Mehmet
Ali AGCA
ben Mesih adli
kitabina kendisinin ISA
peygamber oldugunu ama Müslüman bir Isa
oldugunu
söyleyerek basliyor.
Dogustan
Müslüman bir insan oldugunu dünyada
iyi bir sekilde
yasamak
için insanlarin tüm
kötülüklerle savasmalari gerektigini,
yoksullukla, terörle, mücadele edilmesi gerektigini
tüm bunlari söylerken de aklinin yerinde
oldugunu
kendisine dili diyenler olabilecegini
ama kendisinin buna aldirmayacagini, Allah’in mesajini tüm
insanlara açiklayacagini, ve bu çabalari karsisinda hiç bir liderlik güç, zafer makam mevki
tarzi seyler
istemedigini
Müslüman olmasinin ise insanlari korkutmamasi gerektigini,
kendisinin tüm dünya dinlerine esit
oldugunu
hiç kimseye sen Hiristiyansin,
Musevisin, Yahudisin Müslüman olman gerek demeyecegini
yani herkesin kendi dininde kalmasi
gerektigini,
insanlarin günahsiz olamadiklarini önemli olanin insanlarin kendisini ahlaki ve ruhsal
yönden gelistirebilmeleri
oldugunu
Hz. Adem ile HZ. Havva'nin
bile cennette isledikleri kusur sebebiyle
dünya'ya gönderildiklerini ama onlarinda tekrar affedildigini belirtiyor.
AGCA 9
Ocak 1958 yilinda Malatya' fakir bir ailenin
çocugu
olarak dünyaya geldigini,
babasinin maden isçiligi
yaptigini annesinin ev hanimi oldugunu kendini
tanimaya basladigindan beri çalistigini, yasadigi çevredeki insanlarinda
kendisinden pek farki olmadigini
muhit olarak yoksul bir çevrede
yetistigini,
ailesinin de kendisine egitim konusunda yardim edebilecek bir bilgisinin
olmadigini, okullarda okutulan bazi
derslere hiçbir zaman isinamadigini, ilkokul
yillarindan baslayarak tüm egitim
yasaminda resim ve müzik derslerini
sevmedigini söyleyerek
buna gerekçe olarak sanat dalinda ünlü olan Van Gogh’un intihar etmesini Hitlerin
çok iyi bir ressam olmasina ragmen bir katil oldugunu,
Machail Jackson’in zenci bir insan iken derisinin rengini degistirdigini
söylüyor. Ögretmenlerinin ise sanata karsi bu tavri karsisinda kendisini bir aptal
olarak gördügünü ama kendisini
anlayabilselerdi ne kadar hakli oldugunu
ögrenebileceklerini,
söylüyor.
Kendisini
yasadigi her türlü imkansizliga
karsi kültürel yönden gelistirmeye
çalistigini söyleyen Agca
insanligin kendi çagrisina uymasi gerektigini
dogrulamak
için Hz. Nuh olayindan örnekler veriyor. Mezopotamya'da
Nuh'un kabilesinin yasadigini bu halkin Allah’i inkâr
ettigini
ve ahlaki degerleri olmadigini, putlara taptiklarini fakat
Nuh'un dürüst bir insan oldugunu, bu halkin çogunun
Nuh'un ikazlarina
uymadigini bu ikazlara uyanlarin ise
Nuh'un gemisi ile kurtuldugunu o geminin o
zamanki adiyla Mezopotamya bugünkü adiyla Ortadogu'da
yaklasik olarak Irak'ta bir
yerlerde oldugunu, yani Agri daginda olmadigini kendisinin de Nuh gibi
halki dogru
yola çagirdigini insanligin kendisinin bu ikazina uymamasi durumunda sonunun Nuh'un
kabilesinin sonu gibi bir felaketle karsilasacagini belirtiyor.
Çocuklugunun
hem aile hem de çevre yasantisi olarak kötü ortamlarda geçtigini,
küçük iken yasadigi ve unutamadigi olaylar arasinda kaza sonucu üzerini
yakmasini ve babasinin ölümünden sonra karsilastigi sorunlari, bu sorunlari yasadiklari zamanlarda insanlarin bu acilarina karsi ne kadar duyarsiz kaldiklarini annesinin kendisini tedavi
ettirmek için çok ugraslar
verdigini,
saglik sisteminin çok yetersiz oldugunu anlatiyor.
Ama geçmisindeki bu olaylarin kendisini yildirmadigini aksine sürekli gelistirdigini ve
güçlendirdigini kendisini gelecegi
hazirladigini söylüyor.
Her
insan gibi kendisinin de Kisisel görüslerinin
oldugunu
söyleyen Agca
insanligin asil sorununun, ideolojiler olmadigini gerçek nedenin ruhsal ve ahlaki bozukluk oldugunu söylüyor. Agca
kendisinin Komünist olmadigini ama
Türk Komünist Partisi'nin (TKP) bazi militanlari veya sempatizanlari olarak
niteledigi kisiler
ile de karsilastigini ve tanistigini bu insanlarin çogunun
basit ve ezberci sahislar oldugunu,
bu insanlarin bazi süslü kelimeler ögrenerek
kendi kendilerine ideoloji olusturduklarini, bu davranislarinin içte ve dista sürekli olarak ülkemize ve devletimize zarar
verdigini
ülkemizi sürekli geriye götürdüklerini, Ülkenin, Devletin, ne zaman belini dogrultmasi durumunda bu insanlarin ülkemize bir darbe daha
vurduklarini ve adeta ülkenin sirtinda bir kambur
olduklarini söylüyor.
Lise
yillarinda ise ülkemizin gündeminden hiç eksik olmayan asiri bir sag sol
kutuplasmasi
oldugunu,
ögrencilerin
sürekli bir çatisma içerisinde olduklarini ve çogununda
toplumda oldugu gibi ahlaki yönden zayif olduklarini okullarda din dersine gereken
önemin verilmedigini, Nazizm ve Fasizm
gibi ideolojilerin yenilmelerinin sebebinin dini tanimamalari oldugunu
ve bundan sonrada dini tanimayan bütün ideolojilerinde yenilgiye ugrayacagini, okulda ibadetlerini yerine
getiren çok az sayida ögrenci oldugunu
bu sahislara da digerlerinin
uzayli gözüyle baktiklarini, kendisinin ve arkadaslarinin bu durumlar karsisinda ruhsal ve ahlaki yönden kararsizlik içinde olduklarini, kendisine din konusunda
kimsenin bir sey ögretmedigi içinde dine yaklasamadigini onun içinde insanlarimizsin
egitim
hayatinda ve aile yasantisinda ahlaki yönden iyi bir egitim
verilmesi gerektigini bunun ise ancak din egitimi
ile saglanabilecegini
insanlarin karakterlerinin olustugu
ilk okul ve lise döneminde
gerekli olan bu egitimin mutlaka ehil kisilerce
verilmesi gerektigini, okullarda egitim
veren tüm ögretim
görevlilerinin de ahlaki
yönden kendilerini gelistirmeleri ve ögrencileri
yanlis
yollara sevk etmemeleri gerektigini söylüyor.
Kendisini egitim
konusunda sürekli
gelistirmeye
çalistigini 1976 yilinda Üniversite
sinavlarina girerek Dil, Tarih ve Cografya
fakültesini kazandigini, artik yavas
yavas
kendini ispatlayabilecek kapasiteye geldigini, bu yillarda Ideolojik
arayis içerisinde olan kendisinin de "Ülkücü" denen hareketin
arasina girdigini bu hareketin içerisine girmesinin
sebebini ise Ülkücülügün amacinin
sihhatli, kuvvetli insanlar olmak ve millete hizmet etmek için çalismak oldugunu,
bu hareketin amacinin Türk halkinin içine düstügü maddi ve manevi sefaletten
kurtarmak ve Türkiye'yi
yeni bir Vietnam, Yemen, Kore yapmak isteyen düsünceye karsi koymak oldugunu,
bu baglamda
kendisinin de ideolojik brosürler dagittigini, afis astigini, ideolojik bilgilerini
kuvvetlendirmek ve Ülkücü gruba olan bagliligini güçlendirmek amaciyla çesitli
çalismalar
yaptigini bu çalismalarin ise kendisini bilinçlendirdigini
ve güçlendirdigini belirtiyor.
Zaman zaman yasadigi ve yasayacagi çevre ve insanlar hakkinda kafasinda olusan düsünceler sebebiyle Ileriki
dönemlerde zamanla üniversiteye ilgisinin azaldigini, derslere gereken ilgiyi ve
alakayi gösteremedigini derslere devamlilik saglayamadigini ve bu sebeple okuldan
uzaklastirildigini söyleyen Agca basarisizligi nedeniyle okuldan atildigini ailesine söyleyemeyecegi için küçük bir dolandiricilik olarak niteledigi ve
o dönemlerde Türkiye’de solcu ve komünist kesimin iyi bölümlere yerlesmek
için kullandiklari bir yöntemi denedigi,
kendisinin yerine ülkücü hareketin üyesi olan çaliskan
bir ögrencinin
sinava girdigini
ve onun sayesinde Istanbul Üniversitesi Iktisat
Fakültesi'ni kazandigini ama bu bölümü kazandigina sevinmedigini,
yine de okumaya karar verdigini belirtiyor. Bu bölümde okurken ekonomik konularla
ilgilenmeye basladigini bu konuyla
ilgili kafasinda düsünceler olusmaya basladigini bu düsünceleri arasinda ekonomideki problemin kapitalizm veya komünizmden
ziyade ruhsal ve ahlaki oldugunu tespit ettigini gerçek sebebi de insanlarin baska yerlerde
aramamasi gerektigini, üniversitedeki derslerin ve ögretim
görevlilerinin dogru
yolda olmadiklarini en basta
bu insanlarin ve
derslerin düzenlenmesi
gerektigini ögretim
görevlilerinin ruhsal ve ahlaki
yönden iyi yetismis
insanlar olmadiklarini, üniversiteye karsi ilgisinin azalmasinin sebepleri arasinda bu gibi faktörlerinde bulundugunu
belirtiyor.
Türkiye'nin Cumhuriyetçi yapisi ile
ilgili olarak laikligin Türk halkinin ruhunu
öldürdügünü bu yapinin düzeltilmesi
gerektigini,
dünyada kullanilan çogu dil ve lehçenin iletisim için yetersiz oldugunu tüm
bu dil ve lehçelerin artik kullanilmamasi gerektigini
eger
iyi bir iletisim kurmak istiyor isek tüm dünyanin anlayabilecegi Türkçe, Arapça, Ingilizce,
Almanca Ispanyolca, Italyanca,
gibi kolay anlasilabilecek
saglam temelli
büyük diller kullanilmasi gerektigini,
tüm dünya da oldugu gibi ülkemizde de büyük bir sorun
olan komünizm isimli ideolojiye mensup Komünist sahislarin bulundugunu,
Türkiye’deki Komünist terörizmin Sovyetler Birligi,
Bulgaristan, Arnavutluk ve Yunanistan gibi Türkiye'nin zayiflamasini isteyen
ülkeler tarafindan desteklendigini ve bu ülkeler
tarafindan finanse edildigini, yillardir
ülkemizde devam eden ve halen süre gelen Sag-Sol
meselesinin bile sürekli bu dis mihraklarin tahriki destegi ve
finansesi ile ilgili oldugunu buna karsilik kendisinin de arasinda
bulundugu
ülkücülerin tamamina yakininin dürüst kisiler
olduklarini buna ragmen Komünistlerin
ülkemizde adam kaçirma, öldürme, saldiri gibi hareketlerle Türk halkini her
yerde zor durumda biraktiklarini bunu da bilinçli olarak yaptiklarini bu
ideolojinin hemen terk edilmesi gerektigini
bu gibi insanlarin cezasiz birakilmamasi gerektigini
belirtiyor.
1980
yilinda bir sorusturma nedeniyle Türkiye de
arandigindan Iran’a gitmeye çalistigini fakat basarili olamadigini bu sebeple tekrar ülkemize
döndügünü, ülkemizdeki Kürt
terörizminin nedenlerinden birinin 1983 yilinda Türkiye'de Kürt dilinin
kullaniminin yasaklanmasi oldugunu, Kürtlerinde bu
yasaga
tepki olarak dillerini öncekinden daha çok kullanmaya basladiklarini ve yasagin bu terörizmi önleyemedigini
iddia ediyor.
Kitabinda
günümüzde neredeyse ülkeye ve insanliga
hükmeder hale gelen Medya'ya da deginen
Agca terörle
mücadelede medyanin büyük önem tasidigini, onu için bu kurumun iyi
bir sekilde
kontrol edilmesi gerektigini bu sektörün Allah'in hizmetinde olmasi
gerektigini televizyon
ve radyo yayinlarinin tek bir kanaldan yapilmasinin gerekli oldugunu
aksi takdirde büyük bir güç olan medyanin kontrol edilemeyecegini belirterek
bu gerçegi
bilen Papa'nin ki gibi tek bir Radyo-Televizyon, Papa'nin gazetesi Losseuratore
Romano gibi tek bir gazete olmasi gerektigini söylüyor.
1978 tarihinde Istanbul'da
bulunan Agca Fatih ilçesinde bir arkadasiyla gezerken arkadasina Mesih'le, Papayla ilgili
merakini gidermek için sorular sormaya basliyor. Arkadasina "Etrafta Mehdi”den bahsediliyor. Mehdi nedir?" "Mehdi
nerede ve ne zaman gelecek?" diye
sorular soruyor ve arkadasinin da; Mehdi'nin dünya'nin sonunda gelecegini hicri
takvime göre 1400 yilinda ya Fatih semtine ya da Malatya'ya
gelecek" dedigini Mehdi'nin de
normal bir insan olarak dünyaya gelecegini
söyledigini
belirterek bu duyduklari karsisinda
hayal kirikligina ugradigini söylüyor. Bu hayal
kirikliginin sebebinin ise Mehdi’yi büyük
yenilmez bir kahraman olarak hayal etmesi oldugunu
söylüyor. 30 Kasim 1979'da
Papanin Ülkemize gelerek Fatih semtinde geldigini
o tarihte kendisinin de Fatih’te oldugunu bununda
ise bir tesadüf olmadigini söylüyor.
Tüm insanlar arasinda dünyanin en büyük
sirrini sadece Isa Mesih olarak kendisinin, 400 yil aradan sonra Italyan olmadigi halde Papaliga seçilen Karol Wojtyla'nin ve
Fatima'nin Rahibe Lucia'sinin bildigini,
1917 yilindaki Fatima olayini aysbergin su üstünde kalan yüzüne benzetiyor ama
kitabinin bazi kisimlarinda bu sirri bazi gizli servislerin yaninda Amerikan Baskani'nin bile bildigini
söylüyor.
Mehmet Ali AGCA tüm dünyayi sarsan suikast olayini ise genel hatlari ile söyle anlatiyor; 24 Nisan 1981'de Faruk
isminde sahte bir pasaport ile Ispanya’ya gittigini
kaldigi otelde kendisini sürekli olarak düsünmeye verdigini
hatta bazi zamanlar intihar etmeyi bile düsündügünü, insanlarin nasil bir
tepkisiyle karsilasacagini düsündügünü, sonunda Papa'yi vurduktan
sonra Hiristiyanlar tarafindan linç
edilecegini böylece tüm dünya önünde Hiristiyanliga sonsuz bir leke sürülecegini ve böylelikle adinin tarihe geçecegini
düsünerek suikasti gerçeklestirmeye
karar verdigini, bundan sonrasini ise hiç düsünmedigini,
zaten kendiside öldükten sonra dünyanin var olmayacagina inandigini söylemesine ragmen vasiyetnamesini
de hazirladigini belirtiyor. 9 Mayis 1981
tarihinde uçakla Milano'ya gittigini,
Papa'ya yaptigi
saldiridan birkaç ay önce bir falcinin, Papa'ya saldiri olacagini ilan ettigini.
61 yil önce Papa'ya yapilacak
suikastin Fatima'ya malum oldugunu söyleyerek
kendisinin Papa'yi vurmasinin bile bir tesadüf olmadigini her seyin
beklenen seyrinde gittigini belirtiyor.
2 Subat
1981 tarihinde Milano'da "Caffe
Biffi' isimli yerde bulundugu sirada iki
Türk kizinin kendisini tanidigini ve
bu sahislarin polise haber verdigini kendisinin
bu olayi fark ederek oradan ayrildigini ve yakalanmaktan son anda
kurtuldugunu,
bu olayin gerçeklestigi günün Hiristiyanlar tarafindan, Isa'nin belirme günü olarak kabul edildigini sonradan
ögrendigini
bütün bu olaylarin tesadüf olamayacagini tekrar tekrar belirtiyor.
10 Mayis 1981 tarihinde Roma’ya geldigini
San Pietro Meydani'nda
dolasirken Papa’nin da orada oldugunu
gördügünü çevredeki insanlarin Papa'yi alkisladiklarini
kendisinin de onlara katilarak Papa'yi alkisladigini o sirada Papa’nin
kendilerini selamladiginda,
kendisinin de Türkçe olarak "Yakinda
görüsecegiz" dedigini.
Ayni gün Vatikan'da etrafi tanimak ve yabancilik çekmemek için dolastigini, burada Papa’nin rahibelerin
de bulundugu 5-6 kisi
ile birlikte dolastigini gördügünü kendisini selamladigini burada Polonyali bir kardinalin saldiriyi hissettigini,
Hayatinin
sonu olarak düsündügü 13 Mayis 1981 günü kalmakta
oldugu ISA
isimli otelde sabah erken saatlerde kalktigini politik vasiyetname olarak
niteledigi "TÜM
DÜNYAYA" baslikli bir vasiyetname hazirladigini sonra Kuran-i Kerim okudugunu ve
günahlarinin af olmasi için dua ettigini linç
edilecegini
düsünerek medya'nin iyi durumdaki
resmini yayinlamasi için odasina iki tane resmini biraktigini,
13
Mayis 1981 tarihinde Papa'ya Suikasti gerçeklestirmek
amaciyla San Pietro Meydani'na geldigini,
bu olaylari gerçeklestirdigi sirada aklinin gayet yerinde oldugunu,
yine bu suikasti gerçeklestirerek linç edilmesinin Hiristiyanlik âlemine
kara leke olarak sürülecegini düsünerek kendi kendisine güç verdigini.
Ayni gün saat 17:00 siralarinda yine Papa’nin meydanda halki selamladigini, Papa’yi vurmak için bir yer seçtigini
hatta bir ara Papa ile yüz yüze geldiklerini ama kendisinin onu öldürecegi için hiç bir sekilde
vicdan azabi duymadigini bunu kesinlikle yapmasi
gerektigini,
Papa’yi vuracagi zaman
Papa’nin bir çocugu kucagina aldigini çocuga
zarar vermemek için bir süre bekledigini
ve Papa’nin çocugu ailesine verdikten sonra elindeki
fotograf
makinesini yere atarak cebinden tabancasini çikarttigini ve iki el ates
ettigini,
ates
ettigi mermilerden
birinin Papa’nin vücuduna isabet ettigini,
digerinin
ise Papa’nin elini siyirip geçtigini,
bu sirada San Pietro Meydani'nda dünyanin sonu yasaniyormus
gibi bir ortam olustugunu,
daha sonra da etrafini polislerin sardigini ve kendisini Vatikan polisine
götürdüklerini belirtiyor.
Papa'ya yaptigi saldiridan sonra, Fatima'nin üçüncü sirri ile
Papa'ya suikast arasinda bir baglanti oldugunu
söyleyenlerin çogaldigini bununda Vatikan'da
bulunanlarin hosuna gitmedigini,
bu olayi örtbas etmek için Yugoslavya’da
Meryem ana'nin 6 genç medyuma gözüktügü seklinde
komplolar olusturuldugunu,
tüm bu olup bitenlere ragmen 27 Kasim 1983'te
cezaevinde papa’nin hücresini ziyaret ettigini
aklina takilan sorulari Papa'ya sordugunu Papa'ya
"Fatima'nin üçüncü sirri ne zaman
açiklanacak?" diye soruyor ve Papa’nin da "Üçüncü
sir Rahibe Lucia öldükten sonra açiklanacak." dedigini "Neden Rahibe öldükten sonra?" diye
sordugunda ise Papa’nin "Çünkü
Rahibe Lucia istemiyor." diye cevap verdigini,
bu sirri bütün papalarin bildigini ama söylemediklerini, Bu sirrin açiklanmamasinin sebebini ise
Vatikanin 1960'li yillarda Fatima’nin Üçüncü sirrini, "Diplomatik Rapor" ve bir "Sir" olarak, saklamalari
için Amerikan, Ingiliz ve Fransiz hükümetlerine teslim ettigini
belirtiyor.
Papa’nin
27 Aralik 1983 tarihinde kendisini hapishanede ziyaretinde kendisi ile görüsmesinden
sonra Papa’nin “karsilastigimiz gün
tarihi bir gündür.” sözüyle kendisinin
düsüncelerinde ve davranislarinda dogru
oldugunu
ispatladigini, Papa ayrilisi sirasinda kendisine bir tarafinda 13 Mayis 1917 yazili ve üç çocukla Fatima'li Meryem'in resmi, diger
tarafinda 13 Mayis 1981 yazili
Karol Wojtyla'nin bulundugu bir madalyon hediye ettigini
söylüyor.
Adaletin günü olarak belirttigi 27
Mayis 1985 tarihinde mahkemeye
çiktiginda kendisinin Mesih oldugunu,
dünyanin sonunun geldigini
söylüyor. Vatikan’in kendisine
bir cevap vermesi gerektigini, Fatima'nin üçüncü sirrini açiklamasi gerektigini
söylüyor.
Agca sürekli olarak anlattiklarini
daha akilda kalici kilmak bir gerçeklik ve inanilirlik kazandirmak için Hz.
Musa’dan Hz. Isa’dan
ve Firavun'dan örnekler vererek yorumlar yapiyor bunlarin yasantilari ile kendi hayatini kiyaslayarak hakliligini ortaya koymaya çalisiyor. Yasaminin degismesine
sebep olan o herkes tarafindan saklandigini söyledigi hiç kimsenin açiklamaya cesaret edemedigini
söyledigi o
büyük sirrin yani Fatima’nin üçüncü sirrinin Hz. Isa’nin
dönüsü oldugunu bununda 1958 yilinda kendisinin dogdugu
gün gerçeklestigini
bu günüde mahkemeye çiktigi gün
gibi bir adalet günü olarak niteliyor. Bu
Sirri Papa'nin hatta Amerika baskani'nin bile bildigini
ve baskanin bir röportajinda dünyanin
sonunu yasayacak neslin kendi nesilleri oldugunu
söyledigini
ve kendisinin dogdugu yillarda çesitli
kiliselerin dünyanin sonunun geldigini
açikladiklarini bununda tesadüf olmadigini, insanligin bu sekilde
yaklasik olarak 2030-2040'li
yillara kadar yasayabilecegini
ve dünyanin sonunun açlik terör ve dogal
felaketler seklinde gerçeklesecegini,
dünyanin dört bir tarafinda açliktan ve susuzluktan kivranan birçok insanin
bulundugunu,
bu insanlarin
bir parça ekmege
bile ihtiyaç duyduklarini, kendisinin amacinin da insanligi kurtarmak oldugunu
bunun için zengin insanlarin fakirlere yardim etmelerini, zenginlerin israfi
birakarak yardima baslamalarini örnegin besledikleri
evcil hayvanlarini öldürmelerinin gerektigini,
lüks hayata sehvete düskünlüklerin önlenmesiyle sans
ve talih oyunlarindan
alkolden uzaklasarak dünyanin sonunun degistirilebilecegini,
zengin erkeklerin mankenlere kadilarin makyaja ve elbiselere amansizca
harcadiklari paralari yardima muhtaç insanlara ulastirmalari gerektigini
çünkü bu sayede milyarlarca dolar tasarruf edilecegini,
bilimsel ve felsefi yönden
insanlarin sürekli mesgul
eden ve bir kahramanmis gibi insanlara sunulan
Darwin, Marks, Freud’un gibi insanlarin ahlaki yönden zayif kisiler
olduklarini bu insanlarin kitaplarinin okunmamasi gerektigini,
insanlari hurafecilige alistiran ve Allah tarafindan da yasak edilen falciliginda engellenmesi gerektigini
insanlarin Allah yerine kendilerini
tatmin etmek için içerisinde bulunduklari bosluklari doldurmak için Mesih’e Buda’ya ve Günes’e tapmalarinin anlamsiz oldugunu,
insanlik için önemli olan günümüzde de birçok insanin hayatini kurtaran kan naklinin ve yeni yeni yayginlasan organ
naklinin, yapay organ ve kan üretiminin hayvan organlarinin insanlara nakli gibi
seylerin önlenmesi gerektigini belirtiyor.
Mehmet
Ali AGCA son
cümlelerinde ise dünyadaki tüm dinlerinin liderlerine seslenerek "Dünyanin sonunun geldigini" kabul
etmelerini tüm zenginlerin lükse ve israfa son vermelerini yoksullara yardim
etmeleri gerektigini. Kuzey Amerika, Bati
Avrupa, Japonya ve zengin ülkeler diye niteledigi ülkelerin yoksul ülkelere yardim
etmelerini ve tüm dinlerin temsilcilerine her gün "dünyanin sonunun geldigini" haykirmalari gerektigini
ve Italya'ya
bir yargilanma borcu oldugunu
kitabindan saglanacak olan gelirinde yoksul insanlara
verilmesini söyleyerek kitabina son veriyor.