi bilgiler yüzünden bunu kabul etmedi.)
Sorusturmalar sirasinda Beyaz Sarayin bilgisi dahilinde bazi yabanci liderlere suikast planlari yapilip yapilmadigi konusu gündeme geldi. Göreve atanmasi sirasinda Helms’e, Allende darbesi olayinda CIA’nin parmagi olup olmadigi sorulmus ancak Helms dogruluk yemini etmis olmasina ragmen yalan söyleyerek teskilâtin bu iste parmagi olmadigini söylemisti. Halbuki deliller darbenin CIA tezgahi oldugunu açikça gösteriyordu. Helms yalan ifade suçundan federal jüri önüne çikabilirdi. Durumu Baskan Ford ile degerlendiren Helms, sorusturmanin kamuya açilmasi halinde ortaya fazlasiyla pislik dökülecegini, kendisinin de bazi itiraflara mecbur kalabilecegini söyleyerek su örnegi verdi: Robert Kennedy, Castro’ya suikast girisimlerini bizzat yönetmisti! Muhtemel facianin boyutlari büyüyordu. Ford, Kennedy suikastinin farkli cepheleri olabilecegini ilk kez ögreniyordu.
Beyaz Saray, CIA iliskileriyle ilgili sekiz ayri kongre sorusturmasi ile karsi karsiyaydi. Oval Ofis artik hasari önleyemeyecegini anlamis, en az zararla kurtulma hesaplari yapmaya baslamisti. Baskan Ford, 16 Ocak 1975’te New York Times yazarlari ve imtiyaz sahiplerine verdigi yemekte CIA’nin geçmisinin irdelenmesinin ulusal çikarlar açisindan olumsuzluk yaratacagini dile getirdi. Eger sirlar ortaya dökülürse, Truman dahil geçmisteki  tüm baskanlarin itibar kaybedecegine dikkat çekti. Bu sirlarin ne olduguna dair yöneltilen soruya “suikastler” seklindeki cevap saskinlik vericiydi ancak gazetelerin bunu haber yapmamasi daha da sasirticiydi.
Nixon’un istifasindan üç ay sonra seçilen Kongrede liberal görüsler agirliktaydi. Simdi mesele, Baskanin CIA sirlarindan hangilerini Kongreyle paylasacagini saptanmasiydi. Amaç Baskana gelecek zarari sinirli tutabilmekti. Ancak tüm gayrete ragmen sirlarin açiga çikma tehlikesi her geçen gün biraz daha büyüyordu.
   
“Saygon Hatti Kesiliyor, Tamam!”
 
2 Nisan 1975 tarihinde Bill Colby, Beyaz Sarayi arayarak ABD’nin Vietnam savasini kaybetmek üzere oldugunu bildirdi. Kissinger Büyükelçi G.Martin’e bir tahliye plani hazirlamasi talimatini verdi. Amerika’ya inanmis yerel yandaslari ve özellikle Phoenix programina katilmis olanlari buradan kurtarmak ABD’nin boynunun borcuydu. Phoenix programi, Colby’nin 1968-1971 yillari arasinda Saygonda Büyükelçi oldugu dönemde yönetimine katildigi paramiliter bir operasyondu. Tutuklamalarin, sorgulamalarin, iskencelerin yapildigi uygulamalar sirasinda 20 binden fazla Vietkong süphelisi öldürülmüstü.
Colby tahliye operasyonunun düsmanla yapilacak bir pazarlikla kan dökülmeden gerçeklesebilecegini düsünüyordu ama Kissinger görüsmeler yoluyla elde edilebilecek bir baris anlasmasina taraftar degildi. 9 Nisan’da Colby, Beyaz Saraya komünist birliklerinin Güney Vietnam, Laos ve Kamboçya baskentlerini ele geçirmek üzere olduklarini bildirdi. ABD’nin askeri ve istihbarat güçleriyle 20 yildan beri verdigi ugras, bosa çikmak üzereydi. Saygon’un düsmesi durumunda hayatlari riske girecek binlerce ABD vatandasi ve onbinlerce Güney Vietnamli yandas vardi. Düsmanin intikam duygusuyla onlara zarar vermesi kaçinilmazdi. Colby, ABD tarihinin bu en büyük acil tahliye operasyonu için Kongre’nin ödenek çikarmasini istiyordu ancak zirvedeki yetkililer bu çagriya kulak tikadi.
 
***************
Colby’i en iyi anlayan Saygon CIA istasyon sefi Polgar, 29 Nisan 1975 sabahi top sesiyle uyandiginda havaalani ates altindaydi ve 7 personel nakil helikopteri tahrip edilmisti. Güney Vietnam ordusu ve polis gücü dagilmis, sokaklarda anarsi baslamisti. Büyükelçilik binasindaki görevlilerse yöneticilerine duyduklari kizginlikla  duvarlarda asili duran Nixon ve Kissinger resimlerini indirip parçalamaya baslamisti. Ayni gün Ford, Saygon’daki ABD elçiliginin kapatilmasi emrini verdi. Karanlik basmadan tüm Amerikalilar sehirden çikarilmaliydi. Elçiligin etrafi panik içindeki binlerce Vietnamli tarafindan sarilmisti. Giris çikislar için tek yol elçilik otoparkiyla Fransiz elçiligi arasindaki gizli yeralti tüneliydi. Büyükelçi Martin, karisi ve hizmetçilerini bu yolla elçilige getirebildi. Güney Vietnam basbakan yardimcisiyla üst düzey askeri ve sivil erkani, aileleriyle birlikte Polgar’in evine siginmisti.
Ford tahliye emrini verdiginde kiyidan 80 mil açiktaki gemilerden havalanan helikopterler, elçilikten bine yakin Amerikali ile 6 bin civarinda Vietnamliyi daha güvenli bölgelere tasidi. Polgar bürosundaki önemli  evrakla sifreleri yakti ve Washington’a su veda mesajini gönderdikten sonra telsiz cihazini imha etti: “Bu Saygon istasyonundan gönderilen son mesajdir... Uzun bir savas oldu ve kaybettik... Tarihten ders almayanlar,  hatalarini tekrarlamak zorunda kalirlar... Umalim ki bu kez dersimizi almis olalim ve bir Vietnam deneyimi daha yasamayalim. Saygon hatti kesiliyor. Tamam!” Tam 30 yil sonra Polgar, terk anini söyle anlatacakti: “Kaybedilmis bir davanin liderleri olarak binanin çatisindan helikoptere tirmanirirken, elçilik bahçesinde beklesen binlerce insani kaderleriyle bas basa biraktigimizi biliyorduk”.
 
****************
Laos’daki uzun savasin sonu Long Tieng vadisinde geldi. CIA adina çarpisan onbinlerce Hmong savasçisi aileleriyle birlikte bu ileri karakolda toplanmisi. Tepelerde komünist birlikler mevzilenmisti. CIA’nin 15 yil boyunca paramiliter faaliyetlerde kullandigi bu insanlari kurtarmak için hiçbir plani yoktu. Elde kalan 35 kisilik son iki C-46 uçagiyla agir agir bir tahliye operasyonu basladi. Tayland’daki ABD askeri destek birlikleri  komutani
H. Aderholt son bir gayretle bir kargo uçagi bularak cebinden ödedigi 5 bin dolarla sivil bir pilot tuttu. Böylece yüzlerce Hmong yerlisini Long Tieng vadisinden tahliye etti. Canini kurtarabilen Hmonglar asla Laos’a geri dönemeyecek, hayatlarinin geri kalanini mülteci kamplarinda veya sürgünde geçirecekti. Bir CIA yetkilisinin ifadesiyle, o firtinali yillar boyunca canla basla teskilât için çalismis insanlara karsi ahlâki sorumlulugunun gereklerini yerine getirilmemisti.
   
“Etkisiz ve Korkmus”
 
1975 yilinin sonbaharinda CIA, istilaya ugramis bir sehir gibi adeta yagmalanmaya basladi. Kongre komiteleri dosyalari taramakta, Senato komisyonu gizli operasyonlari mercek altina almakta, casusluk faaliyetleri ve bunlara dayanarak hazirlanan analiz raporlari didiklenmekteydi. Washington sokaklarinda Colby’nin kuru kafa seklinde betimlenmis resimleri boy göstermekteydi. Teskilatin önde gelenleri, gerek kariyer, gerek sahsi yasantilarina iliskin endiseye kapilmisti. Böyle bir ortamda Baskan ve adamlari 13 Ekim 1975 tarihinde siyasi linç korkusu içinde Oval Ofiste toplandilar. Colby, Baskan’a ABD’nin herhangi bir suikast olayiyla baglantisini kanitlayacak bir belgenin ortaya çikmasinin dis siyaset felaketi olacagini söyledi ve sordu; “Beyaz Saray Kongre ile mahkemelik mi olacak?” Beyaz Saray Idari Isler Baskani D. Rumsfeld, yasal bir savasa girmektense siyasi bir mücadeleye girismenin daha evla olacagini belirtti.
Kisa süre sonra Baskan Ford kabinede, ve üst düzey bürokraside önemli degisiklikler yapti. Savunma Bakani Schlesinger’in yerine D. Rumsfeld getirildi. Gizli operasyonlar birim baskani B. Colby’nin isine son verildi. Beyaz Saray Idari Isler Baskanligina Dick Cheney getirildi. CIA Baskanligina da George Herbert Walker Bush atandi. Görünüste tuhaf bir seçimdi bu çünkü Bush ne bir komutan ne de bir casustu. Üstelik istihbarat hakkinda hiçbir sey bilmiyordu. Iki dönem kongrede görev yapmis, iki kez de Senato üyeligine adayligini koymus ama kazanamamisti. Ford, 1974 Agustosunda neredeyse Bush’u baskan yardimcisi yapacakti ama bu suya düsünce teselli ödülü olarak prestijli bir bölgeye büyükelçi olmasi teklif edildi. Çin’i seçen Bush, kalin bir mercegin ardindan da olsa CIA mücadelesine tanik oldu. Dünya gündemini Amerikan’in Sesi radyosu ve iki üç haftalik gazetelerden takip edebiliyordu. CIA Direktörlügünü kabul etmekle siyasi kariyerini sonlandirdigindan kaygilaniyordu ama isin içine girdikçe yeni görevini benimsedi. 11 aylik görev süresince teskilatin genel merkezinde bozulmus olan moralleri yükseltip CIA’yi elestirilere karsi basariyla savunarak kurumu,  kariyer hirsini tatmin edecek sekilde siyasi bir basamak olarak akillica kullandi.
Bunun disinda fazlaca bir sey yapmadi çünkü daha isin basinda Savunma Bakani Rumsfeld engeliyle karsilasmisti. Istihbarat bütçesinin %80’inden fazlasi Rumsfeld’in kontrolündeydi. Bakanin önceligi savas meydanlarindaki Amerikan askerlerine destek saglamak amaciyla casus uydular, elektronik gözetleme, askeri istihbarat konulariydi. Rumsfeld’in bir CIA paranoyasi vardi. Teskilâtin, kendisiyle ilgili casusluk yaptigindan bile süpheleniyordu. Dolayisiyla Bush’un gizli harcamalarina para tahsis etme fikrinden uzak duruyordu.
 
********************
Senatonun çok daha siki denetimi altina giren CIA’nin yürüttügü pek az gizli operasyon kalmisti. Bush yazili olarak sorulan sorulara su cevabi vermistir: “Kongrenin sorusturmalari, teskilâta etkilerini uzun süre koruyacak ciddi zararlar vermistir. Bu girisimler yabanci istihbarat teskilatlari ve dünyanin her kösesindeki irtibat noktalarimizla olan iliskilerimizi geriletmis, daha önemlisi ülkenin en yetenekli devlet memurlarindan olusan kadrolarimizin çalisma azmini ve moralini harap etmistir.”
Bush’un bahsettigi moral çöküntüsünün bir sonucunu da 1976’daki Angola olaylarinda görürüz. Saygon’un düsüsünden iki ay sonra Baskan Ford, Angola’nin komünistlerin eline geçmesini önlemek maksadiyla büyük bir operasyonu onaylamisti. Ülke uzun yillar Portekiz’in sömürgesiydi. Lizbon’un liderleri Avrupa’nin en beter sömürgecisi çiktilar ve ülkeyi terk ederken tam anlamiyla yagmaladilar. Angola bir kaos ortaminda kendi haline birakilmis, hasim güçler iktidar için birbirlerini yemeye baslamisti. Petrol zengini Angola, komünist güçlere birakilamazdi. CIA eski dostu Kongo lideri Mobutu vasitasiyla Angola’ya 32 milyon dolar nakit ve 16 milyon dolar degerinde silah gönderdi. Para ve silahlar azgin anti-komünist çetecilerin eline geçti. Olaylari koordine eden ABD disisleri, Vietnam’in acisi bu kadar tazeyken Kongreden Afrika’ya Amerikan askeri gönderilmesi yetkisi isteyemezdi. Savasa dogrudan müdahale yerine dolayli destekle yetinildi. Bu da Moskova ve Havana destekli düsman gruplarin baskenti ele geçirmesini önleyemedi. Kissinger 28 milyon dolarlik bir ek yardim paketi göndermek istedi ama CIA’nin ihtiyat fonunda para kalmamisti. Kongre de Angolali gerillalara gizli destegin kesildigini kamuya açiklayinca operasyon yari yoldayken çanina ot tikandi. Daha önce böyle bir deneyim hiç yasanmamisti.
   
******************
Bush, 4 Temmuz 1976’da Georgia valisi ve Demokratlarin Baskan adayi Carter ile bir araya gelerek dünya olaylari ve CIA’nin rolüyle ilgili bilgi verdi. Baska hiçbir baskanin, daha adaylik sürecindeyken sözü edilen konularla bu kadar yakindan ilgilendigi görülmemisti. Toplantilar sirasinda kendisi de deniz kuvvetlerinde nükleer mühendislik yapmis olan Carter, ABD’nin gizli stratejik silah gücü hakkinda etrafli bilgi sahibi oldu. Özellikle Ruslarin nükleer kapasitesi ve bunun tespitinde casus uydularin oynadigi rol üzerinde duruyordu. Bu bilgiler, Stratejik Silahlarin Sinirlandirilmasi Antlasmasi (SALT)görüsmeleri açisindan büyük önem tasiyordu. Bush birinci nesil uydulardan çekilen fotograflarin Nixon ve Ford yönetimlerine SALT görüsmeleri sirasinda çok fayda sagladigini anlatti. Ama simdi ikinci nesil casus uydular devreye girmek üzereydi. Artik fotograf çekip banyo edilmesiyle ugrasilmayacakti. Key Hole (Anahtar Deligi) kod adli bu program çerçevesinde gelistirilen uydular TV kameralariyla donatilmisti ve gerçek zamanli görüntüler iletebiliyordu. Ruslarin  görüsme  masasinda sahip olduklari stratejik silahlar hakkinda dogru bilgi verip vermedikleri artik çok daha kolay ve saglikli biçimde denetlenebilecekti.
 
Vaktiyle Kennedy ve Nixon’un yaptiklarina benzer bir TV tartisma programinda Carter özellikle dis politika alaninda elde ettigi puanlarla Ford’u sildi süpürdü. Carter bu program sirasinda CIA’ya dokundurmaktan da geri duramadi: “Vietnam, Kamboçya, CIA, Watergate gibi konulara ragmen, devlet sistemimiz hala dünyadaki devlet sistemlerinin en iyisidir.”
Bush 1976 Kasiminda, zaferle sonlandirdigi seçimden yeni çikan Carter’la son bir görüsme yaparak CIA’nin sürmekte olan operasyonlariyla mali destek verdigi yabanci devlet baskanlari hakkinda (Ürdün Krali Hüseyin, Kongo Devlet Baskani Mobutu, sonradan ülkenin basina diktatör olarak gelecek olan Panama’nin güçlü adami Manuel Noriega gibi) bilgi verdi.
Bush’un edindigi izlenimlere göre Carter yabanci liderlere maddi destek verilmesini dogru bulmuyordu. Carter’in Bush’la ilgili dikkatini çeken husus ise onun CIA Direktörlügünde kalma konusundaki istekliligi idi. Bu konuda çok sonralari verdigi bir beyanatta söyle demistir: “Bush’un CIA direktörü olarak kalmasina riza gösterseydim asla Baskan olamazdi. Kariyeri bambaska yönlere savrulurdu.”
1976 sonlarina dogru Bush, teskilattaki bazi yakin çalisma arkadaslariyla ters düsmeye basladi. Bazi kesimler, CIA’nin Sovyetlerin nükleer gücüyle ilgili tahminlerinin çok yaniltici biçimde düsük gösterildigini iddia ediyordu. Bush oldukça tartismali siyasi bir karar olarak Sovyet askeri gücünün analizini yapacak bagimsiz bir B ekibi kurulmasini onayladi. Bu ekip yumusama politikalarini onaylamayan asiri sagci Cumhuriyetçiler arasindan seçilmis, gelecegin savunma bakani Wolfowitz gibi kisilerden olusuyordu. B ekibi askeri yatirimlarini ve gücünü muazzam biçimde artiran bir Sovyetler portresi çizdi. Oysa gerçek bunun tersiydi. Raporda, Ruslara ait kitalararasi balistik füze ve bombardiman uçagi sayisi asiri yüksekmis gibi, olmayan tehditler varmis gibi, hayâl asamasindaki teknolojiler hayata geçirilmis gibi gösterildi. En önemlisiyse Sovyetlerin sürpriz bir nükleer saldiri hazirliginda oldugu iddiasiydi. Tüm bu temelsiz bilgiler de yandas basina sizdirilarak kamuoyu olusturma çabasina girisildi.
B ekibinin yarattigi kasirga yüzünden Pentagon savunma harcamalarini asiri biçimde yükseltti. Soguk Savasin bitmesinden sonra B ekibinin bulgularinin dogru olup olmadigi arastirildi ve hepsinin yanlis oldugu anlasildi. Bush, görevini teslim etmek üzere olan Ford, Kissinger ve Rumsfeld üçlüsüne son Ulusal Güvenlik Kurulu toplantisinda aldatildigini söyledi.
Nixon’un CIA’ya, Sovyet nükleer gücüne dair tahminlerini yükseltme talimati verdigi 1969’dan beri söz konusu analiz ve degerlendirmeler asikâr biçimde siyasi bir nitelik kazanmisti. Ulusal Kesif ve Tahminler Dairesi Baskani Jon Huizenga 1971’de CIA tarihçilerine açikça sunlari söyledi: “Geriye dönüp baktigimda, bu hükümete görev yapan  istihbarat  kuruluslarinin,  siyasi bir  çekisme  riskini göze  almadan  dürüst bir  istihbarat  analiz raporu sunabilecegine ihtimal vermiyorum. Özelikle Güney Asya ve Sovyet stratejik gücü hakkindaki raporlara asiri biçimde siyaset bulasmistir. Kaldi ki istihbarat raporlarinin politika yapicilar nezdinde bir etkisi de yoktu. Politikacilar ellerinde kendi düsünceleriyle dolu çantalarla göreve geliyorlar islerini de bu düsünceler dogrultusunda görüyorlardi. Istenirdi ki bu raporlar, politikacilarin dünyayi daha iyi anlama, saglikli stratejiler olusturma yeteneklerini gelistirsin. Ama bu çok iddiali bir beklentiydi.” Bu düsünceler ne merkezi istihbaratin baskani ne de gelecekteki ABD baskanlari tarafindan umursandi.
 
******************
Bush CIA genel merkezinde çalisanlara hitaben yaptigi veda konusmasinda, günün birinde Amerikan halkina CIA’nin gerçek yüceligini daha iyi anlatabilme olanagi bulmayi umdugunu söyledi. Çalisanlarinin gözünde Bush, gizli servisi kurtarmak adina yaptigi çalismalarla çokça olumlu puan toplamasina karsin, CIA’nin politikacilar tarafindan güdülmesine engel olamamisti.
J. Carter’in Baskanlik görevini devralmasindan önceki son Güvenlik Konseyi toplantisinda Kissinger sunlari söyledi: “Istihbarat analizlerinin kalitesinin düstügü yönündeki görüslere katilmiyorum ancak ayni seyi gizli operasyonlar konusunda söyleyemem. Daha fazlasini gerçeklestirmeliydik”. CIA’nin imajini en fazla yükselten direktörlerden biri olan G.H.W. Bush, gülerek söyle karsilik verdi: “Haklisin Henry, ikimiz de etkisiz ve kifayetsiz çiktik, korkmustuk...”.
 
***************
BÖLÜM V
 
“Sevindirmeyen Zafer”
 
Carter, Reagan ve George H.W. Bush Yönetimleri Döneminde CIA 1977-1993
“Niyeti Rejimi Ortadan Kaldirmak Degil Evrilmesini Saglamakti”
 
Jimmy Carter seçim kampanyalari sirasinda CIA teskilâtini ‘ulusal yüz karasi’ olarak nitelemisti. Iktidara  geldikten sonra ise en az Nixon ve Ford’un onayladigi kadar gizli operasyona imza atti. Onlardan farkli yönüyse bu imzalari insan haklari adina atmis olusuydu. Sorun, CIA’nin artik yozlasmis gücünü, bu yeni misyon ile  uyumlu hale getirebilmekti. CIA direktörünü, yine üçüncü denemeden sonra istihbarat dünyasinin disindan buldu. NATO’nun güney kanadinin komutani olan Amiral Turner, konuya yabanci oldugunu inkar etmeksizin kisa süre içinde otoritesini kurdu.
Çogu kisi Carter’in Turner’i çagirip ‘temizle sunu!’ diye talimat vermesini bekliyordu ama öyle olmadi. Baskan iyi ve kaliteli istihbarat pesindeydi. Uzay sistemlerini, casusluk mekanizmalarini, olan bitenin hangi yöntemlerle analiz edildigini ögrenip anlamaya çalisti. Görüsmelerden sonra Turner, Baskanin ABD yasalarina ve ahlâki kurallarina kesin olarak uyulmasini istedigini anlamisti. Bu yüzden, “Söz konusu kurallarin sinirina dayandigimizi hissettigimde kendisine gider, devam edip etmeme konusunda onayini alirdim. Çogunlukla da bu onayi verirdi,” demistir. Yine Turner’in ifadesiyle Carter yönetiminin gizli operasyonlara yönelik önyargisi yoktu. Bu önyargi daha önce yasananlar nedeniyle kamuoyunda gördügü tepki yüzünden bizatihi CIA bünyesinde mevcuttu. Buna ilginç bir örnek olabilecek bir durum su sekilde gelisti: Terörist bir örgüt içine bir CIA ajani yerlestirilmistir. Örgüt yönetimi bu kisinin gerçek bir dava adami olup olmadigini anlamak için son bir sinavdan geçirmek ister. Kendisine verilen bir hükümet üyesini öldürme görevi verilir. Ajan bu görevi yerine getirecek midir? Turner  buna izin vermez, ABD bir cinayet islenmesine alet olmayacaktir.
Turner kisa sürede teskilat içinde gerçek casusluk yanlilariyla, elektronik casusluk yanlilari arasinda bir çekisme yasandigini farketti. Tercihini aletlerden yana kullanan Turner, zamaninin ve enerjisinin büyük kismini ABD’nin casus uydular vasitasiyla dünyayi daha kapsamli biçimde gözlemleyebilmesi çalismalarina ayirdi. Carter, teskilatin analiz ve öngörü çalismalarindan memnun degildi. CIA tarafindan kendisine sunulan günlük istihbarat notlari, gazetelerde okuduklarindan farkli olmayan, derinlikten yoksun söylemlerden ibaretti. Turner da bu görüslere katildi. CIA yeni Baskan ve Direktörle zorlu bir döneme girecege benziyordu.
 
*******************
Carter’in ulusal güvenlik ekibindeki bes üyeden dördünün, dört farkli gündemi bulunuyordu. Baskan ve Baskan yardimcisi yeni ABD dis politikasini Insan Haklari üzerine temellendirmek, Disisleri Bakani C.Vance silahlanma yarisina son vermek istiyordu. Savunma Bakani Brown ise Pentagon’un taleplerinden 1 milyar dolar daha ucuza mal edilebilecek yeni nesil askeri ve istihbari teknolojiler gelistirme amacindaydi. Ulusal Güvenlik Kurulu danismani Z.Brzezinski ise bu baykuslarla güvercinler arasindaki sahindi. Varsova’nin yüzyillardir Moskova yüzünden çektigi acilar, Polonya kökenli Brzezinski’nin düsünce yapisini sekillendirmisti. Amaci, ABD’nin Dogu Avrupa ülkelerinin kalplerini ve zihinlerini kazanmasina yardimci olmakti. Bu amacini Baskanin dis politika prensipleriyle harmanlayarak Sovyetleri en zayif yerlerinden vurmak istiyordu. Brzezinski, Carter’in onayiyla Moskova, Varsova ve Prag’a yönelik bir dizi gizli eylem baslatti. Teskilata, Polonya ve Çekoslovakya’da Sovyet karsiti düsünceleri destekleyen kitaplar, dergiler basilip dagitilmasi emrini verdi. Ukrayna ve diger Sovyet etnik gruplarin siyasi çabalarini destekledi. Faks, kaset gibi iletisim araçlariyla komünist rejimin baski yoluyla kurmaya çalistigi zihinsel tahakkümü kurmaya çalisti.
Carter yönetimi insan haklari söylemleriyle Soguk Savas sürecinde yeni bir mevzi açiyordu. Sovyet hükümetini kendi halkinin gözünden düsürüp yasalligini tartisilir hale getirmeyi hedefliyordu. Carter’in amaci Sovyetlerin algiladigi gibi rejimi ortadan kaldirmak degil, degistirip evrilmesini saglamakti.
CIA, demir perde arkasina sarkip yetenekli ajanlari vasitasiyla istihbarat edinebiliyordu ama Sovyetlerin niyetini bir türlü çözemiyordu ki aslinda teskilâtin en temel görevi buydu. Politbüro içine bir ajan sokulabilse tüm CIA düsleri gerçek olurdu. 1970 sonlarinda Politbüro yaslilardan kurulu, yozlasmis köhne bir yapiydi. Imparatorlugu ise tehlikeli biçimde yayilmisti ama içten içe çökmekteydi. Siyasi ihtirasi yüksek olan Sovyet istihbarat baskani Andropov, Kremlin’deki titrek patronlarini memnun edecek sekilde Sovyetlerin bir süper güç oldugu algisi yaratmisti. Amiral Turner bu konuda söyle diyor: “1978’den itibaren Sovyet ekonomisinin ciddi bir sikinti içinde oldugunu farkindaydik ama bir adim öteye giderek bu sikintilarin siyasi sikintilara da yol açabilecegini öngöremedik. Stalin dönemi benzeri tedbirler alarak kemerleri sikip yollarina devam ederler sandik.” Carter’in insan haklari ilkelerini uluslararasi bir kurallar dizini olarak dünya geneline yerlestirme arzusu, gizli servis çalisanlarinin birçogunun gözünde uhrevî bir çabaydi ama SSCB’nin sonunu hizlandiran bir islevi oldu.
 
**************
Baskan Carter, Güney Afrika’da irk ayrimciligina dayanan rejimi sarsmak için de CIA’yi kullanmaya çalismisti. Bu tutumu 30 yillik Soguk Savas politikalarinin yönünü degistirdi. 8 Subat 1977’de Oval Ofis’teki toplantida Güney Afrika’daki irkçi rejimin degistirilmesi vaktinin geldigi kararlastirildi. Brzezinski’nin endisesi siyahlarla beyazlarin savasinin, kizillara karsi beyazlar savasina dönüsmesiydi. Buna ragmen, uzun ve acili bir mücadele baslatilacaksa, irk sorunu ugruna olmasa bile tarihi gelismelerin dogru tarafinda bulunabilmek adina savasin hemen baslatilmasindan yanaydi. Carter, CIA’ya Güney Afrika ve onun irkçi müttefiki Rodezya üzerine nasil bir siyasi ve ekonomik baski kurulabilecegine yönelik plan yapmasi emrini verdi.
Sovyetler, irk ayrimciliginin (apartheid) en güçlü düsmani Afrika Ulusal Kongresinin siki bir destekçisiydi. Kongre’nin lideri, biraz da CIA’nin katkilariyla 1962 yilindan beri tutukluydu. Vaktiyle Güney Afrika Güvenlik Servisi ve Rodezya’nin irkçi beyaz yönetimiyle isbirligi yapmis olan CIA, simdi bir yandan Sovyetleri Afrika’nin güneyinden uzaklastirmaya bir yandan da Afrika’nin siyah yönetimlerinin destegini almaya soyunmustu.  Teskilat iki yil boyunca irk ayrimci rejimlerle ilgili istihbarat çalismasi yapti ancak bu çalismalar CIA ajanlarinin Rodezya yönetimince yakalanmasiyla sonuçlandi. Panikleyen teskilât, bölgedeki ofislerini kapatip casuslarini geri çekti. CIA’nin gayretleri, Baskan’in insan haklari politikalarinin hayata geçirilmesine yetmemisti.
 
*****************
   
Turner, Carter’in Amerikan halkina asla yalan söylememek biçimindeki andina sadik kalmak istiyordu ama bu gerçeklestirilmesi zor bir hedefti. Zira ajanlarin isi ancak yalan dolanla basarilabilecek türden bir isti. 1978’de ABD Yugoslavya Büyükelçisinin eline gizli servis tarafindan hazirlanmis bir yönerge geçti. Turner’in bilgisi disinda hazirlanarak dünyadaki tüm CIA istasyon seflerine gönderilen bu yönergede örtülü operasyonlarin ülkedeki büyükelçilerden gizli tutulmasi talimati veriliyordu. Bu talimat açikça Baskanlik emirlerini ihlal etmekteydi. Büyükelçi L. Eegleburger (Bush döneminde disisleri bakani) Turner’a su mesaji iletti: “Yugoslavya’daki isiniz bitmistir. Bu talimati yürürlükten kaldirincaya dek buradaki bürolariniza dahi giremeyecek, hiçbir isinizi yürütemeyeceksiniz.”
Nixon döneminde baslatilan gizli servislerdeki eleman eksiltmelerine Carter’in destegiyle Turner da devam etti ve birimin basina McMahon’u getirdi. O da kongre üyelerine CIA’nin ve gizli servisin gerçek anlamda ne oldugunu anlatmakla ise basladi. “Siz Moskova’da çalismanin ne demek oldugunu biliyor musunuz?” diyerek kongre üyelerine, casuslarin kullandigi bir yigin elektronik zimbirtiyi gösterdi. Bu gösteri ise yaradi ki kendisine casusluk faaliyetleri için talep ettigi bütçenin çok daha fazlasi verildi. Ayni hafta, dünya CIA’nin tepesine yikilmaya basladi.
 
******************
11 Subat 1979’da Sah’in ordulari çöktü ve bagnaz Ayetullahlar Tahran yönetimini ele geçirdi. Üç gün sonra ABD yönetimini ayni siddetle sarsan bir suikast haberi geldi. Afganistan’in ABD Büyükelçisi Adolph ‘Spike’ Dubs, Kâbil’de, sokak ortasindan, Rus yanlisi kukla Afgan hükümeti hesabina çalisan çeteciler tarafindan kaçirilarak öldürüldü. Bu olay Afganistan’da islerin kontrolden çikmak üzere oldugunun isaretiydi. Pakistan’in destekledigi Islamci âsiler, Allahsiz hükümetlerine karsi bir darbe hazirligindaydi. SSCB’nin yasli yöneticileri Güney’e korkuyla bakmaya basladi. Kendi ülkelerinde 40 milyondan fazla Müslüman yasamaktaydi. Islam köktendinciliginin alevleri Sovyet sinirlarini yalamaya baslamisti. Afganistan kaybedilemezdi.
Suikast olayini takip eden on ay boyunca CIA, ABD baskanini, dünyanin çehresini degistirecek bir isgal konusunda uyarma görevini yerine getiremedi. Teskilâtin Sovyetlerin olanaklarina dair bir fikri vardi ama niyetleri hakkinda hiçbir fikri yoktu. Beyaz Saray’a gönderilen çok gizli CIA bülteninde Sovyetlerin Afganistan’a kara birlikleri gönderme niyeti olmadigi yaziyordu. O hafta, yâni 1979 Mart’inin dördüncü haftasinda 30 bin kisiden olusan Sovyet birlikleri tank ve toplariyla Afgan sinirina dayandi.
Temmuz-Agustos aylari boyunca Islâmci âsilerin isyani genisledi. Sovyetler Kâbil yakinlarindaki Bagram hava üssüne hava komandolari gönderdi. Bu gelisme ve Brzezinski’nin uyarisi üzerine Carter gizli operasyon emrini onayladi. CIA’ya, Afgan isyancilara para ve tibbi malzeme götürme talimati verildi. Bu dönemde 13 Sovyet generali Kâbil’e gönderilmis olmasina karsin, CIA hâlâ Baskana müsterih olmasini söylüyordu, Sovyetler dogrudan bir askeri müdahalede bulunmayacakti.
Eylül ayinda Turner, Sovyetlerin Afganistan’daki rejimin çökmemesi için küçük çapli dogrudan girisimlerde bulunabilecegi uyarisinda bulundu. Bunun üzerine Afganistan meselesiyle uzaktan yakindan ilgili tüm uzmanlar bir araya gelerek durum degerlendirme toplantisi yapti. Sonuç Moskova’nin Afganistan’i isgal etmeyecegiydi. Ama Sovyet birliklerinin ülkeye girisi ve sinirdaki hareketlilik devam ediyordu. CIA’ya göre bu birlikler hava üssünün isyancilara karsi korunmasina takviye için geliyordu. Kimsenin isgalden bahsettigi yoktu. Bunun için çok daha büyük kuvvetler gerekecegi kanisi hakimdi. Birkaç gün sonra isgalin basladigi haberi geldi (Aralik 1979). Carter derhal gizli bir operasyon emri verdi. Tüm dünyadan Afgan direnisçilere silah yardimi yagmaya basladi ama Sovyet isgali olmus bitmisti bile.
CIA sadece isgali atlamakla kalmamis, atladigini da kabul etmemisti. 2000 yildan beri tüm isgalcilere mezar olmus bu topraklari hangi akli basinda insan isgal etmek isteyebilirdi ki? Basarisizligin nedeni istihbarat yetersizligi degildi, hayalgücü ve öngörü eksikligiydi. CIA’nin önde gelen analistlerinden D. MacEachin,   olaydan
   
20 yil sonra sunlari yazacakti: “ABD için Sovyet isgali bir ‘seyir sporu’na dönüsmüstü. Tribünlerden çok ses çikiyordu ama bunun oyun sahasina pek etkisi olmuyordu.” Bu etkinin ortaya çikmasi için “Büyük Oyun”un ikinci perdesinin beklenmesi gerekiyordu.
“Resmen Ayakta Uyumustuk”
 
Sah, CIA güvencesinde tahta oturdugu 1953’ten beri ABD’nin Orta Dogu siyasetinin temel tasiydi. Baskan Nixon, 1971’de yaptigi bir söyleside Sah hakkinda söyle demisti: “Keske dünyada onun uzak görüslülügüne sahip birkaç lider daha olsaydi. Esas itibariyle bir diktatör olmasina karsin ülkesini sevecen biçimde yönetme kabiliyetinde biri.”
Nixon, Helms’i 1973’te Iran’a büyükelçi olarak gönderdi. Iranlilar, Musaddik’in devrilmesinden CIA’yi sorumlu tutardi. CIA ile iliskisi bu denli açik olan Helms gibi birinin Tahran’a tayini sasirticiydi zira ABD bu tayinle adeta “Sah bizim kuklamizdir” mesajini veriyordu. Carter ise Aralik 1977’de Iran’i “Firtinali bir denizde istikrar adasi” olarak nitelemisti. Bu, son on bes yildir CIA’nin da paylasip teyit ettigi bir görüstü. Ne var ki, birkaç hafta sonra Tahran’a gelen ve gizli servisin en cesur ajanlarindan biri olan Howard Hart’in sokak izlenimleri ayni dogrultuda degildi. Yazdigi raporlar o güne kadar CIA tarafindan söylenenlerin tam tersini söylüyordu. Kötümser düsünceleri yansitan bu raporlar hasir alti edildi. 1978 Agustosunda Beyaz Saray’a verilen raporda Iran’da bir devrim olasiliginin bulunmadigi yaziyordu.
Birkaç hafta içinde sokak gösterileri basladi. Sah Ocak 1979’da ülkeyi terk etti. Hart’in takip eden birkaç gün içindeki izlenimleri daha da kötümserdi. Hatta sokakta dolastigi sirada, 77 yasinda bagnaz bir dinci olan Humeyni taraftarlarinca etrafi sarilarak CIA ajani oldugu suçlamasiyla hakaret edilip dövülmüs ve canini zor kurtarmisti.
 
*********
Sürgünde bulunan Ayetullah Humeyni, 1 Subat 1979’da Iran’a döndü. Sokaklardaki kargasanin büyümesi  üzerine içlerinde bazi elçilik çalisanlarinin da bulundugu binlerce Amerikali Iran’dan tahliye edildi. Bu arada iktidarda hala laik bir basbakan bulunuyor ve çalismalarini Devrim Konseyi ile birlikte yürütüyordu. Bu süreçte CIA söz konusu basbakani Saddam Hüseyin aleyhine etkileyip ona karsi harekete geçirme ugrasina devam etti. CIA içinde, yasli bir mollanin iktidari ele geçirerek Iran’i bir Islam Cumhuriyetine dönüstürebilecegine ihtimal veren yok gibiydi. Turner bu konuda sunlari söylüyordu: “Humeyni’nin kim oldugunu, hareketin hangi boyutta destek buldugunu çözemiyorduk. Bu sahsin 7. asirdan kalma dünya görüslerinin, ABD için ne anlama geldigini  de kavrayamiyorduk... Açikçasi resmen ayakta uyuyorduk!”
18 Mart 1979 sabahi H. Hart, vaktiyle teskilâta çok yararli hizmetlerde bulunmus bir SAVAK görevlisini Tahran’dan kaçiracak belgeleri kendisine teslim etmis evine dönüyordu. Sokakta bir grup Devrim Muhafizi ile karsilasti. Muhafizlar Hart’i, “CIA, CIA” haykirislariyla dövmeye basladi. Deneyimli ajan silâhini çekerek dayakçilardan ikisini öldürdü ve kaçti. Yillar sonra kendisini dövenlerin gözlerindeki savas piriltisini hiç unutamadigini söyledi ve ekledi; “ Amerikan ulusu olarak bu olaylari hiç mi hiç anlamiyorduk”.
 
*****************
Egitimli elitlerden kara cahile kadar Iran toplumunun tümü, CIA’nin her seye gücü yetebilen bir yapi oldugu kanisindaydi. Isin aslina asla inanamazlardi. 1979 yazinda CIA Tahran sefliginde yalnizca dört kisi görevliydi. Dördü de Iran’a yeni ayak basmisti. Vietnam’da savas pilotu olan ve CIA saflarina yeni katilmis bulunan W.J. Daugherty, Iran hakkinda pek az sey bildigini, Iranlilar hakkinda ise hiçbir fikri olmadigini anlatiyordu. Ne ögrendiyse Disislerinde gördügü üç haftalik kurstan ve medya haberlerinden ögrenmisti.
Bes ay önce bir grup Marksist Iranli, ABD elçiligini basmisti. Ayetullahçilar karsi saldiriya geçip komünistleri binadan atarak   Amerikalilari   kurtarmisti. CIA  Genel   Merkezindeki Iran  Masasi   Sefi, Tahran  çalisanlarina müsterih olmalarini, baska bir baskinin yasanmayacagini söyledi, yeter ki Sah’in ABD’ye girisine müsaade edilerek halk tahrik edilmesin...
21 Ekim 1979’da Daugherty, ofise gelen yeni bir telgraftan Iran’dan sürgün edilen Sah’in ABD’ye girisine izin verildigi haberini gözleri faltasi gibi açilarak okudu. Sah’in siyaset dünyasindaki dostlarindan, özellikle Kissinger’den gelen baskiya dayanamayan Carter, sonradan çok pisman olacagi bu izni vermek zorunda kalmisti. Carter o günleri; “20 askerimizi rehin alip her sabah birini öldürseler ne yapardik? Iran’la savasa mi girerdik?” düsünceleriyle ürpererek hatirladigini söyler.
Iki hafta sonra Ayetullah yanlisi bir grup Iranli ögrenci Tahran ABD Büyükelçiligini kusatti. 53 elçilik görevlisini rehin alip Carter iktidarinin sonuna kadar tam 144 gün boyunca tutsak ettiler. Haftalar boyu hücre hapsinde sorgulanan Daugherty bir anisini söyle anlatir: “Muhafizlar, elçilik arsivinde bulduklari bir evraki yüzüme çarptilar. Evrakta açik kimligim 10 ay önce hangi CIA yetkisiyle Tahran’a gönderildigim yaziyordu. Orta  Dogu’daki CIA yapilanmasinin basi oldugumu, Humeyni’yi öldürüp Kürtleri Tahran hükümetine karsi ayaklandirmakla görevlendirildigimi saniyorlardi. Onlari, bu islerle alâkam olmadigina bir türlü ikna edemiyordum. CIA’nin bu kadar kritik bir bölgeye ülkenin lisanini, kültürünü, geleneklerini bilmeyen birini gönderebilecegine inanamiyorlardi. Nihayet gerçegi anladiklarinda, kendilerini hakarete ugramis hissettiler.”
CIA, Daugherty ve arkadaslarini kurtarmak için hiçbir sey yapmiyordu ama 1980 Ocak ayinda kendilerine film ekibi süsü veren ajanlar, klasik casusluk romani entrikalariyla Kanada elçiligine siginmis olan alti Disisleri görevlisini ülke disina çikartmayi basardi.
 
******************
Ne yazik ki, geride kalan rehineler için böyle sihirli bir senaryo islemeyecekti. ABD elçiligindeki rehineleri kurtarmak için Nisan ayinda yapilan ve Pentagon’un özel kuvvetlerin sorumlu oldugu “Desert One” operasyonu ciddi bir CIA destegine muhtaçti. Büyükelçilik yerlesim krokileri, rehinelerin tutuldugu olasi yerler, nereden kaçirilacaklari, kurtarma uçagina nasil ulasacaklari hep CIA tarafindan plânlandi ama bu plânlar bir felaketle sonuçlandi. Kurtarma operasyonunu gerçeklestirecek 8 komandoyu tasiyan helikopter alandaki bir nakliye uçagina çarparak içindekilerle birlikte parçalandi.
Bu olay rehinelerin hayatini daha da zorlastirdi. Neticede tutsak Amerikalilar, kendilerini esir alanlarin karariyla Carter’in Baskanlik sifatini devredip Beyaz Saray’dan ayrildigi gün ve saatte serbest birakildi. Özgürlüge kavusmanin Amerikan istihbaratiyla ya da gizli bir operasyonla hiç ilgisi yoktu. Bu zamanlama tamamen ABD’yi küçük düsürmeye yönelik siyasi bir mesaj niteligindeydi.
CIA Orta Dogu analistlerinden Ken Pollack, rehine olayinin CIA’nin 1953 Iran darbesine karsilik bir intikam alma oldugunu yazmistir. Bu intikam eylemi ve Iran Devrimi ABD’nin dört baskanlik dönemi boyunca dünyasini karartacak Orta Dogu’da binlerce Amerikan yurttasinin hayatina mal olacakti.
“Serbest Çalisan Bir Korsan”
 
Ekim 1980’de Baskanlik seçimlerinin en güçlü adaylarindan Cumhuriyetçi Ronald Reagan CIA’nin verdigi brifingi dinlemek için 1 saatini ayirdi. Bir saatlik sürenin 15 dakikasinda Turner, Saddam Hüseyin’in Iran’i isgal etmesiyle ilgili bilgi verdi. Sovyetlerin Afganistan’i isgali, direnisçilere yapilan silah desteginin konusulmasi da 15 dakika sürdü. Ardindan Suudi Arabistan Kralligiyla Humeyni’nin Iran’daki teokratik rejimine deginildi. Ayni esnada Reagan’in danismalari telas içinde baskan adayinin kulagina seçim zaferinin yaklasmakta oldugu bilgisini fisildiyordu.
Reagan CIA hakkinda filmlerde ögrendiklerinden fazla bir sey bilmiyordu ama teskilâtin basina seçim kampanyasini  yürüten  parlak bir  dalavereci  olan Bill   Casey’i  getirdi. “Totaliterlige  karsi  verilen küresel mücadelede istihbaratin da küresel ve totaliter olmasi elzemdir” diyen CIA’nin efsanevi direktörü Wild Bill Donovan’in siki takipçisi olan Casey, bu sözleri kendine ilke edinmisti. Yeni Reagan kabinesi olusurken Casey kendine Disisleri bakanligini hedeflemisti ama görünüsünden kaybediyordu. Çünkü bir devlet adami görüntüsünden çok uzakti. Homurdanir gibi anlasilmaz bir biçimde konusan, sakar ve görgüsüz biriydi, köylü gibi yemek yiyordu. Beyaz Saray’in sik davetlerine yakismayacak bir tipti. Bu nedenle bakanlik yerine kendisine CIA direktörlügü teklif edildi. Bu görevi, kabine katinda yer almak ve istedigi an baskanla görüsme olanagina sahip olma sartiyla kabul etti. Bu gücünü gerçek bir Disisleri Bakani gibi, ABD dis politikalarinin uygulayicisi olarak degil, bizzat o politikalari olusturan kendisiymis gibi kullanacakti.
Casey servetini Wall Street’te vergi danismanligi yaparak kazanmisti. Müsterilerine, yasalarin etrafindan dolanarak vergi yükümlülüklerini azaltma stratejileri satiyordu. Kanunlarin hayatini kisitladigina inandigindan, elinden geldigince yasalarin ayagina dolanmasini önlemeye çalisirdi. Reagan gibi büyük hayalleri vardi, Nixon gibi eger bir sey gizliyse onun yasal olduguna inanirdi, Bush gibi CIA’nin en yüce Amerikan degerlerini bünyesinde barindirdigi düsüncesindeydi ve Sovyetler gibi yalan söylemenin, hile yapmanin kendisine verilmis bir hak oldugu inancindaydi. Ilk Güvenlik Kurulu toplantisinda, grup üzerinde hakimiyetini kurup Orta Amerika, Nikaragua, Küba, Kuzey ve Güney Afrika’da yapmak istedigi gizli operasyonlar için gereken yetkiyi aldi.
30 Mart 1981’de Baskan Reagan sokak ortasinda vuruldu. Aldigi yaralarin onu ölüme ne kadar çok yaklastirdigini Amerikan halki hiç ögrenemedi. Haberi basin toplantisiyla kamuya duyurmakla görevlendirilen Disisleri Bakani Haig’in kürsüdeki titrek ve saskin halleri hiç güven verici degildi. Koltugu sallanmaya basladi ama yerini kimin alacagi sorusu uzun süre havada kaldi. Zira Güvenlik Konseyi içindeki rekabet ve çekismeler had safhadaydi. Disisleri ve Pentagon adeta düsman güçlerinin ordulariymisçasina birbiriyle savas halindeydi. Reagan bu arkadan biçaklama davranislarini önlemek için hiçbir gayret göstermedi. Neticede George P. Shultz yeni bakan olarak atandi. Göreve gelir gelmez, Casey’nin kimseye danismadan CIA destekli Koreli komandolar araciligiyla Surinam’i isgal plani yaptigini ögrendi. Derhal bu delice planin önünü kesti ama Casey’nin çilginlik boyutu karsisinda sarsilmisti.
 
**************
Reagan kendisini 1981 yilinda Casey’nin yardimciligina atayincaya dek Güvenlik Ajansinin direktörü olan  Amiral B.R. Inman, müstakbel patronu için “Serbest çalisan bir korsan” tabirini kullanmisti. Casey, gizli servisin taze kana ihtiyaci olduguna inaniyordu. Otuz yilini CIA’ye vermis olan McMohan’i baska bir göreve kaydirdi. Yerine eski dostu M. Hugel’i getirdi. Hugel, ilk servetini harpten sonra Japonya’da 2.el otomobil satarak edinmis, agzi bozuk bir isadamiydi. CIA hakkinda hiçbir sey bilmiyordu. Gizli servis üyeleri kafasinda perukla dolasan bu tiknaz adami kabullenemedi. Hugel bir gün ise boynunda altin zincir, fermuari göbegine kadar açik mor renkli esofman benzeri bir kilikla gelince elemanlarin tepesi atti. Adamin geçmisindeki pislikleri bulunup Washington Post gazetesine sizdirildi. Teskilâtta iki aydan az dayanabilen Hugel’in yerine J. Stein getirildi. Bes yilda göreve   gelen
5. Gizli Servis Sefi, Casey’nin bekledigi kadar delismen çikmayinca kisa sürede yol verilip yerine gerçekten gözü kara bir kisilik olan C. George atandi.
Analiz ve degerlendirmeden sorumlu istihbarat birimiyse B. Gates tarafindan yeniden örgütlendi. Söz konusu birimin Tarim Bakanligina döndügünü, bürokratik damar tikanikligina sahip çalisanlarininsa, uzman oldugunu iddia edip yalan yanlis degerlendirmeler yapan, emeklilik için gün dolduran kisiler oldugunu söyleyen Gates’in nasil bir yeniden yapilanma gerçeklestirdigi kolayca tahmin edilebilir.
Yine de son sözü söyleyen hep Casey idi. Analizcilerin degerlendirme raporlarinin sonundaki “CIA düsünceleri” kismi aslinda bu raporlari isine geldigi gibi manipüle eden Casey’nin yorumlarindan ibaretti. Nasil ki bir gazete, sahiplerinin görüslerine göre egilip bükülebiliyorsa CIA’nin analiz gücü de tek kisinin görüsleri dogrultusunda sekilleniyordu. Disisleri Bakani Shultz’un deyisiyle “CIA istihbarati demek Bill Casey ideolojisi demek”ti.
 
********************
   
Carter’i temsil eden her türlü degeri kamuoyu önünde açikça ve agir biçimde elestiren Reagan ve Casey, onun döneminde baslatilan 7 büyük gizli operasyona ciddi biçimde sahip çikti. Bunlar arasinda, Soguk Savas döneminin en önemli CIA operasyonlari olan Afganistan’a silâh sevkiyati programi, SSCB, Polonya ve Çekoslovakya’da yürütülen rejim karsitlarinin desteklenmesi biçimindeki siyasi mücadele bulunur. Ama Casey, ABD’nin arka bahçesindeki gerçek savaslarla daha fazla ilgiliydi. Reagan’a “Orta Amerika’yi bana birak, ben orayi hallederim,” demisti.
Carter 1980 yilinda Amerika’da yürütülecek 3 gizli operasyona onay vermisti. Bunlardan biri, Nikaragua’da sagci Somoza ailesinin 43 yillik zalim iktidarini ele geçiren solcu Sandinista’lari hedef aliyordu. Milliyetçilikle Marksizm karisimi Sandinista, Küba’ya egilimliydi. Carter’in gizli operasyonlariysa CIA’ya, Sandinista sosyalizminin yayilmasini durdurmak için ABD yanlisi politikalar yürüten siyasi partileri, kilise birliklerini, üretici kooperatifleri ve sendikalari destekleme görevi vermisti. Casey bu ufak çapli operasyonu, yaylim atesin serbest oldugu paramiliter bir programa dönüstürdü. Mart 1981’de Reagan, CIA’ya Orta Amerika’da “yabanci güçlerce desteklenen yikici faaliyetler ve terörizme karsi” savasilmasi için ilgili güçlere para ve silah temini yetkisi verdi. Beyaz Saray ve CIA, Kongreye bu yetkinin El Salvador’u korumak için verilmis oldugunu söyledi. Amaç, güya sagci politikacilarla ölüm timleri tarafindan yönetilen El Salvador’un solcu örgütlerine,  Nikaragua’dan gönderilen silahlarin yolunu kesmekti. Tabii bu bir senaryodan ibaretti. Esas amaç Honduras’ta bulunan Nikaragualilari –kontralar- egitip silahlandirmak ve ülkeyi Sandinista’dan geri almakti. CIA analistleri, kontralarin halk destegine sahip olmadiklari için kazanma sansi olmadigini rapor etti ama bu raporlar Casey engelini asip Beyaz Saray’a ulasamadi.
Casey, Latin Amerika gizli operasyonlar bölümünün basina D. Clarridge’i getirerek planlarini uygulamaya basladi. Clarridge, bölgeyi tanimayan ve Ispanyolca bilmeyen biriydi. Casey, yeni adamindan 2 ay bölgede kalip yapilmasi gerekenler hakkinda bir rapor hazirlamasini istedi. Rapor kisaydi: “Nikaragua’ya gidip savasalim ve Kübalilari öldürelim.” Bu tam da Casey’nin duymak istedigi seydi, emir de kisa oldu: “Git ve yap!”
Gizli savas, 15 Mart 1982’de CIA ajanlarinin Nikaragua ile Honduras’i baglayan köprüleri havaya uçurmasiyla basladi ve gizliligi uzun sürmedi. 21 Aralikta Kongreden geçen kararla CIA’nin sadece Orta Amerika’ya komünist silahlarin girmesini önlemekle kisitli görevine sadik kalmasi istendi ve parasal kaynaklarin Sandinistayi devirmek için kullanilmasi yasaklandi. Çok sevilen Baskan Reagan, senaryoya sadik kalarak Kongreye zaten yapilanin bundan ibaret oldugunu, Nikaragua hükümetini devirmek gibi bir maksadin olmadigini söyledi. Böylece Baskan, CIA’nin yaptiklarini örtbas etmek için Kongreye ilk yalanini söylemis oldu ama bu son olmayacakti.
 
****************
Kongre, daha büyük, etkin, güçlü ve akilli bir CIA’yi destekliyor ama Orta Amerika’daki savasi desteklemiyordu. Bunu Amerikan halki da istemiyordu. 1981’e gelindiginde biri Kongre nezdinde, digeri Senato’da olmak üzere iki ayri istihbarat komisyonu CIA’yi denetlemek üzere göreve basladi. Ama bunlar bile Casey’i dizginlemeye yetmedi. Casey yalan dolanla, gerçekleri karartarak bildigini okumaya devam etti. Yardimcisi Amiral Inman da bu yüzden istifasini verdi.
Casey kararliydi. Latin Amerika’da istediklerini yapmak için yönetimden ödenek alamazsa, gerekli finansmani yasalarin etrafindan dolanarak özel finansörlerden ve yabanci güç odaklarindan temin edecekti. Direktör, yönetimin CIA’ye verdigi yetkileri ABD yandaslarini desteklemek, karsitlarininsa kanini akitmak yetkisi olarak algiliyor, uygulamalari da savas agalarina silah saglama biçiminde sonuçlandiriyordu. Bu uygulamalardan biri, Casey’nin göreve gelmesinden 10 gün sonra basladi ve tam 10 yil sürdü.
1981 Ocak ayinda CIA’ya Libya diktatörü Kaddafi hakkinda bir seyler yapmasi söylendi. Libya, Avrupa ve Afrika’daki tüm radikal hareketlerin silah deposu haline gelmisti. CIA, Libya operasyonlarini bu ülkenin sinir komsusu Çad üzerinden yürütmeye karar verdi. Afrika’nin bu en yalniz ve en fakir ülkesinin yönetimi, bu amaçla kontrol altina alinacakti. Bu konuda ajanlik yapmasi için ülkenin Savunma Bakaniyken yönetimle ters düsen ve 2 bin savasçisiyla Bati Sudan’a geçen Habre seçildi. Casey’nin karariyla Amerikan yardimlari Habre’ye akitilmaya baslandi. ABD’nin resmi politikasi çatisan hizipler arasinda uzlasma saglanmasina yönelikti ama gerçek farkliydi. ABD, sirf Kaddafi’nin düsmani oldugu için geçmisinden pek haberdar olmadigi Habre’yi desteklemis ve 1982’de Çad iktidarini ele geçirmesini saglamisti.
CIA uçaklari Ulusal Güvenlik Konseyi koordinasyonunda Kuzey Afrika’ya silah nakline basladi. O siralar genç bir yarbay olan Oliver North, Casey’nin dikkatini çekti. Çad operasyonlarinda görevli Amerikali danismana bir gece Yarbay North’dan telefon geldi. Yarbay, Çad’a gönderilmesi gereken askeri malzemenin neden geciktigini soruyordu. Danisman meselenin Kongrede onay sürecinde oldugunu izah etmeye çalisirken Yarbay sözünü keserek gürledi: “Si... et Kongre’yi simdi! Hemen gönder o malzemeyi buraya!” Aynen öyle oldu.
Habre’nin güçleri Çad’in kontrolünü ele geçirmek için savasirken binlerce insan öldü. CIA Habre’ye savasin en kizistigi dönemde dünyanin en etkili omuzdan ateslenebilen uçaksavar silahi olan Stinger füzeleri gönderdi. ABD, Habre’yi basa getirip onu 8 sene iktidarda tutabilmek için yarim milyar dolardan fazla para harcadi. Amerikan halkiysa bir Casey projesi olan Çad’in ne yerini biliyor ne de kaderini umursuyordu. Dahasi, pek azi CIA dostu Habre’nin 80’ler boyunca Saddam tarafindan dogrudan desteklendiginden haberdardi. Irak’a karsi girisilen 1991 Körfez Savasi arifesinde bir düzine Stinger füzesinin Çad’da olmadigi farkedildi. Bunlar sonradan Irak’ta ortaya çikti. Disisleri Bakani Baker’a da “Biz bu Stingerlari Çad’a niye verdik ki?” diye söylenmek kaldi.
 
********************
CIA’nin en kapsamli silâh tedarik operasyonu Afganistan’da gerçeklestirilendi. CIA, 110 bin kisilik isgalci Rus birlikleriyle savasan Afgan mücahitlerine ABD’nin yaninda diger ülkelerden de yapilan silah yardimlarinin ulastirilmasindan sorumluydu. Bu is, Ocak 1980’de Carter yönetimince baslatilmisti. Önceleri Casey, projenin Carter’a ait olmasi nedeniyle isi benimsememisti ama sonradan bunu Sovyetleri öldürme firsati olarak görerek çok sevdi. Bu ona göre çok asil bir hedefti. Mesele, Afganlari özgürlüklerine kavusturmak degildi, onlarin bu savasi kazanabileceklerine kimse inanmiyordu zaten.
CIA’nin Afgan mücahitlere verdigi destege isin basindan beri Suudi Arabistan da katiliyordu. Sonradan milyonlarca dolarlik silah destegiyle Çin, Misir ve Ingiltere de dahil oldu. Sevkiyatlar, CIA koordinasyonunda gerçeklesiyordu ve ilk asamada silahlar Pakistan istihbarat örgütüne teslim ediliyordu. Pakistanlilar, silâhlarin hatiri sayilir bir bölümünü kendilerine ayirdiktan sonra kalanini Pesaver’deki sinir disi edilmis Afgan direnisçilerinin siyasi liderlerine veriyordu. Hayber Geçidi’nin dogusunda konuslanmis olan bu liderler de kendi payini aldiktan sonra geriye ne kaldiysa Afganistan’a gidiyordu.
Sovyetlerin mücahitler karsisinda basarili olduklarini gördükçe, silahlarin hepsinin Afganistan’a ulasmadigindan süphelenmeye baslayan CIA yetkilileri, bölgeye giderek isyanin liderlerine sordular: “Siz bu silahlari daha sonra kullanmak için hortumluyorsunuz galiba? Yoksa Allah saklasin, satiyor musunuz?” Savas agalari gülerek yanitladi: “Tamamen haklisiniz. Silahlarin bir kismini elbette alikoyuyoruz. Çünkü bir gün siz Amerikalilar buradan gittiginizde bu mücadeleyi tek basimiza sürdürmek zorunda kalacagiz.”
Pakistan istihbarati, para ve silah yardimlarinin çogunu, kendini savasta en çok kanitlamis mücahit birliklerine veriyordu. Bunlarsa en inançli Islâmcilardi. Bu din savasçilarinin “cihadinin” günün birinde ABD’yi hedef alabilecegini o zamanlar kimse hayal bile edemiyordu. Üst düzey bir CIA yetkilisinin söylemiyle: “Gizli operasyonlara baslamadan önce oyunun sonucunun ne olabilecegini düsünmelisiniz. Bunu her zaman yapamiyoruz.”
 
**************
1981 Mayisinda Sovyetler, Reagan yönetiminin sürpriz bir nükleer saldiriya geçip geçmeyecegini tartmaya basladi. Süper  güçler,  CIA’nin haberi  bile  olmadan, kazayla  bir  nükleer savas  baslatma  ihtimaline çok yaklasmislardi. SSCB, iki yil sürecek global bir nükleer alarm ilan etti. En yetenekli CIA analistlerinden biri olan B. Gates on yil sonra, söyle anlatiyordu: “Kremlin’in ne denli büyük bir çaresizlik ve korku içinde oldugunu teshis edememistik.”
Eger Sovyetler, o yaz Mitterand ile Reagan arasinda geçen konusmayi duymus olsalardi, korkmak için geçerli nedenin oldugunu anlarlardi. Fransiz istihbarati bir KGB yetkilisini ajan olarak kullaniyordu. Mitterand, Reagan’a Vladimir Vetrov isimli bu ajanin hazirladigi dosyayi okumasini tavsiye etmisti. Ulusal Güvenlik Konseyi yetkililerinin bu dosyanin önemini anlamalari alti ay sürdü. Bu arada aklini kaçiran Vetrov, mesai arkadasi olan bir KGB yetkilisini öldürdü, yargilandi ve idam edildi.
Dosya, KGB Bilim ve Teknoloji Dairesinin on yillik çalismasini yansitan 4 bini askin belge içeriyordu. Dosyalarda, ABD teknolojilerinin nasil ve kimler tarafindan çalindigindan, nasil kullanildigindan, ABD ve Avrupa’da görevli Rus teknoloji casuslarindan, bunlarin çalisma yöntemlerinden etraflica bahsediliyordu. ABD karsi ataga geçti. Bu ajanlar ABD tarafindan bilinçli olarak bilgisayar, petrol üretim ve nakil vb. alanlarda kötü teknolojiler usul usul sizdirildi. FBI görevlileri, ABD’ye ihanet eden bilim insanlari aldatmacasiyla Sovyet casuslarina teknolojik Truva atlari tasiyip durdu. Bunlarin arasinda silâh sistemlerine ait bilgisayar çipleri, kimyevi madde üretim  tesis planlar, uzay mekigi projeleri, enerji türbinleri gibi seyler vardi.
Bu dönemde Sovyetler, Sibirya’dan Dogu Avrupa’yi besleyecek bir dogalgaz boru hatti insa etmekteydi. Hat boyunca basinci kontrol etmek için kullanilan gösterge ve vanalari idare edecek bir bilgisayar sistemine ihtiyaçlari vardi. Teçhizati ABD piyasasindan elde etmeye çalistilar. Yasal kisitlamalari öne süren Washington, Sovyetleri bir Kanada firmasina yönlendirdi. CIA ile Kanada firmasinin ortak çalismasi sonucunda Sovyetler istedikleri yazilima ulastiklarina inandirildilar. Sistem kuruldu ve baslangiçta gayet iyi çalisti. Ama sonradan CIA tarafindan plânlandigi sekilde, boru hattina öyle yüksek basinç verildi ki meydana gelen patlamalarin önü alinamadi. Kaynaklari zaten kisitli olan Moskova’nin milyonlarca dolari havaya uçmustu. Sovyet askeri ve kamu mühendislik projelerine karsi yapilan bu sessiz saldirilar bir yil sürdü. Dosya sayesinde KGB’nin iddiali casus takimi dagilmis oldu; Sovyet ekonomisine büyük zararlar verildi ve devletin istikrari sarsildi. Bu CIA adina müthis bir basariydi ama olaya farkli pencereden bakildiginda büyük bir terör eylemi olarak da nitelenebilirdi.
“Tehlikeli Bir Isbirligi”
 
On yili askin bir süredir teröristler uçak kaçirip insanlari rehin aliyor ve Amerikan elçilerini öldürüyordu. Bu eylemler karsisinda nasil bir tedbir alinacagi konusundaysa ne CIA’nin, ne de baska bir ABD devlet kurumunun netlesmis bir fikri vardi. 1981 Ocak sonunda Disisleri Bakani A. Haig, Karsi Terörizm Koordinatörü A. Quainton’u konuyla ilgili brifing vermesi için Beyaz Saray’a davet etti: “Baskan birkaç jelibon yiyip uyuyakaldi. Bu bile yeterince umut kiriciydi.”
Ayni hafta Haig, uluslararasi terörizmin insan haklari meselesini geride birakarak, ABD’nin bir numarali gündem maddesine dönüstügünü açikladi. Açiklamada SSCB’nin dünyanin en azili teröristlerinin en pis islerini yönlendirdigi iddiasi yer aliyordu. Haig, CIA’dan bunu destekleyecek delilleri ortaya çikarmasini istedi. Casey de ayni fikirdeydi ama elinde durumu belgeleyecek deliller yoktu. Baski altindaki CIA, delil üretme yöntemine basvurdu. Ne var ki, suçu Kremlin’e atma kolayciligi Orta Dogu’daki terörün gerçek nedenlerini kavrayamama beceriksizligine isaret etmekteydi.
CIA vaktiyle, Ali Hasan Salameh adinda çok yararli bir bilgi kaynagiyla çalisiyordu. Bu adam, 1972 Münih Olimpiyatlarinda 11 Israilli atletin öldürülmesi eyleminin suç ortaklarindandi ve Filistin Kurtulus Örgütü’nün istihbarat sefligini yapmisti. Sagladigi istihbarat, FKÖ lideri Arafat’in ABD’ye zeytin dali uzatmasi anlamini tasiyordu. Salameh ve gizli servisin Yakin Dogu Birimi Sefi Bob Ames, FKÖ’nün Amerikalilara saldirmamasi konusunda uzlasmaya vardi.
   
Dört yil boyunca Arap dünyasindaki müsterek düsmanlarina dair istihbarat paylastilar. Bu dönemde CIA, istihbarat etkinligi açisindan en iyi dönemini yasadi. Isbirliginin ortaya çikardigi temel anlayis suydu: Terörizm, salt devlet destegiyle sürdürülen bir eylem biçimi olma özelligini asmisti. Kökleri, dislanmisligin mülksüzlestirilmenin kizginligina dayaniyordu. 1976’da tamamlanan bir CIA çalismasina göre terörizm gelecekte devletlerin destegiyle yürütülmek yerine devlet kontrolünü reddedecekti. Bagimsiz terör hareketleri, destegini çok daha karmasik uluslar ötesi bir yapilasmadan alacak sekilde evrilecekti. 1978’de Israil istihbarati Münih olaylarinin öcünü almak için Salameh’i öldürünce bu yaklasim biçimi de CIA’nin gündeminden düstü ve bir nesil boyunca bir daha gündeme gelmedi. Reagan baskanliga geldiginde CIA’nin Orta Dogu terörü konusunda kayda deger bir istihbarat kaynagi bulunmuyordu.
Ames, Arafat’la ve Kral Hüseyin’le dogrudan iliski kurabilecek yetenekli bir CIA görevlisiydi. Örgüt saflarina kattigi ajanlari arasinda Lübnan’daki Hristiyan Maronitlerinin güçlü adami Besir Cemayel’de bulunuyordu. Maronitler Beyrut’u kontrol eden unsurlarin en önemlilerinden biriydi ve CIA sadece bu kesimden gelen istihbaratla yetindigi için Lübnan’da Maronitlere duyulan kini algilayamiyordu. Bu nefret duygulari yüzünden ülke bir iç savasa sürüklendi ve Israil’in 1982 Haziraninda ülkeyi isgal etmesinin yolu açildi.
Müslümanlarin Hristiyanlari, Müslümanlarin baska Müslümanlari kirdigi bir ortamda ABD ve Israil tarafindan desteklenen Cemayel, Lübnan Parlamentosu tarafindan Basbakanliga seçildi. Böylece CIA’nin maas kadrosunda bulunan bir kisi daha devlet baskanligi mertebesine yükselmis oluyordu. ABD’ne, Israil’in bombalamayi durdurmasi ve FKÖ güçlerinin ülkeden çikarilmasindan sonra Amerikalilarin Lübnan’da güvende olacagi teminatini veren Cemayel, 14 Eylül’de karargahina yapilan bombali suikastle öldürüldü. Bunun üzerine CIA’nin Maronit yandaslari, Israil birliklerinin kiskirtilmasiyla Cemayel’in intikamini almak için Beyrut varoslarina  siginmis yüzlerce Filistin göçmenini, kadin çocuk demeden öldürdü. Olaylar üzerine Reagan, bölgeye deniz piyadelerinden olusan baris koruma birlikleri gönderdi ama ortada korunacak bir baris yoktu. Lübnan’daki ABD Büyükelçisi R.S. Dillon, ABD birlikleri ülkeye vardiginda, CIA’nin Maronitlerle fazlaca hasir nesir bir biçimde, dagilan istihbarat agini yeniden olusturmaya ugrastigini, bu yakin isbirliginin büyük tehlike arz ettigini söyledi.
Beyrut’ta yeniden örgütlenme telâsindaki CIA, enkazin içinden yükselmekte olan yeni bir gücü göremedi. Allah’in Partisi Hizbullah’in lideri konumundaki Imad Mughniyeh, gelecek yillar boyunca ABD’yi felç edecek derecede rahatsiz edecekti. Bu maksatla bölgede para, silah ve patlayici topluyor, Amerikalilari rehin almak, tesislerini bombalamak amaciyla çetesini egitiyordu. Tahran’a bagli olarak çalisan Mughniyeh’in ismi simdilerde unutulmus olmakla birlikte kendisi 1980’lerin Usame bin Ladin’iydi ve kitabin yazildigi günlerde hala kaçakti.
18 Nisan 1983 tarihinde Beyruttaki ABD Büyükelçiligi muazzam bir patlamayla havaya uçuruldu. Ölen 63 kisi arasinda 7 CIA görevlisi bulunuyordu ki bunlardan bir tanesi de Ames’di. Patlamanin ardindaki isim Iran destekli Mughniyeh’di. Bu suikast CIA’nin Lübnan ve Orta Dogu’daki istihbarat çalismalarini tam anlamiyla dumura ugratti. O günlerde ABD’nin Israil Büyükelçisi olan Lewis durumu söyle özetliyordu: “O tarihten sonra istihbarat konusunda tamamen Israil’e bagimli hale geldik.” Bunun sonucu olarak CIA, Soguk Savas boyunca Orta Dogu’daki Islâmi tehdidi Israil gözlükleriyle izlemeye basladi.
Beyrut, ABD’nin savas meydanina dönmüstü. Amerikan askerleri Hristiyanlarla isbirligi yapiyordu. ABD uçaklari Müslümanlarin üzerine bomba yagdiriyor, savas gemileri Lübnan tepelerini bombaliyordu. Beyaz Saray basina ne çoraplar örüleceginin farkinda olmaksizin Orta Dogu’da bir savasa girmisti. 23 Ekim 1983’te Mughniyeh’in teröristleri bomba yüklü bir kamyonla Beyrut uluslararasi havaalanindaki Amerikan kisla tesislerine girdi. Olayda 241 Amerikan deniz piyadesi öldü.
 
*****************
   
Kislanin bombalanmasinin hemen ardindan Beyaz Saray, Pentagon ve CIA, ABD halkinin dikkatini Karayipler’de minik bir ada devleti olan Grenada’daki Marksist ayaklanmaya çekme çabasina giristi. Ada askeri insaatlarda çalisan Kübalilar ile kayniyordu. Süregelen bir çatisma sirasinda adanin lideri M.Bishop öldürüldü. Bunun  üzerine ABD durumdan vazife çikarmanin bahanesini bulmus oldu ve adayi isgal plânlari tezgahlandi. Plâncilardan Latin Amerika Birimi Sefi Clarridge’e göre; “Grenada ile ilgili istihbarat berbatti ve ABD tam anlamiyla karanliga kursun sikiyordu. Kargasada 19 Amerikali öldü. Uçaklar yanlislikla bir akil hastanesini vurarak 21 zihinsel özürlünün ölümüne neden oldu.”
Barbados’taki bir otel odasindan yönetilen isgale iliskin toplanti esnasinda yeni kurulacak Grenada hükümetini olusturacak isimler gündeme geldi. CIA’nin listesini gören bölgedeki ABD diplomatlari saskinliga ugradi. Önerilen kisiler Karayiplerin en azili uyusturucu kaçakçilari, suç örgütü üyesi vicdansizlardi. CIA bunlardan bilgi satin aliyor, çok para verdigi için de sunulan bilgilerin degerli oldugunu saniyordu. Bu kural Beyrut ve dünyanin geri kalani için de geçerliydi.
Grenada’nin özgürlestigine iliskin güzel haberler, 26 Subat 1984’te, Beyrut’taki son ABD askerlerinin de ülkeyi terk ettigi yönündeki haberlerle gölgelendi. Görev 260 Amerikan askeri ve ajaninin ölümüyle son bulmus, büyük bir istihbarat basarisizligi sonucunda olusan boslukta kontrol ABD’nin düsmanlarinin eline geçmisti. Casey, Lübnan’i gözetleyecek yeni gözler pesindeydi. Bölgeye yeni istasyon sefi olarak, daha önce Beyrut’ta görev yapmis olan Bill Buckley’i atadi. Amerikan deniz piyadelerinin ülkeden çekilmesinden 18 gün sonra Buckley kaçirildi ve düsmanin eline düstü.
“Büyük Risk Aliyordu”
 
34 yasindaki Vietnam gazisi T.Wells, 1983’te Etiyopya’nin baskenti Adis Ababa’ya gönderildi. Görevi, ülkeyi yöneten Marksist diktatör Haile Mengistu rejiminin devrilmesini saglamakti. Wells, 10 yil önce Hartum’da ABD Büyükelçilik binasinin korunmasinda görevli bir deniz piyadesiyken FKÖ elemanlari elçiligi basmis, Büyükelçiyi  ve maslahatgüzari rehin almisti. Nixon’un “teröristlere taviz yok” karari üzerine de Arafat, Amerikalilarin öldürülmesi emrini vermisti. Wells, bu korkunç deneyimden sonra ülkesine dönmüs, egitimini  tamamlayip CIA’ya katilmisti. Etiyopya’daki görevini Disisleri Bakanligina bagli ticari isler sorumlusu kimligi altinda yapacakti. O dönemlerde Etiyopya ile ABD arasindaki ticaret hacmi yok denecek kadar azdi. Ülkenin devlet baskani Mengistu ise Beyaz Saray’in en çok arananlar listesindeydi. Carter döneminde bu ülkeye karsi kisitli bir bütçeyle çok küçük çapta bir gizli faaliyet sürdürülmekteydi. Ülkedeki muhalifleri temsil eden Demokratik Etiyopya Birligi adli gruba ufak bir mali destek vermekten ibaret olan bu kisitli faaliyet, Reagan döneminde milyonlarca dolarlik bir programa dönüsmüstü.
Wells, devlet güçlerince izlendigini biliyordu ama yine de rejim muhalifleriyle yaptigi bir toplanti sirasinda Mengistu’nun çapulcularinin yaptigi baskindan kurtulamadi. Yiginla propaganda malzemesiyle birlikte ele geçen ajanin gözü önünde, aralarinda eski imparator H. Selasiye’nin yaverlerinden 78 yasinda bir isadaminin da bulundugu insanlara iskence edilmeye baslaninca Wells, CIA görevlisi oldugunu kabul etti. Itiraflari yüzünden birçok Etiyopyali tutuklanip iskence gördü, hatta bazilari öldürüldü. Wells, itiraflari yüzünden CIA nezdinde sevilmeyen kisi haline gelmisti ama Reagan yine de özel elçisini Adis Ababa’ya gönderip herhangi bir pazarlik ortamina girilmeden ajanin serbest birakilmasini sagladi.
 
*******************
7 Mart 1984’te CNN’in Beyrut bürosu sefi J. Levin kaçirildi. Bunu birkaç gün sonra CIA istasyon sefi Buckley ve Rahip Wier’in kaçirilmasi izledi. Reagan dönemi boyunca Beyrut’ta toplam 14 Amerikali kaçirildi. Özellikle Buckley’in durumu, Casey için çok önemliydi zira bu olaydan bizzat kendisini sorumlu hissediyordu. CIA, Buckley’in serbest kalabilmesi için en az bir düzine plan yapti ama istihbarat yetersizliginden hiçbiri uygulanmadi. Sonuçta Baskanin da onayiyla Mugniyeh’in kaçirilmasina karar verildi. Azili teröristin Paris’te bir otelde oldugu bilgisi üzerine Fransiz polisiyle ortak bir operasyon düzenlenerek Mugniyeh’in oldugu sanilan odaya baskin yapildi ama odadan çika çika kendi halinde bir Ispanyol turist çikti.
CIA’nin Paris’te kontrterör baglaminda faydalandigi birçok kaynagin arasinda M.Ghorbanifar isimli bir Iranli düzenbaz da vardi. Üzerinde en az üç sahte pasaport tasiyan bu eski SAVAK ajani, rejimin devrilmesi üzerine ülkeden kaçmis ve gerek CIA’ya gerekse Israil istihbaratina, gerçekligi süpheli bilgiler satmaya baslamisti. Buckley’in kaçirilmasindan bir gün sonra Ghorbanifar, CIA’nin Paris bürosuyla temasa geçerek elinde rehinenin serbest birakilmasina yarayabilecek bilgi bulundugunu söyleyince CIA, Iranli ajanin dogru söyleyip söylemedigini test etmek için yalan makinesine bagladi. Ghorbanifar, adi ve uyrugu disindaki tüm sorularda çuvallayinca, CIA adami “sahte istihbarat üreten iflah olmaz bir yalanci bir basbelâsi” tanimiyla kayitlara geçirip, ender basvurdugu bir uygulamayla adamin adini dünya genelindeki tüm birimlerine bildirerek bu kisiye asla güvenilmemesi talimatini verdi.
Bu önlemlere karsin Ghorbanifar 19 Kasim 1984’te eski bir CIA ajani olan Shackley’i Hamburg’da kendisiyle bulusmaya ikna etti. Shackley 5 yil önce is ahlakina aykiri davranislari yüzünden Amiral Turner tarafindan emekliye sevkedilen biriydi ve simdilerde geçimini tipki Ghorbanifar gibi serbest istihbarat komisyonculugu yaparak sagliyordu. Sürgündeki birçok Iranliya kendini ABD Baskaninin özel temsilcisi olarak tanitmis ve inandirmisti da. Bu bulusmada ikili, olayin kârli bir ticarete dönüsebilecegine kanaat getirdi. ABD, Ghorbanifar’in Israillilerle birlikte islettigi Star Line sirketi üzerinden Iran’a füze sevkedebilirdi. Bu, satis Iran’da bir iyi niyet havasi olusturabilecegi gibi satistan elde edilecek kazanç hem tüccarlara milyonlar kazandirir hem de rehineler için ödenecek fidyenin kaynagini teskil edebilirdi. Teklif karsi terör dairesi baskani Robert Oakley’e iletildi.
Birkaç hafta sonra, Beyrut Amerikan Üniversitesi kütüphanesinde çalisan Peter Kilburn kaçirildiginda kamuoyunun Reagan üzerindeki, dolayisiyla Regan’in Casey üzerindeki baskisi artti. Kaçirilan Amerikali rehineler bulunamiyorsa istihbarat teskilati ne ise yariyordu ki?”
 
*****************
Washington, Aralik 1984’de ikinci Reagan dönemine hazirlanirken Ghorbanifar’in “rehinelere karsi silah” seklindeki kârli teklifi hala gündemdeydi. Casey öneriyi canli tutarak 6 ay boyunca CIA’nin Orta Amerika’daki savasi buradan gelecek parayla finanse etme fikrini Beyaz Saray koridorlarinda dolastirmisti.
Amerikan Kongresi, yasanan iki fiyasko üzerine 1984 seçimlerinden kisa bir süre önce, her ne nedenle olursa olsun, savaslarin ABD paralariyla finanse edilmesini yasaklamisti. CIA, kendi uzmanlari vasitasiyla Orta Amerika’da yürüttügü savas için ayrilan para suyunu çekince isi taseronlara havale etme karari aldi ve ortaya bazi ilginç olaylar çikti. Taseronluk islerini genellikle Vietnam’da savasmis Özel Kuvvet emeklileri yapmaktaydi. CIA, bu elemanlardan birinin elinde bulunan ve Vietnam köylülerine yerel yöneticileri, militanlari öldürerek bir köyün nasil ele geçirilecegini ögretmek üzere hazirlanmis çizgi romani Ispanyolca’ya çevirtip kontralara dagitmisti. Kitabin CIA tarafindan çevrildiginden haberi olmayan bazi CIA yetkilileri bunu kendilerine karsi hazirlanmis bir eylem kitapçigi sandilar!
Bir de mayin olayi vardi. Casey, Nikaragua’da ekonomi adina ortada ne kalmissa ona da zarar vermek amaciyla Corinto limanina mayin dösenmesi karari verdi. Bu tam bir savas nedeniydi. Bütçesi tam takir olan CIA, mayinlari kanalizasyon borularindan imal ettirip limana dösedi. Casey’nin davranislarindan süphelenen Kongre daha önceki yasagin getirdigi kisitlamalari baska sekilde asma çabasindaki direktöre engel olmak için üçüncü ülkelerden finansman teminini de yasakladi. Casey buna ragmen Suudi Arabistan’dan 32 milyon, Tayvan’dan 2 milyon dolar saglamayi basardi.
Ocak 1985’te ikinci Reagan dönemi baslarken Casey iki acil görevle karsi karsiyaydi: rehinelerin serbest kalmasini saglamak  ve  kontralari kurtarmak.  Hayatta  her seye  ticaret  gözüyle bakan  Casey,  bu  iki  görevi zihninde harmanladi. Kontralarin yasadigi mâli krizle rehine krizinin, Iran’la yapilacak bir silah satisi anlasmasiyla çözülebilecegini gördü. Iran operasyonunu bizzat yönetmeyi yeglerdi ama gizli servisin kötü söhretli Ghorbanifar ile çalismasina karsi yaygin bir tepki vardi. Ne var ki Iran’a ulasmak için o mahut adamin disinda baskaca bir irtibati da bulunmuyordu. Casey, her iki operasyonu da devletin bilgisi disinda yürütmeye karar verdi. Büyük risk aliyordu ama öyle inaniyordu ki eylem gizli operasyonlar tarihinin zirvesine yerlesecekti. Fikrin ortaya çikisiyla, tam bir felaket haline dönüsmesi iki yil sürdü. Girisim, teskilât kadar Baskan Reagan ve yardimcisi Bush’u da uçurumun kiyisina getirdi.
“Üç Kagitçilari Üç Kagida Getirmek”
 
14 Haziran 1985’te Roma üzerinden Atina-New York seferini yapmakta olan TWA uçagi, Hizbullah tarafindan kaçirildi. Beyrut’a götürülen uçagin yolcularindan bir Amerikan denizci beyninden vurulup 20 ay önce 241 meslektasina mezar olan kisla binasinin yakininda uçaktan atildi. Uçagi kaçiranlar, aralarinda Mughniyeh’in kayinbiraderi de oldugu Kuveyt’te tutuklu bulunan 17 teröristle Israil’in elindeki 766 Lübnanli mahkumun serbest birakilmasini talep ediyordu. Reagan’in baskilari sonucu Israil elindeki mahkumlardan 300’ünü birakti. Beyaz Saray’in ricasiyla Iran Meclis Baskani Hasimi Rafsancani uçak krizinin çözümü için yapilan görüsmelere yardimci oldu. Bu zorlu durum Casey’e sunu ögretti: Reagan da gerektiginde teröristlerle pazarlik edebiliyordu.
Ayni hafta, Iranli kurnaz isbirlikçi Ghorbanifar, CIA Direktörüne bir mesaj ulastirdi: Rehineler Hizbullah’in elindeydi. Iran Hizbullah’a söz geçirebilirdi. Iran’la yapilacak bir silâh anlasmasi karsiliginda rehineler serbest birakilabilirdi. Öneri Reagan’a anlatildi. 3 Agustos tarihinde Casey anlasmanin yapilmasi konusunda Baskan’in onayini aldi. Hemen ardindan Ghorbanifar, Israillilerle birlikte Tahran’a 504 adet Amerikan yapimi TOW füzesi sevkiyati gerçeklestirdi. Iranlilar füze basina 10 bin dolar ödedi. Silahlarin Devrim Muhafizlarinin eline geçmesinden saatler sonra 16 aydir rehin tutulan Rahip Benjamin Weir serbest birakildi. Bu olay Reagan dis politikasinin iki temel diregini yerle bir etmisti: 1.Teröristlerle pazarlik yok; 2. Iran’a silah satisi yok!
Üç hafta sonra Ghorbanifar, kalan 6 rehinenin de gönderilecek binlerce HAWK uçaksavar füzesi karsiliginda salinabilecegi haberini iletti. Fiyat sürekli yükseliyordu. Can basina 300, olmadi 400, olmadi 500 füze.... Ortada büyük bir kâr vardi. CIA kazanilan paralarin dogru ellere geçtiginden emin olmak için daha önce de Kongrenin ardindan dolanarak kontralara silah saglamis olan Emekli General Secord’u görevlendirdi.
 
******************
HAWK füzelerinin Iran’a gönderilmesi isi ara sira aksiyordu. Yarbay North tarafindan organize edilen bu sevkiyatlardan biri hava trafigine takildi. Füzeleri Lizbon’a bir Israil uçaginin götürmesi plânlanmisti. Petrol sondaj ekipmani kisvesi altinda gönderilen füzeler burada Secord tarafindan kiralanmis bir Nijerya kargo uçagina aktarilarak Tahran’a sevk edilecekti. Ancak Lizbon’a inis izni alinamadi. Yarbay North, gizli servisin Avrupa bölümü baskani Clarridge’i arayarak ne yapip edip inis iznini halletmesini istedi. Clarridge degil silah, Iran’a çocuk bezi bile göndermenin yasak oldugunu biliyordu ama yine de bir CIA uçagiyla füzelerin bir kismi Tahran’a gönderilebilirdi. Baskan’in yasagina ragmen CIA’nin Iran’a uçak gönderebilmesi eski tarihli bir belge hazirlanip Reagan’a imzalatilmasiyla mümkün olabilmisti. Belge de açikça Amerikali rehinelerin serbest birakilmasi karsiliginda Iran’a istisnaî olarak bazi malzemelerle mühimmat saglanabilecegi yaziyordu. Bir baska eski tarihli belgeyle de Casey, silah-rehine takasi isinin nihaî sorumlusu olarak yetkilendiriliyordu.
Casey, Ghorbanifar’i Washington’a çagirarak kendisini operasyonun Iran ayagi sorumlusu olarak görevlendirdi. Direktörün mesai arkadaslari onu bu Iranli madrabazla çalismamasi konusunda uyarmisti, o bir üç kagitçiydi. Ama Casey’e göre Ghorbanifar Iran hükümetiyle iliskilerde aracilik yapabilecek tek kisiydi ve üç kagitçilari, üç kagida getirebilirdi. En önemlisi de bu ticaretten saglanacak maddi kazançla Orta Amerika’daki savas da, rehineler için ödenecek fidye de bedavaya getirilecekti.
   
Ilk HAWK sevkiyatindan kazanilan 850 bin dolar, çoktan Secord’un kontrolündeki bir Isviçre banka hesabina yatirilmis, oradan da kontralara gönderilmisti. Bu isbirliginden cesaret alan Iran, CIA’dan Irak hakkinda askeri istihbarat talep etti. CIA savas halindeki bu iki ülkeden Irak’a Iran hakkinda istihbarat veriyordu zaten. Casey, simdi tersini yapacakti. CIA’nin ikinci adami McMahon bunun yanlis insanlara yardim ve yataklik yapmak olacagini söyleyerek Casey’i caydirmaya çalisti ama dinletemedi. Birkaç hafta sonra da 34 yillik kariyerinden istifa etti. Bu arada Iran ve CIA anlasmasi yürürlüge girdi.
 
*****************
Yarbay Oliver North’un Sandinista’ya karsi verilen savasa yeraltindan katki sagladigi, Washington’da 1985’ten beri açiga çikmis bulunan bir sirdi. Kis aylarindan beri gazeteciler Yarbayin Orta Amerika’da karistirdigi isler üzerine arastirmalar yapip duruyorlardi ama Iran’da yaptiklarini Beyaz Saray’da çok küçük bir kesim disinda kimse bilmiyordu.
North, rehine-silah takasinin parasal kismiyla ilgileniyordu. Sistemin çalismasi söyleydi: Pentagon binlerce TOW füzesini gayet indirimli bir fiyatla, tanesi 3.469 dolara Secord üzerinden CIA’ya aktariyordu. Secord da bunlari tanesi 10 bin dolardan Ghorbanifar’a satiyordu. Sonra da aradaki 6531 dolarlik brüt kârin hatiri sayilir bir  kismini kendine ayirip, kalanini Orta Amerika’daki kontralara gönderiyordu. Ghorbanifar 10 bin dolarin üstüne kendi kârini ekleyip füzeleri Iran’a sevk ediyordu. Böylece ABD’nin Tahran’a sattigi silahlarin miktarina bagli olarak kontralara milyonlar aktarilmis oluyordu. CIA’nin yapacagi 1 milyon dolarin üstündeki ödemeler Kongre onayini gerektirdiginden, füzelerin karsiligi olan para Pentagon’a daha düsük meblaglari kapsayan taksitler halinde ödeniyordu. Herkesin kazandigi bu usta isi düzenegin disinda kalan tek unsur rehinelerdi.
Temmuz 1986’da rehine sayisi 4 iken alti ay sonra 12’ye çikti. ABD, Iran’i silahlarla besledikçe karsi tarafin rehinelere duydugu açlik artiyordu adeta. Lübnan’daki ABD Büyükelçisi John H. Kelly “Bizim Siilerimiz güvenilir kisilerdir, kaçirma olaylari baska bir Sii grubun isi olmali” demisti. Yarbay North da insanlari kaçiranlarla fidyeyi tahsil edenlerin farkli gruplar oldugu görüsündeydi.
Casey ve ona sadik bazi analistler, söz konusu silâh ticaretinin Iranli ilimli siyasetçilere ABD destegi olarak algilandigina yönelik bir varsayim gelistirdi. ABD Disisleri Bakanligi, CIA ile irtibat uzmani P.C. Wilcox’un ifadesiyle “Sirf bu bile Reagan döneminde CIA’nin ne denli yozlasmis oldugunun göstergesidir.” Ancak Iran hükümetinde ilimli siyasetçi kalmamisti çünkü hepsi silâhlarin yeni sahiplerince ya hapsedilmis ya da öldürülmüstü.
 
******************
Suudi Arabistan’dan saglanan kaynak ve silâh ticaretinden elde edilen gelir sayesinde CIA, Orta Amerika’da yeniden palazlandi. San Salvador’un biraz disina bir hava üssü ve gelen silahlarin saklanacagi bir depo kuruldu. 1986 yazina gelindiginde buraya Güney Nikaragua’daki kontralar için tonlarca silah indirilir olmustu. Kongre de eski politikalarindan dönüs yaparak Orta Amerika savasina 100 milyon dolarlik bir ödenegi onaylamisti. Savas CIA lehine dönmeye basliyor gibiydi.
Ancak CIA’nin ustalikla düzenledigi silah tedarik agi içten içe çökmekteydi. Bölgede barisçil bir çözümden yana olan Kosta Rika Baskani Oscar Arias, ABD uçaklarinin ülkesindeki pistleri kullanmasini yasakladi. Operasyonda görevli Nikaraguali uzmanlar, silah sevkiyatlari yoluyla vatanseverliklerinin istismar edildigini, birilerinin büyük paralar kaldirdigini düsünüyordu. Süphelerinin odagindaki isim General Secord’du. Olay Baskan Yardimcisi Bush’a duyuruldu.
5 Ekim 1986’da gencecik bir Nikaraguali askerin atesledigi bir füzeyle bir Amerikan kargo uçagi düsürüldü. Kurtulan tek kisi basin mensuplarina CIA’nin sözlesmeli kargo isçisi olarak çalistigini söyledi. Bu sirada North, Frankfurt da Iran’la yeni bir rehine-silah takasi anlasmasinin pazarligini yapiyordu.
   
Ayni siralarda Tahran sokaklarinda ise imzasiz el ilanlari dolasiyordu. Iran’la ABD arasindaki gizli silah anlasmalari, ilk olarak bu ilanlarla açiga çikti. Birkaç hafta sonra olay Lübnan’daki küçük bir dergide yer aldi. Hikayenin tamaminin ortaya çikmasi aylari buldu. Iran’in Devrim Muhafizlari, CIA vasitasiyla 2 bin tanksavar füzesi, 18 gelismis uçaksavar füzesi, 2 uçak dolusu yedek parça ve savasta kullanilabilecek istihbarat edinmisti. Karsi terör Koordinatörü Oakley, bu silahlar ve istihbarat sayesinde Iran’in askeri kapasitesinin kayda deger biçimde arttigini belirtti. Ama durumdan pek memnun görünmeyen Iranlilar, HAWK füze parçalarina degerlerinden %600 fazla bir bedel ödedikleri gerekçesiyle Ghorbanifar’in pesine düstüler. O da paçasini kurtarmak için muhataplarini operasyonu açiklamakla tehdit etti. Casey’nin gizli operasyonunun sirlari ortaya dökülmek üzereydi.
10 Kasim’da Ulusal Güvenlik Konseyi’nin olaganüstü gergin geçen toplantisinda Casey Reagan’i, kamuoyuna bir açiklamaya yapmaya ikna etti. Reagan açiklamasinda rehineler karsiliginda ne silah ne de baska bir sey verildigini söyledi. ABD Baskani, CIA’nin açiklarini kapatmak için U-2 ve Domuzlar Körfezi olaylarinda, Orta Amerika’daki savas meselesinde oldugu gibi Amerikan halkina bir kez daha yalan söylüyordu. Bu kez Baskan’a inananlarin sayisi pek azdi. Son Amerikali rehinenin kurtarilmasi 5 yil sürdü. Ikisi hiç geri gelmedi, Kilburn öldürüldü, Buckley ise aylar süren sorgulama ve iskence sonrasinda hücresinde yasamini yitirdi.
 
*******************
Kongre Istihbarat Komisyonu bazi sorular sormak için Casey’i çagirinca, o da bu tür durumlarda hep yaptigi gibi bir bahane bulup yurtdisina gitti. Döndügünde Iran’a silah sevkiyati isine bulasmis yetkililerle tüm üst düzey CIA çalisanlarini toplantiya çagirdi. Amaç, komisyona verilecek ifadenin hazirlanmasiydi ama çalisanlar Casey’e yardimci olmaktan çok kendi paçalarini kurtarma pesindeydi. Sonuçta Casey, komisyona olaylari tümüyle saptirip geçistirmeye yönelik bir ifade sundu. Senatörlerden biri “Iranlilarla Iraklilar birbirini keserken her iki tarafa da istihbarat sagladiniz mi?” sorusunu, Casey “evet” diye cevapladi, üç yildan beri Irak’a istihbarat destegi veriliyordu.
Bir hafta sonra Yarbay North’un, Baskan’in ulusal güvenlik danismani Amiral Poindexter’a yazdigi notun ortaya çikmasiyla Iran’la silah ticaretinin detaylari gözler önüne serildi. Ikili, benzer belgeleri yok etmeye çalismisti ama nasilsa bir tanesi gözden kaçmisti. Nixon’un istifasindan sonra Washington’da kopan en büyük firtina bu belge yüzünden patladi.
 
****************
Watergate skandalindan bu yana Washington’un gücünü en çok tüketen, islenen suçlar degil, bunlari örtmeye yönelik çabalar oldu. Casey, baskentte bir hafta süren sorgulamalar sirasinda olsun, basin nezdinde imaj düzeltme çalismalarinda olsun tutarli bir durus sergilemekten acizdi. Bir sabah ofisinde  nöbet geçirip  hastaneye kaldirildiginda beyninde lenfoma tespit edildi. Teshisi zor bir durumdu bu. Tuhaf davranis biçimleriyle kendini göstermeye basliyor, ne olduguna iliskin kesin tani ancak 12- 18 aylik bir süreç sonunda konulabiliyordu. Casey ise dönemeyecek durumdaydi. Imza dahi atamayacak hale gelince, Baskan yardimcisi Gates’i CIA direktörlügüne atadi.
Bob Gates atesten gömlegi sadece 5 ay boyunca sirtinda tasiyabildi. Kendisinden sonra atanan William Webster, selefi hakkinda söyle konustu: “Bob, olup biteni bilmemeyi tercih eden bir yaklasim sergiliyordu.  Böyle zamanlarda bu tip bir davranis kabul edilemez”. Webster, Carter tarafindan görevlendirilmis bir bürokratti. Siyasetteki herkese esit mesafede duran, 9 yil FBI direktörlügü yapmis, inançli ve ahlâkli biriydi. Reagan ile ne siyasi ne de sahsi iliskisi vardi ama Baskan onu “kendisini hukukun üstünlügüne adamis biri” diyerek övüyordu.
Böyle bir tanimlama Casey için hiç yapilmamisti. 74 yasinda öldügünde, cenazesini kaldiran rahip bile müteveffayi olumsuz beyanlarla ugurlarken Reagan ile Nixon sessizdi. Casey, CIA’yi personel, bina ve donanim açisindan   iki mislinden   fazla   büyütmüstü ama   teskilât   yalanlarla lekelenmis,   eskisine   oranla agirligini kaybetmisti. Bob Gates de cenaze töreninde, Casey’in yardimcisi olarak görev yaptigi sirada kendisinden ögrendigi bir dersi hatirladi: ”Gizli operasyonlar birimi teskilâtin kalbi ve ruhudur ama insana hapsi de boylatabilir”.
“Düsünülmeyeni Düsünmek”
 
ABD Baskani silah-rehine takasi konusunda halkina yalan söylemek zorunda kaldigini itiraf etti. Beyaz Saray, firtinayi Casey ve CIA’ya yöneltmeye çalisti ama ortada kendini savunacak kimse yoktu. Kongre, Casey’nin adamlarini ve ajanlarini ifade vermeye çagirdigi oturum sonunda Kongre üyelerinin bu sahislar hakkindaki izlenimi suydu: “Meger ABD, dis politikasini yürütmesi için dalaverecilerle hirsizlardan olusan bir çete tutmus!”
Webster’in CIA’yi devralmasi sancili oldu. Casey’nin ne haltlar karistirdigi iyice arastirilip gizli operasyonlar askiya alinarak plânlar rafa kaldirildi. FBI görevlileri ellerinde mahkeme emriyle teskilat binasinda dolasarak gizli kasalarda adaletin tecellisini önleme ve suistimal iddialarina yönelik delil ariyordu. Casey’nin CIA’yi yasal kisitlamalardan kurtarma ihtirasi tam bir kabusa dönüsmüstü.
Gizli servis çalisanlarina göre Webster, CIA’da neyin ne oldugundan bihaber, vizyonsuz, yari aydin, narin biriydi ama onlar için hepsinden fenasi bir avukat, hakim olusuydu. O her seyden önce bir hukuk adamiydi ve bununla basa çikamazlardi. Egitimini yasalarin disina çikmamak üzerine almisti oysa CIA’nin isi tam da buydu: yasa disi isler yapmak, çalisilan ülkelerdeki kanunlari çignemek, vs. Istihbarat denilen sey böyle toplaniyordu. Kisacasi Webster’in kisiligi CIA’nin varolma sebebiyle çelisiyordu. CIA mensuplari disaridan bakanlara elit bir kulübün üyeleri gibi gözükür. Onlarsa kendilerini, kan kardesi gibi birbirine bagli, savasçi cesur komandolar gibi görürler.
Webster göreve gelir gelmez teskilat içinde gizli bir direnisle karsi karsiya oldugunu anladi. Deneyimli bir CIA emeklisi dostundan aldigi “Yurtdisi görevler esnasinda bir sürü yasadisi ise bulastigimiz ve yalanlar söyledigimiz için birbirimize karsi dürüst olmamiz ve birbirimizi yipratmamamiz çok önemli,” seklindeki tavsiyenin kendisine yol gösterecegini umuyordu. Mesai arkadaslarina vermeyi umdugu mesaj ise dürüst olup insanlarin güvenini kazanmalari, böylece islerini daha kolay halledebilecekleriydi. Ayrica Kongre’den de hiçbir sey gizlenmeyecekti.
Iran-Kontra meselesinden agzi yanan Kongre, bundan böyle CIA’yi basina buyruk birakmayacakti. Dizginleri elinde tutma karari aldi. Böylece CIA, Baskanlik gücünün kullanilmasinda yararlanilan bir alet olmaktan çikip, Baskomutanla Kongre arasinda bir yere hassas bir dengeyle konumlandirilmis oluyordu. Ardindan gizli servisin en deneyimli üst kadrolari tasfiye edildi.
 
****************
1985 ve 1986 yillari boyunca CIA’nin SSCB ve Dogu Avrupa’daki tüm casuslari, tam 12 Sovyet vatandasi, teker teker tutuklanarak idam edildi. CIA bunun nasil gerçeklesebildigini bir türlü anlayamiyordu. Önce, teskilâta yeni intisab etmis bir çaylagin ihanet ettigi sanildi. Ed Howard ismindeki bu adam hakkinda yeterince inceleme yapilmadan ise alinmis, sarhos, yalanci ve hirsiz oldugu anlasilinca da kovulmus o da Nisan 1985’de Moskova’ya iltica etmisti. Iki üç ismi o ihbar etmis olabilirdi ama teskilât kadrosundaki tüm casuslari ele vermis olamazdi. Bu isin baska bir sorumlusu olmaliydi. Baskanin Dis Istihbarat Danisma Kurulu’nun bu konudaki raporundaki ifade söyleydi:” Sovyet birimindekilerin ‘düsünülmeyeni düsünebilme’ temel yeteneginden yoksun olma hâli.” Kastedilen hainin gizli servisinin içine nüfuz etmis bir köstebek olma ihtimaliydi. Incelemeler sonuç vermedi ve Webster bu karsi istihbarat kâbusunu kucaginda bulmus oldu.
Küba’nin Çekoslovakya’daki Istihbarat sefi Binbasi Aspillaga, 1987 Haziraninda Viyana’ya geçti ve ABD Büyükelçiligi’ndeki CIA istasyon sefine basvurarak iltica talebinde bulundu. Anlattigina göre son 20 yildan beri teskilatin bünyesine kattigi Kübali ajanlarin tümü ikili oynuyordu. ABD’ye sadik görünürken gizlice Havana hesabina çalisiyorlardi. Inanmasi zordu ama yapilan arastirmalarda binbasinin söylediklerinin dogru oldugu ortaya çikti. Bundan sonra CIA casuslarinin nasil yakalandigina dair bilgiler de gelmeye basladi. Ikili oynayan Kübalilarin verdigi akil karistirici bilgiler CIA’yi yanlis yönlendirmis, SSCB’deki ajanlar da bu yüzden açiga çikarak ele geçmislerdi.
 
*******************
Mayis 1987’de yapilan Varsova Pakti toplantisinda Gorbaçov, katilimcilara Sovyetlerin, imparatorlugu canlandirmak için Dogu Avrupa’yi asla isgal etmeyecegini söylemisti. CIA’nin böyle bir beyanattan haberi yoktu. CIA, Gorbaçov’un, Afganistan liderine yakinda isgale son verecegini söylediginden de habersizdi. Teskilât bu yüzden, Sovyet lider Aralik 1987’de Washington’a yaptigi ziyaret sirasinda halk tarafindan bir kahraman gibi karsilandiginda saskina döndü. Sokaklar, komünist liderin Soguk Savasa son vermek istedigini anlamisti ama CIA bunu bir türlü kavrayamiyordu.
ABD, 30 yili askin süredir Sovyet askeri kapasitesinin boyutlarini anlayabilmek adina casus uydularina, dinleme istasyonlarina yarim trilyon dolardan fazla yatirim yapmisti. Bunlar kagit üzerinde CIA’nin sorumlulugundaymis gibi görünse de uygulamalar Pentagon tarafindan yapiliyordu. Elde edilen bilgiler ise SALT pazarliklarinda kullaniliyordu. Bu toplantilarin Soguk Savasin sicaga dönüsmesi olasiligini zayiflattigi iddia edilebilirdi ama ne Washington ne de Moskova, kafaya koyduklari bir silahlanma programini uygulamaktan geri durdu. Her iki tarafin da stratejik silahlari dünyayi yüz kere yerle bir etmeye yeter de artardi bile. Sonunda ABD, silâhlanmanin kontrol altina alinmasi fikrinden vazgeçti.
Ancak bir türlü sonuç alinamayan toplantilarin dügümü Agustos 1988’de Sovyet ve Amerikan Savunma Bakanlarinin hazir bulundugu bir konferansta çözüldü. Sovyet generallerinden biri ABD Savunma Bakanina “Nasil oluyor da askeri olanaklarimiz hakkinda bu kadar çok sey biliyorsunuz?” diye sordu. Bakan “Sizi uydulardan izliyoruz. Savunma bütçeniz kamuya açik olsa bu kadar masraf ve zahmete girmezdik” yanitini verince salonda bir kahkaha koptu. Bakan mihmandarina sözlerine neden bu kadar çok gülündügünü sordugunda yanit su oldu: “Cevabinizla sistemi tam kalbinden, yâni gizlilik unsurundan vurdunuz!” Her iki  tarafin askeri yetkilileri arasindaki yüz yüze görüsmeler sayesinde Ruslar ilk olarak Amerikalilarin maksadinin kendilerini öldürmek olmadigini anladi. Ikincisi nükleer silah gücü açisindan en az Amerikalilar kadar  güçlüydüler ama bu hiçbir seyi degistirmezdi çünkü diger her seyde çok geriydiler. Gizlilik ve yalan üzerine insa edilmis kapali toplumlar, açik bir toplumu asla yenilgiye ugratamazdi. Oyunun sonuna geldiklerini anlamislardi ama bu gerçegi bir türlü anlayamayan CIA idi.
CIA her seye ragmen, o yil, üç basariya imza atti. Ilki, Tayvan’in Nükleer Arastirmalar Enstitüsü direktör yardimcisi Albay Chang’in ABD’ye ilticasinin ardinda gerçeklesti. Albay 20 yildir gizlice CIA’ya istihbarat sagliyordu. Uluslararasi uzmanlardan yardim alan Enstitü, Amerikan plütonyumunu ve Güney Afrika uranyumunu kullaniyordu. Tesis görünüste barisçil amaçlara hizmet ediyordu ama ülkenin liderlerince bünyesine yerlestirilen bir ekip, nükleer silâh gelistirme pesindeydi. Bu silahin da tek bir hedefi olabilirdi: Çin Halk Cumhuriyeti. Albay haberi CIA’ya uçurduktan sonra ABD ele geçirdigi kanitlar sayesinde Tayvan hükümetine baski yaparak girisimlerinden vazgeçirdi. 20 yildir ABD’nin ekmegini yemis bir ajan, sonunda bir is basarmis ve kitle imha silahlarinin yayilmasini önlemek adina CIA’ya önemli bir basari kazandirmisti.
Ikinci önemli basari, yillardan beri Batililara kan kusturan, dünyanin her yerinde terör eylemleri gerçeklestirip cinayet isleyen, uçak kaçiran Ebu Nidal örgütüne karsi düzenlenen kusursuz komploydu. Operasyon, Carter’in 1987 Martinda Suriye lideri Hafiz Esad’a Ebu Nidal ile ilgili bir istihbarat paketi sunmasiyla basladi. Esad teröristleri sinir disi etti. Takip eden 2 yil boyunca FKÖ ile Ürdün ve Israil istihbarat servislerinin yardimiyla CIA, Ebu Nidal’e karsi psikolojik savas taktikleri uyguladi. Kendisine en yakin yardimcilarinin aslinda birer hain olduklarina dair verilen yalan yanlis bilgiler üzerine Ebu Nidal, en yakin adamlarini ve örgüt mensuplarindan bir kismini öldürterek örgütünü ciddi biçimde sakatlamis oldu. Komplo, iki üyenin örgütü terk ederek Lübnan’daki merkeze saldirip Ebu Nidal’in 80 adamini öldürmesiyle zirveye ulasti. Terör örgütü paramparça oldu. Komployu yöneten Tom Twetten gizli servisin sefligine terfi ettirildi.
   
Üçüncü büyük basari,- en azindan o zaman öyle sanilmisti- Afganli isyancilarin zaferiyle ilgiliydi. O dönemde CIA güdümündeki özgürlük savasçilarinin mücadelesi sapir sapir dökülmekteydi. Teskilâtin destegi sona erince kontralar ateskes ilan etmis Nikaragua’da kursunlarin yerine oy pusulalari almisti. Güney Afrika’da gizli operasyonlar yerini diplomasiye birakmis, bölgeye Amerikan ve Sovyet silahlarinin akisi durmustu.
Karsi tarafin canini yakan yalnizca Afgan mücahitler kalmisti. Bir zaferin sinyallerini veriyorlardi. CIA’nin Afganistan operasyonlari, yilda 700 milyon dolar harcanan bir programa dönüsmüstü. Bu rakam gizli servis yurtdisi operasyonlar bütçesinin %80’ine denkti. Stinger füzeleriyle donatilmis Afgan mücahitler, Rus tank ve helikopterlerine büyük hasar vererek Sovyetlerin imajini yerle bir ediyordu. CIA, Ruslara kendi Vietnamlarini yasatmayi basarmisti.
 
******************
Sonunda Sovyetler, Reagan yönetimi iktidardan ayrilir ayrilmaz Afganistan’dan tamamen çekilecegini açikladi. CIA’nin askeri talimnameleri, Islamci militanlar, Allahsiz isgalcileri Afganistan’dan kovduktan sonra ülkede neler olacagina dair herhangi bir bilgi içermiyordu. Twetten’in ifadelerine göre savastan sonra mücahitlerin ne olacagina iliskin herhangi bir plân bulunmuyordu; Afgan tipi bir demokrasi olurdu herhalde ama fazla cazip olmayacagi belliydi.
Sovyet isgali bitmisti ama CIA’nin Afganistan cihadi bitmemisti. ABD ve Pakistan’in radikallere silah yardimini kesmesini ve mücahitlerin ilimlilastirilmasina yönelik faaliyetlere girisilmesini öneren ABD’nin Pakistan Büyükelçisi Oakley’in ifadesi söyleydi: “Maalesef CIA, Pakistanli meslektaslarini hizaya sokmayi basaramadi ve bazi radikallere destek sürdü.” Bunlarin basinda CIA’dan yüz milyonlarca dolarlik silah yardimi alip çogunu da zulalamis olan Gülbettin Hikmetyar geliyordu. Bu silâhlari, tüm gücü eline geçirmek amaciyla Afgan halkina dogrultmaya hazirlaniyordu.
Oakley’in teskilâtla bir sorunu daha vardi, söyle anlatir: “Sovyetlerle savasanlarla, afyon ticaretinden büyük paralar kazananlar ayni kisilerdi. Uçsuz bucaksiz tarlalarindan elde ettikleri ürünle dünyanin tek ve en büyük eroin tedarikçisi konumundaydilar. Galiba Pakistan istihbarati da isin içindeydi ama CIA düzeni bozmamak adina olanlara müdahale etmiyordu.”
Webster, Afgan asiret reislerine Washington’da verdigi davette, kolay yönetilebilir bir toplulukla karsi karsiya olmadigini bir kez daha anladi. Davetliler arasindaki Hikmetyar ile birkaç yil sonra Afganistan’da röportaj yaptigimda yeni bir Islam toplumu yaratmaya ant içtigini söyledi. Bunun için bir milyon insanin cani gerekiyorsa da fark etmezdi. Bu kitabin yayinlandigi sirada CIA’nin hâlâ izini sürdügü Hikmetyar Afganistan’da Amerikan askerlerini ve müttefiklerini öldürmeyi sürdürdü.
Son Sovyet askeri Afganistan’i 15 Subat 1989 tarihinde terk etti ama CIA silâhlari bu ülkeye akmaya devam etti. Oakley, isin sonucunu öngöremediklerini açikça ifade etmisti. Aradan bir yil geçmeden bölgesel merkezlerde uzun beyaz entarileriyle boy göstermeye baslayan Suudiler, Afgan köylerini perisan etti. Kendilerini emir olarak tanitip rüsvetle asiret reislerinin sadakatini satin aldilar. Minik imparatorluklar kurdular. Bunlar yakinda El Kaide adini alacak yeni bir dünya gücünün öncüleriydi. Webster bunun hakkinda sonradan sunu söylemistir: “Gerçegi göremedik, ipin ucunu saldik ve ayrilip gittik. Öyle yapmamaliydik.”
“Duvar Yikilinca Ne Yapacagiz?”
 
1989’un basinda George H.W. Bush Baskanlik koltuguna oturdu. CIA mensuplari, ilk kez teskilâti anlayan, kendi içlerinden çikan birinin devletin en üst mevkiine gelmesine çok sevinmisti. Bush’un Webster’a saygisi vardi ama onun, örgütün saygisini kazanamadigini biliyordu. Direktörü kendini kapattigi çevreden çikarmaya niyetliydi. Bush, profesyonellerden  günlük  raporlar almaya  basladi.  Peru veya  Polonya’da  bir seyler  oluyorsa  raporu dogrudan o bölgenin istasyon sefinden istedi. Örgüte olan inanci neredeyse dini inançlari düzeyindeydi. Fakat bu inanci Panama olaylarinda ciddi bir sinav geçirdi.
Bush, 1988 seçim kampanyasi sirasinda Panama diktatörü General Noriega ile hiç karsilasmadigini söylemisti oysa birlikte görüntülendigi fotograflar aksini gösteriyordu. Noriega yillardir CIA’dan maas almaktaydi. General Florida mahkemelerinde bir kokain çetesinin kilit adami olarak suçlanmis ama ABD ile adeta alay edercesine iktidarini sürdürmüstü. Adamin bir katil oldugu, buna karsin uzun zamandir CIA ile dostlugunu sürdürdügü kamuoyuna yansiyinca teskilât fena halde çikmaza girdi. Reagan, suçlamadan sonra diktatörün devrilmesi konusunda iki kez talimat vermesine karsin, Noriega koltugunda oturmayi sürdürdü. Bush, iktidara gelir gelmez Noriega’nin görevden uzaklastirilmasi talimatini yineledi ama CIA ayak sürmeye devam etti. Noriega’nin teskilâttaki arkadaslari, onun Amerikan mahkemeleri önünde yeminli ifade vermesini istemiyordu nedense.
Baskan Bush’un emriyle, Noriega muhalifi bir parti 10 milyon dolarlik bir yardimla Mayis 1989 seçimlerinde desteklendi ama General, CIA’nin dördüncü devirme denemesini de basariyla atlatti. Besinci girisim için emir verildi, bu sefer darbe paramiliter gruplarla da desteklenecekti. Bölgedeki ajanlar, bunun bir ise yaramayacagi, kapsamli bir askeri isgal yapilmadan Noriega’nin devrilmesinin mümkün olmadigini savundu. Bir türlü basarili olunmamasi, Webster’in Bush nezdindeki itibarini çok zayiflatti. Baskan, Panama konusunu CIA’ya olan güvensizligi her geçen gün artan Savunma Bakani Dick Cheney’e havale etti.
1989’un sonunda Panama’ya Saygon’un düsüsünden sonraki en genis kapsamli ABD askeri operasyonu düzenlendi. Panama City’nin varoslari akilli bombalarla yerle bir edildi, çarpisarak ilerleyen özel kuvvetler sehir merkezine girdi. Operasyon sirasinda yüzlerce masum sivil Panama’li ile 23 Amerikali öldü ama iki haftalik operasyonun sonunda Noriega tutuklanip zincirlenerek Miami’ye getirildi.
Mahkeme sürecinde CIA’dan Don Winters, Noriega lehine ifade verdi. ABD, teskilât ve ordu eliyle diktatöre en az 320 bin dolarlik ödeme yapmisti. Panama lideri ABD ile Fidel Castro arasindaki iletisimi sagliyordu. Orta Amerika’daki savas sürecinde ABD’nin sadik bir müttefikiydi. Hatta sürgündeki Iran Sahi’na bile bir süreligine ülkesinde koruma saglamisti. Bu ifadeler, Noriega’ya verilen cezayi 10 yil kadar hafifletti ama diktatör yine de uyusturucu ticareti, haraç ve santaj gibi suçlardan hüküm giydi.
 
****************
1990’da ise baska bir diktatör, ABD’ye meydan okudu: Saddam Hüseyin. 8 yil süren Iran-Irak Savasi sirasinda Bush, özel temsilcisi olarak Rumsfeld’i Bagdat’a göndererek Saddam’a dostluk eli uzatti. Teskilât savas sirasinda Irak’a istihbarat destegi saglamis, ABD hükümeti de yüksek teknoloji transferine izin veren ihracat lisansi vermisti. Sonrasinda Saddam bu teknolojiyi kendi kitle imha silahlarini üretmek amaciyla kullanmisti. Bu yardimlarin nedeni CIA’nin sagladigi saptirilmis istihbaratti. Iran’in gücünü abartan teskilât, Saddam’a ise iki iblisten daha az kötü olani gözüyle bakmisti. CIA, Bagdat’i teröre destek veren ülkeler listesinden çikarmis, yönetime de Arap-Israil baris sürecini destekledigini ileri sürerek Saddam hakkinda olumlu raporlar vermisti. Sonuçta, o da bir istihbarat unsuru oldugundan isbirligi yapilabilirdi...
Irak’a yapilan yatirimlardan pek az geri dönüs oldu. Polis devletinin içine sizilip ise yarar bilgi temin edilemiyordu. Irak hakkindaki istihbaratin çogu, CIA ajani olarak çalisan orta rütbeli Iranli subaylardan  geliyordu. Ancak bunlarin tamami (40 kisi) bir teskilât görevlisinin dikkatsizligi yüzünden açiga çikinca iskenceyle öldürüldü. Artik ne Iran’dan, ne de Irak’tan bilgi geliyordu.
1990 baharinda Saddam’in ordulari gene hareketlendi. CIA’nin analistleri ise, Irak ordusunun savas yorgunu oldugunu, yeni bir askerî operasyona girisemeyecegini söylüyordu. Uzaydan çekilen fotograflarda onbinlerce askerden olusan Irak birliklerinin Kuveyt sinirina yigildigini gören CIA bunu pek önemsemedi. Irak belki civardaki birkaç  petrol  sahasini ele  geçirebilirdi  ama kapsamli  bir  isgal harekati  söz  konusu olamazdi.  Bush,     Misir Baskanini, Suudi Arabistan Kralini telefonla aradiginda kendisine Irak’in asla bir isgale girismeyecegi söylendi. Kral Hüseyin, Saddam’in selamini bile iletti. Bu görüsmelerden saatler sonra, Bush huzur içinde uyurken, Irak 140 bin kisilik ordusuyla Kuveyt’e girdi.
Takip eden 2 ay boyunca CIA, her zaman yaptigini tekrarladi. O güne kadar hafife aldigi gelismeler,  tahminlerinin tersine dönünce bu defa eskiden söylediklerinin tam aksi yönde abartili raporlar düzenlemeye basladi. Saddam, Suudi Arabistan’a da saldiracakti, Irak’in kimyasal baslikli füzeleri vardi ve her an bunlari kullanabilirdi. Halbuki daha önceki raporlarda Irak’in kesinlikle bunlara sahip olmadigini belirtilmisti. Neticede Saddam ne Suudi Arabistan’a kara saldirisinda bulundu ne de Körfez Savasi sirasinda kimyasal silahlara basvurdu ama bir gün Riyad ve Tel Aviv’e Scud füzeleri düsmeye basladiginda Washington’u bir korku aldi.
ABD’nin, 17 Ocak 1991 tarihinde, yedi hafta sürecek Irak hava bombardimanini baslatmasindan önce Pentagon CIA’den Irak’ta vurulacak hedefleri belirlemesini istemisti. Belirlenen birçok hedef arasinda askeri bir yeralti siginagi da bulunuyordu. Bombalanan bu siginak sivil kullanim amaçli çikti, içerde yüzlerce kadin ve çocuk öldü. CIA’den bir daha hedef belirlemesi istenmedi.
Daha sonra CIA ile Çöl firtinasi harekati komutani General Norman Schwarzkopf arasinda siddetli bir tartisma çikti. Konu düsmana verdirilen zararin boyutlariyla ilgiliydi. Komutan, Irak askeri kapasitesinin iyice hirpalandigi yolunda Baskani ve Amerikan halkini rahatlatici bilgiler veriyordu. CIA ise Pentagon’u verilen zarari abartmakla suçluyordu ki hakliydi ancak komutanla ters düsmesi yüzünden bundan böyle zarar degerlendirme raporlari vermesi yasaklandi. Kongre teskilâta, Amerikan ordusuna daha itaatkâr olmasi talimatini verdi. O güne kadar sadece sivillere hesap veren CIA bundan sonra böyle üniformalilara verecekti.
Savas Irak’in yenilgisi ve CIA’nin itibar kaybiyla sonuçlandi ama Saddam hala iktidardaydi. Bush Irak halkina Saddam’i devirme çagrisi yapti. Güneydeki Siilerle Kuzeydeki Kürtler çagriya uydular ama Saddam’in güçleri tarafindan büyük bir kiyima ugradilar. Binlerce Sii ve Kürt acimasizca öldürüldü, binlercesi sürgün edildi. CIA sürgündeki liderlerle isbirligine giriserek Saddam’i devirmek için sayisiz plan gelistirildi.
Savastan sonra, BM tarafindan Irak’ta kimyasal, biyolojik ve nükleer silah bulunup bulunmadiginin arastirilmasi için bir heyet gönderildi. Içinde CIA mensuplarinin da bulundugu heyet Tarim Bakanligi’na yaptigi baskin sirasinda Saddam’in Nükleer Silah Gelistirme müdürlügünü ortaya çikardi. Belgelerden Irak’in, 9-18 aylik süre içinde ilk nükleer silahini atesleyebilecek asamaya gelebilecegi anlasildi. Ulusal Güvenlik Konseyi’nden R. Clarke’in ifadesiyle Irak’ta bombalanabilecek her sey bombalanmisti ancak CIA muazzam bir nükleer silah gelistirme merkezini atlamisti.
Bu olay, 9 yil sonra bakanlik makamina gelecek olan Dick Cheney’in zihnine, silinmeyecek bir biçimde su yargiyi kazimisti: Irak’in nükleer silahlara sahip olmak istiyor. Bunu basarmasina da ramak kalmisti ama CIA’in bundan haberi bile yoktu.
 
********************
1989 yilinin Ocak ayinda, dünya tarihinde yeni bir sayfa açilmakta oldugundan da haberi yoktu CIA’nin (Ulusal Güvenlik Danisman Yardimcisi B. Gates’in sözleri). Sovyet diktatörlügünün parçalanmaya basladigi saatlerde  bile CIA hala SSCB’nin dokunulmaz kalacagini saniyordu. Bush’un baskanliga gelmesinden 1 ay önceki 1 Aralik 1988 tarihli CIA raporunda, Gorbaçov’un reform kampanyalarinin Sovyetlerin askeri politikasinda herhangi bir degisiklige yol açmadigi yaziyordu. 6 gün sonra Gorbaçov BM kürsüsünden asker sayisini yarim milyon azaltacagini açikladi. SSCB çökerken CIA hala Sovyet ekonomisinin büyümekte oldugunu rapor ediyordu. Bush yönetiminin en deneyimli Kremlin uzmani Mark Palmer, CIA’nin Sovyet resmi açiklamalarini eksik sekilde raporluyordu. Bu bilgilerin yanlis oldugunu ülkeye giden herhangi biri kolaylikla gözlemleyebilirdi. CIA, ezeli düsmaninin can çekismekte oldugunu göremiyordu.
   
Teskilattan hiç kimse, Almanya’nin yeni ABD Büyükelçisi Walters’in Mayis 89’da personeline sordugu “Duvar yikilinca ne yapacagiz?” sorusuna cevap aramamisti. Neredeyse 30 yildan beri Soguk Savas’in sembolü haline gelmis Berlin Duvari Kasim 89’da çatlamaya basladiginda gizli servisin Sovyet birimi sefi Milt Bearden bile olaylari hayretle CNN’den izliyordu. Bu yeni kurulmus firlama haber ajansi CIA için gerçek bir bas belâsiydi. CIA, kriz yerinden canli yayin yapan bu kanalla nasil basa çikabilirdi ki?
Moskova’dan gelen bilgiler kesilmis, CIA’nin içerideki ajanlarinin tamami yakalanmisti. CIA’nin yapabildigi tek sey Çek yazar Havel gibi Dogu Avrupa’nin yeni liderlerinin istihbarat teskilatlarina egitim vermek ve Alman gizli servisi Stasi’den çalinan dosyalara servet ödemekti. Ayni dosyalar kisa süre sonra Stasi bürolarini yagmalayan halk tarafindan sokaklara saçilacakti.
Sovyetleri kaybetmek CIA’nin yüregini burktu. Düsmani olmadan nasil yasayacakti? Bearden’a göre CIA bir kurum degil, kendine özgü gizemli bir misyondu. Isin içinden Sovyet unsur çikarildiginda geriye bir sey kalmiyordu. Bir tarihi, bir kahramani yoktu, basari madalyalari bile gizliydi, simdi de misyonu kaybedilmisti, bitmislerdi! Motivasyonunu kaybeden CIA ajanlari birer birer teskilâttan ayrildilar. Somali’de, Balkanlar’da, surda burda çikan olaylarla ilgili olarak Beyaz Saray CIA’dan bölgeye adam göndermesini emrettiginde “Elemanimiz yok” cevabiyla karsilasmaya basladi.
 
********************
Mayis 1991’de Baskan Bush, CIA direktörlügüne Bob Gates’i getirdi. Gates’in CIA’nin gelecegine iliskin  Kongre’ye yaptigi sunumlar, teskilatin aldatma kültürüne dayali geçmisine dönük hesaplasmalar biçimindeydi. Teskilâtin Sovyetlerle ile ilgili yanlis degerlendirmeleriyse CIA’nin varlik gerekçesinin yeniden ele alinmasini gündeme getirdi.
Gates Washington’da dayak yercesine hirpalanirken, CIA yurtdisi gelismeler nedeniyle bas döndürücü anlar yasamaktaydi. Agustos ‘91’de Gorbaçov’a yapilan darbe girisimi fiyaskoyla sonuçlandiktan sonra Sovyetlerin düsüsü hizlandi. Hayâl bile edilemez ama CIA ajanlari bu haberleri Washington’a, Moskova’daki Sovyet Istihbarat bürosuna oturmuslar oradan geçiyorlardi. Casus uydular, dinleme istasyonlari vasitasiyla elde edilen onca askerî bilgi anlamini yitirmisti. Disarida yeni bir dünya vardi artik. Gates’in ifadesine göre “CIA ya bu degisime ayak uyduracakti ya da ölecekti”.
SSCB gibi CIA’nin da bir devrime ihtiyaci vardi. Bush, Gates ile görüstükten sonra bakanlarina CIA’den beklentilerini sordu. Bunu Soguk Savas sirasinda ne herhangi bir baskan ne de bir direktörlerden biri sormustu. Bundan böyle CIA’nin amaci ne olmaliydi? Dünyadaki menfur tiplerin pesine düsmek mi, yükselen piyasalara odaklanmak mi? Terörizm mi yoksa teknoloji mi daha büyük bir tehdit unsuruydu? Gates üzerinde aylarca çalisip bir yapilacaklar listesi hazirladi. Iklim degisikliginden, siber suçlara uzanan 176 maddelik listeyi Nisan ‘92’de Kongre’ye sundu. Listenin basinda nükleer, kimyasal ve biyolojik silâhlar konusu vardi. Arkasindan uyusturucu, terör, dünya ticareti ve teknoloji vardi. Fakat hepsinin toplami, bir Sovyet meselesi kadar agirlik arz etmiyordu.
Bush ve Gates CIA’nin küçük ama daha akilli biçimde yeniden yapilandirilmasina odaklandi. Takip eden 6 yil boyunca CIA bütçesi giderek daraltildi. Bundan en çok analiz birimi etkilendi çünkü stajyerlerle ciddi analizler yapilamiyordu. Bu bütçe kisitlamalari her ne kadar liberallere mal edilse de Soguk Savas sonrasinda askeri bütçe kesintilerinin egitim, saglik ve ekonomiye kaydirilmasi aslinda zamanin ruhunu yansitmaktaydi.
Ne var ki tipki II. Dünya Savasi sonrasinda oldugu gibi, bu baris ortami da geldigi gibi hizla geçecege benziyordu. Eski CIA direktörlerinden Helms, “II. Dünya Savasi’nda hedef Allah’in cezasi Nazileri tepelemekti. Soguk Savas sirasindaki motivasyonumuz ise Allah’in cezasi Ruslari tepelemek oldu. Soguk Savas bittigine göre geriye ne kaldi? Hangi güdü insanlarin kendini bu ise adamasini saglayabilir?”. Gates bu tür sorularin cevabini bulmak için çok çabaladi ama tasarladiklarini gerçeklestirmeye vakit bulamadan, ideallerini bir kenara koyarak göreve getirilisinin onuncu ayinda Amerika’nin yeni baskani olacak kisiye brifing vermek üzere Little Rock’un yolunu tuttu.
 
*******************
BÖLÜM VI
 
“Hesaplasma”
 
Clinton  ve  George W. Bush Yönetimleri Altinda CIA 1993 - 2007
 
“Elimizde Hiçbir Bilgi Yoktu.”
 
Yasi CIA’den küçük olan 1946 dogumlu Clinton’in kisiligini olusturan yapitaslarinda, Vietnam direnisçiligi ve mecburi askerlik aleyhtarligi bulunuyordu. Politika hayatina Arkansas Eyaleti’nde baslayip, ABD baskanligina ekonomiyi canlandirma vaadiyle geldi. Dis politika konulari gündeminin üst siralarinda degildi. Soguk Savas sonrasi Amerikan stratejik çikarlari üzerine derinlemesine fikirlere de sahip degildi. Yönetiminin sekizinci ayinda yeni dis politika hedefleri açiklandi: Dünyadaki serbest piyasa sayisinin arttirilmasi. Bu bir politikadan ziyade is planina benziyordu. Clinton’a göre serbest ticaret, özgürlükle es anlamliydi. Sanki disariya ne kadar çok Amerikan mali satilirsa, Amerikan degerleri de o ölçüde yayginlasacakti.
Clinton, merkezi istihbaratin basina Nixon döneminde Ulusal Güvenlik Konseyinde görev yapmis J. Woolsey Jr.’i getirdi. Sinirli bir yapiya sahip olan Woolsey, Carter döneminde Denizcilik müstesarligi yapmis, SALT pazarliklarinda da yer almisti. Onun ifadesiyle ABD, 45 yil mücadele ettigi ejderhayi sonunda öldürmüs ama simdi de kendini zehirli yilanlarla dolu bir ormanda bulmustu. Bu, II. Dünya Savasindan sonra ABD istihbaratiyla ilgili yapilmis en yalin tespitti. Görevdeki 2 yili boyunca Baskanla sadece 2 kere görüstügünden yillar sonra “Baskanla iliskim kötü degildi, yoktu sadece...,” diyecekti.
Clinton her ne kadar tavirlariyla CIA’yi görmezden geliyormus gibi yapiyorsa da sorunlari çözmek için ilk iki yilinda onlarca gizli servis operasyonuna onay verdi. Bu operasyonlardan bekledigi hizda sonuç alamayinca da çareyi, kendisini asker kaçagi olarak gören komutanlara dönmekte buldu ama bunun sonuçlari berbat oldu.
 
*************
En zorlu savas Soguk Savas’in bir yan ürünü olan Somali’de verildi. Birbiriyle çatisan kabilelerden biri Sovyetlerden digeri de ABD’den silah destegi aliyordu. Ülke, dev bir cephanelige dönmüstü. Yarim milyon insan açliktan ölmüstü ve günde 10 bin kisi de ölmeye devam ediyordu. Bush döneminin sonlarina dogru (Kasim’92) insani amaçlarla Somali’ye askerî müdahale karari alindi. Aç insanlari kurtarma gayreti, Somali’nin önde gelen savas agasi General Muhammed Farah Aided ile girisilen bir çatismaya dönüstü.
Clinton 1993 basinda yönetimi devraldiginda Savuna Bakanligi dosyalarinda Somali hakkinda hiçbir bilgi yoktu. Bush yönetimi ülkedeki ABD elçiligini kapatmis, CIA ise 2 yil önce Somali’den elini ayagini çekmisti. Yeni yönetimde Savunma Politikalari Müstesari olarak atanan ve ayni zamanda CIA gizli servisinin kurucusu F. Wisner’in oglu olan F.G. Wisner Jr. durumu söyle özetliyordu: “Elimizde hiçbir bilgi yok, olaylarin dinamigini anlayamiyoruz.”
Somali’ye gönderilen özel Amerikan komando birliginin karargahi Mogadisu’da terk edilmis ve yagmalanmis ABD elçilik binasiydi. Aided’in pesine düsen birligin girdigi çatismalarda 18 Amerikan askeri ve 1200 Somalili öldü. Operasyonun ardindan yapilan degerlendirmede Amiral Crowe raporunda sunlari söylemisti: “Somali’deki istihbarat   basarisizligi   Ulusal Güvenlik   Konseyi’ne   aynen yansimistir.   Konsey   teskilâttan aldigi bilgilere dayanarak karar alacagina, karar alma isini de teskilata birakmistir. Zaten Baskan da istihbaratla fazla ilgili degildi.” Bu gelismeler sonucunda, Beyaz Saray ile CIA’nin arasindaki uçurum daha da derinlesti.
 
*************
1993 baslarinda terörizm, teskilattaki yetkililerinin bir çogunun önceligi degildi. 1992 yilinda, CIA’nin Terörle Mücadele Biriminin kapatilmasi dahi konusuluyordu. Durum sakindi. Insanlar belki de olaylarin kendiliginden çözülüp yatistigini saniyordu.
25 Ocak 1993 sabahi, Clinton’un baskanligi devralmasindan bes gün sonra, genç bir Pakistanli, Washington’daki CIA karargâhina yakin bir kavsaktaki kirmizi isiklarda bekleyen arabalari agir makineli silahla tarayarak 3 CIA görevlisini yaralayip, 2’sini öldürdü. Hersey iki dakikada olup bitmisti. Pakistanli katliamdan sonra gazladi gitti. Baskan Clinton, yaralilara ve ölülere saygisini göstermek için CIA’ya gitme zahmetine katlanmadi. Karisini gönderdi. Bu tutum, CIA Genel Merkezinde büyük kizginliga neden oldu. Bu duyarsizligi telafi etmek için olsa gerek Tiflis’te bir cinayete kurban giden CIA istasyon sef yardimcisinin cenazesini almak üzere Woolsey, ta Gürcistan’a kadar bizzat gitti.
CIA nizamiyesinde meydana gelen bu katliamdan bir ay sonra, 26 Subat 1993 tarihinde DTÖ merkezinin yeralti otoparkinda patlayan bomba, 6 kisinin ölümüne, 1000’den fazlasinin yaralanmasina neden oldu. Basta Balkan ayrilikçilarina mal edilen olayin sorumlusunun Brooklyn’de yasayan Kör Imam lakapli Misirli Seyh Ömer Abdurrahman’in müritleri oldugu anlasildi. Bu isim CIA genel merkezini alarma geçirdi çünkü Afganistan’daki Sovyet isgali sirasinda binlerce Arap savasçiyi ülkeye o göndermisti. Misir Baskani Enver Sedat suikastinin sorumlusu olarak 1981’de yargilanip beraat etse de Misir’da 5 yil ev hapsinde tutulmustu. Serbest kaldiginda ABD’ye gitmeye çalisti ve 1990 yilinda bunu basardi. Binlerce Amerikaliyi öldürmeye odakli bir olusumun da ruhani lideri oldugu anlasilan bu isyanci nasil olup da ABD’ye girebilmisti? Kisa süre sonra Imamin vizesinin CIA yetkililerince Sudan’da verildigi açiklandi. Teskilât, adamin bir vize almak için bölgede dolanip durdugundan haberdardi. Bunun bir hata oldugu söylense de gerçek suydu: Imam 7 kez vize basvurusu yapmis, inceleme sonucunda bunlardan 6’sina olumlu cevap verilmisti.
14 Nisan 1993’te G.H.W. Bush Körfez savasinin zafer yildönümü nedeniyle Kuveyt’e resmi bir ziyarette bulundugunda yanindaki heyette resmi görevliler disinda esi ve iki oglu da vardi. Bu seyahat sirasinda Kuveyt gizli polisi, Bush’a suikast hazirligi suçlamasiyla araçlarinda 100 kg. patlayici bulunan 17 kisiyi tutukladi. Yakalananlar iskence altinda azmettiricinin Irak istihbarati oldugunu itiraf etti. CIA da arastirmalari sonucunda olayin Saddam tarafindan tertiplendigi kanaatine vardi.
Clinton, bu olaydan sonra uzun süre nasil bir karsilik verecegini tartti. 26 Haziran günü sabaha dogru Irak istihbaratinin bulundugu bina ve çevresine 23 adet Tomahawk füzesi firlatildi. Füzelerden en az biri civardaki apartmanlara isabet etti ve pek çok siville ünlü bir Irakli sanatçinin ölümüne yol açti. Genel Kurmay Baskani Colin Powell, saldirinin Baskan Bush’a suikast girisimine karsilik olarak yapildigini açikladi. Bu ‘karsilik’ lafina bozulan CIA direktörü Woolsey, yillar sonra kizginligini söyle dile getirecekti: “Saddam, Bush’u öldürmeye tesebbüs ediyor, Clinton buna karsilik vermek adina sabahin köründe bombos bir binaya birkaç füze sallayip temizlikçilerle gece bekçilerini vuruyor. Çok etkili bir karsilik dogrusu...Zaten kisa bir süre sonra da Mogadisu’da helikopterlerimizi düsürdüler, biz de tipki yillar önce Beyrut’ta yaptigimiz gibi isin arkasini kovalamadan, meydani öylece birakip gittik.”
Mogadisu sokaklarinda sürüklenen Amerikan komandolarinin görüntüleri halkin zihninde canliligini korumaktayken Clinton Haiti’nin seçilmis solcu baskanina koltugunu geri kazandirmanin pesindeydi. Bertrand Aristide’in Haiti halkinin gerçek temsilcisi olduguna içtenlikle inaniyor ve adaletin yerine gelmesini istiyordu. Ne var ki bunun olabilmesi için  Aristide’yi deviren  askeri  cuntanin görevden  uzaklastirilmasi  gerekliydi. Oysa  cunta  mensuplari uzun yillardir CIA’nin bagladigi maasa karsilik ajanlik yapiyordu. Bu Beyaz Saray için tatsiz bir sürprizdi. Tipki cuntacilarin istihbarat adina dise dokunur bir sey yapmadiklarini, üstelik Kolombiya menseili kokainin satis ve dagitim isine bulastiklarinin açiga çikmasi gibi. Simdi CIA, kendi ajanlarindan olusan bir yönetimi devirmek gibi bir açmazdaydi. Bu olay, CIA ile Clinton’u kasi kasiya getirdi.
Haiti konusunda CIA ile ters düsmek, bir türlü bir dis politika çizgisi tutturamamak ve Somali’de alinan agir darbe, Baskani çok sinirlendirdi. Bu onu bir süreligine üçüncü dünya maceralarindan uzak durmaya itti. Ne var ki, Amerikan askerleri ve casuslari insanî amaçlarla gidip de hem ölmek hem öldürmek zorunda kaldiklari Afrika Boynuzunu terk ederken Ruanda’dan gelen yeni bir kriz haberiyle göreve çagrildilar. Birbirlerinin girtlagina sarilmis iki kabilenin savasinda yüzlerce insan ölmekteydi.
CIA, Ruanda’da yarim milyon insanin hayatini kaybedebilecegi konusunda yönetimi uyarmasina ragmen, olaylar zivanasindan çikincaya kadar fazla ilgilenen olmadi. Clinton yönetimi, çektikleri azap TV yoluyla dünyaya fazla yansimayan uluslarin sorunlarina fazla bulasmak istemiyordu. Bu yüzden girisilen tek tarafli katliam, soykirim olarak tanimlanmadi. Somali, Sudan ve Afganistan gibi uzak cografyalarda bulunan ve yikilip gitmeleri ABD’yi dogrudan ilgilendirmeyecek ülkelerle fazla ilgilenmemek Baskanin tercihi oldu.
 
************
Woolsey hangi çatismaya el attiysa hepsini kaybetti. Direktörün CIA bütçesini ve gücünü eski haline asla getiremeyecegini anlayan Soguk Savas deneyimine sahip eski kadro, emekliligin yolunu tuttu. Hiyerarsinin basamaklarini tirmanmakta olan 30-40’li yaslardaki yetenekli uzmanlar da iyi bir gelecek göremedikleri için teskilati terk etmeye basladilar. Genç mezunlari cezbetmekse her yil biraz daha zorlasiyordu. CIA’nin operasyon ve beyin gücü hizla zayiflamaktaydi. Uygulamalariyla hastalari daha da hasta eden büyüksehir hastaneleri gibi, CIA de günlük operasyonlarinda hata üzerine hata yapar hale gelmisti.
Problemler hizla halledilemeyecek kadar karmasikti. CIA, küçücük bir parça yüzünden infilak edebilecek kompleks donanimlara sahip uzay mekiklerine benzemeye baslamisti. Parçalanmayi durdurabilecek tek kisi ABD Baskani olabilirdi ama Clinton’un CIA’nin ne oldugunu anlamaya pek vakti yoktu. Bu konudaki yetkilerini istihbarattan sorumlu Ulusal Güvenlik Konseyi üyeligine getirdigi George Tenet’e devretti.
Queens mahallesinde hamburgercilik yapan Yunanli bir mültecinin oglu olan Tenet, müthis hirsli, çaliskan, patronlarina sadik, girisken ve sosyal bir kisilikti. Kendisine CIA’yi degistirmek için ne yapilmasi gerektigi soruldugunda “Havaya uçurulmali,” demisti. Tabii yaratici bir biçimde istimlâk edip temelden girerek  yeni bastan insa etmek anlaminda...
“Tanri Askina, Biz Bunu Niye Bilemedik!”
 
CIA’nin genel müfettisi Fred Hitz’in isi kendi ifadesiyle, bitmis bir çarpismanin ardindan savas  meydanina girmek, toz duman dagildiktan sonra can çekisen yaralilari öldürmektir. Kurum içi teftislerinin titiz ve acimasiz olmasiyla ünlüdür. Kaderin cilvesi onu 1967’de CIA’da staj yaptigi sirada sinif arkadasi olan Aldrich H. Ames ile karsi karsiya getirdi. Tükenmis bir alkolik olan Ames eski bir Sovyet birimi çalisaniydi. FBI dedektifleri 1994 yilinin Subat’inda, bir sabah Ames’i evinden alarak kelepçeleyip götürdüler. Tutuklanmasindan sonra kendisini Alexandria sehir hapishanesinde ziyaret ettim. 53 yaslarinda kir saçli bir adamdi ve 9 yila yakin bir süredir Sovyetler hesabina casusluk yapmisti. Ömür boyu hücre hapsiyle cezalandirilmisti ama konusmak istiyordu.
Derdini anlatacak kadar Rusça biliyor, ayik oldugu zamanlar okunakli raporlar yazabiliyordu. Kurumdaki sicili, yeteneksizlik ve sarhosluk kayitlariyla dolu oldugundan bir türlü terfi edememisti. 1985’te mesleki hayatinin zirvesine, SSCB ve Dogu Avrupa Karsi Istihbarat Birimi Sefligi unvaniyla ulasmisti. Tatminsiz ve alkolik oldugu bilinmesine ragmen teskilât ona demir perde arkasinda casusluk yapan tüm Amerikan casuslarinin dosyalarina ulasma imkani vermisti.
   
Ames, o yil 50 bin dolar karsiliginda CIA hesabina çalisan 3 Sovyet vatandasinin ismini Ruslara bildirdi. Bir iki ay sonra da bildigi tüm isimleri ve o isimlerin takip ettigi isleri KGB’ye rapor edip ödül olarak 2 milyon dolari cebine indirdi. Isimlerinin desifre olmasi nedeniyle SSCB içinde görev yapan Amerikan ajanlari teker teker tutuklanarak infaz edildiler.
CIA, bir seylerin Sovyet çalismalarini allak bullak ettiginin farkindaydi ama gerçeklerle yüzlesmeye tam 7 yil sonra basladi. Teskilât kendini denetlemekten acizdi. Ames de bunu biliyordu. Kendi ifadesiyle casuslukla ugrasmak maksadiyla oradan oraya kosusturan 3-4 bin çalisani kontrol etmek mümkün degildi. Casusluk servisleri küçük olmaliydi yoksa KGB’ye ya da CIA’ye dönerdi.
 
*******************
Ames’in tutuklanmasinin ardindan ortaya çikan hasarin boyutlarini saptamak Hitz’in bir yilini aldi. Hitz çalismalari sonunda, CIA’nin bizzat kendisinin de büyük bir aldatmacanin parçasi haline geldigi kanaatine vardi.
Sovyet askeri gücüne iliskin en gizli bilgileri içeren raporlarin tanziminden sorumlu CIA yetkilileri, bu raporlarin 8 yildan beri (1986-1994) Sovyet istihbaratindan kaynaklanan bazi saptirmalarla lekelendigini biliyordu. Teskilât, raporlarin Moskova tarafindan manipüle edilmis bilgiler içerdigini bilmesine ragmen bunlari Beyaz Saray’a sundu. Onca zamandir yanlis bilgilendirme yapildigi açiklanacak olursa bu CIA için bu çok utanç verici bir sey olacagindan gerçegi gizlediler. Bu yaniltici raporlar SSCB’de meydana gelen temel askeri ve siyasi gelismelerin ABD tarafindan yanlis algilanmasina neden oldu. Bazisi Reagan, Bush ve Clinton tarafindan bizzat okunan bu raporlar yüzünden ABD’nin Moskova’da olan biteni anlama kabiliyeti azaldi ve okunanlardan yanlis izlenimler edinildi. Hitz’in ifadesiyle tüm bu olaylar, Beyaz Saray ile CIA arasindaki ‘kutsal güven’ duygusunun tamamen yok olmasina sebep oldu; “… ve eger o duygu yoksa hiçbir istihbarat servisi isini yapamaz.”
 
*************
Woolsey, Ames olayinin teskilatin içindeki gafletin, suç niteligindeki ihmal boyutlarina ulasmis oldugu gerçegini kabul etti ama bu ‘sistematik beceriksizlik’ nedeniyle ne isini kaybeden, ne de rütbesi indirilen oldu. Olay, siyasetten, medyadan kisaca her kesimden benzeri görülmemis bir tepkiyle karsilandi. Vakanin münferit anormallikler olmayip teskilatin hepten çürümüs oldugunun bir göstergesi oldugu kanaati yayginlasti. 30 Eylül 1994’te Kongre olusturdugu komisyona CIA’yi 21. yüzyila hazirlayacak sekilde yeni bastan sekillendirilmesi görevini verdi. Ames olayi, her nesilde bir kere gelen bir degisim firsati yaratmisti.
Böylesine bir degisim için Bakan’in da bir el vermesi gerekiyordu ama beklenen destek hiç gelmedi. 17  komisyon üyesini seçmek 3 ay, gündemi belirlemek 4 ay sürdü. Ilk resmi toplantisini, kurulusundan 5 ay sonra yapabilen Komisyonun çalismalari verimsiz geçiyor, olaylara odaklanilmasi mümkün olamiyordu; ne 169 kisinin ölümüyle sonuçlanan 1995’teki Oklahoma Hükümet Binasinin bombalanmasi olayina, ne Islâmi militanlarin bir düzine Amerikan uçagini Pasifik üzerinde düsürme ve bir uçagin da CIA genel merkezine çakma planlarinin ortaya çikarilmasi olaylarina... Komisyon, bir CIA yetkilisinin havada terör yasanacagi ve ABD topraklarinin, kaçirilip düsürülecek uçaklarin hedefi haline gelecegi yolundaki uyarisini da dikkate almamisti. Koskoca CIA örgütünün, onca iletisim ortaminda Islâmcilarin aralarindaki heyecanli konusmalari dinleyip anlayacak ölçüde Arapça bilen sadece 3 eleman bulundurmasi da kimseyi rahatsiz etmiyordu. Kisacasi CIA’nin çöküs sürecinde olduguna kimse aldirmiyor gibiydi. Ames olayi yüzünden CIA’nin gelecegi, geçmisinin kurbani olma yolundaydi.
Hitz, durumu söyle özetlemisti: “ABD Baskani ve Kongre ise bir an önce el koymazsa, bizi kendimize getirecek olan olay gerçeklestiginde is isten geçmis olacak. Pearl Harbour’un hepimizi uyandirmasi gibi, bir gün dünyanin herhangi bir yerinde belki de ülkemizde feci bir olay yasandiginda gene uyanip ‘Tanri askina biz bunu niye bilemedik?’ diye hayiflanacagiz.”
   
“Bas belâsindan Baska Bir Sey Degil! ”
 
1994 sonunda çalisma arkadaslarina bir veda konusmasi yapan Woolsey, istifa mektubunu da Beyaz Saray’a göndererek aceleyle Washington’dan ayrildi. Clinton, CIA direktörlügünü Savunma Bakan Yardimcisi J.Deutch’a önerdi ama o da bu isi Woolsey’den daha iyi yapabilecegini düsünmesi için ortada sebep göremedigi gerekçesiyle kabul etmedi. “Birini bul o zaman” dedi Clinton. Deutch, emekli bir hava generali olan Mike Carns ismini önerdi ama 6 haftalik bir degerlendirme asamasindan sonra is suya düstü. Ibre gene Deutch’a döndü. Amerikan istihbarati için siyaset bilimi konusunda kisa ve aci bir ders basliyordu.
Deutch, neredeyse 30 yildir Ulusal Güvenlik çevrelerinde bulunmustu ve daha hiçbir direktörünün bir yandan Amerikan istihbaratinin basindayken bir yandan da CIA yöneticiligi görevini birlikte yürütme basarisini gösterdigine tanik olmamisti. Ilk önerildiginde bu zor isi reddetmesi bosuna degildi. Baskana daha kolay ulasabilmek için (Casey örneginde oldugu gibi) kendisi için de kabinede bir koltuk talep etti ve bu istek kabul edildi. Eger Baskan 1996 seçimlerinde yeniden seçilirse Savunma Bakani olmayi umuyordu. Ama CIA’daki kargasanin bir iki yil içinde tamir edilemeyeceginin de bilincindeydi.
CIA, gerçek bir önderin bulunamayisinin sikintisini yasiyordu. Personelin morali sifirdi ve Baskan günlük istihbaratini CNN’den almakla yetinir gibiydi. Pentagon ile CIA arasindaki para ve güç kavgasi yillardan beri sürmekteydi. Ama bir konuda mutabakat vardi. Ihtiyaçlar sinirsiz, bunlari karsilamak için gerekli olan para ve personel son derece sinirliydi. Karsi istihbarat? Kesinlikle daha fazla olmali, hele Ames tecrübesinden sonra. Askeri operasyonlarin desteklenmesi? Çok önemli. Bireyler hakkinda istihbarat? Daha fazla casus, daha anlamli analizler? Son derece hayati... Olanaklar? Kesinlikle yetersiz...
Massachusettes Institute of Technology’de dekanlik yapmis olan Deutch, fiziksel kimya alaninda basarili bir bilim adamiydi. Kömürün basinç altinda nasil elmasa dönüstügünü iyi bilirdi. CIA’ya da o tür bir baski kurma amaciyla yola koyuldu. Gizli servisin kimyasini, kültürünü degistirmek amacindaydi. Ama nasil? Duayen istihbaratçi Helms, kendisine, ekibine takimin bir parçasi oldugu duygusunu asilamasini tavsiye etti. Helms bu tavsiyeyi bosuna vermiyordu. Deutch’un her halinden gizli servisi tam bir basbelâsi olarak gördügü belliydi.
Gizli servisin yöneticileri Deutch’a bir öncelik listesi sundu. Siralama söyleydi: basibos nükleer silahlar, terörizm, Islâmi köktendincilik, askeri operasyonlara destek, makro ekonomi, Iran, Irak, Kuzey Kore, Rusya ve Çin. Yeni direktör, dünya çapindaki tüm CIA istasyonlarini kapsayan bir gezi yapti. Sorumlulari dinledi, sorular sorarak durum degerlendirmesi yapti. Çalisanlari depresif ve kendi sorunlarini dahi çözmeyecek bir ruh hali içinde  buldu. Kendi ifadesiyle “gizli servisin günlük islerini yürütmeye yetecek kadar dahi öz güvenleri kalmamisti.” Bu güvensizlik bir çok biçimde kendini gösteriyordu; kâh yüze göze bulastirilan operasyonlar, kâh muhakeme ve degerlendirme zafiyetleri...
13 Temmuz 1995’te dünya basini Sirplarin Bosna’da Müslümanlari katlettigi haberini geçerken casus  uydulardan bazi resimler geldi. Görüntüler Srebrenitsa’da silahli kisilerin bir grup insani tehdit altinda tuttugunu gösteriyordu. 3 hafta boyunca CIA’dan hiç kimse bu resimlere bakmadi. Sirplarin sehri ele geçirebilecegini kimse düsünemedi. Kimse bir katliami öngöremedi, BM’yi, STK’lari, insan haklari gruplarini, basini umursamadi. CIA’nin bölgede raporlarini dogrulatacak bir personeli bulunmuyordu. Teskilat sadece bölgedeki askerî operasyonlara destek vermeye odaklanmisti, baska bir ise yarayacak ne zamani ne de personeli vardi. Yasanan vahseti göremediler.
Basindaki katliam haberlerinin üzerinden 2 hafta geçtikten sonra bölgeye bir U-2 gönderildi. Gelen resimlerde yeni kazilmis toplu mezarlar net biçimde görülüyordu ama Hitler’in ölüm kamplarindan bu yana Avrupa’da gerçeklestirilen en büyük sivil katliama iliskin ilk CIA raporlari Beyaz Saray’in dikkatine, olayin üzerinden 3 hafta geçtikten sonra gelebildi. 8 bin insan öldürülmüs ve CIA bunu atlamisti.
   
Bu arada Avrupa’nin öbür ucunda, Paris’te bölge istasyon sefligi uluslararasi ticaret konularinin pazarliklarinda kullanilmak üzere bazi Fransiz ticari sirlarinin pesindeydi. Serbest ticaret kavramini bir Amerikan ds politika ideali olarak yerlestirme amacini güden Beyaz Saray, CIA’dan durmadan iktisadi istihbarat talebinde bulunuyordu. Paris istasyonu da Fransiz sinema salonlarinda kaç tane Amerikan filmi oynatildigi gibi ABD ulusal güvenligini en alt düzeyde bile ilgilendirmeyecek küçük sirlari ögrenme telâsindaydi. Fransiz istihbarati karsi ataga geçerek CIA ajanini bir seks tuzagina düsürdü ve girisimi ortaya çikardi. Paris Istasyon sefi Dick Holm, 4 mesai arkadasiyla birlikte kamuoyu önünde küçük düsürülerek ülkeden sinir disi edildi. Gizli serviste bir utanç daha yasanmisti.
 
*******************
Paris fiyaskosu, gizli servisin Latin Amerika biriminde yasananlara oranla geçici ve anlik bir kizginliktan ibaretti. Oradaki CIA gizli servis elemanlari Castro’ya karsi verilen savasi yasamis, kendine has kültürü, kurallari olan bir ekipti. Kosta Rika’da El Salvador’da, Peru, Venezuela ve Jamaika’da görev yapan istasyon sefleri, 1987’den beri amirlerine yalan söylemek, mesai arkadaslarina cinsel tacizde bulunmak, para çalmak, astlarini silahla tehdit  gibi konularla suçlaniyordu. Muhasebe kayitlari son derece özensizdi ve müdahale etmeleri gereken bir narkotik operasyonu sonunda 1 tonluk uyusturucu sevkiyatinin Florida sokaklarinda dagitimi her nasilsa önlenememisti. Baska hiçbir birimde olmamasina karsin, CIA Latin Amerika biriminde suiistimal gerekçesiyle sik sik eleman kovuluyordu. Söz konusu birimin bu denli izole olusunda, görev bölgelerindeki iç siyaset sartlari da etkiliydi. Soguk Savas boyunca, bölgedeki CIA teskilati solcu hareketlere karsi askeri rejimlerle siki fiki bir iliski içindeydi ve eski dostluklar kolay kolay bozulamiyordu.
CIA Genel Müfettisi Hitz: “Eli kana bulanmis askerî ve kamu yetkilileri ile isbirligi yapilmamalidir,” diyor ama bu genellemeye su istisnayi ekliyordu; “Eger o tür kisiler tarafindan saglanacak istihbarat, yasal ve çok önemli bir amacin gerçeklestirilmesine yaramayacaksa... Böyle bir ihtimal mevcutsa deneme göze alinabilir.”
Bu sorun, Guatemalali bir albayin isledigi cinayetle kaynama noktasina geldi. Albay, Amerikali bir avukat ve onun, eski bir gerilla olan Guatemalali esini öldürmüstü. Katil albay, CIA’dan maas alan bir ajandi. Cinayetlerin ardindan Bush yönetimi Guatemala’ya yapilan milyonlarca dolarlik askeri yardimi kesti ama CIA, askerî  istihbarat adina, el altindan yardim etmeyi sürdürdü. Ülkedeki büyükelçiye cinayetin bir numarali süphelisi olan albayin bir CIA ajani oldugu söylenmemisti. Guatemala’ya yeni tayin edilen ABD Büyükelçisi Marilyn McAfee, teskilâta insan haklari ve adalet söylemleri çekerken CIA, Guatemalali katili korumaya devam etti. Bayan Büyükelçinin sözleri: “Istasyon sefi elinde bir istihbarat notuyla odama geldi. Guatemala kaynaklarindan elde edilen bu bilgiye göre ben, Carol Murphy ismindeki sekreterimle lezbiyen iliski içindeydim. Guatemala askeri istihbarati yatak odama bir dinleme cihazi yerlestirerek Murphy’e söyledigim sevgi sözlerini kaydetmisti.” CIA, bu istihbarati Washington’a rapor etmis, (Murphy memorandumu diye bilinir) bu bilgi oradan her yana yayilmisti.
Büyükelçi muhafazakar bir ailedendi ve iki çocuk annesiydi. Sekreteriyle yatip kalktigi filan da yoktu. Murphy kanis cinsi küçük köpeginin ismiydi ve o sözcükleri de köpegiyle oynarken söylemisti. CIA istasyonu kendi büyükelçisinden esirgedigi dostlugu Guatemalali katillere gösteriyordu.
Bardagi tasiran bu damladan sonra Deutch, tüm gizli servis elemanlarini bir kurum içi  degerlendirme toplantisina çagirdi. Siyasi etikten bahsederek Guatemala’daki olay üzerinden gizli servise kapsamli elestiriler getirdi, bazi isimlerle yollarini ayiracagini duyurdu ve homurtularla, çekingen ama belirgin biçimde alayci gülüsmelerle lâf atmalarla karsilasti. Bu toplanti direktörle gizli servis arasindaki geri dönüsü olmayan ayrismanin açik bir isareti oldu. Direktörün CIA’daki kaderi belli olmustu.
 
************************
   
Deutch, gizli servislerle ilgili sorunlari içeren dosyayi yardimcisi Tenet’e havale etmeye karar verdi. 42 yasindaki bu çaliskan ve sadakatli adam olaya Deutch gibi, çözülmesi gereken bir problem degil, basarilmasi gereken bir görev olarak bakiyordu. Adamlarini topladi ve ulusun güvenligi adina basarisizligin söz konusu edilemeyecegi 10-15 konu saptadilar. Listenin basina terörizm yerlesti.
1995 sonbaharinda, Sudan’dan Genel Merkeze, tehdit edici olasiliklar hakkinda raporlar yagmaya basladi. Tehditler, istasyon personeline, Büyükelçilige ve Clinton yönetiminin önemli bir mensubuna karsi düzenlenecek saldirilarla ilgiliydi ve bilgilerin tümü tek bir yerel CIA ajani tarafindan veriliyordu.
Sudan o günlerde, aralarinda Usame bin Ladin’in de bulundugu vatansiz teröristler için uluslar arasi bir borsa gibiydi. Teskilât bu ismi ilk olarak 1980 sonlarinda Afgan mücahitlerini Sovyetlere karsi silahlandirirken, isyana destek saglayan zengin Suudi Arabistanli olarak duymustu. Islâm düsmanlarina karsi verilecek kutsal savasin finansman kaynagi olarak biliniyordu. Bütün dünya onun ismini ögreninceye kadar CIA, Bin Ladin ve örgütüyle ilgili bölük pörçük bilgileri bir araya getirip anlamli bir rapor olarak Beyaz Saray’a sunma becerisini gösteremedi.
Bin Ladin, 1991 Körfez Savasindan sonra Suudi Arabistan’daki Amerikan askerlerine karsi eylem koymak için ülkesine döndü. Suudi hükümeti kendisini sinir disi etti, o da Sudan’a yerlesti. CIA’nin Sudan’daki istasyon sefi, Çakal Carlos’un yakalanmasinda önemli payi olan, deneyimli ajan Cofer Black isminde biriydi. Bin Ladin’in Amerikan çikarlarini hedef alacagini hissetti ve münhasiran onu izleyecek 12 kisilik bir ekip kurdu. Ne var ki CIA, tüm karsi uyarilara ragmen 1996 yilinin Subat ayinda Sudan ofisini kapatti ve Büyükelçilikle birlikte Kenya’ya tasindi. Bundan kisa süre sonra Bin Ladin’in Afganistan’a geçtigi ögrenildi. Özel ekipten Mike Scheuer bunu bir firsat olarak degerlendirdi zira CIA, Pakistan’da sürgün olarak yasayan bazi Afgan asiretleriyle tekrar irtibat kurmustu ve bunlardan, iki CIA ajaninin katilinden sorumlu kisinin yakalanmasi için yardim aliyordu, belki bir gün Bin Ladin’in avlanmasi için de yardim ederlerdi. Ama o gün bir türlü gelmedi çünkü CIA o aralar, hedefinde olan bir baska kisiyle fazlasiyla mesguldü.
Gizli Servisin Yakin Dogu Birimi Sefi Stephen Richter, iki yildan beri Saddam Hüseyin’i devirecek bir darbenin plânlanmasina yardim ediyordu. Son bes yil içinde gelen üçüncü devirme emrinin sahibi bu kez Baskan Clinton’du. CIA, Ürdün’de Irak özel birliklerinin eski Komutani Shawani ile, Londra’da sürgünde bulunan muhalif subaylarin lideri Alawi ile görüsmeler yürüttü, silâh ve para destegi verdi. Ayrica, Kürtlerle olan eski ve problemli bir gönül iliskisini yeniden tazeleyerek, vatansiz Kürt asiretlerini bir araya topladi. Ancak ne yaptiysa bu bölünmüs güçleri ayni hedefe karsi örgütleyip yönlendirmekte basari saglayamadi.
Isyani tesvik amaciyla Saddam’in yakin çevresindeki asker ve siyasetçilerin arasina sizma girisiminde bulunuldu ama komplo Saddam’in casuslarinca ortaya çikarildi, bir yigin insan tutuklandi. Aralarinda Shawani’nin ogullarinin da bulundugu en az 80 kisi idam edildi. Kongre istihbarat komisyonu üyesi ve önde gelen bir CIA analisti olan Mark Lowenthal söyle diyordu: “ Politika yapicilar ‘bir seyler yapin’ deyip duruyorlar ama CIA’nin Saddam’la basa çikacak gücü olmadigini göremiyorlar. Bunun temel sebebi de isbirligi yapilacak güvenilir bir Iraklinin bulunamamasidir. Güvenilir diye bilinenler de politikacilarin isteklerini yerine getirecek  yetenekte degil. Dolayisiyle bu operasyon basarilamaz. Ama teskilâttan, ‘Pardon Baskan, istediginizi yapamayacagiz’ diyecek bir kisi çikmadi. Mecburen, daha basindan girilmemesi gereken bir operasyona girisilmis olundu”.
 
*****************
Deutch, Kongre’ye ve Baskan’a CIA’nin asla bu Saddam meselesini halledemiyecegini söylediginde, sadece 17 ay süren direktörlügü de noktalanmis oldu. Kimsenin imrenmedigi bu göreve Tony Lake önerildi ama bilhassa gizli servisin içinden kaynaklanan muhalefet nedeniyle atama gerçeklesmedi. Mesaj açikti: Bize disardan birini göndermeyin! Zehirli  kupa,  geriye kalan  tek  aday George  Tenet’e  verildi. Tenet  zaten  teskilâti vekâleten yönetiyordu, simdi, 6. yilda degisen 5. direktör olarak asaleten göreve atanmis oldu. Yeni direktör misyonunun ne oldugunun bilincindeydi; CIA’yi kurtarmak.
Internetin yayginlasmasiyla patlama yapan bilgi akisi nedeniyle sirlarin toplanmasi, analiz edilmesi, CIA’nin zaten dumura ugramis yeteneklerini iyiden iyiye felç etti. Gizli servis, basarilarin istisnaî, basarisizliklarin siradan oldugu bir birim haline dönüsmüstü. Mansetlere yansiyan bir basarisizlik öyküsü, Harold J. Nicholson ile ilgili olaniydi. Nicholson, gizli servisin Romanya ofisinde iki yil seflik yaptiktan sonra egitmen olarak ‘Çiftlik’e atandi. Çiftlik, CIA stajyerlerini egitildigi Virginia’daki okula verilen isimdi. Nicholson Rus casusu çikti. 1994, 1995 ve 1996 yillarinda Çiftlikten mezun olanlarin hepsinin ve ayrica CIA hesabina yurt disinda çalisan ajanlarin tüm kimlik bilgilerini Ruslara satmisti. Yakalandi, yargilandi ve 23 yila mahkûm oldu ama verdigi zarar büyük oldu. Çünkü onun egitmenlik dönemindeki üç yilda Çiftlikten mezun olanlarin hiçbiri, isimleri desifre oldugu için asla yurt disi görevi alamayacaklardi.
19 Haziran 1997 tarihinde Kongre Istihbarat Komisyonunun yayinladigi bir rapor CIA’nin kalan itibarini da yerle bir etti. Rapora göre CIA, “Dünyadaki siyasi, askerî ve iktisadî gelismeleri izleyebilecek derinlige, genislige ve  bilgi birikimine sahip olmaktan çok uzakti”. Teskilât veri toplayabiliyordu ama girilmis olunan enformasyon çaginin getirdigi bilgi bollugu yüzünden, neyin önemli bir veri oldugunu, neyin parazitten ibaret oldugunu ayirt etme yetenegini hepten kaybetmisti.
 
*******************
“Tehditten Öte, Gerçegin Ta Kendisi ”
 
G. Tenet, Temmuz 1997’de yemin ederek CIA’nin 18. Direktörü olarak göreve basladi. Eger gerekli ödenek çikarilirsa, uzmanligi sorgulanir olmus, gizli servisi dagilma asamasina gelmis teskilâti, 5 sene içinde, 2002’ye kadar ayaga kaldiracagini vaat etti. CIA’nin para musluklari Kongre Üyesi Porter Goss’un elindeydi ve o musluklar son 15 yildan beri hiç akmadigi kadar gür bir biçimde akmaya basladi. “Istihbarat sadece bir soguk savas zamani gereksinimi degildir” demisti Goss, “Eger Pearl Harbor olayini animsarsaniz ne demek istedigimi anlarsiniz. Dünya tatsiz sürprizlerle doludur”.
 
***************
Tenet endise içinde, bir sonraki felaketin nereden gelecegini bekler vaziyetteydi. Teskilât bir kaç gün sonra, 11 Mayis 1998 tarihinde Asya’dan gelen sürpriz haberle sarsildi. Hindistan deneme amaçli nükleer bombasini patlatmis, dünyadaki güç dengesini yeniden sekillendirecek adimi atmisti. Hindistan’in yeni milliyetçi hükümeti bunu gerçeklestirecegini açikça beyan etmis, ülkenin nükleer arastirmalar müdürlügü de siyasilerden emir geldigi an denemenin yapilabilecegini söylemisti. Pakistan da yeni füze tatbikatlari yaparak rakibini tahrik edip duruyordu. Kisacasi, dünyanin en büyük demokratik ülkesinin bu yaptiginda CIA’yi soke edecek bir yan yoktu ama gene de soka ugradilar. CIA’nin Yeni Delhi’den gelen raporlari tembel isiydi, analizleri ise bulanik. Alarm zilleri bir türlü çalmak bilmedi. Tenet’in yardimcisi C. Allen, su tespitlerde bulundu: “Bu deneme göstermistir ki, casusluk faaliyetleri ile olaylari okuma ve raporlari anlama yetenegi basarisizdir, düsünme ve gözlem yetileri de keza. Son derece rahatsiz edici bir durum bu”. Hersey, CIA’da sistemik bir çöküs yasandigini gösteriyordu.
Nükleer denemenin yapildigi sirada, Tenet’in dikkati baska bir yöne dönüktü. Birlikleri, Bin Ladin’i yakalama tatbikatlari yapiyordu. Usame, 1998 yili Subat’inda bir açiklama yapmis ve Allah tarafindan Amerikalilari öldürmekle görevlendirildigini ilân etmisti. Afganistan’da, ABD’ye karsi cihat için savasçi toplamaktaydi. Bu arada CIA’nin Pakistan Istasyon Sefi Gary Schroen, teskilâtin daha önce isbirligi yaptigi Afgan kabile reisleriyle Bin Ladin’i Kandahar’da, bulundugu kerpiç karargâhta 20 Mayis 1998 tarihinde vurmak için tüm hazirliklarini tamamliyordu. 29 Mayis’ta Tenet operasyonu iptal etti. O aralar, Hindistan’a misilleme olarak kendi nükleer denemesini yapmis olan Pakistan’da savas davullari çalmaktaydi. Afganlar da fazla güvenilir degildi. Tenet, es güdüm sorunlari yasanacagindan çekinmis, riske girmeyerek baskini iptal etmisti.
   
Bin Ladin’in tehditleri, Haziran ve Temmuz aylarinda da gerçeklesmedi ama Agustos’ta iki saldiri haberi birden geldi. Birbirinden 4 dakika arayla, Kenya / Nairobi ve Tanzanya / Dar es Selam’daki Amerikan elçilikleri bombalanmisti. Kenya’daki saldirida, biri CIA görevlisi 12 Amerikali ölmüs, sokakta bulunan yüzlerce Kenyali hayatini yitirmis, binlercesi yaralanmisti.
Ertesi gün Beyaz Saray’da yapilan toplantida Tenet, Bin Ladin’in Pakistan sinirindaki Khost kentinde, bir kampta bulundugu haberini verdi. Kampin Cruise füzeleriyle vurulmasi karari alindi ancak skoru esitlemek için ikinci bir hedef daha gerekliydi. Sudan’in baskenti Hartum’daki Shifa isimli bir sanayi tesisinde karar kilindi. Bölgede  görev yapan Misirli bir CIA ajani, fabrika civarindan toprak örnegi almis, yapilan analizde VX sinir gazi yapiminda kullanilan kimyevî bir maddenin izine rastlanmisti. Toplantiya katilanlardan biri, tek bir buluntuya dayanilarak bombalama yapilmamasi gerektigini söylediyse de dinleyen olmadi. 20 Agustos sabahi, her iki hedefin üzerine de milyonlarca dolarlik Cruise füzeleri yagdirildi. Khost’da 20 kadar Pakistanli öldü ama Bin Ladin çoktan sirra kadem basmisti. Sudan’da ise bir gece bekçisi öldü.
Clinton’a, Shifa fabrikasiyla ilgili istihbaratin süpheye hiç yer birakmadigi söylenmisti. Burasi, Bin Ladin’e çalisan bir silâh fabrikasiydi. Ilaç fabrikasi çikti. Sonra burasinin Irak’a çalisan bir sinir gazi dagitim merkezi oldugu söylendi ama BM uzmanlarinin daha sonra teyit ettigine göre Irak hiçbir zaman VX maddesini kimyasal silaha dönüstürememisti. Ajanin buldugu maddenin yabani otlarla mücadele ilaci olmasi kuvvetle muhtemeldi. Ilaç fabrikasina yapilan saldiri çok elestiri aldi. Elestirenlerden biri Büyükelçi Tim Carney’di; “Shifa’ya yapilan saldiri, yetersiz istihbarata dayanilarak karar alma aliskanliginin sürdügünü gösteriyor”. Amerikan istihbarat camiasi bir kez daha toplandi ve CIA’da bastan asagiya bir degisim yapilmazsa “katastrofik basarisizliklarin kaçinilmaz olacagi” sonucuna varildi (11 Eylül 1998).
 
***************
Teskilât 1991’den beri en iyi elemanlarinin üçte birini kaybetmisti. Kidemli casuslarinin, analistlerinin, bilim adamlarinin ve teknoloji uzmanlarinin yüzde yirmisi ayrilmisti. Gizli servis elemanlari her yil düzenli olarak, bir önceki yila oranla yüzde 7 azaliyordu. Tenet, cephede bu kadar az kisiyle, gelecegin tehditlerine karsi duramayacaginin bilincindeydi. Söyle bir tespitte bulunmustu: “Kusursuz bir istihbarat sistemine sahip oldugumuz yanilgisi içindeyiz. Bu beklentiyi CIA kendisi yaratti. Bu tam bir yanilsamadir, sürprizler her zaman olacaktir”.
Direktör, uzun yillar süreceginin ve milyonlarca dolara mal olacaginin bilincinde olarak CIA’yi yeni bastan insa amaciyla ülke çapinda yetenek avina çikti. Zamana karsi amansiz bir yaristi bu. Ise yeni baslayan birinin, dünyanin zorlu baskentlerinde çalisabilecek bir elemana evrilmesi 5 ilâ 7 sene arasinda bir süre gerektiriyordu. Yabanci dilleri ve kültürleri bilen, CIA için çalismaya istekli ve yeterli, Amerika dogumlu aday bulmak kolay degildi. Bir casus, görevini yaparken, hileyi, manipülasyonu, dürüstlük disi davranislari nasil kullanmasi gerektigini bilmeliydi. Sahtekârliklarla dolu bir dünyada bu enstrümanlari kullanirken kendi ahlâkî degerlerini korumak zorundaydi. Bu kalitedeki insanlari bulmak, onlari ise alip iste tutmak zor isti ve basarilamadi.
Personel politikalariyla ilgili olarak Bob Gates’in söyledikleri: “CIA zaman içinde çok yetenekli ve parlak insanlari, biraz sira disi olduklari için görmezden gelen bir personel politikasi gelistirdi. Kültürel miyoplugu nedeniyle dünyayi yanlis okudu. Adaylara uyguladigimiz psikolojik ve sair sinavlar yüzünden çok farkli ve özgün kabiliyetleri olan insanlar CIA’ya giremedi. Teskilâtta, dünya nüfusunun yarisini, yani 3 milyar insani temsil eden Çince, Korece, Arapça, Hintçe ve Farsça dillerini bilen pek az insan vardi. Çok daha azi, bir Afrika köyünde yürümüs, Arap çarsilarinda esnafla pazarliga tutusmustu. Teskilâta alinan Uzak Dogu kökenli bir Amerikali, Kuzey Kore’ye gidecek olsa, onun Kansas’da büyümüs oldugu derhal anlasilabiliyordu. 1992 yilinda Azerî dilini çok iyi bilen birini istihdam etmek istemistim. Yazili Ingilizce sinavini geçemedigi için ise almadilar. ‘deli    misiniz siz’ diye bagirdigimi hatirliyorum, ‘Burada Ingilizceyi bilen binlerce kisi var ama Azerî dilini konusabilen kimse yok!’”.
Teskilât tüm Amerikan sehirlerine dagilarak, birinci nesil Asyali ve Arap mültecilerin çocuklarini taramaya basladi. Hasat çok verimsizdi. Tenet, uluslar arasi gizem ve entelektüel bir macera imaji yaratilmadan teskilâti parlak gençlere cazip göstermenin mümkün olamayacagini biliyordu ve bu, CIA için bir ölüm kalim meselesiydi.
 
****************
Düsman güçlendikçe CIA zayifliyordu. Bin Ladin’e yapilan saldirinin basarisizlikla sonuçlanmasi, cihat savasçilarina binlerce yeni katilimin yolunu açmisti. Tenet, Afgan müttefikleriyle isbirligi yapma plânini yeniden devreye soktu. Afgan ajanlar, Bin Ladin’in 20 Aralik aksamini Kandahar valisinin yerleskesinde geçirecegi  bilgisini ulastirdi. Pakistan Istasyon Sefi Schroen, daha iyi bir firsat çikmayabilecegi düsüncesiyle “Vur” emrini verdi. Cruise füzeleri rampalara yerlestirildi ama bilginin kaynagi tek bir kisiydi ve yerleskede yüzlerce insan bariniyordu. Tenet’in temkinli yani, cesaretinin önüne geçti ve operasyon durduruldu.
1998 yili sonbaharindan sonra CIA Bin Ladin’i adim adim izledi, neredeyse her gece nerede yattigi biliniyordu. Onu öldürmek için bir çok firsat vardi ama is tetigi çekmeye gelince hep tereddüt edildi. Bin Ladin’i öldürme temali tatbikatlarda Amerikan özel birliklerinden en az 15 asker öldü veya yaralandi. Pentagon’daki komutanlar ve Beyaz Saray’daki siviller, Bin Ladin’e karsi askerî ve siyasi bir kumari göze almakta hep çekingen davrandilar. Is CIA’ya birakilmisti, onlar da bir türlü eyleme geçemiyordu.
1999 yilinin son haftalarinda Afgan muhbirler, Bin Ladin’in Kandahar’in güneyinde bir yerleskede sahinle av yapan bir grup zengin dostuyla birlikte oldugu haberini verdi. Casus uydusu 8 Subat’ta kampin yerini belirledi ama pistte Birlesik Arap Emirlikleri (Amerika’nin müttefiki) bayragini tasiyan bir uçak bulunuyordu. Bin Ladin’i öldürmek ugruna Arap emirleri kurban edilemezdi, füzeler rampalarindan kalkamadi. Bir keresinde Bin Ladin tam 36 saat boyunca göz hapsinde kilitli kaldi, bu süre zarfinda üç kez füze saldirisi yapma firsati çikti, Tenet üçünde de “Hayir” dedi çünkü CIA’nin hedef belirleme yetenegine olan güvenini kaybetmisti.
Iste güven kaybina yol açan olaylardan bir örnek: Sirbistan’a NATO hava saldirilarinin yapildigi günlerdi. Bombardimanin amaci, Baskan Slobodan Miloseviç’i, güçlerini Kosova’dan çekmeye zorlamakti. Analistler, vurulacak en iyi hedefin Yugoslav Federasyonu Levazim ve Satinalma Müdürlügü binasi olduguna karar verdi. Yerin tespiti için turistik (!) haritalardan yararlanildi. Bilgi, CIA mekanizmasindan yukarilara dogru tirmandi, gelistirildi, ve koordinatlar B-2 hayalet uçaklarinin sistemine yüklendi. Çok geçmeden hedef havaya uçuruldu. Ne var ki uçurulan bina Miloseviç’in depolari degil, Çin elçiligi idi. CIA haritalari yanlis okumustu. Hatanin açtigi güvensizlik yarasi o kadar derin olmustu ki, Pentagon ve Beyaz Saray’in, CIA’nin sözüyle vur emri vermesi için daha epey vakit geçmesi gerekecekti.
 
***************
ABD’nin askerî gücü ve istihbarati, ordulara ve ülkelere karsi mücadele etmek amaciyla yapilandirilmisti, yâni öldürülmesi zor ama dünya haritasi üzerinde yerinin bulunmasi kolay olan düsmana karsi. Oysa simdiki yeni düsman bir insandi; öldürülmesi kolay ama bulunmasi zor bir insan!
Baskan Clinton, CIA’ya, gidip o adami öldürmesi için yetki verdi. Tenet’i de, tek kisiye karsi girisilmis bu savasin komutani ilân etti. Tenet’in kendi teskilâtinin istihbarat ve gizli eylem yetenekleri konusunda süpheleri vardi ama Bin Ladin yeni bir saldiriya geçmeden bir seyler yapmak zorundaydi. Yeni Karsi Terör Birimi Sefi C. Black ile degisik plânlar üzerine çalismaya basladi. Afgan sinirindaki Özbekistan ve Tacikistan gibi uzak ülkelerin gizli servisleriyle isbirligi baslatildi. Bunlarin yardimiyla Afgan topraklarina CIA elemanlari yerlestirilmek isteniyordu. Bu ajanlar, Afgan krali olmayi hedeflemis ve bu amaçla teskilâttaki eski dostlarina isbirligi çagrisinda bulunmus olan cesur savasçi Ahmet Sah Mesut’un güçleri ile ülke içinde bulusup müsterek mücadeleye girisecekti. Mesut, CIA’nin yardim ve silâhlariyla Taliban’i devirebilecegini, Bin Ladin’in güç merkezine saldirabilecegini, Kabil’i ele geçirebilecegini söylüyordu. C. Black ve yardimcilari, teklifi kabul etme yanlisiydilar. Fakat Tenet’e göre basarisiz olma ihtimali daha fazlaydi, bir kez daha “Hayir” dedi. Afganistan’a girip çikmak çok riskliydi, oysa gazeteciler ve uluslar arasi yardim kuruluslarinin elemanlari bunu hep yapiyordu. Mesut olumsuz karari alayci bir gülümsemeyle karsiladi.
Milenyuma yaklasildiginda Ürdün istihbaratina bir bilgi geldi. El Kaide, Noel kutlamalari yapilan otel ve turistik tesislere dünyanin her noktasinda saldiri gerçeklestirecekti. Ürdünlüler bu bilgiyi, tutukladiklari 17 örgüt üyesinden almislardi. Eldeki delilleri inceleyen Tenet bunun kuru siki bir tehditten öte, gerçegin ta kendisi oldugu kanaatine vardi. Avrupa, Orta Dogu ve Asya’daki 20 ülkenin istihbarat baskanlarini uyardi. Sonunda korkulan olmadi ve yeni yil esigi herhangi önemli bir olumsuzluk yasanmadan atlatildi.
Siyaset süreci bir kez daha, Truman tarafindan baslatilan bir gelenegin tekrarlanmasi zamaninin geldigine isaret ediyordu: Istihbarat konularinda muhalefet liderini bilgilendirmek. Ilgililer, Cumhuriyetçi Baskan Adayi, Teksas Valisi George W. Bush’a brifing vermeye gittiler. Amerikalilarin gelecek 4 yil içinde siklikla yabanci teröristlerin kursunlarina hedef olacagi biçimindeki tatsiz öngörüyü Bush’a söyleme görevi Karsi Terör Birimi Sefine düstü.  Ilk ölüm haberleri 12 Ekim tarihinde Yemen’den geldi. Iki terörist hiz tekneleriyle, körfezde demirli bulunan USS Cole isimli savas gemisine bindirmis, meydana gelen patlamada 17 denizci ölmüs, 40’i yaralanmis ve ABD’nin en gelismis savas gemisinin bordasinda 250 milyon dolarlik bir bir delik açilmisti. Olagan süpheli El Kaide idi.
Tartismali seçim süreci sonlanip G.W. Bush Baskan ilân edildikten sonra Tenet, yeni lideri bizzat bilgilendirmeye gitti. Bush “CIA bu herifi öldürebilir mi?” diye sordu ve “Onu öldürmekle, onun temsil ettigi ideoloji ve tehditler ortadan kalkmaz” cevabini aldi.
“Isin Karanlik Tarafi”
 
George W. Bush, Ocak 2001’de Baskanlik görevini devraldi. Kisa süre sonra, CIA’nin Idari Islerden Sorumlu Direktör Yardimcisi James Monnier Simon, Jr.’dan su uyari geldi: “Amerikan istihbarat mekanizmasinin basi derttedir. Ülkeyi tehlikelerden koruyacak istihbarati toplayip analiz etme gücünden yoksunuz. Öyle bir an gelecek ki Baskan ve Kongre halka, öngörülebilir bir felaketin neden fark edilemedigini izah etmekte güçlük çekecek.”
Amerikan istihbaratindaki bölünmüslük ve daginiklik 1941 yilindaki kadar kötüydü ve o günlerden bu günlere kadar gelip giden 18 direktörün hiç biri toparlanmayi saglayamamisti. CIA 17 bin kisiyi istihdam ediyordu. Bir ordu kadar kalabalik bu insanlarin çogu masa basi islerde vakit geçiriyorlar, konforlu evlerde, rahat bir yasam sürdürüyorlardi. Yurt disi gizli görevleri sadece bin kisilik bir kadro gerçeklestiriyordu. CIA’nin gizli servisinin kuruldugu 1947 yilinda 200 kadar elemani vardi. Ocak 2001’e gelindiginde, zor bölgelerde gizli görevler yapabilecek yetenek ve cesarette gene bu kadar adam ya vardi ya yoktu.
Bütünüyle El Kaide isine odaklanmis personel sayisi ise bahsedilenin iki kati kadardi ama çogu genel merkezde, dis dünyanin gerçeklerinden kopuk bir biçimde, bilgisayarlari basinda vakit öldürüyorlardi. Bunlarin Amerika’yi bir saldiridan koruyacaklarini düsünmek en hafif tabiriyle hayalcilikti.
 
*****************
Tenet’in Beyaz Saray’la arasi iyiydi. CIA Genel Merkezi’ne, Baskan’in babasina atifla resmen “Bush Merkezi” ismini vermesi, Oval Ofisin hosuna gitmisti ama yine de bütçesi, Pentagon bütçesinin artirildigi oranda yükselmemisti. Savunma Bakani Donald Rumsfeld ile Baskan Yardimcisi Dick Cheney, Nixon’lu, Ford’lu günlerden beri ulusal güvenlik siyasetinin içindeydi ve Bush yönetimi altinda muazzam yetkilerle  donatilmislardi. Her ikisi de CIA’nin yeteneklerine güven duymuyordu.
   
Bush ve Tenet, neredeyse her sabah saat sekizde Beyaz Saray’da bulusuyor ve ulusal güvenlik konularini konusuyorlardi. Tenet her defasinda Baskan’a ve ekibine El Kaide’nin Amerika’ya bir saldiri düzenleme hazirligi içinde olduguna iliskin belirtileri anlatiyordu ama Bush baska seylerle ilgiliydi; füze savunma sistemleri, Meksika ve Orta Dogu. Baskan, ortada acil bir seyler oldugu bilincinde degildi. Sorun CIA’nin yeterince açik olamayisi, Beyaz Saray’in da meselelere odaklanamayisindan kaynaklaniyordu. Eskilerden Richard Helms “Zilleri çaldirmak yetmez, sesin duyulmasini da saglayacaksiniz” demisti. Yaklasmakta olan bir terör saldirisinin alarm zilleri kulaklari sagir edecek dereceye yükselmisti ama Tenet Baskan’a isin aciliyetini bir türlü anlatamiyordu.
CIA, ABD bagimsizlik günü kutlamalarinin yapilacagi 4 Temmuz tarihinden çok çekiniyordu. Bu tarihte, dünyanin her yerindeki temsilciliklerde davetler verilir, dikkatler bu resepsiyonlara odaklanir, güvenlik zafiyetleri olusurdu. Tenet, Amman, Kahire, Islamabad, Roma ve Ankara’daki yerel istihbarat örgütlerinin baskanlariyla görüstü. Tüm El kaide baglantili veya baglanti süphesi bulunan olusumlarin imha edilmesi çagrisinda bulundu. Istihbarati CIA saglayacak, tutuklamalari yerel servisler yapacakti. Körfez ülkelerinde ve Italya’da bir avuç terör süphelisi hapse tikildi. Tenet, bunun bir basari olup olmadigindan kuskuluydu; “Bu tutuklamalar sayesinde birkaç elçiligimize yapilacak saldiriyi önlemis olabiliriz ama bundan emin olmamiz mümkün degil tabii” dedi.
Direktör, simdi bir baska ölüm kalim karari vermek durumundaydi. Bir sene kadar önce, üzerinde video kameralari ve casus sensörler bulunan insansiz hava araçlarinin Afganistan semalarinda uçurulmaya hazir hale getirildigi açiklanmisti. Simdi de, Predatör ismi verilen bu küçük pilotsuz uçaklara tank savar füzeler monte edilebiliyordu. Teorik olarak, birkaç yüz milyon dolarlik bir harcamayla, bu uçaklarin Washington’daki genel merkezden yönetilmesi de mümkün olabilirdi. Yâni bir ekran ve joy-stick yardimiyla genel merkezdeki bir CIA elemani oturdugu yerden, Afganistan’daki Bin Ladin’i vurabilirdi. “Iyi de, komuta zinciri nasil olusacak” diye düsündü Tenet, “Kim vur emrini verecek, dügmeye kim basacak?”. Tenet bir öldürme yetkisine sahip oldugunu düsünmüyordu, geçmiste yasanmis hedef saptama hatalari onu çok endiselendiriyordu.
1 Agustos 2001 tarihinde, Ulusal Güvenlik Ajansinin bir alt birimi olan dairenin verdigi karar göre, CIA’nin ulusal mesru müdafaa kapsaminda, Predatörlerle Bin Ladin’i öldürmesi yasallastirildi. Bu karar, CIA’nin baska sorularina yol açti; Operasyonun parasini kim ödeyecek? Uçagi kim füzelerle donatacak, hava trafik kontrolünü kim yapacak, pilot rolünü, füzeci rolünü kim üstlenecek? Ulusal Güvenlik Konseyi karsi terör danismani Richard Clarke patladi: El Kaide, ya bir tehdittir, ya degil! Buna karar verecek olan da CIA’nin liderleridir”.
6 Agustos’taki Baskanlik brifinginde Bin Ladin’in ABD’yi vurmaya kararli oldugu dile getirildi ama Baskan Bush tatilini 4 Eylül’e kadar sürdürdü. Döndügünde Clarke adeta yalvarircasina CIA’nin harekete geçirilmesi gerektigini söyledi. Ne yazik ki, lâf üretip is üretemeyen bu teskilât, Bin Ladin’i durdurma isini yabanci istihbarat servislerine havale etmis, Amerika, ‘Büyük Saldiri’yi, acz içinde beklemek zorunda kalmisti.
 
****************
Tenet’in üç yil önce uyarisini yaptigi “katastrofi” 11 Eylül’de gerçeklesti. Bu olay, Amerikan devlet düzeneginin sistemik bir basarisizligi idi; Ulusal Güvenlik Konseyi, FBI, Federal Havacilik Dairesi, Mültecilik ve Vatandaslik Idaresi, Kongre Istihbarat Komisyonlari.... Bu bir siyaset ve diplomasi basarisizligiydi, ayrica medyanin basarisizligiydi çünkü devlet mekanizmasindaki daginiklik teshis edilip kamu oyu bilgilendirilmemisti. Fakat hepsinin üstünde, bu bir ‘düsmani anlama’ basarisizligiydi. CIA, bu ve benzeri Pearl Harbor’lar olmasin diye  vardi ve isini yapamamisti.
Ertesi gün Baskan Bush, Tenet’e yazili olarak su talimatlari verdi: “Dünyanin neresinde olursa olsun, CIA süphelileri izleyecek, ele geçirecek, tutuklayacak ve sorgulayacaktir. Uygulama yapilirken hiçbir sinirlama dikkate alinmayacaktir”. Cheney’in ifadesiyle CIA o sabah, isin karanlik tarafina geçmisti. Bu emirler, CIA yetkilileri ve taseronlari için gizli hapishaneler kurarak iskenceye varan tekniklerle insanlari alakoyma uygulamalarini devreye sokmak konusunda yesil isik yakildigi anlamina geliyordu.
   
CIA daha önce de gizli sorgulama merkezleri kurmustu; 1950 baslarinda Almanya’da, Japonya’da ve Panama’da, sonrasinda Vietnam’da... Fakat bu kez Bush, CIA’ya çok sira disi bir yetki veriyordu; kaçirilan süpheliler yabanci istihbarat teskilâtlarina teslim edilecek, onlarin iskence yaparak aldiklari ifadeler de CIA’nin sorusturmalarina dayanak teskil edebilecekti. Üstelik, bu ifadelerin hangi yolla elde edildikleri konusunda, avukatlarin sordugu türden sorular da sorulmayacakti. Bush’un emriyle CIA, küresel bir polis teskilâtina dönüsmüstü. Afganistan, Tayland, Polonya ve Guantanamo’daki gizli hapishanelere yüzlerce süpheli tikildi, yüzlercesi daha Misir, Pakistan, Ürdün ve Suriye gizli örgütlerine, sorgulanmalari için teslim edildi.
Bush, 20 Eylül’de Kongre’de yaptigi konusmada sunlari söyledi: “Teröre karsi savasimiz El Kaide ile basliyor. Ancak bununla yetinmeyecegiz. Bu savas, faaliyetlerini dünyanin neresinde sürdürürlerse sürdürsünler, tüm terör örgütleri bulunup yenilgiye ugratilincaya kadar devam edecek”,
 
**************
11 Eylül saldirisindan sonra ABD hükümeti içinde yeni bir tartisma basladi. CIA, tüm Amerikan yurttaslarina yeni bir kimlik çikartilmasini önerdi. Kart, ilgilinin parmak izinden, retina taramasina kadar her türlü bilgiyi içerecek, üzerindeki bir çip yardimiyla da kart hamilinin bulundugu yer tespit edilebilecekti. Sonra kartin kaybedilebilecegi düsünüldü ve çipin insanlarin damarlarina yerlestirilmesi önerildi. Bu güvenlik paranoyasi nereye kadar gidecekti? CIA, bir KGB’ye, Gestapo’ya mi dönüsüyordu? Neyse ki öneri kabul görmedi ama Kongre, CIA’nin ABD vatandaslari hakkinda casusluk yapabilmesi için yeni ve genis yetkiler verdi. Artik CIA, kisi ve kurumlarin mahkeme kayitlarindan, banka hesaplarina kadar her türlü özelini arastirabilecek, bunu yaparken hiçbir resmi makamdan izin almak zorunda kalmayacakti. Bu çerçevede, süphelilerin dinlenmesi de yasal  olmasa bile ‘sicak takip’ kapsamina aliniyor ve is kilifina uyduruluyordu. Plân 4 Ekim 2001 tarihinde Bush tarafindan onaylandi.
Amerikan karsi terör birlikleri, C. Black’in “Bin Ladin’in kafasini bir kutuya koyup getirin” emriyle Afganistan’a gönderildi. Afgan kabile reislerine dagitilmak üzere yanlarindaki yüzlerce milyon dolar nakitle ülkeye giren özel kuvvet elemanlari, Amerikan ordusu isgali gerçeklestirinceye kadar zemini hazirladilar. Amerikan ordusu Kasim 2001’de Taliban siyasi liderligini devirdi ve Kabil’de yeni bir hükümet kuruldu ama Taliban’a sadik on binlerce Afganli, bir çizik bile almadan, firsat çiktiginda yeniden savasmak üzere halkin arasina karisti.
Usame Bin Ladin’i bulmak ve avlamak amaciyla 11 hafta boyunca Haci Abdülkadir isimli bir Pastun liderle çalisildi. Nihayet 24 Kasim’da beklenen bilgi geldi. Bin Ladin ve El Kaide’nin Arap savasçilari issiz bir dag köyü olan Tora Bora’da gizleniyorlardi. 5 Aralik sabahi B-52’ler düsman mevzilerine bomba yagdirirken ben de gelismeleri bir kaç kilometre uzaktan izliyordum ve tabii adamin kellesini bir sirigin ucunda görmeye can atiyordum. Ne var ki, Bin Ladin belki CIA’nin ates menzili içindeydi ama ‘durumu kavrama’ menzilinin disinda kaliyordu. Bir kusatma olmadan ele geçmesi mümkün degildi ve CIA bunu gerçeklestiremedi. Teröristin pesindekiler, teskilâtin en yeteneklileri arasindan seçilmisti ama sayica çok az idiler. Dagitilacak bol paralari olsa da istihbaratlari çok eksikti. Bin Ladin, kendisi için canini vermeye hazir binlerce Arap savasçisi ve Pastun müridinin korumasi altinda dag baslarinda, magaradan magaraya gizlenerek, onca aptal bombanin yagmuru altinda, burnu bile kanamadan izini kaybettirdi.
Tenet’in adamlari, Amerikan ordusunun özel kuvvetleriyle birlikte, Afganistan’da, Pakistan’da, Suudi Arabistan’da, Yemen ve Endonezya’da, Bin Ladin’in adamlarinin pesine düstü, kimilerini yakaladilar, kimilerini öldürdüler. Bu arada tekrar yanlis hedefleri vurmaya basladilar. 2002 yilinin Ocak ve Subat aylari boyunca Predatörler en az 24 masum Afganlinin ölümüne neden oldu, tazminat olarak ailelerine biner dolar ödendi. CIA, 11 Eylül’ü takip eden bir yil içinde tüm dost ülkelerin istihbarat servisleriyle isbirligi yaparak yüzü askin ülkeden, üç bini askin insani yakaladi. Tenet bu konuda söyle bir beyanat verdi: “Yakalananlarin hepsi terörist degildi, bir kismi da serbest birakildi zaten. Ama bu tutuklamalarin, El Kaide’nin bazi faaliyetlerini  fena halde aksattigi süphe götürmez”. Tutuklanan üç bin kisiden sadece 14 tanesinin üst düzey El Kaide mensubu oldugu açiklik kazandi, kalanlar birer ‘hiç kimse’ idiler ve teröre karsi savasin hayalet mahkûmlari olarak kaldilar.
Tora Bora saldirisindan sonra Bin Ladin’e karsi girisilen savasin temposu düstü, Baskan, CIA’nin yönünü Irak’a çevirmesini emretmisti. CIA öyle bir fiyaskoyla bu emri yerine getirdi ki sonuçlari 11 Eylül saldirilarindan çok daha ölümcül oldu.
“Ölümcül Bir Hata”
 
Baskan Yardimcisi Dick Chenney, 26 Agustos 2002 tarihinde, “Saddam Hüseyin’in kitle imha silâhlarina sahip olduguna iliskin artik herhangi bir süphemiz kalmamistir” açiklamasini yapti. Bu sözlere Savunma Bakani D. Rumsfeld’de katildi. CIA Direktörü Tenet de, 17 Eylül’de yaptigi açiklamayla bu bu iç karartici ifadelere yeni bir boyut katti; “Irak, El Kaide’ye muhtelif alanlarda – savas, bomba yapimi, kimyevi, biyolojik ve nükleer konular – egitim vermistir”. Direktör bu bilgiyi tek bir kaynaga dayandiriyordu: Ibn el Sak el Libi. El Libi, bu ifadeyi 17 saat süren iskence sonrasinda vermisti, iskence tehdidi kalkinca da ifadesini geri çekmisti ama Tenet kayitlarini düzeltmedi.
Kongre’nin Irak’la savasa girilip girilmeyecegini karara baglayacagi 7 Ekim tarihinden bir gün önce Baskan Bush, Irak’in kimyasal ve biyolojik silâhlara sahip oldugunu ve bunlari üretmeye devam ettigini açikladi, üstelik bunlari her an teröristlere verebilirlerdi. Oysa Tenet’in yardimcisi John McLaughlin Senato Istihbarat Komisyonuna bunun aksini söylemisti. Baskanin emri üzerine Tenet, bu çeliskiyi gidermek maksadiyla yazili bir açiklama yapmak zorunda kaldi; “Saddam’in giderek büyüyen bir tehdit olduguna iliskin görüsümüzle Baskan’in açiklamalari arasinda bir tutarsizlik yoktur”. Direktör 4 yil sonra verdigi ifadede “Söylemem gereken en son seydi, yanlis yaptim” diyecekti.
Tenet aslinda düzgün bir insandi ama 11 Eylül felaketinden sonra yasadigi baski, gerçekleri saptirmak pahasina da olsa amirlerini memnun etme egilimini öne çikartmisti, bu isgüzarligi, itibarinin zedelenmesine neden oldu. Onun döneminde CIA, tarihindeki en berbat istihbarat degerlendirme raporuna imza atti: Irak’in Sürmekte Olan Kitlesel Imha Silâhlari Programi. Rapor, Senato Istihbarat Komisyonu tarafindan, savasa girilmesinden önce delillerin bir kez daha incelenmesi maksadiyla talep edilmisti. Ekim 2002’de teslim edilen rapor, Saddam’in füze teknolojisini gelistirdigini, ölümcül silâh stoklarini artirdigini, nükleer programini yeniden baslattigini ve  disardan yeterli füzyon maddesi elde edebilirlerse bir kaç ay içinde nükleer silâh üretebileceklerini yaziyordu. En ürkütücüsü de, ABD sinirlari içinde kimyasal ve biyolojik saldirilarda bulunabilecek yetenekte oluslariydi.
CIA bildiginden fazlasini rapor ediyordu. Iki yil sonra Gizli Servisin Sefi Jim Pavitt sunlari söyleyecekti: “Irak içinde fazlaca bir bilgi kaynagimiz yoktu. Bir gram istihbarattan, bir ton varsayim üretildi. Eger eldeki o tek gram, saf altin olsaydi mesele yoktu belki ama o da saf degil, altinin cürufundan ibaretti”. CIA büyük bir kumar oynuyordu. Hesaplarina göre bir kere Irak’in isgali gerçeklesirse, askerler ve casuslar yeterli delili nasil olsa bulurdu.
 
***************
CIA’nin kitle imha silâhlarinin bulundugunu nasil iddia edebildigini anlamak için, birinci Körfez Savasinin bittigi 1991 yilina dönmek gerekiyor. Savastan sonra BM’in uluslararasi uzmanlari, 7 yil boyunca bütün ülkeyi tarayarak Saddam’in gizli cephanelerini didik didik aradi. 1990 ortalarinda Saddam, bir ABD saldirisindan çok, ülkesine uygulanabilecek uluslararasi ekonomik yaptirimlardan korkuyordu. BM kararlarina uyarak kitle imha silâhlarini yok etmisti ama bunlarin üretilebilecegi tesisleri korudu ve bu konuda yalan söyledi. ABD ve BM de Saddam’in yalan söyledigini biliyordu. Bundan sonra CIA ve BM uzmanlari Irak resmi agizlarinin söyledigi hiçbir seye inanmama saplantisina girdiler. 1995 yilinda, Saddam’in damadi General Hüseyin Kemal bir kaç yardimcisiyla birlikte Bati’ya iltica etti ve Saddam’in silâhlari yok ettigini teyit etti. CIA buna inanmadi. Kemal’in ülkesine dönüp kayin pederi tarafindan öldürülmesinden sonra bile CIA inancini degistirmedi.
   
Irak’in el telsizi islerini Ericsson yapiyordu. CIA, Ulusal Güvenlik Ajansi, Ekeus ve Ericsson, Irak telekomünikasyon agina girerek dinleme yapabilecek bir sistem gelistirdi. Sistem, kimyevî, füze gibi kelimeleri yakaliyordu. Harika bir casusluk isi basarilmisti ama kitle imha silâhlarinin varligina dair bir bulguya rastlanmamisti. BM silâh denetçileri ile Irakli yetkililer arasinda sinir gazi üretimi konusunda çikan tartisma bir dönüm noktasi oldu. Denetçilerin varligini iddia ettikleri VX maddesinin silâha dönüstürülmedigi kesinlesince Irak, denetçilere olan güvenini yitirdi. 1998 yilinin Aralik ayinda BM denetçilerini geri çekti ve ABD bir kez daha Bagdat’i  bombalamaya basladi.
Saddam’in kitle imha silâhlarina sahip olmadigi konusundaki sözleri genel olarak dogru olmakla birlikte davranislari yeterli netlikte degildi. Hiç bir seye sahip olmadigini net biçimde açiklarsa düsmanlari ve özellikle kendi ordusu karsisinda çiril çiplak kalacagini düsünüyordu. Yaniltma yoluyla düsmanlarina karsi caydiriciligini sürdürmek istedi. Bu onun, bir saldiriya karsi kullanabilecegi son savunma yöntemiydi.
CIA’nin yeterli ve güvenilir istihbarat sikintisi çektigi 2002 yilinda, aniden çok degerli gibi görünen bir bilgi kaynagi ortaya çikti. Alman istihbarat örgütünün elindeki Curveball kod adli bir Irakli, ülkede mobil biyolojik  silâh laboratuvarlari oldugu bilgisini vermisti. Üst düzey bir CIA yetkilisinin ifadesiyle, Irak’tan kaçip Bati’ya iltica edenlerin hepsi iki seyi çok iyi biliyordu; birincisi, ABD’nin de kendileri gibi rejimi devirmek istedigini, ikincisi ABD’nin kitle imha silâhlari konusunda çok duyarli ve endiseli oldugunu. “Bizi Saddam’a karsi tekrar harekete geçirtecegini bildikleri için silâhlar konusunda bilgi sagliyorlardi. Newton fizigi gibi; ‘yeterli büyüklükte levye ver dünyayi yerinden oynatayim’ hesabi”.
Hiçbir bilgi kaynagina sahip olamamaktan daha kötü bir sey varsa o da yanlis bilgi veren bir kaynaga sahip olmaktir. Gizli servis, Irak hakkinda yeterli bilgi saglayamiyordu, analistler ise gelen bilgilerden sadece savasi destekler mahiyette olanlari kullaniyordu. Mantiklari söyle çalisiyordu: Saddam bir zamanlar kitle imha silâhlarina sahipti, ilticacilar onun hâlâ bu silâhlara sahip oldugunu söylüyorlardi, o halde sahipti! CIA, kurum olarak hep Baskan’in duymak istediklerini söyleme gelenegini sürdürüyordu.
 
**********
Bush 28 Ocak 2003 tarihinde yaptigi ulusa seslenis konusmasinda Saddam’in tehditlerine iliskin olarak yine  kesin ifadeler kullandi. Ayrica Irak’in, nükleer silâh imâlatinda kullanilan güçlendirilmis alüminyum borular almaya çalistigi ayrintisini verdi. Tüm bu tehditler çok korkunçtu ama hiçbiri dogru degildi. Savasin baslamasindan kisa süre önce, 5 Subat 2003 tarihinde, Bush yönetiminin uluslararasi itibari en yüksek üyesi, Disisleri Bakani Colin Powell BM’de bir konusma yapti. Saddam’in, yüzbinleri öldürüp muazzam tahribat yaratacak kapasitede silâhlara sahip olduguna iliskin bilgilerin, hiçbir süpheye yer birakmayacak kadar saglam oldugunu, altini kalin çizgilerle çizerek söyledi. Mobil biyolojik silâh laboratuvarlari konusunu yeniden gündeme getirdi. Kimyasal silâhlariyla 16 füze basligi hazirlanabilecegini, en kötüsü de Irak ile El Kaide arasinda mesum bir iliskinin varliginin ortaya çikarildigini anlatti.
 
Savas, yaniltici bir tüyo yüzünden plânlanan tarihten önce, 20 Mart 2003’te basladi. Saddam Bagdat’in güneyindeki bir çiftlikte gizleniyordu. Baskan “Vurun” emri verdi. Çiftlige Cruise’ler ve siginak delici bombalar yagdirildi ama tüyo yanlis çikti. 7 Nisan 2003 tarihinde, Saddam’in bu kez Mansur mahallesindeki bir evde ogullariyla toplanti halinde oldugu haberi geldi. Hava kuvvetleri evin üzerine tam bir ton agirliginda bir bomba birakti ama ihbar gene yanlisti, 18 masum sivil öldü.
CIA, Kuveyt siniri üzerinden bir saldiri baslatilmasi halinde, isgal yolu boyunca binlerce Irak askerinin komutanlariyla birlikte teslim olacagini öngörmüstü. Ancak Amerikan güçleri, Bagdat’a kadar olan yolda geçtigi tüm köy ve kasabalarda direnisle karsilasti. Nasiriye’ye girildigi anda da bölgeyi korumakla görevli birlik, hesapça teslim olacakti. Sehre giren ilk timler tuzaga düsürüldü, 18 deniz piyadesi yasamini yitirdi. Amerikan ordusunun halk tarafindan ABD bayraklari ve çiçeklerle (bayrak ve çiçekler gizli servisçe dagitilacakti) karsilanacagi söylenmisti ama mermi ve bombalarla karsilandilar.
   
CIA kitle imha silâhlarinin depolandigindan süphelendigi tam 946 yer belirlemisti. Amerikan askerleri, olmayan bu silâhlari bulmak ugruna yaralandilar ve öldüler. Teskilât, Saddam’in oglu Uday tarafindan yönetilen  Fedayeen adli militan gücünü atlamisti. Bu güç, Amerikan birliklerine beklenenden çok daha büyük zararlar verdi.
Teskilât, harp sirasinda ve sonrasinda sabotajlar düzenlemesi için Iraklilardan olusan Scorpions (Akrepler) isimli paramiliter bir örgüt kurmustu. Bu örgüt, Ebu Gureyb hapishanesinde insanlara büyük acilar çektirdi, cinayetler isledi. Acimasiz sorgulamalar, Beyaz Saray tarafindan CIA’ya verilmis yetkiler dogrultusunda yapiliyordu.
CIA, isgalden üç yil sonra geçmise dönük söyle bir tespitte bulunacakti: Amerika’nin Irak’i isgali, cihadi mesrulastirmistir. Müslüman dünyasina müdahale, ABD’ye büyük kizginlik duyulmasina neden olmus ve küresel cihat davasina muazzam bir taraftar kitlesi kazandirmistir.
 
***********
Gizli Servis Sefi J. Pavitt, harpten sonra Irak’in, diktatöryal yönetimden kendi kendini yönetme sürecine  geçerken ülkenin CIA ajanlarinin istilâsina ugradigini söyler. Bagdat, Vietnam savasindan sonraki en büyük CIA istasyonu haline gelmistir. Bagdat’taki CIA mensuplari, özel kuvvet birlikleriyle ortaklasa yürüttükleri çalismalarla Irak’ta yeni bir siyasal iklim olusturmaya ugrasirlar. Yeni yerel siyasetçiler belirlenir, politikacilar parayla beslenir, toplum, sifirdan baslanarak yeniden sekillenme sürecine sokulur. Ingiliz istihbaratiyla birlikte çalisilarak Irak’a yeni bir haber alma örgütü kurulmaya çalisilir ama pek basarili olunmaz. Amerikan isgaline  karsi çikan isyancilar yüzünden teskilât giderek zayiflar.
Bu ortamda CIA çalisanlari, ABD Büyükelçiligini tel örgülerle takviye edilmis yüksek duvarlarinin arkasindan çikamaz hale gelirler. Artik Yesil Bölgenin mahkûmlaridirlar. Hiçbir CIA mensubu Irak’ta üç ayi asan bir görevi kabul etmemekte, görev süresini tamamlayarak dönenlerin yerleri doldurulamamaktadir. Savas durumu devam ederken olagan üstü bir lider boslugu yasanmaktadir. Tüm bu olumsuzluklara ragmen Tenet CIA’nin arkasinda durmaya çalissa da Irak Arastirma Heyetinin basi ve kidemli silah denetçisi David Kay, Senato Silahli Kuvvetler Komisyonunun karsisina çikarak gerçegi söyledi: “Yapilan islerin neredeyse tamami yanlisti”.
Irak’in silâhlari konusunda CIA’nin söylediklerinin hayal ürünü oldugu ortaya çiktiktan sonra teskilâtin, ne Pentagon, ne de Disisleri nezdinde dinlenirligi kaldi. Bush bile asagilayici bir tavirla “CIA’nin inanirligi yok olursa, varlik nedeni ortadan kalkar” dedi.
 
**************
Baskan Bush 6 Subat 2004 tarihinde, CIA’nin, silâhlar konusundaki hatali degerlendirmelerinin nedenlerinin arastirilmasini istedi. Komisyon Baskanligina atanan Yargiç L. Siberman’in sözleri: “Eger ABD ordusu, çalismalari sirasinda istihbaratçilar kadar ciddi hatalar yapmis olsalardi, bütün generallerin rütbeleri sökülürdü. CIA, Baskan’a ve Kongre’ye, Saddam’in geçmiste kitle imha silâhlarini kullanmis olmasi nedeniyle, simdi de kullanabilecegini, adamin davranislarinin inandirici olmadigini söylemekle yetinmis olsaydi hakli görülebilirdi. Saddam’in yüzde doksan ihtimalle kitle imha silâhlarina sahip oldugunu söyleyerek büyük ve ölümcül bir hata yaptilar. Istihbaratlari gevsek ve yeterli dayanaktan yoksundu, kurum içi iletisimleri ise berbatti, sag elin yaptigindan, sol elin haberi olmuyordu.”
CIA, Irak’ta kimyevi silâh oldugu sonucuna sadece uzaydan çekilmis karayolu tankerlerine bakarak varmisti. Biyolojik silâhlar konusundaki yargisi ise Curveball kod adli tek bir kaynaga dayaniyordu. Nükleer silâh yapiminda kullanilacagi söylenen güçlendirilmis alüminyum borular ise konvansiyonel roket yapimi içindi.
Yargiç Silberman’a göre Colin Powell’in BM üyelerine, kendinden o denli emin bir sekilde Irak’in kitle imha silâhlarina sahip oldugunu söylemesi de hataydi. Gerçegin iyice aydinlatilmasi için Siberman’a çok genis yetkiler verilmisti. O kadar ki, yargiç, daha önce Baskan disinda kimsenin göremedigi günlük CIA istihbarat raporlarini dahi inceleyebiliyordu. Silberman bu raporlarin daha da yaniltici oldugu kanaatine vardi. CIA adeta müsterilerini, daha dogrusu, en önemli müsterisini memnun etmek maksadiyla istihbarat ‘satiyordu’.
 
**********
George Tenet, kendisi için zamanin doldugunu anlamisti. Vaktiyle, Irak’ta kitle imha silâhlarinin varligina iliskin deliller konusunda rakibin potasina ‘smaç’ yapma deyimini kullanmisti. Ilerleyen yillarda bunu, “Hayatimda sarfettgim en aptalca lakirdiydi” diye degerlendirecekti. Yapilan hatalar konusunda kendi teskilâtina hazirlattigi bir raporda sunlar yaziyordu: Soguk savasin bitmesiyle CIA’da bitmistir. Sovyetlerin dagilmasi da teskilâtin sonunu getiren önemli bir etkendir.”
Gizli Servisin siklikla basvurdugu bir yöntem, ayni kaynaktan aldigi bilgiyi, farkli kaynaklardan alinmis gibi göstererek inandiriciligi artirma çabalariydi. Bu bir sahtekârlik degilse bile ona yakin bir seydi. Tenet’in hatali bilgilere gerçekmis süsü vererek Bush’u ve Powel’i ikna çabalari da, benzer sekilde, suç degilse bile ona yakin bir seydi.
Tenet ne yazik ki böyle bir miras birakti. Amaç bir ülkeyi savasa sürüklemek olmasa bile beceriksizlik yüzünden isler basarilamamisti. Basarisizligin tarifini yapmak CIA’nin silâh denetim ekibi sefi D. Kay’a kaldi: “Istihbaratin savaslarin kazanilmasinda önemli rol oynadigini biliyoruz ama savaslar istihbaratla degil, meydanlara gönderdiginiz gençlerin kani ve cesaretiyle kazanilir... Istihbaratin yarari, eger iyi yapilabilirse, savaslari önlemektir.”
“Cenaze Merasimi”
 
George Tenet, 8 Temmuz 2004 tarihinde, görevinin yedinci yilinda istifasini sundu ve kisisel hatiralarini kaleme almak üzere kösesine çekildi. CIA’yi daginikliktan kurtarip bir dinamo haline getirdigine inaniyordu ama o dinamo büyük baskilara dayanamayarak bozulmus, 11 Eylül’den önce El Kaide’yi vurmayi basaramamisti. “Saglam istihbarat yoksa, gizli operasyonlar ahmakça bir oyundur” diye yazmisti hatiralarinda. Belirsizligin pençesindeyken hem kendisi hem tüm teskilâti Irak’ta kitle imha silâhlarinin varligina gerçekten inanmisti ama hatiratinda sunlari yazmaktan geri durmadi: “Sahip oldugumuz en saglam bilgiler dört yillikti, kendi tarihimizin mahkûmlari haline gelmistik”. Adeta bir aklanma arayisi içinde hatalarini itiraf etmekteydi ama Beyaz Saray’in savasa girme konusunda sadece kendisini sorumlu tutar bir tavir almasina dayanamamisti.
Simdi elestiri zamaniydi. Sahneye Porter Goss çikti. Goss 1959 yilinda Yale ögrencisiyken CIA’nin gizli servisine katilmisti. Lâtin Amerika’da bazi görevler yaptiktan sonra Londra istasyonun tayin oldu. Burada yakalandigi bir hastalik yüzünden ölümün esiginden döndü, emekli oldu. Iyilestikten sonra Florida’da küçük bir gazeteyi satin alarak medya dünyasina girdi ve bu is sayesinde hem 14 milyon dolarlik bir servet, hem de Kongre’de bir koltuk sahibi oldu (1988). Kongre’nin istihbarat komisyonu baskani olunca da CIA üzerinde söz sahibi bir kisilik haline geldi. “Bugün olsa CIA’ya giremezdim, bunun için gerekli yeteneklere sahip degilim” diyecek kadar mütevazi idi ama merkezî istihbaratin basina gelmeye kararliydi. Tenet’i korkunç bir salvo altina aldi. Silâhlari ise Istihbarat Komisyonunun CIA ile ilgili yillik raporlarinda deginilen saptirmalardi.
 
**************
Tenet, “Ülkemizin ihtiyaç duydugu nitelikte bir gizli servise sahip olunabilmesi için bes yillik bir çalismaya ihtiyaç var” demisti. Goss bu acikli açiklamaya göndermede bulunarak, “Yeniden yapilanmanin sekizinci yilina girdik, hâlâ saglikli bir yapinin bes yil uzagindayiz. Bu trajik bir durum” dedi.
Bundan sonra silâhlarini CIA’nin istihbarat birimine çeviren Goss, müdürlügü, sinirli degerleri olan spot haberler üretmek ve teskilâtin ana varlik sebebi olan uzun erimli stratejik istihbarat saglayamamakla suçladi. Bir tespit de Disisleri Bakan Yardimcisi C. Ford, Jr.’dan geldi: “Edinilen istihbarati niteligi ile degil de niceligi ile degerlendirmeye devam edersek,  ünümüzü hakli çikarircasina 40 milyar dolarlik tezek  üretmeyi  sürdürürüz”.
   
Ford, teskilâtin Saddam’in hayalî silâhlarina takilip kalmasina ve bu yüzden Bush’un ser eksenindeki Iran ve K. Kore gibi yerlerdeki nükleer programlarindan habersiz olusuna müthis öfkeliydi.
Goss, gizli servisin islevsizligini su sözlerle ifade etti: “Isleri güçleri beklemekti. Soguk savas süreci boyunca umuyorlardi ki, Sovyetlerden kopanlar kendilerine gelecek ve casusluk hizmetlerini sunacaklar. Teröre karsi savas boyunca da, Pakistan, Ürdün ve Endonezya’daki meslektaslarinin gelip istihbarat satmasini beklediler”. Çözümün CIA’yi bastan asagi elden geçirmekten geçtigini biliyor ve bunu yapabilecegine inaniyordu.
Kongre tarafindan olusturulan 11 Eylül Komisyonu, nihaî raporunu sunmak üzereydi. Çalismalar, Amerika’yi 11 Eylül’e getiren olaylar dizisini güzel derlemisti ama gelecege dönük bir perspektif getirmiyordu. Komisyon, 11 Eylül sonrasinda CIA’daki aksakliklari giderme anlaminda da fazla bir öneri sunmuyordu. Ancak Kongre’nin, CIA üzerindeki gözetiminin –aynen Goss’un tabiriyle- ‘islevsiz’ oldugunun altini çiziyordu.
11 Eylül Komisyonunun, yeni bir Ulusal Istihbarat Direktörlügü pozisyonu önerecegi anlasilmisti. Çok eskiden beri tartisilmakta olan bu fikir, hükümetin organizasyon semasindaki bazi kutularin yer degistirmesinden baska, gerçek anlamda bir çözüm getirmiyordu. Bu degisimin de CIA’nin yönetilmesini kolaylastiracagi yoktu. Stratejik ve Uluslararasi Çalismalar Merkezi Baskani John Hamre’nin sözleri: “Gelisip basarili olma yolundaki gidasini hileden, aldatmadan alan bir kurum bu. Böyle bir organizasyonu nasil yönetirsiniz?” CIA ve Kongre, bu soruyla birlikte su sorulari da hiçbir zaman cevaplayamadi: Açik demokratik ortamda gizli istihbarat isleri nasil yürütülür? Yalan söyleyerek gerçege nasil hizmet edilir? Demokrasinin hileler yoluyla yayginlastirilmasi nasil mümkün olur?
 
****************
CIA’nin yetenekli ve cesaretli elemanlardan ve yurt disi ajanlardan olusan bir kadro kurmadan basarili olmasi mümkün degildi, teskilât da bunu gerçeklestiremiyordu. CIA’nin saflarina katmasi gereken insanlar, ülkenin askeri kadrolarindaki en disiplinli ve en cesaretli subaylara, Disislerindeki kültürel birikimi en genis ve tarih bilincine sahip diplomatlara ve medya dünyasindaki, merak ve macera tutkusu en gelismis muhabirlere benzemeliydi. Ne yazik ki bu niteliklere sahip Amerikali bulmak zordu. Islerin geregini yerine getiremeyen ve kaliplarinin adami olmaktan uzak yetkilileri isten uzaklastirmak da, yerlerine getirilecek adam bulunamamasi yüzünden mümkün olamiyordu. Uygun nitelikli insanlar, hükümetin verdigi maaslari cazip bulmadiklarindan teskilâttan uzak duruyorlardi. Goss, atanmasiyla ilgili olarak Senato onay sürecinden geçerken bütün bu personel sorunlarini tam ve kesin olarak çözecegini taahhüt etti. Atama 77 olumlu oya karsi 17 ret oyuyla Senato’dan geçti.
Teskilâta dönen Goss, üç ay önce agir elestiriler getirdigi personeline, Baskanlik emriyle yetkilerinin  genisledigini açikladi; Bush’a brifingleri bizzat verecekti, CIA’nin da üzerinde bir konumlanma elde ederek merkezî ve ulusal istihbaratin direktörü olacakti ayrica, yeni kurulacak bir karsi terör merkezine baskanlik edecekti. Selefleri gibi iki degil tam bes sapkasi olacakti.
Goss, teskilâttaki en kidemli çalisanlari kapi disari ederek ise hizli bir giris yapti. Etrafini, Bush yanlisi, siyasilesmis bürokratlarla doldurdu. Bunlar, Beyaz Saray tarafindan -ya da daha yükseklerden- CIA’yi solcu bozgunculardan, yikicilardan kurtarmak için özel olarak görevlendirilmis olduklarini düsünen kimselerdi. CIA’ya getirilen elestiriler hakli olarak yetenek/beceri meseleleriyle ilgiliydi ama simdi is, bir ideoloji meselesi haline dönüsüyordu. Direktör, Baskan’in politikalarina aykiri islere girisilmemesini emretti, mesaj açikti; programa  ayak uydur, ya da teskilâti terk et!
Washington’da, uzmanlik gerektiren isleri taseronlara yaptirma anlayisi mevcuttu. Bu yüzden sehirde ulusal güvenlik endüstrisi gelismeye baslamisti. Direktörün mesajindaki ikinci alternatifi seçen bir çok yetismis eleman CIA’dan ayrilarak bu özel sirketlere geçti. 2005 yilina gelindiginde CIA’da bes yildan kidemli eleman kalmamisti.
   
Baskan’in, Irak uzmanlarinin söylediklerini “Sadece tahminden ibaret” diye küçümsemesini kendilerine yediremeyen CIA mensuplari, Beyaz Saray’i elestirmeye basladi; Baskan’in Irak’ta izledigi politikalar felâkete yol açacakti, ABD anlamadigi ülkeyi yönetemezdi. Beyaz Saray bu elestirileri duymazdan geldi. Sarayin mukimleri, politikalari inanca dayali bir yönetimin, aymazlik içindeki bürokratlarindan baska bir sey degildiler.
Goss’un Beyaz Saray’a yaranmak ve CIA’yi yeniden yapilandirmak adina yaptiklari, teskilâti içerden yikiyordu ve durum basin tarafindan da elestirilmeye baslamisti. O güne kadar CIA’nin basina getirilen 19 direktörden hiçbiri Eisenhower tarafindan hayâl edilen standardi tutturamamisti. Teskilâtin kuruculari, Kore ve Vietnam’da kendi cehaletlerinin kurbani olmuslar, onlarin halefleri Sovyetlerin dagilmasiyla hedefsiz kalmislar, Amerikan gücünün sembollerine yapilan terör saldirilarina hazirliksiz yakalanmislar, bu yüzden Pentagon ve Disislerince asagilanmislardi. Madem ki görevin basarilamayacagi anlasilmisti, o halde görev ortadan kaldirilmaliydi.
2004 yilinin Aralik ayinda, 11 Eylül Komisyonunun önerisi ve Baskan’in onayiyla Ulusal Istihbarat Direktörlügü kuruldu. Aceleye getirilmis olan bu olusum, degisiklik maskesiyle statükonun sürdürülmesinden baska bir sey degildi. Goss, bu pozisyona kendisinin getirilecegini umuyordu ama olmadi. Göreve, daha önce CIA’da hiç çalismamis, asiri muhafazakâr bir diplomat olan Irak Büyükelçisi John D. Negroponte atandi. 1947’de oldugu gibi, kendisine gerekli yetkiler verilmeden büyük sorumluluklar yüklendi. Pentagon, yillik 500 milyar dolari bulan ulusal güvenlik bütçesinin büyük bölümünü kontrol etmeye devam ediyordu, CIA’nin bu bütçedeki payi   kabaca % 1 civarindaydi. Yeni düzen, sadece eski düzenin yürümedigi hükmündeydi.
 
*******************
Baskan, casusluk, gizli görev, dinleme, kesif ve gözetleme islerinin bir çogunu Pentagon’un istihbarat müstesarligina kaydirdi, bu pozisyonun, Savunma Bakanligi hiyerarsisi içindeki yerini de üç numaraya yükseltti. Bazilarina göre bu bir Kremlin yaklasimiydi. Pentagon, giderek CIA’nin görev alanlarini daha da daraltti. Istihbarat sivillerin isi olmaktan çikip askerîlesiyordu.
30 Mart 2005 tarihinde, CIA ruhu adina ne kaldiysa onu da yerle bir eden salvo geldi. Yargiç Silberman’in 600 sayfalik raporuydu bu. Rapor, CIA’nin daha önce belirtilen zafiyetlerinin teyidi mahiyetindeydi. 21 Nisan 2005 tarihinde Merkezî Istihbarat Direktörlügü makami tarihe karisti. Goss, Negroponte’nin yemin törenini teskilâtin cenaze merasimine benzetti. CIA’nin tüm eski tüfeklerinin hazir bulundugu tören çok görkemliydi. Konusmalar yapildi, madalyalar verildi. CIA tarihçilerinden biri uzun konusmasinda Eisenhower’in su sözlerine yer verdi: “Savas zamaninda hiçbir sey bir komutan için, düsmanin gücü, tabiati ve niyetlerine iliskin bilgiler ve o bilgilerin gerçekçi yorumlari kadar önemli degildir. Baris zamaninda, güvenligimizi ve çikarlarimizi uzun vadeli olarak koruyacak politikalarin gelistirilmesinde de bilgiye ve bunlarin dogru biçimde analiz edilmelerine ihtiyaç vardir. Hiçbir görev bundan daha önemli olamaz.”
Kapanis konusmasini Bush yapti ve yeni yapilanmanin Amerika’ya ve barisa hizmet etmesini diledi. Törene katilanlar nazikçe vedalasip, günlük yasamlarina döndüler. Deneyimli asker Eisenhower’in çok önceleri kaygi içinde belirttigi gibi, arkalarinda miras olarak külden baska bir sey birakmadilar.
 
**************
CIA’da kesintisiz olarak, 19 ay süren ‘arkadan biçaklama’ süreci sonunda Bush, 5 Mayis 2006 tarihinde P. Goss’un isine son verdi. Goss, arkasinda CIA tarihinin en zayif casus ve analist kadrosunu birakarak Tiffin / Ohio Üniversitesinde hocalik yapmaya basladi. Ilk konusmasinda ögrencilerine söyle seslendi: “Eger burada CIA elemanlarina mezuniyet konusmasi yapiyor olsaydim sizlere tavsiyem su olurdu; hiçbir seyi kabul etmeyin, her seyi inkâr edin, karsi suçlamalarda bulunun.”
Goss’un ayrilmasindan bir hafta sonra FBI müfettisleri CIA genel merkezini basti. Teskilât hiyerarsisinin üç numarali ismi  Dustin  Foggo’nun ofisi  tepeden  tirnaga arandi  ve  bazi delillere  ulasildi.  Bu kitabin  yazildigi siralarda Foggo, savciligin, sahtekârlik, komplo düzenleme ve para aklama suçlamalariyla mücadele etmekteydi. Suçlu bulunursa 20 yil hapis cezasina çarptirilacaktir.
Foggo iddianamesinin mahkemeye sunuldugu günlerde bir baska sembol niteligindeki dava sonuçlaniyordu. Kuzey Carolina Federal Yargici, Afganistan’da bir Afganliyi döverek öldürmekten, CIA’ya taseron olarak is yapan bir bir firmanin David Passaro isimli elemanini 8 yil 4 ay hapis cezasina çarptirdi. Öldürülen adam Abdul Veli isminde, yöresinde taninmis bir çiftçiydi. Amerikan üslerine roket saldirisi faaliyetlerine karistigi süphesiyle arandigini duyunca üsse gelerek teslim olmus ve masum oldugunu söylemisti. Yargiç, ortada bir otopsi raporu olmamasi nedeniyle Passaro’ya daha agir bir ceza verilmedigini söyledi, yoksa olay bir cinayetti. Olayin geçtigi Kunar bölgesinin valisi, mahkemenin yargicina yazdigi mektupta, yasananlarin El Kaide’nin eline güçlü bir propaganda malzemesi verdigini dile getirecekti. Yöre halkinin Amerika’ya olan güveni sarsilmis, Passaro’nun davranisi, El Kaide’nin disinda kimsenin isine yaramamisti.
Buna benzer hadiselerin artmasiyla, CIA’nin hapishane uygulamalari sürdürülemez hale geldi çünkü artik islerin gizli kapakli bir yani kalmamisti. CIA, her ne kadar bu uygulamalarin ABD’yi önemli saldirilardan korudugunu savunsa da bu görüsü destekleyen delil yok denecek kadar azdir. Büyük ihtimalle gerçegin ne oldugunu hiç bilemeyecegiz.
P. Goss’un yerine atanan General Michael Hayden, yetkileri kirpilmis bir direktör olarak CIA’nin basina getirildiginde teskilâtta amatörlük sürecinin sona erecegini söyledi ama durum böyle degildi. Gizli servis, siyasi savas, propaganda, gizli operasyon gibi eskinin taktiklerini terk etmek zorunda kaldi çünkü serviste bu isleri yapabilecek yetenekte insan kalmamisti. Çalisanlar arasinda, Arapça, Farsça, Korece ve Çince bilen eleman yok denecek kadar azdi. Orta Dogu’da hâlâ akrabalari olabilir endisesiyle, Arap kökenli vatansever Amerikalilara is verilemiyordu. CIA, sifiri tüketmisti. Amerika’nin lider kadrosu, ihtiyaç duyduklari istihbarati edinebilmek için gözlerini baska kaynaklara çevirmek zorunda kaldilar; Pentagon’a ve Özel Sektör’e.
 
********************
18 Aralik 2006 tarihinde Pentagon’un basina Bob Gates geçti. Gates’in ilk tespiti, Amerikan istihbarat  dünyasinin askerlerin eline geçmis olduguydu. Savunma Bakanliginin, istihbarat çevrelerindeki hâkimiyetine son vermeyi, Guantanamo Bay’deki hapishaneyi kapatmayi, buradaki mahkûmlari Amerika’ya getirip yargilamayi, suçsuz olanlari serbest birakmayi ve CIA’nin Amerikan devlet mekanizmasi içindeki itibarini yükseltmeyi çok arzu ediyordu ama yapabilecekleri kisitliydi.
Yükselen manevi degerler üzerine bina edilmis dis politikalari bes yil boyunca savunan Disisleri Bakanligi, bu akimin etkisiyle oradan oraya sürüklenmis, demokratik degerleri seslendiremez hale gelmisti. 2005 ve 2006 yillarinda CIA’nin yillik stratejisini ve harcamalarini düzenleyen yasanin Kongre’den geçmemesi, istihbarat islerini hepten çikmaza sürüklemisti. Istihbarat konusundaki hâkimiyet simdi çok farkli bir gücün etki alanina girmisti: Amerikan Özel Sektörü.
11 Eylül sonrasinda, ulusal güvenlik konularinda yapilan gizli harcamalar, istihbarata endüstriyel bir boyut kazandirmis ve bu sektör alabildigine büyümüstü. CIA’nin klonlarindan ortaya bir yigin sirket çikmis, ‘kâr amaçli vatanperverlik’ isi yillik 50 milyar dolarlik bir büyüklüge erismisti ki bu da asagi yukari, ABD’nin istihbarat  bütçesi kadardi. Bu egilim, yaklasik 15 yil kadar önce tomurcuklanmaya baslamisti. Soguk savastan sonra, 1992 yilindan itibaren getirilmeye baslanan bütçe kisitlamalari, CIA’nin yüzlerce isi taseronlara yönlendirmesine sebep olmustu. CIA çalisanlari emekliliklerini isteyip mavi kimlik belgelerini teskilâta teslim ediyor, ardindan yolun karsisina geçip daha iyi bir maasla Lockheed Martin veya Booz Allen Hamilton gibi askere is yapan müteahhit firmalara intisap ederek, bu kez yesil kimlik kartlariyla CIA’nin bir baska kapisindan gene içeri giriyorlardi.
   
2001 Eylül’ünden sonra taseronluk isi iyice zivanasindan çikti. Özel sirketler artik CIA’nin kafeteryasindan açikça adam ayartir olmuslardi. Gizli servis islerinin nerdeyse tamami özel sektöre devredilmisti. 2006 yilinda, ülkenin en büyük askerî müteahhidi olan Lockeed Martin, gazete ilaniyla Guantanamo hapishanesindeki mahkûmlari sorgulayacak eleman ariyordu. Istihbarat islerinin, disardan hizmet alimi yoluyla yaptirilmasi, 11 Eylül’den sonra yalniz basina birakilan CIA’nin temel islevlerini dahi yapamaz hale gelisinin kesin belirtisiydi. Bu haliyle, Irak’ta silâh tehdidiyle demokrasi dayatmaya çalisan orduya hizmet etmesi de artik mümkün degildi. Bilgiye dayanmayan eylemin tehlikeli bir is oldugunu Amerikalilar aci çekerek ögreneceklerdi.
 
*****************
CIA, soguk savas sirasinda yaptiklari nedeniyle Amerikan solu tarafindan kinanmisti. Ayni CIA, teröre karsi savas sirasinda, bu kez yapamadiklari sebebiyle Amerikan saginin saldirisina ugradi. Suçlamalar, “beceriksizlik/yeteneksizlik” nedenlerine dayandiriliyordu. Suçlamayi yapanlarin basini, Dick Cheney, Donald Rumsfeld gibi isimler çekiyordu. Bu kisilerin liderlik yetenekleri hakkinda çok sey söylenebilir ama büyük tecrübeleri sayesinde, bu kitabin okuyucularinin simdi ögrendigi gerçekleri, onlarin çoktandir bildikleri yadsinamaz; o gerçek, CIA’nin, Amerika’nin istihbarat servisi olarak yüklendigi rolün geregini yapamamis olmasidir.
CIA’nin her seyi halledebilen, dünyayi degistirecek kudrete sahip bir olusum görüntüsü vermesi, 1950’lerde Allen Dulles tarafindan gerçeklestirilen siyasi propaganda ve kamu oyu olusturma çabalarinin bir sonucudur ve bir ölçüde, teskilâtin degisime neden bu kadar kapali oldugunu izah eder. CIA simdilerde, Amerika’nin en basarili savunma mekanizmasi oldugu masalini tezgâhlamaktadir. Binlerce yeni elemani istihdam etmek, egitmek, onlari bünyede tutmakla görevlendirilmis bir kurum olarak, yasamini devam ettirebilmesi için basarili oldugu imajini diri tutmasi gerekmektedir.
On binlerce gizli servis görevlisi, altmis yildan bu yana gerçek anlamda büyük önem tasiyan pek az istihbarat elde edebildi ki bu da CIA’nin en derin sirlarindan biridir. Çalisanlarinin görevleri olagan üstü derecede zordur. Ama biz Amerikalilar, kontrol etmek ve dizginlemek durumunda oldugumuz halklari ve siyasi güçleri hâlâ anlayabilmis degiliz. CIA da, kurucularinin öngördügü vasiflari tasimanin çok uzaginda bulunuyor.
Richard Helms, bundan on yil önce, “Bir casusluk teskilâti kurup bunu düzgün biçimde çalistirarak, dünyada  olup bitenleri anlama konusuna yeterli ilgiyi göstermeyen tek süper güç Amerika’dir” demisti. Umulur  ki, teskilât bundan on yil sonra, bünyesine asilanan milyarlarca dolar, yeni bir nesil ve yeni bir önderlik sayesinde, üzerini örten küllerin içinden yeniden dogabilsin, analistler dünyayi daha berrak biçimde görebilsin, ajanlar Amerika’nin düsmanlarina karsi daha etkili çalismalar yapabilsinler. Buna ihtiyacimiz var. Çünkü su an, içinde bulundugumuz savas, soguk savas kadar uzun sürebilir ve bunun kazanilip kazanilamayacagini belirleyecek olan da istihbarat yeteneklerimizdir.
 
                                                                                                 SON............

Benzer Kitaplar