KUR SAVASLARI

KUR SAVASLARI

Fevzi BOZKURT
Bilim


BIR SONRAKI KÜRESEL KRIZIN OLUSUMU
15 Agustos 1971’de ABD Baskani Nixon yeni Ekonomik Politikasini açikladi. Hükümet fiyat denetimleri gerçeklestirecek, ithalata fahis vergiler koyacak ayrica dolarin altina çevrilmesini yasaklayacakti! Açiklamasina göre, süregelen kur savasi ABD dolarina inanci zedelemis ve bu tedbirler zorunluluk haline gelmisti.
Bugün yeni bir kur savasinin içindeyiz ve sonuçlari Nixon’un karsilastiklarindan çok daha kötü olacak. Nedeni ise, küresellesmenin, türevlerin ve kaldiraç kullanimin artmasi, finansal panik ve bulasiciligin kontrol altinda tutulamamasidir. Ardi ardina patlayan hisse senedi, tahvil ve emtia krizleri sonucunda dolarin çöküsünü ve buna bagli olarak dolara bagli piyasalarin çöküsünü izleyebiliriz. Bu gelismeler, bir baska Baskani (muhtemelen Obama) zecri tedbirler almaya yöneltecek, altin standardina geri dönüs bile söz konusu olabilecektir. Ama bu kez mevcut olan sabit altin miktariyla siskin para arzini desteklemek için altinin fiyati muhtemelen çok daha yüksek olacaktir. Daha önce altina yatirim yapmis olanlarin kazançlari çok yüksek oranda ”beklenmeyen kazanç” vergisine tabi olacak, altinlarini New York’ta depolayan bazi devletlerin altinlarina da Yeni Dolar Politikasinin hizmetinde kullanilmak üzere – yeni fiyattan düzenlenmis bir makbuz karsiliginda- el konulabilecektir.
Altina geri dönüsten kaçinilmasi halinde, IMF araciligi ile SDR adli yeni bir küresel para birimi söz konusu olabilir. Bunlar abartili spekülasyonlar degil. Daha önce yasandi ve kosullar zaten hazir oldugundan tekrar yasanabilir.
Bugün FED, baskan Ben Bernanke’nin rehberliginde finans tarihinin en büyük kumarina girismistir. Ekonomik çöküsle mücadele etmek için kisa vadeli faiz oranlarini tedricen sifira kadar indirdi, olmadi uzun vadeli oranlari da düsürmek suretiyle finansal gevsemeye yöneldi böylece bir anlamda büyümeyi tesvik etmek için para basmis oldu. Bunun hiperenflasyona dönüsmesi gibi bir tehlike var. Varlik fiyatlarinda kendisini gösterip hisse senedi, emtia arsa ve diger maddi varliklarda balonlara yol açabilir. 2000’de teknoloji hisselerinde, 2007’de konutta bunlar yasandi. FED, istenmeyen bu akibeti önlemek için daha yüksek faiz oranlari ve siki para politikalari gibi silahlara sahip oldugunu söylüyor ama bu araçlar daha önce hiç bu kosullarda ve böylesi genis ölçekte denenmedi. FED’in alabilecegini belirtigi bu önlemlerin, öncelikle kaçinmaya çalistigi türden bir bunalima dogrudan yol açmasi da olasi.
 
FED’in dolar basmasi, parasal gevsemeyi seçmesi, dünyaya kur savasi açmasi anlamina geliyor. Para basmak, ABD borçlarinin yabanci alacaklilara daha ucuz dolarla ödenmesi için devalüe edilmesi demektir. Baska? Ucuz dolar yüzünden pahalilasan emtia fiyatlariyla baska ülkelere enflasyon ihraç etmek demektir. Basta Çin olmak üzere baska ülkelerin ABD’ne ihraç ettikleri ürünlerin, Amerikali tüketiciler için pahalilasmasina yol açar. Dünyanin en büyük tüketicisi, pahalilik yüzünden tüketimini kisinca ihracatçi ülkelerde issizlik sorunlari bas gösterir. Yabanci ülkeler, ABD’nin neden oldugu enflasyonla, sübvansiyonlar, gümrük vergileri ve sermaye denetimleri araciligiyla savasmaya basladi bile, kur savasi hizla genisliyor.
Neticede olanlar bir kaynak kapma mücadelesidir ve siddete dönüsmesi sürpriz olmaz. Karsilikli olarak yapilan finansal manipülasyonlarin muazzam ölçegi ve karmasikligi yüzünden dolarin daha da zayiflayarak çökmesi demek, Amerikan ulusal güvenliginin onunla birlikte çökmesi demek olacaktir.
Dövizle ilgili sorunlari geleneksel olarak Hazine’ye birakmis olan üst düzey ordu ve istihbarat görevlileri, artik Amerika’nin benzersiz üstünlügünün yalnizca dolarin ayni ölçüdeki üstünlügü ile sürdürülebilecegini anlamis durumdalar. Bu kitabin amaci, okuyucuya yeni bir kur savasinin bugünün dünyasinda niçin diger tüm mücadelelerin sonucunu belirleyen tek ve en anlamli mücadele oldugunu anlatmaktir.
I. KISIM: SAVAS OYUNLARI
1. Bölüm: Savas Öncesi
Baltimore ile Washington DC arasindaki eski tarim arazilerinin 1600 dönümü üzerinde kurulu Uygulamali Fizik Laboratuvari (UFL), Savas Bakanligi ve NASA için proje, ileri silah ve uzay sistemleri gelistirmis bir Savas Analiz kurumudur. Burada savas oyunlari ve simülasyonlari gerçeklestirilir, elde edilen sonuçlara göre karar vericileri yönlendirici strateji ve politika önerileri hazirlanir.
2009 yilinin basinda, ordu, istihbarat ve akademik çevrelerden 60 uzman, Pentagon sponsorlugundaki bir savas oyunu için olaganüstü önlemlerle korunan bu mekâna gelmisti, bunlardan biri de bendim. Bu savas oyunu o tarihe kadar ordu tarafindan gerçeklestirilen diger tüm oyunlardan farkli olacakti. Bu oyunda, kara, deniz, hava kuvvetleri kullanilmayacak, silaha basvurulmayacakti. Düsmani alt etmek için izin verilen silahlar sadece finansaldi: döviz, hisse senedi, tahvil ve türevleri… Pentagon gemi ve uçak yerine para ve sermaye piyasalarini kullanarak küresel bir finans savasi baslatmak üzereydi. 21. yüzyilin basinda, ABD’nin en ileri teknolojiye sahip konvansiyonel savas gücü ile basa çikmasi oldukça imkânsiz olan güçler, konvansiyonel olmayan savaslardaki yeteneklerini giderek gelistirmislerdi. Pentagon için fiili bir finans savasinin nasil gelisebilecegini, hangi derslerin alinabilecegini görmek anlayisiyla ilk defa böyle bir girisimde bulunmasinin zamani çoktan gelmisti.
Hazirlik asamasinda, profesyonel yasantinin merkezi olan Wall Street uzmanlari, deneyimlerinden ordu mensuplarini yararlandirmak amaciyla birçok toplanti ve konferans tertipledi. Ben de “Ulusal Varlik Fonlari (Soverign Wealth Funds SWF)” baslikli bir sunum yaptim. Bakin nelere degindim:
   
·  Ulusal Varlik Fonlari devletlerin rezerv fazlalarini yatirmak için kurdugu muazzam büyüklükteki yatirim havuzlaridir.
·      Rezervler esas olarak devletlerin dogal kaynaklarini (Norveç, Arap Ülkeleri, Rusya vb.) veya mamul mallarini (Çin, Tayvan vb.) ihraç ederek kazandiklari, çogunlugu dolar cinsinden kuvvetli para birimlerinden olusur.
·     Bu tanimlamadan hangi büyük rezervlerin hangi devletlere ait oldugu anlasilmistir. Geleneksel olarak bu rezervler, ilgili ülkelerin merkez bankalari tarafindan, fazlasiyla muhafazakâr bir tarzda yönetilir (ABD Hazine Bonosu gibi düsük riskli ve dolayisiyla getirisi az likit enstrümanlar).
·  Daha fazla getiri elde edecek yatirimlar yapmak (hisse senedi, emtia, özel sermaye, gayrimenkul, hedge fonlari vs.), merkez bankasi bürokratlarinin yeteneklerini asan bir istir.
·     Bu yüzden, son derce donanimli uzmanlarin yönetiminde Ulusal Varlik Fonlari kuruldu ve ilgili hükümetlerin destegiyle merkez bankalarindan muazzam ödenekler ayrilarak bu fonlara dünyanin her yerinde çesitlendirilmis portföyler olusturma yetkisi verildi.
·   Bu fonlar, 2007’de baslayan bunalimin ilk kismi sirasinda kurtarma paketlerinin baslica kaynagi idi. Citigroup, Merill Lynch, UBS ve Morgan Stanley’i desteklemek için 58 milyar dolarin üzerinde yatirim yaptilar. 2008’deki panik sirasinda bu yatirimlarin büyük kismi yok oldu. ABD hükümeti kurtarmalara devam etmek için vergi mükelleflerinin parasiyla devreye girmek zorunda kaldi. Ulusal Fonlar bu ilk yatirimlarinda büyük servet kaybina ugradilar, yine de hisse pozisyonlari ve onlarla gelen etki kalici oldu.
·      Ulusal Varlik Fonlarinin, kurduklari paravan sirketler vasitasiyla bazi karanlik ve spekülatif islere bulastiklari ise herkesin bildigi sirlardandi.
Sunumum bu fonlarin olumsuz yanlarina odakliydi. Dolaysiyla bunlarin, teknoloji çalmak, yeni projeleri sabote etmek, petrol-uranyum-bakir-altin gibi stratejik emtia piyasalarini karistiran isler yapmak, rekabeti engellemek, ihalelere fesat karistirmak, içeriye ajan sokmak, finans piyasalarini manipüle etmek, olumsuz nüfuz kullanmak gibi faaliyetlerde de bulunabileceklerine dikkat çektim. Tabi bir saptama olarak degil, bir olasilik olarak…. En tehlikeli olasiligin da, kapitalist sistemin isleyisini olanaksizlastirmak için Bati’daki sermaye piyasalarina yönelik topyekûn bir saldiri tehdidi oldugunu söyledim. Amacim, gelecekteki finansal saldirilarini önlemek ve bunlarla savasmak için söz konusu faaliyetlerin yakindan izlenmesi gerektigi hususunu öne çikarmakti. Biliyordum ki salondaki dinleyicilerim arasinda bulunan asker ve casuslarin bu konulardaki bilgileri, benim balistik füzeleri atesleme sirasi konusundaki bilgilerimden fazla degildi!
Uzun hazirlik döneminden sonra sira, oyunu oynayacak takimlari olusturmaya ve oyunun tasarimina geldi. Oyunun, sermaye piyasalarinin karmasik dinamiklerine bagli olarak devletleri temsil eden takimlar açisindan en umulmadik hamleleri ve sonuçlari içermesi gerekliydi. Her biri konularinin gerçek uzmanlarindan olusan bes takim savasacakti; Rusya Hücresi, ABD Hücresi, Pasifik Ülkeleri Hücresi, Çin Hücresi ve Gri Hücre (“diger herkes”den olusan grup). Belirlenen senaryo üzerinden oyunun oynanmasi konusunda Obama yönetiminin de izni saglandi ve tarih olarak 17-18 Mart 2009 günleri belirlendi. Oyunun zaman temeli yakin gelecekteki 2012 yili olacakti.
 
2. Bölüm: Finans Savasi
Mümkün oldugunca geleneksellikten kaçinilmasini, belden asagi vuruslarin bolca yapilmasini, ABD’ye finansal bir Pearl Harbor yasatacak hamlelerin gerçeklestirilmesini istiyordum. Bunu, ekonomik gidisattan ve finansal bir saldiriya karsi savunmasiz olmamizdan kaygi duyan bir Amerikali olarak istiyordum çünkü gerçek dünyada ciddi bir yenilgi yasanmadan önce oyun ortaminda bu yenilginin yasanmasi, Savunma Bakanligi ile istihbarat camiasinin gözünün açilmasi anlaminda en iyi yol gibi görünüyordu.
Takimlarin (ben Çin takimindaydim) birbirlerini köseye sikistirmak için canla basla çalistigi bu savas oyununda bakin neler yasandi:
·       ABD’nin, dolara dayali ticaret sisteminde ipleri elinde tutmak için üstün pozisyonunu sürekli istismar etmesinden usanan Rusya, Japonya ile giristigi uzun vadeli bir ticaret anlasmasi müzakeresinde, bundan böyle gerçeklestirecegi dogal kaynak ihracatinin karsiliginda ödemenin altini esas alan yeni bir para birimiyle yapilmasi önerisini öne sürdü. Dolar devre disi birakilacakti. Mamul madde ihracatçisi Çin de açilan bu cepheye davet edildi. Çin’in yeni para sistemine dayanak teskil edecek altin havuzunda pay sahibi olabilmesi için dolarlarini satip altin almasi gerekecekti, tereddütlüydü çünkü altin fiyati çok artmisti ve bu hamlenin basinda tepkisizligi seçti. Ancak sonrasinda yüksek fiyatin cazibesine kapilarak döviz portföyünü Euro ile çesitlendirmek adina altinlarini Rusya’ya satti. Rusya da, bu alis verisin sonunda büyük miktarda altin stokuna sahip hale geldigini dünyaya duyurdu (Tesadüfe bakiniz ki, bu oyunu oynadigimiz günün ertesinde gazeteler, Putin’in dolarin devreden çikarilmasi için altin da dâhil, maddi mallarla desteklenen bir alternatif rezerv para birimi arayisi içinde oldugunu yazdi).
·       Bu arada, K. Kore’deki bir ekonomik çöküsle baglantili jeopolitik ve insani sorunlar senaryoya eklendi. Ardindan Tayvan’da bagimsizlik yanlisi bir adayin seçilmesi ve bunun Çin’le yarattigi gerilimler gündeme girdi.
·  Bu olaylarin yarattigi ekonomik ve finansal sorunlar karsisinda Amerikan takimindaki akademisyenler, düsünce kuruluslari üyeleri ve piyasa deneyiminden yoksun subaylarin yetersizligi giderek belirgin hale geliyordu.
·    Gri Hücre farkli bir hamle yaparak temposu düsmeye baslayan oyuna yeni bir boyut katti; Japonya sahil Güvenligi, K. Kore tarafindan mükemmele yakin ustalikla basilmis sahte yüz dolarlik banknotlardan olusan büyük bir sevkiyati ele geçirmisti. Bunun öncesinin de oldugu ortaya çikmis, Isviçre bankalarinin dolandirildigi anlasilmis, yurt disinda tutulan ve çogunlugu yüz dolarlik banknotlarin olusturdugu servetlerin sahipleri titremeye baslamisti. Neticede ABD parasinin degerine koyu gölgeler düstü ve piyasalarda itibari degerinin altindaki fiyatlardan islem görmeye basladi.
·       Bu vaka çalismasi sonucunda ABD, ciddi biçimde ulusal güç kaybina ugradi. Bunun nedeni, kismen Rusya’nin dolara yönelik saldirisiydi. Ama ayni zamanda da Dogu Asya, bir Çin-Japon blogu etrafinda birlesmis, bu birlesme bölgenin tümünü içine alacak sekilde genislemis ve Birlesik Devletleri dislayarak dis ticaret ve sermaye akimlari konusunda temel kararlari veremeyecek duruma düsürecek bir koalisyon olusmustu. Çin en az seyi yaparak en çok puan alan ülke olurken, Rusya ve Dogu Asya bir miktar para kazandi.
   
· Oyun bir bakima amacina ulasmis ve ordu, olasi ekonomik felaketler konusunda yeni bir anlayis kazanmisti.
Mart 2009’da henüz hiç kimse “kur savasi” tabirini kullanmiyordu ama bu savas baslamisti bile. FED’in Kasim 2008’de, amaçlarindan biri de döviz piyasalarinda dolari zayiflatmak olan niceliksel gevseme programi bunun kanitiydi. Bu tedbirlerin, batmamasi gerekecek kadar büyümüs sirketlerin kurtarilmasi bakimindan olsun, ABD’nin ihracatina destek bakimindan olsun anlayisla karsilanmasi mümkündü. Ancak isin zor yani, Çin, Rusya S. Arabistan gibi ihracatçilarin kendi çikarlarini fiyat yükselterek veya ABD dolari cinsinden menkul kiymetlerden kaçarak korumaya çalismalari halinde bunun ardindan ne olacagini kestirmekti. Gerçek savas o zaman hareketlenecekti. Oynanan savas oyununun Pentagon açisindan içerdigi derslerden biri, dolar topyekûn çökse de Birlesik Devletlerin son çare olarak basvuracagi muazzam miktarda altin rezerviyle neler yapabilecegini ögrenmesiydi. Bu stoklarin neredeyse tamaminin banka kasalari yerine askeri üslerde bulundurulmasi ise ulusal servetle ulusal güvenligin baglantisini ifade ediyordu.
II.KISIM: KUR SAVASLARI
3. Bölüm: Altin Bir Çag Üzerine Düsünceler
Bir ülkenin rekabetçi devalüasyonlar araciligi ile digerine karsi yürüttügü kur savasi uluslararasi ekonomideki en yikici ve en korkulan yaklasimlardan biridir. Komsunun yoksullastirilmasi anlamini tasir. ABD’nin, altinla baglantisini kopartarak dolari zayiflatma girisimleri nedeniyle petrolün dolar bazindaki fiyatinin dört katina çiktigi 70’li yillari unutmayalim. Kur savasindan olumlu bir sonuç çiktigi görülmemistir.
Uluslararasi bir olgu olmakla birlikte, kur savaslarini, yetersiz iç büyüme tahrik eder. Böylece issizlik yükselir, bankacilik sektörü zayiflar, kamu finansmani bozulur sonuçta devalüe edilen para birimi araciligi ile büyüme motorunun ihracatla hareketlendirme yoluna girilir. Baslangiçta cazip görülen bu yol, ihraç ettigi ürünlerdeki ithal girdilerin fiyatini artiracagindan parasini ucuzlatan (devalüasyon yapan) ülkeleri zarara ugratabilir. Daha kötüsü, uluslararasi ekonomiyi, kisasa kisas rekabetçi devalüasyonlar sarmalina sokabilir. Euro’nun 1,40 dolardan 1,10 dolara düsürüldügünü düsünelim. Böylece kendisine sik bir Alman arabasi edinme firsati dogan Amerikali tüketici memnun olacaktir ama yerli otomobil sektörünü ayakta tutmaya çalisan ABD hükümeti hiç memnun olmayacak ve karsi tedbirler alarak Euro’yu tekrar yukariya itmeye çalisacaktir. Dolar satip Euro alarak döviz piyasalarina dogrudan müdahale etmek, faizleri düsürmek (dolarin cazibesini azaltmak için) veya para basmak gibi önlemler dolarin degerini düsürür. Kisacasi ABD gibi güçlü bir rakip kendi devalüasyonun yapmaya karar verirse bunu yapmaya muktedirdir ve sonuçlari herkesi etkiler ama hiçbir tarafa kalici bir yarar saglamaz. Yetmezse daha pervasiz önlemler de alabilir; örnegin telafi edici gümrük vergileri, ambargolar, dis ticaret serbestisine konulabilecek gizli veya açik engeller vs. Böylesi korumaci tedbirler, inovasyonun motoru rekabetçilige de zarar verir. Bu yolun sonu küresel durgunluga çikar ve herkes zarar görür.
Yakin geçmiste Çin ve Japonya arasinda çarpici bir kur savasi yasandi. Eylül 2010’da Çin’e ait bir trol teknesi, Japonya’nin da hak iddia ettigi sularda bir sahil koruma devriye teknesine çarpti. Japonlar trol
 
kaptanini tutukladi. Çin olayi protesto edip derhal iade ve özür talep etti. Istedigi gerçeklesmeyince de, Japonya’ya yaptigi tüm nadir maden ihracatini durdurdu. Bu madenler elektronik malzeme ve hibrid otomobillerin imalatinda, diger ileri ve çevre dostu teknoloji uygulamalarinda can alici bir girdiydi ve piyasasi neredeyse bütünüyle Çin tarafindan kontrol ediliyordu. Japon imalatçilari felce ugradi. Bunun üzerine Japonya, uluslararasi piyasalarda yen’in degerini aniden düsürerek karsi saldiriya geçti. Çin mallari Japonya’da pahalilasti, yerini Endonezya ve Vietnam gibi daha düsük maliyetli üreticilerin mallari aldi. Bu çekismenin, araya giren küçük oyuncular disinda kimseye bir faydasi olmadigi birkaç hafta içinde anlasildi. Japonya formalite icabi bir özür mektubu verdi, kaptani iade etti. Çin de nadir madde akisini kaldigi yerden devam ettirdi. Yen güçlenmeye basladi. Daha kötü bir sonuçtan simdilik kaçinilmisti ama dersler alinmis, kiliçlar bilenmisti.
Yirminci yüzyila iki büyük kur savasi damga vurmustur. Birincisi, yakindan iliskili oldugu Büyük Bunalimi içeren süre boyunca, 1921 ile 1936 yillari arasinda cereyan etmistir. Ikincisi ise 1967 ve 1987 yillari arasinda yasandi ve neyse ki bir askeri çatismaya dönüsmeden Plaza (1985) ve Louvre (1987) anlasmalariyla sonlandirildi. Anlayisimizi derinlestirmek amaciyla simdi biraz tarihe bakalim.
Klasik Altin Standardi – 1870 ile 1914 Dönemi
Altin, M.Ö altinci yüzyilin Lidya’sindan (Türkiye) baslayarak uluslararasi para birimi olma isleviyle hizmet etmistir. Altin standardi, gerçek altin sikkelerin kullanimindan, çesitli miktarlardaki altin ile desteklenen kâgit para kullanimina kadar her seyi içerebilir. Tarihsel olarak altinin kâgit parayi destekleme orani % 20 ile % 100 arasinda degismistir.
1870 ile 1914 yillari arasindaki altin standardi, yirminci yüzyildaki halefleri gibi uluslararasi bir konferansta tasarlanmamis, çok uluslu bir teskilat tarafindan yukaridan asagiya dayatilmamisti. Standardi uygulayan ülkeler toplulugu, daha çok, gönüllülük temelinde katilimda bulunulan bir kulüp görünümündeydi. Büyük ülkelerin tümü degilse de çogunlugundan olusan üyeler, yazili bir kural kitabi olmamasina ragmen oyunun iyi bilinen kurallarina uygun davraniyordu. Bu dönemde enflasyon neredeyse hiç olmadi, döviz kurlari istikrarliydi, özel sektörün uluslararasi para sistemine duydugu güven yüksekti, issizlik oldukça düsüktü ve nihayet piyasalarda öngörülebilirlik vardi.
Klâsik altin standardinin cazibesi basitliginden kaynaklaniyordu (bu süreç boyunca ABD’nin bir merkez bankasi yoktu). Kulübe katilan bir ülke, yalnizca kâgit parasinin belirli bir altin miktari degerinde oldugunu açikliyor ve sonra bir diger üyeden herhangi bir miktarda altini bu para birimi karsiliginda alip satabiliyordu. Böylece çesitli para birimleri altin üzerinden birbirlerine baglanmis oluyordu. Klâsik altin standardi 1914 ile 1918 yillari arasindaki 1. Dünya Savasi öncesinde bir refah döneminin somut örnegi oldu. Ancak 1920’li yillarda görülen, savas öncesi altin fiyatini kullanma çabalari büyük bir borç yigini olusturdu. Altin degisim standardini deflasyonist bir yikici güce dönüstüren politik gaflar da buna eklenince basarisizlik kaçinilmaz hale geldi. Dünya 1914’den bu yana uluslararasi finansta saf bir altin standardi isleyisini bir daha görmemistir.
 
Federal Reserve’in Kurulusu – 1907 - 1913 Yillari Arasi
ABD’de bir Merkez Bankasi kurulmasinin habercileri 1906 yilinda yasanan büyük San Francisco depremi ile sonrasinda olusan büyük kayiplar ve 1907 yilinda yasanan finansal panik olaylariydi. Knickerbocker Trust’in (New York merkezli, dönemin en büyük ABD bankalarindan biri) batmasi, borsanin çöküsüne, bankaya hücum olaylarina ve büyük ölçekli bir likidite krizine yol açmis, bir bütün olarak finans sisteminin istikrarini tehdit etmisti. J.P Morgan öncülügünde organize edilen özel bir finansal kurtarma operasyonu sayesinde kriz yatistirildi ama böyle durumlarda son basvuru mercii olarak sinirsiz kredi verebilecek bir merkez bankasinin gerekliligi ortaya çikti ki bu fikre o güne kadar soguk bakiliyordu. Aralik 1913’de kabul edilip Kasim 1914’de yürürlüge giren yasaya göre, yeni kurulusun adi Merkez Bankasi degil, Federal Reserve olacakti. Sistem tek bir kurulustan ibaret olmayacak, üyeleri bankerler tarafindan degil, Baskan tarafindan seçilen ve Senato tarafindan onaylanan Yönetim Kurulu’nun yönetimindeki bölgesel rezerv bankalarindan olusacakti. Sistem demokratik gibi gözükse de ABD finans merkezinin New York olmasi nedeniyle, açik piyasa islemleriyle yürütülen fiili para politikasina New York Federal Reserve Bank hükmedecekti. Bu bankayi da politikacilar tarafindan degil, büyük New York bankalarindan olusan hissedarlarca seçilen bir Yönetim Kurulu ve Baskan yönetecekti. Durumun özeti, “FED içinde FED” idi. Bu yönetim biçimi 1930’larda degistirildi ve merkezi yetki Washington DC’deki Federal Reserve Baskanlar Kurulu’na verildi. Sistem günümüze kadar geldi, tabi içindeki New York Federal Reserve ve Morgan’in agirligi hep hissedildi.
I. Dünya Savasi ve Versailles Anlasmasi – 1914 - 1919 Yillari Arasi
Ingiltere ve Fransa, Paris Baris Konferansini, savasin malî faturasini maglup Almanya ve Avusturya’nin üzerine yikma firsati olarak gördüler. Fransa’nin gözü, dünyadaki en büyük dördüncü stok olan Alman altinlarindaydi. Almanya’ya dayatilan agir sartlar, bu ülkenin finansal tazminatlari ödeme yetenegini fena halde azaltiyordu. ABD’nin görüsü, tazminatin Almanya’nin ödeme gücü ile orantili olmasi gerektigi yönündeydi. Öte yandan, Ingiltere ve Fransa, Rusya’ya muazzam miktarlarda borç vermis ve Rus Devriminden sonra bu borçlar temerrüde ugramisti. Basi borçlarla dertte olan yalnizca Rusya degildi. Ruslardan alacakli olan Fransa ve Ingiltere ile Italya da, ABD’ye olan borçlarini ödeyemiyordu. Tüm kredi ve dis ticaret mekanizmalari donmustu. Bu donuklugu gidermenin yolu, ya malî gücü her ülkeden daha yüksek olan ABD’nin yeni krediler vererek büyümeyi desteklemesi, ya da tüm borçlarin affedilmesi ve oyuna yeniden baslanmasi biçiminde belirginlesmeye baslamisti.
Ilerleyen pazarlik sürecinde, Ingiltere ve Fransa’nin basini çektigi güçlü konumdakiler, basta Almanya olmak üzere zayif konumda olanlari cezaî tazminat ödemeye razi etti. Sira tazminatin miktarini saptamaya gelince, isin ne denli karmasik oldugu ortaya çikti. Sonunda Versailles Anlasmasinda kesin bir tazminat miktari belirlenemedi. Bunun hem teknik, hem siyasi olarak olanaksiz oldugu anlasildi. Konu uzman heyetlere havale edildi. Tazminatlar sonraki on bes yil boyunca uluslararasi finans sistemine ayak bagi olacakti. 1921 yilina gelindiginde ortam ilk modern kur savasi için hazirdi.
4. Bölüm: 1. Kur Savasi (1921-1936)
 
Birinci dünya savasi öncesinde çogu büyük ekonomi, banknotlarin altinla sabit bir iliski içinde oldugu gerçek bir altin standardina sahipti. Bu yüzden hem kâgit hem de altin paralar birbirlerine serbestçe dönüstürülebiliyor, birlikte dolasimda bulunuyordu. Savasin baslamasiyla çatismalari finanse etmek için para basma ihtiyaci agir basinca altin standartlari bir kenara itildi. 1921-1936 dönemi 1. Kur Savasini bu ön bilgiyi hafizalarda tutarak degerlendirmeliyiz.
  
1936 yilinda sonuçsuz biçimde sona eren 1. Kur Savasinin ilk hamlesini Almanya yapti. Enflasyon yoluyla parasinin degerini düsürerek rekabet gücünün artirilmasi plânlanmisti ama savas tazminatlarinin yüküyle zayiflayan ekonomi yüzünden enflasyon kontrol disina çikti, hiper boyutlara ulasti. 1925 yilinda Fransa Frank’i devalüe ederek Ingiltere ve ABD’ye karsi ihracat üstünlügü elde etti. Ingiltere durumla basa çikabilmek için çareyi 1931 yilinda altin standardindan ayrilmakta buldu ve 1925’de Fransa’ya kaptirdigi üstünlügü yeniden ele geçirdi. 1933’de bir benzerini ABD yapti, parasinin degerini altina karsi devalüe ederek Ingiltere’ye karsi üstünlük kazanma hamlesini gerçeklestirdi. Sira tekrar Ingiltere ve Fransa’ya gelmisti. Onlar da paralarini yeniden devalüe ettiler. Fransa 1936 yilinda altin standardindan ayrildi. Arka akaya yapilan devalüasyonlar ve düsülen temerrütler nedeniyle dünyanin en büyük ekonomileri dibe vurdu, dis ticarette muazzam aksamalar meydana geldi, üretim kayiplari ve servet kayiplari yasandi. Bu hikâye günümüz için bir uyaridir. Simdi 1922 yilina geri dönelim.
Savas sirasinda büyük ekonomik kargasa yasanmisti. Weimar hiperenflasyonunun kontrolden çiktigi yil olan 1922 ilkbaharinda büyük sanayi ülkeleri, ekonomilerini düsülen berbat durumdan çikarmak için Cenevre’de toplanmaya karar verdiler. Gündemin basinda, savas öncesinden beri ilk kez degerlendirilecek bir konu vardi: Altin standardina geri dönüs! Görüsmeler sonunda ortaya, klâsik altin standardindan önemli farkliliklari olan yeni bir altin degisim standardi çikti. Katilan ülkeler, merkez bankasi rezervlerinin yalnizca altinla degil, diger ülkelerin para birimleriyle de tutulabilecegini kabul ettiler; “altin degisim standardi” ifadesindeki “degisim” sözcügü belirli döviz bakiyelerinin rezerv amaciyla altin gibi muamele görecegini ifade ediyordu. Bu degisiklik, altin standardinin yükünü ABD gibi büyük altin stoklari olan ülkelere yüklemisti. ABD, dolarin altin cinsinden degerini ons basina 20,67 dolar oraninda tutmakla yükümlüyken, diger ülkeler rezerv olarak altini temsilen dolar da tutabilecekti. Yapilan degisiklikler sonucu kâgit para “altin kadar degerli” olmayi sürdürecek ama altin serbestçe tedavül edemeyecek, merkez bankasi kasalarina girerek gözden kaybolacakti.
Degistirilmis altin standardina dönülmesine ragmen kur savaslari devam etti, üstelik hiz kazandi. Yeni altin sistemindeki kusurlar, neredeyse sistem benimsenir benimsenmez ortaya çikmaya basladi. Bunlardan en açik olani ihracat fazlasi veren ülkelerin biriktirdigi büyük miktarlardaki dövizden kaynaklanan istikrarsizlikti, bunu açik veren ülkelerin beklenmedik altin talepleri izledi. Altin yönetimi konusunda merkez bankalari arasinda, özellikle emisyon arzi ve faiz politikalarinin uygulanisi konularinda yasanan koordinasyonsuzluk da “oyunun kurallarina” göre oynanmasinin önünde engel teskil ediyordu. Sistem yumusak ve tedrici ayarlamalar yerine hizla panige dönüsebilecek sert ve istikrar bozucu sallantilara açikti. Bir önemli kusur da, yeni standardin dayanagi olarak altinin dolara sabitlendigi fiyatla ilgiliydi. Savasin yarattigi finansman ihtiyaci para basimini azdirmis, alti arzi, banknot arzinin çok altinda kalmisti. Dahasi,
   
var olan altin, artan biçimde ABD’ne akmis, Avrupa’da görece daha az altin kalmisti. Piyasalar istikrarsizlastikça, yabanci alacaklilar ellerindeki banknotlari altina dönüstürüp basta ABD olmak üzere güvenli limanlara götürüyordu. Sterlinin degerlenmesi sonucu ihracati iyice azalan Ingiltere’de açiklar büyüdükçe bankalara hücum bas gösterdi. Bankalari batma tehlikesiyle karsilasan ülke 1931’de altin standardina veda etti.
ABD ise 1929 yilina kadar dünyanin kreditörü durumundaydi ve yeni endüstriler gelistirerek istikrarli bir dönem yasadi. Ne var ki ülkede tekellesme yogundu ve ekonominin %50’den fazlasi, 200 kadar holding tarafindan kontrol ediliyordu. Bu da tek bir holdingin bile iflasinin ekonomiyi sarsmaya yetebilecegini gösteriyordu. Bankacilik yasalarinin ve diger mevzuatin yetersizligi, piyasalari spekülasyonlara karsi çok korumasiz birakiyordu. 1929 yilina kadar risk istahiyla sürekli yükselen borsa üst üste binen birçok nedenden dolayi 3 Ekim tarihinde sert bir düsüs yasadi. Arkasindan panik geldi ve Büyük Bunalima girilmis oldu.
Basta Sterlin olmak üzere diger para birimlerinin 1931’de dolar karsisinda deger kaybetmesi küresel deflasyon ve bunalimin yükünü dogrudan ABD’ye yükledi. 1932, Büyük Bunalimin ABD’yi en çok vurdugu yil oldu. Issizlik %20’lere yükseldi, yatirim, üretim durma noktasina geldi, bankalara hücum sonucu birçok banka batti. Baskan Roosevelt kisa bir süre için bankalari tatil etmek zorunda kaldi. Bu arada güven arttirici tedbirler alindi, görece saglam bankalar yeniden açildi, çürükler devre disi kaldi. Bankacilik krizi nispeten hafiflemis olsa da kapida bir baska tehlike bekliyordu. O da, döviz kuru kanaliyla dünyanin her yerinden ABD’ye ithal edilen deflasyon sorunuydu. 1. Kur Savasi artik Beyaz Saray’in esigine gelmisti. Altindan ayrilarak devalüasyona giden ülkeler, bu yolla ucuzlatilmis mallarini ABD’nin burnuna dayayinca, ABD de rekabet gücünü koruyabilmek için maliyetlerini düsürmenin yollarini aramaya basladi. Bu arayis, önce isçi ücretlerinde indirim ardinda isçi çikarmalara dönüstü. Sonuçta Roosevelt diger kâgit paralara karsi devalüasyonlara gitmek yerine nihai para olan altina karsi devalüasyona gitmeye karar verdi. Sorun suradaydi; altinin fiyatini ons basina 20,67 dolardan, söz gelimi 30 dolara yükseltse, bu bir anda altin stokçularina haksiz zenginlesme kapilarini açacakti. O ise bu kazancin hazineye kalmasini istiyordu. Baskan, özel ellerdeki altini 20,67 dolardan satin alarak altin üretimini, dolasimini, ihracatini kamulastirmak anlamina gelecek tedbirleri yürürlüge soktu. Ellerindeki altini FED’e teslim etmeyenlere çok agir cezalar getirdi. Böylece ABD’nin altin stoklari önemli miktarda artti. Bundan sonra serbest piyasadan daha fazla altin alarak altin fiyatlarini yavas yavas yükseltti, böylece dolari devalüe etmis oldu. Geçen süre içinde alinan bir dizi tedbir ve dünya ekonomisinde agirligi olan ülkelerin deflasyondan kurtulmak için para birimlerinin altin karsisinda daha kalici biçimde ucuzlastirip sabitlemesi fikri genel kabul görmeye basladi. Bu çerçevede uluslararasi islemlerde kullanilacak yeni altin fiyati ons basina 35 dolar olarak belirlendi. Paritelerin korunacagina dair güvenceler ise yaradi ve devalüasyon dalgalari duruldu, kismi bir istikrar dönemine kavusuldu. Ancak gerekenin çok azinin, gerekenden çok geç yapilmasi baska jeopolitik gelismelere yol açmisti.
Bir örnek: Versailles savas tazminatlari ve Weimar hiperenflasyonunun neden oldugu yikim Almanya’da Nazi partisinin yükselisine ve 1933 basinda iktidara gelmesine yol açti. Japonya’da ise askeri bir klik hükümeti ele geçirmis, Dogu Asya’da bir dizi isgallere ve fethe baslamisti. 1942’ye gelindiginde dünyanin büyük kismi II. Dünya Savasinin içindeydi. 1. Dünya Savasindan kalan borçlar ve tazminatlar yüzünden yapilan devalüasyonlar, bunlara bagli mücadeleler unutulmustu.
Süreç içerisinde yasanan ekonomik dengesizliklerin, altin standardi yüzünden meydana geldigini savunan çok sayida iktisatçi bulunuyor. Ancak sorunun bizzat altindan mi yoksa altinin fiyatindan mi kaynaklandigini sorgulamak gerekmiyor mu? Degerinin altindaki para birimlerinin, yanlis yönlendirilmis faiz orani politikalarinin, sistemin çökmesinde ne denli etkili oldugunu hiç mi sorusturmayacagiz? En azindan geriye dönüp baktigimizda 1925’te ons basina 50 dolara denk gelecek daha gerçekçi bir altin fiyatinin, daha az deflasyonist olacagini söylemek mümkündür. Bunu asla tam olarak bilemeyecegiz ama 1936’dan sonra olanlar bir kur savasinin devami degil, tarihin en kanli gerçek savasiydi.
5. Bölüm: II. Kur Savasi (1967-1987)
Ikinci Dünya Savasi hiz keserken ABD ve Ingiltere öncülügündeki büyük güçler yeni bir dünya parasi düzeni arayisina girdiler. Bu dogrultuda Temmuz 1944’de düzenlenen Bretton Woods Konferansinda, para sistemini sekillendirecek bir dizi kural ve kurum olusturuldu (1944’de kurulup 1947’de faaliyete geçen IMF bunlardan biriydi). 1944’den 1973 yilina kadar yasanan Bretton Woods sürecinde, parasal istikrar, düsük enflasyon, düsük issizlik ve yüksek büyüme yasandi, gerçek gelirler artti.
Para sisteminin esasi, ons basina 35 dolar hesabiyla altinin serbestçe dolara dönüstürülebilmesi olanagi idi. Diger para birimleri ise ABD dolari karsisinda belirtilen sabit kurlarla dolayli biçimde altina baglaniyordu. Dis ticaret açigina düsen belirli ülkelere IMF tarafindan kisa vadeli kredi ve devalüasyon izni verilebilecekti. Konferans her ne kadar uluslararasi nitelik tasisa da kurallarin Washington tarafindan dikte edildigini söylemek yanlis olmayacaktir.
II. Kur Savasinin çikisini, Vietnam savasinin ABD ekonomisine yükledigi yüksek maliyetler ile iliskilendirebiliriz. Baslangiçta ABD’nin gücü hem silaha (Vietnam Savasi) hem tereyagina (yoksullukla mücadeleyi de içeren “Büyük Toplum” sosyal projeleri) yetecekmis gibi görünüyordu ama öyle olmadi. Ülkenin bütçe ve dis ticaret açiklari, buna bagli olarak enflasyonu aldi basini gitti, dolar çöküyordu.
Bu arada, dolar kadar degilse bile yine de önemli bir rezerv parasi olan Sterlin’de de istikrarsizliklar olusmaya baslamisti. Ingiltere disindaki ülkelerde tutulan Sterlin rezervleri yükselmis, ülkenin merkez bankasinda bu rezervleri dengeleyecek dolar ve altin miktari konusunda sikinti bas göstermisti. Sterlin sahiplerinin paralari karsiliginda topluca altin veya dolar talep etmeleri halinde ülkede bir bankaya hücum panigi yasanabilirdi. Ingiltere’de enflasyon ve issizlik yükselisteydi ve Sterlin satis baskisi altindaydi. Çaresiz dolara karsi % 14,3’lük bir devalüasyona gidildi (Kasim 1967). Ingiltere bile devalüasyon yapabiliyorsa digerleri de yapabilirdi, en saglami altindi. Iyi ama herkes parasinin degeri düsmeden altina dönmek isterse altinin fiyati nasil 35 dolarda tutulacakti, altin stoklari talebi karsilamaya yetecek miydi? Artan altin talebini karsilayacak maden sahibi ülkelerin basinda Güney Afrika ve SSCB geliyordu. Özgür dünya ise, berbat bir irkçi rejime sahip Güney Afrika’yi ve komünist SSCB’yi zenginlestirme fikrinden çok rahatsiz oluyordu.
 
Dolara dayali sisteme kafa tutan Fransa, önce NATO’dan, bir yil sonra Haziran 1967’de altin havuzundan çekildigini dünyaya duyurdu. Bu da denizasiri ülkelerdeki dolar hamillerinden gelen altin taleplerini yayginlastirdi. Mart 1968’e gelindiginde havuzdan saatte 30 ton altin çikisi baslamisti, Londra Altin Havuzu çöküyordu.
Bu karisik ortamda, altin arzinin, hizla yükselen dünya ticaret hacmini destekleyemeyecek kadar az oldugunu savunan da vardi, sorunun altin miktarinda degil fiyatinda oldugunu savunan da. Altinin ons’u 35 dolardan 100 dolara yükseltilse belki sorun çözülecekti. “Altin yetersizligi” meselesi 1969 yilinda IMF’nin gündemine girdi ve SDR (Özel Çekme Hakki) adi verilen yeni bir uluslararasi para biçimi yaratildi. SDR, ödemeler dengesi açiklarini tipki altin veya döviz rezervleriyle ayni sekilde dengeleyecek bir varligi temsil ediyordu, bu nedenle “kâgit altin” unvanini aldi.
Yukarida deginilen nedenlerle 1967 ile 1971 arasindaki dönem uluslararasi para iliskilerinde bir kargasa ve belirsizlik dönemiydi. Bunun üstüne bir de dünyanin önde gelen ekonomilerindeki ögrenci ayaklanmalari, isçi protestolari, savas karsiti gösteriler, cinsel devrim, Prag Bahari, Kültür Devrimi, termonükleer savas korkusu, hizli teknolojik gelismeler gibi alisik olunmadik sosyolojik, psikolojik olgular eklendi. Dünya kipir kipir oynayan bir zemindeydi.
Ayni dönemlerde ABD de dis ticaret açiklari ve parasal gevsekligin yarattigi sorunlarla bogusmaktaydi. 15 Agustos 1971’de Baskan Nixon ücret ve fiyat kontrolleri, ithalata % 10 ek vergi ve altin penceresinin kapanisini içeren Yeni Ekonomik Politikasini ilân etti, 1944 Bretton Woods altin standardi çöpe gitmisti! Yeni Ekonomi Politikasi, dolarin altina karsi devalüe edilmesi anlamini tasiyordu. % 10’luk ek gümrük vergisi ise düpedüz GATT kurallarina aykiriydi ve misilleme getirebilirdi. ABD, ödemeler dengesi düzeldiginde ek verginin kaldirilacagini söylemekle yetindi. Ticari ortaklar, ABD’ye yaptiklari ihracatin zorlasacak olmasi, bunun da kendi ülkelerinde isten çikarmalara yol açacagi endiselerine ragmen fazla ses çikaramadilar.
Süreç içeresinde yürütülen müzakereler neticesinde dolar altina karsi %9 ve önemli para birimlerine karsi %3 ile %8 arasinda devalüe edildi. Altinin da hesaba katilmasiyla diger paralar dolar karsisinda toplam %11 ile %17 arasinda deger kazanmis oldu. Diger ülkeler yeni pariteleri +/- % 2,25’lik bir bant içinde tutmayi, ABD’de %10’luk ek vergiyi kaldirmayi kabul etti.
Bu degisikliklerin ABD’nin ithalatini azaltmasina, ihracatini yükseltmesine faydasi olacagi bekleniyordu ama beklenti kisa süre sonra yok oldu, ülke kendini kötü bir durgunlugun içinde buldu. Ingiltere’de yeni bir devalüasyon yasandi, görece daha güvenli paralar olan Alman Markina ve Isviçre Frank’ina hücum basladi. Önemli para birimlerinin tümünü dalgali kur sistemine geçirmek disinda yol kalmamisti. IMF nihayet 1973’de Bretton Woods sisteminin çöktügünü açiklayarak altinin uluslararasi finanstaki rolünü resmen sona erdirdi ve para birimi degerlerini hükümetlerin ve piyasalarin istedigi düzeyde birbirleri karsisinda dalgalanmaya birakti. Bir para dönemi bitmis simdi bir yenisi baslamisti ama kur savasi henüz sona ermemisti.
Kral Dolarin Geri Dönüsü
ABD, Nixon kararlarindan beklenen canlanma yerine 1973-1981 yillari arasinda üç durgunluk geçirdi. 1977-1981 yillari arasinda dolarin toplam alim gücünde %50’lik bir düsüs oldu. 1973-1975 durgunlugu sirasinda petrol fiyatlari dörde katlandi, 1979’da ise bu yükselmis düzey, bir daha ikiye katlandi. Altinin 1971’deki 40,80 dolarlik yillik ortalama ons düzeyi 1980’de bir ara 850 dolara yükseldi, yil ortalamasi 612,50 olarak gerçeklesti.
Çogu kisiye göre dünya çildirmisti. ABD’de ortaya çikan yüksek enflasyon, durgun büyümenin benzeri görülmemis bilesimini ifade eden “stagflasyon” sözcügü bu vesileyle sözlügümüze eklenmis oldu. Dolara olan güven kaybinin telafisi için yeni bir liderlik ve sok tedbirler gerekiyordu. Reagan dönemindeki FED Baskani P. Volcker 1981’de federal fonlarin faiz oranini %11,2’den %20’ye çikardi. Sok ise yaradi. 1980’de %12,5 olan enflasyon 1986’da %1,1’e kadar geriledi, altinin onsu da 317,26 dolar düzeyine düstü. Dolar geri gelmisti.
ABD ekonomisinin canlandirilmasi tedbirleri arasinda Reagan döneminin düsük vergi uygulamalari da vardir, bu sayede güçlü bir büyüme dönemine girildi. Kuvvetlenen dolar sayesinde ucuzlayan Alman otomobilleri ve Japon elektronik esyalari piyasayi istila edince Amerikan sanayicilerinden koruma feryatlari, dolarin devalüe edilmesi geregine iliskin sesler yükseldi. Ama artik terk edilecek herhangi bir sabit kur veya altin paritesi olmadigina göre devalüasyon nasil yapilacakti? Merkez bankalari bir araya gelerek bir plân hazirladilar. 1985 Plaza Anlasmasi olarak bilinen bu plân çerçevesinde dolara, 1985-1988 döneminde Fransiz Frank’ina karsi %40’in üzerinde, Japon Yenine karsi %50, ve Alman Marki karsisinda %20 deger kaybettirildi. Sonuç hayal kirikligi idi. issizlik ve enflasyon artti. Anlasilan devalüasyonlar ve kur savaslari vaat edilen büyümeyi ve is olanaklarini yaratmiyor ama kesin olarak enflasyon yaratiyordu.
6. Bölüm: III. Kur Savasi (2010 - )
Üçüncü kur savasinin süper güçleri dolar, euro ve yuandir. Japon Yen’i, Isviçre Frank’i ve Sterlin gibi diger para birimlerini yok saymiyoruz ama küresel GSYH’nin neredeyse %60’ina ulasan birlesik GSYH’leri ile ABD, AB ve Çin ekonomilerinin paralari diger birimleri çevrede birakiyor.
Bu dönemde kur savaslari küresel olarak yasaniyor; bankalar, traderler, politikacilar, otomatik sistemler, tüm büyük finans merkezlerinde ayni anda 24 saat boyunca savas veriyor, ekonomilerin ve etkilenen vatandaslarin kaderi muallâkta kaliyor. Günümüzde kur savaslari, para birimini ulusal olarak ihraç edenlerle sinirli degil. Devrede, IMF, Dünya Bankasi, Uluslararasi Ödemeler Bankasi ve Birlesmis Milletler ’in yani sira hedge fonlari, küresel sirketler ve süper zenginlerin özel ofisleri gibi oyuncular da var. Bu özel kuruluslarin, spekülatör, hedge erbabi ya da manipülatör olarak para birimleri üzerinde onlari ihraç edenler kadar etkisi var. Bugünlerde, politikacilara dolayli baski yapabilecek trilyonlarca dolari olan hedge fonlari ile birlikte yasiyoruz.
Üçüncü kur savasinin birincisi gibi trajik biçimde mi sona erecegini, yoksa ikincisi gibi yumusak inis yapacak sekilde mi yönetilecegini bilmiyoruz. Bildigimiz su ki, ulusal ekonomilerin para basiminin ve türevler araciligi ile kaldiraç kullaniminin 1980’lerden sonra gösterdigi hizli büyüme nedeniyle bu savas küresel ve muazzam ölçekte olacak. Bugün risk para birimlerinin birbirleri karsisinda devalüe edilmesinde ya da altin fiyatinin artmasindan ibaret degil. Bugün bizzat para sisteminin güven kaybi nedeniyle çökmesi ve güçlü varliklara kitlesel kaçis riski ile de karsi karsiyayiz. Simdi bu savasin cephelerine bakalim;
Pasifik Cephesi
Bu cephede dolar ve yuan bulunur. Çin’in kabugundan çikip bir ihracat devi haline gelmesinden önce bu ülkede öncelik, alt yapinin gelistirilmesi maksadiyla ucuz ithalat odakliydi. Sonra ihracata yönelis oldu. Çin 1983 – 1994 döneminde ihracatini yükseltebilmek için arka arkaya yaptigi devalüasyonlarla parasinin degerini dolar karsisinda 2,8 yuandan 8,7 yuana kadar indirdi. Durumun yarattigi haksiz rekabet ortami, ABD hazinesinin Çin’i bir para manipülatörü olarak damgalamasina neden oldu. 1997’ye gelindiginde yuan’in degeri 8,28 dolara sabitlendi ve bu kur 2004’e kadar neredeyse hiç degismedi. Çinli yöneticiler, ekonomik nedenlerle sosyal karisikliklar çikmasini engellemenin yolunun halk yiginlarina is olanagi yaratilmasindan geçtigini ögrenmislerdi (Tiananmen anilari ve yüz yili asan kaosun tarihsel hatiralari…) Bu da ancak ihracatla mümkündü, kur çipasi da bu amaca hizmet eden bir araçti.
Uzun yillar gergin geçen ABD-Çin ikili ticaret ve yatirim iliskileri 2002’de bir üst seviyeye tasindi. Aradaki buzlari eriten olay 11 Eylül saldirilarindan sonra ABD öncülügünde teröre karsi açilan küresel savasa Çin’in güçlü destek vermesi oldu. Bu arada Çin kendi deflasyonunu kismen de düzenli ve ucuz is gücü arzi araciligiyla dünyaya ihraç ediyor, FED baskani Greenspan ise 2000’de patlayan teknoloji balonunun üzerine gelen 2001 durgunlugunu asabilmek için düsük faiz uygulamalarini israrla sürdürüyordu. Bu düsük oranlar risksiz devlet tahvilleri ve bonolarinin sagladigindan daha yüksek getirilere ihtiyaç duyan kurumsal yatirimcilari getiri arttirma arayisina itti. 2002’den 2007’ye kadar sürecek büyük gayrimenkul balonu yoldaydi.
Greenspan’in halefi Bernanke’de (Milton Friedman’dan esinle) deflasyondan kaçinmak için helikopterden yeni basilmis para atma fikrini destekleyecek yapida bir baskandi. Deflasyon korkusu ABD’de 2002-2011 dönemine hâkim oldu. Onlara göre deflasyon bir düsman, Çin ise insana saygisizlik derecesinde düsük ücretler uygulayan, is güvenligiyle çevre kirliligini umursamamasindan kaynaklanan düsük üretim maliyetleri nedeniyle düsmani besleyen bir manipülatör idi.
ABD, Çin ile yaptigi ticarette 1997 yilinda 50 milyar dolar açik verirken bu açik 2006 yilinda 234 milyar dolara firladi. ABD açik verdikçe dolar basiyor, Çin ise ülkesine giren dolarlari mas etmek için (kur çipasini sabit tutmak maksadiyla) Yuan basiyordu. Görünüste Çin, para politikalarini, taseron olarak FED’e devretmisti. Öte yandan Çin elde ettigi dolarlarla sürekli ABD devlet tahvili aliyordu (2011 yili itibariyle tahmini 950 milyar dolarlik bir birikimden bahsediyoruz) ve bunlarin düsük getirisinden memnun degildi. Iki ülke trilyon dolarlik bir sarmala kilitlenmisti. Bu sarmal, kur savaslari kontrolden çiktiginda iki tarafça da infilâk ettirilebilecek parasal bir barut fiçisindan baska bir degildi.
ABD, Çin’e karsi verdigi dis ticaret açiginin daha da yükselmemesi ve Çin Halk Bankasinin (Merkez Bankasi) dolar cinsinden muazzam miktarlarda varlik biriktirmesini yavaslatmak için çok çaba harcadi. Bunun sonucunda, 1997 yilindan beri dolar karsisinda 8,28 civarinda sabit kalan yuan, 2005-2011 arasinda 6,40 düzeyine inerek Amerika’nin istedigi gibi dolara karsi %17 oraninda degerlenmis oldu. Süphesiz bu revalüasyon süreci pürüzsüz olmadi ama bir biçimde oldu. Fakat, tahviller sorunu oldugu gibi duruyor. Çin günün birinde tüm ABD tahvillerinin ayni anda geri ödenmesini talep ederse ABD altin stoklari bir anda sifirlanabilir, Çin gururla 9.000 ton altinin üzerine oturabilir! Simdi Çin savas gemilerinin bu altin kargosunu Sanghay’a götürmek üzere New York limanina yanastigini tasavvur edip (teorik olsa da bu olasilik mevcut) böyle bir sahnenin gerçek olabilecegi üzerine biraz düsünelim… ABD halkinin tehlikeden ne kadar haberdar oldugu da ayri konu.
Bir de su var; 1950’de ABD’nin 20.000 tonun üzerinde altin rezervi vardi. 1971’de Nixon altin penceresini kapattiginda stok 9.000 tona kadar düsmüstü. Çin o tarihlerde ihracat konusunda bugünkü kadar yükselmis olmadigi için ABD’nin 11.000 ton altini ihracat gücü yüksek ve ülkenin büyük dis ticaret açiklari verdigi Japonya ve Almanya gibi ülkelere gitti. ABD’nin çok borçlu bir ülke olmasi ciddi bir sorundur ama bu ülkenin para basma, borç alma ve olanaklarinin üzerinde harcama yapma yetenegi konusunda hiçbir etkili denetimin olmayisi, dolara fazlasiyla dayali dünya finans sistemi açisindan daha da düsündürücü bir sorundur. Bu borçlanma ve harcama cümbüsü, Greenspan ve Bernanke dönemlerinde asiri düsük faiz oranlariyla tesvik görmeye devam etti. Çin ve ABD, dizginlerinden böylesine bosalmis bir ortamda III. Kur savasina atildilar.
Çin’in ihracat makinesi olmasi kendi basina bir amaç degil amaca yönelik bir araçtir. Gerçek amaç insanlarini is sahibi yapabilmektir. Bu amaç da ABD’deki issizligin nedenlerinden biri olarak ortada durmaktadir. Iktisatçilar istatistiksel olarak konusmayi sevse de biz insanî olarak belirtelim; ABD’de issizlikten etkilenen kisilerin sayisi 2009 itibariyle 25 milyondur. Gevsek para politikalari ve bunun sonucunda ortaya çikan kredi kartiyla harcama coskusu, yükselen konut fiyatlari, artan hisse senedi fiyatlari ve tüm talep sahiplerine verilen teminatsiz konut kredileri bu insanî trajediyi bir süreligine maskeledi. Bu sürdürülemez durumun müzigi 2007 yilinda aniden kesildi ve ABD 2008 panigine sürüklendi. Islerin bu noktalara gelmesinde, ABD’deki issizligin önemli nedenlerinden biri olan Çin’in kur politikalari da sorumluydu ve ABD’li politikacilar bunu yüksek sesle dile getirmeye basladilar. Ne var ki, orta yerde tahviller sorunu varken ABD’nin Çin ile girisecegi bir çatismadan kazanacaklari, kaybedebileceklerinden çok fazla gözükmüyordu. Üstelik Çin Iran’in en büyük petrol alicisi idi ve nükleer silahlar konusundaki pürüzleri ABD lehinde veya aleyhinde etkileyebilecek konumdaydi. Çin ayrica dünyanin en kapali rejimi olan Kuzey Kore ile de çok yakin ekonomik iliskiler içindeydi bu konuda da ABD çikarlari etkilenebilirdi. Kisacasi, ulusal politikalarin jeopolitik ve finansal yönleri, ayrilmalari mümkün olamayacak sekilde birbirinin içine geçmis vaziyetteydi. 2011 baharina gelindiginde kur savasinda Pasifik’teki ABD-Çin cephesi, belirtilen risklerin gölgesinde tehlikeli bir sessizlik yasiyordu.
Atlantik Cephesi
Dolar ile Euro arasindaki bu cephe çatisma yerine daha çok karsilikli bagimlilik olarak anlasilabilir. Bunun nedeni, taraflarin bankacilik sistemlerinin dünyadaki diger karsilikli finansal iliskilere göre çok daha yüksek ve genis ölçüde bir entegrasyon içinde olusudur. Dolar ve Euro, ayni yöne giden bir geminin iki yolcusudur. Yolculuk sirasinda gemi içindeki yerleri, kendi iradeleriyle kâh öne çikip, kâh arkaya düsebilir ama bu degisikliklerin boyutu, geminin boyundan uzun olamaz. ABD’nin esas ilgi alani Euro’yu asiri güçlendirmeye çalismaktan (AB’nin ABD’ye ihracatlari zorlassin diye) çok bütünüyle dagilmasini önlemektir. Çünkü Euro, 2. Dünya Savasi sonrasinda baslayan ve barisi korumayi amaçlayan bir Avrupa projesinin mucizevi bir para yaratim ürünüdür ve yasamalidir. Ayrica, Avrupa ABD için muazzam bir ihracat pazaridir. Güçlü bir Euro, Avrupalilarin Amerikan makinalarina, uçaklarina, tibbi ürünlerine, yazilimlarina, tarim ürünlerine ve çesitli hizmetlerine yönelik istahini açik tutar. Çöküsü, iki küresel çikti devinin arasindaki ticaretin çökmesi anlamina gelecektir.
Euro’nun desteklenmesinde Çin’in de çikari vardir çünkü Avrupa, Çin’in büyük bir müsterisidir. Ayrica Euro, Çin’in rezervlerini dolar disindaki bir para ile tutabilmesi için iyi bir alternatiftir. Almanya, ABD ve Çin’in Euro’ya verdigi destegi memnuniyetle karsilamaktadir. Bir ihracat devi olarak Almanya’nin zayif Euro’yu (ihracatini daha da arttirabilmek için) tercih etmesi beklenebilirdi, tipki ABD’nin zayif Dolar’i, Çin’in zayif Yuan’i tercih edecegi gibi. Bu durum kur savaslarinda kendi lehine bir unsur olabilirdi ama Almanya yalnizca AB disina degil, AB içine de büyük miktarlarda ihracat yapiyordu ve sattiginin karsiligini zayif bir para birimi ile almak isine gelmiyordu.
2011 yilina gelindiginde Euro 17 üye ülke tarafindan kullaniliyordu. Bu ülkelerin arasinda Yunanistan ve Ispanya gibi hep savurgan olan ve borçlarini ödeyemez hale gelmis zayif halkalar da vardi ve uyumu bozuyordu. 2010 yilinda Avrupa, devlet borçlari krizine girdi. Yunanistan gibi ülkeler, gerçek durumlarini gizleyen bilançolar ve duruma bilerek ya da bilmeyerek göz yuman ehliyetsiz derecelendirme kuruluslari sayesinde Maastrich Anlasmasi sinirlarini fazlasiyla asan düzeylerde borçlandilar. Yatirimcilar, Almanya devlet tahvilleri gibi saglam enstrümanlarindan sadece biraz daha yüksek faiz veren Yunanistan, Portekiz, Ispanya, Irlanda gibi ülkelerin tahvillerini havada kaptilar. Sorun çikmayacagini, devlet borçlarinin batmasina izin verilmeyecegine inaniyorlardi. Avrupa bankalari kasalarini yalnizca riskli ülkelerin Euro tahvilleri ile degil, sahtekâr Wall Street bezirgânlarinin yapilandirdigi, Fannie Mae, Lehman Brothers ve benzerlerinin sik ambalajlara büründürdügü paçavradan teminatli borç senetleriyle de doldurmustu. Saadet zinciri bozulunca (2010) Avrupa bankacilik sistemi borçlarini ödeyemez hale gelmisti.
Almanya ve Fransa gibi en büyük alacakli devletler, çevrelerindeki Yunanistan, Irlanda ve Portekiz gibi ülkelerin devlet borçlarini desteklemek için hizla toplandilar ve kurtarma operasyonlari basladi. ABD’de, Çin’de önemli ihracat pazarlarina zarar gelmemesi için krizin çözülmesine katki koydular. Avrupa devlet borcu krizinden esas olarak Almanya yararlandi. Euro’nun varligini sürdürmesi Almanya’ya Avrupa içinde egemen bir konum kazandirdi, bu arada Euro’nun uluslararasi plânda biraz zayiflamis olmasi dünyanin geri kalan kisimlarinda pazar payini genisletmesine yaradi.
ABD, Çin ve Almanya’nin çikarlari ayni yönü gösterdiginden simdilik Euro yasamaya devam etmektedir. Bankalarin çürük varliklarla dolu olmasi, çevre ülkelerin sürdürülemez maliye politikalari uygulamalari, Yunanistan ve Portekiz gibi ülkelerin vatandaslarina kemerlerini bellerini kopartacak kadar siktirtsa da o zavallilarin problemleri bir baska zamana ertelenebilirdi, su an için merkez önemliydi…
Avrasya Cephesi
Euro/Dolar iliskisi karsilikli bagimlilik ise, Euro/Yuan iliskisi yalnizca bagimlilik iliskisidir. Avrupa, ABD’nin önünde Çin’in en büyük ticari ortagidir. Yunanistan, Irlanda gibi zayif halkalarin Euro’dan kopmasi Çin’in ihracatina büyük zarar verecektir. Çin’in kriz sirasinda Avrupa devlet tahvilleri almaya kosarak kurtarma gayretlerine destek vermesi bundandir ve bu durumdan bir kayba ugramasi olanaksizdir. Ayrica ABD ile cephedeki mücadelesi sirasinda Avrasya kanadinin güvenligini saglamaktadir. ABD’nin de Euro’nun yasamasinda çikarlari oldugundan yukarida bahsetmistik. Bu kadar çok amaç birligi Euro’nun mevcut krizi atlatabilecegi ve öngörülebilir bir gelecek boyunca saglamligini koruyacagi anlamina geliyor. Euro/Yuan cephesine simdilik sessizlik hâkim.
Küresel Çatismalar
Kur savasinda yukarida sayilan üç ana cephenin disinda dünyada muhtelif baska cepheler, yan cepheler ve çatismalar var. Ikinci çemberde Brezilya basi çekiyor. 1994 yilina kadar Real-Dolar kurundaki çipa korundu. Bu tarihten sonra Brezilya devalüasyona giderek 1995-1997 yillari arasinda parasinin degerini plânli olarak %30 kadar düsürdü. Ülkede zaman zaman ödemeler dengesi krizleri yasandi, IMF’nin devreye girmesi gerekti. Brezilya’nin sansi 2003-2010 yillari arasinda Lula da Silva döneminde döndü. Bu dönemde ülkenin dogal kaynak ihracat kapasitesi muazzam ölçüde genisledi, teknoloji ve imalat tabaninda önemli ilerlemeler kaydedildi. Örnegin, Embraer uçaklari dünya standartlarina çikti ve Brezilya dünyanin en büyük üçüncü uçak üreticisi haline geldi. Ülke, özellikle 2008 paniginin ardindan, ABD ve Avrupa pazarlarinda getirilerin dibe vurmasiyla, yüksek getiri pesindeki küresel sermaye akislari (sicak para) için bir cazibe merkezi haline geldi. Parasi da buna paralel ölçüde, %40’lar civarinda degerlendi. Tabi ülkenin rekabet sansini azaltan bu durum nedeniyle ihracat sektörü ciddi biçimde sancilandi. ABD ile yaptigi ikili ticaret 15 milyar Dolar fazla verirken 6 milyar Dolar açik vermeye baslayinca ülkenin maliye bakani küresel bir kur savasinin basladigini ilân etti (2010). Brezilya asiri degerlenmis parasi yüzünden Çin montaj ve tekstil sektörü karsisinda da geriledi. Ülkenin, Real’in deger kazanmasini sinirlama çabalari enflasyona yol açti. FED muazzam miktarda para bastigindan Brezilya Dolar karsisinda Real’i sabit tutma amaciyla kendisi de para basiyor,böylece ABD’den enflasyon ithal etmis oluyordu (Çin’de de ayni olay yasanmaktaydi). Ülkenin sartlari sicak parayi miknatis gibi çekiyordu. Brezilya kapisinin önüne gelen tüm dolarlari satin alarak çipayi korumayi basaramadi. Yüksek kur ve enflasyon arasinda sikismisti. Sicak para girisini kontrol etmenin zamani gelmisti. Sermaye denetimleri, yabanci yatirimcilara vergi uygulamalari ve sair önlemler devreye girdi.
Çapraz ates altindaki tek ülke Brezilya degildi. Sicak para akisi, Hindistan, Endonezya, Güney Kore, Malezya, Singapur, Güney Afrika, Tayvan ve Tayland’i da rahatsiz ediyordu. FED’in gevsek para politikalari sonucunda dünyanin her yerinde daha yüksek getiri pesinde kosarak dolasan Dolar seli, bu ülkelerin para birimlerinin asiri degerlenmesine yol açiyor, ihracat için rekabet güçlerini olumsuz yönde etkiliyordu. Ülkeler, sicak para üzerindeki denetimleri giderek arttirdilar. Paralarinin degerini düsük tutarak ihracat rekabetçiliklerini ayakta tutmaya çabalayan ülkelerin hiç biri, rezerv para özelligi arz eden bir para birimine sahip degildi. Bu onlari, piyasalara dogrudan müdahale ederek yapilabilen kur savaslari sürecinde, Dolar, Yuan ve Euro karsisinda zafiyete ugratiyordu.
Bu ülkeler ve genelde dis ticareti olan ülkelerin tümü, 3. Kur Savasinin neden oldugu sikintilari gidermek için yetersiz kalan IMF’ye takviye olarak çok tarafli bir koruma ihtiyaci içindeler. Kur savaslarinin dünyaya onarilmasi olanaksiz zararlar vermesinin engellemesi konusunda rehberlik etmesi ve yeni kurallarin getirilmesi için gözler giderek G20’ye çevrilmektedir.
7. Bölüm: G20 Çözümü
G20 olarak bilinen yirmili grup gerçek bir dünya yönetimin yoklugunda küresel sorunlari çözümleme ihtiyacindan dogan, olaganüstü ve çok güçlü bir organizasyondur. Bir zamanlar dünyanin en büyük 7 ekonomisine sahip ülkelere atifla G7 olarak anilmaktaydi. Bu grup simdilerde, kimi dogal kaynaklarinin büyüklügü (Rusya, S. Arabistan gibi), kimi jeopolitik konumlari nedeniyle, kimi cografi dengeler gözetilerek (Türkiye, G. Afrika, Arjantin) toplam 20 ülkeden olusmakta. AB bir ülke olmamakla birlikte, merkez bankasi dünyanin rezerv paralarindan birini ihraç ettigi için davet edilmistir. Ispanya, Hollanda ve Norveç gibi ekonomik agirligi olan bazi ülkeler resmen disarida birakilmis olmakla birlikte ekonomik önemleri nedeniyle zaman zaman toplantilara davet edilirler. Bu bakimdan “G20 ve Dostlari”, topluluk için daha uygun bir adlandirma olabilir.
Baskanlarin, basbakanlarin ve krallarin katildigi periyodik olarak yapilan zirve toplantilari önemlidir. Bu toplantilarda uluslararasi para sistemi, küresel finans sorunlari ve kur savaslarini frenleme ihtiyaci tartisilir. Bu yönüyle G20, çikmakta olan kur savaslarinin çözüme kavusturulmasi konusunun ana forumudur. Bu forumu tüm katilimcilar kendilerine özgü nedenlerle severler; görece küçük ülkeler bu forumda seslerini duyurabilir, ikili görüsmelerden hoslanmayan Çin, G20’nin kalabalik ortaminda müzakere etmeyi tercih eder, ABD de tek tarafli bir tutum içinde olmayip herkesle isbirligi halinde oldugu algisini pompalar.
Eylül 2008’de Lehman Brothers ile AIG’nin batmasi ve ardindan gelen panik, tarihteki en büyük finansal felaketlerden biriydi. O tarihte ekonomik koordinasyonun esas forumu G7 idi ama Çin G7’nin içinde degildi. Oysa panik sürecinde Çin’in, dünyanin en büyük yatirimcilarindan biri oldugu ve bu özelligi ile kurtarma sermayesinin potansiyel kaynagi olabilme rolü yadsinamiyordu.
1999 basindan beri yalnizca bir maliye bakanlari toplantisi olan G20, çikan sorunlarin cesametine paralel biçimde 2008 yili Kasim ayindan itibaren Baskan Bush’un girisimiyle en güçlü liderlerin bir araya geldigi bir zirveye dönüstü. G20’nin küresel piyasalara çeki düzen verme platformu oldugu söylenebilirse de esas itibariyle Dolar/Yuan çekismelerine ve bu iki para biriminin sahibi olan ülkelerin ekonomilerine odakli oldugunu belirtmek yanlis olmayacaktir. Söz konusu iki ekonominin küresel ekonomi içindeki payi ve bunlarin diger ekonomiler üzerindeki etkisi düsünüldügünde durumun yadirganacak bir yani da yoktur.
Simdi Çin ve ABD ekonomilerine GSYIH penceresinden bir göz atalim. 2011 basinda ABD’de GSYIH yaklasik 14,9 trilyon dolara çikti. Bilesenlerine ayrildiginda bunun %71’nin tüketim, %12’sinin yatirim, %20’sinin devlet harcamalari ve eksi %3’ünün net ihracat oldugunu görüyoruz. Çin’e bakildiginda ise baslica kalemler itibariyle durum neredeyse bunun tam tersidir: tüketim %38, yatirimlar %48, net ihracat %3,6. Görüntü açik; ABD tüketime, Çin yatirima yaslanarak büyüyebiliyor. Yapilmasi gerekenler de belli: Çin’in tüketimini arttirip (daha fazla Hollywood filmleri, ABD mali yazilim, vb. ithal etmesi), ihracatini düsürmesi, ABD’nin de bunu tam tersini yapmasi, yani ithal tüketimini azaltmasi ve Çin’e yapilacak ek ihracatla is olanaklari yaratmasi. Bu isler tek basina döviz kurlari ile oynanarak yapilamazdi.
ABD ekonomisinin toparlanmasinda tüketim daima önemli unsur olmustur. Düsük faiz oranlari, gevsek para politikalari, kolay konut kredisi kosullari, yükselen borsanin yarattigi refah etkisi ve kredi kartlari ile harcama çilginliginin bilesimi, daima ekonomiyi durgunluktan çikarip hareketlenme getirmeye yetmistir. Ancak bu standart formül ile kat edilebilecek yolun sonuna gelinmistir. Tüketici asiri kaldiraç kullanmis, konutun net degeri buharlasmis (tüketicinin konut kredileri için aldigi borç, evin piyasa degerini asmis), tüketim yavaslayinca yatirimlar durmus, yüksek issizlik, borç yükü sikintilari ve halkta gelecek kaygisi bas göstermistir. Durumun sürdürülemez hale geldigi ve ekonominin canlanmasi için kalan tek yolun “ihracat” oldugu artik belirginlesmistir.
Böyle bir ortamda Obama yönetimi Ocak 2010’da, ABD’nin ihracatini bes yil içinde ikiye katlamayi amaçlayan “Ulusal Ihracat Girisimi”ni ilan etti. Dolarin zayiflamasini gerektiren bu hedef, gerçeklesebilir bir hedef miydi ve gerçeklesmesi halinde ABD’nin ticari ortaklarina ve dünyanin diger yerlerindeki hassas büyüme dengelerine maliyeti ne olurdu temali tartismalar baslarken ABD ekonomi politikasi paldir küldür kur savaslarina toslamis oldu.
ABD’nin ihracatini arttirabilmesi için dünyanin en kalabalik ülkesi olan Çin’in tüketimini arttirmasi gerektigi tamam da, sosyal güvenlik aglarinin zayif oldugu bu ülkede insanlari tasarruf geleneklerinden vaz geçirip tüketime zorlamak kolay is degildi. Halkina is alani yaratmayi temel öncelik alan bir ülke, parasini degerlendirmeye, böylece ihracatini azaltarak kendi ayagina kursun sikmaya nasil ikna edilecekti? Bu sorular havada asiliyken hayat söyle devam ediyordu; ABD’de Niceliksel Gevseme (tercümesi: FED’in para basmasi) devam ediyor, bu paranin çogu dis ticaret fazlasi veya ABD’dekinden daha yüksek kârlar arayan sicak para akisi olarak Çin’e girmenin yolunu buluyor, Çin Halk Bankasi bu dolarlari satin almak için habire para basiyor, bu da ülkede enflasyonun yükselmesine neden oluyordu. Çin ABD’den enflasyon ithal eder olmustu. ABD mutluydu çünkü artan enflasyon Çin’de maliyetleri yükseltiyor, rekabet gücünün azalmasina yol açiyordu. Sonuç, ABD’nin Çin’den yaptigi ithalatin azalmasiydi ve ABD kur savasinin ilk raundunu kazanmis gibi gözüküyordu. ABD’nin Niceliksel Gevsekligi, Çin’de yarattigi sonuçlarin benzerleri kisa sürede G. Kore, Brezilya, Endonezya, Tayland, Vietnam ve diger yerlerde kendini göstermeye basladi.
Homurdanmaya baslayan bu ülkelere FED Baskani Bernanke’nin cevabi ise su oldu: “Paranizin degerini arttirmazsaniz, kendinizden baska kimseyi suçlayamazsiniz!”. FED’in para basma ayricaligini kötüye kullanmasinin bu islerde hiç rolü yoktu…
Bu yaklasim, söz konusu ülkelerde ve dünya genelinde tüketicinin kullandigi, bugdayindan petrolüne her türlü emtianin fiyatini yükseltiyordu. Arap dünyasinda 2011 yili basinda Tunus’ta baslayip hizla yayilan kargasanin nedenlerinden birinin demokrasi yoksunlugu oldugu açik. Ama çok önemli bir digeri de yükselen gida ve enerji fiyatlari ve buna bagli olarak düsen hayat standartlari idi. Bu ülkelerde enflasyon firladi, turizm gelirleri düstü, yapilmasi kaçinilmaz hale gelen sübvansiyonlar nedeniyle bütçe dengeleri alt üst oldu. ABD’nin dünyayi dolarla doldurma stratejisi tüm dünyaya zarar veriyordu.
2010’da yapilan G20 toplantisinda ABD, dis ticaret fazlasi belli bir orani asan ülkelerin paralarini revalüe etmelerini zorunlu kilan bir ölçü önerdi. Hedef Çin’di ama Almanya’da bu fikirden hoslanmadi (çünkü GSYH’nin yüzdesi olarak ifade edildiginde. Almanya’nin fazlasi neredeyse Çin’inki kadar büyüktü). Öneri çöpe gitti. Yerine “gösterge niteliginde esaslar” geldi. Polislik isini IMF yapacakti. Ama IMF yönetimi agirlikli olarak K. Amerika, Japonya ve Bati Avrupa’dan olusan eski üç tarafli modele dayaliydi ve nüfuzu Çin, Hindistan, Brezilya ve Endonezya gibi gelismekte olan güçlü pazarlarda hos karsilanmiyordu. Kriz kapiya dayanmisti.
Mart 2011’de Japonya’da meydana gelen 9 siddetindeki deprem ve ardindan gelen nükleer felaket krizi tetikledi, yikim çok büyüktü. Japon yatirimcilar, yeniden insa çalismalarini finanse etmek için rezervdeki dolarlarini satip içeride kullanmak üzere Yen satin almaya basladi. Bu talep Yen’i degerlendirdi, dolar karsisinda ani ve rekor bir yükselis yapmasina neden oldu. Bu ABD için uygundu ama Japonya’nin istediginin tam tersiydi. Ülke bir felaketle karsi karsiyaydi ve ekonomisini rayina oturtmak için ihracatini yükseltmesi gerekiyordu. Bunun için de Yen’in degerli degil ucuz olmasi elzemdi. Bu noktada dayanisma duygusu her nasilsa öne çikti ve ABD, Japonya ve Avrupa Merkez Bankasinin olusturdugu büyük üçlü devreye girdi. Yöntem, Dolar, Euro, Isviçre Frank’i ve diger dövizlerin büyük miktarlarda satin alinmasiyla Yen’in degerinin ciddi biçimde düsürülmesi seklinde belirlendi. Bu yöntem basarili oldu. Böylece, yasanan felaket nedeniyle Japonya’nin zayif Yen ihtiyaci, ABD’nin zayif Dolar plâninin önüne geçmis oldu. Bu gelismeler, paralarini ucuzlatmak isteyen Çin, ABD ve Avrupa kervanina ister istemez Japonya’yi da katmis oldu. Herkes parasini ayni oranda ucuzlastiramazdi. G20’nin çözüm arayisi sürüyor…
III. KISIM: BIR SONRAKI KÜRESEL KRIZ
8. Bölüm: Küresellesme ve Devlet Sermayesi
Tarihsel olarak bir kur savasi ülkelerin, bedelini ticari ortaklarina ödetmek pahasina maliyetlerini düsürmesi, ihracatlarini arttirmasi, istihdam yaratmalari ve ekonomilerini canlandirma çabalariyla yaptigi rekabetçi devalüasyonlari içerir. Kurlarin “komsuyu zayiflatmak” amaçli gerçek bir jeopolitik silah olarak kullanildigi senaryolari da yasamaktayiz. Bu sinsi saldirilara sadece devletler degil ayni zamanda ulusal varlik fonlari, özel timler, istihbarat servisleri, siber savasçilar, sabotajcilar, teröristler ve suç sebekeleri de katilirlar. Bir ülkenin parasinin degeri o ülke için Asil’in topugudur. Para çökerse kendisiyle birlikte her sey çöker. Altin olsun, borsa olsun piyasalar iner de çikar da. Bir piyasa hizla düstügünde bir baska piyasada para kazanmanin bir yolu her zaman vardir. Ancak hisseler, tahviller, emtialar, türevler ve diger yatirimlarin hepsi ülke parasi cinsinden fiyatlandirilir. Para tahrip olursa tüm piyasalar ve ülke tahrip olur dememiz bundandir. Ne yazik ki ABD güvenlik camiasi “finansal terörizm” diye nitelendirilebilecek bu tehditleri yeterince ciddiye almiyor. Finans savasi tehditleri, ancak günümüzün finans dünyasi baglaminda anlasilabilir. Bu dünyayi, küresellesmenin zaferi, devlet kapitalizminin yükselisi ve terörün devamliligi kosullandirmaktadir. Finans savasi, silahlari kalitesiz olmakla birlikle daha kurnaz olanlarin tercih ettigi sinirlanmamis bir savastir.
Küresellesme
Çok uluslu sirketler çoktandir var. Merkezi belirli bir ülkede olan bu sirketler, subeleri ve bagli kuruluslari vasitasiyla diger ülkelerde de faaliyet gösterirlerdi ama neticede anavatanin ulusal kimligi korunurdu. Simdilerde bunlar ulusal kimliklerini mümkün oldugunca bastirip gölgeleyerek küresel bir marka biçiminde yeni bir kimlik olusturdular. Anavatan ile duygusal baglari koptu, maliyet, lojistik ve kâr kaygilari öne çikti. Özellikle 90’larin sonunda yayginlasan gevsek sermaye denetimleri ve borsalarin kuralsizlastirilmasi, fonlarin belirli piyasalara girip çikmasini kolaylastirdi, küresel devler olustu. Rusya ve Çin, Batili devletlerde gelistigini gördükleri yeni küresel normlarin cazibesine sahit oldukça bunlarin çogunu benimsemeye hevesli kapitalizm yanlisi toplumlar olarak yükselise geçti.
Sinirsiz dünyada sonsuz risk finansin yeni kosuluydu. Küresellesme finans ölçegini ve karsilikli bagimliligi görülmemis ölçüde arttirdi. Örnegin, Nevada alt gelir grubu ipotekli konutlardan olusan teminata dayali tahviller, bölünüp yeniden ambalajlanarak, Alman bankalarina satilabildi. Arjantin tahvilleri, Londra’da teminatlandirilip New York’da satin alinabiliyordu. 2011 yilinda küresellesmis finans her yerde mevcuttur; kalici olup olmayacagini ise zaman gösterecektir ama geçmiste yasanan finansal krizler gösteriyor ki günümüzün sik ambalajina bürünmüs türev benzeri finansal ürünler, patlamaya hazir cilali birer bombadir.
Devlet Sermayesi
Yirminci yüzyil sonunda gelisen tek jeopolitik olgu küresellesme degildi; bir digeri devlet kapitalizmi idi.
Devlet kapitalizmi, 17. yüzyildan 19. yüzyila kadar egemen ekonomik model olan merkantilizmin yeni son moda adidir. Merkantilistler dis ticareti dostlarla yapilan, rakiplerin dislandigi bir faaliyet olarak görürler, sübvansiyonlari ve ayirimciligi, ekonomik hedeflere ulasmanin mesru araçlari olarak benimserlerdi. Basariyi da, bedeli ne olursa olsun biriktirdikleri altinla ölçerlerdi. 1600’lerde Ingiltere’de (East India Company) ve Hollanda’da (Dutch East India Company) adlariyla kurulan kurumlar, özel sirket olmalarina ragmen kendilerine verilen imtiyazlara dayanarak Asya, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika’da yaptiklari islerde hükümetleri adina hareket ettiler. Koloniler kurmaktan kendilerine özel ordular olusturmaya, para basip yabanci devletlerle anlasmalar imzalamaya kadar her türlü siyasi, askeri ve ekonomik faaliyetin içinde bulundular.
Günümüzde de, özel sektöre aitmis gibi göründügü halde arkasinda neredeyse sinirsiz devlet kaynaklari olan sirketler (Örn. China Petroleum & Chemical Co. / Sinopec), uluslararasi ihalelere girebiliyor, arkalarina aldiklari devlet gücünün sagladigi muafiyetler sayesinde her türlü haksiz rekabet, rüsvet ve yasa disilik yapabiliyorlar. Bunlardan Rusya, Çin, Brezilya, Meksika ve diger gelismekte olan piyasalarda bolca bulunur. Avrupa’da da özellikle uçak, savunma, uzay sistemleri ve petrol sektörlerinde özel görünümlü olup devlet patronlugunda yönetilen sirketler vardir. ABD bu islere homurdansa da, kendisinin hükümet olarak 2008’de Citibank, GE ve Goldman Sachs’i kurtardigini, dünyadaki benzerlerinden fazla da farkli olmayan kuruluslara sahip oldugunu unutmamalidir.
Istihbarat, kendini baskalarinin yerine koyabilme, olaylara baskalarinin zaviyesinden bakabilme becerisidir. Ruslar dogal gaza sadece ihracat geliri olarak degil Avrupa endüstriyel ekonomisi üzerindeki mutlak bir güç olarak bakarlar. Çinli strateji uzmanlari ellerindeki tomarlarla ABD tahvillerine baktiklarinda, ABD ekonomisini imha edebilecek ya da kendilerini havaya uçurabilecek bir bombaya baktiklarini bilirler. Araplar da modernite yolunda ilerledikçe kendilerini ezebilecek gerici ve dinci bir mengeneye girdiklerinin farkindadirlar.
Dubai
Orta Dogu’daki onca karisiklik arasinda görece sakin bir ada olan Dubai aslinda asiri kötü bir muhittir. Piriltili restoranlarinda Israilli ajanlar, Iranli provokatörler, Rus tetikçiler, Suudi silah simsarlari, kaçakçilar cirit atar. Burasi bulusabildikleri, yeni adamlar devsirebildikleri ve tutuklanma korkusu olmadan dolap çevirip birbirlerine ihanet edebildikleri, cinayet isleyebildikleri, uluslararasi entrikalarin tezgâhlanabildigi esrarengiz ve tarafsiz bir ortamdir.
Kaçakçilik büyük istir. Limanlari, sözde ambargo mustaribi Iran’a gidecek elektronik esya, teçhizat, yedek parça vs. ile yüklenmis konteynerler ile doludur. Sony ya da HP logolu kolilerin içindeki altin ve para miktarini kimseler bilemez. Tarihte inci çikarma ve kaçakçiligini yapmakta ustalasmis Dubai’de bu geleneksel eski meslek, örtülü biçimde bile olsa kötü gözle bakilmayan bir yasam tarzidir. Bu muazzam ölçekteki ekonomik faaliyetin olmazsa olmazi bankalar ve finans kuruluslaridir ve onlar da Dubai’de yogun biçimde boy gösterirler. Somali korsan ticaretinin, Iran kiyi bankaciliginin merkezi burasidir. Burada akla hayale sigmayacak degerde altin ticaret, spekülatif döviz islemleri yapilir. Görkemli gökdelenlerin altinda Brink’s (ABD merkezli bir güvenlik ve koruma sirketi) tarafindan yönetilen dünyanin en büyük ve en güvenli kasa daireleri bulunur. Isviçre bankalarinda gizliligin saldiri altinda olmasi nedeniyle karanlik servetlerin sahipleri, servetlerini izi sürülemeyen altina çevirerek bu kasalarda saklarlar. Ayrica Dubai, dünyanin en büyük kâgit para aktarma noktasidir.
Genel olarak dünyada yozlasma ve islev bozuklugu olmasaydi, Dubai diye bir yer de olmazdi. Her savasin tarafsiz bir bulusma yerine ihtiyaci vardir (Casablanca filmindeki Rick’s Cafe gibi). Içinde bulundugumuz finansal terör ve kur savaslari döneminde Dubai, Rick’s Cafe’nin islevini yerine getiriyor.
Moskova
Moskova’nin, yapimi 1995’te tamamlanan en görkemli binalarindan biri Gazprom’a ev sahipligi yapar. Gazprom Rus dogal gazinin %85’inden fazlasini, dünyadaki dogal gaz arzinin %20’den fazlasini üretmektedir. 2008 yilinda Rusya Devlet Baskani seçilen D. Medvedev iki kez Gazprom yönetim kurulu baskanligi yapmistir. Putin’in basbakan oldugu dönemde Gazprom yönetim kurulu baskani Zubkov, basbakan yardimcisiydi. Sirketin hisseleri çesitli borsalarda islem görse de Rus devleti tarafindan kontrol edilir. Gazprom’un uzun vadeli plânlari bir sirket stratejisinden çok askeri taktik arastirmasina benzer. Ordu benzeri bir güvenlik yapisini bünyesinde bulundurur ve en büyük düsmaninin adi da Nabocco’dur.
Nabucco, Rus gazini ve topraklarini kullanmadan Avrupa’ya dogal gaz tasima isini gerçeklestirmeye soyunmus konsorsiyumun adidir (boru hatti Türkiye’den baslar, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya üzerinden Avrupa’ya ulasmayi hedefler). Proje, Avrupa’yi enerji açisindan Rusya’ya bagimliliktan kurtaracagi için AB ve ABD tarafindan desteklenmektedir. Rusya ise neredeyse tekel olarak kabul edilebilecek üstünlügünü kaybetmemek için Nabucco’yu sabote etmek anlaminda elinden geleni ardina koymamaktadir. Gürcistan’in isgali, Ukrayna meselesi bu konuyla yakindan ilgilidir.
Rusya 2009 yilbasi gecesi, ödeme yapilmadigi gerekçesiyle her zaman yaptigi gibi gazi gene kesti. Ukrayna can havliyle transit geçen gazi kendisi kullaninca, Dogu Avrupa’da bazi fabrikalar kapandi, o ayazda evlerinde donan insanlar oldu. Ukrayna Rusya’nin esiri konumuna düsmüstü ama kendisini koruma dürtüsüyle de olsa bir bakima Avrupa’yi rehin almis oldu. Putin, kendi alacaklarinin pesinde olan bir tüccarin mesru mücadelesi görünümü altinda Avrupa’ya, sorunun çözülmesini istiyorsa, Ukrayna’ya para yardimi yapmasi gerektigi tavsiyesinde bulundu. Böylece dogal gaz ve para silahlari birlikte kullanilabilecekti.
Mavi yakit kurbani Dogu Avrupa ülkeleri için bir çözüm tabi ki var: NATO’ya, Euro’ya, Dolar’a ve Bati’ya sirt çevirip güvenli, bel baglanabilir ve makul fiyatli enerji karsiliginda yeniden Rusya’nin kanatlari altina girebilir, bölgesel bir Ruble blokuna katilabilirler!
Rusya egemen rezerv para birimi olarak dolari tahtindan indirmekten açikça söz ediyor. Dogu Avrupa ülkeleri ile birlikte Orta Asyali diger gaz tedarikçileri, bölgesel bir rezerv para birimi olarak Ruble’yi benimserlerse, enerji, bu cografyanin ekonomisini bastan asagiya yeniden sekillendirebilir ve bu sefer ayazda kalan Dolar olur.
Pekin
Çin, tarihsel olarak aniden ve sik sik krize girebiliyor. Görünüsteki canliliga ragmen, etnik gerilimler, enflasyon, issizlik, konut balonu patlamasi gibi nedenler Çin’e yeni bir çöküs yasatabilme potansiyeli tasiyor. Çin normal nüfus sikintisina ek olarak, tek çocuk politikalari dogrultusunda kiz çocuklarin öldürülmesi sonucu olusan 24 milyon “fazladan erkek” sorunu yasiyor. Bekâr erkek sayisinin fazlaligi ve issiz kalabaliklarin suça yönelmesine vesile oluyor. Ülkenin büyük rezervleri ve istihdam yaratacak altyapi yatirimlari sayesinde istikrarsizligi kisman giderebilecegini kabul etsek bile söyle bir soru var: ABD ihraç ettigi enflasyonla bu rezervlerin degerini düsürdügünde ne olacak? ABD-Çin kur savaslari daha yeni basliyor. FED’in niceliksel gevseme politikalari bu savasin ilk kursunudur ve Çin’in kendini korumaya yönelik karsi hamleleri masanin üzerinde durmaktadir. Çin Halk kurtulus Ordusu albaylarindan Xiangsui’nin 1999’da yazdigi “Savas Tanrisinin Yüzü Belirsizlesti” kitabindaki su ifade bosuna degildir: Finansal savas, “hiperstratejik” bir silah haline gelmistir. Nedeni kolaylikla manipüle edilebilmesi, gizli faaliyetlere izin vermesi ve sonuçlarinin çok yikici olmasidir.
Çin’in küresel finans sistemiyle ana baglantisi ABD devlet tahvil piyasasidir. Tahvil alis verisini, FED ile imtiyazli iliskileri olan aracilar (UBS, J. P. Morgan, Goldman Sachs gibi) vasitasiyla yapar ve bu aracilari birbirleriyle rekabete sokarak en iyi fiyattan bono alir. Çin’in elinde yalnizca ABD hazinesince ihraç edilen tahviller degil, Fannie Mae, Freddie Mac gibi özel kuruluslarin ihraç ettigi Dolar cinsinden tanzim edilmis baska tahviller de bulunur. Seffafligin olmadigi Çin’de bu tahvillerin tam miktari bilinmese de bir trilyon dolari çok astigi tahmin ediliyor. Çin’in büyük korkusu, ABD’nin enflasyon araciligiyla parasini devalüe etmesi ve tahvillerini degersizlestirmesidir. Çin’in bu tahvilleri hizla elden çikaracagi ve böylece ABD’de faizlerin firlamasina, Dolarin döviz piyasalarinda çökmesine sebep olacagi yönünde çokça spekülasyonlar yapiliyor. Ama Çin, kendine zarar verme anlamina gelebilecek toptan ucuza satisa gitmeden de bazi hamleler yapabilir. Bunlardan biri, usul usul, uzun vadeli bonolari kisa vadelilerle degistirme hamlesidir.
Çinliler her yil dis ticaret fazlalarindan birkaç yüz milyar dolar kazanmakta ve rezervlerini girisken bir biçimde çesitlendirmekteler. Bu çesitlerin arasina, arzi kisitli olan Yen, Euro ve Sterlin cinsi tahvillerin yaninda emtia da girdi. Emtia denince akla yalniz altin, petrol ve bakir gibileri gelmesin. Madencilik sirketlerinin hisseleri, bugday misir gibi tarim ürünlerinin üretilebilecegi araziler ve hepsinden önemlisi su da bunlarin arasindadir. Çinliler su aralar Patagonya’daki derin göller ve buzullardaki tatli sularin tüm haklarini satin almak için özel fonlar olusturmakla mesguller. Bu tip varlik fonlari vasitasiyla, altin üzerinde de çokça spekülatif islemler yaptiklari biliniyor. Çin’in ABD Dolarina yönelik durusunun, rezerv çesitlendirmesi gelistikçe daha da sertlesmesi mümkündür.
Çöküs
Finansal cadi kazaninda fokurdayan onca riskin en büyüklerinden biri –karsilikli iliski- meselesidir. Rusya gaz silahini, Çin para silahini ayni anda çekerse dünya piyasalari ne hale gelir, ortaya çikabilecek istikrarsizliklar hangi jeopolitik ve sosyal sonuçlari dogurur düsünmesi bile korkunç.
Ayni cadi kazaninda, bir rezerv para birimi olarak dolara alternatif arama fikri de kendini gösteriyor. Dis ticaret fazlalari olan ülkelerin birikimlerini dolara yatirmalari iyi de, ABD’nin borçlarini finanse etmek için geleneksel rakiplerine bagimli olmasi dengeleri hassaslastiriyor, sadece maliye politikalarini degil, ulusal güvenlik ve askeri seçeneklerini de kisitliyor. Jeopolitik domino taslari, halen devrilmekte olduklari yerlerin disinda, Dogu Avrupa, Ispanya, Meksika, Iran ve S. Arabistan’da da devrilmeyi bekliyor. ABD’nin gücüne yönelik meydan okumalar güçleniyor. Bir girdaba dogru düsmeye basladik. Denetimsiz küresel sermaye ile istikrarsiz jeopolitigin birlestigi nokta, canavarin pençelerini göstermeye basladigi noktadir.
9. Bölüm: Iktisat Biliminin Istismari
Serbest piyasa kapitalizminin yükselisinden bu yana ekonomik sistemlerin karmasadan bütünüyle uzak kaldigi hiçbir dönem olmadi. Balonlar, panikler, çöküsler, bunalimlar hep yasandi, gelip geçti. Yeni bilimsel iktisat bunlara önlem olarak, maliye ve para politikalarina ince ayar yapilmasi dis ticaret kosullarinin yeniden dengelenmesi, riskin türevler araciligi ile dagitilmasi yoluyla piyasa dalgalanmalarinin önlenmesi gibi öneriler getirdi.
2008 panigi, iktisat imparatorlarinin çiplak oldugunu ortaya çikardi. Sermaye piyasalariyla ekonominin toptan çökmesi birçok önlemi içeren büyük ölçekli devlet müdahaleleri ile engellenebildi. Birkaç istisna disinda önde gelen makro iktisatçilar, politika üreticileri ve risk yöneticileri çöküsü öngöremediler. Anlasiliyor ki 1947 sonrasi sözde pozitif iktisat bilimi, hizli büyüme ve hizli çöküs sorunlarini hafifletmek konusunda herhangi bir basari saglayamamistir. Aksine, açik bütçe harcamalari, borç yükü, artan gelir esitsizligi ve büyüyen issiz ordulari dikkate alindiginda modern iktisat uygulamalarinin toplumu daha da yoksullastirdigina isaret eden çok fazla kanit bulunmaktadir. Bu basarisizliklari anlamak, büyümenin niçin yavasladigini, kur savaslarinin neden yaklastigini anlamamiza olanak verecektir.
Federal Reserve
Birkaç baslik:
·      1913’te kuruldugundan bu yana FED’in en önemli yetkisi dolarin satin alma gücünü korumak olmustur. Oysa Dolar 1913 yilindan beri %95’in üzerinde deger kaybetmistir. FED savunuculari bu süreçte artan ücretlerin, düsen satin alma gücünü dengeledigini söylese de olayin bir baska yönü çok yikici: Ücretler ve fiyatlar zararsiz biçimde birlikte yükselmiyor. Ücret yükselmelerinden toplumun tüm kesimleri ayni oranda faydalanamiyor. Sistem hak etmemis sanslilar ve sansiz garibanlar üretiyor, gelir dagilimi adaleti fena halde bozuluyor.
·      FED’in temel görevlerinden biri de sorun yasanan süreçlerde kredi için son basvuru mercii olarak olaylara müdahale etmektir. Bu görev için FED’e iki kere basvuruldu, ikisinde de büyük hatalar yapildi. Bunlardan ilki, 1929-1933 bunalimi sirasinda yasandi. FED’in likidite saglamasi gerekiyordu, saglamadi. Ikincisi, 2007-2009 krizi sirasinda yasandi. Yaptiklari asiriliklar yüzünden ödeme güçlügüne düsen bankalarin kapatilmasi gerekiyordu ama bunun yerine likidite saglandi. 2009‘da Kongre tarafindan kurulan “Finans Krizi Sorusturma Komisyonu“nun yargisi da bu yöndedir. “Krizden kaçinilabilirdi. FED zehirli ipotekli kredi akisini, ihtiyatli ipotekli kredi standartlari olusturarak önleyebilirdi, yapmadi. Finansal düzenlemeler ve denetlemeler konusunda basarisiz oldu. Yetkilerini dogru yönde kullanmadilar” sözleri bu komisyon raporundan.
·      ABD su sira, hazinenin sürdürülemez bütçe açiklarina sahip oldugu ve iflas etmemek için bono sattigi bir sisteme sahiptir. FED bu bonolari satin almak için para basmakta ve onlara sahip oldugu için zarar etmektedir. Bunun ardindan Hazine FED’i iflastan kurtarmak için ondan borç senetleri almaktadir. Böylece FED’in zararlari hazinenin sirtina yüklenmis olmaktadir. Tam bir akrobasi! Bu tür muhasebe oyunlari yapan sirket yöneticileri normalde hapse atilir. Ayrica unutulmamalidir ki Hazine bir kamu kurulusudur ama FED bankalarin mülkiyetindeki bir özel kurulustur. Yapilan dalavereler sonucunda, vergi mükelleflerin paralari, bankalarin çikarlari ugruna harcanmis olmaktadir. Sizce, FED ve Hazine, birbirlerine yaslandiklari için ikisi de düsmeyen iki sarhos görüntüsü vermiyor mu?
·      FED’in basari hanesine yazilabilecek tek sey, Nixon krizi zamaninda 11 milyar Dolar degerinde olan altin stokunu, 400 milyar Dolar’in üzerine çikarmasidir ki bu da FED’in Dolarin degerini düsürmesinden kaynaklanmaktadir.
·      Hâsili, bütün olarak bakildiginda, önemli görevlerin çogunda FED’den daha istikrarli biçimde basarisiz olan baska bir devlet kurulusu bulabilmek zordur.
Monetarizm, Keynesçilik, Finansal Iktisat, Washington ve Wall Street Üzerine Notlar
Ekonomik büyümenin yavasladigi dönemlerde Keynesçi ve monetarist yaklasimlarin egemen oldugu biliniyor. Monetarizmin temel ögretisine göre GSYH’deki degisimlerin en önemli nedeni para arzindaki degisimlerdir. Para arzini FED kontrol ediyor. FED basilan parayla devlet tahvili alarak para arzini arttiriyor ve sistemden çekilecek para karsiliginda tahvil satarak para arzini azaltiyor. Ne var ki, FED’in para basarak kontrol ettigi, parasal taban olarak adlandirilan para arzi, toplam para arzinin yalnizca %20’sidir. Diger %80’lik bölümü, kullandirdiklari kredilerle ya da para piyasasi fonlari ve ticari senetler gibi diger varlik yaratma biçimleriyle bankalar yaratir. Bu da bizi kritik bir noktaya getiriyor. FED’in kontrol edebildigi taban para, ekonomiyi yeniden canlandirabilecek ya da issizligi azaltacak kadar hizli çalismiyor. Harcamalarin ve yatirimlarin artmasi için FED’in banka kredilerini ve paranin dolasim hizini arttirmasi gerekiyor. Ancak harcama, kredi verenlerin, alanlarin ve tüketicilerin psikolojisi tarafindan yönlendirilen davranissal bir olgudur. Bu nedenle FED ekonomiyi canlandirmak için dalavere, manipülasyon ve propaganda sanatlari icra eder. Örnegin, refah etkisi yaratacak isler yapar. Kendini refah içinde hissedenlerin daha fazla harcama yapmasini bekler. Bunun için faizler düsük tutulur, gevsek para politikalari uygular, borsa desteklenir, enflasyon korkusu pompalanir.
Ölçüsüz para basimi Dolar’i degersizlestiriyor (devalüasyon) ve FED’in dolari yönetme biçimi ABD’nin ticaret yaptigi ülkeleri rahatsiz ediyor. Onlar isin farkinda ama Dolar’in çökmekte oldugundan Amerikan halki ne kadar haberdar? FED aldatmaca ve propagandayla karisik iletisim araciligiyla toplumunu kontrol etmeye çalismakta ama halk aldatildigini anladiginda olusacak güven kaybi nasil telafi edilecek? ABD bu noktaya tehlikeli biçimde yakindir.
Biraz da Keynesçilige deginelim. Amacimiz teoriyi enine boyuna tartismak degil, teorinin kur savaslariyla ilgili bir kusuruna dikkat çekmektir. Keynesçi kamu politikalarinin temeli, toplam talep adi verilen kavrama dayanir. Toplam talep, stoklar hariç yerli ekonomideki tüm harcama ve yatirimlarin toplami anlamina gelir. Örnegin bir isçi isten atildiginda yalniz kendi gelirini kaybetmekle kalmaz, artik harcama yapamayacagindan baskalarinin da gelir kaybina neden olur, talep düser ve böylece fasit daireye girilir. Keynesçi teori, burada devletin devreye girebilecegini ve bireylerin harcayamayacagi veya harcamadigi parayi harcayarak gidisati tersine çevirebilecegini, ekonomik büyümeyi yeniden baslatabilecegini savunur. Burada bir de çarpan etkisinden söz edilir. Buna göre devletin 1 dolar harcamasi, digerlerini daha fazla harcama yapmaya tesvik edeceginden çiktinin degeri 1 dolardan fazla olacaktir. 2009 yili canlandirma programi çerçevesinde bu çarpan 1,54 olarak tespit edildi. 2007 sonlarinda baslayan bunalimin etkilerini dengelemek ve istihdam düzeyini korumak için canlandirmaya 787 milyar dolar harcandi. Çarpan etkisiyle 425 milyar dolarlik ekstra çikti elde edilecekti (tarihin en büyük bedelsiz kazanci!). Obama yönetimi 2009 yilinda 1,4, 2010 yilinda 1,2 trilyon dolar bütçe açigi verdi. Simdi, bu canlandirma paketi olmasaydi (787+425 milyar dolar) durumun çok daha berbat olacagina halkin inandirilmasi gerekiyordu. Ama Stanford Üniversitesi akademisyenleri bunun aksini kanitladilar. Çarpan 1’den küçüktü! Yani “canlandirma” için harcanan her dolar karsiliginda özel sektörün ürettigi mal ve hizmet miktari ekstra çikti yaratmiyor aksine düsüyordu. Program özel sektörün istihdam yaratma yetenegine de ket vuruyordu. Neticede canlandirma harcamalari bütçe açigini arttiracak, degerli kaynaklari israf edecek baska da bir ise yaramayacakti.
Borç artisi, kur savaslarinda ses getiren konu oldu. Bu savaslar esas olarak ülke parasinin devalüe edilmesini içeriyordu ki bu bir tür temerrüttü. Devalüasyon devletin alacaklarinin degerinin de düsürülmesi demekti. Bu durumda devlet yabancilara karsi yükümlülüklerini yerine getiremez hale düstügü gibi yükselen ithal ürün fiyatlari nedeniyle kendi halkina karsi da olumsuzluklar yaratmis olur.
ABD, borçlari ve bütçe açiklarini büyüklügü nedeniyle barutu tüketmistir. Bir savasin ya da Katrina gibi büyük bir dogal afetin gerektirecegi büyük masraflari karsilamak için açik bütçe harcamalarina basvurma yetenegi iyice azalmistir. Yabanci alacaklilar karsisinda tamamen korumasizdir. Banka kapatmalar, altin müsadereleri, sermaye denetimleri, gümrük vergileriyle korumacilik gibi acil durum yöntemlerinin gündeme gelecegi günler uzak degildir. Amerika’nin Keynesçi yanilsamaya sevdalanmasi, ABD gücünün bir yanilsamaya dönüsmesiyle sonuçlanmistir.
Gelelim finansal iktisada. 2008 panigini takip eden aylarda 60 trilyon dolarlik servetin imha oldugunu söylemek fazla yaniltici olmayacaktir. Türev sözlesmeleri riski dagitarak güçlü ellere devretmedi, tersine batamayacak kadar büyük olanlarin ellerinde biriktirdi. Bankalar ve kural koyucular insan dogasini ve tüm beklenmedik davranislarini görmezden gelmek için ellerinden geleni yaptilar. Finansal iktisat enkaz haline geldiginde, ticarete yardimci olma yetenegi de tepe taklak oldu, büyüme motorunun vitesi düstü, hâlâ da düsük.
Monetarizm, dolasim hizi ve para arasindaki istikrarsiz iliskilere, Keynesçilik ise gelir yaratacagi fakat aslinda gelirlere zarar veren efsanevi bir “çarpan”a dayaniyordu ve tedbirsizce uygulandi. Washington açisindan Keynesçilik harcamalari arttirmanin, monetarizm ise gücü FED’in elinde toplamanin bahanesidir. Tüm maliye politikalari, bankacilik ve risk yönetim sistemi entelektüel açidan yoz ve namussuzdu ve bu durum sürmekte. Wall Street açisinda öncelik kârdir, saglikli bilim ikinci sirada gelir. Ne kadar kusurlu ya da eski moda olurlarsa olsunlar akademik ayagi olan bazi teoriler, alinan riskler karsisinda mantikli gibi görünen açiklamalar getirebiliyorsa, o halde sorun yoktur diye düsünülmektedir. Politikacilar ve kural koyucular ögrenme açisindan Wall Street’ten daha geri durumda ise bunda da bir sorun olmadigi varsayiliyor nedense. Böyle giderse, Wall Street ve Washington, aldatmacanin ikiz kuleleri olarak dimdik ayakta durmaya devam edecek (artik nereye kadar giderse) yeter ki, Wall Street kâr etmeye devam etsin.
10. Bölüm: Para Birimleri, Sermaye, Karmasa
Olanca aksakliklarina ragmen Keynesçi ve monetarist yaklasimlar devam ediyor. Kamu borçlarindaki büyüme nedeniyle eski ekol yönündeki bu israr yeni kur savasinin da etmenlerinden biridir. Simdilerde “karmasa” kuramindan bahsediliyor. Karmasik sistemler kendilerini evrim veya sayisiz özerk parçanin etkilesimi araciligi ile tasarliyor. Böylece, “bütünün”, parçalarin toplamindan büyük oldugu sonucuna variliyor. Ne var ki karmasik sistemler yikici çöküslere egilimlidir. Çünkü isin içinde insan davranislari ve piyasa dinamikleri arasindaki etkilesimden kaynaklanan öngörülmezlik unsuru vardir. Kaynaklarin israfina ve feci bir çöküse neden olabilme potansiyeli bundandir. Bu paradigmayi finansa uyguladiginizda kur savaslarinin nereye yöneldigini görmeye baslarsiniz. Bunu daha iyi anlayabilmek için Davranissal Iktisada genel bir bakis atmakta yarar var.
Davranissal Iktisat ve Karmasa
Davranissal Iktisadin kökleri, 20. Yüzyilin ortalarindaki sosyal bilimlere uzanir. Bu sosyologlardan biri olan R. K. Merton’un verdigi örnek aydinlaticidir: Baslangiçta yanlis bile olsa, dogru kabul edilen bir ifade, eger insanlarin davranis biçimlerini degistirecek yönde ivmelenebilirse, sonunda, yanlisligina ragmen dogruya dönüsebilir. Ne demektir bu; bir bankanin güçsüz olduguna iliskin asilsiz bir söylenti yüzünden mevduat sahipleri ayni anda o bankaya hücum edip paralarini çekmeye kalkarlarsa bankayi batirabilirler. Böylece, önerme yanlis bile olsa sonuçta dogrulanmis olur.
Politikacilar davranissal iktisadi manipülasyon amaci ile benimserler. Bernanke’nin bir yandan faiz oranlarini düsük tutarken diger yandan para basarak ve dolari devalüe ederek enflasyon “beklentilerini” yükseltme kampanyasi bu tür manipülasyonlarin çarpici bir örnegidir. Büyük sirketlerin, bankalarin CEO’lari da is dünyasinin muhabirleri ile gizli toplantilar yaparak olaylari oldugundan farkli, ekonomi kötüye giderken iyiye gidiyormus gibi gösterirler, bu alginin basin yoluyla yayilmasini saglarlar. Bu tür operasyonlarin etkisi sinirli ve geçicidir. Uzun vadeli etki ise toplumsal güvenin tamamen yitirilmesidir.
Karmasa Kurami
Bir sistemin karmasik olmasi, aktör türlerinin çesitliligi ile mümkündür çünkü aktörlerin her biri farkli tepkiler vererek daha çesitli sonuçlar üretecektir. Aktörler birbirleriyle baglantilidir karsilikli bagimlilik, bunlarin birbirlerini etkilemesi sonucunu dogurur ve uyum içindedirler (Wall Street’deki, al/sat/tut önermelerinin simsarlari benzeri biçimde yönlendirmesi). Italikle yazili dört unsurdan her birinin gücü üzerinde düsünmeliyiz. Her birinin sifirdan ona kadar ayarlanabilecek tuslari oldugunu varsayalim ve aktörlerin her birinin tuslara (döviz, bono, finans, emlak, emtia piyasalari baglaminda) farki bir güçte bastigini düsünelim. Sistem kaotik hale gelecektir. Çünkü her aktör, olaylarin ölçegine, sikligina, kendi risk algisina, içinde bulundugu sosyal / finansal sartlara ve daha birçok unsura dayali olarak farkli tepkiler verecektir.
Finans sistemi 2008’de bu akortsuzluktan çöktü. Kurtarma ve para basma biçimindeki devlet müdahaleleri, arka arkaya yasanan iflaslari geçici olarak durdurabilir ancak riski yok etmez. Risk sistemde gizlenir ve bir sonraki istikrar bozucu olayi bekler. Bir sistemin mega ölçekte büyümesinden kaynaklanan risk sorununun çözümlerinden biri sistemi küçültmektir. Bir baska çözüm de sistemin büyüklügünü korumakla birlikte herhangi bir bilesenin çok fazla büyümesine izin vermeyerek onu güçlendirmektir (Örn. Sayica daha fazla ama sistemdeki toplam varlik miktariyla ayni miktarda aktife sahip daha küçük bankalarin bulunmasi). Ancak banka baglaminda söyleyecek olursak, ABD bankalarinin türev kayitlari bugün 2008’de oldugundan daha kabariktir. Bu da yeni bir çöküs yasanmasini olasilik olmaktan çikarip kesinlestirmektedir! Bu çöküs oldugunda, isin boyutlari devletlerin gücünü asar duruma gelmis olacaktir. Bes metrelik dalgakiran, on metrelik tsunamiye dayanamayacaktir.
Karmasa, Enerji, Para
Davranis ve karmasa kurami araçlarini birlikte kullanmak, para basimi ve borç genisletme meselesinin kisa süre içinde önü alinmazsa dolar, bir dizi zaferin ardindan kesin yenilgiye ugrayacaktir. FED’in tanimladigi sekliyle zaferler, diger ülkeleri kendi para birimlerini revalüe etmeye zorlayan enflasyonu yarattiginda ortaya çikacaktir. Sonuçta, tam FED’in istedigi gibi dolarin degerinde büyük düsüs yasanacaktir. ABD’nin ihracatini arttirmasina yarayacakmis gibi görünen bu düsüs, rezerv para birimi olarak dolarin itibar ve güven kaybina yol açacaktir. Dolarin yerine bir baska para biriminin geçirilmesi seklinde olusmakta olan küresel mutabakatin realiteye dönüstürülme süreci hizlanacaktir. Önce yavas yavas, sonra birden bire… Hisse senedi, tahvil ve türevleri dolar degerine dayali oldugundan, dolar çöktügünde tüm finansal faaliyetler de onunla birlikte çökecektir.
Yabanci yatirimcilarin dolara olan inanci, ancak ABD vatandaslari dolara olan inançlarini koruduklari sürece güçlü kalabilir. Söyle bir örnekle açiklayalim: Herhangi bir tehlike aninda kalabalik bir tiyatroda bir kisi kaçmaya karar vermeden önce kaç kisi kaçmalidir? Bazi insanlar soruna iliskin ilk isaret algilandiginda kaçacaktir. Digerleri tedirgin biçimde oturacak, baska bir grubun kaçmasini bekleyecek sonra kaçacaktir. Bu kritik “kaçma” esigi hangi noktadir? Sistemdeki aktörlerin sayisi kadar kritik esik bulunur. Simdi bu örnegi alip dolara uygulayalim. Dolardan kaçan her birey ve grup, kendinden sonra kaçacaklari tetikler. Bu bireylerin veya gruplarin kendinden sonra geleceklerin kaç tanesini, hangi hizda tetikleyecegi bilinemez (Davranissal Iktisat). Varsayima dayali modeller vardir ama tartismalidir. Ancak neticede tiyatro bosalacaktir.
1. ve 2. Kur Savaslarinin tarihi, bu savaslarin, çok daha büyük makroekonomik sorunlara (basta borç yükü) son çare olarak verilen yanitlar oldugunu gösteriyor. Günümüzde borç yükü daha da siserek ödenemez boyutlara gelmistir. Avrupa’nin kredi kullanan devletleri (Italya, Ispanya, Irlanda, Yunanistan…) ile bankalarinin durumu Amerika’dakilerden de beterdir. Ne yazik ki küresel borç yükünün büyümeyi tesvik edecek biçimde azaltilabilmesinin yolu bir türlü bulunamiyor. Herkes kendi kafasina göre takilinca da kaos büyüyor.
Karmasa kuramcilari astrofizikçi E. J. Chaisson ve antropolog J. A Tainter’in çalismalari bize harcama disiplininin niçin muhtemelen basarisiz olacagini ve ardindan bir dolar çöküsü yasanacagini anlamak için gereken araçlari sunuyor. Chaisson, “sistem” denilen seyin karmasiklastikça, kendi büyüklük ve alanini korumak için daha fazla enerjiye ihtiyaç duydugunu söyler. Bunun makroekonomi ve sermaye piyasalarindaki karsiligi paradir. Para depolanmis enerjidir. Para pil gibi çalisir. Pil sarj edildiginde enerji ile dolar, bunu bir süreligine depolar ve gerekli oldugunda enerjiyi serbest birakir. Chaisson’un bir baska saptamasi da beynin günesten 75.000 kat daha fazla enerji kullandigi yönündedir, tabii kütle farklari dikkate alinarak. Beyinden çok daha karmasik bir olusum da medeni toplumdur. Beyni olan bireyler kendilerinden daha karmasik toplumlar üretir. Haydi, gelin bu saptamalari ekonominin ekosistemine uyarlayin…
Simdi enerji anlaminda para modelini kullanarak Tainter’in kuramina deginelim. Tainter’in uzmanlik alani medeniyetlerin çöküsüdür ve en iddiali eseri de The Collapse of Complex Societies (Karmasik Toplumlarin Çöküsü) adini tasir. Tainter, özel enerji birimlerinin yerine emek, mahsul, emtia gibi tümü paraya dönüstürülebilen ve sik sik alim satim konusu olabilen depolanmis çesitli enerji birimlerinden bahseder. Sunulan kamu mal ve hizmetleri itibariyle ölçüldügünde devletlerin, girdi birimi basina geriledigi yargisina varir. Örnegin, bir sulama projesine yapilacak görece küçük bir yatirim, çiftçi basina gelir çiktisi olarak muazzam getirilere yol açabilir. Ama zaman içinde ve karmasanin artmasiyla yatirimin getirileri azalmaya baslar ve negatife döner. Kolay sulama projeleri tamamlandikça toplum, daha az su üretse de daha uzun suyollari içeren ve daha büyük ölçekte projeler talep etmeye baslar. Etkin düzenleyiciler olarak baslayan bürokrasiler bu talepleri karsiladikça, varliklariyla ilgilenmeye öncelik veren verimsiz engellere dönüsür. Toplumun seçkin kademeleri öncü olmaktan çikip iktisatçilarin “rant arayisi” veya üretken olmayan araçlarla servet birikimi dedigi türden islere girisirler – bunun örneklerinden biri post modern finanstir. Bunun yarattigi nedir diye soracak olursaniz cevabi söyle olacaktir: 2010 yilinda 44 milyon Amerikalinin karinlarini yiyecek karnesi sayesinde doyurmasi, buna karsin 25 hedge fonu yöneticisin bir yilda 22 milyar dolarin üzerinde para kazanmasidir! Gelir adaletsizligi olgusunun insani igrendiren istatistiklerine hiç girmeyelim bile…
Tainter’e göre, bir medeniyetin çöküsü ile bir medeniyetin içindeki tekil toplumlarin veya uluslarin çöküsü farkli seylerdir. Roma’nin çöküsü medeniyetin çöküsüydü çünkü onun yerini alacak baska bir bagimsiz toplum yoktu. Avrupa medeniyeti ise MS altinci yüzyildan sonra bir daha çökmedi çünkü çöken her devletin yerini bir baskasi doldurdu (Örnegin, Ispanya veya Venedik’in çöküsü Ingiltere ve Hollanda’nin yükselisi ile karsilandi). Tainter, karmasa kurami çerçevesinde bugün yeni bir çöküs yasanacak olursa, karsilikli bagimlilik ve küresellesme yüzünden bunun global olacagini öngörüyor ve ekliyor “Artik hiçbir tekil ulus çökemez. Dünya medeniyeti bir bütün olarak parçalanacak!”
Hasili, Chaisson medeniyetler gibi fazlasiyla karmasik sistemlerin büyümek için daha büyük enerji girdilerine ihtiyaç duydugunu, Tainter’de bu medeniyetlerin girdiler karsiliginda nasil negatif çiktilar ürettigini ve sonunda çöktügünü anlatir.
Toplum karmasiklastikça destek için daha büyük miktarlarda para gerekir. Yetmez kredi, kaldiraç, degersizlestirme gibi yöntemlere basvurulur, diger “sahte” para biçimleri devreye girer. Borçla körüklenen sahte büyüme yanilsamasi olusur, gelir esitsizligi toplumu sarsmaya baslar. Elde üç tercih kalmistir:
Yalinlastirma, ele geçirme veya çöküs! Meselâ siyasi iktidari ve ekonomik kaynaklari Washington DC’den alip, tekrar canlandirilan federal bir sistem altinda elli eyalete devrederek üretkenligi sürdürülebilir bir hale getirmeye çalismak bir yalinlastirma çabasi olarak görülebilir. Ele geçirmek, yeni girdiler temin etmek için kaynaklari komsudan zorla almak çabasidir. Kur savaslari, siddet disinda her seyi kullanarak ele geçirme girisiminden baska bir sey degildir. Çöküs, yalinlastirmanin ani, istem disi ve kaotik biçimidir.
Acil ilgi isteyen sistemler –para birimleri, sermaye piyasalari ve türevler- toplumsal icatlardir ve toplumlar tarafindan degistirilebilir. Bu nedenle, çöküsün esiginden geri adim atip dolara dayali küresel para sisteminde bir güvenlik marji insa etmek için henüz çok geç degildir. Yeter ki karmasadan beslenerek sistemi kontrol eden seçkinler engeli asilabilsin, finans kendi basina anlamsiz bir amaç olmak yerine ticareti kolaylastiran esas rolüne geri döndürülebilsin. Güvenligin yolu karmasa kuramini yalinlastirmaktan ve kurumlarin ölçegini küçültmekten geçiyor.
11. Bölüm: Oyunun Sonu. Kagit mi, Altin mi Yoksa Kaos mu?
Dolarin gelecegi konusunda dört sonuç öngörebiliriz. Simdi bunlari, yikici potansiyelleri açisindan en düsükten en yüksege dogru siralayip inceleyelim:
Çesitli Rezerv Dövizleri
Son IMF verilerine göre dis ticaret fazlasi veren ülkeler rezervlerinin %61’den biraz fazlasini dolarda tutuyor. Ardindan %26 ile Euro geliyor, Sterlin, Yen ve Isviçre Frank’i da peslerinden. Son on yildir dolar rezervlerinde istikrarli bir düsüs gözleniyor. Süreç içerisinde çesitli para birimlerinde devalüasyonlar gerçeklesti ama hep bir çipa vardi (dolar ve altin). 1971’de altin devre disi kalinca dolar tek çipa olarak kaldi. Dolarin patronu ise, ayricaliklarini istismar eden FED! Bunun verdigi rahatsizlikla çoklu rezerv dövizlerine ya da bölgesel döviz bloklarina (Dogu Avrupa ve Orta Asya’da Rusya’nin öncülügünde bir Ruble bloku gibi) yönelis olursa bu bölgeler hizla bölgesel ticaret bloklarina dönüsüp dünya ticaretini azaltabilir. Döviz ihraç eden merkez bankalarinin rezerv statülerini kötüye kullanarak hep birlikte para basmalari veya birbirleriyle çelisen para politikalari izlemeleri, finansal / ticari bloklasmalar ve kaos yaratabilir. Bu modele “dibe dogru yaris” deniyor çünkü bu denenmemis bir modeldir ve altin veya baska bir birimden olusan çipasi yoktur. Çipanin olmamasi dolar egemenliginin sürmesine neden olabilir.
Özel Çekme Haklari (SDR)
SDR, IMF’nin kontrolünde, hiçbir seyle desteklenmeyen ve istege göre basilan gizemli ve karmasik bir dünya parasidir. IMF tarafindan ihraç edildiginde alicinin rezerv hesaplarina diger herhangi bir döviz gibi girer. SDR ile bir dükkâna girdiginizde bir sey alamazsiniz ama SDR, ülke varliklarinin bir kismini teskil eden bir deger deposudur ve uluslararasi ticarette kullanilabilen bir degisim aracidir. SDR’nin arkasinda bir döviz sepeti vardir ama bu sepetin formasyonu degisebildigi gibi SDR miktari sepetteki temel para birimlerinin miktariyla sinirli degildir. Dolayisiyla sinirsiz miktarda basilabilir.
SDR, 1969 yilinda uluslararasi bir para sikintisi yasandiginda yaratildi ve ara ara görece küçük miktarlarda kullanildi. 2009’da dünya 2008 paniginin ardindan ciddi bir likidite krizine girince, basilan SDR miktari fazlasiyla artti. G20, IMF’yi küresel para politikasinin bir araci olarak kullanmaya basladi. Gidisat, SDR’nin dis ticaret faturalarinin ödenmesinde, uluslararasi sendikasyon kredilerinde, banka kurtarmalar, ödemeler dengesi tediyeleri gibi küresel öneme haiz islemlerde dünyanin yeni parasi olarak kullanilmasi yönündedir. Buna göre dolar, G20’nin direktifleri dogrultusunda periyodik devalüasyonlara ve sepet içinde azalmalara tabi olarak SDR’ye baglanacaktir. SDR’nin baskin uluslararasi rezerv döviz olarak dolarin yerini almasina henüz epey uzagiz. Ancak para ihraci yapma, kredi için son basvuru mercii olma gibi islevleri IMF’yi, FED’i önemsizlestirecek bir aktör olarak öne çikariyor. IMF’ye üye ülkelerin kurum içindeki oy haklarindan kaynaklanan bir kaygi mevcut olsa da SDR canlidir ve küresel para bahislerine iyi ve güçlü bir giris yapmistir. Fakat neticede, kâgit paralarin yasadigi sorunlarin üzerine örtülen bir baska kâgittan baska bir sey degildir.
Altin Standardina Dönüs
Altin standardinin taraftari da çok, aleyhtari da. Bernanke hiç hoslanmiyor. “Altin standardinda kalan hiçbir ülke önemli bir ekonomik toparlanma sergilememistir” diyor meselâ… Oysa altin bes bin yilin üzerinde bir süredir, farkli kosullardaki birçok medeniyet tarafindan para ve degisim araci olarak kullanilmistir. Paslanmaz, kararmaz, imha edilmesi neredeyse imkânsizdir. Nadir bulunur, tarih boyunca üretilen tüm altin, her kenari 20 metrelik küçük bir tasra ofisine sigar. Yeni madenlerden gelen altin arzi oldukça yavas ve öngörülebilir bir tempoda artar (yilda yaklasik % 1,5). Dolayisiyla altin çipasi, yüksek enflasyona olanak vermez. Olsa olsa, hafif bir daimi deflasyon yaratir. Oynak olan altin degil, ona bagliligi ret eden paradir.
Altinin dolar karsisinda fazlasiyla deger kazanmasinin anlami, Bernanke öncülügünde dolarin devalüe edilmesidir. Dolar kuru diger dövizler karsisinda dalgalaniyor ama tümüne karsi önemli ölçüde ve kalici olarak devalüe edilmis degil. Bunun yerine olan sey, tüm önemli dövizlerin degerinin dolar karsisinda ayni oranda düsmesi. Sonuç, küresel emtia enflasyonu! Bir baska deyisle, “komsunu yoksullastir” ifadesi, yerini “dünyayi yoksullastir” ifadesine birakiyor.
Altin standardina karsi olanlarin bir baska gerekçesi de para arzinin tabaninda altinin olmasi. Altin, daha fazla paranin gerekli oldugu dönemlerde para genislemesini kisitliyor ve likidite krizlerine neden oluyordu. Oysa mesele altinla ilgili degil, politikalar ve merkez bankacilar ile ilgilidir. Altin, sinirsiz yasal parasal genisleme yanlilarinin haksiz ithamlarindan kurtulabilirse günümüzde yapici bir rol oynayabilir. Altina dayali yeni sistemde güven yaratmaya iliskin temel unsurlardan ikisi güçlü bir hukuk rejimi ve fiyatlara istikrar kazandirmak için zorunlu açik piyasa islemleridir. Bu dayanaklarla FED’in kâgit para yaratmasi ve karsilama orani tavanini (taban para arzinin karsiliginda tutulmasi gereken altin rezervi) asmasina hangi kosullar altinda izin verilebilecegi saglikli biçimde tartisilabilir.
Süphesiz ki, yeni altin standardi meselesinin uluslararasi boyutlari da vardir. Unutulmamalidir ki 1. ve 2. Kur Savaslarinin patlama nedenlerinden biri de uluslararasi altin standardiyla ilgilidir. Söyle ki; sistemin üyelerinden yalnizca biri -genellikle asiri borç yüzünden- ekonomik sikintiya düser ve altin standardindan ayrilip parasini devalüe ederdi. Ticari ortaklari karsisinda tek tarafli rekabet üstünlügü saglamaya çalisan bu üyenin tutumu, diger ortaklari öfkelendirir ve ihtilaflara yol açardi.
Çin gibi büyük ekonomiler ABD’den çok daha büyük para arzlarina ve çok daha az altina sahiptirler. Para arzinin arttirilmasinin gerektigi durumlarda, eger emisyonun altin stoklari ile irtibati muhafaza edilecekse altin stoklarinin da arttirilmasi gerekecektir. Miktarsal anlamda bu is bir anda mümkün olamayacagina göre söz konusu nadir metanin degerinin arttirilmasi gibi karmasik meseleler bas gösterecektir. Bu ve benzeri çözümü zor konularin varligina ragmen, bizzat para birimlerinin altina baglanmasi ve buna bagli bir küresel para birimi olusturulmasi alternatifi tartisilmaya degerdir. Belki bu yolla, yasal görünümlü para manipülasyonlari yaparak insanlari sömüren düzene son vermek mümkün olabilir. Böylece dünyanin enerji ve yaraticiligi teknolojiye, üretkenlige ve diger yararli yeniliklere yönelebilir.
Kaos
Kur savaslarinin ve dolar degerinin sürekli düsürülmesinin en olasi sonuçlari yatirimci güveninin onarilmaz biçimde yitirilmesi ve hükümetlerin bu olumsuzlukla basa çikmak gayretiyle sistemi ayakta tutabilmek amacina yönelik acil tedbirler almasidir. Sistem, muazzam ölçekte genisleyen farazi türev sözlesmelerini ve batamayacak kadar büyümüs bankalardaki kaldiraç mekanizmasini tasiyamayacak noktaya hizla yaklasmaktadir. Bir çöküsün baslamasi için tiyatro örnegimize atifla, salondan bir kisinin kaçmasi dahi yeterli olabilecektir. Gelin simdi asagidaki senaryo üzerinde biraz düsünelim:
Tetikleyici olay Ispanya’da baslar. Ülke kisa süreligine vadesi gelmis borçlarini çeviremeyecegini belli etmistir. Fransa ve Almanya bir kurtarma paketi hazirlar ama güven ortami fena halde sarsilmistir. Ayni gün Fransa’da yetkili bir devlet tahvili saticisi iflasini ilân eder. Ürken bir Hollandali emeklilik fonu, birikimlerini altina dönüstürmeye baslar ve Euro krizinin dolara siçrayacagi düsüncesiyle de dolarin “sat” dügmesine basar. Ayni anlarda Cenevre’deki bir hedge fonu da dolardan çikmaya baslar. Dolarin hizla deger kaybetmeye baslamasi üzerine, önceden belirlenmis zarar limitlerine ulasan diger traderler de “stop loss” (zarar durdurma) dügmesine basarak dolar satmaya baslarlar. Hedge fonlari, zararlar büyüdükçe, teminat tamamlama taleplerini karsilayacak nakdi toplamak için ABD hisse senetlerin satmaya baslarlar. Altin, gümüs, platin, petrol fiyatlari firlar. Brezilya, Avustralya, hatta Çin hisse senetleri bile güvenli limanlar gibi görünmeye baslarlar. Dolarin düsmesi, dolar cinsinden fiyatlandirilmis her türlü menkul kiymetin de degersizlesmesine yol açar. Kontrolün kayboldugu ortamda her kafadan “her seyi sat” çigliklari yükselmeye baslamistir. Faizler alir basini gider. Birbiriyle baglantili piyasalardaki bankalar, finans kurumlari, traderler arasinda akil almaz bir telefon trafigi baslar. Iletisim sikintilari yasanir. Bazi piyasalar sahip olduklari yetkiye dayanarak, zararlarin belli bir miktari asmasi nedeniyle borsa islemlerini durdururlar. Artik hükümetlerin ilk savunma hattini kurmak amaciyla müdahale zamani gelmistir.
Savunmanin biçimi, merkez bankalarinin koordineli olarak muazzam miktarlarda dolar ve ABD devlet tahvili almasi olarak belirlenir. Gerekli onaylarin alinmasindan sonra seferberlik New York saatiyle 14.00’de baslar. FED, büyük bankalarin islem masalarini dolar ve tahvil için “al”, diger güçlü para birimleri için “sat” emirleriyle doldurur, basina da islem sinirlarinin “limitsiz” olacagi yolunda bilgi sizdirilir. FED tahvil almak için para basmaya baslar ama panik öncesinde o kadar fazla basmistir ki artik dayanma gücü sorgulanir hale gelmistir. Saticilar tahvil satisindan elde ettikleri dolarlari, zararin neresinden dönülse kâr hesabiyla ucuza elden çikarip Asya hisselerine ilâveten, Kanada, Avustralya, Isviçre ve G. Kore parasi almaktadir. Ancak kâgida olan güven kaybi nedeniyle emtia ve tarim arazisi fiyatlari tirmanisa geçer. Yeni güne giren Asya ve Avrupa borsalari piyasalara soguma sansi vermek için borsalarini birer birer kapatirlar. Bunu, yükümlülüklerini yerine getiremeyen bankalarin kapanmasi izler. Gözler Beyaz Saray’a çevrilir. Dolarin çökmesi Birlesik Devletlere duyulan güvenin kaybedilmesiyle ayni seydir. FED ve Hazine bunalimdadir ve artik güveni, yalnizca olaganüstü zamanlarda kullanabilecegi (pek de bilinmeyen) bazi yetkilerle donatilmis olan ABD baskani tesis edebilecektir.
Askeri jargonda “nükleer güç” seçenegine denk gelen bu yetkinin dayanagi “Uluslararasi Acil Ekonomik Güç (IEEPA)” yasasidir ve kullanimi iki ön kosula baglidir: ABD’nin ulusal güvenligine ve ekonomisine yönelik bir tehdit olmasi ve bu tehdidin disardan kaynaklanmasi. Baskan vakit geçirmeden diktatörlerinkine benzeyen bu yetkisini kullanir ve aksamüzeri 6.00’da kaygi içindeki dünyaya, hepsi ayni anda devreye girecek sekilde asagidaki emirleri yürürlüge koydugunu ilân eder:
·   Banka kasalarindaki gerçek kisilerin ve yabancilarin mülkiyetindeki tüm altinlar ABD hazinesinin mülkiyetine geçecek ve West Point’deki ABD altin deposuna sevk edilecektir. Altin sahiplerine sonra belirlenecek uygun bir tazminat ödenecektir.
·   FED sisteminde elektronik hesap kaydi biçiminde tutulan ABD hazine yükümlülükleriyle ilgili tüm yabanci varlik transferleri derhal askiya alinacak, hamilleri ileride faiz ve anaparayi alabilecek ama satis ve transferlere izin verilmeyecektir.
·   Tüm finans kurumlari ABD hazine yükümlülüklerini defterlerine nominal degerlerinden kaydedecek ve bunlar vade bitimine kadar elde tutulacaktir.
·   Borsalar derhal kapanacak ve yeni duyuruya kadar kapali alacaktir.
·   ABD’den altin ihraci yasaklanmistir.
·   Finans kurumlari finansman ihtiyacini karsilamak maksadiyla yeni ihraç edilecek ABD tahvillerini satin almak için çabalarini koordine edecektir.
·   “Seçkin iktisatçilardan” olusan partiler üstü bir komisyon, otuz gün içinde panigi inceleyecek ve uygun reform önerilerinde bulunacaktir.
Bir deger deposu olarak dolar, kendisine duyulan güveni kaybetmis ve çökmüstür. Artik aynisini çogaltmanin bir anlami kalmamistir. Yeni para biriminin mutlaka altinla desteklenmesi gerekecektir. El konulan altinlarla bu mümkündür çünkü bu sayede ABD artik tüm resmî altin rezervlerinin %57’sine sahip hale gelmistir, yâni yeni küresel finans sisteminin sekillenmesinde büyük söz sahibidir. Altinla desteklenen dolar dünyada yeniden arzu edilir bir meta haline gelir ve bu isin içinden kur savaslarinin galibi olarak çikar. Reformlar yapilir, ortalik yavas yavas normale döner, hayat “Yeni Kral Dolar” ile yoluna devam eder…
Ya da etmez! Diger olasi senaryolar arasinda, durdurulamaz bir finansal çöküs, ardindan kamu düzeninin yaygin biçimde bozulmasi ve sonunda fiziki alt yapinin çökmesi de bulunuyor. Asiri ve cebri müdahaleleri (muhtemelen Asya ve Rusya’da) mülkiyetin toptan millilestirilmesi, sinirlarin kapatilmasi, üretken kapasitenin ihracat yerine iç ihtiyaçlara yönlendirilmesi de dislanamayacak olasiliklardandir. Bu durumda dünya bir dizi otarsik bölgeye ayrilacak ve global ticaret çökecektir.
Sonuç ve Son Sözler
Dolarin izledigi yol sürdürülebilir bir yol degildir ve sürdürülemeyecektir. Küresel bir para birimi olarak G20 ve IMF seçkinleri SDR’yi tesvik ediyor ama bunun da ulusal güçlerce reddedilme ve böylece istikrar kaybetme riski var. Yazik ki iyi arastirilmis ve bilinçli biçimde uygulamaya sokulmasi önerilmis bir altin standardina dönüs plâni, akademisyenlerin itibar etmemesi nedeniyle dogru dürüst tartisilamiyor. Bu da bizi kaosla karsilasmaya dogru itiyor.
Sermaye ve para sistemleri karmasik sistemlerdir. Bu sistemler, yararli, düzenleyici prensiplerle baslamakta ve bizzat sistemi yikarken mevcut enerjiyi de emerek sona ermektedir. Ölçekleri itibariyle kontrol edilemez boyutlara gelmis bu sistemler parçalara ayrilip küçültülerek kontrol edilebilir boyutlara getirilmedikçe çökmeye mahkûmdurlar.
Bu kitap 2011 yilinda yazildi. Ilk kur savasinin 1921-1936 yillari arasinda 15 yil, ikincisinin ise 1967-1987 yillari arasinda 20 yil sürdügü bir veri olarak kabul edilirse, 2010 yilinda baslayan üçüncüsünün muhtemelen 2020’ye hatta daha ileri tarihlere kadar sürebilecegini öngörmek mümkündür. Bu bakimdan hikâyeyi 2011 yilinda yazmak biraz erkendi. Söylenecek çok sey vardi ama çok daha fazlasi olacakti. Iste bunlardan biri: Kur savaslari genellikle ekonomik üstünlük için mücadeleyi içerir ama gerçek düsmanliklardan uzak durur. 2012’de fiili bir savasta silah olarak paranin kullanildigini gördük.
ABD ile Iran arasinda, nükleer silahlar konusunda çikan anlasmazlikta, Birlesik Devletler Iran’a finansal silahini dogrulttu: Bankalara, Iran Merkez Bankasiyla is yaptiklari takdirde ABD dolari ödemeler sisteminden çikarilacaklarini bildirdi. Bu yaptirim Iran’da dolarlarin hemen tükenmesine, Riyal’in %40 deger kaybina, mevduat sahiplerinin bankalara hücumuna, mal darligina, hiperenflasyona, faizlerin tavana vurmasina yol açti. Buna ragmen Iran güçlüydü ve sahip oldugu petrol nedeniyle küresel ticaret açisindan bütünüyle dislanamiyordu. Kaçakçilik, takas, ikili ödemeler, gizli eylemler gibi alternatif ödeme kanallari (özellikle Dubai üzerinden) neredeyse hemen olusturuldu.
Iran’in yasadigi zorluklar, Asya ülkeleri ve BRICS ülkelerinin gözünü iyice açti. Dolar hegemonyasindan kurtulmak gerekiyordu. Hosnutsuz ülkelerin olusturacagi farkli bir ödemeler birligi kervanina, Malezya, Kazakistan ve Türkiye gibi gelismekte olan ülkeler de katilabilirdi. ABD’nin dolar degerini sürekli düsürmesi ve dolarin rakipsiz rezerv dövizi olma konumuna artik tahammül edilemiyordu. BRICS yeni bir sey önerdi: En azindan katilimci ülkeler arasindaki islemler açisindan dolara dönüstürülmesi zorunlu olmayan ama dolari fiilen geçersizlestirecek bir ödemeler sistemi ve yeni bir para birimi!
Bütün bu olaylar zinciri kitabin basinda anlattigim ve 2007 yilinda Pentagon sponsorlugunda oynanan finans savasina fazlasiyla benzemiyor mu? Bu kitapta, çatisan çikarlar arasinda uzlasma saglanamayacagi ve bu uyumsuzluklarin stres ve oynakligin artmasina neden olacagi anlatildi. Eger Kur Savaslari’nin geçmise dönük iyi bir rehber oldugu fikri sizde yer etti ise, düzensizlige giden yola daha yeni çikilmis oldugunu da kabul edeceksinizdir.
 ---------------------------------------------------------------------
James G. Rickards; Amerikali bir hukukçu, yazar.
“ Kur Savaslari” ( Currency Wars: The Making of The Next Global Crisis) 2011 yilinda yayinlandigi zaman satis rekorlari kirmis idi.
2014’te “Para’nin Ölümü” (The Death of Money) ve 2016’da “ Altin için Yeni Vaka” (The New Case for Gold’u) yayinladi.
 
1950 dogumlu olan Rickards 1973’te John Hopkins Üniversitesinden seref derecesi ile mezun oldu. 35 yil Wall Street’te çalistiktan sonra simdilerde Conneticot’da yasiyor ve sadece yazarlik yapiyor.

Benzer Kitaplar