“Baris” kelimesinin genel
olarak incelendiginde çok farkli anlamlar yüklendiginden bahseden yazar
bunlardan birincisinin savas halinin olmamasi gerektigi,digerinin ise yasalar ve kanunlar çerçevesince bir düzenin
olusturulmasi ve bu sayede baris ortamini saglanmasi için gerekli güvenlik
tedbirlerinin alinmasinin ve bu tedbirler neticesinde beraber yasama biçiminin
ortak güvenligin ve düzenin saglandigi ortamin olusturulmasidir.
Baris, insanin var oldugu
tarih boyunca en karmasik kavramlardan birisi oldugu düsünüldügünde bunun
nedenin ideolojik, kültürel ve insanlik tarihi boyunca farkli algilamalardan
ortaya çikan yorumlardan oldugu unutulmamalidir Baris kelimesi sükûnet halini
ifade etmektedir.
Baris ortaminin
saglanabilmesi için gerekli olan ortami saglamak otoriteni en birinci görevlerindendir.
Baris ortaminda “BIZ” ve “ÖTEKILER” olmamalidir. Bunun olabilmesi için en
birincil görev otoriteye düsmektedir. Baris kültürüne önem veren topluluklar
veya toplumlarda buna ortam hazirlayan otorite kedisiyle çelismemelidir.
Toplumlarda önemli olan ayristirici degil bütünlestirici olmaktir.Bu olgu
gerçeklestigi zaman baris ortamindan söz edilebilir.
Kisaca baris: hiçbir
olumsuzluklarin olmadigi ortamda huzur ve nese içinde hayat sürmek degildir,
bütün olumsuzluklara ragmen bulundugu ortamda kalbinde huzurun bulunmasi ve
mutlu yasamaktir.
BIRINCI
BÖLÜM
Dünyada var olan toplumlarin
ülkelerin çogunlugunda nüfus yönünden çesitlilik görülmektedir. Farkli etnik,
dil, din ve irklarin bir araya geldigi topluluklardan meydana gelmektedir. Bu yüzdendir ki çok kültürlü bir yapiya sahip
olmuslardir.
Bu farkliliklari bir
ayrismanin temeli olarak degil de toplumlarin bu özelligini olagan olarak kabul
edip, toplumun bütünü için degerlendirip bütünlestirici özellik olarak ele
alirsak her vatandasin her grubun esit hak ve hürriyetlere sahip olmasini
saglarsak baris ortamini temin etmis oluruz.
Durum sadece bundan ibaret
degildir tabi. Netice de bu baris ortamini olusturacak ve devamliligini
saglayacak olan bir otoriteye ihtiyaç vardir. Günümüzde cokkültürlülük
kendisine siyasi ve toplumsal alanda yer bulamamaktadir. Hiyerarsiye dayali, bir
kültürün yönetiminde olmaktansa daha hosgörüye dayali toleransli bir yönetim anlayisina sahip
olunmali ve bütün kültürlere esitlikçi anlayisla yaklasilmalidir.
Çok kültürlülügü iyi
yönetmek gerekmektedir. Çok kültürlülügün iki yani vardir. Iyi
degerlendirilmesi gereken asil ve en önemli yani kültürel farkliliklara saygi
göstermesi ve onlarin bir arada huzur içinde yasamasina imkân saglamasidir. Olumsuz
yani ise toplumlari birbirinden ayristirici olmasidir ki; toplumlari tecrit
halinde ve kendi ayirt edici özellikleri ile bu özelliklerini koruyarak
yasamaya tesvik etmesidir. Bu da güven ortaminin bozulmasina ve düsmanliklarin
boy göstermesine olanak saglar, dolayisiyla güven ortami bozulur ve düsmanlik
artar. Dolayisiyla devlet herhangi bir gruba yönelik ayrimci olmamali her
kültüre ayni yaklasmali ve esitlikçi olmalidir.
Çok kültürlülügün amaci
etnik grup, irk, millet bütün degerlerin gruplarin tamamen esit parçasi
olabilecegi bir toplumu meydana getirmektir.
Çok kültürlülük tarihsel bir
olgu oldugu için imparatorluklarin tamami çok kültürlü yapilarin meydana
getirdigi siyesi irade olmuslardi. Ve var olmalarini saglayan en büyük
özelliklerini iyi idare edemedikleri zaman kendileri için tehdit unsuru haline
getirmislerdir. Sömürgecilik ve diktatörlük ise çok kültürlülük varoluslarina
aykiri olduklari için farkli kültürleri inkâr edici yaklasim içinde bulunurlar.
Bu nedenledir ki bu tür yönetim anlayisi altinda idare edilen toplumlarda baris
ortamindan söz edilemez.
Çok kültürlü toplumlarin
varligini huzur içinde devam ettirebilmesi için öncelikle tüm egitim sisteminde
ve siyasal alanlarda milliyetçilik yerine yurtseverlik, insan severlik
anlayisini, yaratilani yaratandan ötürü sevmek duygusunu yerlestirmek
gerekmektedir. Özünde çok kültürlü yapiya sahip olan Almanya ve Türkiye bu durumu
asimilasyon politikalari neticesinde lehlerinde degerlendiremedikleri için tek
kültürlü yapiya bürünmüslerdir.
Her ne kadar toplumun gereksinimlerini
karsilamak yönünde zayif kalsalar da onlari yok sayamayiz varlardir çünkü
ihtiyaçlari karsilamak için gerekli olan kurumlardir. Belki son zamanlarda
kendi çikarlari dogrultusunda hareket etmeye baslasalar da bu hatalarini
düzeltmelerinde onlara yardimci olmaliyiz ve bu sapmalari ortadan kaldirarak devleti
yeniden “bizim” yapmaliyiz. Çünkü bir devletimiz var onu tekrar baris ortamini
saglamasi yönünde yeniden yapilandirmaliyiz. Eger devletimiz olmasaydi yeni bir
devlet yaratmak zorunda kalacaktik ki var olani kurtarmaktan daha zor bir
durumla karsi karsiya kalabilirdik.
Ulus devlet olabilmek için
farkliliklari bir arada huzur içinde barindirmaktan geçtigini unutmamak
gerekir. Çünkü ulus devlet anlayisindan bahsedebilmek için çok kültürlü toplum
yapisinin ilmiklerini olusturan gruplarin(kümelerin) varligini kabul edip üst
kimlik alt kimlik ayrimi yapmadan kümedeki halkin istekleri dogrultusunda
onlarin degerlerine önem vererek inançlari, egitimleri vs. yerine getirildigi
zaman bir ulus devlet ihtiyaci hissetmeleri saglanabilir. Bu durumda var olan
ulus devlet konumunu koruyarak baris içerisinde bölünmeden bir olarak yasamayi
anlamalarina yardimci olacaktir. Tarih
boyunca ulus devletlerin yerine getirdikleri bu tür yaklasimlari simdi
uluslararasi kuruluslar ve örgütler yerine getirmeye çalismaktadir.
IKINCI
BÖLÜM
Bireyden devlete inanç ve
ulusal kimlik konularinin ele alindigi bu bölümde yazar insanin fiziki ve
manevi bir bütünlügünün oldugunu ve bu bütünlük geregi birtakim ihtiyaçlarinin
karsilanabilmesi için insanoglunun tek basina saglayamadigi yasam, güven ve
düzen arayisinda olusturdugu, toplumsal iradeye dayanan kurallarla bireyleri
yönlendiren bir devletinin olmasina ve
kendisini tanimasi için ulusal kimligini bilinmesine ihtiyaç duymaktadir.
Günümüzde gündemi bayagi
mesgul eden anayasa degisikligiyle beraber tekrar dikkat çekilen bir baska konu
ise vatandaslik kavramidir. “Anayasal vatandaslik “ kavraminin toplum
bilincimizde bir dönem dalgalanip ardi gelmeden sanki birisi söylemis sonradan
susmus gibi gündemden düsürülmesi çok önemlidir. Vatandasligin zaten anayasal
bir olgu oldugunu anlamak gerekir.
Ulus devletler Fransiz
Ihtilalinin sonucunda ortaya çikmaya baslamistir. Ulus devlet içerisinde
yurttaslik bagi vardir. Ayni zamanda ulus devlet sosyal bir gerçekliktir.
Dogasi geregi her toplum f arkli
dil, din, irk kümelerinden meydan gelmektedir. Çesitlikler içeren bu yapini
ulus-devlet yapisi içerisinde yer alan tek dil, tek soy gibi unsurlarla
bagdasmayan yönlerinin oldugu da ortadir. Her ulus devlet tüm bu kosullari
yerine getirememektedir.
Ulusçulugun baslica hedefi
toplumsal bütünlesmeyi saglayacak siyasi bir otoriteyi yaratmak olacak ki ,
genel olarak ulusçulugun siyasi projesi bagimsiz ve egemen bir devlet yapisi
içerisinde milliyetçilik araciligi ile toplumsal-kültürel farkliliklari eriterek
homojen bir ulus yaratmaktir.
“Ulusal kimlik” kurgulari
evrensel ölçekte yayginlik gösteren devlet modelleri içerisinde kültürel
çesitliligi içsellestirme yöntemleriyle farklilik göstermektedir. Bunlar
asimilasyon ve entegrasyondur. Ulus devlet olabilmek için; farkliliklari
ortadan kaldirarak kültürel parçalarin bütün içerisinde erimesine ve
kaybolmasina olanak saglayarak herkesi ortak bir kimlik altinda asimile etmek
yerine, kümeler arasinda bulunan farkliliklari bir deger olarak algilayip,
kendi aralarinda bütünlesmeyi saglamaya yönelik yapilan entegre çalismalari
neticesinde teklik içerisinde degil de bir çati altinda üst kimlik altinda
farkliliklarini yasal olarak taniyan ve benimseyen, koruyan bir yönetim
sergilemek gerekmektedir.
ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM
Kimlik, kültür ve tarih
basligi altinda konuyu ele alan yazarimiz; tarih boyunca ben, biz ve ötekiler
yerine bir bütün olarak hepimizleserek yasamis uluslarin günümüzde de
olabilecegi üzerine degerlendirmede bulunmaktadir.
Insan dogasinin kendisini
ötekilerden ayirdigi farklilasmanin temellerini olusturan önemli unsurlardan
“kimlik’ ilk duragidir. Öncelikle “ben” ile baslayan bu süreç ilerleyen
zamanlarda bütün “ben”lerin bir araya gelmesiyle farkli boyutlar kazanmistir.
Artik “ben” ler çogalarak yerini “biz” lere birakmistir. Neticede “biz “ olgusu
yerlesmeye basladiginda artik “biz” in disinda kalanlar “ötekiler “ olmaya
baslamistir bile. Bu gruplasmanin ileride dogurabilecegi sorunlar düsünüldügü
zaman siyasi otoriteye çok önemli isler düsmektedir. Aslinda siyasi otorite bu
durumlar mahal vermeden sorunu temelinde çözmek için gerekli adimlari zamaninda
atmasi gerekmektedir. Herkesin kendini daha rahat ifade edebilecegi, aidiyet
psikolojisi geregi siyasi otoritenin gruplarinin istedigi imkânlari zamaninda temin
etmesi bu tür sorunlarla karsilasilmasini engelleyecektir.
Siyasi otorite ben, biz,
ötekiler hiç fark etmeden her kesime esit yaklasmakla ve her grubun haklarini
yerine getirmekle mükelleftir. Tüm bu ayrimcilik unsuru olan “ben”, “biz” ve
“öteki” olarak ayrismaci bir tavir sergileyip huzursuz toplumda yasamak yerine
farkliliklari ortadan kaldirarak “hepimiz” lesirsek bir olursak daha huzurlu ve
adil yasam sartlarini elde ederek mutlu bir hayat sürebiliriz.
Tarihi olusturan “biz”
olgusudur. Ne zaman ki tarihi yorumlayip anlatanlar olaylari gerçeklerinden
uzaklastirarak bulunduklari toplum içerisinde kendi aidiyet alanlarinin
menfaati dogrultusunda islemeye baslarlar iste o zaman ayrimciligin temeli
atilmis olur ve karsilikli çikar çatismalarina neden olmaya baslarlar. Bu
noktada toplumun tamamini kapsayan tarih olgusu kümelere , gruplara indirgenir
ve ortak olan tarih artik ayristirici tarih olarak yerini alir.
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM
Kültürel çesitlilik ve bu
çesitliligin bira arada yasayabilmesi için uygun zemini hazirlamak demokratik
ortamin saglanmasiyla gerçeklesecektir.
Çesitli etnik gruplarin bir
arada yurttaslik ortakligi altinda ortak iradenin uzlasmasiyla yönetici bir
iradeye dönüserek yasalar önünde esitlik, adalet ve katilimin gerçeklesecegi,
farkliliklarin kaba güç içermeyen yöntemlerle bagdastirilmasi sürecidir
demokrasi. Devletin bu demokratik anlayisi uygulayacagi toplumda toplumu
olusturan alanlari iyi gözlemlemesi gerekmektedir. Toplum resmi alan, kamusal
alan, sosyal-kültürel alan ve bireysel alandan olusmaktadir. Devlet bu
alanlarda yurttasina esit davranmak zorundadir.
Gruplarin etkin katilimiyla
olusan bir rejimdir demokrasi. Tarihe bakildigi zaman kisilerin ve gruplarin
kendilerini anlatan bütün özelliklerini ifade etmekte zorlandiklarinda durum
dramatik bir hal aldigi zaman bunalim durumunda olduklari anlasilmalidir. Bu
durumda siyasi otorite ya çok baskici bir tutum sergilemekte ya da son
demlerini yasamaktadir.
Pe ki burumda yapmak gereken
nedir, hemen ayrilmak mi gerekmektedir?
Hayir öyle bir durumda ari petegine benzeyen dünya siyaset haritasinda ortalik
tek hücreli varliklarin mezarligina dönen siyasal tarihe benzerdi. Tek
yapilmasi gereken ulusal devleti herkesin, her grubun devleti durumuna
getirmektir. Bunu içinde öncelikle bütün toplumsal kümelerin onun insasina ve
yönetimine katilimini saglama gerekmektedir.
Dini inanislara göre
Tanri’nin gözünde nasil ki tüm insanlar esit ve yaraticisi yarattigina adil,
merhametli, hosgörülü ve affedici olma yetenegini vermisse her din de uygulayicilarindan
bu özelliklerin yerine getirmesini bekler ve bunun akabinde saygisizlik,
saldirganlik, hor görme gibi davranislari günah sayar. Bu degerleri yerine
getiren her insan iyi bir kul olur ayni zamanda da iyi birer yurttas olma
özelligini de kazanir. Iste bu durumda demokraside bu kurallari Tanri buyrugu
olarak degil de iyi bir insan olabilmenin kodlari olarak yurttaslarina geçerli
kilmaktadir. Nihayetinde huzurlu bir ortamda yasayabilmek için, demokrasinin
gelismesinde, hosgörüye sahip bir varlik olarak insanin, gruplarin ve siyasi
otoritenin de sahip oldugu bu özellige dayanarak anlayisli toplumlar
hazirlamasindan geçmektedir.
BESINCI
BÖLÜM
Ulus devletler baris
ortamini saglayabilmeleri için varolus nedenleri olan farkli kültürlere sahip kümelerinin
bütün degerlerine saygi göstermek zorundadir. Bunlarin basinda da dil
gelmektedir. Yurttas olarak bireyin ve mensubu bulundugu kültür toplulugunun
diline saygi göstermek siyasal bir zorunluluk olmaktan ayrilmalidir.
Önceki bölümde de bahsedildigi
üzere bu topraklarda barisi saglamak için tüm etnik kümelerin ana dillerine
saygi göstermeyi siyasi bir zorunluluk olarak anlamak yerine, insan haklarinin
ve demokrasinin bir geregi olarak algilamak daha dogru olacaktir.
Yigitligimizle övünen,
tarihe altin harflerle adini yazdiran bir ulusun torunlariyiz. Bunu
degerlendirirken kurdugumuz devletlerin sayisiyla övünürüz. Ama bunca
hünerlerle kurulan devletlerimizi neden uzun süre ayakta tutamadigimizi hiç
arastirmayiz. Tarihte sayisiz devlet kuran olarak adimizin yer almasi kivanç
kaynagimiz olmustur. Bugün kurdugumuz 17. Devletin de ayni akibete ugramasindan
korkuyoruz. Bunun olmamasi için bir neden görünmüyor. Çünkü tarihinde 16 devlet
kurmus koca bir imparatorlugu yitirmis bir millet için korkmamak mümkün müdür.
O halde bu korkulara sebep olanlari iyi yönetmek, tekrar basimiza ayni
durumlarin gelmesine mani olmak için korkularimizin üstüne gitmemiz
gerekmektedir. Korkumuzun nedeni bölünmek, irtica, Ermeni meselesidir.
Kürtlerin varligini kabul ederek onlarin bu topraklarda kimliklerini kullanarak
yasamalarini saglamak, dindar insanlarin dini sorumluluklarini yerine
getirmelerindeki engelleri ortadan kaldirarak, hür kümenin kendini temsil etme
hakkini ellerine vererek bu korkularimizi yenebiliriz. O zaman tarihe, yikilan
17. devlet olarak adimizin yazilmasini engellemis oluruz.
Artik tarihimizi aci
gerçekleriyle tekrar ögrenip yeniden bir baris ortamini yenden tesis etmeye
çalisacagiz ya da onunla kavga edip tarihin tozlu sayfalarinda yerimizi
alacagiz. Gerçekler inatçidir ve mutlaka gerçeklerle yüzlesmek kaçinilmazdir.
Ya onunla yüzlesip kültürel farkliliklarimizi inkâr etmeyecegiz ya da onlarla
kavgaci olup eksilmeye devam edecegiz. O halde artik kardeslik zamani…
BARISI ARAMAK
PROF. DR. DOGU ERGIL
TIMAS YAYINLARI