CIA TARIHI - 2- KÜLLERIN MIRASI, ENKAZ DEVRALMAK - CIA Tarihi (Legacy of Ashes - The History of CIA)
Fevzi BOZKURT
Ekonomi
CIA TARIHI - 2
BÖLÜM
IV
“Su Palyaçolari
Basindan At”
Nixon
ve Ford Yönetimleri Döneminde CIA 1968 – 1976
28.
“O Palyaçolar Orada Ne Yapiyor?”
Helms
1968 baharinda, tepesine dikilecek yeni patronun, ya Robert Kennedy, ya da
Richard Nixon olacagindan korkuyordu. Kennedy, teskilâtin gücünü istismar
etmis, Helms’e de gayet soguk ve asagilayici tavirlar almisti. Baskan adayi
olur, sonra da seçilip Baskomutan kisvesini de kusanirsa, teskilâtin kendisi
hakkindaki gizli dosyalarinin tehdidini ensesinde hissedecekti. R. Kennedy
seçim kampanyasi sirasinda bir suikasta kurban gitti. Helms, bu cinayete çok
sasirmis ama fazla da üzülmemisti dogrusu.
Richard
Nixon ise baska türlü bir sorundu. CIA’nin bir yigin tatli su elitistleri,
Kennedy’nin adamlari ve dedikoducular ile dolu oldugunu düsünürdü. John Kennedy
ile girisip kil payi kaybettigi seçim yarisi sirasinda yasanan o meshur TV
tartismasinda yedigi gollerin paslarini da rakibine, CIA’nin verdigine
inaniyordu. Nixon, eger o seçimleri kazansaydi, gizli operasyonlari yürütmek
için CIA disinda bir örgüt kuracagini 1962’de kaleme aldigi hatiralarinda (Six
Crisis – Alti Kriz) yazmisti. CIA’nin yüregini sökecegini belirtiyordu açikça.
Helms
ve Nixon ilk kez 1968 Agustos’unda, Baskan Johnson’un çiftligindeki bir yemek
sirasinda uzun uzadiya konustular. Nixon Helms’e, K. Vietnamlilarin ABD’yi
yendiklerine iliskin düsüncelerinin sürüp sürmedigini sordu. Helms, düsmanin
Dien Bien Phu zaferinden beri bu düsüncede oldugunu söyledi. Nixon’un duymak
istedigi son seydi bu. Nixon,
seçimleri kazandiktan sonra Johnson’a Helms hakkindaki düsüncelerini sordu, onu
görevinde tutmali miydi? “Yetenekli ve sadik bir adamdir” dedi Johnson, “Ben
olsam tutardim”.
Helms
yakinda bu sadakatinin faturasinin ne oldugunu ögrenecekti.
************
Nixon
hiç kimseye güvenmezdi. ABD’ye Baskan olmustu ama Vietnam bombardimanini
gerçeklestiren kendi hava kuvvetleri için “Onlar kendi kiçlarini bile isabetle
tokatlayamazlar” türünden elestiriler yapmayi sürdürüyordu. Ona göre, Disisleri
mensuplari, lâcileri içinde kokteyl yudumlamaktan baska bir is bilmezdi, CIA
Vietnam’da hiç bir isi becerememisti, aptallar ordusuydu, suydu, buydu....
Nixon
ve Kissinger kisilik yapilari bakimindan birbirleriyle ruh ikizi gibiydiler.
Aralarindaki uzlasmaya göre, gizli operasyonlari bizzat kendileri komuta ve
kontrol edeceklerdi. Bu tip islerin basinda olmak, sahsî amaçlarini
gerçeklestirmek açisindan da çok uygundu. Nixon, gizli operasyon ve casusluk
faaliyetlerini kendine Beyaz Saray’da siyasi bir kale kurmak amaciyla kullandi,
Kissinger de ulusal güvenlik konularinin tek patronu konumuna geldi.
Helms,
‘Akil Adamlar’dan olusan bir heyet kurarak yeni Baskan Nixon için bir rapor
hazirlamalarini emretti. Raporun amaci, Nixon’u gizli servisin önemi hakkinda
aydinlatmakti. O rapordan alinan bazi öneriler ve tespitler:
CIA,
Baskan tarafindan yapilmasi istenen bir operasyonun basarili olma sansinin
olmadigini belirlemisse “Hayir” demesini bilmeli, Baskan da, dogrulari
söylemesi konusunda teskilâtini yüreklendirmelidir.
Gizli
operasyonlarin bir basina, hedef alinan önemli bir meseleyi hallettigine ender
rastlanir. Bu tür operasyonlar, zaman kazanmak ve gerçeklestirilmesi istenen
islere zemin hazirlamak için yapilir.
Siyasal
kimligi olan bir sahsin, bir partinin veya hükümetin, CIA tarafindan
desteklendiginin ortaya çikmasi, desteklenen sahis ve kurumlara zarar verir.
Bundan
ABD de iki yönlü zarar görür; dünya kamuoyunda, hem insan haklarina ve
ülkelerin halklarina saygi göstermeyen bir devlet damgasini yer, hem de onun
bunun isine karisirken yakalanacak kadar beceriksiz ve yeteneksiz oldugu
algisini yaratir.
ABD’nin
bir takim ‘kirli islere’ bulasmis oldugu algisi devletin, özellikle gençler ve
aydinlar nezdindeki itibarini zayiflatmistir.
Amerika’daki
Yeni Sol hareketi, bu itibar kaybindan beslenmis ve genislemistir.
Uluslar
arasi iliskilerde genel kabul görmüs yasalarin uygulanmasi gerektigini savunan
ülkelerin basini çeken ABD’nin, gizlice baska ülkelerin isine karismasi veya
öyle bir görüntü vermesi sayginligini zedelemistir.
Nixon
ve Kissinger, bilinçli olarak bu tespit ve önerileri sümen alti ettiler.
Rapor
ayni zamanda, CIA’nin fazlasiyla içe döndügünü, üst kademenin yaklasik 20
yildir ayni görevlerde bulundugunu, yaraticilik ve vizyondan yoksun kaldigini
belirtiyordu. Nixon raporun bu bölümünü begendi ve teskilâtin derinliklerine
nüfuz edecek kisileri göreve atamaya basladi.
Helms
göze girebilmek için Nixon’a günlük istihbarat raporlari gönderiyordu ama
bunlar okunmadan Baskan’in kasasinda birikiyordu. Bir gün Kissinger’dan bir
talimat geldi; Baskan bunlari okumuyordu, ona ne söylenecekse mutlaka kendisi
vasitasiyla söylenmeliydi. O günden sonra ne Helms, ne de teskilâttan her hangi
biri Nixon’u yalniz olarak görebildi. Kissinger tüm kontrolü eline almisti.
***********
Nixon
ve Kissinger’in, ikili olarak birlikte çalisma tarzlari, gizlilik açisindan
CIA’dan bile üstündü. Örnegin, ABD’nin
düsmanlari olan Sovyetler, Çin ve K. Vietnamlilarla yürüttükleri gizli
pazarliklardan CIA’nin ya pek az, ya da hiç haberi olmuyordu. Bunun esas
sebebi, CIA’nin verdigi bilgilere itimat etmemeleriydi, özellikle komünistlerin
silâh kapasitesiyle ilgili istihbarata. CIA, Rusya’nin sürpriz bir nükleer
saldiri yaparak öldürücü ilk darbeyi vurma yetenek ve kapasiteden yoksun
oldugunu savunuyor, Nixon ise teskilâtin, Sovyet nükleer kapasitesini, gerçekte
oldugundan % 50 daha az oldugu yönünde tahminlerde bulundugunu iddia ediyordu.
Nixon ayrismanin tirmandigi bir anda, CIA’yi “Siz kimlerin tarafindansiniz?”
diye haslamisti bir keresinde. Baskan’in niyeti, anti balistik füze sistemi
kurmakti (Gelecekteki Yildiz Savaslari fantezisinin ön nagmeleri...) Bu
çekismeler üzerine CIA, bir kez daha en temel görevlerinden birini göz ardi
ederek, istihbarat raporlarini gerçek veriler yerine Beyaz Saray politikalarina
uyacak biçimde kurgulamaya basladi.
CIA,
sekiz yildan beri casus uydularin Sovyet topraklari üzerinde çektigi kesif
fotograflari üzerinde çalismalar yürütmekteydi. Simdi de bu teknolojiyi bir
adim öteye götürerek, izlemenin TV kameralari ile yapilmasini mümkün kilacak
yeni nesil uydulari gelistirmeye baslamisti. Helms, elektronik zimbirtilarin
hiç bir zaman gerçek casuslarin yerini tutamayacagini savunsa da uydular
vasitasiyla elde edilecek verilerin, Rusya’nin SALT (Stratejik Silâhlarin
Sinirlandirilmasi) anlasmasina uyup uymadigini denetlemek açisindan yararli
olacagi konusunda Nixon’a teminat verdi. Ne var ki, Sovyetlerin askerî
yetenekleri konusundaki ham bilgiler ne kadar artarsa, büyük resmi görmek de o
kadar zorlasiyordu.
Nixon’un
Sovyet nükleer kapasitesinin oldugundan eksik rapor edildigi yolundaki
takintisi yüzünden CIA’yi sürekli
elestirmesi sonuçlarini gösterdi;
Nixon’lu günlerden, soguk
savasin ölüm dösegine
düstügü günlere kadar
geçen 13 yillik süre boyunca, Sovyet nükleer kapasitesi, gerçekte oldugundan
çok daha yüksekmis gibi rapor edildi.
Her
seye ragmen Nixon, Sovyetlere her vesileyle bir darbe vurulmasi için CIA’nin
yapacagi yikici faaliyetlere ihtiyaç duyuyordu. ABD, Sovyetler üzerine baski
kuracak, onlari huzursuz edecek her bahaneyi kullanmali, onlari yalniz
Moskova’da degil dünyanin her yerinde rahatsiz etmeliydi. Helms Nixon’a bir
dizi yeni gizli operasyon projesi sunacagini vaat etti.
CIA,
yirmi yildan beri 400 milyon dolardan fazla para harcadigi Radio Free Europe ve
Radio Liberty projelerini yeniden ele aldi. Andrei Sakharov ve Alexander
Solzhenitsyn gibi rejim karsitlarinin söylemlerini tüm demir perde ülkelerine
yaydi. Sovyetler her ne kadar radyo sinyallerini karistirmak için yilda 150
milyon dolardan fazla para harcasa da yayinlar etkili oluyor ve Sovyet peyki
olan ülkelerdeki direnis atesini canli tutuyordu.
Nixon’a
göre bunlar eski, bilinen islerdi. CIA’nin yabanci ülkelerdeki seçimleri
manipüle etme konusundaki becerileri Baskanin ilgisini daha fazla çekiyordu.
************
Teskilât
soguk savas boyunca Bati Avrupa’daki bazi politikacilari gizlice desteklemisti.
Bunlar arasinda Alman Basbakani Willy Brandt, Fransiz Basbakani Guy Mollet ile
Italya’da genel seçimleri kazanmis tüm Hristiyan Demokrat milletvekilleri de
bulunuyordu.
CIA,
Roma, Milano ve Napoli’de etkili kisileri satin almak için yirmi yilini ve 65
milyon dolarini harcamisti. Yabanci güçler, yüzyillardan beri Italyan politik
yasamini karistirip durmustu; Komünistler, Naziler, Ingilizler, Fransizlar,
hepsi.... CIA, istedigi Italyan politikacisina para veriyor, istediginden
destegini çekiyor, santaj yapiyor, isine gelen yazili basina yardim ediyor,
radyo programlari düzenliyor, hasili manipülasyon adina ne varsa yapiyordu. Bu
gelenegi devam ettiren Nixon ve Kissinger ikilisine bir mesaj geldi:
Sosyalistler Italya’da iktidari ele
geçirmek üzereydiler. Nixon, Hristiyan Demokratlarin ve Italyan
neo-fasistlerinin desteklenmesi için 25 milyon dolarlik bir programi onayladi.
Para, saray yavrusu ABD Büyükelçilik binasinin arka odalarindan birinde bizzat
Büyükelçi ve CIA istasyon sefinin eliyle ilgililerine dagitildi. Önemli bir
meblag da asiri sag bir yer alti örgütüne gitti.
Ödemeler
ise yaradi, desteklenen aday Giulio Andreotti seçimleri kazandi. Ama asiri saga
verilen paralar 1970 yilinda basarisizlikla sonuçlanan bir neo-fasist darbe
girisimini tetikledi. Fasistler bir çok bombalama eylemi gerçeklestirip suçu
Italyan istihbarat örgütünün yardimiyla solculara attilar. Teskilâtin Baskani
General Vito Miceli’nin, CIA’nin 800 bin dolarini nakit olarak cebine attigi
belirlendi. Miceli, devleti güç kullanarak ele geçirmeye tesebbüs etmekten
hüküm giydi. En istikrarli Italyan politikacilarindan biri olan Andreotti ise son
yillarini, aleyhindeki suç isnatlari (aralarinda cinayet de vardi) ile
bogusarak mahkemelerde geçirdi. CIA’nin Italya’da parayla siyasi etkinlik satin
alma günleri, Büyükelçi Graham Martin’in Roma’dan G. Vietnam’a tayin
edilmesiyle sona erdi.
************
1969
ve 1970 yillari boyunca Kissinger ve Nixon, CIA’yi, Güneydogu Asya’daki savasi
gizli biçimde yayginlastirmak amacina yönelttiler. Teskilâta verilen talimatlar
arasinda, siyasi rüsvet dagitmasi maksadiyla G. Vietnam Baskani Thieu’ya 725
bin dolar ödenmesi, Saygon medyasinin manipüle edilmesi, Tayland’da seçim
sikeleri düzenlenmesi, K. Vietnam, Kamboçya ve Laos’a komando baskinlari
tertiplenmesi gibi görevler bulunuyordu.
Güneydogu
Asya’daki çatismalar yogunlasirken Nixon ve Kissinger, Çin Lideri Mao Tse-tung
ile gizliden uzlasma arayisi plânlari yapiyordu. Liderlerin bu arayislari,
komünist rejimlere karsi savasi sürdürmekte olan CIA’yi tam anlamiyla
kontrpiyede birakti. Teskilât son on yil boyunca, Çin komünizmini yipratmak
için Tibet’in ruhani lideri, 14.
Dalay Lama Tenzen Gyatso’nun gerilla güçlerine milyonlarca dolar akitmis, silâh
ve cephane saglamisti.
Gerillalar,
Colorado daglarindaki CIA kamplarinda egitiliyorlardi. Dalay Lama’nin New York
ve Cenevre’de gayri resmî Tibet Büyükelçiligi bürolari açmasi için paralar
verilmisti. Bütün amaç ‘Özgür Tibet’ idealini diri tutmak ve Kizillarin Bati
Çin’deki ordularini rahatsiz etmekti. CIA bu amaçlar için 2,5 milyon dolarlik
ek ödenek talep edince, Kissinger bu çalismalarin ABD’ye dogrudan ne faydasi
oldugunu sorguladi, cevabini da kendi verdi;
Dalay Lama’nin desteklenmesine devam edildi ama Tibet gerillalari yüz
üstü birakildi. Fonlar, Çin’e karsi girisilecek baska gizli operasyonlara kaydirildi.
CIA
kendi tabiriyle; “Çin Halk Cumhuriyetini engellemek ve karalamak için dünyanin
her yerinde çalismaktayken ve de Tayvan’i özgürlestirmek için General Chiang
Kai-shek ile isbirligini sürdürürken”, Nixon ve Kissinger, Baskan Mao ve
Basbakan Chou En-lai ile Pekin’de pazarlik masasina oturmak üzereydi ve CIA’nin
bundan haberi yoktu. Görüsmeler sirasinda Chou, Kissinger’a Özgür Tayvan
kampanyasinda CIA parmagi olup olmadigini sordu. Kissinger de muhatabina CIA’yi
gözlerinde fazla büyüttüklerini söyledi. “Aramizdaki iliskilerin öneminin
farkindayiz. Bir teskilât, ufak tefek operasyonlar yapacak diye bu iliskilerin
tehlikeye girmesine müsaade edecek degiliz” sözleriyle de CIA’nin gelecek
yillar boyunca Çin’deki etkinliginin sonunu getirmis oldu.
*********
Tayland’da
yillardan beri askerî cunta yönetimi vardi ve bu olusum ABD’nin bölgede
demokrasiyi hakim kilmak biçimindeki iddiasini pek de desteklemiyordu. Tayland
topraklarinda Hanoi ile savasmak için barinan binlerce Amerikan askeri
bulunmasina ragmen CIA, bu ülkedeki yönetime demokratik bir görünüm kazandirmak
için manipülasyonlara basladi. Tayland siyaset arenasina milyonlar akitildi ve
serbest seçimlerin yapilmasi saglandi. Tahmin edilebilecegi gibi sivil
görünümlü cunta, bu kez bir siyasi parti kiliginda seçimleri açik ara kazandi.
Ancak iktidar kisa süre sonra, ülkede olusan demokratik havanin etkisiyle
ortaya çikmaya baslayan çatlak seslere tahammül edemez oldu. Deneme, kisa süre
sonra sonlandirildi ve parlamento kansiz bir darbeyle feshedildi. Idareyi
tekrar ele alan generaller, Bangkok’taki ABD Büyükelçiligine giderek olaylar
hakkinda rapor verirken söyle dediler:
“Demokratik prensiplere saygimiz var ve bunlari da uygulamaya çalistik ama siz
de gördünüz iste, Tayland henüz demokrasiye hazir degil”. Darbeden sonra
Kissinger durumu Nixon’a söyle açikladi: “Devrim Komuta Konseyi bizim daha önce
çalistigimiz adamlar. Degisen bir sey yok. Meraklanmayin, Tayland’da yürütmekte
oldugumuz programlar kesintiye ugramadan devam edecek.”
***********
Baskan
1970 Subat’inda, CIA’ya, Kamboçya’da acil olarak harekete geçmesi emrini verdi.
CIA ve Pentagon, bir yillik bir çalisma sonunda bazi hedefler belirlemisti
(bunlarin yanlis yerler oldugu sonradan anlasildi). Teorik olarak tarafsiz
bölge olan Kamboçya topraklarinda Kuzey Vietnam’in gizli savas yönetim
merkezleri oldugundan süphelenilen alti adet hedefin üzerine 108 bin ton bomba
yagdirilmasina, bu gizli bombardiman harekâtinin da 17 Mart tarihinde
baslatilmasina karar verildi.
O
siralar Helms, Kamboçya’da bir CIA istasyonu kurma hazirliklari içindeydi.
Gizli bombardimanin basladigi gün sag egilimli Lou Nol bir darbeyle Kamboçya’da
iktidari ele geçirdi. Darbe CIA ve Amerikan hükümetini soka ugratti. Nixon, “Langley’1deki o
palyaçolar ne haltlar karistiriyor orada?” diye gürleyerek CIA’nin
acilen devreye girmesini emretti.
Yeni
lider Lou Nol’a acele 10 milyon dolarla, binlerce otomatik silah ulastirildi,
milyonlarca propaganda brosürü dagitilarak ABD’nin Kamboçya’yi isgal edecegi
söylentisi yayildi. Nixon, Kamboçya’nin Sihanoukville limani üzerinden düsmana
cephane aktarilmasindan çok rahatsizdi. CIA bes yildan beri ugrasmasina ragmen
bu trafigi durdurmayi beceremiyordu. Baskanin, Kamboçyali generallere rüsvet
verilirse kaçakçiligin önlenebilecegi önerisine Helms’ten itiraz geldi: “Silah
kaçakçiligindan milyonlar kazanan komutanlarin sadakatini, verecegimiz üç bes
kurusluk bahsisle satin alamayiz.” Bu cevaptan hiç tatmin olmayan Nixon,
“Istihbarat islerine yilda 6 milyar dolar para harciyoruz. Eger CIA bu kadar
siradan bir isi beceremiyorsa daha önemlileri nasil halledecek?”
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
1 Langley:
ABD’nin Virginia eyaletinde, CIA genel merkezinin bulundugu yer.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
diye
sordu. Istihbarat zafiyetleri Nixon’u çok rahatsiz ediyordu ve bu yüzden
teskilâtla iliskileri gergindi ancak buna ragmen CIA’ye, yaklasan Sili
seçimlerini manipüle etmesi emrini verdi.
“ABD
Askeri Bir Çözüm Istiyor”
Meksika’nin
Baskani, ülkesindeki islerle ilgili olarak kendisine ABD Büyükelçisini degil,
CIA istasyon sefini muhatap alirdi. Honduras’ta da CIA istasyon sefleri de,
bagli olduklari Büyükelçiyi takmayarak, ülkenin askerî cuntasiyla dogrudan is
tutarlardi. Latin Amerika ülkelerinden sadece birkaçi demokrasi ve yasalarin
üstünlügüne, göstermelikten öte bir baglilik gösteriyordu. Sili bunlardan
biriydi ama oradaki tehdit de Kizillarin yükselisiydi. Sili’de Eylül 1970’de
yapilacak seçimleri kazanmasi en olasi adaylardan biri solcu Salvador Allende
idi. Ilimli aday Radomiro Tomic, Demokratlarca desteklenmekteydi ve CIA’nin
tercihi de ondan yanaydi. Fakat kazanma ihtimali zayifti. Jorge Alessandri ise
kuvvetli bir ABD yanlisiydi ancak geçmisi yolsuzluklarla dolu oldugundan ABD
büyükelçisi, onu desteklenecek bir aday olarak
görmüyordu.
CIA,
1964 seçimlerinde para karsiliginda satin aldigi oylarla Allende’nin iktidara
gelmesini engellemisti. CIA’nin para akittigi kesimler arasinda Katolik
Kilisesi, sendikalar, askeri komuta kademesi ve polis teskilati da vardi.
Eduardo Frei o seçimleri iste bu destek sayesinde kazanabilmisti. Ne var ki,
Anayasaya göre 6 yildan fazla iktidarda kalinamiyordu. CIA istasyon sefi 1970
seçimlerinde Alessandri’nin desteklenmesini salik verdi.
Kissinger
tüm dikkatini Güneydogu Asya olaylarina yöneltmis oldugundan Sili seçimleriyle
çok yakindan ilgilenemedi. Sadece Allende’nin seçilmemesi için gerekli bütçeyi
onaylamakla yetindi. Ona göre “Sirf halki sorumsuz diye bir ülkenin Marksizm’e
kaymasina izin verilemezdi”. Kimin seçilecegiyle pek ilgilenmedi. Onun için
önemli olan Allende’nin seçilmemesiydi. CIA, Allende’nin seçilmesi halinde
demokrasinin bitecegini iddia ederek ise koyuldu. Amaç halki korkutmakti.
CIA’nin kampanyasini aptalca bulan Büyükelçi, Sili halkinin bu propagandalara
prim vermeyecegini söylüyordu. 4 Eylül 1970’de yapilan seçimleri Allende az bir
farkla kazandi. Yasaya göre senato seçim sonuçlarini 50 gün içinde onaylamak
durumundaydi. Bu formalitenin ardindan iktidar koltuguna oturmasi için
Allende’nin önünde hiçbir engel kalmayacakti. CIA’nin seçimlerden önce yapilan
manipülasyonlarla ilgili epey tecrübesi vardi ama sonuçlar alindiktan sonra
neticeyi tersine çevirmek gibi bir deneyimi yoktu. Üstelik bunu gerçeklestirmek
için önünde sadece 7 hafta vardi.
Kissinger
önce bir darbe düsündü ama Sili 1932’den beri demokrasiyle yönetiliyordu ve
ordu da o zamanda beri siyasi gücü ele geçirmek için herhangi bir girisimde
bulunmamisti. CIA’nin askeri çevrelerde bir etkinligi yoktu ancak ülkenin en
zengin isadami olan A.Edwards vasitasiyla bir seyle yapabilirdi. Edwards,
ülkenin bakir madenlerinin çogunun, en büyük gazetenin ve Pepsi-Cola siseleme
tesislerinin sahibiydi. Pepsi CEO’su ise Baskan Nixon’un mali açidan en büyük
destekçilerindendi. Böylece Allende’nin icabina bakabilecek medya
olanaklariyla, parasal kaynaklar birlesmis oluyordu. Nixon Disisleri
Bakanligina haber vermeden, Helms’e
darbeyi tezgahlamasini emretti.
CIA,
Allende operasyonunu iki ayri yoldan tamamlamayi planlamisti. Birincisi, siyasi
savas, ekonomik ve diplomatik baski ve propaganda yöntemleri uygulamakti. Amaç,
Senatodan satin alinacak oylarla Allende iktidarinin onaylanmasini
engellemekti. Ikinci yol ise askeri darbe düzenlenmesiydi ama buradaki engel
ordu komutani General Schneider’in demokrasiye inanmis, anayasaya saygili ve
politikadan uzak duran bir kisilik olmasiydi. Silahli Kuvvetler bünyesinde
darbeye yatkin pek az komutandan biri olan Viaux darbeye tesvik edilebilirdi
ama o da kafadan sakat tehlikeli bir tipti. Yine de onunla temas kuruldu.
Bu
arada Büyükelçi Korry, CIA’nin kendisinin bilgisi disinda bir darbe
tezgahlamakta oldugunun duyumunu aldi ve istasyon sefi Hecksher’e ‘Burada benim
yönetimim altinda oldugunu idrak etmen için 24 saatin var. Bunu kafana
sokamayacaksan Sili’yi terk et!’ diye bagirdi. Hemen arkasindan Kissinger’a bir
telgraf göndererek sitem etti ve Bakanini Sili’de bir darbe yapilmasinin
desteklememesini yoksa ülkeyi Domuzlar Körfezi fiyaskosuna benzer
bir utanca sürükleyecegine dair uyardi. Bunun üzerine kan beynine siçrayan
Kissinger, büyükelçiye islere karismamasi talimatini verdi ve CIA istasyon
sefine su telgrafi çekti. “Askerlerle temas kur. Onlara ABD hükümetinin askeri bir
çözüm istedigini söyle. Askerleri isin sonrasinda da desteklemeye devam
edecegiz. En azindan ülkede bir darbe iklimi olusturun. Askeri girisimleri
destekleyin.”
Allende’nin
seçim zaferinin onaylanmasina sadece iki hafta kalmisti. Hecksher amirlerini
bir kez daha uyararak Viaux’un basa getirilmesinin hem Sili hem de dünya için
bir felaket olacagini, çok kan dökülecegini ve isin içinde CIA’nin parmagi
oldugunun mutlaka ortaya çikacagini dile getirdi. Bu uyarilar üzerine CIA genel
merkezi tereddüt eder gibi oldu. 13 Ekim’de Hecksher, Viaux’un Sili ordusunun
demokrat komutani Schneider’i kaçirmayi
düsündügünü Washington’a bildirdi. Üç gün sonra aldigi cevap söyleydi: “Allende’nin
askeri darbeyle gönderilmesi konusundaki politikamiz sürmekte. Ancak Viaux bunu
tek basina beceremez. General Valenzuele ve darbe yanlisi baska komutanlarla da
isbirligine gidin. Iyi Sanslar!”
CIA
tarafindan Santiago garnizon komutani General Valenzuele ile isbirligi
yapilarak adamlarina 50 bin dolar nakit ve üç adet hafif makineli tüfekle göz
yasartici bombalar verildi. Plana göre Schneider Arjantin’e kaçirilacak,
Parlamento isgal edilecek ve ordu yönetime el koyacakti. Allende’nin onay gününe
50 saat kala Schneider vuruldu. Senatonun onayindan kisa bir süre sonra da
tedavi edildigi hastanede hayatini kaybetti. Cinayetin CIA silahlariyla
islenmis olma ihtimali teskilati telaslandirdi ama tetigi çekenin
Valenzuele’nin degil Viaux’un adamlari oldugu anlasilinca CIA rahat bir nefes
aldi. Schneider’i Arjantin’e götürmesi için hazirlanmis olan uçak onun yerine
CIA’nin parasini ve silahlarini alan Silili subayi götürdü. CIA oy satin alarak
basladigi isi suikastçilara silah temin etmeye kadar vardirmisti.
Beyaz
Saray, Allende’nin baskanliga gelmesini önleyemeyen CIA’ya çok kizmisti.
Teskilatin içinden liberal bir kanadin gizli operasyonu sabote ettigini
düsünüyordu. Duruma çok öfkelenen Nixon, Helms’e teskilattaki solculari
temizlemezse isten kovulacagini söyledi. Ayrica CIA bütçesi yariya
indirilecekti. Zaten aldigi raporlara göre teskilat, Nixon’u, Çin’e kapilari
açmak, Sovyetleri sindirmek, Vietnam savasini Amerikan lehine bir sonuçla
bitirmek gibi küresel hedeflerine ulastiracak kabiliyetten uzakti. Önerilerden
biri de gizli operasyonlarla casusluk isini yapacak ayri bir örgüt kurulmasi ve
CIA’nin bu islerle ugrasmasina son verilmesiydi. Nixon’a göre CIA hiçbir halta
yaramiyordu ve R.Helms de isten çikarilmaliydi.
Allende’yi
devirme çabalarini sürdüren CIA, Sili siyaset ve ekonomisini yikmak için
milyonlarca dolar harcadi. Bu çabalar 1971’de sonuç vermeye basladi. Askeri ve
siyasi kesimden edinilen yandaslar orduyu anayasal çizgiden uzaklastiracak bir
yapi olusturmaya basladi. Allende bu asamada ölümcül bir hata yaparak aleyhine
olusan bu yapidan korunmak için Baskanin Dostlari adli gölge bir ordu kurdu. Bu
gölge orduyu Fidel Castro destekliyordu ancak Sili ordusu bunu hazmedemedi.
Darbe
11 Eylül 1973’te hizli ve korkunç bir biçimde gerçeklesti. Allende baskanlik
sarayinda Fidel Castro’nun hediye ettigi silahla kendini vurdu. Ayni günün
ögleden sonrasinda General Pinochet yönetime el koydu. CIA derhal askeri
cuntayla saglam iliskiler kurdu. Pinochet’nin 17 yil süren siddet yönetimi
boyunca öldürülen 3200 kisi ve hapse atilip iskence gören on binlerce insan
kalabaligi ‘Ölüm Kervani’ diye isimlendirildi. Iktidari sonunda Pinochet,
cinayet suçuyla yargilandi. 2006’da mahkeme halen sürerken 91 yasinda öldü.
Yurtdisindaki gizli hesaplarindan 28 milyon dolar çikti. ‘Ölüm Kervani’
magdurlarinin açtigi davanin iddianamesinde Kissinger da suç ortagi olarak
tanimlanmis olup kendisi Sili, Arjantin, Ispanya ve Fransiz mahkemelerinin
takibindedir.
“Çok
Fena Firça Yiyecegiz”
1971
baharinda Nixon iktidari sürerken hükümetin gizli izlemeleri adeta zirve yapti.
CIA, FBI ve Ulusal Güvenlik Ajansi Amerikan vatandaslarini gözetim altinda
tutuyor, Savunma Bakani ve Genel Kurmay Kissinger’i zaptedebilmek için onun
konusmalarini dinliyordu. Nixon ise Kennedy ve Johnson’un yaptiklarini bir adim
öteye tasiyarak
Beyaz Saray ve Camp David’i en son teknoloji dinleme cihazlariyla donatti. En
yakin is arkadaslarinin çalisma odalarina yerlestirilen telekulaklarla içeriden
bilgilerin basina sizdirilmasi önlenmeye çalisiliyordu. Ancak sizintilar kesilemiyordu. Haziran
ayinda New York Times, Pentagon’a ait
Vietnam savasinin gizli arsiv tutanaklarini yayinlamaya basladi. Sizintinin
kaynagi vaktiyle Kissinger’in ise almis oldugu Elsberg adinda eski bir Pentagon
çalisaniydi. Duruma müthis sinirlenen Kissinger ve Nixon, bu tip isleri önleme
maksadiyla Beyaz Saray adina casusluk yapmasi için Plumbers (Tesisatçilar) adli
bir örgüt kurup basina E.H.Hunt adinda bencil, ahlak düskünü, beterin beteri
birini getirdiler.
17
Haziran 1972 aksami Helms’in evine bir telefon geldi. Polis, Demokrat Parti
Genel Merkezine zorla giren bes kisiyi suçüstü yakalamisti. Bunlarin dördü Küba
göçmeni, digeriyse McCord adinda bir CIA emeklisiydi. Daha fenasi, Hunt da isin
içindeymis gibi gözüküyordu. Hunt’in ismini duyan Helms isin mahiyetini kabaca
anlamisti. McCord elektronik dinleme konusunda uzmandi. Hunt da Nixon’un
adamiydi. Büyük ihtimalle telefon dinleme altyapisi kuruyorlardi. Bu
tartismasiz federal bir suçtu! Helms, hemen FBI baskanini arayarak Watergate
binasina girenlerin Beyaz Saray tarafindan tutulmus oldugunu, bu isin CIA ile
ilgisi olmadigini bildirdi. Helms çok fena halde firça yiyecegini düsünüyordu çünkü
yakalananlar eski CIA çalisaniydi ve Beyaz Saray’da çalistiklari biliniyordu.
Ertesi gün Washington Post gazetesi Watergate olayinin sorumlusu olarak Oval
Ofis’i isaret etti. Ancak Demokrat Parti merkezine yasadisi biçimde girilmesi
emrinin Cumhuriyetçi Baskan Nixon tarafindan verilip verilmedigi bugün dahi
kesin olarak bilinmiyor.
Nixon,
CIA’ya, ulusal güvenlik adina FBI’yi bu isin disinda tutmasi talimatini verdi.
Bu tehlikeliydi ama CIA, FBI’ya gerekli talimati iletti. Ardindan Nixon’un
danismani, CIA direktör yardimcisi V. Walters’a, teskilatin örtülü ödeneginden
1 milyon dolar nakit getirmesini söyledi. Bu para Beyaz Saray tarafindan
kiralandiklarini açik etmemeleri için sus payi olarak Watergate skandalinda
tutuklanan eski CIA çalisanlarina ödenecekti. CIA’nin karanlik bütçesinden
yapilacak bir ödemeyi ancak Helms, o yurtdisindayken de yardimcisi Walters
onaylayabilirdi. Nixon da bunu biliyordu. Istenileni yapmayi reddeden Helms,
konu hakkinda daha sonra “Beyaz Sarayin istedigini yapsaydim hapsi boylardim.
Teskilatin sayginligi da ebediyete dek onarilamayacak derecede bozulurdu,” seklinde
açiklama yapmistir.
FBI
olaydan uzak durmalari seklindeki talimattan huzursuz olmaya baslamisti. FBI
baskani Gray, eger ulusal güvenlik adina sorusturma yapilmamasi isteniyorsa
CIA’nin bu emri yazili olarak vermesini talep etti. Olayin kagida dökülmesi
delil birakmak anlamina geliyordu ki bu, iki teskilatin baskaninin da isine
gelmiyordu. Kisa süre sonra FBI Baskani Gray, Nixon’u arayarak uyardi:
“Teskilâtinizdan bazi adamlar CIA’yi manipüle etmek suretiyle sizi ölümcül
biçimde yaralamaya çalisiyor!” Nixon asir gibi gelen bir duraksamadan sonra
Gray’e sorusturmayi baslatabilecegini söyledi. Bes yil hapis istemiyle
yargilanmayi bekleyen McCord, avukati araciligiyla CIA’ya bir mesaj gönderdi.
Baskanin adamlari kendisinden Watergate’e girme isinin bir CIA operasyonu
oldugu yönünde ifade vermesini istemisti. Böylece suç CIA’ya mal edilecek,
karsiliginda kendisi de Baskan’in özel af yetkisinden yararlandirilarak serbest
kalacakti.
*****************
7
Kasim 1972 tarihinde yapilan seçimlerde Nixon ikinci kez baskan oldu. Bu kez
CIA ve Disisleri Bakanligi kadrolarini darmadagin edip kendi istedigi biçimde
yeniden yapilandirmaya kararliydi. 20 Kasim tarihinde Helms’in isine son verdi.
Uzlasmalari uyarinca Helms resmi emeklilik yasina kadar yani birkaç ay daha
görevinde kalacakti ama Nixon, anlamsiz bir kin güderek sözünü tutmadi ve
CIA’nin basina yakin adami James Schlesinger’i getirdi. Yeni direktöre ilk
talimati suydu: “Teskilatin içini disina çikart. Palyaçolarin hepsini isten at.
40 bin adamlari var ama bütün gün gazete okumaktan baska is yaptiklari yok.”
Helms
görevdeki son günlerinde teskilatin çöküsüne yol açabilecek bazi belgeleri yok
etmekle ugrasti. Kendisinden sonra Nixon’un bütün dosyalari didik didik
etmesinden korkuyordu. Imha etmeye çalistigi belgeler arasinda en önemlileri,
insan aklina hükmetmek amaciyla LSD vb. ilaçlarla yapilan deneylerle ilgili
olanlardi. Bu belgelerin pek azi günümüze kadar kalabilmistir. Bir de görevde
bulundugu 6 yil 7 ay boyunca odasinda
yaptigi tüm
toplantilarin ses kayitlari vardi. Bürosundan ayrilmadan önce bu kasetlerin
tamamini imha etmeyi basardi. Helms’in çalisanlarina veda ettigi gün, koca
salonda gözleri dolmayan tek kisi yoktu. Hepsi yeni yönetim altinda kendilerini
zor günlerin beklediginin farkindaydi.
“Gizli
Servis Kavramini Degistirmek”
CIA’nin,
bir gizli servis teskilati olarak yikimina dogru giden günler Helms’in ayrilip
Schlesinger’in genel merkez binasina adim atmasiyla basladi. Schlesinger
merkezi haberalmanin direktörlügü görevinde bulundugu 17 haftalik süre boyunca
bes yüzden fazla analiz uzmani ve binden fazla gizli servis görevlisinin isine
son verdi. Karsiliginda da bir sürü ölüm tehdidi aldi. Yeni direktör gizli
servisin basina Bill Colby’i getirirken ona gizli servis kavraminin degismesi
gerektigini anlatti. Eski tüfeklerin 25 yildir oynadigi oyunlarin
sonuna gelinmisti artik. Teknokrasi günleri baslamaliydi.
Emektarlar,
CIA’nin yurtdisinda yaptigi tüm çalismalarin SSCB ve Çin’e karsi mücadelenin
bir parçasi oldugu görüsündeydi. Çatismalarin Kahire veya Katmandu’da olmasi
farketmiyordu, asil savas hep Moskova ve Pekin’e karsiydi. Ancak Nixon ve
Kissinger komünist dünyanin liderleriyle kadeh tokusturmaya basladiktan sonra
bu mücadelenin ne anlami kalmisti ki? Baskanin yumusama politikalari gizli
servisin soguk savas dönemi çalismalarinin pabucunu dama atiyordu.
Colby
hizla CIA’nin gerçek yeteneklerinin ne oldugunu saptama çabasina giristi. On
yil öncesine dek teskilât bütçesinin yaridan fazlasi gizli operasyonlara
ayriliyordu. Nixon döneminde bu oran %10’un altina düsmüstü. Vietnam savasi
yüzünden yetenekli insanlari teskilât için çalismaya cezbetmek mümkün
olamiyordu. Sayilari giderek artan üniversiteler, yetenekli ögrencileri
istihdam etmek için kapilarini arsinlayan CIA görevlilerini kamuoyu baskisi
yüzünden içeri bile almaz olmuslardi. Zorunlu askerligin de kaldirilmasi
nedeniyle ordu saflarindan teskilata geçisler iyice azalmisti. CIA istihbarat
hizmetlerini müttefik ülkelerin istihbarat teskilatlarindan satin aliyor ya da
maasa bagladigi üçüncü dünya ülkelerinin liderlerinden ediniyordu.
**************
Schlesinger,
CIA’nin Kissinger’in patronu oldugu Ulusal Güvenlik Ajansinin bir alt birimi
haline geldigi kanisindaydi. Küçümsedigi bu görevi yardimcisi Walters’a
devredip casus uydular, Savunma Bakanligi Istihbarat Ajansi ve küresel
elektronik dinleme gibi birimleri bünyesinde barindiran Ulusal Muhaberat
Bürosu’nun basina geçmek istiyordu. Böylece ulusal istihbaratin en tepedeki
sorumlusu olarak direk Baskan’a muhatap olacakti. Ne var ki, bu hayalleri Beyaz
Saray’in isledigi suçlar yüzünden yikildi. Watergate skandali her seyin önüne
geçmeye baslamisti. “Büyük ideallerle yola çikmistim ama isim CIA’yi koruma ve
kurtarmaya dönüstü” diye yakinir olmustu. Watergate skandalinda olsun baska
eylemlerde olsun CIA’nin faaliyetleriyle ilgili olarak kendisine çok eksik
bilgi verildigini geç farketti. Çok kizmisti, tüm CIA çalisanlarina gönderilen
bir talimat yazdi. Hepsinin su an ve/veya geçmiste üzerinde çalistigi ve
CIA’nin temel yasalariyla bagdasmayan isleri bildirmesini istedi. Bununla da
yetinmeyerek vaktiyle CIA’de çalismis olanlarla, teskilat emeklilerinden de
ayni bilgileri rica etti. Kendisinden önce hiçbir direktörün yapmaya cesaret
edemedigi tehlikeli bir isti bu. CIA anayasasi, gizli polislik yapilmasini
kesinlikle yasakliyordu ama soguk savas döneminde teskilât kendi vatandaslari
hakkinda casusluk yapmis, telefonlarini dinlemis, mektuplarini okumus ve Beyaz
Saray emriyle cinayet komplolari kurmustu.
Schlesinger’in
9 Mayis 1973 tarihli talimatiyla ayni gün Watergate olayi Nixon’u çökertmeye
basladi. Baskan, General Alexander Haig disindaki tüm üst düzey Beyaz Saray
yetkilisinin isine son vermeye zorlandi. Adalet Bakani istifa etti. Schlesinger
Pentagon’a tayin edildi. Yerini Bill Colby aldi. Hükümette tam bir kargasa
yasaniyordu. Colby ilk is olarak, CIA’nin yasadisi isleriyle ilgili dosyalari
okumaya basladi. Bu tip islerin sayisi o an itibariyle 693’tü. Mayisin son
haftasi Senato’nun Watergate olayiyla ilgili oturumlar baslatildi. Kissinger ve
Nixon’un, yardimcilarini ve gazetecileri dinlemeye aldigi haberi patlak verdi.
Watergate sorusturmasi için özel yetkili savci atandi.
Yasami
boyunca inançli bir Katolik olan Colby, Robert Kennedy’nin Castro suikast
planlariyla ilgisini, LSD deneylerini, gizli hapishanelerde insanlarin kobay
olarak kullanildigini ögrendiginde dehsete düstü. Bu bilgiler disariya sizacak
olursa teskilatin sonu gelirdi. Dosyalar kasalara kilitlendi ve Colby
teskilatin islerinin nasil düzene
sokulacaginin hesaplarini yapmaya koyuldu. Ne yazik ki kisa bir süre sonra
basina geçtigi birimin öngörüsüzlügünün kurbani oldu. Ramazanla Yom Kippur’un
ayni günlere denk geldigi 1973 yilinda Misir, Israil’e savas açti ve Israil
isgal altindaki topraklarin içlerine kadar girdi. CIA firtina bulutlarinin
toplanmakta oldugunu fark edememisti. Savasin baslamasindan birkaç saat önce
teskilat Beyaz Saray’a su mesaji geçmisti: “Alisilagelmislerden daha gerçekçi
bir tatbikat. Savas olmayacak.” Colby ise söyle hayiflaniyordu: “Savasin
patlamasindan bir gün önce, savasin patlamayacagini öngörüyorduk!”
“Tipik
Fasist Idealler”
7
Mart 1973’te Baskan Nixon, Yunan kökenli varlikli isadami T.Pappas’i Oval
Ofis’te kabul etti. Pappas, Nixon’a 1968 seçim kampanyasi için 549 bin dolar
teslim etmisti. Bu para Yunan askeri cunta liderlerinden bir hediyeydi. Pappas
simdi de Watergate binasina giren Beyaz Saray ajanlarina sus payi olarak
ödenmek üzere para getirmisti. Paranin
çogu Dulles zamanindan beri CIA’ya çalisan ve 1967 yilinda Yunan iktidarina el
koyan albaylar cuntasinin lideri Papadopulos’un destekçilerinden gelmekteydi.
Sonradan Atina Büyükelçiligine getirilen R. Keeley albaylar için söyle diyordu:
“Yillardan beri bir kumpas pesindeki bu adamlar tam anlamiyla birer fasist.
1920’lerde Mussolini’nin temsil ettigi fasizmin tarifine cuk oturuyorlar;
devletçilik, tek elden sanayi ve sendika yönetimi, meclis yok, trenler dakik,
agir disiplin ve sansür uygulamalari…… tipik fasist idealler.”
Yunan
istihbarati ve askeri kesimi, birbirini takip eden yedi Atina istasyon sefligi
döneminde CIA ile müsterek çalismalar yürütmüslerdi. Onlara göre CIA ile
isbirligi yapmak Beyaz Saray’a giden en kestirme yoldu. Bu yakinliga ragmen
1967 darbesi CIA için sürpriz oldu. Helms darbe hazirliklarindan haberdardi ama
aldigi istihbarat dogrultusunda sartlarin olgunlasmadigini saniyordu. Üstelik
darbe öncesi generallerin kendisine haber vermesi gerekiyordu. Çok kizan CIA
direktörünü çalisanlardan biri söyle yatistirmaya çalisiyordu: “Bu baska bir
darbe, bizimle baglantili degil. Ortaya yeni çikmis bir fikir olmali.”
Nixon’un
baskanliga geldigi 1969 Ocak ayina kadar, ABD hükümetinin cuntaya karsi tavri
soguk ve mesafeliydi. Cunta 20 yildan beri Atina’da CIA ile isbirligi yapan
Pappas’i, Nixon ve Baskan yardimcisi Spiro Agnew’e para tasimasi için kurye
olarak kullaniyordu. Agnew, Amerikan tarihinin en etkili Yunan kökenli
sahsiyetiydi. Seçimlerden sonra Agnew, disisleri, savunma ve ticaret
bakanlarini da yanina alarak Atina’ya gelmis ve cuntaya mühim miktarda askeri
malzeme, tank, uçak vs. satmisti. CIA, bu satislarin albaylarin demokrasiye
geçislerini hizlandiracagini savunuyordu. Bu bir yalandi tabii.
1973
yilina gelindiginde kalkinmis uluslar arasinda, muhaliflerine iskence uygulayan
Yunan cuntasini destekleyen tek ülke ABD kalmisti. CIA albaylarin insan haklari
ihlallerini dahi görmezden geliyordu. 1974 baharinda cuntanin baskanligini 22
yildir CIA ile çalisan General Ioannidis devraldi. General, ABD hükümetiyle
olan tüm islerini CIA vasitasiyla hallediyor, Atina’daki ABD diplomatik
misyonunu yok sayiyordu. CIA de bu durumdan pek hosnuttu.
********************
Kibris
meselesine geçmeden önce adanin tarihi ve genel özelliklerinden bahsetmekte
fayda var. Türkiye anakarasina 40 mil, Atina’ya 500 mil uzakliktaki Kibris, Hz.
Muhammed Peygamber zamanindan beri Yunanlilar ve Islâm ordulari tarafindan
isgal ve bölünmeler yasamistir. Kibris lideri Piskopos Makarios’tan nefret eden
Yunan albaylar, onu iktidardan uzaklastirmak istemekteydi. Kibris’taki Amerikan
diplomatlardan W.Crawford durumu seziyordu ama Atina’daki CIA yetkilileri, çok
yakin çalistiklari albaylarin böyle bir aptalliga asla kalkismayacaklari
inancindaydi. Ancak Washington’da, Disisleri Bakanliginda Kibris masasina bakan
Tom Boyatt, CIA’nin Atina’daki arkadaslarinin Makarios’u alasagi etmekte
kararli oldugunu anladi ve Atina Büyükelçisi H. Tasca’ya gidip Ioannidis ile
konusmasi talimatini verdi. Makarios’u devirip yerine Atina
yanlisi bir hükümet getirilmesi
çabalarindan vaz geçilmeliydi. Böyle bir sey yapilirsa Türkler adayi isgal eder
ve bu da kimsenin isine gelmezdi. Ancak Tasca, Ioannidis’le daha önce hiç
konusmamisti çünkü bu isleri hep CIA yapardi...
12
Temmuz 1974 Cumartesi günü, CIA’nin Atina merkezinden Disisleri Bakanligina bir
telgraf gönderildi: “Müsterih olun. Cunta, Makarios’u devirmeye yönelik
herhangi bir hazirlik içinde degil.” Bunun üzerine rahatlayan Boyatt hafta sonu
tatiline çikar ama Pazartesi sabaha karsi 3’te acele bakanliga çagrilir. Cunta
saldirmistir. Boyatt’in önüne konan iki ayri bülten birbiriyle çelismektedir.
CIA’nin Nixon ve Kissinger için hazirladigi günlük istihbaratta Ioannidis’in
Kibris’a birlik göndermeyecegine dair teminat verdigi yazarken; Kibris ABD
elçiliginden gelen telgrafta Baskanlik sarayinin alevler içinde oldugu ve
Kibris güçlerinin büyük ölçüde yok edildigi bildirilmektedir. Bu sirada
Ankara’dan Türk ordusunun seferber edildigi haberi gelir. Her ikisi de ABD tarafindan
egitilip silahlandirilmis olan iki NATO ordusu, Amerikan silâhlariyla savasa
tutusmak üzeredir.
Sonuçta
Türkler adanin kuzey sahilinden vurarak Amerikan yapimi tank ve toplarla
Kibris’i ortadan ikiye böldüler. Türk kesimindeki Rumlarla, Rum kesimindeki
Türkler kiyima ugradi. Temmuz ayi boyunca CIA gönderdigi raporlarda Yunan
ordusu ve halkinin bütünlesmis vaziyette Ioannidis’in arkasinda oldugunu yazdi
durdu ama çatismalarin sonunda cunta düstü.
CIA
kayitlarinda hatiri sayilir miktarda yaniltici istihbarat bulunurdu. Sadece
1974 yilindaki örneklerden bahsedilecek olursa, Portekiz sol darbesi,
Hindistan’in nükleer silah denemeleri için Washington için tam bir sürpriz
olmustu ama bu olay baskaydi. Zira CIA, kendisine uyarida bulunmasi
gerekenlerle neredeyse ayni yatagi paylasiyordu ama bu olaylari öngörememisti.
Boyatt’in tabiriyle o muazzam ABD istihbarat
aygiti, üç kurusluk bir Yunan komutan tarafindan faka bastirilmisti.
*****************************
8
Agustos 1974’te Nixon, ulusal güvenlik adina, CIA’ye adaletin tecellisini
engellemeye dönük emir verdigini kabul ederek istifa etti. Ertesi gün
Kissinger’in önüne Boyatt’tan gelen bir mesaj kondu. Yazilan suydu: “CIA,
Atina’daki çalismalari hakkinda yalanlar düzmüs ve kasten ABD hükümetini Kibris
konusunda yanlis yönlendirmistir. Bu yalanlar, Yunanistan, Türkiye ve Kibris
arasinda savas yasanmasina yol açarak binlerce insanin hayatina mal olmustur.”
Bir
hafta sonra Kibris’taki Atina Büyükelçiligi yakininda silâhli çatisma çikti.
Büyükelçi R.P. Davies, çatisma sirasinda kalbinden vurularak yasamini yitirdi.
Atina’da binlerce insan ABD elçiligine yürüdü ve binayi atese vermeye kalkti. O
siralarda Büyükelçilige yeni bir isim atanmisti: J.Kubisch. Yeni elçi, Atina
CIA istasyon sefinin degistirilmesini istedi. Bu göreve R.Welch gönderildi.
Kubisch
Welch’in, eski sefin evinden farkli bir yerde yasamasini ve koruma almasini
önerdi. Atina’daki Amerikan aleyhtari ortam bunu gerektirirdi. Ancak buna
ihtiyaç duymayan yeni sef Welch, Noel gecesi silahli adamlarca arabasinin önü
kesilerek kursun yagmuruna tutuldu. CIA tarihinde ilk defa bir istasyon sefi
suikast kurbani olmustu. Büyükelçi Kubisch olay hakkinda su yorumu yapti: “ABD
devletinin baskici bir rejimle bu denli içli disli olmasinin sonucunda ödenmek
zorunda kalinan korkunç bir bedel!” Ödenen bu fatura, ABD’nin dis politikasini
CIA’ya havale etmesinin olusturdugu maliyetin yalnizca bir bölümüydü.
“CIA
Imha Edilecektir”
Baskan
Gerald R. Ford ilk Ulusal Güvenlik Kurulu toplantisinda gizli bilgilerin basina
sizmasi konusunu gündeme getirdi. Büyük gazetelerin neredeyse hepsi ABD’nin
Israil ve Misir’a milyonlarca dolarlik askeri malzeme göndermek üzere oldugunu
mansete tasimisti. Buna tolerans gösterilemeyecegini vurgulayan Ford basinin
elindeki bazi bilgileri yayinlamasinin nasil engellenebilecegine dair bir plan
sunulmasini istedi. Schlesinger bunun
için ‘Resmi Gizlilik Yasasi’nin çikartilmasi gerektigini ama ortamin buna uygun
olmadigini, eldeki mevzuat çerçevesinde
bu tip yayinlarin
durdurulamayacagini
belirtti. Ulusal Güvenlik
adina baskanlarin uydurdugu yalanlar,
gizlilige riayet kavraminin iyice tavsamasina yol açmisti. Örnek verecek
olursak: U-2 meteoroloji uçagiydi aslinda, ABD Küba’yi isgal etmeyecekti;
Tonkin Körfezinde gemilerimize saldirdilar; Vietnam Savasina hakli nedenlerle
girdik, vs. Nixon’un düsüsüyle bu tip yalanlarin demokrasilerde bir ise
yaramayacagi anlasilmisti.
Colby
gizlilik konusunun öne çikmasiyla biriminin daha önemli hale gelecegini,
böylece Oval Ofise daha yakin olabilecegini sanmisti ama kapilar Kissinger ile
sag kolu General Haig tarafindan tutulmustu. Colby, Ford yönetimindeki Beyaz
Sarayin iç çemberine hiç giremedi. CIA’nin itibarini kurtarmak adina giristigi
çabalar da Aralik 1974’te hepten dumura ugradi. New York Times muhabiri Hersch, teskilâtin Amerikan vatandaslari
hakkinda casusluk yaptigina iliskin bir haber yapti. Muhabir, Colby ile bir
mülâkat yapmis, gizli servis direktörü de yasadisi dinleme ve gözetleme
konularinin, hakkinda fazla konusulmamasi gereken aile içi meseleler olduguna
deginmisti. Bu açiklama olayi kabullendigi anlamina geliyordu dolayisiyla
gazetenin ertesi günkü manseti söyleydi: “CIA’nin savas karsiti güçlere karsi
büyük operasyonu”.
****************
Colby,
Schlesinger’in emri üzerine derlenen ve CIA’nin yasadisi islerinden bahseden
bir raporu Kissinger’e verdi. Kissinger de raporu özetleyip Baskan Ford’a
sundu. Kongrenin bu özetle ilgili sorusturmasi 1975 yilini kapsayacak sekilde
sürdü. Gerçi Ford, Temsilciler Meclisi - CIA alt komisyonunda 10 yil boyunca
görev yapmisti ama Amerikan halki hakkinda casusluk, insan zihnine hükmetme
faaliyet ve deneyleri, suikast girisimleri gibi konulardan bihaberdi. Beyaz
Sarayda cinayet komplolari kurulmaya 20.yüzyilin en saygin Cumhuriyetçi lideri
Eisenhower döneminde baslanmisti. Sorusturmalar sirasinda Adalet Bakanligina
vekalet eden Lawrence Silberman, CIA direktöründen kasasinda bulundugu haberini
aldigi teskilâtin yasadisi faaliyetlerini içeren dosyalari istedi. Colby
dosyalari verse suçlari ifsa eden adam olacak, vermese adaletin tecellisini
engellemekten suçlanip hapsi boylayacakti. (Silberman daha sonralari Ford’dan
CIA direktörlügü teklifi aldi ama dosyalardan edindigi bilgiler yüzünden bunu
kabul etmedi.)
Sorusturmalar
sirasinda Beyaz Sarayin bilgisi dahilinde bazi yabanci liderlere suikast
planlari yapilip yapilmadigi konusu gündeme geldi. Göreve atanmasi sirasinda
Helms’e, Allende darbesi olayinda CIA’nin parmagi olup olmadigi sorulmus ancak
Helms dogruluk yemini etmis olmasina ragmen yalan söyleyerek teskilâtin bu iste
parmagi olmadigini söylemisti. Halbuki deliller darbenin CIA tezgahi oldugunu
açikça gösteriyordu. Helms yalan ifade suçundan federal jüri önüne çikabilirdi.
Durumu Baskan Ford ile degerlendiren Helms, sorusturmanin kamuya açilmasi
halinde ortaya fazlasiyla pislik dökülecegini, kendisinin de bazi itiraflara
mecbur kalabilecegini söyleyerek su örnegi verdi: Robert Kennedy, Castro’ya
suikast girisimlerini bizzat yönetmisti! Muhtemel facianin boyutlari büyüyordu.
Ford, Kennedy suikastinin farkli cepheleri olabilecegini ilk kez ögreniyordu.
Beyaz
Saray, CIA iliskileriyle ilgili sekiz ayri kongre sorusturmasi ile karsi
karsiyaydi. Oval Ofis artik hasari önleyemeyecegini anlamis, en az zararla
kurtulma hesaplari yapmaya baslamisti. Baskan Ford, 16 Ocak 1975’te New York Times yazarlari ve imtiyaz
sahiplerine verdigi yemekte CIA’nin geçmisinin irdelenmesinin ulusal çikarlar
açisindan olumsuzluk yaratacagini dile getirdi. Eger sirlar ortaya dökülürse,
Truman dahil geçmisteki tüm baskanlarin
itibar kaybedecegine dikkat çekti. Bu sirlarin ne olduguna dair yöneltilen soruya
“suikastler” seklindeki cevap saskinlik vericiydi ancak gazetelerin bunu haber
yapmamasi daha da sasirticiydi.
Nixon’un
istifasindan üç ay sonra seçilen Kongrede liberal görüsler agirliktaydi. Simdi
mesele, Baskanin CIA sirlarindan hangilerini Kongreyle paylasacagini
saptanmasiydi. Amaç Baskana gelecek zarari sinirli tutabilmekti. Ancak tüm
gayrete ragmen sirlarin açiga çikma tehlikesi her geçen gün biraz daha
büyüyordu.
“Saygon
Hatti Kesiliyor, Tamam!”
2
Nisan 1975 tarihinde Bill Colby, Beyaz Sarayi arayarak ABD’nin Vietnam savasini
kaybetmek üzere oldugunu bildirdi. Kissinger Büyükelçi G.Martin’e bir tahliye
plani hazirlamasi talimatini verdi. Amerika’ya inanmis yerel yandaslari ve
özellikle Phoenix programina katilmis olanlari buradan kurtarmak ABD’nin
boynunun borcuydu. Phoenix programi, Colby’nin 1968-1971 yillari arasinda
Saygonda Büyükelçi oldugu dönemde yönetimine katildigi paramiliter bir operasyondu.
Tutuklamalarin, sorgulamalarin, iskencelerin yapildigi uygulamalar sirasinda 20
binden fazla Vietkong süphelisi öldürülmüstü.
Colby
tahliye operasyonunun düsmanla yapilacak bir pazarlikla kan dökülmeden
gerçeklesebilecegini düsünüyordu ama Kissinger görüsmeler yoluyla elde
edilebilecek bir baris anlasmasina taraftar degildi. 9 Nisan’da Colby, Beyaz
Saraya komünist birliklerinin Güney Vietnam, Laos ve Kamboçya baskentlerini ele
geçirmek üzere olduklarini bildirdi. ABD’nin askeri ve istihbarat güçleriyle 20
yildan beri verdigi ugras, bosa çikmak üzereydi. Saygon’un düsmesi durumunda
hayatlari riske girecek binlerce ABD vatandasi ve onbinlerce Güney Vietnamli
yandas vardi. Düsmanin intikam duygusuyla onlara zarar vermesi kaçinilmazdi.
Colby, ABD tarihinin bu en büyük acil tahliye operasyonu için Kongre’nin ödenek
çikarmasini istiyordu ancak zirvedeki yetkililer bu çagriya kulak tikadi.
***************
Colby’i
en iyi anlayan Saygon CIA istasyon sefi Polgar, 29 Nisan 1975 sabahi top
sesiyle uyandiginda havaalani ates altindaydi ve 7 personel nakil helikopteri
tahrip edilmisti. Güney Vietnam ordusu ve polis gücü dagilmis, sokaklarda
anarsi baslamisti. Büyükelçilik binasindaki görevlilerse yöneticilerine
duyduklari kizginlikla duvarlarda asili
duran Nixon ve Kissinger resimlerini indirip parçalamaya baslamisti. Ayni gün
Ford, Saygon’daki ABD elçiliginin kapatilmasi emrini verdi. Karanlik basmadan
tüm Amerikalilar sehirden çikarilmaliydi. Elçiligin etrafi panik içindeki
binlerce Vietnamli tarafindan sarilmisti. Giris çikislar için tek yol elçilik
otoparkiyla Fransiz elçiligi arasindaki gizli yeralti tüneliydi. Büyükelçi
Martin, karisi ve hizmetçilerini bu yolla elçilige getirebildi. Güney Vietnam
basbakan yardimcisiyla üst düzey askeri ve sivil erkani, aileleriyle birlikte
Polgar’in evine siginmisti.
Ford
tahliye emrini verdiginde kiyidan 80 mil açiktaki gemilerden havalanan
helikopterler, elçilikten bine yakin Amerikali ile 6 bin civarinda Vietnamliyi
daha güvenli bölgelere tasidi. Polgar bürosundaki önemli evrakla sifreleri yakti ve Washington’a su
veda mesajini gönderdikten sonra telsiz cihazini imha etti: “Bu Saygon
istasyonundan gönderilen son mesajdir... Uzun bir savas oldu ve kaybettik...
Tarihten ders almayanlar, hatalarini
tekrarlamak zorunda kalirlar... Umalim ki bu kez dersimizi almis olalim ve bir
Vietnam deneyimi daha yasamayalim. Saygon hatti kesiliyor. Tamam!” Tam
30 yil sonra Polgar, terk anini söyle anlatacakti: “Kaybedilmis bir davanin
liderleri olarak binanin çatisindan helikoptere tirmanirirken, elçilik
bahçesinde beklesen binlerce insani kaderleriyle bas basa biraktigimizi biliyorduk”.
****************
Laos’daki
uzun savasin sonu Long Tieng vadisinde geldi. CIA adina çarpisan onbinlerce
Hmong savasçisi aileleriyle birlikte bu ileri karakolda toplanmisi. Tepelerde
komünist birlikler mevzilenmisti. CIA’nin 15 yil boyunca paramiliter
faaliyetlerde kullandigi bu insanlari kurtarmak için hiçbir plani yoktu. Elde
kalan 35 kisilik son iki C-46 uçagiyla agir agir bir tahliye operasyonu
basladi. Tayland’daki ABD askeri destek birlikleri komutani
H.
Aderholt son bir gayretle bir kargo uçagi bularak cebinden ödedigi 5 bin
dolarla sivil bir pilot tuttu. Böylece yüzlerce Hmong yerlisini Long Tieng
vadisinden tahliye etti. Canini kurtarabilen Hmonglar asla Laos’a geri
dönemeyecek, hayatlarinin geri kalanini mülteci kamplarinda veya sürgünde
geçirecekti. Bir CIA yetkilisinin ifadesiyle, o firtinali yillar boyunca canla
basla teskilât için çalismis insanlara karsi ahlâki sorumlulugunun gereklerini
yerine getirilmemisti.
“Etkisiz
ve Korkmus”
1975
yilinin sonbaharinda CIA, istilaya ugramis bir sehir gibi adeta yagmalanmaya
basladi. Kongre komiteleri dosyalari taramakta, Senato komisyonu gizli
operasyonlari mercek altina almakta, casusluk faaliyetleri ve bunlara dayanarak
hazirlanan analiz raporlari didiklenmekteydi. Washington sokaklarinda Colby’nin
kuru kafa seklinde betimlenmis resimleri boy göstermekteydi. Teskilatin önde
gelenleri, gerek kariyer, gerek sahsi yasantilarina iliskin endiseye
kapilmisti. Böyle bir ortamda Baskan ve adamlari 13 Ekim 1975 tarihinde siyasi
linç korkusu içinde Oval Ofiste toplandilar. Colby, Baskan’a ABD’nin herhangi
bir suikast olayiyla baglantisini kanitlayacak bir belgenin ortaya çikmasinin
dis siyaset felaketi olacagini söyledi ve sordu; “Beyaz Saray Kongre ile
mahkemelik mi olacak?” Beyaz Saray Idari Isler Baskani D. Rumsfeld, yasal bir
savasa girmektense siyasi bir mücadeleye girismenin daha evla olacagini
belirtti.
Kisa
süre sonra Baskan Ford kabinede, ve üst düzey bürokraside önemli degisiklikler
yapti. Savunma Bakani Schlesinger’in yerine D. Rumsfeld getirildi. Gizli
operasyonlar birim baskani B. Colby’nin isine son verildi. Beyaz Saray Idari
Isler Baskanligina Dick Cheney getirildi. CIA Baskanligina da George Herbert
Walker Bush atandi. Görünüste tuhaf bir seçimdi bu çünkü Bush ne bir komutan ne
de bir casustu. Üstelik istihbarat hakkinda hiçbir sey bilmiyordu. Iki dönem
kongrede görev yapmis, iki kez de Senato üyeligine adayligini koymus ama
kazanamamisti. Ford, 1974 Agustosunda neredeyse Bush’u baskan yardimcisi
yapacakti ama bu suya düsünce teselli ödülü olarak prestijli bir bölgeye
büyükelçi olmasi teklif edildi. Çin’i seçen Bush, kalin bir mercegin ardindan
da olsa CIA mücadelesine tanik oldu. Dünya gündemini Amerikan’in Sesi radyosu
ve iki üç haftalik gazetelerden takip edebiliyordu. CIA Direktörlügünü kabul
etmekle siyasi kariyerini sonlandirdigindan kaygilaniyordu ama isin içine
girdikçe yeni görevini benimsedi. 11 aylik görev süresince teskilatin genel
merkezinde bozulmus olan moralleri yükseltip CIA’yi elestirilere karsi
basariyla savunarak kurumu, kariyer
hirsini tatmin edecek sekilde siyasi bir basamak olarak akillica kullandi.
Bunun
disinda fazlaca bir sey yapmadi çünkü daha isin basinda Savunma Bakani Rumsfeld
engeliyle karsilasmisti. Istihbarat bütçesinin %80’inden fazlasi Rumsfeld’in
kontrolündeydi. Bakanin önceligi savas meydanlarindaki Amerikan askerlerine
destek saglamak amaciyla casus uydular, elektronik gözetleme, askeri istihbarat
konulariydi. Rumsfeld’in bir CIA paranoyasi vardi. Teskilâtin, kendisiyle
ilgili casusluk yaptigindan bile süpheleniyordu. Dolayisiyla Bush’un gizli
harcamalarina para tahsis etme fikrinden uzak
duruyordu.
********************
Senatonun
çok daha siki denetimi altina giren CIA’nin yürüttügü pek az gizli operasyon
kalmisti. Bush yazili olarak sorulan sorulara su cevabi vermistir: “Kongrenin
sorusturmalari, teskilâta etkilerini uzun süre koruyacak ciddi zararlar
vermistir. Bu girisimler yabanci istihbarat teskilatlari ve dünyanin her
kösesindeki irtibat noktalarimizla olan iliskilerimizi geriletmis, daha
önemlisi ülkenin en yetenekli devlet memurlarindan olusan kadrolarimizin
çalisma azmini ve moralini harap etmistir.”
Bush’un
bahsettigi moral çöküntüsünün bir sonucunu da 1976’daki Angola olaylarinda
görürüz. Saygon’un düsüsünden iki ay sonra Baskan Ford, Angola’nin
komünistlerin eline geçmesini önlemek maksadiyla büyük bir operasyonu
onaylamisti. Ülke uzun yillar Portekiz’in sömürgesiydi. Lizbon’un liderleri
Avrupa’nin en beter sömürgecisi çiktilar ve ülkeyi terk ederken tam anlamiyla
yagmaladilar. Angola bir kaos ortaminda kendi haline birakilmis, hasim güçler
iktidar için birbirlerini yemeye baslamisti. Petrol zengini Angola, komünist
güçlere birakilamazdi. CIA eski dostu Kongo lideri Mobutu vasitasiyla Angola’ya
32 milyon dolar nakit ve 16 milyon dolar degerinde silah gönderdi. Para ve
silahlar azgin anti-komünist çetecilerin eline geçti. Olaylari koordine eden
ABD disisleri, Vietnam’in acisi bu kadar tazeyken Kongreden Afrika’ya Amerikan
askeri gönderilmesi yetkisi isteyemezdi. Savasa dogrudan müdahale yerine
dolayli destekle yetinildi. Bu da Moskova ve Havana destekli düsman gruplarin
baskenti ele geçirmesini önleyemedi. Kissinger 28 milyon dolarlik bir ek yardim
paketi göndermek istedi ama CIA’nin ihtiyat fonunda para kalmamisti. Kongre de
Angolali gerillalara gizli destegin kesildigini kamuya açiklayinca operasyon
yari yoldayken çanina ot tikandi. Daha önce böyle bir deneyim hiç yasanmamisti.
******************
Bush,
4 Temmuz 1976’da Georgia valisi ve Demokratlarin Baskan adayi Carter ile bir
araya gelerek dünya olaylari ve CIA’nin rolüyle ilgili bilgi verdi. Baska
hiçbir baskanin, daha adaylik sürecindeyken sözü edilen konularla bu kadar
yakindan ilgilendigi görülmemisti. Toplantilar sirasinda kendisi de deniz
kuvvetlerinde nükleer mühendislik yapmis olan Carter, ABD’nin gizli stratejik
silah gücü hakkinda etrafli bilgi sahibi oldu. Özellikle Ruslarin nükleer
kapasitesi ve bunun tespitinde casus uydularin oynadigi rol üzerinde duruyordu.
Bu bilgiler, Stratejik Silahlarin Sinirlandirilmasi Antlasmasi
(SALT)görüsmeleri açisindan büyük önem
tasiyordu. Bush birinci nesil uydulardan çekilen fotograflarin Nixon ve
Ford yönetimlerine SALT görüsmeleri sirasinda çok fayda sagladigini anlatti.
Ama simdi ikinci nesil casus uydular devreye girmek üzereydi. Artik fotograf
çekip banyo edilmesiyle ugrasilmayacakti. Key Hole (Anahtar Deligi) kod adli bu
program çerçevesinde gelistirilen uydular TV kameralariyla donatilmisti ve gerçek
zamanli görüntüler iletebiliyordu.
Ruslarin görüsme masasinda sahip olduklari stratejik silahlar
hakkinda dogru bilgi verip vermedikleri artik çok daha kolay ve saglikli
biçimde denetlenebilecekti.
Vaktiyle
Kennedy ve Nixon’un yaptiklarina benzer bir TV tartisma programinda Carter
özellikle dis politika alaninda elde ettigi puanlarla Ford’u sildi süpürdü.
Carter bu program sirasinda CIA’ya dokundurmaktan da geri duramadi: “Vietnam,
Kamboçya, CIA, Watergate gibi konulara ragmen, devlet sistemimiz hala dünyadaki
devlet sistemlerinin en iyisidir.”
Bush
1976 Kasiminda, zaferle sonlandirdigi seçimden yeni çikan Carter’la son bir
görüsme yaparak CIA’nin sürmekte olan operasyonlariyla mali destek verdigi
yabanci devlet baskanlari hakkinda (Ürdün Krali Hüseyin, Kongo Devlet Baskani
Mobutu, sonradan ülkenin basina diktatör olarak gelecek olan Panama’nin güçlü
adami Manuel Noriega gibi) bilgi verdi.
Bush’un
edindigi izlenimlere göre Carter yabanci liderlere maddi destek verilmesini
dogru bulmuyordu. Carter’in Bush’la ilgili dikkatini çeken husus ise onun CIA
Direktörlügünde kalma konusundaki istekliligi idi. Bu konuda çok sonralari
verdigi bir beyanatta söyle demistir: “Bush’un CIA direktörü olarak kalmasina
riza gösterseydim asla Baskan olamazdi. Kariyeri bambaska yönlere savrulurdu.”
1976
sonlarina dogru Bush, teskilattaki bazi yakin çalisma arkadaslariyla ters
düsmeye basladi. Bazi kesimler, CIA’nin Sovyetlerin nükleer gücüyle ilgili
tahminlerinin çok yaniltici biçimde düsük gösterildigini iddia ediyordu. Bush
oldukça tartismali siyasi bir karar olarak Sovyet askeri gücünün analizini
yapacak bagimsiz bir B ekibi kurulmasini onayladi. Bu ekip yumusama
politikalarini onaylamayan asiri sagci Cumhuriyetçiler arasindan seçilmis,
gelecegin savunma bakani Wolfowitz gibi kisilerden olusuyordu. B ekibi askeri
yatirimlarini ve gücünü muazzam biçimde artiran bir Sovyetler portresi çizdi.
Oysa gerçek bunun tersiydi. Raporda, Ruslara ait kitalararasi balistik füze ve
bombardiman uçagi sayisi asiri yüksekmis gibi, olmayan tehditler varmis gibi,
hayâl asamasindaki teknolojiler hayata geçirilmis gibi gösterildi. En
önemlisiyse Sovyetlerin sürpriz bir nükleer saldiri hazirliginda oldugu
iddiasiydi. Tüm bu temelsiz bilgiler de yandas basina sizdirilarak kamuoyu
olusturma çabasina girisildi.
B
ekibinin yarattigi kasirga yüzünden Pentagon savunma harcamalarini asiri
biçimde yükseltti. Soguk Savasin bitmesinden sonra B ekibinin bulgularinin
dogru olup olmadigi arastirildi ve hepsinin yanlis oldugu anlasildi. Bush,
görevini teslim etmek üzere olan Ford, Kissinger ve Rumsfeld üçlüsüne son
Ulusal Güvenlik Kurulu toplantisinda aldatildigini söyledi.
Nixon’un
CIA’ya, Sovyet nükleer gücüne dair tahminlerini yükseltme talimati verdigi
1969’dan beri söz konusu analiz ve degerlendirmeler asikâr biçimde siyasi bir
nitelik kazanmisti. Ulusal Kesif ve Tahminler Dairesi Baskani Jon Huizenga
1971’de CIA tarihçilerine açikça sunlari söyledi: “Geriye dönüp baktigimda, bu
hükümete görev yapan istihbarat kuruluslarinin, siyasi
bir çekisme riskini
göze almadan dürüst
bir istihbarat analiz
raporu sunabilecegine
ihtimal vermiyorum. Özelikle Güney Asya ve Sovyet stratejik gücü hakkindaki
raporlara asiri biçimde siyaset bulasmistir. Kaldi ki istihbarat raporlarinin
politika yapicilar nezdinde bir etkisi de yoktu. Politikacilar ellerinde kendi
düsünceleriyle dolu çantalarla göreve geliyorlar islerini de bu düsünceler
dogrultusunda görüyorlardi. Istenirdi ki bu raporlar, politikacilarin dünyayi
daha iyi anlama, saglikli stratejiler olusturma yeteneklerini gelistirsin. Ama
bu çok iddiali bir beklentiydi.” Bu düsünceler ne merkezi istihbaratin baskani
ne de gelecekteki ABD baskanlari tarafindan umursandi.
******************
Bush
CIA genel merkezinde çalisanlara hitaben yaptigi veda konusmasinda, günün
birinde Amerikan halkina CIA’nin gerçek yüceligini daha iyi anlatabilme olanagi
bulmayi umdugunu söyledi. Çalisanlarinin gözünde Bush, gizli servisi kurtarmak
adina yaptigi çalismalarla çokça olumlu puan toplamasina karsin, CIA’nin
politikacilar tarafindan güdülmesine engel olamamisti.
J.
Carter’in Baskanlik görevini devralmasindan önceki son Güvenlik Konseyi
toplantisinda Kissinger sunlari söyledi: “Istihbarat analizlerinin kalitesinin
düstügü yönündeki görüslere katilmiyorum ancak ayni seyi gizli operasyonlar
konusunda söyleyemem. Daha fazlasini gerçeklestirmeliydik”. CIA’nin imajini en
fazla yükselten direktörlerden biri olan G.H.W. Bush, gülerek söyle karsilik
verdi: “Haklisin Henry, ikimiz de etkisiz ve kifayetsiz çiktik,
korkmustuk...”.
***************
BÖLÜM
V
“Sevindirmeyen
Zafer”
Carter,
Reagan ve George H.W. Bush Yönetimleri Döneminde CIA 1977-1993
“Niyeti
Rejimi Ortadan Kaldirmak Degil Evrilmesini
Saglamakti”
Jimmy
Carter seçim kampanyalari sirasinda CIA teskilâtini ‘ulusal yüz karasi’ olarak
nitelemisti. Iktidara geldikten sonra
ise en az Nixon ve Ford’un onayladigi kadar gizli operasyona imza atti.
Onlardan farkli yönüyse bu imzalari insan haklari adina atmis olusuydu. Sorun,
CIA’nin artik yozlasmis gücünü, bu yeni misyon ile uyumlu hale getirebilmekti. CIA direktörünü,
yine üçüncü denemeden sonra istihbarat dünyasinin disindan buldu. NATO’nun
güney kanadinin komutani olan Amiral Turner, konuya yabanci oldugunu inkar
etmeksizin kisa süre içinde otoritesini kurdu.
Çogu
kisi Carter’in Turner’i çagirip ‘temizle sunu!’ diye talimat vermesini
bekliyordu ama öyle olmadi. Baskan iyi ve kaliteli istihbarat pesindeydi. Uzay
sistemlerini, casusluk mekanizmalarini, olan bitenin hangi yöntemlerle analiz
edildigini ögrenip anlamaya çalisti. Görüsmelerden sonra Turner, Baskanin ABD
yasalarina ve ahlâki kurallarina kesin olarak uyulmasini istedigini anlamisti.
Bu yüzden, “Söz konusu kurallarin sinirina dayandigimizi hissettigimde
kendisine gider, devam edip etmeme konusunda onayini alirdim. Çogunlukla da bu
onayi verirdi,” demistir. Yine Turner’in ifadesiyle Carter yönetiminin gizli
operasyonlara yönelik önyargisi yoktu. Bu önyargi daha önce yasananlar
nedeniyle kamuoyunda gördügü tepki yüzünden bizatihi CIA bünyesinde mevcuttu.
Buna ilginç bir örnek olabilecek bir durum su sekilde gelisti: Terörist bir örgüt
içine bir CIA ajani yerlestirilmistir. Örgüt yönetimi bu kisinin gerçek bir
dava adami olup olmadigini anlamak için son bir sinavdan geçirmek ister.
Kendisine verilen bir hükümet üyesini öldürme görevi verilir. Ajan bu görevi
yerine getirecek midir? Turner buna izin
vermez, ABD bir cinayet islenmesine alet olmayacaktir.
Turner
kisa sürede teskilat içinde gerçek casusluk yanlilariyla, elektronik casusluk
yanlilari arasinda bir çekisme yasandigini farketti. Tercihini aletlerden yana
kullanan Turner, zamaninin ve enerjisinin büyük kismini ABD’nin casus uydular
vasitasiyla dünyayi daha kapsamli biçimde gözlemleyebilmesi çalismalarina
ayirdi. Carter, teskilatin analiz ve öngörü çalismalarindan memnun degildi. CIA
tarafindan kendisine sunulan günlük
istihbarat notlari,
gazetelerde okuduklarindan farkli olmayan, derinlikten yoksun söylemlerden
ibaretti. Turner da bu görüslere katildi. CIA yeni Baskan ve Direktörle zorlu
bir döneme girecege benziyordu.
*******************
Carter’in
ulusal güvenlik ekibindeki bes üyeden dördünün, dört farkli gündemi
bulunuyordu. Baskan ve Baskan yardimcisi yeni ABD dis politikasini Insan
Haklari üzerine temellendirmek, Disisleri Bakani C.Vance silahlanma yarisina
son vermek istiyordu. Savunma Bakani Brown ise Pentagon’un taleplerinden 1
milyar dolar daha ucuza mal edilebilecek yeni nesil askeri ve istihbari
teknolojiler gelistirme amacindaydi. Ulusal Güvenlik Kurulu danismani
Z.Brzezinski ise bu baykuslarla güvercinler arasindaki sahindi. Varsova’nin
yüzyillardir Moskova yüzünden çektigi acilar, Polonya kökenli Brzezinski’nin
düsünce yapisini sekillendirmisti. Amaci, ABD’nin Dogu Avrupa ülkelerinin
kalplerini ve zihinlerini kazanmasina yardimci olmakti. Bu amacini Baskanin dis
politika prensipleriyle harmanlayarak Sovyetleri en zayif yerlerinden vurmak
istiyordu. Brzezinski, Carter’in onayiyla Moskova, Varsova ve Prag’a yönelik
bir dizi gizli eylem baslatti. Teskilata, Polonya ve Çekoslovakya’da Sovyet
karsiti düsünceleri destekleyen kitaplar, dergiler basilip dagitilmasi emrini
verdi. Ukrayna ve diger Sovyet etnik gruplarin siyasi çabalarini destekledi.
Faks, kaset gibi iletisim araçlariyla komünist rejimin baski yoluyla kurmaya
çalistigi zihinsel tahakkümü kurmaya çalisti.
Carter
yönetimi insan haklari söylemleriyle Soguk Savas sürecinde yeni bir mevzi
açiyordu. Sovyet hükümetini kendi halkinin gözünden düsürüp yasalligini
tartisilir hale getirmeyi hedefliyordu. Carter’in amaci Sovyetlerin algiladigi gibi
rejimi ortadan kaldirmak degil, degistirip evrilmesini saglamakti.
CIA,
demir perde arkasina sarkip yetenekli ajanlari vasitasiyla istihbarat
edinebiliyordu ama Sovyetlerin niyetini bir türlü çözemiyordu ki aslinda
teskilâtin en temel görevi buydu. Politbüro içine bir ajan sokulabilse tüm CIA
düsleri gerçek olurdu. 1970 sonlarinda Politbüro yaslilardan kurulu, yozlasmis
köhne bir yapiydi. Imparatorlugu ise tehlikeli biçimde yayilmisti ama içten içe
çökmekteydi. Siyasi ihtirasi yüksek olan Sovyet istihbarat baskani Andropov,
Kremlin’deki titrek patronlarini memnun edecek sekilde Sovyetlerin bir süper
güç oldugu algisi yaratmisti. Amiral Turner bu konuda söyle diyor: “1978’den
itibaren Sovyet ekonomisinin ciddi bir sikinti içinde oldugunu farkindaydik ama
bir adim öteye giderek bu sikintilarin siyasi sikintilara da yol açabilecegini
öngöremedik. Stalin dönemi benzeri tedbirler alarak kemerleri sikip yollarina
devam ederler sandik.” Carter’in insan haklari ilkelerini uluslararasi bir
kurallar dizini olarak dünya geneline yerlestirme arzusu, gizli servis
çalisanlarinin birçogunun gözünde uhrevî bir çabaydi ama SSCB’nin sonunu
hizlandiran bir islevi oldu.
**************
Baskan
Carter, Güney Afrika’da irk ayrimciligina dayanan rejimi sarsmak için de CIA’yi
kullanmaya çalismisti. Bu tutumu 30 yillik Soguk Savas politikalarinin yönünü
degistirdi. 8 Subat 1977’de Oval Ofis’teki toplantida Güney Afrika’daki irkçi
rejimin degistirilmesi vaktinin geldigi kararlastirildi. Brzezinski’nin
endisesi siyahlarla beyazlarin savasinin, kizillara karsi beyazlar savasina
dönüsmesiydi. Buna ragmen, uzun ve acili bir mücadele baslatilacaksa, irk
sorunu ugruna olmasa bile tarihi gelismelerin dogru tarafinda bulunabilmek
adina savasin hemen baslatilmasindan yanaydi. Carter, CIA’ya Güney Afrika ve
onun irkçi müttefiki Rodezya üzerine nasil bir siyasi ve ekonomik baski
kurulabilecegine yönelik plan yapmasi emrini
verdi.
Sovyetler,
irk ayrimciliginin (apartheid) en
güçlü düsmani Afrika Ulusal Kongresinin siki bir destekçisiydi. Kongre’nin
lideri, biraz da CIA’nin katkilariyla 1962 yilindan beri tutukluydu. Vaktiyle
Güney Afrika Güvenlik Servisi ve Rodezya’nin irkçi beyaz yönetimiyle isbirligi
yapmis olan CIA, simdi bir yandan Sovyetleri Afrika’nin güneyinden
uzaklastirmaya bir yandan da Afrika’nin siyah yönetimlerinin destegini almaya
soyunmustu. Teskilat iki yil boyunca irk
ayrimci rejimlerle ilgili istihbarat çalismasi yapti ancak bu çalismalar CIA
ajanlarinin Rodezya yönetimince yakalanmasiyla sonuçlandi. Panikleyen teskilât,
bölgedeki ofislerini kapatip casuslarini
geri çekti. CIA’nin gayretleri, Baskan’in insan haklari politikalarinin
hayata geçirilmesine yetmemisti.
*****************
Turner,
Carter’in Amerikan halkina asla yalan söylememek biçimindeki andina sadik
kalmak istiyordu ama bu gerçeklestirilmesi zor bir hedefti. Zira ajanlarin isi
ancak yalan dolanla basarilabilecek türden bir isti. 1978’de ABD Yugoslavya
Büyükelçisinin eline gizli servis tarafindan hazirlanmis bir yönerge geçti.
Turner’in bilgisi disinda hazirlanarak dünyadaki tüm CIA istasyon seflerine
gönderilen bu yönergede örtülü operasyonlarin ülkedeki büyükelçilerden gizli
tutulmasi talimati veriliyordu. Bu talimat açikça Baskanlik emirlerini ihlal
etmekteydi. Büyükelçi L. Eegleburger (Bush döneminde disisleri bakani) Turner’a
su mesaji iletti: “Yugoslavya’daki isiniz bitmistir. Bu talimati yürürlükten
kaldirincaya dek buradaki bürolariniza dahi giremeyecek, hiçbir isinizi
yürütemeyeceksiniz.”
Nixon
döneminde baslatilan gizli servislerdeki eleman eksiltmelerine Carter’in
destegiyle Turner da devam etti ve birimin basina McMahon’u getirdi. O da
kongre üyelerine CIA’nin ve gizli servisin gerçek anlamda ne oldugunu
anlatmakla ise basladi. “Siz Moskova’da çalismanin ne demek oldugunu biliyor
musunuz?” diyerek kongre üyelerine, casuslarin kullandigi bir yigin elektronik
zimbirtiyi gösterdi. Bu gösteri ise yaradi ki kendisine casusluk faaliyetleri
için talep ettigi bütçenin çok daha fazlasi verildi. Ayni hafta, dünya CIA’nin
tepesine yikilmaya basladi.
******************
11
Subat 1979’da Sah’in ordulari çöktü ve bagnaz Ayetullahlar Tahran yönetimini
ele geçirdi. Üç gün sonra ABD yönetimini ayni siddetle sarsan bir suikast
haberi geldi. Afganistan’in ABD Büyükelçisi Adolph ‘Spike’ Dubs, Kâbil’de,
sokak ortasindan, Rus yanlisi kukla Afgan hükümeti hesabina çalisan çeteciler
tarafindan kaçirilarak öldürüldü. Bu olay Afganistan’da islerin kontrolden
çikmak üzere oldugunun isaretiydi. Pakistan’in destekledigi Islamci âsiler,
Allahsiz hükümetlerine karsi bir darbe hazirligindaydi. SSCB’nin yasli
yöneticileri Güney’e korkuyla bakmaya basladi. Kendi ülkelerinde 40 milyondan
fazla Müslüman yasamaktaydi. Islam köktendinciliginin alevleri Sovyet
sinirlarini yalamaya baslamisti. Afganistan kaybedilemezdi.
Suikast
olayini takip eden on ay boyunca CIA, ABD baskanini, dünyanin çehresini
degistirecek bir isgal konusunda uyarma görevini yerine getiremedi. Teskilâtin
Sovyetlerin olanaklarina dair bir fikri vardi ama niyetleri hakkinda hiçbir
fikri yoktu. Beyaz Saray’a gönderilen çok gizli CIA bülteninde Sovyetlerin
Afganistan’a kara birlikleri gönderme niyeti olmadigi yaziyordu. O hafta, yâni
1979 Mart’inin dördüncü haftasinda 30 bin kisiden olusan Sovyet birlikleri tank
ve toplariyla Afgan sinirina dayandi.
Temmuz-Agustos
aylari boyunca Islâmci âsilerin isyani genisledi. Sovyetler Kâbil
yakinlarindaki Bagram hava üssüne hava komandolari gönderdi. Bu gelisme ve
Brzezinski’nin uyarisi üzerine Carter gizli operasyon emrini onayladi. CIA’ya,
Afgan isyancilara para ve tibbi malzeme götürme talimati verildi. Bu dönemde 13
Sovyet generali Kâbil’e gönderilmis olmasina karsin, CIA hâlâ Baskana müsterih
olmasini söylüyordu, Sovyetler dogrudan bir askeri müdahalede bulunmayacakti.
Eylül
ayinda Turner, Sovyetlerin Afganistan’daki rejimin çökmemesi için küçük çapli
dogrudan girisimlerde bulunabilecegi uyarisinda bulundu. Bunun üzerine
Afganistan meselesiyle uzaktan yakindan ilgili tüm uzmanlar bir araya gelerek
durum degerlendirme toplantisi yapti. Sonuç Moskova’nin Afganistan’i isgal
etmeyecegiydi. Ama Sovyet birliklerinin ülkeye girisi ve sinirdaki hareketlilik
devam ediyordu. CIA’ya göre bu birlikler hava üssünün isyancilara karsi
korunmasina takviye için geliyordu. Kimsenin isgalden bahsettigi yoktu. Bunun
için çok daha büyük kuvvetler gerekecegi kanisi hakimdi. Birkaç gün sonra
isgalin basladigi haberi geldi (Aralik 1979). Carter derhal gizli bir operasyon
emri verdi. Tüm dünyadan Afgan direnisçilere silah yardimi yagmaya basladi ama
Sovyet isgali olmus bitmisti bile.
CIA
sadece isgali atlamakla kalmamis, atladigini da kabul etmemisti. 2000 yildan
beri tüm isgalcilere mezar olmus bu topraklari hangi akli basinda insan isgal
etmek isteyebilirdi ki? Basarisizligin nedeni istihbarat yetersizligi degildi,
hayalgücü ve öngörü eksikligiydi. CIA’nin önde gelen analistlerinden D.
MacEachin, olaydan
20
yil sonra sunlari yazacakti: “ABD için Sovyet isgali bir ‘seyir sporu’na
dönüsmüstü. Tribünlerden çok ses çikiyordu ama bunun oyun sahasina pek etkisi
olmuyordu.” Bu etkinin ortaya çikmasi için “Büyük Oyun”un ikinci perdesinin
beklenmesi gerekiyordu.
“Resmen
Ayakta Uyumustuk”
Sah,
CIA güvencesinde tahta oturdugu 1953’ten beri ABD’nin Orta Dogu siyasetinin
temel tasiydi. Baskan Nixon, 1971’de yaptigi bir söyleside Sah hakkinda söyle
demisti: “Keske dünyada onun uzak görüslülügüne sahip birkaç lider daha
olsaydi. Esas itibariyle bir diktatör olmasina karsin ülkesini sevecen biçimde
yönetme kabiliyetinde biri.”
Nixon,
Helms’i 1973’te Iran’a büyükelçi olarak gönderdi. Iranlilar, Musaddik’in
devrilmesinden CIA’yi sorumlu tutardi. CIA ile iliskisi bu denli açik olan
Helms gibi birinin Tahran’a tayini sasirticiydi zira ABD bu tayinle adeta “Sah
bizim kuklamizdir” mesajini veriyordu. Carter ise Aralik 1977’de Iran’i
“Firtinali bir denizde istikrar adasi” olarak nitelemisti. Bu, son on bes
yildir CIA’nin da paylasip teyit ettigi bir görüstü. Ne var ki, birkaç hafta
sonra Tahran’a gelen ve gizli servisin en cesur ajanlarindan biri olan Howard
Hart’in sokak izlenimleri ayni dogrultuda degildi. Yazdigi raporlar o güne
kadar CIA tarafindan söylenenlerin tam tersini söylüyordu. Kötümser düsünceleri
yansitan bu raporlar hasir alti edildi. 1978 Agustosunda Beyaz Saray’a verilen
raporda Iran’da bir devrim olasiliginin bulunmadigi yaziyordu.
Birkaç
hafta içinde sokak gösterileri basladi. Sah Ocak 1979’da ülkeyi terk etti.
Hart’in takip eden birkaç gün içindeki izlenimleri daha da kötümserdi. Hatta
sokakta dolastigi sirada, 77 yasinda bagnaz bir dinci olan Humeyni
taraftarlarinca etrafi sarilarak CIA ajani oldugu suçlamasiyla hakaret edilip
dövülmüs ve canini zor kurtarmisti.
*********
Sürgünde
bulunan Ayetullah Humeyni, 1 Subat 1979’da Iran’a döndü. Sokaklardaki
kargasanin büyümesi üzerine içlerinde
bazi elçilik çalisanlarinin da bulundugu binlerce Amerikali Iran’dan tahliye
edildi. Bu arada iktidarda hala laik bir basbakan bulunuyor ve çalismalarini
Devrim Konseyi ile birlikte yürütüyordu. Bu süreçte CIA söz konusu basbakani
Saddam Hüseyin aleyhine etkileyip ona karsi harekete geçirme ugrasina devam
etti. CIA içinde, yasli bir mollanin iktidari ele geçirerek Iran’i bir Islam
Cumhuriyetine dönüstürebilecegine ihtimal veren yok gibiydi. Turner bu konuda
sunlari söylüyordu: “Humeyni’nin kim oldugunu, hareketin hangi boyutta destek
buldugunu çözemiyorduk. Bu sahsin 7. asirdan kalma dünya görüslerinin, ABD için
ne anlama geldigini de kavrayamiyorduk...
Açikçasi
resmen ayakta uyuyorduk!”
18
Mart 1979 sabahi H. Hart, vaktiyle teskilâta çok yararli hizmetlerde bulunmus
bir SAVAK görevlisini Tahran’dan kaçiracak belgeleri kendisine teslim etmis
evine dönüyordu. Sokakta bir grup Devrim Muhafizi ile karsilasti. Muhafizlar
Hart’i, “CIA, CIA” haykirislariyla dövmeye basladi. Deneyimli ajan silâhini
çekerek dayakçilardan ikisini öldürdü ve kaçti. Yillar sonra kendisini
dövenlerin gözlerindeki savas piriltisini hiç unutamadigini söyledi ve ekledi;
“ Amerikan ulusu olarak bu olaylari hiç mi hiç anlamiyorduk”.
*****************
Egitimli
elitlerden kara cahile kadar Iran toplumunun tümü, CIA’nin her seye gücü
yetebilen bir yapi oldugu kanisindaydi. Isin aslina asla inanamazlardi. 1979
yazinda CIA Tahran sefliginde yalnizca dört kisi görevliydi. Dördü de Iran’a
yeni ayak basmisti. Vietnam’da savas pilotu olan ve CIA saflarina yeni katilmis
bulunan W.J. Daugherty, Iran hakkinda pek az sey bildigini, Iranlilar hakkinda
ise hiçbir fikri olmadigini anlatiyordu. Ne ögrendiyse Disislerinde gördügü üç
haftalik kurstan ve medya haberlerinden ögrenmisti.
Bes
ay önce bir grup Marksist Iranli, ABD elçiligini basmisti. Ayetullahçilar karsi
saldiriya geçip komünistleri binadan
atarak Amerikalilari kurtarmisti.
CIA Genel Merkezindeki
Iran Masasi Sefi,
Tahran çalisanlarina müsterih
olmalarini, baska bir baskinin yasanmayacagini söyledi, yeter ki Sah’in ABD’ye
girisine müsaade edilerek halk tahrik edilmesin...
21
Ekim 1979’da Daugherty, ofise gelen yeni bir telgraftan Iran’dan sürgün edilen
Sah’in ABD’ye girisine izin verildigi haberini gözleri faltasi gibi açilarak
okudu. Sah’in siyaset dünyasindaki dostlarindan, özellikle Kissinger’den gelen
baskiya dayanamayan Carter, sonradan çok pisman olacagi bu izni vermek zorunda
kalmisti. Carter o günleri; “20 askerimizi rehin alip her sabah birini
öldürseler ne yapardik? Iran’la savasa mi girerdik?” düsünceleriyle ürpererek
hatirladigini söyler.
Iki
hafta sonra Ayetullah yanlisi bir grup Iranli ögrenci Tahran ABD
Büyükelçiligini kusatti. 53 elçilik görevlisini rehin alip Carter iktidarinin
sonuna kadar tam 144 gün boyunca tutsak ettiler. Haftalar boyu hücre hapsinde
sorgulanan Daugherty bir anisini söyle anlatir: “Muhafizlar, elçilik arsivinde
bulduklari bir evraki yüzüme çarptilar. Evrakta açik kimligim 10 ay önce hangi
CIA yetkisiyle Tahran’a gönderildigim yaziyordu. Orta Dogu’daki CIA yapilanmasinin basi oldugumu,
Humeyni’yi öldürüp Kürtleri Tahran hükümetine karsi ayaklandirmakla
görevlendirildigimi saniyorlardi. Onlari, bu islerle alâkam olmadigina bir
türlü ikna edemiyordum. CIA’nin bu kadar kritik bir bölgeye ülkenin lisanini,
kültürünü, geleneklerini bilmeyen birini gönderebilecegine inanamiyorlardi.
Nihayet gerçegi anladiklarinda, kendilerini hakarete ugramis hissettiler.”
CIA,
Daugherty ve arkadaslarini kurtarmak için hiçbir sey yapmiyordu ama 1980 Ocak
ayinda kendilerine film ekibi süsü veren ajanlar, klasik casusluk romani
entrikalariyla Kanada elçiligine siginmis olan alti Disisleri görevlisini ülke
disina çikartmayi basardi.
******************
Ne
yazik ki, geride kalan rehineler için böyle sihirli bir senaryo islemeyecekti.
ABD elçiligindeki rehineleri kurtarmak için Nisan ayinda yapilan ve Pentagon’un
özel kuvvetlerin sorumlu oldugu “Desert One” operasyonu ciddi bir CIA destegine
muhtaçti. Büyükelçilik yerlesim krokileri, rehinelerin tutuldugu olasi yerler,
nereden kaçirilacaklari, kurtarma uçagina nasil ulasacaklari hep CIA tarafindan
plânlandi ama bu plânlar bir felaketle sonuçlandi. Kurtarma operasyonunu
gerçeklestirecek 8 komandoyu tasiyan helikopter alandaki bir nakliye uçagina
çarparak içindekilerle birlikte parçalandi.
Bu
olay rehinelerin hayatini daha da zorlastirdi. Neticede tutsak Amerikalilar,
kendilerini esir alanlarin karariyla Carter’in Baskanlik sifatini devredip
Beyaz Saray’dan ayrildigi gün ve saatte serbest birakildi. Özgürlüge kavusmanin
Amerikan istihbaratiyla ya da gizli bir operasyonla hiç ilgisi yoktu. Bu
zamanlama tamamen ABD’yi küçük düsürmeye yönelik siyasi bir mesaj
niteligindeydi.
CIA
Orta Dogu analistlerinden Ken Pollack, rehine olayinin CIA’nin 1953 Iran
darbesine karsilik bir intikam alma oldugunu yazmistir. Bu intikam eylemi ve
Iran Devrimi ABD’nin dört baskanlik dönemi boyunca dünyasini karartacak Orta
Dogu’da binlerce Amerikan yurttasinin hayatina mal olacakti.
“Serbest
Çalisan Bir Korsan”
Ekim
1980’de Baskanlik seçimlerinin en güçlü adaylarindan Cumhuriyetçi Ronald Reagan
CIA’nin verdigi brifingi dinlemek için 1 saatini ayirdi. Bir saatlik sürenin 15
dakikasinda Turner, Saddam Hüseyin’in Iran’i isgal etmesiyle ilgili bilgi
verdi. Sovyetlerin Afganistan’i isgali, direnisçilere yapilan silah desteginin
konusulmasi da 15 dakika sürdü. Ardindan Suudi Arabistan Kralligiyla
Humeyni’nin Iran’daki teokratik rejimine deginildi. Ayni esnada Reagan’in
danismalari telas içinde baskan adayinin kulagina seçim zaferinin yaklasmakta
oldugu bilgisini fisildiyordu.
Reagan
CIA hakkinda filmlerde ögrendiklerinden fazla bir sey bilmiyordu ama teskilâtin
basina seçim kampanyasini yürüten parlak
bir dalavereci olan
Bill Casey’i getirdi.
“Totaliterlige karsi verilen
küresel mücadelede
istihbaratin da küresel ve totaliter olmasi elzemdir” diyen CIA’nin efsanevi
direktörü Wild Bill Donovan’in siki takipçisi olan Casey, bu sözleri kendine
ilke edinmisti. Yeni Reagan kabinesi olusurken Casey kendine Disisleri
bakanligini hedeflemisti ama görünüsünden kaybediyordu. Çünkü bir devlet adami
görüntüsünden çok uzakti. Homurdanir gibi anlasilmaz bir biçimde konusan, sakar
ve görgüsüz biriydi, köylü gibi yemek yiyordu. Beyaz Saray’in sik davetlerine
yakismayacak bir tipti. Bu nedenle bakanlik yerine kendisine CIA direktörlügü
teklif edildi. Bu görevi, kabine katinda yer almak ve istedigi an baskanla
görüsme olanagina sahip olma sartiyla kabul etti. Bu gücünü gerçek bir
Disisleri Bakani gibi, ABD dis politikalarinin uygulayicisi olarak degil,
bizzat o politikalari olusturan kendisiymis gibi kullanacakti.
Casey
servetini Wall Street’te vergi danismanligi yaparak kazanmisti. Müsterilerine,
yasalarin etrafindan dolanarak vergi yükümlülüklerini azaltma stratejileri
satiyordu. Kanunlarin hayatini kisitladigina inandigindan, elinden geldigince
yasalarin ayagina dolanmasini önlemeye çalisirdi. Reagan gibi büyük hayalleri
vardi, Nixon gibi eger bir sey gizliyse onun yasal olduguna inanirdi, Bush gibi
CIA’nin en yüce Amerikan degerlerini bünyesinde barindirdigi düsüncesindeydi ve
Sovyetler gibi yalan söylemenin, hile yapmanin kendisine verilmis bir hak
oldugu inancindaydi. Ilk Güvenlik Kurulu toplantisinda, grup üzerinde hakimiyetini
kurup Orta Amerika, Nikaragua, Küba, Kuzey ve Güney Afrika’da yapmak istedigi
gizli operasyonlar için gereken yetkiyi aldi.
30
Mart 1981’de Baskan Reagan sokak ortasinda vuruldu. Aldigi yaralarin onu ölüme
ne kadar çok yaklastirdigini Amerikan halki hiç ögrenemedi. Haberi basin
toplantisiyla kamuya duyurmakla görevlendirilen Disisleri Bakani Haig’in
kürsüdeki titrek ve saskin halleri hiç güven verici degildi. Koltugu sallanmaya
basladi ama yerini kimin alacagi sorusu uzun süre havada kaldi. Zira Güvenlik
Konseyi içindeki rekabet ve çekismeler had safhadaydi. Disisleri ve Pentagon
adeta düsman güçlerinin ordulariymisçasina birbiriyle savas halindeydi. Reagan
bu arkadan biçaklama davranislarini önlemek için hiçbir gayret göstermedi.
Neticede George P. Shultz yeni bakan olarak atandi. Göreve gelir gelmez,
Casey’nin kimseye danismadan CIA destekli Koreli komandolar araciligiyla
Surinam’i isgal plani yaptigini ögrendi. Derhal bu delice planin önünü kesti
ama Casey’nin çilginlik boyutu karsisinda sarsilmisti.
**************
Reagan
kendisini 1981 yilinda Casey’nin yardimciligina atayincaya dek Güvenlik
Ajansinin direktörü olan Amiral B.R.
Inman, müstakbel patronu için “Serbest çalisan bir korsan” tabirini
kullanmisti. Casey, gizli servisin taze kana ihtiyaci olduguna inaniyordu. Otuz
yilini CIA’ye vermis olan McMohan’i baska bir göreve kaydirdi. Yerine eski
dostu M. Hugel’i getirdi. Hugel, ilk servetini harpten sonra Japonya’da 2.el
otomobil satarak edinmis, agzi bozuk bir isadamiydi. CIA hakkinda hiçbir sey
bilmiyordu. Gizli servis üyeleri kafasinda perukla dolasan bu tiknaz adami
kabullenemedi. Hugel bir gün ise boynunda altin zincir, fermuari göbegine kadar
açik mor renkli esofman benzeri bir kilikla gelince elemanlarin tepesi atti.
Adamin geçmisindeki pislikleri bulunup Washington Post gazetesine sizdirildi.
Teskilâtta iki aydan az dayanabilen Hugel’in yerine J. Stein getirildi. Bes
yilda göreve gelen
5.
Gizli Servis Sefi, Casey’nin bekledigi kadar delismen çikmayinca kisa sürede
yol verilip yerine gerçekten gözü kara bir kisilik olan C. George atandi.
Analiz
ve degerlendirmeden sorumlu istihbarat birimiyse B. Gates tarafindan yeniden
örgütlendi. Söz konusu birimin Tarim Bakanligina döndügünü, bürokratik damar
tikanikligina sahip çalisanlarininsa, uzman oldugunu iddia edip yalan yanlis
degerlendirmeler yapan, emeklilik için gün dolduran kisiler oldugunu söyleyen
Gates’in nasil bir yeniden yapilanma gerçeklestirdigi kolayca tahmin
edilebilir.
Yine
de son sözü söyleyen hep Casey idi. Analizcilerin degerlendirme raporlarinin
sonundaki “CIA düsünceleri” kismi aslinda bu raporlari isine geldigi gibi
manipüle eden Casey’nin yorumlarindan ibaretti. Nasil ki bir gazete,
sahiplerinin görüslerine göre egilip bükülebiliyorsa CIA’nin analiz gücü de tek
kisinin görüsleri dogrultusunda sekilleniyordu. Disisleri Bakani Shultz’un
deyisiyle “CIA istihbarati demek Bill Casey ideolojisi demek”ti.
********************
Carter’i
temsil eden her türlü degeri kamuoyu önünde açikça ve agir biçimde elestiren
Reagan ve Casey, onun döneminde baslatilan 7 büyük gizli operasyona ciddi
biçimde sahip çikti. Bunlar arasinda, Soguk Savas döneminin en önemli CIA
operasyonlari olan Afganistan’a silâh sevkiyati programi, SSCB, Polonya ve
Çekoslovakya’da yürütülen rejim karsitlarinin desteklenmesi biçimindeki siyasi
mücadele bulunur. Ama Casey, ABD’nin arka bahçesindeki gerçek savaslarla daha
fazla ilgiliydi. Reagan’a “Orta Amerika’yi bana birak, ben orayi hallederim,”
demisti.
Carter
1980 yilinda Amerika’da yürütülecek 3 gizli operasyona onay vermisti. Bunlardan
biri, Nikaragua’da sagci Somoza ailesinin 43 yillik zalim iktidarini ele
geçiren solcu Sandinista’lari hedef aliyordu. Milliyetçilikle Marksizm karisimi
Sandinista, Küba’ya egilimliydi. Carter’in gizli operasyonlariysa CIA’ya,
Sandinista sosyalizminin yayilmasini durdurmak için ABD yanlisi politikalar
yürüten siyasi partileri, kilise birliklerini, üretici kooperatifleri ve
sendikalari destekleme görevi vermisti. Casey bu ufak çapli operasyonu, yaylim
atesin serbest oldugu paramiliter bir programa dönüstürdü. Mart 1981’de Reagan,
CIA’ya Orta Amerika’da “yabanci güçlerce desteklenen yikici faaliyetler ve
terörizme karsi” savasilmasi için ilgili güçlere para ve silah temini yetkisi
verdi. Beyaz Saray ve CIA, Kongreye bu yetkinin El Salvador’u korumak için
verilmis oldugunu söyledi. Amaç, güya sagci politikacilarla ölüm timleri
tarafindan yönetilen El Salvador’un solcu
örgütlerine, Nikaragua’dan
gönderilen silahlarin yolunu kesmekti. Tabii bu bir senaryodan ibaretti. Esas
amaç Honduras’ta bulunan Nikaragualilari –kontralar- egitip silahlandirmak ve
ülkeyi Sandinista’dan geri almakti. CIA analistleri, kontralarin halk destegine
sahip olmadiklari için kazanma sansi olmadigini rapor etti ama bu raporlar
Casey engelini asip Beyaz Saray’a ulasamadi.
Casey,
Latin Amerika gizli operasyonlar bölümünün basina D. Clarridge’i getirerek
planlarini uygulamaya basladi. Clarridge, bölgeyi tanimayan ve Ispanyolca
bilmeyen biriydi. Casey, yeni adamindan 2 ay bölgede kalip yapilmasi gerekenler
hakkinda bir rapor hazirlamasini istedi. Rapor kisaydi: “Nikaragua’ya gidip
savasalim ve Kübalilari öldürelim.” Bu tam da Casey’nin duymak istedigi seydi,
emir de kisa oldu: “Git ve yap!”
Gizli
savas, 15 Mart 1982’de CIA ajanlarinin Nikaragua ile Honduras’i baglayan
köprüleri havaya uçurmasiyla basladi ve gizliligi uzun sürmedi. 21 Aralikta
Kongreden geçen kararla CIA’nin sadece Orta Amerika’ya komünist silahlarin
girmesini önlemekle kisitli görevine sadik kalmasi istendi ve parasal
kaynaklarin Sandinistayi devirmek için kullanilmasi yasaklandi. Çok sevilen
Baskan Reagan, senaryoya sadik kalarak Kongreye zaten yapilanin bundan ibaret
oldugunu, Nikaragua hükümetini devirmek gibi bir maksadin olmadigini söyledi.
Böylece Baskan, CIA’nin yaptiklarini örtbas etmek için Kongreye ilk yalanini
söylemis oldu ama bu son olmayacakti.
****************
Kongre,
daha büyük, etkin, güçlü ve akilli bir CIA’yi destekliyor ama Orta Amerika’daki
savasi desteklemiyordu. Bunu Amerikan halki da istemiyordu. 1981’e gelindiginde
biri Kongre nezdinde, digeri Senato’da olmak üzere iki ayri istihbarat
komisyonu CIA’yi denetlemek üzere göreve basladi. Ama bunlar bile Casey’i
dizginlemeye yetmedi. Casey yalan dolanla, gerçekleri karartarak bildigini okumaya
devam etti. Yardimcisi Amiral Inman da bu yüzden istifasini verdi.
Casey
kararliydi. Latin Amerika’da istediklerini yapmak için yönetimden ödenek
alamazsa, gerekli finansmani yasalarin etrafindan dolanarak özel finansörlerden
ve yabanci güç odaklarindan temin edecekti. Direktör, yönetimin CIA’ye verdigi
yetkileri ABD yandaslarini desteklemek, karsitlarininsa kanini akitmak yetkisi
olarak algiliyor, uygulamalari da savas agalarina silah saglama biçiminde
sonuçlandiriyordu. Bu uygulamalardan biri, Casey’nin göreve gelmesinden 10 gün
sonra basladi ve tam 10 yil sürdü.
1981
Ocak ayinda CIA’ya Libya diktatörü Kaddafi hakkinda bir seyler yapmasi
söylendi. Libya, Avrupa ve Afrika’daki tüm radikal hareketlerin silah deposu
haline gelmisti. CIA, Libya operasyonlarini bu ülkenin sinir komsusu Çad
üzerinden yürütmeye karar verdi. Afrika’nin bu en yalniz ve en fakir ülkesinin
yönetimi, bu amaçla kontrol
altina alinacakti. Bu konuda ajanlik yapmasi için ülkenin Savunma Bakaniyken
yönetimle ters düsen ve 2 bin savasçisiyla Bati Sudan’a geçen Habre seçildi.
Casey’nin karariyla Amerikan yardimlari Habre’ye akitilmaya baslandi. ABD’nin
resmi politikasi çatisan hizipler arasinda uzlasma saglanmasina yönelikti ama
gerçek farkliydi. ABD, sirf Kaddafi’nin düsmani oldugu için geçmisinden pek
haberdar olmadigi Habre’yi desteklemis ve 1982’de Çad iktidarini ele
geçirmesini saglamisti.
CIA
uçaklari Ulusal Güvenlik Konseyi koordinasyonunda Kuzey Afrika’ya silah nakline
basladi. O siralar genç bir yarbay olan Oliver North, Casey’nin dikkatini
çekti. Çad operasyonlarinda görevli Amerikali danismana bir gece Yarbay
North’dan telefon geldi. Yarbay, Çad’a gönderilmesi gereken askeri malzemenin
neden geciktigini soruyordu. Danisman meselenin Kongrede onay sürecinde
oldugunu izah etmeye çalisirken Yarbay sözünü keserek gürledi: “Si... et
Kongre’yi simdi! Hemen gönder o malzemeyi buraya!” Aynen öyle oldu.
Habre’nin
güçleri Çad’in kontrolünü ele geçirmek için savasirken binlerce insan öldü. CIA
Habre’ye savasin en kizistigi dönemde dünyanin en etkili omuzdan ateslenebilen
uçaksavar silahi olan Stinger füzeleri gönderdi. ABD, Habre’yi basa getirip onu
8 sene iktidarda tutabilmek için yarim milyar dolardan fazla para harcadi.
Amerikan halkiysa bir Casey projesi olan Çad’in ne yerini biliyor ne de
kaderini umursuyordu. Dahasi, pek azi
CIA dostu Habre’nin 80’ler boyunca Saddam tarafindan dogrudan
desteklendiginden haberdardi. Irak’a karsi girisilen 1991 Körfez Savasi
arifesinde bir düzine Stinger füzesinin Çad’da olmadigi farkedildi. Bunlar
sonradan Irak’ta ortaya çikti. Disisleri Bakani Baker’a da “Biz bu Stingerlari
Çad’a niye verdik ki?” diye söylenmek kaldi.
********************
CIA’nin
en kapsamli silâh tedarik operasyonu Afganistan’da gerçeklestirilendi. CIA, 110
bin kisilik isgalci Rus birlikleriyle savasan Afgan mücahitlerine ABD’nin
yaninda diger ülkelerden de yapilan silah yardimlarinin ulastirilmasindan
sorumluydu. Bu is, Ocak 1980’de Carter yönetimince baslatilmisti. Önceleri
Casey, projenin Carter’a ait olmasi nedeniyle isi benimsememisti ama sonradan
bunu Sovyetleri öldürme firsati olarak görerek çok sevdi. Bu ona göre çok asil
bir hedefti. Mesele, Afganlari özgürlüklerine kavusturmak degildi, onlarin bu
savasi kazanabileceklerine kimse inanmiyordu zaten.
CIA’nin
Afgan mücahitlere verdigi destege isin basindan beri Suudi Arabistan da
katiliyordu. Sonradan milyonlarca dolarlik silah destegiyle Çin, Misir ve
Ingiltere de dahil oldu. Sevkiyatlar, CIA koordinasyonunda gerçeklesiyordu ve
ilk asamada silahlar Pakistan istihbarat örgütüne teslim ediliyordu.
Pakistanlilar, silâhlarin hatiri sayilir bir bölümünü kendilerine ayirdiktan
sonra kalanini Pesaver’deki sinir disi edilmis Afgan direnisçilerinin siyasi
liderlerine veriyordu. Hayber Geçidi’nin dogusunda konuslanmis olan bu liderler
de kendi payini aldiktan sonra geriye ne kaldiysa Afganistan’a gidiyordu.
Sovyetlerin
mücahitler karsisinda basarili olduklarini gördükçe, silahlarin hepsinin
Afganistan’a ulasmadigindan süphelenmeye baslayan CIA yetkilileri, bölgeye
giderek isyanin liderlerine sordular: “Siz bu silahlari daha sonra kullanmak
için hortumluyorsunuz galiba? Yoksa Allah saklasin, satiyor musunuz?” Savas
agalari gülerek yanitladi: “Tamamen haklisiniz. Silahlarin bir kismini elbette
alikoyuyoruz. Çünkü bir gün siz Amerikalilar buradan gittiginizde bu mücadeleyi
tek basimiza sürdürmek zorunda kalacagiz.”
Pakistan
istihbarati, para ve silah yardimlarinin çogunu, kendini savasta en çok
kanitlamis mücahit birliklerine veriyordu. Bunlarsa en inançli Islâmcilardi. Bu
din savasçilarinin “cihadinin” günün birinde ABD’yi hedef alabilecegini o
zamanlar kimse hayal bile edemiyordu. Üst düzey bir CIA yetkilisinin
söylemiyle: “Gizli operasyonlara baslamadan önce oyunun sonucunun ne
olabilecegini düsünmelisiniz. Bunu her zaman yapamiyoruz.”
**************
1981
Mayisinda Sovyetler, Reagan yönetiminin sürpriz bir nükleer saldiriya geçip
geçmeyecegini tartmaya basladi.
Süper güçler, CIA’nin
haberi bile olmadan,
kazayla bir nükleer
savas baslatma ihtimaline
çok yaklasmislardi.
SSCB, iki yil sürecek global bir nükleer alarm ilan etti. En yetenekli CIA
analistlerinden biri olan B. Gates on yil sonra, söyle anlatiyordu: “Kremlin’in
ne denli büyük bir çaresizlik ve korku içinde oldugunu teshis edememistik.”
Eger
Sovyetler, o yaz Mitterand ile Reagan arasinda geçen konusmayi duymus
olsalardi, korkmak için geçerli nedenin oldugunu anlarlardi. Fransiz
istihbarati bir KGB yetkilisini ajan olarak kullaniyordu. Mitterand, Reagan’a
Vladimir Vetrov isimli bu ajanin hazirladigi dosyayi okumasini tavsiye etmisti.
Ulusal Güvenlik Konseyi yetkililerinin bu dosyanin önemini anlamalari alti ay
sürdü. Bu arada aklini kaçiran Vetrov, mesai arkadasi olan bir KGB yetkilisini
öldürdü, yargilandi ve idam edildi.
Dosya,
KGB Bilim ve Teknoloji Dairesinin on yillik çalismasini yansitan 4 bini askin
belge içeriyordu. Dosyalarda, ABD teknolojilerinin nasil ve kimler tarafindan
çalindigindan, nasil kullanildigindan, ABD ve Avrupa’da görevli Rus teknoloji
casuslarindan, bunlarin çalisma yöntemlerinden etraflica bahsediliyordu. ABD
karsi ataga geçti. Bu ajanlar ABD tarafindan bilinçli olarak bilgisayar, petrol
üretim ve nakil vb. alanlarda kötü teknolojiler usul usul sizdirildi. FBI
görevlileri, ABD’ye ihanet eden bilim insanlari aldatmacasiyla Sovyet
casuslarina teknolojik Truva atlari tasiyip durdu. Bunlarin arasinda silâh
sistemlerine ait bilgisayar çipleri, kimyevi madde üretim tesis planlar, uzay mekigi projeleri, enerji
türbinleri gibi seyler vardi.
Bu
dönemde Sovyetler, Sibirya’dan Dogu Avrupa’yi besleyecek bir dogalgaz boru
hatti insa etmekteydi. Hat boyunca basinci kontrol etmek için kullanilan
gösterge ve vanalari idare edecek bir bilgisayar sistemine ihtiyaçlari vardi.
Teçhizati ABD piyasasindan elde etmeye çalistilar. Yasal kisitlamalari öne
süren Washington, Sovyetleri bir Kanada firmasina yönlendirdi. CIA ile Kanada
firmasinin ortak çalismasi sonucunda Sovyetler istedikleri yazilima
ulastiklarina inandirildilar. Sistem kuruldu ve baslangiçta gayet iyi çalisti.
Ama sonradan CIA tarafindan plânlandigi sekilde, boru hattina öyle yüksek
basinç verildi ki meydana gelen patlamalarin önü alinamadi. Kaynaklari zaten
kisitli olan Moskova’nin milyonlarca dolari havaya uçmustu. Sovyet askeri ve
kamu mühendislik projelerine karsi yapilan bu sessiz saldirilar bir yil sürdü.
Dosya sayesinde KGB’nin iddiali casus takimi dagilmis oldu; Sovyet ekonomisine
büyük zararlar verildi ve devletin istikrari sarsildi. Bu CIA adina müthis bir
basariydi ama olaya farkli pencereden bakildiginda büyük bir terör eylemi
olarak da nitelenebilirdi.
“Tehlikeli
Bir Isbirligi”
On
yili askin bir süredir teröristler uçak kaçirip insanlari rehin aliyor ve
Amerikan elçilerini öldürüyordu. Bu eylemler karsisinda nasil bir tedbir
alinacagi konusundaysa ne CIA’nin, ne de baska bir ABD devlet kurumunun
netlesmis bir fikri vardi. 1981 Ocak sonunda Disisleri Bakani A. Haig, Karsi
Terörizm Koordinatörü A. Quainton’u konuyla ilgili brifing vermesi için Beyaz
Saray’a davet etti: “Baskan birkaç jelibon yiyip uyuyakaldi. Bu bile yeterince
umut kiriciydi.”
Ayni
hafta Haig, uluslararasi terörizmin insan haklari meselesini geride birakarak,
ABD’nin bir numarali gündem maddesine dönüstügünü açikladi. Açiklamada SSCB’nin
dünyanin en azili teröristlerinin en pis islerini yönlendirdigi iddiasi yer
aliyordu. Haig, CIA’dan bunu destekleyecek delilleri ortaya çikarmasini istedi.
Casey de ayni fikirdeydi ama elinde durumu belgeleyecek deliller yoktu. Baski
altindaki CIA, delil üretme yöntemine basvurdu. Ne var ki, suçu Kremlin’e atma
kolayciligi Orta Dogu’daki terörün gerçek nedenlerini kavrayamama
beceriksizligine isaret etmekteydi.
CIA
vaktiyle, Ali Hasan Salameh adinda çok yararli bir bilgi kaynagiyla
çalisiyordu. Bu adam, 1972 Münih Olimpiyatlarinda 11 Israilli atletin
öldürülmesi eyleminin suç ortaklarindandi ve Filistin Kurtulus Örgütü’nün
istihbarat sefligini yapmisti. Sagladigi istihbarat, FKÖ lideri Arafat’in
ABD’ye zeytin dali uzatmasi anlamini tasiyordu. Salameh ve gizli servisin Yakin
Dogu Birimi Sefi Bob Ames, FKÖ’nün Amerikalilara saldirmamasi konusunda
uzlasmaya vardi.
Dört
yil boyunca Arap dünyasindaki müsterek düsmanlarina dair istihbarat
paylastilar. Bu dönemde CIA, istihbarat etkinligi açisindan en iyi dönemini
yasadi. Isbirliginin ortaya çikardigi temel anlayis suydu: Terörizm, salt
devlet destegiyle sürdürülen bir eylem biçimi olma özelligini asmisti. Kökleri,
dislanmisligin mülksüzlestirilmenin kizginligina dayaniyordu. 1976’da
tamamlanan bir CIA çalismasina göre terörizm gelecekte devletlerin destegiyle
yürütülmek yerine devlet kontrolünü reddedecekti. Bagimsiz terör hareketleri,
destegini çok daha karmasik uluslar ötesi bir yapilasmadan alacak sekilde
evrilecekti. 1978’de Israil istihbarati Münih olaylarinin öcünü almak için
Salameh’i öldürünce bu yaklasim biçimi de CIA’nin gündeminden düstü ve bir
nesil boyunca bir daha gündeme gelmedi. Reagan baskanliga geldiginde CIA’nin
Orta Dogu terörü konusunda kayda deger bir istihbarat kaynagi bulunmuyordu.
Ames,
Arafat’la ve Kral Hüseyin’le dogrudan iliski kurabilecek yetenekli bir CIA
görevlisiydi. Örgüt saflarina kattigi ajanlari arasinda Lübnan’daki Hristiyan
Maronitlerinin güçlü adami Besir Cemayel’de bulunuyordu. Maronitler Beyrut’u
kontrol eden unsurlarin en önemlilerinden biriydi ve CIA sadece bu kesimden gelen
istihbaratla yetindigi için Lübnan’da Maronitlere duyulan kini algilayamiyordu.
Bu nefret duygulari yüzünden ülke bir iç savasa sürüklendi ve Israil’in 1982
Haziraninda ülkeyi isgal etmesinin yolu açildi.
Müslümanlarin
Hristiyanlari, Müslümanlarin baska Müslümanlari kirdigi bir ortamda ABD ve
Israil tarafindan desteklenen Cemayel, Lübnan Parlamentosu tarafindan
Basbakanliga seçildi. Böylece CIA’nin maas kadrosunda bulunan bir kisi daha
devlet baskanligi mertebesine yükselmis oluyordu. ABD’ne, Israil’in bombalamayi
durdurmasi ve FKÖ güçlerinin ülkeden çikarilmasindan sonra Amerikalilarin
Lübnan’da güvende olacagi teminatini veren Cemayel, 14 Eylül’de karargahina
yapilan bombali suikastle öldürüldü. Bunun üzerine CIA’nin Maronit yandaslari,
Israil birliklerinin kiskirtilmasiyla Cemayel’in intikamini almak için Beyrut
varoslarina siginmis yüzlerce Filistin
göçmenini, kadin çocuk demeden öldürdü. Olaylar üzerine Reagan, bölgeye deniz
piyadelerinden olusan baris koruma birlikleri gönderdi ama ortada korunacak bir
baris yoktu. Lübnan’daki ABD Büyükelçisi R.S. Dillon, ABD birlikleri ülkeye
vardiginda, CIA’nin Maronitlerle fazlaca hasir nesir bir biçimde, dagilan
istihbarat agini yeniden olusturmaya ugrastigini, bu yakin isbirliginin büyük
tehlike arz ettigini söyledi.
Beyrut’ta
yeniden örgütlenme telâsindaki CIA, enkazin içinden yükselmekte olan yeni bir
gücü göremedi. Allah’in Partisi Hizbullah’in lideri konumundaki Imad Mughniyeh,
gelecek yillar boyunca ABD’yi felç edecek derecede rahatsiz edecekti. Bu
maksatla bölgede para, silah ve patlayici topluyor, Amerikalilari rehin almak,
tesislerini bombalamak amaciyla çetesini egitiyordu. Tahran’a bagli olarak
çalisan Mughniyeh’in ismi simdilerde unutulmus olmakla birlikte kendisi
1980’lerin Usame bin Ladin’iydi ve kitabin yazildigi günlerde hala kaçakti.
18
Nisan 1983 tarihinde Beyruttaki ABD Büyükelçiligi muazzam bir patlamayla havaya
uçuruldu. Ölen 63 kisi arasinda 7 CIA görevlisi bulunuyordu ki bunlardan bir
tanesi de Ames’di. Patlamanin ardindaki isim Iran destekli Mughniyeh’di. Bu
suikast CIA’nin Lübnan ve Orta Dogu’daki istihbarat çalismalarini tam anlamiyla
dumura ugratti. O günlerde ABD’nin Israil Büyükelçisi olan Lewis durumu söyle
özetliyordu: “O tarihten sonra istihbarat konusunda tamamen Israil’e bagimli
hale geldik.” Bunun sonucu olarak CIA, Soguk Savas boyunca Orta Dogu’daki
Islâmi tehdidi Israil gözlükleriyle izlemeye basladi.
Beyrut,
ABD’nin savas meydanina dönmüstü. Amerikan askerleri Hristiyanlarla isbirligi
yapiyordu. ABD uçaklari Müslümanlarin üzerine bomba yagdiriyor, savas gemileri
Lübnan tepelerini bombaliyordu. Beyaz Saray basina ne çoraplar örüleceginin
farkinda olmaksizin Orta Dogu’da bir savasa girmisti. 23 Ekim 1983’te
Mughniyeh’in teröristleri bomba yüklü bir kamyonla Beyrut uluslararasi
havaalanindaki Amerikan kisla tesislerine girdi. Olayda 241 Amerikan deniz
piyadesi öldü.
*****************
Kislanin
bombalanmasinin hemen ardindan Beyaz Saray, Pentagon ve CIA, ABD halkinin
dikkatini Karayipler’de minik bir ada devleti olan Grenada’daki Marksist
ayaklanmaya çekme çabasina giristi. Ada askeri insaatlarda çalisan Kübalilar
ile kayniyordu. Süregelen bir çatisma sirasinda adanin lideri M.Bishop
öldürüldü. Bunun üzerine ABD durumdan
vazife çikarmanin bahanesini bulmus oldu ve adayi isgal plânlari tezgahlandi.
Plâncilardan Latin Amerika Birimi Sefi Clarridge’e göre; “Grenada ile ilgili
istihbarat berbatti ve ABD tam anlamiyla karanliga kursun sikiyordu. Kargasada
19 Amerikali öldü. Uçaklar yanlislikla bir akil hastanesini vurarak 21 zihinsel
özürlünün ölümüne neden oldu.”
Barbados’taki
bir otel odasindan yönetilen isgale iliskin toplanti esnasinda yeni kurulacak
Grenada hükümetini olusturacak isimler gündeme geldi. CIA’nin listesini gören
bölgedeki ABD diplomatlari saskinliga ugradi.
Önerilen kisiler Karayiplerin en azili uyusturucu kaçakçilari, suç
örgütü üyesi vicdansizlardi. CIA bunlardan bilgi satin aliyor, çok para verdigi
için de sunulan bilgilerin degerli oldugunu saniyordu. Bu kural Beyrut ve
dünyanin geri kalani için de geçerliydi.
Grenada’nin
özgürlestigine iliskin güzel haberler, 26 Subat 1984’te, Beyrut’taki son ABD
askerlerinin de ülkeyi terk ettigi yönündeki haberlerle gölgelendi. Görev 260
Amerikan askeri ve ajaninin ölümüyle son bulmus, büyük bir istihbarat
basarisizligi sonucunda olusan boslukta kontrol ABD’nin düsmanlarinin eline
geçmisti. Casey, Lübnan’i gözetleyecek yeni gözler pesindeydi. Bölgeye yeni
istasyon sefi olarak, daha önce Beyrut’ta görev yapmis olan Bill Buckley’i
atadi. Amerikan deniz piyadelerinin ülkeden çekilmesinden 18 gün sonra Buckley
kaçirildi ve düsmanin eline düstü.
“Büyük
Risk Aliyordu”
34
yasindaki Vietnam gazisi T.Wells, 1983’te Etiyopya’nin baskenti Adis Ababa’ya
gönderildi. Görevi, ülkeyi yöneten Marksist diktatör Haile Mengistu rejiminin
devrilmesini saglamakti. Wells, 10 yil önce Hartum’da ABD Büyükelçilik
binasinin korunmasinda görevli bir deniz piyadesiyken FKÖ elemanlari elçiligi
basmis, Büyükelçiyi ve maslahatgüzari
rehin almisti. Nixon’un “teröristlere taviz yok” karari üzerine de Arafat,
Amerikalilarin öldürülmesi emrini vermisti. Wells, bu korkunç deneyimden sonra
ülkesine dönmüs, egitimini tamamlayip
CIA’ya katilmisti. Etiyopya’daki görevini Disisleri Bakanligina bagli ticari
isler sorumlusu kimligi altinda yapacakti. O dönemlerde Etiyopya ile ABD
arasindaki ticaret hacmi yok denecek kadar azdi. Ülkenin devlet baskani
Mengistu ise Beyaz Saray’in en çok arananlar listesindeydi. Carter döneminde bu
ülkeye karsi kisitli bir bütçeyle çok küçük çapta bir gizli faaliyet
sürdürülmekteydi. Ülkedeki muhalifleri temsil eden Demokratik Etiyopya Birligi
adli gruba ufak bir mali destek vermekten ibaret olan bu kisitli faaliyet,
Reagan döneminde milyonlarca dolarlik bir programa dönüsmüstü.
Wells,
devlet güçlerince izlendigini biliyordu ama yine de rejim muhalifleriyle
yaptigi bir toplanti sirasinda Mengistu’nun çapulcularinin yaptigi baskindan
kurtulamadi. Yiginla propaganda malzemesiyle birlikte ele geçen ajanin gözü
önünde, aralarinda eski imparator H. Selasiye’nin yaverlerinden 78 yasinda bir
isadaminin da bulundugu insanlara iskence edilmeye baslaninca Wells, CIA
görevlisi oldugunu kabul etti. Itiraflari yüzünden birçok Etiyopyali tutuklanip
iskence gördü, hatta bazilari öldürüldü. Wells, itiraflari yüzünden CIA
nezdinde sevilmeyen kisi haline gelmisti ama Reagan yine de özel elçisini Adis
Ababa’ya gönderip herhangi bir pazarlik ortamina girilmeden ajanin serbest
birakilmasini sagladi.
*******************
7
Mart 1984’te CNN’in Beyrut bürosu sefi J. Levin kaçirildi. Bunu birkaç gün
sonra CIA istasyon sefi Buckley ve Rahip Wier’in kaçirilmasi izledi. Reagan
dönemi boyunca Beyrut’ta toplam 14 Amerikali kaçirildi. Özellikle Buckley’in
durumu, Casey için çok önemliydi zira bu olaydan bizzat kendisini sorumlu
hissediyordu. CIA, Buckley’in serbest kalabilmesi için en az bir düzine plan
yapti ama istihbarat yetersizliginden hiçbiri uygulanmadi. Sonuçta Baskanin da
onayiyla Mugniyeh’in kaçirilmasina karar verildi. Azili teröristin Paris’te bir otelde
oldugu bilgisi üzerine Fransiz polisiyle ortak bir operasyon düzenlenerek
Mugniyeh’in oldugu sanilan odaya baskin yapildi ama odadan çika çika kendi
halinde bir Ispanyol turist çikti.
CIA’nin
Paris’te kontrterör baglaminda faydalandigi birçok kaynagin arasinda
M.Ghorbanifar isimli bir Iranli düzenbaz da vardi. Üzerinde en az üç sahte
pasaport tasiyan bu eski SAVAK ajani, rejimin devrilmesi üzerine ülkeden kaçmis
ve gerek CIA’ya gerekse Israil istihbaratina, gerçekligi süpheli bilgiler
satmaya baslamisti. Buckley’in kaçirilmasindan bir gün sonra Ghorbanifar,
CIA’nin Paris bürosuyla temasa geçerek elinde rehinenin serbest birakilmasina
yarayabilecek bilgi bulundugunu söyleyince CIA, Iranli ajanin dogru söyleyip
söylemedigini test etmek için yalan makinesine bagladi. Ghorbanifar, adi ve
uyrugu disindaki tüm sorularda çuvallayinca, CIA adami “sahte istihbarat üreten
iflah olmaz bir yalanci bir basbelâsi” tanimiyla kayitlara geçirip, ender
basvurdugu bir uygulamayla adamin adini dünya genelindeki tüm birimlerine
bildirerek bu kisiye asla güvenilmemesi talimatini verdi.
Bu
önlemlere karsin Ghorbanifar 19 Kasim 1984’te eski bir CIA ajani olan
Shackley’i Hamburg’da kendisiyle bulusmaya ikna etti. Shackley 5 yil önce is
ahlakina aykiri davranislari yüzünden Amiral Turner tarafindan emekliye
sevkedilen biriydi ve simdilerde geçimini tipki Ghorbanifar gibi serbest
istihbarat komisyonculugu yaparak sagliyordu. Sürgündeki birçok Iranliya
kendini ABD Baskaninin özel temsilcisi olarak tanitmis ve inandirmisti da. Bu bulusmada
ikili, olayin kârli bir ticarete dönüsebilecegine kanaat getirdi. ABD,
Ghorbanifar’in Israillilerle birlikte islettigi Star Line sirketi üzerinden
Iran’a füze sevkedebilirdi. Bu, satis Iran’da bir iyi niyet havasi
olusturabilecegi gibi satistan elde edilecek kazanç hem tüccarlara milyonlar
kazandirir hem de rehineler için ödenecek fidyenin kaynagini teskil edebilirdi.
Teklif karsi terör dairesi baskani Robert Oakley’e iletildi.
Birkaç
hafta sonra, Beyrut Amerikan Üniversitesi kütüphanesinde çalisan Peter Kilburn
kaçirildiginda kamuoyunun Reagan üzerindeki, dolayisiyla Regan’in Casey
üzerindeki baskisi artti. Kaçirilan Amerikali rehineler bulunamiyorsa
istihbarat teskilati ne ise yariyordu ki?”
*****************
Washington,
Aralik 1984’de ikinci Reagan dönemine hazirlanirken Ghorbanifar’in “rehinelere
karsi silah” seklindeki kârli teklifi hala gündemdeydi. Casey öneriyi canli
tutarak 6 ay boyunca CIA’nin Orta Amerika’daki savasi buradan gelecek parayla
finanse etme fikrini Beyaz Saray koridorlarinda dolastirmisti.
Amerikan
Kongresi, yasanan iki fiyasko üzerine 1984 seçimlerinden kisa bir süre önce,
her ne nedenle olursa olsun, savaslarin ABD paralariyla finanse edilmesini
yasaklamisti. CIA, kendi uzmanlari vasitasiyla Orta Amerika’da yürüttügü savas
için ayrilan para suyunu çekince isi taseronlara havale etme karari aldi ve
ortaya bazi ilginç olaylar çikti. Taseronluk islerini genellikle Vietnam’da
savasmis Özel Kuvvet emeklileri yapmaktaydi. CIA, bu elemanlardan birinin
elinde bulunan ve Vietnam köylülerine yerel yöneticileri, militanlari öldürerek
bir köyün nasil ele geçirilecegini ögretmek üzere hazirlanmis çizgi romani
Ispanyolca’ya çevirtip kontralara dagitmisti. Kitabin CIA tarafindan
çevrildiginden haberi olmayan bazi CIA yetkilileri bunu kendilerine karsi
hazirlanmis bir eylem kitapçigi sandilar!
Bir
de mayin olayi vardi. Casey, Nikaragua’da ekonomi adina ortada ne kalmissa ona
da zarar vermek amaciyla Corinto limanina mayin dösenmesi karari verdi. Bu tam
bir savas nedeniydi. Bütçesi tam takir olan CIA, mayinlari kanalizasyon
borularindan imal ettirip limana dösedi. Casey’nin davranislarindan süphelenen
Kongre daha önceki yasagin getirdigi kisitlamalari baska sekilde asma
çabasindaki direktöre engel olmak için üçüncü ülkelerden finansman teminini de
yasakladi. Casey buna ragmen Suudi Arabistan’dan 32 milyon, Tayvan’dan 2 milyon
dolar saglamayi basardi.
Ocak
1985’te ikinci Reagan dönemi baslarken Casey iki acil görevle karsi karsiyaydi:
rehinelerin serbest kalmasini
saglamak ve kontralari
kurtarmak. Hayatta her
seye ticaret gözüyle
bakan Casey, bu iki
görevi zihninde
harmanladi. Kontralarin yasadigi mâli krizle rehine krizinin, Iran’la yapilacak
bir silah satisi anlasmasiyla çözülebilecegini gördü. Iran operasyonunu bizzat
yönetmeyi yeglerdi ama gizli servisin kötü
söhretli Ghorbanifar ile çalismasina karsi yaygin bir tepki vardi. Ne
var ki Iran’a ulasmak için o mahut adamin disinda baskaca bir irtibati da
bulunmuyordu. Casey, her iki operasyonu da devletin bilgisi disinda yürütmeye
karar verdi. Büyük risk aliyordu ama öyle inaniyordu ki eylem gizli
operasyonlar tarihinin zirvesine yerlesecekti. Fikrin ortaya çikisiyla, tam bir
felaket haline dönüsmesi iki yil sürdü. Girisim, teskilât kadar Baskan Reagan
ve yardimcisi Bush’u da uçurumun kiyisina getirdi.
“Üç
Kagitçilari Üç Kagida Getirmek”
14
Haziran 1985’te Roma üzerinden Atina-New York seferini yapmakta olan TWA uçagi,
Hizbullah tarafindan kaçirildi. Beyrut’a götürülen uçagin yolcularindan bir
Amerikan denizci beyninden vurulup 20 ay önce 241 meslektasina mezar olan kisla
binasinin yakininda uçaktan atildi. Uçagi kaçiranlar, aralarinda Mughniyeh’in
kayinbiraderi de oldugu Kuveyt’te tutuklu bulunan 17 teröristle Israil’in
elindeki 766 Lübnanli mahkumun serbest birakilmasini talep ediyordu. Reagan’in
baskilari sonucu Israil elindeki mahkumlardan 300’ünü birakti. Beyaz Saray’in
ricasiyla Iran Meclis Baskani Hasimi Rafsancani uçak krizinin çözümü için
yapilan görüsmelere yardimci oldu. Bu zorlu durum Casey’e sunu ögretti: Reagan
da gerektiginde teröristlerle pazarlik edebiliyordu.
Ayni
hafta, Iranli kurnaz isbirlikçi Ghorbanifar, CIA Direktörüne bir mesaj
ulastirdi: Rehineler Hizbullah’in elindeydi. Iran Hizbullah’a söz
geçirebilirdi. Iran’la yapilacak bir silâh anlasmasi karsiliginda rehineler
serbest birakilabilirdi. Öneri Reagan’a anlatildi. 3 Agustos tarihinde Casey
anlasmanin yapilmasi konusunda Baskan’in onayini aldi. Hemen ardindan
Ghorbanifar, Israillilerle birlikte Tahran’a 504 adet Amerikan yapimi TOW
füzesi sevkiyati gerçeklestirdi. Iranlilar füze basina 10 bin dolar ödedi.
Silahlarin Devrim Muhafizlarinin eline geçmesinden saatler sonra 16 aydir rehin
tutulan Rahip Benjamin Weir serbest birakildi. Bu olay Reagan dis politikasinin
iki temel diregini yerle bir etmisti: 1.Teröristlerle pazarlik yok; 2. Iran’a
silah satisi yok!
Üç
hafta sonra Ghorbanifar, kalan 6 rehinenin de gönderilecek binlerce HAWK
uçaksavar füzesi karsiliginda salinabilecegi haberini iletti. Fiyat sürekli
yükseliyordu. Can basina 300, olmadi 400, olmadi 500 füze.... Ortada büyük bir
kâr vardi. CIA kazanilan paralarin dogru ellere geçtiginden emin olmak için
daha önce de Kongrenin ardindan dolanarak kontralara silah saglamis olan Emekli
General Secord’u görevlendirdi.
******************
HAWK
füzelerinin Iran’a gönderilmesi isi ara sira aksiyordu. Yarbay North tarafindan
organize edilen bu sevkiyatlardan biri hava trafigine takildi. Füzeleri
Lizbon’a bir Israil uçaginin götürmesi plânlanmisti. Petrol sondaj ekipmani
kisvesi altinda gönderilen füzeler burada Secord tarafindan kiralanmis bir
Nijerya kargo uçagina aktarilarak Tahran’a sevk edilecekti. Ancak Lizbon’a inis
izni alinamadi. Yarbay North, gizli servisin Avrupa bölümü baskani Clarridge’i
arayarak ne yapip edip inis iznini halletmesini istedi. Clarridge degil silah,
Iran’a çocuk bezi bile göndermenin yasak oldugunu biliyordu ama yine de bir CIA
uçagiyla füzelerin bir kismi Tahran’a gönderilebilirdi. Baskan’in yasagina
ragmen CIA’nin Iran’a uçak gönderebilmesi eski tarihli bir belge hazirlanip
Reagan’a imzalatilmasiyla mümkün olabilmisti. Belge de açikça Amerikali
rehinelerin serbest birakilmasi karsiliginda Iran’a istisnaî olarak bazi
malzemelerle mühimmat saglanabilecegi yaziyordu. Bir baska eski tarihli
belgeyle de Casey, silah-rehine takasi isinin nihaî sorumlusu olarak yetkilendiriliyordu.
Casey,
Ghorbanifar’i Washington’a çagirarak kendisini operasyonun Iran ayagi sorumlusu
olarak görevlendirdi. Direktörün mesai arkadaslari onu bu Iranli madrabazla
çalismamasi konusunda uyarmisti, o bir üç kagitçiydi. Ama Casey’e göre
Ghorbanifar Iran hükümetiyle iliskilerde aracilik yapabilecek tek kisiydi ve üç kagitçilari,
üç kagida getirebilirdi. En önemlisi de bu ticaretten saglanacak maddi
kazançla Orta Amerika’daki savas da, rehineler için ödenecek fidye de bedavaya
getirilecekti.
Ilk
HAWK sevkiyatindan kazanilan 850 bin dolar, çoktan Secord’un kontrolündeki bir
Isviçre banka hesabina yatirilmis, oradan da kontralara gönderilmisti. Bu
isbirliginden cesaret alan Iran, CIA’dan Irak hakkinda askeri istihbarat talep
etti. CIA savas halindeki bu iki ülkeden Irak’a Iran hakkinda istihbarat
veriyordu zaten. Casey, simdi tersini yapacakti. CIA’nin ikinci adami McMahon
bunun yanlis insanlara yardim ve yataklik yapmak olacagini söyleyerek Casey’i
caydirmaya çalisti ama dinletemedi. Birkaç hafta sonra da 34 yillik
kariyerinden istifa etti. Bu arada Iran ve CIA anlasmasi yürürlüge girdi.
*****************
Yarbay
Oliver North’un Sandinista’ya karsi verilen savasa yeraltindan katki sagladigi,
Washington’da 1985’ten beri açiga çikmis bulunan bir sirdi. Kis aylarindan beri
gazeteciler Yarbayin Orta Amerika’da karistirdigi isler üzerine arastirmalar
yapip duruyorlardi ama Iran’da yaptiklarini Beyaz Saray’da çok küçük bir kesim
disinda kimse bilmiyordu.
North,
rehine-silah takasinin parasal kismiyla ilgileniyordu. Sistemin çalismasi
söyleydi: Pentagon binlerce TOW füzesini gayet indirimli bir fiyatla, tanesi
3.469 dolara Secord üzerinden CIA’ya aktariyordu. Secord da bunlari tanesi 10
bin dolardan Ghorbanifar’a satiyordu. Sonra da aradaki 6531 dolarlik brüt kârin
hatiri sayilir bir kismini kendine
ayirip, kalanini Orta Amerika’daki kontralara gönderiyordu. Ghorbanifar 10 bin
dolarin üstüne kendi kârini ekleyip füzeleri Iran’a sevk ediyordu. Böylece
ABD’nin Tahran’a sattigi silahlarin miktarina bagli olarak kontralara milyonlar
aktarilmis oluyordu. CIA’nin yapacagi 1 milyon dolarin üstündeki ödemeler
Kongre onayini gerektirdiginden, füzelerin karsiligi olan para Pentagon’a daha
düsük meblaglari kapsayan taksitler halinde
ödeniyordu. Herkesin kazandigi bu usta isi düzenegin disinda kalan tek
unsur rehinelerdi.
Temmuz
1986’da rehine sayisi 4 iken alti ay sonra 12’ye çikti. ABD, Iran’i silahlarla
besledikçe karsi tarafin rehinelere duydugu açlik artiyordu adeta. Lübnan’daki
ABD Büyükelçisi John H. Kelly “Bizim Siilerimiz güvenilir kisilerdir, kaçirma
olaylari baska bir Sii grubun isi olmali” demisti. Yarbay North da insanlari
kaçiranlarla fidyeyi tahsil edenlerin farkli gruplar oldugu görüsündeydi.
Casey
ve ona sadik bazi analistler, söz konusu silâh ticaretinin Iranli ilimli
siyasetçilere ABD destegi olarak algilandigina yönelik bir varsayim gelistirdi.
ABD Disisleri Bakanligi, CIA ile irtibat uzmani P.C. Wilcox’un ifadesiyle “Sirf
bu bile Reagan döneminde CIA’nin ne denli yozlasmis oldugunun göstergesidir.”
Ancak Iran hükümetinde ilimli siyasetçi kalmamisti çünkü hepsi silâhlarin yeni
sahiplerince ya hapsedilmis ya da öldürülmüstü.
******************
Suudi
Arabistan’dan saglanan kaynak ve silâh ticaretinden elde edilen gelir sayesinde
CIA, Orta Amerika’da yeniden palazlandi. San Salvador’un biraz disina bir hava
üssü ve gelen silahlarin saklanacagi bir depo kuruldu. 1986 yazina gelindiginde
buraya Güney Nikaragua’daki kontralar için tonlarca silah indirilir olmustu.
Kongre de eski politikalarindan dönüs yaparak Orta Amerika savasina 100 milyon
dolarlik bir ödenegi onaylamisti. Savas CIA lehine dönmeye basliyor gibiydi.
Ancak
CIA’nin ustalikla düzenledigi silah tedarik agi içten içe çökmekteydi. Bölgede
barisçil bir çözümden yana olan Kosta Rika Baskani Oscar Arias, ABD uçaklarinin
ülkesindeki pistleri kullanmasini yasakladi. Operasyonda görevli Nikaraguali
uzmanlar, silah sevkiyatlari yoluyla vatanseverliklerinin istismar edildigini,
birilerinin büyük paralar kaldirdigini düsünüyordu. Süphelerinin odagindaki
isim General Secord’du. Olay Baskan Yardimcisi Bush’a duyuruldu.
5
Ekim 1986’da gencecik bir Nikaraguali askerin atesledigi bir füzeyle bir
Amerikan kargo uçagi düsürüldü. Kurtulan tek kisi basin mensuplarina CIA’nin sözlesmeli
kargo isçisi olarak çalistigini söyledi. Bu sirada North, Frankfurt da Iran’la
yeni bir rehine-silah takasi anlasmasinin pazarligini yapiyordu.
Ayni
siralarda Tahran sokaklarinda ise imzasiz el ilanlari dolasiyordu. Iran’la ABD
arasindaki gizli silah anlasmalari, ilk olarak bu ilanlarla açiga çikti. Birkaç
hafta sonra olay Lübnan’daki küçük bir dergide yer aldi. Hikayenin tamaminin
ortaya çikmasi aylari buldu. Iran’in Devrim Muhafizlari, CIA vasitasiyla 2 bin
tanksavar füzesi, 18 gelismis uçaksavar füzesi, 2 uçak dolusu yedek parça ve
savasta kullanilabilecek istihbarat edinmisti. Karsi terör Koordinatörü Oakley,
bu silahlar ve istihbarat sayesinde Iran’in askeri kapasitesinin kayda deger
biçimde arttigini belirtti. Ama durumdan pek memnun görünmeyen Iranlilar, HAWK
füze parçalarina degerlerinden %600 fazla bir bedel ödedikleri gerekçesiyle
Ghorbanifar’in pesine düstüler. O da paçasini kurtarmak için muhataplarini
operasyonu açiklamakla tehdit etti. Casey’nin gizli operasyonunun sirlari
ortaya dökülmek üzereydi.
10
Kasim’da Ulusal Güvenlik Konseyi’nin olaganüstü gergin geçen toplantisinda
Casey Reagan’i, kamuoyuna bir açiklamaya yapmaya ikna etti. Reagan
açiklamasinda rehineler karsiliginda ne silah ne de baska bir sey verildigini
söyledi. ABD Baskani, CIA’nin açiklarini kapatmak için U-2 ve Domuzlar Körfezi
olaylarinda, Orta Amerika’daki savas meselesinde oldugu gibi Amerikan halkina
bir kez daha yalan söylüyordu. Bu kez Baskan’a inananlarin sayisi pek azdi. Son
Amerikali rehinenin kurtarilmasi 5 yil sürdü. Ikisi hiç geri gelmedi, Kilburn
öldürüldü, Buckley ise aylar süren sorgulama ve iskence sonrasinda hücresinde
yasamini yitirdi.
*******************
Kongre
Istihbarat Komisyonu bazi sorular sormak için Casey’i çagirinca, o da bu tür
durumlarda hep yaptigi gibi bir bahane bulup yurtdisina gitti. Döndügünde
Iran’a silah sevkiyati isine bulasmis yetkililerle tüm üst düzey CIA
çalisanlarini toplantiya çagirdi. Amaç, komisyona verilecek ifadenin
hazirlanmasiydi ama çalisanlar Casey’e yardimci olmaktan çok kendi paçalarini
kurtarma pesindeydi. Sonuçta Casey, komisyona olaylari tümüyle saptirip
geçistirmeye yönelik bir ifade sundu. Senatörlerden biri “Iranlilarla Iraklilar
birbirini keserken her iki tarafa da istihbarat sagladiniz mi?” sorusunu, Casey
“evet” diye cevapladi, üç yildan beri Irak’a
istihbarat destegi veriliyordu.
Bir
hafta sonra Yarbay North’un, Baskan’in ulusal güvenlik danismani Amiral Poindexter’a
yazdigi notun ortaya çikmasiyla Iran’la silah ticaretinin detaylari gözler
önüne serildi. Ikili, benzer belgeleri yok etmeye çalismisti ama nasilsa bir
tanesi gözden kaçmisti. Nixon’un istifasindan sonra Washington’da kopan en
büyük firtina bu belge yüzünden patladi.
****************
Watergate
skandalindan bu yana Washington’un gücünü en çok tüketen, islenen suçlar degil,
bunlari örtmeye yönelik çabalar oldu. Casey, baskentte bir hafta süren
sorgulamalar sirasinda olsun, basin nezdinde imaj düzeltme çalismalarinda olsun
tutarli bir durus sergilemekten acizdi. Bir sabah ofisinde nöbet
geçirip hastaneye kaldirildiginda
beyninde lenfoma tespit edildi. Teshisi zor bir durumdu bu. Tuhaf davranis
biçimleriyle kendini göstermeye basliyor, ne olduguna iliskin kesin tani ancak
12- 18 aylik bir süreç sonunda konulabiliyordu. Casey ise dönemeyecek
durumdaydi. Imza dahi atamayacak hale gelince, Baskan yardimcisi Gates’i CIA
direktörlügüne atadi.
Bob
Gates atesten gömlegi sadece 5 ay boyunca sirtinda tasiyabildi. Kendisinden
sonra atanan William Webster, selefi hakkinda söyle konustu: “Bob, olup biteni
bilmemeyi tercih eden bir yaklasim sergiliyordu. Böyle zamanlarda bu tip bir davranis kabul
edilemez”. Webster, Carter tarafindan görevlendirilmis bir bürokratti.
Siyasetteki herkese esit mesafede duran, 9 yil FBI direktörlügü yapmis, inançli
ve ahlâkli biriydi. Reagan ile ne siyasi ne de sahsi iliskisi vardi ama Baskan
onu “kendisini hukukun üstünlügüne adamis biri” diyerek övüyordu.
Böyle
bir tanimlama Casey için hiç yapilmamisti. 74 yasinda öldügünde, cenazesini
kaldiran rahip bile müteveffayi olumsuz beyanlarla ugurlarken Reagan ile Nixon
sessizdi. Casey, CIA’yi personel, bina ve donanim açisindan iki
mislinden fazla büyütmüstü
ama teskilât yalanlarla
lekelenmis, eskisine oranla
agirligini kaybetmisti.
Bob Gates de cenaze töreninde, Casey’in yardimcisi olarak görev yaptigi sirada
kendisinden ögrendigi bir dersi hatirladi: ”Gizli operasyonlar birimi
teskilâtin kalbi ve ruhudur ama insana hapsi de boylatabilir”.
“Düsünülmeyeni Düsünmek”
ABD
Baskani silah-rehine takasi konusunda halkina yalan söylemek zorunda kaldigini
itiraf etti. Beyaz Saray, firtinayi Casey ve CIA’ya yöneltmeye çalisti ama
ortada kendini savunacak kimse yoktu. Kongre, Casey’nin adamlarini ve ajanlarini
ifade vermeye çagirdigi oturum sonunda Kongre üyelerinin bu sahislar hakkindaki
izlenimi suydu: “Meger ABD, dis politikasini yürütmesi için dalaverecilerle
hirsizlardan olusan bir çete tutmus!”
Webster’in
CIA’yi devralmasi sancili oldu. Casey’nin ne haltlar karistirdigi iyice
arastirilip gizli operasyonlar askiya alinarak plânlar rafa kaldirildi. FBI
görevlileri ellerinde mahkeme emriyle teskilat binasinda dolasarak gizli
kasalarda adaletin tecellisini önleme ve suistimal iddialarina yönelik delil ariyordu.
Casey’nin CIA’yi yasal kisitlamalardan kurtarma ihtirasi tam bir kabusa dönüsmüstü.
Gizli
servis çalisanlarina göre Webster, CIA’da neyin ne oldugundan bihaber,
vizyonsuz, yari aydin, narin biriydi ama onlar için hepsinden fenasi bir
avukat, hakim olusuydu. O her seyden önce bir hukuk adamiydi ve bununla basa
çikamazlardi. Egitimini yasalarin disina çikmamak üzerine almisti oysa CIA’nin
isi tam da buydu: yasa disi isler
yapmak, çalisilan ülkelerdeki kanunlari çignemek, vs. Istihbarat denilen sey böyle
toplaniyordu. Kisacasi Webster’in kisiligi CIA’nin varolma sebebiyle
çelisiyordu. CIA mensuplari disaridan bakanlara elit bir kulübün üyeleri gibi
gözükür. Onlarsa kendilerini, kan kardesi gibi birbirine bagli, savasçi cesur
komandolar gibi görürler.
Webster
göreve gelir gelmez teskilat içinde gizli bir direnisle karsi karsiya oldugunu
anladi. Deneyimli bir CIA emeklisi dostundan aldigi “Yurtdisi görevler
esnasinda bir sürü yasadisi ise bulastigimiz ve yalanlar söyledigimiz için
birbirimize karsi dürüst olmamiz ve birbirimizi yipratmamamiz çok önemli,”
seklindeki tavsiyenin kendisine yol gösterecegini umuyordu. Mesai arkadaslarina
vermeyi umdugu mesaj ise dürüst olup insanlarin güvenini kazanmalari, böylece
islerini daha kolay halledebilecekleriydi. Ayrica Kongre’den de hiçbir sey
gizlenmeyecekti.
Iran-Kontra
meselesinden agzi yanan Kongre, bundan böyle CIA’yi basina buyruk
birakmayacakti. Dizginleri elinde tutma karari aldi. Böylece CIA, Baskanlik
gücünün kullanilmasinda yararlanilan bir alet olmaktan çikip, Baskomutanla
Kongre arasinda bir yere hassas bir dengeyle konumlandirilmis oluyordu.
Ardindan gizli servisin en deneyimli üst kadrolari tasfiye edildi.
****************
1985
ve 1986 yillari boyunca CIA’nin SSCB ve Dogu Avrupa’daki tüm casuslari, tam 12
Sovyet vatandasi, teker teker tutuklanarak idam edildi. CIA bunun nasil
gerçeklesebildigini bir türlü anlayamiyordu. Önce, teskilâta yeni intisab etmis
bir çaylagin ihanet ettigi sanildi. Ed Howard ismindeki bu adam hakkinda
yeterince inceleme yapilmadan ise alinmis, sarhos, yalanci ve hirsiz oldugu
anlasilinca da kovulmus o da Nisan 1985’de Moskova’ya iltica etmisti. Iki üç
ismi o ihbar etmis olabilirdi ama teskilât kadrosundaki tüm casuslari ele
vermis olamazdi. Bu isin baska bir sorumlusu olmaliydi. Baskanin Dis Istihbarat
Danisma Kurulu’nun bu konudaki raporundaki ifade söyleydi:” Sovyet
birimindekilerin ‘düsünülmeyeni düsünebilme’ temel yeteneginden yoksun olma
hâli.” Kastedilen hainin gizli servisinin içine nüfuz etmis bir köstebek olma
ihtimaliydi. Incelemeler sonuç vermedi ve Webster bu karsi istihbarat kâbusunu
kucaginda bulmus oldu.
Küba’nin
Çekoslovakya’daki Istihbarat sefi Binbasi Aspillaga, 1987 Haziraninda Viyana’ya
geçti ve ABD Büyükelçiligi’ndeki CIA istasyon sefine basvurarak iltica
talebinde bulundu. Anlattigina göre son 20 yildan beri teskilatin bünyesine
kattigi Kübali ajanlarin tümü ikili oynuyordu. ABD’ye sadik görünürken gizlice
Havana hesabina çalisiyorlardi. Inanmasi zordu ama yapilan arastirmalarda
binbasinin söylediklerinin dogru oldugu ortaya çikti. Bundan sonra CIA
casuslarinin nasil yakalandigina dair bilgiler de gelmeye basladi. Ikili
oynayan Kübalilarin
verdigi akil karistirici bilgiler CIA’yi yanlis yönlendirmis, SSCB’deki ajanlar
da bu yüzden açiga çikarak ele geçmislerdi.
*******************
Mayis
1987’de yapilan Varsova Pakti toplantisinda Gorbaçov, katilimcilara
Sovyetlerin, imparatorlugu canlandirmak için Dogu Avrupa’yi asla isgal
etmeyecegini söylemisti. CIA’nin böyle bir beyanattan haberi yoktu. CIA,
Gorbaçov’un, Afganistan liderine yakinda isgale son verecegini söylediginden de
habersizdi. Teskilât bu yüzden, Sovyet lider Aralik 1987’de Washington’a
yaptigi ziyaret sirasinda halk tarafindan bir kahraman gibi karsilandiginda
saskina döndü. Sokaklar, komünist liderin Soguk Savasa son vermek istedigini
anlamisti ama CIA bunu bir türlü kavrayamiyordu.
ABD,
30 yili askin süredir Sovyet askeri kapasitesinin boyutlarini anlayabilmek
adina casus uydularina, dinleme istasyonlarina yarim trilyon dolardan fazla
yatirim yapmisti. Bunlar kagit üzerinde CIA’nin sorumlulugundaymis gibi görünse
de uygulamalar Pentagon tarafindan yapiliyordu. Elde edilen bilgiler ise SALT
pazarliklarinda kullaniliyordu. Bu toplantilarin Soguk Savasin sicaga dönüsmesi
olasiligini zayiflattigi iddia edilebilirdi ama ne Washington ne de Moskova,
kafaya koyduklari bir silahlanma programini uygulamaktan geri durdu. Her iki
tarafin da stratejik silahlari dünyayi yüz kere yerle bir etmeye yeter de
artardi bile. Sonunda ABD, silâhlanmanin kontrol altina alinmasi fikrinden
vazgeçti.
Ancak
bir türlü sonuç alinamayan toplantilarin dügümü Agustos 1988’de Sovyet ve
Amerikan Savunma Bakanlarinin hazir bulundugu bir konferansta çözüldü. Sovyet
generallerinden biri ABD Savunma Bakanina
“Nasil oluyor da askeri olanaklarimiz hakkinda bu kadar çok sey
biliyorsunuz?” diye sordu. Bakan “Sizi uydulardan izliyoruz. Savunma bütçeniz
kamuya açik olsa bu kadar masraf ve zahmete girmezdik” yanitini verince salonda
bir kahkaha koptu. Bakan mihmandarina sözlerine neden bu kadar çok gülündügünü
sordugunda yanit su oldu: “Cevabinizla sistemi tam kalbinden, yâni gizlilik
unsurundan vurdunuz!” Her iki tarafin
askeri yetkilileri arasindaki yüz yüze görüsmeler sayesinde Ruslar ilk olarak
Amerikalilarin maksadinin kendilerini öldürmek olmadigini anladi. Ikincisi
nükleer silah gücü açisindan en az Amerikalilar kadar güçlüydüler ama bu hiçbir seyi degistirmezdi
çünkü diger her seyde çok geriydiler. Gizlilik ve yalan üzerine insa edilmis
kapali toplumlar, açik bir toplumu asla yenilgiye ugratamazdi. Oyunun sonuna
geldiklerini anlamislardi ama bu gerçegi bir türlü anlayamayan CIA idi.
CIA
her seye ragmen, o yil, üç basariya imza atti. Ilki, Tayvan’in Nükleer
Arastirmalar Enstitüsü direktör yardimcisi Albay Chang’in ABD’ye ilticasinin
ardinda gerçeklesti. Albay 20 yildir gizlice CIA’ya istihbarat sagliyordu.
Uluslararasi uzmanlardan yardim alan Enstitü, Amerikan plütonyumunu ve Güney
Afrika uranyumunu kullaniyordu. Tesis görünüste barisçil amaçlara hizmet
ediyordu ama ülkenin liderlerince bünyesine yerlestirilen bir ekip, nükleer
silâh gelistirme pesindeydi. Bu silahin da tek bir hedefi olabilirdi: Çin Halk
Cumhuriyeti. Albay haberi CIA’ya uçurduktan sonra ABD ele geçirdigi kanitlar
sayesinde Tayvan hükümetine baski yaparak girisimlerinden vazgeçirdi. 20 yildir
ABD’nin ekmegini yemis bir ajan, sonunda bir is basarmis ve kitle imha silahlarinin
yayilmasini önlemek adina CIA’ya önemli bir basari kazandirmisti.
Ikinci
önemli basari, yillardan beri Batililara kan kusturan, dünyanin her yerinde
terör eylemleri gerçeklestirip cinayet isleyen, uçak kaçiran Ebu Nidal örgütüne
karsi düzenlenen kusursuz komploydu. Operasyon, Carter’in 1987 Martinda Suriye
lideri Hafiz Esad’a Ebu Nidal ile ilgili bir istihbarat paketi sunmasiyla
basladi. Esad teröristleri sinir disi etti. Takip eden 2 yil boyunca FKÖ ile
Ürdün ve Israil istihbarat servislerinin yardimiyla CIA, Ebu Nidal’e karsi
psikolojik savas taktikleri uyguladi. Kendisine en yakin yardimcilarinin
aslinda birer hain olduklarina dair verilen yalan yanlis bilgiler üzerine Ebu
Nidal, en yakin adamlarini ve örgüt mensuplarindan bir kismini öldürterek örgütünü
ciddi biçimde sakatlamis oldu. Komplo, iki üyenin örgütü terk ederek
Lübnan’daki merkeze saldirip Ebu Nidal’in 80 adamini öldürmesiyle zirveye
ulasti. Terör örgütü paramparça oldu. Komployu yöneten Tom Twetten gizli
servisin sefligine terfi ettirildi.
Üçüncü
büyük basari,- en azindan o zaman öyle sanilmisti- Afganli isyancilarin
zaferiyle ilgiliydi. O dönemde CIA güdümündeki özgürlük savasçilarinin
mücadelesi sapir sapir dökülmekteydi. Teskilâtin destegi sona erince kontralar
ateskes ilan etmis Nikaragua’da kursunlarin yerine oy pusulalari almisti. Güney
Afrika’da gizli operasyonlar yerini diplomasiye birakmis, bölgeye Amerikan ve
Sovyet silahlarinin akisi durmustu.
Karsi
tarafin canini yakan yalnizca Afgan mücahitler kalmisti. Bir zaferin
sinyallerini veriyorlardi. CIA’nin Afganistan operasyonlari, yilda 700 milyon
dolar harcanan bir programa dönüsmüstü. Bu rakam gizli servis yurtdisi
operasyonlar bütçesinin %80’ine denkti. Stinger füzeleriyle donatilmis Afgan
mücahitler, Rus tank ve helikopterlerine büyük hasar vererek Sovyetlerin
imajini yerle bir ediyordu. CIA, Ruslara kendi Vietnamlarini yasatmayi
basarmisti.
******************
Sonunda
Sovyetler, Reagan yönetimi iktidardan ayrilir ayrilmaz Afganistan’dan tamamen
çekilecegini açikladi. CIA’nin askeri talimnameleri, Islamci militanlar,
Allahsiz isgalcileri Afganistan’dan kovduktan sonra ülkede neler olacagina dair
herhangi bir bilgi içermiyordu. Twetten’in ifadelerine göre savastan sonra
mücahitlerin ne olacagina iliskin herhangi bir plân bulunmuyordu; Afgan tipi bir
demokrasi olurdu herhalde ama fazla cazip olmayacagi belliydi.
Sovyet
isgali bitmisti ama CIA’nin Afganistan cihadi bitmemisti. ABD ve Pakistan’in
radikallere silah yardimini kesmesini ve mücahitlerin ilimlilastirilmasina
yönelik faaliyetlere girisilmesini öneren ABD’nin Pakistan Büyükelçisi
Oakley’in ifadesi söyleydi: “Maalesef CIA, Pakistanli meslektaslarini hizaya
sokmayi basaramadi ve bazi radikallere destek sürdü.” Bunlarin basinda CIA’dan
yüz milyonlarca dolarlik silah yardimi alip çogunu da zulalamis olan Gülbettin
Hikmetyar geliyordu. Bu silâhlari, tüm gücü eline geçirmek amaciyla Afgan
halkina dogrultmaya hazirlaniyordu.
Oakley’in
teskilâtla bir sorunu daha vardi, söyle anlatir: “Sovyetlerle savasanlarla,
afyon ticaretinden büyük paralar kazananlar ayni kisilerdi. Uçsuz bucaksiz
tarlalarindan elde ettikleri ürünle dünyanin tek ve en büyük eroin tedarikçisi
konumundaydilar. Galiba Pakistan istihbarati da isin içindeydi ama CIA düzeni
bozmamak adina olanlara müdahale etmiyordu.”
Webster,
Afgan asiret reislerine Washington’da verdigi davette, kolay yönetilebilir bir
toplulukla karsi karsiya olmadigini bir kez daha anladi. Davetliler arasindaki
Hikmetyar ile birkaç yil sonra Afganistan’da röportaj yaptigimda yeni bir Islam
toplumu yaratmaya ant içtigini söyledi. Bunun için bir milyon insanin cani
gerekiyorsa da fark etmezdi. Bu kitabin yayinlandigi sirada CIA’nin hâlâ izini
sürdügü Hikmetyar Afganistan’da Amerikan askerlerini ve müttefiklerini
öldürmeyi sürdürdü.
Son
Sovyet askeri Afganistan’i 15 Subat 1989 tarihinde terk etti ama CIA silâhlari
bu ülkeye akmaya devam etti. Oakley, isin sonucunu öngöremediklerini açikça
ifade etmisti. Aradan bir yil geçmeden bölgesel merkezlerde uzun beyaz
entarileriyle boy göstermeye baslayan Suudiler, Afgan köylerini perisan etti.
Kendilerini emir olarak tanitip rüsvetle asiret reislerinin sadakatini satin
aldilar. Minik imparatorluklar kurdular. Bunlar yakinda El Kaide adini alacak
yeni bir dünya gücünün öncüleriydi. Webster bunun hakkinda sonradan sunu
söylemistir: “Gerçegi göremedik, ipin ucunu saldik ve ayrilip gittik. Öyle
yapmamaliydik.”
“Duvar
Yikilinca Ne Yapacagiz?”
1989’un
basinda George H.W. Bush Baskanlik koltuguna oturdu. CIA mensuplari, ilk kez
teskilâti anlayan, kendi içlerinden çikan birinin devletin en üst mevkiine
gelmesine çok sevinmisti. Bush’un Webster’a saygisi vardi ama onun, örgütün
saygisini kazanamadigini biliyordu. Direktörü kendini kapattigi çevreden
çikarmaya niyetliydi. Bush,
profesyonellerden günlük raporlar
almaya basladi. Peru
veya Polonya’da bir
seyler oluyorsa raporu dogrudan
o bölgenin istasyon sefinden istedi. Örgüte olan inanci neredeyse dini
inançlari düzeyindeydi. Fakat bu inanci Panama olaylarinda ciddi bir sinav geçirdi.
Bush,
1988 seçim kampanyasi sirasinda Panama diktatörü General Noriega ile hiç
karsilasmadigini söylemisti oysa birlikte görüntülendigi fotograflar aksini
gösteriyordu. Noriega yillardir CIA’dan maas almaktaydi. General Florida
mahkemelerinde bir kokain çetesinin kilit adami olarak suçlanmis ama ABD ile
adeta alay edercesine iktidarini sürdürmüstü. Adamin bir katil oldugu, buna
karsin uzun zamandir CIA ile dostlugunu sürdürdügü kamuoyuna yansiyinca
teskilât fena halde çikmaza girdi. Reagan, suçlamadan sonra diktatörün
devrilmesi konusunda iki kez talimat vermesine karsin, Noriega koltugunda
oturmayi sürdürdü. Bush, iktidara gelir gelmez Noriega’nin görevden
uzaklastirilmasi talimatini yineledi ama CIA ayak sürmeye devam etti.
Noriega’nin teskilâttaki arkadaslari, onun Amerikan mahkemeleri önünde yeminli
ifade vermesini istemiyordu nedense.
Baskan
Bush’un emriyle, Noriega muhalifi bir parti 10 milyon dolarlik bir yardimla
Mayis 1989 seçimlerinde desteklendi ama General, CIA’nin dördüncü devirme
denemesini de basariyla atlatti. Besinci girisim için emir verildi, bu sefer
darbe paramiliter gruplarla da desteklenecekti. Bölgedeki ajanlar, bunun bir
ise yaramayacagi, kapsamli bir askeri isgal yapilmadan Noriega’nin
devrilmesinin mümkün olmadigini savundu. Bir türlü basarili olunmamasi,
Webster’in Bush nezdindeki itibarini çok zayiflatti. Baskan, Panama konusunu
CIA’ya olan güvensizligi her geçen gün artan Savunma Bakani Dick Cheney’e
havale etti.
1989’un
sonunda Panama’ya Saygon’un düsüsünden sonraki en genis kapsamli ABD askeri
operasyonu düzenlendi. Panama City’nin varoslari akilli bombalarla yerle bir
edildi, çarpisarak ilerleyen özel kuvvetler sehir merkezine girdi. Operasyon
sirasinda yüzlerce masum sivil Panama’li ile 23 Amerikali öldü ama iki haftalik
operasyonun sonunda Noriega tutuklanip zincirlenerek Miami’ye getirildi.
Mahkeme
sürecinde CIA’dan Don Winters, Noriega lehine ifade verdi. ABD, teskilât ve
ordu eliyle diktatöre en az 320 bin dolarlik ödeme yapmisti. Panama lideri ABD
ile Fidel Castro arasindaki iletisimi sagliyordu. Orta Amerika’daki savas
sürecinde ABD’nin sadik bir müttefikiydi. Hatta sürgündeki Iran Sahi’na bile
bir süreligine ülkesinde koruma saglamisti. Bu ifadeler, Noriega’ya verilen
cezayi 10 yil kadar hafifletti ama diktatör yine de uyusturucu ticareti, haraç
ve santaj gibi suçlardan hüküm giydi.
****************
1990’da
ise baska bir diktatör, ABD’ye meydan okudu: Saddam Hüseyin. 8 yil süren
Iran-Irak Savasi sirasinda Bush, özel temsilcisi olarak Rumsfeld’i Bagdat’a
göndererek Saddam’a dostluk eli uzatti. Teskilât savas sirasinda Irak’a
istihbarat destegi saglamis, ABD hükümeti de yüksek teknoloji transferine izin
veren ihracat lisansi vermisti. Sonrasinda Saddam bu teknolojiyi kendi kitle
imha silahlarini üretmek amaciyla kullanmisti. Bu yardimlarin nedeni CIA’nin
sagladigi saptirilmis istihbaratti. Iran’in gücünü abartan teskilât, Saddam’a
ise iki iblisten daha az kötü olani gözüyle bakmisti. CIA, Bagdat’i teröre
destek veren ülkeler listesinden çikarmis, yönetime de Arap-Israil baris
sürecini destekledigini ileri sürerek Saddam hakkinda olumlu raporlar vermisti.
Sonuçta, o da bir istihbarat unsuru oldugundan isbirligi yapilabilirdi...
Irak’a
yapilan yatirimlardan pek az geri dönüs oldu. Polis devletinin içine sizilip
ise yarar bilgi temin edilemiyordu. Irak hakkindaki istihbaratin çogu, CIA
ajani olarak çalisan orta rütbeli Iranli subaylardan geliyordu. Ancak bunlarin tamami (40 kisi) bir
teskilât görevlisinin dikkatsizligi yüzünden açiga çikinca iskenceyle
öldürüldü. Artik ne Iran’dan, ne de Irak’tan bilgi geliyordu.
1990
baharinda Saddam’in ordulari gene hareketlendi. CIA’nin analistleri ise, Irak
ordusunun savas yorgunu oldugunu, yeni bir askerî operasyona girisemeyecegini
söylüyordu. Uzaydan çekilen fotograflarda onbinlerce askerden olusan Irak
birliklerinin Kuveyt sinirina yigildigini gören CIA bunu pek önemsemedi. Irak
belki civardaki birkaç petrol sahasini
ele geçirebilirdi ama
kapsamli bir isgal
harekati söz konusu
olamazdi. Bush, Misir Baskanini,
Suudi Arabistan Kralini telefonla aradiginda kendisine Irak’in asla bir isgale
girismeyecegi söylendi. Kral Hüseyin, Saddam’in selamini bile iletti. Bu görüsmelerden
saatler sonra, Bush huzur içinde uyurken, Irak 140 bin kisilik ordusuyla
Kuveyt’e girdi.
Takip
eden 2 ay boyunca CIA, her zaman yaptigini tekrarladi. O güne kadar hafife
aldigi gelismeler, tahminlerinin tersine
dönünce bu defa eskiden söylediklerinin tam aksi yönde abartili raporlar
düzenlemeye basladi. Saddam, Suudi Arabistan’a da saldiracakti, Irak’in
kimyasal baslikli füzeleri vardi ve her an bunlari kullanabilirdi. Halbuki daha
önceki raporlarda Irak’in kesinlikle bunlara sahip olmadigini belirtilmisti.
Neticede Saddam ne Suudi Arabistan’a kara saldirisinda bulundu ne de Körfez
Savasi sirasinda kimyasal silahlara basvurdu ama bir gün Riyad ve Tel Aviv’e Scud füzeleri düsmeye basladiginda
Washington’u bir korku aldi.
ABD’nin,
17 Ocak 1991 tarihinde, yedi hafta sürecek Irak hava bombardimanini
baslatmasindan önce Pentagon CIA’den Irak’ta vurulacak hedefleri belirlemesini
istemisti. Belirlenen birçok hedef arasinda askeri bir yeralti siginagi da
bulunuyordu. Bombalanan bu siginak sivil kullanim amaçli çikti, içerde yüzlerce
kadin ve çocuk öldü. CIA’den bir daha hedef belirlemesi istenmedi.
Daha
sonra CIA ile Çöl firtinasi harekati komutani General Norman Schwarzkopf
arasinda siddetli bir tartisma çikti. Konu düsmana verdirilen zararin
boyutlariyla ilgiliydi. Komutan, Irak askeri kapasitesinin iyice hirpalandigi
yolunda Baskani ve Amerikan halkini rahatlatici bilgiler veriyordu. CIA ise
Pentagon’u verilen zarari abartmakla suçluyordu ki hakliydi ancak komutanla
ters düsmesi yüzünden bundan böyle zarar degerlendirme raporlari vermesi
yasaklandi. Kongre teskilâta, Amerikan ordusuna daha itaatkâr olmasi talimatini
verdi. O güne kadar sadece sivillere hesap veren CIA bundan sonra böyle
üniformalilara verecekti.
Savas
Irak’in yenilgisi ve CIA’nin itibar kaybiyla sonuçlandi ama Saddam hala
iktidardaydi. Bush Irak halkina Saddam’i devirme çagrisi yapti. Güneydeki
Siilerle Kuzeydeki Kürtler çagriya uydular ama Saddam’in güçleri tarafindan
büyük bir kiyima ugradilar. Binlerce Sii ve Kürt acimasizca öldürüldü,
binlercesi sürgün edildi. CIA sürgündeki liderlerle isbirligine giriserek
Saddam’i devirmek için sayisiz plan gelistirildi.
Savastan
sonra, BM tarafindan Irak’ta kimyasal, biyolojik ve nükleer silah bulunup
bulunmadiginin arastirilmasi için bir heyet gönderildi. Içinde CIA
mensuplarinin da bulundugu heyet Tarim Bakanligi’na yaptigi baskin sirasinda Saddam’in
Nükleer Silah Gelistirme müdürlügünü ortaya çikardi. Belgelerden Irak’in, 9-18
aylik süre içinde ilk nükleer silahini atesleyebilecek asamaya gelebilecegi
anlasildi. Ulusal Güvenlik Konseyi’nden R. Clarke’in ifadesiyle Irak’ta
bombalanabilecek her sey bombalanmisti ancak CIA muazzam bir nükleer silah
gelistirme merkezini atlamisti.
Bu
olay, 9 yil sonra bakanlik makamina gelecek olan Dick Cheney’in zihnine,
silinmeyecek bir biçimde su yargiyi kazimisti: Irak’in nükleer silahlara sahip
olmak istiyor. Bunu basarmasina da ramak kalmisti ama
CIA’in bundan haberi bile yoktu.
********************
1989
yilinin Ocak ayinda, dünya tarihinde yeni bir sayfa açilmakta oldugundan da
haberi yoktu CIA’nin (Ulusal Güvenlik Danisman Yardimcisi B. Gates’in sözleri).
Sovyet diktatörlügünün parçalanmaya basladigi saatlerde bile CIA hala SSCB’nin dokunulmaz kalacagini
saniyordu. Bush’un baskanliga gelmesinden 1 ay önceki 1 Aralik 1988 tarihli CIA
raporunda, Gorbaçov’un reform kampanyalarinin Sovyetlerin askeri politikasinda
herhangi bir degisiklige yol açmadigi yaziyordu. 6 gün sonra Gorbaçov BM
kürsüsünden asker sayisini yarim milyon azaltacagini açikladi. SSCB çökerken
CIA hala Sovyet ekonomisinin büyümekte oldugunu rapor ediyordu. Bush
yönetiminin en deneyimli Kremlin uzmani Mark Palmer, CIA’nin Sovyet resmi
açiklamalarini eksik sekilde raporluyordu. Bu bilgilerin yanlis oldugunu ülkeye
giden herhangi biri kolaylikla gözlemleyebilirdi. CIA, ezeli düsmaninin can
çekismekte oldugunu göremiyordu.
Teskilattan
hiç kimse, Almanya’nin yeni ABD Büyükelçisi Walters’in Mayis 89’da personeline
sordugu “Duvar yikilinca ne yapacagiz?” sorusuna cevap aramamisti.
Neredeyse 30 yildan beri Soguk Savas’in sembolü haline gelmis Berlin Duvari
Kasim 89’da çatlamaya basladiginda gizli servisin Sovyet birimi sefi Milt
Bearden bile olaylari hayretle CNN’den izliyordu. Bu yeni kurulmus firlama
haber ajansi CIA için gerçek bir bas belâsiydi. CIA, kriz yerinden canli yayin
yapan bu kanalla nasil basa çikabilirdi ki?
Moskova’dan
gelen bilgiler kesilmis, CIA’nin içerideki ajanlarinin tamami yakalanmisti.
CIA’nin yapabildigi tek sey Çek yazar Havel gibi Dogu Avrupa’nin yeni
liderlerinin istihbarat teskilatlarina egitim vermek ve Alman gizli servisi
Stasi’den çalinan dosyalara servet ödemekti. Ayni dosyalar kisa süre sonra
Stasi bürolarini yagmalayan halk tarafindan sokaklara saçilacakti.
Sovyetleri
kaybetmek CIA’nin yüregini burktu. Düsmani olmadan nasil yasayacakti? Bearden’a
göre CIA bir kurum degil, kendine özgü gizemli bir misyondu. Isin içinden
Sovyet unsur çikarildiginda geriye bir sey kalmiyordu. Bir tarihi, bir
kahramani yoktu, basari madalyalari bile gizliydi, simdi de misyonu
kaybedilmisti, bitmislerdi! Motivasyonunu kaybeden CIA ajanlari birer birer
teskilâttan ayrildilar. Somali’de, Balkanlar’da, surda burda çikan olaylarla
ilgili olarak Beyaz Saray CIA’dan bölgeye adam göndermesini emrettiginde
“Elemanimiz yok” cevabiyla karsilasmaya basladi.
********************
Mayis
1991’de Baskan Bush, CIA direktörlügüne Bob Gates’i getirdi. Gates’in CIA’nin
gelecegine iliskin Kongre’ye yaptigi
sunumlar, teskilatin aldatma kültürüne dayali geçmisine dönük hesaplasmalar
biçimindeydi. Teskilâtin Sovyetlerle ile ilgili yanlis degerlendirmeleriyse
CIA’nin varlik gerekçesinin yeniden ele alinmasini gündeme getirdi.
Gates
Washington’da dayak yercesine hirpalanirken, CIA yurtdisi gelismeler nedeniyle
bas döndürücü anlar yasamaktaydi. Agustos ‘91’de Gorbaçov’a yapilan darbe
girisimi fiyaskoyla sonuçlandiktan sonra Sovyetlerin düsüsü hizlandi. Hayâl
bile edilemez ama CIA ajanlari bu haberleri Washington’a, Moskova’daki Sovyet
Istihbarat bürosuna oturmuslar oradan geçiyorlardi. Casus uydular, dinleme
istasyonlari vasitasiyla elde edilen onca askerî bilgi anlamini yitirmisti.
Disarida yeni bir dünya vardi artik. Gates’in ifadesine göre “CIA ya bu
degisime ayak uyduracakti ya da ölecekti”.
SSCB
gibi CIA’nin da bir devrime ihtiyaci vardi. Bush, Gates ile görüstükten sonra
bakanlarina CIA’den beklentilerini sordu. Bunu Soguk Savas sirasinda ne
herhangi bir baskan ne de bir direktörlerden biri sormustu. Bundan böyle
CIA’nin amaci ne olmaliydi? Dünyadaki menfur tiplerin pesine düsmek mi,
yükselen piyasalara odaklanmak mi? Terörizm mi yoksa teknoloji mi daha büyük
bir tehdit unsuruydu? Gates üzerinde aylarca çalisip bir yapilacaklar listesi
hazirladi. Iklim degisikliginden, siber suçlara uzanan 176 maddelik listeyi
Nisan ‘92’de Kongre’ye sundu. Listenin basinda nükleer, kimyasal ve biyolojik
silâhlar konusu vardi. Arkasindan uyusturucu, terör, dünya ticareti ve
teknoloji vardi. Fakat hepsinin toplami, bir Sovyet meselesi kadar agirlik arz
etmiyordu.
Bush
ve Gates CIA’nin küçük ama daha akilli biçimde yeniden yapilandirilmasina
odaklandi. Takip eden 6 yil boyunca CIA bütçesi giderek daraltildi. Bundan en
çok analiz birimi etkilendi çünkü stajyerlerle ciddi analizler yapilamiyordu.
Bu bütçe kisitlamalari her ne kadar liberallere mal edilse de Soguk Savas
sonrasinda askeri bütçe kesintilerinin egitim, saglik ve ekonomiye kaydirilmasi
aslinda zamanin ruhunu yansitmaktaydi.
Ne
var ki tipki II. Dünya Savasi sonrasinda oldugu gibi, bu baris ortami da
geldigi gibi hizla geçecege benziyordu. Eski CIA direktörlerinden Helms, “II.
Dünya Savasi’nda hedef Allah’in cezasi Nazileri tepelemekti. Soguk Savas
sirasindaki motivasyonumuz ise Allah’in cezasi Ruslari tepelemek oldu. Soguk
Savas bittigine göre geriye ne kaldi?
Hangi güdü insanlarin kendini bu ise adamasini saglayabilir?”. Gates bu tür
sorularin cevabini bulmak için çok çabaladi ama tasarladiklarini
gerçeklestirmeye vakit bulamadan, ideallerini bir kenara koyarak göreve
getirilisinin onuncu ayinda Amerika’nin yeni baskani olacak kisiye brifing
vermek üzere Little Rock’un yolunu tuttu.
*******************
BÖLÜM
VI
“Hesaplasma”
Clinton ve George W. Bush Yönetimleri Altinda
CIA 1993 - 2007
“Elimizde
Hiçbir Bilgi Yoktu.”
Yasi
CIA’den küçük olan 1946 dogumlu Clinton’in kisiligini olusturan yapitaslarinda,
Vietnam direnisçiligi ve mecburi askerlik aleyhtarligi bulunuyordu. Politika
hayatina Arkansas Eyaleti’nde baslayip, ABD baskanligina ekonomiyi canlandirma
vaadiyle geldi. Dis politika konulari gündeminin üst siralarinda degildi. Soguk
Savas sonrasi Amerikan stratejik çikarlari üzerine derinlemesine fikirlere de
sahip degildi. Yönetiminin sekizinci ayinda yeni dis politika hedefleri
açiklandi: Dünyadaki serbest piyasa sayisinin arttirilmasi. Bu bir politikadan
ziyade is planina benziyordu. Clinton’a göre serbest ticaret, özgürlükle es
anlamliydi. Sanki disariya ne kadar çok Amerikan mali satilirsa, Amerikan
degerleri de o ölçüde yayginlasacakti.
Clinton,
merkezi istihbaratin basina Nixon döneminde Ulusal Güvenlik Konseyinde görev
yapmis J. Woolsey Jr.’i getirdi. Sinirli bir yapiya sahip olan Woolsey, Carter
döneminde Denizcilik müstesarligi yapmis, SALT pazarliklarinda da yer almisti.
Onun ifadesiyle ABD, 45 yil mücadele ettigi ejderhayi sonunda öldürmüs ama
simdi de kendini zehirli yilanlarla dolu bir ormanda bulmustu. Bu, II. Dünya
Savasindan sonra ABD istihbaratiyla ilgili yapilmis en yalin tespitti.
Görevdeki 2 yili boyunca Baskanla sadece 2 kere görüstügünden yillar sonra
“Baskanla iliskim kötü degildi, yoktu sadece...,” diyecekti.
Clinton
her ne kadar tavirlariyla CIA’yi görmezden geliyormus gibi yapiyorsa da
sorunlari çözmek için ilk iki yilinda onlarca gizli servis operasyonuna onay
verdi. Bu operasyonlardan bekledigi hizda sonuç alamayinca da çareyi, kendisini
asker kaçagi olarak gören komutanlara dönmekte buldu ama bunun sonuçlari berbat
oldu.
*************
En
zorlu savas Soguk Savas’in bir yan ürünü olan Somali’de verildi. Birbiriyle
çatisan kabilelerden biri Sovyetlerden digeri de ABD’den silah destegi
aliyordu. Ülke, dev bir cephanelige dönmüstü. Yarim milyon insan açliktan
ölmüstü ve günde 10 bin kisi de ölmeye devam ediyordu. Bush döneminin sonlarina
dogru (Kasim’92) insani amaçlarla Somali’ye askerî müdahale karari alindi. Aç
insanlari kurtarma gayreti, Somali’nin önde gelen savas agasi General Muhammed
Farah Aided ile girisilen bir çatismaya dönüstü.
Clinton
1993 basinda yönetimi devraldiginda Savuna Bakanligi dosyalarinda Somali
hakkinda hiçbir bilgi yoktu. Bush yönetimi ülkedeki ABD elçiligini kapatmis,
CIA ise 2 yil önce Somali’den elini ayagini çekmisti. Yeni yönetimde Savunma
Politikalari Müstesari olarak atanan ve ayni zamanda CIA gizli servisinin
kurucusu F. Wisner’in oglu olan F.G. Wisner Jr. durumu söyle özetliyordu: “Elimizde
hiçbir bilgi yok, olaylarin dinamigini anlayamiyoruz.”
Somali’ye
gönderilen özel Amerikan komando birliginin karargahi Mogadisu’da terk edilmis
ve yagmalanmis ABD elçilik binasiydi. Aided’in pesine düsen birligin girdigi
çatismalarda 18 Amerikan askeri ve 1200 Somalili öldü. Operasyonun ardindan
yapilan degerlendirmede Amiral Crowe raporunda sunlari söylemisti: “Somali’deki
istihbarat basarisizligi Ulusal
Güvenlik Konseyi’ne aynen
yansimistir. Konsey teskilâttan
aldigi bilgilere dayanarak
karar alacagina, karar alma isini de teskilata birakmistir. Zaten Baskan da
istihbaratla fazla ilgili degildi.” Bu gelismeler sonucunda, Beyaz Saray ile
CIA’nin arasindaki uçurum daha da derinlesti.
*************
1993
baslarinda terörizm, teskilattaki yetkililerinin bir çogunun önceligi degildi.
1992 yilinda, CIA’nin Terörle Mücadele Biriminin kapatilmasi dahi konusuluyordu.
Durum sakindi. Insanlar belki de olaylarin kendiliginden çözülüp yatistigini
saniyordu.
25
Ocak 1993 sabahi, Clinton’un baskanligi devralmasindan bes gün sonra, genç bir
Pakistanli, Washington’daki CIA karargâhina yakin bir kavsaktaki kirmizi isiklarda
bekleyen arabalari agir makineli silahla tarayarak 3 CIA görevlisini yaralayip,
2’sini öldürdü. Hersey iki dakikada olup bitmisti. Pakistanli katliamdan sonra
gazladi gitti. Baskan Clinton, yaralilara ve ölülere saygisini göstermek için
CIA’ya gitme zahmetine katlanmadi. Karisini gönderdi. Bu tutum, CIA Genel
Merkezinde büyük kizginliga neden oldu. Bu duyarsizligi telafi etmek için olsa
gerek Tiflis’te bir cinayete kurban giden CIA istasyon sef yardimcisinin
cenazesini almak üzere Woolsey, ta Gürcistan’a kadar bizzat gitti.
CIA
nizamiyesinde meydana gelen bu katliamdan bir ay sonra, 26 Subat 1993 tarihinde
DTÖ merkezinin yeralti otoparkinda patlayan bomba, 6 kisinin ölümüne, 1000’den
fazlasinin yaralanmasina neden oldu. Basta Balkan ayrilikçilarina mal edilen
olayin sorumlusunun Brooklyn’de yasayan Kör Imam lakapli Misirli Seyh Ömer
Abdurrahman’in müritleri oldugu anlasildi. Bu isim CIA genel merkezini alarma
geçirdi çünkü Afganistan’daki Sovyet isgali sirasinda binlerce Arap savasçiyi
ülkeye o göndermisti. Misir Baskani Enver Sedat suikastinin sorumlusu olarak
1981’de yargilanip beraat etse de Misir’da 5 yil ev hapsinde tutulmustu.
Serbest kaldiginda ABD’ye gitmeye çalisti ve 1990 yilinda bunu basardi.
Binlerce Amerikaliyi öldürmeye odakli bir olusumun da ruhani lideri oldugu
anlasilan bu isyanci nasil olup da ABD’ye girebilmisti? Kisa süre sonra Imamin
vizesinin CIA yetkililerince Sudan’da verildigi açiklandi. Teskilât, adamin bir
vize almak için bölgede dolanip durdugundan haberdardi. Bunun bir hata oldugu
söylense de gerçek suydu: Imam 7 kez vize basvurusu yapmis, inceleme sonucunda
bunlardan 6’sina olumlu cevap verilmisti.
14
Nisan 1993’te G.H.W. Bush Körfez savasinin zafer yildönümü nedeniyle Kuveyt’e
resmi bir ziyarette bulundugunda yanindaki heyette resmi görevliler disinda esi
ve iki oglu da vardi. Bu seyahat sirasinda Kuveyt gizli polisi, Bush’a suikast
hazirligi suçlamasiyla araçlarinda 100 kg. patlayici bulunan 17 kisiyi
tutukladi. Yakalananlar iskence altinda azmettiricinin Irak istihbarati oldugunu
itiraf etti. CIA da arastirmalari sonucunda olayin Saddam tarafindan
tertiplendigi kanaatine vardi.
Clinton,
bu olaydan sonra uzun süre nasil bir karsilik verecegini tartti. 26 Haziran
günü sabaha dogru Irak istihbaratinin bulundugu bina ve çevresine 23 adet
Tomahawk füzesi firlatildi. Füzelerden en az biri civardaki apartmanlara isabet
etti ve pek çok siville ünlü bir Irakli sanatçinin ölümüne yol açti. Genel
Kurmay Baskani Colin Powell, saldirinin Baskan Bush’a suikast girisimine
karsilik olarak yapildigini açikladi. Bu ‘karsilik’ lafina bozulan CIA
direktörü Woolsey, yillar sonra kizginligini söyle dile getirecekti: “Saddam,
Bush’u öldürmeye tesebbüs ediyor, Clinton buna karsilik vermek adina sabahin
köründe bombos bir binaya birkaç füze sallayip temizlikçilerle gece bekçilerini
vuruyor. Çok etkili bir karsilik dogrusu...Zaten kisa bir süre sonra da
Mogadisu’da helikopterlerimizi düsürdüler, biz de tipki yillar önce Beyrut’ta
yaptigimiz gibi isin arkasini kovalamadan, meydani öylece birakip gittik.”
Mogadisu
sokaklarinda sürüklenen Amerikan komandolarinin görüntüleri halkin zihninde
canliligini korumaktayken Clinton Haiti’nin
seçilmis solcu baskanina koltugunu geri kazandirmanin pesindeydi. Bertrand
Aristide’in Haiti halkinin gerçek temsilcisi olduguna içtenlikle inaniyor ve
adaletin yerine gelmesini istiyordu. Ne var ki bunun olabilmesi için Aristide’yi
deviren askeri cuntanin
görevden uzaklastirilmasi gerekliydi.
Oysa cunta mensuplari
uzun yillardir
CIA’nin bagladigi maasa karsilik ajanlik yapiyordu. Bu Beyaz Saray için tatsiz
bir sürprizdi. Tipki cuntacilarin istihbarat adina dise dokunur bir sey
yapmadiklarini, üstelik Kolombiya menseili kokainin satis ve dagitim isine
bulastiklarinin açiga çikmasi gibi. Simdi CIA, kendi ajanlarindan olusan bir
yönetimi devirmek gibi bir açmazdaydi. Bu olay, CIA ile Clinton’u kasi kasiya
getirdi.
Haiti
konusunda CIA ile ters düsmek, bir türlü bir dis politika çizgisi tutturamamak
ve Somali’de alinan agir darbe, Baskani çok sinirlendirdi. Bu onu bir
süreligine üçüncü dünya maceralarindan uzak durmaya itti. Ne var ki, Amerikan
askerleri ve casuslari insanî amaçlarla gidip de hem ölmek hem öldürmek zorunda
kaldiklari Afrika Boynuzunu terk ederken Ruanda’dan gelen yeni bir kriz
haberiyle göreve çagrildilar. Birbirlerinin girtlagina sarilmis iki kabilenin
savasinda yüzlerce insan ölmekteydi.
CIA,
Ruanda’da yarim milyon insanin hayatini kaybedebilecegi konusunda yönetimi
uyarmasina ragmen, olaylar zivanasindan çikincaya kadar fazla ilgilenen olmadi.
Clinton yönetimi, çektikleri azap TV yoluyla dünyaya fazla yansimayan uluslarin
sorunlarina fazla bulasmak istemiyordu. Bu yüzden girisilen tek tarafli
katliam, soykirim olarak tanimlanmadi. Somali, Sudan ve Afganistan gibi uzak
cografyalarda bulunan ve yikilip gitmeleri ABD’yi dogrudan ilgilendirmeyecek
ülkelerle fazla ilgilenmemek Baskanin tercihi oldu.
************
Woolsey
hangi çatismaya el attiysa hepsini kaybetti. Direktörün CIA bütçesini ve gücünü
eski haline asla getiremeyecegini anlayan Soguk Savas deneyimine sahip eski
kadro, emekliligin yolunu tuttu. Hiyerarsinin basamaklarini tirmanmakta olan
30-40’li yaslardaki yetenekli uzmanlar da iyi bir gelecek göremedikleri için
teskilati terk etmeye basladilar. Genç mezunlari cezbetmekse her yil biraz daha
zorlasiyordu. CIA’nin operasyon ve beyin gücü hizla zayiflamaktaydi.
Uygulamalariyla hastalari daha da hasta eden büyüksehir hastaneleri gibi, CIA
de günlük operasyonlarinda hata üzerine hata yapar hale gelmisti.
Problemler
hizla halledilemeyecek kadar karmasikti. CIA, küçücük bir parça yüzünden
infilak edebilecek kompleks donanimlara sahip uzay mekiklerine benzemeye
baslamisti. Parçalanmayi durdurabilecek tek kisi ABD Baskani olabilirdi ama
Clinton’un CIA’nin ne oldugunu anlamaya pek vakti yoktu. Bu konudaki
yetkilerini istihbarattan sorumlu Ulusal Güvenlik Konseyi üyeligine getirdigi
George Tenet’e devretti.
Queens
mahallesinde hamburgercilik yapan Yunanli bir mültecinin oglu olan Tenet,
müthis hirsli, çaliskan, patronlarina sadik, girisken ve sosyal bir kisilikti.
Kendisine CIA’yi degistirmek için ne yapilmasi gerektigi soruldugunda “Havaya
uçurulmali,” demisti. Tabii yaratici bir biçimde istimlâk edip temelden
girerek yeni bastan insa etmek
anlaminda...
“Tanri
Askina, Biz Bunu Niye Bilemedik!”
CIA’nin
genel müfettisi Fred Hitz’in isi kendi ifadesiyle, bitmis bir çarpismanin
ardindan savas meydanina girmek, toz
duman dagildiktan sonra can çekisen yaralilari öldürmektir. Kurum içi
teftislerinin titiz ve acimasiz olmasiyla ünlüdür. Kaderin cilvesi onu 1967’de
CIA’da staj yaptigi sirada sinif arkadasi olan Aldrich H. Ames ile karsi
karsiya getirdi. Tükenmis bir alkolik olan Ames eski bir Sovyet birimi
çalisaniydi. FBI dedektifleri 1994 yilinin Subat’inda, bir sabah Ames’i evinden
alarak kelepçeleyip götürdüler. Tutuklanmasindan sonra kendisini Alexandria
sehir hapishanesinde ziyaret ettim. 53 yaslarinda kir saçli bir adamdi ve 9
yila yakin bir süredir Sovyetler hesabina casusluk yapmisti. Ömür boyu hücre
hapsiyle cezalandirilmisti ama konusmak istiyordu.
Derdini
anlatacak kadar Rusça biliyor, ayik oldugu zamanlar okunakli raporlar
yazabiliyordu. Kurumdaki sicili, yeteneksizlik ve sarhosluk kayitlariyla dolu
oldugundan bir türlü terfi edememisti. 1985’te mesleki hayatinin zirvesine,
SSCB ve Dogu Avrupa Karsi Istihbarat Birimi Sefligi unvaniyla ulasmisti.
Tatminsiz ve alkolik oldugu bilinmesine ragmen teskilât ona demir perde
arkasinda casusluk yapan tüm Amerikan casuslarinin dosyalarina ulasma imkani
vermisti.
Ames,
o yil 50 bin dolar karsiliginda CIA hesabina çalisan 3 Sovyet vatandasinin
ismini Ruslara bildirdi. Bir iki ay sonra da bildigi tüm isimleri ve o
isimlerin takip ettigi isleri KGB’ye rapor edip ödül olarak 2 milyon dolari
cebine indirdi. Isimlerinin desifre olmasi nedeniyle SSCB içinde görev yapan
Amerikan ajanlari teker teker tutuklanarak infaz edildiler.
CIA,
bir seylerin Sovyet çalismalarini allak bullak ettiginin farkindaydi ama
gerçeklerle yüzlesmeye tam 7 yil sonra basladi. Teskilât kendini denetlemekten
acizdi. Ames de bunu biliyordu. Kendi ifadesiyle casuslukla ugrasmak maksadiyla
oradan oraya kosusturan 3-4 bin çalisani kontrol etmek mümkün degildi. Casusluk
servisleri küçük olmaliydi yoksa KGB’ye ya da CIA’ye dönerdi.
*******************
Ames’in
tutuklanmasinin ardindan ortaya çikan hasarin boyutlarini saptamak Hitz’in bir
yilini aldi. Hitz çalismalari sonunda, CIA’nin bizzat kendisinin de büyük bir
aldatmacanin parçasi haline geldigi kanaatine vardi.
Sovyet
askeri gücüne iliskin en gizli bilgileri içeren raporlarin tanziminden sorumlu
CIA yetkilileri, bu raporlarin 8 yildan beri (1986-1994) Sovyet istihbaratindan
kaynaklanan bazi saptirmalarla lekelendigini biliyordu. Teskilât, raporlarin
Moskova tarafindan manipüle edilmis bilgiler içerdigini bilmesine ragmen
bunlari Beyaz Saray’a sundu. Onca zamandir yanlis bilgilendirme yapildigi
açiklanacak olursa bu CIA için bu çok utanç verici bir sey olacagindan gerçegi
gizlediler. Bu yaniltici raporlar SSCB’de meydana gelen temel askeri ve siyasi
gelismelerin ABD tarafindan yanlis algilanmasina neden oldu. Bazisi Reagan,
Bush ve Clinton tarafindan bizzat okunan bu raporlar yüzünden ABD’nin
Moskova’da olan biteni anlama kabiliyeti azaldi ve okunanlardan yanlis
izlenimler edinildi. Hitz’in ifadesiyle tüm bu olaylar, Beyaz Saray ile CIA
arasindaki ‘kutsal güven’ duygusunun tamamen
yok olmasina sebep oldu; “… ve eger o duygu yoksa hiçbir istihbarat
servisi isini yapamaz.”
*************
Woolsey,
Ames olayinin teskilatin içindeki gafletin, suç niteligindeki ihmal boyutlarina
ulasmis oldugu gerçegini kabul etti ama bu ‘sistematik beceriksizlik’ nedeniyle
ne isini kaybeden, ne de rütbesi indirilen oldu. Olay, siyasetten, medyadan
kisaca her kesimden benzeri görülmemis bir tepkiyle karsilandi. Vakanin
münferit anormallikler olmayip teskilatin hepten çürümüs oldugunun bir
göstergesi oldugu kanaati yayginlasti. 30 Eylül 1994’te Kongre olusturdugu
komisyona CIA’yi 21. yüzyila hazirlayacak sekilde yeni bastan sekillendirilmesi
görevini verdi. Ames olayi, her nesilde bir kere gelen bir degisim firsati
yaratmisti.
Böylesine
bir degisim için Bakan’in da bir el vermesi gerekiyordu ama beklenen destek hiç
gelmedi. 17 komisyon üyesini seçmek 3
ay, gündemi belirlemek 4 ay sürdü. Ilk resmi toplantisini, kurulusundan 5 ay
sonra yapabilen Komisyonun çalismalari verimsiz geçiyor, olaylara odaklanilmasi
mümkün olamiyordu; ne 169 kisinin ölümüyle sonuçlanan 1995’teki Oklahoma
Hükümet Binasinin bombalanmasi olayina, ne Islâmi militanlarin bir düzine
Amerikan uçagini Pasifik üzerinde düsürme ve bir uçagin da CIA genel merkezine
çakma planlarinin ortaya çikarilmasi olaylarina... Komisyon, bir CIA
yetkilisinin havada terör yasanacagi ve ABD topraklarinin, kaçirilip
düsürülecek uçaklarin hedefi haline gelecegi yolundaki uyarisini da dikkate
almamisti. Koskoca CIA örgütünün, onca iletisim ortaminda Islâmcilarin
aralarindaki heyecanli konusmalari dinleyip anlayacak ölçüde Arapça bilen
sadece 3 eleman bulundurmasi da kimseyi rahatsiz etmiyordu. Kisacasi CIA’nin
çöküs sürecinde olduguna kimse aldirmiyor gibiydi. Ames olayi yüzünden CIA’nin
gelecegi, geçmisinin kurbani olma yolundaydi.
Hitz,
durumu söyle özetlemisti: “ABD Baskani ve Kongre ise bir an önce el koymazsa,
bizi kendimize getirecek olan olay gerçeklestiginde is isten geçmis olacak.
Pearl Harbour’un hepimizi uyandirmasi gibi, bir gün dünyanin herhangi bir
yerinde belki de ülkemizde feci bir olay yasandiginda gene uyanip ‘Tanri
askina biz bunu niye bilemedik?’ diye hayiflanacagiz.”
“Bas
belâsindan Baska Bir Sey Degil! ”
1994
sonunda çalisma arkadaslarina bir veda konusmasi yapan Woolsey, istifa
mektubunu da Beyaz Saray’a göndererek aceleyle Washington’dan ayrildi. Clinton,
CIA direktörlügünü Savunma Bakan Yardimcisi J.Deutch’a önerdi ama o da bu isi
Woolsey’den daha iyi yapabilecegini düsünmesi için ortada sebep göremedigi
gerekçesiyle kabul etmedi. “Birini bul o zaman” dedi Clinton. Deutch, emekli
bir hava generali olan Mike Carns ismini önerdi ama 6 haftalik bir
degerlendirme asamasindan sonra is suya düstü. Ibre gene Deutch’a döndü.
Amerikan istihbarati için siyaset bilimi konusunda kisa ve aci bir ders
basliyordu.
Deutch,
neredeyse 30 yildir Ulusal Güvenlik çevrelerinde bulunmustu ve daha hiçbir
direktörünün bir yandan Amerikan istihbaratinin basindayken bir yandan da CIA
yöneticiligi görevini birlikte yürütme basarisini gösterdigine tanik olmamisti.
Ilk önerildiginde bu zor isi reddetmesi bosuna degildi. Baskana daha kolay
ulasabilmek için (Casey örneginde oldugu gibi) kendisi için de kabinede bir
koltuk talep etti ve bu istek kabul edildi. Eger Baskan 1996 seçimlerinde
yeniden seçilirse Savunma Bakani olmayi umuyordu. Ama CIA’daki kargasanin bir
iki yil içinde tamir edilemeyeceginin de bilincindeydi.
CIA,
gerçek bir önderin bulunamayisinin sikintisini yasiyordu. Personelin morali
sifirdi ve Baskan günlük istihbaratini CNN’den almakla yetinir gibiydi.
Pentagon ile CIA arasindaki para ve güç kavgasi yillardan beri sürmekteydi. Ama
bir konuda mutabakat vardi. Ihtiyaçlar sinirsiz, bunlari karsilamak için
gerekli olan para ve personel son derece sinirliydi. Karsi istihbarat?
Kesinlikle daha fazla olmali, hele Ames tecrübesinden sonra. Askeri
operasyonlarin desteklenmesi? Çok önemli. Bireyler hakkinda istihbarat? Daha
fazla casus, daha anlamli analizler? Son derece hayati... Olanaklar? Kesinlikle
yetersiz...
Massachusettes
Institute of Technology’de dekanlik yapmis olan Deutch, fiziksel kimya alaninda
basarili bir bilim adamiydi. Kömürün basinç altinda nasil elmasa dönüstügünü
iyi bilirdi. CIA’ya da o tür bir baski kurma amaciyla yola koyuldu. Gizli
servisin kimyasini, kültürünü degistirmek amacindaydi. Ama nasil? Duayen
istihbaratçi Helms, kendisine, ekibine takimin bir parçasi oldugu duygusunu
asilamasini tavsiye etti. Helms bu tavsiyeyi bosuna vermiyordu. Deutch’un her
halinden gizli servisi tam bir basbelâsi olarak gördügü belliydi.
Gizli
servisin yöneticileri Deutch’a bir öncelik listesi sundu. Siralama söyleydi:
basibos nükleer silahlar, terörizm, Islâmi köktendincilik, askeri operasyonlara
destek, makro ekonomi, Iran, Irak, Kuzey Kore, Rusya ve Çin. Yeni direktör,
dünya çapindaki tüm CIA istasyonlarini kapsayan bir gezi yapti. Sorumlulari
dinledi, sorular sorarak durum degerlendirmesi yapti. Çalisanlari depresif ve
kendi sorunlarini dahi çözmeyecek bir ruh hali içinde buldu. Kendi ifadesiyle “gizli servisin
günlük islerini yürütmeye yetecek kadar dahi öz güvenleri kalmamisti.” Bu
güvensizlik bir çok biçimde kendini gösteriyordu; kâh yüze göze bulastirilan
operasyonlar, kâh muhakeme ve degerlendirme zafiyetleri...
13
Temmuz 1995’te dünya basini Sirplarin Bosna’da Müslümanlari katlettigi haberini
geçerken casus uydulardan bazi resimler
geldi. Görüntüler Srebrenitsa’da silahli kisilerin bir grup insani tehdit
altinda tuttugunu gösteriyordu. 3 hafta boyunca CIA’dan hiç kimse bu resimlere
bakmadi. Sirplarin sehri ele geçirebilecegini kimse düsünemedi. Kimse bir
katliami öngöremedi, BM’yi, STK’lari, insan haklari gruplarini, basini
umursamadi. CIA’nin bölgede raporlarini dogrulatacak bir personeli
bulunmuyordu. Teskilat sadece bölgedeki askerî operasyonlara destek vermeye
odaklanmisti, baska bir ise yarayacak ne zamani ne de personeli vardi. Yasanan
vahseti göremediler.
Basindaki
katliam haberlerinin üzerinden 2 hafta geçtikten sonra bölgeye bir U-2
gönderildi. Gelen resimlerde yeni kazilmis toplu mezarlar net biçimde
görülüyordu ama Hitler’in ölüm kamplarindan bu yana Avrupa’da gerçeklestirilen
en büyük sivil katliama iliskin ilk CIA raporlari Beyaz Saray’in dikkatine,
olayin üzerinden 3 hafta geçtikten sonra gelebildi. 8 bin insan öldürülmüs ve
CIA bunu atlamisti.
Bu
arada Avrupa’nin öbür ucunda, Paris’te bölge istasyon sefligi uluslararasi
ticaret konularinin pazarliklarinda kullanilmak üzere bazi Fransiz ticari
sirlarinin pesindeydi. Serbest ticaret kavramini bir Amerikan ds politika
ideali olarak yerlestirme amacini güden Beyaz Saray, CIA’dan durmadan iktisadi
istihbarat talebinde bulunuyordu. Paris istasyonu da Fransiz sinema
salonlarinda kaç tane Amerikan filmi oynatildigi gibi ABD ulusal güvenligini en
alt düzeyde bile ilgilendirmeyecek küçük sirlari ögrenme telâsindaydi. Fransiz
istihbarati karsi ataga geçerek CIA ajanini bir seks tuzagina düsürdü ve
girisimi ortaya çikardi. Paris Istasyon sefi Dick Holm, 4 mesai arkadasiyla
birlikte kamuoyu önünde küçük düsürülerek ülkeden sinir disi edildi. Gizli
serviste bir utanç daha yasanmisti.
*******************
Paris
fiyaskosu, gizli servisin Latin Amerika biriminde yasananlara oranla geçici ve
anlik bir kizginliktan ibaretti. Oradaki CIA gizli servis elemanlari Castro’ya
karsi verilen savasi yasamis, kendine has kültürü, kurallari olan bir ekipti.
Kosta Rika’da El Salvador’da, Peru, Venezuela ve Jamaika’da görev yapan
istasyon sefleri, 1987’den beri amirlerine yalan söylemek, mesai arkadaslarina
cinsel tacizde bulunmak, para çalmak, astlarini silahla tehdit gibi konularla suçlaniyordu. Muhasebe
kayitlari son derece özensizdi ve müdahale etmeleri gereken bir narkotik
operasyonu sonunda 1 tonluk uyusturucu sevkiyatinin Florida sokaklarinda
dagitimi her nasilsa önlenememisti. Baska hiçbir birimde olmamasina karsin, CIA
Latin Amerika biriminde suiistimal gerekçesiyle sik sik eleman kovuluyordu. Söz
konusu birimin bu denli izole olusunda, görev bölgelerindeki iç siyaset
sartlari da etkiliydi. Soguk Savas boyunca, bölgedeki CIA teskilati solcu
hareketlere karsi askeri rejimlerle siki fiki bir iliski içindeydi ve eski dostluklar
kolay kolay bozulamiyordu.
CIA
Genel Müfettisi Hitz: “Eli kana bulanmis askerî ve kamu yetkilileri ile
isbirligi yapilmamalidir,” diyor ama bu genellemeye su istisnayi ekliyordu;
“Eger o tür kisiler tarafindan saglanacak istihbarat, yasal ve çok önemli bir
amacin gerçeklestirilmesine yaramayacaksa... Böyle bir ihtimal mevcutsa deneme
göze alinabilir.”
Bu
sorun, Guatemalali bir albayin isledigi cinayetle kaynama noktasina geldi.
Albay, Amerikali bir avukat ve onun, eski bir gerilla olan Guatemalali esini
öldürmüstü. Katil albay, CIA’dan maas alan bir ajandi. Cinayetlerin ardindan
Bush yönetimi Guatemala’ya yapilan milyonlarca dolarlik askeri yardimi kesti
ama CIA, askerî istihbarat adina, el
altindan yardim etmeyi sürdürdü. Ülkedeki büyükelçiye cinayetin bir numarali
süphelisi olan albayin bir CIA ajani oldugu söylenmemisti. Guatemala’ya yeni
tayin edilen ABD Büyükelçisi Marilyn McAfee, teskilâta insan haklari ve adalet
söylemleri çekerken CIA, Guatemalali katili korumaya devam etti. Bayan Büyükelçinin
sözleri: “Istasyon sefi elinde bir istihbarat notuyla odama geldi. Guatemala
kaynaklarindan elde edilen bu bilgiye göre ben, Carol Murphy ismindeki
sekreterimle lezbiyen iliski içindeydim. Guatemala askeri istihbarati yatak
odama bir dinleme cihazi yerlestirerek Murphy’e söyledigim sevgi sözlerini
kaydetmisti.” CIA, bu istihbarati Washington’a rapor etmis, (Murphy memorandumu
diye bilinir) bu bilgi oradan her yana yayilmisti.
Büyükelçi
muhafazakar bir ailedendi ve iki çocuk annesiydi. Sekreteriyle yatip kalktigi
filan da yoktu. Murphy kanis cinsi küçük köpeginin ismiydi ve o sözcükleri de
köpegiyle oynarken söylemisti. CIA istasyonu kendi büyükelçisinden esirgedigi
dostlugu Guatemalali katillere gösteriyordu.
Bardagi
tasiran bu damladan sonra Deutch, tüm gizli servis elemanlarini bir kurum
içi degerlendirme toplantisina çagirdi.
Siyasi etikten bahsederek Guatemala’daki olay üzerinden gizli servise kapsamli
elestiriler getirdi, bazi isimlerle yollarini ayiracagini duyurdu ve
homurtularla, çekingen ama belirgin biçimde alayci gülüsmelerle lâf atmalarla
karsilasti. Bu toplanti direktörle gizli servis arasindaki geri dönüsü olmayan
ayrismanin açik bir isareti oldu. Direktörün CIA’daki kaderi belli olmustu.
************************
Deutch,
gizli servislerle ilgili sorunlari içeren dosyayi yardimcisi Tenet’e havale
etmeye karar verdi. 42 yasindaki bu çaliskan ve sadakatli adam olaya Deutch
gibi, çözülmesi gereken bir problem degil, basarilmasi gereken bir görev olarak
bakiyordu. Adamlarini topladi ve ulusun güvenligi adina basarisizligin söz
konusu edilemeyecegi 10-15 konu saptadilar. Listenin basina terörizm yerlesti.
1995
sonbaharinda, Sudan’dan Genel Merkeze, tehdit edici olasiliklar hakkinda
raporlar yagmaya basladi. Tehditler, istasyon personeline, Büyükelçilige ve
Clinton yönetiminin önemli bir mensubuna karsi düzenlenecek saldirilarla
ilgiliydi ve bilgilerin tümü tek bir yerel CIA ajani tarafindan veriliyordu.
Sudan
o günlerde, aralarinda Usame bin Ladin’in de bulundugu vatansiz teröristler
için uluslar arasi bir borsa gibiydi. Teskilât bu ismi ilk olarak 1980
sonlarinda Afgan mücahitlerini Sovyetlere karsi silahlandirirken, isyana destek
saglayan zengin Suudi Arabistanli olarak duymustu. Islâm düsmanlarina karsi
verilecek kutsal savasin finansman kaynagi olarak biliniyordu. Bütün dünya onun
ismini ögreninceye kadar CIA, Bin Ladin ve örgütüyle ilgili bölük pörçük
bilgileri bir araya getirip anlamli bir rapor olarak Beyaz Saray’a sunma
becerisini gösteremedi.
Bin
Ladin, 1991 Körfez Savasindan sonra Suudi Arabistan’daki Amerikan askerlerine
karsi eylem koymak için ülkesine döndü. Suudi hükümeti kendisini sinir disi
etti, o da Sudan’a yerlesti. CIA’nin Sudan’daki istasyon sefi, Çakal Carlos’un
yakalanmasinda önemli payi olan, deneyimli ajan Cofer Black isminde biriydi.
Bin Ladin’in Amerikan çikarlarini hedef alacagini hissetti ve münhasiran onu
izleyecek 12 kisilik bir ekip kurdu. Ne var ki CIA, tüm karsi uyarilara ragmen
1996 yilinin Subat ayinda Sudan ofisini kapatti ve Büyükelçilikle birlikte
Kenya’ya tasindi. Bundan kisa süre sonra Bin Ladin’in Afganistan’a geçtigi
ögrenildi. Özel ekipten Mike Scheuer bunu bir firsat olarak degerlendirdi zira
CIA, Pakistan’da sürgün olarak yasayan bazi Afgan asiretleriyle tekrar irtibat
kurmustu ve bunlardan, iki CIA ajaninin katilinden sorumlu kisinin yakalanmasi
için yardim aliyordu, belki bir gün Bin Ladin’in avlanmasi için de yardim
ederlerdi. Ama o gün bir türlü gelmedi çünkü CIA o aralar, hedefinde olan bir
baska kisiyle fazlasiyla mesguldü.
Gizli
Servisin Yakin Dogu Birimi Sefi Stephen Richter, iki yildan beri Saddam
Hüseyin’i devirecek bir darbenin plânlanmasina yardim ediyordu. Son bes yil
içinde gelen üçüncü devirme emrinin sahibi bu kez Baskan Clinton’du. CIA,
Ürdün’de Irak özel birliklerinin eski Komutani Shawani ile, Londra’da sürgünde
bulunan muhalif subaylarin lideri Alawi ile görüsmeler yürüttü, silâh ve para
destegi verdi. Ayrica, Kürtlerle olan eski ve
problemli bir gönül iliskisini yeniden tazeleyerek, vatansiz Kürt
asiretlerini bir araya topladi. Ancak ne yaptiysa bu bölünmüs güçleri ayni
hedefe karsi örgütleyip yönlendirmekte basari
saglayamadi.
Isyani
tesvik amaciyla Saddam’in yakin çevresindeki asker ve siyasetçilerin arasina
sizma girisiminde bulunuldu ama komplo Saddam’in casuslarinca ortaya çikarildi,
bir yigin insan tutuklandi. Aralarinda Shawani’nin ogullarinin da bulundugu en
az 80 kisi idam edildi. Kongre istihbarat komisyonu üyesi ve önde gelen bir CIA
analisti olan Mark Lowenthal söyle diyordu: “ Politika yapicilar ‘bir seyler
yapin’ deyip duruyorlar ama CIA’nin Saddam’la basa çikacak gücü olmadigini
göremiyorlar. Bunun temel sebebi de isbirligi yapilacak güvenilir bir Iraklinin
bulunamamasidir. Güvenilir diye bilinenler de politikacilarin isteklerini
yerine getirecek yetenekte degil.
Dolayisiyle bu operasyon basarilamaz. Ama teskilâttan, ‘Pardon Baskan,
istediginizi yapamayacagiz’ diyecek bir kisi çikmadi. Mecburen, daha basindan
girilmemesi gereken bir operasyona girisilmis olundu”.
*****************
Deutch,
Kongre’ye ve Baskan’a CIA’nin asla bu Saddam meselesini halledemiyecegini
söylediginde, sadece 17 ay süren direktörlügü de noktalanmis oldu. Kimsenin
imrenmedigi bu göreve Tony Lake önerildi ama bilhassa gizli servisin içinden
kaynaklanan muhalefet nedeniyle atama gerçeklesmedi. Mesaj açikti: Bize
disardan birini göndermeyin!
Zehirli kupa, geriye
kalan tek aday
George Tenet’e verildi.
Tenet zaten teskilâti
vekâleten yönetiyordu,
simdi, 6. yilda degisen 5. direktör olarak asaleten göreve atanmis oldu. Yeni
direktör misyonunun ne oldugunun bilincindeydi; CIA’yi kurtarmak.
Internetin
yayginlasmasiyla patlama yapan bilgi akisi nedeniyle sirlarin toplanmasi,
analiz edilmesi, CIA’nin zaten dumura ugramis yeteneklerini iyiden iyiye felç
etti. Gizli servis, basarilarin istisnaî, basarisizliklarin siradan oldugu bir
birim haline dönüsmüstü. Mansetlere yansiyan bir basarisizlik öyküsü, Harold J.
Nicholson ile ilgili olaniydi. Nicholson, gizli servisin Romanya ofisinde iki
yil seflik yaptiktan sonra egitmen olarak ‘Çiftlik’e atandi. Çiftlik, CIA
stajyerlerini egitildigi Virginia’daki okula verilen isimdi. Nicholson Rus
casusu çikti. 1994, 1995 ve 1996 yillarinda Çiftlikten mezun olanlarin hepsinin
ve ayrica CIA hesabina yurt disinda çalisan ajanlarin tüm kimlik bilgilerini
Ruslara satmisti. Yakalandi, yargilandi ve 23 yila mahkûm oldu ama verdigi
zarar büyük oldu. Çünkü onun egitmenlik dönemindeki üç yilda Çiftlikten mezun
olanlarin hiçbiri, isimleri desifre oldugu için asla yurt disi görevi alamayacaklardi.
19
Haziran 1997 tarihinde Kongre Istihbarat Komisyonunun yayinladigi bir rapor
CIA’nin kalan itibarini da yerle bir etti. Rapora göre CIA, “Dünyadaki siyasi,
askerî ve iktisadî gelismeleri izleyebilecek derinlige, genislige ve bilgi birikimine sahip olmaktan çok uzakti”.
Teskilât veri toplayabiliyordu ama girilmis olunan enformasyon çaginin
getirdigi bilgi bollugu yüzünden, neyin önemli bir veri oldugunu, neyin
parazitten ibaret oldugunu ayirt etme yetenegini hepten kaybetmisti.
*******************
“Tehditten Öte,
Gerçegin Ta Kendisi ”
G.
Tenet, Temmuz 1997’de yemin ederek CIA’nin 18. Direktörü olarak göreve basladi.
Eger gerekli ödenek çikarilirsa, uzmanligi sorgulanir olmus, gizli servisi
dagilma asamasina gelmis teskilâti, 5 sene içinde, 2002’ye kadar ayaga
kaldiracagini vaat etti. CIA’nin para musluklari Kongre Üyesi Porter Goss’un
elindeydi ve o musluklar son 15 yildan beri hiç akmadigi kadar gür bir biçimde
akmaya basladi. “Istihbarat sadece bir soguk savas zamani gereksinimi degildir”
demisti Goss, “Eger Pearl Harbor olayini animsarsaniz ne demek istedigimi
anlarsiniz. Dünya tatsiz sürprizlerle doludur”.
***************
Tenet
endise içinde, bir sonraki felaketin nereden gelecegini bekler vaziyetteydi.
Teskilât bir kaç gün sonra, 11 Mayis 1998 tarihinde Asya’dan gelen sürpriz haberle
sarsildi. Hindistan deneme amaçli nükleer bombasini patlatmis, dünyadaki güç
dengesini yeniden sekillendirecek adimi atmisti. Hindistan’in yeni milliyetçi
hükümeti bunu gerçeklestirecegini açikça beyan etmis, ülkenin nükleer
arastirmalar müdürlügü de siyasilerden emir geldigi an denemenin
yapilabilecegini söylemisti. Pakistan da yeni füze tatbikatlari yaparak
rakibini tahrik edip duruyordu. Kisacasi, dünyanin en büyük demokratik
ülkesinin bu yaptiginda CIA’yi soke edecek bir yan yoktu ama gene de soka
ugradilar. CIA’nin Yeni Delhi’den gelen raporlari tembel isiydi, analizleri ise
bulanik. Alarm zilleri bir türlü çalmak bilmedi. Tenet’in yardimcisi C. Allen,
su tespitlerde bulundu: “Bu deneme göstermistir ki, casusluk faaliyetleri ile
olaylari okuma ve raporlari anlama yetenegi basarisizdir, düsünme ve gözlem
yetileri de keza. Son derece rahatsiz edici bir durum bu”. Hersey, CIA’da
sistemik bir çöküs yasandigini gösteriyordu.
Nükleer
denemenin yapildigi sirada, Tenet’in dikkati baska bir yöne dönüktü.
Birlikleri, Bin Ladin’i yakalama tatbikatlari yapiyordu. Usame, 1998 yili
Subat’inda bir açiklama yapmis ve Allah tarafindan Amerikalilari öldürmekle
görevlendirildigini ilân etmisti. Afganistan’da, ABD’ye karsi cihat için
savasçi toplamaktaydi. Bu arada CIA’nin Pakistan Istasyon Sefi Gary Schroen,
teskilâtin daha önce isbirligi yaptigi Afgan kabile reisleriyle Bin Ladin’i
Kandahar’da, bulundugu kerpiç karargâhta 20 Mayis 1998 tarihinde vurmak için
tüm hazirliklarini tamamliyordu. 29 Mayis’ta Tenet operasyonu iptal etti. O
aralar, Hindistan’a misilleme olarak kendi nükleer denemesini yapmis olan
Pakistan’da savas davullari çalmaktaydi. Afganlar da fazla güvenilir degildi.
Tenet, es güdüm sorunlari yasanacagindan çekinmis, riske girmeyerek baskini
iptal etmisti.
Bin
Ladin’in tehditleri, Haziran ve Temmuz aylarinda da gerçeklesmedi ama
Agustos’ta iki saldiri haberi birden geldi. Birbirinden 4 dakika arayla, Kenya
/ Nairobi ve Tanzanya / Dar es Selam’daki Amerikan elçilikleri bombalanmisti.
Kenya’daki saldirida, biri CIA görevlisi 12 Amerikali ölmüs, sokakta bulunan
yüzlerce Kenyali hayatini yitirmis, binlercesi yaralanmisti.
Ertesi
gün Beyaz Saray’da yapilan toplantida Tenet, Bin Ladin’in Pakistan sinirindaki
Khost kentinde, bir kampta bulundugu haberini verdi. Kampin Cruise füzeleriyle
vurulmasi karari alindi ancak skoru esitlemek için ikinci bir hedef daha
gerekliydi. Sudan’in baskenti Hartum’daki Shifa isimli bir sanayi tesisinde
karar kilindi. Bölgede görev yapan
Misirli bir CIA ajani, fabrika civarindan toprak örnegi almis, yapilan analizde
VX sinir gazi yapiminda kullanilan kimyevî bir maddenin izine rastlanmisti.
Toplantiya katilanlardan biri, tek bir buluntuya dayanilarak bombalama
yapilmamasi gerektigini söylediyse de dinleyen olmadi. 20 Agustos sabahi, her
iki hedefin üzerine de milyonlarca dolarlik Cruise füzeleri yagdirildi.
Khost’da 20 kadar Pakistanli öldü ama Bin Ladin çoktan sirra kadem basmisti.
Sudan’da ise bir gece bekçisi öldü.
Clinton’a,
Shifa fabrikasiyla ilgili istihbaratin süpheye hiç yer birakmadigi söylenmisti.
Burasi, Bin Ladin’e çalisan bir silâh fabrikasiydi. Ilaç fabrikasi çikti. Sonra
burasinin Irak’a çalisan bir sinir gazi dagitim merkezi oldugu söylendi ama BM
uzmanlarinin daha sonra teyit ettigine göre Irak hiçbir zaman VX maddesini
kimyasal silaha dönüstürememisti. Ajanin buldugu maddenin yabani otlarla
mücadele ilaci olmasi kuvvetle muhtemeldi. Ilaç fabrikasina yapilan saldiri çok
elestiri aldi. Elestirenlerden biri Büyükelçi Tim Carney’di; “Shifa’ya yapilan
saldiri, yetersiz istihbarata dayanilarak karar alma aliskanliginin sürdügünü
gösteriyor”. Amerikan istihbarat camiasi bir kez daha toplandi ve CIA’da bastan
asagiya bir degisim yapilmazsa “katastrofik basarisizliklarin kaçinilmaz
olacagi” sonucuna varildi (11 Eylül 1998).
***************
Teskilât
1991’den beri en iyi elemanlarinin üçte birini kaybetmisti. Kidemli
casuslarinin, analistlerinin, bilim adamlarinin ve teknoloji uzmanlarinin yüzde
yirmisi ayrilmisti. Gizli servis elemanlari her yil düzenli olarak, bir önceki
yila oranla yüzde 7 azaliyordu. Tenet, cephede bu kadar az kisiyle, gelecegin
tehditlerine karsi duramayacaginin bilincindeydi. Söyle bir tespitte
bulunmustu: “Kusursuz bir istihbarat sistemine sahip oldugumuz yanilgisi
içindeyiz. Bu beklentiyi CIA kendisi yaratti. Bu tam bir yanilsamadir,
sürprizler her zaman olacaktir”.
Direktör,
uzun yillar süreceginin ve milyonlarca dolara mal olacaginin bilincinde olarak
CIA’yi yeni bastan insa amaciyla ülke çapinda yetenek avina çikti. Zamana karsi
amansiz bir yaristi bu. Ise yeni baslayan birinin, dünyanin zorlu
baskentlerinde çalisabilecek bir elemana evrilmesi 5 ilâ 7 sene arasinda bir
süre gerektiriyordu. Yabanci dilleri ve kültürleri bilen, CIA için çalismaya
istekli ve yeterli, Amerika dogumlu aday bulmak kolay degildi. Bir casus,
görevini yaparken, hileyi, manipülasyonu, dürüstlük disi davranislari nasil
kullanmasi gerektigini bilmeliydi. Sahtekârliklarla dolu bir dünyada bu
enstrümanlari kullanirken kendi ahlâkî degerlerini korumak zorundaydi. Bu
kalitedeki insanlari bulmak, onlari ise alip iste tutmak zor isti ve
basarilamadi.
Personel
politikalariyla ilgili olarak Bob Gates’in söyledikleri: “CIA zaman içinde çok
yetenekli ve parlak insanlari, biraz sira disi olduklari için görmezden gelen
bir personel politikasi gelistirdi. Kültürel miyoplugu nedeniyle dünyayi yanlis
okudu. Adaylara uyguladigimiz psikolojik ve sair sinavlar yüzünden çok farkli
ve özgün kabiliyetleri olan insanlar CIA’ya giremedi. Teskilâtta, dünya
nüfusunun yarisini, yani 3 milyar insani temsil eden Çince, Korece, Arapça,
Hintçe ve Farsça dillerini bilen pek az insan vardi. Çok daha azi, bir Afrika
köyünde yürümüs, Arap çarsilarinda esnafla pazarliga tutusmustu. Teskilâta alinan
Uzak Dogu kökenli bir Amerikali, Kuzey Kore’ye gidecek olsa, onun Kansas’da
büyümüs oldugu derhal anlasilabiliyordu. 1992 yilinda Azerî dilini çok iyi
bilen birini istihdam etmek istemistim. Yazili Ingilizce sinavini geçemedigi
için ise almadilar. ‘deli misiniz siz’
diye bagirdigimi hatirliyorum, ‘Burada Ingilizceyi bilen binlerce kisi var ama
Azerî dilini konusabilen kimse yok!’”.
Teskilât
tüm Amerikan sehirlerine dagilarak, birinci nesil Asyali ve Arap mültecilerin
çocuklarini taramaya basladi. Hasat çok verimsizdi. Tenet, uluslar arasi gizem
ve entelektüel bir macera imaji yaratilmadan teskilâti parlak gençlere cazip
göstermenin mümkün olamayacagini biliyordu ve bu, CIA için bir ölüm kalim
meselesiydi.
****************
Düsman
güçlendikçe CIA zayifliyordu. Bin Ladin’e yapilan saldirinin basarisizlikla
sonuçlanmasi, cihat savasçilarina binlerce yeni katilimin yolunu açmisti.
Tenet, Afgan müttefikleriyle isbirligi yapma plânini yeniden devreye soktu.
Afgan ajanlar, Bin Ladin’in 20 Aralik aksamini Kandahar valisinin yerleskesinde
geçirecegi bilgisini ulastirdi. Pakistan
Istasyon Sefi Schroen, daha iyi bir firsat çikmayabilecegi düsüncesiyle “Vur”
emrini verdi. Cruise füzeleri rampalara yerlestirildi ama bilginin kaynagi tek bir
kisiydi ve yerleskede yüzlerce insan bariniyordu. Tenet’in temkinli yani,
cesaretinin önüne geçti ve operasyon durduruldu.
1998
yili sonbaharindan sonra CIA Bin Ladin’i adim adim izledi, neredeyse her gece
nerede yattigi biliniyordu. Onu öldürmek için bir çok firsat vardi ama is
tetigi çekmeye gelince hep tereddüt edildi. Bin Ladin’i öldürme temali
tatbikatlarda Amerikan özel birliklerinden en az 15 asker öldü veya yaralandi.
Pentagon’daki komutanlar ve Beyaz Saray’daki siviller, Bin Ladin’e karsi askerî
ve siyasi bir kumari göze almakta hep çekingen davrandilar. Is CIA’ya
birakilmisti, onlar da bir türlü eyleme geçemiyordu.
1999
yilinin son haftalarinda Afgan muhbirler, Bin Ladin’in Kandahar’in güneyinde
bir yerleskede sahinle av yapan bir grup zengin dostuyla birlikte oldugu
haberini verdi. Casus uydusu 8 Subat’ta kampin yerini belirledi ama pistte
Birlesik Arap Emirlikleri (Amerika’nin müttefiki) bayragini tasiyan bir uçak
bulunuyordu. Bin Ladin’i öldürmek ugruna Arap emirleri kurban edilemezdi, füzeler
rampalarindan kalkamadi. Bir keresinde Bin Ladin tam 36 saat boyunca göz
hapsinde kilitli kaldi, bu süre zarfinda üç kez füze saldirisi yapma firsati
çikti, Tenet üçünde de “Hayir” dedi çünkü CIA’nin hedef belirleme yetenegine
olan güvenini kaybetmisti.
Iste
güven kaybina yol açan olaylardan bir örnek: Sirbistan’a NATO hava
saldirilarinin yapildigi günlerdi. Bombardimanin amaci, Baskan Slobodan
Miloseviç’i, güçlerini Kosova’dan çekmeye zorlamakti. Analistler, vurulacak en
iyi hedefin Yugoslav Federasyonu Levazim ve Satinalma Müdürlügü binasi olduguna
karar verdi. Yerin tespiti için turistik (!) haritalardan yararlanildi. Bilgi,
CIA mekanizmasindan yukarilara dogru tirmandi, gelistirildi, ve koordinatlar
B-2 hayalet uçaklarinin sistemine yüklendi. Çok geçmeden hedef havaya uçuruldu.
Ne var ki uçurulan bina Miloseviç’in depolari degil, Çin elçiligi idi. CIA
haritalari yanlis okumustu. Hatanin açtigi güvensizlik yarasi o kadar derin
olmustu ki, Pentagon ve Beyaz Saray’in, CIA’nin sözüyle vur emri vermesi için
daha epey vakit geçmesi gerekecekti.
***************
ABD’nin
askerî gücü ve istihbarati, ordulara ve ülkelere karsi mücadele etmek amaciyla
yapilandirilmisti, yâni öldürülmesi zor ama dünya haritasi üzerinde yerinin
bulunmasi kolay olan düsmana karsi. Oysa simdiki yeni düsman bir insandi;
öldürülmesi kolay ama bulunmasi zor bir insan!
Baskan
Clinton, CIA’ya, gidip o adami öldürmesi için yetki verdi. Tenet’i de, tek
kisiye karsi girisilmis bu savasin komutani ilân etti. Tenet’in kendi
teskilâtinin istihbarat ve gizli eylem yetenekleri konusunda süpheleri vardi
ama Bin Ladin yeni bir saldiriya geçmeden bir seyler yapmak zorundaydi. Yeni
Karsi Terör Birimi Sefi C. Black ile degisik plânlar üzerine çalismaya basladi.
Afgan sinirindaki Özbekistan ve Tacikistan gibi uzak ülkelerin gizli
servisleriyle isbirligi baslatildi. Bunlarin yardimiyla Afgan topraklarina CIA
elemanlari yerlestirilmek isteniyordu. Bu ajanlar, Afgan krali olmayi
hedeflemis ve bu amaçla teskilâttaki eski dostlarina isbirligi çagrisinda
bulunmus olan cesur savasçi Ahmet Sah Mesut’un güçleri ile ülke içinde bulusup
müsterek mücadeleye girisecekti. Mesut, CIA’nin yardim ve silâhlariyla
Taliban’i devirebilecegini, Bin Ladin’in güç merkezine saldirabilecegini,
Kabil’i ele geçirebilecegini
söylüyordu. C. Black ve yardimcilari, teklifi kabul etme yanlisiydilar. Fakat
Tenet’e göre basarisiz olma ihtimali daha fazlaydi, bir kez daha “Hayir” dedi.
Afganistan’a girip çikmak çok riskliydi, oysa gazeteciler ve uluslar arasi
yardim kuruluslarinin elemanlari bunu hep yapiyordu. Mesut olumsuz karari
alayci bir gülümsemeyle karsiladi.
Milenyuma
yaklasildiginda Ürdün istihbaratina bir bilgi geldi. El Kaide, Noel kutlamalari
yapilan otel ve turistik tesislere dünyanin her noktasinda saldiri
gerçeklestirecekti. Ürdünlüler bu bilgiyi, tutukladiklari 17 örgüt üyesinden
almislardi. Eldeki delilleri inceleyen Tenet bunun kuru siki bir tehditten
öte, gerçegin ta kendisi oldugu kanaatine vardi. Avrupa, Orta Dogu ve
Asya’daki 20 ülkenin istihbarat baskanlarini uyardi. Sonunda korkulan olmadi ve
yeni yil esigi herhangi önemli bir olumsuzluk yasanmadan atlatildi.
Siyaset
süreci bir kez daha, Truman tarafindan baslatilan bir gelenegin tekrarlanmasi
zamaninin geldigine isaret ediyordu: Istihbarat konularinda muhalefet liderini
bilgilendirmek. Ilgililer, Cumhuriyetçi Baskan Adayi, Teksas Valisi George W.
Bush’a brifing vermeye gittiler. Amerikalilarin gelecek 4 yil içinde siklikla
yabanci teröristlerin kursunlarina hedef olacagi biçimindeki tatsiz öngörüyü
Bush’a söyleme görevi Karsi Terör Birimi Sefine düstü. Ilk ölüm haberleri 12 Ekim tarihinde Yemen’den
geldi. Iki terörist hiz tekneleriyle, körfezde demirli bulunan USS Cole isimli
savas gemisine bindirmis, meydana gelen patlamada 17 denizci ölmüs, 40’i
yaralanmis ve ABD’nin en gelismis savas gemisinin bordasinda 250 milyon
dolarlik bir bir delik açilmisti. Olagan süpheli El Kaide idi.
Tartismali
seçim süreci sonlanip G.W. Bush Baskan ilân edildikten sonra Tenet, yeni lideri
bizzat bilgilendirmeye gitti. Bush “CIA bu herifi öldürebilir mi?” diye sordu
ve “Onu öldürmekle, onun temsil ettigi ideoloji ve tehditler ortadan kalkmaz”
cevabini aldi.
“Isin
Karanlik Tarafi”
George
W. Bush, Ocak 2001’de Baskanlik görevini devraldi. Kisa süre sonra, CIA’nin
Idari Islerden Sorumlu Direktör Yardimcisi James Monnier Simon, Jr.’dan su
uyari geldi: “Amerikan istihbarat mekanizmasinin basi derttedir. Ülkeyi
tehlikelerden koruyacak istihbarati toplayip analiz etme gücünden yoksunuz.
Öyle bir an gelecek ki Baskan ve Kongre halka, öngörülebilir bir felaketin
neden fark edilemedigini izah etmekte güçlük çekecek.”
Amerikan
istihbaratindaki bölünmüslük ve daginiklik 1941 yilindaki kadar kötüydü ve o
günlerden bu günlere kadar gelip giden 18 direktörün hiç biri toparlanmayi
saglayamamisti. CIA 17 bin kisiyi istihdam ediyordu. Bir ordu kadar kalabalik
bu insanlarin çogu masa basi islerde vakit geçiriyorlar, konforlu evlerde,
rahat bir yasam sürdürüyorlardi. Yurt disi gizli görevleri sadece bin kisilik
bir kadro gerçeklestiriyordu. CIA’nin gizli servisinin kuruldugu 1947 yilinda
200 kadar elemani vardi. Ocak 2001’e gelindiginde, zor bölgelerde gizli
görevler yapabilecek yetenek ve cesarette gene bu kadar adam ya vardi ya yoktu.
Bütünüyle
El Kaide isine odaklanmis personel sayisi ise bahsedilenin iki kati kadardi ama
çogu genel merkezde, dis dünyanin gerçeklerinden kopuk bir biçimde,
bilgisayarlari basinda vakit öldürüyorlardi. Bunlarin Amerika’yi bir saldiridan
koruyacaklarini düsünmek en hafif tabiriyle hayalcilikti.
*****************
Tenet’in
Beyaz Saray’la arasi iyiydi. CIA Genel Merkezi’ne, Baskan’in babasina atifla
resmen “Bush Merkezi” ismini vermesi, Oval Ofisin hosuna gitmisti ama yine de
bütçesi, Pentagon bütçesinin artirildigi oranda yükselmemisti. Savunma Bakani
Donald Rumsfeld ile Baskan Yardimcisi Dick Cheney, Nixon’lu, Ford’lu günlerden
beri ulusal güvenlik siyasetinin içindeydi ve Bush yönetimi altinda muazzam yetkilerle donatilmislardi. Her ikisi de CIA’nin
yeteneklerine güven duymuyordu.
Bush
ve Tenet, neredeyse her sabah saat sekizde Beyaz Saray’da bulusuyor ve ulusal
güvenlik konularini konusuyorlardi. Tenet her defasinda Baskan’a ve ekibine El
Kaide’nin Amerika’ya bir saldiri düzenleme hazirligi içinde olduguna iliskin
belirtileri anlatiyordu ama Bush baska seylerle ilgiliydi; füze savunma
sistemleri, Meksika ve Orta Dogu. Baskan, ortada acil bir seyler oldugu
bilincinde degildi. Sorun CIA’nin yeterince açik olamayisi, Beyaz Saray’in da
meselelere odaklanamayisindan kaynaklaniyordu. Eskilerden Richard Helms
“Zilleri çaldirmak yetmez, sesin duyulmasini da saglayacaksiniz” demisti.
Yaklasmakta olan bir terör saldirisinin alarm zilleri kulaklari sagir edecek
dereceye yükselmisti ama Tenet Baskan’a isin aciliyetini bir türlü
anlatamiyordu.
CIA,
ABD bagimsizlik günü kutlamalarinin yapilacagi 4 Temmuz tarihinden çok
çekiniyordu. Bu tarihte, dünyanin her yerindeki temsilciliklerde davetler
verilir, dikkatler bu resepsiyonlara odaklanir, güvenlik zafiyetleri olusurdu.
Tenet, Amman, Kahire, Islamabad, Roma ve Ankara’daki yerel istihbarat
örgütlerinin baskanlariyla görüstü. Tüm El kaide baglantili veya baglanti
süphesi bulunan olusumlarin imha edilmesi çagrisinda bulundu. Istihbarati CIA
saglayacak, tutuklamalari yerel servisler yapacakti. Körfez ülkelerinde ve
Italya’da bir avuç terör süphelisi hapse tikildi. Tenet, bunun bir basari olup
olmadigindan kuskuluydu; “Bu tutuklamalar sayesinde birkaç elçiligimize yapilacak
saldiriyi önlemis olabiliriz ama bundan emin olmamiz mümkün degil tabii” dedi.
Direktör,
simdi bir baska ölüm kalim karari vermek durumundaydi. Bir sene kadar önce,
üzerinde video kameralari ve casus sensörler bulunan insansiz hava araçlarinin
Afganistan semalarinda uçurulmaya hazir hale getirildigi açiklanmisti. Simdi
de, Predatör ismi verilen bu küçük pilotsuz uçaklara tank savar füzeler monte
edilebiliyordu. Teorik olarak, birkaç yüz milyon dolarlik bir harcamayla, bu
uçaklarin Washington’daki genel merkezden yönetilmesi de mümkün olabilirdi.
Yâni bir ekran ve joy-stick yardimiyla genel merkezdeki bir CIA elemani
oturdugu yerden, Afganistan’daki Bin Ladin’i vurabilirdi. “Iyi de, komuta
zinciri nasil olusacak” diye düsündü Tenet, “Kim vur emrini verecek, dügmeye
kim basacak?”. Tenet bir öldürme yetkisine sahip oldugunu düsünmüyordu, geçmiste
yasanmis hedef saptama hatalari onu çok endiselendiriyordu.
1
Agustos 2001 tarihinde, Ulusal Güvenlik Ajansinin bir alt birimi olan dairenin
verdigi karar göre, CIA’nin ulusal mesru müdafaa kapsaminda, Predatörlerle Bin
Ladin’i öldürmesi yasallastirildi. Bu karar, CIA’nin baska sorularina yol açti;
Operasyonun parasini kim ödeyecek? Uçagi kim füzelerle donatacak, hava trafik
kontrolünü kim yapacak, pilot rolünü, füzeci rolünü kim üstlenecek? Ulusal
Güvenlik Konseyi karsi terör danismani Richard Clarke patladi: El Kaide, ya bir
tehdittir, ya degil! Buna karar verecek olan da CIA’nin liderleridir”.
6
Agustos’taki Baskanlik brifinginde Bin Ladin’in ABD’yi vurmaya kararli oldugu
dile getirildi ama Baskan Bush tatilini 4 Eylül’e kadar sürdürdü. Döndügünde
Clarke adeta yalvarircasina CIA’nin harekete geçirilmesi gerektigini söyledi.
Ne yazik ki, lâf üretip is üretemeyen bu teskilât, Bin Ladin’i durdurma isini
yabanci istihbarat servislerine havale etmis, Amerika, ‘Büyük Saldiri’yi, acz
içinde beklemek zorunda kalmisti.
****************
Tenet’in
üç yil önce uyarisini yaptigi “katastrofi” 11 Eylül’de gerçeklesti. Bu olay,
Amerikan devlet düzeneginin sistemik bir basarisizligi idi; Ulusal Güvenlik
Konseyi, FBI, Federal Havacilik Dairesi, Mültecilik ve Vatandaslik Idaresi,
Kongre Istihbarat Komisyonlari.... Bu bir siyaset ve diplomasi
basarisizligiydi, ayrica medyanin basarisizligiydi çünkü devlet
mekanizmasindaki daginiklik teshis edilip kamu oyu bilgilendirilmemisti. Fakat
hepsinin üstünde, bu bir ‘düsmani anlama’ basarisizligiydi. CIA, bu ve benzeri
Pearl Harbor’lar olmasin diye vardi ve
isini yapamamisti.
Ertesi
gün Baskan Bush, Tenet’e yazili olarak su talimatlari verdi: “Dünyanin
neresinde olursa olsun, CIA süphelileri izleyecek, ele geçirecek, tutuklayacak
ve sorgulayacaktir. Uygulama yapilirken hiçbir sinirlama dikkate
alinmayacaktir”. Cheney’in ifadesiyle CIA o sabah, isin karanlik tarafina geçmisti.
Bu emirler, CIA yetkilileri ve taseronlari için gizli hapishaneler kurarak
iskenceye varan tekniklerle insanlari alakoyma uygulamalarini devreye sokmak
konusunda yesil isik yakildigi anlamina geliyordu.
CIA
daha önce de gizli sorgulama merkezleri kurmustu; 1950 baslarinda Almanya’da,
Japonya’da ve Panama’da, sonrasinda Vietnam’da... Fakat bu kez Bush, CIA’ya çok
sira disi bir yetki veriyordu; kaçirilan süpheliler yabanci istihbarat
teskilâtlarina teslim edilecek, onlarin iskence yaparak aldiklari ifadeler de
CIA’nin sorusturmalarina dayanak teskil edebilecekti. Üstelik, bu ifadelerin
hangi yolla elde edildikleri konusunda, avukatlarin sordugu türden sorular da
sorulmayacakti. Bush’un emriyle CIA, küresel bir polis teskilâtina dönüsmüstü.
Afganistan, Tayland, Polonya ve Guantanamo’daki gizli hapishanelere yüzlerce
süpheli tikildi, yüzlercesi daha Misir, Pakistan, Ürdün ve Suriye gizli
örgütlerine, sorgulanmalari için teslim edildi.
Bush,
20 Eylül’de Kongre’de yaptigi konusmada sunlari söyledi: “Teröre karsi
savasimiz El Kaide ile basliyor. Ancak bununla yetinmeyecegiz. Bu savas,
faaliyetlerini dünyanin neresinde sürdürürlerse sürdürsünler, tüm terör
örgütleri bulunup yenilgiye ugratilincaya kadar devam edecek”,
**************
11
Eylül saldirisindan sonra ABD hükümeti içinde yeni bir tartisma basladi. CIA,
tüm Amerikan yurttaslarina yeni bir kimlik çikartilmasini önerdi. Kart,
ilgilinin parmak izinden, retina taramasina kadar her türlü bilgiyi içerecek,
üzerindeki bir çip yardimiyla da kart hamilinin bulundugu yer tespit
edilebilecekti. Sonra kartin
kaybedilebilecegi düsünüldü ve çipin insanlarin damarlarina yerlestirilmesi
önerildi. Bu güvenlik paranoyasi nereye kadar gidecekti? CIA, bir KGB’ye,
Gestapo’ya mi dönüsüyordu? Neyse ki öneri kabul görmedi ama Kongre, CIA’nin ABD
vatandaslari hakkinda casusluk yapabilmesi için yeni ve genis yetkiler verdi.
Artik CIA, kisi ve kurumlarin mahkeme kayitlarindan, banka hesaplarina kadar
her türlü özelini arastirabilecek, bunu yaparken hiçbir resmi makamdan izin
almak zorunda kalmayacakti. Bu çerçevede, süphelilerin dinlenmesi de yasal olmasa bile ‘sicak takip’ kapsamina aliniyor
ve is kilifina uyduruluyordu. Plân 4 Ekim 2001 tarihinde Bush tarafindan
onaylandi.
Amerikan
karsi terör birlikleri, C. Black’in “Bin Ladin’in kafasini bir kutuya koyup
getirin” emriyle Afganistan’a gönderildi. Afgan kabile reislerine dagitilmak
üzere yanlarindaki yüzlerce milyon dolar nakitle ülkeye giren özel kuvvet
elemanlari, Amerikan ordusu isgali gerçeklestirinceye kadar zemini
hazirladilar. Amerikan ordusu Kasim 2001’de Taliban siyasi liderligini devirdi
ve Kabil’de yeni bir hükümet kuruldu ama Taliban’a sadik on binlerce Afganli,
bir çizik bile almadan, firsat çiktiginda yeniden savasmak üzere halkin arasina
karisti.
Usame
Bin Ladin’i bulmak ve avlamak amaciyla 11 hafta boyunca Haci Abdülkadir isimli
bir Pastun liderle çalisildi. Nihayet 24 Kasim’da beklenen bilgi geldi. Bin
Ladin ve El Kaide’nin Arap savasçilari issiz bir dag köyü olan Tora Bora’da
gizleniyorlardi. 5 Aralik sabahi B-52’ler düsman mevzilerine bomba yagdirirken
ben de gelismeleri bir kaç kilometre uzaktan izliyordum ve tabii adamin
kellesini bir sirigin ucunda görmeye can atiyordum. Ne var ki, Bin Ladin belki
CIA’nin ates menzili içindeydi ama ‘durumu kavrama’ menzilinin disinda
kaliyordu. Bir kusatma olmadan ele geçmesi mümkün degildi ve CIA bunu
gerçeklestiremedi. Teröristin pesindekiler, teskilâtin en yeteneklileri
arasindan seçilmisti ama sayica çok az idiler. Dagitilacak bol paralari olsa da
istihbaratlari çok eksikti. Bin Ladin, kendisi için canini vermeye hazir
binlerce Arap savasçisi ve Pastun müridinin korumasi altinda dag baslarinda,
magaradan magaraya gizlenerek, onca aptal bombanin yagmuru altinda, burnu bile
kanamadan izini kaybettirdi.
Tenet’in
adamlari, Amerikan ordusunun özel kuvvetleriyle birlikte, Afganistan’da,
Pakistan’da, Suudi Arabistan’da, Yemen ve Endonezya’da, Bin Ladin’in
adamlarinin pesine düstü, kimilerini yakaladilar, kimilerini öldürdüler. Bu
arada tekrar yanlis hedefleri vurmaya basladilar. 2002 yilinin Ocak ve Subat
aylari boyunca Predatörler en az 24 masum Afganlinin ölümüne neden oldu,
tazminat olarak ailelerine biner dolar ödendi. CIA, 11 Eylül’ü takip eden bir
yil içinde tüm dost ülkelerin istihbarat servisleriyle isbirligi yaparak yüzü
askin ülkeden, üç bini askin insani yakaladi. Tenet bu konuda söyle bir beyanat
verdi: “Yakalananlarin hepsi terörist degildi, bir kismi da serbest birakildi
zaten. Ama bu tutuklamalarin, El Kaide’nin bazi faaliyetlerini fena halde aksattigi süphe
götürmez”. Tutuklanan üç bin kisiden sadece 14 tanesinin üst düzey El Kaide
mensubu oldugu açiklik kazandi, kalanlar birer ‘hiç kimse’ idiler ve teröre
karsi savasin hayalet mahkûmlari olarak kaldilar.
Tora
Bora saldirisindan sonra Bin Ladin’e karsi girisilen savasin temposu düstü,
Baskan, CIA’nin yönünü Irak’a çevirmesini emretmisti. CIA öyle bir fiyaskoyla
bu emri yerine getirdi ki sonuçlari 11 Eylül saldirilarindan çok daha ölümcül
oldu.
“Ölümcül
Bir Hata”
Baskan
Yardimcisi Dick Chenney, 26 Agustos 2002 tarihinde, “Saddam Hüseyin’in kitle
imha silâhlarina sahip olduguna iliskin artik herhangi bir süphemiz
kalmamistir” açiklamasini yapti. Bu sözlere Savunma Bakani D. Rumsfeld’de
katildi. CIA Direktörü Tenet de, 17 Eylül’de yaptigi açiklamayla bu bu iç
karartici ifadelere yeni bir boyut katti; “Irak, El Kaide’ye muhtelif alanlarda
– savas, bomba yapimi, kimyevi, biyolojik ve nükleer konular – egitim
vermistir”. Direktör bu bilgiyi tek bir kaynaga dayandiriyordu: Ibn el Sak el
Libi. El Libi, bu ifadeyi 17 saat süren iskence sonrasinda vermisti, iskence
tehdidi kalkinca da ifadesini geri çekmisti ama Tenet kayitlarini düzeltmedi.
Kongre’nin
Irak’la savasa girilip girilmeyecegini karara baglayacagi 7 Ekim tarihinden bir
gün önce Baskan Bush, Irak’in kimyasal ve biyolojik silâhlara sahip oldugunu ve
bunlari üretmeye devam ettigini açikladi, üstelik bunlari her an teröristlere
verebilirlerdi. Oysa Tenet’in yardimcisi John McLaughlin Senato Istihbarat
Komisyonuna bunun aksini söylemisti. Baskanin emri üzerine Tenet, bu çeliskiyi
gidermek maksadiyla yazili bir açiklama yapmak zorunda kaldi; “Saddam’in
giderek büyüyen bir tehdit olduguna iliskin görüsümüzle Baskan’in açiklamalari
arasinda bir tutarsizlik yoktur”. Direktör 4 yil sonra verdigi ifadede
“Söylemem gereken en son seydi, yanlis yaptim” diyecekti.
Tenet
aslinda düzgün bir insandi ama 11 Eylül felaketinden sonra yasadigi baski,
gerçekleri saptirmak pahasina da olsa amirlerini memnun etme egilimini öne
çikartmisti, bu isgüzarligi, itibarinin zedelenmesine neden oldu. Onun
döneminde CIA, tarihindeki en berbat istihbarat degerlendirme raporuna imza
atti: Irak’in Sürmekte Olan Kitlesel Imha Silâhlari Programi. Rapor, Senato
Istihbarat Komisyonu tarafindan, savasa girilmesinden önce delillerin bir kez
daha incelenmesi maksadiyla talep edilmisti. Ekim 2002’de teslim edilen rapor,
Saddam’in füze teknolojisini gelistirdigini, ölümcül silâh stoklarini
artirdigini, nükleer programini yeniden baslattigini ve disardan yeterli füzyon maddesi elde
edebilirlerse bir kaç ay içinde nükleer silâh üretebileceklerini yaziyordu. En
ürkütücüsü de, ABD sinirlari içinde kimyasal ve biyolojik saldirilarda
bulunabilecek yetenekte oluslariydi.
CIA
bildiginden fazlasini rapor ediyordu. Iki yil sonra Gizli Servisin Sefi Jim
Pavitt sunlari söyleyecekti: “Irak içinde fazlaca bir bilgi kaynagimiz yoktu.
Bir gram istihbarattan, bir ton varsayim üretildi. Eger eldeki o tek gram, saf
altin olsaydi mesele yoktu belki ama o da saf degil, altinin cürufundan
ibaretti”. CIA büyük bir kumar oynuyordu. Hesaplarina göre bir kere Irak’in
isgali gerçeklesirse, askerler ve casuslar yeterli delili nasil olsa bulurdu.
***************
CIA’nin
kitle imha silâhlarinin bulundugunu nasil iddia edebildigini anlamak için,
birinci Körfez Savasinin bittigi 1991 yilina dönmek gerekiyor. Savastan sonra
BM’in uluslararasi uzmanlari, 7 yil boyunca bütün ülkeyi tarayarak Saddam’in
gizli cephanelerini didik didik aradi. 1990 ortalarinda Saddam, bir ABD
saldirisindan çok, ülkesine uygulanabilecek uluslararasi ekonomik
yaptirimlardan korkuyordu. BM kararlarina uyarak kitle imha silâhlarini yok
etmisti ama bunlarin üretilebilecegi tesisleri korudu ve bu konuda yalan
söyledi. ABD ve BM de Saddam’in yalan söyledigini biliyordu. Bundan sonra CIA
ve BM uzmanlari Irak resmi agizlarinin söyledigi hiçbir seye inanmama
saplantisina girdiler. 1995 yilinda, Saddam’in damadi General Hüseyin Kemal bir
kaç yardimcisiyla birlikte Bati’ya iltica etti ve Saddam’in silâhlari yok
ettigini teyit etti. CIA buna inanmadi. Kemal’in ülkesine dönüp kayin pederi
tarafindan öldürülmesinden sonra bile CIA inancini degistirmedi.
Irak’in
el telsizi islerini Ericsson yapiyordu. CIA, Ulusal Güvenlik Ajansi, Ekeus ve
Ericsson, Irak telekomünikasyon agina girerek dinleme yapabilecek bir sistem
gelistirdi. Sistem, kimyevî, füze gibi
kelimeleri yakaliyordu. Harika bir casusluk isi basarilmisti ama kitle imha
silâhlarinin varligina dair bir bulguya rastlanmamisti. BM silâh denetçileri
ile Irakli yetkililer arasinda sinir gazi üretimi konusunda çikan tartisma bir
dönüm noktasi oldu. Denetçilerin varligini iddia ettikleri VX maddesinin silâha
dönüstürülmedigi kesinlesince Irak, denetçilere olan güvenini yitirdi. 1998
yilinin Aralik ayinda BM denetçilerini geri çekti ve ABD bir kez daha
Bagdat’i bombalamaya basladi.
Saddam’in
kitle imha silâhlarina sahip olmadigi konusundaki sözleri genel olarak dogru
olmakla birlikte davranislari yeterli netlikte degildi. Hiç bir seye sahip
olmadigini net biçimde açiklarsa düsmanlari ve özellikle kendi ordusu
karsisinda çiril çiplak kalacagini düsünüyordu. Yaniltma yoluyla düsmanlarina
karsi caydiriciligini sürdürmek istedi. Bu onun, bir saldiriya karsi
kullanabilecegi son savunma yöntemiydi.
CIA’nin
yeterli ve güvenilir istihbarat sikintisi çektigi 2002 yilinda, aniden çok
degerli gibi görünen bir bilgi kaynagi ortaya çikti. Alman istihbarat örgütünün
elindeki Curveball kod adli bir Irakli, ülkede mobil biyolojik silâh laboratuvarlari oldugu bilgisini
vermisti. Üst düzey bir CIA yetkilisinin ifadesiyle, Irak’tan kaçip Bati’ya
iltica edenlerin hepsi iki seyi çok iyi biliyordu; birincisi, ABD’nin de
kendileri gibi rejimi devirmek istedigini, ikincisi ABD’nin kitle imha
silâhlari konusunda çok duyarli ve endiseli oldugunu. “Bizi Saddam’a karsi
tekrar harekete geçirtecegini bildikleri için silâhlar konusunda bilgi
sagliyorlardi. Newton fizigi gibi; ‘yeterli büyüklükte levye ver dünyayi
yerinden oynatayim’ hesabi”.
Hiçbir
bilgi kaynagina sahip olamamaktan daha kötü bir sey varsa o da yanlis bilgi
veren bir kaynaga sahip olmaktir. Gizli servis, Irak hakkinda yeterli bilgi
saglayamiyordu, analistler ise gelen bilgilerden sadece savasi destekler
mahiyette olanlari kullaniyordu. Mantiklari söyle çalisiyordu: Saddam bir
zamanlar kitle imha silâhlarina sahipti, ilticacilar onun hâlâ bu silâhlara
sahip oldugunu söylüyorlardi, o halde sahipti! CIA, kurum olarak hep Baskan’in
duymak istediklerini söyleme gelenegini sürdürüyordu.
**********
Bush
28 Ocak 2003 tarihinde yaptigi ulusa seslenis konusmasinda Saddam’in
tehditlerine iliskin olarak yine kesin
ifadeler kullandi. Ayrica Irak’in, nükleer silâh imâlatinda kullanilan
güçlendirilmis alüminyum borular almaya çalistigi ayrintisini verdi. Tüm bu
tehditler çok korkunçtu ama hiçbiri dogru degildi. Savasin baslamasindan kisa
süre önce, 5 Subat 2003 tarihinde, Bush yönetiminin uluslararasi itibari en
yüksek üyesi, Disisleri Bakani Colin Powell BM’de bir konusma yapti. Saddam’in,
yüzbinleri öldürüp muazzam tahribat yaratacak kapasitede silâhlara sahip
olduguna iliskin bilgilerin, hiçbir süpheye yer birakmayacak kadar saglam
oldugunu, altini kalin çizgilerle çizerek söyledi. Mobil biyolojik silâh
laboratuvarlari konusunu yeniden gündeme getirdi. Kimyasal silâhlariyla 16 füze
basligi hazirlanabilecegini, en kötüsü de Irak ile El Kaide arasinda mesum bir
iliskinin varliginin ortaya çikarildigini anlatti.
Savas,
yaniltici bir tüyo yüzünden plânlanan tarihten önce, 20 Mart 2003’te basladi.
Saddam Bagdat’in güneyindeki bir çiftlikte gizleniyordu. Baskan “Vurun” emri
verdi. Çiftlige Cruise’ler ve siginak delici bombalar yagdirildi ama tüyo
yanlis çikti. 7 Nisan 2003 tarihinde, Saddam’in bu kez Mansur mahallesindeki
bir evde ogullariyla toplanti halinde oldugu haberi geldi. Hava kuvvetleri evin
üzerine tam bir ton agirliginda bir bomba birakti ama ihbar gene yanlisti, 18
masum sivil öldü.
CIA,
Kuveyt siniri üzerinden bir saldiri baslatilmasi halinde, isgal yolu boyunca
binlerce Irak askerinin komutanlariyla birlikte teslim olacagini öngörmüstü.
Ancak Amerikan güçleri, Bagdat’a kadar olan yolda geçtigi tüm köy ve
kasabalarda direnisle karsilasti. Nasiriye’ye girildigi anda da bölgeyi
korumakla görevli birlik, hesapça teslim olacakti. Sehre giren ilk timler
tuzaga düsürüldü, 18 deniz piyadesi yasamini yitirdi. Amerikan ordusunun halk
tarafindan ABD bayraklari ve çiçeklerle (bayrak ve çiçekler gizli servisçe
dagitilacakti) karsilanacagi söylenmisti ama mermi ve bombalarla karsilandilar.
CIA
kitle imha silâhlarinin depolandigindan süphelendigi tam 946 yer belirlemisti.
Amerikan askerleri, olmayan bu silâhlari bulmak ugruna yaralandilar ve öldüler.
Teskilât, Saddam’in oglu Uday tarafindan yönetilen Fedayeen adli militan gücünü atlamisti. Bu
güç, Amerikan birliklerine beklenenden çok daha büyük zararlar verdi.
Teskilât,
harp sirasinda ve sonrasinda sabotajlar düzenlemesi için Iraklilardan olusan
Scorpions (Akrepler) isimli paramiliter bir örgüt kurmustu. Bu örgüt, Ebu
Gureyb hapishanesinde insanlara büyük acilar çektirdi, cinayetler isledi.
Acimasiz sorgulamalar, Beyaz Saray tarafindan CIA’ya verilmis yetkiler
dogrultusunda yapiliyordu.
CIA,
isgalden üç yil sonra geçmise dönük söyle bir tespitte bulunacakti: Amerika’nin
Irak’i isgali, cihadi mesrulastirmistir. Müslüman dünyasina müdahale, ABD’ye
büyük kizginlik duyulmasina neden olmus ve küresel cihat davasina muazzam bir
taraftar kitlesi kazandirmistir.
***********
Gizli
Servis Sefi J. Pavitt, harpten sonra Irak’in, diktatöryal yönetimden kendi
kendini yönetme sürecine geçerken
ülkenin CIA ajanlarinin istilâsina ugradigini söyler. Bagdat, Vietnam
savasindan sonraki en büyük CIA istasyonu haline gelmistir. Bagdat’taki CIA
mensuplari, özel kuvvet birlikleriyle ortaklasa yürüttükleri çalismalarla
Irak’ta yeni bir siyasal iklim olusturmaya ugrasirlar. Yeni yerel siyasetçiler
belirlenir, politikacilar parayla beslenir, toplum, sifirdan baslanarak yeniden
sekillenme sürecine sokulur. Ingiliz istihbaratiyla birlikte çalisilarak Irak’a
yeni bir haber alma örgütü kurulmaya çalisilir ama pek basarili olunmaz.
Amerikan isgaline karsi çikan isyancilar
yüzünden teskilât giderek zayiflar.
Bu
ortamda CIA çalisanlari, ABD Büyükelçiligini tel örgülerle takviye edilmis
yüksek duvarlarinin arkasindan çikamaz hale gelirler. Artik Yesil Bölgenin
mahkûmlaridirlar. Hiçbir CIA mensubu Irak’ta üç ayi asan bir görevi kabul
etmemekte, görev süresini tamamlayarak dönenlerin yerleri doldurulamamaktadir.
Savas durumu devam ederken olagan üstü bir lider boslugu yasanmaktadir. Tüm bu
olumsuzluklara ragmen Tenet CIA’nin arkasinda durmaya çalissa da Irak Arastirma
Heyetinin basi ve kidemli silah denetçisi David Kay, Senato Silahli Kuvvetler
Komisyonunun karsisina çikarak gerçegi söyledi: “Yapilan islerin neredeyse
tamami yanlisti”.
Irak’in
silâhlari konusunda CIA’nin söylediklerinin hayal ürünü oldugu ortaya çiktiktan
sonra teskilâtin, ne Pentagon, ne de Disisleri nezdinde dinlenirligi kaldi.
Bush bile asagilayici bir tavirla “CIA’nin inanirligi yok olursa, varlik nedeni
ortadan kalkar” dedi.
**************
Baskan
Bush 6 Subat 2004 tarihinde, CIA’nin, silâhlar konusundaki hatali
degerlendirmelerinin nedenlerinin arastirilmasini istedi. Komisyon Baskanligina
atanan Yargiç L. Siberman’in sözleri: “Eger ABD ordusu, çalismalari sirasinda
istihbaratçilar kadar ciddi hatalar yapmis olsalardi, bütün generallerin
rütbeleri sökülürdü. CIA, Baskan’a ve Kongre’ye, Saddam’in geçmiste kitle imha
silâhlarini kullanmis olmasi nedeniyle, simdi de kullanabilecegini, adamin
davranislarinin inandirici olmadigini söylemekle yetinmis olsaydi hakli
görülebilirdi. Saddam’in yüzde doksan ihtimalle kitle imha silâhlarina sahip
oldugunu söyleyerek büyük ve ölümcül bir hata yaptilar. Istihbaratlari gevsek ve
yeterli dayanaktan yoksundu, kurum içi iletisimleri ise berbatti, sag elin
yaptigindan, sol elin haberi olmuyordu.”
CIA,
Irak’ta kimyevi silâh oldugu sonucuna sadece uzaydan çekilmis karayolu
tankerlerine bakarak varmisti. Biyolojik silâhlar konusundaki yargisi ise
Curveball kod adli tek bir kaynaga dayaniyordu. Nükleer silâh yapiminda
kullanilacagi söylenen güçlendirilmis alüminyum borular ise konvansiyonel roket
yapimi içindi.
Yargiç
Silberman’a göre Colin Powell’in BM üyelerine, kendinden o denli emin bir
sekilde Irak’in kitle imha silâhlarina sahip oldugunu söylemesi de hataydi. Gerçegin
iyice aydinlatilmasi için Siberman’a çok genis yetkiler verilmisti.
O kadar ki, yargiç, daha önce Baskan disinda kimsenin göremedigi günlük CIA
istihbarat raporlarini dahi inceleyebiliyordu. Silberman bu raporlarin daha da
yaniltici oldugu kanaatine vardi. CIA
adeta müsterilerini, daha dogrusu, en önemli müsterisini memnun etmek
maksadiyla istihbarat ‘satiyordu’.
**********
George
Tenet, kendisi için zamanin doldugunu anlamisti. Vaktiyle, Irak’ta kitle imha
silâhlarinin varligina iliskin deliller konusunda rakibin potasina ‘smaç’ yapma
deyimini kullanmisti. Ilerleyen yillarda bunu, “Hayatimda sarfettgim en aptalca
lakirdiydi” diye degerlendirecekti. Yapilan hatalar konusunda kendi teskilâtina
hazirlattigi bir raporda sunlar yaziyordu: Soguk savasin bitmesiyle CIA’da
bitmistir. Sovyetlerin dagilmasi da teskilâtin sonunu getiren önemli bir
etkendir.”
Gizli
Servisin siklikla basvurdugu bir yöntem, ayni kaynaktan aldigi bilgiyi, farkli
kaynaklardan alinmis gibi göstererek inandiriciligi artirma çabalariydi. Bu bir
sahtekârlik degilse bile ona yakin bir seydi. Tenet’in hatali bilgilere
gerçekmis süsü vererek Bush’u ve Powel’i ikna çabalari da, benzer sekilde, suç
degilse bile ona yakin bir seydi.
Tenet
ne yazik ki böyle bir miras birakti. Amaç bir ülkeyi savasa sürüklemek olmasa
bile beceriksizlik yüzünden isler basarilamamisti. Basarisizligin tarifini yapmak
CIA’nin silâh denetim ekibi sefi D. Kay’a kaldi: “Istihbaratin savaslarin
kazanilmasinda önemli rol oynadigini biliyoruz ama savaslar istihbaratla degil,
meydanlara gönderdiginiz gençlerin kani ve cesaretiyle kazanilir...
Istihbaratin yarari, eger iyi yapilabilirse, savaslari önlemektir.”
“Cenaze Merasimi”
George
Tenet, 8 Temmuz 2004 tarihinde, görevinin yedinci yilinda istifasini sundu ve
kisisel hatiralarini kaleme almak üzere kösesine çekildi. CIA’yi daginikliktan
kurtarip bir dinamo haline getirdigine inaniyordu ama o dinamo büyük baskilara
dayanamayarak bozulmus, 11 Eylül’den önce El Kaide’yi vurmayi basaramamisti.
“Saglam istihbarat yoksa, gizli operasyonlar ahmakça bir oyundur” diye yazmisti
hatiralarinda. Belirsizligin pençesindeyken hem kendisi hem tüm teskilâti
Irak’ta kitle imha silâhlarinin varligina gerçekten inanmisti ama hatiratinda
sunlari yazmaktan geri durmadi: “Sahip oldugumuz en saglam bilgiler dört
yillikti, kendi tarihimizin mahkûmlari haline gelmistik”. Adeta bir aklanma
arayisi içinde hatalarini itiraf etmekteydi ama Beyaz Saray’in savasa girme
konusunda sadece kendisini sorumlu tutar bir tavir almasina dayanamamisti.
Simdi
elestiri zamaniydi. Sahneye Porter Goss çikti. Goss 1959 yilinda Yale
ögrencisiyken CIA’nin gizli servisine katilmisti. Lâtin Amerika’da bazi
görevler yaptiktan sonra Londra istasyonun tayin oldu. Burada yakalandigi bir
hastalik yüzünden ölümün esiginden döndü, emekli oldu. Iyilestikten sonra
Florida’da küçük bir gazeteyi satin alarak medya dünyasina girdi ve bu is
sayesinde hem 14 milyon dolarlik bir servet, hem de Kongre’de bir koltuk sahibi
oldu (1988). Kongre’nin istihbarat komisyonu baskani olunca da CIA üzerinde söz
sahibi bir kisilik haline geldi. “Bugün olsa CIA’ya giremezdim, bunun için
gerekli yeteneklere sahip degilim” diyecek kadar mütevazi idi ama merkezî
istihbaratin basina gelmeye kararliydi. Tenet’i korkunç bir salvo altina aldi.
Silâhlari ise Istihbarat Komisyonunun CIA ile ilgili yillik raporlarinda
deginilen saptirmalardi.
**************
Tenet,
“Ülkemizin ihtiyaç duydugu nitelikte bir gizli servise sahip olunabilmesi için
bes yillik bir çalismaya ihtiyaç var” demisti. Goss bu acikli açiklamaya
göndermede bulunarak, “Yeniden yapilanmanin sekizinci yilina girdik, hâlâ
saglikli bir yapinin bes yil uzagindayiz. Bu trajik bir durum” dedi.
Bundan
sonra silâhlarini CIA’nin istihbarat birimine çeviren Goss, müdürlügü, sinirli
degerleri olan spot haberler üretmek ve teskilâtin ana varlik sebebi olan uzun
erimli stratejik istihbarat saglayamamakla suçladi. Bir tespit de Disisleri
Bakan Yardimcisi C. Ford, Jr.’dan geldi: “Edinilen istihbarati niteligi ile
degil de niceligi ile degerlendirmeye
devam edersek, ünümüzü hakli
çikarircasina 40 milyar dolarlik
tezek üretmeyi sürdürürüz”.
Ford,
teskilâtin Saddam’in hayalî silâhlarina takilip kalmasina ve bu yüzden Bush’un
ser eksenindeki Iran ve K. Kore gibi yerlerdeki nükleer programlarindan
habersiz olusuna müthis öfkeliydi.
Goss,
gizli servisin islevsizligini su sözlerle ifade etti: “Isleri güçleri
beklemekti. Soguk savas süreci boyunca umuyorlardi ki, Sovyetlerden kopanlar
kendilerine gelecek ve casusluk hizmetlerini sunacaklar. Teröre karsi savas
boyunca da, Pakistan, Ürdün ve Endonezya’daki meslektaslarinin gelip istihbarat
satmasini beklediler”. Çözümün CIA’yi bastan asagi elden geçirmekten geçtigini
biliyor ve bunu yapabilecegine inaniyordu.
Kongre
tarafindan olusturulan 11 Eylül Komisyonu, nihaî raporunu sunmak üzereydi.
Çalismalar, Amerika’yi 11 Eylül’e getiren olaylar dizisini güzel derlemisti ama
gelecege dönük bir perspektif getirmiyordu. Komisyon, 11 Eylül sonrasinda
CIA’daki aksakliklari giderme anlaminda da fazla bir öneri sunmuyordu. Ancak
Kongre’nin, CIA üzerindeki gözetiminin –aynen Goss’un tabiriyle- ‘islevsiz’
oldugunun altini çiziyordu.
11
Eylül Komisyonunun, yeni bir Ulusal Istihbarat Direktörlügü pozisyonu önerecegi
anlasilmisti. Çok eskiden beri tartisilmakta olan bu fikir, hükümetin
organizasyon semasindaki bazi kutularin yer degistirmesinden baska, gerçek
anlamda bir çözüm getirmiyordu. Bu degisimin de CIA’nin yönetilmesini
kolaylastiracagi yoktu. Stratejik ve Uluslararasi Çalismalar Merkezi Baskani
John Hamre’nin sözleri: “Gelisip basarili olma yolundaki gidasini hileden,
aldatmadan alan bir kurum bu. Böyle bir organizasyonu nasil yönetirsiniz?” CIA
ve Kongre, bu soruyla birlikte su sorulari da hiçbir zaman cevaplayamadi: Açik
demokratik ortamda gizli istihbarat isleri nasil yürütülür? Yalan söyleyerek
gerçege nasil hizmet edilir? Demokrasinin hileler yoluyla yayginlastirilmasi
nasil mümkün olur?
****************
CIA’nin
yetenekli ve cesaretli elemanlardan ve yurt disi ajanlardan olusan bir kadro
kurmadan basarili olmasi mümkün degildi, teskilât da bunu gerçeklestiremiyordu.
CIA’nin saflarina katmasi gereken insanlar, ülkenin askeri kadrolarindaki en
disiplinli ve en cesaretli subaylara, Disislerindeki kültürel birikimi en genis
ve tarih bilincine sahip diplomatlara ve medya dünyasindaki, merak ve macera
tutkusu en gelismis muhabirlere benzemeliydi. Ne yazik ki bu niteliklere sahip
Amerikali bulmak zordu. Islerin geregini yerine getiremeyen ve kaliplarinin
adami olmaktan uzak yetkilileri isten uzaklastirmak da, yerlerine getirilecek
adam bulunamamasi yüzünden mümkün olamiyordu. Uygun nitelikli insanlar,
hükümetin verdigi maaslari cazip bulmadiklarindan teskilâttan uzak
duruyorlardi. Goss, atanmasiyla ilgili olarak Senato onay sürecinden geçerken
bütün bu personel sorunlarini tam ve kesin olarak çözecegini taahhüt etti.
Atama 77 olumlu oya karsi 17 ret oyuyla Senato’dan geçti.
Teskilâta
dönen Goss, üç ay önce agir elestiriler getirdigi personeline, Baskanlik
emriyle yetkilerinin genisledigini
açikladi; Bush’a brifingleri bizzat verecekti, CIA’nin da üzerinde bir
konumlanma elde ederek merkezî ve ulusal istihbaratin direktörü olacakti
ayrica, yeni kurulacak bir karsi terör merkezine baskanlik edecekti. Selefleri
gibi iki degil tam bes sapkasi olacakti.
Goss,
teskilâttaki en kidemli çalisanlari kapi disari ederek ise hizli bir giris
yapti. Etrafini, Bush yanlisi, siyasilesmis bürokratlarla doldurdu. Bunlar,
Beyaz Saray tarafindan -ya da daha yükseklerden- CIA’yi solcu bozgunculardan,
yikicilardan kurtarmak için özel olarak görevlendirilmis olduklarini düsünen
kimselerdi. CIA’ya getirilen elestiriler hakli olarak yetenek/beceri
meseleleriyle ilgiliydi ama simdi is, bir ideoloji meselesi haline dönüsüyordu.
Direktör, Baskan’in politikalarina aykiri islere girisilmemesini emretti, mesaj
açikti; programa ayak uydur, ya da
teskilâti terk et!
Washington’da,
uzmanlik gerektiren isleri taseronlara yaptirma anlayisi mevcuttu. Bu yüzden
sehirde ulusal güvenlik endüstrisi gelismeye baslamisti. Direktörün mesajindaki
ikinci alternatifi seçen bir çok yetismis eleman CIA’dan ayrilarak bu özel
sirketlere geçti. 2005 yilina gelindiginde CIA’da bes yildan kidemli eleman
kalmamisti.
Baskan’in,
Irak uzmanlarinin söylediklerini “Sadece tahminden ibaret” diye küçümsemesini
kendilerine yediremeyen CIA mensuplari, Beyaz Saray’i elestirmeye basladi;
Baskan’in Irak’ta izledigi politikalar felâkete yol açacakti, ABD anlamadigi
ülkeyi yönetemezdi. Beyaz Saray bu elestirileri duymazdan geldi. Sarayin
mukimleri, politikalari inanca dayali bir yönetimin, aymazlik içindeki
bürokratlarindan baska bir sey degildiler.
Goss’un
Beyaz Saray’a yaranmak ve CIA’yi yeniden yapilandirmak adina yaptiklari,
teskilâti içerden yikiyordu ve durum basin tarafindan da elestirilmeye
baslamisti. O güne kadar CIA’nin basina getirilen 19 direktörden hiçbiri
Eisenhower tarafindan hayâl edilen standardi tutturamamisti. Teskilâtin
kuruculari, Kore ve Vietnam’da kendi cehaletlerinin kurbani olmuslar, onlarin
halefleri Sovyetlerin dagilmasiyla hedefsiz kalmislar, Amerikan gücünün
sembollerine yapilan terör saldirilarina hazirliksiz yakalanmislar, bu yüzden
Pentagon ve Disislerince asagilanmislardi. Madem ki görevin basarilamayacagi
anlasilmisti, o halde görev ortadan kaldirilmaliydi.
2004
yilinin Aralik ayinda, 11 Eylül Komisyonunun önerisi ve Baskan’in onayiyla
Ulusal Istihbarat Direktörlügü kuruldu. Aceleye getirilmis olan bu olusum,
degisiklik maskesiyle statükonun sürdürülmesinden baska bir sey degildi. Goss,
bu pozisyona kendisinin getirilecegini umuyordu ama olmadi. Göreve, daha önce
CIA’da hiç çalismamis, asiri muhafazakâr bir diplomat olan Irak Büyükelçisi
John D. Negroponte atandi. 1947’de oldugu gibi, kendisine gerekli yetkiler
verilmeden büyük sorumluluklar yüklendi. Pentagon, yillik 500 milyar dolari
bulan ulusal güvenlik bütçesinin büyük bölümünü kontrol etmeye devam ediyordu,
CIA’nin bu bütçedeki payi kabaca %
1 civarindaydi. Yeni düzen, sadece eski düzenin yürümedigi hükmündeydi.
*******************
Baskan,
casusluk, gizli görev, dinleme, kesif ve gözetleme islerinin bir çogunu
Pentagon’un istihbarat müstesarligina kaydirdi, bu pozisyonun, Savunma
Bakanligi hiyerarsisi içindeki yerini de üç numaraya yükseltti. Bazilarina göre
bu bir Kremlin yaklasimiydi. Pentagon, giderek CIA’nin görev alanlarini daha da
daraltti. Istihbarat sivillerin isi olmaktan çikip askerîlesiyordu.
30
Mart 2005 tarihinde, CIA ruhu adina ne kaldiysa onu da yerle bir eden salvo
geldi. Yargiç Silberman’in 600 sayfalik raporuydu bu. Rapor, CIA’nin daha önce
belirtilen zafiyetlerinin teyidi mahiyetindeydi. 21 Nisan 2005 tarihinde
Merkezî Istihbarat Direktörlügü makami tarihe karisti. Goss, Negroponte’nin
yemin törenini teskilâtin cenaze merasimine benzetti. CIA’nin
tüm eski tüfeklerinin hazir bulundugu tören çok görkemliydi. Konusmalar
yapildi, madalyalar verildi. CIA tarihçilerinden biri uzun konusmasinda
Eisenhower’in su sözlerine yer verdi: “Savas zamaninda hiçbir sey bir komutan
için, düsmanin gücü, tabiati ve niyetlerine iliskin bilgiler ve o bilgilerin
gerçekçi yorumlari kadar önemli degildir. Baris zamaninda, güvenligimizi ve
çikarlarimizi uzun vadeli olarak koruyacak politikalarin gelistirilmesinde de
bilgiye ve bunlarin dogru biçimde analiz edilmelerine ihtiyaç vardir. Hiçbir
görev bundan daha önemli olamaz.”
Kapanis
konusmasini Bush yapti ve yeni yapilanmanin Amerika’ya ve barisa hizmet
etmesini diledi. Törene katilanlar nazikçe vedalasip, günlük yasamlarina
döndüler. Deneyimli asker Eisenhower’in çok önceleri kaygi içinde belirttigi
gibi, arkalarinda miras olarak külden baska bir sey birakmadilar.
**************
CIA’da
kesintisiz olarak, 19 ay süren ‘arkadan biçaklama’ süreci sonunda Bush, 5 Mayis
2006 tarihinde P. Goss’un isine son verdi. Goss, arkasinda CIA tarihinin en
zayif casus ve analist kadrosunu birakarak Tiffin / Ohio Üniversitesinde
hocalik yapmaya basladi. Ilk konusmasinda ögrencilerine söyle seslendi: “Eger
burada CIA elemanlarina mezuniyet konusmasi yapiyor olsaydim sizlere tavsiyem
su olurdu; hiçbir seyi kabul etmeyin, her seyi inkâr edin, karsi suçlamalarda bulunun.”
Goss’un
ayrilmasindan bir hafta sonra FBI müfettisleri CIA genel merkezini basti.
Teskilât hiyerarsisinin üç numarali
ismi Dustin Foggo’nun
ofisi tepeden tirnaga
arandi ve bazi
delillere ulasildi. Bu
kitabin yazildigi siralarda
Foggo, savciligin, sahtekârlik, komplo düzenleme ve para aklama suçlamalariyla
mücadele etmekteydi. Suçlu bulunursa 20 yil hapis cezasina çarptirilacaktir.
Foggo
iddianamesinin mahkemeye sunuldugu günlerde bir baska sembol niteligindeki dava
sonuçlaniyordu. Kuzey Carolina Federal Yargici, Afganistan’da bir Afganliyi
döverek öldürmekten, CIA’ya taseron olarak is yapan bir bir firmanin David
Passaro isimli elemanini 8 yil 4 ay hapis cezasina çarptirdi. Öldürülen adam
Abdul Veli isminde, yöresinde taninmis bir çiftçiydi. Amerikan üslerine roket
saldirisi faaliyetlerine karistigi süphesiyle arandigini duyunca üsse gelerek
teslim olmus ve masum oldugunu söylemisti. Yargiç, ortada bir otopsi raporu
olmamasi nedeniyle Passaro’ya daha agir bir ceza verilmedigini söyledi, yoksa
olay bir cinayetti. Olayin geçtigi Kunar bölgesinin valisi, mahkemenin
yargicina yazdigi mektupta, yasananlarin El Kaide’nin eline güçlü bir propaganda
malzemesi verdigini dile getirecekti. Yöre halkinin Amerika’ya olan güveni
sarsilmis, Passaro’nun davranisi, El Kaide’nin disinda kimsenin isine
yaramamisti.
Buna
benzer hadiselerin artmasiyla, CIA’nin hapishane uygulamalari sürdürülemez hale
geldi çünkü artik islerin gizli kapakli bir yani kalmamisti. CIA, her ne kadar
bu uygulamalarin ABD’yi önemli saldirilardan korudugunu savunsa da bu görüsü
destekleyen delil yok denecek kadar azdir. Büyük ihtimalle gerçegin ne oldugunu
hiç bilemeyecegiz.
P.
Goss’un yerine atanan General Michael Hayden, yetkileri kirpilmis bir direktör
olarak CIA’nin basina getirildiginde teskilâtta amatörlük sürecinin sona
erecegini söyledi ama durum böyle degildi. Gizli servis, siyasi savas,
propaganda, gizli operasyon gibi eskinin taktiklerini terk etmek zorunda kaldi
çünkü serviste bu isleri yapabilecek yetenekte insan kalmamisti. Çalisanlar
arasinda, Arapça, Farsça, Korece ve Çince bilen eleman yok denecek kadar azdi.
Orta Dogu’da hâlâ akrabalari olabilir endisesiyle, Arap kökenli vatansever
Amerikalilara is verilemiyordu. CIA, sifiri tüketmisti. Amerika’nin lider
kadrosu, ihtiyaç duyduklari istihbarati edinebilmek için gözlerini baska
kaynaklara çevirmek zorunda kaldilar; Pentagon’a ve Özel Sektör’e.
********************
18
Aralik 2006 tarihinde Pentagon’un basina Bob Gates geçti. Gates’in ilk tespiti,
Amerikan istihbarat dünyasinin
askerlerin eline geçmis olduguydu. Savunma Bakanliginin, istihbarat
çevrelerindeki hâkimiyetine son vermeyi, Guantanamo Bay’deki hapishaneyi
kapatmayi, buradaki mahkûmlari Amerika’ya getirip yargilamayi, suçsuz olanlari
serbest birakmayi ve CIA’nin Amerikan devlet mekanizmasi içindeki itibarini
yükseltmeyi çok arzu ediyordu ama yapabilecekleri kisitliydi.
Yükselen
manevi degerler üzerine bina edilmis dis politikalari bes yil boyunca savunan
Disisleri Bakanligi, bu akimin etkisiyle oradan oraya sürüklenmis, demokratik
degerleri seslendiremez hale gelmisti. 2005 ve 2006 yillarinda CIA’nin yillik
stratejisini ve harcamalarini düzenleyen yasanin Kongre’den geçmemesi,
istihbarat islerini hepten çikmaza sürüklemisti. Istihbarat konusundaki
hâkimiyet simdi çok farkli bir gücün etki alanina girmisti: Amerikan Özel Sektörü.
11
Eylül sonrasinda, ulusal güvenlik konularinda yapilan gizli harcamalar,
istihbarata endüstriyel bir boyut kazandirmis ve bu sektör alabildigine
büyümüstü. CIA’nin klonlarindan ortaya bir yigin sirket çikmis, ‘kâr amaçli
vatanperverlik’ isi yillik 50 milyar dolarlik bir büyüklüge erismisti ki bu da
asagi yukari, ABD’nin istihbarat bütçesi
kadardi. Bu egilim, yaklasik 15 yil kadar önce tomurcuklanmaya baslamisti.
Soguk savastan sonra, 1992 yilindan itibaren getirilmeye baslanan bütçe
kisitlamalari, CIA’nin yüzlerce isi taseronlara yönlendirmesine sebep olmustu.
CIA çalisanlari emekliliklerini isteyip mavi kimlik belgelerini teskilâta
teslim ediyor, ardindan yolun karsisina geçip daha iyi bir maasla Lockheed
Martin veya Booz Allen Hamilton gibi askere is yapan müteahhit firmalara
intisap ederek, bu kez yesil kimlik kartlariyla CIA’nin bir baska kapisindan
gene içeri giriyorlardi.
2001
Eylül’ünden sonra taseronluk isi iyice zivanasindan çikti. Özel sirketler artik
CIA’nin kafeteryasindan açikça adam ayartir olmuslardi. Gizli servis islerinin
nerdeyse tamami özel sektöre devredilmisti. 2006 yilinda, ülkenin en büyük
askerî müteahhidi olan Lockeed Martin, gazete ilaniyla Guantanamo
hapishanesindeki mahkûmlari sorgulayacak eleman ariyordu. Istihbarat islerinin,
disardan hizmet alimi yoluyla yaptirilmasi, 11 Eylül’den sonra yalniz basina
birakilan CIA’nin temel islevlerini dahi yapamaz hale gelisinin kesin
belirtisiydi. Bu haliyle, Irak’ta silâh tehdidiyle demokrasi dayatmaya çalisan
orduya hizmet etmesi de artik mümkün degildi. Bilgiye dayanmayan eylemin
tehlikeli bir is oldugunu Amerikalilar aci çekerek ögreneceklerdi.
*****************
CIA,
soguk savas sirasinda yaptiklari nedeniyle Amerikan solu tarafindan kinanmisti.
Ayni CIA, teröre karsi savas sirasinda, bu kez yapamadiklari sebebiyle Amerikan
saginin saldirisina ugradi. Suçlamalar, “beceriksizlik/yeteneksizlik”
nedenlerine dayandiriliyordu. Suçlamayi yapanlarin basini, Dick Cheney, Donald
Rumsfeld gibi isimler çekiyordu. Bu kisilerin liderlik yetenekleri hakkinda çok
sey söylenebilir ama büyük tecrübeleri sayesinde, bu kitabin okuyucularinin
simdi ögrendigi gerçekleri, onlarin çoktandir bildikleri yadsinamaz; o gerçek,
CIA’nin, Amerika’nin istihbarat servisi olarak yüklendigi rolün geregini
yapamamis olmasidir.
CIA’nin
her seyi halledebilen, dünyayi degistirecek kudrete sahip bir olusum görüntüsü
vermesi, 1950’lerde Allen Dulles tarafindan gerçeklestirilen siyasi propaganda
ve kamu oyu olusturma çabalarinin bir sonucudur ve bir ölçüde, teskilâtin
degisime neden bu kadar kapali oldugunu izah eder. CIA simdilerde, Amerika’nin
en basarili savunma mekanizmasi oldugu masalini tezgâhlamaktadir. Binlerce yeni
elemani istihdam etmek, egitmek, onlari bünyede tutmakla görevlendirilmis bir
kurum olarak, yasamini devam ettirebilmesi için basarili oldugu imajini diri
tutmasi gerekmektedir.
On
binlerce gizli servis görevlisi, altmis yildan bu yana gerçek anlamda büyük
önem tasiyan pek az istihbarat elde edebildi ki bu da CIA’nin en derin
sirlarindan biridir. Çalisanlarinin görevleri olagan üstü derecede zordur. Ama
biz Amerikalilar, kontrol etmek ve dizginlemek durumunda oldugumuz halklari ve
siyasi güçleri hâlâ anlayabilmis degiliz. CIA da, kurucularinin öngördügü
vasiflari tasimanin çok uzaginda bulunuyor.
Richard
Helms, bundan on yil önce, “Bir casusluk teskilâti kurup bunu düzgün biçimde çalistirarak,
dünyada olup bitenleri anlama konusuna
yeterli ilgiyi göstermeyen tek süper güç Amerika’dir” demisti. Umulur ki, teskilât bundan on yil sonra, bünyesine
asilanan milyarlarca dolar, yeni bir nesil ve yeni bir önderlik sayesinde,
üzerini örten küllerin içinden yeniden dogabilsin, analistler dünyayi daha
berrak biçimde görebilsin, ajanlar Amerika’nin düsmanlarina karsi daha etkili
çalismalar yapabilsinler. Buna ihtiyacimiz var. Çünkü su an, içinde
bulundugumuz savas, soguk savas kadar uzun sürebilir ve bunun kazanilip
kazanilamayacagini belirleyecek olan da istihbarat yeteneklerimizdir.
SON............