YALNIZ HÜNKAR 2. ABDÜLHAMID

YALNIZ HÜNKAR 2. ABDÜLHAMID

Fevzi BOZKURT
Bilim


Hasan Basri BILGIN tarafindan kaleme alinan  bu kitap kendi deyimi ile 'Edebiyat ile tarihi evlendirerek' eserinde  uydurma kurgu ve hamasetten uzak durmus, gerçek belgelere dayanarak romanini kurgulamistir, güzel bir eser olmus. 

 
Benim bu eserde en çok dikkatimi çeken husus; Abdülhamid'in Devleti rahat yönetmek için her zaman kullanilmaya hazir zayif karakterli insanlari seçti... Ben yakin tarihimizde hatta günümüzde bu söylemi; DÜSÜK PROFILLI BASBAKAN.' seklinde duymuslugum vardi, eminim sizlerde duymusssunuzdur diimi......
 
YALNIZ HÜNKÂR 2. ABDÜLHAMID
 
Abdülhamid; son zamanlarda Imparatorlugun içinde bulundugu ekonomik ve siyasi bunalimdan oldukça rahatsizdi ama elinden bir sey gelmiyordu. Çünkü Imparatorlugu yöneten amcasi Sultan Abdülaziz’di. Abdülhamid bu sikintilari düsünürken birden Dolmabahçe Sarayindan acil bir çagri geldi. Bu çagriyi yapan Valide Pertevniyal Sultan’di. Bu çagriya acil icabet etmek gerekirdi. Abdülhamit acele bir sekilde Dolmabahçe Sarayina dogru yola çikti. Sarayin kapisinda Abdülhamid’i Pertevniyal Sultan karsiladi. Belli ki acil konusulacak konular vardi.  Hemen Hareme girdiler ve Devlet-i Aliyye hakkinda konusmaya basladilar. Pertevniyal Sultan, Sultan Abdülaziz’in Devleti artik idare edemedigini Imparatorluktan bihaber oldugunu ve Saraya çekilip Saraydan disari çikmadigini söyledi.
Abdülhamid “ Veliaht Murat Hazretleri ne güne duruyor” dedi. Pertevniyal Sultan; O da bir âlem Saraydan disariya çikmiyor, arada bir Serasker Hüseyin Avni Pasa geliyor sanki gizli bir is çeviriyor gibi odaya çekilip konusuyorlar diyordu. Sehzade Abdülhamid daha fazla dayanamadi ve Saraydan çikip sevdigi Belçikali güzel Flora CORDIER’in yanina gitti. Flora CORDIER çok zeki ve akilli bir insandi ve özellikle Avrupa’da olup biten birçok olaydan haberdar oluyordu. Biraz konustuktan sonra Flora CORDIER: ‘Devlet-i Aliyye çatirdiyor efendim, Hüseyin Avni Pasa her an ihtilal yapabilir Sultan Abdülaziz’i tahttan indirip Veliaht Murad’i Padisah tayin edecek.’ diyordu. Telaslanan Sehzade Abdülhamid abisi Veliaht Murad’la görüsmek için hemen oradan ayrilip saraya gitti. Saraya vardiginda abisi Murad kesinlikle görüsmek istemedigi gibi Sarayi da hemen terk etmesini istedi. Sonra zayifta olsa görüsme ihtimali ile Padisah Abdülaziz’in dairesine yöneldi ancak oda çoktan odasina çekilmisti. Bunun üzerine son durumu müzakere etmek için enistesi Mahmut Celalettin Pasa’nin evine gitmeye karar verdi. Oraya vardiginda henüz eve gelmedigini ögrenmisti beklemeye karar verdi. Beklerken uyuya kalan Abdülhamid bir müddet sonra uyandiginda karsisinda cani sikkin bir sekilde oturan Mahmut Celaleddin Pasa’yi gördü ve ne oldugunu sordu. Mahmut Celaleddin Pasa önce söylemek istemedi ama sonra geceleyin Sultan Abdülaziz’in tahttan indirildigini yerine agabeyi Murad’in Padisah oldugunu söyledi. Bunun üzerine Abdülhamid bu yükü agabeyi Murad’in tasiyamayacagini söylüyor ve hakli olarak çok endiseleniyordu. Bu endisesinde ne kadar hakli oldugu yavas yavas ortaya çikmaya baslamisti. Veliaht Murad artik V. Murad olmustu. V. Murad Devletin içinde bulundugu hali iyice ögrenmeye baslayinca isin rengi degisiyordu ve bu yükü kaldiracak gibi de görünmüyordu. Tüm bunlarin üzerine Sultan Abdülaziz’in intihar haberini de alinca isin rengi tümden degismisti. Sultan Abdülaziz intihar etti deniyordu ama buna kimsenin inanasi gelmiyordu. Çünkü intihar edecek bir kisi degildi ve intihar eden bir kisinin iki bilegini de birden kesmesi çok zor bir olaydi. Nitekim daha sonra da bu olayin bir intihar olmadigi, Sultan Abdülaziz’in intihar ettigi söylenen saatlerde binaya 7-8 kisinin girdigi, muhtemelen olayi bu sahislarin gerçeklestirdikleri; yani bu olayin intihardan çok bir cinayet oldugu ortaya çikiyordu. V. Murad’in durumu hiç iyi görünmüyordu. Bu durum kutlamalarda da herkes tarafindan görülüyordu. V. Murad’in Padisah olmasindaki en büyük destekçisi Mithat Pasa da artik ülkeyi yönetme konusunda ve istediklerini yaptirma konusunda ümitsizlige düsüyordu. Bu arada çesitli entrikalar da dönüyordu. Abdülaziz intihar ettikten sonra es tarafindan akrabasi olan Çerkez Hasan isimli sahis intikam almak için kabine toplantisini basmis ve Harbiye Naziri Hüseyin Avni Pasayi ve Hariciye Naziri ile birlikte yedi kisiyi daha öldürmüstü. Bu da ortaligin daha da karismasina sebep olmustu.
Abdülhamid bu yasananlar karsisinda hiçbir sey yapamamanin çaresizligini yasiyordu. Yine bir gün Belçikali sevdigi Flora CORDIER’in yanina gitmisti. Bir müddet muhabbet ettikten sonra sevdigi söyleyecegim önemli konular var dedi ve merakla bekleyen Abdülhamid’e:  Abdülaziz’in ölümünden ve Çerkez Hasan isimli kisinin yaptiklarindan Mithat Pasanin sorumlu oldugunu tüm bu yasananlari Mithat Pasanin planladigini kendisinin de dikkatli olmasini söylüyordu. Abdülhamid yine saskin bir haldeydi ve olaylari analiz etmeye baslamisti.
Ilerleyen günlerde V. Murad’dan ümidini tamamen yitiren Mithat Pasa bazi konularda görüsmek için Abdülhamid’in yanina geldi. Padisahin ülkeyi yönetecek gücünün olmadigini, ülkenin sonunun hiç iyi olmadigini söylüyor ve Naiplik teklifinde bulunuyordu. Bunlari duyan Abdülhamid: ‘Naiplik dedigin nedir ki kuklaliktan baska bir sey degil, su an aydinlik günler yasamiyoruz ülkemin sorumlulugunu vekâleten degil ancak asaleten alirim.’ diyordu. Aslinda Naiplik teklifi Sadrazamla Mithat Pasanin icadiydi. Devlet surasi ve ordu içine düsülen çikmazdan Veliaht Abdülhamid’in her sartinin kabul edilmesiyle çikilacagini düsünüyordu. Mithat Pasa Abdülhamid’in Padisahligi kabul etmesi istegiyle gönderilmisti. Asil teklifleri oydu ve baska alternatifleri de zaten yoktu.
Abdülhamid teklifi kabul etmisti ve Padisah olmustu. Ilk olarak Dolmabahçe Sarayina tasindi ve oradaki dokuz yüz cariyenin büyük bir kismini azat edip harem agaligini kaldirmisti. Böylelikle düzen kurucu padisahligin ilk icraatina baslamisti. Sirada padisah olundugunda geleneksel hale gelen kiliç kusanma töreni vardi. Bu töreni izlemek için Imparatorlugun dört bir tarafindan heyetler gelmis, Istanbul halkinin da yogun katilimiyla tüm caddeler her türden insanla dolup tasmisti. Halkin bu teveccühünü gören Abdülhamid dagilmakta olan Imparatorlugu kurtaracagim, baska yolu yok diyordu.
Abdülhamid Devletin basina geçtikten sonra o zamana kadar ne kazanmissa tüm sahsi servetinin bir kismini askerlere geri kalanini da yoksullara dagitilmasini Sadrazama ferman eyledi. Bunu duyan korumasi ve sirdasi Selim Nuri Fatih atamiz sahsi servetinin yarisini, Yavuz Hünkârimiz da dörtte üçünü bölüsmüstü yoksullarla ama siz hepsini veriyorsunuz diyordu. Bunu duyan Abdülhamid adamini susturuyor ve olmasi gereken isin iltifati olmaz diyordu.
Abdülhamid yönetimi de degistirmeye kararliydi. Sadrazam Mehmet Rüstü ve Mithat Pasa ikilisinin arasini açmak için Sadrazamliga Mithat Pasayi getiriyordu. Mithat Pasa hemen reform hazirliklarina basladi; memur sayisi azaltilacak, sehzadelerin masraflari kisilacak, Müslümanlar ile gayri Müslümanlarin devam ettigi okullar açilacakti. Köle ticareti kaldirilacak ve mevcut köleler azat edilecekti. Abdülhamid bu reformlari kabul etti ve üstüne birkaç madde daha ekliyordu. Halka yakin bir insandi, sadece Cuma namazlarini degil vakit namazlarini da halkin arasinda kilardi. Içeride ve disarida neler olup bittigini ögrenmek için Abdülhamid öncelikle genis bir istihbarat servisi kurmasi gerektigini söylüyordu. Bir diger düsüncesi de Dolmabahçe Sarayini terk edip sehzadeliginde oldugu gibi mütevazi bir evde yasamak istiyordu.
Mithat Pasa makam garantisi olarak gördügü yabanci devletlere yaranma istegiyle sadrazamlik görevine baslar baslamaz Bosna-Hersek eyaletinde Türk bayragindaki ay yildizin yanina bir de haç ilave ettirmisti. Ardindan anayasa taslagina; Imparatorlukta her millet resmi dairelerde kendi dillerini kullanabilirler maddesini koymustu.  Bunlari duyan Abdülhamid sinirlendi ve Mithat Pasanin elinden sadaret mührünü alarak onu sürgüne gönderdi. Abdülhamid; Mithat Pasanin gidisinden sonra artik Avrupa devletlerine yalakalik dönemi bitti, artik yenilenme ve öze dönme zamanidir diyordu.
23 Aralik 1876 sabahi tüm delegeler Osmanlinin kaderi hakkinda karar vermek üzere Bahriye Nezareti’nin salonunda toplandilar. Toplantida açilis yapildi ve daha konulara girmeden büyük bir gürültü ile yüz bir pare top atisinin sesi duyuldu. Bu toplar Sultan Abdülhamid’in Imparatorlugundaki bütün halkina esit hak ve hürriyet garanti eden yeni anayasanin ilanini haber veriyordu. Bu olayin üzerine toplantiya mecburen son verilmisti.
Ingiliz Sefiri Layard Abdülhamid ile görüsmek için Yildiz Sarayina gelmisti. Görüsme bitip saraydan yeni ayrilmisti ki Ruslar iki cephede birden saldiriya geçti. Ruslarin niyeti bilindiginden ordu hazirlikliydi. Saldiri baslar baslamaz Osman Pasa Ruslarin elinde bulunan stratejik konumdaki Plevne’yi isgal etti. Rus ordusu Osman Pasanin ordusundan sayica kat kat fazlaydi. Buna ragmen Osman Pasa basarili taktikleri sayesinde Rus ordusuna geçit vermiyordu. Artik erzak ve mühimmatlari tükenmek üzereydi. Etraflari çevrilmisti. Buradan çikabilmek için tek bir çare kaliyordu oda yarma harekâtiydi ama bu taktigi ordu içerisinde bulunan Rus casuslari hemen haber vermisti. Böylelikle bu harekât basarisiz oluyordu ve Osman Pasa Rus ordusu tarafindan esir alindi ve Çarin karsisina çikarilmak üzere Rusya’ya götürüldü.
Abdülhamid bir gece ani bir sekilde Mahmut Nedim Pasayi yanina çagirdi. Mahmut Nedim Pasa Rus dostu oldugundan Ruslarla ilgili güzel bir plani vardi. Ruslarla plan dâhilinde uzun süreli ve kalici bir antlasma yapmak ve esir düsen Osman Pasayi geri almak için Mahmut Nedim Pasayi elçi olarak atayip Rusya’ya gönderdi. Mahmut Nedim Pasa pek ümitli degildi ama elçiydi Abdülhamid’in söylediklerini Çar’a ilett, akabinde Çar Abdülhamid’in istegini kabul edilmisti.

Sultan Abdülhamid her zaman yaptigi iç muhasebesine dalmis bir avuç cengâveri ile koca Bizans’i dize getiren Osman Gazi’yi, Istanbul’u fethetmekle kalmamis dünyaya yenilesmenin ve insanca yasamanin erdemini sunan cenk alanlarinin yenilmez kahramani ve ilimlerin sultani Fatih Han’i, Büyük atasi Yavuz Selimi düsünüyor ve ne muhtesem günlermis deyip gögsü kabariyordu. Bir de devletin simdiki haline baktikça kahrolmaktan kendini alamiyordu. Tepeden tirnaga cehalet diyordu.  Saltanattakilerin sahsi keyifleri için yaptirilan saraylar ve bunlara ödenen paralar… Bunlari akli almiyordu. Artik isi bilenler is basina gelmeli, ben dâhil idareciligi hakkiyla beceremeyenler, halki layik oldugu refah seviyesine ulastiramayanlar devletin yakasindan düsmeliydi artik diyordu.
Abdülhamid ülkeyi kurtarmak adina çesitli siyasi oyunlarla antlasmalar yapmaya çalisiyordu. Bu antlasmalardan biri de Ingiltere ile imzalanan Kibris Konvansiyonu idi. Bu antlasmaya göre Ingiltere Asyada’ki topraklarini Ruslarin saldirilarina karsi savunmak üzere Sultana katilacakti. Buna bagli olarak Sultan Müttefikine danisarak oradaki halk ile alakali azinliklar için gereken reformlari baslatmayi vaat etmisti. Ingiltere’nin Türklere verdigi bu taahhütleri yerine getirebilmesi için Rusya’nin isgal ettigi yerlerden çikana kadar Kibris üs olarak Ingiltere’ye verilecekti.
Son zamanlarda yayginlasan duyumlara göre Avrupali Hiristiyanlar siyasi geleceklerini tehlikeye düsüreceklerine inandiklari becerikli Yahudilerden kurtulmak için onlara Filistin’de bir devlet kurdurma gayreti içindelerdi. Bu bölgenin tek hâkimi olan Osmanli devletinden toprak istekleri kulaktan kulaga fisildaniyordu. Abdülhamid’in kulagina da kapali kapilar ardinda; bu insanlar çaresiz ve zordalar, rahat yasamalari için bu insanlara bir avuç toprak veriniz, Devletin tüm borçlarini öderiz Türkleri ihya ederiz diyorlardi. Buna karsin Abdülhamid; ‘Gelsinler Istanbul’a Anadolu’nun istedikleri yerine yerlessinler bizimle huzur içinde kardesçe yasasinlar.’ diyordu ama kiralikta olsa ve illa da Filistin diretmeleri ile karsi karsiya kalan Abdülhamid zerre taviz vermeyecekti. 
Bir gün yine Dolmabahçe Sarayinin toplanti salonunda seçkin ziyaretçiler vardi ve Abdülhamid bu ziyaretçilerle ilgileniyordu. Sonra birden gök gürültüsünü andiran keskin bir ugultu çikti yerden göge dogru. Sonra zemin sallanmaya basladi. Ortaligi korkunç bir ses kaplamisti. Bununla birlikte salondakiler paniklemis ve ne yapacaklarini sasirmis durumdaydilar. Bunu gören Abdülhamid insanlari sakinlestirmeye çalisiyordu. Deprem bitmis ve orada bulunan hiç kimseye bir sey olmamisti ama büyük hasar gören yerler vardi. Bu dogal felaket ve kriz zamanlari devlet adamlari için çok sikintili zamanlardi. Insanlarin yikintilarin basinda orada kimse var mi diye bagirmalarini duydukça kendine pay çikariyor ve beni soruyorlar diyordu ve ben varim, ben buradayim, hem maddi hem manevi sizin yaninizdayim kardeslerim diyordu. Yikintilarin arasindan yaralilari çikariyor, camilerdeki toplu cenaze namazlarinda tabutlara omuz veriyordu. Günlerce açlari doyurdu, açikta kalanlara baslarini sokacaklari yerler yaptirdi. Milletinin bu hali onu derinden etkilemisti. Yildiz Sarayi’nda yalniz kaldigi bir gün ellerini açmis Allah’im masumlari koru, kaldiramayacagimiz yükleri bizlere yükleme, kusurlarimizi bagisla, bizlere Eyüp Aleyhisselam’in sabrini ihsan eyle diyerek dua ediyordu.
Osman Pasa, yasanan bu büyük depremin ardindan Padisah Abdülhamid’in zorda kaldigini düsünerek randevu bile almadan Yildiz Sarayi’na gitmisti. Saraya vardiginda Abdülhamid’i tedirgin ve huzursuz bir halde gördü, sikintili oldugunu anlamisti. Bir müddet deprem ile alakali konustular. Sonra devlet meselelerine girdiler epey konustuktan sonra Abdülhamid masa üstündeki haritada daha önceden isaretledigi Trakya, Makedonya, Girit, Adalar ve Dogu Rumeli’yi Osman Pasaya tek tek gösterdi. Bunlar Viyana kapisina dayanmis büyük Imparatorluktan geriye kalan mübarek topraklar, parçaladilar ve aralarinda taksim edeceklerdi ancak büyük devletlerin arasina attigimiz kiskançlik atesi sayesinde hepsi elimizde kaldi. Çesitli oyunlarla onlara gösterdi ki Osmanli çökerse ilk olarak Avrupa bu enkazin altinda kalir diyordu.
Abdülhamid, Osman Pasaya; atalarim yüzyillar boyu Avrupa’da hüküm sürmüsler ama hâkim olduklari bu yerlerde kendi dil ve kültürünü okutamamislar diyordu. Atam Fatih Istanbul’u fethettikten sonra ilk isi yedi fakülteli üniversite kuruyor, dünyanin en önemli bilim adamlarini Istanbul’a toplayarak kültür devrimine zemin hazirliyorlar. Toprak reformu yapiyor, üretime dayali insanca ve hakça bir düzenin temelini atiyorlar. Ancak bundan sonra gelenler mutluluk üzerine kurulan bu yapiyi tamamen bozuyorlar diyordu. Bu konusma Misir üzerinden devam etti. Ingilizlerin Misiri nasil isgal ettigini konusuyorlardi. Ingiltere Bogazlardan vazgeçecegini söyleyerek Rusya’dan büyük destek aldilar. Ordumuz hazir bir sekilde Misirdan davet bekliyordu ama olmadi, onlar Ingiliz’in isgalini bize tercih ettiler ama atam Yavuz Han’in degerli emanetinin zayi olmasina izin veremem, su an hazirliklar yapiliyor insallah oraya tekrar dönecegiz ve mutlak hâkimiyet kuracagiz diyordu. 
Avrupali devletler Abdülhamid’in yaptigi siyasi oyunlarin farkina varmislar ve basa çikmak için Abdülhamid’e suikast planlari kurmaya baslamislardi. Kendini Avrupa’nin en büyük devletinin Gizli Servis Baskani olarak tanitan sahis, Belçika’nin en büyük teröristi Charles Edward Jorris isimli sahis ile suikast hakkinda konusuyordu. Suikasti Cuma günü cami çikisinda bombali araba ile yapacaklardi. Suikast için Istanbul’da kullanilan arabalarin aynisindan Viyana’da özel bir araba yaptiracaklardi ve içine seksen kiloluk parça etkili bomba yerlestireceklerdi. Patlatilacak arabaya dikkat çekmemek için Avrupali seyirci kiliginda üç-bes tane turist kadin bindireceklerdi. Gizli servis baskani teröristi ikna etmek için gerçekten kahramanca bir eylem yapacaksiniz, Siyonizm’i, Ermeni yurtseverlerini ve hatta Osmanli milletini Abdülhamid’in zulmünden kurtaracaksiniz diyordu. Terörist ise bana ne ben alacagim paraya bakarim diyordu.
Suikastin yapilacagi Cuma günü gelmisti. Abdülhamid sabah uyandi, içinde tarif edemedigi bir sikinti vardi. Bu sikintidan dolayi yanina gelip gidenlere tebessümde bile bulunamiyordu. Yaninda bulunanlara hadi kalkin camiye gidelim, hayirlisi ile bu günkü törenleri de tamamlayalim, bizi görmeye gelen halki selamlayip iyi dileklerimizi sunalim diyordu. Camiye gidene kadar yolun etrafi Padisahim çok yasa tezahüratlariyla bagiran kadinli erkekli insanlarla doluydu. Bu coskulu kalabaliktan geçerek camiye ulasmisti. Namaz bittikten sonra çikis için hazirlik yaptiklari sirada Seyhülislam Cemaleddin Efendi, saltanat kurallarini ihlal edip zoraki izin alarak misafiri Mekke Emir’ini Abdülhamid’e takdim etti Huzurunuza gelip elinizi öpmek istedigini söyledi. Abdülhamid Emir’i ilk kez görüyordu, dikkatli bir sekilde bakti ve hos geldiniz Emir Hazretleri diyerek kisa bir süre konustular ve tam kapiya dogru hareketi esnasinda seksen kiloluk bomba büyük bir gürültü ile patladi. Bu patlamadan, Mekke Emir’inin bir dakikalik selamlasmasi sayesinde kurtulmustu ama çogu asker yirmi alti kisi ölmüs, elli sekiz kisi de yaralanmisti. Bu olay güvenlik güçleri tarafindan sorusturulmaya baslamisti. Sorusturma sonucunda suikast isine karisanlarin çogunun kendi vatandasi olmasi Abdülhamid’i daha da yaralamisti. Bir de siirlerini çok begendigi Tevfik Fikret’in suikasti yapanlari Sanli Avcilar olarak nitelemesine çok sasirmis, ölen ve yaralananlara üzülmesi gerekirken Abdülhamid’in bir dakikalik gecikmesine kizmasina çok üzülmüstü. Bu olayin ardindan özel korumasi Selim Nuri’ye; yolun sonu göründü, galiba bu oyunun sonuna geldik diyordu.
Almanya yirminci yüzyilin basinda Avrupa liderligine soyundu. Ilk ve vazgeçilmez hedefi hasta ama büyüklügünü ve etkinligini aynen muhafaza etmekte olan Türk Imparatorlugunu vazgeçilmez dost yaklasimiyla avucunun içine almakti. Ancak devletin basinda Abdülhamid oldugu sürece bu emellerine ulasmalari imkânsizdi. Çünkü Abdülhamid otuz iki yildir devrinin tüm siyasetçilerini avucunda oynatmis, tam bir adam kullanma üstadi idi. Abdülhamid’i devletin basindan göndermenin tek çaresi öldürmekti ama düzenlenen birçok suikastlara ragmen bunu basaramamislardi ama pes etmeye de niyetleri yoktu. Abdülhamid’e bagliligini koparamadiklari bazi balkan devletlerinin yöneticilerine suikast yaparak koparmaya basladilar.
Avrupa devletleri Imparatorlugu yikmak için çalismalarini hizla sürdürüyorlardi. Devleti yikmanin çaresinin iç karisiklik oldugunu biliyorlardi. Bu çalismalari basariya ulasmis ve iç karisiklik çikarmayi basarmislardi. Otuz Bir Mart Olayi gerçeklesmisti. Bu olaydan sonra Abdülhamid yanindakilere; Avrupa’nin oynadigi bu Kizil Oyunla Imparatorluk yikildi sayin diyordu. Bu olaylarin olusmasinda Abdülhamid’in tek bir suçu vardi; o da yaninda kendisi gibi dik duracak, saglam adam istemedi. Devleti rahat yönetmek için her zaman kullanilmaya hazir zayif karakterli insanlari seçti. Ancak batili devletler malum zayif karakterli devlet adamlarini kullanmakta zorluk çekmediler. Abdülhamid’i devirmek için çesitli toplantilar yaptilar. Bu toplantilara Ülkenin önde gelen insanlari da katilmisti. Hatta Abdülhamid giderse bu ülke batar, bir daha dogrulamaz diyen insanlar da vardi. Abdülhamid bu insanlarin da toplantilara katildigini duyunca daha da hüzünlendi.
Artik Abdülhamid’i devirme zamani geliyordu. Abdülhamid’i tahttan indirmek için Fetva gerekliydi. Bu Fetva’yi Seyhülislam‘in hazirlamasi gerekiyordu ve seriat kurallarina göre hazirlanmasi gerekiyordu. Hazirlanan bu Fetva’yi, Fetva Emini Haci Nuri Efendi’nin imzalamasi gerekiyordu. Fetva’da Abdülhamid bir sürü yalan yanlis ithamlarla suçlaniyordu. Fetva hazirlandi ve Haci Nuri Efendi’ye imzalanmasi için verildi ama imzalamadi. Bunun üzerine Haci Nuri Efendi’yi zorla toplanti odasina getirdiler. Fetva Emini Haci Nuri Efendi; Pasalar, Padisah’i tahttan zorla indirmek millete hayir getirmez, ülkeye telafisi imkânsiz zararlar verebilir, birakin kendi çekilsin böylesi daha hayirlidir diyordu. Fetva, bu sözlere ragmen tehdit edilerek zorla imzalatildi. Fetva imzalandiktan sonra mecliste oylamaya sunuldu ve kabul edildi. Böylelikle Sultan Abdülhamid tahttan indirildi ve yerine Veliaht Mehmet Resat Efendi getirildi. Tahttan indirilen Abdülhamid de Selanik’e sürgüne gönderildi.  Bu olay karanlik günlerin habercisi idi. Abdülhamid’den sonra çok büyük toprak kayiplari yasanmis, devletin borcu kat kat artmisti. Devlet o kadar zor durumdaydi ki sürgündeki Abdülhamid’in yabanci ülke bankalarinda bulunan para ve tahvillerini orduya bagislamasini istiyorlardi. Abdülhamid ise zaten fazla param yok olan da ancak aileme yeter diyordu. Buna ragmen tehdit ile ya parani ya da caninizi diyerek zorla aliyorlardi.
Devlet günden güne geriliyor, kaybedilen topraklari almak için Almanya’nin yaninda savasa girerek güçlü Avrupa devletlerini karsisina aliyordu. Eskiden Avrupa devletlerini birbirleriyle savastirip bir kenarda izlerken simdi biz savasa giriyorduk. Savas baslamisti. On Sekiz Mart günü düsman ordularini Çanakkale Bogazina gömüyordu ancak ordunun basina getirilen Alman Komutan Devleti felakete sürükleyecek isler yapiyordu. Bir ara düsman Istanbul’u da tehdit etmeye baslayinca Sarayi Eskisehir ve Konya’ya tasima karari almislardi. Sultan Mehmet Resat’i da ikna etmislerdi ancak Abdülhamid’i de ikna edip götürmeleri gerekiyordu. Çünkü düsman devletler tarafindan yakalanmasi halinde ülke için büyük bir tehdit olurdu. Abdülhamid’e heyet gönderildi. Abdülhamid de bizzat Sultan Mehmet Resat’in huzuruna çikarak hiçbir yere gitmeyecegini, bir Türk Sultaninin da kaçmayip gerekirse Saray’in taslari altinda kalarak ölmesi gerektigini söyledi. Böylelikle oradakilere büyük bir ders veriyordu.
Abdülhamid ülkeyi, Almanya’nin masasi olarak görüyordu ve ülkenin geri dönüsü olmayan bir yola sürüklendigini görüyordu. Bu durumu sahsi çikarlari için ülkeyi satanlarin sebep oldugunu biliyordu. Bu duruma artik dayanacak gücü kalmamisti ve yapabilecegi tek sey olarak secdeye kapandi, ordularimiz tüm cephelerde yeniliyor lütfen bizi kurtar. Eger kurtulmayacaksak bu ölümden beter günleri gösterme. “Lütfen bendeki kutsal emanetini geri al!” Diyordu.
 
YALNIZ HÜNKAR
Hasan Basri BILGIN
HAYAT YAYINLARI
2012
                    

Benzer Kitaplar