Uluslararasi
iliskiler 1. dunya savasi sonrasinda bir teori olarak ortaya çikmistir. Bu
teori politikalarda gerilemeyi önler, dünyada yasananlari takip edip
karsilasilabilecek olumlu olumsuz durumlari önceden tahmin edip ufku açar
niteliktedir.
Uluslararasi
iliskiler teorileri çalismalar 1960-1970 li yillarda birçok ülkede akademik
bilim olmustur. Uluslararasi iliskilerle ilgili her teori bu alanda yapilan
benzeri çalismalardan etkilenmistir.
REALIZM
Uluslararasi
iliskiler teorilerinden en eski olan ve en fazla benimsenen teoridir. Hobbes
klasik realizmi ortaya çikarmistir. Klasik realizm insan dogasi ve uluslar
arasi anarsiyi ayni oranda vurgulayan bir teoridir. Yapisal realizm uluslar
arasi sistemde devletleri kisitlayan yapilari açiga çikarmak için uluslar arasi
iliskilerde aktörlerin yapilarini ve aktörlerin birbirlerinden etkilenmelerini
degerlendirme disi birakmayi amaçlar.
Devletler
herhangi bir anarsi halinde güçlü tarafin yaninda yer alarak hem rakibine karsi
koyacak güçte olmayi hem de kendi riskini azaltmayi amaçlarlar. Yani devletler
güce degil tehdide karsi dengeleme yaparlar. Waltz devlet güç kapasitesi
disindaki bütün özelliklerden soyutlanmalidir der. Waltz devletlerin gurur ve duygularina göre hareket
ettikleri ancak bunun yaninda zenginlik, güç, büyüme, basari ve özgürlük gibi
isteklerinde oldugunu söyler. Devletin davranislarini ulusal tarih ve
hedefler, anarsi, bunun sonucunda olusan
dengeleme ve devlet liderinin etkisi belirler. Realistlerin norm ve kimlik
arayislari vardir bu konuyu kapsayan bir teorik yapiya sahip olmadiklari için çözüm
hep baska bir teoride aranmistir.
Realizm
sürekliligi açilama amacinda olan ir teoridir. Realistler uluslar arasi
iliskilerde tarihsel veya kültürel degisimlerden degil bazi olaylarin tarihte
tekerrür etmesinden daha çok etkilenirler yani realistler zaman içindeki
degisimi açiklama amacinda degildirler.
Devletler
de tipki bireyler gibi ahlaki kurallara, ahlaki degerlere göre politika
belirlerler. Ahlaki degerler bireyleri ve devletleri yanlis davranmaktan
alikoyar. Devletlerin bir baska devlete yardim etmesi veya kendi içinde bir
yardim politikasi ahlaki bir degerdir.
LIBERALIZM
Liberalizm
Avrupa Ayaklanmasindan dogan en etkili ve en uzun süreli felsefedir. Liberalizm
insan haklarini, demokrasiyi, devlet gücünün sinirlandirilmasini savunan bir
yönetim teorisidir. Ayrica liberalizm piyasa kapitalizminin kaynaklari
insanlara dagitarak herkesin refahini yükselttigini savunur. Liberalizm Sovyet
Komünizmi’nin 1990’larda çöküsünün ardindan önem kazanmistir. Fukuyama
liberalizmi siyasi yönetim biçimlerinin en gelismis hali olarak savunmustur.
Liberaller insanligin ilerlemesinin, küresel çatismasizlik ve iç siyasetteki
olumlu ilkelerin uluslar arasi alana tasinmasiyla olabilecegi görüsünü
tasirlar.
Fukuyama’ya
göre iç siyasette liberal ve demokratik ilkelerin uluslararasi alana tasinmasi
dünya barisi ve düzeni için bir umuttur çünkü milletler birbirlerini mesru
görünce savas için çok fazla bir dürtü kalmayacaktir. Liberaller savasin insan dogasinin bir özelligi olmadigini
bu duygunun bir suni mekanizma oldugunu bu yüzden ebedi barisin saglanmasinin
mümkün oldugunu düsünürler. Bu barisin saglanabilmesi için demokrasi ve serbest
ticaret gerekir. Savasin delismis dünyada hos bir sey olarak kabul edilmedigi,
ahlaki kurallara uymayan, medeni olmayan bir durum oldugunu belirtirler.
Serbest
ticarette ise devletlerarasi bagimlilik artacagi için ayrimlar ortadan kalkar,
insanlar barisçi bir sekilde bir çati altinda toplanirlar. Böylece toplumlar
arasi etkilesim artar, insanlarin birbirlerini anlamasi saglanir, refah artar
ve uluslar arasi dostluk saglanir. Ayrica uluslararasi ticaretin yayilmasi ile
gerek kisisel gerek toplumsal iktisadi çikarlar insanlari birbirlerine
yakalastirirken savas olgusu gereksiz kabul edilmeye baslanir. Liberaller
devletler içi huzurun hukukun üstünlügü ve insan haklarina bagli olduguna
inanirlar. Bir birey için toplumda hos görülmeyecek veya bir cezai yaptirim
gerektiren bir hareket yanlis ise devlet içinde ayni sekilde yanlistir. Dünyada
meydana gelen hukuki, kültürel ve ekonomik degisim insan haklarinin gelisimini
de etkilemektedir.
Liberalizm
ve Küresellesme
Liberalistlere
göre piyasaya devlet eli çok az bir sekilde degmeli piyasa serbest hareket
etmelidir. Bu baglamda liberaller serbest ticaretin büyüyüp uluslar arasi
sirketlerin devletler engeline takilmadan küresellesmesini istemislerdir.
Serbest
Ticaretin Dogasi
Smith
ve Ricardo’nun düsüncesi olan serbest ticaret günümüzde de mantikli
bulunmaktadir. Serbest ticarette uluslararasinda sinir engeli olmadan tüccarlarin
ticaretine imkân saglanmalidir. Devlet destegi istenmemekte sadece ticaretin
serbestçe yapilabilmesi görüsü tüm devlet yöneticilerinin ortak fikri
olmalidir. Ekonomik olarak yükselme yalnizca serbest ticaretle olabilir. NAFTA,
Asya Pasifik Ekonomik Is Birligi, WTO, G8, Uluslar Arasi Para Fonu (IMF) ve
Dünya Bankasi serbest ticaretin önemini artirmaktadir. Tüm bu serbestliklerin
disinda uluslarda meydana gelen terörist saldirilara karsi koymak ve ticaretin
serbest ve güvenli islemesini saglamak görevi devlete aittir.
INGILIZ OKULU
Ingiliz
Okulu temel çözüm aracini uluslararasi toplum oldugunu savunan bir grup yazari
tanimlamak için kullanilmistir. Ingiliz okuluna göre egemen devletler bir
toplumdur fakat hep daha güçlü olana boyun egmek durumunda olmadiklarindan bu
toplum arasizme açiktir. Ingiliz Okulu üyeleri realizm ve idealizmden
etkilenmislerdir. Fakat her ikisini de seçmeyip orta yolu takip etmislerdir. Ingiliz
Okulu üyeleri herkese açik genel bir akademisyenler birligi olup realist ve
neo-realistlere göre daha medeni olduklarini ileri sürer. Realistler bir
kargasa bir savas durumunda düsman taraflarin karsilikli hile yaparak birbirlerini
sindirmeye zararsiz hale getirmeye çalistigini savunurlar bu Ingiliz Okulu’na göre
önemli bir gözlemdir yalniz bu devlet siyasetinin sadece bir yönüdür. Her
devlet siddet araçlarina sahip olsa da uluslararasi isleyis bir savas
olasiligindan çok uzaktir.
Ingiliz
okuluna göre büyük devletler uluslararasi düzende düzeni bozmayacak sekilde
sorumluluk sahibi olabilirler. Fakat uluslararasi sistem için en ciddi tehditte
büyük güçlerden gelmistir. Söyle ki büyük güçler kendi çikarlarina ters olan
seyleri görmezden gelirler. Ingiliz Okulu yazarlari uluslararasi düzeyde
iyilesmeyi arastirirlar. Wheeler’in bir insani müdahalenin topluma dâhil
edilmesi, Keal’in dünyanin yerli halklarinin yasayis kosullarinin
iyilestirilmesi düsünceleri buna örnektir.
Bunlara
göre kendilerini ayni medeniyetten saymayan devletlerarasinda da bir düzel
olabilir. Ingiliz Okulu yazarlari batililarin sömürge, kölelestirme ve ortadan
kaldirmaya çalisma düsüncelerine karsi toplumsal esitlik, egemenlik ve insan
onuruna yakisir davranma konulariyla ilgili yazilar yazmislardir.
Ingiliz
okuluna göre uluslararasi iliskilerde ilerleme için uluslararasi toplum
tarafindan ortaya çikarilmis kurallardan ayri olarak toplumlarin kendi fikri ve
bunlarin kullanimi reddedilmek yalniz uluslararasi toplumca kabul gören
ilkelere uymak zorunludur. Ingiliz Okulu uluslararasi toplum, medenilesme,
adalet, esitlik, egemenlik, devlet ahlaki, uluslararasi topluma karsi tehdit
unsurlari gibi konularda da çözümleme yapmaya çalismislardir.
MARX VE MARXIZM
1940’larda
Marx ve Engels baslatmistir. Marx ve Engels’e göre kapitalist küresellesme
devletlerin sistemlerinde dönüsüm yapmaktadir. Dönüsümde iki ana sinif vardir
biri yönetimde söz sahibi burjuvalar digeri proletaryadir. Proletarya devrim düsüncesiyle
aydinlanmanin özgürlük, esitlik ve kardesligi tüm insanlarin kurtulusu ve
rahata kavusmalari için bir sistem içinde ifade etmistir. Marx maddeciligi
savunmustur. Ona göre insanlik, temel maddi gereksinimleri karsilamak dogayi
anlamak, sinif ayrimi ve sömürgecilige karsi koymak ve diger uluslardan
gelebilecek tehditlerin üstesinden gelebilmek için ugras verip durmaktadir.
Marx’a göre insan zamanla dogayi kavramis ve doga üzerinde bir hâkimiyet
saglamistir ancak insan emegi kavrami ortadan kalmistir. Insanlar
fabrikalasmanin yaninda etkisiz kalmislardir. Maddeci yaklasimin temasi
insanlarin hiç bir sey yapmadan fiziksel ihtiyaçlarini karsilamasi
gerekliligidir. Insanlar sadece var olan ihtiyaçlarini karsilamak için dünyayi
degistirmemistir ayni zamanda yeni amaçlar, istek ve arzular edinerek
kendilerini de degistirmislerdir.
Marx
özgürlük ve esitligin burjuva ve proletarya arasinda bir emek sözlesmesi
yaparak yasal esitlikle saglanabilecegini ancak burjuvanin üstünlük anlayisiyla
bunun imkânsiz oldugunu söylemistir. Marxizmin insanlarin dogayi nasil
kullandiklari konusuyla ilgilenmesi, üretim, siniflar ve siniflar arsi
çatismalar üzerinde yogunlasmasi devletin devamliligi için gerekli olan diger
faktörlerin, savasin öneminin kavranamayisina sebep olmustur. Marxizm insanlik
tarihinin bir bütün olarak ele alinmasini saglamis, siyasi veya ekonomik
siniflasmaya karsi koyarak tüm bunlari evrensel özgürlük düsüncesi altinda
birlestirmistir. Siyaset veya tarih alaninda bunu basaran tek teori Marxizmdir.
Marxizm
üç açidan uluslar arasi iliskiler teorilerine katkida bulunmustur. Birincisi
maddeciligin üretim, sinif ayrimi, güç için verilen mücadelede realist ve neo
realistlere karsi denge olmasi, ikinci Marxistlerin kapitalizm ve uluslar arasi
iliskilerin birbirlerini nasil sekillendirdiklerine birçok açiklama getirmeleri
ve sonuncusu ise sosyal dünyaya açiklik getirmeye yönelik fikirlerin çok azinin
masum ve genel yani nesnel oldugudur.
TARIHSEL SOSYOLOJI
Tarihsel
sosyolojide amaç tarihsel olarak sosyal ve siyasi degisimi anlamaktir. Avrupa
sosyolojisi 18. ve 19. yüzyillarda sosyal degisimlere, endüstrilesme,
sehirlesme, demokratiklesme ve bireysellesmeye cevap olarak ortaya çikmistir.
Yirminci yüzyilda maddi güç, üretim ve üretim sistemlerinin gelisimine
yogunlasmistir. Waltz uluslar arasi siyasetin çok uzun zamandir geneli itibari
ile pek fazla degisiklige ugramadigini söylemistir. Bazi realistler modern
devlet siyasetinden bahsetmek için tarihe göz atilmasi gerektigini
savunmuslardir. Iste burada tarihsel sosyolojinin önemi ortaya çikmaktadir. Büyük
devletler, eski çagdaki siyaseti, bu siyasi birliklerin nasil bir yol çizip bu
güne geldikleri, kapitalizmin nasil ortaya çiktigi, kapitalizmin gücü ve
üretimdeki gelismeler gibi konulari tarihsel sosyoloji ile anlamaya
çalismislardir. Tarihsel sosyoloji duygusal yasam hakkinda da bilgi verir.
Tarihsel sosyolojinin bir amaci da korku, acima, sefkat gibi temel duygularin
tarih içinde nasil degistigini ortaya çikarmaktir. Tarihsel süreçte yok etme
duygusu büyük devletlerin kurulmasina, küçük devletlerin yikilmasina yol
açmistir.
ELESTIREL TEORI
Elestirel
teori yalniz bir yanlisi ortadan kaldirmak amacinda olmadan bu yanlisliklara
yol açan faktörleri ve bu yanlislilarin temellerini de çözmeye çalisan bir
teoridir. Uluslararasi iliskiler teorileri arasinda son dönemde önem
kazanmistir. Elestirel teorinin temel amaci toplumdaki adaletsizligi ortadan
kaldirarak insanlarin yasayis kosullarini iyilestirmektedir. Bu bakimdan
elestirel teori sadece ortami ifade etmez ayni zamanda o ortamda degisime kaynak
olusturur. Elestirel teori sosyal, siyasal ve felsefi alanlarindan hareketle
bir teori çizerek teorinin amaçlari ve yapisi üzerine çalisir ve toplumdaki
adaletsizligi açiga çikarir.
Elestirel
teori diger teorilere meydan okurken ayni zamanda insan özgürlügünü kisitlayan
yasam biçimlerini yikmaya çalisir. Elestirel uluslararasi teori ise bu teorinin
uluslararasi alana yayilmis seklidir. Elestirel uluslararasi teori zaman içinde
siyasi çikarlara bagli olarak hareket eden seylerin elestirel gözle degerlendirilmesi
gerekliligi amaciyla hareket eder. Elestirel uluslararasi teori tam olarak
tarafsiz degildir çünkü bu teori sosyal ve siyasal degisiklige ilgi
duymaktadir. Elestirel uluslararasi teori mevcut yapiyi mesrulastiran diger
teorileri elestirip onlarin açiklarini yanlisliklarini gösterirken özgürlesmeye
yönelik çalismalarini ise desteklemistir.
Elestirel
teori insanlara tam irade ve kendi geleceklerini kendileri kurma sansi vermeyen
kisitlamalar ve bu tür güçlüklere karsi koymaya çalismistir.
POST YAPISALCILIK
Post
yapisalcilik bilgi üretim sürecini siyasi bir mesele olarak görmektir. Bu
bakimdan siyasi yönetim ve bilgi alanlarini ortak bir paydada sorgulamaktadir.
Bilgi ve iktidar birbirlerini desteklemekte ve etkilemektedir.
Soy
bilim
Soy
bilim bilgi-iktidar arasindaki iliskinin önemini açiga çikaran bir çesit tarih
düsüncesidir. Soy bilimciye düsen görev nesnelerin, öznelerin hareket ve bilgi
alanlarin da farkli durumlari açiga çikararak tarihin açigini ortaya
çikarmaktir. Soybilime göre tek tarih yoktur, bir birleriyle baglantili olarak
birçok farkli tarih ayni anda bulunmaktadir. Soybilim tarihte yasanmis
olaylarin kökeninin ve anlaminin tarafsiz ve gerçek bir sekilde taspit
edilemeyecegini savunur. Soybilimcilere göre kesin bilgiden söz etmek mümkün degildir.
Soybilim sadece unutulmusla degil akilda kalanla da ilgilenir. Örnegin: 11
Eylül saldirisinin anilmasi ABD yönetimine siyasi güç saglamaktadir.
Yapisöküm
Yapisökümün
amaci degismez bilinen kavram ve zitliklari ve bunlarin zararlarini ortaya
çikarmak ve buna karsi koymaya çalismaktir. Derrida’ya göre zit iki seyden biri
daima digerinden üstündür. Bu karsit kavramlardan birine çesitli açilardan
üstünlük taninirken digeri sürekli eksik görülür. Kavramlar arasinda üstün olan
bu üstünlügü karsit kavrama bagimli olmadigini düsünerek kazanir.
Çifte
Okumak
Kavramlar
arasi bütünlügün saglanmasi veya saglanmamasi olayini etmek için duruma çift
yönlü bakmak gerekir. Çifte okumada ilk okuma bir metnin, kurumun veya olayin
nasil ortaya çiktigini, bütünlügünü ve geçerliligini anlamak içindir. Ikinci
okuma ise olayin, metnin veya kurumun açigini arayarak düzenini bozmak içindir.
Post
yapisalcilar uluslararasi iliskiler teorilerindeki egemenlik, siddet ve devlet
kavramlarini; yapisöküm, soybilim ve çifte okuma süzgecinde incelerler. Post
yapisalcilar siddetin siyasi düzene güç kazandirdigini, dünya düzeninin mevcut
halini siyasi olusumlarin birbirleriyle çatismalari sonucu aldigini düsünürler
bu yönleriyle diger yaklasimlardan ayrilirlar.
KONSTRÜKTIVIZM
Konstrüktivizm
uluslararasi siyasette maddeler kadar normatif yapilarinda büyük rolü oldugunu,
kimligin siyasete sekil verdigini ve olaylar ile yapilar arasinda karsilikli
bir iliski oldugunu açiklar. Konstrüktivistler olusumlarini elestirel teoriye
baglamislardir. Bunlar birbirinden ve toplumdan kopuk bireyler olarak degil
birbiriyle iletisim halinde siyasi, kültürel vb. alanlarda ortak yanlari
bulunan yeni bir yaklasim olarak gelmisler ve rasyonalist yaklasimlarin
açiklayamadiklari dünya siyasetinin farkli yönlerini arastirma, açiklama ve
yeni yorumlar getirme yoluna gitmislerdir. Konstrüktivizm de birey merkezli
konstrüktivist teoriler toplumdaki ayrismalara sebep olurken, bütüncül
konstrüktivizm uluslararasi ve ulusal ayrismalari bir araya getirmeye
çalismaktadir.
Konstrüktivizmin
ortaya çikisi rasyonalistler ve uluslararasi teorisyenler arasindaki tartismayi
sona erdirmistir. Konstrüktivistler tarihe yeniden göz atma ve bu zamana kadar
dogru kabul edilenleri yeniden gözden geçirme yoluna giderek uluslararasi
tarihe yeni bir olusum kazandirmistir.
Konstrüktivistler
devletlerin bir sistem olustururken ayni anda bir toplumda olusturduklari
fikrini benimsemis ve bu fikri gelistirip ilerletmislerdir.
FEMINIZM
Feminizm
devletlerarasi iliskiler, uluslararasi iliskiler, ulus asiri faktörler ve
yapilarin analiz edilmesi için çalismistir. Feministler evrensel insan haklari,
adalet, iktisat, demokrasi ve baris konularini tartismislardir. Bu bakis açisi
halen devam etmektedir. Feministler kadin toplumsal cinsiyet iliskilerinin uluslararasi
iliskilerde önemli bir unsur oldugunu açiklamaya.
Ampirik
Feminizm
Erkeklerin
yönetim özelliklerinin kadinlar için de geçerli oldugunun, kadinlarin uluslararasi
iliskilerde dünya siyasetinde yer almayisinin, temsil edilmeyisinin önüne
geçmeye çalismislardir. Feministlere
göre ekonomik yayilma dünya genelinde kadin erkek esitsizligini artiracaktir.
Feministler kadinlarin egitime katkilari, ucuz is gücü gibi durumlar dikkate
alindigi zaman ekonomik kalkinmada etkili bir yol bulunacagi görüsünü
savunmuslardir. Kadinlarin ticari hayatta ucuz is gücü haline gelmesi uluslararasi
alanda cinsiyet odakli bir is bölümü ortaya çikarmistir. Kadinlar bu süreçlerde
güçlenmisler ve uluslararasi kuruluslarin bünyesinde yer almislardir. Dünya
Saglik Örgütü (WHO), Birlesmis Milletler Çocuk Fonu (UNICEF) gibi kuruluslar
bunlara örnek verilebilir. Hatta Birlesmis Milletler Sekreter Yardimciligi ve
Insan Haklari Yüksek Komiserligi görevlerini kadinlar yapmaktadir. Fakat feministler
bunun hala yetersiz oldugunu kadinlari yüksek seviyeli yerlerde ancak sekreter
olabildigini söylemektedirler.
Feministler
cinsiyet esitliginin olmadigi devletlerin savasa ve siddete daha yatkin
olduklarini söylerler. Uluslararasi çatismalarda kendi içinde cinsiyet
esitligini saglamis devletlerin ilk güç kullanan taraf olmadigini, siddetin
büyümesine engel oldugunu hatta siddetin düzeyini düsürdügünü savunurlar. Feministler
bir toplumda esitsizligin yalnizca kadin erkek yani cinsiyetine göre farkliliklar
degil hangi makama nasil ulasilacagi ile de ilgilenirler.
YESIL SIYASET
Yesil
teorinin hedefi çevresel sorunlari genis çapli ele almaktir. Yesil siyasette
çevre sorunlari siyasi rolleriyle degerlendirilmistir. Hardin bu konuyu
degerlendirirken çoban köylü örnegini kullanmistir. Bunda çobanin ineklerini
otlatabilecegi alan bellidir. Ayni sekilde diger çobanlarda yalniz o alani
kullanabilirler. Tüm çobanlarin içinde ortak alandan en fazla faydalanma amaci
vardir. Bunu biri gerçeklestirirse zarar herkesi etkileyecektir. Yani eger
ortak bir amaç varsa taraflarin uyumlu hareket etmesi gerekir aksi halde zarar
dogar.
Biyoçevreciler
insanin dogal çevreye olan tüm etkisine odaklanirlar. Amaçlari insanlarin zarar
vermeden yasayabilmeleri için bir düzenleme yapmaktir. Yapilan tüm çalismalar
yeryüzünün hava su gibi temel ihtiyaçlarina zarar vermeden bunlarin
sürdürülebilmesi içindir. Biyoçevrecilere göre dünyanin hizli büyümesi
insanlarin ihtiyaçlarini karsilayacak olan kaynaklarin yetersiz kalmasina, endüstriyel
büyüme için gereken hammaddenin hizla tükenmesine yol açmaktadir.
Yesiller
siyasette insan merkeziyetçiligi reddedip eko merkezciligi seçmislerdir. Onlara
göre dünya üzerinde bütün varliklar yasadiklari bölgede ekolojik olarak özerklerdir
ve bu sebeple insanlarin dogaya hükmetme haklari yoktur. Yesiller dünyadaki
sorunlari çözebilmek için dünyayi anlamaya çalismislardir fakat sorun
çözücülükten çok bir elestirel teori olarak kabul edilmislerdir.
ULUSLARARASI SIYASET TEORISI
Uluslararasi
siyaset teorisi devlet merkezli anlayisi kabul etmeyerek durumlari
küresellestirme düsüncesindedir. Akademisyenler su anki durumu degerlendirme
adina tarihi bir kaynak olarak kullanmislardir. Tarihsel çalismalar, savas
teorileri, diger teorik tartismalar uluslararasi iliskilerin temeli ve daha
birçok konuda bilgi elde edilmesi veya bilgilerin düzeltilmesini saglar.
Uluslar Arasi
Adalet
Uluslararasi
adalet görüsüne göre insanlar esit haklara sahiptir. Devletler egemendirler
fakat birbirlerinin iç islerine müdahale etmekten kaçinirlar. Uluslar arasi
hukuk devletlerarasi kargasalari ve birbirlerinin iç islerine karismalari
yasaklamistir. Çagdas uluslararasi hukuk devletlerin birbirlerinin iç islerine
karismadan, siyasi egemenlik ve toprak bütünlügüne müdahale etmeden, uluslar
arasi anlasmalara ve kurallara uyarak adil ve barisçil bir ortam olusturmak
için is birligini gerektirir. Fakat eger devlet vatandaslarinin haklarini
koruyamiyor kendi içindeki anarsiye karsi koyamiyorsa birilerinin müdahale
etmesi gerekir. Bunun adi yardim veya insanliktir.
Küresel
Adalet
Küresel
adalet, ahlaki bir çatisma veya uyusmazlik olmadan, hukukun geçerli bir sekilde
uygulanabilecegi evrensel ahlak ilkeleridir. Küresel adaletin gerçeklesmesi
için iki sey gereklidir. Birincisi insanlarin birbirlerini farkli gruplarin
veya topluluklarin üyeleri olarak degil insan olarak görmeleri, ikincisi ise
kanunun adalet kavramiyla ilgili olduguna inanmalaridir. Küresel adalet
teorisyenlerine göre adaletsizlik yoksulluktan degil esitsizlikten kaynaklanir.
Uluslar
Arasi Düsünce Tarihi
Uluslararasi
tarih hakkinda yorum yapabilmek için bugünkü düsüncelerden kaçinip geçmis
düsünce seklini anlamak gerekir. Tarihçiler bir olay hakkinda yorum yaparken o
olayin gerçeklestigi ortam ve zamanda hakim olan düsünce yapisini kavramaya
çalisirlar. Uluslararasi düsünce tarihçisi elestirel ve tarafsiz
olmalidir.
ULUSLARARASI ILISKILER TEORILERI
SCOTT
BURCHILL,
ANDREW LINKLATER,
RICHARD DEVETAK,
JACK
DONNELLY,
TERRY NARDIN,
MATTHEW
PATERSON,
CHRISTIAN REUS-SMIT,
JACQUI
TRUE
KÜRE YAYINLARI2012