BEN MESIH  -  MEHMET ALI AGCA

BEN MESIH - MEHMET ALI AGCA

Fevzi BOZKURT
Psikoloji


Mehmet Ali AGCA ben Mesih adli kitabina kendisinin ISA peygamber oldugunu ama Müslüman bir Isa oldugunu söyleyerek basliyor. Dogustan Müslüman bir insan oldugunu dünyada iyi bir sekilde yasamak için insanlarin tüm kötülüklerle savasmalari gerektigini, yoksullukla, terörle, mücadele edilmesi gerektigini tüm bunlari söylerken de aklinin yerinde oldugunu kendisine dili diyenler olabilecegini ama kendisinin buna aldirmayacagini, Allah’in mesajini tüm insanlara açiklayacagini, ve bu çabalari karsisinda hiç bir liderlik güç, zafer makam mevki tarzi seyler istemedigini Müslüman olmasinin ise insanlari korkutmamasi gerektigini, kendisinin tüm dünya dinlerine esit oldugunu hiç kimseye sen Hiristiyansin, Musevisin, Yahudisin Müslüman olman gerek demeyecegini yani herkesin kendi dininde kalmasi gerektigini, insanlarin günahsiz olamadiklarini önemli olanin insanlarin kendisini ahlaki ve ruhsal yönden gelistirebilmeleri oldugunu Hz. Adem ile HZ. Havva'nin bile cennette isledikleri kusur sebebiyle dünya'ya gönderildiklerini ama onlarinda tekrar affedildigini belirtiyor.
 
AGCA 9 Ocak 1958 yilinda Malatya' fakir bir ailenin çocugu olarak dünyaya geldigini, babasinin maden isçiligi yaptigini annesinin ev hanimi oldugunu kendini tanimaya basladigindan beri çalistigini, yasadigi çevredeki insanlarinda kendisinden pek farki olmadigini muhit olarak yoksul bir çevrede yetistigini, ailesinin de kendisine egitim konusunda yardim edebilecek bir bilgisinin olmadigini, okullarda okutulan bazi derslere hiçbir zaman isinamadigini, ilkokul yillarindan baslayarak tüm egitim yasaminda resim ve müzik derslerini sevmedigini söyleyerek buna gerekçe olarak sanat dalinda ünlü olan Van Gogh’un intihar etmesini Hitlerin çok iyi bir ressam olmasina ragmen bir katil oldugunu, Machail Jackson’in zenci bir insan iken derisinin rengini degistirdigini söylüyor. Ögretmenlerinin ise sanata karsi bu tavri karsisinda kendisini bir aptal olarak gördügünü ama kendisini anlayabilselerdi ne kadar hakli oldugunu ögrenebileceklerini, söylüyor.
Kendisini yasadigi her türlü imkansizliga karsi kültürel yönden gelistirmeye çalistigini söyleyen Agca insanligin kendi çagrisina uymasi gerektigini dogrulamak için Hz. Nuh olayindan örnekler veriyor. Me­zopotamya'da Nuh'un kabilesinin yasadigini bu halkin Allah’i inkâr ettigini ve ahlaki degerleri olmadigini, putlara taptiklarini fakat Nuh'un dürüst bir insan oldugunu, bu halkin çogunun Nuh'un ikazlarina uymadigini bu ikazlara uyanlarin ise Nuh'un ge­misi ile kurtuldugunu o geminin o zamanki adiyla Mezopotamya bugünkü adiyla Or­tadogu'da yaklasik olarak Irak'ta bir yerlerde oldugunu, yani Agri daginda olmadigini kendisinin de Nuh gibi halki dogru yola çagirdigini insanligin kendisinin bu ikazina uymamasi durumunda sonunun Nuh'un kabilesinin sonu gibi bir felaketle karsilasacagini belirtiyor.
Çocuklugunun hem aile hem de çevre yasantisi olarak kötü ortamlarda geçtigini, küçük iken yasadigi ve unutamadigi olaylar arasinda kaza sonucu üzerini yakmasini ve babasinin ölümünden sonra karsilastigi sorunlari, bu sorunlari yasadiklari zamanlarda insanlarin bu acilarina karsi ne kadar duyarsiz kaldiklarini annesinin kendisini tedavi ettirmek için çok ugraslar verdigini, saglik sisteminin çok yetersiz oldugunu anlatiyor. Ama geçmisindeki bu olaylarin kendisini yildirmadigini aksine sürekli gelistirdigini ve güçlendirdigini kendisini gelecegi hazirladigini söylüyor.
Her insan gibi kendisinin de Kisisel görüslerinin oldugunu söyleyen Agca insanligin asil sorununun, ideolojiler olmadigini gerçek nedenin ruh­sal ve ahlaki bozukluk oldugunu söylüyor. Agca kendisinin Ko­münist olmadigini ama Türk Komünist Partisi'nin (TKP) bazi militanlari veya sempatizanlari olarak niteledigi kisiler ile de karsilastigini ve tanistigini bu insanlarin çogunun basit ve ezberci sahislar oldugunu, bu insanlarin bazi süslü kelimeler ögrenerek kendi kendilerine ideoloji olusturduklarini, bu davranislarinin içte ve dista sürekli olarak ülkemize ve devletimize zarar verdigini ülkemizi sürekli geriye götürdüklerini, Ülkenin, Devletin, ne zaman belini dogrultmasi durumunda bu insanlarin ülkemize bir darbe daha vurduklarini ve adeta ülkenin sirtinda bir kambur olduklarini söylüyor.
Lise yillarinda ise ülkemizin gündeminden hiç eksik olmayan asiri bir sag sol kutuplasmasi oldugunu, ögrencilerin sürekli bir çatisma içerisinde olduklarini ve çogununda toplumda oldugu gibi ahlaki yönden zayif olduklarini okullarda din dersine gereken önemin verilmedigini, Nazizm ve Fasizm gibi ideolojilerin yenilmelerinin sebebinin dini tanimamalari oldugunu ve bundan sonrada dini tanimayan bütün ideolojilerinde yenilgiye ugrayacagini, okulda ibadetlerini yerine getiren çok az sayida ögrenci oldugunu bu sahislara da digerlerinin uzayli gözüyle baktiklarini, kendisinin ve arkadaslarinin bu durumlar karsisinda  ruhsal ve ahlaki yönden kararsizlik  içinde olduklarini, kendisine din konusunda kimsenin bir sey ögretmedigi içinde dine yaklasamadigini onun içinde insanlarimizsin egitim hayatinda ve aile yasantisinda ahlaki yönden iyi bir egitim verilmesi gerektigini bunun ise ancak din egitimi ile saglanabilecegini insanlarin karakterlerinin olustugu ilk okul ve lise döneminde gerekli olan bu egitimin mutlaka ehil kisilerce verilmesi gerektigini, okullarda egitim veren tüm ögretim görevlilerinin de ahlaki yönden kendilerini gelistirmeleri ve ögrencileri yanlis yollara sevk etmemeleri gerektigini  söylüyor.
Kendisini egitim konusunda sürekli gelistirmeye çalistigini 1976 yilinda Üniversite sinavlarina girerek Dil, Tarih ve Cografya fakültesini kazandigini, artik yavas yavas kendini ispatlayabilecek kapasiteye geldigini, bu yillarda Ideolojik arayis içerisinde olan kendisinin de "Ülkücü" denen hareketin arasina girdigini bu hareketin içerisine girmesinin sebebini ise Ülkücülügün amacinin sihhatli, kuvvetli insanlar olmak ve millete hiz­met etmek için çalismak oldugunu, bu hareketin amacinin Türk halkinin içine düstügü maddi ve manevi sefaletten kurtarmak ve Türkiye'yi yeni bir Vietnam, Yemen, Kore yapmak isteyen düsünceye karsi koymak oldugunu, bu baglamda kendisinin de ideolojik brosürler dagittigini, afis astigini, ideolojik bilgilerini kuvvetlendirmek ve Ülkücü gruba olan bagliligini güçlendirmek amaciyla çesitli çalismalar yaptigini bu çalismalarin ise kendisini bilinçlendirdigini ve güçlendirdigini belirtiyor.
Zaman zaman yasadigi ve yasayacagi çevre ve insanlar hakkinda kafasinda olusan düsünceler sebebiyle Ileriki dönemlerde zamanla üniversiteye ilgisinin azaldigini, derslere gereken ilgiyi ve alakayi gösteremedigini derslere devamlilik saglayamadigini ve bu sebeple okuldan uzaklastirildigini söyleyen Agca basarisizligi nedeniyle okuldan atildigini ailesine söyleyemeyecegi için küçük bir dolandiricilik olarak niteledigi ve o dönemlerde Türkiye’de solcu ve komünist kesimin iyi bölümlere yerlesmek için kullandiklari bir yöntemi denedigi, kendisinin yerine ülkücü hareketin üyesi olan çaliskan bir ögrencinin sinava girdigini ve onun sayesinde Istanbul Üniversitesi Iktisat Fakültesi'ni kazandigini ama bu bölümü kazandigina sevinmedigini, yine de okumaya karar verdigini belirtiyor. Bu bölümde okurken ekonomik konularla ilgilenmeye basladigini bu konuyla ilgili kafasinda düsünceler olusmaya basladigini bu düsünceleri arasinda ekonomideki problemin kapitalizm veya komünizmden ziyade ruhsal ve ahlaki oldugunu tespit ettigini gerçek sebebi de insanlarin baska yerlerde aramamasi gerektigini, üniversitedeki derslerin ve ögretim görevlilerinin dogru yolda olmadiklarini en basta bu insanlarin ve derslerin düzenlenmesi gerektigini ögretim görevlilerinin ruhsal ve ahlaki yönden iyi yetismis insanlar olmadiklarini, üniversiteye karsi ilgisinin azalmasinin sebepleri arasinda bu gibi faktörlerinde bulundugunu belirtiyor.
Türkiye'nin Cumhuriyetçi yapisi ile ilgili olarak laikligin Türk halkinin ruhunu öldürdügünü bu yapinin düzeltilmesi gerektigini, dünyada kullanilan çogu dil ve lehçenin iletisim için yetersiz oldugunu tüm bu dil ve lehçelerin artik kullanilmamasi gerektigini eger iyi bir iletisim kurmak istiyor isek tüm dünyanin anlayabilecegi Türkçe, Arapça, Ingilizce, Almanca Ispanyolca,  Italyanca, gibi kolay anlasilabilecek saglam temelli büyük diller kullanilmasi gerektigini, tüm dünya da oldugu gibi ülkemizde de büyük bir sorun olan komünizm isimli ideolojiye mensup Komünist sahislarin bulundugunu, Türkiye’deki Komünist terörizmin Sovyetler Birligi, Bulgaristan, Arnavutluk ve Yunanistan gibi Türkiye'nin zayiflamasini isteyen ülkeler tarafindan desteklendigini ve bu ülkeler tarafindan finanse edi­ldigini, yillardir ülkemizde devam eden ve halen süre gelen Sag-Sol meselesinin bile sürekli bu dis mihraklarin tahriki destegi ve finansesi ile ilgili oldugunu buna karsilik kendisinin de arasinda bulundugu ülkücülerin tamamina yakininin dürüst kisiler olduklarini buna ragmen Komünistlerin ülkemizde adam kaçirma, öldürme, saldiri gibi hareketlerle Türk halkini her yerde zor durumda biraktiklarini bunu da bilinçli olarak yaptiklarini bu ideolojinin hemen terk edilmesi gerektigini bu gibi insanlarin cezasiz birakilmamasi gerektigini belirtiyor.
1980 yilinda bir sorusturma nedeniyle Türkiye de arandigindan Irana gitmeye çalistigini fakat basarili olamadigini bu sebeple tekrar ülkemize döndügünü, ülkemizdeki Kürt terörizminin nedenlerinden birinin 1983 yilinda Türkiye'de Kürt dilinin kullaniminin yasaklanmasi oldugunu, Kürtlerinde bu yasaga tepki olarak dillerini öncekinden daha çok kullanmaya basladiklarini ve yasagin bu terörizmi önleyemedigini iddia ediyor.
Kitabinda günümüzde neredeyse ülkeye ve insanliga hükmeder hale gelen Medya'ya da deginen Agca terörle mücadelede medyanin büyük önem tasidigini, onu için bu kurumun iyi bir sekilde kontrol edilmesi gerektigini bu sektörün Allah'in hizmetinde olmasi gerektigini televizyon ve radyo yayinlarinin tek bir kanaldan yapilmasinin gerekli oldugunu aksi takdirde büyük bir güç olan medyanin kontrol edilemeyecegini belirterek bu gerçegi bilen Papa'nin ki gibi tek bir Radyo-Televizyon, Papa'nin gazetesi Losseuratore Romano gibi tek bir gazete olmasi gerektigini söylüyor.    
1978 tarihinde Istanbul'da bulunan Agca Fatih ilçesinde bir arkadasiyla gezerken arkadasina Mesih'le, Papayla ilgili merakini gidermek için sorular sormaya basliyor. Arkadasina "Etrafta Mehdi”den bahsediliyor. Mehdi nedir?" "Mehdi nerede ve ne zaman gelecek?"  diye sorular soruyor ve arkadasinin da; Mehdi'nin dünya'nin sonunda gelecegini hicri takvime göre 1400 yilinda ya Fatih semtine ya da Malatya'ya gelecek" dedigini Mehdi'nin de normal bir insan olarak dünyaya gelecegini söyledigini belirterek bu duyduklari karsisinda hayal kirikligina ugradigini söylüyor. Bu hayal kirikliginin sebebinin ise Mehdi’yi büyük yenilmez bir kahraman olarak hayal etmesi oldugunu söylüyor. 30 Kasim 1979'da Papanin Ülkemize gelerek Fatih semtinde geldigini o tarihte kendisinin de Fatih’te oldugunu bununda ise bir tesadüf olmadigini söylüyor.
Tüm insanlar arasinda dünyanin en büyük sirrini sadece Isa Mesih olarak kendisinin, 400 yil aradan sonra Italyan olmadigi halde Papaliga seçilen Karol Wojtyla'nin ve Fatima'nin Rahibe Lucia'sinin bildigini, 1917 yilindaki Fatima olayini aysbergin su üstünde kalan yüzüne benzetiyor ama kitabinin bazi kisimlarinda bu sirri bazi gizli servislerin yaninda Amerikan Baskani'nin bile bildigini söylüyor.
Mehmet Ali AGCA tüm dünyayi sarsan suikast olayini ise genel hatlari ile söyle anlatiyor; 24 Nisan 1981'de Faruk isminde sahte bir pasaport ile Ispanyaya gittigini kaldigi otelde kendisini sürekli olarak düsünmeye verdigini hatta bazi zamanlar intihar etmeyi bile düsündügünü, insanlarin nasil bir tepkisiyle karsilasacagini düsündügünü, sonunda Papa'yi vurduktan sonra Hiristiyanlar tarafindan linç edilecegini böylece tüm dünya önünde Hiristiyanliga sonsuz bir leke sürülecegini ve böylelikle adinin tarihe geçecegini düsünerek suikasti gerçeklestirmeye karar verdigini, bundan sonrasini ise hiç düsünmedigini, zaten kendiside öldükten sonra dünyanin var olmayacagina inandigini söylemesine ragmen vasiyetnamesini de hazirladigini belirtiyor. 9 Mayis 1981 tarihinde uçakla Milano'ya gittigini, Papa'ya yaptigi saldiridan birkaç ay önce bir falcinin, Papa'ya saldiri olacagini ilan ettigini. 61 yil önce Papa'ya yapilacak suikastin Fatima'ya malum oldugunu söyleyerek kendisinin Papa'yi vurmasinin bile bir tesadüf olmadigini her seyin beklenen seyrinde gittigini belirtiyor.
2 Subat 1981 tarihinde Milano'da "Caffe Biffi' isimli yerde bulundugu sirada iki Türk kizinin kendisini tanidigini ve bu sahislarin polise haber verdigini kendisinin bu olayi fark ederek oradan ayrildigini ve yakalanmaktan son anda kurtuldugunu, bu olayin gerçeklestigi günün Hiristiyanlar tarafindan, Isa'nin belirme günü olarak kabul edildigini sonradan ögrendigini bütün bu olaylarin tesadüf olamayacagini tekrar tekrar belirtiyor.
10 Mayis 1981 tarihinde Roma’ya geldigini San Pietro Meydani'nda dolasirken Papa’nin da orada oldugunu gördügünü çevredeki insanlarin Papa'yi alkisladiklarini kendisinin de onlara katilarak Papa'yi alkisladigini o sirada Papa’nin kendilerini selamladiginda, kendisinin de Türkçe olarak "Yakinda gö­rüsecegiz" dedigini. Ayni gün Vatikan'da etrafi tanimak ve yabancilik çekmemek için dolastigini, burada Papa’nin rahibelerin de bulundugu 5-6 kisi ile birlikte dolastigini gördügünü kendisini selamladigini burada Polonyali bir kardinalin saldiriyi hissettigini,
Hayatinin sonu olarak düsündügü 13 Mayis 1981 günü kalmakta oldugu ISA isimli otelde sabah erken saatlerde kalktigini politik vasiyetname olarak niteledigi  "TÜM DÜNYAYA" baslikli bir vasiyetname hazirladigini sonra Kuran-i Kerim okudugunu ve günahlarinin af olmasi için dua ettigini linç edilecegini düsünerek medya'nin iyi durumdaki resmini yayinlamasi için odasina iki tane resmini biraktigini,
13 Mayis 1981 tarihinde Papa'ya Suikasti gerçeklestirmek amaciyla San Pietro Mey­dani'na geldigini, bu olaylari gerçeklestirdigi sirada aklinin gayet yerinde oldugunu, yine bu suikasti gerçeklestirerek linç edilmesinin Hiristiyanlik âlemine kara leke olarak sürülecegini düsünerek kendi kendisine güç verdigini. Ayni gün saat 17:00 siralarinda yine Papa’nin meydanda halki selamladigini,  Papa’yi vurmak için bir yer seçtigini hatta bir ara Papa ile yüz yüze geldiklerini ama kendisinin onu öldürecegi için hiç bir sekilde vicdan azabi duymadigini bunu kesinlikle yapmasi gerektigini, Papa’yi vuracagi zaman Papa’nin bir çocugu kucagina aldigini çocuga zarar vermemek için bir süre bekledigini ve Papa’nin çocugu ailesine verdikten sonra elindeki fotograf makinesini yere atarak cebinden tabancasini çikarttigini ve iki el ates ettigini, ates ettigi mermilerden birinin Papa’nin vücuduna isabet ettigini, digerinin ise Papa’nin elini siyirip geçtigini, bu sirada San Pietro Meydani'nda dünyanin sonu yasaniyormus gibi bir ortam olustugunu, daha sonra da etrafini polislerin sardigini ve kendisini Vatikan polisine götürdüklerini belirtiyor.
Papa'ya yaptigi saldiridan sonra, Fatima'nin üçüncü sirri ile Papa'ya suikast arasinda bir baglanti oldugunu söyleyenlerin çogaldigini bununda Vatikan'da bulunanlarin hosuna gitmedigini, bu olayi örtbas etmek için Yugoslavya’da Meryem ana'nin 6 genç medyuma gözüktügü seklinde komplolar olusturuldugunu, tüm bu olup bitenlere ragmen 27 Kasim 1983'te cezaevinde papa’nin hücresini ziyaret ettigini aklina takilan sorulari Papa'ya sordugunu Papa'ya "Fatima'nin üçüncü sirri ne zaman açiklanacak?" diye soruyor ve Papa’nin da  "Üçüncü sir Rahibe Lucia öldükten sonra açik­lanacak." dedigini "Neden Rahibe öldükten sonra?" diye sordugunda ise Papanin "Çünkü Rahibe Lucia istemiyor." diye cevap verdigini, bu sirri bütün papalarin bildigini ama söylemediklerini, Bu sirrin açiklanmamasinin sebebini ise Vatikanin 1960'li yillarda Fatima’nin Üçüncü sirrini, "Diplomatik Rapor" ve bir "Sir" olarak, saklamalari için Amerikan, Ingiliz ve Fransiz hü­kümetlerine teslim ettigini belirtiyor.
Papa’nin 27 Aralik 1983 tarihinde kendisini hapishanede zi­yaretinde kendisi ile görüsmesinden sonra Papa’nin “karsilastigimiz gün tarihi bir gündür. sözüyle kendisinin düsüncelerinde ve davranislarinda dogru oldugunu ispatladigini, Papa ayrilisi sirasinda kendisine bir tarafinda 13 Mayis 1917 yazili ve üç çocukla Fatima'li Meryem'in resmi, diger tarafinda 13 Mayis 1981 yazili Karol Wojtyla'nin bulundugu bir madalyon hediye ettigini söylüyor.
Adaletin günü olarak belirttigi 27 Mayis 1985 tarihinde mahkemeye çiktiginda kendisinin Mesih oldugunu, dünyanin sonunun geldigini söylüyor. Vatikan’in kendisine bir cevap vermesi gerektigini, Fatima'nin üçüncü sirrini açiklamasi gerektigini söylüyor.
 
Agca sürekli olarak anlattiklarini daha akilda kalici kilmak bir gerçeklik ve inanilirlik kazandirmak için Hz. Musa’dan Hz. Isadan ve Firavun'dan örnekler vererek yorumlar yapiyor bunlarin yasantilari ile kendi hayatini kiyaslayarak hakliligini ortaya koymaya çalisiyor. Yasaminin degismesine sebep olan o herkes tarafindan saklandigini söyledigi hiç kimsenin açiklamaya cesaret edemedigini söyledigi o büyük sirrin yani Fatima’nin üçüncü sirrinin Hz. Isanin dönüsü oldugunu bununda 1958 yilinda kendisinin dogdugu gün gerçeklestigini bu günüde mahkemeye çiktigi gün gibi bir adalet günü olarak niteliyor. Bu Sirri Papa'nin hatta Amerika baskani'nin bile bildigini ve baskanin bir röportajinda dünyanin sonunu yasayacak neslin kendi nesilleri oldugunu söyledigini ve kendisinin dogdugu yillarda çesitli kiliselerin dünyanin sonunun geldigini açikladiklarini bununda tesadüf olmadigini, insanligin bu sekilde yaklasik olarak 2030-2040'li yillara kadar yasayabilecegini ve dünyanin sonunun açlik terör ve dogal felaketler seklinde gerçeklesecegini, dünyanin dört bir tarafinda açliktan ve susuzluktan kivranan birçok insanin bulundugunu, bu insanlarin bir parça ekmege bile ihtiyaç duyduklarini, kendisinin amacinin da insanligi kurtarmak oldugunu bunun için zengin insanlarin fakirlere yardim etmelerini, zenginlerin israfi birakarak yardima baslamalarini örnegin besledikleri evcil hayvanlarini öldürmelerinin gerektigini, lüks hayata sehvete düskünlüklerin önlenmesiyle sans ve talih oyunlarindan alkolden uzaklasarak dünyanin sonunun degistirilebilecegini, zengin erkeklerin mankenlere kadilarin makyaja ve elbiselere amansizca harcadiklari paralari yardima muhtaç insanlara ulastirmalari gerektigini çünkü bu sayede milyarlarca dolar tasarruf edilecegini, bilimsel ve felsefi yönden insanlarin sürekli mesgul eden ve bir kahramanmis gibi insanlara sunulan Darwin, Marks, Freud’un gibi insanlarin ahlaki yönden zayif kisiler olduklarini bu insanlarin kitaplarinin okunmamasi gerektigini, insanlari hurafecilige alistiran ve Allah tarafindan da yasak edilen falciliginda engellenmesi gerektigini insanlarin Allah yerine kendilerini tatmin etmek için içerisinde bulunduklari bosluklari doldurmak için Mesih’e Buda’ya ve Günese tapmalarinin anlamsiz oldugunu, insanlik için önemli olan günümüzde de birçok insanin hayatini kurtaran kan naklinin ve yeni yeni yayginlasan organ naklinin, yapay organ ve kan üretiminin hayvan organlarinin insanlara nakli gibi seylerin önlenmesi gerektigini belirtiyor.
Mehmet Ali AGCA son cümlelerinde ise dünyadaki tüm dinlerinin liderlerine seslenerek "Dünyanin sonunun geldigini" kabul etmelerini tüm zenginlerin lükse ve israfa son vermelerini yoksullara yardim etmeleri gerektigini. Kuzey Amerika, Bati Avrupa, Ja­ponya ve zengin ülkeler diye niteledigi ülkelerin yoksul ülkelere yardim etmelerini ve tüm dinlerin temsilcilerine her gün "dünyanin sonunun geldigini" haykirmalari gerektigini ve Italya'ya bir yargilanma borcu oldugunu kitabindan saglanacak olan gelirinde yoksul insanlara verilmesini söyleyerek kitabina son veriyor.
 

Benzer Kitaplar