Sayin Prof. Dr.
Oktay Sinanoglu; Dünyanin en genç yasta profesör olmus kisisi ve Nobel adayi.
1953 yilinda Ankara'da TED'in Yenisehir Lisesini birincilikle bitirdi. TED
tarafindan Amerika'ya burslu Kimya Mühendisligi için gönderildi. 1956 yilinda
Amerika Birlesik Devletleri Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de Kimya
Mühendisligini birincilikle bitirdi. 1957'de Amerika Birlesik Devletlerinde
MIT'den birincilikle Yüksek Kimya Mühendisi oldu. Alfred Sloan ödülünü aldi.
1959'da Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de; Kuramsal Kimya Doktorasini
yapti, doktorasini yaparken iki ödül kazandi. 1959-1960 yillarinda Amerika
Birlesik Devletleri Atom Enerjisi Merkezinde arastirmalar yapti. 1961'de hem Harvard,
hem de Yale'de kendisinin yeni Nicem (“Kuvantum”) Kimyasi ve fizigi üzerine
teorileri hakkinda üst düzey derslerde yeni buluslarini anlatti. 1962 yilinda
Batinin 300 yilda en geç profesörü oldu. Türkiye'de de kuramsal kimya bölümünü
kurdu. Ortadogu Teknik Üniversitesinde egitimin Türkçe olmasi için ugras verdi.
Ama tabii olmadi. 1964'de Moleküler Biyoloji konusunda ikinci kürsüsüne Yale
Üniversitesinde atandi. 1973'de Almanya'nin en yüksek Aleksander von Humboldt
Bilim Ödülünü ilk kazanan kisi oldu. 1975'de Japonya'nin Uluslararasi Seçkin
Bilimci Ödülünü kazandi; yine 1975 yilinda özel kanunla Oktay Sinanoglu'na
ilk ve
tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvani verildi. 1976'da Japonya'ya
Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak
gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve egitim iliskilerinin
temellerini atmistir. Amerika Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk
üyesidir. 1962'den günümüze dek ilk TÜBITAK Bilim Ödülünü, ilk Sedat Simavi
ödülünü, 1992'de Bilgi Çagi, 1995'de ILESAM Üstün Hizmet Ödülünü, ayrica Yilin
Fikir Adami, Yilin Bilim Adami ödüllerini aldi. Yildiz Teknik, Yesevi
Kazakistan ve benzeri birçok kurulusta profesör, mütevelli heyet üyesi, Atatürk
Kültür Kurumu asli üyesidir. 250 kadar uluslararasi bilimsel yayini, bilim
kuramlari, çesitli dillere çevrilmis kitaplari vardir. Türkiye'de de Türkçe pek
çok yayin yapmistir. Degisik ülkelerde iki kez Nobel'e aday gösterilmistir.
---------------------------------- ---------------------------- ----------------------------------
HEDEF
TÜRKIYE
HEDEF
KOYMAK
Bilisim
teknolojisinde kaydedilen olaganüstü gelismeye yol açan ilk Kennedy oldu. J.F.
Kennedy. O zaman diyeceksiniz; Kennedy 1963'de vuruldu, bunlarin çikmasi ise
1980'den sonra. Kennedy'nin ne dahli var bunda? Kennedy milletine hedef
gösterdi; dedi ki: “10 yil içinde aya gidecegiz”. O zamanlar herkes, “Olur mu?”
dediyse de, Kennedy bu hedefi gösterdi. Kaynak saglandi; büyük çapta ve birçok
sanayi, birçok üniversite, bir çok arastirici, herkes, hedef için gerekli olan
bir sürü bilim ve teknolojileri gelistirmek üzere çalismaya basladi. Simdi,
füzeleri göndermek için biliyorsunuz bir güdüm sistemi lazim ve bunu da
yönetecek bilgisayarlar lazim. Su iki oda dolusu bilgisayari füzeye koyarsak
yerinden kimildayamaz, onun için küçük
olmasi gerekiyordu. O siralarda zaten “geçirgeç” yani “transistor” icat
edilmisti; onu da kullanarak çok küçük,
ama güçlü bilgisayarlar yapildi, bu uzay meselesi için ve bu gelisme sirasinda
bir sürü yan sanayii dogdu, bir sürü yan gelisme oldu. Ay'la hiç alakasi
olmadigi halde. “Çok büyük is. Olur mu?” Aya gitmek de öyle oldu; adam 10 sene
dedi, 7 sene de bitti.
Birey ve Toplum Için
Hedefin Önemi
Bir Musevi
atasözü diyor ki: “Ülküler bir yildiza benzer, belki o yildizi tutamazsin ama
oraya dogru yürürsün” Bir topluluga topyekün gidecekleri bir hedef gösterildigi
zaman ve buna inandiklari zaman o insan toplulugu, toplumlar, olaganüstü isler
beceriyorlar. Bizim tarihimiz de bunlarla doludur. Oralara dogru herkes
yürürse, o millet çok büyük isler basariyor. Ama böyle insanlarin kendileri
disinda bir ülküleri ve topyekün inandiklari ve oraya dogru gitmek istedikleri
bir hedefleri olmadigi zaman ayni insan toplulugu, tek tek her ferdi sadece
kendi çikari pesinde kosan, darmadagin, birbiriyle ugrasan, üniversitesiyse
üniversitesinde sadece birbirine fesatlik, dedikodu, fitnecilik yapan, baska
hiçbir seye meraki olmayan, insan kalabaligindan ibaret bir hale geliyor. Bunun
böyle olacagi adeta bir tabiat kanunu.
“Insan” kendisinin disinda
hedefleri olan yaratiktir.
Bu tanima göre sade kendi
kisisel çikarlarini düsünen, o çikarlar pesinde kosmaktan baska gayesi olmayan
zavalliya “insan” diyemeyiz. “Zavalli” diyorum, çünkü böyle bir kisi gerçek
mutlulugu tadamamistir; tadamaz da. Insanin hedefleri kendisinin disinda ve
üstünde, toplumuna, milletine, insanliga yapabilecekleriyle ilgili olmali.
Her Ülkenin Milli Hedefleri
Var
Dünyada her akli basinda
ülkenin arastirmada da, bilim teknikte de, sanayide de, dis siyasette, hepsinin
uzun vadeli hedefleri vardir kesinkes ve uzun süre bunlar gider.
En Zor Sey Ne Istedigini Bilmektir
Bence
Türkiye'nin birinci sorunu, ne “para sismesi” (enflasyon), ne Avrupa Birligi'ne
bizi almamalari, ne o parti, ne bu firka. Birinci sorun hedefimizi sasirmis
olmamiz. Milletçe sormamiz lazim: Atatürk'ten beri bu milletin hiçbir hedefi,
gayesi var mi? Ne olmali? Yoktur. Birileri dayatiyor, “illa küçük Amerika
olacagi” derlerdi, sonra “illa Avrupali olacagiz.” Nedeni yok, baska bir sey
yok; onun için de millet gittikçe dagiliyor, birbiriyle ugrasiyor. O zaman
disaridan oyunlar çok kolaylasiyor; sag, sol, basörtüsü, ivir zivir falan bütün
bunlari çikarip milleti mesgul etmek, futbol maçi, seçim maçi, onu seçtik, bunu
seçtik, o geldi, bu gitti. Bunlar kolay olur; çünkü milli hedef yok. Insanlari
birlestiren bir sey yok, Atatürk'ten beri yok.
Kendi Itibari Olana Baskasi
da Itibar Eder
Simdi genel
siyaset belli olunca, o genel siyaset içinde ayrintili hedeflerimiz de belli
olur: Nasil bir sanayimiz olmali? Tarim/hayvancilik siyasetimiz, bilim/teknik
arastirma siyasetimiz, egitim, kültür siyasetimiz, hepsi hepsi. Küçük
düsünmeyelim: “Çagdas dünyayi yakalayacagiz; Batilinin bu günkü düzeyine yirmi
yil sonra erisecegiz” degil Atatürk ne demis? “Batiyi geçecegiz” demis.
Domates Tohumu
Moleküler
biyolojinin kurulmasi ve o dalda belli basli ülkelerden olmamiz gerektigini 35
senedir söylüyoruz. 35 yildir Türkiye'de diyoruz. Bak bu saha daha yeni çikti,
hizla gelisiyor, yakinda basimiza bir sürü bela çikacak. Çikmadi mi? Bes TIR
mal gönderiyorsun, bir kutu domates tohumu aliyorsun, ertesi sene bir daha
domates çikmiyor, haydi 3-5 TIR mal daha gönderip bir daha al. Tohum aldigimiz
ülke ise tohumlari genetik yapisina taktigi maddeyi çikararak üretken hale
getiriyor. Size gönderecegi zaman tekrar o maddeyi takiyor. Basit bir sey bu
moleküler biyolojide. Sadece domateste degil, kavunda, karpuzda da bu böyle. O
teknoloji az sermaye isteyen ama kafa yogun bir istir, bilgi isteyen bir
seydir. Bunda dünyanin basta gelen ülkelerinden olmaliyiz. Neyle? Hedefli,
ciddi, milli ruhta ama evrensel egitimle, arastirmayla, sahici ve onurlu
bilimcilerle. Burnumuzun dibindeki ufacik devletler oluyor da, biz mi
olamayacagiz. Niçin?
Birkaç Hedef Seçecegiz
Bizim
geleneksel hayvanciligimiz vardi Asya'dan baslayarak. Hayvancilikta, tarimda
dünyanin gene önde gelen ülkelerinden olmaliyiz. Bu devirde neyle olacak?
Moleküler biyoloji ile. Konu komsuyu, II. Dünya Harbi'nde Avrupa'yi, etle,
bugdayla, sebze meyveyle biz besliyorduk. Simdi et, sebze meyve ithal eder
olduk. Kuzuyu biz yiyorduk, sonra onu gezgine (turiste) yedirdik.
Iki büyük yeni
teknoloji var: Biri moleküler biyoloji, bio-teknoloji, digeri bilgisayar-
elektronik-iletisim teknolojisi. Bu dallarda ulusal hedeflerimiz olmali,
yüklenmeliyiz. Savunmamiz da bunlara
bagli. Yeni savaslar bilgisayarla oluyor. Üstelik, uzaktan kumandayla
uçaklarin, tasitlarin çiplerini etkilemek mümkün; bir ülkenin elektrik üretme
merkezlerini, iletisim aglarini felce ugratmak kabil.
Hedefler
seçecegiz, o hedeflerde dünyanin önde gelen ülkelerinden olacagiz.
“Siz bizden
makine alin, kumas dokuyun (baska islere bulasmayin)” ile bir ülke olur mu? Ne
olacagi belliydi: Üç ülke beyanat veriyor halkina; “Türkiye'ye gitmeyin orasi
tehlikelidir” diyor. Ertesi gün turizm sak diye kesiliyor, bir günde bitti.
Ben senden
kumas almayacagim diyor. Ertesi gün o da bitti. Simdi sen istikbalini nasil böyle bir seye dayayabilirsin, istedigi
anda senden almaz, daha ucuzunu 50 tane ülkeden alir. Böyle devlet siyaseti mi olur?
Dünyada
nerelerde ne eksiklikler var, ne bosluklar var; bakip ona göre ihracat üretimi
planlamaliyiz. Polonyalilar böyle düsünmüsler, ona göre tercihlerini yapmislar
ve oralarda son sürat gidiyorlar çok daha fakir basladiklari halde. Her ülke
böyle.
Simdi bu 40
senede gördük ki Türkiye'de sahiden arastirma yapilmasi, yani milletin ortaya
konmus ana hedefleri dogrultusunda yaratici isler yaparak, birseyler üretmek
Türkiye'de adeta yasaktir. Mesela TÜBITAK'in kurulmasini 1962'de önerdigimiz
zaman yönetmeligine “Birinci vazifesi Türkiye'nin bilimsel, teknik arastirma
hedeflerinin amaçlarini tayin etmektir” diye yazdik. Hemen ABD'nin Ford Vakfi
Baskani, -CIA'nin bir uzantisidir herhalde- müdahale etti ve “Hedef olmaz,
herkes bildigini okur” dedi. Halbuki onlari her yeri hedeftir. TÜBITAK
yasasindan, bu “hedef” maddesini
çikarttirdi, bizi de aforoz ettirdi. Ondan sonra bir sürü para harcandi,
ortada fol yok, yumurta yok.
EGITIM
ve TÜRK DILI
Simdi egitimden
Türkiye'de herkes sikayetçidir, velisi de ögrencisi de, üniversitelisi de. Egitimden sikayetçi olmayan kimse yoktur.
Bizim
zamanimizda (1953'e dek) ortaögretim harikaydi. Nerden biliyorum? O egitimle
gidip Amerika'nin en iyi üniversitesinde ve Ankara'da tüm dersleri Türkçe
olarak okuduktan sonra gider gitmez üç sene atladim, “imtihanlari veririm; ben
biliyorum bu konulari” dedim. Bizim siniftan yarisi yapabilirdi ayni seyi;
simdi kimse yapamaz Ingilizce egitim gördügü için. Anlamaz ki! Ezberliyor
gidiyor.
Türkiye'nin
egitim siyaseti, ilkokulundan, üniversitenin yüksek kismina kadar ayni basit,
temel ilkedir: “Herkes 250 kelime Tarzan Ingilizcesi ögrensin, baska hiçbir sey
ögrenmesin.”
Ingiliz Milliyetçiligi ve
Yabanci Dille Egitim
Tarihte ve
simdi de Türk'ün en büyük düsmani, Ingiliz senin Ingilizce ögrenip de adam
olmani ister mi? 1953'de Ankara'da tek bir Türk okuluna çengel atmakla
basladilar, sonra çayir yangini gibi yaydilar. Millet sonunda yuttu. “Egitimi
Türkçe dilli yapalim” desen veliler sokaga dökülür, “Ingilizce isterük” diye.
Avrupa
diretmis, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü ülke olun diye. Yani bölünün.
Türkiye'nin bütünlügü bölünmezligi tehlikede. Bunlar topla, tüfekle savunulacak
seyler degil. Türkçe gitti mi Türkiye bölünür.
Milliyetçilik
belli bir zümrenin, belli bir firkanin vasfi olamaz. Diline, tarihine, kültürüne,
haysiyetine, serefine düskün her Türk, Türk milliyetçisidir.
“Hazirlik Sinifi” ya da
Kendi Yurdunda Yabanci Olmak
Hazirlik sinifi diye bir
olay dünyada yok biliyor musunuz? Bunu benden baska söyleyen, yazan da nedense
olmuyor. Dünyada hazirlik sinif diye bir olay yok, hazirlik sinifi kim için var
biliyor musunuz? Mesela bir yabanci ögrenci ahmak bir ülkeden geliyordur,
yabanci ülkede o ögrenci için hazirlik sinifi vardir. Simdi Türkiye'de nerdeyse
her düzeyde, her okulda hazirlik sinifi var. Dünya garabeti bir durum. Ama
bundan ne sonuç çikar biliyor musunuz? Demek ki Türk ögrenci kendi yurdunca
yabanci ögrenci durumuna düsürülmüstür.
Herkesin Sahip Çikmasi
Lazim
Türkçe öyle bir dildir ki..
Yüzbinlerce kelime var Türkçe'de, dünyanin en büyük dili ve en üretken dili ve
bilimin her dalina yetecek, bütün terimleri türetme kabiliyeti olan baslica
dil, matematik gibi dil.
Türkçe
konusurken yari Ingilizce laflar sokusturmak marifet degil, kimliksizlik,
haysiyetsizlik alametidir. Türkçe'ye kakislanan her Ingilizce bozuntusu sözcük,
benim bögrüme batirilmis bir dikendir. Her türlü Türkçe söz ise (eskisi,
yenisi) agzinda bir bal damlasidir. Bunu böyle
bilelim.
Yalniz Ingilizce Bilmekle
Adam mi Olunur?
Oralardan hep
bir yabanci hava esiyor: “Ingilizce bilmeyen adam degildir” diye. Halk ne
yapsin? Kendisinin de adam oldugunu göstermek için asiyor dükkanina bir Ingilizce bozuntusu isim. “Itibarim artar”
zannediyor. Ama artik ögrenmelidir ki: “Yalniz Ingilizce bilmekle ögünmek, diline
“Anglomanlica” özenti laflar sokusturmak, isyerine Ingilizce ad takmak ve de
bütün bunlara temelden yol açan yabanci dille egitime ragbet etmek, onu
desteklemek” haysiyetini kaybetmisligin, sömürge kafali olmuslugun bas
göstergeleridir. Biliyorsunuz Türkiye'de Bakanlar Kurulu sik sik degistigi
için, yeni bakanlarin resimleri çikardi 20 sene evvel Milliyet Gazetesinde;
Türkiye'ye geldigimizde bakardik resimlere. Vesikaliklarin altinda yazardi:
“Evlidir, iki çocuk babasidir, Ingilizce
bilir” diye. Biz de diyoruz ki, “Allah Allah! Baska ne bilir acaba?
Mühendislik bilir mi? Iktisat bilir? Devlet idaresi bilir mi? Hukuk bilir mi?
Bunlardan bahis yok. Demek ki Ingilizce bilmek Bakan olmak için bas marifet
sayiliyor! (New York'un Harlem mahallesinde bir sürü gariban zenci var, onlar
da Ingilizce biliyor) Bir adam Ingilizce biliyor diye methedilir mi? Biliyorsa
bilsin bana ne? Merakliysa bilsin; bilmesin demiyoruz. Isine yariyorsa kolayca
ögrenirsin gerektigi kadar. Ama bana önce, “senin bilimden, matematikten,
bilgisayardan haberin var mi? Türk tarihini ne kadar biliyorsun? Türk dilini
iyi kullaniyor musun? onlardan haber ver.
Adam Türk
üniversitesine ögretim üyesi olacak, Ingilizce'den imtihana giriyor. Bakalim bir Türkçe'den imtihan et, aday
Türkçe biliyor mu? Sözüm ona “Türk” üniversitesi olan yerde Türkçe bilmeyen
hocanin isi ne?
Ingiltere
Dil Ticaretiyle Geçiniyor
Bundan 5-6 sene
önce Lordlar Kamarasi üyesi bir Ingiliz dedi ki ”Bizim en büyük kazancimiz,
Ingilizce'den” dedi. Ingiltere bugün, baska devletlerden Ingilizce ögrenmek
için gelen ögrencilere açtigi kurslardan ve Ingilizce ögrenmeyi saglayan
seylerden geçimini sagliyor.
Ingilizce Ögrenmenin Yolu
Kisinin
meslegine göre degisen, ona göre gereken bir yabanci dili, o meslege yetecek
tarzda ögrenmesi çok faydalidir. Peki, böyle bir yabanci dili ögrenmenin en
kestirme, en iktisadi, en dogru yolu nedir?
Kendi aklinin
kendisi sahibi olan, yani Uganda, Filipinler gibi sömürgelesmemis tüm dünya
ülkelerinde yabanci diller gece veya yaz kurslarinda, görsel-isitsel dil
laboratuarlarinda, okullarda ayri yabanci dil derslerinde ögretilir ve gayet iyi
sonuç alinir.
Avrupa'si
olsun, Asya'si, Güney Amerika'si olsun, yabancilarin oyunlarina gelmemis hiçbir
ülkede yabanci dil ögretiyoruz diye ülkenin dilini kaldirip atip da okullarda
çesitli dersleri yabanci bir dilde yapmak seklinde bir yabanci dil ögretme
yöntemi yoktur. Her yerde bu yabanci dil
egitimi yerine yabanci dille egitim bir ülkeye, bir ulusa yapilabilecek en
büyük hainlik, en büyük alçaklik ve bir insanlik suçu olan “kültürel soykirim”
sayilir. Dolayisiyla her bagimsiz, her serefli ülkede yabanci dille egitim o
ülkenin anayasasina ayridir, bu konuda hiçbir taviz verilmez.
Türkçe Giderse Türkiye
Gider!
Nerde görülmüs
ki, bir milletin insanlari 100 yil önce, hatta 50 yil önce yazilan dilini
anlamasin?
Nerde görülmüs
ki, insanlarin kullandiklari kelimelerin (sözcük de desen olur. O da Türkçe)
cinsine göre siyasi tavirlari, baglantilari, hatta dine karsi tutumlari belirlensin?
Olamaz! Böyle garabetlere Türkiye'den baska bir yerde rastlamak mümkün degil.
Türkçe'nin
basina gelenler, hizla gelmekte, getirilmekte olanlar, ayni zamanda Türk
milletine neler yapilmis oldugunun, Türkiye'nin basina da neler gelebileceginin
birer açik seçik göstergesi.
Bizim tarihimiz
10 bin yilliktir. Isteyen disarida gelsin, kendisine ispat edeyim. Hatta yeni
buluslar bunu inanilmaz eskilere, 80 bine kadar götürmektedir. Inanilmaz bir
sey.. Tarihin en eski milletiyiz ve dilimiz tarihin en genis ve en eski
dilidir. Bunlari Atatürk,
zamaninda, Türkçe'nin ne
kadar yaygin oldugunu,
tarihteki kavimlerin birçoklarinin
dillerinin Türkçe oldugunu, bazen ispatlayacak sekilde bazen de belki sezgiyle
söylüyordu.
Dünyada gelmis
geçmis en büyük medeniyeti kuran kimlerdir, biliyor musunuz? Su an Çin
sinirinda, fiziken de katliamdan, soykirimdan geçirilmekte olan Uygur
Türkleridir. Uygur Türkleri, binlerce yil evvel, o zamanin çok yüksek teknolojisini,
o zamanin bugünler için de hayret verici derecede tarim teknolojisini, sulama
tesislerini, edebiyati, felsefeyi ve bilimleri icat etmislerdir. Bu gelisme
zamanla ondan sonraki Türk Devletlerine geçmis, ondan sonra Islamiyet'in kabulü
ile bu medeniyet, bu Asya Medeniyeti, bu derin ve köklü medeniyet, Islam
Dünyasina getirilmistir.
Egitimin
gayesi, insani kendisi ve toplumu, halki, milleti için deger yaratacak düzeye
getirmektir. Fakat egitimin bir ikinci gayesi daha vardir. Onu pek söyleyen
yok. (Birincisini de pek yok ama dahi neyse; ikincisini söyleyen hiç yok)
Egitimin ikinci gayesi ise, bir milletin geçmisiyle gelecegi arasinda köprü
kurmaktir. Yoksa geçmisine bir makas atip ondan sonra toplumun köksüz,
darmadagin bir kuru kalabaliga dönüsmesini saglamak degildir.
Adam
Türkiye'de, Türk sirketi, eleman ariyor. Ingilizce ilan vermeye basladilar,
70'lerde. Milletimiz “Ha, Ingilizce ögrenmezsem is bulamam, dosdogru is
yapamam” havasina kasten sokuldu.
Roma
Imparatorlugunun Ingiltere'de, Ingilizlerin sömürgelerde yaptigindan sonra,
Fransizlar aynisini Cezayir ve Tunus'ta yapti. Bugün Tunus'ta Arapça kalmamis.
Dedesini Ingiliz Holigani
Zannedenler
Iste Batili
için, Ingiliz için güzel teknik! Bir ülkenin dilini, egitimini yabanci dille
egitime dönüstürürsen, bir nesil sonra is bitiyor.
Sadece Tarzan
Ingilizcesi bilmekle adam olunmaz, ancak bir Anglo-Sakson sömürgesinde
sömürgecinin hizmetkari olunur.
“Osmanlica”
sözünü geçen asir Ingilizler icat etti. Her dilde devletin idare dili, hukuk
dili, ayrica tip dili, bilim dili ile halkin köydeki, kentteki gündelik dili
arasinda büyük mesafe vardir. Bu egitimle kapatilmaz mi?
Ey
Türkçesevenler (yani vatanseverler, Türk kimligini sevenler)!
Su ilkelerde
kesinkes birlesmeliyiz.
ü Birinci
Ilke: Osmanlica, öz Türkçe diye bir ayrim kabul edilemez,. Ikisi de Türkçe'dir.
Türkçe'nin her lehçesine, her düzeydekine, eskisine, yenisine siki siki sarilalim.
ü Ikinci
Ilke: Tasfiyecilige “Hayir”, zenginlestirmeye
“Evet”.
ü Üçüncü
Ilke: Her yeni kavrama, her bilim/teknik dalina Türkçe terimler, Türkçe'nin
matematik gibi keskin ve kudretli olan kurallarina göre türetilecek, türetilmis
olanlar kullanilacaktir. (Bu, ayni zamanda Atatürk Milliyetçiliginin de temel
ilkesidir.)
Türk
vatanseverleri/yurtseverleri, Türk ve Atatürk milliyetçileri/ ulusçulari:
Türkçe'ye sahip çikmak,
Türkiye'ye Türk Kimligine, Kültürüne, Türklüge sahip çikmak demektir.
Birbirimize
düsmekten vazgeçecegiz ve birilerinin Ingiliz atiyla Üsküdar'a geçmesine izin
vermeyecegiz.
1970'lerde
Amerika'da bir çok Türk dernekleri kuruldu. Bu derneklerin birinci amaci bence,
oradaki Türklerin, oraya uyum saglamakla birlikte, Türk kültürünü, Türk dilini
unutmamalari, çocuklarina da ögretmeleridir. Gaye budur ve öyle olmasi gerekir.
Sonradan,
derneklerle temasim kalmadi, çünkü vaktimin çogunu Türkiye'de geçiriyordum.
Birkaç sene evvel bir de baktim ki, eskiden Türkçe olan dernek bültenleri
bastan asagi Ingilizce olmus.
Baktik, o
manada Türkler arasinda toplanti oluyor ama konusmalar, tartismalar Ingilizce. “Arkadas,
sizin isler Türkçe olurdu? Ne oldu simdi?” Ne dese begenirsiniz? Bakin buna
dikkat ediniz: “Bize Washington'daki Türkiye Büyükelçisinden yazi geldi.
“Bundan böyle yazismalarinizi, toplantilarini, konusmalarinizi Ingilizce yapin”
diye. Anlasilan, sistemli bir sekilde, birileri yalniz içeride degil, disarida
da Türkçe'yi bitirmeye çalisiyorlar.
Türkler bir
uyansa Avrupa'nin isi bitti, Avrupa bizden yardim dilenecek. Aman ne olur sizin
birliginize, gümrük birliginize girelim diye gelip kapimiza yalvaracaklar. Onun
için adamlarin niyeti “Türk” lafini tarihten silmek. Silmek için yapacagin is
bellidir: Egitim dilini Ingilizce yaparsin, bir iki nesil sonra Türkçe biter.
Türkçe bitince “Türk” lafi biter. Ne Türk kimligi kalir, ne kültürü, ne tarih
bilinci, ne kendi ülkülerin. Gayet basit. Tarihte misali çok.
Irkçilik bir
safsatadir. Biz “Türk milleti” dedigimiz zaman biyolojik degil, “kültürel
genler”den bahsediyoruz. Atatürk yalnizca “Ne Mutlu Türküm Diyene” dememis, sözün bas tarafini kesmisler. Aslinda:
“Türk demek Türkçe demektir, ne mutlu
Türküm diyene” demis. Bu ülkenin bütünlügü için, ortak gayelere yürümemiz
için bir resmi dili vardir. Türkiye'mizde de bu, Elhamdülillah, Türkçe'dir.
Türkçe deyince ayrim yapmamaliyiz. “Osmanlica”si da, “öz Türkçe”si” de hepsi Türkçe'dir.
Parlamenter
lafina gelince. Bu feci bir vaziyet. Eskiden bunlara “mebus” denirdi. Sonra “milletvekili” oldular. Simdi son
zamanlarda, üç-bes yildir bir de bakiyorsunuz televizyona çikip “biz
parlamenterler”, “parlamento” laflariyla kendilerine sözde Avrupali süsü
veriyorlar. Simdi biz diyoruz ki, bu kelimelerin Latince, Italyanca kökeni “bos
laf üreten” manasina gelir. “Parlamento”da, “bos laf üretilen yer”
manasina gelir. Kendilerine bu kelimeleri
uygun görüp Avrupali havalarina girenleri uyariyorum:
Bu millet bos laf üretenleri degil, vekillerini bekliyor.
“Protokol”
kelimesini de böyle özentiyle kullaniyorlar. Bunun karsiligi “tesrifat”tir.
Osmanli divanini çagristiriyor ve ne kadar zengin kelime. Ayrica bu “Ambulanslar”in
önünde eskiden “Cankurtaran” yazardi. Son yillarda birden bire büyük bir
özentiyle “Ambulans” yazilmaya baslandi. Ondan sonra da “Ambulance” yazmaya
basladilar. Yahu ne oluyor? Bunlar da
nereden çikti? Bizdeki “cankurtaran”in manasi açik.
En az 10 bin
sene dünyanin birçok yerinde yurt tutmus olan Türkler irk olarak çogu kez
birbirine benzemez. Ancak bir takim kültür unsurlari devam etmistir. Ben buna
“kültür genleri” ismini taktim. Bunlari yok edersen o milletin adini tarihten
siliyorsun. Adamlarin derdi buralarda Türk-Müslüman lafzi birakmamak.
*****Türk egitim
sistemi bir anlasmayla teslim edilmis. Ismet Pasa Amerikalilarla anlasma
yapmis. Demisler ki: Milli Egitim Bakanliginda 8 kisilik bir kurul olacak.
Dördü Türk, dördü de Amerikali. Ama dört Amerikalidan biri Amerikan elçisi ve
onun oyu iki sayiliyor. 1945'den beri onlarin marifetleriyle Türk Egitim
sistemi dünyanin en rezil egitim sistemine dönüstürüldü. Diger bir ifadeyle
egitimsizlestirme sistemi geldi.*****....
Ayrica “turizm”
yani “gezim” ayagina Türk yer isimlerimizi yabanci dile çevirip sonunda vatan
topraklarini yabancilara peskes çeken kafa
olusturuldu.
Amerika sadece
iki sey üretir: Biri silah ve bunu
satacak yerler icat eder, her tarafta bir takim ufak harpler, iç harpler
çikarir. Fransa, Ingiltere, Rusya da bunu yapiyor. En çok Amerika yapiyor.
ABD'nin ürettigi ikinci sey film. Bunun
içine televizyon dizisi, pop müzigi, sinema da dahil. Aslinda bu “film”
öbüründen daha güçlü bir silahtir. Çünkü milletin beynini ve gönlünü mahveder.
Bunlari üretir, baska bir sey üretmez.
YÖK
Kuruldu, Bilim Bitti
1980-82
döneminde Türkiye'de en önemli iki sey olmustur; Birincisi Türkiye'de yerli
sanayi kurma “sak” diye kesilmistir. Bununla baglantili ayni sira ikinci bir
olay var: YÖK kurdurulmustur.
“YÖK'ün
kurdurulmasinin sonucu nedir?” Üniversitelerde arastirma adeta yasak
edilmistir. Yasak demeye gerek yok, fiilen nerdeyse yasak hale getirilmistir.
Arastirma yapamazsin, yaparsan da bir sürü dert alirsin. Fizik, kimya gibi
konularda bile sahici arastirma yapanin basi derde girer. Gicik bir konu olmasi
gerekmiyor. Arastirma yapmak yerine 40 saat ders verip para alacaksin. Dünyada
böyle bir sey olmaz. Böylelikle üniversiteler bitirilmistir. Üniversitelerde
bugün bilim de yoktur, egitim de yoktur. “Peki niye Üniversiteler
bitirilmistir?” Biz hatirliyoruz: 70'lerin sonlarina kadar millet iki kelime
ile (“fasist, komünist”) birbirine düsürülüyordu, bombalar patliyordu. Bu
anarsi olaylarina ragmen üniversitelerde arastirma, bilim, teknik havasi
baslamisti. Sanayiler yerli imkanlarla kurulmaya çalisilirken örnegin bir
plastik fabrikasi kurulacagi zaman üniversiteden konuyla ilgili kisilere
arastirmalarini yaptiriyordu. Bir taraftan sanayi durduruldu. Yerine gezim
(turizm) yerlestirildi. Gana'ya Ingilizler ayni modeli sokmuslar. “Canim sizin
yapmaniza gerek yok. Biz size satariz. Siz turizmle geçinin” demisler.
Türkiye'de sanayinin durdurulmasi, ayni zamanda üniversitelerin –arastirma
bilim, teknik- bitirilmesi suretiyle sanayi kuracak, teknoloji gelistirecek insan gücünün engellenmesi
“muz iktisadiyati”na dönüsümü hazirladi.
Üzülerek söylüyorum, Türkiye'de bugün
artik meslek sahalari kalmamistir. Mühendisler, elektrik, makine hele de temel
bilimlerde ögrenim görenler meslekleriyle hiç alakali olmayan islerle ugrasmak
zorunda kaliyorlar. Avrupa'dan makine alacagiz. Kumas dokuyacagiz; Avrupa'dan
makine alacagiz. Simdiye kadar dokuma tezgahlari için verilmis olan döviz
disariya satilan tüm dokuma ürünlerinden alinan dövizden daha fazla imis!
Nitekim dokuma ürünlerini de, “Çin, Pakistan'dan daha ucuza aliriz.” Dediler.
Dokuma ürünlerini de almadilar ya da kota koydular. Gezimi de 2 günde 2 kelime
ile durdurdular.
Üniversiteler Egitim, Arastirma ve
Bilgi Üretme Islevleri ve Ülke Iktisadi ile Etkilesimleri
Üniversitelerin
(yani Türkçe'siyle “evrenkent”lerin) içiçe, birbirinden ayrilmaz iki görevi
vardir; ya da böyle olmasi gerekir:
1.
Egitim/Ögretim
2.
Arastirma
Ögretim üyesi
bu ikisinde de faal degilse bilgisi kaliplasir, yaraticiligi körlenir, bilim
heyecani azalir, yeni yetisenlere de bu heyecani sirayet ettiremez olur.
Ayrica, en iyi ögrenme bir isi yaparak ögrenmektir. Kisi kendi çabalasin,
sorgulamayla ugrassin ki konu beynine malolsun, bu yogrulmadan yeni fikirler,
yaratimlar çiksin. Dolayisiyla, doktora seviyesine önemli bir yer düsüyor.
Doktorada arastiricilik ruhu gelisir, ögrenci sorgulayip çözümler ürettikçe
özgüvenini arttirir veya kazanir. Artik karsilastigi her meselede çareyi ondan
bundan (mesela yabanci uzmandan, devlete geldigi zaman IMF`den) beklemez olur.
Doktora
egitiminin ülke iktisadina da büyük katkilari vardir. Evrenkentlerde yapilan
arastirma/gelistirmeler, doktora ögrencileri olmadan fazla ilerlemezdi. Burayi
dikkatle biraz açalim:
a) Evrenkentteki
arastirma faaliyetlerinin gerçek katkisi ne zaman, ne kadar, nasil var veya
olabilir?
b) Doktora egitiminin
katkisi varsa, örnegin Türkiye'deki su
an mevcut doktorali kisi sayisi ile iktisadi gelisme arasinda nicel bir baginti
bulabilir miyiz?
a) Bir çok ülkenin bir dis
siyaseti, iktisadi siyaseti, bunlara bagli olarak da bilim/teknik arastirma/gelistirme siyasetleri
var. Japonya, A.B.D. gibi ülkeler 5-10 yillik hedef-tasarilar seçerler, oraya
dogru yogun bir gidis olur.
Bazi ülkelerin
iktisadi yenilenme, yeni sanayi ve is sahalarinin açilmasi iste böyle
arastirmalardan doguyor. Devletin destekledigi ve esgüdümünü sagladigi bu
arastirmalarin çogu çesitli evrenkentlerde yürütülüyor.
Hedeflerini
saptamamis ülkelerde ise, daginik, amaçsiz, “dostlar alisveriste görsün” kabilinden, doktora alinsin, doçent
olunsun diye arastirma etkinlikleri görülebilir. Devlet, “yayin yapmak için
yayini”, atiflar dizininde (“citation index) yayin saymak için arastirmayi
destekler. Sonuçta ne ciddi bir iktisadi katki, ne önemli bir sanayi hamlesi,
ne uluslararasi pazarlarda bazi açik veya eksikler bulup oralari tutma
gibi gelismeler, ne savunmada bagimsizlasma gerçeklesir. Böyle amaçsiz,
hedefsiz, içinden dagitilmis ülkeler olsa olsa baskalarinin istahini kabartan pazar-ülkeler olurlar. Sonunda,
milli olmasi gereken (her ülkede böyle) egitimlerini bile istismarci yabanci
ülkelere teslim eder, geleceklerini tehlikeye sokarlar.
Ayrica,
evrenkentlerin her dalda (toplumsal bilimler dahil) sanayi ile, özel ve kamu
kuruluslari ile, savunmayla etkilesim içinde olmalari gerekir. Örnegin
A.B.D.'de, tarih, siyasal, kültürel budunbilim (“antropoloji”) gibi dallarda
bile, evrenkentlerde devlet destekli arastirmalar yaptirilmakta, bazi ülkelerin
nasil denet altinda tutacaklari, nasil bölünmeler yaratilacagi, hedef, kimlik
saptirmalari yapilacagi, her an nasil iç ve dis dengelerin bozdurulabilecegi,
yeni (Orta Asya'daki gibi) ülkelerin nasil nüfuz altina alinip yeni pazarlarin
açilacagi hesaplanmaktadir. “Destabilization” terimi Amerika'da halk diline
kadar inmis, bu “istikrarsiz tutma, istikrar bozma” yöntemleri, tahmini pek de
zor olmayan matematiksel bir bilim haline getirilmistir.
Sunu da ilave
etmeli ki, sömürgelesmis veya resmen olmasa da sömürgeden daha acikli duruma
getirilmis ülkelerde, ulusal hedefler, bagimsiz gelismeler olusmasin diye
sürekli tedbirler alinip yetenekli, onurlu, ülke çikarlarina bagli kisiler
devamli olarak altta veya kenarda birakilir; kisiliksiz, onursuz, sahsi çikar
düskünü, yeteneksiz, yaratiliciliktan yoksun, kolayca kullanilabilir kisiler
kilit noktalara getirilirler.
Türkiye'de
sanayi-evrenkent isbirligi konusunda bazi önemli adimlar atilmis, mesela
“KOSGEB”ler kurulmustur. Bunlarin iktisadi katkilarinin olacagindan kusku yok.
b)
Yukarida bahsedilen türde
bütün arastirmalarda doktora ögrencilerinin rolü büyük.
Simdi gelelim
ülkedeki doktorali sayisina.
Tanzimat'tan
beri zaman zaman Batiya binlerce ögrenci göndermekten medet umuldu. Sonuç
meydanda. Disarida 60.000 ögrenci okutuldugu söyleniyordu. En son bir yerde
okudum, 200 bin olmus. Bir ögrencinin masrafini yillik 30 bin dolar olarak
kabul edersek, bu senede 6 milyar dolar demektir. Bes yilda 30 milyar dolar. Bu
meblagi, Türkiye'deki bütün evrenkentlerin toplam bütçesiyle karsilastirmanizi
isteyecegim. Eger bu 6 milyar dolari bu is için harciyorsa bir ülke çok
büyük
gayelerin olmasi
lazim. Bu
ögrencilerle
`su sanayii
kuracagiz,
su
teknolojiyi gelistirecegiz' diyen yok tabii. Bu insanlarimiz Türkiye'ye
dönseler bile imkan yok. Oralarda kalmayi tercih ediyorlar. Beyin göçü ortaya çikiyor.
Bu ögrenciler
sayesinde o siralarda mali sikinti için olan o ülkelerin evrenkentleri ihya
oldular; arastirmalari için önemli genç bilimadami ihtiyaçlari da bu suretle
temin edilmis oldu. Beyin göçünün nedeni: 1980'den sonra yani YÖK'ün
kurdurulmasinin ardindan Türkiye'de bilim ve arastirmanin bitmesidir. Bilim
adami arastirma yapmak için ugrasacakken, ders basina para alarak 40 saat ders
veriyor haftada.
Dünyanin hiçbir
ülkesinde böyle bir sey yoktur. Ne zaman ki bir ülke perisan hale düser, o
zaman o ülkenin vatandaslarini görmeye baslarsiniz Amerika'da. Türkiye bu
açidan rekor kiriyor Amerika'da. Zaten eger bir milletin sayisi bir çevrede
artmaya baslarsa, asagi görürler.Türkiye'den yüzlerce ögrenci varsa, mesela
Almanya'dan birkaç tane vardir, yoktur. O da özel bir alanda ögrenim görmek
için gelmislerdir. Isin garibi, Amerika'da fen/teknik konularinda doktora
ögrencileri evrenkentlere para vermezler; bilakis ögrenciye mali destek
saglanir. Çünkü yapilan arastirmanin iktisadi ve yan faydalari ülkeye
kalmaktadir. Bu destek, kendini ispatlayan yabanci ögrencilere de verilir. Ama
Türkiye illa da o ülkelere her ögrenci için para vermekte adeta israr etmis, arastirma
yardimciligi bulan gençlerimize maas, burs kabul etmemelerini emretmistir!
Peki, ülkemizin yaptigi bu büyük fedakarliklarin Türkiye'ye faydasi?
Biliyorsunuz,
evrenkentlerimizde en ufak bir alet almak için üç kurus bulmak bile hayli
maharet isteyen bir istir. Disa giden bu büyük paralarin onda biri yurtta
arastirma, yerli Türkçe bilimsel yayinlarin tesviki vb. için ayrilsa kuskusuz
bir gelisme olacak, iktisadi katkilar da artacaktir. Ama bunun için Türkiye'nin
hedeflerinin tespiti de sarttir.
Yurttaki
doktorali sayisi ile iktisadi, bilimsel, hatta kültürel gelisme arasinda en az
dogru orantili, nerde kaldi ki daha yüksek üslü bir matematik baginti bulunabilecegi beklenemez. Nedenleri:
1) hedefsiz (hedef, bilim ekolleri yaratip dünyada söz sahibi olmak da
olabilirdi) daginik arastirma etkinlikleri; 2) dis doktoralarin tesadüfen
seçilen veya disarida verilen konularda, baskalarinin çarklarina, dislilerine
yag olacak nitelikte yapilmasi; çogu kez çarkin kendisinin bile fark
edilmemesi.
Sonuç olarak
Türkiye'nin içinde ve dünyadaki hedeflerini kisa, orta ve uzun vadeli olarak
seçmesi; bu seçimde Türkiye'nin, dis odaklarla baglantili olarak serrine
degil de, hayrina kafa yoracak,
çalisacak onurlu, yetenekli, kendini yurduna adamis kimselerin görev almasi gerekmektedir.
Bu hedefler dogrultusu basta olmak üzere evrenkentlerimizde gerçek yaraticiliga
yol açacak arastirma ortamlarinin, kütüphanelerin, Türk Dünyasi için Türkçe
yayinlarin, ayrica dis dünya ile iletisim ve bilgi alisverisini arttiracak dis
yayinlarin (yayin için yayin olmamasi kosuluyla) gelistirilmesine agirlik verilmelidir.
SEHIRLER INSAN IÇIN MI,
ARABA IÇIN MI?
Simdi “demiryolu”
deyince rayli ne
varsa hepsini kasdecegiz;
tramvay, yer alti, sehirlerarasi
katarlar vb. Hele geriye dönüp bir bakalim.
Son iki büyük,
Sultan Abdülhamit Han da, Atatürk de demiryollarina çok önem verdiler.
Birincisinde Istanbul'un iki yakasi da tramvay aglariyla örüldü. Belki de
dünyanin ilk yeraltisi, Karaköy tüneli yapildi.
II. Cihan
Harbinde savas araçlari üreten A.B.D. dev oto sanayii, özellikle GM (“General
Motors”) sirketi, 1947'den sonra fabrikalari atil kalmasin diye araba isini
yaymaya, halkta bir
araba tutkusu yaratmaya
karar verdiler. O
zamana kadar
A.B.D.'nin her
tarafi tramvay (kendi tabirleriyle “trolley”) aglariyla örülüydü. O kadar ki,
taa Pasifik Ummani kiyisi Kaliforniya'dan doguda Atlas Ummani'na kadar tramvay
degistire degistire gidilebilirmis. GM sirketi ufak tramvay sirketlerini birer
birer satin alip sonra da iflas ettirmis, tramvay raylarini söktürmüs.
Çocuklugumda
Istanbul'un da her iki yakasi tramvay aglari ile örülüydü. Bagdat Caddesi'nin
kenarindan Bostanci'ya dek tereyagi gibi kayip giderdin. Ne seyrüsefere mani
olur, ne bir sey. Simdi ayni caddede lüküs arabasinin içinde dur kalk, dur kalk
sinir buhranlari geçireni bir yandan, yagmurda çamurda otobüs dumanlarindan
bogulan, perisan beklesenlere bir yandan insanin acimasi geliyor.
Iste hesap
sormaya sormaya bu hallere gelindi. Simdi Istanbul'da arabasi olan perisan,
olmayan perisan.
Amerika bile
sonunda toplu tasimaciliga, demiryollarina pay ayirmaya bugünlerde mecbur
kalmaktadir. New York dahil bütün sehirlerinde araba kesmekesini önleyici
yönetim tedbirleri zaten çoktandir vardi. Bizde ise Istanbul, Ankara gibi
sehirler bile böyle herhangi bir tedbire rastlanmiyor.
Bir an evvel
bazi tedbirler alinmazsa sehirlerimiz toptan kilitlenecek, insanlar çikti
(egzoz) gazlarindan topyekün zehirlenecekler. Zaten simdiden ise 1-2 saatte
ancak gidiliyor. Sadece bunun verdigi iktisadi zararin haddi hesabi yok.
Iktisatçilarimiz niye bu zararin mali boyutunu oturup hesaplamiyorlar?
Mühendisler niye karayolunun bir kilometresi maliyetine 5 km demiryolu
yapilacagi gibi hesaplari yapip halkin gözünün önüne sermiyorlar? Niye tercihli
otobüs yolundan bir hafif tramvay hatti geçirilmiyor? Niye araba otobüs
kisitlanip böyle tramvaylar yapilacagina çok daha fazla maliyeti olan yer alti
(“metro”) düzeni için yillarca ugrasiliyor? Istanbul'da sahiller doldurulup
genis otoyollari yapilirken niye az yer kaplayan raylar da konulmuyor? Yakit
artislari azalmasin, araba ithaline dokunulmasin, ahali araba aliskanligindan
sapmasin diye mi?
Unutmayalim ki,
neftyagi üretimi neredeyse olmayan bir ülkenin insanlarini oyuncak sevdasi gibi
arabalarla mesgul eder, kaynaklarinin önemli bir kismini disa yakit ve araba
parçalari için aktarirsaniz, o ülkenin ileriye dönük, onu önemli bir dünya
devleti yapacak temel yatirimlari yapmasini da engellemis olursunuz. Iste öyle
bir ülke sonunda bütçesinin yüzde kirkini (sonra daha da fazlasini) dis borç
faizlerine öder, varini yogunu, fabrikalarini, santrallerini, limanlarini ve
hatta vatan topragini yabancilara satar, gençlerinin egitimini bile Ingiliz
gibi insanliktan uzak, hunhar milletlere havale eder, sonra da tarihten silinip
gider.
ULUSLARARASI
ILISKILER
Yillardir
Avrupa'si, Amerika'si bastiriyor: “Kibris Sorunu” diyor; “Ege Sorunu” diyor;
(sözde) “Kürt Sorunu” diyor. Bizde de birileri yillardir, gelenin gidenin
önünde ezilip büzülüyor; “Afedersiniz efendim”, “Özür dileriz efendim”,
“Ödevimizi yapariz efendim” diyorlar. Otuz küsur yildir bendeniz ise, naçizane
diyorum ki: “Bu tavri takindiginiz takdirde, ne kadar hakli olsaniz, davayi
bastan kaybedersiniz”. Takinilacak tavir baskadir:
Türkiye'nin
“Kibris Sorunu” yoktur. Türkiye'nin Yunanistan'la babamin memleketi Bati Trakya
Sorunu vardir. TV'den yeni ögrendik: Bati Trakya'nin (Bati Pasaeli'nin) kuzey
Türk köyleri meger 67 yildir birer tehcir kampi, birer hapishane imis.
Içerdekiler köy disina ancak özel tezkereyle çikabiliyor, kimse bu tel örgüyle
çevrili köylere giremiyormus.
Türkiye'nin
“Ege Sorunu” yoktur; Yunanistan'in Lozan'a ragmen adalari askeri üs haline
getirme sorunu vardir.
Türkiye'nin “Kürt Sorunu”
yoktur. Türkiye'nin Kerkük Türkmenleri Sorunu vardir.
Avrupa'ya gelince:
Türkiye'ye
“insan haklari” dersi verecegine, Avrupa önce Bosna'da, Cezayir'de, Kosova'da
yaptirdigi katliamlarin hesabini vermelidir.
Bati ülkeleri,
sözde “Ermeni Soykirimi”ni degil, Ermenilerin Azerbaycan/Karabag'da daha yeni
yaptiklari gerçek soykirimi gündeme getirmelidirler.
Türkiye'nin Savunmasi
Dolayisiyla
birinci ilkemiz: Dünyanin neresinde olursa olsun, orali Türk, burali Türk,
nerede bir Türk'ün kilina dokunulursa bütün Türkler, bütün milletleriyle ve
devletleriyle hemen seslerini duyurmali, bütün uluslararasi ortamlarda protestolar,
bir sürü basin-yayin faaliyeti. Türkiye'nin savunmasi burada baslar:
Balkanlarda binlerce Türk'ü kessinler, Irak'in kuzeyinde Türkmenlerin baslarini
daha yeni hapse atsinlar. Olur mu böyle sey? Nerede Türk varsa onun hakkini
hepimiz savunacagiz. Uluslararasi
ortamlara gidecegiz, davalar açacagiz, protesto edecegiz, nota verecegiz, ses
çikartacagiz. Bir kere bu var; bunlar o kadar zor isler degil. Sadece çikip
söyleyeceksin, bu kadar basit.
Bütün mesele;
sahsiyete, haysiyete ve asagilik duygusu yerine kendine güvenmeye dayanir.
Psikolojik bir sey, gayet de basit.
Türkiye
ve Türk Dünyasi Üzerindeki Içten, Distan Tezgahlar
Bati deyince,
Rusya'sindan bütün Avrupa'si, bütün Amerika'sina kadar bizzat yasayarak sunu
gördüm ki: en üst seviyesinden sokaktaki garibanina kadar hepsinin kafasinda
tek bir sey vardir: “Endülüs'ü sildik, burasi hala duruyor”.
Bu acikli
duruma bizi “kültür mühendisleri” getirdi, bilhassa Amerika'nin, Ingiltere'nin
kültür mühendisleri yaptilar bu isi. Zaten bir ülke, bir millet içinden
dagitilirsa, topa, tüfege ihtiyaci kalmaz artik. Evet top, tüfek, lazerli
silahlar, füzeler vb. vb de olmali.
Atatürk Ruhu Yerine “Sahte Sag / Sahte
Sol”
1960'lara kadar
Atatürk ruhu hakimdi: Herkes “Türk”tü, herkes “Atatürk milliyetçisi”idi. Sonra
hava degisti. Kimi zannetti ki “milliyetsizlik fikri” Rusya'dan geldi. Hayir
efendim sahtelerin ikisi de Amerika'dan geldi.
Önce,
1960-1970'lerde Amerika'nin yarattigi sahte sag ve sahte solla bölündük ve
milli degerlerden uzaklastirildik.
1990'larda
filmi, (kaseti, sahneyi; ne derseniz deyin) degistirdiler; “komünist”, “fasist”
laflari kalkti, bir çok ortaoyuncusunun da hakiki rengi ortaya çikti. Bazi safiyan
diyor ki: “Efendim, bu adam vaktiyle komünist hücreler kurmus, ordudan atilmis,
simdi Amerikanci kapitalist oldu. Be kardesim, o zaman da Amerika'ya hizmet
ediyordu, simdi de. Farki: Eskiden “komünist rolü yap” denmisti, simdi de “yeni
dünya düzenci” kapitalist. Adam ayni adam, degismedi; rol degisti. Bu durumlara
iyi dikkat etmeliyiz. Bunlar hep “kültür mühendisligi” teknikleri. Aslinda Bati
birçok ince taktikleri de Selçuk ve
Osmanli Türkleri'nden ögrendi. Biliyorsunuz Makyavelli kitabinin dipnotunda der
ki: “Bu numaralari Osmanlilarin Bizans Tekfurlari arasinda düzenledikleri
dolaplardan ögrendim” (Meger aslinda Nizamülmülk'ün kitabini da okumusmus)
Asyali mi, Avrupali mi,
Avrasyali mi Olmak?
Aslinda biz hem
Asyaliyiz, hem Avrupali, hem de Orda Dogulu. Bundan büyük nimet mi olur? Hangi
millete nasip olmus? Avrasya'nin, hatta simdi Amerika kitalari dahil kaç
kitanin en eski milletiyim; 10 bin sene ve daha öncesi; dili matematik gibi
dil, (yeni giren Ingilizce bozuntulari hariç), kültürü büyük, tarihi büyük. Kaç
imparatorluk kurduk. Onlar sadece öyle kiliç kuvvetiyle olmadi; üstün
kültürümüzle oldu, bilim ve teknigimizle oldu, idari nizamimizla, üstün
maneviyatimizla oldu.
Simdi Türkiye
öyle bir durumda ki, bir yanda bütün Islam dünyasi var, bir yanda Türk dünyasi,
ta Japonya'ya kadar. Türk Dünyasi'ndakilerin içinde komünizme ragmen Türk Müslüman suuruna sahip olanlari hayli
fazladir. Öbür yandan biz Avrupa ile de hasir nesir olabiliyoruz. Dünyaya bak:
hem Asya, hem Ortadogu, hem Avrupa. Hepsinde cirit atabilen böyle baska bir
millet yok. Yani Allah bize öyle nimetler vermis ki, biraz aklimizi kasimiza
alip toparlanabilirsek dünyanin en büyük birkaç devletinden biri oluruz. Pek
yakin tarihe dek öyleydik; gene oluruz.
Avrupa'ya Çok Sey Ögrettik
Açin bakin:
Orta Çag sonunda bu Avrupa'ya, bu kara cahil, yobaz, temizlikten haberleri
olmayan, vebadan kirilan perisan Avrupa'ya bilimleri ögreten Türklerdir.
Matematigin birçok dalini icat eden Türk matematikçileridir.
Batiya cebiri
de, kimyayi da, gökbilimi de, ruhbilimi de biz ögrettik. Kendimizi,
tarihimizden, atalarimizdan aldigimiz manevi güçle, ileriye bakarak
toparladigimiz zaman Batiya, dünyaya, gene çok sey ögretiriz.
Bir taraftan
Avrasya Türk dünyasi ile iliskilerimiz olacak, bir taraftan Avrupa ile, Uzak
Dogu ile, hatta Güney Amerika ve Afrika ile ticaretimiz. Ayrica Islam
ülkelerinin sömürgelikten kurtulmasi için gene biz agabeylik yapacagiz; baskasi
yapamaz bunu. Simdi Bati bunlardan çok korkuyor. Bati gizli gücümüzü biliyor
da, biz bilmiyoruz.
Batili,
Türklerin kendilerine güvendikleri zaman pek çok isi basardiklarini görüyor.
Içerden engellemelere ragmen halk, bu millet, bir sürü is becerdi. Hatta baska
ülkelere isçi olarak gitti, isveren oldu. Onun için bu içerdeki ve disaridaki
düsmanlar son derece endise ediyorlar. Dolayisiyla bu düsmanlar, adim adim,
bilhassa son 50 yildir hizlanarak, “bu isi kökünden nasil hallederiz?” ile
ugrasmislardir.
Yillarca haçli
seferleri yaptilar, bir türlü beceremediler bu isi; sonunda dediler ki: “Biz bu
isi içinden halledecegiz. Bunlari içinden bozarsak, Türklük ve Müslümanlik
suuru birakmazsak ve nihayet birbirine düsürürsek, kim oldugunu, felegini
sasirmis hale getirirsek, dinini, tarih suurunu yok edersek, o zaman bu isi biz
rahatça hallederiz”. Bu plan yürümektedir Türkiye'de.
Fakat
Türkiye'de ben vaktiyle suna dikkat ederdim: hani tahsil veya iktisadi olarak
sözüm ona alt tabakaya dogru indikçe, yani gariban halka, köylüye falan indigin
zaman onlarda daha bir derinlik görürdüm. Yani o insanlarda daha derin bir
kültür vardi. Çünkü biz Asyaliyiz. Ve bizim binlerce senelik bir kültürümüz
var. Bu kültür hala bozulmamis halkta yasiyor. Gerçi bu güzel tabakayi da
bugünlerde bozuyorlar ki, en büyük tehlike de buradadir. “Üst” tabaka zaten
çoklukla bozulmustur. Amerika'da, Avrupa'da Türkiye'dekinin tam tersi bir durum
gördüm: Oralarda üst tabaka bilgilidir, çaliskandir, yapicidir. Ama asagiya
indikçe indikçe ahali barbarlasir, yabanilesir. Neden? Çünkü Batinin kültürü
birkaç yüz seneliktir. Iste bunlar, barbar kavimlerin elektronik cihazlari
yapmayi ögrenmis –onu da devsirdikleri insanlar sayesinde yapmis- insanlardir.
Iste Bati
bizden aldiklari ilimleri bize karsi güç olusturmak için kullanip güçlendikçe
bizi ortadan kaldirmanin yollarini aramaya baslamistir. Bu ise özellikle 1700
baslarinda soyunmuslar. Fiziki olarak Türklerle basa çikmamiz mümkün degil
demisler. Onun için biz olsa olsa bunlari içinden yikabiliriz demisler.
Arastirmislar, bakmislar ki Türk'ün kuvveti tasavvuftan, gelenek ve
göreneklerinden, insanlik anlayisi gibi hasletlerden geliyor. Dolayisiyla biz
bunlari içinden bozarsak bu isi ancak öyle hallederiz. Ne kadar sürer demis
Ingiliz. “Biz, belki torunumuz da sonucu göremeyecek, ama biz ondan sonra için
çalisiyoruz” demis. Ingiliz bu planla Hicaz'da Vahabilik gibi sahte bir mezhep kurdu. Simdiki Suud krallari da
bunlarin torunlaridirlar. Vahabiler ilk is olarak Hicaz'da bulunan 300-500 bin
Türkü kestiler. (Ingiliz Hindistan'da da sahte Ahmedi mezhebini kurdu).
1838'de
Ingilizler dünyanin küresellestigine dair bir edebiyatla ve Osmanli
Imparatorlugu içerisindeki bazi idarecileri satin alarak Gümrük Birligi
anlasmasi imzalattilar. Ingiliz mallari Türkiye'ye doldu. O zamanlar Ankara'nin
nüfusu 90 bin civarindaymis, büyük bir el dokuma sanayii varmis ki, dünyaca
meshur kumaslar üretilirmis. Bu anlasmadan 10-15 yil sonra Ankara'nin nüfusu 30
bine düsmüs. Dokuma sanayiimiz ölmüs.
Ardindan Tanzimat Fermani
ile köse baslarindaki bazi adamlarin da
gayretleriyle çözülme basladi. Fransa'ya rasgele, amaçsiz ögrenci gönderilip
sahte sömürge aydinlari yetistirildi.
Çare, elbette
her yapilan alçakliga son dakikada yarim agiz tepki göstermek “kinamak” degildir. Gülerler adama.
Yillardir, daha kimse bize satasmadan, bizim kendi davalarimizi dünya
kamuoyunda sürekli gündeme getirmemiz, Türkiye'de Ermenilerin yaptigi sayisiz
hunharliklar, katliamlar için yapanlarin cezalandirilmasini (ki çogu hayatta, baska ülkelerde idiler),
soyundan sopundan tazminat alinmasini istememiz gerekirdi. Daha yakin yillarda
Fransa'da, çesitli ülkelerde elçilerimizi öldürenleri barindiran, üstelik de
utanmadan iki de bir bize insan haklari dersi vermeye kalkisan bu uygarlik,
insanlik fukarasi Bati ülkelerine yillardir niye dayatmadik?
Fransa'ya
Ne Yapmaliyiz?
19. yüzyilin
sonuna dogru Paris budalasi bazi Osmanli “monser”leri aralarinda Fransizca
konusur olmuslardi. Etki alanini Anglosakson'a kaptirmasina ragmen, Fransiz'in
en büyük basarisi duruyor. Osmanli Devletinin idarecileri arasina sokulan 5.
kol gizli cemiyet sayesinde, “mektep-i sultani” yani Galatasaray egitimini
Türkçe yerine Fransizca yapti ve yapiyor. Fransizlarin, Türkiye'de hala etkili
olmak için son ümitleri bu okul ve birkaç, rahibeli, misyoner okulu. Bunlari
kapattigin, hiç olmazsa egitim dillerini Türkçe, ögretmenlerini de tümüyle Türk
yaptigin an, Fransiz canhiras bir feryat atacak, acilar içinde inleyecektir.
Iste Ermeni kiskirticisi, katliamci, kültür, dil ve din emperyalisti Fransiz'a
yapilacak sey budur. Bak o zaman nasil pisman olacaklar.
Fransiz'in,
Türk yumusak topuguna dokundugun anda, Türkiye'deki Fransizca ile egitimli okul
mezunlarinin bir kismi diyecekler ki, “Fransiz'a karsi duygusal davranip da,
kendimizi “bilim”den mahrum etmeyelim”. Lafa bak, dersleri Türkçe yerine
Fransizca yapmakla bilim mi oluyormus? O misyoner okullarindan kaç tane gerçek
bilim adami çikmis acaba? Var mi öyle bir sey?
Hangi
Avrupa Birligi?
Ingiltere,
kuzeyde dagli Iskoçlarin siniri Hadrian duvarina kadar Roma Imparatorlugunda
kalip dilinin %60'i latinlesti (tabii simdiki örn. tip dili %99 tam Latince).
Kelt kavimleri tarih boyunca birlik olup bir tek devlet olusturamadilar.
Günümüzün Avrupa haritasi, hala iki bin yil önceki Kelt kavimlerinin haritasi
gibi.
Kelt'lerin
hemen hepsi Roma Imparatorlugu'nca fethedildiler. Ancak, Avrupa'da o zaman da,
simdi de önemli, ayri bir durum daha var: Cermen kavimleri.
Bati Roma
yikildiktan sonra Cermen göçleri (Franklar, Engel ve Saksonlar, Lombardlar vb)
latinlesmis ülkeleri degistiremedi. Göçlerle gelen Ural-Altay/Türk kavimleri
ise dillerini unutup eridiler.
Cermen
kavimleri (bugün Almanya, Avusturya ve Isviçre'nin bir Alman lehçesi
konusan kuzey kismi)
ile latinlesmis Keltler
arasindaki mücadele günümüze dek sürmüstür. Bazi Batili
tarihçilere göre Avrupa'daki birçok savas, I. ve II. Cihan Harpleri dahil, bu eski
Alman-Latin/Kelt ayrilik-gayriliginin birer devamidir. Sözde “Avrupa Birligi”
içinde de günümüzde kökleri iste böyle derin bir Alman-Fransiz ve Alman-Ingiliz
ayriligini görmekteyiz. Avrupa Birligi'nin önemli dili Almanca mi olacak,
Fransizca mi yoksa Ingilizce mi? Bunun sessiz savasimi sürüyor. 1066'daki
Norman istilasindan beri süregelen Fransiz-Ingiliz en hafif tabiriyle
`rekabet'i de cabasi. “Avrupa Birligi”nin bir de “Hiristiyan Kulübü” oldugundan
söz ediliyor. Hayret, hangi Hiristiyan Kulübü? Bu toplulukta Katolik'i,
Ortodoks'u, çesit çesit Protestan'i var.
Bunlar o derece birbirlerine düsmandir ki, tarih boyu zaman zaman birbirlerine
karsi Müslüman Türk'le bile anlasmayi yeglemislerdir. Yakin tarihte Sultan
Abdülhamid Han bu ayriliklari çok iyi kullandi. Hala süren su Katolik Irlanda
ile Protestan Ingiltere arasindaki kavgaya da bir bakin. Daha önce Katolik
Ispanya ile Ingiliz Imparatorlugu arasi savaslar.
Norveç ve
Isviçre halk oylamalarina binaen AB'ye girmedi. Ingiliz halki bile AB'de ulusal
egemenliklerinden vazgeçmek istemiyor. Fransa'da da ayni sekilde kuvvetli
sesler yükseliyor. AB fikrinin arkasinda yatan ülkülem (“ideoloji”) ile hiç de
yeni olmayan, kökleri 1700'lere giden “Yeni Dünya Düzeni” arasinda baginti
var. Fransa'nin önemli bazi siyaset
adamlari son aylarda bu “Yeni Dünya Düzeni” oyununa karsi çiktilar. Ama
Türkiye'de de oldugu gibi üstlerde birileri “Yeni Dünya Düzeni” ve onun kuyrugu
AB'ye uluslarini, adeta emr-i vakilerle sürükleme pesinde. Bu üstlerdekilerin
kime, niye ve nasil hizmet ettikleri elbet bir gün belli olacak.
Iste
Türk Dünyasi Böyle Olusur?
Türk
Dünyasi'nin yeniden olusmasi için bütün Türk Cumhuriyetlerinde ortak Türk dili
ve ortak yazi bir an önce gelismeli, ortak Türkçe yayinlar Türk Dünyasi'nin her
kösesinde okunmali, bu ülkelerin Türkçe TV'leri herkesçe seyredilmeli, her
dalda yapilacak ortak kurultaylarda, bilimsel toplantilarda konusmalar Türkçe
olmalidir. Bu hedeflere ulasmak o kadar zor mu? Hayir, yeter ki gönüllerde
istek olsun.
Burada bir
gazete, kitap çiktigi zaman bütün Türk Dünyasi'nda okunabildigini düsünün; bu
eserlerin 250 milyon insana gittigini düsünün. Osmanli'daki gibi büyük bir
millet olmaya sadece bu yeter.
Lehçe
farkliliklarina ragmen her Türk hepsini anlar, anlamalidir. Ben suni
yakistirmalar olan “öz Türkçe”, “Osmanlica” diye bir ayrim, bir bölücülük kabul
etmiyorum; ikisi de Türkçe'dir ve o zaman Türkçe dünyanin en zengin dili olur.
Ama Frenkçe, Ingilisça bozuntusu “Anglomanlica” laflar asla Türkçe olamaz.
“Ambulans” gibi, “aktivite” gibi, “parlamenter” gibi her özentifikasyon kelime
gönlü Türk olanin bögrüne bir diken gibi batar. Böyle sözcükleri kullanan
ayiplanmali ama asagilik duygusundan kurtulmasi için kendisine yardimci olunmali.
Içten,
Distan Saldirilar Karsisinda Türkiye
Amerika,
Avrupa, Çin, Rusya gibi kuvvetler arasinda Türkiye'nin bagimsiz bir denge
siyaseti gütmesi gerekir. Her ülke ile iliskilerimizin olmasi, bunlarin
arasindaki dengeden faydalanmamiz gerek. En son Sultan Abdülhamit Han, sonra da
Atatürk “Denge
Siyaseti” yaparak Türkiye'nin çikarlarini korumuslardir. Denge siyaseti
olmadan, bir tek kuvvetin her dedigini yapmakla ülkedeki isler iste bu hale
geliyor.
Biz siyasetten
bahsetmiyoruz. Siyasi seyler gelir geçer, bunlar önemli degildir. Uzun vadede
kültür genlerini binlerce yil yasatan kültür meseleleridir. Dildir,
edebiyattir, tarihtir, bilimdir. Sovyetler dagildigindan beri Türk kurultaylari
yapiliyor. Kurultayda bazilari Rusça konusurmus, digerleri Ingilizce
konusurmus. Böyle Türk kurultayi mi olur?
Insanlarimizin
bagimsizlik ruhuna sahip olmasi lazim; özgüvenlerinin gelismesi lazim. Deniyor
ki “Dünyada bagimsizligin önemi geçmis”. Öyle bir sey yok. Her ülke kendi
bagimsizligina, kültürüne daha fazla sahip çikiyor. Çünkü eger her ülke kendi
degerlerine sahip çikarsa, ancak esitler arasinda bir kardeslik ve küresellesme
olur. Aksi takdirde biri birinin kölesi olur.
HIRISTIYAN — MÜSLÜMAN
ILISKILERI
III. Dünya
Savasi çikar mi? Nasil çikar, onun üstüne tahmini birseyler diyebilirim.
Insallah çikmaz. Tabii daha önemlisi Islam ülkelerine karsi bir “Hiristiyan
Cihadi” açilmistir. Yani, Haçli Seferi. Bush Haçli Seferi desin-demesin, olaya
baktigin zaman bütün Islam ülkelerine karsi bir haçli seferi görülüyor. “Peki
11 Eylül'de mi basladi?” “Hayir.” Bin yildir böyledir. Ama bu son Haçli Seferi
yeni baslamadi. 100 senedir devam eden bir Haçli Seferidir. Bu olaylar son
noktayi koymadir. Islam ülkeleri zaten perisandir. Herbiri bir sömürge
durumundadir. Hepsinin basinda disardan ayarli
krallar vardir. Sahte neft yagi (petrol) bunalimi oldugu zaman
Amerika'da ahali diyordu ki, sokakta benzin kuyrugunda: “Bu petrol niye
Araplarin oluyormus? Gidelim oralari fethedelim”. Nitekim 20 sene sonra bir
Körfez savasi icat edip zaten denetimlerinde olan petrol bölgesine iyice yerlestiler.
“Simdi Körfez
savasinin asil sonucu nedir?” Dikkat edin. Yan ürün gibi görünen sey asil
sonuçtur. “O nedir peki?” Amerika Suudi Arabistan'i ve Kuveyt'i fiilen isgal
etti. Bir sürü askeri üssü, yüz binlerce askeri var çölün ortasinda. Araplarin
da haberi yok. Amerika hem petrol bölgesine yerlesti hem de Suudi Arabistan ve
Kuveyt'in hazinesini soydu. “Ben sizi korudum” bahanesiyle. Kral aileleri
aglasiyor. Üstelik borçlandilar. Hem isgal edildiler, hem hazineleri soyuldu.
Afganistan'daki
savasin da sonucu Amerika'nin bu sefer de Orta Asya, Kafkasya neft yagi, dogal
gaz ve maden kaynaklarina ve o bölgeye yerlesmesi olacaktir. En basta da bu bölgelerin kapisi durumundaki ülkeler
olan Türkiye, Pakistan, Afganistan var. Bizim aslinda çok dikkatli olmamiz
lazim. Kabak bizim basimiza patlayacak.
Avrupa'da
Müslüman düsmanligi tarihten beri çoktur. Ama Amerika'da Müslüman nedir,
Türkiye nerdedir, bunlardan ahalinin pek haberi olmaz. Amerika'nin ahalisi
cahil birakildigi için. Dolayisiyla da fazla düsmanliklari da yoktu. Yeni
kavram-formül ile birlikte Müslüman dünyasi düsman ilan edildi. Amerika böyle
karar verdigi zaman basin-yayina da 1-2 kitap yazdirirlar. Huntington gibi
adamlara. Sonra bunlarin çigirtkanligini yaparlar. Birkaç gün içinde aniden bir
hava olusuverir. Yani birileri düsman olarak gösterilir. Her zaman
yapmislardir. Dolayisiyla bu olaylar, bir baslangiç
noktasi seçmek
gerekirse, 91'de bu laflarin ortaya çikmasiyla basladi diyebiliriz. Tabii
öncesinde de planlaniyordu. Kimse sanmasin ki, 11 Eylül'de bir olay oluverdi
de, ondan sonra ortalik karisti. Öyle degil. Tüm olaylar adim adim düsünülerek
planladi. Sizler de biraz düsünürseniz bir adimlari farkedersiniz.
Çok ciddi isler
oluyor. Birçok uluslararasi anlasma tartisilmadan imzalanip kabul ediliyor. Ama
bunlar olurken milletvekili maaslari gündeme geliyor. Bilen birisi anlatsa da
ögrensek isin hukuki tarafini, bir sey anlatan yok ki halka. Biz de diyoruz ki:
“Milletvekili maaslarinin anayasada isi ne?” Anayasa genel bir çerçevedir
sadece. Sair ülke anayasalarina bak. Bir vatandas olarak benim garibime
gidiyor. “Anayasa da böyle ivir zivirin isi ne?”
Yeni
Dünya Düzeni ve Türkiye'nin Gelecegi
Bu toplumun
yeniden insa edilmesi gerekiyor, çünkü bin parçaya böldüler bizi. Gelin
dostlar, simdi bütün ayrimciliklari bir kenara birakiyoruz; yok sagmis, solmus,
laikmis, anti-laikmis, basörtüsüymüs vb. bunlari bir kenara birakin; bu milletin
hepsi, her ferdi, Türkiye Cumhuriyeti
içinde olan herkes bizim milletimizidir.
Benim zaten
simdiye kadar tek bir firkam (partim) oldu –köylerde dedim de sasirdilar-
köylerde nutuk atiyordum “biz iktidar olunca –muzipligi seviyorum ya- söyle
yapacagiz, böyle yapacagiz” diye. Köylüler dediler ki “hangi parti, oy
verilim”. Ben de dedim ki “vallahi, o partilerden anlamam, benim bir tek partim
vardir, o da Türk Milletidir ve Türkiye Cumhuriyeti'ndeki her fert benim
milletimdir”.
Tarih
Tahterevalli Gibidir... Simdi Sira Bize Geliyor
Tarih bir
tahterevalli gibidir. Bunun matematiksel denklemlerini yazabilirim. Bes yüz
sene Bati tarafi yükselir, öbür tarafi asagi iner, bes yüz sene de tersi olur.
Simdi sira bize gelmistir. Bati, Amerika'siyla Avrupa'siyla içinden çürüyor.
Onun için sira bize geliyor kimse merak etmesin.
SERBEST
PIYASA
“Serbest
piyasa” nedir ben size söyleyeyim: Siz Amerika'da Türk mali görebilir misiniz
gidin bakin: Bazi büyük alisveris merkezlerinde bir tek Türk mali görürsün,
Ülker Bisküvi. (Dünyanin her yerinde var). Türkiye'de Ülker Bisküvi Sirketi'ne
çok büyük ödül vermek gerekir. Ama, en adi tüm Amerikan mallarini, simdilerde,
oradakinden daha yüksek fiyatlarla Türkiye'de bulursun. O halde, “serbest
piyasa” ne demek oluyor? “Onlar bize istedigini satsin, bizden hiçbir sey
almasin, kotalar koysun” demek herhalde. Böyle serbest piyasa mi olur? Böyle
enayi memleketi nereden bulacaklar? Baska ülkeler “karsiliklilik ilkesi”ne
dayanmayan iliskilere razi olmuyor.
Yabanci sermaye
gelince Türkiye kalkinacakti, kalkindik. Amerikan hamburgercileri çogaldi.
Amerika'nin ise yaramaz moloz mallarini doldur, hem kültürün, sihhatin bozulsun
millet olarak, hem de Amerikan sirketleri bu isten para kazansin. Gele gele
böyle bir yabanci yatirim geliyor; üstelik bir gelirse, bin götürüyor.
Dolayisiyla iktisat her gün
biraz daha batiyor, batmamasi mümkün degil. Yani siz simdi hiçbir sey üretmiyorsaniz, gitgide
sadece disaridakilerin malini pazarliyorsaniz, reklamini yapiyorsaniz, gençler
de bu isler için yetistiriliyorsa (boyuna aliyorsun, hem de borçla; satacak bir
sey yok, tesadüfen arada bir olsa bile almiyorlar ve bitiyor isin), bu durumda
batmaman mümkün degildir; çünkü termodinamigin birinci kanunu isliyor. Çatlasan
mümkün degil; tabiat kanunu söylüyor bunu. Ben olsam, devletin basina gelecek,
hükümetlerin basina gelecek insanlarin fizik ve matematikten de anlamalarini
sart kosarim, o zaman kafa çalisir; tabiat kanunlarina ters laflar söylenmez.
(Ama, “bilim+gönül” formülümüzü unutmayalim. Kafa/akil yetmez, gönül de lazim.)
Bilim,
teknoloji, arastirma iktisadi gelismenin bas motoru, o tespit edilmis.
Onlar yapip bize satacaklar, biz de
kullanacagiz. Gittikçe fakirlesirsin, gittikçe borcun altina girersin; sonra da
gelis topragina varincaya kadar neyin var neyin yoksa elinden alirlar. Sen ne yapiyorsun?
Hedefler
gerekli ve bir milli siyaset gerekli. Küresellesen dünyada ulusal hedeflerin
olmasi daha da önem kazanmistir. Ben küresellesmeye taraftarim, aslinda
Türkiye'de arasin benden daha küreselini bulamazsin, daha evrenselini
bulamazsin. Ama küresellesme, evrensellesme, esit haklara sahip olan asagi
yukari esitler arasinda olur. Biri herseyi dayatiyor, digeri de herseye
eyvallah demek zorunda kaliyorsa ve buna da alisiyorsa o zaman bu küresellesme
degildir. Bunun adina sömürgelesmek denmez de ne denir?
Bir
Ülkenin Iktisadi Üç Günde Nasil Çökertilir?
Borsaya sicak
para geliyor ya disaridan, borsa yükseliyor. Bu isler Türkiye'de yeni oldugu
için millet ne oldugunu anlamiyor. Böyle ufak borsayi birkaç kisi
yönlendirebilir. Gayet kolayca. Simdi o para gelince, bizim disaridan ayarli
basin, “Vay iste Borsa çikiyor!” diye milleti heveslendirir. Garibanlar da
gidip oraya paralarini koyuyorlar. Ama, borsa yükseldigi zaman bir miktar veya
batirmak istedikleri zaman hepsini birden yabancilar çekip götürüyorlar.
Milyarlarca dolar, zavalli milletin parasi sak diye gidiyor. Yani götürülen
para kimden çikiyor? Vatandasin oraya koydugu ufak tefek paralardan çikiyor.
Hatta bu, her ülkede böyle olur. Birileri kazaniyorsa birileri kaybediyor
demektir. Kazanan birkaç kisi, kaybeden de milyonlarca insan. Bunun kaidesi
budur.
Mesela banka
hortumlaniyor, zarara ugruyor, yani batiyor, mevduat sahiplerinin bütün mevduatlarini devlet
üstüne aliyor. Devlet ödüyor. Onun için bankalarin battigini millet pek farketmedi. Amerika'da
bir banka battigi zaman, nitekim 1992'de Amerika'da bin tane banka batti, bütün
millet o bankalar önüne yigildi, isyanlar çikti, ortalik birbirine girdi. Bizde
böyle bir sey görmedik. Niye? Çünkü bütün mevduat sahiplerinin parasini devlet
taahhüt ediyor. Hatta bankanin baska kuruluslara olan borçlarini bile üstüne
aliyor. Böyle kanun hiçbir yerde yoktur.
Amerika'daki
bankalarda teminat eskiden 50 bindi, sonra 100 bin dolar oldu. 100 bin dolara
kadar mevduatin sigortasi vardir. Devletin arkasinda durdugu. Ona ayri sigorta
olarak fon ayrilmistir. Yani her banka sigortaya prim öder, onlar durur, devlet
onu tutar. Ve böyle
battigi zaman senin 200 bin dolarlik mevduatin varsa, 100 bin dolar kadar bu
sigorta sana öder. Hiçbir yerde bankanin zararlarini, batmasindaki durumu
tamamiyla devletin, yani milletin cebinden, destekleyip yerine koydugu bir ülke
yoktur. Bu kanunlar daha önce çikmis, ayarlanmis. Ne demektir bu? “Gel, bankayi
soy, hortumla!” demektir. Tesviktir.
Para nerede? Bu
parayi saklamak mümkün degil. Arastirsak baska bir ülkeye gitti. O ülkeye resmi
bir müracaatta bulunursun. “bizim su kadar paramiz senin su bankanda duruyor”
diye. Bunu bulmak kolaydir. Onun sana iade edilmesi gerekir. Hiç böyle bir laf
yok, paranin nerede oldugunu soran yok. Isteseler bulurlar. Inek nerde? Daga
kaçti. Dagi alacak dolap yapilmadi daha. Yurt disinda bir iki ülkenin
bankalarinda ama, soran yok.
MANEVIYATSIZ AKIL EKSIKTIR
Bati
zannetmistir ki, akil her seyden üstündür. Oysa, bu düsünce eksiktir. Neden?
Çünkü akil bir uzuvdur. Nasil insanin bacagi yürümeye yararsa, akil, beyin de
biyolojik bilgisayar gibi bir seyleri hesap etmeye yarar.
Mesela,
Kastamonu'ya gitmeye karar verseniz, oraya giderken en kestirme kaç kilometre,
ne kadar engebelidir, haritalara bakarak ögrenebilir, bunu bilgisayarda yapar
gibi saptayabilirsiniz. Bu isin bilgisayaridir. Ama bilgisayar Kastamonu'ya
gitmek için bir karar verdirmez. Nereye gitmek istedigini sana söyleyen
içindeki sestir. Yani, gönüldür. Isin manevi tarafi bir takim önemli kararlari
aldirir. Onsan sonra isin ayrintisini, nasilini akil bulur.
Bilim
ve Din Birbirini Tamamlar
“Gönül” çok
eski Türkçe bir kelimedir. 5-10 bin seneliktir. Vicdan, maneviyat, kalbin
tamamini içerir. Çok köklü bir kelimedir ve Bati dillerinde karsiligi yoktur.
Gönül terbiyesi
görmemis insanlar, evrenkentlerde (üniversitelerde) insanligin hayrina bir takim
arastirmalarla ugrasacaklarina hep milletlerin aleyhine, birbirlerinin kuyusunu
kazma, fitne, fesat, dedikodu gibi islerle ugrasirlar. Çünkü gönül yok ki, o
akla faydali bir sey yapmasini emretsin.
Medeniyet
Maneviyatla Kurulmus ve Zenginlesmis
Batililarin “Pax
Ottomana” dedigi baris dönemini yasatan Osmanlilardir. Bati tarihçilerinin
yazdiklari iki tane baris dönemi var. Birisi Octavius Augustus döneminde, Roma
Imparatorlugunun büyük barisi ki, (“Pax Romana”), 100-150 sene sürdü. Digeri,
Osmanli'nin ki 600 yil sürmüstür. Bundan daha uzun bir baris dönemi yoktur.
Osmanli çekildi, her tarafta kan gövdeyi götürüyor. Osmanli döneminde herkes
birlikte, baris içinde yasamisti.
Millet Suuru Gönül ve Kültürle Olur
Bu kadar kitada
bu kadar uzun yillar faaliyette bulunmus bir milletin baska irklarla
karismamasi mümkün degildir. Hatta
karismazsa ayiptir. Türk olmak, soyu, sopu,
irki, kani, biyolojik olarak Türk olmak demek degildir.
Dünyada saf irk
diye bir sey yoktur. Amerika'daki zencilerin genlerine bakarsan yarisi beyaz
irka ait çikar.
“Kültür
Genleri” ve “Mensubiyet Hissi” Önemli
Demek ki,
“kültür genleri” diye bir sey var. “Kültür Genleri” biyolojik genlerden çok
daha kilici ve önemlidir. Kültür geni, kafa ve gönül meselesidir.
Türkçe'nin ana
dili bile olmasi sart degil, benimsemissen, seviyorsan, kullaniyorsan, gönlünde
dil bagi varsa o zaman Türk'sün.
Din
Degisince Kültür de Degisiyor
Toplumun
gönlünün unsurlari var. Sahista oldugu gibi. “Gönül” dedigimiz maneviyatta, çok
önemli olan bir de dindir. Türk `milletlerinin' (Türk Dünyasi) büyük çogunlugu
Müslüman'dir. Müslümanligin vecibelerini yerine getirmenin yani sira,
Müslümanligin kültürel taraflari da vardir. Bir takim gelenekler görenekler
Müslümanlikla içiçedir.
Dolayisiyla
dinini degistirdigi zaman, insanlar tamamen degisiyor. Zira, din degisince
kültür de degisiyor.
--------------------------
SOOOOON