BARISI ARAMAK

BARISI ARAMAK

Fevzi BOZKURT
Ekonomi


“Baris” kelimesinin genel olarak incelendiginde çok farkli anlamlar yüklendiginden bahseden yazar bunlardan birincisinin savas halinin olmamasi gerektigi,digerinin ise  yasalar ve kanunlar çerçevesince bir düzenin olusturulmasi ve bu sayede baris ortamini saglanmasi için gerekli güvenlik tedbirlerinin alinmasinin ve bu tedbirler neticesinde beraber yasama biçiminin ortak güvenligin ve düzenin saglandigi ortamin olusturulmasidir.
 
Baris, insanin var oldugu tarih boyunca en karmasik kavramlardan birisi oldugu düsünüldügünde bunun nedenin ideolojik, kültürel ve insanlik tarihi boyunca farkli algilamalardan ortaya çikan yorumlardan oldugu unutulmamalidir Baris kelimesi sükûnet halini ifade etmektedir.
 
Baris ortaminin saglanabilmesi için gerekli olan ortami saglamak otoriteni en birinci görevlerindendir. Baris ortaminda “BIZ” ve “ÖTEKILER” olmamalidir. Bunun olabilmesi için en birincil görev otoriteye düsmektedir. Baris kültürüne önem veren topluluklar veya toplumlarda buna ortam hazirlayan otorite kedisiyle çelismemelidir. Toplumlarda önemli olan ayristirici degil bütünlestirici olmaktir.Bu olgu gerçeklestigi zaman baris ortamindan söz edilebilir.
 
Kisaca baris: hiçbir olumsuzluklarin olmadigi ortamda huzur ve nese içinde hayat sürmek degildir, bütün olumsuzluklara ragmen bulundugu ortamda kalbinde huzurun bulunmasi ve mutlu yasamaktir.
 
BIRINCI BÖLÜM
 
Dünyada var olan toplumlarin ülkelerin çogunlugunda nüfus yönünden çesitlilik görülmektedir. Farkli etnik, dil, din ve irklarin bir araya geldigi topluluklardan meydana gelmektedir.  Bu yüzdendir ki çok kültürlü bir yapiya sahip olmuslardir.
 
Bu farkliliklari bir ayrismanin temeli olarak degil de toplumlarin bu özelligini olagan olarak kabul edip, toplumun bütünü için degerlendirip bütünlestirici özellik olarak ele alirsak her vatandasin her grubun esit hak ve hürriyetlere sahip olmasini saglarsak baris ortamini temin etmis oluruz.
 
Durum sadece bundan ibaret degildir tabi. Netice de bu baris ortamini olusturacak ve devamliligini saglayacak olan bir otoriteye ihtiyaç vardir. Günümüzde cokkültürlülük kendisine siyasi ve toplumsal alanda yer bulamamaktadir. Hiyerarsiye dayali, bir kültürün yönetiminde olmaktansa daha hosgörüye dayali  toleransli bir yönetim anlayisina sahip olunmali ve bütün kültürlere esitlikçi anlayisla yaklasilmalidir.
 
Çok kültürlülügü iyi yönetmek gerekmektedir. Çok kültürlülügün iki yani vardir. Iyi degerlendirilmesi gereken asil ve en önemli yani kültürel farkliliklara saygi göstermesi ve onlarin bir arada huzur içinde yasamasina imkân saglamasidir. Olumsuz yani ise toplumlari birbirinden ayristirici olmasidir ki; toplumlari tecrit halinde ve kendi ayirt edici özellikleri ile bu özelliklerini koruyarak yasamaya tesvik etmesidir. Bu da güven ortaminin bozulmasina ve düsmanliklarin boy göstermesine olanak saglar, dolayisiyla güven ortami bozulur ve düsmanlik artar. Dolayisiyla devlet herhangi bir gruba yönelik ayrimci olmamali her kültüre ayni yaklasmali ve esitlikçi olmalidir.
 
Çok kültürlülügün amaci etnik grup, irk, millet bütün degerlerin gruplarin tamamen esit parçasi olabilecegi bir toplumu meydana getirmektir.
 
Çok kültürlülük tarihsel bir olgu oldugu için imparatorluklarin tamami çok kültürlü yapilarin meydana getirdigi siyesi irade olmuslardi. Ve var olmalarini saglayan en büyük özelliklerini iyi idare edemedikleri zaman kendileri için tehdit unsuru haline getirmislerdir. Sömürgecilik ve diktatörlük ise çok kültürlülük varoluslarina aykiri olduklari için farkli kültürleri inkâr edici yaklasim içinde bulunurlar. Bu nedenledir ki bu tür yönetim anlayisi altinda idare edilen toplumlarda baris ortamindan söz edilemez.
 
Çok kültürlü toplumlarin varligini huzur içinde devam ettirebilmesi için öncelikle tüm egitim sisteminde ve siyasal alanlarda milliyetçilik yerine yurtseverlik, insan severlik anlayisini, yaratilani yaratandan ötürü sevmek duygusunu yerlestirmek gerekmektedir. Özünde çok kültürlü yapiya sahip olan Almanya ve Türkiye bu durumu asimilasyon politikalari neticesinde lehlerinde degerlendiremedikleri için tek kültürlü yapiya bürünmüslerdir.
 
Her ne kadar toplumun gereksinimlerini karsilamak yönünde zayif kalsalar da onlari yok sayamayiz varlardir çünkü ihtiyaçlari karsilamak için gerekli olan kurumlardir. Belki son zamanlarda kendi çikarlari dogrultusunda hareket etmeye baslasalar da bu hatalarini düzeltmelerinde onlara yardimci olmaliyiz ve bu sapmalari ortadan kaldirarak devleti yeniden “bizim” yapmaliyiz. Çünkü bir devletimiz var onu tekrar baris ortamini saglamasi yönünde yeniden yapilandirmaliyiz. Eger devletimiz olmasaydi yeni bir devlet yaratmak zorunda kalacaktik ki var olani kurtarmaktan daha zor bir durumla karsi karsiya kalabilirdik.
 
Ulus devlet olabilmek için farkliliklari bir arada huzur içinde barindirmaktan geçtigini unutmamak gerekir. Çünkü ulus devlet anlayisindan bahsedebilmek için çok kültürlü toplum yapisinin ilmiklerini olusturan gruplarin(kümelerin) varligini kabul edip üst kimlik alt kimlik ayrimi yapmadan kümedeki halkin istekleri dogrultusunda onlarin degerlerine önem vererek inançlari, egitimleri vs. yerine getirildigi zaman bir ulus devlet ihtiyaci hissetmeleri saglanabilir. Bu durumda var olan ulus devlet konumunu koruyarak baris içerisinde bölünmeden bir olarak yasamayi anlamalarina yardimci olacaktir.  Tarih boyunca ulus devletlerin yerine getirdikleri bu tür yaklasimlari simdi uluslararasi kuruluslar ve örgütler yerine getirmeye çalismaktadir.
 
IKINCI BÖLÜM
 
Bireyden devlete inanç ve ulusal kimlik konularinin ele alindigi bu bölümde yazar insanin fiziki ve manevi bir bütünlügünün oldugunu ve bu bütünlük geregi birtakim ihtiyaçlarinin karsilanabilmesi için insanoglunun tek basina saglayamadigi yasam, güven ve düzen arayisinda olusturdugu, toplumsal iradeye dayanan kurallarla bireyleri yönlendiren  bir devletinin olmasina ve kendisini tanimasi için ulusal kimligini bilinmesine ihtiyaç duymaktadir.
 
Günümüzde gündemi bayagi mesgul eden anayasa degisikligiyle beraber tekrar dikkat çekilen bir baska konu ise vatandaslik kavramidir. “Anayasal vatandaslik “ kavraminin toplum bilincimizde bir dönem dalgalanip ardi gelmeden sanki birisi söylemis sonradan susmus gibi gündemden düsürülmesi çok önemlidir. Vatandasligin zaten anayasal bir olgu oldugunu anlamak gerekir.
 
Ulus devletler Fransiz Ihtilalinin sonucunda ortaya çikmaya baslamistir. Ulus devlet içerisinde yurttaslik bagi vardir. Ayni zamanda ulus devlet sosyal bir gerçekliktir. Dogasi geregi her toplum f         arkli dil, din, irk kümelerinden meydan gelmektedir. Çesitlikler içeren bu yapini ulus-devlet yapisi içerisinde yer alan tek dil, tek soy gibi unsurlarla bagdasmayan yönlerinin oldugu da ortadir. Her ulus devlet tüm bu kosullari yerine getirememektedir.
 
Ulusçulugun baslica hedefi toplumsal bütünlesmeyi saglayacak siyasi bir otoriteyi yaratmak olacak ki , genel olarak ulusçulugun siyasi projesi bagimsiz ve egemen bir devlet yapisi içerisinde milliyetçilik araciligi ile toplumsal-kültürel farkliliklari eriterek homojen bir ulus yaratmaktir.
 
“Ulusal kimlik” kurgulari evrensel ölçekte yayginlik gösteren devlet modelleri içerisinde kültürel çesitliligi içsellestirme yöntemleriyle farklilik göstermektedir. Bunlar asimilasyon ve entegrasyondur. Ulus devlet olabilmek için; farkliliklari ortadan kaldirarak kültürel parçalarin bütün içerisinde erimesine ve kaybolmasina olanak saglayarak herkesi ortak bir kimlik altinda asimile etmek yerine, kümeler arasinda bulunan farkliliklari bir deger olarak algilayip, kendi aralarinda bütünlesmeyi saglamaya yönelik yapilan entegre çalismalari neticesinde teklik içerisinde degil de bir çati altinda üst kimlik altinda farkliliklarini yasal olarak taniyan ve benimseyen, koruyan bir yönetim sergilemek gerekmektedir. 
 
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
 
Kimlik, kültür ve tarih basligi altinda konuyu ele alan yazarimiz; tarih boyunca ben, biz ve ötekiler yerine bir bütün olarak hepimizleserek yasamis uluslarin günümüzde de olabilecegi üzerine degerlendirmede bulunmaktadir.
 
Insan dogasinin kendisini ötekilerden ayirdigi farklilasmanin temellerini olusturan önemli unsurlardan “kimlik’ ilk duragidir. Öncelikle “ben” ile baslayan bu süreç ilerleyen zamanlarda bütün “ben”lerin bir araya gelmesiyle farkli boyutlar kazanmistir. Artik “ben” ler çogalarak yerini “biz” lere birakmistir. Neticede “biz “ olgusu yerlesmeye basladiginda artik “biz” in disinda kalanlar “ötekiler “ olmaya baslamistir bile. Bu gruplasmanin ileride dogurabilecegi sorunlar düsünüldügü zaman siyasi otoriteye çok önemli isler düsmektedir. Aslinda siyasi otorite bu durumlar mahal vermeden sorunu temelinde çözmek için gerekli adimlari zamaninda atmasi gerekmektedir. Herkesin kendini daha rahat ifade edebilecegi, aidiyet psikolojisi geregi siyasi otoritenin gruplarinin istedigi imkânlari zamaninda temin etmesi bu tür sorunlarla karsilasilmasini engelleyecektir.
 
Siyasi otorite ben, biz, ötekiler hiç fark etmeden her kesime esit yaklasmakla ve her grubun haklarini yerine getirmekle mükelleftir. Tüm bu ayrimcilik unsuru olan “ben”, “biz” ve “öteki” olarak ayrismaci bir tavir sergileyip huzursuz toplumda yasamak yerine farkliliklari ortadan kaldirarak “hepimiz” lesirsek bir olursak daha huzurlu ve adil yasam sartlarini elde ederek mutlu bir hayat sürebiliriz.
 
Tarihi olusturan “biz” olgusudur. Ne zaman ki tarihi yorumlayip anlatanlar olaylari gerçeklerinden uzaklastirarak bulunduklari toplum içerisinde kendi aidiyet alanlarinin menfaati dogrultusunda islemeye baslarlar iste o zaman ayrimciligin temeli atilmis olur ve karsilikli çikar çatismalarina neden olmaya baslarlar. Bu noktada toplumun tamamini kapsayan tarih olgusu kümelere , gruplara indirgenir ve ortak olan tarih artik ayristirici tarih olarak yerini alir.
 
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
 
Kültürel çesitlilik ve bu çesitliligin bira arada yasayabilmesi için uygun zemini hazirlamak demokratik ortamin saglanmasiyla gerçeklesecektir.
 
Çesitli etnik gruplarin bir arada yurttaslik ortakligi altinda ortak iradenin uzlasmasiyla yönetici bir iradeye dönüserek yasalar önünde esitlik, adalet ve katilimin gerçeklesecegi, farkliliklarin kaba güç içermeyen yöntemlerle bagdastirilmasi sürecidir demokrasi. Devletin bu demokratik anlayisi uygulayacagi toplumda toplumu olusturan alanlari iyi gözlemlemesi gerekmektedir. Toplum resmi alan, kamusal alan, sosyal-kültürel alan ve bireysel alandan olusmaktadir. Devlet bu alanlarda yurttasina esit davranmak zorundadir.
 
Gruplarin etkin katilimiyla olusan bir rejimdir demokrasi. Tarihe bakildigi zaman kisilerin ve gruplarin kendilerini anlatan bütün özelliklerini ifade etmekte zorlandiklarinda durum dramatik bir hal aldigi zaman bunalim durumunda olduklari anlasilmalidir. Bu durumda siyasi otorite ya çok baskici bir tutum sergilemekte ya da son demlerini yasamaktadir.
 
Pe ki burumda yapmak gereken nedir, hemen ayrilmak mi  gerekmektedir? Hayir öyle bir durumda ari petegine benzeyen dünya siyaset haritasinda ortalik tek hücreli varliklarin mezarligina dönen siyasal tarihe benzerdi. Tek yapilmasi gereken ulusal devleti herkesin, her grubun devleti durumuna getirmektir. Bunu içinde öncelikle bütün toplumsal kümelerin onun insasina ve yönetimine katilimini saglama gerekmektedir.
 
Dini inanislara göre Tanri’nin gözünde nasil ki tüm insanlar esit ve yaraticisi yarattigina adil, merhametli, hosgörülü ve affedici olma yetenegini vermisse her din de uygulayicilarindan bu özelliklerin yerine getirmesini bekler ve bunun akabinde saygisizlik, saldirganlik, hor görme gibi davranislari günah sayar. Bu degerleri yerine getiren her insan iyi bir kul olur ayni zamanda da iyi birer yurttas olma özelligini de kazanir. Iste bu durumda demokraside bu kurallari Tanri buyrugu olarak degil de iyi bir insan olabilmenin kodlari olarak yurttaslarina geçerli kilmaktadir. Nihayetinde huzurlu bir ortamda yasayabilmek için, demokrasinin gelismesinde, hosgörüye sahip bir varlik olarak insanin, gruplarin ve siyasi otoritenin de sahip oldugu bu özellige dayanarak anlayisli toplumlar hazirlamasindan geçmektedir.
 
BESINCI BÖLÜM
 
Ulus devletler baris ortamini saglayabilmeleri için varolus nedenleri olan farkli kültürlere sahip kümelerinin bütün degerlerine saygi göstermek zorundadir. Bunlarin basinda da dil gelmektedir. Yurttas olarak bireyin ve mensubu bulundugu kültür toplulugunun diline saygi göstermek siyasal bir zorunluluk olmaktan ayrilmalidir.
 
Önceki bölümde de bahsedildigi üzere bu topraklarda barisi saglamak için tüm etnik kümelerin ana dillerine saygi göstermeyi siyasi bir zorunluluk olarak anlamak yerine, insan haklarinin ve demokrasinin bir geregi olarak algilamak daha dogru olacaktir.
 
Yigitligimizle övünen, tarihe altin harflerle adini yazdiran bir ulusun torunlariyiz. Bunu degerlendirirken kurdugumuz devletlerin sayisiyla övünürüz. Ama bunca hünerlerle kurulan devletlerimizi neden uzun süre ayakta tutamadigimizi hiç arastirmayiz. Tarihte sayisiz devlet kuran olarak adimizin yer almasi kivanç kaynagimiz olmustur. Bugün kurdugumuz 17. Devletin de ayni akibete ugramasindan korkuyoruz. Bunun olmamasi için bir neden görünmüyor. Çünkü tarihinde 16 devlet kurmus koca bir imparatorlugu yitirmis bir millet için korkmamak mümkün müdür. O halde bu korkulara sebep olanlari iyi yönetmek, tekrar basimiza ayni durumlarin gelmesine mani olmak için korkularimizin üstüne gitmemiz gerekmektedir. Korkumuzun nedeni bölünmek, irtica, Ermeni meselesidir. Kürtlerin varligini kabul ederek onlarin bu topraklarda kimliklerini kullanarak yasamalarini saglamak, dindar insanlarin dini sorumluluklarini yerine getirmelerindeki engelleri ortadan kaldirarak, hür kümenin kendini temsil etme hakkini ellerine vererek bu korkularimizi yenebiliriz. O zaman tarihe, yikilan 17. devlet olarak adimizin yazilmasini engellemis oluruz.
 
 
Artik tarihimizi aci gerçekleriyle tekrar ögrenip yeniden bir baris ortamini yenden tesis etmeye çalisacagiz ya da onunla kavga edip tarihin tozlu sayfalarinda yerimizi alacagiz. Gerçekler inatçidir ve mutlaka gerçeklerle yüzlesmek kaçinilmazdir. Ya onunla yüzlesip kültürel farkliliklarimizi inkâr etmeyecegiz ya da onlarla kavgaci olup eksilmeye devam edecegiz. O halde artik kardeslik zamani… 
 
BARISI ARAMAK
PROF. DR. DOGU ERGIL
TIMAS YAYINLARI
 

Benzer Kitaplar