MODERNLIK KAVGASI
Yasaminizin bir parçasi olsun ya da olmasin, dinin modern dünyaya nasil geri dönmüs oldugunu anlamaya çalismamiz gerek. Temelde siyaset ve din iliskisi üzerinden degerlendirirken bu dönüsün altinda yatan kavram olan modernlik mücadelesini gözden kaçirmamak gerek. Modernlik küresel bir mücadele, dolayisiyla konunun tüm dünyadan örneklere deginerek irdelenmeli. Ancak özellikle Amerika örnegi üzerinde çokça durmamizin basit bir nedeni var: Dünya modern çagin basindan beri ilk defa kararli bir sekilde din konusunda Amerikan modelini takip ediyor. Devlet karari yerine bireysel seçime dayali din kavrami güç kazaniyor. Geçen 200 yili askin süre boyunca Avrupa ve Amerika’nin neden birbirinden bu kadar farkli sekillerde gelistigini incelemek su andaki durumu anlamamizi kolaylastiracaktir.
Aydinlanma Devri’nden beri Bati düsüncesinde din ve modernite arasindaki iliski hakkinda görüs ayriligi süregelmistir. Avrupalilar modernitenin dini marjinallestirecegi düsüncesindeyken Amerikalilar, her ikisinin elele yürüyebilecegine inanmistir. Modern dünyanin temel devrimlerinden olan Fransiz Ihtilali ve Amerikan Devrimi, Aydinlanma’nin sonucunda ortaya çikmis rasyonel uluslar olmalarina karsin, dinin rolü hakkinda görüs ayriligi büyüktür. Fransiz devrimciler eski düzenin simgesi olarak gördükleri dine bütünüyle karsi çikip hor görürken, Amerika’nin kuruculari dine çok daha selim yaklasmislardir. Dini korumak için devletten ayirmislardir.
O zamandan bu yana modernitenin bu iki versiyonu farkli yönlere dogru ilerlemistir. Avrupa’da kilise kurumu, demokratik ve özgürlükçü yeni dünya düzenine karsi eski rejimin tarafini tutmus olmasina ragmen Amerika’da ulusal anlamda kurumsallasmis bir kilise bulunmadigindan farkli inançlar hem demokrasiye hem de serbest piyasaya kucak açmistir. Avrupa’da “din” savas ve baski anlamina gelirken, Amerika’da özgürlügün kaynagi olarak görülmüstür.
AVRUPA TARZI
Avrupa’da dinin etkisini yitirmesi süreci Aydinlanma’yla baslar. Aydinlanma, temelde insan aklinin baris ve bolluk getirecegi; tam aksi olan “mantik
siz” bagnazligin ise savas ve sefalet getirecegi düsüncesinden filizlenmistir. Insanin iyiligine duyulan güven üzerine kurulan aydinlanma, insanligin egitim
le gerçek erdemlere ulasmasini saglamaya odaklanmistir. Bunu takip eden 200 yildir Avrupai modernite yükselistedir. Bu süre içinde düsün dünyasi Tanri’nin neden öldügüne dair yazip çizmistir. Voltaire dinin sonunun 18.yy sonunda gelecegini iddia ederken, Nietzsche Tanri’nin insan tarafindan çoktan öldürüldügünü ve öyle kalacagini savunmustur. Kant, Aydinlama’yi “bilmeye cüret edin, kaderin dizginlerini elinize alin” diyerek tanimlamistir. Insanin dinsel yanilsamalardan kurtulusunu yönetici siniftan bertaraf etmekte gören Karl Marx ise dini toplumlarin afyonu olarak nitelendirir. Marx, tarihin esas anlaminin sinif mücadelesinde yattigini ve komünizme ulasildiginda tezatlarin üstesinden gelinecegini ve dünya üzerinde cennetin yaratilacagini ileri sürer. Durkheim ve Weber tarihin zoruyla dünyanin laiklesecegini tartisirken, Freud dindarligin bir nevroz hali oldugunu öne sürerek insanoglunun temel içgüdüsü cinselligi bastirmak için tasarlanmis oldugunu iddia eder ve insanin bilgiye ulastikça, ögrendikçe dini inancin giderek azalacagini ekler. Chesterton ve T.S. Elliot ise Tanri’nin olmadigi yerde insanlarin herhangi bir seye inanabileceklerini dolayisiyla, Hitler ve Stalin gibilere hürmet edebileceklerine dair uyarmistir. Pek çok düsünür baski ve yobazlik aracinin ortadan kalkmasina sevinmistir. Sartre gibi küçük bir grup hem Tanri’nin ortadan kaybolmasina kizmis, hem de yokolusunun getirdigi özgürlügü kutlamistir. Sonuçta Avrupa toplumsal hayatinda önemli bir yere sahip olan herkes dinin ölmekte oldugunu ve böylelikle siyaset üzerindeki etkisinin de çekilmekte oldugunu kabul etmistir.
Dine karsi en büyük mücadeleyi felsefeden çok bilimin verdigini söylemek mümkündür. 19.yy ortasinda dinle bilimin birlikte varolamayacagi görüsüne katilanlarin sayisi oldukça artmistir çünkü din yasamin nasil olustuguna dair mantikli bir açiklama önerememektedir. Darwin teorisinin ortaya çikisiyla Hristiyan dünyasi sarsilmistir. Inancin kaybedilmesine alternatf çözüm olarak laiklik ideolojisi sunulmustur. 19.yy’da 4 tane laik inanç öne çikmistir: bilim, kültür, ulus-devlet ve sosyalizm. Bunlarin arasinda en güçlü olan bilimdi çünkü dünyayi mantikli bir sekilde açiklayabiliyordu. Ancak Darwinizmin yansimasi olarak ortaya çikan sosyal Darwinizm’in irk ayrimini da körükledigini de unutmamak gerek. Bununla birlikte, insanoglunu uygarlastiracak unsurun yüksek kültür seviyesi oldugu görüsü ragbet görünce, dinin yerini kültür ögesinin almasi gerektigi vurgulandi. Böylece barbarliktan ve batil inançlardan kurtulmak mümkün olacakti. Din yerine kültürün yükselisi henüz modernizm ve postmodernizmin yüce olanla saçmalik arasindaki ayrimi henüz bulandirmamis oldugu Masumiyet Çagi’na denk düser. Bu siralarda Goethe ve Beethoven gibi sanatçilara adeta tapilmis, peygamberler gibi saygi görmüslerdir.
Ulus-devlet kavramiyla devlet ve halk yücelestirilerek dinden geri kalan bosluk doldurulmaya çalisilirken laik devlet adamlari, düsünürler, bayrak gibi ulusal semboller neredeyse dini degerler atfedilerek ilahlastirildi. Hegel, devleti Tanri’nin yeryüzündeki hali olarak tanimladi. Devlet, sadece kanun ve yönetim sistemi degil ahlaki kurallar ve mantikli amaçlar bütünü olarak herseyi bilen ve herseyi saglayan olarak nitelendirildi. Viktoryenler sayesinde, Kilisenin egemenliginde olan egitimin devlet egemenligine geçisiyle refah bürokrasisinin ilk adimlari atilmis oldu. Böylece devlet daha önce kiliseyle iliskilendirilen pek çok görevi üstlenmeye basladi. Ulus-devlet bazen bilinçli ama çogunlukla bilinçsiz olarak dini marjinallestirmis oldu.
Avrupa’nin din boyundurugundan kurtulmadan modernlesmenin mümkün olmadigi görüsü tüm dünyayi etkilemistir. Dolayisiyla Marksist diktatörlerden Lenin ve Mao’nun ateizmi zorla yaymaya çalismasina da sasmamak gerekir. Ne yazik ki 20.yy’da olusan yeni laik inançlarin çogu zehirli bir hal almistir. Marx’in ideolojisi üzerine kurulan Komünizm, Rus milliyetçiligine sirtini dayayarak istismarci bir yaklasimla bilim ve kültür ögelerinden beslenmistir. Nazizm de sirf ‘bilimsel’ irkçiliktan degil Alman milliyetçiligi ve sovenizminden de faydalanmistir. Hitler, dini sadece siyasi bir güç sagladigi takdirde kullanmistir.
Gelisen dünyada laiklik teorisi sadece soyut bir kavram olmakla kalmayip bazen acimasiz olabilen bir eylem planina dönüsmüstür. Hitler ve Stalin kadar gaddar olmasa da gelismekte olan ülkelerin daha az dogmatik olan çok sayida lideri de ulusal bütünlük ve yukaridan asagiya modernlesme adina dini marjinallestirip laikligi uygulamayi kafasina koymustur. “Basimizda duran su fes cahilligin, bagnazligin simgesi ve ilerlememize, çagdas medeniyetler seviyesine ulasmamiza engeldir,” diyen Atatürk dinle devleti kesin biçimde birbirinden ayirmistir. Bu çaba zamaninda dünya kamuoyu tarafindan oldukça hos karsilanmistir. Bati dünyasi ayni olumlu tepkiyi Iran Sahi’nin laiklesme ve modernlesme çabalarina da göstermistir. Hindistan’da Nehru örgütlü dini silip yoketmeye çalismistir. Ortadogu’da Naser ve Pehlavi sahlari ülkelerinin cami ve sanayilesme arasinda bir seçim yapmak zorunda oldugunu ve batil inançlarla bagnazligin geride birakilmasi gerektigini savunmustur. Latin Amerika’da da ilerleme adina kiliselere saldirilar düzenlenmistir.
II. Dünya Savasi sonrasinda kendisini Sovyet rejimine karsi tanimlamak zorunda hisseden ve savas çalkantilari arasinda hayati yeniden anlamlandirmak isteyen Avrupa’da din kisa bir süre için yeniden canlanmis olsa da Avrupa ekonomileri tekrar hiz kazanmaya basladigi an eski kitada laiklik yeniden öne çikmistir. Bu sirada gelismekte olan ülkelerdeki liderlerin çogu Atatürk’ün izinden giderek modernlesmeyle laiklesme iliskisini toplumlarina yerlestirmeye ugrasmistir. Sadece Bati teknolojisini ve ekonomilerini ithal etmekle kalmamis ayni zamanda dinin arka plana itilmesine dair Batili fikirleri de benimsemislerdir. Avrupali görüslerden etkilenerek mollalara, din adamlarina ve ilkel uygulamalarina karsi mücadele baslatmislardir. Misir’da ise Naser orta yolu bulmaya çalisarak Islam’i marjinallestirmektense modernize etmeye çalismistir.
***
Diger taraftan Amerika, ilerici laiklik yanlilari için her zaman bir sorun olmustur çünkü halki Tanri’ya inanmaya devam ettigi halde modernlesmeyi basarmistir. Amerika’da yeni kurulan cumhuriyet laik bir düzendi ve bilinçli olarak Avrupa’nin feodal, kral ve din devleti düzeninin tam zitti olarak sekillendirilmisti. Dünyanin kültür konusunda karar vermede son söz sahibi olan Avrupa’da, Amerika bir tuhaflik olarak görülebilir hatta belki de evrimsel bir ucube sayilabilir. Avrupalilar’a göre Amerikalilar istedigi kadar Tanri’ya tapmaya devam etsin dünyanin geri kalani da modernlestikçe Avrupa’yi takip edecekti. Hatta Amerika ilerleyen zamanda daha çok laiklesecekti. 20. yy ortasinda bunun olacagina yönelik isaretler bile mevcuttu. Sosyolojik açidan dinin özel hayatin disina tasmayacagi bir dünya düzeni öngörülüyordu. Örnegin 1966’da Time dergisi kapaginda “Tanri Öldü mü?” diye soruyordu. Amerikalilar’a göre din toplumsal yasamdaki etkisini yitirmekteydi. 20.yy sonunda aydinlar insanin sonunda Tanri’yi geride biraktigi kanisina varmisti. Zaferi kazanan laiklik ve liberalizm olmustu. Ekonomist dergisi yeni binyil sayisinda Yüce Tanri’nin ölüm ilanini yayinladi.
Oysa bugün Batili liberaller asil tuhaf olanin laik Avrupa olup olmadigindan endise duymaya basladi. Günümüzde Amerikan modeli modernlesme dünya çapinda yayilmakta gibi görünüyor. Pek çok ülkede dinle modernlik birlikte varolabiliyor: Çin, Asya, Afrika, Arabistan, Latin Amerika ülkeleri. Mesele yalnizca modernlesen ülkelerde dinin güçlenmesi degil dinin mesajini yaymak için modern araçlardan faydalanmasi da söz konusu. Dini mahvettigi söylenen demokrasi, piyasalar, teknoloji ve mantik onu güçlendirmek için biraraya gelmekte.
Nereye baksaniz dinin kamusal alana geri dönüsünü farketmeniz mümkün. 11 Eylül 2001’de ondokuz Müslüman genç Amerika’ya saldirmamis olsaydi bugün Amerika ve müttefik kuvvetleri Irak ve Afganistan’da ölüyor olmayacakti. Amerika, bir sonraki savasini gelistirmekten vazgeçmedigi nükleer silahlar nedeniyle Iran Islam Cumhuriyeti’ne karsi açabilir. Belki de Pakistan’da bir çatismaya sürüklenebilir. Ya da kendini Bati Afrika’da Hristiyanlarla Müslümanlar arasindaki dini kargasanin ortasinda bulabilir. Onuncu paralel boyunca Sudan’dan Filipinler’e kadar olan cografyada potansiyel savas alanlari oldugu kesin bir gerçektir.
Bu arada çok sayida eski anlasmazlik da dini bir boyut kazanmistir. Filistin’de altmis yildir süren savas esasinda laik bir mesele olarak baslamistir. 20.yy’in basinda Siyonistler Avrupa’nin bogucu dindar tasra yasamindan kurtulmak için Ortadogu’yu bir kaçis olarak görmüstür. Önceleri Ben Gurion gibi laik siyasetçiler, bagnazligin kendiliginden eriyip gidecegini varsayarak 1948’de yeni kurulan Musevi devletinde sadece evlilik ve bosanma gibi konularda dini kurallarin geçerli olmasini bunun disinda laik bir düzen yaratmayi uygun görmüstür. Filistin tarafinda ise Kurtulus Örgütü liderlerinin çogu Hristiyan sosyalistken günümüzde taraflari Hamas, Yahudi yerlesimciler ve Hristiyan Siyonistler olusturur. Israil-Filistin çekismesi, taraflarin hepsinin Tanri’nin kendi yaninda oldugunu iddia etmesiyle asiri kutuplasmis bir çatismaya dönüsmüstür. Misir’da, Arap milliyetçiliginin manevi lideri Naser, radikal Müslüman Kardesligi faaliyetlerini kisitlamistir.
Eskiden Komünist rejimle yönetilen ülkelere bakacak olursak kitlelerin bagimliligi dine olan bagliligini yenileyen sadece Çin degildir. Rusya’da Vladimir Putin, eskiden Rus Çarlarinin yaptigi gibi kendisini sürekli dinsel sembollerle özlestirmekte, düzenli olarak kiliseye gitmektedir. Sovyetlerin çöküsünden onbes yil sonra 2006’da düzenlenen bir ankette nüfusun %84’ünün Tanriya inandigini, yalnizca %16’sinin kendisini ateist olarak nitelendirdigini göstermektedir.
Atatürk’ün Türkiye’si su anda Islamci bir partinin yönetimindedir. Cumhurbaskani ve basbakanin esleri bir zamanlar gericilik sembolü olarak görülen türban takmaktadir. Son birkaç yildir Hindistan Hindu milliyetçisi bir parti tarafindan yönetilmektedir.
Amerika’da ise Evanjelistler saklandiklari delikten çoktan çikmislardir. Dini haklar, neredeyse her eyalette kurumsallasmis politikanin bir parçasi olmustur. Sagcilarin dine bagliliginin yaninda solcular da din etkisinde kalmaktadir. Hatta din, laikligin kalbinin attigi yer olan Avrupa’da bile yeniden sahneye çikmaktadir. Ancak elbette dindarlik açisindan Amerikan’in çok gerisindedir. Örnegin Fransizlarin sadece onda biri dinin hayatlarinda önemli bir yer tuttugunu söyler. Ancak yine de Amerika’da dinin canlanisini saglayan etkenlere dair isaretler Avrupa’da da görülür. Günümüzde giderek artan biçimde seçme hakkini ahlaki dogrularla dengelemek isteyen bireylerin cemaat arayisi, bir topluluga ait olma arzusu çogalmakta. Vatikan bile 1960’larda moderniteyi kucaklamisti fakat sonralari Katolik Kilisesi, inancin daha geleneksel haline dönüs yapti. Son iki Papa yönetiminde Katolikligi modernlestirmekten ziyade moderniteyi Katoliklestirme amaci güdülmektedir. Pek çok ülke yöneticisi Tanriya yakin hissettiklerini, dinlerine olan bagliliklarini dillendirmeye baslamistir. Tony Blair basbakanlik görevinden ayrildiktan sonra Katoliklige dönmüs, Sarkozy Fransa cumhurbaskani seçilmeden önce dinin kamusal alanda daha büyük bir rol oynamasini istedigini açikça ifade etmistir. Polonya’da iktidar partisi Roma Katolik Kilisesi’nin sosyal ögretileri isiginda bir “ahlaki devrim” vaadiyle seçilmistir.
DININ DIRILISI
“Tanri, Sanayi Devrimi kentlerinde ölmüsse,sanayilesme sonrasi gelismekte olan ülkelerin sehirlerinde yeniden canlanmistir.”
Mike Davis – Sosyolog
Milyonlarca Müslümanin Avrupa’ya akini dinsel tartismalari alevlendiren bir konudur. Müslüman azinliklarin sayisindaki artis Avrupa siyasetinde çok önemli bir gündem maddesidir. Uç örnekler arasinda Madrid ve Londra’daki bomba olaylari, Hollandali yönetmen Theo Van Gogh’un katledilmesi, Paris banliyölerindeki isyanlar, Danimarkali çizerin Hazreti Muhammed karikatürleri üzerine kopan yaygara sayilabilir. Islam’in yayilisi, laik halklari dinin önemini yeniden degerlendirmek zorunda birakmakta. Isçi sinifinin yasadigi mahallelerde, göçmenler karsisinda vatandaslarin kendilerini Hristiyan olarak tanimlama ihtiyaci duyma ihtimali artiyor. Ayrica, Türkiye’nin AB üyeligine itiraz eden Avrupali liderlerin giderek yogunlasan bir sekilde Avrupa’nin Hristiyan köklerini yeniden kesfetmesine de yol açiyor.
Dinin kamusal alanda yeniden görünürlük kazanmasinin bir diger göstergesi de medeniyetler çatismasinin farkli dinler arasinda degil batil inançlilik ve modernite arasinda olusacagini savunan laik aydinlarin feryatlari. Aydinlanma ve moderniteyle birlikte dinin gözden düsecegi sanilsa da yapilan arastirmalara göre dünyadaki dört büyük dine -Hristiyanlik, Islam, Budizm ve Hinduizm- bagli olanlarin sayisi giderek artmakta.
Çogumuza göre dindeki canlanma Islam’in dirilisi olarak görülebilir ancak Hristiyanlik da hizla yayilmakta, özellikle de gelismekte olan ülkelerde. Çogu yerde bir inanca bagli olmak ayni zamanda refahi da arttirmakta. Din insanlarin manevi degerlerinde artis sagladigi gibi maddi durumlarini da düzeltebiliyor. Dinin yayginlasmasinin özellikle üzücü yani ise dinin “yanlis türevleri”nin serpilip gelismesi. Düsünürlerin savundugu gibi sorgulayici ve mantikli bir din anlayisi yerine kutsal kitaplardaki mutlak hakikat daha revaçta. Adem ile Havva’nin 6,005 yil önce bulustugunu iddia eden veya cihadi kati bir sekilde yorumlayan din türleri gibi. Amerika’da hosgörülü kiliseler popülerligini yitirmekteyken muhafazakar kiliselere bagli olanlar nüfusun çeyregine denk gelmekte. Bu durum kurulusunda özgürlük arayisi olan bir ülkede halkin, elli yil öncesine kiyasla dinsel anlamda özgürlük pesinde olmadigi seklinde degerlendirilebilir. Islam dininde de asiri ve yakici uçlarin yayginlastigi görülmekte. Amerikali muhafazakarlarin bikip usanmadan tekrar ettigi gibi bunun nedeni de kismen Suudilerin petrolden kazandiklari parayi kökten dinci medreselere yatirmasi ve Kur’an’in Vahabi yorumlarini içeren milyonlarca nüshanin maliyetini karsilamasidir (örnegin Vahabi yorumunda cihad sirf kisisel mücadele olarak yorumlanmaz, Islam’in temelini olusturan gerçek bir savas olarak vurgulanir). Fakat bu her zaman bir seçim meselesidir. Arabistan’da Bati kültürü ve nüfuzunun yayilisindan endise eden herkes kökten dincilige siginmistir. Basta Avrupa olmak üzere Müslümanlar’in azinlik oldugu ülkelerde ise Islam herseyden öte bir kimlik arayisidir. Asiri dincilik kusaklararasi çatismanin bir çesidine dönüsmüstür. Batida dogan Müslüman kizlar kimlik arayislari nedeniyle baslarina türban takmayi seçmeye yönelmistir. Oysa ki yillar önce Pakistan’dan veya Fas’tan Avrupa’ya gelen annelerinin ilk yaptigi sey basörtülerini çikarip atmak olmustu.
Nüfus da dinin yayilmasinda basli basina bir etkendir. Dindar insanlar çok daha erken evlenip çocuk yapmaktadir. Bu demektir ki dindarlarin sayisi katlanarak artmaktadir. Diger yandan iklim degisikligi de dini etkileyecektir. Toplumlararasi rekabet 13.yy’da yasanan ‘Küçük Buz Devri’nde oldugu gibi kitliga ve kiyima yol açabilir. O dönemde Avrupa’da Hristiyanlar Yahudiler’e; Afrika ve Asya’da da Müslümanlar Hristiyanlar’a saldirmisti.
Ateistler açisindan sinir bozucu baska bir durum ise laikligin öne sürdügü gibi dini kucaklayan insanlarin illaki zayif, korkak ve cahil olmamalaridir. Bu çogunlukla dogrudur, çaresiz insanlar umudu dinde bulur ancak tablo her zaman böyle degildir. Dünyanin birçok yerinde inanç patlamasina neden olan kesim tahsilli orta sinif insanlardir. Türkiye ve Hindistan’da modernlesme Atatürk ve Nehru’nun istedigi gibi gayretli bir burjuvazi yaratmistir ancak bu insanlar günümüzde dinci partilerin en atesli savunuculari olmustur. Ticari gönenç ve din arasindaki iliskiye en çarpici örnek Çin’in büyük kentlerinde görülmektedir. Serbest piyasa ekonimisiyle kilise içiçe geçmis gibidir. Kiliseye bagli cemaat ayni zamanda hissedardir. ABD’de pek çok Evanjelist iyi egitim görmüs ve iyi para kazanan kisilerdir. Onlar için ebedi gerçekleri bulmak için Incil’e bakmak yeterlidir ancak bu eski bir yazit olmaktan öte modernitenin siddetli akintilari arasinda yol gösterici bir kilavuzdur.
Hristiyanlik üzerinde bu kadar fazla durmamizin nedeni moderniteyle diger dinlere oranla daha uzun süreli bir iliskisi olmasidir. Islam, dünyanin pek çok yerinde moderniteyle birarada varolabiliyor ancak anavatani Arap dünyasinda durum pek öyle degil. Genel anlamda çogulculukla basetmekte zorlanan bir dünya dini denebilir. Bu durum dinler arasi rekabet açisindan önemli bir yer teskil eder. Islam’in herhangi bir Reform veya Aydinlanma geçirmedigi camiyle devlet arasindaki iliskiden, kök hücre etigine kadar her tartismada fark edilebiliyor. Bu yüzden de Hristiyan kültürünün bunlari çoktan astigini söylemek yeni bir kesif sayilmaz.
Amerika’nin din kavramina dair kendi uyarlamasini nasil pazarlayip ihraç ettigini iyi kavramak gerekir. Amerika, baslattigi Hristiyan yanlisi sinema piyasasinin yaninda dini politika konusuna da öncülük ederek kültür savaslarini da ihraç etmekte. Ayni zamanda da örselenmis süper güç olarak dünyanin yeni din savaslariyla ugrasmak zorunda.
Hakikat, Degisim ve Çogulculuk
Dinin yükselisinin itici gücü nedir diye sordugumuzda hakikat ve hakiki bir degisimin karisimi oldugu cevabini verebiliriz. Üstelik modernitenin güçlü akintilarinda bogulmadan yol alabilmek için insanlarin, dini ne olursa olsun inçlarina tutunup bunu bir çare olarak gördügü yadsinamaz bir gerçek. Bati’daki siyasi kesimler geç de olsa dinin gücüne uyanmis durumda. Vahiyle gelen hakikat, inananlar arasinda büyük ragbet görmektedir. Günümüzde din özellikle Amerika’da kuvvet bularak büyümektedir. Hem de üç koldan: ekonomik güç, kültürel öge ve siyasi üstünlük olarak. Bu baglamda çogulculuk da öne çikmaktadir.
Degisen sirf din degil dinin siyaset üzerindeki etkisidir. Geriye dönüp baktigimizda dinin siyasi bir güç olarak yeniden ortaya çikisi Usame bin Ladin’in, Yahudiler ve Hristiyanlar’a karsi cihat ilan etmesinden çok önce gerçeklesmistir. En önemli dönüm noktasi 1967’deki Alti Gün Savasidir. Ugradiklari hezimet nedeniyle Araplarin çogu Naser’in laik Arap milliyetçiliginden radikal Islam’a geçis yapmistir. 1967’de Naser komutasinda savasa “Toprak, Hava, Su” naralariyla giden ordu alti yil sonra Enver El Sedat komutasinda “Allah’u Ekber” diye tekbir getirerek savasmistir. Ayni zamanda Israil’in mucizevi zaferi dinin siyasette daha önemli bir yer tutmasina neden olmustur. 60’larda baslayan dinin yeniden güçlenmesi süreci 1970’lerde hiz kazanmistir. Amerika Hristiyanliklarini gururla ilan eden baskanlarini seçmeye baslamistir. Iran sahi tahttan indirilerek Humeyni basa geçmis; Ziya ül Hak Pakistan’i iyice Müslümanlastirmaya baslamis; Sri Lanka Budizm’e anayasasinda resmi olarak yer vermistir. Bu sirada Komünizm karsiti Papa Katoliklerin basina geçmistir.
70’lerdeki bu degisimin nedeni elit laikligin fazla ileri gitmesine karsi inananlarin isyani seklinde degerlendirilebilir. Devlete ve siyasete güven kalmayinca halk arasinda dine dönüs baslamistir. Örnegin Amerika’da Yüce Mahkemenin kürtaji yasallastimasi ya da Indra Gandi’nin Hindulara eziyet etmesi çok büyük tepkiyle karsilanmistir. Laiklik açisindan bakacak olursak durum 70’li yillarda laiklikle yönetilen devletlerin çöküsüyle de çakismaktadir. Sovyetler Birligi’nin seytani oyunlarinin Marksizmi alay konusu haline getirmesi, kapitalizmin petrol arz-talep dengesizlikleri ve hiperenflasyon gibi kösteklere takilmasi ve daha genel olarak siyasetçilerin suç ve issizlik gibi sorunlari çözebilecegine dair kuskularin olusmasi dünyanin her yerinde hükümetlere olan güveni sarsmistir ve bu devinim 70’lerden beri bu sekilde sürmektedir. Dinin güçlenmesi de bu etkiye tepkinin sonucudur. Asiri Islamcilar radikal Musevilik ve Hinduizm’in tirmanmasina katkida bulunmustur. Bunun sonucunda da mollalarin coskusu artmistir. Bir anlamda karsit taraflar birbirlerinin gelismesini saglayan ortamlari hazirlamistir. Ancak dinin öne çikmasinda daha derinden giden bir dalga olan küresellesmenin payi büyüktür. Laiklik savunuculari büyük bir sikinti içindedir çünkü dinin yükselise geçiren nedenlerin kapitalizminin basarisini saglayanlarla ayni olmasidir: rekabet ve seçim.
Dinin dirilisinin arkasindaki rekabetçi mekanizmayi anlamak için Adam Smith’in “Uluslarin Refahi” eserine ve Amerikan anayasasina bakmak yeterli olacaktir. Adam Smith serbest piyasanin hirsla oldugu kadar Tanriyla da beraber çalistigini öne sürer. Bagislarla geçinen yerlesik olmayan din adamlari toplumun alt kesimlerine din propogandasinda kurumsallasmis din adamlarindan daha heveslidir. Çünkü maasli din adamlari patronlarina yagcilik yapmakla daha çok mesguldür. Avrupa tarihinde bunun örneklerine sik rastlanir. Amerikan Anayasasinda yapilan ilk degisiklik din ve devlet isleriyle ilgilidir.
Dinin kurumsallastirilmasina veya dinin serbestçe uygulanmasina dair kongrenin hiçbir karar alamayacagi kanunda açikça belirtilmistir. Bu, hem muhalif görüste olanlarin isteklerine uygun olarak devletin dinden uzak tutulmasina hem de Thomas Jefferson gibi ruhban sinifi karsiti olanlarin kiliseyi devlet islerinden ayri tutma istegine hizmet eden uzlastirici bir maddedir. Sonuç olarak bu madde Amerikan dindarliginin itici gücünü olusturmus ve kiliseye katilmanin basli basina gönüllü bir faaliyet oldugu, farkli dini gruplarin rekabetine olanak taniyan yeni bir ülke tipinin ortaya çikmasini saglamistir.
Dinin serbest piyasasinda ilk basari örnegi vaazlarinda sade bir dil kullanan Metodistlere aittir. 1771’de ülkede sadece 550 olan sayi 1861’de1 milyona ulasmistir. Rekabet ruhu diger dinleri de etkilemektedir. Geçtigimiz yüzyilda pazar payi en çok düsen din olan Budizm inanisina göre insanlarin ikna edilmek yerine inanci kendi içlerinde kesfetmeleri gerekir. Buna ragmen degisim görülmektedir. Örnegin Güney Kore’de Budist rahipler Protestanlarla basa çikabilmek için inzivaya çekildikleri daglardan sehirlere inip meditasyon merkezleri kurmaktadir. Hinduizm ise kendini koruma konusunda daha bilinçli davranmaktadir. Hindistan’in bazi eyalatlerinde “dokunulmazlar” denen parya sinifini Müslüman veya Hristiyan olmaya ikna edilmelerini engellemek için “din degistirme karsiti” yasalar çikarmistir. Öte yandan Hindu asramlari yasam sanatini yaymak üzere dünyanin 141 ülkesinde hizmet vermektedir.
Bu yaris Islam’in basarisini da körüklemektedir. Suudi Arabistan, dini inanisi polis ve hapishanelerle zorla dayatmaktadir. Karsi çikanlari ölümle cezalandirmaktadir. Pek çok Islam ülkesinde camiler devlet yardimi almaktadir. Bu Adam Smith’in anlayisina çok ters bir durumdur. Islam, Hristiyanlik kadar atesli bir sekilde dini yaymaya çalisan bir sistem degildir. Takipçileri dinlerini yaymaktan çok geleneksel Müslümanlara çözüm bulunmasini zorlastirmakla ilgilenir. Yine de Islam dininin içinde de göründügünden çok daha fazla rekabet mevcuttur.
Camiler su ya da bu imamin ögretilerini takip etse de asil yetkilerini Kur’an’dan alirlar. Imamlar buna göre istedikleri gibi vaaz verebilir. Mega camiler denen, çok büyük camiler yapilmaktadir. Mesela Londra’da yapilmasi planlanan cami oniki bin kisilik olarak tasarlanmistir. Televizyonlardan ve internetten vaaz vermek, fetva çikarmak da Avrupa ve Ortadogu’da yayginlasmis durumdadir. Islam dünyasi, halen özgürlük anlaminda Hristiyan aleminden çok geridedir. Kamusal alandan din baskisinin kalkmasi ve görüslerin özgürce tartisilp ifade edilmesine zemin hazirlanmasi gerekmektedir. Islam’in moderniteyle ilgili basarisizliginin özünde de çogulculuga karsi durusu yatmaktadir.
Rekabet seçime olanak tanir. Eskiden, Amerika hariç dünyanin pek çok yerinde yukaridan asagiya isleyen din ve devlet sistemi artik din açisindan giderek daha fazla asagidan yukariya islemektedir. Günden güne artan bir sekilde insanlar, bir inanca tabi olarak dogmak yerine dinlerini kendileri seçmektedir. Hangi dini, dinin nasil bir türünü, hatta dinsizligi benimseyeceklerine dair seçimlerine kendileri karar vermektedir.
Çogulculuk elbette eskiden de vardi ancak hiçbir zaman su anki kadar büyük çapli olmamisti. Göçler de çogulculugu tesvik eder. Büyük metropollere baktigimizda farkli dinlere ait tapinaklarin sayica arttigini görürüz. Esas iliskinin modernite ve laiklik arasinda degil modernite ve çogulculuk arasinda oldugu yeni yeni anlasilmaktadir. Insanlar, tanriyla olan iliskilerini kendi seçimlerine göre sekillendirmektedir. Dinin devlet islerinden ayri ve özgür olmasi yozlasmayi engelleyecektir. Dinsel seçimin kamusal hayat üzerinde çok büyük bir etkisi vardir. Insanlar dogustan bir dine mensup olmak yerine kendi dinlerini kendileri seçebildikçe bu konuda daha bilinçli davranacaklardir. Ne yazik ki bir dini inanisa körü körüne bagliliktan kaynaklanan iç savaslarin sayisi hiç de az degildir. Halbuki bir dine bagli olmak siddete basvurmak anlamina gelmemeli aksine kozlar seçim sandiginda paylasilmalidir. Dünya çapinda insanlar yeni özgürlüklerini dinin siyaset üzerindeki rolünün azalmasina degil artmasina yönelik kullanmaktadir. Moskova’dan, Kahire’ye, Pekin’e kadar yeni demokratiklesen toplumlar Tanri’yi yeniden kamusal alana sokmustur ve Bati’daki son derece laik dis politika müessesi de bu durumla basetmeye çalismaktadir.
Gelismis toplumlarin en belirgin özelligi çogulcu oluslaridir. Protestanligin yükselisi de vicdani özgürlüge yapilan vurgunun Kuzey Avrupa’daki ekonomik gelismeyi güçlendirmis olmasindandir. Dini özgürlük modern dünyanin büyük kisminda demokratik toplumlara giden devinimi hizlandirmistir. Batili toplumlarda ifade ve vicdan özgürlügü seçim hakki kadar önemlidir. Çogulculuk karsitligi ve Müslüman ülkelerin çogulculuga direnisi Islam açisindan çifte tehlike olusturmaktadir. Hem iktisadi gelismeyi engellemekte hem de uzun vadede çogulculugun insanlarin dine yaklasimini saglamadaki rolünü yadsimaktadir. Pluralizm, yani çogulculugun en önemli sinavi din degistirmeye yönelik takinilan tavirdir. Insanlar, dini bir cemaate katilma veya bu cemaatten ayrilmada tamamen özgür birakilmalidir. Müslümanlar genelde din degistirmeye- elbette Islam’i seçmeye degil, Müslümanliktan vazgeçilmesine- sicak bakmazlar hatta bunu döneklik olarak adlandirarak tamamen karsi çikarlar. Örnegin Suudi Arabistan ve Afganistan’da buna yönelik ölüm cezasi bile uygulanir. Suudi Arabistan ve Iran’da dini elestirmekle rejimi elestirmek arasinda hiçbir fark yoktur. Dinle siyaset tamamen içiçe geçmistir. Lübnan’da politik güçler Müslüman ve Hristiyanlar arasinda bölündügünden bir cemaati terketmek siyasi bir eylemdir.
Islam dünyasi düsünce ve ifade özgürlügü açisindan çok geridedir. Kamusal hayatta yogun bir dini baski mevcuttur. Çogulculuga duyulan tiksinti Islam aleminde herseyi adeta zehirlemektedir. Otorite ve gelenegi sorgusuz sualsiz kabul etmeyi gerektirdiginden entellektüel ve sanatsal yasami sinirlandirmaktadir. Üniversitelre istedikleri kadar para akitsinlar teokratik yapi oldugu sürece zeki ve yetenekli insanlarin baska ülkelere gitmeleri kaçinilmaz olacaktir.
Arap dünyasinda yasayan orta karar Müslümanlarin çogu tüketici hatta bazi yerlerde seçmen olarak özgür bir hayat sürdürmektedir. Özellikle Siiler, Sunniler’e kiyasla daha az köktendinci olduklarindan Islam’in yeni kosullara uyum saglamaya elverisli oldugunu vurgularlar. 2007’de Misir bas müftüsü Kuran’daki ayetlere dikkat çekerek din özgürlügü ilkesine kucak açan bir makale yayinlamis ve Islam aleminde simsekleri üzerine çekmistir. Kuran’da isteyenin dine inanip isteyenin inanmamakta özgür oldugu ve inanca yönelik hiçbir mecburiyet olmadigi çok açik bir sekilde belirtilmektedir.
Islam’in yeniden düzenlenmis versiyonunun dogusuna uygun zemin açisindan Türkiye ve de Avrupa ve ABD’de yasayan Müslümanlar umut olusturmaktadir. AKP, Islam’i moderniteyle ahenkli hale sokmak için çaba göstermektedir. Kendisini Atatürk’ün laikliginin koruyucusu sayan ordu, Islam yanlisi hükümeti devirmek için darbe planlarina bile ragbet etmektedir. Anayasa mahkemesi 2008’de partiyi kapatma kararinin ucundan dönmüstür. Öte yandan AKP de alkol yasagi, milli egitim müfredatindan evrim kuraminin kaldirilmasi gibi konulara sicak bakmaktadir. Buna ragmen temelde demokrasi ve çogulculuk ilkerini kabul etmis görünmektedir. Partinin gücü giderek büyüyen dindar ve ekonomik açidan dinamik bir orta sinifin destegine dayanir. Bu açidan radikal Islamci çevrelere yakinlasacak olanlari da merkeze çekmekte basarili olmaktadir. Idam cezasini kaldirmis, kadinlara taninan haklari arttirmis, yeni üniversiteler açmis ve kürtaji yasaklamaktan kaçinmistir.
Avrupa’daki Müslümanlar ise radikal uçta olanlara ragmen hizla artan Müslüman orta sinif sayesinde umut vaadetmekte. Yeni yeni ortaya çikan Müslüman aydinlar moderniteyle Islamin uyumu için çaba göstermekte. Avrupa’da yasayan Müslüman kadinlar daha geç evlenerek daha az çocuk dogurmakta ve isücüne dahil olarak ekonomiye katki saglamakta. ABD’de benzer bir durum sözkonusu. Böylece reform zihniyetine sahip Müslümanlar için potansiyel bir kaynak olusturmakta. Güçlü bir ekonomiye bagli olup çogulculuk ilkelerine ve kisisel haklarina sahip çikmaktalar. Orta sinif ve genel geçer olarak degerlendirilen Amerikali Müslümanlar dinine bagli bir Müslüman olmakla modern bir toplumda yasamanin bir çeliski oldugunu kesinlikle düsünmemekte ve Amerika’ya yerlesen Müslümanlarin Amerikan adetlerine uyum saglamalari gerektigine inanmaktalar. Arastirmalara göre ibadetlerini yerine getirme ve dine verdikleri önem açisindan Amerikali Hristiyanlarla benzerlik göstermekteler.
Tarihsel açidan çok kati bir tarzi olan Katolik inancinin degisimini buna paralel olarak degerlendirmek mümkündür. Bir ülkenin tek bir dini oldugunu savunan Vatikan, bunun tersine insanlarin zihniyetini degistirmektense halkin iradesiyle birlik olmanin Katolik dinini gelistirecek tek yol oldugunu savunan Amerikan Katoliklerinin baskisiyla bu görüsünü degistirmek zorunda kalmistir. Vatikan’in çogulculugu kabul etmesinin etkisi pek çok ülkede hissedilmistir. 1974-1989 arasinda otoriter rejimden demokrasiye geçen 30 ülkenin çogu Katoliktir. Bu açidan su andaki papanin Islam’a bakisi ilginçtir. 16. Benedict, Islam aleminin aydinlanma fikirleriyle yüzlesmesinin gerektigini; bunun inancini zayiflatmak degil iki kavrami benimseyerek yapilabilecegini ve dinler arasi içten bir diyalog için bunun mecburi oldugunu öne sürmüstür. Ilki dinsel özgürlügün kabulü ikincisi ise dinle devlet islerinin ayrilmasidir. Çok sayida Müslümanin buna hemen olumsuz tepki vermesi de daha katedecek çok yollari oldugunu göstermektedir.
AMERIKAN TARZI
Tarihe tarafsiz bakarsak Amerika’yla ilgili üç gerçek karsimiza çikacaktir:
1. Amerika basindan beri dindar degildi, sonradan dindarlasti.
2. Din ve modernite Amerika’da hiçbir zaman Avrupa’da oldugu gibi birbirine düsman olmadi. Aksine birlikte büyüdüler. Amerika modernlestikçe kiliseye gidenlerin sayisi artti.
3. Amerika’da dini yasamin anahtari çok sayida mezhebe/tarikata bölünmüs olmasidir.
Amerika en basindan beri laikle dindarin tuhaf bir karisimiydi. Ilk yerlesimcilerin bazilari zulümden kaçan dindar mutaassiplar; bazilari da para pesindeki isadamlariydi. Geri kalani ise hem Tanri’ya hem de hirs ve servete tapanlardan olusuyordu. Kilise katilimi zamanla düsmeye baslayan Püriten New England kolonisinin saf dindarligi Ingiltere’deki yargiçlarin tecavüzcü, hirsiz ve katil gibi adi suçlulari ceza olarak Amerika’ya göndermesiyle daha da bozuldu. Ingiltere’deki Anglikan Kilisesinin denizasiri uzakliktaki eyaletine ayiracak çok az kaynagi vardi ve sömürgeciler tütün yetistirmek için ihtiyaç duyduklari, sayilari giderek artan kölelerini dine döndürmek için çok az çaba sarfetti. Amerika dindar dogmadigi gibi baslangiçta çogulcu da degildi. Koloniciler elbette yeni kitaya yelken açarken Hristiyanligi götürmeye gitmislerdi. Teokrasi yanlilari kirbaçlama, idam gibi vahsi cezalandirmalarla insanlari dini kurallara uymaya mecbur edince Ingiliz hamileri müdahale etmek zorunda kaldi. Hatta Ingiltere’nin yurt topraklarinda oldugu gibi sömürgelerinde de Protestanligin her türlüsüne izin veren Hosgörü Kanunu çikarildi.
Amerika’nin hosgörü merkezine dönüsmesinin nedeni bu kadar büyük bir ülkede asayisi saglamanin imkansiz olusuydu. 17.yy ortasindan itibaren Virginia gibi asiri tutucu bölgelerdeki kilise yetkilileri muhaliflerin üzerine çullaninca bu insanlar farkli yerlerde kurulan ilimli sayilan kasabalara sigindi. Yatirimcilar da bu dini özgürlükten yararlanarak daha fazla insani bu bölgelere çekmeye basladi. Bunun sonucunda göreceli olarak az sayida bir nüfus içinde çarpici miktarda dinsel çesitlilik olustu.
Amerika Büyük Uyanislar’inin ilkini 1730-1740’larda yasadi. Etkileyici vaazlariyla sehirden sehire dolasan rahipler halkin dini duygularini tetiklemeye basladi. Bu ayni zamanda rekabeti de beraberinde getirdi. Yeni kurulan mezhepler her çesit inanani saflarina çekmeye basladi. 1780’lere gelindiginde dikkatler, insanin Tanri’yla olan iliskisinde degil, Amerikan’in anavatanla iliskisi hakkindaki atesli tartismaya yogunlasmisti. Amerika’da en çok hayranlik duyulan aydinlar artik din adamlari degil devlet adamlariydi. Siyasi bilimler ilahiyati tahtindan indirmisti. Devrim öncesi Amerika’da din o kadar da istisnai degildi. Avrupa’ya kiyasla çok daha fazla tolerans ve çogulculuk mevcuttu. Ancak sömürgelerin çogu devlet tarafindan desteklenen bir din dünyasinda yasiyor, kiliseye vergi ödüyordu. Amerikali bakanlar da Avrupali meslektaslari gibi siradan halkin batil inançlara ve hayvani zevklere düskünlügünden yakiniyordu. Amerika’nin yolunu Avrupa’dan ayiran esas unsur Amerikan Devrimi oldu.
Amerikalilar Aydinlanma fikirlerini benimseyip uyguladi ancak dini prensiplerine bagli kalmaktan da vazgeçmedi. Avrupa’da devlet ve dini kurumlar o kadar içiçe geçmisti ki birine dokunmadan digerine saldirmak mümkün degildi oysa Amerika’da böyle bir özlestirme üzerinde fazla durulmadigindan bazi din adamlari da devrimi destekledi. Fransiz Devrimi’nde oldugu gibi din düsmanligi yapilmadi. “Bagimsizlik Bildirgesi’nde dinle ilgili herhangi bir sikintidan bahsedilmiyordu. Yapilan devrim esasinda laik bir meseleydi. Amerikanin kurucularinin derdi dini degil tamamen politikti. Despotlugun nasil önlenecegi, aristokrat ya da ruhban sinifindan olsun belirli bir kesimin siradan halka kendi isteklerini kabul ettirmesinin nasil önüne geçilecegi, özgürlügün nasil korunacagina kafa yordular.
Devrimin özünü, dinle devleti birbirinden ayirmak ve erkler ayriligi olusturmakti. Bu durum dinin modern dünyada da hayatta kalabilmesine olanak tanidi.
Devlet yönetiminin dine karismamasina dair alinan kararinin Amerika’nin tüm dünyadaki en dindar ülke olmasinda büyük payi vardir. Anayasada herhangi bir dini müesseseye hürmet edilmesi ve serbestçe ibadetin yasaklanmamasi hem toplumda yukaridan asagi ve asagidan yukari bir hosgörü olusmasina hem de insanlarin özgür iradeleriyle dinlerini seçebilmesine olanak sagladi. Din alaninda olusan serbest piyasadan pay kapabilmek için din adamlari arasinda rekabet olustu. Rahipler insanlarin ayagina giderek onlari ikna etmek için birbiriyle yarismaya basladi. Su anda da Amerika’ya giden yabancilari en çok sasirtan din piyasasinin bu kadar güçlü olmasi ve dini ürünlerin yayginligidir. Daha baslangiçta böylesine radikal bir yol çizilmesinin nedeni devletin kurucularinin Avrupa tarzi özellikle Ingiltere modeli bir kilise müessesesi istememesiydi. Bu, dini kamusal alandan uzaklastirmak anlamina gelmiyor; dini inanisi insanlarin vicdanina birakiyordu. Bu ilke bir kez benimsenince dini baskilarin sona erip kilise müessesinin yerle bir olmasi kaçinilmazdi. Devleti dinden uzak tutmak isteyenlerle dini devlet islerinden uzak tutmak isteyenler arasinda kurulan garip ittifak sayesinde dini özgürlük yasasi çikartildi.
Devrim ve Iç savas arasindaki dönemde kiliseye giden Amerikalilarin orani 1776’da %17’den 1850’de %34’e ulasti. Bu hizli degisim yeni bir uyanis, adeta yeni bir devrim niteligindeydi. Metodist ve Baptistlerin yükselisinin yani sira Siyahi Kilise de ortaya çikti. Bir yandan özgür insani temel alan Evanjelistlerin sayisi artti bir yandan da Amerikanlastirilmis bir din olustu. Yeni kurulan gönüllü dernekleri ve kiliseler etrafinda yeni topluluklar meydana geldi. Göçmenler de bu coskuya dahil oldu. Amerikalilar dine dönmenin herkesin sahsi seçimi oldugu görüsünü benimsemekle esit firsat fikrini de kucaklamisti. Avrupa’da eskiye dair herseyi temsil eden kilise yeni kitada devrimin çocugu olmustu.
Evanjelistler, ruhban sinifi ve rahiplik egitimi almamis kisiler arasindaki ayirimi kaldirinca karizmatik dini liderler ortaya çikti.
19.yy Amerikasinda egitimli kesim, Avrupa’da görüldügü gibi din ve ilerleme arasindaki çekismeye kapilmadi. Bilim dünyasinda da düsünen, akilli mantikli birinin dindar olamayacagi gibi bir kani hakim olmadi. Halkin tümü içtenlikle inansin inanmasin, din, cumhuriyet kurumlarini olusturulmasini saglayan ve yeni ulusu birbirine kenetleyen bir unsur olarak görüldü. Dolayisiyla Amerikan tarzi dinin mantik ve özgürlükle iliskisini Avrupa’dan çok farkli biçimde sekillendirdi. Cumhuriyetçilik, liberalizm ve Protestanlik karistirilip üstüne bir de Tanri’nin eklendigi bir seye dönüstü.
Iç Savas dindar Amerika’yi kölelik yanlisi Güney ve kölelik karsiti Kuzey olarak ikiye böldü. Her iki tarafin ordulari da Tanri’ya dua ederek savas meydanina çikti. Bu da savasin çok kanli olmasini ve Güneylilerin yenilgiyi çok zor hazmetmesine neden oldu. Katolikler ve Protestanlar arasindaki çatismalar kizistiktan sonra geleneklerine asiri bagli olan Katolikler refah devletine baglanmaya çalisildi. Yeni gelen göçmenler kiliseleri sayesinde Katolik kimliklerini devam ettirebildiler.
Amerikalilar hangi mezhepten olurlarsa olsunlar Tanri’nin seçilmis milleti olduklarina inandiklarindan ulusal kimliklerine de dine olan bagliliklari gibi baglidirlar. Böylesi bir Hristiyan milliyetçilik büyük sonuçlar dogurmustur. Amerikalilar topraklarini genisletmeyi dini açidan gerekçelendirmistir. Toprak ve altina hücum ayni zamanda yeni insanlarin Hiristiyanlastirilmasina dayanmistir. Büyük bir kitaya yayilip Kizilderilileri ve Meksikalilari kenara iterek Amerika yeni vadedilen topraklar olarak görülmüstür. Dünyayi gelistirme arzusu kisa sürede Kuzey Amerika’nin disina tasmis ve Amerika’nin ilk kez yabanci bir toplumu “gelistirme” çabasina da yine din ilham kaynagi olmustur. Su anda ABD’nin Hawaii eyaleti olan Sandviç adalarina misyonerlerini yollayip yerli halka Incil’i götürerek uygarlastirmayi amaçlayarak adalari ele geçirmislerdir.
Zaman içinde Hristiyanligi yayma, misyonerlik, diplomasi ve emperyalizm arasindaki baglantilar giderek güçlenmis, misyonerle Amerika’nin diger ülkelerle iliskilerinde çok önemli bir rol üstlenmislerdir. Amerika’nin Çin, Japonya, Siyam ve Osmanli Devleti’yle yaptigi ilk anlasmalar misyonerlere zulüm etmeksizin görevlerini yapma hakki tanimistir. Amerika’nin dindarligi ne kadar büyük olursa olsun kendi cografyasinin sinirlarini asan ve kendini her zaman hakli gören arsiz bir emperyalizme dönüsmüstür.
Amerika’nin Modernitenin Sarsintilarindan Kurtulusu
Amerika’nin serbest din piyasasi laiklikten Avrupa kadar yogun olmasa da bir biçimde etkilenmistir. Modernitenin yikici yanlari ABD’yi de eski kitada oldugu kadar yipratmistir. Ilk gerileme, Amerika’ya kimlik kazandirma adina çok sey yapan baskin Protestan kültürünün, laiklik yanlisi liberaller ve laiklige direnen radikaller arasinda bölünmesidir. Ikincisi Protestanligin özellikle radikal Protestanlarin içki ve Darwin’le olan mücadelelerinde asagilanmalaridir. Üçüncü yenilgi ise daha karmasiktir. II.Dünya Savasi sonrasi siyasi olusum Amerikanlasmanin sembolü olarak Judeo-Hristiyanliga kucak açmistir. Bu süreçte dinin insanlarin yasamlarindaki ve toplumsal alandaki rolü tam olarak yok olmasa da tehdit altinda kalmistir. 20.yy’in sonunda Amerika’da din daha önce olmadigi kadar azgin ve yikici bir sekilde geri dönmüstür.
Dindar Amerika’daki ham canliliga karsin modernitenin yikici unsurlarindan kaçmak olanaksizdi. Entellektüel yasam, özellikle üniversiteler giderek laiklesti. Eskiden aynen Ingiltere’de oldugu gibi üniversite siralarinda din adamlari yetisiyordu. Bu durum 19.yy sonlarinda degisime ugradi. Puritenler tarafindan ilahiyat odakli kurulan Harvard radikal bir degisimle yeni bir üniversite modeline dönüstü. Üniversitelerin amacinin ebedi hakikatleri asilamak degil dünyayi anlamak ve bilgiyi gelistirmek oldugunu öne sürdüler. Böylece fikirler de piyasaya sürülecek ve ögrenciler de ortaya atilan kuramlardan istediklerini seçebilecekti. Üniversiteler, laik arastirma kurumlari olma yoluna girince yönetim kurullarindaki din adamlarinin yerini is adamlari ve bankacilar aldi. Pek çok akademisyen bilinçli bir sekilde din düsmani oldu. Üniversitelerdeki devrim Amerikan’in aydin kesimine dogrudan yansidi ve daha da genisledi. En iyi uyum saglayanin tutunup ayakta kalabilecegi görüsünü insan toplumuna uyarlayan sosyal Darvinizm çok güçlü bir akintiydi. Kendini üstün gören aydinlar arasinda ve pek çok eyalette çok ragbet edilen bir akima dönüstü.
Sosyal Darwinizmin acimasizligindan hoslanmayan pek çok entellektüel Aydinlanma fikirlerini kabul ederek tarihin bilimin isigi ve batil karanlik arasinda bir mücadele oldugu görüsünde birlesti. Ya bilim kazanacakti ya da din.
Kurucularin sarsilmaz görüsleri sosyal Darvinizm ve ekonomik indirgeme karsisinda çözülmeye ugradi. Amerika’nin en iyi hizipçilerinden Ambrose Bierce Süphecinin Sözlügü adli (daha sonra Seytanin Sözlügü olarak yeniden isimlendirilecek olan) kitabinda ‘korku ve umudun çocugu’ olan dinin cahil cühelaya Bilinmeyenin dogasini açiklamaya çalistigini söyleyerek dini yaymaya çalisanlarin da ikiyüzlü dangalaklar olduguna dikkat çekiyordu. Karizmatik hatipler modernitenin getirdigi yeni teknolojileri Tanri’nin gönderdigi hediyeler olarak görüp bu buluslardan en iyi sekilde faydalanmistir.
Amerikan dinin yaraticiligina en iyi örnek, Bill Clinton, Sarah Palin ve daha birçok ünlünün de takipçisi oldugu Pentecostalizm akimidir. Azat edilmis köle bir aileden gelen bir gözü kör, çopur bir zenci olan William Seymour tarafindan 1906 yilinda baslatilmistir. Bu insanlar yeteri kadar içtenlikle dua ederlerse Isa’nin yeniden yeryüzüne geri dönecegine inanirlar. Fakir, çaresiz umudunu kaybetmis insanlar hemen akimin takipçisi oldu. Amerikan rüyasinin vücut buldugu, bolluk ve gelismenin odagi, Yeni Kudüs olarak görülen Los Angeles (LA) sehri olumlu bir bakis açisi ve teknoloji sayesinde yasanamaz bir cografyayi yasanilabilecek hale getirilmesiyle olusturulmustu. Kentin karanlik yönü ise beyaz üst sinifla onlara hizmet eden farkli irklardan azinliklardi. Güney ve Ortabatidan yeni bir hayat kurma umuduyla sehre göç eden ve aradigini bulamayip isçilik veya hizmetkarlik yapan kesim Pentekostalizm inanisina ragbet ettiler. Üst kesim ayaktakiminin Yeni Kudüs’ün kapisini bulduklarini iddia etmeye cüret etmelerinden rahatsiz olmustu. Ancak bu yeniden dirilis hizla devam etti. 1922’de A.S. McPherson adli bir kadin vaiz Pentekostalist akimin önderligine geçti. Kurulan kilise korosunda Anthony Quinn de vardi. Hatta Charlie Chaplin bile akima olan hayranligini dile getirdi. Hollywood’un Altin Çagi’ndan umulan hersey bu kadinin vaazlarinda bulunabiliyordu. LA’de baslayan, önce bir zenci sonra bir kadinin önderliginde gelisen bu akim baslarda egitimli üst sinif tarafindan yogun tepki görmüs ve elestirilmis olmasina ragmen giderek tüm ülkeye ve radyo yayinlari sayesinde ülke sinirlarini asti. Su anda ise dünyada en hizli yayilan akimlardan biri haline gelmis bulunmakta.
II. Dünya Savasi Amerikan dindarliginin zirve yapmasini sagladi ve savas sonrasinda da devam etti. O dönemde yapilan anketlere göre Amerikalilar sanayilesmis ülkeler arasinda en dindar olaniydi. Son moda dinine bagli olmakti. Politikacilar dinle vatanseverlik bagini pekistirerek Soguk Savas sirasinda dini ulusun kalkani, Amerikan’in gizli silahi olarak öne çikardilar. Tanri’nin Amerikan yönetiminin ve Amerikan tarzi yasamin belirleyicisi oldugu toplumca kabul gören bir görüstü. Bu ayni zamanda dini hosgörünün de arttigi bir dönem olmustur. Naziler’in Yahudi Soykirimi Amerika’da varolan Yahudi düsmanligini gözden düsürmüstür. Savastan kaçip Amerika’ya siginan Yahudilerle birlikte Amerikali Yahudi nüfusunun giderek artmasi ve entellektüel basarilari toplumda dini hosgörüyü tesvik etmistir.
Amerika öncelikle üç ayri gruba ayirabilecegimiz büyük bir topluluktur. Protestan, Katolik ve Musevilerin birbiriyle kaynasmasiyla Amerikan Devleti’ne sikica bagli Protestan Amerikali, Katolik Amerikali ve Musevi Amerikalilar olusmus dolayisiyla Judeo-Hristiyan bir ulus dogmustur. Din, vatanperverlik simgesine indirgenmekle kalmamis yukari dogru sosyal hareketliligin sembolü haline gelmistir. O dönemde dinine bagli olmak Amerikan rüyasina ulastiracak ucuz bir bilete benzetilebilir.
Avrupa’da solcularin ateizmi kucaklamasinda hatta Hristiyan Sosyalistlerin kilise müessesesini elestirmesinde oldugu gibi siyasi muhalifler kiliseye de karsi gelmeye mecburken; Amerika’da en azindan 1960’lara kadar solcularin da muhafazakar karsitlari kadar Hristiyan olmasi muhtemeldi. Ancak Eisenhower’in vurguladigi gibi “neye inanirsan inan yeter ki inan” felsefesini takiben din konusunda anlasmaya varilmasiyla dengeli bir durumolustu. Ancak bu denge, dinin ve inancin sadece Amerikan bireyselligi taraftari olmak anlamina geldigi 60’li yillarda degisiklige ugradi. Amerikan siyasi tarihi açisindan Kennedy’nin Katolik olusunun üzerinde durmayisi, dinin sivilliginin zirvesi olarak degerlendirilebilir. Yurttaslik Haklari Hareketi ve Savas Karsiti Hareket gibi sol görüslü protestolar dini hirslarin yeniden siyaset sahnesine çikmasina neden oldu. Iki hareket de Martin Luther King gibi dini yönden önemli sahsiyetlerin basi çekmesiyle meydana geldi. 20.yy’in ilk yarisinda Evanjelistler tarafindan fiseklenen dini çekisme alkol ve evrim tartismasi üzerinden yürütüldü. Ikinci yaridaysa, dinin toplumun marjinal kesimlerine itilmesine kararli olanlarin çabasiyla alevlendi. 60’larin basinda Anayasa Mahkemesinin karariyla okullarda dua ve Incil okutulmasi yasaklandi. Ancak inançli kesimi asil çildirtan 1973’te alinan kürtajin tüm ülkede yasallasmasi kararidir. Sadece yargitaya degil, Demokratlara, solcu bürokratlara ve akademisyenlere de kizgin hale gelen toplumun genelinde asayis bozuldu, süphe, karamsarlik ve siddet basgösterdi. Ülkede her dakikada 5 ciddi suç islenir hale geldi. Isçi sinifi ve liberal elit arasindaki gerginlik giderek tirmandi. Liberalizmin fazla yükselmesiyle Evanjelizm yeniden güçlendi.
Muhafazakar akim farkli tutucu gruplarin biraraya gelmesiyle olusan Ahlaki Çogunluk hareketi adiyla basladi. Yasam, aile ve Amerikan yanlisi olan akim, dinci sagcilarin yükselisini sagladi. Aile degerlerini yücelten dinci sagcilardan bazisinin adlarinin zina veya yolsuzluk skandallarina karistigi da çok oldu. Tüm karisikliklara ve zorluklara ragmen dinci sag 1980’lerden itibaren güçlü siyasi bir altyapi olusturmada basari sagladi. Yine de Hristiyanligin dünyevi meselelerdense öteki dünyaya odakli olmasi bazi açilardan tutarsizlik yaratiyordu. Örnegin Muhafazakarlarin oyuyla basa gelen Reagan, oy tabaninin hevesle bekledigi kürtaj yasagi yerine vergilerde kesinti yapmaya daha merakliydi.
Yapilan bagislar ve bilinçli örgütlenme sayesinde, dini kurumlar sosyal devlet hizmetlerinin büyük kismini saglamaya basladi. 1981’de baskentte kurulan Aile Arastirma Konseyi tüm ülkeye yayilarak su anda 4,5 milyon üyesi olan yillik geliri 10 milyon dolari asan bir örgüte dönüstü. Dinci sagcilar eyaletlerde daha güçlüydü. 2000’lere gelindiginde dinci sagcilarin kendilerinden biri olarak gördükleri George W. Bush modern Amerika’nin ilk Evanjelist baskani sayilir. Hükümet kabinesinde dinine yürekten bagli Hristiyanlarin sayisi az degildi. Öteki baskanlara kiyasla çok daha ileri gidip dinci sagcilarin gündemini uygulamaya koydu. Her firsatta din ve siyasi açidan Avrupa ve Amerika arasindaki büyük farki dile getirdi.
2000’lerden sonra ise artik dini bölünme Protestanlar, Katolikler veya Museviler arasinda degil, dinine bagli olanlarla, dine uzak duranlar arasindadir. Aslinda Amerika’da din, uygulamada dogustan degil sonradan seçilir. Insanlar kökenindeki dine mecbur olmaktansa istedigi dine, mezhebe inanmakta serbesttir. Pek çok yetiskinin din veya mezhep degistirdigi görülmektedir. Bir anlamda Amerikalilar hep bir arayis içindedir. Seçeneklerin fazla olusu da insanlari o mezhepten digerine, o tarikattan öbürüne geçisine ortam saglamaktadir. Ateistlerin ya da inançsizlarin sayisi da az degildir. Öte yandan dindarlar mercek altina alindiginda dini ögreti konusunda fazlasiyla cahil olduklarini da unutmamak gerekir.
Bush, Obama ve Amerikan Dis Siyaseti
Rasyonel Avrupa siyaseti ile inanç odakli Amerika politikalari arasindaki uçurum Bush döneminde iyice genisledi. Ingiltere’de dalga konusu olmamak için Tony Blair Hristiyan inancini ne kadar kendine saklamis olsa da medyanin gazabindan kurtulamadi. Tam aksine Bush ise en basindan beri dindarligini her defasinda vurguladi ve bundan büyük ölçüde faydalandi. Hatta Isa’nin en sevdigi filozof oldugunu söyledigi bile oldu. Bush’un söylevleri dini referanslarla doluydu: Tanri’nin istegi, Tanri’nin tarihteki rolü, iyi ve kötü arasindaki çekisme, vs. Öte yandan bu sözlerin bir din adaminin degil bir siyasetçinin agzindan çiktigini duyan Avrupalilar’in tüyleri diken diken oluyordu. Nasil ki Blair’in inanç konusunu gündeme getirmemesinin temelinde siyasi pragmatizm yatiyorduysa, Bush’un dindarligiyla böbürlenmesinin de altinda siyasi hesaplar vardi. Bush döneminde görüsme önceligi büyükelçiler ve diplomatlar degil papazlardi. Bush’un Tanri’yi, dini, dinin önemini ve dindarligini sürekli vurgulamanin karsiligini aldi. Sonunda dinci sagcilar -hem Evanjelistler hem de muhafazkar Katolikler- Bush’a saglam bir oy tabani sagladi. Bu bag 11 Eylül sonrasinda iyice güçlendi. Bush yanlisi dindarlar Saddam’in kitle imha silahlarina sahip olduguna ve El Kaide ile baglantisi bulunduguna ikna olarak Irak’a saldirma gerekçelerini de hiç sorgulamadi.
Tanri tarafindan görevlendirildigini düsünen Bush yönetiminde, köktendinci Hristiyanlik anlayisi ve askeri gücüyle ileri teknoloji sahibi Amerika, kendisini Incil’in müjdesini tüm dünyaya yaymakla görevli addetti. O dönemde Avrupa Komisyonu’nun gelmis geçmis en basarili baskani olan Jacques Delors, Atlantik ötesi iliskileri sekillendiren en önemli kuvvetin inananlarla inanmayanlar arasindaki çatisma olarak degerlendirmisti. Çünkü din, Avrupalilar için milliyetçilik, irkçilik gibi duygulari kiskirtan geçmisten gelen bir karabasan gibiydi ve toplumlara haddinden fazla zarar vermisti. Günümüzün ünlü filozoflari Derrida ve Habermas, Bush’un din odakli siyasi tavrini elestirerek Avrupa ‘da herhangi bir devlet baskaninin güne dua ederek baslamasinin hayal bile edilemeyecegini öne sürüyordu.
Sonuçta Amerikan dindarligina karsi duyulan süphe ve güvensizlik hissi giderek artti. Laik Avrupa ve dindar Amerika arasindaki gerginlik Obama döneminde de devam edecek gibi görünmekte. Avrupa’yi en çok rahatsiz eden konulardan biri de Amerika’nin Israil politikasi oldu. Iki baskan Irak konusunda çok iyi anlasmasina ragmen Blair, Bush’un Israil’e yeteri kadar baski uygulamamasindan rahatsiz oldugunu açikça dile getirdi. Bush öncesinde Amerika’nin Israil’e olan tutumu “Yahudi Lobisi”ne baglanirken Bush’la birlikte Hristiyan Siyonistler de suçlanmaya basladi. Çünkü Hristiyan Siyonistler, Tanri’nin Israil topraklarini Israilogullari Musevilere bahsettigine inanmanin yanisira, Isa’nin yeniden yeryüzüne gelisinin ve Mahser gününün önkosulunun Israil’in tam anlamiyla yeniden kurulmasi olduguna inanmaktalar. Zaten Amerikan toplumunun Israil’e gösterdigi dini destek çok eskiye dayanmaktadir. Buna ragmen Israil yanlisi siyaset güderken Teksaslilara özgü inadiyla ünlü Bush’un inançtan çok politik pragmatizmden etkilendigi de açiktir. Ortadogu’daki dayanagindan asla kusku duymadi. Kendine göre mantikli bir denge olusturabilmek için toplum önünde Filistin Devleti’nin kurulmasina yönelik kararliligindan vazgeçmedi.
Amerikan’in Irak’a müdahalesinde, kitle imha silahlari ve petrol rezervleri gibi dünyevi nedenler büyük rol oynadi. Bölgeye demokrasi götürmenin uzun vadeli bir çözüm olacagi düsünüldü ama evdeki hesap çarsiya uymadi. Aslina bakilirsa “terörle savas” söz konusu oldugunda din odakli Bush yönetiminin Islam hakkinda kör cahil oldugu da ortaya çikti. Savas öncesinde Beyaz Saray’da, Siilerle Sunnilerin arasindaki farki idrak etmis olanlarin sayisi yok denecek kadar azdir. Terörizmi destekleyen devletlere olan takintisi ve demokrasinin radikal Islam’a çare olacagi varsayimiyla hareket eden Bush iktidarinin hem Filistin hem Irak’ta mezheplerin önemini küçümsemesi sonucunda ortaya korkunç bir manzara çikti. Din adina savasanlarin devletçe destege ihtiyaci olmadigi ve demokasinin popüler dini akimlarin isine yaradigi anlasildi. Irak’ta mezhep çatismalari patlak verdi. Filistin’deki seçimlerde radikal Hamas daha laik El Fetih Partisinin önüne geçti.
Amerikan toplumunun en muhafazakar uçlari mücadelenin Usame bin Ladin veya Saddam’a karsi degil seytana karsi verildigini düsünmekte. Dolayisiyla dindarlar kendi içinde hem ulusal cephede liberallerle hem de küresel cephede Islamcilarla mücadele etmekte. Pek çok eyalette escinsel evliliklere, kürtaja karsi daimi kampanyalar düzenlenmekte.
Bush döneminde diger modern ülkelere kiyasla dinin Amerika’nin dis politikalari üzerindeki etkisinin ölçüsü kaçti. Yine de Bush’un tarihsel teamülün disina çiktigini da söylemek zor. Çünkü Amerika henüz sömürgeyken devrimciler hükümdarlarinin Ingiliz krali degil Tanri’nin ta kendisi oldugunu vurgulayarak bagimsizlik arayisina girmisti. Modern çagda ise Sovyetler seytani olarak algilanmisti. Dolayisiyla aslinda din her zaman Amerikan politikasinin bir parçasi oldu. Sonuçta, Bush döneminde dinin Irak ve Israil üzerindeki rolü Amerika’yi dünyanin geri kalaninin onaylamadigi bir konuma itti. Amerikan’in dindar kesimi genelde diger Amerikalilarin inandiklarina benzer seylere inaniyordu. Sadece inançlari daha güçlüydü. Diger Amerikalilar kadar esnek olmasalar da dindar kesimin fikrinin degismesi de imkansiz degildi. Irak’ta yasanan basarisizlik bunu ispatlamis oldu.
Amerikan dis siyaseti zitliklari içinde barindirarak ayni zamanda hem güce hem ahlaga; realizme ve idealizme; pragmatizme ve ilkelere dayali ayni anda hem çikarlari koruyup hem de degerleri yüceltme hedefine odakli bir sekilde duruma göre siklarin hepsini seçip hem liberal hem muhafazakar olabildi. Amerikan tarihi boyunca dis politika çeliskiler ve geleneklerin bir karisimi olarak karsimiza çiksa bile bir görüse fazla meyillenmenin sonucunda tepki olarak hep aksi yöne kayma görüldü. Bush’un durumu da bu kaliba uydu ve dinci sagcilarin çok ileri gittigi kanisi hakim hale gelince sandiktan demokrat Obama çikti. Ancak iktidardaki partiden bagimsiz olarak Obama döneminde de Amerikan siyasetinin baslica müttefiklerine kiyasla içeride ve disarida her zaman din güdümlü olacagi kesindir.
Bush döneminde dindar sol kesim de güçlendi. Bu kesime dahil olanlar arasinda hem din hem sosyal politika konularinda liberal bir tavir benimseyen maneviyatçi ileri görüslüler hem de din konusunda tutucu ancak sosyal politikalarda aktivist egilimliler bulunmakta. Obama, dindar sol kesimin temsilcisi olarak gösterilebilir. Obama siyasi bir güç olmadan önce dahi Demokratlarin Tanri’yi daha ciddiye almaya çabaladigi da gözden kaçirilmamalidir. Müslüman iken ateist olan bir baba ve kiliseye pek gitmeyen Hristiyan bir annenin oglu olan Barak Obama, seçim kampanyasi boyunca kendisinin Tanri’yi ve hakikati buldugunu vurgulayip geneli dindar Amerikan toplumunun sempatisini toplayarak Hillary Clinton’i geride birakmayi basardi. Bill Clinton da dinine bagliligini, kiliseye gidip dua ettigini çok kez topluma ifsa etmis olsa da özel hayatindaki tutarsizlik toplumu samimiyetinden süphe ettirmisti. Solun vaaz verircesine nasihat etmekten korktugundan uzun süredir kültürel degerlerin sosyal sorunlar üzerindeki rolünü yadsidigini öne sürerek yeni bir yaklasima sahip oldugunu iddia ederek dini önemsemeyenlerden oldugu kadar fazlasiyla önemseyenlerin de dahil oldugu çok daha genis bir kitleden oy topladi.
Amerikan toplumunda ve Obama örneginde oldugu gibi insanlar dinlerini seçmekte özgür birakildikça bu haklarina sahip çikmalari ve din konusunu önemsemeleri ihtimali artmaktadir.
AMERIKAN IÇ SIYASETI
Her ülkenin izledigi politikalar eninde sonunda seçimlere yansir. Dolayisiyla 2009’da Bush’un Obama’ya devrettigi Amerika, modernligin dindarligi yokedecegi laiklik tezine inat derin bir biçimde dinine bagli kaldi. Amerika’nin dindarligini nereye baksaniz görebilirsiniz. “Isa olsa ne yapardi?” yazili devasa tabelalara Amerika’nin birçok kentinde ve hatta en ücra köselerinde sikça rastlanir. Amerikalilar’in %45’i ve Evanjelistler’in %70’i evrimi kabul etmemektedir. Bu dindarlik modeli birarada ibadet ve aile aliskanliklari çerçevesinde kurumsallasmis durumdadir. Birbirine siki sikiya bagli cemaat anlayisi toplumsal konularin gündeme getirilmesi ve birlik olusturulmasinda da çok etkili olmaktadir. Amerikan saginin uzun yillardir sürdürdügü kürtaj karsiti kampanyalara simdi de hemcins evlilikleri, ötenazi, kök hücre arastirmalarina muhalefet de eklendi.
Ilginçtir ki Amerika’da yoksulluk, AIDS, dis yardim ve küresel isinmaya yönelik kampanyalarda hem solculari hem sagcilari birarada görmek mümkün. Dindarlar Tanri’nin bahsettigi yeryüzüne iyi bakmanin ilahi bir görev oldugu inanciyla çevre konusuna egilmekte. Amerika’da din kendini, beyaz Evanjelistler gibi belirli bir grup veya ötenazi karsitligi gibi konulara kisitlamaktansa genis kitlelere yayilmakta. Artik Demokratlar da Cumhuriyetçiler gibi eylemlerini gerekçelendirmek için sürekli olarak din ögesini öne çikarmakta. Dini söylemleriyle adalet, iklim degisikligi gibi uzun vadeli ve genis kapsamli konulara deginmekteler. Dinci sagcilarin yeniden yapilanmasi ve dinci solun ortaya çikisinin en çarpici yani, bu durumun Amerikan toplumu genelinde dinin rolünün perçinlemesi olasiligidir.
AMERIKAN DIN PIYASASI
Amerikan toplumunda din de serbest piyasadan nasibini fazlasiyla almistir. Ülkenin dini mülteciler tarafindan kurulmus olmasi, anayasanin dinde serbest piyasayi zorunlu kilmasi, yogun göç almasi gibi süregelen unsurlar ve yenilikçilik anlayisiyla rekabetçi bir çesitlilik sunar. Amerikan dininin rekabet avantaji, bu unsurlarin topluma köklü bir biçimde yerlesmis olusundan gelmektedir. 2005 kayitlarina göre ülke çapinda 217 farkli kilise gelenegi ve din tüketicisi ya da din müsterisi diye adlandirabilecegimiz 225 milyon kilise üyesi bulunmaktadir. Yapilan piyasa arastirmalarina göre “dini ürünler” pazari 2004’de 5 milyar dolardan 2008’de 6 milyar dolara yükselmistir. Bu ürünlerin basini dini filmler ve kitaplar çeker. Dini yayin yapan kurumlardan, dini okullara, kolejlere kadar ABD dünyanin en kapsamli dini altyapisina sahiptir.
Amerikan din piyasasi rekabetçi basarinin tüm pazar özelliklerini gösterir. Piyasada her inanca cevap veren bir tapinak mevcuttur. Kaydadeger bir nüfusa sahip her kentte Budizm’den Musevi lige her tür din için çesitli ibadethaneler bulunmaktadir. Alisveris merkezleri gibi kocaman otoparklari ve eglence bölümleri olan “megakiliseler” vardir. Kiliseler bir anlamda dindarlara lokal, yerel bir kulüp gibi hizmet vermektedir. Sinemasindan, lokantalarina, kreslerden oyun alanlarina kadar Amerikalilari cezbedecek pek çok imkan burada birlikte sunulmakta. Bu kiliseler sehirdisindaki banliyölerde yasayanlara cemaatin diger üyeleriyle sosyal baglar kurabilecekleri, birbirinden uzak yerlerde oturanlarin biraraya gelebilecekleri sosyal bir ortam yaratarak toplumsal bir ihtiyaca cevap vermekte. Özellikle orta sinif Amerikalilar bu megakiliselere akin etmektedir. Büyük bir isletme mantigiyla çalisan Amerikali kilise örgütleri, ayni zamanda baska ülkelerde özellikle Kanada ve Avrupa’da devletin sorumlulugunda olan sosyal hizmetleri de üstlenmis durumda. Örnegin evliliginde sorun yasayanlardan, yas tutanlara, siddet görmüs kadinlardan, uyusturucu bagimlilarina, ekonomik sorun yasayanlardan sikintisi olan ve kiliseye basvuran herkese destek olarak danismanlik hizmeti de sunmaktalar. Bir anlamda kiliseler sagladiklari destegi insanlari Tanri’ya çekme amaciyla kullanmakta.
Amerika’da din piyasasinin bu kadar gelismis ve çok seçenekli olmasi ise insanlarin kendi seçtigi yolu izlemesine ve isterse degistirmesine firsat vermekte. Maddiyatin bu kadar öne çiktigi bir düzende, maneviyat ve mutluluk pesindeki insanlar aradiklarini dinde bulma egiliminde. Amerika’da görünen o ki, dini bir cemaate bagli olmak insanlarin aidiyat hissini pekistirdiginden insanlarin birbirine güven duymasini saglayarak birbirleriyle ticaret yapma, is baglantisi kurma ihtimalini dolayisiyla sosyal sermayeyi de attirmakta. Amerika’da kiliseye gidenlerin egitimlerine daha uzun süre devam ettigi de görülmekte. Buna göre inançli olanlar kazançli çikmakta diyebiliriz. Amerikan tarzinda sorunu olanlarla çözümü olanlar din vasitasiyla biraraya geliyor ve resmi degil gayri resmi bir biçimde güvenli bir ortamda insanlar iletisime geçebiliyor. Amerika sivil derneklerin çogu bir sekilde dinle baglantili. Din çok fazla zaman ve kaynak kaybi olusturmasina ragmen bir yandan da insanlarin sosyal açidan birbirlerine baglanmalarini saglamakta.
Amerika’nin ilerlemeye ve toplumsal sinif atlamaya olan inanci, dinamizmini de bir ölçüde açiklayabilir. Ancak bu toplumsal baglarin kurulmasini ve sürdürülmesini de engelleme potansiyeline sahiptir. Din bu açidan büyük bir açigi kapatmaktadir ve Amerika’da din piyasasi da elbette arz-talep üzerine kuruludur. Amerika’da sehir disindaki yerlesimlerde refah içinde yasayanlarla sehirde mahrum bir sekilde yasayanlar açisindan din iki farkli sekilde islemektedir. Megakiliseler, sehirdisinda birbirine çok benzeyen rahat yerlesimlerde oturanlarin can sikintisini giderecek bir ortam sunarken, sehirlerdeki kiliseler cemaatlerine daha çok sosyal destek saglar. Pek çok yerde tibbi bakim ve danismanlik hizmetleri kiliseler tarafindan saglanmaktadir. Bunlara bedava toplu asilamalar da dahildir. Çünkü fakirler için sosyal saglik hizmeti çok yetersizdir. 50 Amerikalidan biri hayati boyunca en az bir kez mahkum olur. 18 yasin altindaki 1,5 milyon çocugun ebeveynlerinden biri hapishanede yatmaktadir. Bu çocuklar sadece ruhsal sorunlarla bogusup yoksulluk çekmekle kalmaz, ileride kendilerinin de hapishaneye düsme ihtimali çok yüksektir. Özellikle zencilerin ve latin kökenlilerin sorunlari çok daha fazladir. Bu açidan da ayrimcilik yapmaksizin ihtiyaci olanlara sosyal destek saglayan kiliseler toplumda önemli bir yere sahiptir. As evi, yetimhane, barinak, kötü muamele görmüs kadin ve çocuklara siginma yeri, yeni göçmenlere hukuki danismanlik gibi pek çok hizmet sunan kiliseler çok amaçli bir hal almistir. Aileleri ve toplumu yeniden canlandirma rolünü üstlenmistir.
Hristiyanligi modern dünyayla birlestirme tutkusu pazarlamadan öte bir meseledir. Bu aslinda Amerika’nin dindarligindan çok kurumsalliginin bir yansimasidir. Inançsiz insanlari Isa’ya tapan insanlara dönüstürme gayesi güden ve aynen kurumsal bir sirket zihniyetiyle isletilen ve mükemmel servis ve lüks kilise hizmeti sunan dolayisiyla çok büyük paralar kazanan kurumlar mevcuttur. Öyle ki daha küçük ancak refah düzeyi yüksek yerlesimlere bayiilik seklinde daha ufak çapli kiliseler kurmaktadirlar. Amerikali girisimciler popüler Amerikan kültürünün fikirlerinden yararlanarak bunlari din alanina tasimistir. Din temali pek çok park ve müze bulunmaktadir. Cinsellik konusunda bile internet üzerinden dini bilgilere ulasmak mümkündür. Müsteri odakli hizmet anlayisi beraberinde gelisme ve büyümeyi getirmektedir. Bu büyük çapli ekonomi ve yogun nakit akisi girisimci papazlarin dini mesajlarini yaymak için tüm araçlardan faydalanmalarina ve neredeyse her yolu mübah görmelerine yol açmaktadir. Megakiliselerin en çok elestirilen tarafi dinin yumusatilip kilisenin ortalama bir alisveris merkezine dönüstürülmüs olmasidir. Bir baska elestiri de bu kiliselerin din adina degil insanlarin basarili olmasi adina hizmet ettigidir. Ancak önceleri dini kurumlarin kazanç için kullanilmasina çekinceyle yaklasan Evanjelistler artik din ve is dünyasi evliliginin Amerikan tarihinin derinlerine dayandigini ileri sürmektedir.
GÖÇMENLER VE DIN
Amerika’da oldugu gibi Avrupa ekonomisinde de göç önemli rol oynar. Milyonlarca Müslüman’in Avrupa’ya yerlesmesi daha önce ibadetle pek ilgisi olmayan Hristiyanlarin bile dini ibadetleriyle daha çok ilgilenmelerine neden olmaktadir. Gelismekte olan ülkelerden Avrupa’ya gelen Hristiyanlar’in sayisi da azimsanamaz. Örnegin Londra’da Pazar günü kiliseye gidenlerin yarisindan fazlasi göçmenlerdir. Avrupa’da da Amerika’da oldugu gibi göçmenlerin yeni yurtlarina alismasinda din çok önemli bir rol oynar. Ayni sekilde dindar kisiler laiklere oranla daha çok üremeye yatkindir. Bu da dindar kesime uzun vadede avantaj getirir. Avrupa da sonunda din ekonomisini serbestlestirmektedir. Devlet eliyle vergi sistemi dahilinde kilise için toplanan pay yerine kisilerin tercihine bagli olarak dini islerin bagislarla yürütülmesi önem kazanmistir. Ancak Avrupa devletlerinin sosyal hizmetleri çok gelismistir ve her vatandasa esit sunulmaktadir bu yüzden de din temelli refah hizmetlerine talep azdir.
Bunun tam tersinin geçerli oldugu Amerika’da göçmenler Amerikan dinini yeniden biçimlendirilmesine yardim ediyor. Göçmenlerin etkisiyle dini ihraç etmekle kalmayip ayni zamanda ithal de ediyor. Yakin tarihe kadar özgün dili olan Latince’den vazgeçmeyen Katolik kilisesi, Latin Amerikali çogunlukta oldugundan ayinler Ispanyolca düzenleniyor. Örnegin New York’un Çin mahallesindeki kiliseler Çinlilere is, as ve barinak sagliyor. Göçmenlerin yeni geldikleri ülkeye alismasina yardimci olurken kendi kültürlerinin de bir kismini korumalarina izin veriyor. Amerikan tarzi Hristiyanlik gelismekte olan ülkelerde yayilip degisime ugruyor daha sonra gelismekte olan dünyanin Hristiyanligi da Amerika’ya geri dönüyor. Hatta söyle ki; gelismekte olan ülkelerdeki Hristiyan kiliseler Amerikali kafirleri dine döndürmek için misyonerler göndermeye bile basladi.
Avrupali Müslümanlarin çogu yoksuldur. Çogunlugu egitimsiz göçmenler genelde Avrupalilarin yapmak istemedigi vasifsiz islerde çalismaktadir. Avrupa’da toplum disina itilen Müslüman gençler kimlik arayisi içinde radikal Islam’a kaymakta; aile baglari ve adetler gibi Islami degerlerinden uzaklastiklarindan köktendincilik ve bagnazliga yönelmektedir. Ingiliz Istihbaratinin yaptigi çalismaya göre 3000 Ingiliz vatandasi Müslüman El Kaide kamplarinda egitim görmüstür. Bu oldukça karmasik ve zor bir durumdur. Iki dini topluluk arasindaki nefret, Müslümanlarin bir kisminin El Kaide hedeflerine olan sempatisi ve Avrupalilarin çogunun da Müslümanlari, Islam uygarliklarinin basarilariyla degil de bombalama olaylari ve Islami elestirenlerin din adina katledilmesiyle özdeslestirmesiyle iyice körüklenmektedir.
DININ ROLÜ
Avrupa’da dinin dirilisi, nicelikten çok niteliksel olacak gibi görünmekte. Dinine simsiki bagli bir çekirdek etrafinda çogalan inananlarin artmasi muhtemeldir. Ancak Avrupa’da Hristiyanligin dirilisinden daha kesin bir sey vardir ki o da dinin kamusal alanda daha büyük rol oynayacagidir. Avrupa’da Islam’in yükselisi bunu kaçinilmaz kilmaktadir. Danimarka’daki karikatür krizinden, Fransa’daki basörtüsü krizine, Türkiye’nin AB üyeligine kadar kita siyasetinde büyük rol oynamaya çoktan baslamistir. Aynen Amerika’da oldugu gibi Avrupali politikacilar da kültürel sorunlara el atmaya mecbur kalmaktadir. Ailenin rolü, biyoteknolojinin izlemesi gereken yol gibi çok genis bir yelpazede pek çok sorun gündemdedir. Geleneksel olarak dine karsi Avrupali umursamazligiyla övünen Kanada bile su anda bir Evanjelist olan Stephen Harper tarafindan yönetilmektedir.
Insanlarin çalistiklari ise, yasadiklari topluma yabancilasmasini önleme amaciyla pek çok Amerikan sirketi çalisanlarinin ibadetlerini yerine getirebilmesi için imkan tanir. Çalisanlar hayatlarinin büyük kismini geçirdikleri isyerinde sorumlu olduklari isin anlamli olmasini giderek daha çok istemektedir. Bu talebi karsilamak için kurumsal sirketler birbiriyle yarismaktadir. Amerikali Evanjelistler islerini de ilahi, dini bir görev olarak algilamaktadir. Dini görev ve anlama yapilan bu vurgu tutkulu kapitalizmin yükselisiyle dogrudan baglantilidir. Üst rütbeli askerlerden sonra Amerikan’in en dindar ikinci elit kesimi, sirket yönetcileridir. Bunun altinda yatan neden ise hayatta bir anlam arayisinin insanlarin disaridaki yasamini oldugu kadar isyerindeki ortamini da etkilemesidir. Devlet dairelerinde çalisanlarin rahatça din hakkinda konusmalarina izin veren yasayi çikaran Bill Clinton olmustur.
Insanlarin bilgisi arttikça dinin ortadan kalkacagini savunan görüsün tersini ispatlarcasina Amerika’da din bir kenara atilmaktansa modernitenin sorunlarina çözüm olma yolunda ilerlemekte. Rekabetin ve firsatlarin giderek arttigi bir toplumda inançli olmak illaki degil ama gönenç kazanmak için faydali bir unsura dönüsmekte. Ayni zamanda toplumun alt kesimlerinin, kapitalist düzende tutunamayanlarin da medet umdugu siginacak bir kapi olarak insanlara destek olmakta. Büyük olasilikla dünyanin geri kalani da Avrupa modeli yerine Amerikan modelini izleyecektir çünkü gelismekte olan ülkeler, Avrupa’dakine benzer refah devletleri olamayacak kadar fakirdir. Çin ve Güney Kore gibi zengin olsalar bile kültürel anlamda insanlarin devletten geçinmesine sicak bakmayan toplumlar da mevcuttur. Dolayisiyla dine baglilik hem modernitenin çalkantilarina hem de diger sosyal güvence sistemlerinin zayifligina mantikli bir cevap olusturabilir.
Günümüzde laik solun en önemli filozoflarindan Habermas, sosyalizmin bir zamanlar yaptigi gibi geleneksel dinin de kapitalist tüketimciligin talepleri karsisinda toplumun bunalmasini engelleme rolü üstlenebilecegini dile getirmekte. Post-laik toplumlardan bahseden Habermas hosgörünün iki tarafli olmasi gerektigine dolayisiyla kamusal alanda dindarlarin laiklere; laiklerin de dindarlara tahammül etmesi gerektiginin altini çizmektedir. Hangi dinden olursa olsun, insanlarin birlikte yasamasini kolaylastiracak bir degerler sistemi gerekmektedir.
Bati Avrupa’nin Amerika kadar dindarlasacagini iddia etmek saçmalik olur ama Amerikan modelinin daha kalici olacagini söylemek büyük bir iddia sayilmaz. Çünkü insanlar aynen Amerika’da oldugu gibi Avrupa’da ve bir çok baska ülkede giderek bireysellesen yasamda oturmus ahlaki degerler ve aidiyet arayisi dinin canlanmasina zemin hazirlamaktadir.
***
Dünyanin Islam ve Hristiyanlik arasinda bir “medeniyetler çatismasi”nin esiginde oldugunu görmezden gelmek mümkün degil. Amerika, Ingiliz sömürgesinde oldugu dönemden beri akil ve din arasindaki bagi sikilastirmistir. Ancak 20.yy’da laik akademisyenlerin üniversiteleri ele geçirmesiyle bu durum degismistir. Entellektüel odak 1950’lerde devlet tabanli teknolojiye, 60’larda karsi kültüre, 80’lerde ise devlet ve piyasa arasindaki iliskiye yogunlasmistir. Fakat 11 Eylül sonrasinda Tanri ve din entellektüel yasama geri dönmüs görünmektedir. El Kaide, aydinlarin mecburen Islam ve genel olarak din konusuna yeniden ilgi duymalarina yol açmistir. Sosyal sorunlarin devlet tarafindan degil gönüllü örgütlerce daha iyi çözülecegini savunan “tutkulu muhafazakarlik” kavrami ortaya çikmistir. 20.yy basinda laik kesim tarafindan cahil olduklari için hor görüldüklerinden içlerine kapanan ve entellektüel ve kültürel alandan çekilen Evanjelistlerin zihninin açilmasi, Amerikan toplumu için çok önemli bir gelismedir. II. Dünya savasi sonrasinda isçi sinifinin çogu gibi Evanjelistler de üniversiteyi kesfetmis oldu. Hala entellektüel anlamda zayif olsalar da bu da zamanla degisecek. Içine kapali cemaatler disari açilip modern dünyanin kosullariyla karsi karsiya kaldikça açiga yogun bir zihinsel enerji çikmaktadir. Dindar Amerika’daki hersey gibi bunun da dünyaya yansimasi kaçinilmazdir. AMERIKAN MALI DIN: PENTEKOSTALIZM Inancin Amerikanlastirilmis sekli tüm dünyaya yayilip misyonerlerin sayisi arttikça Amerika’da baslayan akimlar da giderek daha çok insana ulasiyor. Bu arada Amerikan modeli dini ithal eden ülkelerin sayisi da giderek artmakta. Latin Amerika’da ve Güney Kore’de Pentekostalizm akimi hizla yayilmakta. Asirlardir Amerikan dinini sekillendiren serbest piyasanin ve bireysel seçimin kucaklanmasinin getirdigi güç Latin Amerika ve Güney Kore’de Hristiyanligi sekillendiriyor. Nasil ki Amerika’da Protestanlik modern kurumlarin olusumunda önemli bir rol oynadiysa su anda Pentekostalizm de Güney Kore’de benzer bir görev üstlenip ekonomik gelismeyi tetikliyor. Guatemela’daki Pentekostalist rahipler, bu din sayesinde basarili bir sivil toplum için gereken ortamin olusacagini ve gelisim yanlisi zihniyetin nüfusa yerlesecegini umuyor; topluma ayik kalmayi ve tutumlu olmayi; resmi görevlilereyse yolsuzluktan vazgeçmeyi ögreterek ülkeyi fakirlikten kurtaracagini düsünüyor. Pentekostalizm basarisinin bir kismini yerel geleneklere uyum saglayabilmesine borçlu. Örnegin seytan çikarma Brezilya’da geçmisten gelen bir adet. Çok lüks bir mekanda ibadet edenler oldugu gibi atil bir dükkanda toplanip dua edenler de mevcut. Anlasilan bu akimin çekiciligi tamamen Amerikan menseli olusunda. Amerikali eslenikleri gibi Pentekostal rahipler de megakiliseler kurup girisimci imparatorlukla olusturma pesinde. Dünyanin pek çok kösesinde verdikleri vaazlarda, hararetli bir sekilde insanlara hayatlarini Tanri’nin kurallarina göre yasamalari; hakikati bulmak için Incil’i okumalari; daima mucize kollamalari; herseyden önemlisi kendilerini dünyanin sonuna hazirlamalarini nasihat etmekteler. Ancak bu kadar basarili olmasinin altinda yatan su unsurlarin karisimindan yararlanmasi: gözü kara bir inanç ve pragmatizm; katisiksiz duygu ve kendini gelistirme, dogaçlama ve örgütlenme. Adeta Amerikan tarzi din temel ögelerine ayristirilmis da küresel piyasaya sürülmüs gibi denebilir. Mümkün oldugunca fazla sayida insana ulasip onlarin ruhlarini Tanri’ya kavusturma niyetiyle herkese kendi dilinde ibadet sansi sunuluyor. Dünyevi basari ve sinif atlama konularina yapilan vurgu da tamamen Amerikali bir özellik. Dini ibadetlerini yerine getiren inançlilarin bir sekilde özellikle finansal olarak ödüllendirilecegi iddia ediliyor. Insanlar kazançlarinin %10’unu hem bagis hem yatirim olarak kiliseye vermekle yükümlü. Misyonerler Amerikan fikirlerini ülke disina yayip Amerikan tarzi Hristiyanligini Çin, Kore gibi uzak ülkelere asiliyor, Amerikan üniversiteleri dünyanin her yerinde mantar gibi ürüyor. Misyonerler, bulunduklari yerin yerel bilgisine asina olduklari için Amerikan diplomatlari ve isadamlari için de kilavuz oluyorlar. Ayni zamanda hayirsever isadamlarinin da katkisi küçümsenemez. Afrika’ya yapilan tibbi yardim, kuyu projelerinin finansmanini saglayan isadamlarinin birçogu Amerikali Evanjelistler. Incil’in müjdesini yaymak için küresel güçleriyle baglantilarindan istifade etmekteler. Sadece Isa’yi degil Amerikan tarzi yasami da temsil eden bu hayirseverler arasinda, atalarinin esir gemileriyle ayrilmak zorunda kaldiklari kitaya lüks jetlerle geri dönüp yardim getiren torunlar da var. Kurduklari kiliseler sadece dini ibadetin yaninda egitimden, sagliga, ticareti gelistirmeye kadar pek çok görev üstleniyor. Küresel kuruluslarla da yakin iliskiler kurmaya baslayan Evanjelistler, dünyanin dört bir yaninda, özellikle yoksul ülkelerde yetimhaneler, çiftlikler kuruyor, dogal afetlerde Hristiyan örgütler arasinda yardim götürenlerin basini çekiyor. AMERIKAN TAKLITLERI Hirsli din adamlari islerini düzenlemek için gayet basarili oldugunu ispatlayan Amerikan modelini örnek almakta. Amerikan tarzini benimseyen Hindu rahipler bile bilisim sirketlerinin destegiyle yeni kurduklari devasa tapinaklarda modern teknolojinin tüm olanaklarindan yararlaniyor. Web sitelerinden tutun Amerikan reklam anlayisini uygulamaya baslamis durumda. Artik aç insanlarin tapinaga gelmesini beklemek yerine örgütlenerek ihtiyaci olanlara onlar gidiyor hem de yemek tasiyan tirlarinda kocaman reklamlariyla. Böylece Philips gibi büyük firmalardan aldiklari reklamlarla kazanç saglamis oluyorlar. Budizm ise genelde Amerikan tarzina temkinli yaklasip bu modele mesafeli durmakta. Yine de Amerika’da egitim görmüs Myanmar’la Budist rahipler ülkelerinde okullar, kongre merkezleri için fon toplamada Amerikan kiliselerini örnek aliyor. Amerikan tarzi girisimci din adamligini en bariz sekilde taklit edenlerse Islam dünyasinda bulunmakta. Ortadogu ve Asya’da genç nesil dini öncüler sadece seytanin alametlerini aramaya degil geleneksel dini mesajlari modern kitleye uyarlayip aktarmanin yollari için de Amerika’yi izliyorlar. Islam dünyasinin yeni nesil hafizlari, hiçbir sey degismemis gibi vaazlarina devam eden eski tip hocalardan da modern dünyaya cephe alan köktendincilerden de çok farkli. Vaazlari, geleneksel degerlerle sosyal sinif atlama yollarinina odakli bir Amerikan karmasi adeta. Takipçilerine Islam olmazsa ticaret kültürünün içinde bogulup gideceklerini, oysa ki Islam’la birlikte talepkar bir dünyada refah bulacaklarini ögütlüyorlar. Örnegin geleneksel imamlardan oldukça farkli bir görüntüye sahip olan, cübbe yerine takim elbise giyen Misirli din adami Emir Halit tamamen Amerikan tarzini yansitmakta. Bazi Batililar görünüsünden etkilenip onu Islam dünyasina bir köprü olarak görse de bu iliman görünen inancin keskin tarafini da gözden kaçirmamak lazim. Bir yandan kadinlarin çok degerli oldugunu söyleyip göz boyayan Halit, diger yandan seriattan yana ve kara çarsaf modasinin arkasindaki önemli güçlerden biri. Bati dünyasinin kadinlari meta olarak kullandigini öne sürerek Islam’in kadinlari örterek onlari kollayip saygi gösterdigini iddia etmeye devam ediyor. Endenozya’da Gym Aga olarak bilinen vaiz ise Kur’an yorumlarini cep telefonlarina mesajla göndermekten, televizyon programlarina kadar teknolojinin tüm imkanlarindan yararlaniyor. Sadece Ramazan’da televizyon yayinindan elde ettigi kazanç ise saatte 100 bin dolara kadar çikabiliyor. Din adamlarinin insanlarin gönlünü, ruhunu kazanmak için attigi sayisiz takla, televizyon programlarina çikmak gibi Amerikan tekniklerini benimsemek dahil, dinin keskin uçlarini köreltecek mi yoksa modern pazarlama teknikleri daha fazla mi sivrilestirecek? Islam ve Hristiyan din adamlari insanlarin kendi kendilerine yardim etmesi ve manevi açidan gelismesi konularinda ortak bir zemin bulabilecek mi yoksa bazen Amerika’da Hristiyanligin basina geldigi gibi zit kutuplara mi çekilecek bunu zaman gösterecek. Seçme hakki ve rekabetin hakim oldugu bir din ortamina sahip olan Amerika, genel olarak dünyanin askeri ve kültürel egemeni olarak görülüyor. Dünya dinlerinin giderek Amerikanlasan bir ortamda degisimin nasil üstesinden gelecekleri belirsiz. Ancak korkutucu olan su ki; özellikle geleneksel toplumlarda pek çok insan için din yasamin ayrilmaz bir parçasi. Inançlarini hayatin kargasasina ve yine Amerika kaynakli, acimasiz Batili hengameye bir çözüm olarak görüyor. Küresellesme sadece Amerika’nin Tanri’sini ihraç etmesine yardimci olmakla kalmiyor; yarattigi güvensizlige tepki olarak çogu insani dini inançlarina itiyor. AMERIKANLASMA Gelismekte olan ülkeler ve Avrupali çokuluslu sirketler dünya ticaretinden pay alsa da küresellesme deyince insanlarin aklina ilk gelen Amerika olmakta. Günümüzde ticari bir dev, askeri bir canavar ve kültürel bir dinamo olan Amerika, gücüne güvenerek ayni zamanda dünyanin yargici ve polisi görevini de üstlenmis durumdadir. Küresel kanunlari belirleyip kurallari çigneyenleri cezalandirmakta. 150 ülkede bulunan askeri üsleriyle bir savas makinesi konumunda yedi cihana hakim. Örnegin uluslararasi kamuoyunun karsi çikmasi Amerikan ordusunun Irak isgaline engel olamadi. Dünya Ticaret Bankasi ve IMF üzerinde de muazzam bir etkiye sahip. Son yasanan ekonomik kriz sonrasinda bile küresellesme taraftarlari Washington konsensüsünün çigirtkanligini yaptilar. Küresellesme karsitlarina göreyse küresellesme ve Amerikanlasma arasinda belirgin bir fark yok. Günümüz kapitalizminin iyi kötü yanlarinin tam olarak simgesi sayilan Amerika kapitalizmin en ileri düzeyinin süregeldigi bir merkez. Ancak kapitalizmi sadece somut ürünler olarak degil soyut ürünler olarak da görmek gerek. Çünkü yüzyil önceki gibi demiryolu, petrol ve demir-çelik kuruluslarinin sermaye patronlarinin yerine artik çok daha hafif bir ekonomi revaçta. Yasadigimiz bilisim çaginda bilgi ve görüntü çok önemli bir yer tutuyor. Amerika’nin en büyük sirketleri de bilisim dünyasindan. Microsoft, Apple, Google, Oracle, Dell. Silikon Vadisi ve Hollywood diger ülkelerin çogunun imrendigi ve taklit ettigi yeniliklere imza atmakta. Coca-Cola ve Nike gibi eski markalar da aslinda sadece ürün degil bir yasam tarzi pazarlayip satmakta. Amerika’nin eglence ve bilgi yaratmasi geleneksel toplumlar için büyük sorun teskil ediyor. Havacilik sektöründen sonra Amerikan’in en büyük ikinci ihracatçisi olan film sektörü Amerikan tarzi yasami pohpohlayarak en büyük hasilati diger ülkelerden elde etmekte. Tüketim mallari satan Amerikan sirketleri ise küresel müsterilerini ürünleriyle kimlikleri özdeslestirdikleri dayanilmaz derecede cafcafli reklamlarla cezbetmekte. Örnegin; McDonalds’in mutlu çocuklari; Revlon kozmetik markasinin kendine güvenli kadinlari; Marlboro’nun hasin kovboylari gibi. Bu sürekli yeniden tasarlanan Amerikan görüntüler uydular ve internet araciligiyla dünyanin her yerine ulasmakta. Hollywood filmlerinin iyi yani kisisel özgürlüklerin erdemini yüceltmesi en kötü yani ise dizginlenmemis hayvani dürtüleri göklere çikarmasi. Ancak tüm bunlarin yansittigi dünya görüsü geleneksel toplumlarca rencide edici ve asagilik olarak algilanmakta. Ham siddet, kadin cinselliginin istismari medya odakli bir ortamda yetismemis insanlara igrenç gelmekte. Tüketim mallari üreten sirketler de bireysel bagimsizligi övmekte. Adeta dünyanin sorunlarindan ürünlerini kullanarak kurtulunacagini ileri sürmekte. Muhafazakar insanlar için Amerikan tarzi kapitalizm toplumu çökertmekte çünkü dünyayi hizlandirdigindan geleneksel toplumun özünü olusturan zamana ve mekana saygiyi yoketmekte. Bilgeligi ve oturmus degerleri hor görmekte; yaslilara saygi göstermeyi unutturup sadece genç ve güzel olani yüceltmekte. Zamani hiçe saydigi gibi mekana da saldiran Amerikan kapitalizmi dahilinde tüm dünyada alisveris merkezleri, oteller birbirine benziyor. Gelismekte olan ülkeler Amerikan gökdelenlerini taklit etmekle kalmayip güvenlikli siteler insa ediyor, üstelik isimleri bile Amerikan özentisi. Tüm ofisler klimali ve Hindistan ve Çin’in basarili sirketlerinde aynen Amerika’da oldugu gibi bina içine klimali parklar yapiliyor. Toplumlarin üst kesimleri yasamlarini adeta Amerika’daymis gibi sürdürmekte. Gelismekte olan dünyada iktidara gelen Batililasmis elitler yerli eliti bir kenara itip yerlerine geçiyor. Sirketlerin yönetiminde, Amerikan tarzi isletme okullarinda yetisen isadamlari hakim. Yerel adetler ve mecburiyetlerin yerini küresel tedarik zincirleri gibi kavramlar almakta. Hizli Amerikanlasma, Islam dünyasinin kutsal sehirlerini bile yeniden sekillendirmis bulunuyor. Medine’nin eski muhtesem mimarisinin yerine artik sadece vitrinler göze çarpiyor. Geleneksel dükkanlarin yerini, neon isikli menüleriyle Amerikan tarzi restoranlar, kafeteryalar, plastik çatal biçakla yemek yenen self-servis lokantalar almis durumda. Araplar, petrol parasiyla heryere klima taktirip Hac görevini bile gayet rahat ve lüks içinde tamamlama imkani sunuyor. Çogu zaman istemli olmasa da genelde gelenege hakaret ayni zamanda dine hakaret oluyor. Batili sirketlerin tüketim ve kisisel özerklige yaptigi vurgu çok kisinin tepesini arttiriyor. Amerikan filmlerinde din adamlarini ucube gibi göstermesi Amerikali muhafazkarlar tarafindan hos karsilanmasa da fazla ses çikarmiyorlar ama Müslümanlar bunu dine dogrudan saygisizlik olarak algiliyor. Öte yandan porno endüstrisi internet sayesinde almis basini gidiyor. Gelenekselciler açisindan Amerikan kapitalizminin en büyük sorunu bastan çikarici olmasi. Esasinda Amerikan tarzi tüketimin cazibesini görmezden gelmek mümkün. Sonuçta bu ürünlerin ilham verici olmaktan çok uzak basit seyler oldugu ortada. Buna ragmen bu son derece adi, kalitesiz zevksizlik özellikle gençlere çok çekici geliyor. Hollywood filmleri tüm dünyada gise rekorlari kiriyor. Aydinlar ve sakalli patrikler ortalama bir Amerikan süpermarketine bakip sadece yozlasma ve çöküs görse de envai çesit gida, her türlü ilaç ve alet edavatin birarada bulunmasini gelismekte olan ülkelerde yasayan insanlarin çogu bir mucize olarak nitendiriyor. KAPITALIZME KARSI DIN Modern düsünce tarihi, iki asiri askin süredir belirgin bir biçimde kapitalizmi elestirmektedir. Farkli görüslerin kapitalizme yönelttigi elestiriler öyle ya da böyle birbirine benzer. Kadim baglari kopartip herseyi nakit iliskisine indirgemis olduguna dair toplumcu görüs; siyasal ve sosyal esitsizligi yayginlastirip yoldaslari rakiplere çevirdigini ileri süren esitlikçi görüs ve kapitalizmin kahramanlik degerlerini ve bilgeligin erdemlerini dislayip maddi basarinin adiligini tesvik ettigini savunan ahlakçi görüs tartismalarina uzun zamandir dini de dahil etmistir. Katolik kilisesi bir zamanlar faizi yasaklamistir. Islamin birçok seklinde ise faiz hala yasaktir. Kapitalizme karsi dinsel muhalefet geçen yüzyillarda daha da sertlesti. Katolikler “sözlesme” mantiginin karsilikli yükümlülük ahlakini bozmasindan endise duymakta; Liberal Protestanlar hem kiliseyi hem devleti piyasanin adaletsizliklerini düzeltmeye yönelik adimlar atmaya zorlamaktadir. Rusya, Latin Amerika kapitalizme karsi kendilerine has tavirlarini almis bulunmaktadir. Hristiyanlik hala kapitlist modernizme karsi acimasiz elestiriler yagdirmaktadir. Hatta Papa II.Paul, tüketimin, maddiyatçiligin derin bir doyumsuzluk yarattigini ve tüketicilerin istahi arttikça içlerindeki manevi heveslerin köreldigini savunmustu. Ortodoks kilisenin görüsleri de pek farkli sayilmaz. Liberal kültürün bireysel haklar ve dizginlenemeyen tüketimle medeniyetin altini oydugunu ileri sürer. Ingiliz din adamlari, cemaatlerine verdikleri vaazlarda durmadan Isa’nin açgözlülük ve servet tutkusunu acimasizca elestirdigini dile getirmektedir. Organik çiftçilige duydugu tutkuyla bilinen Prens Charles kapitalizme yöneltilen Islamci elestirilerden yana çikmis hatta Islam’da birlik kavramindan önemli seyler ögrenebilecegimizi söylemistir. Bununla beraber kapitalizme karsi dini muhalefet giderek azalmaktadir. Hristiyan Aleminde kapitalizme karsi tutumlari yeniden belirleyen üç gelismeden bahsedilebilir. 1. Basta Avrupa’da olmak üzere Hristiyan aleminde kapitalizm karsitligi gittikçe laiklesmektedir. Artik elestiriyi yapanlarin basini rahipler degil akademisyenler çekmektedir. Eskimis dini tartismalar sosyoloji ve siyaset bilimi diliyle üniversite kitaplarida tekrar edilmektedir. Avrupalilarin yarisi tüketimciligin ve ticari tutumun yasam tarzini tehdit ettigini ve fast food ‘un kötüye dogru bir degisim oldugunu düsünmektedir. Wall Street borsasinin 2008’de çökmesinden zevk duyanlar Avrupa’da çogunluktadir. Fransizlar’in en Amerikalisi sayilabilecek Sarkozy bile “kendi kendini denetim”, “birakin yapsinlar” mantigi; piyasa her zaman haklidir dönemi sona ermistir” diyerek bu durumdan keyif aldigini gizlememistir. 2. Kapitalizm ve dine yönelik küresel tutumu biçimlendiren bir diger kuvvet de insanlarin dini kapitalizmin düsmani olarak degil dengeleyicisi olarak görmeye baslamasidir. Kapitalizm tüketimi tesvik eden, gelenekleri görmezden gelen, yipratici bir sey olabilecegi gibi insanlar çok iyi kazançlar saglayan bir düzen oldugundan insanlar kapitalizmin meyvesini yiyip dikenlerinden korunma yolu olarak da dine sarilmaktadir. 3. Dindarlarin çogu kapitalizmi toptan reddetmekten vazgeçmis, daha farkli bir anlayis benimsemistir. Bir zamanlar Hristiyan Sosyalizmini savunanlar simdi çevrecilik, adil ticaret ve borçlarin affedilmesi konulariyla ugrasmaktadir. Yaradilisi koruma modasi, tüm dinleri sarsmaktadir. Dindarlar her yerde kisitli kaynaklarin sinirsizca kullanilmasina dayali ekonomik sistemi sorgulamaktadir. Eskiden beri birbirinden pek hazetmeyen çesitli inanç gruplariyla sosyal aktivistler küresel yoksulluk, çevre sorunu ve saglik konularinda benzer görüsleri paylastiklarindan artik beraber hareket edebilmektedir. 1999 Köln G8 Zirvesi bu açidan din ve küresellesmenin iliskisini pekistiren bir dönüm noktasi olmustur. Amerikan tarzi tüketime karsi asil dinsel tepki Asya’dan gelmektedir. Hristiyan olmayanlar için küresellesme furyasi çifte tehdit olusturur. Onlar için sadece servet hirsinin kapilarina dayanmis olmasi degil bunun Hristiyan kökenli olmasi da önemlidir. Asyali liderler Amerikan kapitalizmini ehlillestirmeye çalisirken kültürel olarak sempatiklestirmeye çalisirken dinden yararlanmistir. Örnegin modern Singapur’un mimari Lee Kuan Yew, Konfüçyus ögretisinin toplumsal uyumu sagladigini ileri sürerek bundan vazgeçmeden ekonominin çabucak gelismesine yolaçmistir. Su anda Çin de topluma zorla kabul ettirmeye çalissa da benzer bir süreçten geçmektedir. Din vahsi Amerikan materyalizminin yatistiricisi rolünü oynamaktadir. Hindistan’da da aynisi çoktandir uygulanmaktadir. Nehru Hint sosyalizminin laik yanini; Gandi de dini ve ahlaki yanini temsil etmektedir. Gandi yerli malina önem vermis, kendi kendine yetebilmenin üzerinde durarak kapitalist medeniyete telsim olmayi reddetmistir. Bugünkü Hindutva hareketi kapitalizmin Hindu özellikler tasiyan bir versiyonunu olusturmaya çalistirmaktadir. Hindu milliyetçileri yükselen orta sinifa cazip gelmekten memnun; Hindistan’in Bati’dan farkli bir yer olduguna dolayisiyla kapitalizmin yerel kosullara uyarlanip gelistirilebilecegine inanmaktadir. Hintli siyasetçiler Batili kapitalizmin iki boyutlu oldugunu ancak Hindutva kapitalizminin dengeli, saygili ve manevi yönü agir basan üç boyutlu bir versiyonunu yaratacaklarini iddiasindadir. Müslümanlarin Kizginliginin Gareze Dönüsümü Amerikan tarzi kapitalizme karsi muhalefette hiç ödün vermeyen Ortadogu’dur. Arap Dünyasi’nin çogu kapitalizmi büyük bir tehdit olarak algilar. Giderek ilerleyen bu tehdide karsi dine daha çok siginirlar. Gelenekçilere göre Islamin güzelligi kapitalizm firtinasina karsi bir siginak olusturmasi ve kapitalist canavarin temsil ettigi herseyi acimasizca elestirmesidir. Hazreti Muhammed’in de bir ticaret adami oldugunu öne süren televizyonlardan Islam dinini yaymaya çalisanlara ve kültürlerinin ticaretteki öncü rolünü vurgulayan Islam tarihçileri olmasina karsin gelenekçiler kapitalizmi Batili bir araç olarak görür. Misir’da baslayan Müslüman kardesligi hareket Kuran’i anayasa, Allah’i ulasilacak hedef ve ugruna ölmeyi de en yüce arzu sayar ve toplumun Islamlastirilmasiyla Bati kapitalizmine karsi mücadele edilebilecegini savunur. Kapitalizmi Bati’dan bulasan veba ve Batililasmayi da zehirlenme olarak gören Islam düsünürü Celal El Ahmet’ten etkilenenlerin basinda Humeyni gelmistir. Radikal Islam’in Marx’i sayilabilecek Seyit Kutb hem Islam egitimi hem de Batili laik bir egitim görmüstür. Müslüman Kardesligi’ne üye oldugu bilinmektedir. Ayrica El Kaide’nin manevi babasi oldugunu iddia edenler vardir. 1948-50 yillari arasinda Misir hükümetince egitim sistemini incelemek üzere Amerika’ya gönderildiginde Amerika elestirilerini kaleme almistir. Radikal Islam’a sagladigi en önemli üç unsur sunlardir: Ilki, Müslüman devlet yöneticileri arasinda inananlar ve inançsizlar olarak ayirim yapmasiydi. O zamana kadar kendine Müslüman diyen ve namaz kilan herkesin Müslüman oldugu varsayiliyordu. Oysa Kutb, Naser gibi Arap liderlerin çogunun aslinda imansiz oldugunu dolayisiyla görevlerine son verilmesi gerektigini öne sürdü. Ikincisi, Islamin moderniteyle uzlasabilmesinin tek yolunun dinle devlet islerinin ayrilmasi degil, Islam’in gücünün yeniden laik alana dahil edilmesi olduguna dikkat çekmesidir. Üçüncüsü ise bozulmaya ugramis olan Bati medeniyetini idama mahkum edilmesi gerektigini ilan etmesidir. Dolayisiyla Kutb’un Islam anlayisi herseyden öte Bati’ya karsi bir tepkidir. Onun görüslerini benimseyen Islamcilara göre Islam, Bati’nin karsi tezidir ve esitlikçi yerine hiyerarsik; bireyselci degil cemaatçi; yozlasmis degil dindar, ruhsuz degil özenli, ahlaksiz degil ilkelidir. Islamcilar ayni anda iki farkli dünyada yasar gibidir. Tasavvur ettikleri dünyada Islam saf halde; Arap kültürü muhtesemdir. Etraflarindaki gerçek dünyada ise Arap ülkeleri çökmüstür ve Müslümanlarin çogu yoksulluk içinde sefil kenar mahallelerde yasamaktadir. Pekçok Arap milliyetçisi, Arap kültürünün tüm etnik topluluklar üzerinde baskin olacagini hayal etmis, binlerce yil sürecek halifeligi arzulamistir. Benazir Butto, Islam dünyasinin Amerikan popüler kültürünün abartili cinselligine tepkili oldugunu bu yüzden de Amerikan toplumunu ahlaksiz olarak nitelendirdigine dikkat çekmistir. Halen Müslüman ülkelerde, radikaller kadar orta karar Müslümanlar da Bati’ya en çok kizmalarinin nedeni olarak cinsel ve kültürel hafifmesrepligi gösterir. Yine de Bati’dan hazetmeyenlerin çogu Batili kültürel ögelerin cazibesine yenik düsmekte. Örnegin Avrupa’da kot giyip beyzbol sapkasiyla dolasan yabancilasmis Arap gençlerin bir yandan da Islam’in en saf haliyle, uygar dünyayi yönetecegi günlerin hayalini kurmalari oldukça tuhaf bir durumdur. Islam politkasi hakkinda çok önemli çalismalar yapmis bulunan Sosyal Bilimler Profesörü Olivier Roy’un ifadesine göre radikal Islam yalnizca “ötekinden nefret” etmeyi temsil etmekle kalmaz ayrica “kendinden ve özündeki arzulardan nefret” etmeyi de temsil eder. Bu açidan bakildiginda Bin Ladin ailesinin tutumlarindaki çeliskiyi anlamak da mümkün olabilir. Bin Ladin hanedaninin ikinci kusagi genel olarak modernizm ve Amerikan kültürüne çilgincasina hayranlik duymaktadir. Genç bin Ladinler, Bati filmlerini izlemekte, pop müzigine bayilmaktadir. Babalari okuma yazmasi olmayan bir Yemenlidir ve 54 çocugunun neredeyse yarisi ABD’de egitim görmüstür. Ailenin Mekke’nin modernlestirilmesinde de büyük rolü vardir. Genis yollar, büyük oteller, lüks restoranlar insa etmis, Amerikan menseli bir sirketle birlikte kutsal alanlara klima takmislardir. Büyük kardeslerden biri teknolojiyi kucaklamis, uçaklara merak salip sonunda Florida’da yere çakilip ölmüstür. Baska bir tanesi ise Iridium adli önde gelen bir uydu telefonu sirketinin en büyük hissedaridir. Fakat ailenin tüm üyeleri Amerika’ya bu kadar tutkun degildir. Kardeslerin en ünlüsü olan Usame ailesinin Amerikanlasmasindan çok rahatsiz olup bunu kültürel yozlasma olarak algiladi. Buna tepki olarak Islam’in en kati seklini benimsedi. 70’lerde Cidde’de üniversitede okurken Kutb’un Amerika karsiti fikirlerinden etkilenerek soydasi Suudilerin Amerika tarafindan dinlerine yabancilastirildigindan yakinmaya basladi. Amerikanlasma ve Islam’daki bozulma arasindaki iliski üzerine saplantili biçimde odaklandi. Yahudi ve Hristiyanlarin ordulariyla degil ama bastan çikarici rahat hayat, adi zevkler ve maddiyatçi degerleriyle Arap ulusunu isgal ettigini ve kendilerinin de karsi koymadan hiçbir sey yapmadan öylece durdugunu ileri sürdü. Bunun nedeni olarak da yüreklerindeki ‘‘Allah adina ölme arzusunu’’ kaybetmis olmalarini gösterdi. Usame bin Ladin’in tipik bir Müslüman oldugunu söylemek kesinlikle dogru degildir ama Islami cosku, çogunlukla Batililasma karsitligiyla baglantili olmustur. Batiya duyulan nefret ve dine baglilik, radikal Islam çevrelerinde ortak duygulardir. Ayni sekilde Taliban’in da ülkesini laiklik ve Bati etkisinden kurtarma istegi barizdir. Saç kesimlerinin bile Batili tarzda olmasi yasaklanmis, kadinlar sirf is hayatindan uzaklastirilmakla kalmamis kamusal alana çikmaktan da mahrum edilmistir. Müzik çalmak, top oynamak hatta uçurtma uçurmak bile yasaklandi. Seriat kanunu yeniden kabul edilerek zina yapanlar taslanarak, alkol içenler kirbaçlanarak cezalandirilirken escinseller gaddarca idam edildi. Islamcilarin en büyük öfkeyi besledigi Amerika ise tam anlamiyla hisma ugradi. Bin Ladin Amerikan kültürünün dokundugu herseyi yozlastirip mahvettigi iddiasiyla ABD’yi Allah’in düsmani ilan etti. Amerikalilarin silahlariyla Islam alemine boyun egdirdigini, popüler kültürüyle de zehirledigini öne sürdü. Amerikan kapitalizmini toptan reddettigini göstermek için Amerika’nin dünya ticaretinin hakimi olusunun sembolü olan Ikiz Kulelerin yikilmasi kadar temsili baska bir seçim olamazdi. Fakat 11 Eylül ve Islamci köktendincilik sadece modern dünyanin reddi degil modern teknolojiye asina olanlarin elestirel bir yorumuydu. El Kaide saldiriyi düzenlemek için Boeing jetleri ve modern dünyada egitim görmüs takipçilerini kullandi. Mesajlarini internet araciligiyla tün dünyaya yayinladi. Bu durum bir kusak önce Humeyni’nin yasakli oldugu ülkesine giremediginden Iran Devrimini gerçeklestirmek için kaset doldurmasi ve Iran halkina dagitilmasini saglayarak insanlari kiskirtmasina benzerlik göstermektedir. Bin Ladin’in kendisi de üniversitede ekonomi ve isletme okumustu. Usame bin Ladin birçok açidan “sanal bir örgüt”ün basinda bulunan girisimci bir teröristtir. 11 Eylül saldirisinda kullandigi insanlar da kendisi gibi modern okullarda egitim görmüs insanlardi, üstelik stiriptiz kulüplerinin ve erotik dükkanlarin müdavimiydiler. Terör uzmanlari El Kaide’nin felaket senaryolari planlamaktan çok bayilik verircesine ayni markayi tasiyan hareketlere ilham ve finansal kaynak veren bir örgüt oldugu kanisinda. Bati ilerlemesine Islam tepkisinin bu olayla bittigini düsünmek oldukça iyimser bir yaklasimdir. Küresellesmenin ve teknolojinin ilerleyen yillarda daha da hiz kazanacagi düsünüldügünde bundan mutsuz olan insanlarin tepkisel olarak dine siginmanin yaninda kendi inançlarini yaymak için ihtiyaçlari olan araçlara ve kapitalist mekanizmaya saldirmalarina yarayacak teknolojilerle donatilacaklari da gözden kaçirilmamalidir. ÖLÜMCÜL IKILEM Amerika’nin hem popüler kültür hem de dini açidan basarisi serbest piyasaya olan bagliligindan gelmektedir. Sonuçta her ikisi de farkli sekillerde Amerikan karsitligi yaratmaktadir. Avrupali liberallere sorarsaniz Amerikan dindarligi aptalligin ta kendisidir. Dahasi Avrupalilar Amerika’nin tehlikeli derecede dindar oldugunu düsünmektedir. Fakat kültürel muhafazakarlar da tam tersi nedenlerle Amerika’dan haz etmez. Amerika’nin yerlesik degerlerin düsmani, popüler kültürü delip geçen bir darpçi oldugu görüsündedir. Bütün bunlar Amerikan karsitligiyla mücadeleyi olaganüstü sekilde zorlastirmaktadir. Endiseler biribirinden bu kadar farkliyken Amerika’nin özgürlügüne mi yoksa geleneksel degerlerin yurdu olduguna mi vurgu yapmak gerekir? Diger yandan din ve kapitalizmin birlikteligi Amerika’yi inanilmaz biçimde çekici kilmaktadir. Amerikan kültürüne karsi uzun süredir hakim olan bu ikilem, küresellesmeye devam etmektedir. DIN SAVASLARI Din savaslari, insanlarin inançlarini ele geçirme mücadelesinden, kültür savaslarina, terörizmden siddete kadar farkli sekillerde yayginlasmakta. Din savasini kimin kazanmakta oldugunu sormak her iki tarafi da sinirlendirir. Bu sorunun can alici yani olan onlar-bizler varsayimi dikkat dagiticidir. Madem ki Müslümanlar ve Hristiyanlar Ibrahim’in ogullari olduklarini kabul edip Hakikatin iki farkli versiyonu olan inançlari izliyorlar, birlikte kafirleri imana döndürerek her iki tarafin da kazanmasi mümkün degil midir? Kuran, Hrsitiyan ve Musevilerden, Kutsal kitap halklari olarak saygiyla bahseder. Üstelik ‘dinler arasinda bunca rekabet var da mezhepler arasinda da yok mu?’ diyerek yapilan itirazlar ikna edici degildir. Çünkü inananlar muhakkak çok ciddi bir rekabet içindeymiscesine davranir. Farkli dinlere mensup kisiler arasinda insanlarin ruhuna isleyip onlari dinlerine kazandirmak için bir savas süregelmektedir. Yahudiler kendilerini seçilmis irk olarak görüp Museviligin de sadece kendilerine gönderilmis oldugunu düsünerek inananlarin sayisini arttirmaya niyetli degildir ancak Hristiyanlar ve Müslimanlar arasinda birbirini kafir diye niteleyenler bile vardir. Fakat anlasmazliklari ne olursa olsun Müslümanlar ve Hristiyanlar inançlarini kutsal kitaplara dayandiran ve onlara göre yasayan insanlardir. Yillarini kutsal kitaplari incelemeye veren din alimleri bile hala anlam belirsizlikleri, imalar ve üstü kapali atiflar üzerine tartisadursun Hristiyanik da Islam da radyo, televizyon vb. modern tekniklerden yararlanarak yeryüzüne yayilmaya devam etmektedir. Bu yönden, iki din de teknolojiden nasil yararlanacagini gayet iyi ögrenmis görünmektedir ancak aralarindaki diger bir benzerlik çok üzüntü vericidir. Çünkü, belli ki kutsal kitaplarin gerçekten ne anlattigini çok az insan kavrayabilmektedir. Bu iki din için de geçerlidir. Amerika’da insanlarin Incil bilgisi berbattir. Islam aleminde ise durum daha vahimdir. Kuran’in Arapça geldigi ve dolayisiyla dogru tercümesinin mümkün olmadigi görüsü hakim oldugundan insanlar ne dedigini anlamadan hatim indirir ya da ezberler. Üstelik eski dilde ve kafiyeli oldugundan okunmasi çok hos duyulsa da ana dili Arapça olan tahsil görmüs kisiler bile anlamakta zorlanir. Ayrica Müslümanlarin sadece %20’sinin anadili Arapçadir. Araplar arasinda da okuma yazma orani çok düsüktür. Örnegin %40’i Arapça okuyup yazmayi bilmez. Demek ki hemen hemen iki dinin takipçileri de benzer zorluklar ve imkanlara sahiptir. Aralarindaki fark bu engelleri nasil astiklaridir. Hristiyanlar için Incil’in yayilmasi asagidan yukariya gerçeklesir. Dünyanin dört bir kösesinde kurulan merkezler, girisimcilerin yeni icatlariyla küresel bir ag olusturulmustur. Üstelik tüm insanogluna müjdeyi götürme niyetiyle hareket eden misyonerlede artik sadece Beyaz Batililar degil her irktan insanlardir ve her dile çevrilen Incil giderek yayginlasmaktadir. Kuran da küresel çapta yayilmaktadir. Ancak bunu haksiz yere tek bir politik güce borçludur. Suudi Arabistan petrolden kazandigi paranin bir kismini Kuran’in yayginlastirilmasina ayirmaktadir. Suudiler, dünyadaki Müslüman nüfusun yalnizca %2’sini olusturur. Suudi elçillikleri kendi devletlerinin Islam versiyonunu yaymaya çabalamaktadir. Kendilerini bir anlamada Islam aleminin Vatikani gibi görmektedirler. Arabistan’da kraliyet ailesi, milyarderler veya yardim kuruluslari sayesinde yilda 30 milyon Kuran dagitilmaktadir. Suudiler tarafindan finanse edilen ve 55 ülkede bulunan Dünya Müslüman Gençler Vakfi, Islam ideallerini ve kutsal metinleri yaymakla görevlidir. Suudi rejimi sadece Kuran bastirip yaymakla kalmaz, ülkenin kati Islam anlayisini temsil eden Vahabizmi yayginlastirmak için farkli eserler de yayinlayip dagitir. Kuran her ne kadar Tevrat ve Incil’in de Allah’in vahiyleri oldugunu yaziyor olsa da Vahabiler Muhammed’in son peygamber oldugunu dolayisiyla Hristiyanlik ve Museviligin geçerliligini yitirmis oldugu iddiasindadir. 11 Eylül’den sonra Müslüman derneklere yapilan bagislarda azalma görülmüstür. Amerikan’in baslattigi “teröre karsi savas” isleri zorlastirmistir ama artan güvenlik önlemlerine ragmen Kuran’in Hristiyan aleminde dagitilmasi, Incil’in Islam aleminde dagitilmasina kiyasla daha kolaydir. Hristiyan Evanjelistler bunun esitliksizlik yarattigindan yakinmaktadir. Müslümanlar Hristiyan topraklarinda camiler insa edebilirken Incil’In Arabistan ve Iran’da dagitimi engellenmektedir. Yine de uzun vadede Bati’nin açik ve serbest din piyasasi yeniliklere önayak olmakta; oysa Islam aleminin kapali piyasasi ise agir bir muhafazakarligi tesvik etmektedir. Kuran’in modern yorumlamalari popülerlik kazanmis olsa bile Islam dünyasinda yasaklanmaya devam etmektedir. Öte yandan Müslümanlar arasinda Kuran-i Kerim’in tercümesiyle ilgili hararetli ihtilaflar yasanirken Incil’in avantaji, kutsal kitabin tercüme edilmesiyle ilgili hiçbir karsit görüs bulunmayisidir. Üstelik hristiyanlar kutsal kitaplarini ticari bir metaya dönüstürmekten de çekinmezler. Ancak Müslümanlar da batililarin sandigi kadar ticarilestirmeye uzak degildir. Kuran kitaplari ve Kuran kayitlari giderek yayginlasmaktadir. Farki, bunun devlet kontrolünde resmi onayli vakiflarca özel izinlerle yapilmasi, özel Islam yayinevlerinin henüz küçük çapli ve gelismemis olmasidir. Incil’in bir diger avantaji, dünyanin en zengin ve güçlü ülkesinde kendilerini Hiristiyanligi yaymakla görevli addeden Evanjelistlerin daha fazla servet ve refah sahibi olusu ve dolayisiyla misyonerlerin ve bu hedefe odakli medya kuruluslariin saysinin fazla olmasidir. Öte yandan Kuran’in merkezi göreceli olarak daha yoksuldur. Ekonomik gelisimin yetersizligi, teknoloji ve egitimde de geri kalmisligin da olumsuz etkisi bulunmaktadir. Bati dünyasinda din ve vicdan özgürlügünün Amerika’da anayasa tarafindan garanti altina alinmis olmasi, Avrupa’da ise din zulümüne karsi asirlardir gelismis olan tiksinti nedeniyle saglamlasmasi da ayri bir avantajdir. Çünkü Islam’in anayurdu otoriter bir rejimle yönetilmektedir. Vahabi ruhban sinifi ile kraliyet ailesi halen içiçe geçmis durumdadir. Okul kitaplarina kadar hersey onlar tarafindan belirlenmektedir. Islam ülkeleri ciddi anlamda Müslümanken pek çok Hristiyan ülke için ayni oranda Hristiyan olduklari söylenemez. Endonezya’nin %99’u; Misir’in %98’i; Türkiye’nin %86’si dinin günlük hayatlarinda çok önemli rolü oldugunu söylemektedir. Bu insanlarin kendilerinde en çok begendikleri ortak yön ise inançli oluslaridir. Bu sayilar Amerika’ya kiyasla daha yüksektir. Avrupa’da müslümanlarin ve camilerin sayisi giderek artmaktadir. Müslümanlar ülke nüfusunun %3’ünü olusturdugu halde, Ingiltere’de her hafta camiye gidenlerin sayisi, her Pazar kilise ayinine katilanlarin sayisina yetismek üzeredir. Fransa’da %10 olan Müslüman oraninin 2040 civarinda %25’e çikmasi beklenmektedir. Müslüman nüfusun artmasi kaçinilmazdir. Birçok Avrupa ülkesi için bu durum geçerlidir. Ayrica Islam siyasi anlamda da güç kazanmistir. 70’lerde Ortadogu’da artan laik Arap milliyetçiliginin modasi çoktan geçmistir. Iran 1979’dan beri militan bir Islam rejimiyle mollalarca yönetilmektedir. Islami egilimli partiler, Arap dünyasinda katildiklari her seçimi kazanmaktadir. Filistin’deki seçimlerde Hamas büyük bir zafer kazanmistir. Türkiye dindarligin yayilmasini tesvik eden Islami bir parti tarafindan yönetilmektedir. Irak, Afganistan, Pakistan ve birçok eski Sovyet ülkesinde Islam nüfuza sahip bir siyasi güçtür. Müslümanlar Avrupa’da da politik güç elde etmeye baslamislardir. Islam içindeki mezhep ve inanç ayriliklari basta Siiler ve Sunniler olmak üzere modernlikle olan sorunlarini da pekistirmektedir. Iran’in Sii radikalleriyle Sunni El Kaide radikalleri birbirinden igrenir. Yeni din savaslarinin, Ortaçagda Avrupa’da yasanan din savaslarina benzer sekilde Müslüman dünyasinda Siilerle Sunniler arasinda yasanacagina dair endise duyulmaktadir. Ayrica radikal Islam ve Hristiyan Amerika arasinda Israil nedenli bir savas çikma olasiligina dair yorumlar da mevcuttur. Dini terör çaginda yasadigimiz terörist saldirilar bunun göstergesi olarak okunabilir. Pakistan ve Hindistan’i veya Iran ve Amerika’yi kapsayan nükleer savas üzerine sekillenen ya da bombalamalara dayanan kabus senaryolari çok korkutucudur. Insanlar bu olasiliklardan korkmakta haklidir ancak günümüzün din savaslari devlet güdümlü olmak yerine daha çok asagidan yukariya meselelerdir ve çogu anlasmazlikta asil silah seçim sandiklaridir. Yeni din savaslariyla basedebilmek için Bati’nin özellikle Amerika’nin simdiye kadar gösterdiginden çok daha özenli ve kapsamli bir ustalik gerektirmektedir. Bati Afrika’dan Filipinlere uzanan 10. Paralel boyunca siralanan Islam ülkelerinde istikrarsizlik hakimdir ve nüfus, kaynaklarin yetmesine imkan vermeyecek kadar hizla artmaktadir. Farkli sekillerde de olsa radikal Islam Iran, Suudi Arabistan ve Pakistan’da önemli role sahiptir. Usame bin Ladin dahil pek çok radikal Müslümanin amaci Arabistan’i yolsuzluk yapan emirlerinden kurtarmaktir. Mekke Medine’nin dünyanin en büyük petrol yatagi olusu da duruma ayri bir boyut katmaktadir. Suudi Arabistan çift tarafli oynamaktadir. Bir yandan aykiri Müslüman örgütlere para akitmakta bir yandan da onlarla ayni görüste olmadigini beyan etmektedir. Pakistan’da ayni sekilde yasadisi radikal örgütleri bir yandan kinayip bir yandan da gizlice desteklemektedir. Suudiler radikal Islamcilara petrol üzerinde hakimiyet verirse Pakistan’in da nükleer silah yapmasi mümkündür. Orta çagda pek çogu Avrupa’dan daha hosgörülü olan Müslüman ülkelerde su anda Hristiyan düsmanligi had safhadadir. Derine inildiginde, pek çok kisinin zannettigi gibi iki uygarlik arasinda çatisma yasanmasi o kadar da kaçinilmaz degildir. Dünyanin pek çok yerinde Hristiyan ve Müslümanlar gayet iyi geçinerek dostça birlikte yasayabilmektedir. Filistin gibi kargasa ve müthis zorluklar yasanan bir yerde bile. Islam kendi içinde ihtilaflar yasamaktadir. Cihatçilarin en büyük düsmani Bati degil, Suudi Arabsitan gibi onlara göre dinden dönmüs Islam rejimleri ve isgalci kuvvetlerdir. Irak’ta Amerika, Çeçenistan’da Rusya, Kasmir’de Hindistan, Filistin’de Israil gibi. Müslümanlar ayni zamanda birbirlerini de kesip biçmektedirler. El Kaide Siiler’i yeryüzündeki en büyük kafirler olarak görmektedir. Irak’ta direnisçilerce öldürülenler, Hristiyan Bati kuvvetlerinin öldürdügü Müslümanlarin sayisindan fazladir. Tüm bunlar göstermektedir ki insanlarin savasmak için illaki dinlere ya da Tanri’ya, Allah’a ihtiyaci yok ama ne yazik ki din öyle ya da böyle buna katkida bulunmakta. Din ugruna kan döküp ölecek insanlarin sayisi da dinin dirilisiyle artmaktadir. Nükleer güce sahip Israil ve Amerika ile Iran arasindaki meydan okuma inanç temelli olarak görülmektedir ve herhangi bir restlesmenin tüm dünyayi sarsacagi kesindir. Israil’in yerinden yurdundan ettigi 750 bin insan ateist bile olsaydi elbette ki ayaklanacakti. Benzer sekilde, Amerika’nin Irak’a yaptigi gibi isgal edilen herhangi bir ülkede hükümet devrilip insanlar islerinden olsaydi din olsun olmasin insanlarin buna direnmesi kaçinilmaz olacakti. Ayni durum terörizm için de geçerli. Terör faaliyetleri de dinle baglantisiz biçimde gerçeklesebiliyor. Dini anlasmazliklar yukaridan asagi bir seyir göstermemekte. Ister Müslüman ister Hristiyan olsun hiçbir devlet yönetimi ya da dini lider din ugruna kan dökülmesini onaylamaz. El Kaide’nin herhangi bir devlete bagli olmamasi da sinirsiz siddet düskünlügünün nedenlerinden biri olarak açiklanabilir. Iran bile dertlerinin Musevilerle degil Israil’le oldugunu vurgulamakta. Pek çok Müslüman lider siddete karsi oldugunu sürekli dile getirmekte. Yine de Avrupa’nin ortasinda Yugoslavya örneginde yasanan vahset gibi dini çatismalar birarada yasayan toplumlar arasinda bile bir anda alevlenebilmekte. Bazen de devlet baskisi dini hedef veya güdü olarak ortaya koyabilmekte. Aynen kati Islamci ülkelerde escinsellere, kadinlara uygulanan siddet gibi. Herseyden çok dinin tekrar ifade bulmaya baslamasi pek çok ülkede sandikla olmustur. Zamaninda dinin küçümsendigi Meksika ve Türkiye gibi ülkelerde topluma daha genis özgürlüklerin taninmasi muhafazakar partilere zemin hazirlamistir. Demokrasinin yayilisiyla dinin yükselisi arasinda bir baglanti oldugu fikri de yaygindir. Aslinda tüm çatismalar ve anlasmazliklar terörizm, demokrasi ve farkli topluluklar arasi çekisme unsurlarindan en azindan ikisini kapsamaktadir. Ortadogu’da yasanan çekismeler buna örnek gösterilebilir. Ortadogu veya Hindistan’in durumu modern din savaslarinin pek çok yönünü yansitmaktadir. Bu açidan bakildiginda Bati’nin radikal Islami tanimlarken az sayida silahli Müslümani mi yoksa Misir, Pakistan, Türkiye, Cezayir ve Filistin’de Islamci partilere oy veren milyonlarca insani mi gözönünde bulundurmasi gerektigini etraflica düsünülmesi gerekir. ---------------------------------- Moderniteyle basa çikma anlaminda, Arap dünyasinda Körfez ve Akdeniz’de iki ayri ekonomik patlama yasanmaktadir. Körfez ülkelerinden altisi, Suudi Arabistan, Kuveyt, Oman, Katar, Bahreyn ve Arap Emirlikleri 2007’de petrol ihracatindan 400 milyar dolar kazanç elde etmistir. Petrol sayesinde Dubai birçok yönden kozmopolit modernligin modelidir. Dubai kendine ait petrol rezervleri olmadigi halde ve finans, ticaret, turizm ve kentsel faaliyetlerle araciya dönüserek bu kadar basarili olmustur. Dubai’yi yöneten Maktum hanedani kadar hosgörülü olmayan Suudiler bile dinlerini güçlendirmek adina modernite araçlarini kullanmayi ögrenmisler ve Hacci modernlestirerek çok yüksek miktarda ticari kazanç saglamaya baslamislardir. Diger yandan Akdeniz’in güneyinde yasanan ekonomik yogunluk dikkat çekicidir. Misir’da Silikon Vadisi benzeri projeye Microsoft, Oracle ve Vodaphone gibi devler akin etmistir. Fas’tan Türkiye’ye kadar Akdeniz kiyisi yabanci yatirimlarla dolup tasmaktadir. 2006’da bölgeye toplam 59 milyar dolar yatirim gelmistir. Bundan en kazançli çikan Misir, Türkiye ve Israil’dir. Kuzey Afrika ve Yakindogu denen ülkelerin de Bati Avrupa’nin yeni favorisi olmasina dair umutlar vardir. 2008’de Sarkozy, AB liderlerini güney ve dogu Akdeniz ülkerleri arasinda Akdeniz Birligi kurulmasi için çalismaya davet etmistir. Islam’in Sikintisi Islam sanilanin aksine modern dünyaya uyumludur. Bati dünyasiyla arasindaki fark modernlikle iliskisinin daha geriden baslamis olmasidir. Bati’nin çoktan atlattigi, inanç ve otorite arasindaki dini tartismalar daha henüz alevlenmektedir. Islam’in reforma ihtiyaci oldugu iddiasina Müslüman alimleri, Bati dünyasinda reformu gerektirenin papaligin yolsuzluklari gibi Hristiyanlikla ilgili sorunlar oldugunu ileri sürerek genelde karsi çikmaktadir. Islam’da simdiye kadar reforma veya Aydinlanmaya benzer bir durum yasanmamistir. Tarihsel olarak bakildiginda Hristiyanlik 16.yy’dan itibaren gelisme göstermektedir. Ayni dönemde dünyanin ekonomik güçleri olan Osmanli, Iran ve Hindistan ise gerilemeyle bogusmaktadir. Islamin hakim oldugu topraklar Osmanli’nin 1683’te Viyana kapilarindan geri dönmesinden beri küçülmektedir. Avrupali güçler ise bilim ve sanayi devrimleri sayesinde ilerlemislerdir. Petrol kaynaklarina sahip Arap dünyasi bile ekonomik basari anlaminda Bati’nin gerisindedir. Bir zamanlar Dogu’nun ve Bati’nin tüm bilgisinin toplandigi uygar dünyanin merkezi olan Islam, günümüzde kadinlara olan baskisi nedeniyle geri kalmaktadir. Arap kadinlarinin yarisi okuma yazma bilmez. Milyonlarca çocuk okula gönderilmemektedir. Bu da nüfusun yarisindan fazlasinin ekonomiye dahil edilmemesi anlamina gelmektedir. Kültürel faaliyetler çok azdir. Adeta dis dünyaya karsi merak uyanmasin diye özel bir çaba gösterilmektedir. Arastirma ve gelistirmeye ayrilan pay dünya ortalamasinin yedi kat gerisindedir. Kitap okuma orani düsüktür ve geçtigimiz binyilda Arapçaya çevrilen kitaplarin sayisi yalnizca bir yil içinde Ispanyolca’ya çevrilen kitap sayisindan azdir. Arap dünyasinda yasanan ekonomik gelismeler de sorunludur. Körfez ülkeleri, Allah vergisi olarak gördükleri ve ekonomik anlamda tek dayanaklari olan petrolü jeoloji ve cografyanin verdigi talihe borçludur. Bu durumun halklarinin girisimciligi veya becerileriyle alakasi yoktur. Üstelik petrolden elde edilen kazanç sadece yönetimde olan ailelerin ve hükümetlerin cebini doldurmakta halkin refahina hiçbir fayda saglamamaktadir. Basta Misir gibi, denize kiyisi ülkelerin çogunda nüfusun çogu yoksulluk içinde yasamakta sadece belirli bir sinif ekonomik gelismeden yararlanmaktadir. Dünyanin geri kalani iklim degisimi ve petrol üreten ülkelerdeki siyasi istikrarsizliktan endise ederek yeni enerji kaynalari aramaktadir. Dubai’de yükselen her gökdelen basina daha da dibe itilen yüzlerce Müslüman ülke bulunmaktadir. Örnegin Cezayir, Roma döneminde ticari yönden çok gelismisken su anda yoksullukla bogusmaktadir. Islam Tasavvufunda Sufizm gibi barisçil ögretiler çok daha ilimlidir. Bu tür inançlar Islam aleminde aslinda çok yaygin olmasina ragmen Arap dünyasinin Islam alemine olan hakimiyeti nedeniyle pek bilinmemektedir. Bu tarz Müslümanlar genelde Arap dünyasinin sorunlarinin esasen Islam’dan kaynaklanmadigini, Osmanli Imparatorlugu’nun egemenliginden çiktiktan sonra Ingilizler tarafindan beceriksizce bölünen topraklarin yabanci güçlerce sömürülmüs olmasina dayandigini öne sürmektedir. Bu siyasi elestiri pek çok yönden dogrudur. Bati emperyalizminin keyfi yeni sinirlari buradaki halklar arasinda etnik sorunlarin bas göstermesinde çok etkili olmustur. Yine de Islam’in din savaslarina bu derecede dahil olusu kötü sansla açiklanamaz. Islam dininin özünde teslimiyet kavrami yattigindan vicdani özgürlüge çok az yer kalmaktadir. Islam’daki baslica sorun yenilikçilerle gelenekçiler arasinda degil iki farkli muhafazakar kesim arasindadir. Bunlardan ilki, Muhammed’in takipçileri ilk Müslümanlarin yolunda olduklarini savunan köktendinci Selefiyeciler ve yeni muhafazakarlardir. Vahabiler bu kesime dahildir. Bati’da yasayan Müslümanlar için bu yeni muhafazakar görüs insanlari yogun biçimde politikayla igilenmeye itebilecegi gibi El Kaide’nin vahsi siddetine meyletmelerine de yolaçabilir. Muhalifleri olan diger kesimse daha abartisiz derecede gelenekçidir. Kendilerini Islam külliyatinin temsilcisi ve koruyuculari olarak görürler. Kuranin aslina uygun sekilde, özenle akademik anlamda okunmasi, su anda El Kaide’nin öne sürdügü cihad anlayisinin en güçlü panzehiridir. Yine de cinsiyet ayrimi ve escinsellik konularinda Batililardan çok farkli bir düzlemdedirler. Fakat Islam’in bu ilimli versiyonu dünya çapinda sayisiz camii ve medresede yeni muhafazkarlarin gerisinde kalmis durumdadir. En can sikici olaniysa, Müslüman alemindeki siyasi güç kavgasidir ki aslinda bunun dinle alakasi yoktur. Dünya düzenini degistirmek adina ölmeyi göze alan “kahraman sehitler”le su anda iktidar sahibi olan ve çogu Batiyla yakin iliskilerde bulunan otoriter “hainler” arasinda yogun bir çekisme sözkonusudur. Israil ve Bati’ya karsi duran Hamas ve Müslüman Kardesligi gibi örgütler kahraman olarak görülmektedir. Islam ülkeleri arasinda Misir gibi Islamcilari laiklik adina bastiranlar oldugu kadar; Suudi Arabistan gibi köktendincilere yagcilik yapan dinle yönetilen (ancak radikallere göre yeteri kadar teokratik) olmayan ülkeler vardir. Hain olarak adlandirilan bu yöneticiler Islam’in demokrasiyle uyumlu olmadigi görüsündedir. Bu iç karartici duruma alternatifler de mevcuttur. Islam’in Asya versiyonlari modern dünyayla daha uyumlu gözükmektedir. Görünen o ki, Endonezya, Malezya, Banglades ve Türkiye’de seriatin asiri uçlarina büyük çogunluk sirtini dönmüstür. Bu ülkelerde yasanan çesitli derecelerdeki esitsizlik ve adaletsizliklerine karsin siyasetlerinde bu sehit-hain ayrimini izlememektedir. Bu durumda belki de en umut verici olan Türkiye’dir. Eski düzenin degistirilmesi adina Ankara Üniversitesi ilahiyatçilari tarafindan yürütülen AKP destekli çalisma Peygamberin Hadislerinin yeniden düzenlenmesini içermektedir. Örnegin kadinlarin tek basina seyahat etmesinin yasaklanmis olusu Peygamberin dönemindeki kosullar da geçerli olan bir hadistir. Iran’da da halk tarafindan sevilen bir molla hükümetin Kuran’a dayanmayan teokratik güçler iddiasinda oldugunu ileri sürerek rejime karsi çikmistir. Dolayisiyla umut verici yaklasimlar sergilenmektedir. Kültür Savaslari Ingiltere Canterbury Baspiskoposu Rowan Williams ile Türkiye’den kaçip Ingiltere’ye yerlesen Hidayet Tuksal arasinda Yaradan’a duyduklari inanç ve çaya düskünlük disinda fazla bir ortak nokta yokmus gibi görünse de her ikisinin de kamusal alanda kültür savaslariyla mücadelesi basli basina birer hikayedir. Williams, Anglikan kilisesine kadin rahipler alinmasindan homoseksüel rahiplerin evlilik izinlerine kadar pek çok konuda farkli görüslere sahip çevrelerin arasinda kalmistir. Çogu zaman liberallerden yana olmasina ragmen muhafazakarlari da küstürmemek zorundadir. En çok tepkiyi ise toplumsal uyumun sürdürülmesi açisindan Ingiltere’de yasayan Müslümanlara yönelik ilave olarak bazi ufak anlasmazliklarin kadilar tarafindan çözülmesi gibi bir kanun olusturulmasini öne sürerek çekmistir. Hidayet Hanimin yasamini belirleyen de din ve devlet isleri tartismasi olmustur. 1963’de Ankara’da dogan ve tutucu Müslüman bir ailede büyüyen Hidayet Hanim 80’lerde üniversitedeyken Kuran’in kadinlarla ilgili ögretisine merak sarmis ve halen Islam dünyasinda kadinlara yönelik ayirimcilikla ilgili çalismalar yapmaktadir. Basta basörtüsü olmak üzere Türkiye’nin laik yasalarini begenmemektedir. Ona göre Türkiye’deki laikler kendisinin Müslüman kadinlari özgürlükleri konusunda egitmesini engellemektedir. Laiklik tartismalarina Türkiye’de sikça rastlanir. 1517’de Osmanli Sultanina Halife ünvanini almasindan 1923’de Cumhuriyetin kurulmasi ve 1924’de Atatürk’ün halifeligi kaldirmasina kadar olan süreçte bir Islam devleti olarak yorumlanabilir ancak bu da tartisilabilecek bir konudur. Atatürk sayesinde Islam aleminin en düzenli laik rejimi Türkiye’dir. 2002’de iliman Islamci AKP’nin iktidara gelisiyle durum degismeye baslamis gibi görünmektedir. Pek çok dinci parti gibi iktidara gelince yumusamak zorunda kalan AKP hükümeti, piyasalari serbestlestirme ve yolsuzluklari gidermeye yogunlasmistir. Ekonomist dergisinde yayinlanan bir makalede aynen söyle denmektedir: “AKPli milletvekilleri Zegna markali takim elbiseler giyip bayanlarin elini sikmakta bir sakinca görmemektedir. Esleri burun ameliyati yaptirmakta çocuklari Kuran’dan çok Ingilizce ögrenmektedir.” Parti dindarligin anayasaya aykiri olusu nedeniyle mahkemece kapanmasina ramak kalan ve laiklik bekçisi ordudan uyari almistir. Batililara seçimle basa gelmis bir partinin mahkemece kapatilmasi çok tuhaf gelebilir ancak Türkiye’de laik otoritenin daha önce Müslüman partileri kapattigi oldu. Ordu ikiyüzlülükle suçlanmaktadir çünkü önceleri komünizm yanlilarini dengelemek için okullarda din dersini mecburi kilmistir. Ancak su anda anketlere göre halkin çogu kendini önce Türk degil Müslüman olarak tanimlamaktadir. Anadolu’daki lokantalar arasinda Ramazan’da hizmet vermeyenlerin sayisi artmaya basladi. 2007’de bir genç kiz diz boyu bir etek giydigi için uygunsuz teshir nedeniyle tutuklandi. Daha dindar tasrada ise çok daha feci olaylar yasanmaktadir. Tarsus’da iki genç kizin üzerinde etekleri sözde çok kisa oldugu için kezzap döküldü. AKP belediye baskanlari devlet isletmesindeki lokantalarda alkolü yasaklamaya basladi ve giderek artan bir sekilde alkollü isletmeleri sehir disina kurulan özel alanlara sürmekte. Fakat Türkiye’de hala en büyük sorun basörtüsüdür. Erdogan’in üniversitelerde basörtüsü yasagini kaldirmaya yönelik çabasini Yargitay durdurmustur. 2007’de Cumhurbaskani olan Abdullah Gül’ün esinin türbani büyük sorun çikarmistir. Laikler, tarikatlarca isletilen kiz ögrenci yurtlarinda kizlarin türban takmasinin zorunlu tutulmasindan hiç hoslanmaz. Genel olarak Türk toplumunda türbanla dolasan kadinlarin sayisinda dört katina varan artis görülmekte. Atesli laikler disinda toplumda basörtüsüne karsi yogun bir tepki görülmemekte. Hatta Erdogan o kadar küstah davranmayip muhalefete danissaydi basörtüsü yasagini kaldirmakta basarili olabilirdi bile denebilir. Laikleri en çok rahatsiz eden göçle büyüksehire gelen ailelerin genç kizlarinin türban takmaya baslamasidir. Ancak teoride babalari zenginlesip sehirlilesmeye basladikça kizlarini o kadar sikmaktan vazgeçecek. Yine de türban konusu toplumu ikiye bölüyor. Laiklere göre dinin siyaseti isgal etmesini temsil ediyor, oysa ki dindar kesime sorarsaniz sahsi dini özgürlügün bir simgesinden ibaret. Türkiye örneginde bariz sekilde görüldügü gibi tüm bunlar kimlik ve inanç sorunlarinin siyasetin en can alici mücadele alanlarindan birine dönüsmekte oldugunu gösteriyor. Amerikan modelinde oldugu gibi pek çok ülkede ekonomik konular kadar kimlik ve sosyal degerler önem kazaniyor. Dünya çapinda, kürtaj, hemcins evliligi, kök hücre, klonlama, türban, seriat kanunu gibi pek çok konu modern siyasetin parçasini olusturuyor. Pek çok Hristiyan gibi Müslüman alimler de yalnizca tedavi amaçli klonlamayi kabul ediyor. Öte yandan klonlamayi insanligin Tanri olma çabasi olarak gören ve bunu kinayan fetvalar giderek artiyor. Klonlamaya itirazlar Islami degerlere aykiri oldugunu, akrabalik iliskilerinde sorun yaratacaginia odaklaniyor. Evrime karsi çikan Yaradilis kuraminin yayginlasmasina yönelik çabalar da artmakta. Yine Türkiye’de yaratici oldugunun ispati olarak öne sürülen ”akilli tasarim” kavraminin temcilsilerinden hatip Adnan Oktar’in kurdugu Bilim Arastirma Vakfi’nin 4,5 milyon üyesi oldugu söyleniyor. Vakif terörizm, fasizm ve komünizm dahil birçok sorunun Darwinizm ile iliskili oldugu iddiasinda. Kendisinin hazirladigi Yaradilis Atlasi Müslüman ülkelerde ve Avrupa’da dagitilmakta. Su anda “yaradilista akilli tasarim” bazi Türk okullarinin mefredati kapsaminda. Öte yandan “yaradilista akilli tasarim” okul müfredatlarina sokma çabasi Rusya, Ingiltere ve Amerika’da çok defa basarisizliga ugradi ama tekrar gündeme gelecegi kesin. ISLAM ve KAMUSAL ALAN Hristiyan aleminde Vatikan disinda ruhban sinifi laik alanda gücünü çoktan yitirmistir. Islam’da durum farklidir. Ümmet zihniyeti ve seriat düzeni hakimdir. Islam ülkeleri kamusal alanla dinin iliskisi açisindan üçe ayrilabilir. 1. Seriatla yönetilen ülkelerde kamusal alan ve Islamla ilgili bir tartisma yoktur çünkü kurallar o kadar katidir ki insanlarin hayatini nasil sürdürebildigini bile anlamak zordur. Örnegin Suudi Arabistan’da kadinlar araba kullanamaz ya da spor salonuna gidemez. Türkiye’deki gibi alkol tartismasi yoktur çünkü alkol yasaktir. Ancak kraliyet ailesi ve elit kesim özel yasamlarinda istediklerini yapabilir. 2. Seriatin getirildigi ancak hala laik sisteme de basvurulan Nijerya ve Bosna gibi ülkelerde durum korkuldugu kadar kati olmamistir. Çogu Müslüman seriat mahkemelerini daha çabuk ve hizli oldugundan ayrica agir cezalar uygulanmadigindan federal mahkemelere tercih eder. Fakat escinsellik gibi suç sayilan bir durumda kirbaçlama gibi cezalar verildigi görülür. Bu tarz ülkelerde sirketlerin, okullarin seriate uygun kiyafet mecburiyeti getirdigi de görülmüstür. 3. Seriata izin vermeyen laik ülkeler Bati Avrupa ülkeleri ve Türkiye’dir. Türkiye sürekli Islam ve kamusal alan tartismasiyla mesgul oldugundan en ilginç örnektir. Mahkemeleri laiktir. Kültürünün büyük bölümü laiktir. Sanatsal islerde veya medyada, Suudi Arabistan’da imkani olmayan erotik unsurlara rastlanir. Yine de Avrupa’dan çok farklidir. Atatürk’ün laiklik anlayisi dinle devletin birbirinden ayrilmasi fikrine Amerikan veya Fransiz Devrimi’nden farkli yaklasir. Diyanet islerini kurarak dini devlete tabi kilmistir. Diyanet imamlara maaslarini öder, hatta vaazlarini hazirlar. AKP hükümetinin Diyanet baskani Ali Bardakoglu liberal bir çizgi izlemektedir. Namus cinayetlerini sert bir dille kinamaktadir ve tepki gösterilen Hristiyan misyonerlerin rahat birakilmasini istemistir. Islam’in yükseldigi Avrupa’da dislanan Müslüman gençlerin radikallesmesi nedeniyle kültür savaslari gerçek çatismalara dönüsebilme potansiyeli tasimakta. Müslüman ailelerin oturdugu baskin oldugu kenar mahallelerde basörtüsü takmayan kadinlar tartaklanmakta. Özellikle gençler olmak üzere Avrupa’daki Müslümanlar Avrupa toplumunun kendi isteklerine göre yeniden düzenlenmesini istiyor ve Almanya’da yasayan Türk asilli gençlerin üçte biri Islam’in dünyayi yönetmesi gerektigi fikrinde. Ingiltere’deki 5 Müslüman ögrenciden 2’si seriat kanunun Ingiliz adalet sistemine dahil edilmesini isterken haremlik selamliktan yana ve üçte ikisi de seriata dayali halifeligi destekliyor. Üçte biri din adina katletmenin mübah oldugunu, dörtte biri ise escinsellere karsi tahammülü olmadigini belirtiyor. Öte yandan anket sonucu o kadar da moral bozucu degil. Ankete katilan ögrencilerin %68’i Islam ve demokrasinin uyumlu oldugunu, %78’i de hem Ingiliz hem Müslüman olmanin mümkün olduguna inanmakta. Avrupa laikligi ve Islam arasindaki kültür savasinin sürecegi asikar. Islamin baskici bir din oldugu görüsündeki aydinlarin elestirilerine, Islam bir aydinlanmadan geçmedigi için Islami kesimlerden çok sert tepkiler gelebiliyor. Hollandali yönetmenin öldürülmesi buna en uç örnek olarak gösterilebilir. Kültür savaslarinda Batililarin ve Müslümanlarin ifade özgürlügüne yaklasim farklari önemli bir cepheyi olusturmakta. Asagilayici bir karikatür yüzünden cihat çigliklari atmaya baslayanlar oldugu gibi Avrupa’nin Müslümanlara seriat uygulamasina gidilmesi gibi girisimleri de oldu. Fransa ve Ingiltere’de halka açik havuzlar Müslümanlarin protestosu nedeniyle kadinlar ve erkekler için özel bölümlere ayrildi. Avrupali laikler bir yandan ödün verse de bir yandan da esnek yasalarini sikilastirmaya basliyor. Vatandaslik haklarini elde etme süreci zorlastirildi. ****Türkiye’nin AB üyeligine hak kazanmasi için yapmasi gerekenlerin listesini her geçen gün kabarmakta. 70 milyon Türk’ü Avrupa’ya almak pek çok Batili liderini korkutuyor. Riyakarliklari bazen sasirtici boyuta ulasmakta. AB anayasasinda Hristiyanlik veya Tanri ile ilgili herhangi bir madde bulunmamasina ragmen Avrupa’nin Hristiyan mirasindan bahsedebiliyorlar. Türk politikacilar AB’ye “Hristiyan Kulübü” lakabini takarak onlari utandirmaya çalisiyor. Ancak AB’nin bu inadi sürdürmesi genç nüfusu giderek azalan Avrupa’nin zararina isleyebilir. Üstelik bu durum Islam’in modernlesmesi sansini da azalttigindan yasanan kültür savaslarinin gelecekte daha da hararetlenmesi kaçinilmaz olacaktir.******* Birlesmis Miller de kültür savaslarinin bir baska cephesi. Savaslari sona erdirmekle yükümlü olan BM bir yandan kültürel savaslara zemin olusturmakta denebilir. Laiklerin baskin oldugu BM bürokrasisi, dini tehlikeli bir hastaligin nüksetmesi olarak görmekte. Bununla birlikte son yillarda kadin haklari, cinsel özgürlük, escinsel haklari, kürtaj ve aile degerleri konularini ele alan BM’de liberaller ve muhafazakarlar arasinda atesli tartismalar yasandi. Amerikali dindar sagcilar bu durumu, toplumun temelini olusturan degerlerin küresel kuruluslar tarafindan yeniden tanimlanmasi olarak degerlendirerek karsi çiktigini da hatirlamakta fayda var. SONUÇ Gelecekte yasanabilecek patlamalari önlemek için bugünden daha en iyi formüller olusturmamiz sart. Istatistikler tarafli olsa dahi din alanindaki en büyük gelisme niceliksel degil niteliksel olmasidir. Gerçekten de din hem kamusal hem de entellektüel alanlarda çok daha önemli bir rol oynamaktadir. Bazi düsünürlere göre gelecegin tarihçileri günümüze baktiklarinda insan iliskilerini yönlendiren ve bozan, siyasi özgürlük ve zorunluluklara dair tutumlari, milliyet kavramlarini, anlasmazliklar ve savaslari belirleyen temel güç olarak niteleyebileceklerdir. Din modern dünyanin bir parçasidir. Din yokmus gibi davranmak kadar iç ve dis politikada dinin rolünü abartmak da istenmeyen kötü sonuçlar dogurabilir. Örnegin, Amerika’nin kötülüge karsi savastigini ileri sürerek kurdugu Guantanamo ve Ebu Gureyb asiriliga kaçtiginin ispatidir. Amerika’nin terörle mücadelesinde herkesi ayni kefeye koymaktansa El Kaide gibi hiç ödün vermeyen nihislist örgütlerle Hamas gibi bölgesel etkiye sahip olma egilimindeki örgütlere karsi yaklasimlarda farkli yollar izlenmelidir. Din odakli bir politika “Medeniyetler çatismasi”ni tetikleyebilir. Aslinda bu ifade sadece Islam ve Hristiyan alemi için geçerli degildir, farkli görüsler de çatisabilir. “Medeniyetler çatismasi” üzerine konusulup durmasi Batili kanun yapicilarin Sunniler ve Siiler arasindaki ayrimi yapmasini zorlastirmakla kalmayip Müslüman çogunlugun gönlünü kazanmayi da güçlestirmektedir. Üstelik bin Ladin’in Bati isgali altinda kalanlari temsil ettigi iddiasini da cesaretlendiriyor. En akillica politika Islam dünyasi arasindaki farkliliklara dayali olmalidir, tüm Müslümanlara sirtini dönmek degil. Amerika’nin kuruculari sayesinde Tanri’nin ölümden dönmesi bir yana Amerika’da canlanip serpilmistir. Bu sekilde dinle beraber yasamanin yolu olusturularak farkli inançlarin birarada varolabilmesi saglanmistir. Amerika’nin kurucularinin insanogluna hediyesi budur: Kurumsallasmis Kilise’den kurtulup kamusal mantik ve kisisel inanç mahremiyeti arasinda belirgin bir ayrim olusturularak din devletini, monarsi ve aristokrasiyle birlikte geçmise gömmüstür. Kanimizca bundan ders çikarmaya inananlar inanmayanlar herkes dahil tüm dünyanin simdiye kadar hiç olmadigi kadar fazla ihtiyaci vardir. Dünya tarihinde su ana kadar olan en hizli modernlesmeye ragmen inanç güçlenmektedir ve bu inanç Amerikan özellikleri tasimaktadir. Insanlarin kapitalizm karsisinda dine sarildigini farkeden Amerika küresellesme dahilinde dini ve kapitalizmi birlikte pazarlar hale gelmistir. Özellikle gelismekte olan ülkelerde insanlar dine sigindikça Amerikan örnegi küresel anlamda kendini tekrar etmis oluyor. Evanjelistler dinlerini ihraç ederken çokuluslu Amerikan sirketleri de inanca duyulan talebi ihraç ediyor. Böylece Amerika hem kapitalizmin en büyük tedarikçisi hem de dinin basi çeken ihracatçisi olarak, dinin dünya çapinda dirilisine iki yönden katkida bulunuyor. Bir yandan insanlari dinle uyusturup bir yandan da dine olan talebi arttirmis oluyor. Dinler arasindaki savaslara kesin bir çözüm bulunmus degil. Uluslararsi hukuku da inanç ve gücü birbirinden ayirmak için kullanma imkani yok. Bati dünyasinin yol yordaminda büyük yanlislar bulunmakta. Özellikle Amerika’nin iki büyük hatasi var: kendi toplumunda dinle ilgili tavrinda yakaladigi basariyi küresel boyutta sürdürmeyi basaramamak ve dinin sorun yarattigi kadar sorunlari gidermedeki etkisinin degerini bilmemek. Benzer sekilde Müslüman nüfusundan da yeteri kadar yararlanamadi. Mesela Iran ve Pakistan’daki Müslümanlarin Amerika’daki Müslümanlarin özgür oldugundan pek haberi yok. Din çatismanin kaynagi oldugu kadar dönüstürülmesine de çare olusturabilir. Örnegin Nijerya’da ne zaman bir çatisma ya da sorun patlak verse imamla piskopos birlikte sorunu çözmeye ugrasiyor. Bu çabalarin her zaman basarili olmasi imkansiz ama dini çekismeleri durdurmak için dinler arasi diyalog çok büyük önem tasimakta. Filistin’de imamlar ve hahamlar birlikte çalismadikça kalici baris ve huzurdan söz etmek mümkün degil. Örnegin Dünya Ticaret Forumu’nun akademisyenlerle birlikte 100 dini lideri biraraya getirme çabasi, BM’in Medeniyetler Birligi ve Cordoba Insiyatifi gibi olusumlar takdir edilip daha çok desteklenmeli. Inanç temelli diplomasinin her derde deva olmadigini kesinlikle unutmamak gerek. Egitim de çözümün önemli bir parçasini teskil etmekte. Kamusal alanda hosgörü ve farkliliklara tahammül edebilmek gerekiyor. Hükümetler, dinle ugrasmayi birakmak zorundaysa din de karsiliginda siyasetten çekilmek zorunda. Din baskiyla kabul ettirilemeyecegi gibi kimsenin hakki da inançlara göre düzenlenmemeli. Tüm inançlara tolerans gösterilmeli. Dünyada genel egilim, laikligin dini marjinallestirdigi Avrupa tarzini seçmektense din ve modernitenin birlikte varolabilecegi Amerikan yolundan yana ancak sonuç olarak birkaç uyari yapmanin faydasi var. 1. Dinle modernite iliskisi pekçok inançli insan için pürüzsüz degil. Dolayisiyla dindarlar kapitalizmin iyi oldugunu düsündükleri yanlarindan yararlanip kötü yanlarina karsi çikacaklar. 2. Amerikan modelinin zaferi diger alternatif modernite biçimlerinin ortadan kalkacagi anlamina gelmez. Elbette dünyanin her kösesini ele geçiregini söylemek mümkün degil. Her ne kadar Amerikan tarzi dünyada hizla yayilsa da ne olursa olsun Avrupa kitasinin büyük bir çogunlukla laik kalacagi kesin. 3. Moderniteye en dogal sekilde refakat edenin dindarlik degil çogulculuk oldugunu unutmamak gerekir. Bir ülke modern ve dindar olabilecegi gibi modern ve dinsiz de olabilir. Ancak muhakkak çogulcu olmalidir ki toplumsal düzen sekteye ugramadan gelismeye devam edebilsin. Tüm dini ve laik fikirler birbirlerine esit oranda rekabet sansina sahip oldugunda ve toplum seçimi bireylere biraktiginda çogulculuk zafer kazanmis demektir. Ancak seçim illa ki hosgörü ve kardeslik getirmeyebilir. Bagnazlik artarsa insanlarin kendi kurallarini kabul ettirme istegi de artar. En kötüsü de bunun kutsal olduguna inanilan görüsü benimsetmek için baski ve siddete basvurulmasi anlamina gelebilmesidir. Burada anlatilanlar laiklerin çogunun moralini bozabilir ancak inançlara yönelik liberal bir yaklasimin toplumlari özgürlestirecegi unutulmamalidir. Bu yüzyilda din ugruna feci olaylar yasanmaktadir. Din insanlarin özgür seçimine kalmis bir husustur. Çogu insanin dine inanmayi seçtigini yadsimamak gerekir. Bu seçimler trajik sonuçlar da dogurabilir olumlu etkiler de yaratabilir. Görünen o ki insanlar gün be gün kendilerine zorla kabul ettirilenden degil kendi seçimlerden yana çikmakta. Herseyi zehirleyenin dinle gücün birlesimi oldugunu akildan çikarmamak gerekir. Inançli insanlarin dinin seçme hakkinin oldugu bir ortamda gelisecegini farketmek zorundadir. Bu özeti Benjamin Franklin ’in yorumuyla sonlandirmak en uygunu olabilir. ????Saglam ve iyi bir dinin kendi kendine yettigine inanirim; kendi kendine yetemiyor ve Tanri da ona destek çikmakla ilgilenmiyorsa alimleri, iktidardan yardim istemek zorunda kalir ki bu kanimca kötü bir din oldugunu gösterir.???? SONN...