Kitap yazarin degisik tarihlerde Birikim Dergisinde yazmis oldugu yazilardan olusmaktadir.
Insan düsünen bir varliktir. Insani diger canlilardan ayiranda budur. Insanoglu düsünen akil sahibi biri
oldugu için onun düsüncesinin, kendini ifade etmesinin önünde engel olmamasi
lazim ki bu eylemini gerçeklestirebilsin. Eger önünde engel varsa düsüncelerini
özgürce açiklayamiyorsa bir nevi ona siddet uygulaniyor demektir. Tabii insan
için düsünce özgürlügü ne kadar önemliyse insanin baskalarinin düsünceleri nede
saygili olmasi gerekir.
Düsünce özgürlügü konusunda
filozoflara bir takim görevler düsmektedir. En basta filozofu yasadigi
toplumdan soyutlayamayiz, o filozofluktan önce ait oldugu toplumun bir bireyidir.
Ancak bundan ötürü toplumun düsünce yapisi filozofa dayatilmamalidir. Filozof
özgür bir ortamda subjektif bir sekilde görüslerini hiç kimsenin tesiri ve
baskisi altinda kalmadan ifade edebilmelidir, bu sekilde o topluma faydali
olabilecektir, aksi takdirde bundan bahsedilemez.
Filozoftan bahsetmisken sahi
Türkiye de felsefe ne durumda diye sormadan edemiyoruz. Ülkemizde felsefe
genelde Batiyi kendisine model olarak almis ve Bati ve modernlesmeyi topluma
göre sekillendirmesi gerektigini savunmustur.
Bir ülkenin baska bir ülke
üzerindeki siyasi baskisi ve üstünlügü anlamina gelen hegemonya dünyada
kendisini çikar iliskisi seklinde göstermistir. Yani büyük balik küçük baligi
yutar misali güçlü olan zayif olani istekleri, idealleri, amaçlari
dogrultusunda onun hakkini, hukukunu, bilgilerini dikkate almadan kullanmaktadir.
Böyle durumlarda insan haklarindan, esitlikten, adaletten ve özgür düsünceden
bahsetmemiz mümkün degildir. Fakat devletlerarasinda insanlar arasindaki
iliskilerde üstünlük-zayiflik ve çikar iliskisi degil de insanlarin birbirine
saygi gösterdigi, birlikte yasamaya ve birbirlerine ihtiyaçlari oldugunun
farkina varmalari halinde bu kavramlarin mevzuu bahis olacagini belirtmek
gerekir.
Dünya; içinde yasadigimiz
yer, kavgalarin, sürtüsmelerin, katliamlarin, baskilarin oldugu mekân. Politikanin,
felsefinin ortak paydasi. Içinde yasadigimiz bu evrene karsi bir takim
sorumluluklarimiz var. O, birbirine zit birbirinin benzeri olan olusumlari
barindiran mekân olan dünyayi, yeniden herkesin yasayabilecegi, yasayanlarin
dünyayi kendi ailesi gibi görebilmesi için ona gereken önemi vermek politikanin
siaridir.
Insanin kendi disindaki canlilara
karsi bazi mesuliyetleri vardir. Mesela politik siyasi sorumluk olarak; evrende
adaletli bir yönetim biçimi olusturmak durumundadir. Ahlaki sorumluluk olarak;
insanin güzellik, iyilik, dogruluk gibi erdemleri kendisine yol gösterici
olarak almasini, kendi için istedigi bir seyi baskasi içinde istemesi ve
bencillik etmemesi gerekir.
Bugün Avrupa’nin ne sosyal
ne de politik sorumlulugu düsünerek vicdani bir muhasebe yaparak hareket ettigi
söylenemez. Güya özgürlügü, barisi, demokrasiyi getirmek üzere Afrika’ya giden
(aslinda giden degil de sömüren dersek daha dogru olur) Batinin Afrika’da olusturmus
oldugu durum ayan beyan ortadir.
Gittigi ülkelerin neredeyse
bütün güzelliklerini, imkânlarini, madenlerini ve daha birçok seyi kendi
çikarlari dogrultusunda kullanip sonrada çikip özgürlükten, adaletten,
esitlikten, insan haklarindan bahseden Avrupa’ya mi yoksa yine ayni söylemler
ve ayni amaçlar ugruna okyanus ötesinden gelip Iraktaki petrollere üsüsen
Amerika’ya mi inanacagiz. Gücünü zayiflar üzerinde çikarlari için kullanan,
demokrasi, evrensellik ve adalet için kullanmayan hiçbir toplumun, devletin mutlu
ve huzurlu oldugunu söyleyemeyiz. Politika tam da iste burada ortaya çikiyor.
Politikanin amaçlari insanlarin birlikte yasayabilecegi, savaslarin,
katliamlarin olmadigi, toplumun sorunlarinin göz ardi edilmedigi, adil ve özgür
bir toplum olusturmaktir.
Politikanin bir iyi bir de
kötü tarafi var. Iyi tarafi insana faydasi olan, insani düsünmeye, irdelemeye
sevk eden, onun dünyaya karsi sorumluluklari oldugunu hatirlatan bir olusum olmasidir.
Kötü tarafi ise insana zarari dokunan, insani siyasetin disina iten, düsünmeye,
irdelemeye sevk etmeyen insanin kendi iç kabuguna çekilmesine etken olan bir
seydir.
Adalet, esitlik ve özgürlük
dünyada bunlardan bahsedebilmek mümkün mü? Adaletten sadece zulme ugramis
insanlar mi bahsetmeli, özgürlükten sadece özgür olmayanlar mi bahsetmeli?
Adalet; özgürlügü, esitligi
ve daha birçok seyi içerisinde barindiran bir olusumdur. Adaletin oldugu bir
yerde esitsizlikten, haksizliktan bahsedemeyiz.
Adalet esittir politika
diyebiliriz, çünkü adaletin ve politikanin amaçlarinin birbiriyle ayni oldugunu
söylemek yanlis olmaz.
Bir toplumda demokrasinin ve
liberalizmin gelismesi açisindan politikanin yapacagi çok sey vardir. Politika
demokrasiye faydali olmak için sadece bireyi degil toplumun bütününü düsünmeli
ve yapacagi isler kisiye göre degil halka göre olmalidir. Politikanin; insanin
özgürce düsünmesine, özgürlügüne gem vuracak uygulamalari ortadan kaldirmasina
vesile oldugunda liberalizme faydali olacaktir.
12 Eylül askeri darbesi;
cuntanin ülkedeki mevcut durumun ancak ordunun yönetime el koyarak düzelecegini
savunanlarin ülkeye verdigi zararin yaninda politikaya ve demokrasiye vurdugu
darbede unutulmamalidir. Militarist bir yönetim anlayisinin oldugu o dönemde;
zulüm, iskence, haksizlik ve daha birçok kötü seyler yapilarak ülkeyi siyasi,
sosyal ve ekonomik olarak 30-40 yil öncesine götürdü. Ayrica bu zihniyet sol
kesimin adalet, hak ve hukuk gibi birçok kavrami da dillendirmesine sebep
olmustur.
Demokratik bir yasam
biçiminin olusmasinda politikacilar kadar sivil toplum kuruluslarina da büyük
görevler düsmektedir. Halkin oyu ile iktidara gelenlerin yaptigi islerden ötürü
millete karsi sorumlu oldugunu biliyoruz. Peki, bu sahislar yapmasi gerekenleri
yapmadigi zaman kime hesap verecekler? Iste tam da bu noktada sivil toplum
kuruluslarinin önemi ortaya çikmaktadir. Söz konusu kuruluslar bir nevi denetleyicidir.
Yani halk adina siyasileri denetleme görevini yerine getirir.
1923 yilindan bu yana ilk
defa bir siyasi parti tarafindan anayasa yapilacak. Aslinda bu güzel bir
gelisme çünkü anayasa militarist güçlerin degil halkin seçtigi vekiller ve
birçok profesör ve aydinin katilimiyla yapilacak. Ancak burada dikkat edilmesi
gereken bazi hususlar var. Anayasa yapilmasi çalismalarina katilacak
hukukçularin kendi ideolojilerini, düsüncelerini bir kenara birakip, anayasanin
toplumunun ihtiyaçlarina cevap verecek, ülkedeki hukukla ilgili sorunlarin
çözümüne katkisi olacak, toplumun genelini içine alacak sekilde düzenlenmesi
gerekir.
Ülkedeki sorunlarin sadece
ordu gücüyle çözülecegini savunan militarist düsünce yapisi ve onu dogal sonucu
olan asiri milliyetçilik toplumda benzer düsünceye sahip insanlarin olusmasini
saglar. Bu anlayis sakincali bir anlayistir. Çünkü kendisi gibi düsünmeyen
insanlari potansiyel bir tehdit olarak algilar.
Bizim ülkemizin militarist
bir yönetim anlayisina sahip oldugu bir gerçektir. Bu militarist demokrasi
karsiti anlayisin karsisina sol kesim çikiyor. Sol kesim cumhuriyetten,
politikadan, özgürlükten yana olan anlayisin bir ürünü oldugu için burada
kendini gösteriyor ve sol kesim ülkedeki sorunlarin orduyla degil demokrasiyle
çözüme kavusacagina, ordunun sorunlarin çözümüne katkisinin olamayacagini savunur.12
Eylül askeri darbesi bunun en önemli örnegidir.12 Eylül de ordunun ülkedeki
sorunlari çözmek için yönetime el koymasi ve darbeden sonra yasananlar ordunun
sorunlarin çözümüne katkisinin olamayacagini çok net bir sekilde gösteriyor.
Politikanin halka karsi
sorumlu olmasinin yaninda ülkedeki aydinlarin, düsünürlerin, toplum
mühendislerinin de sorumlulugu vardir. Aydin kesim, mevcut sorunlarla ilgili
olarak yapilmasi gerekenleri birilerinin tesiri altinda kalmadan düsüncelerini hür
bir sekilde ifade edip dile getirmelidir ki zaten bunu yapmiyorsa onun aydin
veyahut baska bir sey olmasinin topluma faydasi olmayacaktir.
Seçim zamanlari siyasilerin
gün yüzüne çiktigi anlardir. Bu dönemde siyasiler tarafindan halka birçok
vaatte bulunulur, birçok sey söylenir, ama
bu söylemler toplumda kabul görüyor mu, verilen vaatler gerçeklesiyor mu, bunu
anlamanin yolu seçim sonuçlarina baktigimiz zaman net bir sekilde anlasilir.
Söyle ki seçimden önce diger partileri geride birakarak iktidara gelmis bir
olusumun toplumun çogunluguna hitap ettigini söyleyebiliriz.
Sol kesimi temsil eden
partiler bugün hemen hemen tüm seçimlerden basarisizlikla ayrilip bir nevi
bozguna ugruyor. Mesela Cumhuriyetin ilk
partisi olan CHP buna örnek olabilir. Partinin bugün iktidarda olmamasinin
birçok nedeni vardir. Yalniz belli bir kesime hitap etmesi, savundugu
düsüncelerin toplumda artik kabul görmemesi, halkin ihtiyaçlarinin farkinda olmamasi,
yeniliklere gelismelere her daim açik olmamasi ve buna uygun politikalar üretmemesini
iktidarda olmamasinin sebepleri olarak siralayabiliriz.
POLITIKA VE SORUMLULUK
NILGÜN TOKER KILINÇ
BIRIKIM YAYINLARI
2012