21.YÜZYILIN ANLAMI - THE MEANING OF THE 21. CENTURY

21.YÜZYILIN ANLAMI - THE MEANING OF THE 21. CENTURY

Fevzi BOZKURT
Psikoloji


GELECEGIMIZI SAGLAMA ALMAK IÇIN HAYATI BIR TASARI...
Insanlik bir dönüm noktasinda. Tarih boyunca esi görülmemis boyutta muazzam bir dönüsüm, bir geçis dönemine girmis bulunmaktayiz. Insan türü asirilik çaginda son sürat ilerlemekte. Bir yanda asiri zenginlik, bir yanda asiri fakirlik; teknolojide, silahlanmada, küresellesmede asiri uçlar. Eger insan türünün devam etmesini istiyorsak tüm bunlarla nasil basa çikacagimizi ögrenmemiz gerekiyor. Bas döndürücü teknolojik gelismeleri hizla büyüyen nüfusu desteklemek için kullanmanin yollarini bulabilirsek bizi harika bir gelecek bekliyor ancak bunu basaramazsak yeni bir Karanlik Çag baslatabiliriz.
 ************************
Zekâ ve teknolojinin dünyayi mahvetmek yerine dönüstürmek için kullanilmasi gerektigini vurgulayan yazar, teknolojinin hayatimiza olan etkisi üzerine çalismalar yapan dünyaca ünlü bir uzmandir. Dünya çapinda dogum kontrolünden, eko sistemin onarilmasina; nanoteknoloji gelismelerine kadar genis kapsamli sorunlara etkileyici, akla yatkin ve olanakli çözümler sunan yazara göre önemli olan beka kabiliyeti yani kalimliliktir. Günümüzün tahammül edilmez ve savunmasi imkânsiz çürük gidisatindan uzaklasip saliverdigimiz muhtelif güçleri kontrol altina almayi ögrenmemiz gerekmektedir. Arastirma, bilim, ekonomi ve sosyal politika uzmanlariyla kapsamli görüsmeler yaparak hazirladigi bu kitap degisim yönünde bir seferberlik ve kavrama manifestosudur.
21. yüzyil, asiriliklarin öne çiktigi olaganüstü bir zamandir. Bugünkünden çok daha gelismis uygarliklar yaratabilecegimiz gibi yeni bir karanlik çagi da tetikleyebiliriz. Pusuda bekleyen felaketlerden sakinmak adina yapabilecegimiz çok sey var. Gelecekte yasanmasi muhtemel olaylari öngörerek dümen kirip önlem almaliyiz. Devrimci bir degisim/dönüsüm süreci var önümüzde. Bu dönemde en önemli rolü çocuklarimiz üstlenecegi için gelecekleri hakkinda onlara ögretmemiz gereken pek çok sey var. Yüzeysel dalgalanmalar yerine derin akintilara odaklanip gelecek nesilleri etkileyecek devinimi olan büyük çapli egilimleri yaratacak, degisimi saglayacak önemli unsurlar üzerinde durmak gerekmektedir. Kritik yüksek devinimi olan egilimleri siyasetten bagimsiz olarak tanimlayabiliriz. Dönemin baskin siyasi partileri hangileri olursa olsun yapilmasi gereken esasli degisikliklerin basariyla gerçeklestirilebilir. Elbette dar görüslü politik nedenlerden ötürü bazi sorunlara bulunan çözümlerin direnisle karsilasmasi kaçinilmazdir. Çünkü mevcut durumda yerlesmis menfaatleri olan büyük bir kesim statükonun bozulmasini hiç mi hiç arzulamamaktadir. Dünya sorunlariyla bas etmek için dogru kararlarin alinmasi ve insanlarin tesvik edilmesi hayati önem tasimaktadir.
Gelecekteki teknolojiyle ilgili olarak öngörüde bulunmak çok da zor degildir çünkü arastirma, gelistirme ve üretim, uygulama asamalari arasinda uzun bir zaman geçmektedir. 70’lerde The Wired Society / Kablolu Toplum kitabini yazdigimda henüz kisisel bilgisayar, cep telefonu, internet yoktu. Yirmi-bes yil sonra ise, bu teknolojileri genis çapta kullanan bir dünya üzerine yapilmis birçok yerinde ve dogru tahmin yürüten adeta gelecegi görmüs bir kitap olarak alkisa tutuldu. Bundan cesaret alarak dünyanin gelecek sorunlariyla ilgili daha çok arastirma yaparak uzmanlarla görüsmeye basladim. Dünyanin daha derin bir soruna dogru ilerlemekte oldugu gözüme daha açik ve net bir sekilde görünmeye basladi. Uzay mühendisligi yaptiktan sonra (saka yapmiyorum) IBM’e girdim ve karmasik problemlere çözüm üretmeye yardim eden bilgisayar sistemleri gelistirmek üzere egitim aldim. New York sehrinde Birlesmis Milletler binasinin karsisinda bulunan ve seçmece bir beyin takiminin görev aldigi dahili bir üniversite olan IBM Arastirma Enstitüsü’nde çalisirken Nixon döneminde BM’de verilen kokteyl partilerinde fark ettim ki ne BM delegelerinin teknolojide olup bitenlerden haberi var ne de biz bilgisayar gurularinin kendi dünyamizin disindaki gidisattan.
1970 senesinde ABD ve SSCB’den on ikiser bilgisayar mühendisine isbirligi olasiliklarini degerlendirmek üzere gizli bir görüsme ayarlandi. Amerikan Disisleri Bakanligi Ruslar, bize asiri miktarda votka verdiginde çaktirmadan vazolara bosaltmamiz ya da yatagimizda çiplak bir kadin buldugumuzda ne yapmamiz gerektigi gibi uyarilarda bulundu. Keske olsaydi ama bunlarin hiçbiri olmadi. Hatta bana kalirsa Rus bilim insanlari bize gayet cana yakin ve dostça davrandilar. Onlar da Amerika hakkinda çok yanlis fikirlere sahipti. Her iki taraf isbirligi için yüksek bir potansiyel oldugunda hemfikirdi. Fakat sonuçta olay KGB’nin CIA’yi, CIA’in KGB’yi gözetledigi bir oyuna dönüstü.
IBM’den sonra karmasik problemlerle ugrasacak bir is gelistirdim ve yirmi bes yil boyunca seminerler vererek dünyayi dolastim. Çok büyük ve üst düzey bir kitleye ulastigimdan devlet adamlari ve is dünyasinin liderleriyle bir araya gelme firsati buldum. Mesela J.P. Morgan’in danisma kurulunda George Schultz, Condolezza Rice, Lee Kuan Yew (Singapur’un ilk basbakani), Suudi Arabistan Maliye Bakani, Lord Howe ve dünya çapinda sirketlerin CEO’lari vardi.
21.yüzyilin getirdigi büyük çapli sorunlara karsi toplumu uyarmak ve potansiyel çözümler hakkinda bilgi vermek üzere harekete geçmenin gerekliligine inandim. Insanligi bekleyen en büyük sorunlari tanimlamak, çözüm üretmek ve en büyük firsatlari bulmak için Oxford Üniversitesi’nde James Martin 21.Yüzyil Okulu’nu kurdum. Parlak arastirmacilarin ve ögretmenlerin görev aldigi bu okul tabii ki gelecegin zorlu sorunlariyla mücadele edebilecek liderler yetistirmeyi de görev edinmistir.
Burada bahsedilenleri yetismekte olan kusaklara aktarmak sorunlarla basa çikmasi gerekenler onlar olacagi için hayati önem tasir. Aslinda çocuklara ögretilmesi gereken daha önemli bir konu yoktur çünkü insanin ve uygarligimizin varligini sürdürebilmesi buna baglidir.
Degisim Ihtiyaci - Dönüsüm/ Degisim Kusagi
21.yüzyilin baslamasiyla birlikte insanoglu kendini sürdürülebilmesi imkânsiz olan ve degistirilmedigi takdirde genis kapsamli felaketlere yol açabilecek bir seyir halinde bulmustur. Ayni zamanda yeni yüzyilla birlikte insanligi daha güzel ve basarili bir uygarliga tasiyacak müthis imkânlarin yolunu da açabiliriz. Yani bu son yüzyilimiz da olabilir, sahane bir gelecek kuracak yepyeni bir dünya düzeninin baslangici da.
Evrenin bir ucunda küçük bir gezegende yasiyoruz fakat dünya nüfusu giderek artiyor. Çin gibi kalabalik yeni tüketim toplumlari ortaya çikiyor. Öte yandan teknoloji gezegeni hasat etmeye yetecek güce ulasiyor. Her seyin asiri uçlarda yasandigi bir döneme dogru dörtnala ilerliyoruz. Bilimsel deneylerden küresel güçlere, kitle imha silahlarindan din adina hareket eden teröristlere kadar her sey asiri uçlarda. Eger insanoglunun yasamini sürdürmeye devam etmesini istiyorsak bu durumla nasil bas edecegimizi ögrenmemiz sart. Bizi bekleyen çetin sorunlara çözümler önererek gidisati degistirip 21.yüzyil dönüsümü gerçeklestirecegiz. Eger bunu dogru sekilde becerebilirsek olaganüstü bir gelecek; yanlis yaparsak geri dönüsü olmayan bir mahvolus bekliyor bizi. Ancak yüzyilin ilk yarisinda esasli bir degisime ihtiyacimiz var ki yüzyilin geri kalani sira disi olaylara sahne olabilsin.
Insanoglunun varligini sürdürüp gelismesi için doga simdiye kadar gerekli tüm kaynaklara saglamis bulunuyordu. Fakat bu kaynaklar sonsuz degil dogal olarak. Toprak, yeralti sulari, baliklar, mineraller, petrol, sazlik ve sulak alanlar… Bunlari asiri miktarda tüketiyor ve yok ediyoruz. Bazilarinin yerine koyabilecegimiz alternatifler de yok.
Doganin bize sundugu ozon tabakasi ve hassas bir dengeye sahip olan atmosferdeki karbondioksit miktari yok ettigimiz ormanlar nedeniyle giderek artiyor. Yeryüzündeki kaynaklari kötü kullanmamiz sebebiyle günde 405 bin km2 tarima elverisli alani, 24 milyar ton üsttopragi kaybetmekteyiz. Böylece dünyada 60 bin km2’yi askin yeni çöl alanlari yaratmaktayiz. Topragin humus içeren üst katmaninin olusmasi için binlerce yil gerekirken insanlar bir anda agaçlari kesip erozyona neden oluyorlar. Birkaç ay içinde üsttoprak sel ve rüzgarin etkisiyle dagilip gitmektedir. Bizim için hayati önem tasiyan su gida yetistirmek için de kullanilmaktadir. Sadece (8-9) kilo et saglayan sigirlari beslemek için kullanilan bir tonluk tahili üretmek için binlerce ton su gerekmektedir. Bugün insanlar, bir yilda yagmurla su kaynaklarina geri dönen su miktarindan 160 milyar ton fazlasini harcamaktadir.
Dünyayi talan ettigimiz için günümüzün gençleri yasamlarinda dünyanin pek çok yerinde taze su kaynaklarinin tükendigine ve gida üretiminin çok zor bir hale geldigine sahit olacaklardir. Çok sayida balik türü asiri avlanma yüzünden azalacak ve soylarinin devami tehlikeye girecektir. Küresel isinma Katrina kasirgasindan çok daha büyük çapli tufanlari tetikleyecek ve ciddi hasar olusturacaktir. Bu da dogal iklim mekanizmalarinin daha da kötüye gitmesine yol açacagindan artan isi, Orta Afrika’dakiler gibi dünyanin yoksul ülkelerinin çogunda mahsul verimini azaltacaktir. Böylesi afetlerin getirdigi yogun gerilim asirilik, dini saldiri ve intihar terörizminin oldugu bir zamanda meydana gelecektir. Bunun yaninda korkunç silahlar ucuzlayacak ve çok daha genis kitlelerin ulasabilecegi bir hale gelecektir. Iç içe geçmis bu sorunlarin çözümleri de birbiriyle kesisir. Bu çözümleri uygulayabilirsek kademeli bir sekilde sürdürülebilir kalkinma yaratarak ve hayatimizi refah içinde sürdürülebiliriz. Sürdürülebilirlige yönelik olarak farkli alanlarda çesitli adimlar atilmasi ve zaman kaybetmeden harekete geçilmesi gerekmektedir. Hizla gelisen teknolojinin isiginda sürdürülebilirlik tek basina yeterli olmayacaktir, kalimliligi/beka kabiliyetini mutlaka göz önüne almamiz gerekir.
Bu büyük dönüsümü gerçeklestirecek olanlar bugünün gençleridir. Olguyu 21Y Dönüsümü olarak adlandirabiliriz. Tarif edilen degisimin nihai sorumlulari da onlar olacaktir. Bu insanlik tarihinde esi benzeri olmayan bir dönüsüm olacaktir. Bu nesil degisim/dönüsüm neslidir ve bunu fark etmeleri saglanmalidir. Böylece oynayacaklari rolü iyice anlayacaklar ve çogu için 21.yüzyilin anlamini kavramak kendi yasamlarina anlam verecektir.
21. Yüzyil Kanyonu
Içinde bulundugumuz yüzyili ortasi dar bir bogazdan olusan bir derin bir kanyon olarak düsünün. Insanligin da bu koca nehrin azgin sularinda yokus asagi rafting yaptigini. Içerilere dogru girildikçe akinti artacak ve degisim yogunlasacak. Teknolojinin olaganüstü bir sekilde hizlandigi zorlu bir dönem bekliyor bizi. Nüfus arttikça küresel gerilim, çevre kirliligi ve toplu kitlik artacak. Böyle devam ederse dünya nüfusu 8,9 milyonu buluncaya kadar çogalabilir. Su kaynaklari azaldikça, fakir ülkelerdeki tarlalar yok oldukça ve Çin, Hindistan ve diger 18 ülkede oldugu gibi yeni tüketici toplumlar beslenme aliskanliklarini degistirip daha fazla et yemeye baslarsa (çünkü bu daha fazla tahil üretimine ve su tüketimine yol açmakta) dünya nüfusunu beslemek gittikçe daha da güçlesecektir. Dünya nüfusunun yüzyilin ortasinda zirveye ulastiktan sonra düsüse geçecegi öngörülüyor ancak bu demek oluyor ki kanyonun dar bogazina gelindiginde yeryüzündeki kaynaklar en sikintili döneminde ama dünya nüfusu ise doruga ulasmis olacak. Ayni zamanda nonoteknoloji, biyoteknoloji, uç-dalgaboyu iletisim aglari, robot fabrikalari, rejeneratif tip ve bilgisayar zekasinin yogunlastirilmis çesitleri gibi olaganüstü yeni teknolojiler gelisecek. Yüzyilin ortasina degin dogaya fazlasiyla zarar verilme ihtimali yüksek ancak küresel isinmaya neden olan yakitlarin yerini temiz enerji alacak. Sonunda çevreye çok az zarar veren sonsuz enerji üretimi yapilabilecek. Dumanli fabrika bacalari ve karbon bazli yakitlarin yerine temiz sanayi ve hidrojen ekonomisine kavusacagiz. Sagligimizi tehdit eden kimyasallarin çogu yasaklanacak. Denizler ve çevre daha iyi anlasilip çok daha iyi korunacak. Yüzyilin ortasina gelindiginde dogayi istismar etmemiz nedeniyle dünyaya verdigimiz zarar yavas yavas düzeltilmeye baslayacak.
Dönüsüm Neslinin görevi insanligin kanyondan mümkün oldugunca az karmasayla geçmesini saglamak. 21.yüzyilin ciddi sorunlarina çözüm bulunabilir ancak kötü haber su ki su anda dünyanin en güçlü insanlari çözümleri kavrayabilecek bilgiye sahip degil ve bunlari uygulamak için de inisiyatifleri bir hayli sinirli. Siyasetçiler seçimleri düsünerek sadece oy kaygisiyla hareket ederken güç sahibi isadamlari ve yöneticiler de yalnizca kar amaci gütmekte. Hissedarlarin payini arttirmak görevleri oldugundan, olaylari kontrol eden iktidar sahipleri için, ne yazik ki her zaman kisa vadeli faydalara duyulan istek uzun vadede sorunlarin çözümüne duyulan istegin önüne geçmekte. Kanyonda ilerlemekteyiz fakat liderlerimiz bu geçisi kolaylastirmaya hazir degil. Önümüzde kurumsal engeller var.
Dünyanin gidisati kanyondan geçtikten sonra sakin sularda ilerleyebilir fakat bu kez de farkli olaylar zinciri bizi baska bir çalkantili döneme sürüklüyor olacak. 21.yy teknolojileri yasami degistirip insanlari dönüstürmemizi saglayacak, bilgisayar zekasi insan zekasinin çok ötesine geçecek ve yeni bilim bizi hizla degisen daha kaygan bir rampaya götürecek. Yine de bir sekilde kontrolün bizde kalmasini isteyecegiz.
  
DEVINIM EGILIMLERI
Önümde kristal küre gelecek hakkinda kehanetlerde bulunuyor degilim elbette. Bazi egilimler devinim yaratir ve bir kismini durdurmak olanaksizdir. Öngörüde bulunmak bu sayede mümkündür. Dünya nüfus artisi hakkinda öngörüde bulunabilir, dolayisiyla gelecekte ihtiyaç duyacagimiz gida, su ve diger temel gereksinimlerimizin ne kadar olacagini da hesaplayabiliriz. Gelismekte olan teknolojileri iyi anlayabilirsek, gelecekle ilgili daha saglikli önermeler ortaya atabiliriz. Örnegin, Intel’in kurucusu Gordon Moore 1965’te silikon çiplerin her yil katlanacagini öngörmüstü ve son elli yilda aynen böyle oldu. Bazi büyük çapli egilimler teknoloji sayesinde kaçinilmaz hale gelmistir. Gelecegi kavramamiza yardim edebilecek yüz kadar devinim egilimi vardir. Bazilari okyanus balikçiliginin azalmasi kadar bariz; bazisi ise sadece sektörel anlamda hissedilen; bazisi da atmosfere sera gazlarinin salinimi gibi uzun vadeli sorunlardir. Ya da, Internet’ten alisveris gibi yeni davranis kaliplari olusmasi ve kurumlarin gida alimini degistirmesi gibi kisa vadeli ve göreceli degisikliklerdir. Bunlarin toplami gelecegin iskeletini olusturur. Gelecegi detayli olarak öngöremeyiz ama gidisatin ilerleyebilecegi farkli yönler ve bunlari etkileme yollarini arastirabiliriz.
Dünyadaki devinim egilimlerini baktigimizda basimizin büyük belada oldugu açiktir. Her alti haftada dünya nüfusuna New York sehrinin nüfusu kadar insan eklenmektedir. Zengin ve fakir ülkeler arasindaki uçurum önemli ölçüde artmistir. Televizyon ve küresellesme araciligiyla varlikli yasamlar yoksullarin gözüne sokulmaktadir. Terörizm çagi yeni gerilimler yaratmaktadir. Gezegenimizde bulunan su, birkaç buzul çagi öncesine dayanan yeraltindaki akiferlere toplanmistir ve bu kadim kaynaklar tükendiginde yagmur suyuyla yasamak zorunda kalacagimizdan, dünya üzerinde su savaslari kaçinilmazdir. Çevresel kaynaklar tükenip kitlik arttiginda, fakir ülkelerde ciddi sorunlar bas gösterecek ve sosyal siddet yasanacaktir. 1994 kurakliginda Afrika’nin nüfus yogunlugunun en yüksek oldugu ülkeler Ruanda ve Burundi, vahset ve zalimliklere sahne olmus yaklasik bir milyon insan soykirima kurban gitmistir.
SÜRPRIZLER
Dünyanin gidisatini anlamaya çalisirken engel olunamaz devinim unsuru öngörülerimize saglam dayanaklar sunsa da sürprizler hiçbir zaman göz ardi edilmemelidir. Devinimi yavaslatacak güçte bir sürprizin çok büyük olmasi gerekir. Örnegin, 11 Eylül saldirilari dünyaya bakisimizi degistirdigi halde, bazi istisnalar hariç dönemin devinim egilimleri genel olarak sürmüstür. Örnegin 20.yy basinda Belle époque /Güzel Çag’in bayragini tasiyan Paris beklenmedik I.Dünya Savasiyla önemli ölçüde hasar görmüstür. Sovyetler Birligi’nin 1990-91 yillarinda çöküsüyle büyük bir ekonomik ve politik sürpriz meydana gelmistir. Neredeyse koca bir kitanin haritasi degismis, dünyanin en egitimli ülkelerinden birinde yasayan halklar paramparça olmustur. Kapitalist toplumlar da ekonomik çalkantilara bagisik degildir. Hepsinin refah ve gerileme dönemleri vardir. 1997 Asya krizi dünyayi finansal açidan yok olmanin esigine getirmistir. Amerika akintili sularda ilerleyen büyük ve güçlü bir gemi gibi görünse de bu ülkeyi sarsacak sürprizler de olacaktir muhakkak. Diger tüm ülkeler gibi ABD’nin Çin’den etkilenmemesi mümkün degildir. Fakat Çin de kolaylikla tarihin en büyük balon ekonomisine dönüsebilir. Dünyanin buna hazirliksiz yakalanmasi küresel ekonomiye büyük hasarlar verecektir. Mesela terörist bir örgüt Amerikan sehirlerinden birine atom bombasi atmasi gibi, bazi sürprizler çok can yakici olabilir.
Ilk basta o kadar ciddiye alinmayan bir baska sürpriz ise grip salgini gibi bir bulasici hastalik olabilir. 1918’deki grip salginindan ölenlerin sayisi I. Dünya Savasi’nda ölenlerin iki katidir. Böylesine bir salgin bazi hükümetlerin seyahatleri kisitlamasi ve insanlari karantinaya almasina neden olabilir. Zengin ülkeler uluslararasi isletmelere ve tedarik zincirlerine bagimli hale geldikçe bu isletmelerin neden olacagi hasar akil almaz boyutlara ulasacaktir. Daha kötü bir senaryo ise insan eliyle modifiye edilen bir patojenin dogayi sasirtarak neden oldugu küresel bir salgin olabilir.
Gözle görünmeyen bu davranis kalibi incelendiginde gelecegin iskeletini olusturan devinim egilimlerini degistirebilecek güçteki sürprizlerin kaçinilmaz oldugunu görürüz. Radikal Müslümanlarin Amerika’ya saldiracagi 11 Eylül’den çok daha önce öngörülüyordu. Hatta Dünya Ticaret Merkezi’nin yok edilmesi engellenebilirdi. Benzer sekilde Çin’in balon ekonomisi ve grip salgini da kaçinilmazmis gibi görünmektedir bu yüzden önlem almak kesinlikle yersiz degildir.
Sürprizlerin ortaya çikmasinda politikacilarin bilim insanlarinin serzenislerine kulak asmamalarinin etkisi büyüktür. Tüm uyarilara kayitsiz kalan yetkililer, New Orleans’i ancak Katrina Kasirgasi vurduktan sonra sehri bosaltma talimatini vermistir. Baskan Bush olaydan sonra “kimsenin bu kadarini bekledigini sanmiyorum” derken yalan söylemistir. Gereken tüm uyarilar zamaninda verilmisti. Bu olay bilim insanlarinin uyarilarini dikkate almanin önemini bir kez daha kanitlamistir.
MANIVELA ETKILERI
Bu kitapta manivela etkisi derken çok güçlü sonuçlar dogurabilecek, göreceli olarak küçük ve siyasi olarak ulasilabilir eylemlerden bahsetmekteyim. Kurallarda ufak degisiklikler gibi. Nasil ki bir katalizör kimyasal bir tepkime meydana getirirse güven aleyhtari kanunlar kapitalizmin tekellesmeye yönelik evrimi üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Bulasici bir hastaliga karsi asilandigimizda hastaliga karsi bagisiklik kazaniriz. En tahrip edici devinim egilimleri bile zarari azaltabilecek manivela etkisine sahiptir.
Çok basit ancak etkileyici bir örnekle açiklayalim: Fakir ülkelerdeki kadinlar egitildikleri takdirde ki bu çok ucuz ve göreceli olarak kolay bir proje sayilir, daha az çocuk dogurduklari görülmektedir. Aslinda dogum kontrolü saglamanin en etkin yöntemi kadinlara okuma-yazma ögretmektir. Bu kadinlarin hayatlarini gelistirmesini sagladigi gibi önemli sonuçlar alinmasini saglar. 20. yy ’da 300 milyon insanin ölümüne yol açan çiçek hastaligi 1966’da baslatilan asilama kampanyasi sayesinde 1977’den beri kimsede görülmemistir. Çiçek virüsü ABD ve Rus askeri laboratuvarlarinda saklanmistir. Bu asamada iyi manivela etkileri oldugu kadar kötülerinin de oldugunu hatirlatmakta fayda vardir. Çiçek hastaliginin yeryüzünden silinmesini askeri bir firsat olarak degerlendiren Ruslar, çiçek virüsünü balistik füzelere yerlestirmistir.
Internet yazilimiyla tanismamiz gibi birçok beklenmedik manivela etkileri de ortaya çikarilabilir. Bu basit yazilim hem ucuz hem de Internet kullanimini tüm dünyaya yayan olaganüstü bir gelisme olmustur. Devinim egilimleriyle manivela etkilerini birbirinden ayirmamiz gerekir. Gelecegimizi bu etmenleri belirleyip irdeleyerek dönüstürmemiz gerekmektedir.
EKO-REFAH
Eninde sonunda ayagimizi yorganimiza göre uzatmamiz gerektigini fark etmek zorundayiz. Küresel olarak sürdürülebilir bir uygarligin yoksul, yoksun veya nesesiz olmasi gerekmez. Aksine çevrenin bize saglayabileceginden fazlasini tüketmeyen toplumlar olusturabiliriz. Ben buna eko-refah adini veriyorum. Küresel ekosisteme zarar vermek yerine onu iyilestirecek yüksek kaliteli yasam tarzlari benimsenmenin zamani gelmistir. Çevreye zarar vermeyen bir yasam tamamen dogaya dönmek anlamina gelmez. Sehir hayati hem güzel hem de ekolojik olabilir. Her sey bir yana, gelecekteki toplumlarin günümüze kiyasla çok daha sade yasamlar sürecegi kesindir. Üstelik çok çesitli yasam tarzlarini da içlerinde barindiracaklardir. Dünya genelinde bu kadim ve engin biyoçesitliligin koruma altina alindigi alanlar genisleyecek; bu biyoçesitliligi anlamaya can atanlarin sayisi katlanarak artacaktir. Çevreyle uyumlu yasamanin birçok yolu vardir. Dogayi sevmek, müzik dinlemek, tiyatroya gitmek, futbol oynamak veya yüksek teknoloji meraki bunlara dahildir. Insanlarin bazilari okyanus yarislarina, uç sporlara merak salarken, bazisi orkide yetistirme, hidroponik bitki yetistirme, kampçilik, spor veya üç boyutlu satranca ilgi duyacaktir. Bilgisayar oyunlari gelisecek; dijital teknoloji sanal gerçeklik kavramini günlük hayata sokacak, dünyanin her yerinden en gelismis eglence seçeneklerine ulasma olanagi dogacaktir.
Dünyada, özellikle Hindistan ve Çin gibi gelisen ekonomilerde Amerikalilar gibi tüketmeyi arzulayan varlikli insan sayisi giderek artmaktadir. Gelismekte olan ülkelerde hidrojen bazli enerjiyle isleyen bir ekonomi, pilli araç ve etkin su kullaniminin çok geç olmadan saglanmasi gerekmektedir. Küresel anlamda ekosistemle uyumlu yasam sarttir. Gelecegin en büyük özelliklerinden biri toplumlarin bilgiye dayanan ve bilgiyi uygulamak için yeni teknikler gelistirecek olmasidir. Rutin isler makinelerce yapilmaya devam edecek, insanlar duygu ve yaraticiliga ihtiyaç duyulan alanlarda çalisacaktir. 21.yy ekosistemle uyumlu yaraticilik açisindan sira disi gelismelerin görülecegi bir dönem olacaktir.
Önemli devinim egilimlerinden biri üretkenligimizdeki artistir. Bu gelisen teknoloji ve daha etkin yönetim sayesinde gerçeklesir. ABD 1995’ten 2005’e kadar yilda %3 oraninda artmistir. Ekonomistler uzun vadede %2,5 artis beklemektedir. Bu oran bir yüzyil daha böyle devam ederse Amerikan toplumu bugünkü refah düzeyinin 12 katina ulasacaktir. Daha geriden baslayan Çin ise 20 kat zenginlesecektir. Aslina bakarsak, robotik ve nano-teknoloji sayesinde bilimin bizi tahminlerin de ötesine tasiyacagina inaniyorum. Bu yeni elde edilen büyük refahin gezegeni tahrip etmek yerine onu iyilestirmek için kullanilmasi hayati önem tasimaktadir.
Bir diger önemli gerçek ise dünyadaki refah artisinin nüfus artisindan daha fazla olacagidir ki bu devinim egilimlerinin kesisimi, dünyanin insanlik için daha düzgün bir yer olacagina dair umutlari arttirmaktadir. Ancak bu refah artisi asiri dengesiz olacaktir. Kavusulan bu yeni servet zekaya dayali olacagindan çogunlugu hali hazirda zengin ülkelere kayacaktir. Öte yandan yoksul ülkelerin çogu bunun önüne geçmek için iyi planlanani uygulamaya almazsa daha da fakirlesecektir.
 Gelecekte uygarlik degisime ugrayacaktir. 21. yy Dönüsümünün bir kismi uygarliklarin degisimidir. Farkli kültürlerde farkli degisimler olacaktir. Eger daha iyi uygarliklar olusturamiyorsak daha üstün teknolojinin ne anlami vardir ki? Insanin hayatta kalmasi ve yeni uygarlik anlayislari yaratma kavramlari birbiriyle baglantilidir. Uygarlik hakkinda sormamiz gereken temel sorular vardir. Çocuklarimiza nasil bir dünya birakmak istiyoruz? Biyoteknolojinin insan dogasini degistirebilecegi bir uygarlikta ilkeler ne olmalidir? Büyük degisimlerin yasanmakta oldugu ve yasanacagi 21.yy’da hangi ilkeler dogrudur?
Toplum daha iyi bir gelecek tasavvur eder ve buna ihtiyaci vardir. Uygarligin ileride bugünkünden daha karmasik ve çok katmanli olacagi kesin oldugundan gelecekteki çesitli olasiliklara kapsamli ve genis bir açidan bakmak gerekir. Ancak bu tasavvura dogru ilerleyis felaketler, bürokratlar, savaslar ve direnemeyecegimiz bastan çikarmalarla engellenebilir. 21.yy’da dönüsümü basarabilirsek insanligi kargasaya sürükleyen gidisati degistirmekle kalmayip uygarliklarin olaganüstü bir evrim geçirmesine sahne olacak ve medeniyet bugün bildigimizden çok daha farkli mertebeye ulasacaktir.
IKILIK
21.yy ikilikte asiriliklarin çagidir. Gelismis ülkelerde refah ve basarilarda yogun bir artis gözlemlenirken daha zayif ülkelerde giderek artan yoksulluk, hastalik, siddet ve toplumsal karmasa bir kisir döngü halini alacaktir. Bunlarin çogu günümüzde de yokluk çeken veya basarisiz olmus ülkelerdir. Gelismekte olan ülkeler ise basamaklari birer birer tirmanarak paylarina düseni yükseltmektedirler. Yoksul ülkelerin en alt basamaga ulasmasina bile olanak yoktur. Yoksulluk öylesine derine islemistir ki bu kosullarda çikis yolunun bulunmadigi söylenebilir. Böyle ülkelerin çocuklarini egitmek, tarim olanaklarini gelistirmek veya dünya ticaretinde bir oyuncu olmasi olanaksizdir. Ancak refah içindeki ülkelerin bu kisir döngüye bir son vermesi kesinlikle mümkündür.
Dünya nüfusunun neredeyse yarisi günde 1 Dolarin altinda yasamaktadir. Fakir ülkelerde nüfus daha da hizli artmaktadir. Böylesine bir mahrumiyet çaresizlik ve umutsuzlugu beraberinde getirirken terörizm ve cihat yanlisi Radikal Islam bu ülkelerde kolaylikla destekçi bulmaktadir.
Gelecege bakis iki soru sorarak mümkün olabilir:
Yapilacak en dogru sey nedir? Olma ihtimali en yüksek olan sey nedir?
Dünyanin daha fakir ülkelerini veya o kadar fakir olmamasina ragmen gecekondularla dolu uluslarin hayatlarina tanik olmadikça felaketin boyutlarini gerçekten anlamak mümkün degildir. “Yapilacak en dogru sey nedir?’ diye soruyorsak cevap açik ve nettir. Yoksulluga son ver! Hastaliklari ve sefaleti ortadan kaldir! Çocuklari egit! Kadinlara okuma-yazma ögret! Kisacasi pisligini temizle! Fakir ülkelere gelisim merdiveninin en azindan ilk basamagina çikmalarina olanak taniyacak bir dizi çalisma hayata geçirilmeli. Disaridan yardim edilmezse yokluk çeken ülkelerin durumu daha da kötülesecektir. Buna dur diyebilmek için çok yüklü miktarda finansal kaynak talep etmekten ziyade, düsük maliyetli programlarla birlikte becerilerin ortaya konmasi gerekmektedir.
“Büyük olasilikla ne olacak” diye sordugumuzda Birlesmis Milletler’in yillaridir hedefler belirledigini ama kayda deger bir sonuç alinmadigini görürüz. Siyasetçiler kendilerini iyi hissettirecek bos laf üretirken, onlari televizyon basindan izleyen seçmenler genelde uzak diyarlardaki yoksullugu önemsemezler. Zengin ülkeler, fakir uluslara yardim etmek için yeterli çabayi sarf etmiyor. Çin’de oldugu gibi hükümetler devlet otoritesinin gücünü göstererek önemli degisimler yaratabilir ancak fakir ülkelerin hükümetleri de çogunlukla güçsüz ve acizdir. Gerekli yardimin yapilmamasi halinde islerin daha da kötülesmesi kaçinilmazdir. Bu soruya cevabimiz “her sey oldugu gibi devam edecek” dersek yaniliriz, çünkü yoksullukta belirli bir düzeyin altina inildiginde durum daha da tahrip edici bir hal almaktadir.
Is dünyasinin gurularindan Harvard mezunu Michael Porter’a göre basarisiz ülkelerdeki insanlarin ne olanaklari ne de özgüvenleri vardir. Bu durum bölücü güçler yaratmaktadir. Bunu bir muammaya yakalanma olarak degerlendiren Porter ülkelerin vatandaslarinin kendi seçimlerini yapmalarini, kendi kaderlerini çizmelerini istediklerini, demokrasiye inandiklarini ancak bu ise yaramazsa uzun vadede dünya çapinda sorunlara yolaçagina dair kaygilari oldugunu ve bu konuda ne yapilacagi hakkinda dünyanin harekete geçmeye hazir olmadigini dile getirmektedir.
Gelismis ülkelerin zenginleri hayatlarina yüksek miktarda para akitirken, daha fakir bölgelerdekiler neredeyse insanlik disi kosullarda var olma mücadelesi vermektedir. Zengin çocuklari siddet dolu bilgisayar oyunlari oynarken gecekondu mahallelerindeki yoksul akranlari siddeti sanal olarak degil gerçek hayatta tecrübe etmektedir. Zengin toplumlar saglikli, uzun ve kaliteli bir yasam sürerken fakir toplumlar hastaliklarla bogusacak, AIDS, savaslar, siyasi anarsi ve açlik tehdidi altinda kisa bir yasam sürmeye mahkûm olacaktir. Olayi sekillendiren tüm etmenler göz önüne alindiginda yapilmasi gerekenle, yüksek ihtimalle olacak sey arasinda çarpici bir fark vardir. Zengin ve fakir arasindaki büyük uçurumu kapatamazsak dünyayi felaketler beklemektedir.
HASTA DÜNYA ve IKLIM FELAKETI 
Insan faaliyetlerinin en tehlikeli sonucu doganin kendi kendini yenileme düzenini bozmus olmamizdir. Dünya sonsuz boslukta küçük ama çok güçlü ve karmasik bir gezegendir. 3 milyar yildir ormanlari, okyanuslari, iklim özellikleri ve ekolojisiyle kendi kendini düzenleme yetenegine sahiptir. Canli bir varlik olan dünya, karmasik biyolojisi ve havasiyla yesil ve güzel yerküremiz genelde istikrarlidir. Aslina bakarsak, dogaya karsi nazik davrandigimiz sürece ona müdahale etmemiz de mümkündür. Çünkü kendi kendini düzenleyip dengesine kavusabilir. Ancak gereginden fazla müdahale edildiginde dünya baska bir hale dönüsür ve bu denli kalabalik nüfusu nedeniyle dünyadaki insanlarin sadece bir kismi düzgün bir yasam sürdürebilir.
Yerküremizin arastirmalarinda jeosfer ve biyosferi birlikte incelenir. Uzmanlar dünyanin karmasik sistemini Gaya olarak adlandirir. Tüm diger karmasik sistemler gibi Gaya da kendine göre hareket eder. Böyle birseye müdahale etmek, çok büyük güçlerin isine karismamiz anlamina gelir ki bu da dünya üzerindeki yasami tehdit edecek sonuçlar dogurabilir. Günümüzde hassas dengeye sahip bu düzene asiri yüklendigimiz yönünde ciddi kaygi duyulmaktadir. Gezegenimiz zaman içinde buzul çaglarina, küresel isinma dönemlerine ve uzun vadede meydana gelen degisimlere sahne olmustur. Binlerce yildir oldugu gibi bugün de duragan degildir ve degisim devam edecektir. Su anda bu yalitilmis mavi gezegen dogal bir isinma dönemindedir. Günes normalden daha sicak ve bize yakin konumdadir. Insan uygarliginin ayni dönemde yapay bir isinma yaratiyor olmasi büyük bir talihsizliktir. Atmosfere yüksek miktarda salinan sera gazlari zaten isinmakta olan Gaya’nin durumunu ciddilestirmekte; ormanlar kesilip sanayi ve mekanize tarimla yeryüzünün sekli degistirildikçe durum daha da vahim bir hal almaktadir. Iklim uzmanlarina göre dünya hastadir ve atesi çikmistir. Küresel isinmanin etkisiyle kutuplardaki buzullar daha hizli erimeye baslamis dolayisiyla yerkürenin yansitici buzul yüzeyi daraldikça kara ve denizler daha çok günes isinina maruz birakilmistir. Dünya böylece daha çok isinmis ve buzullar daha da hizli erir hale gelmistir. Kutuplarda uzun süreler donmus kalan kara parçalari metan içerir. Insan yapimi sera gazlari bu donmus topragi eriterek metanin disari salinimina neden olur. Böylece isi daha da yükselir ve erime hizlanir. Okyanuslar çikardigimiz karbondioksiti emer ama yarattigimiz kirlilik nedeniyle denizler de daha asitli hale gelmis ve karbondioksit emilimi kapasiteleri çok azalmistir. Iste tam bir kisir döngü. Yaklasik bir asirdir karbon bazli yakitlar kullanarak dünyanin seragazi dengesini bozmus bulunuyoruz. Günümüzde atmosferdeki karbondioksit eskiye nazaran %25 oraninda artmis bulunmakta. Tropik ormanlar da atmosferdeki karbondioksit dengesi için vazgeçilmez bir unsurdur ancak onlar da hizla yok edilmektedir. Dünyanin bu yüzyilda en azindan 4oC isinacagi öngörülmektedir ve bu da agaçlarin ölmesi için yeterlidir. Agaçlar ölünce atmosferdeki karbondioksiti emmek yerine içlerindeki karbondioksiti salarlar. Insanlar ormanlari keserek bu sürece ivme kazandirmaktadir.
Yeryüzü sanayi bölgeleri ve tarlalarla kusatildigindan doganin temel kontrol mekanizmalarini olusturan Gaya’nin isi iyice zorlasmistir. Tropik bölgeler çöllesmektedir. Yüzlerce milyon yildir gezegenin saglikli olmasini saglayan kontrol mekanizmalari zarar görmüstür.
 Aslinda Gaya zamaninda küresel isinmayi yasamis ve atlatmistir ancak simdi insan müdahalesi nedeniyle Gaya’nin otomatik tepki mekanizmalari harekete geçmistir ve bu durum gezegenimizi daha da isitmaktadir. Bu isinmayi ne kadar geriye çekebilecegimizi bilmiyoruz. Dünyamiz hastaysa onu iyilestirmeye ugrasmaliyiz. Bu nedenle atmosfere salinan karbon emisyonlarini azaltma, yagmur ormanlarinin ve karbonu bertaraf edici diger unsurlarin sürdürülebilirligini saglamak mecburiyetindeyiz. Doganin güçlerine hoyratça müdahale ediyoruz ancak bu güçleri tam olarak anladigimiz söylenemez.
Iklim degisikligi insanlik için terörizmden daha büyük bir tehdittir. Çünkü gezegeni düzenleyen dogal kontrol mekanizmalarina zarar verdikçe iklim degisikligi birçok baska sorunu da beraberinde getirecektir. Hemen harekete geçersek iklim degisikligini hafif atlatabiliriz. Konunun ciddiyetini anlamayisimiz aldigimiz önlemlerin yetersizligiyle kanitlanmaktadir. Çevre kirliligi adina sanayi kuruluslarina getirilen kisitlamalar devede kulak sayilir. Limitlerin sinirlandirilmasi, yaptirimlarin caydirici olmasi sarttir. Yoksa bunun bedelini istisnasiz herkes çok agir ödemek zorunda kalacaktir. Tüm bilim insanlari önümüzdeki onyillarda insan üretimi seragazlarinin isi artisinin bas suçlusu olacagini haykirmaktadir. Ancak bunun farkindaligina ragmen ne yazik insan uygarligi gerekeni yapmamakta ve yeterli özeni göstermemekte direniyor. Su anda harekete geçilmezse isi farkindan Katrina Kasirgasi’ndan çok daha büyük çapli firtinalar meydana gelecektir. Rüzgar rejimlerindeki degisiklik bazi yerlerde kurakliga bazi yerlerde ise sellere neden olacaktir. Her iki durumda da toprak kaybi ve tarim alanlarinin yok olmasi söz konusudur.
Küresel isinmayi ciddiye almamiz için bir uyarida sigorta sektöründen gelmektedir. Su anda sektör kendini 30 milyar dolar civarinda hasar yaratacak “mega-felaketler”e hazirlamaktadir. Tek bir sigorta sirketinin bununla basa çikmasi mümkün degildir. Riski paylasmak için birçok reasürans sirketi de yogun faaliyet göstermektedir. 1950’lerde dogal felaketlerden kaynaklanan hasar yilda 4 milyar olarak kaydedilirken yüzyil sonunda bu rakam yillik 40 milyar dolara ulasmisti. 2003’te ise 60 milyar dolardi. BM Çevre Programi tahminlerine göre 2010’da zararin faturasi 150 milyar dolara çikacaktir. Dünyanin en byük sigorta sirketi Münih Reasürans ise önümüzdeki dönemde kayiplarin yillik 300 milyar dolar mertebesine ulasacagini öngörmektedir. Ingiltere’nin en büyük sigorta sirketi de küresel iklim degisikligi konusunda birsey yapilmazsa 2065’te küresel ekonominin bu nedenle çökecegini bildirmektedir. Bunlar gerçeklesmeden önce basta gelismis ülkelerin kapsamli önlemler almasi kaçinilmazdir.
TEKNOLOJI OLGUSU
Sanayi Devrimi ile baslayan ve kisa sürede çig gibi büyüyen teknoloji olgusunun önümüzdeki yüzyillarda da hiz kesmeden ilerleyecegi öngörülmektedir. Teknoloji iyilik için de kötülük için de kullanilabilir. Teknoloji ilerledikçe iyi teknolojileri süratlendirip kötü olanlari durdurmaya duyacagimiz ihtiyaç da artacaktir. Bazi teknolojilerin gökten inen bir lütuf bazilarininsa uygarligi sona erdirebilecek seyler oldugunun farkina varacak bilgelige vakif olmaliyiz. Yeni enerji teknolojileri iklimin ugradigi hasari azaltacagindan hayati önem tasir. Öte yandan, kitle imha silahlari üreten teknolojilerin durdurulmasi gerekmektedir.
Örnegin Ingiltere Kraliyet Astronomi Enstitüsü baskani Lord M. Rees’e göre uygarligin geri dönüsü olmayan bir gerileme yasamasi muhtemeldir. Insanoglunun 21.yy’i atlatmasi ona göre %50’lik bir ihtimaldir. Türünün devami için insanin binlerce yil çig gibi büyüyecek teknolojiyle birlikte yasayabilecek bilince erismesi gerekmekte. Su anki teknolojinin kontrolü bile zihinlerde soru isaretleri olustururken, bundan sonra daha da gelismis teknolojiyle nasil basedilebilecegimiz akillari karistirmaktadir. Magaralarda yasadigimiz günlerden beri ilk kez insan türünün yokedilebilecegi bir çagda yasiyoruz. Insanlar hayatta kalmayi basarsa bile uygarlik çökebilir.
INSANLIGIN ÖNÜNDEKI EN BÜYÜK ENGEL
21.yy’da baslica görevimiz bas döndürücü hizla büyüyen teknoloji ve onun sonuçlariyla nasil basa çikacagimizi ögrenmektir. 21. Yüzyili bir deneme sürüsü gibi düsünün. Bundan sonraki yüzyillarda hayatta kalabilmek için kurallar belirlemek zorundayiz. Tasmasini elden biraktigimiz teknoloji ve küresellesmeyi de kapsayacak güvenli bir yasam insa etmeliyiz. Günümüz gençlerinin sira disi firsatlar ve akil almaz sorunlarla iç içe yasamak durumunda olmasi kaçinilmazdir. Fakir ülkelerin kendilerini dönüstürme yolunda nasil yardim edeceklerini; tamamen seffaf küresellesmeyle, kitle imha silahlari ve terörizmle nasil bas edebileceklerini düsünecekler. Eger bu disli yüzyili atlatabilirsek insanoglu hayatta kalacak bilgelige erismis olacaktir.
21.yy insanlik tarihinde esi benzeri olmayan bir çag olarak anilacaktir. Insan türünün devamini saglayacak olgunun dogru adimlarla dönüsüm/degisim tesis etmek oldugunu herkesin anlamasi gerekmektedir. Degisimin bir kismi büyük olasilikla hemen harekete geçilmesi gerektiginin farkina varan bir hükümet veya bir felaket tarafindan tetiklenecek ve bu durum ani ve devrimci bir degisim yaratacaktir. Sanayi Çagiyla basladigimiz bu serüvenin simdi yeni bir devrime ihtiyaci vardir. 21.yy Devrimi. Tipki sanayi devriminin zamaninda gelecegi tamamen degistirmesi gibi bu yüzyilda tüm insanlik için gelecegi degistirecektir. Dogru becerirsek ne ala, ancak beceremezsek uygarligimizin yavas yavas veya birdenbire çökecegine tanik olacagiz. Teknoloji bugün fark edilenden çok daha yogun bir sekilde insan yaraticiligini ve kültürünü ciddi oranda sekillendirecegi mutlaktir. Bu süreçte dogru kurallari koymayi ve bunlara uymayi becerebilirsek 21.yy ve sonrasinda insanligi harika dönemler bekleyecek.
Insan egitilirse çok verimli olabilir bu yüzden bu zorlu süreç kendini hissettirmeye basladiginda insanoglu durumla basa çikmak için yollar bulacak. Bu asamada dünya muhtemelen çok ciddi hasar almis olacak, bu yüzden de isin büyük bölümü onu iyilestirmek ve mevcut durumdan mümkün oldugunca fazla yararlanabilmek olacaktir. Elbette dünyayi iyilestirmeye zaman kaybetmeden baslamak gerek. Insanligin gelisimini durma noktasina getiren insan dogasinin seytani tarafini durdurabilmek mümkün olacak mi acaba?
NE YAPTIK DA BU PISLIGE BATTIK?
Yeryüzünün zarar görme nedeni kisilerin ya da kurumlarin kötü niyetli olmasindan çok, Yunan trajedyalarindaki gibi ikilemlere yakalanmis olmalarindandir. Klasik Yunan Tiyatrosunda kahraman, eylemlerinin feci sonuçlarini önceden kestiremez. Bu insanoglunun trajediye düsmesini saglayan gerçegi yanlis hesaplamasindan kaynaklanir. Yunan Trajedyasinin temelinde insan dogasiyla ilgili sorular sormak vardir. Bir idealin pesinde diger herseyi yok sayan kahraman sinirlarini zorlar. Günahi fazlasiyla gururlu, kendinden emin olmasidir. Tanrilardan gelen uyarilari dikkate almaz ve sonunda felakete sürüklenir. Oysa hayat en hayranlik duyulacak insani bile yerle bir edebilir. Iste 21.yy’da böylesi bir trajedyanin sergilendigi kocaman bir sahnedir. Insanlik tarihinde çogu zaman önlenebilecek felaketleri insan kendi eliyle yaratmistir. Çevreyi kirletmis, kansere yol açmis, nüfus artmis ve böylece küçücük dünyada yasamamiz giderek zorlasmistir. Su anda sahnelenen bu oyunun sonunu nasil degistirebilecegimizi sorgulamamiz gerekir.
TAHMIN EDILMEMIS KARMASA
Insanoglunun bugüne kadar dünya hakkinda basit bir görüsü vardi. Doganin karmasikligini anlayabilecek birikime sahip degildi, ancak son dönemde giderek gelisen bilim, doganin fark ettigimizden çok daha incelikli ve anlasilmasi zor çaprasik bir sistem oldugunu ortaya koydu. Atomdan küçük maddeler ve kozmik fizik gibi zihnimiz, bedenimiz bagisiklik sistemimiz, dogal ekosistemler, virüslerin evrimi ve gezegenin ekolojisi de çok daha zalim bir karmasikliga sahip.
Insanlarin fazlasiyla gurur duydugu teknoloji dogaya kiyasla ham ve ilkel ama çok berbat bir sekilde güçlenebiliyor. Dogayi yok eden örnekleri düsünelim. Yagmur ormanlarini biçen bir buldozer, tarlalara atilan DDT zehri yüzünden ölen zararsiz canlilar, hassas yasam mekanizmalarini silip atan nükleer radyasyon ya da daha az fark edilen ama dogrudan bünyemizin endokrin sistemini yaniltan görünmesi mümkün olmayan sentetik kimyasallar...
Insan yapimi kimyasallar vücutta birikip kansere, sakat dogumlara ve baska saglik sorunlarina neden olabilir.
Evrim milyarlarca yildir devam ettiginden doga deneme yanilma yollariyla kendini kendinden korumayi ögrenmistir fakat insan, yapay olarak gelistirdiklerinden kendisini korumayi bilemez. Aslinda doga saglam ve kudretlidir fakat insan teknolojisinin karsisinda dogal unsurlar gözle görülür bir sekilde kirilganlasir.
TAMAMEN TEK BASINA
Her toplumda popüler hayaller vardir. Zamanimizin hayali uzay-zaman yolculuguydu. Fakat ne yazik ki günes sisteminin disinda hayat yoktur. Belki ilkel mahluklar veya günes sisteminin katrilyonlarca ötesinde canlilar olabilir. Fakat gerçek su ki en azindan 21.yy’da uzayda baska uygarliklar kesfetmeyecegiz ve onlar da bizi ziyaret etmeyecek. Galakside tek basimiza yasiyoruz. Varsa bile baska canlilardan çok uzakta tek basimizayiz. Uzaylilara inanma fikrinin hizla yayginlasmis olmasi aslinda bu yalnizlik halinin korkutuculuguyla ilgili olabilir. Fakat gezegenimizi mahvetmenin sonuçlarini kavrayabilmek için bu hayatla dolu gezegenin tek basina oldugunu düsünüp hissetmemiz gerekmektedir. Yogun bir degisim döneminin basinda dünyamiz adeta giderek artan bir basinçla dolmaktadir. Durmadan artan nüfus, iletisim aglari, medya, zenginle fakir arasindaki uçurum, kaynaklarin asiri tüketimi gibi sorunlar sonucunda büyük çapli kitliklar, anarsik siddet ve emsalsiz zalimlikte savaslar meydana gelebilir. Iklim degisimi bir felakettir ve sinir tanimaz. Nükleer kis veya salgin hastaliklar da... Insanin çöllestirdigi alanlar aydan bile görünmektedir. Birçok canli türünün nesli tükenmektedir. Yokolan canli türlerini geri getirmek mümkün degildir. Insan böyle bir yasam sürdürmeye devam ederse dünyada yasayan canli türlerinin yarisini yeryüzünden silebilir. Kitle imha silahlari üretip teröristlerin eline düsmesine neden olmak bela aramaktan baska birsey degil. Yapacagimiz en kötü sey küresel nüfus artisini durdurmamak olacaktir.
1998 yilinda Rum Ortodoks Patrigi Bartolomeos çevreye verilen zararin günah sayilacagini belirterek dogru bir adim atmistir: “Her kim ki canli türlerinin neslinin tükenmesine neden olursa; Tanri’nin yarattigi biyolojik çesitlilige zarar verirse iklim degisikligine sebep olarak yeryüzünün bütünlügünü bozarsa; ormanlari kesip sazlik ve sulak alanlari yok ederse; akarsulari, denizleri, havayi, çevreyi, yasami zehirli maddelerle kirletirse günah islemis olur.”
Dogaya karsi böylesine vurdumduymaz davranmanin tüm dinlerde günah ilan edilmesi, din adamlarinin daha aktif bir rol almasi gerekmektedir. 21.yy’in zorlugu bu güzel ve tamamen yalniz gezegenin dogru yönetime kavusmasini saglamaktir.
BÜYÜK YANILGILAR
Insanoglu, doganin hassasiyetini ve karmasikligini küçümsediginden birçok yanilgiya düsmüstür.
Dogal kaynaklarin sinirsiz olduguna inanmistik. Fakat sömürgecilikten itibaren kaynaklari tükete tükete ilerledik ve sonunda dünyayi mahvettik. Insanin çevreye kötü davranmasi sonucunda ciddi hasarlar olustu ve teknolojiyle insan el ele verip gezegeni batiracak kadar güçlendi.
Doganin sinirsiz miktarda kirliligi kaldirabilecegini saniyorduk. Fakat akarsular, okyanuslar soludugumuz hava bu kadar vahsi sömürüye dayanamadi. Hatta bazi yerlerde hasar gözle görülür hizla gerçeklesti. Rusya’daki Aral Denizi çöle dönüstü. Ozon tabakasinda delik açildi. Buzullar erimeye basladi. Insan yapimi tarim ilaçlari, atiklar, suni gübre ve tuhaf kimyasallar dünyayi kirletti.
Dogadaki canlilara zarar verebilecegimizi tahmin etmemistik. Son elli yilda çok sayida canli türünü yok etmenin yani sira zengin çesitlilige sahip ekosistemlere yabanci türler sokarak fakirlestirdik. Üstelik asiri kullanilan hasarat ilaçlarinin da ise yaramaktan ziyade uzun vadede tek yaptigi zararli türlerin direncini arttirmak.
Bedenlerimizin ürettiklerimizden zarar görmeyecegini zannettik. Sakat dogumlar, kanser vakalari ve diger saglik sorunlari hizla artmakta. Son 25 yilda insan sperminin sayisi ciddi oranda düstü. Mevcut spermlerin çogu da hasarli. Insanlar gibi baska canlilarin bünyesine de insan yapimi kimyasallar nüfuz etmis durumda. Bedenimizin iç iletisimini saglayan endokrin sistemimizi yaniltmakla kalmiyor; cenin henüz rahimdeyken özellikle ilk dönemde bu kimyasallarin etkisine maruz kaliyor ve zarar görüyor.
Doganin yerini teknolojinin alabilecegini sandik. Topragin olaganüstü özelliklerini anlamayi beceremeyip güçlü tarim ilaçlari ve kimyasal atiklarla verimli tarlalari tükettik. Simdi genleriyle oynayarak uyum saglayan türleri degil para kazandiran türler üretiyoruz. Yeni teknolojiler gelecegimiz adina elbette ki gereklidir ancak bunlari doganin derin karmasikligina saygili olarak uygun sekilde gelistirmemiz gerekir. Doganin milyarlarca yillik tecrübesini yok sayip yerine kendi kurnaz zekamizi koyamayiz. Aksine düsünceli bir yaklasimla dogayla isbirligi yaparak ortak hareket etmemiz gerekir.
Toplumun basit yollarla yönetilecegini zannetmistik.
Insan medeniyet tarihi boyunca totaliter rejimler toplumlara gaddar kurallar uygulamis ve felaketle sonuçlanmistir. Hükmettikleri alani nasil yönetecegini bilmeyen krallar, diktatörler ve bürokratlarla dolu insanlik tarihi. Bugün nasil bir yönetimin isleyebilecegini daha iyi anlayabiliriz. 19. ve 20. yüzyillarda insanin düstügü hata dogayi serbestçe ve sonuna kadar kullanabilecegimizdi. 21.yy’da yapmamiz muhtemel olan hata da teknolojiye ayni sekilde yaklasmak olur. Laboratuvarlarda icat edilecek sonsuz sey oldugu ve bunlarin yararimiza oldugu yanilgisina düsebiliriz. Dolayisiyla kurumlar her teknolojik icattan kar saglamak için kiran kirana mücadele edecektir. Bu yaklasimin sonu hayrimiza olmaz. Çünkü böyle devam edersek dogayi tahrip etmeyi sürdürmüs oluruz. Sonuçlarini bilmeden genetigi degistirilmis ürünleri yayabilir, kendi bedenlerimizi tehdit eden kimyasallari bilinçsizce kullanabiliriz. Dogayi görünür sekilde mahvetmekten vazgeçip bu defa dolayli yoldan hasar verme gibi yanlis bir yola girebiliriz. Bu öngörülerin teknoloji karsiti olmakla ilgisi yok. Daha iyi bir teknoloji elzemdir. Bugün üzerine çalistigimiz teknolojilerin zalimligi gelecek kusaklarin tüylerini diken diken edecektir. Riskleri önlemek için teknolojiyi gelistirirken çok dikkatli ve özenli olmaliyiz.
ORTAK ALAN TRAJEDISI
Ingiltere’de köy yasaminda kullanilan ortak çayirlardan yola çikarak ekonomistler, birçok kisinin ortaklasa kullandigi dolayisiyla asiri tüketilen kaynaklar için “ortak alan trajedisi” terimini kullanir. Ufak bir köyde ihtiyar heyetinin aldigi kararlarla bu durumla basa çikmak kolaydir ancak dogal kaynaklar söz konusu oldugunda tüm dünya bunlardan yararlanmasina ragmen ortak bir karar mekanizmasi yoktur. Aslinda denizler, akarsular, baliklar, atmosfer ve ozon, yeralti sulari gibi ekolojinin görünmeyen kisimlari insanligin ortak alanlaridir. Fakat öylesine asiri tüketilmistir ki su anda kimse gerektigi gibi yararlanmamaktadir. Modern dünyanin yarattigi otobanlar, radyo frekanslari, internet, uydular da ortak kullanimdadir. Bu kaynaklarin iyi yönetilmesi, kurallarin belirlenmesi gerekir. Avlanma izinleri, yapilasma izinleri, bölgeleri sinirlandirilmis cep telefonu vericilerine dair kurallar konulmali, denetlenmeli ve gerekli bilinç olusturulmalidir. Nüfus, refah ve kar etme istegi arttikça tahribatin boyutu artacaktir. Yasamimizi sekillendiren birçok ortak alan küresel sorun haline dönüsmüstür. Örnegin okyanuslarda yenebilir baliklarin %90’ini yok ettigimizi biliyor musunuz? Geri kalan baliklarin boyutu ise atalarindan çok daha küçük. Okyanuslara verdigimiz zarari gözümüzle göremedigimiz için bu soruna yeterli dikkat çekilememektedir.
Örnegin Newfoundland kiyilari 17.yy basinda balik kayniyordu. Ingiliz balikçilar kocaman morinalar, mezgitler, envai çesit balik tutuyordu. Çocuklar kovalarla istakoz toplayip domuzlara yem diye veriyordu. Giderek artan asiri ve zamansiz avlanma, teknelerin ve balikçilik tekniklerinin gelismesi birçok türü tehdit etmeye basladi. Milyonlarca yildir varolan morina baligi buzul çaglarini, okyanus seviyesini degistiren küresel isinmalari atlatmis fakat insanin modern balik tutma tekniklerine karsi koyamamistir.
Denizin dibini tarayan troller, dondurucularini içinde barindiran, uzun yol yapabilen büyük balikçi tekneleri yüzünden balik türleri nesillerini devam ettirecek zamani bulamadan av olmaktadir. Aslinda baliklar tüketileceginden çok daha fazla ve yanlis sekilde avlanmaktadir. Bu da balik çesitliligini ve türlerin devamini tehdit etmektedir. Yaptirimi yüksek yasalarla balik türleri hemen korunmalidir.
Okyanusu öldüren bir teknoloji gelistirmis bulunuyoruz ve asiri avlanmanin yaninda yenmeyecek fakat besin zincirinde baliklar için çok degerli olan canlilari da yok ediyoruz. Eskiden yenmeyen deniz canlilari simdi yapay yengeç bacagi, balik köftesi, deniz mahsulleri saltasi ve susi için kullanilmakta ve asiri tüketilmekte. Baliklar üreme çagina gelmeden avlandigindan sayilari giderek azalmakta. Okyanusun yerine yenisini koyamayacagi kadar fazla balik avlanmakta. Sirf okyanusun dibini göremiyoruz diye sessiz kalmanin anlami yok. Üstelik gerekli önlemler alinirsa yavas yavas iyilestirilebilir ve iyi idare edilen bir balikçilik sürdürülebilir ve karli hale getirilebilir. Okyanuslarin iyilesmesi için gereken avlama yasagi olan koruma alanlaridir. Bilim insanlarina göre baliklarin nesillerini sürdürmeye yeterli sayida üreyebilmesi için okyanuslarin %20’sinin koruma altina alinmasi gerekmektedir. Koruma alanlari arasindaki göç yollari da koruma altina alinmalidir. Su anda koruma altinda olan alan ise sadece %0.01’lik bir orandir. Aslinda yapilmasi gerekeni bildigimiz halde dünyanin yüzlesmek zorunda oldugu birçok sorun gibi bu konuda da yeterli ve kapsamli uygulama olusturamiyoruz. Bu kadar sinirli uygulamalarin yetersiz kalmasi kaçinilmazdir bu yüzden kapsamin acilen genisletilmesi gerekmektedir.
Oysa simdiye kadar hükümetler balikçiligin kar getirmeyisini dengelemek için sübvansiyon vermistir. 1995 rakamlarina göre toplam 70 milyar degerinde balik avlamak için 124 milyar para harcanmistir. Bu tamamen saçmaliktir. Dünyada su anda gerektiginin iki kati kadar balikçi teknesi varken devletlerin topladiklari vergiyi daha çok trol yapilmasi için harcamasini akla mantiga sigmamaktadir. Politikacilarin yüklü miktarda kamu sermayesini çevreye zarar vermek için kullanmasi da akil almaz birseydir. Birlesmis Milletler Deniz Kanunu’na göre denize kiyisi bulunan tüm ülkelerin deniz sahasi kiyidan 200 deniz mili açiga kadar neredeyse tam yetkiye sahiptir. Yenebilir baliklarin %90’i buralardadir ve birçok türün çiftlesme alani bu mesafeye dâhildir. Tüm ülkeler gereken sinirlamalari yürürlüge koyup balik avlanmasini kontrol ederlerse baliklarin sayisi çogalabilir.
2005 yilindan itibaren Ingiltere’de yürürlüge giren detayli bilimsel tasari balikçilik sektörünün yönetimi için koruma alanlarini da dahil etmistir. Balikçilar deniz koruma alanlarinin balikçilik sektörünü kurtaracagini kabul etmeye baslamistir. Sektörün devamliligini saglamak için Ingiltere’nin balikçi filosunun kapasitesini azaltmasi gerekmistir. Büyük gemilerle trol avciliginin yasaklanmasi gerekmektedir. Ancak bu sekilde deniz hayati kendini yenileyebilir ve azaltilmis da olsa balikçilik sektörü kar getirmeye devam edebilir. Ingiltere diger Avrupa ülkelerini de bu önlemleri almaya tesvik edecektir. Bu kurallarin dünya çapinda uygulanmasi gerekir. 8 metreden uzun her teknenin GPS araciligiyla yerini bildirmesi kurali getirilerek deniz koruma alanlari genisletilmeli ve siki bir sekilde denetlenmelidir. Yerel yönetim ve hükümet bazinda trolleri, asiri balik avlanmasini yasaklamasi gerekmektedir. Hasar gören sulak alanlarin, sazliklarin mümkünse yeniden olusturulmasi; denize organik ve kimyasal atik tasiyan akarsularin kirlilikten arindirilmasi; atiklarin akarsulara karismamasi için nehir kiyilarinin agaçlandirilmasi gerekir. Bir nehre atiklarini akitarak çevre kirliligi olusturan fabrikalar kapatildigi veya standartlara uygun aritma sistemleriyle donatildigi takdirde, nehirlerin 1 yil içinde kendilerini yenilemesi muhtemeldir.
Karadeniz Meselesi
Karadeniz meselesinden çikarmamiz gereken çok önemli dersler vardir. Binlerce yil boyunca balikçilik yapilan, asirlarca Eski Yunan, Bizans, Osmanli ve Rus imparatorluklarini besleyen bu denize tüm Avrupa’nin pisligini tasiyan Tuna nehri akmaktadir. Eskiden Tuna’nin 2 milyon dönümlük deltasi nehre karisan zehirli maddeleri süzerdi fakat Romanya’nin katil diktatörü Nikolay Çavusesku, devlet mülkünün kaybedildigini öne sürerek deltanin kurutulup gelistirilmesini emretti. Çavusesku böylece Tuna kiyisindaki Avrupa ülkelerinin sanayi atiklarini, kanalizasyonlarini ve tarim ilaçlarini tasiyan nehrin sularini denize dökülmeden önce süzerek Karadeniz’deki hayati koruyan dogal filtreleme sistemini bozmus oldu.
Organik artiklarin denizde çözünmesi oksijen yetmezligine ve asiri yosun çogalmasina yol açti. Deniz dibinde yasayan canlilarin bir bir yok olmasiyla bunlarla beslenen balik türleri de ortadan kalkti. Dayanilmaz bir ölü balik kokusu Odessa limani ve Yalta’daki yazliklari sardi. Dahasi,0 muhtemelen bir yük gemisinin su tankinda gelen, Amerika kitasina özgü bir denizanasi türü Karadeniz’de kalan canli hayati istahla tüketti. Avlayacak balik, yüzülecek deniz kiyisi kalmadi. Rus üst rütbelilerinin daça denen lüks villalari terkedildi. Bilim inanlari bu konuda devletleri uyarmis olmasina ragmen kimse onlara kulak asmadi ve sonunda Karadeniz ölme tehlikesiyle karsi karsiya birakildi.
Karadeniz’in basina gelen felaket tamamen önlenebilirdi. Fakat sonuç çok aci oldu. Karadeniz kiyilarina serpilmis kasabalarin ekonomisi çöktü. Siyasetçilerin çözmesi gereken sorunlar artti. Sonunda 31 Ekim 1996’da Karadeniz’e kiyisi olan alti ülke; Türkiye, Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Ukrayna ve Rusya, Karadeniz Stratejik Eylem Planini imzaladi. O güne kadar denizin korunmasiyla ilgili hazirlanmis en kapsamli kurallari içeriyordu. Plan, Tuna Nehri’ne salinan atiklarin da kontrolünü öngörüyordu. Gerekli önlemler zamaninda alinmazsa daha büyük denizlerde de çok daha ciddi sorunlar ortaya çikabilir. Uzmanlarin uyarilarina ragmen hükümetler, yapilmasi gereken degisikliklerin is kaybi ve vergilerde düsüs yaratmasindan çekinmektedir. Demokrasi, halkin politik faaliyetler konusunda bilgilendirilmesini talep etse de bilimsel arastirmalar genellikle yeterince bilinmemektedir. Britanya Çevre Bürosu verilerine göre refahin en büyük tehdidi bildiklerimizi pratikte sürdürülebilir yararlar saglayacak sekilde kullanmada yetersiz olunmasidir.
Mantikli denetimler uygulamaya konmasi halinde 21.yy’in sonunda okyanus eski sagligina kavusabilecektir. Fakat, günümüz aliskanliklarindan vazgeçmedigimiz halde deniz hayatini toptan yok etmis olacagiz. Buna benzer pek çok olgu siralanabilir. Sonuçlari da arzuya göre seçilebilir. Acimasiz kar güdüsü ve açgözlülüge ragmen insanin özünde yadsinamaz bir zeka var. Tüm dünya bir araya gelirse denizlerimizi, okyanuslari kurtarabiliriz. Amerika Osinografi Enstitüsü baskani Robert Gagosian’a göre bu ortak alan sorununa çözüm arayisi ancak balikçilik sektörünün iflasin esigine gelmesiyle baslayacak. Bazen biz ne olup bittigini anlayana kadar is isten geçebiliyor.
ÖNCE FELAKET ANLAYISI
Çevresel tehlikelerden bahsedilmesi insanlarin dikkatini yeteri kadar çekmez. Ancak bir felaket yasandiktan sonra akillari baslarina gelir ve sadece o zaman gerekli önlemleri almaya çalisirlar. Birçok alanda tanik olabilecegimiz bu anlayis, ciddi sorunlarla ancak bir facia yasandiktan sonra ugrasmaya olan egilimi tanimlar. Örnegin 1962’de yasanan akil almaz bir trajedi insanlari önlem almak zorunda birakmistir. Thalidomide adli ilacin yol açtigi kolsuz bacaksiz bebek dogumlari Amerikan Gida ve Ilaç Idaresi’nin sert kanunlar koymasina ve tüm ilaçlarin hamilelik üzerine etkileri yönünden önceden test edilmesi zorunlulugu getirmesine neden olmustur.
Önce felaket anlayisi bizi hiçbir yere götürmeyecektir. Zaten artik bunu kaldirabilecek noktayi da geçtik. 21.YY Dönüsümünün en önemli unsurlari olan bilim ve modelleme, felaketleri önceden tahmin edip gerçeklesmelerini engellememizi saglayacaktir. Elbette siyasilerin Katrina Kasirgasi veya dünyanin çesitli yerlerindeki depremlerde yaptigi gibi uzmanlarin uyarilarina kayitsiz kalmamalarini saglamamiz lazim. Gelecekte gerçeklesme olasiligi bulunan pek çok felaket vardir ama halk buna duyarsiz ve ilgisizdir. Bu ilgisizlik felaket basladiginda veya kaçinilmaz oldugunda korkuya dönüsür. Ancak artik is isten geçmistir. Ciddi iklim degisimi veya ölümcül salgin hastalik bu duruma iyi birer örnek olabilir.
21.yy’da yeni ortak kullanim alanlari olusacagi da unutulmamalidir. Bu yüzden dünya nüfusu için ortak alanlarin korunmasina dair gerekli mekanizma gelistirilmelidir. Küresel isinmaya önce felaket tavriyla yaklasmamiz sonumuzu getirecektir. Gidisati yavaslatmaktan öte tersine çevirmemiz gerekmektedir. Bir gölün kokusmasi gözle görünür bir ekolojik sorundur fakat okyanustaki degisiklikler ise öyle degil. Gözden irak oldugu için politikacilar bu konuda birsey yapmadan yüzsüz yüzsüz koltuklarinda rahatça oturabilir. Kamuoyunu harekete geçilmesinin gerekliligine ikna edecek bilinçli liderlere ihtiyaç vardir.
DOGANIN GÜVEN FONLARI VE DOGAL SERMAYE
Doga biz insanlara muazzam bir güven fonu sunmaktadir. Denizlerde baliklar, gida yetistirmek için kullandigimiz su, bereketli toprak, atmosferi temizleyen ormanlar, vs. Finansal anlamda bu tröst fonunun degeri devasadir. Fakat bu zenginligi sülalesinden kalan mirasi, sermayeyi çar çur eden bir zengin çocugu gibi har vurup harman savurmaktayiz. Bu hazira konan ve asiri tüketen tavir sonumuzu getirmek üzere. Doganin sundugu güven fonunu tüketmek hiç kuskusuz büyük çapli felaketler getirecektir. 1950’den bu yana dünyanin ormanlik bölgelerinin 1/3’i yokoldu ve hizla azalmaya devam etmekte. Suyun bitmesi gida yetistirilmesini engelleyecegi için birçok ülkede kitligin bas göstermesiyle es anlama gelmektedir.
Dünya nüfsu sabitlense bile ayagimizi yorganimiza göre uzatmazsak sonumuz yakindir. Önümüzdeki 20 yil içinde dünya nüfusunun 20.yy basindaki toplam nüfusu geçmesi beklenmektedir. Bu kitabi okuyanlarin yasam süresi içinde dünya nüfusuna 3 milyar insan daha eklenmis olacaktir. Nüfus artisinin çogu da gida yetistirme kaynaklarini iyi kullanamayan ve koruyamayan ülkelerde gerçeklesecektir. 1940’tan 2040’a dünya nüfusu 2 milyardan 9 milyara ulasacaktir. Insanlarin yeteri kadar beslenmesi için önümüzdeki 30 yil içinde gida üretiminin iki katina çikmasi gerekmektedir.
Borsa ve hisse senetlerinin artisi aslinda doganin bize sundugu güven fonunun azaldigini isaret eder. Bir zamanlar çok güçlü olan SSCB ekonomisinde yolunda gitmeyen gerçekleri saklayarak sonunda çökmüstür. Kapitalist ekonomiler de gerçekleri bir sekilde gizli tutmaktadir. Bu yüzden degisim saglanmazsa kapitalist ekonomi de çökecektir. Ekonomi uzmanlarinin hesaplarina göre 90’li yillarda küresel ekonomi 35 trilyon dolardi. Ancak bu rakam doganin bize sundugu hizmetlerin ancak %17’sine esdegerdir. 1998 dolar degeriyle ise yillik ortalama 58 trilyona denktir. Bu hesaplamalara karsi çikanlar olmasina ragmen doganin insanliga sundugu güven fonunun küresel ekonomiden çok daha büyük oldugu genel olarak kabul edilen bir gerçektir. En kötüsü de insanlarin hizli tüketimine doganin yetisememesi ve dengesinin bozulmasidir. Normalde üst toprak kendi kendini yeniler, yeralti sularinin seviyesi yagmurla artar, baliklar ve hayvanlar çogalmaya devam eder. Fakat insan müdahalesi öyle yikicidir ki doga kendi kendini yenileyemez duruma gelmistir. Vahsi sulamayla akiferlerdeki suyu bitirip gida yetistirdigimiz, mahsüllerimizi suladigimiz akarsulari zehirledigimiz için bir zamanlar sahip oldugumuz güzellik ve kolayliklar bir bir yok olmaktadir. Aslinda su anda gelecek kusaklarin hakkini yemekteyiz. Bizlerin sahip oldugu dogal kaynaklari gereginden fazla ve asiri miktarlarda tükettigimiz için çocuklarimizi, torunlarimiz hayati önem tasiyan bu dogal kaynaklardan mahrum kalacak. Bunun tek sorumlusuysa göz göre göre yarattigimiz gözünü hirs bürümüs sistem olacaktir.
Sürdürülebilir kalkinma için dogal kaynaklarin korunmasi gerekmektedir. Fakat su anda sürdürülebilecek birsey kalmamistir neredeyse. Gelecek kusaklara gittikçe azalan bir gezegen hatta bir enkaz birakmaktayiz. Onlarin ileride yararlanacak olduklari kaynaklari biz simdiden çalmis bulunuyoruz. Onlara biraktigimiz mirasa ayni zamanda teknoloji de dahil. Genetik degistirme, nanoteknoloji, hizli internet, yakit hücreleri, yeni nükleer enerji teknolojisi ve daha iyi tip. Bundan sonraki her nesil daha az dogal kaynagin bulundugu fakat daha gelismis bir teknolojiyle yasayacak. Her nesil teknoloji tuzagina düsecek ve o olmadan yasayamayacagimizi zannedecek. Aslinda ihtiyacimiz olan sermayeyi degistirmekteyiz. Dünyayi ve dogal kaynaklari idare edilemez bir duruma getirirsek çocuklarimiza büyük kötülük etmis oluruz. Dogal kaynaklari tüketmek ve küresel isinmayi hizlandirmak gelecek kusaklari ciddi sorunlarla basbasa birakacaktir.
21.yy’da refaha ulasmanin önündeki engel insan yapimi sermaye degil dogal sermayenin tükenmesi olacaktir. Birikmis varlik sermaye olarak tanimlanir. Insanin olusturdugu sermaye, fabrika, otomobil, gayri-menkul, araç gereç, yazilim ve benzeri gibi çesitlidir. Dogal sermaye ise su, hava, petrol, mineraller, dogalgaz, kömür gibi kaynaklarve ormanlar, çayirlar, sulak alanlar, akarsular, denizler gibi canli olusumlardir. Hepsi de insan için çok önemlidir, hatta bunlardan bazilari hayati önem tasir. Insan sermayesi insanin faaliyetleriyle olusur ancak dogal sermaye yeniden üretilemez, yerine yenisi konamaz. Yine de inatla dogayi bitirmeye devam ediyoruz. Dogal kaynaklar o kadar dogaldir ki üstüne pek düsünmeyiz. Havayi solunabilir kilanin ne oldugunu, neden böceklere ve mikroplara ihtiyaç oldugunu, sulak alanlarin bize sagladiklarini ya da bulasik makinesinden çikan deterjanli atigin sulak alanlara zarar verecegi üzerine kafa yormayiz. Ekonomimiz tamamen tükenmekte olan dogal kaynaklara bagimlidir. Geçtigimiz 50 yilda bereketli üst topragin ¼’ünü, ormanlarin ise 1/3’ünü kaybettik. Her yil suyumuz %6 oraninda azalmakta. Son 150 yilda dogal kaynaklarin 1/3’ü tüketilmistir. Çogunu da zengin ülkelerdeki milyonlarca insan bitirmistir. Çin, Hindistan ve benzeri ülkelerde gün be gün artan agir tüketici sinifini düsünürsek tehlikenin boyutunu kavrayabiliriz. Önümüzdeki yillarda 3 milyar insan daha asiri tüketen gruba dahil olacaktir. Toprak asiri sulama ve ilaçlama nedeniyle bereketsizlesip su seviyesi düsmekte; tarim alanlari yerini sehirlere ve sanayi bölgelerine birakmaktadir. Dönüsümün hizi akil almaz boyuttadir. Ingiltere, Sanayi Devrimi’nden bir asir sonra gelirini 2 katina çikarmistir. Amerika sanayilesmeye basladiktan 50 yil sonra, Çin ise 10 yildan kisa sürede gelirini katlamistir. Dogal sermayenin bize sundugu metalar ve hizmetler vardir. Dogal metalar, hava, su, ahsap, petrol, kömür, mineraller, baliklar, vb. Hizmetler ise solunabilir bir hava, bitkilerin yasayabilecegi bir çevre, yagmur, günes ve rüzgar; topragin verimliligine katkisi olan mikroskopik canlilar, polenlesmeyi saglayan böcekler, tohumlar... Yavas yavas doganin sundugu bazi metalara yeni alternatifler yaratabiliriz. Örnegin petrol bittiginde alternatif enerjiler bulabiliriz. Demir cevheri tükendiginde otomobil kaportalarini karbon lifinden yapabiliriz. Fakat günisigi, tatli su veya soludugumuz havanin yerine koyabilecegimiz hiçbir sey yoktur.
Bazi dogal metalarin alternatifini bulsak bile doganin bize sundugu hizmetlerin yerini alacak alternatifler üretmek çok zor ve pahali olacagi gibi birçogu için de imkansizdir. Doganin yerine iklimi düzenleyecek veya ozon tabakasi yerine ultaviyole isinlarini süzecek sistemler olusturmamiz gibi. Ya da arilarin bitkilerin döllenmesini saglayan polinasyon sürecindeki rolünü üstlenebilecek baska bir alternatif gelistirmenin olanagi yoktur. ABD’de çoban üzümü (yaban mersini) yetistiren çiftçiler için arilarin degeri balin degerinden 60 ila 100 kat daha fazladir. Çünkü bir arinin bitkiyi dölleyerek meyve yapmasini saglamasinin bedeli 50 dolarlik (arti deger) olarak hesaplanmaktadir. Son zamanlarda dünyanin bazi bölgelerinde ari popülasyonu giderek düsmektedir, bu da büyük bir tehlikeye isaret etmektedir. Insanogluna paha biçilmez hizmetler sunan birçok farkli ekosistemin korunmasi türümüzün devamliligini da garantileyecektir. Bu yüzden ekosistemin korunmasina duyarli davranmak ve kamuoyunda bu bilinci olusturmak elzemdir.
HESAP HATASI
Bir ülkenin ekonomisini degerlendirmek için en sik kullanilan deger GSYIH’dir. Ülkenin yillik üretimden sagladigi kazanç nüfusa bölünerek kisi basina düsen GSYIH bulunur. Böylece ülkelerin ekonomisini karsilastirmak mümkün hale gelir. Fakat gözden kaçirilan çok ciddi bir hesaplama sorunu vardir. Çünkü GSYIH hesaplamasi dogal sermayeyi isin içine katmaz. Çogu ülke GSYIH degerinin arttigini böbürlene böbürlene beyan eder ancak aslinda dogal kaynaklarin tüketimi hesaba katilacak olursa bu degerin tüm uluslarda düsmesi kaçinilmazdir.
Sirketler kullandiklari dogal kaynaklar için kimseye bir bedel ödemedikleri gibi hesaplarina da yansitmazlar. Petrol sirketleri sondaj ve rafine etme bedelini öder ama yerin altindan çikardiklari siyah altin için bir kurus ödemezler. Kurumsal bilançolar dünyanin sundugu dogal kaynaklari tüketip bunun gider degerini de sifir sayarlar. Bugünün piyasa sistemi insanlarin istedikleri mallara ve hizmetlere karar vererek sirketlerin de bu ihtiyaçlari karsilamasina olanak tanimakta oldukça etkilidir. Bunun sonucunda sirketler çok degerli kaynaklari bosa harcar, ormanlari kesip biçer ve denizin dibini tararlar. Kapitalist sirketler kazanç arttirma pesindedir. Kaynaklar bedavaysa sirket yönetimi bundan faydalanir.
Dogal kaynaklari sirketlerin veya devletlerin kurumsal muhasebelerine dahil etmemeleri aslinda yanlis bir hesap çikmasina neden olur. Dolayisiyla kendimizi kandirmaktan baska bir ise yaramaz. Aslinda gelir gider dengesi hiç de hesaplandigi gibi degildir. Günümüz kapitalizmi belini dayadigi dogal kaynaklara deger biçip bedel ödemedigi için dogal kaynaklari likidize eder ve bunu gelir olarak adlandirir. Baska sermayeler için aynisini yaptigi için hapis cezasina çarptirilmis üst düzey yöneticiler vardir. Dogal sermayeye böyle davranmanin ise hiçbir cezasi yoktur. Herhangi bir gerçekçi deger bile sifirdan iyidir. Dolayisiyla kurumlarin bir an önce zor olmasina ragmen kullandiklari dogal kaynaklar için gider degeri belirlemeleri gerekmektedir. Sayilari az da olsa, yaklasik degerler tespit ederek bunu becerebilen sirketler vardir.
Dogal kaynak kullanimini yansitan bir muhasebe anlayisinin önerilmesi birçok isadami ve yönetici için kötü haber demektir. Fakat ayni sonuca ulasilmasini saglayacak kabul görme ihtimali daha yüksek uygulamalar yürürlüge konabilir. Sektörlerin kullandigi dogal kaynaklara yönelik izinler gelistirilebilir. Örnegin, balik avlama lisanslari, karbon salinimi vergisi, yeralti suyunu kullanma bedeli gibi. Sonuçta girisimciler bu yeni kurallar çerçevesinde de kar etmenin yolunu mutlaka bulacaktir ve uzun vadede yüksek kar getirenler 21.yy’da gezegenin iyilestirilmesinde rol oynayan ürünler ve hizmetler olacaktir. Kendi bindigimiz dali kesmekten bir an önce vazgeçip dogal sermayeyi koruyacak yasalar çikarmali ve insanligin bir gelecegi olsun istiyorsak ne pahasina olursa olsun yeni kurallara uymaliyiz.
Kurumsal sirketler dogal kaynaklara para ödememenin disinda çevreye verdikleri zarar için de hiçbir bedel ödemezler. Dogaya verilen zarar küresel isinma ile korkunç bir hal almaya baslamistir. Klima sistemlerinin bunda büyük payi vardir. Fakat insanlar bunun bedelini ödemez. O yüzden de genelde üstüne kafa yormazlar. Insanlarin veya sirketlerin cebinden para çikmadikça Allah’in suyu, Allah’in denizi anlayisi devam edecektir. Buna engel olmak için agir para cezalari ve yaptirimlar sarttir.
Maden sirketlerinin kullandigi teknoloji öylesine gelismistir ki makineler daglari un ufak etmektedir. Metalleri çogaltmak için düsük kaliteli cevher kullanilmakta ama yokedilen ormanlarin, dag köylerinin, cüruf yiginlarinin, nehirlere karisan zehirli maddelerin hesaplanmasi unutulmaktadir. Bunlarin hiçbiri üretim masrafina sokulmaz. ABD’de terkedilmis maden ocaklari civarindaki bölgelerin temizlenmesi Amerikali vergi mükelleflerine 33 ila 72 milyar dolara patlamaktadir.
Elbette hükümetler, vergi mükelleflerinin beklentileri arasinda yeralmayan seylere de çok para harcamaktadir. Yalan yanlis hesaplamalar yetmezmis gibi bir de devlet tarafindan hibe edilen yüksek miktarda sübvansiyon vardir. Bazi sübvansiyonlar toplumun isleyebilmesi için sarttir. Egitim ve saglik yardimlari, bilimsel arastirma ödenekleri gibi. Su anda dünyanin sekiz en zengin ülkesinde tarima ayrilan sübvansiyonlarin toplami yilda 350 milyar dolardir. Avrupa’da sübvansiyonlar ve kotalar gida üretim fazlasini önlemek için dünyanin bazi bölgeleri açlik içinde kivranirken büyük miktarda süt ve terayagi üretimini engellemektedir. Bereketli tarlalara ekim yapilmamaktadir. Zengin ülkelerde çiftçiye verilen sübvansiyon yoksul ülkelerdeki isçileri daha da fakirlestirmektedir. Sübvansiyonlar hem çevreye hem ekonomiye daha beter zarar verir. Maksadinin tersine isleyen bu tür bozuk sübvansiyonlar hakkindaki bilgiler genelde hükümetler tarafindan gizli tutulur. Çevre mühendisi Norman Myers bu tür sübvansiyonlarin yilda 2 trilyon dolara esit oldugunu saptamistir. Bu demektir ki hükümetler sübvansiyonlarin yarisini kesse aninda bütçe açiklarindan kurtulur, egitim ve saglik sistemlerini iyilestirebilir, geri kalan parayla da hafta sonu seyahatine çikabilirler.
Sübvansiyonlarin insanlara, sektörlere veya bölgelere finansal veya baska dezavantajlar nedeniyle yardim saglanmasi için kullanilmalidir. Oysa ki vergi mükellefinin üzerine bindirdigi yük muazzamdir. Ortalama bir Amerikan ailesinin ödedigi verginin 2000 dolari sübvansiyonlara gitmektedir. Vergi mükelleflerinin devlete ödedikleri vergilerin nereye harcandigini bilmeye hakki vardir ve buna tepki gösterebilmelidir. Fakirlere yardim olarak düsünülen bazi sübvansiyonlarin çogu da fakirlerin sirtindan zenginlere para kazandirmaktadir. Zenginler politik sistemi manipule etmeyi iyi bilir fakat yoksullar bilmez. Gelismekte ve az gelismis olan ülkelere yapilan yardim, bu tür hatali sübvansiyonlara harcanan paranin %2 ila %3’ü arasindadir.
Petrol fiyatlari Amerika’da dünyanin çogunda oldugunun üçte biridir. Küresel isinmayi yaratan etkenlerden biri olan fosil yakit sanayisine ayrilan sübvansiyonlar yilda 20 milyar dolardir. Oysa ki küresel isinmayi azaltacak yakitlara ayrilan sübvansiyon yilda 1 milyar dolardan düsüktür. Zararli sübvansiyonlarin tüm dünyada durdurulmasi gerekir. Her sübvansiyonun gezegenle barisiklik açisindan degerlendirilmesi ve sektörlerin aldigi puanlarin kamuoyuna duyurulmasi gerekir. Çokuluslu sirketler çevreyi önemsediklerini kamuoyuna duyurma ihtiyaci hissetmistir. Fakat bunun asli astari yoktur. Tek yaptiklari halki çevreye duyarli olduklarina, ekolojik olduklarina inandirmalari için halkla iliskiler kadrolarini görevlendirmektir. Buna “yesil yikama” adi verilir. Örnegin büyük bir petrol sirketinin güney yarikürede bulunan merkezini ziyaret ettigimde ekolojik olarak lanse edilen binanin sadece birkaç günes paneli taktirdigini çünkü elektrik idaresinden indirimli elektrik alabildiklerini ve sübvansiyonlar sayesinde kullandiklari su için de bedel ödemediklerinden koca alanda yagmur suyunu toplayacak herhangi bir sistem kurulmadigini gözlerimle gördüm.
YUVAYI YIKMAK
Bir zamanlar sik ormanlara, bereketli topraklara sahip olan Afrika asiri otlatma, agaç kesimi ve vahsi sulama nedeniyle tuzlanmasi yüzünden su anda acinacak haldedir. Eskiden suyun, topragin, otlaklarin tükenmez oldugunu zannederdik. Sonunda ormanlarin yakacak ve ahsap ihtiyacimiz disinda soludugumuz havayi temizlediginin farkina vardik. Fakat simdi doganin karsilayabileceginden fazlasini tükettigimizden eger atmosferi dengelemeye yetecek kadar bitki olmazsa havamiz zehirli hale gelecek. Kar amaci güdülerek doganin yok pahasina katledilisinin durdurulmasi lazim yoksa kendi yuvamizi yikmis olacagiz.
Ekolojik ayakizi terimi insanlara dogal kaynaklari ne kadar tükettiklerine dair bir fikir verir. Insanligin olusturdugu yogun ekolojik ayakizi nedeniyle ekolojik eksikligin giderek artmasi kaçinilmazdir. Bunun nedeni azalan kaynaklar, artan nüfus ve tüketimci hayat tarzinin artisi. Insanlarin dogal kaynaklari en az miktarda etkileyerek de iyi yasam tarzlari olusturabileceklerini anlamalari, ekolojik yasam tarzinin genis kitlelerce benimsenmesi hayati önem tasimakta. Idare etmeyi becerebilen akilli insanlar her anlamda asiri tüketimi durdursa bile milyarlarca kisi bunu yapmayacak. Çünkü ne yazik ki nüfus artisinin büyük orani su idaresini, tarimi, ormanciligi, balikçiligi dogru sekilde beceremeyen toplumlarda olacak. Sonuçta bu kaynaklari sürdürülebilir sekilde kullanmak yasam için vazgeçilmez bir unsurdur.
Su andaki gidisatimiz sonumuzu hazirlamakta çünkü ekolojik sinirlarin asilmasi o kadar da zor degil. Birçok kisi farkinda olmadan buna katkida bulunmakta. Belki refah içinde yasayan ülkelerde ciddi kitlik veya hammadde sorunu olmayacak. Hatta zengin ve maharetli toplumlar varlikli yasam tarzlarina devam edebilecek; teknolojik gelisimlerle sinira dayandigimizin üstü örtülecek. Tahil fiyatlari çok artacak fakat bu Amerika’ya yarayacak. En zengin ülkeler kurban olan ülkelerden gelen göçmenlerin akinina ugrayacak. Belki de sehirlerin etrafina yeniden kaleler örülmeye baslanacak en azindan bu zihniyet giderek kabul görecek.
En aciklisi da bilim ve teknolojiye bagimli toplumlar oldugumuz halde bilim ve teknoloji hakkinda neredeyse kimsenin birsey bilmemesi. Su anki halkla iliskiler sirketleri toplumu saçma sapan yalanlara inandirma yarisinda. Kurumsal sirketler haksiz karlarindan vazgeçemedikleri için bunu yapmalari için onlara saglam ödenekler ayirmaktan geri kalmiyor. Bu durumu zamaninda sigaranin sagliga zararli olmadigina yemin eden reklamcilara benzetebiliriz.
Günümüzde de pahali reklam kampanyalari kamuoyunu sirketlerin karlarini düsürecek adimlarin gereksiz olduguna inandirmaya çalisiyor. Mesela küresel isinmaya ve akciger hastaliklarina yolaçtigini gayet iyi bildikleri halde hala halki kömürün temiz enerji olduguna iknaya çalismalari, ya da denizin dibini tarayarak baliklarin neslini tehlikeye attiklari halde bunun dünyanin yiyecek sorununa en iyi çözüm olduguna inandirmaya çalismalari gibi.
Yüksek teknoloji ve gelismis iletisim becerilerine dayanan bir demokrasi, bilimin kurnazca çarpitilmasini engelleyecek mekanizmalara gereksinim duyar. Bilimin tahrifi, yasal olarak engellenebilir mi? Insanlarin bilimin isiginda egitilip aydinlatilmasi dolayisiyla tüm dünyada menfaatlerin, tersine etki eden sübvansiyonlarin, sahte halkla iliskilerin, cehaletin, kötü yönetimin ve yozlasmanin önüne geçilmesi gerekir.
FAZLA NÜFUS
1950’de 2,5 milyar olan dünya nüfusu 2005’te 6,5 milyara ulasmistir. Önümüzdeki yüzyil içinde 8,9 milyara çikacak gibi görünmektedir. Asiri nüfus sorununu çevre, ekonomi veya siyasi sistemden ayiramazsiniz. Siyasi istikrarsizlik veya adaletsizlikten de... Bu sorunlari çözebilmek için nüfus sorununa odaklanmamiz ve dünya nüfusunu stabilize etmemiz gerekmektedir.  
Tibbin ilerlemesiyle nüfusun patlamasi amaçlanmamis sorun tanimina çok uygun bir örnektir. 21.yy’da görevlerimizden biri bu durumu düzeltmektir. Öncelikle dogum oranini azaltmali, dogal kaynaklari sürdürülebilir sekilde kullanan hayat tarzlari olusturup ekolojik refaha ulasmaliyiz.
Çocuk ölümlerinin yüksek oldugu fakir ülkelerde insanlar daha çok çocuk sahibi olmaya egilimlidir. Saglik sisteminin iyi oldugu ülkelerde ise insanlar daha az çocuk yapmaktadir. Iyi bir sosyal saglik sistemi dogum oranlarini asagiya çekmekte etkili olan sosyal etkenlerden biridir. Temel saglik hizmetiyle engellenebilecegi halde yoksul ülkelerde her yil 3 milyon kadar çocuk hayatini kaybetmektedir. Bir çocuga yapilmasi gereken asilarin toplam bedelli 30 dolardir. Gelismis ülkelerde bir gece disariya çikmak için harcanan bu bedel fakir ülkelerde ebeveynlerin evlat acisi yasamalarini engelleyebilir. Bu rakamlari 1993 yilina ait Dünya Bankasi Dünya Kalkinma Raporunda farkeden Bill Gates net kazancinin bir bölümüyle bile bu ölümleri engelleyebilecegini düsünerek Bill & Melinda Gates Vakfi’ni kurarak yoksul ülkelerde saglik kosullarini iyilestirmek için birçok önlem alinmasini saglamaya çalismaktadir. Aslinda vakfin faaliyetleri normalde devletlerin üstlenmesi gereken görevlerdir. Bill Gates’e göre bu, hükümetlerin insan canina sadece birkaç dolar gözüyle baktigini göstermektedir.
Nüfusun son 50 yilda artisi çok hizli olmustur. Nüfusun dengede tutulmasi hedeflenmelidir. Dogum oranini düsürmezsek doga öcünü çok korkunç bir sekilde çikaracaktir. Dogum orani her kadin basina dogan ortalama çocuk sayisi olarak hesaplanmaktadir. Nüfusun sabit kalacagi dogum orani 2.1’dir. 1970’lere kadar nüfus artisini körükleyen Çin, ardindan tam tersini tesvik etmistir. Nüfus artisi devletin üzerine öyle bir yük bindirmistir ki elleri kollari baglanmistir. 1979’da tek çocuk kurali benimsenmis, evlenme yasinin ve çocuk dogurma yasinin geciktirilmesi; daha az ama daha saglikli dogumlar, her çifte bir bebek hedefi güdülmüstür. 20 yil içinde Çin nüfus artisini 300 milyon kadar düsürmüstür. Çin’deki Büyük Siçrayis ve Kültür Devrimi oldukça zalim uygulamalarla sosyal kurallari yerlestirmistir. Ikinciye hamile kalan kadinlar iskenceyle kürtaj olmaya zorlanmistir. Sözde “gönüllü” olan bu kurala uymayanlar sosyal açidan mahrum edilmis, beyinleri yikanmistir. Tek çocuk kuralindan sonra bazi Çinliler kiz yerine erkek çocuk tercih etmisler dolayisiyla ultrasonla bebegin cinsiyetini belirleyip kiz bebeklerini aldiranlar olunca bu yasaklanmis yine de uygulama gayrimesru yollardan sürdürülmüstür. Su anda ise erkeklerin sayisi kadinlardan önemli oranda fazladir.
Nüfusla yoksulluk arasindaki bag yadsinamaz. Nüfus artisi en çok fakir ülkelerde görülmektedir. Refah içindeki toplumlarda ise dogum oranlari oldukça düsüktür, çogunun nüfus artis nedeni göçmenlerdir. Ne kadar tuhaf görünse de sefalet içindeki toplumlarda insanlar çocuklari için ya ölürse diye düsünerek daha çok ürer. Yüzyilin ortalarina dogru dünya nüfusunun 2,5 milyar daha artmis olacagi öngörülmekte. En fenasi da, bu artisin beslenme ve saglik kosullarinin çok kötü oldugu ve is bulma imkani olmayan gecekondu mahallelerinde meydana gelecektir.
Hindistan zamaninda tarim mucizeleri yaratmistir ancak nüfusunu kontrol edebilseydi bugün çok daha iyi durumda olurdu. Son asirda Hindistan’in nüfusu 300 milyondan 1,1 milyara çikmistir ve bunun büyük kismi 1950’den itibaren gerçeklesmistir. Gelismekte olan ülkeler Bati tip teknolojisiyle bulustugunda daha az insan ölmeye baslar. Hindistan’in gelismekte olan bir orta sinifi olmasina ragmen yüzmilyonlarca insan günde 1 dolardan aziyla yasamaya çalismaktadir. Kisi basina düsen GSYIH 384 dolardir. Hindistan’in yüksek teknoloji içinde yasayan üstün yetenekli yazlimcilari ve girisimcileri nüfusun çok küçük bir kismini olusturur. Hükümet böylesine refah arttirici faaliyetleri yayginlastirmaya çalismaktadir. Hindistan’daki hava kirliligi de ciddi boyuttadir. Ülke kalkindikça daha çok insanin araba ve klima kullanacagi düsünülürse küresel isinmaya katkisi da inanilmaz boyutta olacaktir. Yüzyilin ortasinda Hindistan’in nüfusunun 1,6 milyara ulasacagi öngörülmektedir. En kötü senaryo da kontrol mekanizmalari zarar görmüs bir gezegenin insan faaliyeti yüzünden iyice isinmasi ve dünyanin bazi yerlerinin yasanilamaz ve ekip biçilemez hale gelmesi olacaktir.
Nüfusu kontrol etmede manivela etkisi okur-yazarligin nüfus artisina olan etkisidir. Kadinlara okuma-yazma ögretmek dogrudan dogum oranlarinin düsmesini saglar. Kadinlarin egitilmesi masrafli birsey degildir. Kadinlarda okur-yazar orani %90’lari buluncaya kadar çalisilmalidir. Hedef hiçbir ülkede dogum oraninin nüfusu yenileyen 2,1’lik orani geçmemesi olmalidir. Bugün dünyada sadece 51 ülke bu oranin altindadir ve bu sekilde kalmaya gayret etmeleri yararlarina olacaktir. Bunlarin çogu gelismekte olan ülkelerdir: Brezilya, Bulgaristan, Çin, Hirvatistan, Küba, Gürcistan, Lübnan, Kazkistan, Kuzey Kore, Romanya, Slovenya, Sri Lanka, Tayland, Tunus ve Türkiye.
Egitim projeleriyle birlikte yürütülecek girisimcilik, uygun teknoloji ve mikro-kredilerle hem nüfus artisinin önüne geçilir hem de kalkinma saglanir. Kadinlara okuma-yazma ögretilmesi hayatta çocuk bakmaktan baska ugraslar edinmelerini saglar. Kadinlar egitilmeli ve dogum kontrol yöntemleri hakkinda bilgilendirilmelidir. Artik kadinlar is hayatinda yer edindikçe daha geç ve daha az sayida çocuk dogurmaya meyillidir. Kadinlar özgürlestikçe dogum orani düser. Istatistiklere göre okuma yazma bilmeyen bir kadinin yedi yillik temel egitim almis bir kadindan iki kat daha fazla çocuk dogurur. Üçüncü dünya ülkelerinde dogum oranini düsürmek için televizyon ve radyo dizilerinden yararlanilabilir. Genis kitlelere ulasmak için okur-yazarligin tesvik edilmesi, az çocuk sahibi olmanin hem çocuklarin yasam kalitesi hem anne-babalar için daha iyi olacaginin gösterilmesi nüfus planlamasinda faydali olacaktir. Bu, Meksika’da uygulanmis ve ise yaramis bir yöntemdir. Sonuçta kadinlarin yasam kalitesini yükselterek nüfus artisinin önüne geçebiliriz. Bunu hedefleyen çalismalara hemen baslanirsa dünya nüfusu yüzyilin ikinci yarisinda düsmeye baslayacaktir. Fakat yine de asiri nüfustan kaynaklanan açlik, toplumsal siddet gibi ürpertici kosullari engelleyebilecek kadar erken olmayacaktir.
GIDA ve SU SORUNU
Ekonomi alaninda Nobel ödülü bulunan Amartya Sen’e göre neredeyse tüm kitliklar, yiyecek eksikliginden degil fakirlikten kaynaklanir. Sudan, Etiyopya, Somali gibi ülkelerde yasanan kitligin nedeninin ise silahli çatismalar oldugu kabul edilmektedir. Ancak bu çalisma 1981 yilinda dünya nüfusunun 5 milyarin altinda oldugu bir dönemde yapilmistir. Gelecekte dünya nüfusu artmakla kalmayacak Çin’de gelismekte olan tüketici sinifi gibi beslenme aliskanliklarini degistirerek et yemek isteyecek milyarlarca insan olacaktir. Çin sigir beslemeye yetecek kadar tahil yetistiremez. Küresel isinma ve sanayilesmenin etkisiyle tarim alanlari azalacak üretim düsecektir. Gidanin üretildigi ve tüketildigi yer genelde ayni ülke olmayacaktir. Dünya nüfusunun yarisinin üst topragin kaybedildigi, suyun azaldigi ve çiftçilerin tarlalarini terkettigi ülkelerde yasayacak olmasi durumu daha da beter hale getirmektedir. Artan fiyatlar Brezilya, Arjantin ve Ukrayna gibi ülkelerde tahil üretiminde önemli bir artis saglayacaktir. Fakat bunun insanlarin enflasyonlu fiyatlara ulasamayacak kadar fakir oldugu ülkelere bir faydasi dokunmayacaktir. Çin Mao zamaninda yasadigi kitlik döneminden sonra ciddi önlemler almaktadir ancak kirlilik, vahsi sulama ve sehirlesme nedeniyle bereketsizlesen topraklar artmakta ve Gobi çölü gittikçe genislemektedir. Çin ileride yasayabilecegi tahil kitligina karsi en büyük tahil üreticisi olan Amerika’yla olan iliskisini garanti altina almak amaciyla elinde yüklü miktarda dolar rezervi tutmaktadir. Çin dünya piyasalarindan tahil almaya devam etmektedir. Ülkeler ihraç etmeye yetecek kadar tahil üretemeyecek, Çin ve Hindistan’in talebi arttikça fiyatlar iyice yükselecektir.
Daha önce hiç akil edemedigimiz ama en kritik sorun ise tatli sudur. Hatta dogru davranmazsak bu yüzyil içinde su savaslari yasanabilir. Senatör Mc Cain’le görüsmemde bana 21yy’in en büyük sorunun su olacagini söylemisti. Dünyadaki suyun %90’ini yiyecek üretmek için kullanmaktayiz. 1 ton tahil üretmek için 1000 ton su harcanmaktadir. Yeralti sularinin yillik azalma miktari en az 160 milyar tondur. Durumun ciddiyetini daha iyi açiklamak için alttaki egilimler örnek verilebilir:
¾    Köyden kente göç artmakta. Kentlerde su ihtiyaci arttikça tarim alanlarindan sehirlere çekilen suyun miktari da artmaktadir.
¾     Akiferleri, yeralti  sularini bosaltan güçlü motorlarin kullanimi  yayginlasmaktadir.
¾    Yagmur suyu alan tarim alanlarinin çogu tuzlanma ve erozyon nedeniyle mahvolmustur.
¾    Yiyeceklerimizin çogu sulama yapilan tarlalardan gelmektedir ve bu artacak bir orandir. Fakat gelismekte olan ülkelerin çogunda nüfus arttikça ve su kaynaklari tükendikçe sulama ile tarimi sürdürmeleri imkansizlasacaktir.
Su daha etkin bir sekilde kullanilmalidir. Ne yazik ki dünyada su sorunu olan ülkelerin çogunda hala etkin sulama metodlarina geçilmemistir. Su kaybini önlemek için asiri sulamaya ve su kaybi yaratan fiskiyeyle sulamaya yasak getirilmeli tüm tarim ülkelerinde damla sulama sistemi benimsenmelidir. Günes enerjisinden yeterli ölçüde yararlanmayi beceremedigimiz gibi yeryüzüne düsen yagmurdan da yararlanmayi bilmiyoruz. Yagmur suyu kanalizasyona karisip bosa gitmektedir. Yagmur suyunu toplayip ihtiyaç duyulan yerlere akmasini saglamali, sarniçlarda biriktirmeliyiz. Daha az su isteyen ürünler yetistirmeliyiz. Su kaybini önlemek için bilinçli yönetim gerekir. Ancak egitimsiz veya kültürel olarak disipline edilmesi zor olan yerlerde sürekli akan çesmelere açma-kapama muslugu yapilmasini saglamak için su kaynaklarinin nasil daha iyi kullanilacagini ögretmek gerekir. Örnegin Afrika’da yasanan kötü deneyimlerden ders çikarilmalidir. 2000’lerden itbaren 3 milyar insan içme suyundan ve saglik hizmetlerinden yoksundur. Uzmanlara göre tropik ve yari tropik bölgelerde yogunlasan kent nüfusu yeni hastaliklarin üremesi için uygun ortami olusturmaktadir. Su sorununun çözümünün önemli kismi dogru miktarda suyun dogru zamanda dogru yere aktarilmasidir. Deniz suyunu tatli suya çevirmek çok masrafli bir islem oldugundan bunu çözüm olarak görmek hiç mantikli degildir.
1950’lerin ortasindan 80’lerin ortasina kadar süren Yesil Devrim dünyanin gida yetistirme kapasitesini kaydadeger bir sekilde arttirmis ve bu dönemde 2,5 milyar kadar artan dünya nüfusuna ayak uydurmustur. Bu tarim devrimi çiftçiyi biyo-çesitlilik yerine tek türlü tarima yönelterek en etkin türlerin üretilmesini saglamaya çalismistir. Bunun sonucunda tek tip mahsüller hastaliklara ve zararlilara daha açik hale gelmistir. Fakat artik Yesil Devrim grilesmistir ve bazi yerlerde yeniden biyo-çesitlilige geri dönülmektedir. Yesil Devrim anlayisi yogun sulama gerektirdiginden su kaynaklarindan doganin yerine koyabileceginden fazla miktarda su çekilmistir. Örnegin Suudi Arabistan bugday üretimin 1980-1994 yillari arasinda 20 kat arttirmis fakat yogun sulama gerektirdigi için akiferler bosalmis, iki yil içinde üretim yariya inmistir. Kuru iklimlerde tuzlanma topragin verimliliginde azalmaya neden olur ve tuzlanma uzun süre devam ederse toprak çöllesip ekilemez hale gelir. Dünyanin sulama yapilan tarim alanlarinin onda biri tuzlanmaya maruz kalmistir.
Bereketli üst topragin yapisi sasilacak derecede karmasiktir. 1 çay kasiginda 5 milyon bakteri, 20 milyon mantar ve milyonlarca mikroorganizma bulunmaktadir. Ayrica topragin altinda yasayan karinca, solucan, kirkayak, vb. canlilar vardir. Fakat tarim ilaçlari ve suni gübre organik hayati öldürmüs ve topragin kalitesini düsürmüstür. Toprak kaybi ciddi boyutlardadir. Ayrica kimyasal gübre atiklari nehirlere karismaktadir. Asiri gübreleme topragin kalitesini düsürmekte, sulak alanlari mahvetmektedir. Gelecekteki 8,9 milyonluk nüfusu beslemek için dünyanin tarim üretimini gelistirmesi gerekmektedir. Bunun için üç önemli asama vardir: randimani; toprak ve su verimini arttirmak; vitamin açisindan zengin mahsüllerin yetistirilmesine yönelmek ve her yil farkli mahsül ekilmesini tesvik etmek.
Hasat zamani mahsülden arta kalan mesela misir kabuklari vb. biyolojik atiklar hayvan yemi olarak kullanilabilir. Hindistan tahil saplarini ineklere yedirerek süt üretimini 20 milyon tondan 79 milyon tona çikartmayi basarmistir.
Sigir eti tüketmek tavuk eti tüketmekten çok daha fazla degerli kaynak harcanmasini gerektirir. Tavuk eti tüketmek ise ayni sekilde balik etinden masraflidir. Fakat bir tarla dolusu sigir etinin sagladigi besin bir tarla dolusu sebzenin onda biri bile degildir. Modern tarimda 1 kilo tahil yetistirmek için yaklasik 200 litre su gerekmektedir. Fakat 1 kilo sigir eti üretebilmek için yaklasik 20.000 litre su gerekir. Buna ragmen 1950’lerde 44 milyon ton olan et tüketimi 1999’da 217 milyon tona çikmis ve o zamandan bu yana daha da yükselmeye devam etmektedir. Amerikalilar kisi basina yilda 800 kilo tahil tüketmektedir. Italya’da bu deger 400; Japonya’da ise 200’ün altindadir. Dünyada en çok saglik harcamasi yapan Amerikalilar iken Japonlarin Amerikalilardan 8 yil daha uzun yasamasinda rol oynayan etken beslenme aliskanliklari gibi görünmektedir. Amerikalilar yogun olarak kirmizi et tüketir. Italyanlar ise sebze-meyve agirlikli beslenir, az miktarda et tüketir. Japonlar’a gelince genelde çig balik ve besin açisindan çok zengin olan yosun yerler.
Hizla gelisen gida üretim yöntemlerinden biri de tatli su balik çiftlikleridir. Dünyanin protein üretiminin %11’ini karsilamakta giderek de büyümektedir. 2010 yilina gelindiginde su ürünleri üretiminin sigir eti üretimini geçecegi öngörülmektedir. Dünyanin tatli suda üretilen baliklarinin 2/3’ünü Çin üretmektedir. Çeltik tarlalarinda hem pirinç hem de balik yetistirmektedirler. Buna benzer metodlar diger ülkelerde de benimsenebilir. Bu Yesil Devrim’den çok daha etkin bir gelecege sahip oldugu anlasilan Mavi Devrim’dir. Fakir ülkelerdeki insanlarin besin ihtiyacinin karsilanmasi için çok önemli bir alternatif olacaktir. Fakat balik çiftliklerinin de kötü olanlari vardir. Somon ve levrek gibi bazi balik çesitlerini beslemek için yüksek miktarda deniz baligina ihtiyaç vardir. Karides çiftliklerinin de okyanusa verdigi zarar çok büyüktür. Ayrica balik çiftliklerinde fazla antibiyotik kullanimi da sorun olusturmaktadir. Bunun yaninda mesela Norveç’te balik çiftliklerindeki baliklarin %90’i kaçmistir ve bu da denizdeki baliklarla çiftlesip yaban hayatin genetiginin degismesi tehlikesi yaratmaktadir. Diger yandan tatli su kullanan balik çiftlikleri okyanuslara zarar vermez. Su kültürüyle ugrasanlarin net randimani mümkün oldugu kadar yükseltmeleri gerekmektedir. Yerel yönetimlerin de balik çiftliklerini siki denetim altina almasi gerekir.
Bitkileri suda yetistirmeye hidroponik denir. Bilimsel ve ölçülebilir bir yöntemdir. Bitkilere sadece ihtiyaci olan kimyasallarin verilmesiyle uygulanan bu gelismis teknoloji toprakta bitki yetistirmeye kiyasla çok daha az su harcadigindan (1/5-1/10) Hidroponi su kitligiyla kasi karsiya olan dünyamiz için alternatif bir gida üretim sekli olabilir. Kisi basina düsen su ve tarim alani azaldikça hidroponi çok ise yarayacaktir. Kapsamli bilgi ve sürekli ilgi isteyen bir islemdir. Gerekli egitim verilerek yoksullarin evlerinde besin yönünden zengin sebzeleri yetistirmeleri tesvik edilebilir.
Organik tarima dönüs baslamis, organik ürünlere talep artmaktadir. Yesil Devrimin dayattigi tek tip tarim yüzünden gelecekte isimize yarayacak birçok türü kaybetmis olduk. Asirlardir süregelen tarim ve çiftçilik bilgisi böyle bir degisiklik karsisinda kaybolup gitti. Örnegin Hindistan’da eskiden 30 bin çesit yerel pirinç türü yetistirilirken artik tek çesit yetistirilmektedir. Genetik çesitliligin daraltilmasi gelecekte olusacak kitliklara yol açmaktadir. Tek tip tarimda bir hastalik veya zararlilar tüm mahsule zarar verecektir. Aslinda doga en basinda biyo-çesitliligi yaratarak kendini korumaya almistir. Insanoglu buna müdahale ederek yine kendi kuyusunu kazmistir. Organik tarim doganin bu karisik yapisini geri getirmeye çalismaktadir. Fakat ne yazik ki; 8,9 milyar insanin organik tarimla beslenmesi söz konusu degildir.
Dünya nüfusu artip daha çok insan sehirlerde yasamaya basladikça yasadigimiz dünya giderek yapaylasacak. Gida üretimi de yapay yollarla yapilacak. Bu yapay ürünler organik tarim ürünlerinden daha düsük fiyata satilacak ama tüm üretimi tek tip tarim ve kimyasallara dayandirmak ahmaklik olur. Asiri kibirimiz bizi gelistirdigimiz kimyasallarin ve haplarin dogadan daha iyi olduguna ikna edebilir fakat insan türünün neslini sürdürmesi, kendi kendini yaratan yapisi, barindirdigi canlilar ve kendi basina yeten karmasik ekosistemleriyle dogaya saygili olmamiza baglidir.
Genetigi degistirilmis organizmalar ise ayri bir tartisma konusudur. Özellikle Avrupa’da tepkiyle karsilanan GDO’larin üstün seviyede bilimsel arastirmalarla güvenli olduklari kesin olarak kanitlanmadan genetigiyle oynanmis tohumlarla tarim yapilmasina izin verilmemelidir. Polinasyon araciligiyla insan müdahalesi görmüs bitkilerin dogal bitkilerle karismasi olasidir. Bu da yabani otlara karsi dayanikli olarak gelistirilen tohumlarin polenlerinin yabani bitkilere karisarak tarim ilaçlarina dirençli hale gelmesine yolaçabilir. Bu nedenle GDO’larin yan etkileri ve hangi bitkilerin polinasyonla dagildiginin bilinmesi ve ona göre önlem alinmasi hayati önem tasimaktadir. Az su tüketen ama randimani yüksek olan dayanikli ürünler yetistirilmesi dünya nüfusunu doyurmak için iyi bir yol gibi görünmektedir. Ancak dikkat edilmesi gereken hususlar vardir. GDO’larin insan genetiginde degisiklik yaratabilecegini gözönünde bulundurmak dolayisiyla uzun dönemli çalismalar yapmak gerekmektedir. Yararin maksimum olacagi ürünlere yönelmek gerekir. Klasik tarimla elde edilebileceginden kat be kat avantajli olmadikça genetigi degistirilmis gidalarin üretilmesine degmez. Su anda dünyadaki soya fasülyesinin yarisi, pamugun %30’u, misir ve kanolanin %15’i GD tohumlarla üretilmektedir.
Eskiden sikça kullanilan DDT yüzünden birçok kus ve yararli böcek türü zarar görmüstür. Organik tarimla ugrasanlar kimyasal ilaç yerine Bacillus thuringiensis adli dogal bir böcek kaçiran kullanmaktadir. GDO’larda ise bitkinin genetigi yapraklarin böcekler için zehirli olacagi sekilde degistirilmistir. Bu yüzden de yapraklarin bitkinin yenebilir kismina ve dolayisiyla insanlara ulasmamasina özen gösterilmesi elzemdir. Henüz GDO’larla ilgili çalismalarin basinda bulunmaktayiz. Dolayisiyla yeteli arastirma yapilmadan genele yayilmamasi büyük bir hata olacaktir. Kurakliga, zararlilara, tuzlanmaya ve kötü kaliteli topraga dirençli bitkilerin yetistirilmesi hizla artan dünya nüfusunun beslenmesinde önemli rol oynayabilir. Bu yöndeki çabalarin elektronik olarak kontrol edilen damla sulama, yüksek vitaminli sebzelerin üretilmesi, evlerde organik bitki yetistirilmesi ve hidroponik seralar gibi diger esasli degisikliklerle birlikte uygulanmasi gerekmektedir. Gelecekte yetersiz beslenme ve açliga karsi en büyük silahimiz bunlardir. Fakir ülkelerdeki insanlara gereken vitamini alabilecekleri sebze ve bitkilerin (örn. A vitamini için havuç, balkabagi, mango, köri, horozibigi ve özellikle kisnis) yetistirilmesi önemli bir adim olacaktir. Tüm köylerde insanlara yagmur suyunu toplama, topragi zenginlestirme, hayvan gübresi toplama, rüzgar perdesi yaratma ve besin degeri yüksek sebze meyve yetistirilmesi ögretilmelidir.
Geçmiste yasanan dehset verici kitliklar gelecekte yasanmasi muhtemel kitliklarla karsilastirildiginda ufak kalacaktir. Geleneksel tahil rezervlerinin Çin’in yeni tüketim anlayisi karsisinda fazla dayanmayacagi kesindir. Birkaç yil üst üste kötü hasat yasanirsa dünya nüfusunu beslemeye yeteccek kadar gida kalmayabilir. Bu yogun rekabet yaratacak ve küresel gida fiyati artisi akil almaz boyutta olacaktir. Çözüm ise yeteri kadar gida stoklamak ve yedek tarim alanlari birakmaktir. Su anda böyle bir modeli benimsemeye veya stoklari gereken boyuta getirmeye istek duyuldugu söylenemez. Fakat büyük çapli bir felaketi önlemek için bunu yapmamiz sarttir. Ayrica sirketlerin kisa vadeli karlar ugruna uzun vadeli zararlar yaratmaktan vazgeçmeleri gerekmektedir.
Yiyecek garantisini saglamak için nüfus planlamasi temel kosuldur. Nüfus artmaya devam ettigi takdirde ne önlem alinirsa alinsin gida sorunuyla basetmenin çaresi yoktur. Eger daha fazla gida üretimi nüfusun artmasina sebep olursa insanlik kitliga hazirliksiz yakalanir. Dünyayi tika basa doldurdugumuz için doga dengeyi kurmak adina daha büyük bir kitlikla karsimiza çikacaktir. Bu yüzden herkesin yüksek dogum oranlarinin sonuçlarini kavramasi gerekmektedir. Medya araciligiyla insanlara açlik ve kitligin korkunçlugu anlatilarak okur-yazarlik, iyi bir egitim, degisik meslekler ve düsük dogum oranlariyla üstesinden gelinebilecegi anlatmalidir.
YOKSUL ÜLKELER
Su anda Bati’da dünyanin yoksul kesimlerine “gelismekte olan ülkeler” demek politik olarak dogru kabul edilmektedir. Fakat gerçekte durum farklidir. Yoksulluk çeken ve az gelismis olarak nitelenen ülkelerin bazilari hiçbir sekilde gelisme göstermemektedir. Bu ülkelerde kisi basina GSYIH orani hizla düsmekte; gittikçe kötülesen fakirlik, hastalik, siddet ve toplumsal karmasa bir kisir döngü seklinde sürüp gitmektedir. Sorunun çözümü için öncelikle gelismekte olan ülkelerle yoksul olanlari ayirmamiz gerekir. Ciddi önlemler alinmazsa dünya nüfusundaki artisin büyük kismi bu yoksul ülkelerde olacaktir. Birlesmis Milletler, kisi basina düsen GSYIH degeri günde 1 dolarin altinda olan Kenya’yi bile “Az Gelismis Ülke” olarak tanimlamamaktadir. Bir zamanlar çok verimli ve güzel bir yer olan Kenya siyasi karisiklik ve nüfus artisi nedeniyle birçok sorunla bogusmaktadir. Ayrica birçok Afrika ülkesi Kenya’dan da kötü durumdadir. Tüm Afrika’da agaçlar kesilmis yerine de yenisi dikilmemistir. Bu durum sellerin ve sivrisineklerin artmasina sebep oldugundan su anda kitada en büyük sorunlardan biri sitmadir. Afrika’da milyonlarca insan hayatta kalamayacak kadar sefalet içindedir. Her yönden kalkinmis, çok gelismis teknolojik uluslar daha çok zenginlestikçe yoksul ülkeler iyice fakirlesmektedir. Fakirlik, geriye ne kaldiysa onun da tüketilmesine yolaçar ve geri dönüsü olmayan bir yola girilir. Arastirmalar su kitliginin artmasi, tarim alanlarinin, ormanlarin, baliklarin yokolmasiyla kötü yönetim ve toplumsal siddet arasinda güçlü bir bag olduguna isaret etmektedir. Yoksul ülkelerdeki bu durum önemli ölçüde degistirilebilir. Dünya liderleri yillardir gözlerinin önünde devam eden üstelik sömürgeci devletler yüzünden baslayan Afrika dramini düzeltmek için sasirtici biçimde çok az çaba harcamaktadir. Bu nesil içinde dünya üzerinden yoksullugun silinmesi mümkündür. Uygulanacak tek bir model veya sihirli bir degnek yoktur ama ticaret, insani yardim, egitim ve yönetim dahil tüm cephelerde bir dizi hummali faaliyet gösterilmesi ve sürekli hale getirilmesi gerekmektedir. Jeffrey Sachs 2005’te yazdigi “Yoksullugun Sonu” adli kitabinda yapilmasi gerekenleri tüm detaylariyla açiklamistir.
Çogu zaman yoksul ülkelerin neden geçinmek için tarim yapmadigi sorulmaktadir. Asil soru ise su olmalidir: Neden Afrika’nin dis güçler ise karismadan önceki haline dönmesine izin verilmiyor? Üstelik artik daha iyi tibbi imkanlar ve kaliteli tohumlar saglamak da mümkün. Dünyanin genelinde nüfus köyden kente göçtükçe asirlik kirsal hayat bilgisi de yitip gitmektedir. Insanlar gidalarini süpermarket raflarindan almak disinda yiyecek yetistirmekle ilgili hiçbir sey bilmemektedir. Aslinda yeni kusaklara tarim ve çiftçiligi ögretmemek tüm köprüleri yikmak, kendi kuyumuzu kazmak anlamina gelmektedir.
AZ GELISMIS ÜLKELER
BM’nin Az Gelismis Ülke olarak adlandirdigi kriter, kisi basina taban GSYIH; ihracat düzeyi, sanayide görevli is gücü, kisi basina düsen GSYIH’nin üretime orani, ticari enerji tüketimi üzerinden hesaplanan düsük ekonomik çesitlilik endeksi ve yenidoganlarin yasama orani, kisi basina düsen kalori alimi, ögrenci sayisi, yetiskinlerde okuma-yazma oranina dayanan Insan Kaynaklari Yetersizligi Kriterlerinin düsüklügüne göre hesaplanir. BM tarafindan Az Gelismis Ülke olarak tanimlanan 49 ülke dünya nüfusunun %10,7’sine sahip olmasina ragmen küresel gayrisafi hasilada sahip olduklari toplam oran sadece %0,5’tir. Yüzyil öncesine kadar dünya ticaretinde sahip olduklari pay yariya düsmüstür ve %0,3’lük bir oranda seyretmektedir. Birçok ülkeye yaptigim ziyaretler sirasinda bazilarinin istikrarli ve umutlu oldugunu bazilarininsa yoksul ülkelerden farksiz olduguna tanik oldum. BM, az gelismis ülkeleri Gelismekte olanlar sinifina katilmak için tesvik etmektedir. Üç yillik hedef olarak kisi basina yilda ortalama 1035 dolarlik GSYIH belirlemistir. Fakat bunlar arasinda 15 ülkenin kisi basina düsen GSYIH günde 2 dolar hatta bazilarininki daha azdir ve durumlari gittikçe kötülesmektedir. Kisi basina düsen GSYIH’daki azalmaya göre ülkelerin yoksullugu belirlenebilir. Sili, Brezilya, Malezya ve Tayland gibi coskulu bir sanayi, iyi üniversiteler ve gelecekten umutlu gençlerle dolu olan gelismekte olan ülkelerle Angola, Haiti veya Fildisi Sahili gibi gençlerin umudunun kalmadigi çaresiz yoksul ülkeler arasinda dünyalar kadar fark vardir. Yoksul ülkelerle az gelismis ve gelismekte olan ülkeleri birbirinden ayirmak önümüzü görmek açisindan faydalidir. Insanlik mevcut davranis kaliplariyla devam ederek kanyonda ilerledigi takdirde yüzyilin ortasindaki kirilma dönemini yaklastiginda, yoksul ülkelerin çogu dayanamayacak duruma gelecektir. Kuskusuz, yapilacak en dogru sey buna engel olmaktir. Yoksul ülkeleri dönüstürme gayretleri yetersiz kalirsa yaklasan felaketin yekpare güçleri kurtarma operasyonlarini yetersiz kilabilir.
GELISMEKTE OLAN ÜLKELERDEKI POTANSIYEL
Gelismekte olan ülkelerin enerji ihtiyaci muazzam olacaktir. Bu yüzden yeni ve temiz enerji üretim yollarini benimsemeleri tüm dünya için en dogrusudur. Gelismekte olan ülkeler için gelecekteki en büyük enerji kaynaklarindan biri de hidrojenle üretilen yakit pilleri olacaktir. Yakit pillerinin seri üretimiyle hidrojen ekonomisine geçis en mantiklisi gibi durmaktadir ancak hidrojenin kesinlikle kömürle üretilmemesi gerekmektedir. Kömürle çalisan santraller öldürücü gazlar yayar ve saglik sorunu yaratan maddeler açiga çikarirlar. Inanilmaz ama, aklini yitirmis halkla iliskiler kampanyalari hala Amerikan kömür sektörünü aklamaya çalismaktadir. Oysa ki her yil binlerce insan hava kirliligi kaynakli hastaliklara yakalanmaktadir.
Yeni enerjiye ihtiyaç duyacak ülkelerin basinda ekonomisi hizla büyüyen Çin gelmektedir. Ülkede, havayi kirleten termik santrallere kömür yetismedigi için sik sik elektrik kesintileri yasanmaktadir. Çin’in kömür enerjisine yönelik gelecek planlarina, dünya iklimine büyük hasar vereceginden engel olunmasi sarttir. Çin’de hava kirliligi kaynakli pek çok saglik sorunu ortaya çikmistir. Günes ve rüzgar enerjisine yönelik çalismalar yapilmaktadir fakat petrol ve dogalgazin kit oldugu Çin’de yükselen ekonomi çok daha fazla enerjiye ihtiyaç duyacaktir. Çinli bilim insanlari 2050’ye gelindiginde ülkenin 300 bin megawatt gücünde nükleer enerjiye ihtiyaci olacagini öngörmektedir. Eskiden büyük maliyetle özel olarak yapilan nükleer santrallerin yerine gelecekte modüler reaktörler, Ford’un Model-T otomobili gibi seri üretilebilecek sekilde tasarlanmalidir. Örnegin yeni buluslardan çakil yatakli nükleer reaktör modüler olarak tasarlanmistir ve tasinmasi, kurulumu kolaydir. Basta gelismis ülkelerde yayginlasacak olan alternatif temiz enerji gelismekte olan ülkelerde mutlaka benimsenmelidir.
Arabalar yakit piliyle çalisir, enerji üretmek için esas olarak günes, rüzgar, hidrojenden yararlanilirsa tüm dünyanin enerji ihtiyacini gezegenimize zarar vermeden karsilayabilmemiz mümkündür.
  
GECEKONDU SORUNU
Devinim egilimlerinden biri de göreceli olarak yoksul veya gelismekte olan ülkelerde hizla artan gecekondu mahalleleridir. Köyden kente göç ve gecekondulasma dogru orantili sekilde artmaktadir. Kirsal kesimde is imkani bulamayanlar sehirde firsatlar yakalayacaklarini umarak köyünü terkedip sehirde bir gecekondu yapip yerlesmektedir. Hükümetlerin çogu buna hazirliksiz oldugundan bu yeni olusan semtlerde altyapi, elektrik, okul, hastane yetersizligi gibi birçok sorun bas göstermektedir. Kirsal kesimde yoksullugun artmasi ve genel nüfus artisi nedeniyle gecekonducu sorunu son 40 yilda çok kötülesmistir. Gecekondu semtleri sefillik ve pislik nedeniyle hastalik tehdidi olusturmaktadir. En kötüsü de bu gecekondu mahalleri yerel yönetim sinirlarinin kiyisinda oldugundan ne sehir içinde ne de disinda sayilirlar ve bu arada derede olma hali nedeniyle idari sorunlar çikar. Genelde polisin veya devlet hizmetlerinin ugramadigi vahsi bölgelere dönüsürler. Yoksul ülkelerde en büyük sorunlardan biri hükümetlerin ifade edilemez sekilde yozlasmis olmasidir. Yolsuzluk öyle bir raddeye gelmistir ki kitlik oldugunda zengin ülkelerden gelen yardimlar ihtiyaci olanlara ulastirilmadan ahlaksiz devlet yöneticileri arasinda pay edilmektedir. Bu ülkelerin çogunda kayitli ve kayitsiz ekonomi yanyana isler. Ekonomi A, Bati’daki kadar düzgünce olmasa da bir sekilde isler; Ekonomi B ise çaresiz, aç bilaç düsmüs gecekondu ekonomisidir. Çogu zaman, anarsiye varan sosyal siddet yoluyla kontrol edilmektedir. Gecekondu bölgelerinde saglik kosullarinin çok kötü olmasi nedeniyle AIDS ve birçok hastalik kol gezmektedir. Gecekondularda baslayacak bulasici bir hastalik, ya da ölümcül bir grip daha asilar piyasaya sürülmeden genis bir kitleye yayilabilir. Polis ve güvenlik güçleri Ekonomi B alanina karismaz. Yanibaslarinda aç ve yoksul insanlar hayatta kalmaya çalisirken güvenlikli sitelerin içinde tel örgüler, yüksek duvarlar ardinda yasayan Ekonomi A kitlesi için üretilen hazir paketlere konacak sebzelerin uçlari burusmus olanlari çöpe atilmaktadir. Iste durum bu kadar vahimdir. Mesela büyük sirketler ekolojik açidan uyumlu olduklarini kanitlamak için saçma sapan islere kalkismaktadir. Yeniden dönüstürülmüs halilar kullanabilmek için eski halilari gemiyle ABD’ye gönderip islemi orada yaptirip halilari inanilmaz bir nakliye masrafiyla tekrar geri getiren sirketler vardir. Oysa ki gecekondu mahallelerinde issiz dolasan insanlara bu tür is imkanlari yaratmak harcanan masraftan çok daha düsük bir bedele mal olacaktir. Fakat Ekonomi A, Ekonomi B ile konusmadigindan ortak çözüm yaratmak da zorlasmaktadir. Diger yandan Japon veya Alman isadamlari emegin ucuz oldugu Üçüncü Dünya ülkelerine gidip fabrika açarak bu tarz bölgelerin kalkinmasini saglamaktadir. Istihdam ve kalkinma yaratacak benzer modeller yayginlastirilabilir.
ÖLÜ SERMAYE ve FAKIRLIGI GERIDE BIRAKMAK
Perulu ekonomist Hernando de Soto, kapitalizmin neden sadece Bati’da gelisip serpildigini sorgular. Birçok Üçüncü Dünya ülkesi kapitalist uluslarin icatlarini benimsemis oldugu halde hiçbirinde kapitalizm Bati’da oldugu gibi tikir tikir islememektedir. De Soto bunun nedeni olarak Üçüncü Dünya Ülkelerindeki belli basli kusurlari göstermektedir. Bunlarin düzeltilebilmesi için çok güçlü manivela etkilerine ihtiyaç vardir. De Soto’ya göre Peru dahil fakir ülkelerin sermayesi hatali sekilde tutulmakta ve bu da ekonomiye ve topluma büyük zarar vermektedir. De Soto bankacilik sistemine girmeyen veya isletme teminati olarak gösterilemeyen birikimi ölü sermaye olarak adlandirir. Bunlarin bir kismi hala yastik altinda saklanan birikimlerdir. Bu durumda para sadece bir kez islem görebilir oysa ki Gelismis Ülkelerde insanlarin ev sahibi olabilmesi için mortgage sistemi mevcuttur. Bu sayede banka garantisiyle ayni para birçok kez harcanmis olmaktadir. Toplam borçlar temel alinan sermayeyi kat be kat asar. Gayrimenkuller is kurarken teminat olarak kullanilabilir. Is dünyasi borç üzerine kuruludur. Basarili isletmelerin çok sayida hissedari olabilir. Is kuranlar iflas güvencesi ve sorumluluklarin sinirlandirilmasi sayesinde risk alabilir. Gelecek piyasalari veya vadeli islemleri finanse etmenin çok yönlü ve karmasik yollari vardir. Paranin gerçek degerinden ötesini saglamasina yarayan hayati önem tasiyan mekanizmalar islemektedir. Batililar için tapu olmazsa olmaz birseydir. Oysa Üçüncü Dünya Ülkeleri ve eski demir perde ülkelerinde evlerin çogu tapusuzdur. Bu yüzden kayit disi gayrimenkuller sermayeye dönüstürülemez. Örnegin Latin Amerika’da gayrimenkullerin %80’ yasanin disinda tutulmaktadir. Misir’da sehirde yasayanlarin %92’si, tasrada yasayanlarinsa %83’ü ölü sermayeli evlerde oturmaktadir.
Buna benzer sekilde isletmelerin de birçogu kayit disidir. Bankalardan borç alamazlar. Yasal düzensizlikler ve ölü sermaye nedeniyle bu ülkeler modern toplumu besleyen damarlardan yoksun kalmislardir. Sermaye artisinin gerçeklestirilememesi fakir ülkelerin fakir kalmasina neden olur. Prensipte bu durumu düzeltmek mümkündür. Insanlar, sermayenin çok yönlü kullanilislari hakkinda bilgilendirilmelidir. Gerekli kanunlarin yürürlüge konularak yerel yönetimin gayrimenkulleri kayit altina almasi ve Bati’daki gibi tapulandirmasi gerekir.
De Soto’ya göre çözüm için tarih kitaplarina bakmak yeterlidir. Özellikle Amerika’nin gangster diyarindan girisimci kapitalist bir ulusa dönüsmesi sirasindaki yolculugu yol gösterici olabilir. Üçüncü Dünya’nin bir an önce tüm isletmelere tüzel kisilik kazandirmak için standartlar belirlemesi, tüm gayrimenkullere tapu çikarmasi ve yasadisi faaliyetleri sona erdirmesi gerekmektedir. Böylece sermaye isleme girer ve bankalar yerel girisimcilere ve is kurmak isteyenlere destek verebilir. Aslinda bir anlamda bu hedefe ulasmak öncesine göre daha kolaydir. Çünkü Gelismis Ülkelerin uzun sürede basardigini daha kisa sürede yapabilmek için gerekli prosedürü ve yapilmamasi gereken hatalari biliyoruz artik. Fakat bir yandan da daha zordur çünkü yasadisi gruplarin kendi düzenleri olusmustur. Bu güçlere dikkatli ve özenli yaklasilmasi gerekir. Yine de bu hedefi gerçeklestirmenin finansal yarari muazzam olacaktir. Sermayenin diriltilmesi adina yapilan degisim sirasinda büyük siyasi sorunlar ortaya çikabilir. Asil zorluk genis kitlelerin canini yakmadan bunu becerebilmektir. Insanin yasal olarak bir eve sahip olma hakki BM’nin 1948 tarihli Evrensel Insan Haklari Bildirgesi’nde yer almaktadir. Insan Haklarinin birçok açidan çignendigi gözle görülür bir gerçektir ancak ev sahibi olmayi engelleyen berbat idari prosedürler pek görünür degildir. Örnegin Peru’da devlet arazisine ev insa etmek için devlet dairelerinde sürünmek gerekir. 207 asamadan sonra belediye izinleri için 728 bürokratik asama daha gerekir. Bu hiçbir mantiga sigmayan bir uygulamadir. Yüksek miktarda yatirim gerektirmesine ragmen internet araciligiyla kullanilacak bir düzenleme tasarlanmasi isleri kolaylastiracaktir. Ayni sekilde is kurmak için gereken yasal islemler de bunalticidir. Bu nedenle insanlar yasadisi isletmeler açmaya, yasadisi isçi çalistirmaya meyillenir. Fakir ülkelerdeki bürokrasi çukuru is dünyasini ve dolayisiyla sosyal hayati felce ugratir. Sermayenin diriltilmesini engelleyen devlet prosedürlerinin verdigi zarar muazzamdir. Fiilen kabul edilemez bir ayrimcilik yapmaktadirlar. Insanlara sans vermeyerek firsatlari degerlendirmelerine engel olurlar. Batili bir sirket yöneticisi Üçüncü Dünya Ülkelerinin bürokrasisinin isleyisini gördügünde nasil düzeltilebilecegini bilir. Ancak bir ülkenin bürokrasisini dönüstürmenin çok büyük çapli siyasi etkileri olacaktir. Bunu basarmak ancak devletin basindakilerin kararliligi ve halkin iradesiyle gerçeklesebilir. Ne yazik ki birçok ülkede böylesine etkili ve güçlü bir liderlik sözkonusu degildir. Örnegin 1992’de Libya’da Kaddafi bütün tapulari yakmistir.
Ölü sermayenin aktif hale geitirilerek ekonomiye sokulmasinin uzun vadede getirisi muazzamdir. Tipik bir Üçüncü Dünya ülkesine zengin ülkelerden gelen yabanci yardimlardan çok daha fazla refah getirecektir. Dolayisiyla bu tarz ülkelerin sistemlerini yeniden düzenlemelerine yardimci olmak hali hazirda varolan bozuk düzene finansal yardim saglamaktan elbette ki kat be kat faydali olacaktir. Fakirligi geride birakmak için yeniden yapilanma sarttir.
Birçok ülke kalkinma merdivenlerini hizla tirmanirken bazilari tökezlemektedir. Öncelikle yoksul ülkelerin ayaga kaldirilmasi için kalkinma, gelisme merdiveninin ilk basamagina ulasmalarini saglamaliyiz. Üst basamaklara tirmanmalari için gereken birçok etken vardir. Egitim üzerine ciddi biçimde odaklanilmalidir. Okur-yazarlik oraninin yükseltilmesi amaçlanmalidir. BM’nin yüzyilin basinda belirledigi hedefleri gerçeklestirmek 21.yy’in en büyük zorlugu olacaktir. Asiri yoksullugun yeryüzünden silinmesi; herkesin egitim görmesi için çalisilmalidir. Gida miktarinin garanti altina alinarak gelecekteki kitliklarin önüne geçilmesi sarttir. Ölü sermayeyi diriltmek düzgün bir dünya yaratmak için pek anlasilmayan ancak hayati önem tasiyan bir unsurdur. Buna sebep olan yozlasmis yönetim ve bürokrasiyi bir kenara birakmak sarttir. Bu yüzyil bitmeden yoksullugu dünya üzerinden silmek mümkündür. Asil soru bunu yapmayi becerene kadar kitlik veya Ruanda’daki gibi toplu katliamlarin yasanip yasanmayacagidir?
YENI ENERJI ÇAGI
Su anda ABD, dünya nüfusunun %4,5’ine sahiptir ancak karbon saliniminin %23’ünden sorumludur. Hala elektrigini kömürle saglamaktadir. Üçüncü Dünya ülkeleri de gelistikçe havaya salacaklari karbon miktarini düsünmek tüyler ürperticidir. Örnegin fakirlikten refaha geçen en etkileyici örneklerden biri olan Singapur’un 30 yilda karbon salinimi kisi basina 1 tondan 22 tona çikmistir. Çin’de bu oran ekonominin gelismeye devam etmesiyle 30 yil sonra kisi basina 14 tona çikabilir. Hindistan’da ise 1.1’den 12’ye yükselebilir. Dünyanin en kalabalik nüfusuna sahip bu iki ülke büyük çapta enerji ihtiyacini kömürden saglamayi tasarlamaktadir. Çin kömürle çalisan 600 santral kurmayi planlamaktadir. Üstelik kömürün kalitesi çok kötüdür bu da çevreyi daha çok kirletecegi anlamina gelir. Simdiye kadar gelismis ülkelerin karbon salinimiyla yarattigi hava kirliligi gelecekte gelismekte olan ülkelerdeki 4 milyar insandan kaynaklanacaktir. Insanligin gelecegi, zengin ülkelerin gelismekte olan ülkelere yeni enerji çagina geçmeleri için destek olmasina baglidir. Hindistan ve Çin’in temiz enerji ürünlerinin muazzam bir ihracat pazari olusturacagini anlamalari saglanmalidir.
1997’de imzalanan Kyoto protokolü gelecekte dünya ülkelerinin küresel isinma sorununu kabul edip yüzlesmeleri olarak hatirlanacaktir. Protokol sanayilesmis ülkeleri karbon gazi salinimini 2012’ye kadar %5,2’ye çekmeye çagirmaktadir. Protokolde bu degerlerin toplam karbon saliniminin %55’inden sorumlu 55 ülke tarafindan kabul edilmedikçe geçerlik kazanamayacagi belirtilmistir. Üzerinden 7 yil geçmis olmasina ragmen hala protokolü imzalamayan ülkeler vardir. Protokolü 116 ülke imzalamistir ama mesela ABD inatla imzalamamaktadir. Üstelik artik Kyoto’nun öngördügü degerler ümitsizce yetersiz kalmaktadir. Iklim degisikligini sabitlemek için karbon salinimlarinda çok daha ciddi kisitlamalara gidilmesi gerekir. Bilim insanlarinin ve politik danismanlarin çogu karbon salinimlarinin daha da artmasini engellemenin imkansiz olduguna inanmaktadir. Bunun sebebi olarak da dünyanin ekonomik ve siyasal sistemlerinin herzamanki gidisattan gerektigi kadar çabuk siyrilamayacagini göstermektedirler. Su anda bazi ülkelerin gelisme adina imzalamayi reddettigi Kyoto Protokolü iklim degisikligini durdurmaya yönelik ciddi bir çabadan ziyade yanlis politikalarin neden oldugu küresel isinmadan duyulan siyasi utanci gizlemek için ardina siginilan süslü bir gayret gibi görünmektedir.
Küresel isinmanin yavas gerçeklesecegini sanmak büyük bir yanilgidir. Son dönemde olanlar da feci ve ani bir sekilde gerçeklesmekte oldugunu kanitlamaktadir. 30 yil içinde karbon salinimini azaltabilirsek dünyanin kendini iyilestirip dengesini bulmasi mümkündür. Ancak küresel isinma sürecinde geri dönülmez bir noktaya geldigimize isaret eden ciddi göstergeler vardir. Buzullar eridikçe hem tatli su tuzlu suya karismaktadir hem de okyanusun isisi degismektedir. Bu ayni zamanda büyük çapli iklimsel degisiklikleri tetiklemektedir. Okyanustaki degisikligin doguracagi feci sonuçlari tahmin etmek bile mümkün olmayabilir. Ingiliz ve Isveç hükümetleri 2050’ye kadar karbon emisyonlarini %60 oraninda düsürmeyi hedeflemektedir ki bu oran Kyoto’nun belirledigi oranlarin çok ötesindedir ve ayni zamanda bilim camiasinin atmosferdeki karbondioksiti sabitlemek için önerdigi orandir. Tony Blair ve Isveç Basbakani Göran Persson AB’yi ayni hedefe yöneltmek için güçbirligi yaparak kollari sivamistir. 2050’ye kadar karbon bazli olmayan yeni enerji teknolojileri iyice gelismis olacagindan bu hedef göreceli olarak kolay görünebilir ancak asil gerekli olan karbon salinimlarinin daha yakin gelecekte azaltilmasidir. 2002 yilinda, Almanya 2020’ye kadar seragazi salinimini %40 oraninda düsürecegini açiklamistir. Avrupa’nin da ayni tarihe kadar %30’a düsürmesini önermistir. Bazi uzmanlara göre iklime daha fazla zarar vermemek için tüm dünyada karbon bazli yakit kullaniminin %70 oraninda azaltilmasi ve bunun hemen yapilmasi sarttir. Fakat böyle bir kesinti kömür ve petrol sanayiinin isine gelmemektedir.
Atmosfere seragazi salan en büyük suçlulardan biri de otomobillerdir. Daha az petrol yakip daha az emisyon yaratan yeni modeller tasarlamaktan daha etkin bir plan petrolü birakip hidrojen bazli yakitla çalisan otomotiv endüstrisine yönelmek olacaktir. “Konsept otomobiller” bu iki yaklasimi da kullanmaktadir. Otomotiv sektöründe büyük bir dönüsüm yasanmasi kaçinilmazdir. Bu ne kadar çabuk olursa o kadar iyidir. 1970’lerde yasanan petrol kriziyle nasil ki Amerika’da otomobiller benzin tüketimini yari yariya indirecek sekilde yeniden tasarlandiysa simdi de yeni melez modellere ihtiyaç vardir. 2003 yilinda Toyota benzinli motora elektrikli bir devre dahil ederek hibrid otomobiller piyasaya sürmüstür. Böylece frenleme sirasinda olusan enerji bir aküde sarj edilmekte ve bu enerji tekrar gaza basildiginda aküden motora aktarilmaktadir, dolayisiyla benzin tasarrufu saglanir. Özellikle sürekli dur-kalk yapilan sehir trafigi için önemli miktarda benzin tasarrufu saglamaktadir. Toyota hibrid otomobilleri sürüse bagli olarak bir galon’da 130 kilometreye ulasmayi basarmistir. Toyota hibrid motor Nissan otomobillerinde de kullanilmaktadir.
Alternatif enerjiler benzinden daha ucuz hale gelince devrim yaratacak bir degisiklik meydana gelecektir. Bu degisim gelisen teknoloji, seri üretim ve pazarlama sayesinde olacaktir. Bilhassa hükümetin petrol ve kömür sektörlerine verdigi sübvansiyonlardan kurtulmamiz gerekmektedir. Aslinda karbon bazli yakitlarin gerçek bedeli çevre kirliligi, petrol varliklarinin askeri müdafaasi ve küresel isinmadan kaynaklanan firtinalarin masraflarini da içermektedir. Kömür kaynakli hastaliklar için yapilan tibbi harcama ve yarattiklari isgünü kaybi muazzamdir. Bu masraflar da hesaba dahil edilince rüzgar türbinleri ve günes panellerinin maliyeti kömür ve petrol enerjisi kullanmaktan çok daha düsüktür. Alternatif enerji kaynaklari için seri üretime geçildigi takdirde fiyatlar da adamakilli düsecektir.
Enerji sirketlerinin karlari düzenlenmistir. Genel olarak ne kadar çok elektrik satarlarsa o kadar çok para kazanirlar. Buna bosa harcanan elektrikten kazandiklari da dahildir. Seragazi saliniminin azaltilmasinin hayati önem tasidigi bir dönemde enerji sirketlerinin çogu tam tersini yapmaya yönelmekte ve daha büyük santraller kurmayi planlamaktadir. Oysa ki arastirmalar elektrik tasarrufu yapmanin elektrik üretecek yeni santraller kurmaktan çok daha masrafsiz olacagini ispatlamaktadir. Kaliforniya’daki Enerji Piyasasi Düzenleme Kurulundaki yetkililer, birçok enerji sirketi yöneticisinden daha akli selimlidir. Sadece tüm evlerdeki ampullerin ekonomik ampullerle degistirilmesi bile günde 22 milyon kilovat/saat tasarruf saglar. Bu, 17 elektrik santralini islevsiz kilarak kapattirmaya yetecek bir miktardir. Ayrica tüm evlerde tasarruflu sicak su bataryalarinin kullanimi da 15 santrali devre disi birakacak kadar tasarruf saglar. Eger tüm evlerde sicak su günes enerjisiyle isitilacak olsaydi 67 adet elektrik santraline daha ihtiyaç kalmazdi. Üstelik tüm bu ampulleri, günes panellerini ve bataryalari devlet saglamis olsa bile yeni bir elektrik santrali kurmaktan çok daha ucuza gelir. Gelismis ülkelerde tasarruf edilebilecek enerjinin haddi hesabi yoktur. Fakat kimsenin buna yanasmamasi çok aciklidir. Hele hele dünyanin dengesini bu kadar bozdugumuz bir zamanda...
Gittikçe artan talebi karsilamak için fosil yakit tüketen yeni elektrik santralleri kurmak yerine elektrik tasarrufu yapmak daha etkin, zararsiz ve daha ucuz bir yöntemdir. Enerji tasarrufu yapan ürünlerin tesvik edilmesi ve üreticilerine devlet tarafindan indirim uygulanmasi akillica bir yöntem olacaktir. Amerika’da nükleer santral kurmak için 1980’lerde kollari sivayan Pasifik Gaz ve Elektrik Sirketi talebi karsilamak için yeni santraller yerine tasarruf edilen megavatlarla ihtiyaci karsilamanin daha akillica ve masrafsiz oldugunu farkederek nükleer santral kurmaktan vazgeçmistir. En iyisi enerji tasarrufu saglanmasi, ikincisi ise bir zamanlar tek seçenek gibi görülen kömür ve nükleer enerji santrallerinin çok masrafli ve çevreye zararli olmalari nedeniyle yenilerinin insaasina izin verilmemesidir. Tüketimi körüklemek yerine Kaliforniya’daki düzenlemeler gibi tasarruf yapilmasini saglayacak kararlar alinmasi olumlu sonuçlar getirecektir.
Gelismekte olan ülkelerin karbon bazli yakitlarla çalisan yeni santraller kurmak yerine alternatif enerjiyle elektrik üretme yolunu seçmeleri hem kalkinmalari hem de dünyanin gelecegi için en hayirlisi olacaktir. Çünkü bundan onbes, yirmi yil sonra otomobil dahil alternatif enerjiyle çalisan ürünler ve hizmetlerin yillik degeri trilyonlarla ölçülecek. Büyük ülkeler yeni otomobil ve alternatif enerji sektöründe kiyasiya rekabet edecek. Su ana kadar bilgisayar endüstrisindeki yogun rekabet gelecekte temiz enerji için yasanacak. Tasarruf edilen elektrik, ekolojik binalar, enerji etkinligi, eko-refah, rüzgar ve günes enerjisi, yakit pilleri, biyoyakit, vb. çözümlere yönelmek en akillica olanidir. Bunlarin arasinda manivela etkisi çevreye zarar vermeyen refah ve mutluluk içinde sürdürülen hayat tarzlarinin yaygin biçimde benimsenmesiyle olusacak eko-refahtir. Insanlarin yasam tarzlarini degistirmeleri petrol sanayisini degistirmekten çok daha kolaydir.
  
Yakit Pili: Temelde hidrojen ve diger kimyasallarin kullanilmasiyla olusturulan yakit pilleri elektrik üretebilmek için hidrojeni proton ve elektronlara ayiran bir katalizör olusturur. Pozitif elektrik yüklü protonlar ince bir zardan geçerken negatif yüklü elektronlar diger tarafta kümelenir. Zardan geçen protonlar havadaki oksijen molekülleriyle birleserek su olusturur. Elektronlar elektrik akimina akitilir ve böylece güç meydana gelir. Temelde basit olmalarina ragmen yakit pillerinin gelistirilmesi zor olmustur. Katalizör ve zar için kullanilan özel kimyasallar hazir olmadikça yakit pili bünyesinde kimyasal tepkime olusamaz. Bu materyallerin yeteri kadar güvenilir ve ucuz hale gelmesiyle gelisme saglanacaktir. Su anda pahali olmasina ragmen seri üretime geçildiginde fiyatlarinin düsmesi kaçinilmazdir. Arabalarda siklikla kullanilmaya baslamadan önce evlerde yaygin olarak kullanilmasi olasidir. Mazotla çalisan en büyük motorlardan, elektrik santrallerinden bile daha etkin olan yakit pilleri her boyutta makine için kullanilabilir. Yakit pili patlamaya neden olmaz veya yüksek basinç olusturmaz. Basit ve sessiz çalisir. Gelecekte içten yanmali motorlar insanlara kaba saba gelecektir.
General Motors firmasi hidrojen otomobil için seri üretimi yapilabilen bir iskelet tanitmistir. Kirlilik yaratmayan bu modelde arabalarda pahali bakim isteyen parçalar artik gereksiz kilinmistir. Üstelik o kadar pahali da degildir. Çelik yerine asiri güçlü kompozitler kullanilarak arabalar daha hafif ve kazalara daha dayanikli hale getirilebilir. Benzinle çalisan arabalarin yakit pilinin daha da gelistirilmesi ve seri üretiminin yapilmasi gerekmektedir. Hidrojenin kömür veya benzin kullanilarak üretilmesi iddiasi ise tamamen amacindan sapan bir fikirdir. Çünkü seragazini azaltmak için hidrojen kullanalim derken hidrojeni karbon bazli yakitlarla ayristirmaya çalismak saçmaliktir. Hidrojen çok rahat bir sekilde günes ve rüzgar enerjisiyle üretilebilir. Devasa bir rüzgar türbininde toplanan enerji elektrik sistemine kanalize edilmediginde hidrojen kartuslarini doldurmak için kullanilabilir. Ayni yöntem günes enerjisi içinde kullanilabilir. Günes ve rüzgardan toplanan enerjinin depolanmasi gerekmektedir. Hidrojen çevreye zararsiz birçok yöntemle ayristirilabilir. Organik materyallerin çürümesiyle olusan metanol gazindan çikarilabilir.
Alternatif enerji ekonomisine karsi çikacak çok sayida muhalif olacagi muhakkak. Fakat OPEC ve petrol sanayii büyük degisiklikler yasamaya mecbur. Bugün petrol sirketleri kendilerini gelecegin temiz enerji tedarikçileri olarak lanse etmeye çalissa da neredeyse tüm karlarini petrolden sagladiklari için onu birakmamakta israrlilar. Hükümetler petrol ve kömürün gizli masraflarinin da hesaba katilmasi konusunda israr ederek sirketleri mecbur tutup bu durumu degistirebilir. Örnegin ABD haftada 1 milyar dolarin üstünde petrol ithal etmektedir. Bunun ekonomi üzerinde çok büyük bir etkisi vardir. Bu paranin hidrojen ekonomisi ve yakit pilleri için harcanmasi daha iyi olacaktir. ABD’nin Ortadogu’ya bagimli olmak yerine kendi kendine yeten bir enerji politikasi izlemeye ihtiyaci vardir. Aslinda bu tüm ülkeler için geçerlidir. Temiz enerjiye geçilmesinin en büyük faydasi da enerji yönünden bagimsizlik getirecek olmasidir. Sonuçta kömür ve petrol sahneden yavas yavas çekilecek olmasina ragmen hidrojen ekonomisi olgunlastiginda atmosfere çok daha az sera gazi saliyor olacagiz.
Günes Enerjisi: Hergün sadece ABD’ye ulasan günisigi ülkedeki tüm elektrik santrallerinden kat kat yüksek miktardadir. Bireysel küçük günes panelleri yerine genis alanlari kapsayacak sekilde tasarlanmis paneller genel kullanima hizmet verebilir. Bu sekilde çok daha masrafsiz ve etkin enerji saglamak mümkündür. Örnegin petrol sanayinin sübvansiyonlariyla rekabet etmek zorunda olmayan Çin’de büyük çapli günes enerjisi üretimi için tasarilar sürmektedir. Bu yöntem fosil yakitla elektrik üretiminden çok daha ucuza getirilebilir.
Rüzgar Enerjisi: Rüzgar türbinleri sürekli rüzgar alan alan bir yere kuruldugu takdirde maliyet kömür veya petrolden elde edilecek enerjiden daha azdir. Büyük rüzgar türbinleri çok uzun ömürlüdür. En büyük masraf pervanenin yerlestirilecegi kuledir. Fakat bir kez kuruldugunda sonsuza kadar dayanir. Uzun yillar dayanan modern pervaneler yavas hareket ettiginden kuslara da zarar vermez. Jeneratör parçalari eskiyebilir ancak düzenli bakim ömürlerini uzatir ve yeni teknolojilerde parçalarin yenisiyle degistirilmesi çok kolaydir. Kurulum bedeli yüksektir ama yillik bakim masrafi düsüktür. Yüksek miktarda elektrik saglamak için büyük çapli projeler planlanmaktadir. Örnegin, Winergy adli firma Atlantik sahili boyunca uzanacak 9000 megawattlik bir rüzgar enerjisi santrali tasarlamaktadir. Almanya rüzgar enerjisinden elektrik üretmede dünyada basi çekmektedir. Ülke tek basina rüzgar enerjisiyle 16.000 megavat enerji üretmektedir ki bu 12 büyük elektrik santralinin üretimine esittir. Avrupa’da 2020’ye kadar tüm evlerin rüzgar enerjisinden üretilen elektrigi kullanacagi öngörülmektedir. Elbette bu hükümetlerin Kuzey Denizi’nde rüzgar çiftlikleri olusturulmasi konusunu ciddiye almalariyla mümkün olacaktir.
Dördüncü Nesil Nükleer Enerji: Klasik nükleer santrallerinin dünyaya verdigi zarar ortadadir. Bir baska Çernobil olayinin tekrarlanmasi veya nükleer santrallerde üretilen nükleer enerjinin atom bombasi yapiminda kullanilmasina bir kez daha göz yummak dünyanin sonunu getirir. Nükleer elektrik üretimi petrolle veya kömürle elektrik üretmekten çok daha masraflidir. 1973 petrol kriziyle telasa kapilan ABD’de Nixon 2000’e kadar 1000 nükleer reaktör kurulmasini istemis ancak zamanla hepsi iptal edilmistir. Çevre korumayla ilgili düzenlemeler ve yasalarin yaninda iptal kararinin ardindaki asil neden nükleer santrallerin fazlasiyla pahali olmasidir. 1988’de Margaret Thatcher’in karariyla nükleer enerji dahil tüm elektrik üretim sektörü özellestirilmeye baslanmistir. Fakat özel sirketler hesaplamalarini tamamladiginda nükleer enerjinin kar yapma olasiliginin bulunmadigini farketmistir. Ingiliz hükümeti ümitsiz bir çabayla hiç de dürüst olmayan bir sekilde asiri masrafli bir islem olan nükleer atiklarin islenmesi için halktan topladigi vergileri kullanmistir. 1989’da Ingiliz Hükümeti nükleer enerjiyi özellestirme çabasindan vazgeçmis ve 1994 yilinda bir nükleer santralin kapatilmasi ve bulundugu bölgenin arindirilmasi için harcanacak tutarin 15 milyar dolari buldugunun farkina varmistir. SSCB 1986’daki Çernobil faciasinin gerçek etkilerini dünya kamuoyundan gizlemistir. 1993’te Rus hükümeti milyonlarca kurbanin disinda Çernobil bölgesinin arindirilmasinda görev alan 7000 kisinin de takip eden 7 yil içinde radyasyon kaynakli nedenlerle hayatini kaybettigini bildirmistir. Sadece Ukrayna’da radyasyondan zarar gören milyonlarca kisinin tibbi masrafi 55 milyar dolari asmaktadir.
Nükleer santrallerin geçmisine bakildiginda gelecegin enerji alternatifi olarak nükleer enerjiyi öne sürmek akil almaz görünebilir. Fakat teknolojideki esasli degisiklikler bu önermeyi geçerli kilmaktadir. Çernobil ve 1979’da ABD’de sizinti yapan Three Mile nükleer santralleri ikinci nesil reaktörlerdir. Bunlar 1960-70’lerden kalma bir teknolojinin ürünüdür. Dördüncü nesil nükleer enerji santralleri ise daha önce yasanan sorunlarin üstesinden gelmek için tasarlanmistir. Dördüncü Nesil Nükleer Enerji Santrallerinin asagidaki kriterlere uymasi sart kosulmalidir:
1.    Herhangi bir sizinti ve zincirleme tepkimenin teknik olarak imkansiz olmasi. Hiçbir kaza, beceriksizlik veya insan hatasinin yüksek miktarda radyasyon salinimina izin vermemesi. Operatörler ne kadar büyük bir hata yaparsa yapsin enerji santralinin kendiliginden güvenli olmasi.
2.    Nükleer Enerji endüstrisinin nükleer silah endüstrisinden tamamen ayri tutulmasi lazimdir. Nükleer santralde üretilen enerjinin nükleer silah yapiminda kullanilmasi imkansiz hale getirilmelidir.
3.    Atiklarin kolayca islenmesi ve gelecek kusaklari radyoaktivite sorununa maruz birakmamasi saglanmalidir. Günümüzde bertaraf edilmesi çok zor olan genis radyoaktif çubuklarin varolmamasi gerekir. Atmosfere ve çevreye uranyum yayilmasinin imkansiz hale getirilmesi gerekir.
4.   Nükleer santrallerin kömür veya petrolle elektrik üreten santrallerden çok daha düsük maliyetle elektrik üretmesi. Bu hesaplanirken nükleer santralin faaliyetine son verildiginde yapilacak temizleme ve arindirma çalismalarinin maliyeti de gözönünde bulundurulmalidir.
Dünyanin birçok ülkesinde arastirmalar yapilmakta ve yeni nesil nükleer santral tasarlanmaktadir. Özellikle ilginç olani çakil yatakli reaktörlerdir. Uranyum yakiti 0,75 mm çapinda küre biçiminde bir kilifin içine sarilmistir. Dört kattan olusan bu ufak toplar basinca ve yüksek isiya asiri dayaniklidir. Ezilmez, erimez veya parçalanamaz oldugundan uranyum tozunun yayilmasi imkansiz hale gelir. Dördüncü nesil nükleer santralde islem basladiginda nötronlar bu kilifin içine isleyerek uranyum atomunu parçalayarak isi olusturur. Reaktör tam güç çalistiginda çakillarin herbiri 500 watt elektrik üretir ve bu çelikten bir basinç teknesinde gerçeklesir. Çakil olarak adlandirilan bu yakit toplari reaktörün üst kismindan giren helyum gazini isitir ve yarattigi termal genlesme elektrik üretmek için rotasyonlu devinime dönüstürülür ve gaz jeneratörde yeniden dönüstürülür. Günümüzün nükleer santralleriyle atik olarak çikan genis radyasyon çubuklarindan kurtulmak adeta bir kabustur. Çakil yatakli reaktörde ise uranyum dayanikli toplarin içinde hapsoldugundan atik deposuna karismaz. Bu küçük toplar milyonlarca yil dayanacak sekilde tasarlanmistir. Tamamen tüketildiklerinde kolayca islenebilecek kati maddeye dönüstürülürler. Bir tanesi 100 ila 200 megawat elektrik üreten çakil yatakli reaktörlerin boyutu klasik nükleer santrallerden oldukça küçüktür. Büyük bir tesiste birkaç reaktör yerlestirilerek büyük enerji ihtiyaci karsilanabilir. Enerji sektöründe devasa santrallerden vazgeçip ufak tesislere geçme egilimi vardir. Bu gelisme, binlerce kilometrelik kablo sebekesi masrafindan ve iletimde yasanan kayiplardan da kurtulmak anlamina gelmektedir.
2004 yilinda Pekin’de kurulan küçük bir çakil yatakli reaktör erimeye dayanikli olarak tasarlanmistir. Bu dördüncü nesil nükleer santrallerin en önemli özelliklerindendir. Herhangi bir acil durumda kendi kendini otomatik olarak kapatmaya programlanmistir. Çakil yatakli reaktör, olusabilecek herhangi bir krizi insan müdahalesi olmaksizin engelleyebilecek sekilde tasarlanmistir. Tüm bilimsel çalismalar tamamlanip olusabilecek tehlikeler ortadan kaldirilinca dördüncü nesil nükleer santrallerin kullanimi yayginlasabilir.
Füzyon Hayali: Temiz enerji üretebilmek için füzyon arastirmalari sürmektedir. Farkli yöntemler denenerek birçok çalisma yapilmaktadir. Örnegin ITER projesi Çinli, Avrupali, Japon, Koreli, Rus ve Amerikan mühendisler tarafindan isbirligiyle yürütülmektedir. Hükümetler füzyon projelerine yüksek miktarda ödenek ayirmaktadir. Bunun nedeni füzyonun uzun bir dönem daha gerçeklesemeyecek olmasi olabilir. Ne de olsa henüz arastirmalar devam ettiginden diger alternatif enerjiler gibi kömür veya petrol sanayisinin önüne geçemeyecegi kesindir. Eger ki enerji santrallerinde kontrollü füzyon tepkimesi gerçeklestirilebilirse insanoglu çok verimli bir enerji kaynagina kavusmus olacaktir. Yeni bir sicak füzyon icat edilmistir ancak gizli tutulmaktadir. Son dönemde bir Amerikan sirketi çakil yatakli nükleer reaktörle rekabete girebilecek sekilde ufak bir füzyon reaktörü gelistirmektedir.
Günümüzün trajedisi hükümetlerin yanlis çözümlere yönelik inatçiligi ve bu yöndeki saldirgan lobi faaliyetleridir. Dünyayi mahveden teknolojilere verilen sübvansiyonlar inanilmaz boyuttadir. Örnegin Amerikan otomotiv sektörü devletten yardim alarak ayaktadir. Çin bile kömürle çalisan tesisler kurma planlarina ragmen birçok ülkenin liderinden daha fazla sorunlarin farkinda gibi görünmekte ve daha akillica davranmaktadir. 2010’a kadar Çin’de kullanilan enerjinin %10’unun yenilenebilen enerjiden gelmesini hedeflemektedir. Üstelik Çin yakit pillerinin gelisimini engelleyecek sahte sübvansiyonlarla ilgilenmeyecek ya da orada kimse rüzgar türbinine karsi çikan olmayacak tam tersine kalabalik isgücüyle bir an önce yakit pillerinin seri üretimine geçmeye can atacaktir. Hatta simdiden ev kullanimina yönelik rüzgar türbinlerini küresel piyasaya sürmektedir.
Yüzyilin ortasina gelindiginde karbon bazli yakit kullaniminda Tony Blair’in hedefledigi %60’lik orana ulasmis olabiliriz. Ama asil sorun o zamana kadar neler olabilecegi. Petrol endüstrisi 21.yy degisimine ne kadar direnecek? Iklim degisikligi sürecinin ne kadari geri çevrilebilir halde olacak? Küresel isinma yogun sekilde devam edecek ve muhtemelen geri döndürülemeyecek fakat yine de iklim degisikliginin esi benzeri olmayan bir felakete dönüsmesini engellemek için hala bir firsatimiz var. On-onbes yil sonra degil hemen harekete geçmemiz lazim. Çünkü bu firsati kaçirmak üzereyiz. Aslina bakarsaniz en az maliyetli ve en çok getirisi olan adimlari atma firsatini çoktan kaçirdik. Bu elimizdeki son firsat. Dogru ilerlersek 21.yy’in ikinci yarisinda bol, verimli ve temiz enerjiye sahip olacagiz. Bu çesitli enerjilerle saglanabilir. Seçeneklerden biri füzyon olabilir. Çok yakinda günes enerjisi ve 10 megavatlik rüzgar çiftlikleri yaygin olarak kullanilacak. Yakit pillerine heryerde rastlanacak. Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde otomobillerin yerini bugün de varolan yakit pilli motosikletler ve üç tekerlekli araçlar alacak. Deniz suyunu içme suyuna masrafsizca dönüstürebilen gani gani enerjimiz olacak. Bu da Abu Dabi gibi çöllerde vaha gibi sehirler kurulmasini saglayacak. Görkemli uygarlik tasarilari için bol su ve enerji çok önemli olacak. Binalar ve sehirler ekolojiyle uyumlu hale gelecek. Tüm makinalar enerji tasarruflu olacak. Karbon bazli olmayan temiz enerji gerektiginden daha geç bir zamanda ortaya çikmis olacagi için dünyada yogun firtinalar, kurakliklar, asiri sicaklik, iklim degisiklikleri olacak ve tarim faaliyetleri aksamis olacak. Deniz kiyisindaki sehirler büyük setlerle korunacak. Binalarin çogu 7 siddetinde firtinalara dayanikli sekilde insa edilecek. 21.yy’in ikinci yarisinda insanlik iklim degisikligi nedeniyle büyük hasar görmüs bir dünyada nasil iyi yasanabilecegiyle alakadar olacak.
En kötüsü ise yeryüzünün dogal kontrol mekanizmalarini olusturan Gaya’nin insanin insafsiz geribeslenimiyle çigrindan çikip insanoglu ne yaparsa yapsin isinmaya devam etmesi olur. Elbette klimalarin buna olan katkisi yadsinamaz. Insanligin basinin büyük belada oldugunu gösteren isaretlerden biri yagmur ormanlarindaki agaçlarin isi artisi nedeniyle ölmesi olacaktir. Dünya atmosferinin kirletilmeye devam edildigi bir kisir döngüde dünya baska bir duruma geçecek ve yerküre çok isinacagindan yeryüzünde çok genis alanlar yasanmaz hale gelecektir. Belki o zaman yapay ortamlar yaratarak yasamin devamini saglayabilecek teknolojiye sahip olacagiz ama insanlar yasamini çok daha zor sürdürebilir hale gelecek. Mühendisler dünyaya ulasan günes isinlarinin gücünü azaltmakla veya baska iklim degisikligine baska yollarla karsi koymaya ugrasacak. James Lovelock’un yaptigi uyariya göre karbon saliniminin devam etmesine izin verdigimiz takdirde is çigrindan çikar ve uç sonuçlar yasanacagindan çok fazla sayida insan hayatini kaybedebilir.
SINSI SORUN
Insanin çevreye verdigi zarari çöle dönüsen Aral Denizi’nde veye yanip kül olan ormanlarda çiplak gözle görmemiz mümkün. Ancak insan kaynakli nedenlerle dogada yarattigimiz öyle degisiklikler var ki çiplak gözle görülmesi imkansiz. II. Dünya Savasi’ndan bu yana kimya endüstrisi binlerce degerli yeni madde yaratti. Plastik, suni gübre, boyalar, tarim ilaçlari, gida katki maddeleri, vb. O zaman kimya mühendislerinin bu maddelerin insan bünyesine karisip birikebilecegi, hemen anlasilmayan kalici hasarlara yolaçabilecegi hakkinda en ufak bir fikri yoktu. En kötüsü bu maddelerin kanser, sakat dogum, beyin hasari, çocuklarda sebebi bilinmeyen rahatsizliklara yolaçabildigi ortaya çikti. Kar pesindeki sirketlerin vurdumduymaz tavirlari insan sagligini tehdit eden maddelerin piyasadan çekilmesine engel oldu. 21.yy’in anlaminin önemli kismi bilimsel olarak kesin bir sekilde hangi yapay maddelerin dogal sistemlere karisabildigini anlamaktan ve dogaya ve bilhassa insana zarar verenlerin üretiminin ve kullaniminin yasaklanmasindan geçmekte. Kendimize o kadar yapay bir dünya yaratmaktayiz ki kendimizi korumak için daha güçlü savunma mekanizmalari gelistirmemiz insan türünün devami için zorunlu.
Insan yapimi kimyasallarin insan bünyesine karismasi durumunda en çok hasar verdigi sistem endokrin sistemidir. Vücudumuzun bagisiklik ve sinir sistemleriyle dogrudan iliskide olan endokrin sistemi vücudun salgiladigi dogal kimyasallar olan hormonlar ve reseptörleriyle hücre bazinda baglanarak biyolojik faaliyeti baslatan belirli proteinlerin üretilmesini saglamakta, böylece büyüme, üreme, sinir sisteminin gelisimi ve davranislarimizi kontrol etmektedir. Yapay kimyasallarin müdahalesi endokrin sisteminin isleyisini bozar ve hormon salgilarinda düzensizlikler meydana gelir. Hormon ve reseptörü anahtar ve kilit gibi düsünürsek insan yapimi yapay kimyasallarin vücuda karisip hormon taklidi yaparak kilidi kirdigini ve biyolojik süreci dogal olmayan bir sekilde baslattigini kavrayabiliriz. Bedenin sinyalleri oldukça karmasik oldugundan yapay maddelerin ise karismasi çok ciddi sorunlara yolaçabilir. Dogal evrim, insan bünyesini dogada varolan polenlerdeki hormonlar gibi degisik maddelere karsi kendini koruma direnci gelistirmistir. Bunlar insan bünyesi için aldatici olamaz ancak insan yapimi kimyasallar biyolojik süreçte bozulmaya; yanlis zamanda baslamasina; istenmeyen süreçlerin tetiklenmesine neden olabilir. Günümüz teknolojisi hangi kimyasallarin insanin endokrin sistemine müdahale edebilecegini belirleyebilecek durumdadir. Atmosferde, gidalarda, suda ve kullandigimiz diger maddelerde bu kimyasallari belirlemek mümkündür. Örnegin Amerika’da kursun katkili benzin nedeniyle onmilyonlarca insan beyin hasarina ugramis, zeka geriligi ve sakat dogumlar meydana gelmistir. Sebep oldugu sonuçlar bilimsel olarak kanitlanmis ve yasanmis oldugu halde hala inanilmaz sekilde bazi ülkelerde kursun katkili benzin satilmaktadir. Kalici Organik Kirleticiler olarak adlandirilan POP kimyasal maddelerin tümör, kanser, sakat dogum, erkeklerin disilesmesi, disilerin erkeklesmesi, bagisiklik sistemi sorunlari, davranis bozukluklari, üreme bozukluklari, tiroid düzensizligi, hormon bozukluklari gibi saglik sorunlarina neden oldugu bilinmektedir.
20.yy’in yarisindan sonra yayginlasan bu kalici yapay kimyasallardan PCB’ler (poliklorinat bifenil) dogaya karisip yokolmaz; üstelik yagda çözündügü için gida zincirine geçtigi anda çogalarak katlanarak dogal sistemlere müdahale eder ve bedende birikir. Kimyasal atiklarla kirlenmis sulardan diger canlilarin bedenlerine karisir. Örnegin bu kimyasallarin baliklardan insanlara geçmeleri isten bile degildir. PCB’lere dünyanin heryerinde hatta Antartika’daki penguenlerde bile rastlamak mümkündür. Hormonlari bozan bu maddeler hayvanlara da ayni sekilde çok zararlidir. Tüm memelilerde ceninin rahimdeki gelisimi esas olarak aynidir. Anne karnindayken bebegin gelisimini hormonlar belirler. Ceninin en hassas oldugu dönem ilk dört-sekiz haftadir. Bu dönemde dogal hormonlar yerine hormon taklitçileri yapay kimyasallardan çok az miktarlar bile yanlis bir sinyal vererek herseyi altüst edebilir. Danimarka’da okul çagindaki erkek çocularinin %7’sinde testis ve penis gelisimi bozukluklari saptanmistir. Arastirmacilar ayni sorunun Florida’daki erkek timsahlarda görüldügünü belirlemistir. Sorunun kaynaginin suda çözülmeyerek baliklara geçen ve oradan da insanlarin ve diger canlilarin metabolizmasina karisan insan yapimi kimyasallar oldugu tespit edilmistir. Bu zararli kimyasallar insanlarda ve hayvanlarda cinsiyet gelisimini raydan çikaran bir etki göstermektedir. Yanlis zamanda yanlis bir sinyal bebegin cinsiyet gelisimine müdahale ederek sorun yaratmaktadir. Uzmanlar dünyanin her yerinde escinsel davranislar gösteren fareler, köpekler, kuslar, arilarin sayisinin arttigini belirtmektedir. 1990’larda, Ingiltere’de aritmasi titizlikle yapilan kanalizasyon atiklarinin karistigi bir nehirdeki baliklarin hem disi hem erkek organina sahip oldugu ortaya çikmistir. Hormonlarin isine karisan bu kimyasallarin yarattigi baska sorunlar da vardir. Insanlarda 1940 yilinda mililitre basina 113 milyon olan sperm sayisi 50 yil içinde 66 milyona düsmüstür. Üstelik sperm kalitesindeki düsüs de kaygi vericidir. 1992’de yapilan arastirma sanayilesmis ülkelerde ortalama sperm sayisinin yari yariya düstügünü saptamistir. PCB’ler yasaklanali 20 yil olmasina ragmen yerlestigi yerde çogaldigindan birikmis miktarlarda tüm canlilarda, denizde, vahsi dogada halen yüklü miktarda PCB bulunmaktadir. Hamilelikte PCB’ye maruz kalmak ise zeka geriligi gibi korkunç sonuçlar dogurmaktadir. Toplum açisindan zeka geriliginde ve ögrenme bozukluklarinda artis çok masrafli sonuçlar getirir. Yeni bir kimyasal ürün piyasaya sürecek olan sirketler, eko-sisteme ve insanlara zararli olmayacagini kanitlamaya mecbur edilmelidir. Mayis 2001’de Stokholm’de düzenlenen kongre en zararli 12 POP maddesine yasak getirmis ve listeye eklemeler yapilacagini bildirmistir. Düzenlemeyi kabul eden 104 ülkenin arasinda ABD bulunmamaktadir.
TEKNOLOJI, GENETIK ve NANOTEKNOLOJI
Çok heyecan verici ve sorumluluk gerektiren bir çagda yasiyoruz. Toplum olarak yeni teknolojileri daha iyi bir dünya kurmak için kullanacagimiza karar vermemiz gereken bir zamandayiz. 21.yy’da insan dogasini gelistirmek için çesitli yollara sahip olacagiz. Bu özellik 21.yüzyili essiz kilacak. Genetik bilim birçok kalitsal hastaligin ortaya çikmasini engelleyecek, gelecek kusaklarin daha saglikli olmasini saglayacak. Tipta inanilmaz gelismeler yasanacak. Insanlar basit bir kan testi yaptirir gibi DNA testi yaptirip hangi hastaliklara yatkinligi oldugunu bilebilecek. Gen terapisi sayesinde birçok hastalik ortaya çikmadan engellenebilecek. Elbette etik olarak sorgulanacak teknolojilerle de karsilasacagiz. Hatirlarsiniz, ilk zamanlarda tüp bebek teknolojisi de tepkiyle karsilanmisti. Gen modifikasyonunda önemli olan dogal olarak varolamayacak genlerin yaratilmamasi. Normalde çiftlesmeyecek iki yaratigi, mesela insanla kus genlerini birlestirmek veya kertenkele genini insan kromozomuna eklemek gibi fikirler tehlikeli bölgeye girmek olacaktir. Çünkü beklenmedik sonuçlar ortaya çikabilir. Birçok yerde benzer laboratuar çalismalari sürmektedir. Insanla genetik yapisi çok benzediginden sempanzeleri gelistirmek için deneyler yapilmaktadir. Bazi ülkeler genetik modifikasyonu yasaklamistir ancak karsi çikmadan önce yararli ve tehlikeli olan degisikliklerin ayirtedilmesi gerektigini anlayamamislardir. Halbuki bu yolla bazi hastaliklarin önlenmesi mümkündür. Öyle zamanlar gelecek ki bazi toplumlarda dogum öncesinde engel olunabilinecekken bir çocugun cüce veya sakat dogmasina izin verilmesi ahlaksizlik sayilacak. Benzer durumlarda firsat varken soruna engel olmamak çok yanlis olur. Genetik degisiklik bebeklere yedek bir 24.kromozom eklenerek yapilir hale gelebilir. Bu kromozom asil genetik yapiyi degistirmeden herhangi bir hastalik durumunda ihtiyaç duyuldugunda islev kazanacaktir. Sürprizlere yer açmamak için insan geniyle ugrasirken ne yaparsak yapalim geri çevrilebilir bir islem olmasi gerekmektedir. Gen haritamizda sisman olup olmayacagimiz, tasali mi yoksa bagimli bir kisilige mi sahip olacagimiz hepsi kayitlidir. Ileride genetik bilimdeki gelismeler sayesinde ticari sirketler anne babalara dogacak çocuklarini degistirme hizmeti sunarsa sesi güzel olsun, zayif olsun, mavi gözlü olsun, hafizasi güçlü olsun diye siraya girecek yiginla müsteri olacagi kesindir. Gögüs büyütme, burun kaldirma gibi estetik ameliyatlar kadar gen modifikasyonu da tüketim toplumunun ayrilmaz bir parçasi haline gelebilir. Elbette genetik yapiyi degistirmekle herseyin düzeltilebilecegi fikrine kapilmak çok yanlis olur. Zeka, egitimde basari, nezaket veya atletik beceriler gibi pek çok insani tutum genlerle çevrenin etkilesimiyle ve henüz çözemedigimiz kadar karmasik bir sekilde gelismektedir. Dolayisiyla genetik mühendisligi dahiler yaratmayacaktir. Ancak canli ve cansiz varliklari birlestirerek tipta ve tarimda önemli firsatlarin yolunu açmaktadir. Bilgisayar teknolojisi yapay zeka olusturmus durumdadir. Koyun klonlamak ve yeni bitkiler yaratmaktan öte insan dogasini degistirebilecek teknolojiye sahibiz artik. Yine de Tanri’yi oynayan bir teknoloji yasamin özünü kurcalamak olur. Insan genini degistirmenin uzun vadeli tehditlerinden biri de toplumsal sinif ayrimi yaratacak olmasidir. Varlikli veya baglantilara sahip olan insanlar, çogunlugun yaptiramayacagi genetik degisiklikleri yaptirabilirler. Gelecekteki sirketler ise adam alirken gen testi yapabilir en parlak olan çalisanlarina daha çok maas ödeme yoluna gidebilir. Genleri gelistirilmis insanlarin dogacak çocuklarinin genlerinin de degistirilecegi kulüpler ortaya çikabilir. Genetigi zenginlestirilmis insanlar birbiriyle evlenmeyi seçebilir. Ancak belki de su anda ileri düzey bir yazilim kullanabilmek veya yüksek maasli bir iste çalisabilmek için insanlarin aldigi yogun egitim gibi insani gelistiren diger imkanlardan daha ayrimci olmayabilir.
21.yy’da önce yavas sonra yogun bir sekilde insanin ilerleme yetenegini gelistiren degisimler en önemli devinim egilimlerinden biri olacak. Daha iyi egitim, daha iyi beslenme, daha iyi isler, aygitlar, süper zeki bilgisayarlar, süper hizli Internet olacak ve zihnimizi bunaltan angaryadan kurtulmus olacagiz. Fakat genetik iyilestirme siradan hale geldiginde tehlikeli bölgeye giren genetik çalismalar da hizla ilerlemis olmayacak mi?
Bu kitapta toplumu önemli biçimlerde degistirecek olaylara deginmek istedigim için özellikle yüzeydeki dalgalanmalari degil derinden giden güçlü akintilari ele aliyorum. Bilgisayar teknolojisinin gelismesiyle bilgisayarlarin gücünün de giderek artacagi yadsinmaz bir gerçek. Bilgi-islem teknolojisinde gerçek bir devrim yasanacak. Ayni anda her yerde olabilen sensörler, nanoteknoloji, küresel bilgi depolari ve çok yüksek-bant genisligine sahip sebekeler araciligiyla kesintisiz Internet ulasimi. Gerçeklesecek bu bilgisayar devriminin asil nedeni ileride makinelerin de zekaya sahip olacak olmasi. Bilgisayar devreleri, insan beynindeki nöron ve aksonlardan milyon kat daha hizli oldugundan belirli “düsünce”leri etkin bir biçimde uygulayabilecek sekilde programlanabilir. Böylesine bilgi-islem mekanizmalari altyapi gibi heryerde kurulu olacak ve neredeyse her türlü insan faaliyetini etkileyecek. Ancak makinelerin zekasi temelde insan zekasindan çok farkli isleyecek. Makineler kendi kendilerini gelistirmek üzere programlanabilecek. Görünmeyecek kadar küçük olan nanoteknoloji aktaricilari kablosuz iletisimle merkez bilgisayara bagli olacak ve hayatin içinde yeralacak. Bu sekilde her an heryerde olabilen makine zekasi uygarliga müthis degisimler getirecek etkenleri olusturacak. Elbette bu öngörüleri gelistirdigimiz teknolojiyi kontrol edip edemeyecegimize dair bir uyari olarak da görmeliyiz. 21.yy’in anlaminin bir kismini da böylesine güçlü bir teknolojiyle nasil basedecegimizi ögrenmek olusturmakta çünkü günden güne geliserek sonunda yasami manipule edebilecek duruma gelecegiz.
1950’lerden beri katlanarak büyüyen bilgi-islem teknolojisi bir bilgisayarin gücünü saniye basina yaptigi isleme göre degerlendirir. Insan beyninin islem gücü 100 petaflop’tur. 2015’e gelindiginde bu güçte bilgisayarlar gelistirilmis olacaktir. Fakat bu bize makinelerin insanlar gibi olacagini göstermez. Aslinda insan beyninin kapasitesinin yakinindan geçmeyecekler ama bilim ve ticaret alanlarinda insan kabiliyetinin ötesine geçecekleri muhakkak. Gelecekteki roketsavar savunma sistemleri dahil askeri alanda da bu tip bilgisayarlara çok ihtiyaç duyulacak. 100 petaflopluk bilgisayarlarin günümüzdeki kisisel bilgisayarlar gibi seri üretimi yapilirsa fiyatlari da düsecektir. 2025’te petabilgisayarlara heryerde rastlamak mümkün olacak. Böylesine güçlü makineler gelecekte su anda kavramakta zorlandigimiz isler yapiyor olacak. Örnegin:
¾    Kitle-piyasa bilgisayar oyunlarinin sanal gerçekligi kullanarak daha gerçekçi hale gelmeleri. Interaktif sanal gerçekligin sunulabilmesi bilgisayar gücünün ne kadar yüksek olduguna baglidir.
¾    Makineler akillandikça özel fonksiyonlara sahip robot piyasasinin genislemesi.
¾    Askerlerin savas alanina gitmeden egitilebilecekleri bilgisayar uygulamalari.
¾    Sinemada çok daha gerçekçi ve ilginç efektler
¾    Aninda tercüme. Mükemmel olmasa da kitle piyasa araci  olarak yararlanilmasi.
¾    Yüksek miktarda bilgisayar gücü gerektiren elektronik ticaret uygulamalari.
¾    DNA bilgisinin tamamlanmasiyla birlikte süper bilgi-islem mekanizmalari önleyici tibbin yeni bir bilim olarak gelismesi ve biyolojik varliklarin faaliyetini saglayan protein ve fonksiyonel yapilarin yaratilmasi.
Nanoteknoloji inanilmaz boyuttaki icatlarin gerçeklesecegi bir alan olacak ve bu teknolojinin gelismesi, kendi kendine kurulan sistemler yaratilmasini mümkün kilacaktir. Örnegin binalarin dis cephesi nanoteknoloji sayesinde kendi kendini temizleyecek. Dijital çiplerin temel özellikleri nanotek çagina dogru ilerledikçe degisecek. Hali hazirda kullandigimiz çiplerin devreleri nanoteknolojiyle minyatürlesecek. Bilgisayarlar güçlenirken bilgisayar programcilarinin da o denli gelismesi gerekmekte (-ki su anda öyle görünmüyor) yoksa ilerleme mümkün olmaz. Yazilimin da kendi kendini gelistirdigi programlar, programin otomatik olarak olusturulabildigi süreçler tasarlanabilir. Kendi kendini gelistiren çesitli yazilimlar bugün de mevcuttur ama çogu henüz ilkel sayilir. Gelecekteki yazilimlar insan rehberliginde uzun süre kendini gelistirmeye programli olacaktir. Böylece insanlarin klasik program yazma anlayisinin ötesinde kendi kendine kaynak yaratmayi beceren bilgisayarlar olacaktir.
21.yy’in en önemli belirleyicilerinden biri insan-disi zekadir. Insan-disi zeka derken bilgisayarlarin zeki davranislari otomatik olarak yapmasini saglayacak sekilde gelisen tekniklerin hepsinden bahsedilmektedir. Akilli makineler insanlarin algilayamayacagi seyleri taniyabilme, ögrenme ve gelistirme kapasitesine sahip olacak. Bu alanda günümüzde yapilan çalismalar sadece bir baslangiç. Yüklü bütçelerle kirk yildir sürdürülen yogun arastirmalara ragmen halen insan-disi zeka çok sinirlidir. Öncelikle bilgi-islem gücünün artmasi gerekir. Zeki makinelerin gelistigi dönem daha sonra olacaktir. Gelecekte tarihçiler bilgisayarin temel asamasindan sonra asil atilimini insan mantiginin basit adimlarini izlemekten vazgeçip bambaska bir mantikla isleyen kendine ait bir zeka göstermeye basladigi zaman gerçeklestirdigini söyleyecektir. Önümüzdeki zorluk daha iyi kurumlar yaratmak, önleyici tibbi gelistirmek, terörizme karsi güvenlik, temiz çevre, yeni yaraticilik düzeyleri ve uygarligin yeni ve olaganüstü hallerini olusturmak için insan-disi zekanin kabiliyetlerini bu yönde kullanabilmektir. Insan-disi zeka “düsünce” kavramina yeni bir boyut ekleyecektir. Çünkü makinelerin olusturdugu düsünce bizimkinden çok farkli olacaktir. Gelecekte “düsünce” insan düsüncesine ait süreçler; insan düsünce sürecine öykünen makineler ve insan-disi düsünce süreçleri olmak üzere üçe ayrilacaktir. Makinelerin mantigi matematik kadar kesin ve insanin asama asama kontrol etmesini gerektirmeyecek kadar düzgün olacaktir. Biyoloji biliminin gen analizi, ilaç kesifleri gibi alanlarda karsilastigi büyük zorluklarin insan-disi zeka teknikleriyle üstesinden gelinecek ve böylece müthis bir ilerleme kaydedilecektir. Fakat biyoloji ve hesaplamalariyla ilgilenecek kisilerin yetistirilmesi gerektigi unutulmamalidir. Kisaca insanlarin yapamadigini makineler makinelerin yapamadigini da insanlar yapiyor olacak.
21.yy’da egitimin önemli bölümü insan aklinin bilgeligini genisletmek, sentezlemek ve sonunda sürekli gelisen insan-disi zekayla iliskisini kurmak olacaktir. Insanlar makinelerin yapamadigini daha iyi yaptikça bilgisayarlarin insanlarin yerine geçmesi öngörebildigimiz gelecekte olanaksizdir. Aslina bakilirsa gelecekte duvar kagidi bile bizden daha zeki olacagi için biz insanlar da makinelerin taklit edemeyecegi sekillerde insani olmakla ugrasiyor olacagiz. Gelecekte “Bilgisayarlar film çekmemeli fakat insanlar da fabrika yönetmemeli” kanisina varabiliriz. Önemli olan insan zekasiyla insan-disi zeka arasindaki sinerjinin en iyi sekilde gelistirilmesidir. En degerli sonuçlara ulasabilmek için ortakligin nasil tasarlanmasi gerektigine kafa yormaliyiz. Akilli makinelerin insan benzeri olacagini fikrinin çogumuzun hosuna gitme nedeni asina oldugumuz bir tarafi olmasini arzulamamizdandir. Halbuki eski aliskanliklardan kurtulabilirsek ve yeni ufuklara yelken açarken yönümüzü bulmayi ögrenirsek açildigimiz engin sular çok daha ilginç olacaktir.
OTOMATIK EVRIM ve GELISMIS INSAN
21.yy evrim unsurlarinin otomatiklestirilebildigi çag olacaktir. Birincil evrim türlerin mutasyon, rastgele sapma, melezlesme ve dogal seleksiyon/dogal seçilimiyle olusan yavas bir süreçtir. Tek hücreli canlilardan çokhücrelilere geçis 3 milyar yil sürmüstür. Birincil evrim sonucunda ortaya çikan düsünme ve iletisim becerisine sahip zeki varlik insandir. Ikincil evrim, zeki varligin kendi evrimini yaratmayi ögrenme sürecidir. Makineler, kimyasal bitkiler, yazilim, bilgi-islem aglari, ulasim, üretim süreçleri ve bunun gibi faaliyetlerin yürütüldügü yapay bir dünya yaratir. DNA manipülasyonunu ögrenir. Degisik fikirler degisik insanlarin aklina gelir. Evrimin ilerleyebilecegi çesitli yollar olusur. Üçüncül evrim ise yeryüzünde henüz yeni baslamis bir süreci tanimlar. Zeki varliklar evrimin kendisini otomatiklestirmeyi ögrenir. Bu yapay evrim yazilim ve bilgi-islem aglariyla baslayip prosedür, kontrol mekanizmalari ve donanima dogru hizla ilerler. Insanoglunun bin yil sonra yeryüzünde ne yaratmis olacagi hakkinda en ufak bir fikrimiz yok. Sonuçlar öyle siradisi olabilir ki hayatta kalip kalamayacagimizi merak etmek çok dogal. 21.yy muhtemelen insan türü devamliliginin belirlendigi yüzyil olacak. Eger hayatta kalacaksak yapay evrimin istikrarsiz ve sorumsuz olmasini birakip risklerin iyice anlasildigi zekice yönetilen süreçlere dönüstürülmesi gerekmektedir.
Darwin evrim kuramini ortaya attigindan beri evrim süreçlerinin belirli bir algoritmayi izleyip izlemedigine dair siki bir tartisma sürmektedir. Tekrar edebilen prosedür anlamina gelen algoritma günümüzde bilgisayar tarafindan islemi yapilan kusursuz bir prosedürü kastetmektedir. Doganin algoritmasi da dogal, çesitlenen, en iyi uyum saglayan yasasin seklindedir ve bu farkli canli türlerini ortaya çikarmistir. Evrim sürecinde rastlanti önemli bir unsurdur. Birbirini takip eden deneme-yanilma süreçlerinin en iyi uyum saglayanin hayatta kalmasini saglamaktan baska bir hedefi yoktur. Dogal seçilim sayesinde varolan canlilardan insan evrimin nihai hali degildir. Sadece sansimiz yaver gitmistir. Oysa ki teknoloji evriminin hedeflerini insanlar belirler. Otomatiklesmis evrim ise bir mühendislik kurali olarak rastlantiya yer vermez, ölçülebilir bir hedefe dogru yönelir. Eger evrimi bastan baslatabilseydik vardigi sonuçlar bugünkünden çok farkli olurdu. Dogal evrimin büyük kismi tekrar edebilen bir prosedür seklinde ilerliyorsa bilgisayarlarin da belirli bir algoritmayi takip ederek benzer sonuçlara ulasmalari gerekir. Otomatik evrim üzerine yapilan çalismalar devam etmektedir. Oxford’lu biyolog-yazar Richard Dawkins’in hazirladigi bir bilgisayar programi bilgisayar ortaminda Darwinvari kurallar olusturup islemciyi devreye sokarak evrime benzeyen ve otomatik isleyen bir süreç yaratmis ve genleri degistirdiginde meydana gelen sekillerin degistigini gösteren deneyler yapmistir. Bu da daha üst düzey bir evrimin genlerin seçilmesiyle saglanabilmesini mümkün kilmaktadir. Insan zekasiyla tasarlanmis programin takildigi yerlerde yine zeki insanlarin müdahalesiyle kurallari yeniden düzenlenerek otomatik evrimin devam etmesi mümkündür. Elimizde yeterli islemci olsaydi milyonlarca yilda olusmus essiz bir florayi yeniden olusturmak sadece birkaç gün sürebilirdi. Fakat tüm bunlari yapabilmek için muazzam sayida deneyin ve arastirmanin yapilmasi gerekmektedir. Örnegin bir at yetistiricisinin dogadan daha etkin bir sekilde melezlestirme yöntemiyle yaris ati cinslerini yetistirmesine benzer sekilde otomatiklesmis evrim de her türün belirli bir hedefe yönelik olarak uyumlulugunu degerlendirerek uygun mutasyonlari seçebilir. Üstelik bunu elektronik bir hizla yapar ve ortaya çikan sonuçlar çok ilginç olabilir.
Yeryüzünde yasam insanin ortaya çikmasindan 4 milyar yil önce baslamistir. Sanayi Devriminden bu yana günümüz endüstriyel toplumunun yasadigi evrim 3 asir sürmüstür. Artik özel amaçli süper bilgisayarlarla üstün bir hizla evrimi tasarlayabilecek hale gelmis bulunmamiz birçok soru isareti yaratmakta. Böylesi bir evrim nasil kullanilabilir? Bundan yararlanabilecek endüstri kollari veya alanlar hangileri? Otomatiklesmis evrim sayesinde belirli piyasalarin belirli sirketlerce kontrol edilebilmesi mümkün olabilir mi? Bunu neyi amaçlayarak yapiyoruz? Bu isin kontrolden çikmasini önlemek için ne yapilabilir? Otomatiklesmis evrim anlayisi olgunlastikça geleneksel programlamayla yapamayacagimiz çesitte yazilimlar ve prosedürler olusturabilme imkanimiz olacak büyük olasilikla. Örnegin insan yüzlerini ayirtedebilen çipler yapilabilir. Evrim mühendisligi bize dogal evrimde olmayan fakat insan aklinin ve bilimin sahip oldugu uzun mesafe görüsünü otomatik evrime katarak hedefe ulasmayi saglar. Arastirmacilar sürekli olarak daha iyisini yapmaya ugrasip daha iyi teknikler ve kuramlar gelistirecektir. Sistemlerin evrimle yaratilmasinin büyük bir avantaji vardir. Yeteri kadar uzun sürdügü takdirde dogadaki gibi karmasik hale gelir. Insanlarin tasarlayabilecegi herhangi bir seyden çok daha karmasik hale dönüsebilirler. Buna evrim mühendisliginde bagimsiz karmasa denir. Insan-disi zeka insan zekasindan çok daha derin ve hizli bir hal alacaktir. Bu önceleri dar çapli profesyonel alanlarda gerçeklesse de sonralari giderek daha genis faaliyet alanlarinda yayginlasacaktir. Insandan zeki ve kendi kendine evrimlesen soyut zekayla basa çikmak eninde sonunda toplumun en büyük sorunlarindan birine dönüsecektir.
Tekillik kavrami ise teknoloji gelisim egrisinin neredeyse dikey bir hale dönüsmesine isaret eder. Insanlarin anlayamayacagi ve kontrol edemeyecegi zeka patlamalari yasanabilir. Tekillik dönemi, yani insan ve makine zekasinin birlik olusturacagi zaman dünyanin kanyonun ortasina geldigi döneme denk düsecektir. Ayni zamanda dünya nüfusu doruga çikmis ve kaynaklar tükenmis olacaktir. Sonuçlarin çok dramatik ve tahmin edilemez olacagi düsünülmekte ancak bana kalirsa bilgisayar zekasindaki ani artisin muhtemel zararli etkilerini öngörüp önleyebilecek zamanimiz olacak. Günümüz toplumunda endüstri kendini tamamen sebekelere, güçlü hesaplamalara ve son olarak da robot üretime bagimli sekilde yeniden yapilandirmistir. Bilgisayarlar olmasa dükkanlarda mal da olmaz. Her geçen yil artan bir biçimde bilgi-islem dünyasina içinden çikilmayacak sekilde gömülmekte ve makinelere bagimli hale gelmekteyiz. Toplumda kökten degisim yaratacak çok sayida üstün zekali bilgisayar ve robotun olmasinin sonuçlarindan biri de gelismis ülkelerdeki pek çok isin makineler tarafindan yapilacak olmasi. Bu yüksek verimlilik ve refah saglayacak. Toplum da bir sekilde refahi issizlere dagitma yoluna gidecek. Insanlarin çogu faydali mesleklere yönelecek. Belki de çok sayida insan gönüllü örgütlere katilip dünyanin yoksul bölgelerinde yardim amaçli çalisacak ve yeni zekanin yoksullugun ortadan kaldirilmasi için kullanilmasini saglayacak. Bilgisayarla hesaplamanin uzun süren evrimi birbiriyle kesisen dört devrim seklinde gelismistir. Önce hesap makinesiyle baslayan ve kisisel bilgisayara kadar ulasan ilk evrenin ardindan Internetin yarattigi imkanlar sayesinde global bilgisayar sebekeleri geliserek ikinci devrimi olusturmus, bunun sonuncunda is dünyasi yeniden kesfedilmistir. Insan-disi zekanin gelistigi üçüncü evreye geçildiginde bilgisayarlar daha ilginç hale gelecektir. Kendinden beslenen bilgisayar zekasinin kaçinilmaz bir sonucu olarak ortaya çikacak olan Tekillik evresinde bilgisayarlar insan zekasina ait unsurlari taklit edebilecek duruma gelecek ve derin insan-disi zekanin insanlarca kullanilmasina imkan veren sistemlerin olusturulmasina yarayacaktir. Dördüncü evrede insan zekasinin üstünlügü çökecektir. Bilgisayar endüstrisindeki parlak insanlar ve çesitli girisimciler makine zekasinin artisindan nasil yararlanacaklarina kafa yoracaktir. Dünya borsalari tekillik dönemi geldiginde gelgitli dönemine ulasacak. En akilli yatirimcilar en gelismis bilgisayar zekasindan yararlanan “kara kutu”lariyla çöken ve siçrama yapan farkli dünya pazarlarindan yatirimlarinin karsiligini azami seviyeye çikarmaya ugrasacaktir. 1990’larda bir dönem Bill Gates’in kisisel servetinin Israil’in toplam GSYIH’sindan yüksek oldugu bir dönem olmustu. Tekillik dönemi geldiginde gelecegin Bill Gatesleri ve George Soroslari kisa bir süre için bunu çoktan asan miktarlara ulasabilir.
Insan organizmasinin ötesine geçilmesinden yana olan Transhümanizme göre daha saglikli ve daha uzun bir ömür için, özel tasarlanmis psikolojik ilaçlar, beyin haritasinin çikarilip bazi bölümlerin bilgisayara baglanmasi vs. gibi konularin özenle arastirilmasi ve olasi tehliklerin ortadan kaldirilmasi gerekmekte. Dönüsüm Nesli yaslandiginda insan irkinin bazi yönleri büyük ölçüde gelistirilmis olacagindan sosyal sonuçlari da muazzam olacak. Saglik açisindan gerekli iyilestirmeler ve insani varlik olarak degistiren güçlendirmeler olarak ikisi arasinda ayrim yapabiliriz. Genetik modifikasyon bir yana su anda bile çok satan hafif kimyasallar insanlarin beyin kimyasini degistirmektedir. Kaslarimizi gelistiren haplar da çikacaktir. Belirli bir proje için internet üzerinden fiber-optik sayesinde birbiriyle baglantiya geçen binlerce mühendis birlikte çalisabilecektir. Profesyoneller bugünkü bilgisayarlarin kapasitesinin çok ötesindeki bilgisayarlara kablosuz sekilde bagli olacaktir. Nanoteknoloji ve biyolojiyi birlestiren bir bilim dali olarak nanobiyoloji bilim-kurgu filmlerinde izledigimiz biyonik insanlar gibi biyolojik ve biyolojik olmayan süreçleri birlestiren “biyobirlesim”le ilgilenecektir. Vücuda giren bakterileri yoketmek için kan dolasimina yerlestirilecek bir nano aygit bizi sagligimiza kavusturacaktir. Insani gelistirmenin bir yolu da duyularini gelistirmektir. Daha iyi duyan, gece gören, sayisiz kokuyu ayirtedebilen kisaca duyu esigimizi arttiracak elektronik gelismeler olmasi muhtemeldir. Makinelerin insan duygularini ayirtedebilecek sekilde tasarlanmasi mümkündür. Insanin kulagina karsisindaki yalan söylediginde veya baska bir duygu hisssettiginde uyaran bir çip yerlestirilmesi mümkün olabilir. Bazi uygulamalar dogal olarak sahip oldugumuz duyulari pekistirebilir, bazilariysa ultraviyole isinlarini ayirtetmek gibi tüm elektromanyetik spektrumun farkinda olacagimiz sekilde duyularimiza yeni boyut ekleyebilir.
Önümüzdeki yirmi yil içinde hastaliklarin önlenmesi adina çok büyük gelismeler olacaktir. Önleyici tip gelisecek ve kisiye göre tedavi kabul görecektir. Gen terapisiyle yaslanmanin da önüne geçilebilmesi çok muhtelmeldir. Simdiki çalismalara bakinca bile bilimin insanogluna hem saglikli hem de uzun yasama imkani sunmasi mümkün olacak gibi görünmektedir. Elbette insanlarin daha uzun ömürlü olmasi dünyanin nüfus sorununa da katkida bulunacaktir. Fakat insanlarin yapay yollarla saglanmis uzun yasam imkanina kavusmasi dogum oraninin düsük oldugu refah toplumlarinda gerçeklesecektir. Dogum oranlarinin yüksek oldugu ülkelerde ortalama yasam süresi de çok düsüktür. Yasam süresini uzatan sosyal faktörlerle dogum oranini azaltanlar benzerlik göstermektedir. 21.yy’in sonuna gelindiginde insana yeni hücreler ve genç bir bagisiklik sistemi saglanmasi siradan ve yaygin bir uygulama haline gelecektir. Belirli hormon takviyeleriyle insanlarin ilerleyen yaslarda da dinçligini korumasi saglanacaktir.
Tip alaninda yeni bir dal olan rejeneratif tip, kök hücreleri kullanarak eski hücreleri ve yipranmis organlari yeniden canlandirma üzerine çalismaktadir. Kök hücre insan bedeninin herhangi bir hücresine dönüsüp dokuda kendi kendine çogalabilecek kapasiteye sahiptir. Göbek baginda çok sayida kök hücre bulunur. Ileride olusabilecek hastaliklar düsünülerek her ülkede kan merkezleri gibi kök hücre bankalari olusturulmali ve kesilen bebek baglarindan alinan kök hücreler çöpe atilmak yerine gerektiginde kullanilmak üzere sivi nitrojen tüpleri içinde saklanmalidir. Kök hücrenin hasar gören dokuyu onarma yetisi vardir. Kök hücre arastirmalari insan vücudunda hasar gören dokularin iyilestirilmesi konusunda çok büyük gelecek vaat etmektedir. Rejeneratif tip yasli bir insanin bagisiklik sistemini yenileme imkani sunmaktadir. Bunun 20 yil içinde gerçeklesmesi büyük olasiliktir. Bu islemi yaptirmak için çok yüksek talep olacagi kesindir. Insanlarin sadece uzun yasamasindan öte saglikli ve uzun bir ömür sürme olasiligi bugünden kat kat daha yüksek olacaktir.
Insanlarin genleriyle oynanmasi üzerine çok atesli tartismalar sürmesine ragmen beyin kimyasinin degistirilmesi söz konusu oldugunda pek kimse karsi çikmamaktadir. Eczaneler sakinlestiricler, uyku haplari, anti-depresanlar, enerji haplari vb. kimyasallarla doludur. Beyin kimyasini düzenleyen kimyasallarin düzeyini kontrol edebilmemiz duygularimizi da kontrol edebilmemize imkan verir. Psikolojik ilaçlar kisiye göre hazirlanacak ve daha etkili olmasi saglanacaktir. Arastirmalar bu yönde ilerlemektedir. Örnegin günümüzde çok sik kullanilan Prozac’in depresyonu azaltmanin yaninda insanlara kendilerini iyi hissettirdigi de görülmüstür. Çok geçmeden farkli kisiliklerde farkli etkiler gösteren ilaçlar piyasaya çikacak ve televizyondan satilacaktir. Ilaç sektörünün arastirmalarina göre zihinsel bir rahatsizligi olmayan insanlarda bile bazi kimyasallarin stres yaratan bir soruna yaklasimlarinda rahatlatici etkisi bulunmaktadir. Ileride insanlar is görüsmelerine gitmeden önce anlasmalari rahat yapabilmek için bir hap yutacak, ögrenciler sinavdan önce baska bir hap sevgilileriyle bulusmadan önce baska bir hap alacaktir. Evliliklerdeki sürtüsmeleri azaltmak için psikotropik ilaçlar üretilecektir. Arastirmalar ilaçlarin saldirganligi ve asabiyeti azaltabildigini ortaya koymaktadir. Fakat saldirganligi arttirici ilaçlar da vardir. Teröristlerin de psikolojik ilaçlar konusunda kendilerini gelistirmeleri muhtemeldir. Korkusuzluklarini ve kararliliklarini arttiracak haplar alip eylemler yapabilirler. Uzmanlarin bazilari beyin kimyasini kavrayisimiz arttikça tüm duygularimizin kimyasal veya elektrokimyasal temelli oldugunu anlayacagimiz görüsünde. Sonuç olarak toplum günün birinde antidepresanlari aspirin alir gibi serbestçe kullaniyor hale gelebilir. Konsantrasyon arttiricilar, hafizayi gelistiriciler, mutluluk haplari, akliniza ne gelirse.
Beyin kimyasi ve beyin devrelerinin birlikte isleyisininim sirrini tam olarak çözmeye basladigimizda ögrenme, mantik ve hafizanin sinirsel bazda isleyisini kavrayabilecegiz; sizofreni, bipolar bozukluk gibi hastaliklari, insan beyninin fonksiyon bozukluklarini anlama firsati bulmus olacagiz. Beyin devrelerinin haritasini çikarmak çok karmasik olan beyni tam olarak anlamamizi saglamayacak ancak nörobilim en heyecan verici bilim alanlarindan biri olacak. Beynin bazi faaliyetlere odakli kisimlarinin elektronik bir kopyasini çikarip biyolojik orijinalinden çok daha hizli isleyen bu insan yapimi parçayi beyne yerlestirmek mümkün olabilecek. Çok uzun arastirmalar sonunda beyin gelistirme teknolojisinin ise yaramasini saglayabilecek duruma gelebilecegiz. Örnegin sirketlerin en iyi çalisanlarina açik beyin baglantilari ve karsilik gelen hesaplama modüllerinin masraflarini karsilamalari söz konusu olabilecek. Teknoloji ilerledikçe insanlarin beyin sivisina buna benzer aktaricilardan binlercesi yerlestirilmis olabilir. Peki insan beyni bilgisayar ortamina birebir aktarildiginda ruhu olur mu? Bilissel bilimci Steven Pinker’a göre aslinda “ruh” denilen sey beynin bilgi-islem faaliyetlerinin toplamidir. Ya beynin silikon bir kopyasinin bilinci olmasi münkün mü? Filozof Daniel Dennett’a göre bilinç karmasiklik sonucunda ortaya çikar, dolayisiyla bu insan beyni gibi yeterli derecede karmasik olan bir bilgisayar için de geçerlidir. Bilgisayara aktarilmis beyinin eskiyen hücreleri olmayacaktir. Dijital bir beyin Alzheimer’a ya da baska bir hastaliga yakalanmaz. Bilgisayarin bozulmasi durumuna hazirlik olarak yedekleme yapilacak ve gerektiginde baska bir bilgisayara aktarimi da mümkün olacaktir. 21.yy’in ilerleyen zamanlarinda beyinlerimiz ve üstün hizli bilgisayarlar arasinda çok siki bir eslestirme olacaktir. Böylece beyin fonksiyonlarinin yerine geçecek ve daha etkin fonksiyonlar yaratacaktir. Bu kitabin genç okuyuculari, Dönüsüm Neslinin yasam süresi dahilinde bunun olmasi kaçinilmaz görünmektedir.
Teknoloji tarihinde bazi icatlar gelecegi degistirmistir. 18.yy’da buhar makinasi, 19.yy’da telefon; 20.yy’da bilgisayar gibi. 21.yy’in en büyük kesfi ise bence beyinlerimizin global sebekeler dahil, harici elektroniklere dogrudan baglanmasi imkani olacak. Bu beyin sivisina nano-aktaricilarin yerlestirilmesiyle mümkün olabilir. Sonuç olarak biyolojik beyinlerimizle elektronik aygitlar arasinda kolay kullanim saglayan baglantilar olacak. Simdi bile sinir sistemiyle ufak bilgisayarlari birbirine baglayan baglantilar kurulmus durumda. Beyin/bilgisayar baglantisi deneysellikten çikip saglam baglantilara dönüserek nihayetinde çok çesitlenecek. Elbette bunlarin dünyada en gelismis teknolojiye sahip yerlerde olacagini söylemenin ayiltici bir etkisi var. Kanyonun en çalkantili zamanina denk gelen ayni dönemde yoksul ülkeler kitlikla, susuzlukla bogusuyor olacak. Insan zekasi ve insan-disi zekanin birlesmesi olaganüstü toplumsal degisimi getirirken her yönde sonsuz gelismeye devam edecek. Transhümanizm yani insanötecilik ve Tekillik birbiri için yaratilmis adeta. Basimiza gelecek felaketleri görmezden gelip kendi basimiza kendimiz çorap ördük. Artik Yunan trajedyalarina konu olacak eskisinden çok daha müthis ve garip yeni öykülere sahibiz.
21.YY’in MUHTESEM ANLAMI
Simdiye kadar yeryüzündeki evrim doganin hakimiyetindeydi, sonra birdenbire isler degisti. Artik evrim büyük ölçüde insanlarin elinde. Doga temelli evrimin asiri yavasligi nedeniyle neredeyse farkedilemeyen evrim süreçlerini otomatiklestirdigimiz takdirde fevkalade hizli bir degisim yasanacak. Evrimin dogadan insanin kontrolüne geçmesi muazzam sonuçlar yaratacak. Çünkü bu tekhücreli canlilarin ortaya çikisindan beri meydana gelen en büyük degisiklik. Ancak üstünde durulmasi gereken nokta insanoglunun bu oyundaki tecrübesizligi. Bu yüzden dikkati elden birakmamak gerekli. Kendi evrimimizi düzgün bir sekilde yönetip bilimsel bilgi birikimimizi sorumluluk sahibi bir biçimde bu degisime aktarmak 21.yy Dönüsüm/Degisiminin en kritik unsurunu olusturmakta. Göçmen kuslar veya gida depolayan karincalar gibi ne yapacagimizi bilmeye biyolojik olarak programlanmamisiz. Bunun yerine biz insanlar seçme hakkina sahip deneyleriz. Bu da bizim için büyük bir potansiyel. Teknoloji evrimini mahmuzlayip bu özgür iradeyi ve yönetim kabiliyetimizi kullanacagiz. Aslinda insanin ergenlik döneminde oldugunu ve atesle oynadigimizi kabul etmemiz gerek. Insanin doganin efendisi degil parçasi oldugunu sindirerek doganin 4 milyar yildir yarattigina derin saygi duymaliyiz. Doganin biyoçesitliligiyle çevrelenmis durumdayiz ve ne kadar çok müdahale edersek dogaya ve kendimize o kadar zarar verdigimizi aklimizdan çikarmamaliyiz. 21.yy’in anlaminin hayati kismini olusturacak asama doganin kontrol mekanizmalarini kendi dengesini olusturabilemeyecek raddeye itmekten vazgeçmemiz. Zaten iklime, sulak alanlara, ormanlara, denizlere, topraga ve sayisiz ekosisteme asiri hasar verdik, artik dünyayi daha da yipratacak faaliyetlerden uzak durmanin zamani geldi de geçiyor bile. Giderek bagimlisi haline geldigimiz teknolojinin de efendisi oldugumuzu sanarak yanildigimizi farketmenin de zamanidir. Çünkü yarattigimiz yapay dünya tüketilmis bir gezegende kalabalik bir nüfusa sahip kendi teknolojisi içinde bogulmaya ve çökmeye mahkum bir uygarliga dönüsebilir. Bu tuzaga düsmemek için tehlikeli olandan sakinip teknolojiye hakim olmayi ögrenmemiz lazim. 21.yy’in anlaminin özel taraflarindan biri de insan türünün uzun vadeli geleceginin halis görkemini kazara helak etmeyecegimizi garantileyecek düzenlemeler getirilmesi olacak. Gelecekteki teknolojiyi nasil denetleyecegimizi ayrintisiyla bilmiyoruz fakat denetimin mümkün olabileceginin farkina varacak kadar yeterli bilgimiz var. Disiplinli bir sekilde egitim, iyi bir yönetim ve mükemmel korumalarla basarili mühendislik anlayisiyla bunun üstesinden gelebiliriz. Dindirilemez bir merak ve heyecanla bilimin güçlerini özensizce serbest birakmis olduk. Atomu ayirdik, elektronik zeka yarattik, tüm canlilarin genleriyle oynamayi ögrendik ve simdi de kendimizi degistirmeyi ögrenmekteyiz. Bilim akil almaz zenginliklere yolaçtigi gibi yanlis kullanildiginda bizi mahvedecek güçleri de ortaya çikarabilir. Teknoloji çig gibi büyümeye devam ettikçe iyi ve kötü olasiliklari da ayni oranda artmakta. 21.yy basindayiz ve yasadigimiz dünyayi çöpe çevirmis durumdayiz, üstelik uygarligi sona erdirebilecek kadar güç elde etmekteyiz. Bunun yerini tutacak bir dünya bulamayacagimiza göre gezegeni uzun vadede hayatta kalmamizi saglayacak sekilde idare etmeye dogru bir degisim yasanmasini umuyoruz. Bunu becerebilecek zekaya sahibiz ve dünyaya verdigimiz hasari belirli oranda düzeltebiliriz. Fakat hasar bir taraftan devam edip hizla arttigi için bunu hemen yapmamiz gerek. Geride biraktigimiz 20.yy simdiye kadar dünya savaslarinin yapildigi en siddetli yüzyildi. Kitle imha silahlari nedeniyle 21.yy benzer bir tavri kaldiramaz. Bu yeni yüzyil ergenlikten çikip yetiskinlige geçme zamanidir. Davranislarimizi düzeltmek 21.yy için hayati önem tasimaktadir. Sahip olacagimiz yeni zenginlik ve yetenekler insanoglunu her açidan gelistirebilir. Bu büyük degisim küreseldir. Uzun vadede birbirimize dogru dürüst davranarak demokratik özgürlükleri paylasabilirsek çok iyi olacaktir. Fakat bugünkü küresellesmenin çok büyük çapli arizalari bulunmaktadir. Büyük sirketler kar edebilecekleri ülkelerin pazarlarina akin ederken diger ülkeleri umursamaz. Bu yüzden de zengin ve yoksul ülkeler arasindaki esitsizlik inanilmaz bir boyuta ulasmistir. Basarisiz ülkeler dünyanin büyük kurumsal haritasinda yeralmaz. Bu durum iyi idare edilip düzenli sekilde finansal kaynak saglanarak harekete geçilmezse dünya üzerindeki yoksulluk daha da asiri uçlara kayacaktir. Örnegin AB’de bir süt inegine verilen sübvansiyon 2 dolardir; oysa 3 milyar insan yani dünya nüfusunun %47’si günde 2 dolardan az bir gelirle hayatini sürdürmeye çalismaktadir. Bu bir ailenin beslenmesine çocuklarin iyi egitim almasina kesinlikle imkan vermeyen bir miktardir. Yoksul ülkelerin nüfusuna yüzyilin ortasina kadar milyarlar daha eklenmis olacaktir ve üstelik ayni zamanda su azaldigi için gida yetistirmek de giderek zorlasacaktir.
Bir yandan dünyayi çöpe çevirirken bir yandan da yeryüzündeki milyarlarca insanin hergün daha kötüye giden bir biçimde telef olmasina göz yumuyoruz. Küresellesme zengin ülkelerin refahini arttirirken yoksullar karinlarini zor doyuruyor. Bu kadar büyük gelir dengesizliginde ülkeler içinde de siddetli ayaklanmalarin meydana gelmesi sözkonusu. Dolayisiyla çevreyle barisik bir kalkinma modeli izlemekten çok daha fazlasini yapmamiz gerekiyor. Gelecekte kan dökülmesine, insani korkularin yasanmasina sebep olabilecek nedenlerin ortadan kaldirilmasi gerekiyor. Dünya üzerinde çok sayida insani etkileyen dile getirilemeyen yoksulluktan, hastaliklardan, açliktan kurtulmamiz lazim. Baslattigimiz siradisi degisimi yaratacak yeni teknolojilerle ne yapacagimizi ögrenmemiz gerekiyor. Bilimin su anda bildigimiz dünyadan çok daha farkli bir yer yaratma kapasitesine sahip oldugunu ancak bunun hem müthis hem de tehlikeli bir güç oldugunu akildan çikarmadan bilimin bize kazandirdiklarinin küresel olarak dagitilmasini saglamamiz sart. Dogayla isbirligi içinde bu gezegende serpilip gelismemizi saglayacak kurallar, anlasmalar, yöntemler, davranis kaliplari, kültürel imkanlar, idare araçlari ve çesitli kurumlar olusturmaliyiz.
21.yüzyilin getirecegi zorluklar
1.    Zorluk – Dünya ve Biyosfer: 21.yy Dönüsümü gezegenin mahvedilmesinden iyilestirilmesine dogru bir degisimdir. Iklim degisikligine yolaçan faaliyetlere bir son vermeliyiz. Ozon tabakasini iyilestirmeli, su kullanimini sürdürülebilir hale dönüstürmeli, ormanlarin asiri biçimde yokedilmesini durdurmali, topragi yeniden diriltmeli ve küresel boyutta gida güvenligi saglamaliyiz. Bütün bu degisikliklerin kötü gidisat daha da ilerleyip hasari geri dönüsü olmayan sekilde arttirmadan yüzyilin ilk döneminde, yani hemen yapmamiz gerek. Nehirleri kirletmekten vazgeçtigimizde çabucak kendilerini temizleyebilirler; göllerin eski dengesine kavusmasi ise biraz daha uzun sürer. Deniz kiyisindaki yapilasmanin önüne geçilmesi, sulak alanlarin korunmasi gerekmektedir. Bitki ve hayvan türleri hayret verici bir hizla tükenmekte. Bu türlerin DNA’siyla ilgili bilginin yokolmasi büyük kayiplara yol açar. Soyu tükenmekte olan çok sayida canli türü için özel koruma alanlarinin belirlenmesi gerekir. Biyosferin dengesini kurabilmesi için biyoçesitlilikle rekabet etmekten vazgeçilmesi gerekmektedir. Okyanuslardaki yenilebilen baliklarin %90’i avlanmaktadir. Denizlere kendi kendilerini yenileme firsati taninmasi gerekmektedir. Deniz koruma alanlari ve balik avlamayla ilgili yaptirimi yüksek yasalar çikarilmalidir. Biyosferin küresel anlamda idare edilmesi lazimdir. Bunu da tüm türler hakkinda kapsamli verilerin bulundugu bilgisayarlar araciligiyla saglamamiz mümkündür. Artik sahip oldugumuz bilgi-islem imkani eskiden cahilce bozdugumuz dogal denge hakkinda bize çok yararli veriler sunmakta. Felaketleri beklemeden önlemlerimizi almamiz gerekmektedir.
2.  Zorluk – Yoksulluk ve Nüfus: Zengin uluslar daha da zenginlestikçe milyarlarca insan asiri fakirlik içinde kisa ve acili hayatlar sürmekte. Ahlaki yönden zamanimizin en zorlu tarafi asiri fakirligin yeryüzünden silinmesidir. Bütün insanlarin temiz ve dogru düzgün yasayacak konuma sahip olmalari saglanmalidir. Tüm uluslarin okuma-yazma oranlarinin yükselmesi ve issizlik düzeyinin indirgenmesi gerekmektedir. Su anda yoksulluk ve yoksunluk çeken bölgelerin kalkindirilarak fakirligin yok edilmesi sarttir. Buna yönelik olarak kar amaçli degil sagduyulu hareket etmek gerekmektedir. Asiri fakirligin bir bölümü de asiri nüfustan kaynaklanmaktadir. Dünya nüfusunun yakinda 2,5 milyar daha artacagi öngörülmektedir ve bu artis çogunlukla kitlik yasanmasi muhtemel ülkelerde gerçeklesecektir. Dogum oranlarini düsürmek ve nüfus artisinin önüne geçmek için kadinlarin okur-yazar hale getirilmesi ve özgürlesmesi gerekmektedir. Nüfusun azalmasini hedeflemek yasam kalitesinin artmasini da saglayacaktir.
3.  Zorluk – Hastalik, Savas ve Terörizm: Tarihte birçok kez oldugu gibi milyonlarca insani öldürebilecek bulasici bir salginin ortaya çikmasi muhtemeldir ve bunun engellenmesine çalisilmalidir. Artik havadaki tehlikeli virüsleri ayirt edebilecek sensörlü aygitlara ve yayilmasini önleyecek medikal prosedürlere sahip oldugumuza göre böyle bir tehlikeye karsi hazirlikli olmaliyiz. Patojenlerin genlerini degistirmek artik mümkün oldugundan çiçek hastaligi, veba ve benzeri korkunç hastaliklarin biyolojik silah olarak kullanilmasi mümkündür ve büyük tehlike olusturmaktadir. Buna karsi gerekli savunmalarin gelistirilmesi gerekmektedir. 21.yy’da bir dünya savasi çikarsa herseyin sonunu getirebilir. Hiçbir ekonomik veya politik neden nükleer ve biyolojik silahlarla yapilacak bir savasi mesrulastiramaz. Kitle imha silahlarina sahip ülkelerin herhangi bir savas çikarmasi engellenmelidir. Uygarligi yeryüzünden silebilecek güçte silahlarin üretilmesi bu yüzyili esi benzeri olmayan bir çaga dönüstürmektedir. Yüksek teknolojiye sahip bir uygarlikta savasin yeri yoktur varsa da bu uygarligin sonu anlamina gelir. Kitle imha silahlarinin fiyatinin giderek düsmesi terörizm çagininn baslangiciyla örtüsmektedir. Terörist gruplarin bu silahlara ulasmasi ve nükleer silah yapabilme imkanlari mutlaka engellenmelidir. Zenginlestirilmis uranyum ve plutonyum maddelerini ele geçirmelerine izin vermeyecek güvenlik önlemleri alinmasi elzemdir. Hepsinden önemlisi ise insanlari terörist olmaya iten nedenlerin ortadan kaldirilmasi olacaktir. 21.yy’in baslamasiyla birlikte ayri düsmüs ve birbirine potansiyel olarak düsmanlik besleyen kültürler küresellesmenin yeni güçlerine eslik eden medya araciligiyla karsi karsiya gelmistir. Bu yüzyilin kritik görevlerinden biri kültürlerarasi saygi ve isbirliginin olusturulmasi dolayisiyla farkli topluluklarin birbirini havaya uçurma arzusunu ortadan kaldirmaktir. Her dinin baska dinlerdeki güzellikleri de tanimasi ve (dünyanin bazi yerlerinde becerilebildigi gibi) karsilikli anlayis içinde birlikte yasama zorunlulugumuzu kabul etmesi temel asamalardan biri olacaktir. Intihar bombaciligini tesvik eden dinsel sapkinliklari engellemek hayati önem tasimaktadir.
4. Zorluk – Yasam Tarzlari ve Insandaki Potansiyel: Insanlarin çogu yaklasik 9 milyar kadari eninde sonunda dünyanin refahina katkida bulunmak isteyecektir. Bunun 20.yy yasam tarzlariyla gerçeklesmesi mümkün degildir. Çevreye zarar vermeyen yüksek kaliteli yasam tarzlarini benimsemeliyiz. Bugünün tüketim toplumundan vazgeçmemiz gerekmekte. Daha tatmin edici ve küresel boyutta sürdürülebilir yasam tarzlarina geçis dünyayi iyilestirmeye ugrasmamizla ayni sirada olusacaktir. Yakin gelecekte sahip olacagimiz teknoloji asiri yaraticlik dolu bir çagin yolunu açacaktir. Ilginç isler ortaya çiktikça, zengin ülkeler dünya çapinda gençlerin girisimlerine destek verdikçe farkli kültürlerin birbirini kabul etme olasiligi artacaktir. Dünya elektronik is baglantilarinin eninde sonunda tüm ülkeleri birbirine baglayacagi ve çok degerli hale gelecegi ortak bir iletisim agina dönüsmektedir. Eger dünyanin her yerinde gençler 21.yy’in anlamini ve Dönüsüm/Degisim Neslinin hayati rolünü kavrayabilirse dünya sorunlarina yenilikçi ve yaratici çözümler bulunabilir. Bu ayni zamanda gençlerin insanligin karsisindaki sorunlarin üstesinden gelerek daha iyi uygarliklar yaratmak için ugras vermelerini saglayacaktir. Günümüzde insanligin trajedisi insanlarin çogunun potansiyellerinin altinda hayatlarini sürdürüyor olmasidir. 21.yy’in hedeflerinden biri bunu degistirmek ve herkesin içinde gizli olan kapasiteyi açiga çikarmak olmalidir. Bir gecekondu mahallesinde merakli ve hevesli gözlerle bakan küçük çocuklarin baska kosullarda, refah içinde yetistirilmesiyle zengin bir ülkede iyi egitim alan bir çocuktan farki kalmayacagini dolayisiyla topluma faydali olmasinin saglanabilecegini herkesin idrak etmesi gerekir. Yüzyil ilerledikçe insanoglunun ögrenme yetenegi, önce bugün de sahip oldugumuz dijital medyayla ve sonrasinda güçlü bilgi-islem aygitlariyla desteklenecek; ardindan insanlarin beyinlerindeki degisikliklerle artacaktir. Dünyaya ve üzerindeki canlilara düzgün davranmayi daha yeni ögrenmeye basliyoruz. Bu çagin insanin sinirsiz yaraticiliginin açiga çiktigi bir dönemin baslangici olmasi gerekmektedir. Egitimle insan potansiyelinin arttirilmasinin en yoksul ülkeden en zengin ülkeye kadar her yerde yayginlastirilmasi önemlidir.
5.Zorluk –Varolussal Tehlike ve Transhümanizm: Kendi türümüzü yok edebilecegimiz ilk çag olmasi 21.yüzyili ayricalikli kilmaktadir. Bazi uzmanlara göre insanoglunun bu yüzyili atlatma sansi %50’dir. Insan türü için tehlike yaratan herhangi bir risk alinmasi kesinlikle kabul edilemez. Bu yüzyilin sonunu görmek istiyorsak alinabilecek pek çok önlem vardir. En tehlikeli dönem de tam önümüzdeki dönemdir. Insanoglu kendi türünün devamliligiyla Rus ruleti oynamaktadir adeta. Insan varolusuna dair soru isareti olusturan teknolojilerin yarattigi risklerin anlasilmasi, hatta gerekirse yasaklanmasi veya riski önleyici denetimlerin saglanmasi gerekmektedir. Takip eden yüzyillarda da geçerliligini koruyacak prosedürler tasarlanmalidir. Gelisen teknolojiyle birlikte insani çok farklilastiracak olan uygulamalar tartisma konusu olacaktir. Insanin varolusunda olumsuz sonuçlar dogurmayacak degisikliklerin hangileri olacagini anlamaya ihtiyacimiz vardir. Çünkü transhümanizm bugünkünün çok ötesinde uygarliklari mümkün kilan baslica unsurlardan biri olacaktir.
6.Zorluk – Gelismis Uygarlik ve Bilgelik: 21.yy’in ilerleyen döneminde enflasyona göre düzenlenmis refah artisi çok yüksek olacagindan islerin çogunu makineler yapiyor olacak ve bu yüzden insanlarin bos zamanlarinda ne yaptigi çok önem kazanacak. Gelecek edebiyat, tiyatro, sinema, güzel sanatlar ve eglencenin çiçeklendigi bir dönem olabilir. Üst-kültür uygarliginin farkli çesitleri merakli insanlari bir araya getiriyor olacak. Gelecekteki uygarlik her sekilde sanal aleme islemis olacak. Müzik, dans, film, oyun yaratma ve yeni olusan kültürün eskiden düsmanca veya önyargili olan kültürlerarasi iliskilerin gelistirilmesine destek olmasi mümkündür. Hükümetler eko-refahi vurgulama rolünü üstlenebilir. Kendi kendini yok eden bir gidisattan akillica yönetilen bir gezegende yasama geçis 21.yy’in anlamini olusturacaktir. Teknoloji yaptigimiz her seyi dönüstürecegi için sorunlarin üstesinden bilgece gelmemiz gerekmekte. Bu çag Rönasanstan daha önemli bir dönem olabilir. 21.yy’i, asiri fakirligin sona erdigi; genetik mühendisligi ve transhümanizm tartismalarinin geride kaldigi; büyük çapli savas ihtimalinin ortadan kaldirildigi bir çagdan kendi varolusumuzu tehdit etmemeyi ögrendigimiz bir çaga geçis bileti gibi düsünmeliyiz. Bilgisayar ve makinelerce yapilan birçok angarya ortadan kalkacagindan insan özünde insani olan seylerle daha çok ugrasmaya baslayacak. Yaraticiligin üst düzeyde olmasi üst düzeyde mutluluk getirecek. Insanlarin çogunun kültür, mimari ve ekolojik kentler olusturmakla mesgul oldugu zamanlar gelebilir. Fakat bunlarin gerçeklesmesi hiç kolay olmayacaktir. Gelistikçe büyük hatalar da yapacagiz. Bazen de hatalarimizdan ders alip ögrenecegiz. Bu asir bitmeden yaptigimiz hatalari hiçbir zaman unutturmayacak dramatik olaylar olmasi muhtemel. Bu yüzyilda hayatta kalmayi basarmaya mecburuz. Çagimizin en ciddi sorunlarindan biri de becerimizle bilgeligimiz arasindaki uçurumdur. Yeni teknolojiler yaratmakta çok akilliyiz ama is bunlarla nasil basa çikacagimiza gelince ne yapacagimizi bilemiyoruz. Ne yapmamiz gerektigini kavrayabilecek kadar bilge degiliz. Bugünün dünyasinda basarili olmak için insanlarin belli alanlara odaklanip beceri kazanmasi gerekmekte fakat bilgelige ulasmak için farkli alanlar hakkinda bilgi sahibi olmak, olaylarin nasil daha farkli olacagina dair düsünebilmek gerekir. Bu da bilgelik ve beceri arasindaki uçurumun gittikçe açilmasina sebep olmaktadir. Gelecekle ilgili yorumlar sadece borsayi yükseltecek teknikler hakkinda dar görüslerle sinirlidir. Toplumun en akilli insanlarinin çogu uzun vadeli düsünme bilgeligine sahip olamayacak kadar kisa vadeli kazançlar pesine düsmüstür. Kimse yaptigini neden yaptigini uzun vadede sonuçlarinin ne olacagini düsünmemektedir. Farkli alanlarda bilgi birikimi yaratabilmek için üniversite egitiminde disiplinler arasi çalismalara yer verilmesi gerekmektedir. Belirli alanlarda uzmanlasanlarin bir alandaki gelismenin diger alanlari nasil etkileyecegini düsünebilecek bilgelige ulasmasi gerekir. Bilgisayarlar daha da zekilestikçe beceri ve bilgelik arasindaki uçurum daha çok büyüyecektir. Sürekli bu trenin nasil daha hizli ve daha iyi gidecegine kafa yoran birçok uzman varken trenin nereye dogru gittigine veya gittigi yeri begenip begenmeyecegimize kafa yoran çok ama çok azdir. Bilgelik yüklü miktarda bilgi birikimi ve zamanla edinilen tecrübe gerektirir. Böyle bir sentezi herkes yapamaz. Gelecekle ilgili bilgeligin nerede oldugunu sormamiz ve bu bilgeligi bilinçli bir sekilde olusturmak üzere harekete geçmemiz gerekir. 21.yüzyilin anlaminin esaslarindan biri de budur. Gelismis uygarlik gibi bilgelik de rahatlamayi ögrendigimizde gelecektir. En parlak beyinlerin yüksek maasli kariyer pesinde kosmaktan, en pahali sürat yatlarini satin almaktan ve sik golf kulüplerine gitmekten vazgeçmeleriyle Olgunlasmis bir toplumun engin bilgelige derin bir saygi göstermesi zorunludur. Insanlik 21.yy’in gerektirdigi bilgeligi tesvik edip beslemek için bilinçli olarak hareket etmeli ve bu özellikle üniversitelerin üstlenecegi görevlerden biri olmalidir.
Bahsedilen zorluklarin hepsi birbirine baglantilidir. Hepsi birlikte 21.yüzyil Dönüsümünü olusturmaktadir. Bilgimiz arttikça üstesinden gelmemiz gereken sorunlara daha incelikli olan yenileri de eklenecektir. Dünyanin su anki kosullar devam ederse bu kalabalik nüfusu kaldirmasi imkansiz görünmektedir. Dogum oranlarinin acilen düsürülmesi ve karbon bazli yakit kullanimindan hemen vazgeçilmesi gerekir. Insanlik kendi türünün devaminin tehlikede oldugunu kavrayip durumu kurtarmak için acilen harekete geçmelidir. Eninde sonunda felaketler bürokrasi içinde bogulan ve saçma politikalar güden hükümetlerin mecburen kollarini sivamasini saglayacaktir. Tipki Roosevelt’in Pearl Harbor saldirisindan sonra ulusal bir seferberlik baslatarak ülkeyi yeniden diriltmesi gibi kesin kararlar alinmasi gerekmektedir. O zaman Amerika’da üç yil boyunca otomobil üretilmemistir. Su anda da benzeri bir uygulamayla benzinle çalisan otomobil üretimine son verilip hibrid otomobillere ardindan da kademeli olarak karbon bazli yakit kullanmayan yakit pili teknolojisiyle isleyen otomobilllere geçilebilir. Enerji tasarrufu için büyük kampanyalar baslatilmistir. Kömür isletmelerine kapanmalari ya da karbon salinimini azaltmalari disinda seçenek birakilmamalidir. 21.yy Dönüsümünü mümkün oldugunca acisiz yasamak istiyorsak olumlu degisimlere olabildigince erken baslamaliyiz. Zaten dogaya verdigimiz zarar açisindan pek çok alanda geç kalmis bulunuyoruz. Fakat sorunlar çok kötülesmeden yapabilecegimiz seyler oldugu halde hala harekete geçilmemis olmasi hayret verici ve çok üzücüdür. Örnegin Amerikan Çevre Koruma Bürosu dogaya verilen hasari tamir etmeye çalismaktadir ancak önemli olan hasar meydana gelmeden engellemektir. Sürdürülebilir Kalkinma üzerine toplanan dünya zirvelerinde çevre kirliligi tartisilan baslica konu olsa da ise yarar etkin bir adim atildigi söylenemez. Bunun nedeni de bu köhnemis sistem sayesinde cebini dolduranlarin baskisi ve direnisidir. Mutlaka gerçeklesecek olan degisime direnmek, ertelemeye çalismak gereksiz ve bosunadir. 21. yüzyil insanlik açisindan bir evrimden çok bir devrime dönüsebilir. Toplum için en büyük tehlikeyi olusturan ise bilim ve teknoloji degil harekete geçilmesini yavaslatan umursamazlik ve duyarsizliktir. Ne oldugumuz ve dünyada ne yaptigimiza dair anlayisimizi degistirmemiz sarttir. Sadece böylesine yeni bir anlayisla yeni davranis sekilleri gelistirebilir, yeni degerler olusturabilir, yeni hedefler belirleyebiliriz. Dolayisiyla küresel düzenlemeler, anlasmalar ve kurumlar yeni bir anlam kazanarak yeni bir ruh yakalayabilir.
KAYNAK VERIMLILIGI
1990’li yillarda Amerikan girisimciliginin yenilikleri ve onlara sunulan finansal kaynaklar sinirsizmis gibi görünürdü. Birbirinden beslenen fikirlerin zincirleme etkileri vardi. Berlin Duvari yikildiginda sinirlarin olmadigi bir dünya yaratma söylemi moda oldu. Internet sinirlari asmanin sembolü haline geldi. Demir perde inince kapitalist dünyanin esnek olmayan kurumsal sirketleri, yeni sirketler ve yeni fikirlerin saldirisina ugradi. Silikon vadisi veya Sony bünyesi gibi ortamlarda yeni inanilmaz basarili fikirler üretildi. Ancak bu 50 milyon insanla sinirli oldugu halde benzer bir yenilik firsati yakalamak dünya nüfusunun %99’u için mümkün olmadi. Peki gelismekte olan ülkelerdeki genç insanlar girisimcilere dönüstürülebilir mi? ‘90’larin sonunda Amerika’da var olan heves ve enerji dünya çapinda Dönüsüm Neslinin geneline yayilabilir mi? Yeterince istenirse hepsi mümkündür. Su anda internet ve bilgisayar teknolojisi sayesinde küresel piyasa dünya çapinda birbirine elektronik ortamlarda bagli sirket ve fabrikalarla islemektedir. Örnegin birçok sirket, üretimini emegin ucuz oldugu ülkelerde yapmaktadir. Çogu küresel sirketin muhasebe isleri hatta hukuki isleri Hindistan’dan yürütülmektedir. Hintlilerin bilgisayar programciliginda basarili olduklari 1990’larda düsünülmeye baslamisti. O zamandan beri Hintlilerin yönetim, film endüstrisi, tasarim ve arastirma kisacasi bilgi gerektiren tüm islerde basarili olduklari anlasildi. Bilgiye dayali bir ekonomide fiziksel mal üretimine dayali ekonomiye kiyasla servetler kazanilmasi çok daha hizli olur çünkü bilgi sermayesi fiziksel sermayeden çok daha hizli büyür. Bilgi tekrar tekrar yeniden üretilebilir ve baska yerlere de çok hizli biçimde aktarilabilir. Fikir ekonomisinin mega zenginleri yeni fikirleri hayata geçirebilmeyi basarmis Bill Gates ve Michael Dell gibi insanlardir. Asil degerli olan sermaye, mal-mülk gibi geleneksel kaynaklardan ziyade akil sahibi olmaktir. Klasik ekonominin tersine yeni fikirlerin dünyanin her yerinden gelebilecek olmasi mevcut durumu degistirmektedir. Yeni fikirlerin iyi üniversitelerin oldugu yerlerden çikma ihtimali yüksektir. Hindistan Teknoloji Enstitüsü’nü kurulmasinin ülkenin saglam bir döviz gelirine kavusmasi üzerine olan etkisi yadsinamaz. Bu sayede ülkedeki kitlesel fakirligin dönüstürülmesine baslanmistir. Gelismekte olan ülkelerde emek ucuz oldugu için ekonomilerinin büyük kismi dünyanin geri kalanina disaridan is yapmaktir. Kalkinma merdivenlerini istikrarli biçimde tirmanabilirler ancak çok sayida ülkenin böyle bir firsati yoktur. Zengin ülkelerin bu ülkelere imkan saglamasi gerekmektedir. Altyapi insaasi artik kolaylasmistir. Yoksul bölgelere elektrik, su, telefon, internet sebekelerinin saglanmasi gerekir. Günes-rüzgar enerjisi, yakit pilleri kullanilabilir. Yüksek faturali devasa elektrik santrallerinin yerine yerel, küçük çapli jeneratörler kurulabilir. Yetersiz beslenmeye karsi tarim faaliyetlerinde degisikliklere gidilmelidir. Ilk olarak köylülere vitamini yüksek gidalari yetistirmeleri ögretilmelidir. Hiçbir ülkenin GSYIH degeri kisi basina günde 1 dolardan azsa gelisme ihtimali yoktur. Yoksul ülkelerin kalkinabilmesi için zengin ülkelerin resmi kalkinma destegi vermesi gerekmektedir.
Sirketler zaman içinde kendi prosedürleri içinde sikisip kalmaya baslar. Çok daha iyi bir tasariyla çözülebilecek sorunlar katmanlasan prosedürler içinde daha çok büyür. Eskiyen kurumlar basta esneklige sahipse bile bunu zamanla tamamen kaybederek bürokratiklesir. Taze fikirlerin sahlandigi bir ekonomide ise küçük ve çevik sirketler hantallasmis büyük sirketlere saldirir. Eski kuruluslar genelde is dünyasina yeni girenlere karsi önlem almak yerine onlari küçümser. Eski yöntemleri ve artik yanlis sayilan enerjilere yatirim yapmis olan bu eski kuruluslarin kullanissiz hiyerarsik yapilari vardir. Küçük sirketlerin ise pahali ofisleri yoktur. Çalisanlarin bazilari evden çalisabilir durumdadir. Isin basini çekenler farkli sehirlerde oturup birbirleriyle internet araciligiyla iletisimde olabilirler. Küçük bir sirket sanal bir sirket olabilir. Bilinen kurumsal müzik piyasasinin sonunu getiren internetten müzik indirme olayini Amerikali bir üniversite ögrencisi baslatmistir. Buna benzer atilimlara imza atan gençlerin asil dürtüsü para kazanmak degil dijital özgürlügü saglamaktir. Bilgiye ulasma özgürlügünün iletisim aglarinda dogrudan bulunmasi gerektigine inanmaktadirlar. Gençlere göre internetten diledigini bedava indirme imkani olmalidir. 21.yy Dönüsüm/Degisim Neslinin de yenilikçi fikirler ortaya koyma ve icat pesinde kosmasinin altindaki itki bu olacaktir. Yani sadece yapilacak dogru sey oldugu için yapmak. Bu anlayisla gençlerin gezegenin sorunlarinin çözülmesine büyük yardimi olacagi kesindir. Artik dünya çapinda girisimcilerin slogani küçük, parlak zekali, esnek ve ulasilabilir olmaktir. Yabanci bir ülkede degisime açik küçük, parlak zekâli, esnek ve ulasilabilir gruplardan olusan en ilginç küçük çapli kurumlarin çalisanlari yüksek maas beklemeyen genç ve akilli insanlar olacaktir. En önemlisi de yenilikçi ve özgecil olmalaridir. Bu taze olusumlar köhne zihniyetli büyük sirketlere kafa tutacaktir.
SSCB’nin dagilmasi örneginde açikça görüldügü gibi merkezi yönetim gücünü kaybetmeye mahkûmdur. Sonuçta insanlari kontrol altinda tutmak için benimsenen merkezi yönetimlerin atladigi bir nokta vardir. Insan aklini kontrol etmenin yolu yordami ve merkezi denetimle alakasi yoktur. Merkezi planlamacilar milyonlarca kisinin içindeki daginik bilgiyi kullanma firsatina ulasamaz, onun yerine insanlari bastirarak formüllestirmeye çalisip ekonomiyi yürütmeye yetecek kadar bilgiyi kullanir. Nobel ekonomi ödülüne aday olmus Friedrich Hayek’e göre tam da bu yüzden merkezi yönetimler gerçek dünyada hayati önem tasiyan bilgiye itibar etmemis olurlar. Bunun çözümü halkin ne istedigine karar vermesini saglayip bu kararlari uygun mekanizmalarla destekleyecek bir sistemin tasarlanmasidir. Iktidar açgözlüsü bürokratlara en iyi yönetim seklinin merkezi karar alma uygulamasindan piyasada karar alma sistemine geçmek oldugunu anlatabilmek hayli zordur. Yapilan arastirmalardan çikarilacak ders sudur: En karmasik sistemleri merkezi olarak yönetmek çok mesakkatlidir ve olaylar hizla degistikçe merkezi yönetimin isleyisi daha da güçlesir. Kapsamli arastirmalarin yapildigi alanlardan biri de karmasik ve uyum saglayan sistemlerdir. Davranislarini sürekli olarak kosullara uyduran bu düzenekler birçok farkli birimden olusur. Her birimin davranisini belirleyen kurallar vardir. Örnegin sehir trafigi böyle bir sistemdir. Kimse soförleri yönetmedigi halde önceden belirlenen kurallar trafik davranislarini sekillendirir. Borsa’daki tüccarlar, Internet kullanicilari, okyanustaki canlilar, ormandaki bitkiler, bagisiklik sistemindeki antikorlar, ekonomi kuruluslari vb. Tüm birimlerin kendi inisiyatifiyle kurallara uyarak yarattigi kolektif sonuç, sistemin bütününün davranisidir. Kurallar degisirse sistem davranisi da degisir. Özellikle kriz dönemlerinde IMF’nin yoksul ülkeler üzerindeki büyük etkisinin yarattigi davranis degisikligi iyi bir örnektir. En iyi piyasalar tüketicilere hassas bir biçimde uyum saglayanlardir. Merkezi olmayan bir yönetimin güçlü olabilmesi için katilimcilarin sadece bilgilerini degil yaratici inisiyatiflerini de kullanmalarina izin vermesi gerekir. “Dagitilmis üstünlük düzenleri” ne ihtiyacimiz vardir. Birçok kurumsal sirkette yukaridan asagi emir komuta ve denetim sistemi yerine merkezi olmayan, dagitilmis insiyatif yapilarina geçis yasanmaktadir. 
Simdiye kadar çevre kirliligini azaltma rolünü üstlenen hükümetler sinirlama getirmenin yaninda kirliligi azaltmada hangi teknolojinin kullanilacagini da dikte etmistir. Bu tutum yeni teknolojileri tesvik etmek yerine sirketlerin mevcut teknolojilere bagimli kalmasina yolaçmistir. Son zamanlarda dagitilmis insiyatif tasarilari sayesinde çevre kirliligine karsi ataga geçilmistir. Hükümetler karbon salinimi sinirini belirler ve sirketler bu düzeyleri tutturmaya çalisir. Karbon ticareti salinimlarini indirgemis sirketlerin karbon kredisi almasina ve beklenen düzeye erisememis sirketlere yedek kredi satabilmesine imkan saglar. Bu heyecan verici bir pazar olusturmaktadir. Komuta-kontrol yaklasiminin esnek olmayisinin yerine konabilecek yerel yenilikleri tesvik eden bir çok anlayis vardir. 21.yüzyilin çalkantili döneminde ilerlerken hantal ve merkezi bürokrasinin bizi yavaslatmasini istemeyiz. Iyi bir egitimden geçerek kontrolü kendimiz saglamak isteriz. Hayatta kalmamizin tek yolu budur. Merkezi denetimden yerel denetime geçilmesi çok sayida katilimcinin egitilerek gidisatin nasil kontrol edilecegini ögrenmesi anlamina gelir. Karmasanin ve degisimin artmasi insanligin önündeki iki önemli devinim egilimidir. Böylesine bir dünyada merkezi yönetim giderek ise yaramaz hale gelmektedir. Yeterli beceri ve insiyatife sahip yerel birimlerin karar alip uygulayabilecegi ortamlarin tasarlanmasi gerekmektedir. Elbette ki yerele odaklanirken büyük tabloyu gözden kaçirmamak gerekir. Büyük çapli sorunlarin merkezi olarak anlasilmasi sarttir. Bununla ilgili stratejik planlama yapilmali ve bunu dagitilmis insiyatif uygulamaya koymalidir. Hükümetler ulasilacak hedefleri belirleyip ödüller koyabilir. Ancak hedeflere genelde kendi insiyatifini kullanan sahislar veya rekabetçi sirketler ulasmaktadir. Karmasik ve uyum saglayan sistemlerde birçok degisiklik sekli sistemin genelini çok az etkiler fakat bazi degisimler ise genel davranisi kökten dönüstürebilme gücüne sahiptir. Bu durum daha önce degindigimiz manivela etkileriyle iliskilidir. Dogru manivela etkisini bulmak mucizeler yaratabilir. En güçlü ve en çok ise yarayacak olanlarin açikça görülmedigini akildan çikarmamak gerekir.
Üretkenlik ve verimlilige dayali ekonomik gelisme Sanayi Devrimi’nden beri isgücü verimliligine baglidir. Refah artisi dogal kaynak tüketiminin artmasiyla iliskilendirilmistir. 21.yy’in farkli olma nedeni ise artik ihtiyacimiz olan dogal kaynaklarin giderek azalmasidir. Bu yüzden ekonominin bu kaynaklari daha etkin bir sekilde kullanmasi sart olmustur. Gelecek için bu hayati önem tasir. Kaynak verimliliginin de mutlaka hesaba katilmasi gerekmektedir. Kaynak verimliligine uygun ölçütler belirlenip gelisme için hedefler konmali ve kararlar alinmalidir. Sanayi Devrimi isgücü verimliligini arttirmaya odaklanmis oldugu için kaynak verimliligi düsüktür. Yagmur suyu lagima karisip bosa akip gider; birçok kaynak benzer sekilde heba olur. Kaynak kullanimini yari yariya azaltarak refahi iki katina çikarmanin yollarini arastiran Amory Lovins’e göre yeni teknolojiler kullanilmasindan öte nakliyeden, lojistige birçok alanda daha etkin kullanim sayesinde kaynak verimliligini arttirmak mümkündür. Önerdigi yeni düzenlemede bina izolasyonu, nakliye ve atik tasfiyesi çok daha verimli bir biçime sokularak dört katina kadar verim elde edilebilir. Nakliye verimliligini arttirmak için tirlarin mal götürdügü yerden hiçbir zaman bos dönmemesi inanilmaz boyutta verimlilik artisi saglar. Ayrica internet varken bunlarin ayarlanmasi çok kolaydir. Üretimde atiklari indirgemek ve yeniden dönüstürülebilir malzeme kullanmak gibi kaynak verimliligini arttirici yeni düzenlemeler yeni bir sanayi devrimi baslatacaktir. Ekolojik binalarin en önemli özelligi kisin sicak yazin serin olmalaridir. Yeraltindaki isi degisiminden yararlanarak, termal enerji kullanarak, isi yalitimiyla enerji tasarrufu mümkündür. Gereksiz yere kaynak tüketip çevreye zarar veren klima kullaniminin yüzyilin ortasina kadar artarak sürecegi tahmin edilmektedir. Çin ve Hindistan’da fazla enerji harcamadan serinleme yöntemleri üzerine ugras verilmektedir. Kaynak tasarrufu saglayacak pratik zeka Amerikan yasam tarzini karsilayamayacak ülkelerdeki genç beyinlerden çikacaktir.
Yeni tekonolojiyle birlikte insanligin on kat daha fazla gelisme firsati yakalayabilecegini kaydeden arastirmalara göre bu gidisle kaynak kullanimini yariya indirmek yeterli olmayacaktir. Çogu kaynak için kullanimi çeyregine indirgemek gerekmektedir. En önemlisi de devlet politikalarinin, sübvansiyon ve vergi yapilanmalarinin önemli ölçüde degismesi gerekir. Ayrica Dünya Bankasi, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlarin da yeniden yapilanmasi faydali olacaktir. Kuruluslarin kaynaklarin küresel anlamda uzun vadeli kullanimi için finansal açidan tesvik olmalari esastir. Kaynak verimliligini arttirici süreçler is dünyasi açisindan yepyeni firsatlar yaratacaktir. Birçok Avrupa ülkesi kaynak kullanimini indirgeyerek on kat gelismeyi stratejik anlamda benimseyerek küçük ve orta ölçekli isletmelere ekolojik açidan akilli ürünlerin tasarlanmasi yönünde bilgilendirme kampanyalari hazirlamaktadir. Ne yazik ki su anda tüm dünyada devlet düzenlemelerinin çogu kaynak verimliliginin tersini tesvik etmektedir. Ormanlari kesenlere vergi indirimi uygulanmaktadir. Tarim ilaçlarinin asiri kullanimi için sübvansiyonlar verilmektedir. Elektrik, dogalgaz ve su tedarikçi sirketleri kullanilan degil bosa harcanan kaynaklar üzerinden para kazanmaktadir. Hâlbuki eko-refahla örtüsen istidada ulasmamizi saglayacak olan gelecegin gelismis dünyasi günümüz hükümetlerinin düzenlemelerinin ortadan kalkacagi bir düzen gerektirir. Ingiltere’de Viktorya döneminde buhar makinesinden elektrige geçiste oldugu gibi 21.yy da yekpare merkezi tesislerin geride birakildigi, müsterilerin bilgi-insiyatif iletisim aglari sayesinde etkin bir biçimde hizmet aldigi bir döneme geçis olacaktir. Birbirinden bagimsiz ve asiri yararli kosullar kalkinmayi saglayabilir. 21.yy Dönüsümüyle ilgili heyecan ve girisimcilik gelismekte olan ülkelerin gençliginde giderek artan öfke ve tedirginligin alternatifi olabilir. Bati dünyasi demokrasi ve açik pazarlari tesvik ederken gençlerin fikirlerini hayata geçirmelerine destek olmalari, ufak bir kafeteryadan küçük bir yazilim sirketine kadar açmak istedikleri isletmelere sermaye saglamalari gerekmektedir. Bu Gelismekte olan ve Üçüncü Dünya ülkelerinde büyük bir atilim yasanmasini saglar. Dagitilmis insiyatif yayginlasacaktir ve küresel hale gelmelidir. Dönüsüm neslinin 21.yy’in anlamini kavrayacak sekilde egitilmesi ve enerji ve heveslerini 21.yy Dönüsümünü saglamaya yönlendirmeleri gerekir.
SIRKETLERIN HAYATI ROLÜ: Sirketler büyük ya da küçük olsun isleri yoluna koymada en etkin örgütlerdir. Hedef koyan devletlerdir ancak uygulamaya geçen sirketlerdir. Günümüzdeki yanlis gidisati düzeltmek için çok para gerekmektedir. Bu paranin büyük kisminin kar getiren kurumsal firsatlardan gelmesi muhtemeldir. Iklim degisikligini azaltmak için yeni tip arabalar, yeni enerji ve insaat yöntemleri gibi. Sirketlerin dünya isleriyle daha çok ilgilenmesini, sorumluluk üstlenmesini ve bahsettigimiz küresel sorunlara çözüm getirecek yöntemler bulmasinin saglanmasi hayati önem tasimaktadir. Çünkü günümüzde Dünya Bankasi, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluslari manipüle etmeyi çok iyi beceren sirketler bu kuruluslarin küresel gereksinimlerden ziyade kurumsal gereksinimleri desteklemeye meyillenmesine neden olmaktadir. Sirketler dünyanin baska bir yerinde kazandiklari parayi kendi ülkelerine tasir ve bunlar genelde zaten zengin ülkelerdir. Yoksul ülkelere yapilan yardimlar çok yetersizdir. Oysa ki çok uluslu sirketlerden aldiklari yatirimlar yüksektir. Dünyanin en büyük 500 sirketi yurtdisina yapilan dünya yatirimlarinin %90’ina esdegerdir. Aslinda hükümetlerin yoksul ülkelere yaptigi yardimlarin kat kat fazlasi bu ülkelerin ihraç mali satmasiyla elde edilebilir. Bu yüzden zengin ülkelerin diger ülkelerin ticaretlerini gelistirmesini desteklemek yapacaklari en dogru seydir. En büyük 200 sirket dünyanin GSYIH’sinin %30’unu olusturur. Fakat istihdam ettikleri insan sayisi 19 milyondur. Hindistan’da teknoloji sektörü gelismektedir ama 1.1 milyar nüfuslu ülkede sektör tarfindan istihdam edilenler sadece 2 milyon kisidir. Toplumda büyük planlama gerektiren islevler devletlerden sirketlere kaymaktadir. Küresel sirketlerin en iyileri dünya vatandaslarinin istegine göre degil küresel kazanci azami derecede arttiran saglam mekanizmalarla hareket eden küresel örgütlere dönüsmektedir. Gizli stratejileri olabilir. Toplu olarak büyük finansal güce sahip olan ancak demokratik olmayan organizmalara dönüsmektedirler. Örnegin petrol endüstrisi birkaç ülke disinda dünyadaki tüm ülkelerden daha büyüktür. Aslinda kurumsal kazancin ülkelerin GSYIH’yla karsilastirilmasi yanlistir. General Motors’un kazanci Danimarka’nin GSYIH’sindan büyüktür ama GM’de çalisanlarin sayisi ve maas toplami Danimarka’daki isçilerden ve maaslarinin toplamindan çok daha azdir. Sirketlerin gücüyle devletlerin gücünü karsilastirmak da yanlis olur. Kurumsal sirketler kar, büyüme, devamlilik, rekabet ve küresel yönetimle ilgili karmasik sorunlarla mesgul olur. Hükümetin mücadele ettigi sosyal ve kültürel konularda, egitim, sosyal saglik, güvenlik, savunma ve ekonomi disi alanlarla anlamli bir sekilde ugrasamayacak kadar mesguldürler. Fakat gelismis ekonomilerde kurumsal sirketler insanlarin hayatinda hükümetlerden daha etkili hale gelmistir. Mal tedarikçisi ve istihdam saglayan kurum sirketlerdir ve nereye fabrika, magaza, egitim-arastirma merkezi açacaklarina kendileri karar verir. Beyin göçüne neden olabilir, yönetim kurulu karariyla bir ülkedeki tüm faaliyeti durdurmayi seçebilirler. Sirketler maliyeti düsürmek, yeni teknoloji üretmeye çabalar. Rekabeti etkin kilmak için bagimsiz denetleme ve sirketi mali durumu ile ilgili bilgilerin satilmasini önleyici düzenlemelerin yaninda tröst kurmayi önleyici yasalar ve is yapilan alana uygun kurallar gerekir. Sirketlerin fazlasiyla güçlenmesine karsi duyulan endisenin tekelciligin engellenmesi üzerine yogunlasmasi gerekmektedir. Küresellesme tekellesme tehditini indirgemektedir çünkü dünyanin bambaska bir ucundan yeni fikirler çikabilir. Rekabet bir anlamda sirketlerin tetikte olmasini saglar. Çok sayida sirket müsteri memnuniyeti için ugrasir. Iyiler büyür, kötüler eriyip gider. Sirketler rekabet dürtüsüyle çalismaya devam ederken genelde rekabetçi olmayan devlet yapilari verimliligi düsük sekilde hareket eder. Bahsedilen küresel sorunlarin çözümü için devlet, sirketler ve toplum açisindan kurumsal engellerin ortadan kaldirilmasi gerekmektedir. Üniversitelerin iyi ögrencileri bünyesine çekmeye çalismasi gibi kar amaci gütmeyen bir rekabet anlayisinin geçerli hale gelmesi gerekir. Basarinin ölçümü için çoklu kriterler yaratilabilir. Iyi islemeyen sirketlerin etkisi azaltilabilir. Mükemmel olmak için yapilan rekabet çok enteresan sonuçlar dogurabilir. Müsteriler ve yatirimcilar paralarini dogru davranislar sergileyen sirketlere vermeyi seçecektir.
Su anda bile kurumsal sirketlerin sürdürülebilir kalkinma ve çevreyi koruma açisindan degerlendirilmeye basladigini görmekteyiz. 60’li 70’li yillarin çiçek çocuklari meslek hayatlarinda büyük paralar kazanip orta yasli isadamlari olduklarinda borsada hisse almaya basladilar ve tek düsündükleri çevreyi kirletmeye insan sagligina zarar vermeyen sirketlere yatirim yapmak oldu. Dolayisiyla 1990’dan itibaren yeni fonlar ortaya çikmaya basladi. Sosyal Sorumluluk Yatirimlari ortalama fonlardan daha fazla deger kazanmaya baslayinca Wall Street’in genel bakisi degisti. Bu fonlara yapilan yatirim 1999’da 3 trilyon dolari bulurken 2003 yilinda ABD’de 200 sosyal sorumluluk yatirimi gerçeklesti. 90’larin basinda, ekolojik etkinlik üzerine yogunlasan Dünya Sürdürülebilir Kalkinma Is Konseyi WBCSD küresel piyasa liderleri sirketlerden 48 CEO’nun üyeligiyle Isviçreli milyarder Stephan Schmidheiny tarafindan kuruldu. Sürdürülebilir kalkinmaya yönelik degisimi saglayacak idari beceri ve liderlik kabiliyetini ve ekolojik, yenilikçi ve sorumluluk sahibi girisimciligi tesvik amaci güden konsey bu yönde çalismalar yayinlamakta ve is dünyasindaki etkisini giderek arttirmakta. Örnegin 2006 yilinda General Electric firmasi, dünya çapindaki tüm sirket yöneticilerinin, sirketin gezegen üzerindeki etkisinden de sorumlu tutulacaklarina dair bir bildirge yayinlamistir. Bu kökten bir degisimin baslangici olabilir. Sirketlerin çevreye ve kültüre duyarlilik açisindan sorumluluk almalari gerekmektedir. Is dünyasinin çevreye olan etkisi muazzamdir ve genel tutumunu etkileyecek yollar bulunmalidir. Sirketlerin karbon salinimi, çevreye verdikleri zararlarin ölçülmesine ve sinirlandirilmasina yönelik uygulamalar gerektirir. Uygun ölçümler ve raporlamalar yapildigi takdirde yatirimcilar paralarini nereye koyacaklarina gezegene verilen zarari gözönünde bulundurarak karar verebilir. Sirketler hissedarlarina göre tepki verdiginden borsa degerleri ve pazar sermayelerinin etkilenmemesi için isletmeler çevre dostu davranmak zorunda kalacaktir. Sirketin itibari yönetimin kritik esaslarindan biri olacaktir. Yatirimcilarin 21.yy sorunlarinin çözümüne destek olan firmalara yatirim yapabilmesinin saglanmasi potansiyel bir manivela etkisidir. Özel sektör 21.yy Dönüsümünün lokomotiflerinden olacak gibi görünmektedir. Trilyonlarca dolar degerinde mal ve hizmet üretilmesi gerekecektir. Is dünyasinin çevreye karsi dogru davranmasini saglayacak mekanizmalarin olusturulmasi gereklidir ve bu mümkündür.
KÜLTÜR ÇATISMASI
Dünya üzerinde birbirinden farkli kültürler vardir ve simdi kültürel karsilasmalar tarihte herhangi bir çagda oldugundan çok daha sik ve heryerde yasanmaktadir. Küresel ticaret, sinema-televizyon ve internet seks ve siddet üzerine rekabet etmektedir. Tamamen zit kültürler karsi karsiya gelmektedir. Bir yandan da bu karsilasma gezegeni tehdit etmektedir. Yogun degisim baskisi altindaki kültürler köktendinci kültürlerin degisime direnciyle karsilasmaktadir. Insanlar yavas yavas kültürel bariyer olarak degerlendirilen unsurlarin arasinda seffaflik olmasi fikrine alisacaktir. Dünyanin küresel bir köye dönüstügü inanci çok yanlistir. Çünkü ufak bir köyde herkes ayni ortak kültürü paylasir. Oysa küresellesmeyle çok sayida zit kültür yan yana var olmak durumundadir. Bu durum Marakes’te güneslenen üstsüz Avrupali kadinlarin yan taraftaki caminin minaresinden ezan okuyan müezzinin görüs alanina girmesine benzer. Sonuçta dünya çapinda internet kullaniminin herkesin inanç sisteminin ayni olmasini saglamaz. Insanlar global medya sayesinde yakinlastikça ne kadar farkli olduklarini fark eder. Hâlbuki medya aslinda iliskiyi bozmaktadir çünkü kurulan iliski birebir, akliselim karsilikli diyalogdan olusan bir iliski degildir. Hollywood filmleri veya reklamlar üzerindendir. Aslina bakilirsa Islam ülkelerinde yasayan kadinlarin Batili kadinlar ve erkekler hakkindaki görüsleri, satislarini arttirmak için cinselligi kullanan satafatli dergilerde gördükleriyle sinirlidir. Farkli fikirlerin bir arada olmasi ve görünür hale gelmesi artarak devam edecektir. Her seye meydan okunan, her seyin yeniden icat edildigi bir çagdayiz. Sömürgeci devlet baskanlari devrildi, Mao döneminde devlet tekelinde olan Çin ekonomisi çok ortakli atilimlara yöneldi, Islam dünyasinda kadinlar haklarini aramaya basladi; Bati dünyasinda kadinlar erkekler gibi üst düzey yönetici olmak için kollari sivadi. Batili tüketim anlayisi ve popüler kültür giderek yayginlastigi halde toplumlarin temel inançlarinda çok az degisiklik vardir. Özgürlüge alisik olmayan insanlara özgürlük zor gelir, çünkü ne yapacaklarinin söylenmesini isterler. Ne yapacaklarini söyleyen biri yoksa kafalari karisir ve tuhaf fikirler gelistirme olasiliklari artar. Sonuçta kültür farklari asilacaktir fakat o zamana kadar karsit fikirler birbirini harekete geçirdigi gibi düsmanlik da yaratacaktir.
Önümüzdeki dönem, dinler ve kültürler arasi çatismalarin artacagi en zorlu dönemdir. Ne yazik ki bazi fanatikler dinlerinin siddeti ve katletmeyi bagisladigini sanmaktadir. Ayni hatayi Hristiyanlar Ispanyol Engizisyonu döneminde yapmistir. Ayrimciligin asilabilmesi için insanlarin egitilmesi, farkli uygarliklar hakkinda bilgilendirilmesi gereklidir. Bati uygarligini Karanlik Çag’dan çikaran Araplardan gelen bilgidir. Islam dünyasinin da bir Rönesans geçirmesi mümkün olabilir. Katar emiri esiyle birlikte çokuluslu bir üniversite kampüsü kurarak bilimsel egitim verilmesini saglamistir. Bu Bati dünyasini hor gören ve kültürel yozlasma yarattigini düsünen muhafazakâr Islam toplumu bakisiyla örtüsmemektedir. Küresel bütünlesmeyi saglayacak bir egitim anlayisinin benimsenmesi gerekir. Toplumlara özellikle gençlere farkli kültürlerin birlikte var olabilecegi asilanmalidir. Her ülkede egitimin temeli önce evrensellik olmali; ardindan farkli dünya kültürleri ve yerel kültürler ögretilmelidir. Insanlari ayiran özelliklerin degil birlestiren seylerin vurgulanmasi gerekmektedir. Egitimin tek tarafli olmamasi ve gençlere sovenizmin yanlis oldugu ve farkli dinlere karsi kiskirtici olmamalari ögretilmelidir. Dünyanin hem biyoçesitlilige hem de kültürel çesitlilige ihtiyaci vardir. Çatismaya düsen uluslarin baris çözümleri bulmasini saglamak ve tüm kültürler, uluslar ve medeniyetler arasinda ortak degerler yaratilmasi gerekmektedir. Nükleer ve biyolojik silahlarin oldugu bir dünyada artik dinler arasi bir savasi kiskirtabilecek unsurlarin ortadan kaldirilmasi gereklidir ve bu ancak egitimle mümkündür.
Zorluk medeniyetler arasinda terörizme karsi savasin olmasini engellemeye yetecek karsilikli anlayisi gelistirmektedir. Dünyada basarili ülkelerin yarattigi kirlilik ve iklim degisiminin zorluklariyla basarisiz ülkeler de yüzlesmek zorunda kalacaktir. Bu da aralarinda yogun bir gerilim olusmasini saglayacaktir. Bu gerilimin azalmasi için özellikle çocuklarin ve gençlerin egitilmesi gerekir. Çokkültürlü hosgörü ve sayginin benimsetilmesi, egitimin dünya vatandaslari yaratmasi saglanmalidir. Kültürler ve medeniyetler arasi nefreti yoketmek için farkli kültürlerin sanat, edebiyat, tiyatro, sinema ve diger kaynaklarinin tanitilmasi, küresel anlamda paylasilmasi gerekir. Ortak çikarlara yönelik ortak ilkeler belirleyebilirsek kültürel çesitliligi koruyarak baris içinde yasayabiliriz. 2050’ye gelindiginde insanlar artik farkli kültürlere alismis olacak ve nükleer ve biyolojik silahlarin oldugu 21.yy’da çarpismanin iyi bir fikir olmadigini gayet iyi anlamis olacaklar. En önemlisi de dinler arasi düsmanligi önlemek çünkü kültürel karsilasmalarin hala sasirtici ve alisilmamis oldugu, terörist saldirilarin devam ettigi yakin dönemde insanligin sonunu getirebilecek herhangi bir savasi göze alamayiz. Ulvi peygamberlerin ögretileri adina baslatilan bir savasin yeryüzünden insan uygarligini silmesi insanlik tarihindeki en büyük tezat olur. Müslümanlar ve Hristiyanlar arasinda saygi ve kültürlerarasi diyalog olusturacak egitimi vermek için yeterince ugrasirsak kendi elimizle getirdigimiz felaketi önleyebiliriz.
21.yy’da güvenlik iyice arttirilacak hatta teröristlerden korunmak için büyük sehirlerde is dünyasi ve turistler için güvenlik koridorlari olusturulacak. Fakat dünyanin çogu güvenli alanlarin disinda kalacaktir. Dogal kaynaklar ciddi oranlarda azalip talep arttikça gerginlik de artacaktir. Terörist örgütler yoksul ülkelerin refah içinde modern hayatlar süren uluslara olan hincini körükleyerek bundan beslenecektir. Teröristlerden korunmak için alinan önlemler özel hayati sekteye ugratabilir bu yüzden kanunlarin mahremiyete saygili bir biçimde olusturulmasi gerekmektedir. Derinlikli bir savunma için asagidaki asamalar elzemdir:
¾    Terörist olma nedenleri ortadan kaldirilmalidir.
¾    Uluslararasi istihbarat ajanslarinca isbirligi içinde potansiyel teröristleri ve yasadisi örgütleri destekleyen para akisi durdurulmalidir.
¾    Tehlikeli teknolojilerin teröristlerin eline geçme ihtimali tamamen ortadan kaldirilmalidir. Bunlara nükleer silah yapiminda kullanilan uranyum ve biyojik silah olarak kullanilabilecek çiçek virüsü gibi patojenler dahildir.
¾    Ulusal düzeyde sinirlarin, limanlarin, havaalanlarinin güvenlikli hale getirilmesi ve esasli denetlemelerle patlayici maddelerin tasinmasi zorlastirilmalidir.
¾    Elektronik gözetleme araciligiyla süpheliler tespit edilerek eylem olmadan önlem alinmalidir.
¾    Herhangi bir saldiriya yönelik olarak tibbi yardim ve kan ünitelerinin sürekli hazir edilmesi ve acil durumda mümkün oldugunca fazla insanin hayatini kurtaracak sekilde hazirlikli olunmasi gerekir.
¾    Herhangi bir saldiri durumunda uluslararasi istihbarat paylasimina gidilerek suçlular ve yandaslarinin izi sürülmelidir.
Savunma hedeflerinden ilki en zorlayici olanidir. El Kaide gibi ciddi terörist örgütleri internette yeni üye toplamak için çagri yapmaktadir. Irak’ta, Israil’de Müslümanlara yapilan zulmü gösteren video kayitlariyla internetten ulasilabilen Usame bin Ladin’in söylemi genç Müslümanlari etkisi altina alacak kadar ikna edicidir. Allah’in Islam’in asagilanmasina son vermeleri için onlari yardima çagirdigini belirtmektedir. Teknoloji ilerledikçe potansiyel gönüllülerin de sayisi artacaktir. Gençlerin terörist olmayi; radikal Müslümanlarin Bati dünyasina saldirmayi isteme sebeplerinin ortadan kaldirilmasi gerekmektedir. Dünya gençligi, Amerika ve Bati dünyasini yasamda firsatlar sunan, girisimciligi destekleyen, egitim imkanlari, mikro-krediler ve risk sermayesi saglayanlar olarak algilamalidir. Bunun için de Amerika ve diger zengin ülkeler dünyanin geri kalaninin kalkinmasi için büyük çaba harcamali ve felaket zamaninda yeterli miktarda insani yardim ve finansal destegi esirgememelidir. Raporlar ulusal/yerel terör olaylarinin uluslararasi terör olaylarindan çok daha fazla sayida oldugunu göstermektedir. Terörizmi olusturanin yoksulluk oldugu düsünülse de en yoksul ülkelerde teröre rastlanmaz. Politik özgürlügün üst düzeyde oldugu toplumlarda ise terör düzeyi düsüktür. Aslinda terörizm degisimin olasi görüldügü yerlerde ortaya çikmaktadir. Demokrasiye geçis dönemi tehlikeli bir dönem olabilir. Despot rejimlerden demokrasiye geçildigi zamanlarda terör olaylarinin iyice azdigi bir gerçektir. Nükleer terörizmin önüne geçmek için teröristlerin uranyum gibi maddeleri çalmalari, karaborsa veya örgüte sempati duyan bir devletin yardimiyla ele geçirmeleri engellenmelidir. Biyolojik terörizm olasiligini azaltmak için tüm devletlerin ortak hareket ederek yaptirimi yüksek bir anlasma imzalamasi ve bulasici bir salginin havada tespit edilmesini saglayan aygitlarin küresel olarak kullanilmasi için çaba göstermesi sarttir.
21.yy ilerledikçe bilgisayarlar, gözetleme aygitlari, sensörler etrafimizi saracaktir. Insan zekasi ve bilgisayar zekasi olasi saldirilari önlemek üzere birlikte çalisacaktir. Çipli pasaportlar, pasaport yerine geçen güvenlik bilezikleri vs. gibi aygitlar vatandaslarin ayni anda her yerden izlenebilmesine imkan verecektir. Mahremiyetin korunabilmesi için kanunlarin simdiden baslanarak uygun sekilde düzenlenmesi gerekmektedir.
SENARYOLAR
Gelecegin neler getirebilecegini görmek için belli basli birkaç senaryo planlamasina ihtiyacimiz var. Bunu yapabilmek için de öncelikle dünya ülkelerini ayiran kategorileri yeniden tanimlamak gerektigine inaniyorum.
Birinci Dünya: Batili ülkeler, Japonya, Yeni Zelanda ve Avustralya gibi sanayilesmis zengin uluslar. Dogum oranlarinin çok düsük oldugu bu ülkelerin toplam nüfusu1 milyar civarinda.
Ikinci Dünya: Birinci Dünya seviyesine erismek için coskuyla ve gayretle ugrasan uluslar. En büyük örnekleri Çin ve Hindistan. Zenginlestikçe yasam tarzlari Batidan farkli olabilecek bu ülkelerin nüfusu 3 milyar civarinda.
Üçüncü Dünya: Çoktandir Üçüncü Dünya ülkeleri olarak adlandirilan gelismekte olan ülkeler. Yüzyil ortasinda toplam nüfuslari 3 milyara ulasabilir.
Dördüncü Dünya: Kalkinma merdiveninin ilk basamagina gelmeleri bile imkânsiz görünen yoksul ve yoksun ülkeler. Yüzyil ortasina kadar nüfuslari 2 milyari bulabilir.
1.Senaryo – Amerika Kalesi: Amerika’nin tek mantikli politikasi gelecek ne getirirse getirsin kendini emniyete almaktir. Dünyanin en güçlü ülkesi olduklarini ileri süren Amerikan Ulusal Savunma Stratejisi bu sekilde kalmaya niyetli olduklarinin da altini çizer. Küresel liderligi sayesinde küresel hakimiyet ve güvenligi saglamasi gerektigini vurgular. Yapilan açiklamalarda tarihsel öncü rolünü üstlenerek demokratik yönetim, ifade ve düsünce özgürlügü, serbest ticaret, insan haklari ve ekonomik iyilesmeyi yayginlastirmayi hedefledigi belirtilmistir. Amerikan devleti savunmasini meydan okunamayacak hale getirmeye çalismaktadir. Serbest piyasa ve serbest ticaret sayesinde küresel ekonomik gelisme yasanacagini dolayisiyla da demokratik ve bolluga kavusan ülkelerin savasma olasiliginin düsecegini ileri sürmektedir. Eskiden ordularin elinde olan silahlara simdi terörist bir grubun ya da bir manyagin ulasabilmesi mümkündür. Küresel gerginlik arttikça bu ihtimal de artacaktir. ABD’nin Kyoto Protokolünü, mayinlarla, denizlerle, nükleer silahlarla ilgili birçok önemli uluslararasi anlasmayi imzalamamasi Amerika Kalesi anlayisinin ABD’nin tek basina ilerlemeye hazir oldugunu göstermektedir.
2.Senaryo – Güçlü Uluslar Kulubü: Amerika’nin dünya üzerindeki hakimiyeti eski Roma veya Britanya Imparatorlugundaki kadar uzun vadeli olmayacaktir. Hizla gelisen Çin etkisini arttirmaktadir. 20 yil sonra Hindistan’in nüfusu Çin’i geçecek ve GSYIH’si süratle yükselecektir. Diger ülkelerin Amerikan Kalesi’ne karsi koymalari kaçinilmazdir. Çin Kalesi, Avrupa Kalesi, Hindistan Kalesi ve Japon Kalesi de olusabilir. Hepsi de enerjik ticaret ortaklari olacaktir. Gelecekteki silahlar çok korkunç olacagindan bu kale ülkeleri, birbiriyle savasa girmekten kaçinmalari gerektiginin farkinda olarak istihbarat paylasacak ve karsilikli olarak terörizm tehditinden kendilerini koruyacaktir. Siyasetçiler, fayda-maliyet hesabi yapinca herhangi bir nükleer veya biyolojik savasa degecek politik bir neden olamayacaginin farkina varacaktir. Savasin engellenmesi baslica akademik alanlardan biri haline gelecektir. Amerikan Kalesi senaryosundaki gibi Güçlü Uluslar Klubü de iyi savunulan, kendi kendine yetebilen durumda ve refah içinde olacagindan gelecekte ne olursa olsun kendilerini korumayi garantilemis olacaklardir. 11 Eylül’den sonra terörizme karsi birlesen devletler Irak Savasi’yla ayri düsmüstür. Eninde sonunda olma ihtimali yüksek olan kitle imha silahlariyla yapilacak bir terör saldirisindan sonra yasanacak travma güçlü uluslarin güçlerini birlestirip bir daha böyle bir facia yasanmamasini saglamak adina yogun gayret göstermelerine neden olacaktir. Güçlü Uluslar Kulübüne üye ülkeler Birinci ve Ikinci Dünya ülkelerini kapsayabilir. Gelismis teknolojiyle birbirlerine bagli bilgisayar sistemleriyle isleyeceklerdir. Mesela Brezilya ve Meksika gibi sanayilesmis Üçüncü Dünya ülkeleri kulübe katilmak için yarisacaktir. Iyimser bir senaryoda kulubün üye ülkelerinin nüfusu 4 milyari geçebilir. Fakir ülkelere bugün oldugu gibi ufak miktarda yardim yapmaya devam edebilirler. Su anda Çin’in Afrika’ya yardim gönderdigini düsünmek çok güçtür ancak zaman degismektedir. Tipki bugünkü gibi yoksul ülkelerdeki vahim durumun kendilerini ilgilendirmedigini söyleyenler çikacaktir. Ya da bazilari fakirlik sorununun çözümsüzlügüne inanmis olacaktir. Fakir ülkelerdeki nüfus artisi nedeniyle yardimi haketmediklerini düsünüp az da olsa yapilan yardimlara öfkelenenler olacaktir. Öncelikle bunun bir insanlik sorunu oldugu bilincine varilmasi ve birileri asiri tükettigi için baska birilerinin aç kaldiginin idrak edilmesi gereklidir.
3.Senaryo- Triaj: Hastanelerde yeterli sayida yatak olmadiginda iyilesme ihtimali yüksek olan hastalara öncelik taninir. Uluslar için böyle bir terim alenen kullanilmasa da gidisat, zihniyet degismedikçe benzer bir sistemin geçerli olabilecegini isaret etmektedir. Kasitli olarak hazirlanmis bir plan olmasa da uygulanmak zorunda kalincagi bir gün gelebilir. 21.yy’in ilk yarisinda dünya ekonomisi yedi kat büyüyebilir. Güçlü uluslar gida fazlasini alacak imkana sahip olsa da kitlik ve talep artisi gida fiyatlarini iki, üç katina çikaracaktir. Fakir insanlarin çogu gecekondu mahallelerinde yasamaktadir. Dolayisiyla köylerde oldugu gibi kendi yiyeceklerini yetistirme imkanlari olmadigindan islevini kaybetmis devletlerinin merhametine kalmislardir. Zaten fakir ülkelerde tarim kapasitesi giderek düsmektedir. Iklim degisikligi, küresel isinma ve su kaynaklarinin tükenmesi gida üretimini büyük çapta azaltacaktir. Dolayisiyla kanyonun diger tarafina hasar görmeden geçmis olmamiz bazi devlet yetkililerine göre imkansiz görünmektedir. Tüketim toplumu küresellestikçe beslenme aliskanliklari da degisecek bu da kitligi hizlandiracaktir. Eger piyasaya birakilirsa gida fiyatlari çok yükselir ve açlik piyasa güçlerinin yan ürünü haline gelebilir. Bunu engellemek için dünyanin veya Güçlü Uluslarin gida rezervi olusturmak için yeterli parayi saglamalari gereklidir. Kalabalik ülkelerin kendi vatandaslarini doyurmakta zorlanacaklari için bunu yapma imkani yoktur. Çin ve Hindistan’in toplam nüfusunun 20 yil içinde 2,6 milyari bulacagi öngörülmektedir. Bu yüzden yoksul ülkeleri umursamayabilirler. Su anda sahip oldugumuz zenginlik ve teknoloji asiri fakirligi sona erdirmemizi saglayacak imkani vermektedir. Fakat yoksul ülkelere maddi destek yaninda idari açidan gereken resmi kalkinma destegi verilmelidir. Bazi fakir ülkelerdeki yönetim o kadar yozlasmistir ki amaçlanan hedeflere ulasmak çok zordur. Aslinda planlar dürüstçe uygulanabilirse yoksul ülkelerde kalkinma saglamak mümkündür. Dünyaya zarar veren ve gittikçe kötüye giden bu durumu degistirmek için Birinci Dünya’nin GSYIH’sinin %0,7’sini fakir ülkelere ayirmasi sorunu çözecektir. Oysa günümüzde yapilan yardimlar %0,2’den azdir. Zengin ülkelerin yoksullara yardim etmesi ahlaki açidan sorgulanabilecek bir konu degildir. Yüzyil ilerledikçe Dördüncü Dünya diye bir kategorinin kalmamasi hedeflenmelidir. Kapsamli egitim, düzgün tarim, gida güvenligi, girisimcilik, uluslararasi ticaret imkanlarinin olusturulmasi ve ölü sermayenin diriltilmesi zorunludur. Triaj senaryosunda asiri fakir ülkelerin gözden çikarilmasi sözkonusu olabilir. Gelismesi mümkün görünmeyenlere yapilan yardimlar kesilebilir. Örnegin herhangi bir salgin hastalik durumunda yeterli miktarda asi üretilmesi imkansizdir ve bu teknolojiye sahip ülkeler gelismis ülkeler olacaktir. Dördüncü Dünyanin halini degistirmeye yönelik çabalar bugünkü kadar yetersiz kalirsa kanyondan geçiste insanligi kurtarma operasyonlarimiz etkisini kaybedecektir.
4. Senaryo - Sevecen Dünya: Güçlü Uluslar Kulubü ve çesitli kale ülkelerine dair senaryolarin sorunu dünyanin yoksul ve cahil bölgelerinin siddete yönelmesine yol açacak olmalaridir. Güçlü uluslar kale gibi korunan yerlere dönüsüp giderek daha da zenginlestikçe dünyanin geri kalaninda, umutsuzca hayatlarini degistirmek isteyen gençlerin sayilari, öfke ve hinçlari artacaktir. Cihat savunuculari Dördüncü Dünya’dan kendilerine pek çok yandas çekecektir. Yoksul ülkelerde Islamin asiri uç görüsleri ögretilmekte ve yayginlasmaktadir. Dünyayi kafirler ve müslümanlar olarak ayiran bu kesim ölümüne savasmaya hazirdir. 2045’e kadar güçlü uluslarin nüfusu 4-5 milyari bulacak bir o kadar insan da bunun disinda kalmis olacaktir. Bu yüzden en iyi senaryo, egitim ve paylasimla dünyanin sevecen bir hale dönüstürülmesi olacaktir. Birinci Dünya’nin Dördüncü Dünyada yasayan çocuk ve gençlere yeterli beslenme, düzenli egitim, saglik, temiz içme suyu ve is imkani gibi temel ihtiyaçlari saglamasi gerekmektedir. “Tüm insanlar birdir” görüsü ve dünyanin birlik olmasi yönündeki anlayis giderek taraftar kazanmaktadir. Insanligin acinacak halini düzeltmek için yoksul ülkelere yapilan yardim 2-3 katina çikarilabilir; egitim ve idari yöntemlere kolayca odaklanilabilir. Okur-yazarlik oraninin arttirilmasi gibi maliyeti düsük manivela etkilerinin yoksul ülkelerin kalkinmasinda büyük rol oynayacagi asikardir. Sivil Toplum Örgütlerinin çalismalariyla birlikte özel sektörün yoksul ülkelere kaydirabilecegi yatirimlar ve sosyal sorumluluk projeleri umut vaat etmektedir. Uganda-Japonya, Almanya-Namibya örneklerinde oldugu gibi gelismis ülkelerle yoksul ülkeler arasindaki ortakliklar çok büyük yarar saglamaktadir. Avrupali ülkeler arasinda Afrikali ortaklar edinme yönündeki rekabet hissi giderek artacaktir. Güçlü uluslar daha da gelistikçe Dördüncü Dünya’yi kaderine terketmek ahlaki bir yara haline dönüsecektir. Buna yolaçabilecek sebeplerden biri de insanlarin çogunun duygusuzlasmasidir. Tayland veya Arjantin gibi Üçüncü Dünya ülkelerine tatile giden zenginler vardir ama kimsenin aklina turist olarak çok fakir bir ülkeye mesela Angola’ya gitmek gelmez. Egitimli insanlara yapilmasi gerekenin ne oldugunu sordugumuzda hemen hemen hepsi Sevecen Dünya senaryosunu seçecek ancak gerçeklesme ihtimali açisindan çok umutlu olmadiklarini söyleyecektir. Bana kalirsa yüzyilin sonuna dogru sevecen bir dünyaya kavusmus olma olasiligimiz var ancak bu insanoglu büyük çapli kitliklara ve triaj tavrina dehsetli tepkiler verdikten sonra mümkün olabilecek. En dogru senaryo önce felaketi bekleme anlayisindan vazgeçip hemen harekete geçerek insanligi en iyiye tasiyacak asamalari kesfetmemiz olacaktir.
GELECEGIN YÜKSELEN DEGERLERI ve BÜYÜK UYGARLIK
Kanyonun yarattigi travmalar nedeniyle insanlik dünyanin hassasiyetini azaltmak gerektiginin farkina varmis olacak ve 21.yy sorunlariyla basa çikabilecek saglam bir dünya yaratmayi becerebilirsek, bu asir gelecek yüzyillardaki büyük ve görkemli insanlik uygarligina geçis kapisi olacak. Bugün sürekli artmakta olan ciddi sorunlari görmezden geliyoruz. Kamuoyu sorunlar hakkinda yeterli bilgiye ve çözüm bilincine sahip degil. Teknoloji ilerlemekte ama neye ihtiyacimiz oldugunu bilen yok. Eski liderler eski yöntemleri uygulamaya devam etmekte; içi geçmis politikacilar geçerligini yitirmis ideolojilere bagliliklarini sürdürmekte ve bazi devlet yöneticileri ülkelerini mahvetmekte. 20.yy’dan kalma çikarlar ve maddi kazanç ugruna degisime direnen iktidar sahipleriyle isadamlari; yok yere verilen yanlis sübvansiyonlar, sahte bilim ve idari yapida yolsuzluk ve yozlasma gibi olumsuzluklar bizi insanligin potansiyel olarak ulasabilecegi ileri medeniyet seviyesine yaklastiramaz. Modern toplumun sorunlarin farkina varip tüm kaynaklarini çözüme odaklamasi gerekir. Hemen harekete geçip sera gazi artisini azaltmadigimiz için iklim degisikligi geri dönüsü olmayan bir hal alacak, güçlü firtinalar ve isi artislari meydana gelecek, deniz seviyesi yükselecektir. Durum Birinci Dünya Ülkelerinde kontrol edilebilecek derecede olsa da Banglades gibi gelismemis ülkeler feci hasar görecektir. Dünya genelinde terörizm nedeniyle insanlar havayolunu tercih etmemeye baslayacak, aileler görüntülü iletisim aygitlari kullanarak temasta kalacak, yerel organik tarim ürünleri tercih edilecektir. Dogal kaynaklari koruyan bilgisayar insiyatifli sistemler kullanilmaya baslanacaktir.
Kanyon döneminin zorluklari ve teknolojileri tüm endüstrilerin yeniden yapilanmasina yol açacaktir. Büyük çapli yeni pazarlar dogacaktir.
¾    Otomotiv sektörü yakit pillerine yogunlasacak ve arabalar tamamen bastan tasarlanacak.
¾    Elektrik enerji endüstrisi yavas yavas günümüzün kömür ve petrolle çalisan enerji santrallerini yerini alacak ve farkli türlerde karbon olmayan birimlerin dagitimi yapilacak.
¾    Nükleer enerji endüstrisi günümüzün ikinci nesil enerji santrallerini devreden çikarip dördüncü nesil nükleer santraller kuracak ve nükleer silahlarin nükleer enerjiden bütünüyle ayrilmasini garanti altina alacak
¾    “Ekolojik” mimari yasanilasi, yazin serin, kisin sicak kalabilen, enerji etkinligi olan evler tasarlayacak.
¾    Sehirler çevreye uyumlu olarak planlanacak Trafige kapali genis alanlar, yürüyüs yollari, parklar ve bahçelerle çevrili kentlerde ulasim dogrudan alisveris ve eglence merkezlerinin içine girecek.
¾    Saglik hizmetleri önleyici ve rejeneratif tip üzerine yogunlasacak. Insanlarin ömrü uzayacak.
¾    Iletisim endüstrisi fiber optik ve genis bant kablosuz yayinla yeniden yapilanacak
¾    Dünya istihbarat toplumu uyusturucu kullanimi, kara para aklama ve gelismis terörizmle savasmak için küresel çapli bilgisayar donanimli isbirligine gitmek üzere yeniden kesfedilecek
¾    Farmakoloji endüstrisi insan geni bilincine erismis olacak ve herkese farkli ilaç hazirlama yoluna gidilecek
¾    Eglence sektörü maksimum düzeyde kültürel çesitlilige imkan veren yeni teknolojilere sahip olacak ve insanlar istedikleri ürünü yükleyebilecekler.
¾    Dünya çapinda egitim elektronik ve bilgisayar donanimli muazzam kütüphaneler sayesinde aktarilacak
¾    Gida ve tarim-kimya endüstrileri bazi bölgelerde ciddi su sikintisiyla biyoçesitliligi taniyan yeni bir döneme girecek.
¾    Tüm is dünyasi gerçek zamanli küresel ticaret aglari, süper zeki bilgisayarlar ve istisnai beceriye sahip insanlarla yeniden kesfedilecek
¾    Ekolojik refah özlemi kurumsal sirketlere sinirsiz miktarda yeni kazanç imkani yaratacak.
21.yy birbirinden çok farkli yeni uygarliklarin ortaya çikisina sahne olacaktir. 20 yil sonra insan uygarliginin hangi seviyede olmasini bugünden sorgulamazsak geç kalmis oluruz. Farkli kültürlerin birbirlerini saygiyla kabul edip baris içinde yasamasi için bilgelik ve yaraticilik gerekmektedir. 20.yy’daki dünya savaslari nedeniyle iyi insanlar kötü yönetimlerle heba oldugunu unutmamak gerekir. Demokrasi, çocuklarin çalistirilmasina son verilmesi, kadin haklari, güvenli toplumlar yaratilmasina dair adimlar atilmaya baslanmistir ancak insan uygarligini yükseltmek için çok daha fazlasina ihtiyacimiz vardir. Insanlardaki potansiyelin ortaya çikarilmasi gerekmektedir. Ekonomiyi çevrenin altkümesi olarak gören ekonomi uzmanlari aslinda tam tersinin dogru oldugunu kabul etmek zorundadir artik. Öncelikle Batili demokrasi ilkelerini Batili davranisindan ayirmamiz gerekmektedir. Bati toplumlarinda yasanan yozlasmanin demokrasi ilkeleriyle iliskili degil yanlis uygulama ve politikalarla iliskili oldugu unutulmamalidir. Amerika kendi içinde toplumsal bir hastaliga tutulmusken dünyaya demokrasi, özgürlük ve serbest piyasayi yaymaya çalismasi büyük bir tezat olusturmaktadir. Bu toplumsal hastaligin iyilestirilmesi için zihniyetin degistirilmesi gerekmektedir. Amerika’da trafik kazalari, cinayet ve intihar baslica ölüm nedenleridir. Gelismis ülkelerde depresyon ve intihar artmistir. Insanlar zenginlestikçe sikilma ve hayati anlamsiz bulma egilimleri artmistir. Tüketim arttikça stres de artmistir. Halbuki farkli ülkelere egitim veya saglik gönüllüsü olarak gidenler hayati yasamaya deger ve anlamli bulmaktadir. Önceleri teknolojinin daha çok bos zaman saglayacagi düsünülürken toplumun daha çok tüketmeyi seçmesi nedeniyle insanlar tahminlerin çok daha ötesinde çalismak zorunda kalmistir. Isinden baska bir sey düsünemeyen, hayattan zevk alamayan bireyler ortaya çikmistir. Bilimsel ve teknolojik gelismeleri insanlarin daha iyi hissetmeleri ve hayati yasamaya deger kilmak için ne yapilmasi gerektigi sorgulanmalidir. Kötü teknoloji insani saatlerce ugrastirip zaman kaybettirebilir. Berbat televizyon programlari karsisinda zamanimizi bosa harcayabiliriz. Fakat gelecekte bu degisecektir. Günümüzün televizyonu gelecek kusaklara iskence aleti gibi gelecek, insanoglu en degerli sey olan zamani çok daha iyi degerlendirmeyi ögrenecektir. Gelecekte islerin çogunu makineler yapacagina göre insanlarin kendilerini sanata, bilime, felsefeye, spora yönelip ve islerin rahat yürümesi için idari ve siyasi becerilere egilmesi mümkündür. Gelecek toplumunun bos zamaniyla ne yapilacagi hakkinda egitilmesi gerekmektedir. Bu yönde verilecek egitim yasam kalitesini arttirmak için mesleki egitimden çok daha faydali olacaktir. Insanlarin kaliteli bir hayat sürmesi ve sanati takdir edebilmesi için iyi bir egitim almis olmasi gerekir. Tarihte daha önce de oldugu gibi (Rönesans Italyasi, Eski Yunan gibi) insanligin ileri medeniyet seviyesine ulasacagi zamanlarin gelmesi muhtemeldir. Teknoloji sayesinde bu kez ileri medeniyet seviyesinin küresel anlamda yayilmasi ve sürekli olmasi da mümkündür.
Dijital uygarlik küresel olacak ve sürekli büyüyecektir. Yogun miktarda veri ve ürün bombardimanini makul kilmak için etkin kalite kontrol yöntemleri olusturulmasi gereklidir. Su anda bile internette dogru bilgiye ulasma zorlugu ve sanal ortamin çer çöple dolu olmasi, gerekli önlem alinmazsa ileride isin içinden çikilamayacaginin göstergesidir. Devamli olarak bilgi ve ürünleri rafine etme ve gelistirme süreci uygulanmalidir. Yoksa insanlik ileri medeniyete ulasmak yerine aleladelik içinde bogulacaktir. Bilgisayar sistemleri çogalip ucuzladikça paylasilan hizmetler de daha degerli olacaktir. Internet sayesinde egitim imkanlari dijital olarak aktarilabilecektir. Kitaplar baski masrafi olmaksizin dijital ortamda sinirsiz sayida insana ulasabilecektir. Çok sayida veritabani internet ortaminda halka açik ve ücretsiz olarak sunulmaktadir. Dünya sorunlariyla basa çikmasina yardimci olacak birçok araçla donatilili bir hale dönüsmektedir. Örnegin dünya üzerindeki canlilarin gen haritalarinin eklendigi bir veritabani hazirlanmaktadir ve arastirmacilar ve konuya merakli olanlar için internette yayinlanacaktir. Ilkokul düzeyinde egitimden uzmanlasmis arastirma konularina kadar her türlü bilgi, kalite kontrolü yapilmis bir sekilde Internet ortaminda ulasilabilir hale gelecektir. Süper zeki bilgi-islem mekanizmalari olan gelismis bir uygarligin bilgisayar donanimli iletisim agi mümkün olan en iyi egitim modellerine sahip olmalidir. Küresel olarak paylasilan bu ortak bilgi ortami gelecegin büyük eserlerinden biri olacaktir. Gelecek kusaklarca takdir edilecek ve faydalanilacak büyük eser niteliginde baska bir gelisme ise yapay zeka kullaniminin yayginlasmasi ve toplumu kökten degistirmesi olacak. Yapay zekaya yüklenen ve sürekli kendi kendini güncelleyen tibbi bilgi sayesinde insan sagligi adina büyük asamalar kaydedilecek. Sagligimizi nasil koruyacagimizi veya gerçek insan doktora görünmemiz gerekip gerekmedigini danistigimiz doktor makineler, düzenli kontrol için kan testleri yapabilir hale gelecek. Terörizm, Çin tibbi, 12.yy vitray sanati, deri kanseri veya savasa yolaçan dinamikler gibi farkli alanlarda uzmanlasan yapay zekalar küresel iletisim aglarina dogrudan bagli olacaklar ve isadamlarina, yatirimcilara danismanlik yapacak. Hatta öyle ki 20-30 yil sonra dünya ekonomisi su anda petrole bagimli oldugundan daha çok yapay zekaya bagimli olacak. Kendi zekamizi asan bu yapay zekalarla birlikte yasayabilmeyi ögrenmek 21.yy macerasinin en önemli unsurlarindan olacak. Kisisel bilgisayarlar o kadar akilli olacak ki özel bir usak gibi efendisinin ihtiyaçlarina hizmet edecek. Bugün nasil cep telefonu olmadan nasil yasamisiz diyebiliyorsak gelecekte bu özel kisisel bilgisayarlar hayatimizin vazgeçilmezi olacak. Birbirlerine de kablosuz sebekelerle bagli olan bu yapay zekalar insanlarin birbirleriyle saglikli iletisim kurmasini saglayacak, hatta birbirine uygun insanlari biraraya getirecek. Bu durum toplumu bastan asagi degistirecek. Transhümanizm 21.yy’in gelecegi etkileyen büyük çapli gelismelerinden biri olacak. Insan beyninin elektronik baglantilari tamamen çözüldügünde bilgisayarlara baglanarak beynin gelistirilmesi de mümkün olacak. Beyin gelistirme ileri medeniyetin ayrilmaz parçalarindan biri haline gelecek. Insanlar fabrika isletmekten, muhasebe yapmaktan kurtulacagi için zamanlarini yaraticilikla degerlendireceginden yüksek kültüre ulasilacak. Beyni gelistirilmis insanlarla gelistirilmemis insanlar arasinda muazzam bir fark olacagini öngörmek mümkün. Beyin-bilgisayar baglantisinin 21.yy’in en yenilikçi ve dönüstürücü buluslarindan biri olacagi kesin. Bu insanogluna biyolojik islemlerle yari elektronik islemin birarada yapilmasi firsatini verecek. Bu insan ötesi teknolojinin yaratacagi etik sorularin felsefi açidan tartisilmasinin sonu olmayacak. Ancak transhümanizmin ekonomik faydalari yadsinamayacagi için önemli alanlarda dine dayali karsi çikislar görmezden gelinecek. Hinduizm insan ötesi teknolojilere adapte olup Çin dinsel baskiya aldirmazken Bati dünyasinin din baskisiyla gelismelere ayak uydurmamasi söz konusu olamayacagina göre transhümanizme dayali ekonomide yaris doludizgin devam edecek. Hatta Mars’ta koloni kurulmasi insanoglunun hedefleri arasinda olacak. Sürdürülebilirlik adina insanliga olaganüstü bir ders verecek bu projenin 100 yillik bir sürede gerçeklestirilmesi mümkün.
Insanlik uygarliginin yeniden yapilanirken güzellige daha çok önem verecegini umuyorum. Güzel sehirler, güzel bahçeler, güzel sanatlar... Her insan Paris veya Venedik sokaklarinda yürümekten keyif aldigi halde neden düzgün kaldirimi bile olmayan betonarme binalar ve çevreyi kirleten trafikle birlikte yasamak zorunda kalacagimiz sehirler planlaniyor anlamak mümkün degil. Dar çevrelerde de olsa bu anlayisin degismeye basladigina dair sinyaller var. Günümüzde gönlünü çiçek yetistirmeye, bahçe düzenlemeye vermis insanlarin sayisinda 10-20 yil sonra biyoteknoloji sayesinde büyük artis olacagini tahmin etmek zor degil. Eger 21.yy’in zor döneminden sag çikabilirsek gelecekte yerlesimlerin en güzel mimari, en kapsamli yesil alan, açik hava mekanlari, kuslar ve heykellerle dolu parklar için yarisiyor olabilir. Gelecekte güzellik anlayisi olmayan bir toplum uygar sayilmayacak, orasi kesin. Son zamanlarda çesitli ülkelerde katildigim toplantilarda yaptigim arastirmada insanlara düzgün bir hayatta olmasini isteyeceginiz seyler nedir diye sordugumda aldigim cevaplarin hiçbiri de sahip oldugumuz teknolojiyle maliyeti yüksek veya gerçeklesmesi imkansiz seyler degil. Insanlarin arzuladigi yasama kavusabilecegi imkani saglayacak yeni ve müthis bir uygarlik elbette sadece Birinci Dünya’ya yani Gelismis ülkelere mahsus olmayacak. Bugünün Batili ülkelerinde kisi basina düsen GSYIH oranindan çok daha düsük oranlarla ve dogaya ve çevreye çok daha az zarar vererek harikulade bir uygarliga dönüsmemiz mümkün. Asil arzulanan gelecek uygarliklarin farkliliklariyla birbirlerini tanimalari ve kültürel çesitliligin tadini çikarmalaridir. Güçlü bir uygarligin en gelismis teknolojiden yararlanma imkani bulan zengin ülkelerde gelisecegini düsünmek mantikli gelebilir. Ancak bunun tam tersi de mümkün olabilir. Çünkü tüketim toplumunda maddiyata yapilan vurgu ve reklami yapilan yasam tarzlari insanlarin daha çok çalisip daha çok tüketmesine yol açmakta dolayisiyla egitime, ögrenmeye,yaraticilik ve sanata yeteri kadar zaman ayirmamasiyla sonuçlanmaktadir. Digerlerine yetisme baskisi insanlari bunalima sokmaktadir. Bazi Üçüncü Dünya ülkeleri yaratici enerjiye sahiptir ve bu da onlari yogun tüketici toplumlardan bir hayli farkli kilar. Örnegin Brezilya müzik ve dans alaninda bitmek tükenmek bilmeyen bir erkeye sahiptir. Bir zamanlar parmak isirtan bir uygarliga sahip olan Çin’in bundan 20-30 yil sonra nasil bir uygarliga dönüsecegini kestrimek oldukça zor fakat Batili tüketim anlayisini anlamsiz, bozuk, gereksiz pahali, müsrif ve psikolojik açidan yipratici olarak degerlendirmeleri olasidir. Hindistan da çok farkli bir sekilde gelismektedir. Bu baglamda kültürlerarasi anlayisin olusturulmasi için okullarin ve üniversitelerin oynayacagi rol hayati önem tasimaktadir. Çocuklara ve gençlere sürdürülebilirlik üzerine verilen egitim insanogluna yeni kapilar açacaktir. 21.yy’in anlami, zorluklari ve nasil üstesinden gelinebilecegi günümüz gençligine kavratilmalidir.
Eger 21.yy’in getirdiklerini iyi gögüsleyebilir ve akli basinda davranirsak çok daha uzun asirlar insan türünün bu gezegendeki devamliligini garanti altina alabiliriz. Yoksa uygarlik çökecek ve yüzyillarca geri gitmis olacagiz. Kanyonu atlatabilirsek yüzyilin ikinci yarisinda bilim ve iyi egitim sayesinde dogayi istismar etmeden bize sunduklariyla yasamayi ögrenmis olacagimizi umuyorum. Dilerim bunun anlasilmasi için genelde insanliga oldugu gibi önce dehset felaketlerin yasanmasi gerekmez. Kuantum fizigi uzmani Freeman Dyson’in dedigi gibi “yasam sanati yasamin tadini çikarmaktir, her seyi kendine göre düzenlemek degil.”

Benzer Kitaplar