GELECEGIMIZI SAGLAMA ALMAK IÇIN HAYATI BIR TASARI...
Insanlik bir dönüm noktasinda. Tarih boyunca esi görülmemis boyutta
muazzam bir dönüsüm, bir geçis dönemine girmis bulunmaktayiz. Insan
türü asirilik çaginda son sürat ilerlemekte. Bir yanda asiri zenginlik, bir
yanda asiri fakirlik; teknolojide, silahlanmada, küresellesmede asiri uçlar. Eger
insan türünün devam etmesini istiyorsak tüm bunlarla nasil basa çikacagimizi ögrenmemiz
gerekiyor. Bas döndürücü teknolojik gelismeleri hizla büyüyen nüfusu
desteklemek için kullanmanin yollarini bulabilirsek bizi harika bir gelecek
bekliyor ancak bunu basaramazsak yeni bir Karanlik Çag baslatabiliriz.
************************
Zekâ ve teknolojinin dünyayi mahvetmek yerine dönüstürmek için kullanilmasi
gerektigini vurgulayan yazar, teknolojinin hayatimiza olan etkisi üzerine çalismalar
yapan dünyaca ünlü bir uzmandir. Dünya çapinda dogum kontrolünden, eko sistemin
onarilmasina; nanoteknoloji gelismelerine kadar genis kapsamli sorunlara
etkileyici, akla yatkin ve olanakli çözümler sunan yazara göre önemli olan beka
kabiliyeti yani kalimliliktir. Günümüzün tahammül edilmez ve savunmasi imkânsiz
çürük gidisatindan uzaklasip saliverdigimiz muhtelif güçleri kontrol altina
almayi ögrenmemiz gerekmektedir. Arastirma, bilim, ekonomi ve sosyal politika
uzmanlariyla kapsamli görüsmeler yaparak hazirladigi bu kitap degisim yönünde
bir seferberlik ve kavrama manifestosudur.
21. yüzyil, asiriliklarin öne çiktigi olaganüstü bir zamandir. Bugünkünden
çok daha gelismis uygarliklar yaratabilecegimiz gibi yeni bir karanlik çagi
da tetikleyebiliriz. Pusuda bekleyen felaketlerden sakinmak adina yapabilecegimiz
çok sey var. Gelecekte yasanmasi muhtemel olaylari öngörerek dümen kirip
önlem almaliyiz. Devrimci bir degisim/dönüsüm süreci var önümüzde. Bu dönemde
en önemli rolü çocuklarimiz üstlenecegi için gelecekleri hakkinda onlara ögretmemiz
gereken pek çok sey var. Yüzeysel dalgalanmalar yerine derin akintilara
odaklanip gelecek nesilleri etkileyecek devinimi olan büyük çapli egilimleri
yaratacak, degisimi saglayacak önemli unsurlar üzerinde durmak gerekmektedir.
Kritik yüksek devinimi olan egilimleri siyasetten bagimsiz olarak
tanimlayabiliriz. Dönemin baskin siyasi partileri hangileri olursa olsun
yapilmasi gereken esasli degisikliklerin basariyla gerçeklestirilebilir.
Elbette dar görüslü politik nedenlerden ötürü bazi sorunlara bulunan çözümlerin
direnisle karsilasmasi kaçinilmazdir. Çünkü mevcut durumda yerlesmis menfaatleri
olan büyük bir kesim statükonun bozulmasini hiç mi hiç arzulamamaktadir. Dünya
sorunlariyla bas etmek için dogru kararlarin alinmasi ve insanlarin tesvik
edilmesi hayati önem tasimaktadir.
Gelecekteki teknolojiyle ilgili olarak öngörüde bulunmak çok da zor degildir
çünkü arastirma, gelistirme ve üretim, uygulama asamalari arasinda uzun bir
zaman geçmektedir. 70’lerde The Wired Society / Kablolu Toplum kitabini yazdigimda
henüz kisisel bilgisayar, cep telefonu, internet yoktu. Yirmi-bes yil
sonra ise, bu teknolojileri genis çapta kullanan bir dünya üzerine yapilmis birçok
yerinde ve dogru tahmin yürüten adeta gelecegi görmüs bir kitap olarak
alkisa tutuldu. Bundan cesaret alarak dünyanin gelecek sorunlariyla ilgili daha
çok arastirma yaparak uzmanlarla görüsmeye basladim. Dünyanin daha derin bir
soruna dogru ilerlemekte oldugu gözüme daha açik ve net bir sekilde
görünmeye basladi. Uzay mühendisligi yaptiktan sonra (saka yapmiyorum) IBM’e
girdim ve karmasik problemlere çözüm üretmeye yardim eden bilgisayar sistemleri
gelistirmek üzere egitim aldim. New York sehrinde Birlesmis Milletler
binasinin karsisinda bulunan ve seçmece bir beyin takiminin görev aldigi dahili
bir üniversite olan IBM Arastirma Enstitüsü’nde çalisirken Nixon döneminde
BM’de verilen kokteyl partilerinde fark ettim ki ne BM delegelerinin
teknolojide olup bitenlerden haberi var ne de biz bilgisayar gurularinin kendi
dünyamizin disindaki gidisattan.
1970 senesinde ABD ve SSCB’den on ikiser bilgisayar mühendisine isbirligi
olasiliklarini degerlendirmek üzere gizli bir görüsme ayarlandi. Amerikan Disisleri
Bakanligi Ruslar, bize asiri miktarda votka verdiginde çaktirmadan vazolara bosaltmamiz
ya da yatagimizda çiplak bir kadin buldugumuzda ne yapmamiz gerektigi gibi
uyarilarda bulundu. Keske olsaydi ama bunlarin hiçbiri olmadi. Hatta bana
kalirsa Rus bilim insanlari bize gayet cana yakin ve dostça davrandilar. Onlar
da Amerika hakkinda çok yanlis fikirlere sahipti. Her iki taraf isbirligi
için yüksek bir potansiyel oldugunda hemfikirdi. Fakat sonuçta olay KGB’nin
CIA’yi, CIA’in KGB’yi gözetledigi bir oyuna dönüstü.
IBM’den sonra karmasik problemlerle ugrasacak
bir is gelistirdim ve yirmi bes yil boyunca seminerler vererek
dünyayi dolastim. Çok büyük ve üst düzey bir kitleye ulastigimdan devlet
adamlari ve is dünyasinin liderleriyle bir araya gelme firsati buldum.
Mesela J.P. Morgan’in danisma kurulunda George Schultz, Condolezza Rice, Lee
Kuan Yew (Singapur’un ilk basbakani), Suudi Arabistan Maliye Bakani, Lord Howe
ve dünya çapinda sirketlerin CEO’lari vardi.
21.yüzyilin getirdigi büyük çapli sorunlara karsi toplumu uyarmak ve
potansiyel çözümler hakkinda bilgi vermek üzere harekete geçmenin gerekliligine
inandim. Insanligi bekleyen en büyük sorunlari tanimlamak, çözüm üretmek
ve en büyük firsatlari bulmak için Oxford Üniversitesi’nde James Martin
21.Yüzyil Okulu’nu kurdum. Parlak arastirmacilarin ve ögretmenlerin görev aldigi
bu okul tabii ki gelecegin zorlu sorunlariyla mücadele edebilecek liderler yetistirmeyi
de görev edinmistir.
Burada bahsedilenleri yetismekte olan kusaklara aktarmak sorunlarla basa
çikmasi gerekenler onlar olacagi için hayati önem tasir. Aslinda çocuklara ögretilmesi
gereken daha önemli bir konu yoktur çünkü insanin ve uygarligimizin varligini sürdürebilmesi
buna baglidir.
Degisim Ihtiyaci - Dönüsüm/ Degisim Kusagi
21.yüzyilin baslamasiyla birlikte insanoglu kendini sürdürülebilmesi
imkânsiz olan ve degistirilmedigi takdirde genis kapsamli felaketlere yol
açabilecek bir seyir halinde bulmustur. Ayni zamanda yeni yüzyilla birlikte
insanligi daha güzel ve basarili bir uygarliga tasiyacak müthis imkânlarin
yolunu da açabiliriz. Yani bu son yüzyilimiz da olabilir, sahane bir
gelecek kuracak yepyeni bir dünya düzeninin baslangici da.
Evrenin bir ucunda küçük bir gezegende yasiyoruz fakat dünya nüfusu giderek
artiyor. Çin gibi kalabalik yeni tüketim toplumlari ortaya çikiyor. Öte yandan
teknoloji gezegeni hasat etmeye yetecek güce ulasiyor. Her seyin asiri
uçlarda yasandigi bir döneme dogru dörtnala ilerliyoruz. Bilimsel deneylerden
küresel güçlere, kitle imha silahlarindan din adina hareket eden teröristlere
kadar her sey asiri uçlarda. Eger insanoglunun yasamini sürdürmeye devam
etmesini istiyorsak bu durumla nasil bas edecegimizi ögrenmemiz sart.
Bizi bekleyen çetin sorunlara çözümler önererek gidisati degistirip 21.yüzyil
dönüsümü gerçeklestirecegiz. Eger bunu dogru sekilde becerebilirsek olaganüstü
bir gelecek; yanlis yaparsak geri dönüsü olmayan bir mahvolus bekliyor
bizi. Ancak yüzyilin ilk yarisinda esasli bir degisime ihtiyacimiz var ki
yüzyilin geri kalani sira disi olaylara sahne olabilsin.
Insanoglunun varligini sürdürüp gelismesi için doga simdiye kadar
gerekli tüm kaynaklara saglamis bulunuyordu. Fakat bu kaynaklar sonsuz degil
dogal olarak. Toprak, yeralti sulari, baliklar, mineraller, petrol, sazlik ve
sulak alanlar… Bunlari asiri miktarda tüketiyor ve yok ediyoruz. Bazilarinin
yerine koyabilecegimiz alternatifler de yok.
Doganin bize sundugu ozon tabakasi ve hassas bir dengeye sahip olan
atmosferdeki karbondioksit miktari yok ettigimiz ormanlar nedeniyle giderek
artiyor. Yeryüzündeki kaynaklari kötü kullanmamiz sebebiyle günde 405 bin km2 tarima
elverisli alani, 24 milyar ton üsttopragi kaybetmekteyiz. Böylece dünyada 60
bin km2’yi askin yeni çöl alanlari yaratmaktayiz. Topragin humus
içeren üst katmaninin olusmasi için binlerce yil gerekirken insanlar bir anda agaçlari
kesip erozyona neden oluyorlar. Birkaç ay içinde üsttoprak sel ve rüzgarin
etkisiyle dagilip gitmektedir. Bizim için hayati önem tasiyan su gida yetistirmek
için de kullanilmaktadir. Sadece (8-9) kilo et saglayan sigirlari beslemek için
kullanilan bir tonluk tahili üretmek için binlerce ton su gerekmektedir. Bugün
insanlar, bir yilda yagmurla su kaynaklarina geri dönen su miktarindan 160
milyar ton fazlasini harcamaktadir.
Dünyayi talan ettigimiz için günümüzün gençleri yasamlarinda dünyanin pek
çok yerinde taze su kaynaklarinin tükendigine ve gida üretiminin çok zor bir
hale geldigine sahit olacaklardir. Çok sayida balik türü asiri avlanma
yüzünden azalacak ve soylarinin devami tehlikeye girecektir. Küresel isinma
Katrina kasirgasindan çok daha büyük çapli tufanlari tetikleyecek ve ciddi
hasar olusturacaktir. Bu da dogal iklim mekanizmalarinin daha da kötüye
gitmesine yol açacagindan artan isi, Orta Afrika’dakiler gibi dünyanin yoksul
ülkelerinin çogunda mahsul verimini azaltacaktir. Böylesi afetlerin getirdigi
yogun gerilim asirilik, dini saldiri ve intihar terörizminin oldugu bir zamanda
meydana gelecektir. Bunun yaninda korkunç silahlar ucuzlayacak ve çok daha genis kitlelerin
ulasabilecegi bir hale gelecektir. Iç içe geçmis bu sorunlarin
çözümleri de birbiriyle kesisir. Bu çözümleri uygulayabilirsek kademeli
bir sekilde sürdürülebilir kalkinma yaratarak ve hayatimizi refah içinde
sürdürülebiliriz. Sürdürülebilirlige yönelik olarak farkli alanlarda çesitli
adimlar atilmasi ve zaman kaybetmeden harekete geçilmesi gerekmektedir. Hizla
gelisen teknolojinin isiginda sürdürülebilirlik tek basina yeterli
olmayacaktir, kalimliligi/beka kabiliyetini mutlaka göz önüne
almamiz gerekir.
Bu büyük dönüsümü gerçeklestirecek olanlar bugünün gençleridir. Olguyu 21Y
Dönüsümü olarak adlandirabiliriz. Tarif edilen degisimin nihai sorumlulari da
onlar olacaktir. Bu insanlik tarihinde esi benzeri olmayan bir dönüsüm
olacaktir. Bu nesil degisim/dönüsüm neslidir ve bunu fark etmeleri saglanmalidir.
Böylece oynayacaklari rolü iyice anlayacaklar ve çogu için 21.yüzyilin anlamini
kavramak kendi yasamlarina anlam verecektir.
21. Yüzyil Kanyonu
Içinde bulundugumuz yüzyili ortasi dar bir bogazdan olusan bir derin bir
kanyon olarak düsünün. Insanligin da bu koca nehrin azgin sularinda yokus asagi
rafting yaptigini. Içerilere dogru girildikçe akinti artacak ve degisim yogunlasacak.
Teknolojinin olaganüstü bir sekilde hizlandigi zorlu bir dönem bekliyor
bizi. Nüfus arttikça küresel gerilim, çevre kirliligi ve toplu kitlik artacak.
Böyle devam ederse dünya nüfusu 8,9 milyonu buluncaya kadar çogalabilir. Su
kaynaklari azaldikça, fakir ülkelerdeki tarlalar yok oldukça ve Çin, Hindistan
ve diger 18 ülkede oldugu gibi yeni tüketici toplumlar beslenme aliskanliklarini
degistirip daha fazla et yemeye baslarsa (çünkü bu daha fazla tahil üretimine
ve su tüketimine yol açmakta) dünya nüfusunu beslemek gittikçe daha da güçlesecektir.
Dünya nüfusunun yüzyilin ortasinda zirveye ulastiktan sonra düsüse geçecegi
öngörülüyor ancak bu demek oluyor ki kanyonun dar bogazina gelindiginde
yeryüzündeki kaynaklar en sikintili döneminde ama dünya nüfusu ise doruga ulasmis olacak.
Ayni zamanda nonoteknoloji, biyoteknoloji, uç-dalgaboyu iletisim aglari, robot
fabrikalari, rejeneratif tip ve bilgisayar zekasinin yogunlastirilmis çesitleri
gibi olaganüstü yeni teknolojiler gelisecek. Yüzyilin ortasina degin dogaya
fazlasiyla zarar verilme ihtimali yüksek ancak küresel isinmaya neden olan
yakitlarin yerini temiz enerji alacak. Sonunda çevreye çok az zarar veren
sonsuz enerji üretimi yapilabilecek. Dumanli fabrika bacalari ve karbon bazli
yakitlarin yerine temiz sanayi ve hidrojen ekonomisine kavusacagiz. Sagligimizi
tehdit eden kimyasallarin çogu yasaklanacak. Denizler ve çevre daha iyi anlasilip
çok daha iyi korunacak. Yüzyilin ortasina gelindiginde dogayi istismar etmemiz
nedeniyle dünyaya verdigimiz zarar yavas yavas düzeltilmeye baslayacak.
Dönüsüm Neslinin görevi insanligin kanyondan mümkün oldugunca az karmasayla
geçmesini saglamak. 21.yüzyilin ciddi sorunlarina çözüm bulunabilir ancak kötü
haber su ki su anda dünyanin en güçlü insanlari çözümleri
kavrayabilecek bilgiye sahip degil ve bunlari uygulamak için de inisiyatifleri
bir hayli sinirli. Siyasetçiler seçimleri düsünerek sadece oy kaygisiyla
hareket ederken güç sahibi isadamlari ve yöneticiler de yalnizca kar amaci
gütmekte. Hissedarlarin payini arttirmak görevleri oldugundan, olaylari kontrol
eden iktidar sahipleri için, ne yazik ki her zaman kisa vadeli
faydalara duyulan istek uzun vadede sorunlarin çözümüne duyulan
istegin önüne geçmekte. Kanyonda ilerlemekteyiz fakat liderlerimiz bu geçisi kolaylastirmaya
hazir degil. Önümüzde kurumsal engeller var.
Dünyanin gidisati kanyondan geçtikten sonra sakin sularda ilerleyebilir
fakat bu kez de farkli olaylar zinciri bizi baska bir çalkantili döneme
sürüklüyor olacak. 21.yy teknolojileri yasami degistirip insanlari dönüstürmemizi
saglayacak, bilgisayar zekasi insan zekasinin çok ötesine geçecek ve yeni bilim
bizi hizla degisen daha kaygan bir rampaya götürecek. Yine de bir sekilde
kontrolün bizde kalmasini isteyecegiz.
DEVINIM EGILIMLERI
Önümde kristal küre gelecek hakkinda kehanetlerde bulunuyor degilim
elbette. Bazi egilimler devinim yaratir ve bir kismini durdurmak olanaksizdir.
Öngörüde bulunmak bu sayede mümkündür. Dünya nüfus artisi hakkinda öngörüde
bulunabilir, dolayisiyla gelecekte ihtiyaç duyacagimiz gida, su ve diger temel
gereksinimlerimizin ne kadar olacagini da hesaplayabiliriz. Gelismekte olan
teknolojileri iyi anlayabilirsek, gelecekle ilgili daha saglikli önermeler
ortaya atabiliriz. Örnegin, Intel’in kurucusu Gordon Moore 1965’te silikon
çiplerin her yil katlanacagini öngörmüstü ve son elli yilda aynen böyle oldu.
Bazi büyük çapli egilimler teknoloji sayesinde kaçinilmaz hale gelmistir.
Gelecegi kavramamiza yardim edebilecek yüz kadar devinim egilimi vardir.
Bazilari okyanus balikçiliginin azalmasi kadar bariz; bazisi ise sadece
sektörel anlamda hissedilen; bazisi da atmosfere sera gazlarinin salinimi gibi
uzun vadeli sorunlardir. Ya da, Internet’ten alisveris gibi yeni
davranis kaliplari olusmasi ve kurumlarin gida alimini degistirmesi gibi
kisa vadeli ve göreceli degisikliklerdir. Bunlarin toplami gelecegin iskeletini
olusturur. Gelecegi detayli olarak öngöremeyiz ama gidisatin ilerleyebilecegi
farkli yönler ve bunlari etkileme yollarini arastirabiliriz.
Dünyadaki devinim egilimlerini baktigimizda basimizin büyük belada oldugu
açiktir. Her alti haftada dünya nüfusuna New York sehrinin nüfusu kadar
insan eklenmektedir. Zengin ve fakir ülkeler arasindaki uçurum önemli ölçüde
artmistir. Televizyon ve küresellesme araciligiyla varlikli yasamlar
yoksullarin gözüne sokulmaktadir. Terörizm çagi yeni gerilimler yaratmaktadir.
Gezegenimizde bulunan su, birkaç buzul çagi öncesine dayanan yeraltindaki
akiferlere toplanmistir ve bu kadim kaynaklar tükendiginde yagmur suyuyla yasamak
zorunda kalacagimizdan, dünya üzerinde su savaslari kaçinilmazdir. Çevresel
kaynaklar tükenip kitlik arttiginda, fakir ülkelerde ciddi sorunlar bas gösterecek
ve sosyal siddet yasanacaktir. 1994 kurakliginda Afrika’nin nüfus yogunlugunun
en yüksek oldugu ülkeler Ruanda ve Burundi, vahset ve zalimliklere sahne olmus yaklasik
bir milyon insan soykirima kurban gitmistir.
SÜRPRIZLER
Dünyanin gidisatini anlamaya çalisirken engel olunamaz devinim unsuru
öngörülerimize saglam dayanaklar sunsa da sürprizler hiçbir zaman göz ardi
edilmemelidir. Devinimi yavaslatacak güçte bir sürprizin çok büyük olmasi
gerekir. Örnegin, 11 Eylül saldirilari dünyaya bakisimizi degistirdigi halde,
bazi istisnalar hariç dönemin devinim egilimleri genel olarak sürmüstür. Örnegin
20.yy basinda Belle époque /Güzel Çag’in bayragini tasiyan Paris beklenmedik
I.Dünya Savasiyla önemli ölçüde hasar görmüstür. Sovyetler Birligi’nin 1990-91
yillarinda çöküsüyle büyük bir ekonomik ve politik sürpriz meydana gelmistir.
Neredeyse koca bir kitanin haritasi degismis, dünyanin en egitimli ülkelerinden
birinde yasayan halklar paramparça olmustur. Kapitalist toplumlar da ekonomik
çalkantilara bagisik degildir. Hepsinin refah ve gerileme dönemleri vardir.
1997 Asya krizi dünyayi finansal açidan yok olmanin esigine getirmistir.
Amerika akintili sularda ilerleyen büyük ve güçlü bir gemi gibi görünse de bu
ülkeyi sarsacak sürprizler de olacaktir muhakkak. Diger tüm ülkeler gibi
ABD’nin Çin’den etkilenmemesi mümkün degildir. Fakat Çin de kolaylikla tarihin
en büyük balon ekonomisine dönüsebilir. Dünyanin buna hazirliksiz yakalanmasi
küresel ekonomiye büyük hasarlar verecektir. Mesela terörist bir örgüt
Amerikan sehirlerinden birine atom bombasi atmasi gibi, bazi sürprizler
çok can yakici olabilir.
Ilk basta o kadar ciddiye alinmayan bir baska sürpriz ise grip salgini gibi
bir bulasici hastalik olabilir. 1918’deki grip salginindan ölenlerin sayisi I.
Dünya Savasi’nda ölenlerin iki katidir. Böylesine bir salgin bazi hükümetlerin
seyahatleri kisitlamasi ve insanlari karantinaya almasina neden olabilir.
Zengin ülkeler uluslararasi isletmelere ve tedarik zincirlerine bagimli hale
geldikçe bu isletmelerin neden olacagi hasar akil almaz boyutlara ulasacaktir.
Daha kötü bir senaryo ise insan eliyle modifiye edilen bir patojenin dogayi sasirtarak
neden oldugu küresel bir salgin olabilir.
Gözle görünmeyen bu davranis kalibi incelendiginde gelecegin
iskeletini olusturan devinim egilimlerini degistirebilecek güçteki sürprizlerin
kaçinilmaz oldugunu görürüz. Radikal Müslümanlarin Amerika’ya saldiracagi 11
Eylül’den çok daha önce öngörülüyordu. Hatta Dünya Ticaret Merkezi’nin yok
edilmesi engellenebilirdi. Benzer sekilde Çin’in balon ekonomisi ve grip
salgini da kaçinilmazmis gibi görünmektedir bu yüzden önlem almak
kesinlikle yersiz degildir.
Sürprizlerin ortaya çikmasinda politikacilarin bilim insanlarinin serzenislerine
kulak asmamalarinin etkisi büyüktür. Tüm uyarilara kayitsiz kalan yetkililer,
New Orleans’i ancak Katrina Kasirgasi vurduktan sonra sehri bosaltma
talimatini vermistir. Baskan Bush olaydan sonra “kimsenin bu kadarini bekledigini
sanmiyorum” derken yalan söylemistir. Gereken tüm uyarilar zamaninda verilmisti.
Bu olay bilim insanlarinin uyarilarini dikkate almanin önemini bir kez daha
kanitlamistir.
MANIVELA ETKILERI
Bu kitapta manivela etkisi derken çok güçlü sonuçlar dogurabilecek,
göreceli olarak küçük ve siyasi olarak ulasilabilir eylemlerden bahsetmekteyim.
Kurallarda ufak degisiklikler gibi. Nasil ki bir katalizör kimyasal bir tepkime
meydana getirirse güven aleyhtari kanunlar kapitalizmin tekellesmeye yönelik
evrimi üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Bulasici bir hastaliga karsi asilandigimizda
hastaliga karsi bagisiklik kazaniriz. En tahrip edici devinim egilimleri bile
zarari azaltabilecek manivela etkisine sahiptir.
Çok basit ancak etkileyici bir örnekle açiklayalim: Fakir ülkelerdeki
kadinlar egitildikleri takdirde ki bu çok ucuz ve göreceli olarak kolay bir
proje sayilir, daha az çocuk dogurduklari görülmektedir. Aslinda dogum kontrolü
saglamanin en etkin yöntemi kadinlara okuma-yazma ögretmektir. Bu kadinlarin
hayatlarini gelistirmesini sagladigi gibi önemli sonuçlar alinmasini saglar.
20. yy ’da 300 milyon insanin ölümüne yol açan çiçek hastaligi 1966’da baslatilan
asilama kampanyasi sayesinde 1977’den beri kimsede görülmemistir. Çiçek virüsü
ABD ve Rus askeri laboratuvarlarinda saklanmistir. Bu asamada iyi manivela
etkileri oldugu kadar kötülerinin de oldugunu hatirlatmakta fayda vardir. Çiçek
hastaliginin yeryüzünden silinmesini askeri bir firsat olarak degerlendiren
Ruslar, çiçek virüsünü balistik füzelere yerlestirmistir.
Internet yazilimiyla tanismamiz gibi birçok beklenmedik manivela etkileri
de ortaya çikarilabilir. Bu basit yazilim hem ucuz hem de Internet kullanimini
tüm dünyaya yayan olaganüstü bir gelisme olmustur. Devinim egilimleriyle
manivela etkilerini birbirinden ayirmamiz gerekir. Gelecegimizi bu etmenleri
belirleyip irdeleyerek dönüstürmemiz gerekmektedir.
EKO-REFAH
Eninde sonunda ayagimizi yorganimiza göre uzatmamiz gerektigini fark etmek
zorundayiz. Küresel olarak sürdürülebilir bir uygarligin yoksul, yoksun veya nesesiz
olmasi gerekmez. Aksine çevrenin bize saglayabileceginden fazlasini tüketmeyen
toplumlar olusturabiliriz. Ben buna eko-refah adini veriyorum. Küresel
ekosisteme zarar vermek yerine onu iyilestirecek yüksek kaliteli yasam tarzlari
benimsenmenin zamani gelmistir. Çevreye zarar vermeyen bir yasam tamamen dogaya
dönmek anlamina gelmez. Sehir hayati hem güzel hem de ekolojik olabilir.
Her sey bir yana, gelecekteki toplumlarin günümüze kiyasla çok daha sade
yasamlar sürecegi kesindir. Üstelik çok çesitli yasam tarzlarini da içlerinde
barindiracaklardir. Dünya genelinde bu kadim ve engin biyoçesitliligin koruma
altina alindigi alanlar genisleyecek; bu biyoçesitliligi anlamaya can atanlarin
sayisi katlanarak artacaktir. Çevreyle uyumlu yasamanin birçok yolu vardir. Dogayi
sevmek, müzik dinlemek, tiyatroya gitmek, futbol oynamak veya yüksek teknoloji
meraki bunlara dahildir. Insanlarin bazilari okyanus yarislarina, uç
sporlara merak salarken, bazisi orkide yetistirme, hidroponik bitki yetistirme,
kampçilik, spor veya üç boyutlu satranca ilgi duyacaktir. Bilgisayar oyunlari
gelisecek; dijital teknoloji sanal gerçeklik kavramini günlük hayata sokacak,
dünyanin her yerinden en gelismis eglence seçeneklerine ulasma olanagi dogacaktir.
Dünyada, özellikle Hindistan ve Çin gibi gelisen ekonomilerde Amerikalilar
gibi tüketmeyi arzulayan varlikli insan sayisi giderek artmaktadir. Gelismekte
olan ülkelerde hidrojen bazli enerjiyle isleyen bir ekonomi, pilli araç ve
etkin su kullaniminin çok geç olmadan saglanmasi gerekmektedir. Küresel anlamda
ekosistemle uyumlu yasam sarttir. Gelecegin en büyük özelliklerinden biri
toplumlarin bilgiye dayanan ve bilgiyi uygulamak için yeni teknikler gelistirecek
olmasidir. Rutin isler makinelerce yapilmaya devam edecek, insanlar duygu ve
yaraticiliga ihtiyaç duyulan alanlarda çalisacaktir. 21.yy ekosistemle uyumlu
yaraticilik açisindan sira disi gelismelerin görülecegi bir dönem olacaktir.
Önemli devinim egilimlerinden biri üretkenligimizdeki artistir. Bu gelisen
teknoloji ve daha etkin yönetim sayesinde gerçeklesir. ABD 1995’ten 2005’e
kadar yilda %3 oraninda artmistir. Ekonomistler uzun vadede %2,5 artis beklemektedir.
Bu oran bir yüzyil daha böyle devam ederse Amerikan toplumu bugünkü refah
düzeyinin 12 katina ulasacaktir. Daha geriden baslayan Çin ise 20 kat zenginlesecektir.
Aslina bakarsak, robotik ve nano-teknoloji sayesinde bilimin bizi tahminlerin de
ötesine tasiyacagina inaniyorum. Bu yeni elde edilen büyük refahin gezegeni
tahrip etmek yerine onu iyilestirmek için kullanilmasi hayati önem tasimaktadir.
Bir diger önemli gerçek ise dünyadaki refah artisinin nüfus artisindan daha
fazla olacagidir ki bu devinim egilimlerinin kesisimi, dünyanin insanlik için
daha düzgün bir yer olacagina dair umutlari arttirmaktadir. Ancak bu refah artisi
asiri dengesiz olacaktir. Kavusulan bu yeni servet zekaya dayali olacagindan çogunlugu
hali hazirda zengin ülkelere kayacaktir. Öte yandan yoksul ülkelerin çogu bunun
önüne geçmek için iyi planlanani uygulamaya almazsa daha da fakirlesecektir.
Gelecekte uygarlik degisime ugrayacaktir. 21. yy Dönüsümünün bir
kismi uygarliklarin degisimidir. Farkli kültürlerde farkli degisimler
olacaktir. Eger daha iyi uygarliklar olusturamiyorsak daha
üstün teknolojinin ne anlami vardir ki? Insanin hayatta kalmasi ve yeni
uygarlik anlayislari yaratma kavramlari birbiriyle baglantilidir. Uygarlik
hakkinda sormamiz gereken temel sorular vardir. Çocuklarimiza nasil bir dünya
birakmak istiyoruz? Biyoteknolojinin insan dogasini degistirebilecegi bir
uygarlikta ilkeler ne olmalidir? Büyük degisimlerin yasanmakta oldugu ve yasanacagi
21.yy’da hangi ilkeler dogrudur?
Toplum daha iyi bir gelecek tasavvur eder ve buna ihtiyaci vardir. Uygarligin
ileride bugünkünden daha karmasik ve çok katmanli olacagi kesin oldugundan
gelecekteki çesitli olasiliklara kapsamli ve genis bir açidan bakmak
gerekir. Ancak bu tasavvura dogru ilerleyis felaketler, bürokratlar, savaslar
ve direnemeyecegimiz bastan çikarmalarla engellenebilir. 21.yy’da dönüsümü basarabilirsek
insanligi kargasaya sürükleyen gidisati degistirmekle kalmayip uygarliklarin
olaganüstü bir evrim geçirmesine sahne olacak ve medeniyet bugün bildigimizden
çok daha farkli mertebeye ulasacaktir.
IKILIK
21.yy ikilikte asiriliklarin çagidir. Gelismis ülkelerde refah ve basarilarda
yogun bir artis gözlemlenirken daha zayif ülkelerde giderek artan
yoksulluk, hastalik, siddet ve toplumsal karmasa bir kisir döngü halini
alacaktir. Bunlarin çogu günümüzde de yokluk çeken veya basarisiz olmus ülkelerdir.
Gelismekte olan ülkeler ise basamaklari birer birer tirmanarak paylarina düseni
yükseltmektedirler. Yoksul ülkelerin en alt basamaga ulasmasina bile olanak
yoktur. Yoksulluk öylesine derine islemistir ki bu kosullarda çikis yolunun
bulunmadigi söylenebilir. Böyle ülkelerin çocuklarini egitmek, tarim olanaklarini
gelistirmek veya dünya ticaretinde bir oyuncu olmasi olanaksizdir. Ancak refah
içindeki ülkelerin bu kisir döngüye bir son vermesi kesinlikle mümkündür.
Dünya nüfusunun neredeyse yarisi günde 1 Dolarin altinda yasamaktadir.
Fakir ülkelerde nüfus daha da hizli artmaktadir. Böylesine bir mahrumiyet
çaresizlik ve umutsuzlugu beraberinde getirirken terörizm ve cihat yanlisi
Radikal Islam bu ülkelerde kolaylikla destekçi bulmaktadir.
Gelecege bakis iki soru sorarak mümkün olabilir:
Yapilacak en dogru sey nedir? Olma ihtimali en yüksek olan sey
nedir?
Dünyanin daha fakir ülkelerini veya o kadar fakir olmamasina ragmen
gecekondularla dolu uluslarin hayatlarina tanik olmadikça felaketin boyutlarini
gerçekten anlamak mümkün degildir. “Yapilacak en dogru sey nedir?’ diye
soruyorsak cevap açik ve nettir. Yoksulluga son ver! Hastaliklari ve sefaleti
ortadan kaldir! Çocuklari egit! Kadinlara okuma-yazma ögret! Kisacasi pisligini
temizle! Fakir ülkelere gelisim merdiveninin en azindan ilk basamagina
çikmalarina olanak taniyacak bir dizi çalisma hayata geçirilmeli. Disaridan
yardim edilmezse yokluk çeken ülkelerin durumu daha da kötülesecektir. Buna dur
diyebilmek için çok yüklü miktarda finansal kaynak talep etmekten ziyade, düsük
maliyetli programlarla birlikte becerilerin ortaya konmasi gerekmektedir.
“Büyük olasilikla ne olacak” diye sordugumuzda Birlesmis Milletler’in
yillaridir hedefler belirledigini ama kayda deger bir sonuç alinmadigini
görürüz. Siyasetçiler kendilerini iyi hissettirecek bos laf üretirken,
onlari televizyon basindan izleyen seçmenler genelde uzak diyarlardaki yoksullugu
önemsemezler. Zengin ülkeler, fakir uluslara yardim etmek için yeterli çabayi
sarf etmiyor. Çin’de oldugu gibi hükümetler devlet otoritesinin gücünü
göstererek önemli degisimler yaratabilir ancak fakir ülkelerin hükümetleri de
çogunlukla güçsüz ve acizdir. Gerekli yardimin yapilmamasi halinde islerin daha
da kötülesmesi kaçinilmazdir. Bu soruya cevabimiz “her sey oldugu gibi
devam edecek” dersek yaniliriz, çünkü yoksullukta belirli bir düzeyin altina
inildiginde durum daha da tahrip edici bir hal almaktadir.
Is dünyasinin gurularindan Harvard mezunu Michael Porter’a göre basarisiz
ülkelerdeki insanlarin ne olanaklari ne de özgüvenleri vardir. Bu durum bölücü
güçler yaratmaktadir. Bunu bir muammaya yakalanma olarak degerlendiren Porter
ülkelerin vatandaslarinin kendi seçimlerini yapmalarini, kendi kaderlerini
çizmelerini istediklerini, demokrasiye inandiklarini ancak bu ise yaramazsa
uzun vadede dünya çapinda sorunlara yolaçagina dair kaygilari oldugunu ve bu
konuda ne yapilacagi hakkinda dünyanin harekete geçmeye hazir olmadigini dile
getirmektedir.
Gelismis ülkelerin zenginleri
hayatlarina yüksek miktarda para akitirken, daha fakir bölgelerdekiler
neredeyse insanlik disi kosullarda var olma mücadelesi vermektedir. Zengin
çocuklari siddet dolu bilgisayar oyunlari oynarken gecekondu
mahallelerindeki yoksul akranlari siddeti sanal olarak degil gerçek
hayatta tecrübe etmektedir. Zengin toplumlar saglikli, uzun ve kaliteli bir yasam
sürerken fakir toplumlar hastaliklarla bogusacak, AIDS, savaslar, siyasi anarsi
ve açlik tehdidi altinda kisa bir yasam sürmeye mahkûm olacaktir. Olayi sekillendiren
tüm etmenler göz önüne alindiginda yapilmasi gerekenle, yüksek ihtimalle
olacak sey arasinda çarpici bir fark vardir. Zengin ve fakir arasindaki
büyük uçurumu kapatamazsak dünyayi felaketler beklemektedir.
HASTA DÜNYA ve IKLIM FELAKETI
Insan faaliyetlerinin en tehlikeli sonucu doganin kendi kendini yenileme
düzenini bozmus olmamizdir. Dünya sonsuz boslukta küçük ama çok güçlü ve
karmasik bir gezegendir. 3 milyar yildir ormanlari, okyanuslari, iklim
özellikleri ve ekolojisiyle kendi kendini düzenleme yetenegine sahiptir. Canli
bir varlik olan dünya, karmasik biyolojisi ve havasiyla yesil ve güzel
yerküremiz genelde istikrarlidir. Aslina bakarsak, dogaya karsi nazik davrandigimiz
sürece ona müdahale etmemiz de mümkündür. Çünkü kendi kendini düzenleyip
dengesine kavusabilir. Ancak gereginden fazla müdahale edildiginde dünya baska
bir hale dönüsür ve bu denli kalabalik nüfusu nedeniyle dünyadaki insanlarin
sadece bir kismi düzgün bir yasam sürdürebilir.
Yerküremizin arastirmalarinda jeosfer ve biyosferi birlikte incelenir.
Uzmanlar dünyanin karmasik sistemini Gaya olarak adlandirir.
Tüm diger karmasik sistemler gibi Gaya da kendine göre hareket
eder. Böyle birseye müdahale etmek, çok büyük güçlerin isine karismamiz
anlamina gelir ki bu da dünya üzerindeki yasami tehdit edecek sonuçlar dogurabilir.
Günümüzde hassas dengeye sahip bu düzene asiri yüklendigimiz yönünde ciddi
kaygi duyulmaktadir. Gezegenimiz zaman içinde buzul çaglarina, küresel isinma
dönemlerine ve uzun vadede meydana gelen degisimlere sahne olmustur. Binlerce
yildir oldugu gibi bugün de duragan degildir ve degisim devam edecektir. Su
anda bu yalitilmis mavi gezegen dogal bir isinma dönemindedir. Günes normalden
daha sicak ve bize yakin konumdadir. Insan uygarliginin ayni dönemde yapay
bir isinma yaratiyor olmasi büyük bir talihsizliktir. Atmosfere yüksek miktarda
salinan sera gazlari zaten isinmakta olan Gaya’nin durumunu ciddilestirmekte;
ormanlar kesilip sanayi ve mekanize tarimla yeryüzünün sekli degistirildikçe
durum daha da vahim bir hal almaktadir. Iklim uzmanlarina göre dünya
hastadir ve atesi çikmistir. Küresel isinmanin etkisiyle kutuplardaki buzullar
daha hizli erimeye baslamis dolayisiyla yerkürenin yansitici buzul yüzeyi
daraldikça kara ve denizler daha çok günes isinina maruz birakilmistir.
Dünya böylece daha çok isinmis ve buzullar daha da hizli erir hale gelmistir.
Kutuplarda uzun süreler donmus kalan kara parçalari metan içerir. Insan
yapimi sera gazlari bu donmus topragi eriterek metanin disari salinimina
neden olur. Böylece isi daha da yükselir ve erime hizlanir. Okyanuslar çikardigimiz
karbondioksiti emer ama yarattigimiz kirlilik nedeniyle denizler de daha asitli
hale gelmis ve karbondioksit emilimi kapasiteleri çok azalmistir. Iste
tam bir kisir döngü. Yaklasik bir asirdir karbon bazli yakitlar kullanarak
dünyanin seragazi dengesini bozmus bulunuyoruz. Günümüzde atmosferdeki
karbondioksit eskiye nazaran %25 oraninda artmis bulunmakta. Tropik
ormanlar da atmosferdeki karbondioksit dengesi için vazgeçilmez bir unsurdur
ancak onlar da hizla yok edilmektedir. Dünyanin bu yüzyilda en azindan 4oC
isinacagi öngörülmektedir ve bu da agaçlarin ölmesi için yeterlidir. Agaçlar
ölünce atmosferdeki karbondioksiti emmek yerine içlerindeki karbondioksiti
salarlar. Insanlar ormanlari keserek bu sürece ivme kazandirmaktadir.
Yeryüzü sanayi bölgeleri ve tarlalarla kusatildigindan doganin temel
kontrol mekanizmalarini olusturan Gaya’nin isi iyice zorlasmistir.
Tropik bölgeler çöllesmektedir. Yüzlerce milyon yildir gezegenin saglikli
olmasini saglayan kontrol mekanizmalari zarar görmüstür.
Aslinda Gaya zamaninda küresel isinmayi yasamis ve
atlatmistir ancak simdi insan müdahalesi nedeniyle Gaya’nin
otomatik tepki mekanizmalari harekete geçmistir ve bu durum
gezegenimizi daha da isitmaktadir. Bu isinmayi ne kadar geriye
çekebilecegimizi bilmiyoruz. Dünyamiz hastaysa onu iyilestirmeye ugrasmaliyiz.
Bu nedenle atmosfere salinan karbon emisyonlarini azaltma, yagmur ormanlarinin
ve karbonu bertaraf edici diger unsurlarin sürdürülebilirligini saglamak mecburiyetindeyiz. Doganin güçlerine hoyratça müdahale
ediyoruz ancak bu güçleri tam olarak anladigimiz söylenemez.
Iklim degisikligi insanlik için terörizmden daha büyük bir tehdittir. Çünkü
gezegeni düzenleyen dogal kontrol mekanizmalarina zarar verdikçe iklim degisikligi
birçok baska sorunu da beraberinde getirecektir. Hemen harekete geçersek iklim
degisikligini hafif atlatabiliriz. Konunun ciddiyetini anlamayisimiz aldigimiz
önlemlerin yetersizligiyle kanitlanmaktadir. Çevre kirliligi adina sanayi
kuruluslarina getirilen kisitlamalar devede kulak sayilir. Limitlerin
sinirlandirilmasi, yaptirimlarin caydirici olmasi sarttir. Yoksa bunun
bedelini istisnasiz herkes çok agir ödemek zorunda kalacaktir. Tüm bilim
insanlari önümüzdeki onyillarda insan üretimi seragazlarinin isi artisinin bas suçlusu
olacagini haykirmaktadir. Ancak bunun farkindaligina ragmen ne yazik insan
uygarligi gerekeni yapmamakta ve yeterli özeni göstermemekte direniyor. Su
anda harekete geçilmezse isi farkindan Katrina Kasirgasi’ndan çok daha büyük
çapli firtinalar meydana gelecektir. Rüzgar rejimlerindeki degisiklik bazi
yerlerde kurakliga bazi yerlerde ise sellere neden olacaktir. Her iki durumda da
toprak kaybi ve tarim alanlarinin yok olmasi söz konusudur.
Küresel isinmayi ciddiye almamiz için bir uyarida sigorta sektöründen
gelmektedir. Su anda sektör kendini 30 milyar dolar civarinda hasar
yaratacak “mega-felaketler”e hazirlamaktadir. Tek bir sigorta sirketinin
bununla basa çikmasi mümkün degildir. Riski paylasmak için birçok
reasürans sirketi de yogun faaliyet göstermektedir. 1950’lerde dogal
felaketlerden kaynaklanan hasar yilda 4 milyar olarak kaydedilirken yüzyil
sonunda bu rakam yillik 40 milyar dolara ulasmisti. 2003’te ise 60 milyar
dolardi. BM Çevre Programi tahminlerine göre 2010’da zararin faturasi 150
milyar dolara çikacaktir. Dünyanin en byük sigorta sirketi Münih Reasürans
ise önümüzdeki dönemde kayiplarin yillik 300 milyar dolar mertebesine ulasacagini
öngörmektedir. Ingiltere’nin en büyük sigorta sirketi de küresel
iklim degisikligi konusunda birsey yapilmazsa 2065’te küresel ekonominin bu
nedenle çökecegini bildirmektedir. Bunlar gerçeklesmeden önce basta gelismis ülkelerin
kapsamli önlemler almasi kaçinilmazdir.
TEKNOLOJI OLGUSU
Sanayi Devrimi ile baslayan ve kisa sürede çig gibi büyüyen teknoloji
olgusunun önümüzdeki yüzyillarda da hiz kesmeden ilerleyecegi öngörülmektedir.
Teknoloji iyilik için de kötülük için de kullanilabilir. Teknoloji ilerledikçe
iyi teknolojileri süratlendirip kötü olanlari durdurmaya duyacagimiz ihtiyaç da
artacaktir. Bazi teknolojilerin gökten inen bir lütuf bazilarininsa uygarligi
sona erdirebilecek seyler oldugunun farkina varacak bilgelige vakif
olmaliyiz. Yeni enerji teknolojileri iklimin ugradigi hasari azaltacagindan
hayati önem tasir. Öte yandan, kitle imha silahlari üreten teknolojilerin durdurulmasi
gerekmektedir.
Örnegin Ingiltere Kraliyet Astronomi Enstitüsü baskani Lord M. Rees’e
göre uygarligin geri dönüsü olmayan bir gerileme yasamasi muhtemeldir. Insanoglunun
21.yy’i atlatmasi ona göre %50’lik bir ihtimaldir. Türünün devami için insanin
binlerce yil çig gibi büyüyecek teknolojiyle birlikte yasayabilecek
bilince erismesi gerekmekte. Su anki teknolojinin kontrolü bile zihinlerde
soru isaretleri olustururken, bundan sonra daha da gelismis teknolojiyle
nasil basedilebilecegimiz akillari karistirmaktadir. Magaralarda yasadigimiz
günlerden beri ilk kez insan türünün yokedilebilecegi bir çagda yasiyoruz. Insanlar
hayatta kalmayi basarsa bile uygarlik çökebilir.
INSANLIGIN ÖNÜNDEKI EN BÜYÜK ENGEL
21.yy’da baslica görevimiz bas döndürücü hizla büyüyen teknoloji ve
onun sonuçlariyla nasil basa çikacagimizi ögrenmektir. 21. Yüzyili bir deneme
sürüsü gibi düsünün. Bundan sonraki yüzyillarda hayatta kalabilmek için
kurallar belirlemek zorundayiz. Tasmasini elden biraktigimiz teknoloji ve
küresellesmeyi de kapsayacak güvenli bir yasam insa etmeliyiz. Günümüz
gençlerinin sira disi firsatlar ve akil almaz sorunlarla iç içe yasamak
durumunda olmasi kaçinilmazdir. Fakir ülkelerin kendilerini dönüstürme yolunda
nasil yardim edeceklerini; tamamen seffaf küresellesmeyle, kitle imha
silahlari ve terörizmle nasil bas edebileceklerini düsünecekler. Eger bu
disli yüzyili atlatabilirsek insanoglu hayatta kalacak bilgelige erismis olacaktir.
21.yy insanlik tarihinde esi benzeri olmayan bir çag olarak
anilacaktir. Insan türünün devamini saglayacak olgunun dogru adimlarla
dönüsüm/degisim tesis etmek oldugunu herkesin anlamasi gerekmektedir.
Degisimin bir kismi büyük olasilikla hemen harekete geçilmesi gerektiginin
farkina varan bir hükümet veya bir felaket tarafindan tetiklenecek ve bu durum
ani ve devrimci bir degisim yaratacaktir. Sanayi Çagiyla basladigimiz bu
serüvenin simdi yeni bir devrime ihtiyaci vardir. 21.yy Devrimi. Tipki
sanayi devriminin zamaninda gelecegi tamamen degistirmesi gibi bu yüzyilda tüm
insanlik için gelecegi degistirecektir. Dogru becerirsek ne ala, ancak
beceremezsek uygarligimizin yavas yavas veya birdenbire çökecegine
tanik olacagiz. Teknoloji bugün fark edilenden çok daha yogun bir sekilde
insan yaraticiligini ve kültürünü ciddi oranda sekillendirecegi mutlaktir.
Bu süreçte dogru kurallari koymayi ve bunlara uymayi becerebilirsek 21.yy ve sonrasinda
insanligi harika dönemler bekleyecek.
Insan egitilirse çok verimli olabilir bu yüzden bu zorlu süreç kendini
hissettirmeye basladiginda insanoglu durumla basa çikmak için yollar bulacak.
Bu asamada dünya muhtemelen çok ciddi hasar almis olacak, bu yüzden de isin
büyük bölümü onu iyilestirmek ve mevcut durumdan mümkün oldugunca fazla
yararlanabilmek olacaktir. Elbette dünyayi iyilestirmeye zaman kaybetmeden baslamak
gerek. Insanligin gelisimini durma noktasina getiren insan dogasinin seytani
tarafini durdurabilmek mümkün olacak mi acaba?
NE YAPTIK DA BU PISLIGE BATTIK?
Yeryüzünün zarar görme nedeni kisilerin ya da kurumlarin kötü niyetli
olmasindan çok, Yunan trajedyalarindaki gibi ikilemlere yakalanmis olmalarindandir.
Klasik Yunan Tiyatrosunda kahraman, eylemlerinin feci sonuçlarini önceden
kestiremez. Bu insanoglunun trajediye düsmesini saglayan gerçegi yanlis hesaplamasindan
kaynaklanir. Yunan Trajedyasinin temelinde insan dogasiyla ilgili sorular
sormak vardir. Bir idealin pesinde diger herseyi yok sayan kahraman sinirlarini
zorlar. Günahi fazlasiyla gururlu, kendinden emin olmasidir. Tanrilardan gelen
uyarilari dikkate almaz ve sonunda felakete sürüklenir. Oysa hayat en hayranlik
duyulacak insani bile yerle bir edebilir. Iste 21.yy’da böylesi bir
trajedyanin sergilendigi kocaman bir sahnedir. Insanlik tarihinde çogu
zaman önlenebilecek felaketleri insan kendi eliyle yaratmistir. Çevreyi
kirletmis, kansere yol açmis, nüfus artmis ve böylece küçücük dünyada yasamamiz
giderek zorlasmistir. Su anda sahnelenen bu oyunun sonunu nasil degistirebilecegimizi
sorgulamamiz gerekir.
TAHMIN EDILMEMIS KARMASA
Insanoglunun bugüne kadar dünya hakkinda basit bir görüsü vardi. Doganin
karmasikligini anlayabilecek birikime sahip degildi, ancak son dönemde giderek
gelisen bilim, doganin fark ettigimizden çok daha incelikli ve anlasilmasi zor
çaprasik bir sistem oldugunu ortaya koydu. Atomdan küçük maddeler ve kozmik
fizik gibi zihnimiz, bedenimiz bagisiklik sistemimiz, dogal ekosistemler,
virüslerin evrimi ve gezegenin ekolojisi de çok daha zalim bir karmasikliga
sahip.
Insanlarin fazlasiyla gurur duydugu teknoloji dogaya kiyasla ham ve ilkel
ama çok berbat bir sekilde güçlenebiliyor. Dogayi yok eden örnekleri düsünelim.
Yagmur ormanlarini biçen bir buldozer, tarlalara atilan DDT zehri yüzünden ölen
zararsiz canlilar, hassas yasam mekanizmalarini silip atan nükleer radyasyon ya
da daha az fark edilen ama dogrudan bünyemizin endokrin sistemini yaniltan
görünmesi mümkün olmayan sentetik kimyasallar...
Insan yapimi kimyasallar vücutta birikip kansere, sakat dogumlara ve baska
saglik sorunlarina neden olabilir.
Evrim milyarlarca yildir devam ettiginden doga deneme yanilma yollariyla
kendini kendinden korumayi ögrenmistir fakat insan, yapay olarak gelistirdiklerinden
kendisini korumayi bilemez. Aslinda doga saglam ve kudretlidir fakat insan
teknolojisinin karsisinda dogal unsurlar gözle görülür bir sekilde
kirilganlasir.
TAMAMEN TEK BASINA
Her toplumda popüler hayaller vardir. Zamanimizin hayali uzay-zaman yolculuguydu.
Fakat ne yazik ki günes sisteminin disinda hayat yoktur. Belki ilkel
mahluklar veya günes sisteminin katrilyonlarca ötesinde canlilar olabilir.
Fakat gerçek su ki en azindan 21.yy’da uzayda baska uygarliklar kesfetmeyecegiz
ve onlar da bizi ziyaret etmeyecek. Galakside tek basimiza yasiyoruz. Varsa
bile baska canlilardan çok uzakta tek basimizayiz. Uzaylilara inanma fikrinin hizla yayginlasmis olmasi aslinda bu yalnizlik
halinin korkutuculuguyla ilgili olabilir. Fakat gezegenimizi mahvetmenin
sonuçlarini kavrayabilmek için bu hayatla dolu gezegenin tek basina oldugunu düsünüp
hissetmemiz gerekmektedir. Yogun bir degisim döneminin basinda dünyamiz adeta
giderek artan bir basinçla dolmaktadir. Durmadan artan nüfus, iletisim aglari,
medya, zenginle fakir arasindaki uçurum, kaynaklarin asiri tüketimi gibi
sorunlar sonucunda büyük çapli kitliklar, anarsik siddet ve emsalsiz
zalimlikte savaslar meydana gelebilir. Iklim degisimi bir felakettir ve
sinir tanimaz. Nükleer kis veya salgin hastaliklar da... Insanin
çöllestirdigi alanlar aydan bile görünmektedir. Birçok canli türünün nesli
tükenmektedir. Yokolan canli türlerini geri getirmek mümkün degildir. Insan
böyle bir yasam sürdürmeye devam ederse dünyada yasayan canli türlerinin
yarisini yeryüzünden silebilir. Kitle imha silahlari üretip teröristlerin eline
düsmesine neden olmak bela aramaktan baska birsey degil. Yapacagimiz en
kötü sey küresel nüfus artisini durdurmamak olacaktir.
1998 yilinda Rum Ortodoks Patrigi Bartolomeos çevreye verilen zararin günah
sayilacagini belirterek dogru bir adim atmistir: “Her kim ki canli türlerinin
neslinin tükenmesine neden olursa; Tanri’nin yarattigi biyolojik çesitlilige
zarar verirse iklim degisikligine sebep olarak yeryüzünün bütünlügünü bozarsa;
ormanlari kesip sazlik ve sulak alanlari yok ederse; akarsulari, denizleri,
havayi, çevreyi, yasami zehirli maddelerle kirletirse günah islemis olur.”
Dogaya karsi böylesine vurdumduymaz davranmanin tüm dinlerde günah ilan
edilmesi, din adamlarinin daha aktif bir rol almasi gerekmektedir. 21.yy’in
zorlugu bu güzel ve tamamen yalniz gezegenin dogru yönetime kavusmasini saglamaktir.
BÜYÜK YANILGILAR
Insanoglu, doganin hassasiyetini ve karmasikligini küçümsediginden birçok
yanilgiya düsmüstür.
Dogal kaynaklarin sinirsiz olduguna inanmistik. Fakat sömürgecilikten
itibaren kaynaklari tükete tükete ilerledik ve sonunda dünyayi
mahvettik. Insanin çevreye kötü davranmasi sonucunda ciddi hasarlar olustu
ve teknolojiyle insan el ele verip gezegeni batiracak kadar güçlendi.
Doganin sinirsiz miktarda kirliligi kaldirabilecegini saniyorduk. Fakat akarsular, okyanuslar
soludugumuz hava bu kadar vahsi sömürüye dayanamadi. Hatta bazi yerlerde hasar
gözle görülür hizla gerçeklesti. Rusya’daki Aral Denizi çöle dönüstü. Ozon
tabakasinda delik açildi. Buzullar erimeye basladi. Insan yapimi tarim ilaçlari,
atiklar, suni gübre ve tuhaf kimyasallar dünyayi kirletti.
Dogadaki canlilara zarar verebilecegimizi tahmin etmemistik. Son elli yilda çok
sayida canli türünü yok etmenin yani sira zengin çesitlilige sahip
ekosistemlere yabanci türler sokarak fakirlestirdik. Üstelik asiri kullanilan
hasarat ilaçlarinin da ise yaramaktan ziyade uzun vadede tek yaptigi zararli
türlerin direncini arttirmak.
Bedenlerimizin ürettiklerimizden zarar görmeyecegini zannettik. Sakat dogumlar, kanser
vakalari ve diger saglik sorunlari hizla artmakta. Son 25 yilda insan sperminin
sayisi ciddi oranda düstü. Mevcut spermlerin çogu da hasarli. Insanlar
gibi baska canlilarin bünyesine de insan yapimi kimyasallar nüfuz etmis durumda.
Bedenimizin iç iletisimini saglayan endokrin sistemimizi yaniltmakla kalmiyor;
cenin henüz rahimdeyken özellikle ilk dönemde bu kimyasallarin etkisine maruz
kaliyor ve zarar görüyor.
Doganin yerini teknolojinin alabilecegini sandik. Topragin olaganüstü
özelliklerini anlamayi beceremeyip güçlü tarim ilaçlari ve kimyasal
atiklarla verimli tarlalari tükettik. Simdi genleriyle oynayarak uyum saglayan
türleri degil para kazandiran türler üretiyoruz. Yeni teknolojiler gelecegimiz
adina elbette ki gereklidir ancak bunlari doganin derin karmasikligina saygili
olarak uygun sekilde gelistirmemiz gerekir. Doganin milyarlarca yillik
tecrübesini yok sayip yerine kendi kurnaz zekamizi koyamayiz. Aksine düsünceli
bir yaklasimla dogayla isbirligi yaparak ortak hareket etmemiz gerekir.
Toplumun basit yollarla yönetilecegini zannetmistik.
Insan medeniyet tarihi boyunca totaliter rejimler toplumlara gaddar
kurallar uygulamis ve felaketle sonuçlanmistir. Hükmettikleri alani nasil
yönetecegini bilmeyen krallar, diktatörler ve bürokratlarla dolu insanlik
tarihi. Bugün nasil bir yönetimin isleyebilecegini daha iyi anlayabiliriz. 19.
ve 20. yüzyillarda insanin düstügü hata dogayi serbestçe ve sonuna kadar kullanabilecegimizdi. 21.yy’da yapmamiz muhtemel olan
hata da teknolojiye ayni sekilde yaklasmak olur. Laboratuvarlarda icat
edilecek sonsuz sey oldugu ve bunlarin yararimiza oldugu yanilgisina düsebiliriz.
Dolayisiyla kurumlar her teknolojik icattan kar saglamak için kiran kirana
mücadele edecektir. Bu yaklasimin sonu hayrimiza olmaz. Çünkü böyle devam
edersek dogayi tahrip etmeyi sürdürmüs oluruz. Sonuçlarini bilmeden genetigi
degistirilmis ürünleri yayabilir, kendi bedenlerimizi tehdit eden
kimyasallari bilinçsizce kullanabiliriz. Dogayi görünür sekilde
mahvetmekten vazgeçip bu defa dolayli yoldan hasar verme gibi yanlis bir
yola girebiliriz. Bu öngörülerin teknoloji karsiti olmakla ilgisi yok. Daha iyi
bir teknoloji elzemdir. Bugün üzerine çalistigimiz teknolojilerin zalimligi
gelecek kusaklarin tüylerini diken diken edecektir. Riskleri önlemek için
teknolojiyi gelistirirken çok dikkatli ve özenli olmaliyiz.
ORTAK ALAN TRAJEDISI
Ingiltere’de köy yasaminda kullanilan ortak çayirlardan yola çikarak
ekonomistler, birçok kisinin ortaklasa kullandigi dolayisiyla asiri tüketilen
kaynaklar için “ortak alan trajedisi” terimini kullanir. Ufak bir köyde ihtiyar
heyetinin aldigi kararlarla bu durumla basa çikmak kolaydir ancak dogal
kaynaklar söz konusu oldugunda tüm dünya bunlardan yararlanmasina ragmen ortak
bir karar mekanizmasi yoktur. Aslinda denizler, akarsular, baliklar, atmosfer
ve ozon, yeralti sulari gibi ekolojinin görünmeyen kisimlari insanligin ortak
alanlaridir. Fakat öylesine asiri tüketilmistir ki su anda kimse gerektigi
gibi yararlanmamaktadir. Modern dünyanin yarattigi otobanlar, radyo
frekanslari, internet, uydular da ortak kullanimdadir. Bu kaynaklarin iyi
yönetilmesi, kurallarin belirlenmesi gerekir. Avlanma izinleri, yapilasma
izinleri, bölgeleri sinirlandirilmis cep telefonu vericilerine dair
kurallar konulmali, denetlenmeli ve gerekli bilinç olusturulmalidir. Nüfus,
refah ve kar etme istegi arttikça tahribatin boyutu artacaktir. Yasamimizi sekillendiren
birçok ortak alan küresel sorun haline dönüsmüstür. Örnegin okyanuslarda
yenebilir baliklarin %90’ini yok ettigimizi biliyor musunuz? Geri kalan
baliklarin boyutu ise atalarindan çok daha küçük. Okyanuslara verdigimiz zarari
gözümüzle göremedigimiz için bu soruna yeterli dikkat çekilememektedir.
Örnegin Newfoundland kiyilari 17.yy basinda balik kayniyordu. Ingiliz
balikçilar kocaman morinalar, mezgitler, envai çesit balik tutuyordu. Çocuklar
kovalarla istakoz toplayip domuzlara yem diye veriyordu. Giderek artan asiri ve
zamansiz avlanma, teknelerin ve balikçilik tekniklerinin gelismesi birçok türü
tehdit etmeye basladi. Milyonlarca yildir varolan morina baligi buzul çaglarini,
okyanus seviyesini degistiren küresel isinmalari atlatmis fakat insanin
modern balik tutma tekniklerine karsi koyamamistir.
Denizin dibini tarayan troller, dondurucularini içinde barindiran, uzun yol
yapabilen büyük balikçi tekneleri yüzünden balik türleri nesillerini devam
ettirecek zamani bulamadan av olmaktadir. Aslinda baliklar tüketileceginden çok
daha fazla ve yanlis sekilde avlanmaktadir. Bu da balik çesitliligini ve
türlerin devamini tehdit etmektedir. Yaptirimi yüksek yasalarla balik türleri
hemen korunmalidir.
Okyanusu öldüren bir teknoloji gelistirmis bulunuyoruz ve asiri
avlanmanin yaninda yenmeyecek fakat besin zincirinde baliklar için çok degerli
olan canlilari da yok ediyoruz. Eskiden yenmeyen deniz canlilari simdi
yapay yengeç bacagi, balik köftesi, deniz mahsulleri saltasi ve susi için
kullanilmakta ve asiri tüketilmekte. Baliklar üreme çagina gelmeden avlandigindan
sayilari giderek azalmakta. Okyanusun yerine yenisini koyamayacagi kadar fazla
balik avlanmakta. Sirf okyanusun dibini göremiyoruz diye sessiz kalmanin anlami
yok. Üstelik gerekli önlemler alinirsa yavas yavas iyilestirilebilir
ve iyi idare edilen bir balikçilik sürdürülebilir ve karli hale getirilebilir.
Okyanuslarin iyilesmesi için gereken avlama yasagi olan koruma alanlaridir.
Bilim insanlarina göre baliklarin nesillerini sürdürmeye yeterli sayida
üreyebilmesi için okyanuslarin %20’sinin koruma altina alinmasi gerekmektedir.
Koruma alanlari arasindaki göç yollari da koruma altina alinmalidir. Su
anda koruma altinda olan alan ise sadece %0.01’lik bir orandir. Aslinda
yapilmasi gerekeni bildigimiz halde dünyanin yüzlesmek zorunda oldugu birçok
sorun gibi bu konuda da yeterli ve kapsamli uygulama olusturamiyoruz. Bu kadar
sinirli uygulamalarin yetersiz kalmasi kaçinilmazdir bu yüzden kapsamin acilen
genisletilmesi gerekmektedir.
Oysa simdiye kadar hükümetler balikçiligin kar getirmeyisini
dengelemek için sübvansiyon vermistir. 1995 rakamlarina göre toplam 70 milyar
degerinde balik avlamak için 124 milyar para harcanmistir. Bu tamamen
saçmaliktir. Dünyada su anda gerektiginin iki kati kadar balikçi teknesi
varken devletlerin topladiklari vergiyi daha çok trol yapilmasi için
harcamasini akla mantiga sigmamaktadir. Politikacilarin
yüklü miktarda kamu sermayesini çevreye zarar vermek için kullanmasi da akil
almaz birseydir. Birlesmis Milletler Deniz Kanunu’na göre denize kiyisi
bulunan tüm ülkelerin deniz sahasi kiyidan 200 deniz mili açiga kadar neredeyse
tam yetkiye sahiptir. Yenebilir baliklarin %90’i buralardadir ve birçok türün
çiftlesme alani bu mesafeye dâhildir. Tüm ülkeler gereken sinirlamalari yürürlüge
koyup balik avlanmasini kontrol ederlerse baliklarin sayisi çogalabilir.
2005 yilindan itibaren Ingiltere’de yürürlüge giren detayli bilimsel
tasari balikçilik sektörünün yönetimi için koruma alanlarini da dahil etmistir.
Balikçilar deniz koruma alanlarinin balikçilik sektörünü kurtaracagini kabul
etmeye baslamistir. Sektörün devamliligini saglamak için Ingiltere’nin
balikçi filosunun kapasitesini azaltmasi gerekmistir. Büyük gemilerle trol
avciliginin yasaklanmasi gerekmektedir. Ancak bu sekilde deniz hayati
kendini yenileyebilir ve azaltilmis da olsa balikçilik sektörü kar
getirmeye devam edebilir. Ingiltere diger Avrupa ülkelerini de bu
önlemleri almaya tesvik edecektir. Bu kurallarin dünya çapinda uygulanmasi
gerekir. 8 metreden uzun her teknenin GPS araciligiyla yerini bildirmesi kurali
getirilerek deniz koruma alanlari genisletilmeli ve siki bir sekilde
denetlenmelidir. Yerel yönetim ve hükümet bazinda trolleri, asiri balik
avlanmasini yasaklamasi gerekmektedir. Hasar gören sulak alanlarin, sazliklarin
mümkünse yeniden olusturulmasi; denize organik ve kimyasal atik tasiyan
akarsularin kirlilikten arindirilmasi; atiklarin akarsulara karismamasi için
nehir kiyilarinin agaçlandirilmasi gerekir. Bir nehre atiklarini akitarak çevre
kirliligi olusturan fabrikalar kapatildigi veya standartlara uygun aritma
sistemleriyle donatildigi takdirde, nehirlerin 1 yil içinde kendilerini
yenilemesi muhtemeldir.
Karadeniz Meselesi
Karadeniz meselesinden çikarmamiz gereken çok önemli dersler vardir.
Binlerce yil boyunca balikçilik yapilan, asirlarca Eski Yunan, Bizans, Osmanli
ve Rus imparatorluklarini besleyen bu denize tüm Avrupa’nin pisligini tasiyan
Tuna nehri akmaktadir. Eskiden Tuna’nin 2 milyon dönümlük deltasi nehre karisan
zehirli maddeleri süzerdi fakat Romanya’nin katil diktatörü Nikolay Çavusesku,
devlet mülkünün kaybedildigini öne sürerek deltanin kurutulup gelistirilmesini
emretti. Çavusesku böylece Tuna kiyisindaki Avrupa ülkelerinin sanayi
atiklarini, kanalizasyonlarini ve tarim ilaçlarini tasiyan nehrin sularini
denize dökülmeden önce süzerek Karadeniz’deki hayati koruyan dogal filtreleme
sistemini bozmus oldu.
Organik artiklarin denizde çözünmesi oksijen yetmezligine ve asiri yosun çogalmasina
yol açti. Deniz dibinde yasayan canlilarin bir bir yok olmasiyla bunlarla
beslenen balik türleri de ortadan kalkti. Dayanilmaz bir ölü balik kokusu
Odessa limani ve Yalta’daki yazliklari sardi. Dahasi,0 muhtemelen bir yük gemisinin
su tankinda gelen, Amerika kitasina özgü bir denizanasi türü Karadeniz’de kalan
canli hayati istahla tüketti. Avlayacak balik, yüzülecek deniz kiyisi kalmadi.
Rus üst rütbelilerinin daça denen lüks villalari terkedildi. Bilim inanlari bu
konuda devletleri uyarmis olmasina ragmen kimse onlara kulak asmadi ve
sonunda Karadeniz ölme tehlikesiyle karsi karsiya birakildi.
Karadeniz’in basina gelen felaket tamamen önlenebilirdi. Fakat sonuç çok
aci oldu. Karadeniz kiyilarina serpilmis kasabalarin ekonomisi çöktü.
Siyasetçilerin çözmesi gereken sorunlar artti. Sonunda 31 Ekim 1996’da
Karadeniz’e kiyisi olan alti ülke; Türkiye, Bulgaristan, Gürcistan, Romanya,
Ukrayna ve Rusya, Karadeniz Stratejik Eylem Planini imzaladi. O güne kadar
denizin korunmasiyla ilgili hazirlanmis en kapsamli kurallari içeriyordu.
Plan, Tuna Nehri’ne salinan atiklarin da kontrolünü öngörüyordu. Gerekli
önlemler zamaninda alinmazsa daha büyük denizlerde de çok daha ciddi sorunlar
ortaya çikabilir. Uzmanlarin uyarilarina ragmen hükümetler, yapilmasi gereken
degisikliklerin is kaybi ve vergilerde düsüs yaratmasindan
çekinmektedir. Demokrasi, halkin politik faaliyetler konusunda
bilgilendirilmesini talep etse de bilimsel arastirmalar genellikle yeterince
bilinmemektedir. Britanya Çevre Bürosu verilerine göre refahin en büyük tehdidi
bildiklerimizi pratikte sürdürülebilir yararlar saglayacak sekilde
kullanmada yetersiz olunmasidir.
Mantikli denetimler uygulamaya konmasi halinde 21.yy’in sonunda okyanus
eski sagligina kavusabilecektir. Fakat, günümüz aliskanliklarindan vazgeçmedigimiz
halde deniz hayatini toptan yok etmis olacagiz. Buna benzer pek çok olgu
siralanabilir. Sonuçlari da arzuya göre seçilebilir. Acimasiz kar güdüsü ve
açgözlülüge ragmen insanin özünde yadsinamaz bir zeka var. Tüm dünya bir araya
gelirse denizlerimizi, okyanuslari kurtarabiliriz. Amerika Osinografi Enstitüsü
baskani Robert Gagosian’a göre bu ortak alan sorununa çözüm arayisi ancak balikçilik sektörünün iflasin esigine gelmesiyle baslayacak.
Bazen biz ne olup bittigini anlayana kadar is isten geçebiliyor.
ÖNCE FELAKET ANLAYISI
Çevresel tehlikelerden bahsedilmesi insanlarin dikkatini yeteri kadar
çekmez. Ancak bir felaket yasandiktan sonra akillari baslarina gelir ve sadece
o zaman gerekli önlemleri almaya çalisirlar. Birçok alanda tanik olabilecegimiz
bu anlayis, ciddi sorunlarla ancak bir facia yasandiktan sonra ugrasmaya olan egilimi
tanimlar. Örnegin 1962’de yasanan akil almaz bir trajedi insanlari önlem almak
zorunda birakmistir. Thalidomide adli ilacin yol açtigi kolsuz bacaksiz bebek
dogumlari Amerikan Gida ve Ilaç Idaresi’nin sert kanunlar koymasina
ve tüm ilaçlarin hamilelik üzerine etkileri yönünden önceden test edilmesi
zorunlulugu getirmesine neden olmustur.
Önce felaket anlayisi bizi hiçbir yere götürmeyecektir. Zaten artik bunu
kaldirabilecek noktayi da geçtik. 21.YY Dönüsümünün en önemli unsurlari olan
bilim ve modelleme, felaketleri önceden tahmin edip gerçeklesmelerini
engellememizi saglayacaktir. Elbette siyasilerin Katrina Kasirgasi veya
dünyanin çesitli yerlerindeki depremlerde yaptigi gibi uzmanlarin uyarilarina
kayitsiz kalmamalarini saglamamiz lazim. Gelecekte gerçeklesme olasiligi
bulunan pek çok felaket vardir ama halk buna duyarsiz ve ilgisizdir. Bu
ilgisizlik felaket basladiginda veya kaçinilmaz oldugunda korkuya dönüsür.
Ancak artik is isten geçmistir. Ciddi iklim degisimi veya ölümcül salgin
hastalik bu duruma iyi birer örnek olabilir.
21.yy’da yeni ortak kullanim alanlari olusacagi da unutulmamalidir. Bu
yüzden dünya nüfusu için ortak alanlarin korunmasina dair gerekli mekanizma
gelistirilmelidir. Küresel isinmaya önce felaket tavriyla yaklasmamiz sonumuzu
getirecektir. Gidisati yavaslatmaktan öte tersine çevirmemiz gerekmektedir. Bir
gölün kokusmasi gözle görünür bir ekolojik sorundur fakat okyanustaki degisiklikler
ise öyle degil. Gözden irak oldugu için politikacilar bu konuda birsey yapmadan
yüzsüz yüzsüz koltuklarinda rahatça oturabilir. Kamuoyunu harekete geçilmesinin
gerekliligine ikna edecek bilinçli liderlere ihtiyaç vardir.
DOGANIN GÜVEN FONLARI VE DOGAL SERMAYE
Doga biz insanlara muazzam bir güven fonu sunmaktadir. Denizlerde baliklar,
gida yetistirmek için kullandigimiz su, bereketli toprak, atmosferi temizleyen
ormanlar, vs. Finansal anlamda bu tröst fonunun degeri devasadir. Fakat bu
zenginligi sülalesinden kalan mirasi, sermayeyi çar çur eden bir zengin çocugu
gibi har vurup harman savurmaktayiz. Bu hazira konan ve asiri tüketen tavir
sonumuzu getirmek üzere. Doganin sundugu güven fonunu tüketmek hiç kuskusuz
büyük çapli felaketler getirecektir. 1950’den bu yana dünyanin ormanlik
bölgelerinin 1/3’i yokoldu ve hizla azalmaya devam etmekte. Suyun bitmesi gida
yetistirilmesini engelleyecegi için birçok ülkede kitligin bas göstermesiyle
es anlama gelmektedir.
Dünya nüfsu sabitlense bile ayagimizi yorganimiza göre uzatmazsak sonumuz
yakindir. Önümüzdeki 20 yil içinde dünya nüfusunun 20.yy basindaki toplam
nüfusu geçmesi beklenmektedir. Bu kitabi okuyanlarin yasam süresi içinde dünya
nüfusuna 3 milyar insan daha eklenmis olacaktir. Nüfus artisinin çogu da
gida yetistirme kaynaklarini iyi kullanamayan ve koruyamayan ülkelerde gerçeklesecektir.
1940’tan 2040’a dünya nüfusu 2 milyardan 9 milyara ulasacaktir. Insanlarin
yeteri kadar beslenmesi için önümüzdeki 30 yil içinde gida üretiminin iki
katina çikmasi gerekmektedir.
Borsa ve hisse senetlerinin artisi aslinda doganin bize sundugu güven
fonunun azaldigini isaret eder. Bir zamanlar çok güçlü olan SSCB ekonomisinde
yolunda gitmeyen gerçekleri saklayarak sonunda çökmüstür. Kapitalist ekonomiler
de gerçekleri bir sekilde gizli tutmaktadir. Bu yüzden degisim saglanmazsa
kapitalist ekonomi de çökecektir. Ekonomi uzmanlarinin hesaplarina göre 90’li
yillarda küresel ekonomi 35 trilyon dolardi. Ancak bu rakam doganin bize sundugu
hizmetlerin ancak %17’sine esdegerdir. 1998 dolar degeriyle ise yillik ortalama
58 trilyona denktir. Bu hesaplamalara karsi çikanlar olmasina ragmen doganin
insanliga sundugu güven fonunun küresel ekonomiden çok daha büyük oldugu genel
olarak kabul edilen bir gerçektir. En kötüsü de insanlarin hizli tüketimine doganin
yetisememesi ve dengesinin bozulmasidir. Normalde üst toprak kendi kendini
yeniler, yeralti sularinin seviyesi yagmurla artar, baliklar ve hayvanlar çogalmaya
devam eder. Fakat insan müdahalesi öyle yikicidir ki doga kendi kendini
yenileyemez duruma gelmistir. Vahsi sulamayla akiferlerdeki suyu bitirip gida
yetistirdigimiz, mahsüllerimizi suladigimiz akarsulari zehirledigimiz için bir
zamanlar sahip oldugumuz güzellik ve kolayliklar bir
bir yok olmaktadir. Aslinda su anda gelecek kusaklarin hakkini yemekteyiz.
Bizlerin sahip oldugu dogal kaynaklari gereginden fazla ve asiri miktarlarda
tükettigimiz için çocuklarimizi, torunlarimiz hayati önem tasiyan bu dogal
kaynaklardan mahrum kalacak. Bunun tek sorumlusuysa göz göre göre yarattigimiz
gözünü hirs bürümüs sistem olacaktir.
Sürdürülebilir kalkinma için dogal kaynaklarin korunmasi gerekmektedir.
Fakat su anda sürdürülebilecek birsey kalmamistir neredeyse. Gelecek kusaklara
gittikçe azalan bir gezegen hatta bir enkaz birakmaktayiz. Onlarin ileride
yararlanacak olduklari kaynaklari biz simdiden çalmis bulunuyoruz.
Onlara biraktigimiz mirasa ayni zamanda teknoloji de dahil. Genetik degistirme,
nanoteknoloji, hizli internet, yakit hücreleri, yeni nükleer enerji teknolojisi
ve daha iyi tip. Bundan sonraki her nesil daha az dogal kaynagin bulundugu
fakat daha gelismis bir teknolojiyle yasayacak. Her nesil teknoloji tuzagina
düsecek ve o olmadan yasayamayacagimizi zannedecek. Aslinda ihtiyacimiz olan
sermayeyi degistirmekteyiz. Dünyayi ve dogal kaynaklari idare edilemez bir
duruma getirirsek çocuklarimiza büyük kötülük etmis oluruz. Dogal
kaynaklari tüketmek ve küresel isinmayi hizlandirmak gelecek kusaklari ciddi
sorunlarla basbasa birakacaktir.
21.yy’da refaha ulasmanin önündeki engel insan yapimi sermaye degil dogal
sermayenin tükenmesi olacaktir. Birikmis varlik sermaye olarak
tanimlanir. Insanin olusturdugu sermaye, fabrika, otomobil, gayri-menkul,
araç gereç, yazilim ve benzeri gibi çesitlidir. Dogal sermaye ise su, hava,
petrol, mineraller, dogalgaz, kömür gibi kaynaklarve ormanlar, çayirlar, sulak
alanlar, akarsular, denizler gibi canli olusumlardir. Hepsi de insan için çok
önemlidir, hatta bunlardan bazilari hayati önem tasir. Insan sermayesi
insanin faaliyetleriyle olusur ancak dogal sermaye yeniden üretilemez, yerine
yenisi konamaz. Yine de inatla dogayi bitirmeye devam ediyoruz. Dogal kaynaklar
o kadar dogaldir ki üstüne pek düsünmeyiz. Havayi solunabilir kilanin ne oldugunu,
neden böceklere ve mikroplara ihtiyaç oldugunu, sulak alanlarin bize sagladiklarini
ya da bulasik makinesinden çikan deterjanli atigin sulak alanlara zarar verecegi
üzerine kafa yormayiz. Ekonomimiz tamamen tükenmekte olan dogal kaynaklara bagimlidir.
Geçtigimiz 50 yilda bereketli üst topragin ¼’ünü, ormanlarin ise 1/3’ünü
kaybettik. Her yil suyumuz %6 oraninda azalmakta. Son 150 yilda dogal
kaynaklarin 1/3’ü tüketilmistir. Çogunu da zengin ülkelerdeki milyonlarca insan
bitirmistir. Çin, Hindistan ve benzeri ülkelerde gün be gün artan agir tüketici
sinifini düsünürsek tehlikenin boyutunu kavrayabiliriz. Önümüzdeki yillarda 3
milyar insan daha asiri tüketen gruba dahil olacaktir. Toprak asiri sulama ve
ilaçlama nedeniyle bereketsizlesip su seviyesi düsmekte; tarim alanlari
yerini sehirlere ve sanayi bölgelerine birakmaktadir. Dönüsümün hizi akil
almaz boyuttadir. Ingiltere, Sanayi Devrimi’nden bir asir sonra gelirini 2
katina çikarmistir. Amerika sanayilesmeye basladiktan 50 yil sonra, Çin ise 10
yildan kisa sürede gelirini katlamistir. Dogal sermayenin bize sundugu metalar
ve hizmetler vardir. Dogal metalar, hava, su, ahsap, petrol, kömür, mineraller,
baliklar, vb. Hizmetler ise solunabilir bir hava, bitkilerin yasayabilecegi bir
çevre, yagmur, günes ve rüzgar; topragin verimliligine katkisi olan
mikroskopik canlilar, polenlesmeyi saglayan böcekler, tohumlar... Yavas yavas doganin
sundugu bazi metalara yeni alternatifler yaratabiliriz. Örnegin petrol bittiginde
alternatif enerjiler bulabiliriz. Demir cevheri tükendiginde otomobil
kaportalarini karbon lifinden yapabiliriz. Fakat günisigi, tatli su veya soludugumuz
havanin yerine koyabilecegimiz hiçbir sey yoktur.
Bazi dogal metalarin alternatifini bulsak bile doganin bize sundugu
hizmetlerin yerini alacak alternatifler üretmek çok zor ve pahali olacagi gibi
birçogu için de imkansizdir. Doganin yerine iklimi düzenleyecek veya ozon
tabakasi yerine ultaviyole isinlarini süzecek sistemler olusturmamiz gibi. Ya
da arilarin bitkilerin döllenmesini saglayan polinasyon sürecindeki rolünü
üstlenebilecek baska bir alternatif gelistirmenin olanagi yoktur. ABD’de çoban
üzümü (yaban mersini) yetistiren çiftçiler için arilarin degeri balin degerinden
60 ila 100 kat daha fazladir. Çünkü bir arinin bitkiyi dölleyerek meyve
yapmasini saglamasinin bedeli 50 dolarlik (arti deger) olarak hesaplanmaktadir.
Son zamanlarda dünyanin bazi bölgelerinde ari popülasyonu giderek düsmektedir,
bu da büyük bir tehlikeye isaret etmektedir. Insanogluna paha biçilmez
hizmetler sunan birçok farkli ekosistemin korunmasi türümüzün devamliligini da
garantileyecektir. Bu yüzden ekosistemin korunmasina duyarli davranmak ve
kamuoyunda bu bilinci olusturmak elzemdir.
Bir ülkenin ekonomisini degerlendirmek için en sik kullanilan deger GSYIH’dir.
Ülkenin yillik üretimden sagladigi kazanç nüfusa bölünerek kisi basina düsen
GSYIH bulunur. Böylece ülkelerin ekonomisini karsilastirmak mümkün hale gelir.
Fakat gözden kaçirilan çok ciddi bir hesaplama sorunu vardir. Çünkü GSYIH
hesaplamasi dogal sermayeyi isin içine katmaz. Çogu ülke GSYIH degerinin arttigini
böbürlene böbürlene beyan eder ancak aslinda dogal kaynaklarin tüketimi hesaba
katilacak olursa bu degerin tüm uluslarda düsmesi kaçinilmazdir.
Sirketler kullandiklari dogal kaynaklar için kimseye bir bedel ödemedikleri
gibi hesaplarina da yansitmazlar. Petrol sirketleri sondaj ve rafine etme
bedelini öder ama yerin altindan çikardiklari siyah altin için bir kurus ödemezler.
Kurumsal bilançolar dünyanin sundugu dogal kaynaklari tüketip bunun gider degerini
de sifir sayarlar. Bugünün piyasa sistemi insanlarin istedikleri mallara ve
hizmetlere karar vererek sirketlerin de bu ihtiyaçlari karsilamasina
olanak tanimakta oldukça etkilidir. Bunun sonucunda sirketler çok degerli
kaynaklari bosa harcar, ormanlari kesip biçer ve denizin dibini tararlar.
Kapitalist sirketler kazanç arttirma pesindedir. Kaynaklar bedavaysa sirket
yönetimi bundan faydalanir.
Dogal kaynaklari sirketlerin veya devletlerin kurumsal muhasebelerine
dahil etmemeleri aslinda yanlis bir hesap çikmasina neden olur.
Dolayisiyla kendimizi kandirmaktan baska bir ise yaramaz. Aslinda gelir gider
dengesi hiç de hesaplandigi gibi degildir. Günümüz kapitalizmi belini dayadigi
dogal kaynaklara deger biçip bedel ödemedigi için dogal kaynaklari likidize
eder ve bunu gelir olarak adlandirir. Baska sermayeler için aynisini yaptigi
için hapis cezasina çarptirilmis üst düzey yöneticiler vardir. Dogal
sermayeye böyle davranmanin ise hiçbir cezasi yoktur. Herhangi bir gerçekçi deger
bile sifirdan iyidir. Dolayisiyla kurumlarin bir an önce zor olmasina ragmen
kullandiklari dogal kaynaklar için gider degeri belirlemeleri gerekmektedir.
Sayilari az da olsa, yaklasik degerler tespit ederek bunu becerebilen sirketler
vardir.
Dogal kaynak kullanimini yansitan bir muhasebe anlayisinin önerilmesi
birçok isadami ve yönetici için kötü haber demektir. Fakat ayni sonuca ulasilmasini
saglayacak kabul görme ihtimali daha yüksek uygulamalar yürürlüge konabilir.
Sektörlerin kullandigi dogal kaynaklara yönelik izinler gelistirilebilir. Örnegin,
balik avlama lisanslari, karbon salinimi vergisi, yeralti suyunu kullanma
bedeli gibi. Sonuçta girisimciler bu yeni kurallar çerçevesinde de kar etmenin
yolunu mutlaka bulacaktir ve uzun vadede yüksek kar getirenler 21.yy’da
gezegenin iyilestirilmesinde rol oynayan ürünler ve hizmetler olacaktir. Kendi
bindigimiz dali kesmekten bir an önce vazgeçip dogal sermayeyi koruyacak
yasalar çikarmali ve insanligin bir gelecegi olsun istiyorsak ne pahasina olursa
olsun yeni kurallara uymaliyiz.
Kurumsal sirketler dogal kaynaklara para ödememenin disinda çevreye
verdikleri zarar için de hiçbir bedel ödemezler. Dogaya verilen zarar küresel
isinma ile korkunç bir hal almaya baslamistir. Klima sistemlerinin bunda büyük
payi vardir. Fakat insanlar bunun bedelini ödemez. O yüzden de genelde üstüne
kafa yormazlar. Insanlarin veya sirketlerin cebinden para çikmadikça
Allah’in suyu, Allah’in denizi anlayisi devam edecektir. Buna engel olmak için
agir para cezalari ve yaptirimlar sarttir.
Maden sirketlerinin kullandigi teknoloji öylesine gelismistir ki
makineler daglari un ufak etmektedir. Metalleri çogaltmak için düsük kaliteli
cevher kullanilmakta ama yokedilen ormanlarin, dag köylerinin, cüruf yiginlarinin,
nehirlere karisan zehirli maddelerin hesaplanmasi unutulmaktadir. Bunlarin
hiçbiri üretim masrafina sokulmaz. ABD’de terkedilmis maden ocaklari
civarindaki bölgelerin temizlenmesi Amerikali vergi mükelleflerine 33 ila 72
milyar dolara patlamaktadir.
Elbette hükümetler, vergi mükelleflerinin beklentileri arasinda
yeralmayan seylere de çok para harcamaktadir. Yalan yanlis hesaplamalar
yetmezmis gibi bir de devlet tarafindan hibe edilen yüksek miktarda
sübvansiyon vardir. Bazi sübvansiyonlar toplumun isleyebilmesi için sarttir.
Egitim ve saglik yardimlari, bilimsel arastirma ödenekleri gibi. Su anda
dünyanin sekiz en zengin ülkesinde tarima ayrilan sübvansiyonlarin toplami
yilda 350 milyar dolardir. Avrupa’da sübvansiyonlar ve kotalar gida üretim
fazlasini önlemek için dünyanin bazi bölgeleri açlik içinde kivranirken büyük
miktarda süt ve terayagi üretimini engellemektedir. Bereketli tarlalara ekim
yapilmamaktadir. Zengin ülkelerde çiftçiye verilen sübvansiyon yoksul
ülkelerdeki isçileri daha da fakirlestirmektedir. Sübvansiyonlar hem çevreye
hem ekonomiye daha beter zarar verir. Maksadinin tersine isleyen bu tür bozuk
sübvansiyonlar hakkindaki bilgiler genelde hükümetler tarafindan gizli tutulur.
Çevre mühendisi Norman Myers bu tür sübvansiyonlarin yilda 2 trilyon dolara esit
oldugunu saptamistir. Bu demektir ki hükümetler sübvansiyonlarin yarisini kesse aninda bütçe açiklarindan kurtulur, egitim ve saglik
sistemlerini iyilestirebilir, geri kalan parayla da hafta sonu seyahatine
çikabilirler.
Sübvansiyonlarin insanlara, sektörlere veya bölgelere finansal veya baska
dezavantajlar nedeniyle yardim saglanmasi için kullanilmalidir. Oysa ki vergi
mükellefinin üzerine bindirdigi yük muazzamdir. Ortalama bir Amerikan ailesinin
ödedigi verginin 2000 dolari sübvansiyonlara gitmektedir. Vergi mükelleflerinin
devlete ödedikleri vergilerin nereye harcandigini bilmeye hakki vardir ve buna
tepki gösterebilmelidir. Fakirlere yardim olarak düsünülen bazi
sübvansiyonlarin çogu da fakirlerin sirtindan zenginlere para kazandirmaktadir.
Zenginler politik sistemi manipule etmeyi iyi bilir fakat yoksullar bilmez.
Gelismekte ve az gelismis olan ülkelere yapilan yardim, bu tür hatali
sübvansiyonlara harcanan paranin %2 ila %3’ü arasindadir.
Petrol fiyatlari Amerika’da dünyanin çogunda oldugunun üçte biridir.
Küresel isinmayi yaratan etkenlerden biri olan fosil yakit sanayisine ayrilan
sübvansiyonlar yilda 20 milyar dolardir. Oysa ki küresel isinmayi azaltacak
yakitlara ayrilan sübvansiyon yilda 1 milyar dolardan düsüktür. Zararli
sübvansiyonlarin tüm dünyada durdurulmasi gerekir. Her sübvansiyonun gezegenle
barisiklik açisindan degerlendirilmesi ve sektörlerin aldigi puanlarin
kamuoyuna duyurulmasi gerekir. Çokuluslu sirketler çevreyi önemsediklerini
kamuoyuna duyurma ihtiyaci hissetmistir. Fakat bunun asli astari yoktur. Tek
yaptiklari halki çevreye duyarli olduklarina, ekolojik olduklarina
inandirmalari için halkla iliskiler kadrolarini görevlendirmektir. Buna “yesil
yikama” adi verilir. Örnegin büyük bir petrol sirketinin güney yarikürede
bulunan merkezini ziyaret ettigimde ekolojik olarak lanse edilen binanin sadece
birkaç günes paneli taktirdigini çünkü elektrik idaresinden indirimli
elektrik alabildiklerini ve sübvansiyonlar sayesinde kullandiklari su için de
bedel ödemediklerinden koca alanda yagmur suyunu toplayacak herhangi bir sistem
kurulmadigini gözlerimle gördüm.
YUVAYI YIKMAK
Bir zamanlar sik ormanlara, bereketli topraklara sahip olan Afrika asiri
otlatma, agaç kesimi ve vahsi sulama nedeniyle tuzlanmasi yüzünden su anda
acinacak haldedir. Eskiden suyun, topragin, otlaklarin tükenmez oldugunu
zannederdik. Sonunda ormanlarin yakacak ve ahsap ihtiyacimiz disinda soludugumuz
havayi temizlediginin farkina vardik. Fakat simdi doganin karsilayabileceginden
fazlasini tükettigimizden eger atmosferi dengelemeye yetecek kadar bitki
olmazsa havamiz zehirli hale gelecek. Kar amaci güdülerek doganin yok pahasina
katledilisinin durdurulmasi lazim yoksa kendi yuvamizi yikmis olacagiz.
Ekolojik ayakizi terimi insanlara dogal kaynaklari ne kadar tükettiklerine
dair bir fikir verir. Insanligin olusturdugu yogun ekolojik ayakizi
nedeniyle ekolojik eksikligin giderek artmasi kaçinilmazdir. Bunun nedeni
azalan kaynaklar, artan nüfus ve tüketimci hayat tarzinin artisi. Insanlarin
dogal kaynaklari en az miktarda etkileyerek de iyi yasam tarzlari olusturabileceklerini
anlamalari, ekolojik yasam tarzinin genis kitlelerce benimsenmesi hayati
önem tasimakta. Idare etmeyi becerebilen akilli insanlar her anlamda asiri
tüketimi durdursa bile milyarlarca kisi bunu yapmayacak. Çünkü ne yazik ki
nüfus artisinin büyük orani su idaresini, tarimi, ormanciligi, balikçiligi dogru sekilde
beceremeyen toplumlarda olacak. Sonuçta bu kaynaklari sürdürülebilir sekilde
kullanmak yasam için vazgeçilmez bir unsurdur.
Su andaki gidisatimiz sonumuzu hazirlamakta çünkü ekolojik sinirlarin asilmasi
o kadar da zor degil. Birçok kisi farkinda olmadan buna katkida bulunmakta.
Belki refah içinde yasayan ülkelerde ciddi kitlik veya hammadde sorunu
olmayacak. Hatta zengin ve maharetli toplumlar varlikli yasam tarzlarina devam
edebilecek; teknolojik gelisimlerle sinira dayandigimizin üstü örtülecek. Tahil
fiyatlari çok artacak fakat bu Amerika’ya yarayacak. En zengin ülkeler kurban
olan ülkelerden gelen göçmenlerin akinina ugrayacak. Belki de sehirlerin
etrafina yeniden kaleler örülmeye baslanacak en azindan bu zihniyet giderek
kabul görecek.
En aciklisi da bilim ve teknolojiye bagimli toplumlar oldugumuz halde bilim
ve teknoloji hakkinda neredeyse kimsenin birsey bilmemesi. Su anki halkla
iliskiler sirketleri toplumu saçma sapan yalanlara inandirma yarisinda.
Kurumsal sirketler haksiz karlarindan vazgeçemedikleri için bunu yapmalari
için onlara saglam ödenekler ayirmaktan geri kalmiyor. Bu durumu zamaninda
sigaranin sagliga zararli olmadigina yemin eden reklamcilara benzetebiliriz.
Günümüzde de pahali reklam kampanyalari
kamuoyunu sirketlerin karlarini düsürecek adimlarin gereksiz olduguna
inandirmaya çalisiyor. Mesela küresel isinmaya ve akciger hastaliklarina
yolaçtigini gayet iyi bildikleri halde hala halki kömürün temiz enerji olduguna
iknaya çalismalari, ya da denizin dibini tarayarak baliklarin neslini tehlikeye
attiklari halde bunun dünyanin yiyecek sorununa en iyi çözüm olduguna
inandirmaya çalismalari gibi.
Yüksek teknoloji ve gelismis iletisim becerilerine dayanan bir
demokrasi, bilimin kurnazca çarpitilmasini engelleyecek mekanizmalara
gereksinim duyar. Bilimin tahrifi, yasal olarak engellenebilir mi? Insanlarin
bilimin isiginda egitilip aydinlatilmasi dolayisiyla tüm dünyada menfaatlerin,
tersine etki eden sübvansiyonlarin, sahte halkla iliskilerin, cehaletin, kötü
yönetimin ve yozlasmanin önüne geçilmesi gerekir.
FAZLA NÜFUS
1950’de 2,5 milyar olan dünya nüfusu 2005’te 6,5 milyara ulasmistir.
Önümüzdeki yüzyil içinde 8,9 milyara çikacak gibi görünmektedir. Asiri nüfus
sorununu çevre, ekonomi veya siyasi sistemden ayiramazsiniz. Siyasi
istikrarsizlik veya adaletsizlikten de... Bu sorunlari çözebilmek için nüfus
sorununa odaklanmamiz ve dünya nüfusunu stabilize etmemiz gerekmektedir.
Tibbin ilerlemesiyle nüfusun patlamasi amaçlanmamis sorun tanimina
çok uygun bir örnektir. 21.yy’da görevlerimizden biri bu durumu düzeltmektir.
Öncelikle dogum oranini azaltmali, dogal kaynaklari sürdürülebilir sekilde
kullanan hayat tarzlari olusturup ekolojik refaha ulasmaliyiz.
Çocuk ölümlerinin yüksek oldugu fakir ülkelerde insanlar daha çok çocuk
sahibi olmaya egilimlidir. Saglik sisteminin iyi oldugu ülkelerde ise insanlar
daha az çocuk yapmaktadir. Iyi bir sosyal saglik sistemi dogum oranlarini
asagiya çekmekte etkili olan sosyal etkenlerden biridir. Temel saglik
hizmetiyle engellenebilecegi halde yoksul ülkelerde her yil 3 milyon kadar
çocuk hayatini kaybetmektedir. Bir çocuga yapilmasi gereken asilarin toplam
bedelli 30 dolardir. Gelismis ülkelerde bir gece disariya çikmak için
harcanan bu bedel fakir ülkelerde ebeveynlerin evlat acisi yasamalarini
engelleyebilir. Bu rakamlari 1993 yilina ait Dünya Bankasi Dünya Kalkinma
Raporunda farkeden Bill Gates net kazancinin bir bölümüyle bile bu ölümleri
engelleyebilecegini düsünerek Bill & Melinda Gates Vakfi’ni kurarak yoksul
ülkelerde saglik kosullarini iyilestirmek için birçok önlem alinmasini saglamaya
çalismaktadir. Aslinda vakfin faaliyetleri normalde devletlerin üstlenmesi
gereken görevlerdir. Bill Gates’e göre bu, hükümetlerin insan canina sadece
birkaç dolar gözüyle baktigini göstermektedir.
Nüfusun son 50 yilda artisi çok hizli olmustur. Nüfusun dengede tutulmasi
hedeflenmelidir. Dogum oranini düsürmezsek doga öcünü çok korkunç bir sekilde
çikaracaktir. Dogum orani her kadin basina dogan ortalama çocuk sayisi olarak
hesaplanmaktadir. Nüfusun sabit kalacagi dogum orani 2.1’dir. 1970’lere kadar
nüfus artisini körükleyen Çin, ardindan tam tersini tesvik etmistir. Nüfus artisi
devletin üzerine öyle bir yük bindirmistir ki elleri kollari baglanmistir.
1979’da tek çocuk kurali benimsenmis, evlenme yasinin ve çocuk dogurma yasinin
geciktirilmesi; daha az ama daha saglikli dogumlar, her çifte bir bebek hedefi
güdülmüstür. 20 yil içinde Çin nüfus artisini 300 milyon kadar düsürmüstür.
Çin’deki Büyük Siçrayis ve Kültür Devrimi oldukça zalim uygulamalarla
sosyal kurallari yerlestirmistir. Ikinciye hamile kalan kadinlar iskenceyle
kürtaj olmaya zorlanmistir. Sözde “gönüllü” olan bu kurala uymayanlar sosyal
açidan mahrum edilmis, beyinleri yikanmistir. Tek çocuk kuralindan sonra bazi
Çinliler kiz yerine erkek çocuk tercih etmisler dolayisiyla ultrasonla bebegin
cinsiyetini belirleyip kiz bebeklerini aldiranlar olunca bu yasaklanmis yine
de uygulama gayrimesru yollardan sürdürülmüstür. Su anda ise erkeklerin
sayisi kadinlardan önemli oranda fazladir.
Nüfusla yoksulluk arasindaki bag yadsinamaz. Nüfus artisi en çok fakir
ülkelerde görülmektedir. Refah içindeki toplumlarda ise dogum oranlari oldukça
düsüktür, çogunun nüfus artis nedeni göçmenlerdir. Ne kadar tuhaf görünse
de sefalet içindeki toplumlarda insanlar çocuklari için ya ölürse diye düsünerek
daha çok ürer. Yüzyilin ortalarina dogru dünya nüfusunun 2,5 milyar daha artmis olacagi
öngörülmekte. En fenasi da, bu artisin beslenme ve saglik kosullarinin çok kötü
oldugu ve is bulma imkani olmayan gecekondu mahallelerinde meydana
gelecektir.
Hindistan zamaninda tarim mucizeleri yaratmistir ancak nüfusunu kontrol
edebilseydi bugün çok daha iyi durumda olurdu. Son asirda Hindistan’in nüfusu
300 milyondan 1,1 milyara çikmistir ve bunun büyük kismi 1950’den itibaren
gerçeklesmistir. Gelismekte olan ülkeler Bati tip
teknolojisiyle bulustugunda daha az insan ölmeye baslar. Hindistan’in gelismekte
olan bir orta sinifi olmasina ragmen yüzmilyonlarca insan günde 1 dolardan
aziyla yasamaya çalismaktadir. Kisi basina düsen GSYIH 384 dolardir.
Hindistan’in yüksek teknoloji içinde yasayan üstün yetenekli yazlimcilari ve
girisimcileri nüfusun çok küçük bir kismini olusturur. Hükümet böylesine refah
arttirici faaliyetleri yayginlastirmaya çalismaktadir. Hindistan’daki hava
kirliligi de ciddi boyuttadir. Ülke kalkindikça daha çok insanin araba ve klima
kullanacagi düsünülürse küresel isinmaya katkisi da inanilmaz boyutta
olacaktir. Yüzyilin ortasinda Hindistan’in nüfusunun 1,6 milyara ulasacagi
öngörülmektedir. En kötü senaryo da kontrol mekanizmalari zarar görmüs bir
gezegenin insan faaliyeti yüzünden iyice isinmasi ve dünyanin bazi yerlerinin
yasanilamaz ve ekip biçilemez hale gelmesi olacaktir.
Nüfusu kontrol etmede manivela etkisi okur-yazarligin nüfus artisina olan
etkisidir. Kadinlara okuma-yazma ögretmek dogrudan dogum oranlarinin düsmesini
saglar. Kadinlarin egitilmesi masrafli birsey degildir. Kadinlarda okur-yazar
orani %90’lari buluncaya kadar çalisilmalidir. Hedef hiçbir ülkede dogum
oraninin nüfusu yenileyen 2,1’lik orani geçmemesi olmalidir. Bugün dünyada
sadece 51 ülke bu oranin altindadir ve bu sekilde kalmaya gayret etmeleri
yararlarina olacaktir. Bunlarin çogu gelismekte olan ülkelerdir: Brezilya,
Bulgaristan, Çin, Hirvatistan, Küba, Gürcistan, Lübnan, Kazkistan, Kuzey Kore,
Romanya, Slovenya, Sri Lanka, Tayland, Tunus ve Türkiye.
Egitim projeleriyle birlikte yürütülecek girisimcilik, uygun teknoloji ve
mikro-kredilerle hem nüfus artisinin önüne geçilir hem de kalkinma saglanir.
Kadinlara okuma-yazma ögretilmesi hayatta çocuk bakmaktan baska ugraslar
edinmelerini saglar. Kadinlar egitilmeli ve dogum kontrol yöntemleri hakkinda
bilgilendirilmelidir. Artik kadinlar is hayatinda yer edindikçe daha geç
ve daha az sayida çocuk dogurmaya meyillidir. Kadinlar özgürlestikçe dogum
orani düser. Istatistiklere göre okuma yazma bilmeyen bir kadinin yedi
yillik temel egitim almis bir kadindan iki kat daha fazla çocuk dogurur.
Üçüncü dünya ülkelerinde dogum oranini düsürmek için televizyon ve radyo
dizilerinden yararlanilabilir. Genis kitlelere ulasmak için okur-yazarligin
tesvik edilmesi, az çocuk sahibi olmanin hem çocuklarin yasam kalitesi hem
anne-babalar için daha iyi olacaginin gösterilmesi nüfus planlamasinda faydali
olacaktir. Bu, Meksika’da uygulanmis ve ise yaramis bir yöntemdir.
Sonuçta kadinlarin yasam kalitesini yükselterek nüfus artisinin önüne geçebiliriz.
Bunu hedefleyen çalismalara hemen baslanirsa dünya nüfusu yüzyilin ikinci
yarisinda düsmeye baslayacaktir. Fakat yine de asiri nüfustan kaynaklanan
açlik, toplumsal siddet gibi ürpertici kosullari engelleyebilecek kadar
erken olmayacaktir.
GIDA ve SU SORUNU
Ekonomi alaninda Nobel ödülü bulunan Amartya Sen’e göre neredeyse tüm
kitliklar, yiyecek eksikliginden degil fakirlikten kaynaklanir. Sudan,
Etiyopya, Somali gibi ülkelerde yasanan kitligin nedeninin ise silahli çatismalar
oldugu kabul edilmektedir. Ancak bu çalisma 1981 yilinda dünya nüfusunun 5
milyarin altinda oldugu bir dönemde yapilmistir. Gelecekte dünya nüfusu
artmakla kalmayacak Çin’de gelismekte olan tüketici sinifi gibi beslenme aliskanliklarini
degistirerek et yemek isteyecek milyarlarca insan olacaktir. Çin sigir
beslemeye yetecek kadar tahil yetistiremez. Küresel isinma ve sanayilesmenin
etkisiyle tarim alanlari azalacak üretim düsecektir. Gidanin üretildigi ve
tüketildigi yer genelde ayni ülke olmayacaktir. Dünya nüfusunun yarisinin üst
topragin kaybedildigi, suyun azaldigi ve çiftçilerin tarlalarini terkettigi
ülkelerde yasayacak olmasi durumu daha da beter hale getirmektedir. Artan
fiyatlar Brezilya, Arjantin ve Ukrayna gibi ülkelerde tahil üretiminde önemli
bir artis saglayacaktir. Fakat bunun insanlarin enflasyonlu fiyatlara ulasamayacak
kadar fakir oldugu ülkelere bir faydasi dokunmayacaktir. Çin Mao zamaninda yasadigi
kitlik döneminden sonra ciddi önlemler almaktadir ancak kirlilik, vahsi sulama
ve sehirlesme nedeniyle bereketsizlesen topraklar artmakta ve Gobi çölü
gittikçe genislemektedir. Çin ileride yasayabilecegi tahil kitligina karsi en
büyük tahil üreticisi olan Amerika’yla olan iliskisini garanti altina almak
amaciyla elinde yüklü miktarda dolar rezervi tutmaktadir. Çin dünya
piyasalarindan tahil almaya devam etmektedir. Ülkeler ihraç etmeye yetecek
kadar tahil üretemeyecek, Çin ve Hindistan’in talebi arttikça fiyatlar iyice
yükselecektir.
Daha önce hiç akil edemedigimiz ama en kritik sorun ise tatli sudur. Hatta
dogru davranmazsak bu yüzyil içinde su savaslari yasanabilir. Senatör Mc
Cain’le görüsmemde bana 21yy’in en büyük sorunun su olacagini söylemisti.
Dünyadaki suyun %90’ini yiyecek üretmek için kullanmaktayiz. 1 ton tahil
üretmek için 1000 ton su harcanmaktadir. Yeralti sularinin yillik azalma miktari en az 160 milyar tondur. Durumun
ciddiyetini daha iyi açiklamak için alttaki egilimler örnek verilebilir:
¾ Köyden kente göç artmakta. Kentlerde su ihtiyaci
arttikça tarim alanlarindan sehirlere çekilen suyun miktari da
artmaktadir.
¾ Akiferleri, yeralti sularini
bosaltan güçlü motorlarin kullanimi yayginlasmaktadir.
¾ Yagmur suyu alan tarim alanlarinin çogu tuzlanma ve
erozyon nedeniyle mahvolmustur.
¾ Yiyeceklerimizin çogu sulama yapilan tarlalardan
gelmektedir ve bu artacak bir orandir. Fakat gelismekte olan ülkelerin çogunda
nüfus arttikça ve su kaynaklari tükendikçe sulama ile tarimi sürdürmeleri
imkansizlasacaktir.
Su daha etkin bir sekilde kullanilmalidir. Ne yazik ki dünyada su
sorunu olan ülkelerin çogunda hala etkin sulama metodlarina geçilmemistir. Su
kaybini önlemek için asiri sulamaya ve su kaybi yaratan fiskiyeyle sulamaya
yasak getirilmeli tüm tarim ülkelerinde damla sulama sistemi benimsenmelidir.
Günes enerjisinden yeterli ölçüde yararlanmayi beceremedigimiz gibi
yeryüzüne düsen yagmurdan da yararlanmayi bilmiyoruz. Yagmur suyu kanalizasyona
karisip bosa gitmektedir. Yagmur suyunu toplayip ihtiyaç duyulan yerlere
akmasini saglamali, sarniçlarda biriktirmeliyiz. Daha az su isteyen ürünler
yetistirmeliyiz. Su kaybini önlemek için bilinçli yönetim gerekir. Ancak egitimsiz
veya kültürel olarak disipline edilmesi zor olan yerlerde sürekli akan çesmelere
açma-kapama muslugu yapilmasini saglamak için su kaynaklarinin nasil daha iyi
kullanilacagini ögretmek gerekir. Örnegin Afrika’da yasanan kötü deneyimlerden
ders çikarilmalidir. 2000’lerden itbaren 3 milyar insan içme suyundan ve saglik
hizmetlerinden yoksundur. Uzmanlara göre tropik ve yari tropik bölgelerde yogunlasan
kent nüfusu yeni hastaliklarin üremesi için uygun ortami olusturmaktadir. Su
sorununun çözümünün önemli kismi dogru miktarda suyun dogru zamanda dogru yere
aktarilmasidir. Deniz suyunu tatli suya çevirmek çok masrafli bir islem oldugundan
bunu çözüm olarak görmek hiç mantikli degildir.
1950’lerin ortasindan 80’lerin ortasina kadar süren Yesil Devrim dünyanin
gida yetistirme kapasitesini kaydadeger bir sekilde arttirmis ve bu
dönemde 2,5 milyar kadar artan dünya nüfusuna ayak uydurmustur. Bu tarim
devrimi çiftçiyi biyo-çesitlilik yerine tek türlü tarima yönelterek en etkin
türlerin üretilmesini saglamaya çalismistir. Bunun sonucunda tek tip mahsüller
hastaliklara ve zararlilara daha açik hale gelmistir. Fakat artik Yesil Devrim
grilesmistir ve bazi yerlerde yeniden biyo-çesitlilige geri dönülmektedir. Yesil
Devrim anlayisi yogun sulama gerektirdiginden su kaynaklarindan doganin yerine
koyabileceginden fazla miktarda su çekilmistir. Örnegin Suudi Arabistan bugday
üretimin 1980-1994 yillari arasinda 20 kat arttirmis fakat yogun sulama
gerektirdigi için akiferler bosalmis, iki yil içinde üretim yariya inmistir.
Kuru iklimlerde tuzlanma topragin verimliliginde azalmaya neden olur ve
tuzlanma uzun süre devam ederse toprak çöllesip ekilemez hale gelir. Dünyanin
sulama yapilan tarim alanlarinin onda biri tuzlanmaya maruz kalmistir.
Bereketli üst topragin yapisi sasilacak derecede karmasiktir. 1 çay kasiginda
5 milyon bakteri, 20 milyon mantar ve milyonlarca mikroorganizma bulunmaktadir.
Ayrica topragin altinda yasayan karinca, solucan, kirkayak, vb. canlilar
vardir. Fakat tarim ilaçlari ve suni gübre organik hayati öldürmüs ve
topragin kalitesini düsürmüstür. Toprak kaybi ciddi boyutlardadir. Ayrica
kimyasal gübre atiklari nehirlere karismaktadir. Asiri gübreleme topragin
kalitesini düsürmekte, sulak alanlari mahvetmektedir. Gelecekteki 8,9 milyonluk
nüfusu beslemek için dünyanin tarim üretimini gelistirmesi gerekmektedir. Bunun
için üç önemli asama vardir: randimani; toprak ve su verimini arttirmak;
vitamin açisindan zengin mahsüllerin yetistirilmesine yönelmek ve her yil farkli
mahsül ekilmesini tesvik etmek.
Hasat zamani mahsülden arta kalan mesela misir kabuklari vb. biyolojik
atiklar hayvan yemi olarak kullanilabilir. Hindistan tahil saplarini ineklere
yedirerek süt üretimini 20 milyon tondan 79 milyon tona çikartmayi basarmistir.
Sigir eti tüketmek tavuk eti tüketmekten çok daha fazla degerli kaynak
harcanmasini gerektirir. Tavuk eti tüketmek ise ayni sekilde balik etinden
masraflidir. Fakat bir tarla dolusu sigir etinin sagladigi besin bir tarla
dolusu sebzenin onda biri bile degildir. Modern tarimda 1 kilo tahil yetistirmek
için yaklasik 200 litre su gerekmektedir. Fakat 1 kilo sigir eti üretebilmek
için yaklasik 20.000 litre su gerekir. Buna ragmen 1950’lerde 44 milyon ton
olan et tüketimi 1999’da 217 milyon tona çikmis ve o zamandan bu yana daha
da yükselmeye devam etmektedir. Amerikalilar kisi basina yilda 800 kilo tahil
tüketmektedir. Italya’da bu deger 400; Japonya’da
ise 200’ün altindadir. Dünyada en çok saglik harcamasi yapan Amerikalilar iken
Japonlarin Amerikalilardan 8 yil daha uzun yasamasinda rol oynayan etken
beslenme aliskanliklari gibi görünmektedir. Amerikalilar yogun olarak kirmizi
et tüketir. Italyanlar ise sebze-meyve agirlikli beslenir, az miktarda et
tüketir. Japonlar’a gelince genelde çig balik ve besin açisindan çok
zengin olan yosun yerler.
Hizla gelisen gida üretim yöntemlerinden biri de tatli su balik
çiftlikleridir. Dünyanin protein üretiminin %11’ini karsilamakta giderek de
büyümektedir. 2010 yilina gelindiginde su ürünleri üretiminin sigir eti
üretimini geçecegi öngörülmektedir. Dünyanin tatli suda üretilen baliklarinin
2/3’ünü Çin üretmektedir. Çeltik tarlalarinda hem pirinç hem de balik yetistirmektedirler.
Buna benzer metodlar diger ülkelerde de benimsenebilir. Bu Yesil Devrim’den çok
daha etkin bir gelecege sahip oldugu anlasilan Mavi Devrim’dir. Fakir
ülkelerdeki insanlarin besin ihtiyacinin karsilanmasi için çok önemli bir
alternatif olacaktir. Fakat balik çiftliklerinin de kötü olanlari vardir. Somon
ve levrek gibi bazi balik çesitlerini beslemek için yüksek miktarda deniz baligina
ihtiyaç vardir. Karides çiftliklerinin de okyanusa verdigi zarar çok büyüktür.
Ayrica balik çiftliklerinde fazla antibiyotik kullanimi da sorun olusturmaktadir.
Bunun yaninda mesela Norveç’te balik çiftliklerindeki baliklarin %90’i kaçmistir
ve bu da denizdeki baliklarla çiftlesip yaban hayatin genetiginin degismesi
tehlikesi yaratmaktadir. Diger yandan tatli su kullanan balik çiftlikleri
okyanuslara zarar vermez. Su kültürüyle ugrasanlarin net randimani mümkün oldugu
kadar yükseltmeleri gerekmektedir. Yerel yönetimlerin de balik çiftliklerini
siki denetim altina almasi gerekir.
Bitkileri suda yetistirmeye hidroponik denir. Bilimsel ve ölçülebilir bir
yöntemdir. Bitkilere sadece ihtiyaci olan kimyasallarin verilmesiyle uygulanan
bu gelismis teknoloji toprakta bitki yetistirmeye kiyasla çok daha az su
harcadigindan (1/5-1/10) Hidroponi su kitligiyla kasi karsiya olan dünyamiz
için alternatif bir gida üretim sekli olabilir. Kisi basina düsen su ve
tarim alani azaldikça hidroponi çok ise yarayacaktir. Kapsamli bilgi ve sürekli
ilgi isteyen bir islemdir. Gerekli egitim verilerek yoksullarin evlerinde besin
yönünden zengin sebzeleri yetistirmeleri tesvik edilebilir.
Organik tarima dönüs baslamis, organik ürünlere talep artmaktadir. Yesil
Devrimin dayattigi tek tip tarim yüzünden gelecekte isimize yarayacak birçok
türü kaybetmis olduk. Asirlardir süregelen tarim ve çiftçilik bilgisi
böyle bir degisiklik karsisinda kaybolup gitti. Örnegin Hindistan’da eskiden 30
bin çesit yerel pirinç türü yetistirilirken artik tek çesit yetistirilmektedir.
Genetik çesitliligin daraltilmasi gelecekte olusacak kitliklara yol açmaktadir.
Tek tip tarimda bir hastalik veya zararlilar tüm mahsule zarar verecektir.
Aslinda doga en basinda biyo-çesitliligi yaratarak kendini korumaya almistir. Insanoglu
buna müdahale ederek yine kendi kuyusunu kazmistir. Organik tarim doganin bu
karisik yapisini geri getirmeye çalismaktadir. Fakat ne yazik ki; 8,9 milyar
insanin organik tarimla beslenmesi söz konusu degildir.
Dünya nüfusu artip daha çok insan sehirlerde yasamaya basladikça yasadigimiz
dünya giderek yapaylasacak. Gida üretimi de yapay yollarla yapilacak. Bu yapay
ürünler organik tarim ürünlerinden daha düsük fiyata satilacak ama tüm üretimi
tek tip tarim ve kimyasallara dayandirmak ahmaklik olur. Asiri kibirimiz bizi
gelistirdigimiz kimyasallarin ve haplarin dogadan daha iyi olduguna ikna
edebilir fakat insan türünün neslini sürdürmesi, kendi kendini yaratan yapisi,
barindirdigi canlilar ve kendi basina yeten karmasik ekosistemleriyle dogaya
saygili olmamiza baglidir.
Genetigi degistirilmis organizmalar ise ayri bir tartisma konusudur.
Özellikle Avrupa’da tepkiyle karsilanan GDO’larin üstün seviyede bilimsel arastirmalarla
güvenli olduklari kesin olarak kanitlanmadan genetigiyle oynanmis tohumlarla
tarim yapilmasina izin verilmemelidir. Polinasyon araciligiyla insan müdahalesi
görmüs bitkilerin dogal bitkilerle karismasi olasidir. Bu da yabani otlara
karsi dayanikli olarak gelistirilen tohumlarin polenlerinin yabani bitkilere
karisarak tarim ilaçlarina dirençli hale gelmesine yolaçabilir. Bu nedenle
GDO’larin yan etkileri ve hangi bitkilerin polinasyonla dagildiginin bilinmesi
ve ona göre önlem alinmasi hayati önem tasimaktadir. Az su tüketen ama
randimani yüksek olan dayanikli ürünler yetistirilmesi dünya nüfusunu doyurmak
için iyi bir yol gibi görünmektedir. Ancak dikkat edilmesi gereken hususlar
vardir. GDO’larin insan genetiginde degisiklik yaratabilecegini gözönünde
bulundurmak dolayisiyla uzun dönemli çalismalar yapmak gerekmektedir. Yararin
maksimum olacagi ürünlere yönelmek gerekir. Klasik tarimla elde edilebileceginden
kat be kat avantajli olmadikça genetigi degistirilmis gidalarin
üretilmesine degmez. Su anda dünyadaki soya fasülyesinin yarisi, pamugun
%30’u, misir ve kanolanin %15’i GD tohumlarla üretilmektedir.
Eskiden sikça kullanilan DDT yüzünden birçok kus ve yararli böcek türü
zarar görmüstür. Organik tarimla ugrasanlar kimyasal ilaç yerine Bacillus
thuringiensis adli dogal bir böcek kaçiran kullanmaktadir. GDO’larda
ise bitkinin genetigi yapraklarin böcekler için zehirli olacagi sekilde degistirilmistir.
Bu yüzden de yapraklarin bitkinin yenebilir kismina ve dolayisiyla insanlara
ulasmamasina özen gösterilmesi elzemdir. Henüz GDO’larla ilgili çalismalarin basinda
bulunmaktayiz. Dolayisiyla yeteli arastirma yapilmadan genele yayilmamasi büyük
bir hata olacaktir. Kurakliga, zararlilara, tuzlanmaya ve kötü kaliteli topraga
dirençli bitkilerin yetistirilmesi hizla artan dünya nüfusunun beslenmesinde
önemli rol oynayabilir. Bu yöndeki çabalarin elektronik olarak kontrol edilen
damla sulama, yüksek vitaminli sebzelerin üretilmesi, evlerde organik bitki
yetistirilmesi ve hidroponik seralar gibi diger esasli degisikliklerle birlikte
uygulanmasi gerekmektedir. Gelecekte yetersiz beslenme ve açliga karsi en büyük
silahimiz bunlardir. Fakir ülkelerdeki insanlara gereken vitamini
alabilecekleri sebze ve bitkilerin (örn. A vitamini için havuç, balkabagi,
mango, köri, horozibigi ve özellikle kisnis) yetistirilmesi önemli bir adim
olacaktir. Tüm köylerde insanlara yagmur suyunu toplama, topragi zenginlestirme,
hayvan gübresi toplama, rüzgar perdesi yaratma ve besin degeri yüksek sebze
meyve yetistirilmesi ögretilmelidir.
Geçmiste yasanan dehset verici kitliklar gelecekte yasanmasi muhtemel
kitliklarla karsilastirildiginda ufak kalacaktir. Geleneksel tahil
rezervlerinin Çin’in yeni tüketim anlayisi karsisinda fazla dayanmayacagi
kesindir. Birkaç yil üst üste kötü hasat yasanirsa dünya nüfusunu beslemeye yeteccek
kadar gida kalmayabilir. Bu yogun rekabet yaratacak ve küresel gida fiyati artisi
akil almaz boyutta olacaktir. Çözüm ise yeteri kadar gida stoklamak ve yedek
tarim alanlari birakmaktir. Su anda böyle bir modeli benimsemeye veya
stoklari gereken boyuta getirmeye istek duyuldugu söylenemez. Fakat büyük çapli
bir felaketi önlemek için bunu yapmamiz sarttir. Ayrica sirketlerin
kisa vadeli karlar ugruna uzun vadeli zararlar yaratmaktan vazgeçmeleri
gerekmektedir.
Yiyecek garantisini saglamak için nüfus planlamasi temel kosuldur. Nüfus
artmaya devam ettigi takdirde ne önlem alinirsa alinsin gida sorunuyla basetmenin
çaresi yoktur. Eger daha fazla gida üretimi nüfusun artmasina sebep olursa
insanlik kitliga hazirliksiz yakalanir. Dünyayi tika basa doldurdugumuz için doga
dengeyi kurmak adina daha büyük bir kitlikla karsimiza çikacaktir. Bu yüzden
herkesin yüksek dogum oranlarinin sonuçlarini kavramasi gerekmektedir. Medya
araciligiyla insanlara açlik ve kitligin korkunçlugu anlatilarak okur-yazarlik,
iyi bir egitim, degisik meslekler ve düsük dogum oranlariyla üstesinden
gelinebilecegi anlatmalidir.
YOKSUL ÜLKELER
Su anda Bati’da dünyanin yoksul kesimlerine “gelismekte olan ülkeler” demek
politik olarak dogru kabul edilmektedir. Fakat gerçekte durum farklidir.
Yoksulluk çeken ve az gelismis olarak nitelenen ülkelerin bazilari
hiçbir sekilde gelisme göstermemektedir. Bu ülkelerde kisi basina GSYIH
orani hizla düsmekte; gittikçe kötülesen fakirlik, hastalik, siddet ve
toplumsal karmasa bir kisir döngü seklinde sürüp gitmektedir. Sorunun
çözümü için öncelikle gelismekte olan ülkelerle yoksul olanlari ayirmamiz
gerekir. Ciddi önlemler alinmazsa dünya nüfusundaki artisin büyük kismi bu
yoksul ülkelerde olacaktir. Birlesmis Milletler, kisi basina düsen GSYIH
degeri günde 1 dolarin altinda olan Kenya’yi bile “Az Gelismis Ülke”
olarak tanimlamamaktadir. Bir zamanlar çok verimli ve güzel bir yer olan Kenya
siyasi karisiklik ve nüfus artisi nedeniyle birçok sorunla bogusmaktadir.
Ayrica birçok Afrika ülkesi Kenya’dan da kötü durumdadir. Tüm Afrika’da agaçlar
kesilmis yerine de yenisi dikilmemistir. Bu durum sellerin ve
sivrisineklerin artmasina sebep oldugundan su anda kitada en büyük
sorunlardan biri sitmadir. Afrika’da milyonlarca insan hayatta kalamayacak
kadar sefalet içindedir. Her yönden kalkinmis, çok gelismis teknolojik
uluslar daha çok zenginlestikçe yoksul ülkeler iyice fakirlesmektedir.
Fakirlik, geriye ne kaldiysa onun da tüketilmesine yolaçar ve geri dönüsü
olmayan bir yola girilir. Arastirmalar su kitliginin artmasi, tarim
alanlarinin, ormanlarin, baliklarin yokolmasiyla kötü yönetim ve
toplumsal siddet arasinda güçlü bir bag olduguna isaret etmektedir.
Yoksul ülkelerdeki bu durum önemli ölçüde degistirilebilir. Dünya liderleri
yillardir gözlerinin önünde devam eden üstelik sömürgeci devletler yüzünden baslayan
Afrika dramini düzeltmek için sasirtici biçimde çok az çaba harcamaktadir.
Bu nesil içinde dünya üzerinden yoksullugun silinmesi mümkündür. Uygulanacak
tek bir model veya sihirli bir degnek yoktur ama ticaret, insani
yardim, egitim ve yönetim dahil tüm cephelerde bir dizi hummali faaliyet
gösterilmesi ve sürekli hale getirilmesi gerekmektedir. Jeffrey Sachs 2005’te
yazdigi “Yoksullugun Sonu” adli kitabinda yapilmasi gerekenleri tüm
detaylariyla açiklamistir.
Çogu zaman yoksul ülkelerin neden geçinmek için tarim yapmadigi
sorulmaktadir. Asil soru ise su olmalidir: Neden Afrika’nin dis güçler
ise karismadan önceki haline dönmesine izin verilmiyor? Üstelik artik daha iyi
tibbi imkanlar ve kaliteli tohumlar saglamak da mümkün. Dünyanin genelinde
nüfus köyden kente göçtükçe asirlik kirsal hayat bilgisi de yitip
gitmektedir. Insanlar gidalarini süpermarket raflarindan almak disinda
yiyecek yetistirmekle ilgili hiçbir sey bilmemektedir. Aslinda yeni kusaklara
tarim ve çiftçiligi ögretmemek tüm köprüleri yikmak, kendi kuyumuzu kazmak
anlamina gelmektedir.
AZ GELISMIS ÜLKELER
BM’nin Az Gelismis Ülke olarak adlandirdigi kriter, kisi basina taban
GSYIH; ihracat düzeyi, sanayide görevli is gücü, kisi basina düsen GSYIH’nin
üretime orani, ticari enerji tüketimi üzerinden hesaplanan düsük ekonomik çesitlilik
endeksi ve yenidoganlarin yasama orani, kisi basina düsen kalori alimi, ögrenci
sayisi, yetiskinlerde okuma-yazma oranina dayanan Insan Kaynaklari
Yetersizligi Kriterlerinin düsüklügüne göre hesaplanir. BM tarafindan Az Gelismis Ülke
olarak tanimlanan 49 ülke dünya nüfusunun %10,7’sine sahip olmasina ragmen
küresel gayrisafi hasilada sahip olduklari toplam oran sadece %0,5’tir. Yüzyil
öncesine kadar dünya ticaretinde sahip olduklari pay yariya düsmüstür ve
%0,3’lük bir oranda seyretmektedir. Birçok ülkeye yaptigim ziyaretler sirasinda
bazilarinin istikrarli ve umutlu oldugunu bazilarininsa yoksul ülkelerden
farksiz olduguna tanik oldum. BM, az gelismis ülkeleri Gelismekte olanlar
sinifina katilmak için tesvik etmektedir. Üç yillik hedef olarak kisi basina
yilda ortalama 1035 dolarlik GSYIH belirlemistir. Fakat bunlar arasinda 15
ülkenin kisi basina düsen GSYIH günde 2 dolar hatta bazilarininki daha azdir ve
durumlari gittikçe kötülesmektedir. Kisi basina düsen GSYIH’daki azalmaya göre
ülkelerin yoksullugu belirlenebilir. Sili, Brezilya, Malezya ve Tayland
gibi coskulu bir sanayi, iyi üniversiteler ve gelecekten umutlu gençlerle dolu
olan gelismekte olan ülkelerle Angola, Haiti veya Fildisi Sahili gibi gençlerin
umudunun kalmadigi çaresiz yoksul ülkeler arasinda dünyalar kadar fark vardir.
Yoksul ülkelerle az gelismis ve gelismekte olan ülkeleri birbirinden
ayirmak önümüzü görmek açisindan faydalidir. Insanlik mevcut davranis kaliplariyla
devam ederek kanyonda ilerledigi takdirde yüzyilin ortasindaki kirilma dönemini
yaklastiginda, yoksul ülkelerin çogu dayanamayacak duruma gelecektir. Kuskusuz,
yapilacak en dogru sey buna engel olmaktir. Yoksul ülkeleri dönüstürme
gayretleri yetersiz kalirsa yaklasan felaketin yekpare güçleri kurtarma
operasyonlarini yetersiz kilabilir.
GELISMEKTE OLAN ÜLKELERDEKI POTANSIYEL
Gelismekte olan ülkelerin enerji ihtiyaci muazzam olacaktir. Bu yüzden yeni
ve temiz enerji üretim yollarini benimsemeleri tüm dünya için en dogrusudur.
Gelismekte olan ülkeler için gelecekteki en büyük enerji kaynaklarindan biri de
hidrojenle üretilen yakit pilleri olacaktir. Yakit pillerinin seri üretimiyle
hidrojen ekonomisine geçis en mantiklisi gibi durmaktadir ancak hidrojenin
kesinlikle kömürle üretilmemesi gerekmektedir. Kömürle çalisan santraller
öldürücü gazlar yayar ve saglik sorunu yaratan maddeler açiga çikarirlar. Inanilmaz
ama, aklini yitirmis halkla iliskiler kampanyalari hala Amerikan kömür
sektörünü aklamaya çalismaktadir. Oysa ki her yil binlerce insan hava kirliligi
kaynakli hastaliklara yakalanmaktadir.
Yeni enerjiye ihtiyaç duyacak ülkelerin basinda ekonomisi hizla büyüyen Çin
gelmektedir. Ülkede, havayi kirleten termik santrallere kömür yetismedigi için
sik sik elektrik kesintileri yasanmaktadir. Çin’in kömür enerjisine yönelik
gelecek planlarina, dünya iklimine büyük hasar vereceginden engel olunmasi sarttir.
Çin’de hava kirliligi kaynakli pek çok saglik sorunu ortaya çikmistir. Günes ve
rüzgar enerjisine yönelik çalismalar yapilmaktadir fakat petrol ve dogalgazin
kit oldugu Çin’de yükselen ekonomi çok daha fazla enerjiye ihtiyaç duyacaktir.
Çinli bilim insanlari 2050’ye gelindiginde ülkenin 300 bin megawatt gücünde
nükleer enerjiye ihtiyaci olacagini öngörmektedir. Eskiden büyük maliyetle özel
olarak yapilan nükleer santrallerin yerine gelecekte modüler reaktörler,
Ford’un Model-T otomobili gibi seri üretilebilecek sekilde
tasarlanmalidir. Örnegin yeni buluslardan çakil yatakli nükleer reaktör modüler
olarak tasarlanmistir ve tasinmasi, kurulumu kolaydir. Basta gelismis ülkelerde
yayginlasacak olan alternatif temiz enerji gelismekte olan ülkelerde mutlaka
benimsenmelidir.
Arabalar yakit piliyle çalisir, enerji
üretmek için esas olarak günes, rüzgar, hidrojenden yararlanilirsa tüm dünyanin
enerji ihtiyacini gezegenimize zarar vermeden karsilayabilmemiz mümkündür.
GECEKONDU SORUNU
Devinim egilimlerinden biri de göreceli olarak yoksul veya gelismekte olan
ülkelerde hizla artan gecekondu mahalleleridir. Köyden kente göç ve gecekondulasma
dogru orantili sekilde artmaktadir. Kirsal kesimde is imkani
bulamayanlar sehirde firsatlar yakalayacaklarini umarak köyünü
terkedip sehirde bir gecekondu yapip yerlesmektedir. Hükümetlerin çogu
buna hazirliksiz oldugundan bu yeni olusan semtlerde altyapi, elektrik, okul,
hastane yetersizligi gibi birçok sorun bas göstermektedir. Kirsal kesimde
yoksullugun artmasi ve genel nüfus artisi nedeniyle gecekonducu sorunu son 40
yilda çok kötülesmistir. Gecekondu semtleri sefillik ve pislik nedeniyle
hastalik tehdidi olusturmaktadir. En kötüsü de bu gecekondu mahalleri yerel
yönetim sinirlarinin kiyisinda oldugundan ne sehir içinde ne de disinda
sayilirlar ve bu arada derede olma hali nedeniyle idari sorunlar çikar. Genelde
polisin veya devlet hizmetlerinin ugramadigi vahsi bölgelere dönüsürler. Yoksul
ülkelerde en büyük sorunlardan biri hükümetlerin ifade edilemez sekilde
yozlasmis olmasidir. Yolsuzluk öyle bir raddeye gelmistir ki kitlik oldugunda
zengin ülkelerden gelen yardimlar ihtiyaci olanlara ulastirilmadan ahlaksiz
devlet yöneticileri arasinda pay edilmektedir. Bu ülkelerin çogunda kayitli ve
kayitsiz ekonomi yanyana isler. Ekonomi A, Bati’daki kadar düzgünce olmasa da
bir sekilde isler; Ekonomi B ise çaresiz, aç bilaç düsmüs gecekondu
ekonomisidir. Çogu zaman, anarsiye varan sosyal siddet yoluyla kontrol
edilmektedir. Gecekondu bölgelerinde saglik kosullarinin çok kötü olmasi
nedeniyle AIDS ve birçok hastalik kol gezmektedir. Gecekondularda baslayacak
bulasici bir hastalik, ya da ölümcül bir grip daha asilar piyasaya sürülmeden
genis bir kitleye yayilabilir. Polis ve güvenlik güçleri Ekonomi B alanina
karismaz. Yanibaslarinda aç ve yoksul insanlar hayatta kalmaya çalisirken
güvenlikli sitelerin içinde tel örgüler, yüksek duvarlar ardinda yasayan
Ekonomi A kitlesi için üretilen hazir paketlere konacak sebzelerin uçlari burusmus olanlari
çöpe atilmaktadir. Iste durum bu kadar vahimdir. Mesela büyük sirketler
ekolojik açidan uyumlu olduklarini kanitlamak için saçma sapan islere kalkismaktadir.
Yeniden dönüstürülmüs halilar kullanabilmek için eski halilari gemiyle
ABD’ye gönderip islemi orada yaptirip halilari inanilmaz bir nakliye masrafiyla
tekrar geri getiren sirketler vardir. Oysa ki gecekondu mahallelerinde issiz
dolasan insanlara bu tür is imkanlari yaratmak harcanan masraftan çok daha
düsük bir bedele mal olacaktir. Fakat Ekonomi A, Ekonomi B ile konusmadigindan
ortak çözüm yaratmak da zorlasmaktadir. Diger yandan Japon veya Alman isadamlari
emegin ucuz oldugu Üçüncü Dünya ülkelerine gidip fabrika açarak bu tarz
bölgelerin kalkinmasini saglamaktadir. Istihdam ve kalkinma yaratacak
benzer modeller yayginlastirilabilir.
ÖLÜ SERMAYE ve FAKIRLIGI GERIDE BIRAKMAK
Perulu ekonomist Hernando de Soto, kapitalizmin neden sadece Bati’da gelisip
serpildigini sorgular. Birçok Üçüncü Dünya ülkesi kapitalist uluslarin
icatlarini benimsemis oldugu halde hiçbirinde kapitalizm Bati’da oldugu
gibi tikir tikir islememektedir. De Soto bunun nedeni olarak Üçüncü Dünya
Ülkelerindeki belli basli kusurlari göstermektedir. Bunlarin düzeltilebilmesi
için çok güçlü manivela etkilerine ihtiyaç vardir. De Soto’ya göre Peru dahil
fakir ülkelerin sermayesi hatali sekilde tutulmakta ve bu da ekonomiye ve
topluma büyük zarar vermektedir. De Soto bankacilik sistemine girmeyen veya isletme
teminati olarak gösterilemeyen birikimi ölü sermaye olarak adlandirir. Bunlarin
bir kismi hala yastik altinda saklanan birikimlerdir. Bu durumda para sadece
bir kez islem görebilir oysa ki Gelismis Ülkelerde insanlarin ev sahibi
olabilmesi için mortgage sistemi mevcuttur. Bu sayede banka
garantisiyle ayni para birçok kez harcanmis olmaktadir. Toplam borçlar
temel alinan sermayeyi kat be kat asar. Gayrimenkuller is kurarken teminat
olarak kullanilabilir. Is dünyasi borç üzerine kuruludur. Basarili isletmelerin
çok sayida hissedari olabilir. Is kuranlar iflas güvencesi ve
sorumluluklarin sinirlandirilmasi sayesinde risk alabilir. Gelecek piyasalari
veya vadeli islemleri finanse etmenin çok yönlü ve karmasik yollari vardir.
Paranin gerçek degerinden ötesini saglamasina yarayan hayati önem tasiyan
mekanizmalar islemektedir. Batililar için tapu olmazsa olmaz birseydir. Oysa
Üçüncü Dünya Ülkeleri ve eski demir perde ülkelerinde evlerin çogu tapusuzdur.
Bu yüzden kayit disi gayrimenkuller sermayeye dönüstürülemez. Örnegin Latin
Amerika’da gayrimenkullerin %80’ yasanin disinda
tutulmaktadir. Misir’da sehirde yasayanlarin %92’si, tasrada yasayanlarinsa
%83’ü ölü sermayeli evlerde oturmaktadir.
Buna benzer sekilde isletmelerin de birçogu kayit disidir. Bankalardan
borç alamazlar. Yasal düzensizlikler ve ölü sermaye nedeniyle bu ülkeler modern
toplumu besleyen damarlardan yoksun kalmislardir. Sermaye artisinin gerçeklestirilememesi
fakir ülkelerin fakir kalmasina neden olur. Prensipte bu durumu düzeltmek
mümkündür. Insanlar, sermayenin çok yönlü kullanilislari hakkinda
bilgilendirilmelidir. Gerekli kanunlarin yürürlüge konularak yerel yönetimin
gayrimenkulleri kayit altina almasi ve Bati’daki gibi tapulandirmasi gerekir.
De Soto’ya göre çözüm için tarih kitaplarina bakmak yeterlidir. Özellikle
Amerika’nin gangster diyarindan girisimci kapitalist bir ulusa dönüsmesi
sirasindaki yolculugu yol gösterici olabilir. Üçüncü Dünya’nin bir an önce tüm
isletmelere tüzel kisilik kazandirmak için standartlar belirlemesi, tüm
gayrimenkullere tapu çikarmasi ve yasadisi faaliyetleri sona erdirmesi
gerekmektedir. Böylece sermaye isleme girer ve bankalar yerel girisimcilere ve
is kurmak isteyenlere destek verebilir. Aslinda bir anlamda bu hedefe ulasmak
öncesine göre daha kolaydir. Çünkü Gelismis Ülkelerin uzun sürede basardigini
daha kisa sürede yapabilmek için gerekli prosedürü ve yapilmamasi gereken
hatalari biliyoruz artik. Fakat bir yandan da daha zordur çünkü yasadisi
gruplarin kendi düzenleri olusmustur. Bu güçlere dikkatli ve özenli yaklasilmasi
gerekir. Yine de bu hedefi gerçeklestirmenin finansal yarari muazzam olacaktir.
Sermayenin diriltilmesi adina yapilan degisim sirasinda büyük siyasi sorunlar
ortaya çikabilir. Asil zorluk genis kitlelerin canini yakmadan bunu
becerebilmektir. Insanin yasal olarak bir eve sahip olma hakki BM’nin 1948
tarihli Evrensel Insan Haklari Bildirgesi’nde yer almaktadir. Insan
Haklarinin birçok açidan çignendigi gözle görülür bir gerçektir ancak ev sahibi
olmayi engelleyen berbat idari prosedürler pek görünür degildir. Örnegin
Peru’da devlet arazisine ev insa etmek için devlet dairelerinde sürünmek
gerekir. 207 asamadan sonra belediye izinleri için 728 bürokratik asama daha
gerekir. Bu hiçbir mantiga sigmayan bir uygulamadir. Yüksek miktarda yatirim
gerektirmesine ragmen internet araciligiyla kullanilacak bir düzenleme
tasarlanmasi isleri kolaylastiracaktir. Ayni sekilde is kurmak için
gereken yasal islemler de bunalticidir. Bu nedenle insanlar yasadisi isletmeler
açmaya, yasadisi isçi çalistirmaya meyillenir. Fakir ülkelerdeki bürokrasi
çukuru is dünyasini ve dolayisiyla sosyal hayati felce ugratir. Sermayenin
diriltilmesini engelleyen devlet prosedürlerinin verdigi zarar muazzamdir.
Fiilen kabul edilemez bir ayrimcilik yapmaktadirlar. Insanlara sans
vermeyerek firsatlari degerlendirmelerine engel olurlar. Batili bir sirket
yöneticisi Üçüncü Dünya Ülkelerinin bürokrasisinin isleyisini gördügünde nasil
düzeltilebilecegini bilir. Ancak bir ülkenin bürokrasisini dönüstürmenin çok
büyük çapli siyasi etkileri olacaktir. Bunu basarmak ancak devletin basindakilerin
kararliligi ve halkin iradesiyle gerçeklesebilir. Ne yazik ki birçok ülkede
böylesine etkili ve güçlü bir liderlik sözkonusu degildir. Örnegin 1992’de
Libya’da Kaddafi bütün tapulari yakmistir.
Ölü sermayenin aktif hale geitirilerek ekonomiye sokulmasinin uzun vadede
getirisi muazzamdir. Tipik bir Üçüncü Dünya ülkesine zengin ülkelerden gelen
yabanci yardimlardan çok daha fazla refah getirecektir. Dolayisiyla bu tarz
ülkelerin sistemlerini yeniden düzenlemelerine yardimci olmak hali hazirda
varolan bozuk düzene finansal yardim saglamaktan elbette ki kat be kat faydali
olacaktir. Fakirligi geride birakmak için yeniden yapilanma sarttir.
Birçok ülke kalkinma merdivenlerini hizla tirmanirken bazilari
tökezlemektedir. Öncelikle yoksul ülkelerin ayaga kaldirilmasi için kalkinma,
gelisme merdiveninin ilk basamagina ulasmalarini saglamaliyiz. Üst basamaklara
tirmanmalari için gereken birçok etken vardir. Egitim üzerine ciddi biçimde
odaklanilmalidir. Okur-yazarlik oraninin yükseltilmesi amaçlanmalidir. BM’nin
yüzyilin basinda belirledigi hedefleri gerçeklestirmek 21.yy’in en büyük zorlugu
olacaktir. Asiri yoksullugun yeryüzünden silinmesi; herkesin egitim görmesi
için çalisilmalidir. Gida miktarinin garanti altina alinarak gelecekteki
kitliklarin önüne geçilmesi sarttir. Ölü sermayeyi diriltmek düzgün bir
dünya yaratmak için pek anlasilmayan ancak hayati önem tasiyan bir unsurdur.
Buna sebep olan yozlasmis yönetim ve bürokrasiyi bir kenara birakmak sarttir.
Bu yüzyil bitmeden yoksullugu dünya üzerinden silmek mümkündür. Asil soru bunu
yapmayi becerene kadar kitlik veya Ruanda’daki gibi toplu katliamlarin yasanip
yasanmayacagidir?
YENI ENERJI ÇAGI
Su anda ABD, dünya nüfusunun %4,5’ine
sahiptir ancak karbon saliniminin %23’ünden sorumludur. Hala elektrigini
kömürle saglamaktadir. Üçüncü Dünya ülkeleri de gelistikçe havaya salacaklari
karbon miktarini düsünmek tüyler ürperticidir. Örnegin fakirlikten refaha geçen
en etkileyici örneklerden biri olan Singapur’un 30 yilda karbon salinimi kisi
basina 1 tondan 22 tona çikmistir. Çin’de bu oran ekonominin gelismeye devam
etmesiyle 30 yil sonra kisi basina 14 tona çikabilir. Hindistan’da ise 1.1’den
12’ye yükselebilir. Dünyanin en kalabalik nüfusuna sahip bu iki ülke büyük
çapta enerji ihtiyacini kömürden saglamayi tasarlamaktadir. Çin kömürle çalisan
600 santral kurmayi planlamaktadir. Üstelik kömürün kalitesi çok kötüdür bu da
çevreyi daha çok kirletecegi anlamina gelir. Simdiye kadar gelismis ülkelerin
karbon salinimiyla yarattigi hava kirliligi gelecekte gelismekte olan
ülkelerdeki 4 milyar insandan kaynaklanacaktir. Insanligin gelecegi,
zengin ülkelerin gelismekte olan ülkelere yeni enerji çagina geçmeleri için
destek olmasina baglidir. Hindistan ve Çin’in temiz enerji ürünlerinin muazzam
bir ihracat pazari olusturacagini anlamalari saglanmalidir.
1997’de imzalanan Kyoto protokolü gelecekte dünya ülkelerinin küresel
isinma sorununu kabul edip yüzlesmeleri olarak hatirlanacaktir. Protokol
sanayilesmis ülkeleri karbon gazi salinimini 2012’ye kadar %5,2’ye çekmeye
çagirmaktadir. Protokolde bu degerlerin toplam karbon saliniminin %55’inden
sorumlu 55 ülke tarafindan kabul edilmedikçe geçerlik kazanamayacagi belirtilmistir.
Üzerinden 7 yil geçmis olmasina ragmen hala protokolü imzalamayan ülkeler
vardir. Protokolü 116 ülke imzalamistir ama mesela ABD inatla imzalamamaktadir.
Üstelik artik Kyoto’nun öngördügü degerler ümitsizce yetersiz
kalmaktadir. Iklim degisikligini sabitlemek için karbon salinimlarinda çok
daha ciddi kisitlamalara gidilmesi gerekir. Bilim insanlarinin ve politik danismanlarin
çogu karbon salinimlarinin daha da artmasini engellemenin imkansiz olduguna
inanmaktadir. Bunun sebebi olarak da dünyanin ekonomik ve siyasal sistemlerinin
herzamanki gidisattan gerektigi kadar çabuk siyrilamayacagini
göstermektedirler. Su anda bazi ülkelerin gelisme adina imzalamayi
reddettigi Kyoto Protokolü iklim degisikligini durdurmaya yönelik ciddi bir
çabadan ziyade yanlis politikalarin neden oldugu küresel isinmadan duyulan
siyasi utanci gizlemek için ardina siginilan süslü bir gayret gibi
görünmektedir.
Küresel isinmanin yavas gerçeklesecegini sanmak büyük bir yanilgidir.
Son dönemde olanlar da feci ve ani bir sekilde gerçeklesmekte oldugunu
kanitlamaktadir. 30 yil içinde karbon salinimini azaltabilirsek dünyanin
kendini iyilestirip dengesini bulmasi mümkündür. Ancak küresel isinma sürecinde
geri dönülmez bir noktaya geldigimize isaret eden ciddi göstergeler vardir.
Buzullar eridikçe hem tatli su tuzlu suya karismaktadir hem de okyanusun isisi
degismektedir. Bu ayni zamanda büyük çapli iklimsel degisiklikleri
tetiklemektedir. Okyanustaki degisikligin doguracagi feci sonuçlari tahmin
etmek bile mümkün olmayabilir. Ingiliz ve Isveç hükümetleri 2050’ye
kadar karbon emisyonlarini %60 oraninda düsürmeyi hedeflemektedir ki bu oran
Kyoto’nun belirledigi oranlarin çok ötesindedir ve ayni zamanda bilim
camiasinin atmosferdeki karbondioksiti sabitlemek için önerdigi orandir. Tony
Blair ve Isveç Basbakani Göran Persson AB’yi ayni hedefe yöneltmek için
güçbirligi yaparak kollari sivamistir. 2050’ye kadar karbon bazli olmayan yeni
enerji teknolojileri iyice gelismis olacagindan bu hedef göreceli olarak
kolay görünebilir ancak asil gerekli olan karbon salinimlarinin daha yakin
gelecekte azaltilmasidir. 2002 yilinda, Almanya 2020’ye kadar seragazi
salinimini %40 oraninda düsürecegini açiklamistir. Avrupa’nin da ayni tarihe
kadar %30’a düsürmesini önermistir. Bazi uzmanlara göre iklime daha fazla zarar
vermemek için tüm dünyada karbon bazli yakit kullaniminin %70 oraninda
azaltilmasi ve bunun hemen yapilmasi sarttir. Fakat böyle bir kesinti
kömür ve petrol sanayiinin isine gelmemektedir.
Atmosfere seragazi salan en büyük suçlulardan biri de otomobillerdir. Daha
az petrol yakip daha az emisyon yaratan yeni modeller tasarlamaktan daha etkin
bir plan petrolü birakip hidrojen bazli yakitla çalisan otomotiv endüstrisine
yönelmek olacaktir. “Konsept otomobiller” bu iki yaklasimi da kullanmaktadir.
Otomotiv sektöründe büyük bir dönüsüm yasanmasi kaçinilmazdir. Bu ne kadar
çabuk olursa o kadar iyidir. 1970’lerde yasanan petrol kriziyle nasil ki
Amerika’da otomobiller benzin tüketimini yari yariya indirecek sekilde
yeniden tasarlandiysa simdi de yeni melez modellere ihtiyaç vardir. 2003
yilinda Toyota benzinli motora elektrikli bir devre dahil ederek hibrid
otomobiller piyasaya sürmüstür. Böylece frenleme sirasinda olusan enerji bir
aküde sarj edilmekte ve bu enerji tekrar gaza basildiginda aküden motora
aktarilmaktadir, dolayisiyla benzin tasarrufu saglanir. Özellikle sürekli
dur-kalk yapilan sehir trafigi için önemli miktarda benzin tasarrufu saglamaktadir.
Toyota hibrid otomobilleri sürüse bagli olarak bir galon’da 130 kilometreye ulasmayi
basarmistir. Toyota hibrid motor Nissan otomobillerinde de kullanilmaktadir.
Alternatif enerjiler benzinden daha ucuz
hale gelince devrim yaratacak bir degisiklik meydana gelecektir. Bu degisim
gelisen teknoloji, seri üretim ve pazarlama sayesinde olacaktir. Bilhassa
hükümetin petrol ve kömür sektörlerine verdigi sübvansiyonlardan kurtulmamiz
gerekmektedir. Aslinda karbon bazli yakitlarin gerçek bedeli çevre kirliligi,
petrol varliklarinin askeri müdafaasi ve küresel isinmadan kaynaklanan
firtinalarin masraflarini da içermektedir. Kömür kaynakli hastaliklar için
yapilan tibbi harcama ve yarattiklari isgünü kaybi muazzamdir. Bu masraflar da
hesaba dahil edilince rüzgar türbinleri ve günes panellerinin maliyeti
kömür ve petrol enerjisi kullanmaktan çok daha düsüktür. Alternatif enerji
kaynaklari için seri üretime geçildigi takdirde fiyatlar da adamakilli düsecektir.
Enerji sirketlerinin karlari düzenlenmistir. Genel olarak ne kadar çok
elektrik satarlarsa o kadar çok para kazanirlar. Buna bosa harcanan elektrikten
kazandiklari da dahildir. Seragazi saliniminin azaltilmasinin hayati önem tasidigi
bir dönemde enerji sirketlerinin çogu tam tersini yapmaya yönelmekte ve
daha büyük santraller kurmayi planlamaktadir. Oysa ki arastirmalar elektrik
tasarrufu yapmanin elektrik üretecek yeni santraller kurmaktan çok daha
masrafsiz olacagini ispatlamaktadir. Kaliforniya’daki Enerji Piyasasi Düzenleme
Kurulundaki yetkililer, birçok enerji sirketi yöneticisinden daha akli
selimlidir. Sadece tüm evlerdeki ampullerin ekonomik ampullerle degistirilmesi
bile günde 22 milyon kilovat/saat tasarruf saglar. Bu, 17 elektrik santralini islevsiz
kilarak kapattirmaya yetecek bir miktardir. Ayrica tüm evlerde tasarruflu sicak
su bataryalarinin kullanimi da 15 santrali devre disi birakacak kadar tasarruf
saglar. Eger tüm evlerde sicak su günes enerjisiyle isitilacak olsaydi 67
adet elektrik santraline daha ihtiyaç kalmazdi. Üstelik tüm bu ampulleri, günes panellerini
ve bataryalari devlet saglamis olsa bile yeni bir elektrik santrali
kurmaktan çok daha ucuza gelir. Gelismis ülkelerde tasarruf edilebilecek
enerjinin haddi hesabi yoktur. Fakat kimsenin buna yanasmamasi çok aciklidir.
Hele hele dünyanin dengesini bu kadar bozdugumuz bir zamanda...
Gittikçe artan talebi karsilamak için fosil yakit tüketen yeni elektrik
santralleri kurmak yerine elektrik tasarrufu yapmak daha etkin, zararsiz ve
daha ucuz bir yöntemdir. Enerji tasarrufu yapan ürünlerin tesvik edilmesi ve
üreticilerine devlet tarafindan indirim uygulanmasi akillica bir yöntem
olacaktir. Amerika’da nükleer santral kurmak için 1980’lerde kollari sivayan
Pasifik Gaz ve Elektrik Sirketi talebi karsilamak için yeni santraller
yerine tasarruf edilen megavatlarla ihtiyaci karsilamanin daha akillica ve
masrafsiz oldugunu farkederek nükleer santral kurmaktan vazgeçmistir. En iyisi
enerji tasarrufu saglanmasi, ikincisi ise bir zamanlar tek seçenek gibi görülen
kömür ve nükleer enerji santrallerinin çok masrafli ve çevreye zararli olmalari
nedeniyle yenilerinin insaasina izin verilmemesidir. Tüketimi körüklemek yerine
Kaliforniya’daki düzenlemeler gibi tasarruf yapilmasini saglayacak kararlar
alinmasi olumlu sonuçlar getirecektir.
Gelismekte olan ülkelerin karbon bazli yakitlarla çalisan yeni santraller
kurmak yerine alternatif enerjiyle elektrik üretme yolunu seçmeleri hem
kalkinmalari hem de dünyanin gelecegi için en hayirlisi olacaktir. Çünkü bundan
onbes, yirmi yil sonra otomobil dahil alternatif enerjiyle çalisan ürünler ve
hizmetlerin yillik degeri trilyonlarla ölçülecek. Büyük ülkeler yeni otomobil
ve alternatif enerji sektöründe kiyasiya rekabet edecek. Su ana kadar
bilgisayar endüstrisindeki yogun rekabet gelecekte temiz enerji için yasanacak.
Tasarruf edilen elektrik, ekolojik binalar, enerji etkinligi, eko-refah, rüzgar
ve günes enerjisi, yakit pilleri, biyoyakit, vb. çözümlere yönelmek en
akillica olanidir. Bunlarin arasinda manivela etkisi çevreye zarar vermeyen
refah ve mutluluk içinde sürdürülen hayat tarzlarinin yaygin biçimde
benimsenmesiyle olusacak eko-refahtir. Insanlarin yasam tarzlarini degistirmeleri
petrol sanayisini degistirmekten çok daha kolaydir.
Yakit Pili: Temelde hidrojen ve diger kimyasallarin kullanilmasiyla olusturulan yakit
pilleri elektrik üretebilmek için hidrojeni proton ve elektronlara ayiran
bir katalizör olusturur. Pozitif elektrik yüklü protonlar ince bir zardan
geçerken negatif yüklü elektronlar diger tarafta kümelenir. Zardan geçen
protonlar havadaki oksijen molekülleriyle birleserek su olusturur. Elektronlar
elektrik akimina akitilir ve böylece güç meydana gelir. Temelde basit
olmalarina ragmen yakit pillerinin gelistirilmesi zor olmustur. Katalizör ve
zar için kullanilan özel kimyasallar hazir olmadikça yakit pili bünyesinde
kimyasal tepkime olusamaz. Bu materyallerin yeteri kadar güvenilir ve ucuz hale
gelmesiyle gelisme saglanacaktir. Su anda pahali olmasina ragmen seri
üretime geçildiginde fiyatlarinin düsmesi kaçinilmazdir. Arabalarda siklikla
kullanilmaya baslamadan önce evlerde yaygin olarak kullanilmasi olasidir.
Mazotla çalisan en büyük motorlardan, elektrik
santrallerinden bile daha etkin olan yakit pilleri her boyutta makine için
kullanilabilir. Yakit pili patlamaya neden olmaz veya yüksek basinç olusturmaz.
Basit ve sessiz çalisir. Gelecekte içten yanmali motorlar insanlara kaba saba
gelecektir.
General Motors firmasi hidrojen otomobil için seri üretimi yapilabilen bir
iskelet tanitmistir. Kirlilik yaratmayan bu modelde arabalarda pahali bakim
isteyen parçalar artik gereksiz kilinmistir. Üstelik o kadar pahali da degildir.
Çelik yerine asiri güçlü kompozitler kullanilarak arabalar daha hafif ve
kazalara daha dayanikli hale getirilebilir. Benzinle çalisan arabalarin yakit
pilinin daha da gelistirilmesi ve seri üretiminin yapilmasi gerekmektedir.
Hidrojenin kömür veya benzin kullanilarak üretilmesi iddiasi ise tamamen
amacindan sapan bir fikirdir. Çünkü seragazini azaltmak için hidrojen
kullanalim derken hidrojeni karbon bazli yakitlarla ayristirmaya çalismak
saçmaliktir. Hidrojen çok rahat bir sekilde günes ve rüzgar
enerjisiyle üretilebilir. Devasa bir rüzgar türbininde toplanan enerji elektrik
sistemine kanalize edilmediginde hidrojen kartuslarini doldurmak için
kullanilabilir. Ayni yöntem günes enerjisi içinde kullanilabilir. Günes ve
rüzgardan toplanan enerjinin depolanmasi gerekmektedir. Hidrojen çevreye
zararsiz birçok yöntemle ayristirilabilir. Organik materyallerin çürümesiyle
olusan metanol gazindan çikarilabilir.
Alternatif enerji ekonomisine karsi çikacak çok sayida muhalif olacagi
muhakkak. Fakat OPEC ve petrol sanayii büyük degisiklikler yasamaya mecbur.
Bugün petrol sirketleri kendilerini gelecegin temiz enerji tedarikçileri
olarak lanse etmeye çalissa da neredeyse tüm karlarini petrolden sagladiklari
için onu birakmamakta israrlilar. Hükümetler petrol ve kömürün gizli
masraflarinin da hesaba katilmasi konusunda israr ederek sirketleri mecbur
tutup bu durumu degistirebilir. Örnegin ABD haftada 1 milyar dolarin üstünde
petrol ithal etmektedir. Bunun ekonomi üzerinde çok büyük bir etkisi vardir. Bu
paranin hidrojen ekonomisi ve yakit pilleri için harcanmasi daha iyi olacaktir.
ABD’nin Ortadogu’ya bagimli olmak yerine kendi kendine yeten bir enerji
politikasi izlemeye ihtiyaci vardir. Aslinda bu tüm ülkeler için geçerlidir.
Temiz enerjiye geçilmesinin en büyük faydasi da enerji yönünden bagimsizlik
getirecek olmasidir. Sonuçta kömür ve petrol sahneden yavas yavas çekilecek
olmasina ragmen hidrojen ekonomisi olgunlastiginda atmosfere çok daha az sera
gazi saliyor olacagiz.
Günes Enerjisi: Hergün sadece ABD’ye ulasan günisigi ülkedeki
tüm elektrik santrallerinden kat kat yüksek miktardadir. Bireysel
küçük günes panelleri yerine genis alanlari kapsayacak sekilde
tasarlanmis paneller genel kullanima hizmet verebilir. Bu sekilde çok
daha masrafsiz ve etkin enerji saglamak mümkündür. Örnegin petrol sanayinin
sübvansiyonlariyla rekabet etmek zorunda olmayan Çin’de büyük çapli günes enerjisi
üretimi için tasarilar sürmektedir. Bu yöntem fosil yakitla elektrik
üretiminden çok daha ucuza getirilebilir.
Rüzgar Enerjisi: Rüzgar türbinleri sürekli rüzgar alan alan bir yere
kuruldugu takdirde maliyet kömür veya petrolden elde edilecek
enerjiden daha azdir. Büyük rüzgar türbinleri çok uzun ömürlüdür. En büyük
masraf pervanenin yerlestirilecegi kuledir. Fakat bir kez kuruldugunda sonsuza
kadar dayanir. Uzun yillar dayanan modern pervaneler yavas hareket ettiginden
kuslara da zarar vermez. Jeneratör parçalari eskiyebilir ancak düzenli bakim
ömürlerini uzatir ve yeni teknolojilerde parçalarin yenisiyle degistirilmesi
çok kolaydir. Kurulum bedeli yüksektir ama yillik bakim masrafi düsüktür.
Yüksek miktarda elektrik saglamak için büyük çapli projeler planlanmaktadir.
Örnegin, Winergy adli firma Atlantik sahili boyunca uzanacak 9000 megawattlik
bir rüzgar enerjisi santrali tasarlamaktadir. Almanya rüzgar enerjisinden
elektrik üretmede dünyada basi çekmektedir. Ülke tek basina rüzgar enerjisiyle
16.000 megavat enerji üretmektedir ki bu 12 büyük elektrik santralinin
üretimine esittir. Avrupa’da 2020’ye kadar tüm evlerin rüzgar enerjisinden
üretilen elektrigi kullanacagi öngörülmektedir. Elbette bu hükümetlerin Kuzey
Denizi’nde rüzgar çiftlikleri olusturulmasi konusunu ciddiye almalariyla mümkün
olacaktir.
Dördüncü Nesil Nükleer Enerji: Klasik nükleer santrallerinin dünyaya
verdigi zarar ortadadir. Bir baska Çernobil olayinin tekrarlanmasi
veya nükleer santrallerde üretilen nükleer enerjinin atom bombasi yapiminda
kullanilmasina bir kez daha göz yummak dünyanin sonunu getirir. Nükleer
elektrik üretimi petrolle veya kömürle elektrik üretmekten çok daha
masraflidir. 1973 petrol kriziyle telasa kapilan ABD’de Nixon 2000’e kadar 1000
nükleer reaktör kurulmasini istemis ancak zamanla
hepsi iptal edilmistir. Çevre korumayla ilgili düzenlemeler ve yasalarin
yaninda iptal kararinin ardindaki asil neden nükleer santrallerin fazlasiyla
pahali olmasidir. 1988’de Margaret Thatcher’in karariyla nükleer enerji dahil
tüm elektrik üretim sektörü özellestirilmeye baslanmistir. Fakat özel sirketler
hesaplamalarini tamamladiginda nükleer enerjinin kar yapma olasiliginin
bulunmadigini farketmistir. Ingiliz hükümeti ümitsiz bir çabayla hiç de
dürüst olmayan bir sekilde asiri masrafli bir islem olan nükleer atiklarin
islenmesi için halktan topladigi vergileri kullanmistir. 1989’da Ingiliz
Hükümeti nükleer enerjiyi özellestirme çabasindan vazgeçmis ve 1994
yilinda bir nükleer santralin kapatilmasi ve bulundugu bölgenin arindirilmasi
için harcanacak tutarin 15 milyar dolari buldugunun farkina varmistir. SSCB
1986’daki Çernobil faciasinin gerçek etkilerini dünya kamuoyundan gizlemistir.
1993’te Rus hükümeti milyonlarca kurbanin disinda Çernobil bölgesinin
arindirilmasinda görev alan 7000 kisinin de takip eden 7 yil içinde radyasyon
kaynakli nedenlerle hayatini kaybettigini bildirmistir. Sadece Ukrayna’da
radyasyondan zarar gören milyonlarca kisinin tibbi masrafi 55 milyar dolari asmaktadir.
Nükleer santrallerin geçmisine bakildiginda gelecegin enerji alternatifi
olarak nükleer enerjiyi öne sürmek akil almaz görünebilir. Fakat teknolojideki
esasli degisiklikler bu önermeyi geçerli kilmaktadir. Çernobil ve 1979’da
ABD’de sizinti yapan Three Mile nükleer santralleri ikinci nesil reaktörlerdir.
Bunlar 1960-70’lerden kalma bir teknolojinin ürünüdür. Dördüncü nesil nükleer
enerji santralleri ise daha önce yasanan sorunlarin üstesinden gelmek için
tasarlanmistir. Dördüncü Nesil Nükleer Enerji Santrallerinin asagidaki
kriterlere uymasi sart kosulmalidir:
1. Herhangi bir sizinti ve zincirleme tepkimenin teknik
olarak imkansiz olmasi. Hiçbir kaza, beceriksizlik veya insan hatasinin yüksek
miktarda radyasyon salinimina izin vermemesi. Operatörler ne kadar büyük bir
hata yaparsa yapsin enerji santralinin kendiliginden güvenli olmasi.
2. Nükleer Enerji endüstrisinin nükleer silah
endüstrisinden tamamen ayri tutulmasi lazimdir. Nükleer santralde üretilen
enerjinin nükleer silah yapiminda kullanilmasi imkansiz hale getirilmelidir.
3. Atiklarin kolayca islenmesi ve gelecek kusaklari radyoaktivite
sorununa maruz birakmamasi saglanmalidir. Günümüzde bertaraf edilmesi çok zor
olan genis radyoaktif çubuklarin varolmamasi gerekir. Atmosfere ve çevreye
uranyum yayilmasinin imkansiz hale getirilmesi gerekir.
4. Nükleer santrallerin kömür veya petrolle elektrik üreten santrallerden çok
daha düsük maliyetle elektrik üretmesi. Bu hesaplanirken nükleer santralin
faaliyetine son verildiginde yapilacak temizleme ve arindirma çalismalarinin
maliyeti de gözönünde bulundurulmalidir.
Dünyanin birçok ülkesinde arastirmalar yapilmakta ve yeni nesil nükleer
santral tasarlanmaktadir. Özellikle ilginç olani çakil yatakli reaktörlerdir.
Uranyum yakiti 0,75 mm çapinda küre biçiminde bir kilifin içine sarilmistir.
Dört kattan olusan bu ufak toplar basinca ve yüksek isiya asiri dayaniklidir.
Ezilmez, erimez veya parçalanamaz oldugundan uranyum tozunun yayilmasi imkansiz
hale gelir. Dördüncü nesil nükleer santralde islem basladiginda nötronlar bu
kilifin içine isleyerek uranyum atomunu parçalayarak isi olusturur. Reaktör tam
güç çalistiginda çakillarin herbiri 500 watt elektrik üretir ve bu çelikten bir
basinç teknesinde gerçeklesir. Çakil olarak adlandirilan bu yakit toplari
reaktörün üst kismindan giren helyum gazini isitir ve yarattigi termal genlesme
elektrik üretmek için rotasyonlu devinime dönüstürülür ve gaz jeneratörde
yeniden dönüstürülür. Günümüzün nükleer santralleriyle atik olarak çikan genis radyasyon
çubuklarindan kurtulmak adeta bir kabustur. Çakil yatakli reaktörde ise uranyum
dayanikli toplarin içinde hapsoldugundan atik deposuna karismaz. Bu küçük
toplar milyonlarca yil dayanacak sekilde tasarlanmistir. Tamamen
tüketildiklerinde kolayca islenebilecek kati maddeye dönüstürülürler. Bir
tanesi 100 ila 200 megawat elektrik üreten çakil yatakli reaktörlerin boyutu
klasik nükleer santrallerden oldukça küçüktür. Büyük bir tesiste birkaç reaktör
yerlestirilerek büyük enerji ihtiyaci karsilanabilir. Enerji sektöründe devasa
santrallerden vazgeçip ufak tesislere geçme egilimi vardir. Bu gelisme, binlerce
kilometrelik kablo sebekesi masrafindan ve iletimde yasanan kayiplardan da
kurtulmak anlamina gelmektedir.
2004 yilinda Pekin’de kurulan küçük bir
çakil yatakli reaktör erimeye dayanikli olarak tasarlanmistir. Bu dördüncü
nesil nükleer santrallerin en önemli özelliklerindendir. Herhangi bir acil
durumda kendi kendini otomatik olarak kapatmaya programlanmistir. Çakil yatakli
reaktör, olusabilecek herhangi bir krizi insan müdahalesi olmaksizin
engelleyebilecek sekilde tasarlanmistir. Tüm bilimsel çalismalar
tamamlanip olusabilecek tehlikeler ortadan kaldirilinca dördüncü nesil nükleer
santrallerin kullanimi yayginlasabilir.
Füzyon Hayali: Temiz enerji üretebilmek için füzyon arastirmalari sürmektedir.
Farkli yöntemler denenerek birçok çalisma yapilmaktadir. Örnegin
ITER projesi Çinli, Avrupali, Japon, Koreli, Rus ve Amerikan mühendisler
tarafindan isbirligiyle yürütülmektedir. Hükümetler füzyon projelerine yüksek
miktarda ödenek ayirmaktadir. Bunun nedeni füzyonun uzun bir dönem daha
gerçeklesemeyecek olmasi olabilir. Ne de olsa henüz arastirmalar devam ettiginden
diger alternatif enerjiler gibi kömür veya petrol sanayisinin önüne geçemeyecegi
kesindir. Eger ki enerji santrallerinde kontrollü füzyon tepkimesi gerçeklestirilebilirse
insanoglu çok verimli bir enerji kaynagina kavusmus olacaktir. Yeni bir
sicak füzyon icat edilmistir ancak gizli tutulmaktadir. Son dönemde bir
Amerikan sirketi çakil yatakli nükleer reaktörle rekabete
girebilecek sekilde ufak bir füzyon reaktörü gelistirmektedir.
Günümüzün trajedisi hükümetlerin yanlis çözümlere yönelik inatçiligi
ve bu yöndeki saldirgan lobi faaliyetleridir. Dünyayi mahveden teknolojilere
verilen sübvansiyonlar inanilmaz boyuttadir. Örnegin Amerikan otomotiv sektörü
devletten yardim alarak ayaktadir. Çin bile kömürle çalisan tesisler kurma
planlarina ragmen birçok ülkenin liderinden daha fazla sorunlarin farkinda gibi
görünmekte ve daha akillica davranmaktadir. 2010’a kadar Çin’de kullanilan
enerjinin %10’unun yenilenebilen enerjiden gelmesini hedeflemektedir. Üstelik
Çin yakit pillerinin gelisimini engelleyecek sahte sübvansiyonlarla
ilgilenmeyecek ya da orada kimse rüzgar türbinine karsi çikan olmayacak tam
tersine kalabalik isgücüyle bir an önce yakit pillerinin seri üretimine geçmeye
can atacaktir. Hatta simdiden ev kullanimina yönelik rüzgar türbinlerini
küresel piyasaya sürmektedir.
Yüzyilin ortasina gelindiginde karbon bazli yakit kullaniminda Tony
Blair’in hedefledigi %60’lik orana ulasmis olabiliriz. Ama asil sorun o
zamana kadar neler olabilecegi. Petrol endüstrisi 21.yy degisimine ne kadar
direnecek? Iklim degisikligi sürecinin ne kadari geri çevrilebilir halde
olacak? Küresel isinma yogun sekilde devam edecek ve muhtemelen geri
döndürülemeyecek fakat yine de iklim degisikliginin esi benzeri olmayan bir
felakete dönüsmesini engellemek için hala bir firsatimiz var. On-onbes yil
sonra degil hemen harekete geçmemiz lazim. Çünkü bu firsati kaçirmak üzereyiz.
Aslina bakarsaniz en az maliyetli ve en çok getirisi olan adimlari atma
firsatini çoktan kaçirdik. Bu elimizdeki son firsat. Dogru ilerlersek 21.yy’in
ikinci yarisinda bol, verimli ve temiz enerjiye sahip olacagiz. Bu çesitli
enerjilerle saglanabilir. Seçeneklerden biri füzyon olabilir. Çok yakinda günes enerjisi
ve 10 megavatlik rüzgar çiftlikleri yaygin olarak kullanilacak. Yakit pillerine
heryerde rastlanacak. Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde otomobillerin yerini bugün de
varolan yakit pilli motosikletler ve üç tekerlekli araçlar alacak. Deniz suyunu
içme suyuna masrafsizca dönüstürebilen gani gani enerjimiz olacak. Bu da Abu
Dabi gibi çöllerde vaha gibi sehirler kurulmasini saglayacak. Görkemli
uygarlik tasarilari için bol su ve enerji çok önemli olacak. Binalar ve sehirler
ekolojiyle uyumlu hale gelecek. Tüm makinalar enerji tasarruflu olacak. Karbon
bazli olmayan temiz enerji gerektiginden daha geç bir zamanda ortaya çikmis olacagi
için dünyada yogun firtinalar, kurakliklar, asiri sicaklik, iklim degisiklikleri
olacak ve tarim faaliyetleri aksamis olacak. Deniz kiyisindaki sehirler
büyük setlerle korunacak. Binalarin çogu 7 siddetinde firtinalara
dayanikli sekilde insa edilecek. 21.yy’in ikinci yarisinda insanlik iklim
degisikligi nedeniyle büyük hasar görmüs bir dünyada nasil iyi yasanabilecegiyle
alakadar olacak.
En kötüsü ise yeryüzünün dogal kontrol mekanizmalarini olusturan Gaya’nin
insanin insafsiz geribeslenimiyle çigrindan çikip insanoglu ne yaparsa yapsin
isinmaya devam etmesi olur. Elbette klimalarin buna olan katkisi
yadsinamaz. Insanligin basinin büyük belada oldugunu gösteren isaretlerden
biri yagmur ormanlarindaki agaçlarin isi artisi nedeniyle ölmesi olacaktir.
Dünya atmosferinin kirletilmeye devam edildigi bir kisir döngüde dünya baska
bir duruma geçecek ve yerküre çok isinacagindan yeryüzünde çok genis alanlar
yasanmaz hale gelecektir. Belki o zaman yapay ortamlar yaratarak yasamin
devamini saglayabilecek teknolojiye sahip olacagiz ama insanlar yasamini çok
daha zor sürdürebilir hale gelecek. Mühendisler dünyaya ulasan
günes isinlarinin gücünü azaltmakla veya baska iklim degisikligine baska
yollarla karsi koymaya ugrasacak. James Lovelock’un yaptigi uyariya göre karbon
saliniminin devam etmesine izin verdigimiz takdirde is çigrindan çikar ve
uç sonuçlar yasanacagindan çok fazla sayida insan hayatini kaybedebilir.
SINSI SORUN
Insanin çevreye verdigi zarari çöle dönüsen Aral Denizi’nde veye yanip kül
olan ormanlarda çiplak gözle görmemiz mümkün. Ancak insan kaynakli nedenlerle
dogada yarattigimiz öyle degisiklikler var ki çiplak gözle görülmesi imkansiz.
II. Dünya Savasi’ndan bu yana kimya endüstrisi binlerce degerli yeni madde
yaratti. Plastik, suni gübre, boyalar, tarim ilaçlari, gida katki maddeleri,
vb. O zaman kimya mühendislerinin bu maddelerin insan bünyesine karisip
birikebilecegi, hemen anlasilmayan kalici hasarlara yolaçabilecegi hakkinda en
ufak bir fikri yoktu. En kötüsü bu maddelerin kanser, sakat dogum, beyin
hasari, çocuklarda sebebi bilinmeyen rahatsizliklara yolaçabildigi ortaya
çikti. Kar pesindeki sirketlerin vurdumduymaz tavirlari insan sagligini
tehdit eden maddelerin piyasadan çekilmesine engel oldu. 21.yy’in anlaminin
önemli kismi bilimsel olarak kesin bir sekilde hangi yapay maddelerin dogal
sistemlere karisabildigini anlamaktan ve dogaya ve bilhassa insana zarar
verenlerin üretiminin ve kullaniminin yasaklanmasindan geçmekte. Kendimize o
kadar yapay bir dünya yaratmaktayiz ki kendimizi korumak için daha güçlü
savunma mekanizmalari gelistirmemiz insan türünün devami için zorunlu.
Insan yapimi kimyasallarin insan bünyesine karismasi durumunda en çok hasar
verdigi sistem endokrin sistemidir. Vücudumuzun bagisiklik ve sinir
sistemleriyle dogrudan iliskide olan endokrin sistemi vücudun salgiladigi dogal
kimyasallar olan hormonlar ve reseptörleriyle hücre bazinda baglanarak
biyolojik faaliyeti baslatan belirli proteinlerin üretilmesini saglamakta,
böylece büyüme, üreme, sinir sisteminin gelisimi ve davranislarimizi kontrol
etmektedir. Yapay kimyasallarin müdahalesi endokrin sisteminin isleyisini bozar
ve hormon salgilarinda düzensizlikler meydana gelir. Hormon ve reseptörü
anahtar ve kilit gibi düsünürsek insan yapimi yapay kimyasallarin vücuda karisip
hormon taklidi yaparak kilidi kirdigini ve biyolojik süreci dogal olmayan
bir sekilde baslattigini kavrayabiliriz. Bedenin sinyalleri oldukça karmasik
oldugundan yapay maddelerin ise karismasi çok ciddi sorunlara yolaçabilir. Dogal
evrim, insan bünyesini dogada varolan polenlerdeki hormonlar gibi degisik
maddelere karsi kendini koruma direnci gelistirmistir. Bunlar insan bünyesi
için aldatici olamaz ancak insan yapimi kimyasallar biyolojik süreçte
bozulmaya; yanlis zamanda baslamasina; istenmeyen süreçlerin
tetiklenmesine neden olabilir. Günümüz teknolojisi hangi kimyasallarin insanin
endokrin sistemine müdahale edebilecegini belirleyebilecek durumdadir.
Atmosferde, gidalarda, suda ve kullandigimiz diger maddelerde bu kimyasallari
belirlemek mümkündür. Örnegin Amerika’da kursun katkili benzin nedeniyle
onmilyonlarca insan beyin hasarina ugramis, zeka geriligi ve sakat dogumlar
meydana gelmistir. Sebep oldugu sonuçlar bilimsel olarak kanitlanmis ve yasanmis oldugu
halde hala inanilmaz sekilde bazi ülkelerde kursun katkili benzin
satilmaktadir. Kalici Organik Kirleticiler olarak adlandirilan POP kimyasal
maddelerin tümör, kanser, sakat dogum, erkeklerin disilesmesi, disilerin
erkeklesmesi, bagisiklik sistemi sorunlari, davranis bozukluklari, üreme
bozukluklari, tiroid düzensizligi, hormon bozukluklari gibi saglik sorunlarina
neden oldugu bilinmektedir.
20.yy’in yarisindan sonra yayginlasan bu kalici yapay kimyasallardan
PCB’ler (poliklorinat bifenil) dogaya karisip yokolmaz; üstelik yagda çözündügü
için gida zincirine geçtigi anda çogalarak katlanarak dogal sistemlere müdahale
eder ve bedende birikir. Kimyasal atiklarla kirlenmis sulardan diger
canlilarin bedenlerine karisir. Örnegin bu kimyasallarin baliklardan insanlara
geçmeleri isten bile degildir. PCB’lere dünyanin heryerinde hatta
Antartika’daki penguenlerde bile rastlamak mümkündür. Hormonlari bozan bu
maddeler hayvanlara da ayni sekilde çok zararlidir. Tüm memelilerde
ceninin rahimdeki gelisimi esas olarak aynidir. Anne karnindayken bebegin gelisimini
hormonlar belirler. Ceninin en hassas oldugu dönem ilk dört-sekiz haftadir. Bu
dönemde dogal hormonlar yerine hormon taklitçileri yapay kimyasallardan çok az
miktarlar bile yanlis bir sinyal vererek herseyi altüst edebilir.
Danimarka’da okul çagindaki erkek çocularinin %7’sinde testis ve penis gelisimi
bozukluklari saptanmistir. Arastirmacilar ayni sorunun Florida’daki erkek
timsahlarda görüldügünü belirlemistir. Sorunun kaynaginin suda çözülmeyerek
baliklara geçen ve oradan da insanlarin ve diger canlilarin metabolizmasina
karisan insan yapimi kimyasallar oldugu tespit edilmistir. Bu zararli kimyasallar insanlarda ve hayvanlarda cinsiyet gelisimini
raydan çikaran bir etki göstermektedir. Yanlis zamanda yanlis bir
sinyal bebegin cinsiyet gelisimine müdahale ederek sorun yaratmaktadir.
Uzmanlar dünyanin her yerinde escinsel davranislar gösteren fareler, köpekler,
kuslar, arilarin sayisinin arttigini belirtmektedir. 1990’larda, Ingiltere’de
aritmasi titizlikle yapilan kanalizasyon atiklarinin karistigi bir nehirdeki
baliklarin hem disi hem erkek organina sahip oldugu ortaya çikmistir.
Hormonlarin isine karisan bu kimyasallarin yarattigi baska sorunlar da
vardir. Insanlarda 1940 yilinda mililitre basina 113 milyon olan sperm
sayisi 50 yil içinde 66 milyona düsmüstür. Üstelik sperm kalitesindeki düsüs de
kaygi vericidir. 1992’de yapilan arastirma sanayilesmis ülkelerde ortalama
sperm sayisinin yari yariya düstügünü saptamistir. PCB’ler yasaklanali 20 yil
olmasina ragmen yerlestigi yerde çogaldigindan birikmis miktarlarda tüm
canlilarda, denizde, vahsi dogada halen yüklü miktarda PCB bulunmaktadir.
Hamilelikte PCB’ye maruz kalmak ise zeka geriligi gibi korkunç sonuçlar dogurmaktadir.
Toplum açisindan zeka geriliginde ve ögrenme bozukluklarinda artis çok
masrafli sonuçlar getirir. Yeni bir kimyasal ürün piyasaya sürecek olan sirketler,
eko-sisteme ve insanlara zararli olmayacagini kanitlamaya mecbur edilmelidir.
Mayis 2001’de Stokholm’de düzenlenen kongre en zararli 12 POP maddesine yasak
getirmis ve listeye eklemeler yapilacagini bildirmistir. Düzenlemeyi kabul
eden 104 ülkenin arasinda ABD bulunmamaktadir.
TEKNOLOJI, GENETIK ve NANOTEKNOLOJI
Çok heyecan verici ve sorumluluk gerektiren bir çagda yasiyoruz. Toplum
olarak yeni teknolojileri daha iyi bir dünya kurmak için kullanacagimiza karar
vermemiz gereken bir zamandayiz. 21.yy’da insan dogasini gelistirmek için çesitli
yollara sahip olacagiz. Bu özellik 21.yüzyili essiz kilacak. Genetik bilim
birçok kalitsal hastaligin ortaya çikmasini engelleyecek, gelecek kusaklarin
daha saglikli olmasini saglayacak. Tipta inanilmaz gelismeler yasanacak. Insanlar
basit bir kan testi yaptirir gibi DNA testi yaptirip hangi hastaliklara
yatkinligi oldugunu bilebilecek. Gen terapisi sayesinde birçok hastalik ortaya
çikmadan engellenebilecek. Elbette etik olarak sorgulanacak teknolojilerle de
karsilasacagiz. Hatirlarsiniz, ilk zamanlarda tüp bebek teknolojisi de tepkiyle
karsilanmisti. Gen modifikasyonunda önemli olan dogal olarak varolamayacak
genlerin yaratilmamasi. Normalde çiftlesmeyecek iki yaratigi, mesela insanla kus genlerini
birlestirmek veya kertenkele genini insan kromozomuna eklemek gibi fikirler
tehlikeli bölgeye girmek olacaktir. Çünkü beklenmedik sonuçlar ortaya
çikabilir. Birçok yerde benzer laboratuar çalismalari sürmektedir. Insanla
genetik yapisi çok benzediginden sempanzeleri gelistirmek için deneyler
yapilmaktadir. Bazi ülkeler genetik modifikasyonu yasaklamistir ancak karsi
çikmadan önce yararli ve tehlikeli olan degisikliklerin ayirtedilmesi gerektigini
anlayamamislardir. Halbuki bu yolla bazi hastaliklarin önlenmesi mümkündür.
Öyle zamanlar gelecek ki bazi toplumlarda dogum öncesinde engel
olunabilinecekken bir çocugun cüce veya sakat dogmasina izin verilmesi
ahlaksizlik sayilacak. Benzer durumlarda firsat varken soruna engel olmamak çok
yanlis olur. Genetik degisiklik bebeklere yedek bir 24.kromozom eklenerek
yapilir hale gelebilir. Bu kromozom asil genetik yapiyi degistirmeden herhangi
bir hastalik durumunda ihtiyaç duyuldugunda islev kazanacaktir. Sürprizlere yer
açmamak için insan geniyle ugrasirken ne yaparsak yapalim geri çevrilebilir bir
islem olmasi gerekmektedir. Gen haritamizda sisman olup olmayacagimiz,
tasali mi yoksa bagimli bir kisilige mi sahip olacagimiz hepsi
kayitlidir. Ileride genetik bilimdeki gelismeler sayesinde ticari sirketler
anne babalara dogacak çocuklarini degistirme hizmeti sunarsa sesi güzel olsun,
zayif olsun, mavi gözlü olsun, hafizasi güçlü olsun diye siraya girecek yiginla
müsteri olacagi kesindir. Gögüs büyütme, burun kaldirma gibi estetik
ameliyatlar kadar gen modifikasyonu da tüketim toplumunun ayrilmaz bir parçasi
haline gelebilir. Elbette genetik yapiyi degistirmekle herseyin düzeltilebilecegi
fikrine kapilmak çok yanlis olur. Zeka, egitimde basari, nezaket veya
atletik beceriler gibi pek çok insani tutum genlerle çevrenin etkilesimiyle ve
henüz çözemedigimiz kadar karmasik bir sekilde gelismektedir. Dolayisiyla
genetik mühendisligi dahiler yaratmayacaktir. Ancak canli ve cansiz varliklari
birlestirerek tipta ve tarimda önemli firsatlarin yolunu açmaktadir. Bilgisayar
teknolojisi yapay zeka olusturmus durumdadir. Koyun klonlamak ve yeni
bitkiler yaratmaktan öte insan dogasini degistirebilecek teknolojiye sahibiz
artik. Yine de Tanri’yi oynayan bir teknoloji yasamin özünü kurcalamak olur. Insan
genini degistirmenin uzun vadeli tehditlerinden biri de toplumsal sinif ayrimi
yaratacak olmasidir. Varlikli veya baglantilara sahip olan insanlar, çogunlugun
yaptiramayacagi genetik degisiklikleri yaptirabilirler. Gelecekteki sirketler
ise adam alirken gen testi yapabilir en parlak olan çalisanlarina daha çok maas ödeme
yoluna gidebilir. Genleri gelistirilmis insanlarin dogacak çocuklarinin
genlerinin de degistirilecegi kulüpler ortaya çikabilir. Genetigi zenginlestirilmis insanlar
birbiriyle evlenmeyi seçebilir. Ancak belki de su anda ileri düzey bir
yazilim kullanabilmek veya yüksek maasli bir iste çalisabilmek için insanlarin
aldigi yogun egitim gibi insani gelistiren diger imkanlardan daha ayrimci
olmayabilir.
21.yy’da önce yavas sonra yogun bir sekilde insanin ilerleme
yetenegini gelistiren degisimler en önemli devinim egilimlerinden biri olacak.
Daha iyi egitim, daha iyi beslenme, daha iyi isler, aygitlar, süper zeki
bilgisayarlar, süper hizli Internet olacak ve zihnimizi bunaltan angaryadan
kurtulmus olacagiz. Fakat genetik iyilestirme siradan hale geldiginde
tehlikeli bölgeye giren genetik çalismalar da hizla ilerlemis olmayacak
mi?
Bu kitapta toplumu önemli biçimlerde degistirecek olaylara deginmek istedigim
için özellikle yüzeydeki dalgalanmalari degil derinden giden güçlü akintilari
ele aliyorum. Bilgisayar teknolojisinin gelismesiyle bilgisayarlarin gücünün de
giderek artacagi yadsinmaz bir gerçek. Bilgi-islem teknolojisinde gerçek bir
devrim yasanacak. Ayni anda her yerde olabilen sensörler, nanoteknoloji,
küresel bilgi depolari ve çok yüksek-bant genisligine sahip sebekeler
araciligiyla kesintisiz Internet ulasimi. Gerçeklesecek bu bilgisayar
devriminin asil nedeni ileride makinelerin de zekaya sahip olacak olmasi.
Bilgisayar devreleri, insan beynindeki nöron ve aksonlardan milyon kat daha
hizli oldugundan belirli “düsünce”leri etkin bir biçimde uygulayabilecek sekilde
programlanabilir. Böylesine bilgi-islem mekanizmalari altyapi gibi heryerde
kurulu olacak ve neredeyse her türlü insan faaliyetini etkileyecek. Ancak
makinelerin zekasi temelde insan zekasindan çok farkli isleyecek. Makineler
kendi kendilerini gelistirmek üzere programlanabilecek. Görünmeyecek kadar
küçük olan nanoteknoloji aktaricilari kablosuz iletisimle merkez bilgisayara bagli
olacak ve hayatin içinde yeralacak. Bu sekilde her an heryerde olabilen
makine zekasi uygarliga müthis degisimler getirecek etkenleri olusturacak.
Elbette bu öngörüleri gelistirdigimiz teknolojiyi kontrol edip edemeyecegimize
dair bir uyari olarak da görmeliyiz. 21.yy’in anlaminin bir kismini da
böylesine güçlü bir teknolojiyle nasil basedecegimizi ögrenmek olusturmakta
çünkü günden güne geliserek sonunda yasami manipule edebilecek duruma gelecegiz.
1950’lerden beri katlanarak büyüyen bilgi-islem teknolojisi bir
bilgisayarin gücünü saniye basina yaptigi isleme göre degerlendirir. Insan
beyninin islem gücü 100 petaflop’tur. 2015’e gelindiginde bu güçte
bilgisayarlar gelistirilmis olacaktir. Fakat bu bize makinelerin insanlar
gibi olacagini göstermez. Aslinda insan beyninin kapasitesinin yakinindan
geçmeyecekler ama bilim ve ticaret alanlarinda insan kabiliyetinin ötesine
geçecekleri muhakkak. Gelecekteki roketsavar savunma sistemleri dahil askeri
alanda da bu tip bilgisayarlara çok ihtiyaç duyulacak. 100 petaflopluk
bilgisayarlarin günümüzdeki kisisel bilgisayarlar gibi seri üretimi yapilirsa
fiyatlari da düsecektir. 2025’te petabilgisayarlara heryerde rastlamak mümkün
olacak. Böylesine güçlü makineler gelecekte su anda kavramakta zorlandigimiz
isler yapiyor olacak. Örnegin:
¾ Kitle-piyasa bilgisayar oyunlarinin sanal gerçekligi
kullanarak daha gerçekçi hale gelmeleri. Interaktif sanal gerçekligin
sunulabilmesi bilgisayar gücünün ne kadar yüksek olduguna baglidir.
¾ Makineler akillandikça özel fonksiyonlara sahip robot
piyasasinin genislemesi.
¾ Askerlerin savas alanina gitmeden egitilebilecekleri
bilgisayar uygulamalari.
¾ Sinemada çok daha gerçekçi ve ilginç efektler
¾ Aninda tercüme. Mükemmel olmasa da kitle piyasa
araci olarak yararlanilmasi.
¾ Yüksek miktarda bilgisayar gücü gerektiren elektronik
ticaret uygulamalari.
¾ DNA bilgisinin tamamlanmasiyla birlikte süper bilgi-islem
mekanizmalari önleyici tibbin yeni bir bilim olarak gelismesi ve biyolojik
varliklarin faaliyetini saglayan protein ve fonksiyonel yapilarin yaratilmasi.
Nanoteknoloji inanilmaz boyuttaki icatlarin gerçeklesecegi bir alan olacak
ve bu teknolojinin gelismesi, kendi kendine kurulan sistemler yaratilmasini
mümkün kilacaktir. Örnegin binalarin dis cephesi nanoteknoloji sayesinde
kendi kendini temizleyecek. Dijital çiplerin temel özellikleri nanotek çagina
dogru ilerledikçe degisecek. Hali hazirda kullandigimiz çiplerin devreleri
nanoteknolojiyle minyatürlesecek. Bilgisayarlar güçlenirken bilgisayar
programcilarinin da o denli gelismesi gerekmekte (-ki su anda öyle
görünmüyor) yoksa ilerleme mümkün olmaz. Yazilimin da kendi kendini gelistirdigi
programlar, programin otomatik olarak olusturulabildigi süreçler
tasarlanabilir. Kendi kendini gelistiren çesitli yazilimlar bugün de mevcuttur
ama çogu henüz ilkel sayilir. Gelecekteki yazilimlar insan rehberliginde uzun
süre kendini gelistirmeye programli olacaktir. Böylece insanlarin klasik
program yazma anlayisinin ötesinde kendi kendine kaynak yaratmayi beceren
bilgisayarlar olacaktir.
21.yy’in en önemli belirleyicilerinden biri insan-disi zekadir. Insan-disi
zeka derken bilgisayarlarin zeki davranislari otomatik olarak yapmasini saglayacak sekilde
gelisen tekniklerin hepsinden bahsedilmektedir. Akilli makineler insanlarin
algilayamayacagi seyleri taniyabilme, ögrenme ve gelistirme kapasitesine
sahip olacak. Bu alanda günümüzde yapilan çalismalar sadece bir baslangiç.
Yüklü bütçelerle kirk yildir sürdürülen yogun arastirmalara ragmen halen
insan-disi zeka çok sinirlidir. Öncelikle bilgi-islem gücünün artmasi gerekir.
Zeki makinelerin gelistigi dönem daha sonra olacaktir. Gelecekte tarihçiler
bilgisayarin temel asamasindan sonra asil atilimini insan mantiginin basit
adimlarini izlemekten vazgeçip bambaska bir mantikla isleyen kendine ait bir
zeka göstermeye basladigi zaman gerçeklestirdigini söyleyecektir. Önümüzdeki
zorluk daha iyi kurumlar yaratmak, önleyici tibbi gelistirmek, terörizme karsi
güvenlik, temiz çevre, yeni yaraticilik düzeyleri ve uygarligin yeni ve olaganüstü
hallerini olusturmak için insan-disi zekanin kabiliyetlerini bu yönde kullanabilmektir. Insan-disi
zeka “düsünce” kavramina yeni bir boyut ekleyecektir. Çünkü makinelerin olusturdugu
düsünce bizimkinden çok farkli olacaktir. Gelecekte “düsünce” insan düsüncesine
ait süreçler; insan düsünce sürecine öykünen makineler ve insan-disi düsünce
süreçleri olmak üzere üçe ayrilacaktir. Makinelerin mantigi matematik kadar
kesin ve insanin asama asama kontrol etmesini gerektirmeyecek kadar düzgün
olacaktir. Biyoloji biliminin gen analizi, ilaç kesifleri gibi alanlarda karsilastigi
büyük zorluklarin insan-disi zeka teknikleriyle üstesinden gelinecek ve böylece
müthis bir ilerleme kaydedilecektir. Fakat biyoloji ve hesaplamalariyla
ilgilenecek kisilerin yetistirilmesi gerektigi unutulmamalidir. Kisaca
insanlarin yapamadigini makineler makinelerin yapamadigini da insanlar yapiyor
olacak.
21.yy’da egitimin önemli bölümü insan aklinin bilgeligini genisletmek,
sentezlemek ve sonunda sürekli gelisen insan-disi zekayla iliskisini kurmak
olacaktir. Insanlar makinelerin yapamadigini daha iyi yaptikça
bilgisayarlarin insanlarin yerine geçmesi öngörebildigimiz gelecekte
olanaksizdir. Aslina bakilirsa gelecekte duvar kagidi bile bizden daha zeki
olacagi için biz insanlar da makinelerin taklit edemeyecegi sekillerde
insani olmakla ugrasiyor olacagiz. Gelecekte “Bilgisayarlar film çekmemeli
fakat insanlar da fabrika yönetmemeli” kanisina varabiliriz. Önemli olan insan
zekasiyla insan-disi zeka arasindaki sinerjinin en iyi sekilde gelistirilmesidir.
En degerli sonuçlara ulasabilmek için ortakligin nasil tasarlanmasi gerektigine
kafa yormaliyiz. Akilli makinelerin insan benzeri olacagini fikrinin çogumuzun
hosuna gitme nedeni asina oldugumuz bir tarafi olmasini arzulamamizdandir.
Halbuki eski aliskanliklardan kurtulabilirsek ve yeni ufuklara yelken açarken
yönümüzü bulmayi ögrenirsek açildigimiz engin sular çok daha ilginç olacaktir.
OTOMATIK EVRIM ve GELISMIS INSAN
21.yy evrim unsurlarinin otomatiklestirilebildigi çag olacaktir.
Birincil evrim türlerin mutasyon, rastgele sapma, melezlesme ve dogal
seleksiyon/dogal seçilimiyle olusan yavas bir süreçtir. Tek hücreli
canlilardan çokhücrelilere geçis 3 milyar yil sürmüstür. Birincil evrim
sonucunda ortaya çikan düsünme ve iletisim becerisine sahip zeki varlik
insandir. Ikincil evrim, zeki varligin kendi evrimini yaratmayi ögrenme
sürecidir. Makineler, kimyasal bitkiler, yazilim, bilgi-islem aglari, ulasim,
üretim süreçleri ve bunun gibi faaliyetlerin yürütüldügü yapay bir dünya
yaratir. DNA manipülasyonunu ögrenir. Degisik fikirler degisik insanlarin
aklina gelir. Evrimin ilerleyebilecegi çesitli yollar olusur. Üçüncül evrim ise
yeryüzünde henüz yeni baslamis bir süreci tanimlar. Zeki varliklar evrimin
kendisini otomatiklestirmeyi ögrenir. Bu yapay evrim yazilim ve bilgi-islem aglariyla
baslayip prosedür, kontrol mekanizmalari ve donanima dogru hizla ilerler. Insanoglunun
bin yil sonra yeryüzünde ne yaratmis olacagi hakkinda en ufak bir fikrimiz
yok. Sonuçlar öyle siradisi olabilir ki hayatta kalip kalamayacagimizi merak
etmek çok dogal. 21.yy muhtemelen insan türü devamliliginin belirlendigi
yüzyil olacak. Eger hayatta kalacaksak yapay evrimin istikrarsiz ve
sorumsuz olmasini birakip risklerin iyice anlasildigi zekice yönetilen
süreçlere dönüstürülmesi gerekmektedir.
Darwin evrim kuramini ortaya attigindan beri evrim süreçlerinin belirli bir
algoritmayi izleyip izlemedigine dair siki bir tartisma sürmektedir. Tekrar
edebilen prosedür anlamina gelen algoritma günümüzde bilgisayar tarafindan islemi
yapilan kusursuz bir prosedürü kastetmektedir. Doganin algoritmasi da dogal, çesitlenen,
en iyi uyum saglayan yasasin seklindedir ve bu farkli
canli türlerini ortaya çikarmistir. Evrim sürecinde rastlanti önemli bir
unsurdur. Birbirini takip eden deneme-yanilma süreçlerinin en iyi uyum saglayanin
hayatta kalmasini saglamaktan baska bir hedefi yoktur. Dogal seçilim sayesinde
varolan canlilardan insan evrimin nihai hali degildir. Sadece sansimiz
yaver gitmistir. Oysa ki teknoloji evriminin hedeflerini insanlar belirler.
Otomatiklesmis evrim ise bir mühendislik kurali olarak rastlantiya yer
vermez, ölçülebilir bir hedefe dogru yönelir. Eger evrimi bastan baslatabilseydik
vardigi sonuçlar bugünkünden çok farkli olurdu. Dogal evrimin büyük kismi
tekrar edebilen bir prosedür seklinde ilerliyorsa bilgisayarlarin da
belirli bir algoritmayi takip ederek benzer sonuçlara ulasmalari gerekir.
Otomatik evrim üzerine yapilan çalismalar devam etmektedir. Oxford’lu
biyolog-yazar Richard Dawkins’in hazirladigi bir bilgisayar programi bilgisayar
ortaminda Darwinvari kurallar olusturup islemciyi devreye sokarak evrime
benzeyen ve otomatik isleyen bir süreç yaratmis ve genleri degistirdiginde
meydana gelen sekillerin degistigini gösteren deneyler yapmistir. Bu da
daha üst düzey bir evrimin genlerin seçilmesiyle saglanabilmesini mümkün
kilmaktadir. Insan zekasiyla tasarlanmis programin takildigi yerlerde
yine zeki insanlarin müdahalesiyle kurallari yeniden düzenlenerek otomatik
evrimin devam etmesi mümkündür. Elimizde yeterli islemci olsaydi milyonlarca
yilda olusmus essiz bir florayi yeniden olusturmak sadece birkaç gün
sürebilirdi. Fakat tüm bunlari yapabilmek için muazzam sayida deneyin ve arastirmanin
yapilmasi gerekmektedir. Örnegin bir at yetistiricisinin dogadan daha etkin
bir sekilde melezlestirme yöntemiyle yaris ati cinslerini yetistirmesine
benzer sekilde otomatiklesmis evrim de her türün belirli bir hedefe
yönelik olarak uyumlulugunu degerlendirerek uygun mutasyonlari seçebilir.
Üstelik bunu elektronik bir hizla yapar ve ortaya çikan sonuçlar çok ilginç
olabilir.
Yeryüzünde yasam insanin ortaya çikmasindan 4 milyar yil önce baslamistir.
Sanayi Devriminden bu yana günümüz endüstriyel toplumunun yasadigi evrim 3 asir
sürmüstür. Artik özel amaçli süper bilgisayarlarla üstün bir hizla evrimi
tasarlayabilecek hale gelmis bulunmamiz birçok soru isareti yaratmakta.
Böylesi bir evrim nasil kullanilabilir? Bundan yararlanabilecek endüstri
kollari veya alanlar hangileri? Otomatiklesmis evrim sayesinde belirli
piyasalarin belirli sirketlerce kontrol edilebilmesi mümkün olabilir mi?
Bunu neyi amaçlayarak yapiyoruz? Bu isin kontrolden çikmasini önlemek için ne
yapilabilir? Otomatiklesmis evrim anlayisi olgunlastikça geleneksel
programlamayla yapamayacagimiz çesitte yazilimlar ve prosedürler olusturabilme
imkanimiz olacak büyük olasilikla. Örnegin insan yüzlerini ayirtedebilen çipler
yapilabilir. Evrim mühendisligi bize dogal evrimde olmayan fakat insan aklinin
ve bilimin sahip oldugu uzun mesafe görüsünü otomatik evrime katarak hedefe ulasmayi
saglar. Arastirmacilar sürekli olarak daha iyisini yapmaya ugrasip daha iyi
teknikler ve kuramlar gelistirecektir. Sistemlerin evrimle yaratilmasinin büyük
bir avantaji vardir. Yeteri kadar uzun sürdügü takdirde dogadaki gibi karmasik
hale gelir. Insanlarin tasarlayabilecegi herhangi bir seyden çok daha
karmasik hale dönüsebilirler. Buna evrim mühendisliginde bagimsiz karmasa
denir. Insan-disi zeka insan zekasindan çok daha derin ve hizli bir hal
alacaktir. Bu önceleri dar çapli profesyonel alanlarda gerçeklesse de sonralari
giderek daha genis faaliyet alanlarinda yayginlasacaktir. Insandan
zeki ve kendi kendine evrimlesen soyut zekayla basa çikmak eninde sonunda
toplumun en büyük sorunlarindan birine dönüsecektir.
Tekillik kavrami ise teknoloji gelisim egrisinin neredeyse dikey bir hale
dönüsmesine isaret eder. Insanlarin anlayamayacagi ve kontrol edemeyecegi
zeka patlamalari yasanabilir. Tekillik dönemi, yani insan ve makine zekasinin
birlik olusturacagi zaman dünyanin kanyonun ortasina geldigi döneme denk düsecektir.
Ayni zamanda dünya nüfusu doruga çikmis ve kaynaklar tükenmis olacaktir.
Sonuçlarin çok dramatik ve tahmin edilemez olacagi düsünülmekte ancak bana
kalirsa bilgisayar zekasindaki ani artisin muhtemel zararli etkilerini öngörüp
önleyebilecek zamanimiz olacak. Günümüz toplumunda endüstri kendini
tamamen sebekelere, güçlü hesaplamalara ve son olarak da robot üretime bagimli sekilde
yeniden yapilandirmistir. Bilgisayarlar olmasa dükkanlarda mal da olmaz. Her
geçen yil artan bir biçimde bilgi-islem dünyasina içinden çikilmayacak sekilde
gömülmekte ve makinelere bagimli hale gelmekteyiz. Toplumda kökten degisim
yaratacak çok sayida üstün zekali bilgisayar ve robotun olmasinin sonuçlarindan
biri de gelismis ülkelerdeki pek çok isin makineler tarafindan yapilacak
olmasi. Bu yüksek verimlilik ve refah saglayacak. Toplum da bir sekilde
refahi issizlere dagitma yoluna gidecek. Insanlarin çogu faydali
mesleklere yönelecek. Belki de çok sayida insan gönüllü örgütlere katilip
dünyanin yoksul bölgelerinde yardim amaçli çalisacak ve yeni zekanin yoksullugun
ortadan kaldirilmasi için kullanilmasini saglayacak. Bilgisayarla hesaplamanin
uzun süren evrimi birbiriyle kesisen dört devrim seklinde gelismistir.
Önce hesap makinesiyle baslayan ve kisisel bilgisayara
kadar ulasan ilk evrenin ardindan Internetin yarattigi imkanlar sayesinde
global bilgisayar sebekeleri geliserek ikinci devrimi olusturmus, bunun
sonuncunda is dünyasi yeniden kesfedilmistir. Insan-disi zekanin gelistigi
üçüncü evreye geçildiginde bilgisayarlar daha ilginç hale gelecektir. Kendinden
beslenen bilgisayar zekasinin kaçinilmaz bir sonucu olarak ortaya çikacak olan
Tekillik evresinde bilgisayarlar insan zekasina ait unsurlari taklit edebilecek
duruma gelecek ve derin insan-disi zekanin insanlarca kullanilmasina imkan
veren sistemlerin olusturulmasina yarayacaktir. Dördüncü evrede insan zekasinin
üstünlügü çökecektir. Bilgisayar endüstrisindeki parlak insanlar ve çesitli
girisimciler makine zekasinin artisindan nasil yararlanacaklarina kafa
yoracaktir. Dünya borsalari tekillik dönemi geldiginde gelgitli dönemine ulasacak.
En akilli yatirimcilar en gelismis bilgisayar zekasindan yararlanan “kara
kutu”lariyla çöken ve siçrama yapan farkli dünya pazarlarindan yatirimlarinin
karsiligini azami seviyeye çikarmaya ugrasacaktir. 1990’larda bir dönem Bill
Gates’in kisisel servetinin Israil’in toplam GSYIH’sindan yüksek oldugu
bir dönem olmustu. Tekillik dönemi geldiginde gelecegin Bill Gatesleri ve
George Soroslari kisa bir süre için bunu çoktan asan miktarlara ulasabilir.
Insan organizmasinin ötesine geçilmesinden yana olan Transhümanizme göre
daha saglikli ve daha uzun bir ömür için, özel tasarlanmis psikolojik
ilaçlar, beyin haritasinin çikarilip bazi bölümlerin bilgisayara baglanmasi vs.
gibi konularin özenle arastirilmasi ve olasi tehliklerin ortadan kaldirilmasi
gerekmekte. Dönüsüm Nesli yaslandiginda insan irkinin bazi yönleri büyük ölçüde
gelistirilmis olacagindan sosyal sonuçlari da muazzam olacak. Saglik
açisindan gerekli iyilestirmeler ve insani varlik olarak degistiren
güçlendirmeler olarak ikisi arasinda ayrim yapabiliriz. Genetik modifikasyon
bir yana su anda bile çok satan hafif kimyasallar insanlarin beyin
kimyasini degistirmektedir. Kaslarimizi gelistiren haplar da çikacaktir.
Belirli bir proje için internet üzerinden fiber-optik sayesinde birbiriyle baglantiya
geçen binlerce mühendis birlikte çalisabilecektir. Profesyoneller bugünkü
bilgisayarlarin kapasitesinin çok ötesindeki bilgisayarlara kablosuz sekilde
bagli olacaktir. Nanoteknoloji ve biyolojiyi birlestiren bir bilim dali olarak
nanobiyoloji bilim-kurgu filmlerinde izledigimiz biyonik insanlar gibi
biyolojik ve biyolojik olmayan süreçleri birlestiren “biyobirlesim”le
ilgilenecektir. Vücuda giren bakterileri yoketmek için kan dolasimina yerlestirilecek
bir nano aygit bizi sagligimiza kavusturacaktir. Insani gelistirmenin bir
yolu da duyularini gelistirmektir. Daha iyi duyan, gece gören, sayisiz kokuyu
ayirtedebilen kisaca duyu esigimizi arttiracak elektronik gelismeler olmasi
muhtemeldir. Makinelerin insan duygularini ayirtedebilecek sekilde
tasarlanmasi mümkündür. Insanin kulagina karsisindaki yalan söylediginde
veya baska bir duygu hisssettiginde uyaran bir çip yerlestirilmesi mümkün
olabilir. Bazi uygulamalar dogal olarak sahip oldugumuz duyulari pekistirebilir,
bazilariysa ultraviyole isinlarini ayirtetmek gibi tüm elektromanyetik
spektrumun farkinda olacagimiz sekilde duyularimiza yeni boyut
ekleyebilir.
Önümüzdeki yirmi yil içinde hastaliklarin önlenmesi adina çok büyük gelismeler
olacaktir. Önleyici tip gelisecek ve kisiye göre tedavi kabul görecektir. Gen
terapisiyle yaslanmanin da önüne geçilebilmesi çok muhtelmeldir. Simdiki
çalismalara bakinca bile bilimin insanogluna hem saglikli hem de uzun yasama
imkani sunmasi mümkün olacak gibi görünmektedir. Elbette insanlarin daha uzun
ömürlü olmasi dünyanin nüfus sorununa da katkida bulunacaktir. Fakat insanlarin
yapay yollarla saglanmis uzun yasam imkanina kavusmasi dogum oraninin düsük
oldugu refah toplumlarinda gerçeklesecektir. Dogum oranlarinin yüksek oldugu
ülkelerde ortalama yasam süresi de çok düsüktür. Yasam süresini uzatan sosyal
faktörlerle dogum oranini azaltanlar benzerlik göstermektedir. 21.yy’in sonuna
gelindiginde insana yeni hücreler ve genç bir bagisiklik sistemi saglanmasi
siradan ve yaygin bir uygulama haline gelecektir. Belirli hormon takviyeleriyle
insanlarin ilerleyen yaslarda da dinçligini korumasi saglanacaktir.
Tip alaninda yeni bir dal olan rejeneratif tip, kök hücreleri kullanarak
eski hücreleri ve yipranmis organlari yeniden canlandirma üzerine çalismaktadir.
Kök hücre insan bedeninin herhangi bir hücresine dönüsüp dokuda kendi kendine
çogalabilecek kapasiteye sahiptir. Göbek baginda çok sayida kök hücre
bulunur. Ileride olusabilecek hastaliklar düsünülerek her ülkede kan
merkezleri gibi kök hücre bankalari olusturulmali ve kesilen bebek baglarindan
alinan kök hücreler çöpe atilmak yerine gerektiginde kullanilmak üzere sivi
nitrojen tüpleri içinde saklanmalidir. Kök hücrenin hasar gören dokuyu onarma
yetisi vardir. Kök hücre arastirmalari insan vücudunda hasar gören dokularin
iyilestirilmesi konusunda çok büyük gelecek vaat etmektedir. Rejeneratif tip yasli
bir insanin bagisiklik sistemini yenileme imkani sunmaktadir. Bunun 20 yil
içinde gerçeklesmesi büyük olasiliktir. Bu islemi yaptirmak için çok yüksek
talep olacagi kesindir. Insanlarin sadece uzun yasamasindan
öte saglikli ve uzun bir ömür sürme olasiligi bugünden kat kat daha yüksek
olacaktir.
Insanlarin genleriyle oynanmasi üzerine çok atesli tartismalar sürmesine ragmen
beyin kimyasinin degistirilmesi söz konusu oldugunda pek kimse karsi
çikmamaktadir. Eczaneler sakinlestiricler, uyku haplari, anti-depresanlar,
enerji haplari vb. kimyasallarla doludur. Beyin kimyasini düzenleyen
kimyasallarin düzeyini kontrol edebilmemiz duygularimizi da kontrol
edebilmemize imkan verir. Psikolojik ilaçlar kisiye göre hazirlanacak ve daha
etkili olmasi saglanacaktir. Arastirmalar bu yönde ilerlemektedir. Örnegin
günümüzde çok sik kullanilan Prozac’in depresyonu azaltmanin yaninda insanlara
kendilerini iyi hissettirdigi de görülmüstür. Çok geçmeden farkli kisiliklerde
farkli etkiler gösteren ilaçlar piyasaya çikacak ve televizyondan
satilacaktir. Ilaç sektörünün arastirmalarina göre zihinsel bir rahatsizligi
olmayan insanlarda bile bazi kimyasallarin stres yaratan bir soruna yaklasimlarinda
rahatlatici etkisi bulunmaktadir. Ileride insanlar is görüsmelerine
gitmeden önce anlasmalari rahat yapabilmek için bir hap yutacak, ögrenciler
sinavdan önce baska bir hap sevgilileriyle bulusmadan önce baska bir hap
alacaktir. Evliliklerdeki sürtüsmeleri azaltmak için psikotropik ilaçlar
üretilecektir. Arastirmalar ilaçlarin saldirganligi ve asabiyeti azaltabildigini
ortaya koymaktadir. Fakat saldirganligi arttirici ilaçlar da vardir.
Teröristlerin de psikolojik ilaçlar konusunda kendilerini gelistirmeleri
muhtemeldir. Korkusuzluklarini ve kararliliklarini arttiracak haplar alip
eylemler yapabilirler. Uzmanlarin bazilari beyin kimyasini kavrayisimiz
arttikça tüm duygularimizin kimyasal veya elektrokimyasal temelli oldugunu
anlayacagimiz görüsünde. Sonuç olarak toplum günün birinde antidepresanlari
aspirin alir gibi serbestçe kullaniyor hale gelebilir. Konsantrasyon
arttiricilar, hafizayi gelistiriciler, mutluluk haplari, akliniza ne gelirse.
Beyin kimyasi ve beyin devrelerinin birlikte isleyisininim sirrini tam
olarak çözmeye basladigimizda ögrenme, mantik ve hafizanin sinirsel bazda isleyisini
kavrayabilecegiz; sizofreni, bipolar bozukluk gibi hastaliklari, insan
beyninin fonksiyon bozukluklarini anlama firsati bulmus olacagiz. Beyin
devrelerinin haritasini çikarmak çok karmasik olan beyni tam olarak anlamamizi
saglamayacak ancak nörobilim en heyecan verici bilim alanlarindan biri olacak.
Beynin bazi faaliyetlere odakli kisimlarinin elektronik bir kopyasini çikarip
biyolojik orijinalinden çok daha hizli isleyen bu insan yapimi parçayi beyne
yerlestirmek mümkün olabilecek. Çok uzun arastirmalar sonunda beyin gelistirme
teknolojisinin ise yaramasini saglayabilecek duruma gelebilecegiz. Örnegin sirketlerin
en iyi çalisanlarina açik beyin baglantilari ve karsilik gelen hesaplama
modüllerinin masraflarini karsilamalari söz konusu olabilecek. Teknoloji
ilerledikçe insanlarin beyin sivisina buna benzer aktaricilardan binlercesi
yerlestirilmis olabilir. Peki insan beyni bilgisayar ortamina birebir
aktarildiginda ruhu olur mu? Bilissel bilimci Steven Pinker’a göre aslinda
“ruh” denilen sey beynin bilgi-islem faaliyetlerinin toplamidir. Ya beynin
silikon bir kopyasinin bilinci olmasi münkün mü? Filozof Daniel Dennett’a göre
bilinç karmasiklik sonucunda ortaya çikar, dolayisiyla bu insan beyni gibi
yeterli derecede karmasik olan bir bilgisayar için de geçerlidir. Bilgisayara
aktarilmis beyinin eskiyen hücreleri olmayacaktir. Dijital bir beyin
Alzheimer’a ya da baska bir hastaliga yakalanmaz. Bilgisayarin bozulmasi
durumuna hazirlik olarak yedekleme yapilacak ve gerektiginde baska bir
bilgisayara aktarimi da mümkün olacaktir. 21.yy’in ilerleyen zamanlarinda
beyinlerimiz ve üstün hizli bilgisayarlar arasinda çok siki bir eslestirme
olacaktir. Böylece beyin fonksiyonlarinin yerine geçecek ve daha etkin
fonksiyonlar yaratacaktir. Bu kitabin genç okuyuculari, Dönüsüm Neslinin yasam
süresi dahilinde bunun olmasi kaçinilmaz görünmektedir.
Teknoloji tarihinde bazi icatlar gelecegi degistirmistir. 18.yy’da buhar
makinasi, 19.yy’da telefon; 20.yy’da bilgisayar gibi. 21.yy’in en büyük kesfi
ise bence beyinlerimizin global sebekeler dahil, harici elektroniklere dogrudan
baglanmasi imkani olacak. Bu beyin sivisina nano-aktaricilarin yerlestirilmesiyle
mümkün olabilir. Sonuç olarak biyolojik beyinlerimizle elektronik aygitlar
arasinda kolay kullanim saglayan baglantilar olacak. Simdi bile sinir
sistemiyle ufak bilgisayarlari birbirine baglayan baglantilar kurulmus durumda.
Beyin/bilgisayar baglantisi deneysellikten çikip saglam baglantilara dönüserek
nihayetinde çok çesitlenecek. Elbette bunlarin dünyada en gelismis teknolojiye
sahip yerlerde olacagini söylemenin ayiltici bir etkisi var. Kanyonun en
çalkantili zamanina denk gelen ayni dönemde yoksul ülkeler kitlikla, susuzlukla
bogusuyor olacak. Insan zekasi ve insan-disi zekanin birlesmesi olaganüstü
toplumsal degisimi getirirken her yönde sonsuz gelismeye devam edecek.
Transhümanizm yani insanötecilik ve Tekillik birbiri için yaratilmis adeta.
Basimiza gelecek felaketleri görmezden gelip kendi basimiza kendimiz çorap
ördük. Artik Yunan trajedyalarina konu olacak eskisinden çok daha müthis ve
garip yeni öykülere sahibiz.
Simdiye kadar yeryüzündeki evrim doganin hakimiyetindeydi, sonra birdenbire
isler degisti. Artik evrim büyük ölçüde insanlarin elinde. Doga temelli evrimin
asiri yavasligi nedeniyle neredeyse farkedilemeyen evrim süreçlerini otomatiklestirdigimiz
takdirde fevkalade hizli bir degisim yasanacak. Evrimin dogadan insanin
kontrolüne geçmesi muazzam sonuçlar yaratacak. Çünkü bu tekhücreli canlilarin
ortaya çikisindan beri meydana gelen en büyük degisiklik. Ancak üstünde
durulmasi gereken nokta insanoglunun bu oyundaki tecrübesizligi. Bu yüzden
dikkati elden birakmamak gerekli. Kendi evrimimizi düzgün bir sekilde
yönetip bilimsel bilgi birikimimizi sorumluluk sahibi bir biçimde bu degisime
aktarmak 21.yy Dönüsüm/Degisiminin en kritik unsurunu olusturmakta. Göçmen kuslar
veya gida depolayan karincalar gibi ne yapacagimizi bilmeye biyolojik olarak
programlanmamisiz. Bunun yerine biz insanlar seçme hakkina sahip deneyleriz. Bu
da bizim için büyük bir potansiyel. Teknoloji evrimini mahmuzlayip bu özgür
iradeyi ve yönetim kabiliyetimizi kullanacagiz. Aslinda insanin ergenlik
döneminde oldugunu ve atesle oynadigimizi kabul etmemiz gerek. Insanin doganin
efendisi degil parçasi oldugunu sindirerek doganin 4 milyar yildir yarattigina
derin saygi duymaliyiz. Doganin biyoçesitliligiyle çevrelenmis durumdayiz
ve ne kadar çok müdahale edersek dogaya ve kendimize o kadar zarar verdigimizi
aklimizdan çikarmamaliyiz. 21.yy’in anlaminin hayati kismini olusturacak asama
doganin kontrol mekanizmalarini kendi dengesini olusturabilemeyecek raddeye
itmekten vazgeçmemiz. Zaten iklime, sulak alanlara, ormanlara, denizlere, topraga
ve sayisiz ekosisteme asiri hasar verdik, artik dünyayi daha da yipratacak faaliyetlerden
uzak durmanin zamani geldi de geçiyor bile. Giderek bagimlisi haline geldigimiz
teknolojinin de efendisi oldugumuzu sanarak yanildigimizi farketmenin de
zamanidir. Çünkü yarattigimiz yapay dünya tüketilmis bir gezegende
kalabalik bir nüfusa sahip kendi teknolojisi içinde bogulmaya ve çökmeye mahkum
bir uygarliga dönüsebilir. Bu tuzaga düsmemek için tehlikeli olandan sakinip
teknolojiye hakim olmayi ögrenmemiz lazim. 21.yy’in anlaminin özel
taraflarindan biri de insan türünün uzun vadeli geleceginin halis görkemini
kazara helak etmeyecegimizi garantileyecek düzenlemeler getirilmesi olacak.
Gelecekteki teknolojiyi nasil denetleyecegimizi ayrintisiyla bilmiyoruz fakat
denetimin mümkün olabileceginin farkina varacak kadar yeterli bilgimiz var.
Disiplinli bir sekilde egitim, iyi bir yönetim ve mükemmel korumalarla basarili
mühendislik anlayisiyla bunun üstesinden gelebiliriz. Dindirilemez bir merak ve
heyecanla bilimin güçlerini özensizce serbest birakmis olduk. Atomu
ayirdik, elektronik zeka yarattik, tüm canlilarin genleriyle oynamayi ögrendik
ve simdi de kendimizi degistirmeyi ögrenmekteyiz. Bilim akil almaz
zenginliklere yolaçtigi gibi yanlis kullanildiginda bizi mahvedecek
güçleri de ortaya çikarabilir. Teknoloji çig gibi büyümeye devam ettikçe
iyi ve kötü olasiliklari da ayni oranda artmakta. 21.yy basindayiz ve yasadigimiz
dünyayi çöpe çevirmis durumdayiz, üstelik uygarligi sona erdirebilecek
kadar güç elde etmekteyiz. Bunun yerini tutacak bir dünya bulamayacagimiza göre
gezegeni uzun vadede hayatta kalmamizi saglayacak sekilde idare etmeye dogru
bir degisim yasanmasini umuyoruz. Bunu becerebilecek zekaya sahibiz ve dünyaya
verdigimiz hasari belirli oranda düzeltebiliriz. Fakat hasar bir taraftan devam
edip hizla arttigi için bunu hemen yapmamiz gerek. Geride biraktigimiz
20.yy simdiye kadar dünya savaslarinin yapildigi en siddetli
yüzyildi. Kitle imha silahlari nedeniyle 21.yy benzer bir tavri kaldiramaz. Bu
yeni yüzyil ergenlikten çikip yetiskinlige geçme zamanidir. Davranislarimizi
düzeltmek 21.yy için hayati önem tasimaktadir. Sahip olacagimiz yeni zenginlik
ve yetenekler insanoglunu her açidan gelistirebilir. Bu büyük degisim
küreseldir. Uzun vadede birbirimize dogru dürüst davranarak demokratik özgürlükleri
paylasabilirsek çok iyi olacaktir. Fakat bugünkü küresellesmenin çok büyük
çapli arizalari bulunmaktadir. Büyük sirketler kar edebilecekleri
ülkelerin pazarlarina akin ederken diger ülkeleri umursamaz. Bu yüzden de
zengin ve yoksul ülkeler arasindaki esitsizlik inanilmaz bir boyuta ulasmistir.
Basarisiz ülkeler dünyanin büyük kurumsal haritasinda yeralmaz. Bu durum iyi
idare edilip düzenli sekilde finansal kaynak saglanarak harekete
geçilmezse dünya üzerindeki yoksulluk daha da asiri uçlara kayacaktir. Örnegin
AB’de bir süt inegine verilen sübvansiyon 2 dolardir; oysa 3 milyar insan yani
dünya nüfusunun %47’si günde 2 dolardan az bir gelirle hayatini sürdürmeye çalismaktadir.
Bu bir ailenin beslenmesine çocuklarin iyi egitim almasina kesinlikle imkan
vermeyen bir miktardir. Yoksul ülkelerin nüfusuna yüzyilin ortasina kadar
milyarlar daha eklenmis olacaktir ve üstelik ayni zamanda su azaldigi için
gida yetistirmek de giderek zorlasacaktir.
Bir yandan dünyayi çöpe çevirirken bir yandan da yeryüzündeki milyarlarca
insanin hergün daha kötüye giden bir biçimde telef olmasina göz yumuyoruz.
Küresellesme zengin ülkelerin refahini arttirirken
yoksullar karinlarini zor doyuruyor. Bu kadar büyük gelir dengesizliginde
ülkeler içinde de siddetli ayaklanmalarin meydana gelmesi sözkonusu.
Dolayisiyla çevreyle barisik bir kalkinma modeli izlemekten çok daha fazlasini
yapmamiz gerekiyor. Gelecekte kan dökülmesine, insani korkularin yasanmasina
sebep olabilecek nedenlerin ortadan kaldirilmasi gerekiyor. Dünya üzerinde çok
sayida insani etkileyen dile getirilemeyen yoksulluktan, hastaliklardan,
açliktan kurtulmamiz lazim. Baslattigimiz siradisi degisimi yaratacak yeni
teknolojilerle ne yapacagimizi ögrenmemiz gerekiyor. Bilimin su anda bildigimiz
dünyadan çok daha farkli bir yer yaratma kapasitesine sahip oldugunu ancak
bunun hem müthis hem de tehlikeli bir güç oldugunu akildan çikarmadan
bilimin bize kazandirdiklarinin küresel olarak dagitilmasini saglamamiz sart.
Dogayla isbirligi içinde bu gezegende serpilip gelismemizi saglayacak kurallar,
anlasmalar, yöntemler, davranis kaliplari, kültürel imkanlar, idare
araçlari ve çesitli kurumlar olusturmaliyiz.
21.yüzyilin getirecegi
zorluklar
1. Zorluk – Dünya ve Biyosfer: 21.yy Dönüsümü gezegenin
mahvedilmesinden iyilestirilmesine dogru bir degisimdir. Iklim
degisikligine yolaçan faaliyetlere bir son vermeliyiz. Ozon tabakasini iyilestirmeli,
su kullanimini sürdürülebilir hale dönüstürmeli, ormanlarin asiri biçimde
yokedilmesini durdurmali, topragi yeniden diriltmeli ve küresel boyutta gida
güvenligi saglamaliyiz. Bütün bu degisikliklerin kötü gidisat daha da ilerleyip
hasari geri dönüsü olmayan sekilde arttirmadan yüzyilin ilk döneminde,
yani hemen yapmamiz gerek. Nehirleri kirletmekten vazgeçtigimizde çabucak
kendilerini temizleyebilirler; göllerin eski dengesine kavusmasi ise biraz daha
uzun sürer. Deniz kiyisindaki yapilasmanin önüne geçilmesi, sulak alanlarin
korunmasi gerekmektedir. Bitki ve hayvan türleri hayret verici bir hizla
tükenmekte. Bu türlerin DNA’siyla ilgili bilginin yokolmasi büyük kayiplara yol
açar. Soyu tükenmekte olan çok sayida canli türü için özel koruma alanlarinin
belirlenmesi gerekir. Biyosferin dengesini kurabilmesi için biyoçesitlilikle
rekabet etmekten vazgeçilmesi gerekmektedir. Okyanuslardaki yenilebilen
baliklarin %90’i avlanmaktadir. Denizlere kendi kendilerini yenileme firsati
taninmasi gerekmektedir. Deniz koruma alanlari ve balik avlamayla ilgili
yaptirimi yüksek yasalar çikarilmalidir. Biyosferin küresel anlamda idare
edilmesi lazimdir. Bunu da tüm türler hakkinda kapsamli verilerin bulundugu
bilgisayarlar araciligiyla saglamamiz mümkündür. Artik sahip oldugumuz bilgi-islem
imkani eskiden cahilce bozdugumuz dogal denge hakkinda bize çok yararli veriler
sunmakta. Felaketleri beklemeden önlemlerimizi almamiz gerekmektedir.
2. Zorluk – Yoksulluk ve Nüfus: Zengin uluslar daha da zenginlestikçe
milyarlarca insan asiri fakirlik içinde kisa ve acili hayatlar
sürmekte. Ahlaki yönden zamanimizin en zorlu tarafi asiri fakirligin
yeryüzünden silinmesidir. Bütün insanlarin temiz ve dogru düzgün yasayacak
konuma sahip olmalari saglanmalidir. Tüm uluslarin okuma-yazma oranlarinin
yükselmesi ve issizlik düzeyinin indirgenmesi gerekmektedir. Su anda
yoksulluk ve yoksunluk çeken bölgelerin kalkindirilarak fakirligin yok
edilmesi sarttir. Buna yönelik olarak kar amaçli degil sagduyulu hareket
etmek gerekmektedir. Asiri fakirligin bir bölümü de asiri nüfustan
kaynaklanmaktadir. Dünya nüfusunun yakinda 2,5 milyar daha artacagi
öngörülmektedir ve bu artis çogunlukla kitlik yasanmasi muhtemel ülkelerde
gerçeklesecektir. Dogum oranlarini düsürmek ve nüfus artisinin önüne geçmek
için kadinlarin okur-yazar hale getirilmesi ve özgürlesmesi gerekmektedir.
Nüfusun azalmasini hedeflemek yasam kalitesinin artmasini da saglayacaktir.
3. Zorluk – Hastalik, Savas ve Terörizm: Tarihte birçok kez oldugu
gibi milyonlarca insani öldürebilecek bulasici bir salginin ortaya
çikmasi muhtemeldir ve bunun engellenmesine çalisilmalidir. Artik havadaki
tehlikeli virüsleri ayirt edebilecek sensörlü aygitlara ve yayilmasini
önleyecek medikal prosedürlere sahip oldugumuza göre böyle bir tehlikeye karsi
hazirlikli olmaliyiz. Patojenlerin genlerini degistirmek artik mümkün oldugundan
çiçek hastaligi, veba ve benzeri korkunç hastaliklarin biyolojik silah olarak
kullanilmasi mümkündür ve büyük tehlike olusturmaktadir. Buna karsi gerekli savunmalarin
gelistirilmesi gerekmektedir. 21.yy’da bir dünya savasi çikarsa herseyin sonunu
getirebilir. Hiçbir ekonomik veya politik neden nükleer ve biyolojik silahlarla
yapilacak bir savasi mesrulastiramaz. Kitle imha silahlarina sahip ülkelerin
herhangi bir savas çikarmasi engellenmelidir. Uygarligi yeryüzünden
silebilecek güçte silahlarin üretilmesi bu yüzyili esi benzeri olmayan bir çaga
dönüstürmektedir. Yüksek teknolojiye sahip bir uygarlikta savasin yeri yoktur
varsa da bu uygarligin sonu anlamina gelir. Kitle imha silahlarinin fiyatinin
giderek düsmesi terörizm çagininn baslangiciyla örtüsmektedir. Terörist
gruplarin bu silahlara ulasmasi ve nükleer silah yapabilme imkanlari mutlaka
engellenmelidir. Zenginlestirilmis uranyum ve plutonyum maddelerini ele
geçirmelerine izin vermeyecek güvenlik önlemleri alinmasi elzemdir. Hepsinden
önemlisi ise insanlari terörist olmaya iten nedenlerin
ortadan kaldirilmasi olacaktir. 21.yy’in baslamasiyla birlikte ayri düsmüs ve
birbirine potansiyel olarak düsmanlik besleyen kültürler küresellesmenin yeni
güçlerine eslik eden medya araciligiyla karsi karsiya gelmistir. Bu yüzyilin
kritik görevlerinden biri kültürlerarasi saygi ve isbirliginin olusturulmasi
dolayisiyla farkli topluluklarin birbirini havaya uçurma arzusunu ortadan
kaldirmaktir. Her dinin baska dinlerdeki güzellikleri de tanimasi ve (dünyanin
bazi yerlerinde becerilebildigi gibi) karsilikli anlayis içinde birlikte
yasama zorunlulugumuzu kabul etmesi temel asamalardan biri olacaktir. Intihar
bombaciligini tesvik eden dinsel sapkinliklari engellemek hayati önem tasimaktadir.
4. Zorluk – Yasam Tarzlari ve Insandaki Potansiyel: Insanlarin çogu yaklasik
9 milyar kadari eninde sonunda dünyanin refahina katkida bulunmak
isteyecektir. Bunun 20.yy yasam tarzlariyla gerçeklesmesi mümkün degildir.
Çevreye zarar vermeyen yüksek kaliteli yasam tarzlarini benimsemeliyiz. Bugünün
tüketim toplumundan vazgeçmemiz gerekmekte. Daha tatmin edici ve küresel
boyutta sürdürülebilir yasam tarzlarina geçis dünyayi iyilestirmeye ugrasmamizla
ayni sirada olusacaktir. Yakin gelecekte sahip olacagimiz teknoloji asiri
yaraticlik dolu bir çagin yolunu açacaktir. Ilginç isler ortaya çiktikça,
zengin ülkeler dünya çapinda gençlerin girisimlerine destek verdikçe farkli
kültürlerin birbirini kabul etme olasiligi artacaktir. Dünya elektronik is baglantilarinin
eninde sonunda tüm ülkeleri birbirine baglayacagi ve çok degerli hale gelecegi
ortak bir iletisim agina dönüsmektedir. Eger dünyanin her yerinde gençler
21.yy’in anlamini ve Dönüsüm/Degisim Neslinin hayati rolünü kavrayabilirse
dünya sorunlarina yenilikçi ve yaratici çözümler bulunabilir. Bu ayni zamanda
gençlerin insanligin karsisindaki sorunlarin üstesinden gelerek daha iyi
uygarliklar yaratmak için ugras vermelerini saglayacaktir. Günümüzde
insanligin trajedisi insanlarin çogunun potansiyellerinin altinda hayatlarini
sürdürüyor olmasidir. 21.yy’in hedeflerinden biri bunu degistirmek ve herkesin
içinde gizli olan kapasiteyi açiga çikarmak olmalidir. Bir gecekondu
mahallesinde merakli ve hevesli gözlerle bakan küçük çocuklarin baska kosullarda,
refah içinde yetistirilmesiyle zengin bir ülkede iyi egitim alan bir çocuktan
farki kalmayacagini dolayisiyla topluma faydali olmasinin saglanabilecegini herkesin
idrak etmesi gerekir. Yüzyil ilerledikçe insanoglunun ögrenme yetenegi, önce
bugün de sahip oldugumuz dijital medyayla ve sonrasinda güçlü bilgi-islem
aygitlariyla desteklenecek; ardindan insanlarin beyinlerindeki degisikliklerle
artacaktir. Dünyaya ve üzerindeki canlilara düzgün davranmayi daha yeni ögrenmeye
basliyoruz. Bu çagin insanin sinirsiz yaraticiliginin açiga çiktigi bir dönemin
baslangici olmasi gerekmektedir. Egitimle insan potansiyelinin arttirilmasinin
en yoksul ülkeden en zengin ülkeye kadar her yerde yayginlastirilmasi
önemlidir.
5.Zorluk –Varolussal Tehlike ve Transhümanizm: Kendi türümüzü yok
edebilecegimiz ilk çag olmasi 21.yüzyili ayricalikli
kilmaktadir. Bazi uzmanlara göre insanoglunun bu yüzyili atlatma sansi
%50’dir. Insan türü için tehlike yaratan herhangi bir risk alinmasi
kesinlikle kabul edilemez. Bu yüzyilin sonunu görmek istiyorsak alinabilecek
pek çok önlem vardir. En tehlikeli dönem de tam önümüzdeki dönemdir. Insanoglu
kendi türünün devamliligiyla Rus ruleti oynamaktadir adeta. Insan varolusuna
dair soru isareti olusturan teknolojilerin yarattigi risklerin anlasilmasi,
hatta gerekirse yasaklanmasi veya riski önleyici denetimlerin saglanmasi
gerekmektedir. Takip eden yüzyillarda da geçerliligini koruyacak prosedürler
tasarlanmalidir. Gelisen teknolojiyle birlikte insani çok farklilastiracak olan
uygulamalar tartisma konusu olacaktir. Insanin varolusunda olumsuz
sonuçlar dogurmayacak degisikliklerin hangileri olacagini anlamaya ihtiyacimiz
vardir. Çünkü transhümanizm bugünkünün çok ötesinde uygarliklari mümkün kilan
baslica unsurlardan biri olacaktir.
6.Zorluk – Gelismis Uygarlik ve Bilgelik: 21.yy’in ilerleyen
döneminde enflasyona göre düzenlenmis refah artisi çok yüksek
olacagindan islerin çogunu makineler yapiyor olacak ve bu yüzden insanlarin bos zamanlarinda
ne yaptigi çok önem kazanacak. Gelecek edebiyat, tiyatro, sinema, güzel
sanatlar ve eglencenin çiçeklendigi bir dönem olabilir. Üst-kültür uygarliginin
farkli çesitleri merakli insanlari bir araya getiriyor olacak. Gelecekteki
uygarlik her sekilde sanal aleme islemis olacak. Müzik, dans, film,
oyun yaratma ve yeni olusan kültürün eskiden düsmanca veya önyargili olan
kültürlerarasi iliskilerin gelistirilmesine destek olmasi mümkündür. Hükümetler
eko-refahi vurgulama rolünü üstlenebilir. Kendi kendini yok eden bir gidisattan
akillica yönetilen bir gezegende yasama geçis 21.yy’in anlamini olusturacaktir.
Teknoloji yaptigimiz her seyi dönüstürecegi için sorunlarin üstesinden
bilgece gelmemiz gerekmekte. Bu çag Rönasanstan daha önemli bir dönem
olabilir. 21.yy’i, asiri fakirligin sona erdigi; genetik mühendisligi ve
transhümanizm tartismalarinin geride kaldigi; büyük çapli savas ihtimalinin
ortadan kaldirildigi bir çagdan kendi varolusumuzu tehdit etmemeyi ögrendigimiz
bir çaga geçis bileti gibi düsünmeliyiz.
Bilgisayar ve makinelerce yapilan birçok angarya ortadan kalkacagindan insan
özünde insani olan seylerle daha çok ugrasmaya baslayacak. Yaraticiligin
üst düzeyde olmasi üst düzeyde mutluluk getirecek. Insanlarin çogunun
kültür, mimari ve ekolojik kentler olusturmakla mesgul oldugu zamanlar
gelebilir. Fakat bunlarin gerçeklesmesi hiç kolay olmayacaktir. Gelistikçe
büyük hatalar da yapacagiz. Bazen de hatalarimizdan ders alip ögrenecegiz. Bu
asir bitmeden yaptigimiz hatalari hiçbir zaman unutturmayacak dramatik olaylar
olmasi muhtemel. Bu yüzyilda hayatta kalmayi basarmaya mecburuz. Çagimizin en
ciddi sorunlarindan biri de becerimizle bilgeligimiz arasindaki uçurumdur. Yeni
teknolojiler yaratmakta çok akilliyiz ama is bunlarla nasil basa çikacagimiza
gelince ne yapacagimizi bilemiyoruz. Ne yapmamiz gerektigini kavrayabilecek
kadar bilge degiliz. Bugünün dünyasinda basarili olmak için insanlarin belli
alanlara odaklanip beceri kazanmasi gerekmekte fakat bilgelige ulasmak için
farkli alanlar hakkinda bilgi sahibi olmak, olaylarin nasil daha farkli olacagina
dair düsünebilmek gerekir. Bu da bilgelik ve beceri arasindaki uçurumun
gittikçe açilmasina sebep olmaktadir. Gelecekle ilgili yorumlar sadece borsayi
yükseltecek teknikler hakkinda dar görüslerle sinirlidir. Toplumun en akilli
insanlarinin çogu uzun vadeli düsünme bilgeligine sahip olamayacak kadar kisa
vadeli kazançlar pesine düsmüstür. Kimse yaptigini neden yaptigini uzun vadede
sonuçlarinin ne olacagini düsünmemektedir. Farkli alanlarda bilgi birikimi
yaratabilmek için üniversite egitiminde disiplinler arasi çalismalara yer
verilmesi gerekmektedir. Belirli alanlarda uzmanlasanlarin bir alandaki gelismenin
diger alanlari nasil etkileyecegini düsünebilecek bilgelige ulasmasi gerekir.
Bilgisayarlar daha da zekilestikçe beceri ve bilgelik arasindaki uçurum daha
çok büyüyecektir. Sürekli bu trenin nasil daha hizli ve daha iyi gidecegine
kafa yoran birçok uzman varken trenin nereye dogru gittigine veya gittigi yeri
begenip begenmeyecegimize kafa yoran çok ama çok azdir. Bilgelik yüklü miktarda
bilgi birikimi ve zamanla edinilen tecrübe gerektirir. Böyle bir sentezi herkes
yapamaz. Gelecekle ilgili bilgeligin nerede oldugunu sormamiz ve bu bilgeligi
bilinçli bir sekilde olusturmak üzere harekete geçmemiz gerekir.
21.yüzyilin anlaminin esaslarindan biri de budur. Gelismis uygarlik gibi
bilgelik de rahatlamayi ögrendigimizde gelecektir. En parlak beyinlerin yüksek
maasli kariyer pesinde kosmaktan, en pahali sürat yatlarini satin almaktan
ve sik golf kulüplerine gitmekten vazgeçmeleriyle Olgunlasmis bir
toplumun engin bilgelige derin bir saygi göstermesi zorunludur. Insanlik
21.yy’in gerektirdigi bilgeligi tesvik edip beslemek için bilinçli olarak
hareket etmeli ve bu özellikle üniversitelerin üstlenecegi görevlerden biri
olmalidir.
Bahsedilen zorluklarin hepsi birbirine baglantilidir. Hepsi birlikte
21.yüzyil Dönüsümünü olusturmaktadir. Bilgimiz arttikça üstesinden gelmemiz
gereken sorunlara daha incelikli olan yenileri de eklenecektir. Dünyanin su
anki kosullar devam ederse bu kalabalik nüfusu kaldirmasi imkansiz
görünmektedir. Dogum oranlarinin acilen düsürülmesi ve karbon bazli yakit
kullanimindan hemen vazgeçilmesi gerekir. Insanlik kendi türünün devaminin
tehlikede oldugunu kavrayip durumu kurtarmak için acilen harekete geçmelidir.
Eninde sonunda felaketler bürokrasi içinde bogulan ve saçma politikalar güden
hükümetlerin mecburen kollarini sivamasini saglayacaktir. Tipki Roosevelt’in
Pearl Harbor saldirisindan sonra ulusal bir seferberlik baslatarak ülkeyi
yeniden diriltmesi gibi kesin kararlar alinmasi gerekmektedir. O zaman
Amerika’da üç yil boyunca otomobil üretilmemistir. Su anda da benzeri bir
uygulamayla benzinle çalisan otomobil üretimine son verilip hibrid otomobillere
ardindan da kademeli olarak karbon bazli yakit kullanmayan yakit pili
teknolojisiyle isleyen otomobilllere geçilebilir. Enerji tasarrufu için büyük kampanyalar
baslatilmistir. Kömür isletmelerine kapanmalari ya da karbon salinimini
azaltmalari disinda seçenek birakilmamalidir. 21.yy Dönüsümünü mümkün oldugunca
acisiz yasamak istiyorsak olumlu degisimlere olabildigince erken baslamaliyiz.
Zaten dogaya verdigimiz zarar açisindan pek çok alanda geç kalmis bulunuyoruz.
Fakat sorunlar çok kötülesmeden yapabilecegimiz seyler oldugu halde hala
harekete geçilmemis olmasi hayret verici ve çok üzücüdür. Örnegin Amerikan
Çevre Koruma Bürosu dogaya verilen hasari tamir etmeye çalismaktadir ancak
önemli olan hasar meydana gelmeden engellemektir. Sürdürülebilir Kalkinma
üzerine toplanan dünya zirvelerinde çevre kirliligi tartisilan baslica konu
olsa da ise yarar etkin bir adim atildigi söylenemez. Bunun nedeni de bu köhnemis sistem
sayesinde cebini dolduranlarin baskisi ve direnisidir. Mutlaka gerçeklesecek
olan degisime direnmek, ertelemeye çalismak gereksiz ve bosunadir. 21. yüzyil
insanlik açisindan bir evrimden çok bir devrime dönüsebilir. Toplum için en
büyük tehlikeyi olusturan ise bilim ve teknoloji degil
harekete geçilmesini yavaslatan umursamazlik ve duyarsizliktir. Ne oldugumuz ve
dünyada ne yaptigimiza dair anlayisimizi degistirmemiz sarttir. Sadece
böylesine yeni bir anlayisla yeni davranis sekilleri gelistirebilir, yeni
degerler olusturabilir, yeni hedefler belirleyebiliriz. Dolayisiyla küresel
düzenlemeler, anlasmalar ve kurumlar yeni bir anlam kazanarak yeni bir ruh
yakalayabilir.
KAYNAK VERIMLILIGI
1990’li yillarda Amerikan girisimciliginin yenilikleri ve onlara sunulan
finansal kaynaklar sinirsizmis gibi görünürdü. Birbirinden beslenen
fikirlerin zincirleme etkileri vardi. Berlin Duvari yikildiginda sinirlarin
olmadigi bir dünya yaratma söylemi moda oldu. Internet sinirlari asmanin
sembolü haline geldi. Demir perde inince kapitalist dünyanin esnek olmayan
kurumsal sirketleri, yeni sirketler ve yeni fikirlerin saldirisina ugradi.
Silikon vadisi veya Sony bünyesi gibi ortamlarda yeni inanilmaz basarili
fikirler üretildi. Ancak bu 50 milyon insanla sinirli oldugu halde benzer bir
yenilik firsati yakalamak dünya nüfusunun %99’u için mümkün olmadi. Peki gelismekte
olan ülkelerdeki genç insanlar girisimcilere dönüstürülebilir mi? ‘90’larin
sonunda Amerika’da var olan heves ve enerji dünya çapinda Dönüsüm Neslinin
geneline yayilabilir mi? Yeterince istenirse hepsi mümkündür. Su anda
internet ve bilgisayar teknolojisi sayesinde küresel piyasa dünya çapinda
birbirine elektronik ortamlarda bagli sirket ve fabrikalarla islemektedir.
Örnegin birçok sirket, üretimini emegin ucuz oldugu ülkelerde yapmaktadir.
Çogu küresel sirketin muhasebe isleri hatta hukuki isleri Hindistan’dan
yürütülmektedir. Hintlilerin bilgisayar programciliginda basarili olduklari
1990’larda düsünülmeye baslamisti. O zamandan beri Hintlilerin yönetim, film
endüstrisi, tasarim ve arastirma kisacasi bilgi gerektiren tüm islerde basarili
olduklari anlasildi. Bilgiye dayali bir ekonomide fiziksel mal üretimine dayali
ekonomiye kiyasla servetler kazanilmasi çok daha hizli olur çünkü bilgi
sermayesi fiziksel sermayeden çok daha hizli büyür. Bilgi tekrar tekrar yeniden
üretilebilir ve baska yerlere de çok hizli biçimde aktarilabilir. Fikir
ekonomisinin mega zenginleri yeni fikirleri hayata geçirebilmeyi basarmis Bill
Gates ve Michael Dell gibi insanlardir. Asil degerli olan sermaye, mal-mülk
gibi geleneksel kaynaklardan ziyade akil sahibi olmaktir. Klasik ekonominin
tersine yeni fikirlerin dünyanin her yerinden gelebilecek olmasi mevcut durumu
degistirmektedir. Yeni fikirlerin iyi üniversitelerin oldugu yerlerden çikma
ihtimali yüksektir. Hindistan Teknoloji Enstitüsü’nü kurulmasinin ülkenin saglam
bir döviz gelirine kavusmasi üzerine olan etkisi yadsinamaz. Bu sayede ülkedeki
kitlesel fakirligin dönüstürülmesine baslanmistir. Gelismekte olan ülkelerde
emek ucuz oldugu için ekonomilerinin büyük kismi dünyanin geri kalanina disaridan
is yapmaktir. Kalkinma merdivenlerini istikrarli biçimde tirmanabilirler
ancak çok sayida ülkenin böyle bir firsati yoktur. Zengin ülkelerin bu ülkelere
imkan saglamasi gerekmektedir. Altyapi insaasi artik kolaylasmistir. Yoksul
bölgelere elektrik, su, telefon, internet sebekelerinin saglanmasi
gerekir. Günes-rüzgar enerjisi, yakit pilleri kullanilabilir. Yüksek faturali
devasa elektrik santrallerinin yerine yerel, küçük çapli jeneratörler
kurulabilir. Yetersiz beslenmeye karsi tarim faaliyetlerinde degisikliklere
gidilmelidir. Ilk olarak köylülere vitamini yüksek gidalari yetistirmeleri
ögretilmelidir. Hiçbir ülkenin GSYIH degeri kisi basina günde 1 dolardan azsa
gelisme ihtimali yoktur. Yoksul ülkelerin kalkinabilmesi için zengin ülkelerin
resmi kalkinma destegi vermesi gerekmektedir.
Sirketler zaman içinde kendi prosedürleri içinde sikisip kalmaya baslar.
Çok daha iyi bir tasariyla çözülebilecek sorunlar katmanlasan prosedürler
içinde daha çok büyür. Eskiyen kurumlar basta esneklige sahipse bile bunu
zamanla tamamen kaybederek bürokratiklesir. Taze fikirlerin sahlandigi bir
ekonomide ise küçük ve çevik sirketler hantallasmis büyük sirketlere
saldirir. Eski kuruluslar genelde is dünyasina yeni girenlere karsi önlem
almak yerine onlari küçümser. Eski yöntemleri ve artik yanlis sayilan
enerjilere yatirim yapmis olan bu eski kuruluslarin kullanissiz hiyerarsik
yapilari vardir. Küçük sirketlerin ise pahali ofisleri yoktur. Çalisanlarin
bazilari evden çalisabilir durumdadir. Isin basini çekenler farkli sehirlerde
oturup birbirleriyle internet araciligiyla iletisimde olabilirler. Küçük
bir sirket sanal bir sirket olabilir. Bilinen kurumsal müzik
piyasasinin sonunu getiren internetten müzik indirme olayini Amerikali bir
üniversite ögrencisi baslatmistir. Buna benzer atilimlara imza atan gençlerin
asil dürtüsü para kazanmak degil dijital özgürlügü saglamaktir. Bilgiye ulasma
özgürlügünün iletisim aglarinda dogrudan bulunmasi
gerektigine inanmaktadirlar. Gençlere göre internetten diledigini bedava indirme
imkani olmalidir. 21.yy Dönüsüm/Degisim Neslinin de yenilikçi fikirler ortaya
koyma ve icat pesinde kosmasinin altindaki itki bu olacaktir. Yani sadece
yapilacak dogru sey oldugu için yapmak. Bu anlayisla gençlerin gezegenin
sorunlarinin çözülmesine büyük yardimi olacagi kesindir. Artik dünya çapinda
girisimcilerin slogani küçük, parlak zekali, esnek ve ulasilabilir olmaktir.
Yabanci bir ülkede degisime açik küçük, parlak zekâli, esnek ve ulasilabilir
gruplardan olusan en ilginç küçük çapli kurumlarin çalisanlari yüksek maas beklemeyen
genç ve akilli insanlar olacaktir. En önemlisi de yenilikçi ve özgecil
olmalaridir. Bu taze olusumlar köhne zihniyetli büyük sirketlere kafa
tutacaktir.
SSCB’nin dagilmasi örneginde açikça görüldügü gibi merkezi yönetim gücünü
kaybetmeye mahkûmdur. Sonuçta insanlari kontrol altinda tutmak için benimsenen
merkezi yönetimlerin atladigi bir nokta vardir. Insan aklini kontrol
etmenin yolu yordami ve merkezi denetimle alakasi yoktur. Merkezi planlamacilar
milyonlarca kisinin içindeki daginik bilgiyi kullanma firsatina ulasamaz, onun
yerine insanlari bastirarak formüllestirmeye çalisip ekonomiyi yürütmeye
yetecek kadar bilgiyi kullanir. Nobel ekonomi ödülüne aday olmus Friedrich
Hayek’e göre tam da bu yüzden merkezi yönetimler gerçek dünyada hayati önem tasiyan
bilgiye itibar etmemis olurlar. Bunun çözümü halkin ne istedigine karar
vermesini saglayip bu kararlari uygun mekanizmalarla destekleyecek bir sistemin
tasarlanmasidir. Iktidar açgözlüsü bürokratlara en iyi yönetim seklinin
merkezi karar alma uygulamasindan piyasada karar alma sistemine geçmek oldugunu
anlatabilmek hayli zordur. Yapilan arastirmalardan çikarilacak ders sudur:
En karmasik sistemleri merkezi olarak yönetmek çok mesakkatlidir ve olaylar
hizla degistikçe merkezi yönetimin isleyisi daha da güçlesir. Kapsamli arastirmalarin
yapildigi alanlardan biri de karmasik ve uyum saglayan sistemlerdir. Davranislarini
sürekli olarak kosullara uyduran bu düzenekler birçok farkli birimden olusur.
Her birimin davranisini belirleyen kurallar vardir. Örnegin sehir trafigi
böyle bir sistemdir. Kimse soförleri yönetmedigi halde önceden belirlenen
kurallar trafik davranislarini sekillendirir. Borsa’daki tüccarlar, Internet
kullanicilari, okyanustaki canlilar, ormandaki bitkiler, bagisiklik
sistemindeki antikorlar, ekonomi kuruluslari vb. Tüm birimlerin kendi
inisiyatifiyle kurallara uyarak yarattigi kolektif sonuç, sistemin bütününün
davranisidir. Kurallar degisirse sistem davranisi da degisir. Özellikle kriz
dönemlerinde IMF’nin yoksul ülkeler üzerindeki büyük etkisinin yarattigi
davranis degisikligi iyi bir örnektir. En iyi piyasalar tüketicilere
hassas bir biçimde uyum saglayanlardir. Merkezi olmayan bir yönetimin güçlü
olabilmesi için katilimcilarin sadece bilgilerini degil yaratici
inisiyatiflerini de kullanmalarina izin vermesi gerekir. “Dagitilmis üstünlük
düzenleri” ne ihtiyacimiz vardir. Birçok kurumsal sirkette yukaridan asagi
emir komuta ve denetim sistemi yerine merkezi olmayan, dagitilmis insiyatif
yapilarina geçis yasanmaktadir.
Simdiye kadar çevre kirliligini azaltma rolünü üstlenen hükümetler
sinirlama getirmenin yaninda kirliligi azaltmada hangi teknolojinin kullanilacagini
da dikte etmistir. Bu tutum yeni teknolojileri tesvik etmek yerine sirketlerin
mevcut teknolojilere bagimli kalmasina yolaçmistir. Son zamanlarda dagitilmis insiyatif
tasarilari sayesinde çevre kirliligine karsi ataga geçilmistir. Hükümetler
karbon salinimi sinirini belirler ve sirketler bu düzeyleri tutturmaya
çalisir. Karbon ticareti salinimlarini indirgemis sirketlerin karbon
kredisi almasina ve beklenen düzeye erisememis sirketlere yedek kredi
satabilmesine imkan saglar. Bu heyecan verici bir pazar olusturmaktadir.
Komuta-kontrol yaklasiminin esnek olmayisinin yerine konabilecek yerel
yenilikleri tesvik eden bir çok anlayis vardir. 21.yüzyilin çalkantili
döneminde ilerlerken hantal ve merkezi bürokrasinin bizi yavaslatmasini
istemeyiz. Iyi bir egitimden geçerek kontrolü kendimiz saglamak isteriz.
Hayatta kalmamizin tek yolu budur. Merkezi denetimden yerel denetime geçilmesi
çok sayida katilimcinin egitilerek gidisatin nasil kontrol edilecegini ögrenmesi
anlamina gelir. Karmasanin ve degisimin artmasi insanligin önündeki iki önemli
devinim egilimidir. Böylesine bir dünyada merkezi yönetim giderek ise yaramaz
hale gelmektedir. Yeterli beceri ve insiyatife sahip yerel birimlerin karar
alip uygulayabilecegi ortamlarin tasarlanmasi gerekmektedir. Elbette ki yerele
odaklanirken büyük tabloyu gözden kaçirmamak gerekir. Büyük çapli sorunlarin
merkezi olarak anlasilmasi sarttir. Bununla ilgili stratejik planlama
yapilmali ve bunu dagitilmis insiyatif uygulamaya koymalidir. Hükümetler
ulasilacak hedefleri belirleyip ödüller koyabilir. Ancak hedeflere genelde
kendi insiyatifini kullanan sahislar veya rekabetçi sirketler ulasmaktadir.
Karmasik ve uyum saglayan sistemlerde birçok degisiklik sekli sistemin
genelini çok az etkiler fakat bazi degisimler ise genel davranisi kökten dönüstürebilme
gücüne sahiptir. Bu durum daha önce degindigimiz manivela etkileriyle iliskilidir.
Dogru manivela etkisini bulmak mucizeler yaratabilir. En güçlü ve en çok ise
yarayacak olanlarin açikça görülmedigini akildan çikarmamak gerekir.
Üretkenlik ve verimlilige dayali ekonomik
gelisme Sanayi Devrimi’nden beri isgücü verimliligine baglidir. Refah artisi dogal
kaynak tüketiminin artmasiyla iliskilendirilmistir. 21.yy’in farkli olma nedeni
ise artik ihtiyacimiz olan dogal kaynaklarin giderek azalmasidir. Bu yüzden
ekonominin bu kaynaklari daha etkin bir sekilde kullanmasi sart olmustur.
Gelecek için bu hayati önem tasir. Kaynak verimliliginin de mutlaka hesaba
katilmasi gerekmektedir. Kaynak verimliligine uygun ölçütler belirlenip gelisme
için hedefler konmali ve kararlar alinmalidir. Sanayi Devrimi isgücü verimliligini
arttirmaya odaklanmis oldugu için kaynak verimliligi düsüktür. Yagmur suyu
lagima karisip bosa akip gider; birçok kaynak benzer sekilde heba olur.
Kaynak kullanimini yari yariya azaltarak refahi iki katina çikarmanin yollarini
arastiran Amory Lovins’e göre yeni teknolojiler kullanilmasindan öte
nakliyeden, lojistige birçok alanda daha etkin kullanim sayesinde kaynak
verimliligini arttirmak mümkündür. Önerdigi yeni düzenlemede bina izolasyonu,
nakliye ve atik tasfiyesi çok daha verimli bir biçime sokularak dört katina
kadar verim elde edilebilir. Nakliye verimliligini arttirmak için tirlarin mal
götürdügü yerden hiçbir zaman bos dönmemesi inanilmaz boyutta verimlilik
artisi saglar. Ayrica internet varken bunlarin ayarlanmasi çok kolaydir.
Üretimde atiklari indirgemek ve yeniden dönüstürülebilir malzeme kullanmak gibi
kaynak verimliligini arttirici yeni düzenlemeler yeni bir sanayi devrimi baslatacaktir.
Ekolojik binalarin en önemli özelligi kisin sicak yazin serin olmalaridir.
Yeraltindaki isi degisiminden yararlanarak, termal enerji kullanarak, isi
yalitimiyla enerji tasarrufu mümkündür. Gereksiz yere kaynak tüketip çevreye
zarar veren klima kullaniminin yüzyilin ortasina kadar artarak sürecegi tahmin
edilmektedir. Çin ve Hindistan’da fazla enerji harcamadan serinleme yöntemleri
üzerine ugras verilmektedir. Kaynak tasarrufu saglayacak pratik zeka
Amerikan yasam tarzini karsilayamayacak ülkelerdeki genç beyinlerden
çikacaktir.
Yeni tekonolojiyle birlikte insanligin on kat daha fazla gelisme firsati
yakalayabilecegini kaydeden arastirmalara göre bu gidisle kaynak kullanimini
yariya indirmek yeterli olmayacaktir. Çogu kaynak için kullanimi çeyregine
indirgemek gerekmektedir. En önemlisi de devlet politikalarinin, sübvansiyon ve
vergi yapilanmalarinin önemli ölçüde degismesi gerekir. Ayrica Dünya Bankasi,
Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlarin da yeniden yapilanmasi faydali olacaktir.
Kuruluslarin kaynaklarin küresel anlamda uzun vadeli kullanimi için finansal
açidan tesvik olmalari esastir. Kaynak verimliligini arttirici süreçler is dünyasi
açisindan yepyeni firsatlar yaratacaktir. Birçok Avrupa ülkesi kaynak
kullanimini indirgeyerek on kat gelismeyi stratejik anlamda benimseyerek küçük
ve orta ölçekli isletmelere ekolojik açidan akilli ürünlerin tasarlanmasi
yönünde bilgilendirme kampanyalari hazirlamaktadir. Ne yazik ki su anda
tüm dünyada devlet düzenlemelerinin çogu kaynak verimliliginin tersini tesvik
etmektedir. Ormanlari kesenlere vergi indirimi uygulanmaktadir. Tarim
ilaçlarinin asiri kullanimi için sübvansiyonlar verilmektedir. Elektrik, dogalgaz
ve su tedarikçi sirketleri kullanilan degil bosa harcanan kaynaklar
üzerinden para kazanmaktadir. Hâlbuki eko-refahla örtüsen istidada ulasmamizi
saglayacak olan gelecegin gelismis dünyasi günümüz hükümetlerinin
düzenlemelerinin ortadan kalkacagi bir düzen gerektirir. Ingiltere’de
Viktorya döneminde buhar makinesinden elektrige geçiste oldugu gibi 21.yy da
yekpare merkezi tesislerin geride birakildigi, müsterilerin bilgi-insiyatif
iletisim aglari sayesinde etkin bir biçimde hizmet aldigi bir döneme geçis olacaktir.
Birbirinden bagimsiz ve asiri yararli kosullar kalkinmayi saglayabilir. 21.yy
Dönüsümüyle ilgili heyecan ve girisimcilik gelismekte olan ülkelerin gençliginde
giderek artan öfke ve tedirginligin alternatifi olabilir. Bati dünyasi
demokrasi ve açik pazarlari tesvik ederken gençlerin fikirlerini hayata
geçirmelerine destek olmalari, ufak bir kafeteryadan küçük bir yazilim sirketine
kadar açmak istedikleri isletmelere sermaye saglamalari gerekmektedir. Bu Gelismekte
olan ve Üçüncü Dünya ülkelerinde büyük bir atilim yasanmasini saglar. Dagitilmis insiyatif
yayginlasacaktir ve küresel hale gelmelidir. Dönüsüm neslinin 21.yy’in anlamini
kavrayacak sekilde egitilmesi ve enerji ve heveslerini 21.yy Dönüsümünü saglamaya
yönlendirmeleri gerekir.
SIRKETLERIN HAYATI ROLÜ: Sirketler büyük ya da küçük olsun isleri
yoluna koymada en etkin örgütlerdir. Hedef koyan devletlerdir ancak
uygulamaya geçen sirketlerdir. Günümüzdeki yanlis gidisati düzeltmek
için çok para gerekmektedir. Bu paranin büyük kisminin kar getiren kurumsal firsatlardan
gelmesi muhtemeldir. Iklim degisikligini azaltmak için yeni tip arabalar,
yeni enerji ve insaat yöntemleri gibi. Sirketlerin dünya isleriyle daha
çok ilgilenmesini, sorumluluk üstlenmesini ve bahsettigimiz küresel sorunlara
çözüm getirecek yöntemler bulmasinin saglanmasi hayati önem tasimaktadir. Çünkü
günümüzde Dünya Bankasi, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluslari manipüle
etmeyi çok iyi beceren sirketler bu kuruluslarin küresel
gereksinimlerden ziyade kurumsal gereksinimleri desteklemeye meyillenmesine
neden olmaktadir. Sirketler dünyanin baska bir yerinde kazandiklari parayi
kendi ülkelerine tasir ve bunlar genelde zaten zengin ülkelerdir. Yoksul
ülkelere yapilan yardimlar çok yetersizdir. Oysa ki çok uluslu sirketlerden
aldiklari yatirimlar yüksektir. Dünyanin en büyük 500 sirketi yurtdisina
yapilan dünya yatirimlarinin %90’ina esdegerdir. Aslinda hükümetlerin yoksul
ülkelere yaptigi yardimlarin kat kat fazlasi bu ülkelerin ihraç mali satmasiyla
elde edilebilir. Bu yüzden zengin ülkelerin diger ülkelerin ticaretlerini gelistirmesini
desteklemek yapacaklari en dogru seydir. En büyük 200 sirket dünyanin
GSYIH’sinin %30’unu olusturur. Fakat istihdam ettikleri insan sayisi 19
milyondur. Hindistan’da teknoloji sektörü gelismektedir ama 1.1 milyar nüfuslu
ülkede sektör tarfindan istihdam edilenler sadece 2 milyon kisidir. Toplumda
büyük planlama gerektiren islevler devletlerden sirketlere kaymaktadir.
Küresel sirketlerin en iyileri dünya vatandaslarinin istegine göre degil
küresel kazanci azami derecede arttiran saglam mekanizmalarla hareket eden
küresel örgütlere dönüsmektedir. Gizli stratejileri olabilir. Toplu olarak
büyük finansal güce sahip olan ancak demokratik olmayan organizmalara dönüsmektedirler.
Örnegin petrol endüstrisi birkaç ülke disinda dünyadaki tüm ülkelerden daha
büyüktür. Aslinda kurumsal kazancin ülkelerin GSYIH’yla karsilastirilmasi yanlistir.
General Motors’un kazanci Danimarka’nin GSYIH’sindan büyüktür ama GM’de çalisanlarin
sayisi ve maas toplami Danimarka’daki isçilerden ve maaslarinin
toplamindan çok daha azdir. Sirketlerin gücüyle devletlerin gücünü karsilastirmak
da yanlis olur. Kurumsal sirketler kar, büyüme, devamlilik, rekabet
ve küresel yönetimle ilgili karmasik sorunlarla mesgul olur. Hükümetin mücadele
ettigi sosyal ve kültürel konularda, egitim, sosyal saglik, güvenlik, savunma
ve ekonomi disi alanlarla anlamli bir sekilde ugrasamayacak kadar mesguldürler.
Fakat gelismis ekonomilerde kurumsal sirketler insanlarin hayatinda
hükümetlerden daha etkili hale gelmistir. Mal tedarikçisi ve istihdam saglayan
kurum sirketlerdir ve nereye fabrika, magaza, egitim-arastirma merkezi
açacaklarina kendileri karar verir. Beyin göçüne neden olabilir, yönetim kurulu
karariyla bir ülkedeki tüm faaliyeti durdurmayi seçebilirler. Sirketler
maliyeti düsürmek, yeni teknoloji üretmeye çabalar. Rekabeti etkin kilmak için
bagimsiz denetleme ve sirketi mali durumu ile ilgili bilgilerin
satilmasini önleyici düzenlemelerin yaninda tröst kurmayi önleyici yasalar ve is yapilan
alana uygun kurallar gerekir. Sirketlerin fazlasiyla güçlenmesine karsi
duyulan endisenin tekelciligin engellenmesi üzerine yogunlasmasi gerekmektedir.
Küresellesme tekellesme tehditini indirgemektedir çünkü dünyanin bambaska bir
ucundan yeni fikirler çikabilir. Rekabet bir anlamda sirketlerin tetikte
olmasini saglar. Çok sayida sirket müsteri memnuniyeti için ugrasir. Iyiler
büyür, kötüler eriyip gider. Sirketler rekabet dürtüsüyle çalismaya devam
ederken genelde rekabetçi olmayan devlet yapilari verimliligi düsük sekilde
hareket eder. Bahsedilen küresel sorunlarin çözümü için devlet, sirketler
ve toplum açisindan kurumsal engellerin ortadan kaldirilmasi gerekmektedir.
Üniversitelerin iyi ögrencileri bünyesine çekmeye çalismasi gibi kar amaci
gütmeyen bir rekabet anlayisinin geçerli hale gelmesi gerekir. Basarinin ölçümü
için çoklu kriterler yaratilabilir. Iyi islemeyen sirketlerin etkisi
azaltilabilir. Mükemmel olmak için yapilan rekabet çok enteresan sonuçlar dogurabilir.
Müsteriler ve yatirimcilar paralarini dogru davranislar sergileyen sirketlere
vermeyi seçecektir.
Su anda bile kurumsal sirketlerin sürdürülebilir kalkinma ve çevreyi
koruma açisindan degerlendirilmeye basladigini görmekteyiz. 60’li 70’li
yillarin çiçek çocuklari meslek hayatlarinda büyük paralar kazanip orta yasli isadamlari
olduklarinda borsada hisse almaya basladilar ve tek düsündükleri çevreyi kirletmeye
insan sagligina zarar vermeyen sirketlere yatirim yapmak oldu. Dolayisiyla
1990’dan itibaren yeni fonlar ortaya çikmaya basladi. Sosyal Sorumluluk
Yatirimlari ortalama fonlardan daha fazla deger kazanmaya baslayinca Wall
Street’in genel bakisi degisti. Bu fonlara yapilan yatirim 1999’da 3 trilyon
dolari bulurken 2003 yilinda ABD’de 200 sosyal sorumluluk yatirimi gerçeklesti.
90’larin basinda, ekolojik etkinlik üzerine yogunlasan Dünya Sürdürülebilir
Kalkinma Is Konseyi WBCSD küresel piyasa liderleri sirketlerden
48 CEO’nun üyeligiyle Isviçreli milyarder Stephan Schmidheiny tarafindan
kuruldu. Sürdürülebilir kalkinmaya yönelik degisimi saglayacak idari beceri ve
liderlik kabiliyetini ve ekolojik, yenilikçi ve sorumluluk sahibi girisimciligi
tesvik amaci güden konsey bu yönde çalismalar yayinlamakta ve is dünyasindaki
etkisini giderek arttirmakta. Örnegin 2006 yilinda General Electric firmasi,
dünya çapindaki tüm sirket yöneticilerinin, sirketin gezegen
üzerindeki etkisinden de sorumlu tutulacaklarina dair bir bildirge yayinlamistir.
Bu kökten bir degisimin baslangici olabilir. Sirketlerin çevreye ve
kültüre duyarlilik açisindan sorumluluk almalari gerekmektedir. Is dünyasinin
çevreye olan etkisi muazzamdir ve genel tutumunu etkileyecek yollar
bulunmalidir. Sirketlerin karbon salinimi, çevreye verdikleri zararlarin
ölçülmesine ve sinirlandirilmasina yönelik uygulamalar gerektirir. Uygun
ölçümler ve raporlamalar yapildigi takdirde
yatirimcilar paralarini nereye koyacaklarina gezegene verilen zarari gözönünde
bulundurarak karar verebilir. Sirketler hissedarlarina göre tepki verdiginden
borsa degerleri ve pazar sermayelerinin etkilenmemesi için isletmeler çevre
dostu davranmak zorunda kalacaktir. Sirketin itibari yönetimin kritik
esaslarindan biri olacaktir. Yatirimcilarin 21.yy sorunlarinin çözümüne destek
olan firmalara yatirim yapabilmesinin saglanmasi potansiyel bir manivela
etkisidir. Özel sektör 21.yy Dönüsümünün lokomotiflerinden olacak gibi
görünmektedir. Trilyonlarca dolar degerinde mal ve hizmet üretilmesi
gerekecektir. Is dünyasinin çevreye karsi dogru davranmasini saglayacak
mekanizmalarin olusturulmasi gereklidir ve bu mümkündür.
KÜLTÜR ÇATISMASI
Dünya üzerinde birbirinden farkli kültürler vardir ve simdi kültürel
karsilasmalar tarihte herhangi bir çagda oldugundan çok daha sik ve heryerde yasanmaktadir.
Küresel ticaret, sinema-televizyon ve internet seks ve siddet üzerine
rekabet etmektedir. Tamamen zit kültürler karsi karsiya gelmektedir. Bir yandan
da bu karsilasma gezegeni tehdit etmektedir. Yogun degisim baskisi altindaki
kültürler köktendinci kültürlerin degisime direnciyle karsilasmaktadir. Insanlar
yavas yavas kültürel bariyer olarak degerlendirilen unsurlarin
arasinda seffaflik olmasi fikrine alisacaktir. Dünyanin küresel bir köye
dönüstügü inanci çok yanlistir. Çünkü ufak bir köyde herkes ayni ortak kültürü
paylasir. Oysa küresellesmeyle çok sayida zit kültür yan yana var olmak
durumundadir. Bu durum Marakes’te güneslenen üstsüz Avrupali kadinlarin yan
taraftaki caminin minaresinden ezan okuyan müezzinin görüs alanina
girmesine benzer. Sonuçta dünya çapinda internet kullaniminin herkesin inanç
sisteminin ayni olmasini saglamaz. Insanlar global medya sayesinde yakinlastikça
ne kadar farkli olduklarini fark eder. Hâlbuki medya aslinda iliskiyi
bozmaktadir çünkü kurulan iliski birebir, akliselim karsilikli diyalogdan olusan
bir iliski degildir. Hollywood filmleri veya reklamlar üzerindendir. Aslina
bakilirsa Islam ülkelerinde yasayan kadinlarin Batili kadinlar ve erkekler
hakkindaki görüsleri, satislarini arttirmak için cinselligi kullanan satafatli
dergilerde gördükleriyle sinirlidir. Farkli fikirlerin bir arada olmasi ve
görünür hale gelmesi artarak devam edecektir. Her seye meydan okunan, her seyin
yeniden icat edildigi bir çagdayiz. Sömürgeci devlet baskanlari devrildi, Mao
döneminde devlet tekelinde olan Çin ekonomisi çok ortakli atilimlara
yöneldi, Islam dünyasinda kadinlar haklarini aramaya basladi; Bati
dünyasinda kadinlar erkekler gibi üst düzey yönetici olmak için kollari sivadi.
Batili tüketim anlayisi ve popüler kültür giderek yayginlastigi halde
toplumlarin temel inançlarinda çok az degisiklik vardir. Özgürlüge alisik
olmayan insanlara özgürlük zor gelir, çünkü ne yapacaklarinin söylenmesini
isterler. Ne yapacaklarini söyleyen biri yoksa kafalari karisir ve tuhaf
fikirler gelistirme olasiliklari artar. Sonuçta kültür farklari asilacaktir
fakat o zamana kadar karsit fikirler birbirini harekete geçirdigi gibi düsmanlik
da yaratacaktir.
Önümüzdeki dönem, dinler ve kültürler arasi çatismalarin artacagi en zorlu
dönemdir. Ne yazik ki bazi fanatikler dinlerinin siddeti ve katletmeyi bagisladigini
sanmaktadir. Ayni hatayi Hristiyanlar Ispanyol Engizisyonu döneminde yapmistir.
Ayrimciligin asilabilmesi için insanlarin egitilmesi, farkli uygarliklar
hakkinda bilgilendirilmesi gereklidir. Bati uygarligini Karanlik Çag’dan
çikaran Araplardan gelen bilgidir. Islam dünyasinin da bir Rönesans
geçirmesi mümkün olabilir. Katar emiri esiyle birlikte çokuluslu bir üniversite
kampüsü kurarak bilimsel egitim verilmesini saglamistir. Bu Bati dünyasini hor
gören ve kültürel yozlasma yarattigini düsünen muhafazakâr Islam toplumu
bakisiyla örtüsmemektedir. Küresel bütünlesmeyi saglayacak bir egitim anlayisinin
benimsenmesi gerekir. Toplumlara özellikle gençlere farkli kültürlerin birlikte
var olabilecegi asilanmalidir. Her ülkede egitimin temeli önce evrensellik
olmali; ardindan farkli dünya kültürleri ve yerel kültürler ögretilmelidir. Insanlari
ayiran özelliklerin degil birlestiren seylerin vurgulanmasi gerekmektedir.
Egitimin tek tarafli olmamasi ve gençlere sovenizmin yanlis oldugu ve
farkli dinlere karsi kiskirtici olmamalari ögretilmelidir. Dünyanin hem biyoçesitlilige
hem de kültürel çesitlilige ihtiyaci vardir. Çatismaya düsen uluslarin
baris çözümleri bulmasini saglamak ve tüm kültürler, uluslar ve
medeniyetler arasinda ortak degerler yaratilmasi gerekmektedir. Nükleer ve biyolojik
silahlarin oldugu bir dünyada artik dinler arasi bir savasi kiskirtabilecek
unsurlarin ortadan kaldirilmasi gereklidir ve bu ancak egitimle mümkündür.
Zorluk medeniyetler arasinda terörizme karsi savasin olmasini engellemeye
yetecek karsilikli anlayisi gelistirmektedir. Dünyada basarili ülkelerin
yarattigi kirlilik ve iklim degisiminin zorluklariyla basarisiz ülkeler de
yüzlesmek zorunda kalacaktir. Bu da aralarinda yogun bir gerilim
olusmasini saglayacaktir. Bu gerilimin azalmasi için özellikle çocuklarin ve
gençlerin egitilmesi gerekir. Çokkültürlü hosgörü ve sayginin benimsetilmesi, egitimin
dünya vatandaslari yaratmasi saglanmalidir. Kültürler ve medeniyetler arasi
nefreti yoketmek için farkli kültürlerin sanat, edebiyat, tiyatro, sinema ve diger
kaynaklarinin tanitilmasi, küresel anlamda paylasilmasi gerekir. Ortak
çikarlara yönelik ortak ilkeler belirleyebilirsek kültürel çesitliligi
koruyarak baris içinde yasayabiliriz. 2050’ye gelindiginde insanlar artik
farkli kültürlere alismis olacak ve nükleer ve biyolojik silahlarin oldugu
21.yy’da çarpismanin iyi bir fikir olmadigini gayet iyi anlamis olacaklar.
En önemlisi de dinler arasi düsmanligi önlemek çünkü kültürel karsilasmalarin
hala sasirtici ve alisilmamis oldugu, terörist saldirilarin devam
ettigi yakin dönemde insanligin sonunu getirebilecek herhangi bir savasi göze
alamayiz. Ulvi peygamberlerin ögretileri adina baslatilan bir savasin
yeryüzünden insan uygarligini silmesi insanlik tarihindeki en büyük tezat olur.
Müslümanlar ve Hristiyanlar arasinda saygi ve kültürlerarasi diyalog olusturacak
egitimi vermek için yeterince ugrasirsak kendi elimizle getirdigimiz felaketi
önleyebiliriz.
21.yy’da güvenlik iyice arttirilacak hatta teröristlerden korunmak için
büyük sehirlerde is dünyasi ve turistler için güvenlik koridorlari
olusturulacak. Fakat dünyanin çogu güvenli alanlarin disinda kalacaktir. Dogal
kaynaklar ciddi oranlarda azalip talep arttikça gerginlik de artacaktir.
Terörist örgütler yoksul ülkelerin refah içinde modern hayatlar süren uluslara
olan hincini körükleyerek bundan beslenecektir. Teröristlerden korunmak için
alinan önlemler özel hayati sekteye ugratabilir bu yüzden kanunlarin
mahremiyete saygili bir biçimde olusturulmasi gerekmektedir. Derinlikli bir
savunma için asagidaki asamalar elzemdir:
¾ Terörist olma nedenleri ortadan kaldirilmalidir.
¾ Uluslararasi istihbarat ajanslarinca isbirligi içinde
potansiyel teröristleri ve yasadisi örgütleri destekleyen para akisi
durdurulmalidir.
¾ Tehlikeli teknolojilerin teröristlerin eline geçme
ihtimali tamamen ortadan kaldirilmalidir. Bunlara nükleer silah yapiminda
kullanilan uranyum ve biyojik silah olarak kullanilabilecek çiçek virüsü gibi
patojenler dahildir.
¾ Ulusal düzeyde sinirlarin, limanlarin, havaalanlarinin
güvenlikli hale getirilmesi ve esasli denetlemelerle patlayici maddelerin tasinmasi
zorlastirilmalidir.
¾ Elektronik gözetleme araciligiyla süpheliler
tespit edilerek eylem olmadan önlem alinmalidir.
¾ Herhangi bir saldiriya yönelik olarak tibbi yardim ve
kan ünitelerinin sürekli hazir edilmesi ve acil durumda mümkün oldugunca fazla
insanin hayatini kurtaracak sekilde hazirlikli olunmasi gerekir.
¾ Herhangi bir saldiri durumunda uluslararasi istihbarat
paylasimina gidilerek suçlular ve yandaslarinin izi sürülmelidir.
Savunma hedeflerinden ilki en zorlayici olanidir. El Kaide gibi ciddi
terörist örgütleri internette yeni üye toplamak için çagri yapmaktadir.
Irak’ta, Israil’de Müslümanlara yapilan zulmü gösteren video kayitlariyla
internetten ulasilabilen Usame bin Ladin’in söylemi genç Müslümanlari etkisi
altina alacak kadar ikna edicidir. Allah’in Islam’in asagilanmasina son
vermeleri için onlari yardima çagirdigini belirtmektedir. Teknoloji ilerledikçe
potansiyel gönüllülerin de sayisi artacaktir. Gençlerin terörist olmayi;
radikal Müslümanlarin Bati dünyasina saldirmayi isteme sebeplerinin ortadan
kaldirilmasi gerekmektedir. Dünya gençligi, Amerika ve Bati dünyasini yasamda
firsatlar sunan, girisimciligi destekleyen, egitim imkanlari, mikro-krediler ve
risk sermayesi saglayanlar olarak algilamalidir. Bunun için de Amerika ve diger
zengin ülkeler dünyanin geri kalaninin kalkinmasi için büyük çaba harcamali ve
felaket zamaninda yeterli miktarda insani yardim ve finansal destegi
esirgememelidir. Raporlar ulusal/yerel terör olaylarinin uluslararasi terör
olaylarindan çok daha fazla sayida oldugunu göstermektedir. Terörizmi olusturanin
yoksulluk oldugu düsünülse de en yoksul ülkelerde teröre rastlanmaz. Politik
özgürlügün üst düzeyde oldugu toplumlarda ise terör düzeyi düsüktür. Aslinda
terörizm degisimin olasi görüldügü yerlerde ortaya çikmaktadir. Demokrasiye
geçis dönemi tehlikeli bir dönem olabilir. Despot rejimlerden demokrasiye
geçildigi zamanlarda terör olaylarinin iyice azdigi bir gerçektir. Nükleer
terörizmin önüne geçmek için teröristlerin uranyum gibi maddeleri çalmalari,
karaborsa veya örgüte sempati duyan bir devletin yardimiyla ele geçirmeleri
engellenmelidir. Biyolojik terörizm olasiligini azaltmak için tüm devletlerin
ortak hareket ederek yaptirimi yüksek bir anlasma imzalamasi ve bulasici bir salginin havada tespit edilmesini saglayan aygitlarin
küresel olarak kullanilmasi için çaba göstermesi sarttir.
21.yy ilerledikçe bilgisayarlar, gözetleme aygitlari, sensörler etrafimizi
saracaktir. Insan zekasi ve bilgisayar zekasi olasi saldirilari önlemek
üzere birlikte çalisacaktir. Çipli pasaportlar, pasaport yerine geçen güvenlik
bilezikleri vs. gibi aygitlar vatandaslarin ayni anda her yerden izlenebilmesine
imkan verecektir. Mahremiyetin korunabilmesi için kanunlarin simdiden baslanarak
uygun sekilde düzenlenmesi gerekmektedir.
SENARYOLAR
Gelecegin neler getirebilecegini görmek için belli basli birkaç senaryo
planlamasina ihtiyacimiz var. Bunu yapabilmek için de öncelikle dünya
ülkelerini ayiran kategorileri yeniden tanimlamak gerektigine inaniyorum.
Birinci Dünya: Batili ülkeler, Japonya, Yeni Zelanda ve
Avustralya gibi sanayilesmis zengin uluslar. Dogum
oranlarinin çok düsük oldugu bu ülkelerin toplam nüfusu1 milyar civarinda.
Ikinci Dünya: Birinci Dünya seviyesine erismek için coskuyla ve
gayretle ugrasan uluslar. En büyük örnekleri Çin ve Hindistan.
Zenginlestikçe yasam tarzlari Batidan farkli olabilecek bu ülkelerin nüfusu 3 milyar
civarinda.
Üçüncü Dünya: Çoktandir Üçüncü Dünya ülkeleri olarak adlandirilan
gelismekte olan ülkeler. Yüzyil ortasinda toplam nüfuslari 3
milyara ulasabilir.
Dördüncü Dünya: Kalkinma merdiveninin ilk basamagina gelmeleri bile
imkânsiz görünen yoksul ve yoksun ülkeler. Yüzyil ortasina kadar
nüfuslari 2 milyari bulabilir.
1.Senaryo – Amerika Kalesi: Amerika’nin tek mantikli politikasi gelecek
ne getirirse getirsin kendini emniyete almaktir. Dünyanin en güçlü
ülkesi olduklarini ileri süren Amerikan Ulusal Savunma Stratejisi bu sekilde
kalmaya niyetli olduklarinin da altini çizer. Küresel liderligi sayesinde
küresel hakimiyet ve güvenligi saglamasi gerektigini vurgular. Yapilan
açiklamalarda tarihsel öncü rolünü üstlenerek demokratik yönetim, ifade ve düsünce
özgürlügü, serbest ticaret, insan haklari ve ekonomik iyilesmeyi yayginlastirmayi
hedefledigi belirtilmistir. Amerikan devleti savunmasini meydan okunamayacak
hale getirmeye çalismaktadir. Serbest piyasa ve serbest ticaret sayesinde
küresel ekonomik gelisme yasanacagini dolayisiyla da demokratik ve bolluga kavusan
ülkelerin savasma olasiliginin düsecegini ileri sürmektedir. Eskiden ordularin
elinde olan silahlara simdi terörist bir grubun ya da bir manyagin ulasabilmesi
mümkündür. Küresel gerginlik arttikça bu ihtimal de artacaktir. ABD’nin Kyoto
Protokolünü, mayinlarla, denizlerle, nükleer silahlarla ilgili birçok önemli
uluslararasi anlasmayi imzalamamasi Amerika Kalesi anlayisinin ABD’nin tek basina
ilerlemeye hazir oldugunu göstermektedir.
2.Senaryo – Güçlü Uluslar Kulubü: Amerika’nin dünya üzerindeki hakimiyeti
eski Roma veya Britanya Imparatorlugundaki kadar uzun vadeli
olmayacaktir. Hizla gelisen Çin etkisini arttirmaktadir. 20 yil sonra
Hindistan’in nüfusu Çin’i geçecek ve GSYIH’si süratle yükselecektir. Diger
ülkelerin Amerikan Kalesi’ne karsi koymalari kaçinilmazdir. Çin Kalesi, Avrupa
Kalesi, Hindistan Kalesi ve Japon Kalesi de olusabilir. Hepsi de enerjik
ticaret ortaklari olacaktir. Gelecekteki silahlar çok korkunç olacagindan bu
kale ülkeleri, birbiriyle savasa girmekten kaçinmalari gerektiginin farkinda
olarak istihbarat paylasacak ve karsilikli olarak terörizm tehditinden
kendilerini koruyacaktir. Siyasetçiler, fayda-maliyet hesabi yapinca herhangi
bir nükleer veya biyolojik savasa degecek politik bir neden olamayacaginin
farkina varacaktir. Savasin engellenmesi baslica akademik alanlardan biri
haline gelecektir. Amerikan Kalesi senaryosundaki gibi Güçlü Uluslar Klubü de
iyi savunulan, kendi kendine yetebilen durumda ve refah içinde olacagindan
gelecekte ne olursa olsun kendilerini korumayi garantilemis olacaklardir.
11 Eylül’den sonra terörizme karsi birlesen devletler Irak Savasi’yla ayri düsmüstür.
Eninde sonunda olma ihtimali yüksek olan kitle imha silahlariyla yapilacak bir
terör saldirisindan sonra yasanacak travma güçlü uluslarin güçlerini birlestirip
bir daha böyle bir facia yasanmamasini saglamak adina yogun gayret
göstermelerine neden olacaktir. Güçlü Uluslar Kulübüne üye ülkeler Birinci
ve Ikinci Dünya ülkelerini kapsayabilir. Gelismis teknolojiyle
birbirlerine bagli bilgisayar sistemleriyle isleyeceklerdir. Mesela Brezilya ve
Meksika gibi sanayilesmis Üçüncü Dünya ülkeleri kulübe katilmak için yarisacaktir. Iyimser
bir senaryoda kulubün üye ülkelerinin nüfusu 4 milyari geçebilir. Fakir
ülkelere bugün oldugu gibi ufak miktarda yardim yapmaya devam edebilirler. Su
anda Çin’in Afrika’ya yardim gönderdigini düsünmek çok
güçtür ancak zaman degismektedir. Tipki bugünkü gibi yoksul ülkelerdeki vahim
durumun kendilerini ilgilendirmedigini söyleyenler çikacaktir. Ya da bazilari
fakirlik sorununun çözümsüzlügüne inanmis olacaktir. Fakir ülkelerdeki
nüfus artisi nedeniyle yardimi haketmediklerini düsünüp az da olsa yapilan
yardimlara öfkelenenler olacaktir. Öncelikle bunun bir insanlik sorunu oldugu
bilincine varilmasi ve birileri asiri tükettigi için baska birilerinin aç kaldiginin
idrak edilmesi gereklidir.
3.Senaryo- Triaj: Hastanelerde yeterli sayida yatak olmadiginda iyilesme
ihtimali yüksek olan hastalara öncelik taninir. Uluslar için böyle
bir terim alenen kullanilmasa da gidisat, zihniyet degismedikçe benzer bir
sistemin geçerli olabilecegini isaret etmektedir. Kasitli olarak hazirlanmis bir
plan olmasa da uygulanmak zorunda kalincagi bir gün gelebilir. 21.yy’in ilk
yarisinda dünya ekonomisi yedi kat büyüyebilir. Güçlü uluslar gida fazlasini
alacak imkana sahip olsa da kitlik ve talep artisi gida fiyatlarini iki, üç
katina çikaracaktir. Fakir insanlarin çogu gecekondu mahallelerinde yasamaktadir.
Dolayisiyla köylerde oldugu gibi kendi yiyeceklerini yetistirme imkanlari
olmadigindan islevini kaybetmis devletlerinin merhametine kalmislardir.
Zaten fakir ülkelerde tarim kapasitesi giderek düsmektedir. Iklim degisikligi,
küresel isinma ve su kaynaklarinin tükenmesi gida üretimini büyük çapta
azaltacaktir. Dolayisiyla kanyonun diger tarafina hasar görmeden geçmis olmamiz
bazi devlet yetkililerine göre imkansiz görünmektedir. Tüketim toplumu
küresellestikçe beslenme aliskanliklari da degisecek bu da kitligi
hizlandiracaktir. Eger piyasaya birakilirsa gida fiyatlari çok yükselir ve
açlik piyasa güçlerinin yan ürünü haline gelebilir. Bunu engellemek için
dünyanin veya Güçlü Uluslarin gida rezervi olusturmak için yeterli parayi saglamalari
gereklidir. Kalabalik ülkelerin kendi vatandaslarini doyurmakta zorlanacaklari
için bunu yapma imkani yoktur. Çin ve Hindistan’in toplam nüfusunun 20 yil
içinde 2,6 milyari bulacagi öngörülmektedir. Bu yüzden yoksul ülkeleri
umursamayabilirler. Su anda sahip oldugumuz zenginlik ve teknoloji asiri
fakirligi sona erdirmemizi saglayacak imkani vermektedir. Fakat yoksul ülkelere
maddi destek yaninda idari açidan gereken resmi kalkinma destegi verilmelidir.
Bazi fakir ülkelerdeki yönetim o kadar yozlasmistir ki amaçlanan hedeflere ulasmak
çok zordur. Aslinda planlar dürüstçe uygulanabilirse yoksul ülkelerde kalkinma
saglamak mümkündür. Dünyaya zarar veren ve gittikçe kötüye giden bu durumu degistirmek
için Birinci Dünya’nin GSYIH’sinin %0,7’sini fakir ülkelere ayirmasi sorunu
çözecektir. Oysa günümüzde yapilan yardimlar %0,2’den azdir. Zengin ülkelerin
yoksullara yardim etmesi ahlaki açidan sorgulanabilecek bir konu degildir.
Yüzyil ilerledikçe Dördüncü Dünya diye bir kategorinin kalmamasi
hedeflenmelidir. Kapsamli egitim, düzgün tarim, gida güvenligi, girisimcilik,
uluslararasi ticaret imkanlarinin olusturulmasi ve ölü sermayenin diriltilmesi
zorunludur. Triaj senaryosunda asiri fakir ülkelerin gözden çikarilmasi
sözkonusu olabilir. Gelismesi mümkün görünmeyenlere yapilan yardimlar
kesilebilir. Örnegin herhangi bir salgin hastalik durumunda yeterli miktarda asi
üretilmesi imkansizdir ve bu teknolojiye sahip ülkeler gelismis ülkeler
olacaktir. Dördüncü Dünyanin halini degistirmeye yönelik çabalar bugünkü kadar
yetersiz kalirsa kanyondan geçiste insanligi kurtarma operasyonlarimiz etkisini
kaybedecektir.
4. Senaryo - Sevecen Dünya: Güçlü Uluslar Kulubü ve çesitli kale
ülkelerine dair senaryolarin sorunu dünyanin yoksul ve cahil
bölgelerinin siddete yönelmesine yol açacak olmalaridir. Güçlü uluslar
kale gibi korunan yerlere dönüsüp giderek daha da zenginlestikçe dünyanin geri kalaninda,
umutsuzca hayatlarini degistirmek isteyen gençlerin sayilari, öfke ve hinçlari
artacaktir. Cihat savunuculari Dördüncü Dünya’dan kendilerine pek çok yandas çekecektir.
Yoksul ülkelerde Islamin asiri uç görüsleri ögretilmekte ve yayginlasmaktadir.
Dünyayi kafirler ve müslümanlar olarak ayiran bu kesim ölümüne savasmaya
hazirdir. 2045’e kadar güçlü uluslarin nüfusu 4-5 milyari bulacak bir o kadar
insan da bunun disinda kalmis olacaktir. Bu yüzden en iyi senaryo, egitim
ve paylasimla dünyanin sevecen bir hale dönüstürülmesi olacaktir. Birinci
Dünya’nin Dördüncü Dünyada yasayan çocuk ve gençlere yeterli beslenme, düzenli
egitim, saglik, temiz içme suyu ve is imkani gibi temel ihtiyaçlari saglamasi
gerekmektedir. “Tüm insanlar birdir” görüsü ve dünyanin birlik olmasi yönündeki
anlayis giderek taraftar kazanmaktadir. Insanligin acinacak halini
düzeltmek için yoksul ülkelere yapilan yardim 2-3 katina çikarilabilir; egitim
ve idari yöntemlere kolayca odaklanilabilir. Okur-yazarlik oraninin arttirilmasi
gibi maliyeti düsük manivela etkilerinin yoksul ülkelerin kalkinmasinda büyük
rol oynayacagi asikardir. Sivil Toplum Örgütlerinin çalismalariyla birlikte
özel sektörün yoksul ülkelere kaydirabilecegi yatirimlar ve sosyal sorumluluk
projeleri umut vaat etmektedir. Uganda-Japonya, Almanya-Namibya örneklerinde
oldugu gibi gelismis ülkelerle yoksul ülkeler
arasindaki ortakliklar çok büyük yarar saglamaktadir. Avrupali ülkeler arasinda
Afrikali ortaklar edinme yönündeki rekabet hissi giderek artacaktir. Güçlü
uluslar daha da gelistikçe Dördüncü Dünya’yi kaderine terketmek ahlaki bir yara
haline dönüsecektir. Buna yolaçabilecek sebeplerden biri de insanlarin çogunun
duygusuzlasmasidir. Tayland veya Arjantin gibi Üçüncü Dünya ülkelerine tatile
giden zenginler vardir ama kimsenin aklina turist olarak çok fakir bir ülkeye
mesela Angola’ya gitmek gelmez. Egitimli insanlara yapilmasi gerekenin ne oldugunu
sordugumuzda hemen hemen hepsi Sevecen Dünya senaryosunu seçecek ancak gerçeklesme
ihtimali açisindan çok umutlu olmadiklarini söyleyecektir. Bana kalirsa
yüzyilin sonuna dogru sevecen bir dünyaya kavusmus olma olasiligimiz var
ancak bu insanoglu büyük çapli kitliklara ve triaj tavrina dehsetli tepkiler
verdikten sonra mümkün olabilecek. En dogru senaryo önce felaketi bekleme
anlayisindan vazgeçip hemen harekete geçerek insanligi en iyiye tasiyacak asamalari
kesfetmemiz olacaktir.
GELECEGIN YÜKSELEN DEGERLERI ve BÜYÜK UYGARLIK
Kanyonun yarattigi travmalar nedeniyle insanlik dünyanin hassasiyetini
azaltmak gerektiginin farkina varmis olacak ve 21.yy sorunlariyla basa
çikabilecek saglam bir dünya yaratmayi becerebilirsek, bu asir gelecek
yüzyillardaki büyük ve görkemli insanlik uygarligina geçis kapisi olacak.
Bugün sürekli artmakta olan ciddi sorunlari görmezden geliyoruz. Kamuoyu
sorunlar hakkinda yeterli bilgiye ve çözüm bilincine sahip degil. Teknoloji
ilerlemekte ama neye ihtiyacimiz oldugunu bilen yok. Eski liderler eski
yöntemleri uygulamaya devam etmekte; içi geçmis politikacilar geçerligini
yitirmis ideolojilere bagliliklarini sürdürmekte ve bazi devlet
yöneticileri ülkelerini mahvetmekte. 20.yy’dan kalma çikarlar ve maddi kazanç ugruna
degisime direnen iktidar sahipleriyle isadamlari; yok yere verilen yanlis sübvansiyonlar,
sahte bilim ve idari yapida yolsuzluk ve yozlasma gibi olumsuzluklar bizi
insanligin potansiyel olarak ulasabilecegi ileri medeniyet seviyesine yaklastiramaz.
Modern toplumun sorunlarin farkina varip tüm kaynaklarini çözüme odaklamasi
gerekir. Hemen harekete geçip sera gazi artisini azaltmadigimiz için iklim degisikligi
geri dönüsü olmayan bir hal alacak, güçlü firtinalar ve isi artislari meydana
gelecek, deniz seviyesi yükselecektir. Durum Birinci Dünya Ülkelerinde kontrol
edilebilecek derecede olsa da Banglades gibi gelismemis ülkeler feci
hasar görecektir. Dünya genelinde terörizm nedeniyle insanlar havayolunu tercih
etmemeye baslayacak, aileler görüntülü iletisim aygitlari kullanarak temasta
kalacak, yerel organik tarim ürünleri tercih edilecektir. Dogal kaynaklari
koruyan bilgisayar insiyatifli sistemler kullanilmaya baslanacaktir.
Kanyon döneminin zorluklari ve teknolojileri tüm endüstrilerin yeniden
yapilanmasina yol açacaktir. Büyük çapli yeni pazarlar dogacaktir.
¾ Otomotiv sektörü yakit pillerine yogunlasacak ve
arabalar tamamen bastan tasarlanacak.
¾ Elektrik enerji endüstrisi yavas yavas günümüzün
kömür ve petrolle çalisan enerji santrallerini yerini alacak ve farkli türlerde
karbon olmayan birimlerin dagitimi yapilacak.
¾ Nükleer enerji endüstrisi günümüzün ikinci nesil
enerji santrallerini devreden çikarip dördüncü nesil nükleer santraller kuracak
ve nükleer silahlarin nükleer enerjiden bütünüyle ayrilmasini garanti altina
alacak
¾ “Ekolojik” mimari yasanilasi, yazin serin, kisin sicak
kalabilen, enerji etkinligi olan evler tasarlayacak.
¾ Sehirler çevreye uyumlu olarak planlanacak Trafige
kapali genis alanlar, yürüyüs yollari, parklar ve bahçelerle çevrili
kentlerde ulasim dogrudan alisveris ve eglence merkezlerinin içine
girecek.
¾ Saglik hizmetleri önleyici ve rejeneratif tip üzerine
yogunlasacak. Insanlarin ömrü uzayacak.
¾ Iletisim endüstrisi fiber optik ve genis bant
kablosuz yayinla yeniden yapilanacak
¾ Dünya istihbarat toplumu uyusturucu kullanimi, kara
para aklama ve gelismis terörizmle savasmak için küresel çapli bilgisayar
donanimli isbirligine gitmek üzere yeniden kesfedilecek
¾ Farmakoloji endüstrisi insan geni bilincine erismis olacak
ve herkese farkli ilaç hazirlama yoluna gidilecek
¾ Eglence sektörü maksimum
düzeyde kültürel çesitlilige imkan veren yeni teknolojilere sahip olacak ve
insanlar istedikleri ürünü yükleyebilecekler.
¾ Dünya çapinda egitim elektronik ve bilgisayar
donanimli muazzam kütüphaneler sayesinde aktarilacak
¾ Gida ve tarim-kimya endüstrileri bazi bölgelerde ciddi
su sikintisiyla biyoçesitliligi taniyan yeni bir döneme girecek.
¾ Tüm is dünyasi gerçek zamanli küresel ticaret aglari,
süper zeki bilgisayarlar ve istisnai beceriye sahip insanlarla yeniden kesfedilecek
¾ Ekolojik refah özlemi kurumsal sirketlere
sinirsiz miktarda yeni kazanç imkani yaratacak.
21.yy birbirinden çok farkli yeni uygarliklarin ortaya çikisina sahne
olacaktir. 20 yil sonra insan uygarliginin hangi seviyede olmasini bugünden
sorgulamazsak geç kalmis oluruz. Farkli kültürlerin birbirlerini saygiyla
kabul edip baris içinde yasamasi için bilgelik ve yaraticilik
gerekmektedir. 20.yy’daki dünya savaslari nedeniyle iyi insanlar kötü
yönetimlerle heba oldugunu unutmamak gerekir. Demokrasi, çocuklarin çalistirilmasina
son verilmesi, kadin haklari, güvenli toplumlar yaratilmasina dair adimlar
atilmaya baslanmistir ancak insan uygarligini yükseltmek için çok daha
fazlasina ihtiyacimiz vardir. Insanlardaki potansiyelin ortaya çikarilmasi
gerekmektedir. Ekonomiyi çevrenin altkümesi olarak gören ekonomi uzmanlari
aslinda tam tersinin dogru oldugunu kabul etmek zorundadir artik. Öncelikle
Batili demokrasi ilkelerini Batili davranisindan ayirmamiz gerekmektedir. Bati
toplumlarinda yasanan yozlasmanin demokrasi ilkeleriyle iliskili degil yanlis uygulama
ve politikalarla iliskili oldugu unutulmamalidir. Amerika kendi içinde
toplumsal bir hastaliga tutulmusken dünyaya demokrasi, özgürlük ve serbest
piyasayi yaymaya çalismasi büyük bir tezat olusturmaktadir. Bu toplumsal
hastaligin iyilestirilmesi için zihniyetin degistirilmesi gerekmektedir. Amerika’da
trafik kazalari, cinayet ve intihar baslica ölüm nedenleridir. Gelismis ülkelerde
depresyon ve intihar artmistir. Insanlar zenginlestikçe sikilma ve hayati
anlamsiz bulma egilimleri artmistir. Tüketim arttikça stres de artmistir.
Halbuki farkli ülkelere egitim veya saglik gönüllüsü olarak gidenler hayati yasamaya
deger ve anlamli bulmaktadir. Önceleri teknolojinin daha çok bos zaman saglayacagi
düsünülürken toplumun daha çok tüketmeyi seçmesi nedeniyle insanlar tahminlerin
çok daha ötesinde çalismak zorunda kalmistir. Isinden baska bir sey
düsünemeyen, hayattan zevk alamayan bireyler ortaya çikmistir. Bilimsel ve
teknolojik gelismeleri insanlarin daha iyi hissetmeleri ve hayati yasamaya deger
kilmak için ne yapilmasi gerektigi sorgulanmalidir. Kötü teknoloji insani
saatlerce ugrastirip zaman kaybettirebilir. Berbat televizyon programlari karsisinda
zamanimizi bosa harcayabiliriz. Fakat gelecekte bu degisecektir. Günümüzün
televizyonu gelecek kusaklara iskence aleti gibi gelecek, insanoglu en degerli sey
olan zamani çok daha iyi degerlendirmeyi ögrenecektir. Gelecekte islerin çogunu
makineler yapacagina göre insanlarin kendilerini sanata, bilime, felsefeye,
spora yönelip ve islerin rahat yürümesi için idari ve siyasi becerilere egilmesi
mümkündür. Gelecek toplumunun bos zamaniyla ne yapilacagi hakkinda egitilmesi
gerekmektedir. Bu yönde verilecek egitim yasam kalitesini arttirmak için
mesleki egitimden çok daha faydali olacaktir. Insanlarin kaliteli bir
hayat sürmesi ve sanati takdir edebilmesi için iyi bir egitim almis olmasi
gerekir. Tarihte daha önce de oldugu gibi (Rönesans Italyasi, Eski Yunan
gibi) insanligin ileri medeniyet seviyesine ulasacagi zamanlarin gelmesi
muhtemeldir. Teknoloji sayesinde bu kez ileri medeniyet seviyesinin küresel
anlamda yayilmasi ve sürekli olmasi da mümkündür.
Dijital uygarlik küresel olacak ve sürekli büyüyecektir. Yogun miktarda
veri ve ürün bombardimanini makul kilmak için etkin kalite kontrol yöntemleri
olusturulmasi gereklidir. Su anda bile internette dogru bilgiye ulasma
zorlugu ve sanal ortamin çer çöple dolu olmasi, gerekli önlem alinmazsa ileride
isin içinden çikilamayacaginin göstergesidir. Devamli olarak bilgi ve ürünleri
rafine etme ve gelistirme süreci uygulanmalidir. Yoksa insanlik ileri
medeniyete ulasmak yerine aleladelik içinde bogulacaktir. Bilgisayar sistemleri
çogalip ucuzladikça paylasilan hizmetler de daha degerli olacaktir. Internet
sayesinde egitim imkanlari dijital olarak aktarilabilecektir. Kitaplar baski
masrafi olmaksizin dijital ortamda sinirsiz sayida insana ulasabilecektir. Çok
sayida veritabani internet ortaminda halka açik ve ücretsiz olarak
sunulmaktadir. Dünya sorunlariyla basa çikmasina yardimci olacak birçok araçla
donatilili bir hale dönüsmektedir. Örnegin dünya üzerindeki canlilarin gen
haritalarinin eklendigi bir veritabani hazirlanmaktadir ve arastirmacilar ve
konuya merakli olanlar için internette yayinlanacaktir. Ilkokul
düzeyinde egitimden uzmanlasmis arastirma konularina kadar her türlü
bilgi, kalite kontrolü yapilmis bir sekilde Internet ortaminda
ulasilabilir hale gelecektir. Süper zeki bilgi-islem mekanizmalari olan gelismis bir
uygarligin bilgisayar donanimli iletisim agi mümkün olan en iyi egitim
modellerine sahip olmalidir. Küresel olarak paylasilan bu ortak bilgi ortami
gelecegin büyük eserlerinden biri olacaktir. Gelecek kusaklarca takdir edilecek
ve faydalanilacak büyük eser niteliginde baska bir gelisme ise yapay zeka
kullaniminin yayginlasmasi ve toplumu kökten degistirmesi olacak. Yapay zekaya
yüklenen ve sürekli kendi kendini güncelleyen tibbi bilgi sayesinde insan sagligi
adina büyük asamalar kaydedilecek. Sagligimizi nasil koruyacagimizi veya gerçek
insan doktora görünmemiz gerekip gerekmedigini danistigimiz doktor makineler,
düzenli kontrol için kan testleri yapabilir hale gelecek. Terörizm, Çin tibbi,
12.yy vitray sanati, deri kanseri veya savasa yolaçan dinamikler gibi farkli
alanlarda uzmanlasan yapay zekalar küresel iletisim aglarina dogrudan bagli olacaklar
ve isadamlarina, yatirimcilara danismanlik yapacak. Hatta öyle ki 20-30 yil
sonra dünya ekonomisi su anda petrole bagimli oldugundan daha çok yapay
zekaya bagimli olacak. Kendi zekamizi asan bu yapay zekalarla birlikte yasayabilmeyi
ögrenmek 21.yy macerasinin en önemli unsurlarindan olacak. Kisisel
bilgisayarlar o kadar akilli olacak ki özel bir usak gibi efendisinin
ihtiyaçlarina hizmet edecek. Bugün nasil cep telefonu olmadan nasil yasamisiz
diyebiliyorsak gelecekte bu özel kisisel bilgisayarlar hayatimizin vazgeçilmezi
olacak. Birbirlerine de kablosuz sebekelerle bagli olan bu yapay zekalar
insanlarin birbirleriyle saglikli iletisim kurmasini saglayacak, hatta
birbirine uygun insanlari biraraya getirecek. Bu durum toplumu bastan asagi degistirecek.
Transhümanizm 21.yy’in gelecegi etkileyen büyük çapli gelismelerinden biri
olacak. Insan beyninin elektronik baglantilari tamamen çözüldügünde
bilgisayarlara baglanarak beynin gelistirilmesi de mümkün olacak. Beyin gelistirme
ileri medeniyetin ayrilmaz parçalarindan biri haline gelecek. Insanlar
fabrika isletmekten, muhasebe yapmaktan kurtulacagi için zamanlarini
yaraticilikla degerlendireceginden yüksek kültüre ulasilacak. Beyni gelistirilmis insanlarla
gelistirilmemis insanlar arasinda muazzam bir fark olacagini öngörmek
mümkün. Beyin-bilgisayar baglantisinin 21.yy’in en yenilikçi ve dönüstürücü
buluslarindan biri olacagi kesin. Bu insanogluna biyolojik islemlerle yari
elektronik islemin birarada yapilmasi firsatini verecek. Bu insan ötesi
teknolojinin yaratacagi etik sorularin felsefi açidan tartisilmasinin sonu
olmayacak. Ancak transhümanizmin ekonomik faydalari yadsinamayacagi için önemli
alanlarda dine dayali karsi çikislar görmezden gelinecek. Hinduizm insan ötesi teknolojilere
adapte olup Çin dinsel baskiya aldirmazken Bati dünyasinin din baskisiyla gelismelere
ayak uydurmamasi söz konusu olamayacagina göre transhümanizme dayali ekonomide
yaris doludizgin devam edecek. Hatta Mars’ta koloni kurulmasi insanoglunun
hedefleri arasinda olacak. Sürdürülebilirlik adina insanliga olaganüstü bir
ders verecek bu projenin 100 yillik bir sürede gerçeklestirilmesi mümkün.
Insanlik uygarliginin yeniden yapilanirken güzellige daha çok önem verecegini
umuyorum. Güzel sehirler, güzel bahçeler, güzel sanatlar... Her insan
Paris veya Venedik sokaklarinda yürümekten keyif aldigi halde neden düzgün
kaldirimi bile olmayan betonarme binalar ve çevreyi kirleten trafikle birlikte
yasamak zorunda kalacagimiz sehirler planlaniyor anlamak mümkün degil. Dar
çevrelerde de olsa bu anlayisin degismeye basladigina dair sinyaller var.
Günümüzde gönlünü çiçek yetistirmeye, bahçe düzenlemeye vermis insanlarin
sayisinda 10-20 yil sonra biyoteknoloji sayesinde büyük artis olacagini
tahmin etmek zor degil. Eger 21.yy’in zor döneminden sag çikabilirsek
gelecekte yerlesimlerin en güzel mimari, en kapsamli yesil alan, açik hava
mekanlari, kuslar ve heykellerle dolu parklar için yarisiyor olabilir.
Gelecekte güzellik anlayisi olmayan bir toplum uygar sayilmayacak, orasi kesin.
Son zamanlarda çesitli ülkelerde katildigim toplantilarda yaptigim arastirmada
insanlara düzgün bir hayatta olmasini isteyeceginiz seyler nedir diye
sordugumda aldigim cevaplarin hiçbiri de sahip oldugumuz teknolojiyle maliyeti
yüksek veya gerçeklesmesi imkansiz seyler degil. Insanlarin arzuladigi
yasama kavusabilecegi imkani saglayacak yeni ve müthis bir uygarlik
elbette sadece Birinci Dünya’ya yani Gelismis ülkelere mahsus olmayacak.
Bugünün Batili ülkelerinde kisi basina düsen GSYIH oranindan çok daha düsük
oranlarla ve dogaya ve çevreye çok daha az zarar vererek harikulade bir uygarliga
dönüsmemiz mümkün. Asil arzulanan gelecek uygarliklarin farkliliklariyla
birbirlerini tanimalari ve kültürel çesitliligin tadini çikarmalaridir. Güçlü
bir uygarligin en gelismis teknolojiden yararlanma imkani bulan zengin
ülkelerde gelisecegini düsünmek mantikli gelebilir. Ancak bunun tam tersi de
mümkün olabilir. Çünkü tüketim toplumunda maddiyata yapilan vurgu ve reklami
yapilan yasam tarzlari insanlarin daha çok çalisip daha çok tüketmesine yol
açmakta dolayisiyla egitime, ögrenmeye,yaraticilik ve sanata yeteri kadar zaman
ayirmamasiyla sonuçlanmaktadir. Digerlerine yetisme baskisi insanlari bunalima sokmaktadir. Bazi Üçüncü Dünya ülkeleri yaratici
enerjiye sahiptir ve bu da onlari yogun tüketici toplumlardan bir hayli farkli
kilar. Örnegin Brezilya müzik ve dans alaninda bitmek tükenmek bilmeyen bir
erkeye sahiptir. Bir zamanlar parmak isirtan bir uygarliga sahip olan Çin’in
bundan 20-30 yil sonra nasil bir uygarliga dönüsecegini kestrimek oldukça zor
fakat Batili tüketim anlayisini anlamsiz, bozuk, gereksiz pahali, müsrif ve
psikolojik açidan yipratici olarak degerlendirmeleri olasidir. Hindistan da çok
farkli bir sekilde gelismektedir. Bu baglamda kültürlerarasi anlayisin olusturulmasi
için okullarin ve üniversitelerin oynayacagi rol hayati önem tasimaktadir.
Çocuklara ve gençlere sürdürülebilirlik üzerine verilen egitim insanogluna yeni
kapilar açacaktir. 21.yy’in anlami, zorluklari ve nasil üstesinden gelinebilecegi
günümüz gençligine kavratilmalidir.
Eger 21.yy’in getirdiklerini iyi gögüsleyebilir ve akli basinda davranirsak
çok daha uzun asirlar insan türünün bu gezegendeki devamliligini garanti altina
alabiliriz. Yoksa uygarlik çökecek ve yüzyillarca geri gitmis olacagiz.
Kanyonu atlatabilirsek yüzyilin ikinci yarisinda bilim ve iyi egitim sayesinde
dogayi istismar etmeden bize sunduklariyla yasamayi ögrenmis olacagimizi
umuyorum. Dilerim bunun anlasilmasi için genelde insanliga oldugu gibi önce dehset
felaketlerin yasanmasi gerekmez. Kuantum fizigi uzmani Freeman Dyson’in dedigi
gibi “yasam sanati yasamin tadini çikarmaktir, her seyi kendine göre
düzenlemek degil.”