HRANT’IN KATIL(LER)I…

HRANT’IN KATIL(LER)I…

Fevzi BOZKURT
Bilim


ÖNSÖZ
Sait Çetinoglu
Hukuk ve adaletten koparildiginda,
insan hayvanlarin en kötüsüdür
Aristo
Kardesimiz Hrant Dink'in, herkesin bilgisi dahilinde ve de herkesin gözü önünde devlet'in kolaylastiriciligiyla katledilmesi karsisinda, her vicdan sahibinin gösterecegi tepki ve adalet isteminde, Temel Demirer tarafindan dile getirilen Ermeni Soykirimi'na dair sözlerinin mahkeme koridorlarina tasinmasiyla baslayan süreçte demokratiklik iddialariyla bagdasmayan bir durumla karsi karsiya kaldik. Bu önsöz, Temel Demirer'in sahsinda insanligin vicdanina uygu­lanan yargi kiskacinin hikayesidir.
Temel Demirer, Hrant'in katledilmesinin ardindan, Ermeni Soykiriminin dile getirilmesi yargi kiskacinin baslatilmasina neden olmasinin yaninda, ilk kez bir savcilik iddianamesinde, resmi olan ve Türk Devlet tezi terimleri kullanilarak resmi tarih argümanlarina karsi çikmayi suç konusu haline getirerek iddiana­meye geçirmistir. Savcilik ve bakanlikça Resmi tarih açisindan 1915'te meydana gelen olaylarin tartisilmasi, Ermeni Soykiriminin dile getirilmesi suç kapsamina alinmakta ve bu sayede 1915'te Ermeni halkinin yasadigi Büyük Felaketten/ Soykirimdan halkin haberdar olmasi engellenmek istenilmektedir.
Su soruyu sorarak baslayalim: Soykirim, Türkiye de tartisilmamakta mi dir? Evet. Soykirim devletin üst düzey yöneticileri tarafindan tartisilmaktadir. Soykirim, sadece Dünyanin önde gelen saygin hukukçularin ve siyasetçilerin bi­limsel toplantilarinda gündeme getirilen bir konu degildir. Bu toplantilarda devletin resmi argümanlarini tekrarlamakla görevlendirilen Disisleri diplomatlari da tek tip inkarlari/savunmalariyla (nicelik olarak da olsa) soykirimi tartismak­tadirlar.
 
Ermeni Soykirimini, Türkiye Cumhuriyetinin üst düzey yetkilileri, muha­tap saydiklari Ermeni temsilcileriyle de tartismaktadirlar. Bildigimiz kadariyla Çaglayangil den beri üst düzey görevliler bazen kapali kapilar arkasinda, bazen de açiktan Ermeni Sorununu/Ermeni Soykirimini gündeme getirmektedirler. Çaglayangil’in Isviçre'de Ermeni Parti yetkilileriyle ve Türkesin Ermenistan Devleti yetkilileriyle yaptigi temaslar da bu çerçeve içinde sayilabilir. "Ramgavar Azadagan Gusagtsutyun   Partisi basin temsilcisi Haig Naccashian’in , Barak Obama’ya yazdigi 24 Kasim 2008 tarihli açik mektubunda bu konuya deginir:
Ben size taniklarla ispatlayabilirim ki, Ermeni milleti soykirimi unutmasi ve toprak talebinden vazgeçmesi karaliginda Türk hükümeti kismi tazminat öde­meye taraftardi.
Bu hususta Türkiye ve diyasporadaki üç Ermeni parti temsilcileri ile 27 Kasim 1977de Isviçre'nin Zürich kentinde bir toplanti gerçeklesti. Temsilcisi bulundugum Ramgavar Partisinin Beyrut'daki öncü toplantilarina katilmis biri olarak, söylemek isterim ki üç Ermeni parti kurullari toplanmis ve Türk Disisleri Bakani Sabri Çaglayangil’in tekliflerini degerlendirmistir.
Bu toplantida üç Ermeni Partisi Zürich 'teki toplantiya katilmak üzere birer temsilci görevlendirmistir. Bu üç temsilciye gerekli talimatlar verilmis ve kendi yetkilerinin sinirlari belirlenmistir. Buna göre Türkiye'nin islemis oldugu soykirim ve isgal etmis oldugu Ermeni vilayetleri her hangi bir suretle pazarlik konusu olamayacagi bildirilmistir.
Bu toplanti Zürich, Dolder Grand Hotel'de gerçeklesti. Önce, Türk bakan barisçi bir tonla geçmisteki üzücü olaylar hakkinda, gerekirse tazminat ödemek suretiyle kanli geçmisi unutmak gerektigi hakkinda bir konusma gerçeklestirdi. Adalet telkin eden bir üslupla, olaylarda Ermeni tarafinin kisisel veya bir züm­renin karsilik vermis oldugunu, diger taraf ise, devlet tarafindan tasarlanmis oldugunu belirtti'. Arkasindan da ilave ederek, 'fakat bu olaylarin hepsi o zamanki Osmanli hükümetine aittir ve bugünkü Türk hükümetlerinin bu konu­da her hangi bir mesuliyeti söz konusu degildi' diye ekledi.
Çaglayangil, Ermeni milletine yardimci olmak istedigini bildirerek, saka ile karisik kendisi ve sülalesine atfedilen soyadindaki "yan" kelimesinden mütevellit Ermeni kökenli olmasi sanildigi gibi konusmalardan sonra tazminat konusunu tekrarladi. Toprak konusunda ise, 'her hangi bir Türk veya Türk hükümeti bir karis topraktan vazgeçmesi söz konusu olamaz' dedi. Devaminda, benim yasim itibariyla, bundan sonraki hükümetlerde görev almayi düsünmedigimden Ermenilerin bu iyimser teklifi iyi degerlendirmesi gerektigini bildirdi.
Görüsmenin sonunda Ermeni temsilciler tesekkürlerini bildirirken, Türk hükümeti ancak, tipki Almanya'nin örneginde oldugu gibi, islemis oldugu cinayetlere uygun bir tazminat ödemek suretiyle bu barisi tesis edebilecegini, ayrica, bu konu asla pazarlik konusu olamayacagini bildirmislerdir.
       (http://vvvvw.network54.com/Forum/149359/thread/12275813S7/last-1227581357/Open+Letter+to+U.S.+President-Elect+Barack+Obama,Yeni Aktüel, 11-17 Aralik 2008, sayi 179,sh 40-42)
Çaglayangil’in, Soykirimin devlet tarafindan tasarlanmis oldugunu söyleme­si de anlamlidir.
Ermenistan ile süregelen diyalog sürecinde devlet tezi olarak ileri sürülen ortak tarih komisyonu önerisi yada soykirimi tarihçilere birakalim sözleri de soykirimi tartisma sürecinin bir parçasidir.
Ikinci bir soruyla devam edelim: Soykirim tartismasinin bir arka plani var mi dir? Evet, Soykirim ilk defa Osmanli parlamentosunda tartisilmistir.
ITC’nin Ermeni vatandaslarina uyguladigi soykirim, insanliga karsi islenen suçlar baglaminda Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisinde tartisilmis, konuyla ilgili komisyon kurularak sorusturma konusu olmus ve yargiya intikal etti­rilmistir. ITC iktidardan düsmesi ve yöneticilerin Almanlar tarafindan yurtdisi­na kaçirilmasindan sonra, sonra kurulan Ahmet izzet Pasa hükümeti nin pro­graminin Meclis-i Mebusan'da görüsülürken tartismalar baslar. Ahmet izzet Pasa Hükümetinin istifa etmesi de bu konuda sorusturmamin yapilamamasidir. Bu tartismalara biraz genis yer veriyoruz ki, o dönemin parlamentosunun tartisma düzeyi ile bugün Ingiltere Parlamentosuna Mavi Kitabi kinamak için mektuplar yazmaya çalisan parlamenterlerin zihniyeti daha iyi anlasilabilsin. (Osmanli parla­mentosundaki tartismalar bölümünde Taner Akçam'in Insan Haklari ve Ermeni Sorunu adli eserinden yararlanilmistir Imge Y. 2002)
ITC Hükümetinin düsmesiyle birlikte Savas ve Soykirim suçlarinin yargilan­malari gerektigi meselesi sadece kamuoyunu degil, Meclis-i Mebusan i da ugrastiran konularin basinda gelir. Meclis-i Mebusan'in yaptigi ilk islerden biri, sorumlular için ilk kez sorusturma yolunu açacak olan, Divaniye Mebusu Fuat Beyin geçmis hükümet üyelerinin Divan-i Ali'de yargilanmasina iliskin on mad­delik önergesinin kabul edilmesidir. Önerge geregi kurulan ve Besinci Sube olarak adlandirilacak Komisyonda ilk kez sorumlular sorgulanacaktir.
ITC yöneticilerinin Ülkeyi terk etmesinden sonra konu meclise tasinir. Meclis-i Mebusan'in 10 Ekim 1918'de açilisindan Aralik 1918'de kapatilmasina kadar geçen zamanda üzerinde en çok tartisilan konu bu olur. Ekim ayinda Itti­hatçilar hâlâ iktidarda olduklari için hiçbir tartisma olmaz. Ittihatçilarin iktidar­dan çekilmeleri ile Ahmet Izzet Pasa'nin hükümet kurmasi ve Seflerin ülkeden ayrilmasiyla birlikte o güne kadar susan milletvekilleri konusmaya baslarlar. Hükümet Programi üzerine yapilan görüsmelerde, 4 yildir memlekette binlerce masum insanin zulüm ve kahirlar altinda ezildigini ve bunu yapanlarin ceza­landirilmasi gerektigini söylerler.
Ancak, Ahmet Izzet Pasa Hükümeti, savas sirasindaki cinayetleri sorustur­ma konusunu programina almamistir. Programinda Ermeni Tehciri/Soykirimi meselesinde daha çok savunma havasi egemendir. Bu nedenle sert elestirilere maruz kalir. Trabzon mebusu Mehmet Emin Bey; Kabinenin bu programinda bendeniz bir seyi eksik görüyorum ki o da sudur: Kabine bu harb-i umumi içinde vukua gelen mezâlim ve cinayet ve itisafâtin esbabini [yolsuzluklarin sebeblerini] tahkik ve haklarinda takibât-i kaanuniyye ifa edecegini bize taahhüt etmiyor. Islenen tüm cinayetlerin suçlarinin bütün Türk milletine mal edilmek istendigini söyleyen Mehmet Emin Bey gerçek suçlularin bulunmasi ve bu lekenin Türklerin üzerinde kalmasinin engellenmesini önerir. Kendisi de bir Ittihatçi olan Emin Beyin konusmasi bir özelestiri gibidir: Vakia biz, simdiye kadar sükût ettik... Aman harp içinde ses çikarmayalim; dedik Fakat bu vazife­leri, sirasi geldikçe... makamât-i aidesine arzettikçe; Harp içindeyiz, hiçbir sey yapamayacagiz, insallah akd-i sulhu müteakip bunlarin tatbikatini yapacagiz; ce­vabini aldik. Biz bunlara karsi mecliste sükût ettikçe içimiz titriyordu... Yapilacak tahkikatla masum olanlar, bigünah olanlar ve bu iste alâkadar olmayanlar nazari halkta tebrie edilmelidirler [temize çikarilmalidirlar]. Hakikaten menfaat-i sahsiyyeleri ugrunda yapmadik cinayetleri birakmayanlari da kanun tecziye etmelidir [cezalandirmalidir]... Hükümet bize burada demelidir ki, ben bu taki­bati yapacagim. Her halde bu millet masumdur. Tarih nazarinda tebrie olun­malidir. Ve herkes de cezasini görmelidir.
Yapilan elestirilere yanit veren Ahmet Izzet Pasa, milletvekillerinin sukutun devam ettirilmesini ister: Nasil sizler dört sene müddet sükût etmis iseniz bugün biz de az çok sükûta mecburuz... Biz, adalet-i mutlakayi vaadediyoruz. Ve icra edecegiz. Ve mahâkimin de tenfiz ve icra edilmedik hiçbir hükmü kalmayacak, hepsi icra olunacaktir.
Ahmet Izzet Pasa Hükümetinin, konuya iliskin kayda deger tek girisimi gerek Tehcir gerekse Ermeni mallarinin satilmasina iliskin geçici kanunlarin ivedilikle görüsülmesi konusunda meclise teklifte bulunmasidir.
Tehcir/ Soykirim üzerine sert tartismalar 4 Kasim günü, 11. Oturum ile birlikte baslar. Verilen degisik takrir, teklif ve suallerle gerek savas suçlari gerek Kirim gerekse suistimaller gündeme getirilir.
Bu oturumda, Dogrudan Ermeni Kirimi/Soykirim konusunu direkt olarak ele alan bir önergede su maddelere deginilerek, kirimin failleri hakkinda hükümetin bilgisinin ne oldugu ve ne tür tedbirler almak istedigi sorulmaktadir:
1) Ermeni milletine mensup olmaktan baska hiçbir cürümleri bulunmayan bir milyon nüfus, kadinlar ve çocuklar ile istisna edilmeyerek kati ve itlaf edilmistir.
2) Lâakal [en az] kirk asirdan beri memlekette medeniyetin âmil-i hakikisi olan Rum unsurlardan 250 bin nüfus, hudud-i Osmani'den tard edilerek mallari müsadere edilmistir.
3) Badelharb 550 bin Rum nüfus daha, Karadeniz, Çanakkale, Marmara ve Adalar denizleri sevâhil ve havalisinde ve sair mahallerde kati ve imha edilmis ve mallari da zabt ve gasb edilmistir.
4) Memlekette anasir-i gayrimüslime icra-yi ticaretten men edilmis ve ticaret yalniz er-bab-i nüfuzun yedd-i inhisarina terkedilmis olmakla bu yüzden bütün efrad-i millet adeta soyulmustur.
5) Mebusandan Zohrab ve Vartkes Efendiler ifna edilmistir.
6) Arap kavm-i necibine karsi reva görülen sui muamelat simdiki felaketlerin baslica sebeblerini teskil etmistir.
7) Seferberlik vesilesi ile teskil edilen amele taburu efradindan 250 bin kisinin açlik ve mahrumiyetten müteessiren telef olmalarina sebebiyet verilmistir.
8) Harb-i Umumiye ye bilâ sebep girmis ve bu seref-i mesuma nailiyet için Bulgarlara memleketin bir cüzü de terk edilmistir.
Önergesinin bir hiss-i intikam sevki ile tanzim olunmus bir takrir olmadigini ifade eden Emanuel Efendi, Hatta failler hakkinda icra-yi adalet edilmesi hükümetin vazifesi olmakla beraber, su takrirden maksad-i aslî icra-yi adalet talebi bile degildir... Maksadimiz birtakim anasir aleyhine irtikab edilmis ve irtikab edilmis oldugunu yalniz bizim degil bütün alemin ve hatta düne kadar belki müsevvikimiz olan müttefiklerimizin de malûmu olan birtakim sui istimalâtta tekerrür etmemesi ve bunlarin izalesi için hükûmet-i cedidenin ciddi surette tasavvurati neden ibaret oldugunu anlamaktir. Olaylarin sorumlularinin asla Divan-i Aliye sevk edilen üç-dört kisiyle sinirli olamayacagini söyleyen önerge sahibi Emanuel Efendi, bir tasarima isaret ederek, zihniyetin mahkum edilmesini ister. Bu isi yapan siddedi bir cereyandir.
Emanuel Efendi ye göre, birkaç kisinin cezalandirilmasi ile olaylarin önü ali­namayacaktir. Asil mesele bugüne kadar izlenmis olan siyasettir. Bunun bugün iflas etmis oldugu ortadadir. Bilinmek istenen acaba hükümetin bugüne kadar-kinden farkli olan bir siyasetinin olup olmadigidir. Ve bu olaylarin bir daha olmamasi için bir program/bir dizi tedbir istemektedir.
Bu konusmalara cevap veren Dahiliye Nazin Fethi Bey (Okyar, Kemalist dönemde Basbakanlik ve Bakanlik görevine getirilecektir), Yasadigimiz 4 sene zarfinda bu memleketin havasindan gayet fena, gayet muzir birtakim cereyanlar geçmis ve memleketin altini üstüne getirmislerdir. Fakat, sayilan Rum, Ermeni Arap uluslarin yanina, belki hepsinden ziyade, mutazarrir ve magdur oldugu için, Türk unsuruna da yer verilmesi gerektigini söyler ve yapilanlarin gayet yanlis bir cereyan, fevkalâde hata alud halet-i fikriye neticesi oldugunu belirttikten sonra bütün yapilan haksizliklarin onarilacagi, azinliklara tam esitlik taninacagi ve seçimlerde kendilerine nispi temsil hakki verilecegi, sözünü verir. Ayrica, tagrib olanlarin yerlerine iadesi, bunlarin hasarat-i maddiyesinin mümkün oldugu kadar tazmini isinin hükümetin cümle-i makâsidindan oldugu ve bunun için icraata baslandigini söyler. Yine bu gibi ahvalin tekerrür edememesi, bu gibi hareketlere cüret eden memurin ve sair efrad-i ahaliden olanlarin takibi de Hükümet'in vazifesidir ve fakat bunu iyi yapabilmek için, sikâyeti olanin mutla­ka gerekli yerlere sikâyette bulunmasi gerekmektedir. Yalniz gazetelere yazi yaz­makla, yalniz burada nutuk söylemekle bir netice hasil olmaz. Dogrudan dogruya herkimin herkimden sikâyeti varsa onu bildirsin; hakkinda her türlü takibat icra etmeye haziriz.
Bakanin bu sözleri, bravo sözleriyle karsilanir.
Emanuel Efendi’nin, bu konusmaya verdigi cevapta, Kirim dan tek tek kisi­leri degil, bir akimi sorumlu olarak göstermesi ve bu akimi destekleyen herkesin, hatta bir ulusun olayin siyasi sorumlulugunu tasidigini ima etmesi Türk mil­letvekillerinin, bu Türk unsuru hakkinda bir ithamnamedir... Biz bunu kabul edemeyiz, biçiminde sert tepkilerine yol açar. Hükümetin soru önergesine son derece yumusak yanit vermesi, Türk milletvekillerinin tepki gösterdigi bir baska noktadir. Sahib-i takrir birtakim ithamâti mevzu ediyor ki buna Hükümet müsamaha ile cevap vermistir. Atiye ait, mevcudiyet-i milliye-yi lekeleyen, bir milyon nüfusun bilâ sebep Türkler tarafindan canavarca katledildigini söylüyor­lar. Hükümet temsilcisinin verilen soru önergesinin amacinin suçlama degil, bir siyasetin elestirisi ve yenisinin ne oldugunun sorulmasi ile ilgili oldugu yolunda­ki yumusatici konusmasindan sonra diger soru önergelerine geçilmistir.
Bir diger soru önergesi, Kozan Mebusu Matyos Nalbantyan ve arkadaslari tarafindan verilir. Önerge ile, vakt-i seferde icraat-i hükümete karsi gelenler için cihet-i askeriyyece ittihaz olunacak tedâbir hakkindaki kararname ile isbu karar­name mucibince ahar mahallere nakledilen eshasin emval, emlâk ve matlubât-i matrukeleri hakkindaki kararnameye tevfikan yapilan mezalimin mürettip ve failleri ile dûçar-i gadr olanlar hakkinda hükümetçe ne düsünüldügü, ögrenilmek istenmektedir.
Hükümet adina verdigi yanitta Fethi Bey, Matyos Nalbantyan Efendiye tesekkür eder. Istenen kati proje için, "hâlde tehcir edilmis olanlarin mahalle­rine iadesinden baska bir sey degildir... Fakat bunun cihet-i icraiyyesi de zan­nettigimiz kadar kolay bir sey degildir. "Gelecekler için "bir mesken, sicak bir çorba bulmak bir sorundur, ayrica büyük bir kismi da gelmek istememektedir. Bu nedenle hükümet bu isi ancak tedricen yapmak taraftaridir. Bunlarin gele­cekleri yerde mesken bulmalarini ve hiç olmazsa bir çati altinda ikâmet etmeleri­ni temin eylemek için lâzim gelen talimati vilâyete vermistir."Yapilmis olan haksizliklar, zulüm ve gadrlerden bahsetmek istiyorsaniz; herhangi bir adam, herhangi bir memur, bir kimseye zulüm ve gadr yapmis ise bunun hakkinda bizim yeddimizde tahkikat evraki varise, size temin ederim ki bunlari muhake­meye bilâ tehir sevkedecegiz ve sevketmekteyiz... herkes için bâb-i sikâyet açik­tir; hakkini müdafa etsin ve bu lâzimdir. Bunlar müracaat etsin, biz de tahkik ederiz... zulüm ve gadr yapmis olan, haksizlik etmis olan memurlarin hiçbir su­rede kanunun pençesinden kurtulmasini arzu etmiyoruz.
Bazi Türk milletvekilleri, soru önergelerinde öldürüldügü söylenen Rum ve Ermenilere iliskin verilen sayilarla ugrasirlar. Trabzon Mebusu Mehmet Emin Bey, bunlarin çok abartili oldugunu söyler ve bunu haksizlik olarak niteler. Bir haksizligi diger bir haksizlik ile izale etmek caiz degildir... Evet... bizim memurlarimizin birçok Ermeni çoluk ve çocuklarini kestik/erini ben de söylü­yorum. Ve mallari da yagma edildi. Fakat bu sayi, iddia edildigi gibi bir milyon degil, 500-600 bin civarindadir. Emin Beyin sözlerinde inkar yoktur, sadece sayilara itiraz etmektedir.
Tartisma, Allah zalimleri kahr eylesin, Amin, amin sedalari ile sona erer.
Soykirim üzerine tartismalar, Ahmet Izzet Pasa Hükümeti'nin istifasi üzer­ine kurulan Tevfîk Pasa Hükümeti'nin programi üzerine yapilan görüsmelerde de devam eder. 18 Kasim da okunan hükümet programinda Ermenilere yapilan muamele/Soykirim konusuna deginilecek ve hükümetin temel görevleri arasin­da sayilacaktir, birkaç seneden beri devam eden gayri kanunî ve gayri tabiî muamelat ve icraatin serian refve izalesi ile ahkâm-i seriyye ve kanunniyyenin fiilen ve tamamen icrasina ve bilâ tefrik-i cins ve mezhep bilumum sunuf-i ahali arasinda samimi bir vikafve muhadenetin saglanmasi hükümetin en temel göre­vi sayilir.
Halep Mebusu Artin Bosgezenyan, hükümetin hedefleri arasinda olan, baris görüsmelerinden olumlu bir sonuç almanin tek yolunun Ermeni Kirimi konusunda bir seyler yapmaktan geçecegini söyler. Baris görüsmelerini kastederek, bendeniz diyorum ki: O masanin basina bizim elimiz bos gitmeyelim. Kendimizi müdafa edecek, hukukumuzu muhafaza eyleyecek bazi istihzarat ile gidelim. Açik söyleyelim: Efendiler, biliyorsunuz ki Türk milleti alem-i medeniyet ve alem-i siyaset nazarinda bugün müttehim mevkiinde bulunuyor... Bugün ortada Osmanli tarihinin en matemli ve en kizil safhasini teskil eden bir cinayet-i azime vardir. Yerleri gökleri titreten bu cinayet-i azime, malumdur ki Ermeni kitalidir, Ermeni faciasidir. Türk milletini bundan dolayi müttehim tutuyorlar fakat asil müttehim Türk milleti degil, Türk hükümeti veyahut idarei sabikasidir... Millet baska hükümet baskadir... Ben diyorum ki: Türk milletini itham ettikleri o cinayati azime, idare-i sabika daha dogrusu, idare-i çeteviye tarafindan icra edilmistir... Bütün bir milleti birtakim canilerin, mecnunlarin cürmü ile itham etmek dogru degildir. Fakat eger baris görüsmelerinden olum­lu sonuç alinmak isteniyorsa, sorumlu olan kim varsa tutuklanmak ve yargilan­malidir. Bizim de fikr-i adalete ve hakkaniyete yabanci olmadigimizi isbat için bu adamlari tutup alelacele fakat bilmuhakeme ve bihakkin muhakeme ile adalede cezalandirmak lâzimdir. Bunlar hâlâ basibos geziyorlar.
Bosgezenyan sorumlularin cezalandirilmasi için, Dahiliye Naziri Fethi Bey in, sikâyetleri bekliyoruz biçimindeki tavrinin dogru olmadigini da ekler. Çünkü sikâyet edecek kimse de kalmamistir. Bosgezenyan, Ermeni yetimleri ile alikonan kadin ve kizlara da dikkat çeker: Netice-i maruzatim mücrim memur ve efrad-i nasin cezalandirilmasi, surada burada sunun bunun yedd-i gasb ve esaretinde olan nisvanin ve eytamin toplanmasi, onlarin tarafi hükümetten iase­si ve emval ve emaletinin iadesi ve Zararlarinin tazminidir.
Bazi Türk milletvekilleri tehcir olayini savas kosullari ve Rus birlikleri ile isbirligi yapan çetelerin varligi ile açiklamaya çalisirlar. Eger ortada bir cürüm varsa, bunun sebebi de Ermenilerdir. Bunlardan biri de Soykirim faillerinden Mus Mebusu Ilyas Sami Efendi (Mus), ortada bir cinayetin degil bir mukatelenin söz konusu oldugu tezini ortaya atar. Ilyas Sami, Ermenilerin Rusya saflarinda savastiklari, Van ve civarinda Müslüman katliaminda bulunduklarini öne sürer. Ilyas Sami ye göre, ileri sürülen iddialar Türk/ere bir iftiradir (Sami Efendi daha sonra Ermeni Kirimina istirak ettigi için tutuklanacaktir. Ocak, Subat 1920 aylarinda Istanbul Divan-i Harb-i Örfi de yargilandigina dair basinda haberler yer alir. 29 Agustos 1920'de Mal taya sürülür, Ingilizlerin birinci derece sorumlu olarak gördükleri kisiler arasindadir ve bu nedenle 16 Mart 1921 Londra Anlasmasi ile serbest birakilmayacak kisiler arasinda yer alir).
Trabzon Mebusu Mehmet Emin Bey Ermeni Kirimi konusunda son derece önemli bazi bilgiler aktarir: Ordu kazasinda bir kaymakam vardi. Ermenileri kayiga doldurarak Samsun a göndermek bahanesi ile denize döktürdü. Emin Bey kendi ugraslari sonucu kaymakami görevden aldirdigini fakat ayni seyleri yapan Trabzon Valisi hakkinda bir basari elde edemedigini söyler. Samsun civarindan yapilan tehcire gerekçe olarak gösterilen Rum çeteleri ve bunlarla çatismalar üzerine ayrintili bilgiler veren Emin Bey'e göre, bölgenin kendi içinde kismi köy bosaltmalarla da sorun çözülebilecekken, bu isle alâkasiz insanlarin toptan bölge disina sürülmesi yoluna gidildigini, bunun da yanlis oldugunu söyler. Ama sinir­li sayidaki vali ve kaymakam yüzünden tüm bir milletin suçlanmasi da dogru olmadigini iddia eder.
Matyos Nalbantyan, konusmasinda mebuslara, hem tehcir edilen nüfusun büyük kisminin kadin ve çocuklardan meydana geldigini hem de savas bölgesi olmayan yörelerden de insanlarin sürülmüs oldugu gerçegini hatirlatir. Bazi olay­lar bahane edilerek tüm bir halkin imha edilmesinin izah edilir bir tarafinin ola­mayacagini söyler. Orada bir çete çiksa ve vukuat yapsa o civar sekenesi de bu vukuata istirak etse ve teferruata müteallik gayri mesru birtakim harekederde bulunsa acaba böyle bir halin vukuu ta memleketin her noktasinda ve en hücra kösesinde bulunanlarin, mesela Edirne’de, izmit’te ve sahilde bulunan üç Ermeni’ye varincaya kadar umum Ermenilerin kaldirilip imha edilmesini, namusunun büsbütün heder edilmesini, emlâkinin müsadere ve yagma edilmesini icab ettirir mi?
Nalbantyan, sözlerinin, Ermeni milletine mensup oldugu için, Ermeni mil­letinin teessüratindan veyahut intikamindan dogmus Türklüge hitap edilmis bir hakaret, bir husumet diye anlasilmamasini ister. Meclis Baskani’nin, durmadan sözünü kesmesi üzerine de, Ermenilerin pirasa gibi dograndigini... Neronlarin vahsiligini gölgede birakan eylemler yapildigini, Ermenilerin imha edildigini, Anadolu içlerinin mezaristana çevrildigini ve kendisinden örnek vererek, ailesinin sürgün edilip, kendisinin de mebus oldugu için idamdan son anda kur­tuldugunu, yollarda kendi gözleriyle gördüklerini anlatarak, bunlar binbir gece hikâyeleri degildir, aynen vâki ahvaldir, demistir. Nalbantyan a göre, Vukuat, sis­tematik bir surette cerayan etmistir.
Nalbantyan Efendi'nin konusmasinin en önemli kismi kolektif sorumluluk üzerine söyledikleridir. Bir milleti imha edecek surette islenen cinayetin sorum­lulari, milleti adina hareket eden Heyet-i Müdirân’dir. Bu memlekette öteden beri... hâkimiyet, Türk hâkimiyetidir. Gerçi Türkler tekrar tekrar yapilan zulüm­lerin, eylemlerin aleyhinde olabilirler, fakat yapilan mezalim Türklügün namina yapilmistir... Bunu yapan üç bes kisi deniliyor... bunu üç bes kisi yapamaz... bu harekâti yapanlar: Türk hâkimiyetine istinad ediyoruz, diye bagiriyorlardi; sonra bizim kuvvetimiz Türk süngüleridir, diyorlardi... Bunu yapan Türk milletine mensup eshastir. Türklerin ulus olarak bu sorumluluktan kaçamayacaklarini söyler: Efkâr-i umumiye ve mazlum milletler bunun hesap ve bilançosunu mut­lak Türklerden isterler ve Türkler de bunu vermelidirler. O lekesiz ellerden oldugunu iddia eden Türkler, bunun bilançosunu yaparlar, tecziye edilmesi lâzim gelen kimseleri,... mevkiine, sahsina adedine bakilmaksizin tecziye ederler; hukuklarini iade ederler. Ondan sonra beseriyete ve dünyaya karsi bir hakikat gösterebilirler. Yoksa baska türlü kimi kimden sekva edecegiz? Türklerin kendi magduriyetlerini digerleri ile bir tutmak istemelerini de elestiren Nalbantyan, Türklerin magduriyeti, millet-i hâkime seklinde bir magduriyetdir.
Nalbandyan’a göre, meselenin hallinin tek yolu vardir: Gidip o cinayet yapanlar her kim ise, ne kadar kisi ise meydana çikarip mutlak tecziye etmeli ve tepelenmis, çignenmis hukuklari mudaka istirdat etmeli, iade etmeli ve ondan sonra da alem-i medeniyete çikip bizim namimiza heyet-i mümessilimiz olmak itibari ile, icraat-i caniyede bulunanlari iste bu surede biz tecziye ediyoruz, velev yüz bin olsun yaptik, yapiyoruz, diye ilan etmekle, bununla beraat mümkün olur... ve en salim ve dogru çare de budur...
Iki gün süren tartismalarin sonunda elestirilere yanit veren hükümet yetki­lisi, çarenin umumî surette söylenenler olmadigini, somut, delil göstererek mer­cilere basvurulmasi gerektigini, eger o merci tahkikat yapmazsa o zaman yapila­cak elestirilerin hakli olacagini söyler. Öte yandan, bes seneden beri yapilan vukuati tekrar etmek... yaraya merhem sürmek degil, aksine anasir arasindaki ihtilafi derinlestirmek ve uçurumu büyütmek demektir.
Ilyas Sami’nin bu konusmaya verdigi yanit, bugün bile (bir Kirim oldugunu kabul edenler tarafindan dahi) sikça kullanilan bir mantigi göstermesi bakimin­dan önemlidir. Gayrimüslimlerin Osmanlilarda, sekiz asirdan beri... bir göz bebegi olarak muhafaza edildigini söyleyen Sami Efendi, sadece bu son fecâyinin tekrar edilip durmasini haksizlik sayar.
Tartismalar Ermeni ve Rum mebuslarin itirazlarina ragmen, yeterli görülerek kesilmistir.
Meclis-i Mebusanda, Ermeni Kirimi/Soykirimi meselesi en son olarak kapanma kararinin okundugu 21 Aralik 1918 günü ele alinir.
Ayan Meclisi’nde konu üzerine ilk tartisma Ahmet Riza’nin açis konusmasi vesilesiyle yapilir. 19 Ekim 1918'de Ayan Baskani atanmasi dolayisiyla yaptigkonusmada Ahmet Riza, 1915 katliami sirasinda gösterdigi dürüst tavri sürdürmeye devam eder. Padisahin da kendisi gibi düsündügünü ima ederek; Padisahimizin amâl-i mülûkanelerine vakifim... Devr-i Sevketlerinde bütün Osmanlilar bilâtefrik-i cins ve mezhep, nizam-i adalet ve hürriyetten ayni dere­cede istifade edeceklerdir. Ulüvv-i sefkat-i Hümâyûnlari, o vahsiyâne öldürülen Ermenilerin, asilan, sürülen Araplarin eytam ve eramilini hak-i sefalette makhur birakmayacaktir. Menfalarda artik aglayan ve inleyen kalmayacaktir.
Ayan Meclisinin 21 Ekim tarihli oturumunda Ahmet Riza’nin bu sözleri elestiri konusu olursa da, Ahmet Riza’nin bu itiraza verdigi yanit önemlidir: Geçen içtimadaki nutkumda yalniz Ermenileri ve Araplari zikirden maksadim bu cihetin siyasî bir mahiyeti haiz olmasindan ileri geliyordu. Çünkü o bir resmi haksizlikti. Ondan dolayi nutkumda yalniz Arap ve Ermenilerden bahsettim. Yoksa diger magdurinin eytam ve eramiline bakilmasin fikri, asla hatir ve haya­limden bile geçmemistir. Diyerek Vukuatin siyasi boyutuna dikkat çeker. Taner Akçam, Ahmet Riza'ni bu tavrinin altini çizerek, Ermenilerin devlet eliyle planli olarak öldürülmüs olduklarini hatirlatarak, diger cinayetlerle aradaki önemli bir farka isaret ediyordu der.
Ahmet Riza Bey’in 21 Kasim 1918 tarihli önergesinde, kirimlar su sözlerle ifade edilir. Hatiat ve mezalim-i siyasiyye ile beraber katliam, aleni sekavet, masuniyet-i sahsiyyeye ve emval ve mesâkine tecavüz gibi bilcümle Osmanlilar hakkinda birçok efal ve cinayet dahi irtikab edilmis ve bilhassa Arap, Ermeni, Rum vatandaslarima, simdiye kadar tarih-i Osman'i de emsali görülmedik meza­lim icra olunmustur.
Ahmet Riza ekler: Arzum vicdan-i beserin bir an evvel tatmin edilmesidir. Ahmet Riza’nin insanligin vicdanina gönderme yapmasi son derece önemlidir.
Ferit Pasa da Osmanli Hükümeti'nin, bu mülk ve milleti nalan ve perisan ve ika eyledikleri fecâyi vicdan-i beseriyeti lerzan eden nuzzar-i sabika ile hempalarini... derhal taht-i muhakemeye almasi gerektigini söyler.
Çürüksulu Mahmut Pasa'da Kirim'dan ITC hükümetinin sorumlu tutul­masi gerektigi düsüncesindedir, meclis sorusturma komisyonu kurulmasi gerektigini savunur. Gerek Ermeni, Rum gibi gayrimüslim ve gerek Müslim unsurlar hakkinda irtikap olunan mezalim ve cinayet ekseriyetle o vakit mevkii iktidarda olan kabinenin bazi âzâ-yi faa-lesi tarafindan tasmim ve tanzim aledderecat birtakim âlat ile çeteler denilen Teskilât-i Mahsusa vasitasiyla icra edilmistir. Bütün bu ahval ve ef alin vükela-yi sabikaya tahmili mesuliyyef edecegi tabiidir. Devleti bugünkü akibet-i elimeye sevk eden bu çirkin mezalim ile suiidare ve suistimaldir
Osmanli Meclislerindeki bu tartismalar sonucunda Soykirim sorumlulari, insanliga karsi islenen suçlar kapsaminda adaletin karsisina çikarilacaklardir. Ahmet Izzet Pasa ve Tevfik Pasa hükümetlerinin yapmadigi sorusturmalar, Ferit Pasa hükümetince yapilacak ve sorumlu görülen kisiler tutuklanarak yargila­malari saglanacaktir.
Mustafa Kemal de 1 Agustos 1926'da Los Angeles Examiner'a verdigi röportajda, Soykirima ve faillerine su sözlerle deginir: Milyonlarca Hiristiyan uyrugumuzun acimasizca, kitleler halinde evlerinden sürülüp katledilmesinden sorumlu tutulmasi gereken bu eski Jöntürk Firkasinin artiklari...
Tehcir uygulamasi adi altinda Ermenilere yapilan muameleye/Soykirima ilk tepkiyi gösteren ve soykirim suçlularini insanliga karsi islenen suçlar kapsamin­da Divan-i Harbi Örfi de yargilayarak cezalandirma cesareti gösteren de bir Osmanli hükümetidir. Tutuklamalari gerçeklestiren Dahiliye Vekili Ali Kemal'in sonunda linç edilmesine bu tutuklama ve yargilamalarin rolü olsa gerektir. Kurbanlarin anisina ilk Ermeni Soykirim aniti da -bugün ortadan kaldirilmissa da-1919’da Istanbul’da, bugünkü Harbiye Orduevi ve TRT binasinin oldugu kompleks içinde açilarak kurbanlara ilk saygiyi da bir Osmanli hükümeti göstermistir. Ancak birinci savas sonunda olusan zayif Ermenistan’in, Karabekir tarafindan ezilerek tamamen mecalsiz birakilmasi ve ardindan Ermenistan’in Sovyetlestirilmesi ile Milli mücadelede, soykirim sirasindaki kazanimlarinin kaybedilecegi endisesiyle Anadolu hareketine kapagi atan soykirim suçlularinin galipler konseptinde yer bulmalari, hem bu suçlularin cezalandirilmasini önlemis hem de Ermeni sorunun geçici bir süre siyasi gün­demden kaldirilmasina neden olmustur. Ancak sorun insanligin vicdaninda gün­demden düsmemistir.
1915'ten beri dis politikada süren sikisiklik iç politikaya da yansimasinin yani, cumhuriyetin kurucularinin ITC’den miras aldigi inkar söyleminin ve siyasetinin sonuna gelinmistir. Soykirimi gündeme getirenlere karsi yükselen siddet dozu bu sikismisliktan kaynaklidir. Sorunun/soykirimin tartisilmasina ceza yasasinin hükümleri yetersiz kaldigindan vicdanlari susturmak için siddet örgütlenmektedir. Bu siddet yelpazesi bir yanda en uç noktada cinayete varip Kardesimiz Hrant Dink katledilirken, bir yanda Temel Demirer davasinda oldugu gibi yazarlara ve yayincilara dava açilarak, adalet istemi yargi kiskacina alinmakta, bir yandan 23–24 Eylül 2005‘te Istanbul’da düzenlenen Osmanli’nin Son Döneminde Ermeniler konferansinda oldugu gibi sorunun/soykirimin tartisilmasi Adalet bakani tarafindan ihanet olarak nitelenip, katilimcilar hedef gösterilerek neredeyse linçi aratmayacak örgüdenmis siddete maruz birakilmak­ta, diger yanda siddet, gözdagi olarak da algilanmasi gereken Savunma Bakani Gönül’ün itirafinda/konusmasinda gizlenmektedir. Sorunu dile getiren Yayinlari yayinlayan Ragip Zarakolu yillardir TCK tehdidi altindadir. Siddetin yetmedigi, TCK’nin yetmedigi durumlarda özel hukuk maddeleri çalistirilmaktadir. Pencere Yayinlari yayin yönetmeni Muzaffer Erdogdu, Peri Yayinlari yayin yönetmeni Ahmet Önal, yazar Taner Akçam, yazar Murat Erol Coskun... özel hukuk maddeleri zorlanarak ödeyemeyecekleri para cezasina çarptirilarak sustu­rulmak istenilmektedir
Adalet isteyen vicdan sahibi kisiler, her seye ragmen sorunu/soykirimi islerken, cezasizligin yeni soykirimlara çanak tutacagini ve cesaretlendirecegini vurgulamislardir, insanligin ortak vicdani yaralayan da sorumlularin cezasiz birakilarak ödüllendirilmesidir. Nitekim Ermeni Soykirimi’nin cezasiz biraktirilmasi Hider'i Yahudi Holokost'una cesaretlendiren en önemli etmenlerin basin­da geldigi de soykirim arastirmacilari tarafindan kabul edilen bir olgudur. (Kevork B. Bardakjian, Hitler ve Ermeni Soykirimi, Çev. Ali Gelen, Peri Y. 2006) Hider'in Ermenilerin imhasiyla ilgili imalari da güçlü delillerle dillendirilmektedir. (Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykirim Tarihi, Çev. Ali Çakiroglu, Belge Y. 2008 s) Bu bakimdan Nuremberg deki Nazilerin yargilanmasi sirasinda Bassavci Sir Hartley Shavvcross un insanliga karsi suçlar konusunda Nuremberg hukukunun dogusunun temeli olarak Ermeni örmegine isaret etmesi de anlamlidir. Soykirim terimini bularak, bu suçu ulus­lararasi hukuk araciligiyla ortadan kaldirmak isteyen Raphael Lemkinde, soykirim arastirmalarina yönelmesinde Ermeni Soykiriminin en önemli etken oldugunu vurgulamaktadir. Insanlik vicdaninin mücadelesi sonunda BM’ce 1948 yilinda sinirli olsa da Soykirim Suçunu önleme ve Cezalandirma Sözlesmesi kabul edilmis ve Türkiye de bu sözlesmeyi ilk imzalayan ülkeler arasina katilmistir. Bu ilk imzanin o sirada Ermeni Soykiriminin unutulmus soykirim olmasinin rolü olsa gerektir. Soykirim Sözlesmesi dönemin güçler dengesine göre soykirim tanimini sinirli tutsa da soykirimi ayri bir suç kategorisine almistir. Bu sinirli tanima göre de 1915'te Ermeni halkinin basina gelenlerin soykirim oldugunda saygin arastirmacilar ve siyasetçiler birlesmektedir.
Tartismayi kolaylastirmak ve sürecin ilerlemesi bakimindan birçok arastir­maci sürece katki sunabilmek amaciyla görüslerini açiklamakta, taraflara öneri­lerde bulunmaktadirlar. Bu katkilarin bir örnegi de soykirim arastirmacilari tarafindan son zamanlarda basbakan Erdogan'a gönderilen asagidaki mektup örnegidir:
"Ermeni Soykirimi uluslararasi akademi, hukuk ve insan haklari toplulugunca kanitlarla desteklenmistir:
1) Polonyali hukukçu Raphael Lemkin, 1944'de soykirim terimini ilk ortaya attiginda, soykirimla kastettigseyin tanimlayici örnekleri Türklerin Ermenileri ve Nazilerin Yahudileri imhasinin oldugunu söylemisti. [ Lemkin 1949 yilinda Amerikan CBS televizyonundaki, BM Soykirim Sözlesmesi ve Ermeni Soykirimi konusundaki bir röportajinda, 1915 sürecini Soykirim olarak tanimlayarak, Soykirim kavramini yaratmasinin nedeninin Ermenilere yapilanlar oldugunu açikça söyler. Lemkin'in Soykirim tezinde soykirima ugrayan grubun ulusal niteliklerinin tasfiyesi ve uygulayici grubun ulusal özelliklerinin kabul ettir­ilmesi (zorla asimilasyon), zorunlu göç, kültürel soykirim gibi daha ayrintili ve derinlikli çizgiler bulunmaktadir. (Recep Marasli, Ermeni ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykirimi,-Peri Yayinlari, 2008, s 418, lemkin yasami boyunca 1915 olaylarini ayni fadelerle tanimlayacaktir: Soykirim.)
2) Ermenilerin öldürülmesi 1948 Birlesmis Milletler Soykirimi Önleme ve Cezalandirma Sözlesmesinde tanimlanan bir soykirimdir.
3) 1997'de dünyanin en önde gelen soykirim uzmanlari örgütü olan Uluslararasi Soykirim Arastirmacilari Dernegi, Ermeni Soykirimini taniyan resmi bir karari oybirligiyle geçirdi.
Elie Wiesel ve Yehuda Bauer dahil, 126 önde gelen Holokost arastir­ macisi, 2000 Haziraninda New York Times’a verdikleri bir açiklamada, su götürmez Ermeni Soykirimi olgusu nu ortaya koyarak, bati demokrasilerini bunu tanimaya çagirmislardi.
 Holokost ve Soykirim Enstitüsü (Kudüs), Soykirim Arastirmalari Enstitüsü
(NYC) Ermeni Soykirimi nin tarihsel olgu oldugunu kabul etmislerdir.
6) William A. Schabas in Genocide in International Law (Cambridge University Press, 2000 [William A. Schabas, Uluslarasi Ceza Mahkemelerine Giris, Çev. Gülay Arslan,Uluslar arasi Af Örgütü Türkiye Subesi, 2004] ) gibi soykirimla ilgili önde gelen uluslararasi hukuk metinleri, Ermeni Soykirimi'ni Holokost un ilk habercisi ve insanliga karsi suçlarin geçmis örnegi oldugunu bildirmisti. [Soykirim arastirmacisi Schabas, eserinin orjinalinde, Armenian genocide terimini kullanir]
“Soykirimin farkli yorumlari olabilecegini - Ermeni Soykirimi’nin nasil ve neden oldugunu - not ediyoruz. Ama bunun soykirim olarak olgusal ve ahlaki gerçekligini inkar etmek, akademisyenlige degil, faili aklayip kurbanlari suçlama amaçli propaganda ve çabalara girerek, bu tarihin etik anlamini ortadan kaldirir... (Raphael Lemkin in Ermeni Soykirimi Dosyasi, çev Ali Çakiroglu, Belge Y.)
Basbakan’in mektubu nasil degerlendirdigini bilmiyoruz, ancak mektup yeterince açiklik tasimakta, mektubun sahipleri soykirim arastirmacilarinin ve soykirim inceleme kurumlarinin 1915’te Ermeni halkinin basina gelenleri bir soykirim oldugunda dair yargilarini bir kez daha T.C. Basbakanina ulastir­mislardir.
Son günlerde Ermenistan la baslayan zoraki yakinlasma, son ABD seçimleri ve Soykirim Suçunu önleme ve Cezalandirma Sözlesmesi’nin BM de kabul edi­lisinin 60. yilindaki soykirim ile ilgili programlar, gündemden hiç düsmeyen Ermeni Soykirimi’ni yeniden sicak gündemin ilk sirasina yerlestirmistir.
Savunma argümanlari tamamen ortadan kalkan Ermeni Soykiriminin inkari ve sözde soykirim’a indirgeme olanaklari ortadan kalkmistir. Bu konuda yayin­lattirilan ipe sapa gelmez yayinlarin bir degeri kalmamistir. Yapilan bunca mas­raf ve lobi çalismasindan bir sonuç çikmamaktadir. Türkiye’nin tavri tartismanin kilitlenmesine yöneliktir ve bu bakimdan hiçbir zaman sonuç çikmayacak olan ortak tarih komisyonu önerisine inada sarilmaktadir. Bir anlasma zemini yakalayamayacak olan komisyon bilesimi ve yaptirimi olmayacak olan komisyon, tartismanin kilitlenmesinde temel aktör rolü oynayacagi için uluslar arasi siyasette ciddiye alinmamasina ragmen Türkiye inada bu önerisini ortaya sürmektedir.
AB ilerleme raporlari dogrultusunda degisen yeni TCK 301 ile, yargilanma izni Adalet Bakani tarafindan verilmesi degisikligiyle yeniden yargilanmasina karar verilen Temel Demirer hakkindaki Bakanin verdigi yargilama izninde, suç isledigi kanaatine varilmistir ibaresinin kullanilmasi, resmi tezin sikismisliginin yani sira hukukun nelere alet edildiginin de bir göstergesi olarak hukuk fakül­telerinde örnek olay olarak verilecek cinsten bir vakiadir.
Bakan bu onayla da kalmayarak devletime katil dedirtmem noktasina ge­lerek açiktan mahkemeyi etkileme noktasina gelmistir. Bakan, Hakimler ve Savcilar Yüksek Kurulu Baskani oldugunu unutmaktadir.
Bakanin girisimlerinin sonucu gelinen noktanin çok vahim oldugunu dile getiren Ankara Düsünceye Özgürlük Girisimi, Bakanin sözleriyle kendini ele verdigini. Böyle bir kisinin bu denli kritik bir görevde bulunmasini yurttas hak­lari açisindan sakincali gördügünü kamuoyuna duyurarak, Adalet Bakani'ni der­hal istifaya çagirdigi ve istifaya yanasmamasi durumunda görevden alinmasini talep eden açiklamasinda: Adalet Bakani öncelikle, düsünce ve ifade özgürlügü kavraminin tam da yöneticiler ve/veya devlet tarafindan sakincali, tehditkâr, zararli, vs. bulunan görüsleri ifade etmek üzere biçimlendigini göz ardi ediyor/ettiriyor... Eger bir ülkede bu türden, yani iktidar/yönetim konumundakilerin “sakincali” buldugu ifadeler cezalandirilmak isteniyorsa, o ülkede düsünce ve ifade özgürlügü YOK demektir! Adalet Bakani, “Eger Bakan onayi olmasa 381 dosya mahkemelerde olacakti” sözleriyle, bizlere “halinize sükredin; bakin ben 381 davanin yargiya intikalini önledim” demeye getiriyor gerçi; ama neyin suç olup neyin olmadigini tayine iliskin yetkiyi tekeline aldigini da itiraf ediyor ayni solukta. Yani Adalet Bakani, "Yarginin Bagimsizligi" ilkesine müda­hale ettigini açikça ilân ediyor. Adalet Bakani, Temel Demireri pesinen, yargi sürecinin sonunu beklemeden suçlu 'ilan etmekle, bir yargisiz infaz gerçek­lestiriyor. Hakkinda kesinlesmis (hatta kesinlesmemis) bir hüküm bulunmayan bir kisinin suçlu oldugunu söylemekle, masumiyet karinesini , yani hakkinda kesinlesmis bir hüküm bulunmayan herkesin masum sayilacagina iliskin temel hukuk ilkesini çigniyor pervasizca. Adalet Bakani, "devletime katil dedirtmem" sözleriyle, o çok yakindan bildigimiz, tanigi, magduru, kurbani oldugumuz devlet suç islemez mantigini genel geçer bir kabule dönüstürerek, en yetkili agizdan, devlet güçlerince, yönetim mercilerinin bilgisi ve onayi dahilinde islenmis yüzlerce, binlerce cinayeti yok saymakla, suça, suçluya yardim/yataklik" ediyor! Çok gerilere gitmeye, Örnekleri çogaltmaya gerek yok; Bakan'a soru­yoruz: Susurluk, Semdinli davalari ve Partinizin büyük umutlar bagladigi Ergenekon davasi, “devlet görevliler”i ya da devlete “yardimci” güçler tarafindan, (en üsttekilere dek) üstlerinin bilgisi, onayi ve korumasi altinda taammüden islenmis cinayetler/kadiamlar üzerine degil ise ne üzerine sizce? Ya gözaltinda kaybolanlar? Emniyette, cezaevinde kafalari parçalanmis, bedenleri ekimozlar içindeki ölüler?... Sayin Bakan, “devletime katil dedirtmem” söyleminizin devle­tinizin kadrolu ya da sözlesmeli iskencecilerine, kiralik katillerine, tetikçilerine cesaret vermekten, arka çikmaktan baska bir anlami var mi gerçekten? Ve nihayet Adalet Bakani, "Adam 'Türkiye katil devlettir. Önce Ermenileri katletti simdi Kürteri katledecek’ diyor, dedigi Temel Demirer’i, hedef göstermekte­dir. Ayni kardesimiz Hrant Dink'in hedef gösterilmesi gibi...
Bakan, Sabah gazetesine verdigi mülakatta Adalet Bakanligina 381 dosya ulastigini ve bunlarin sadece 47 sine onay verdigini belirterek eger bakan onay mekanizmasi olmasaydi §u anda 381 dosya mahkemedeydi demektedir. Bakan degisiklikten bu yana 6 aylik bir sürede 381 adet dosyanin önüne gelmesinin nedenlerini sorgulamamaktadir.
Radikal Gazetesinden Oral Çalislar, bu vahim ve kritik durumu su sözlerle açiklamaktadir: Olaya neresinden bakarsak bakalim aci bir durumla yüz yüzeyiz. Hâlâ Türkiye'de yüzlerce insan yazip çizdigi nedeniyle, fikirleri nedeniyle yarginin hedefi olmaya devam ediyor. Bir tek 301. madde yok ki... Digerlerinden açilan davalari da eklersek, ‘düsünce özgürlügü’ noktasindan ne kadar uzakta oldugumuz ortaya çikar. Adalet Bakani ayipli bir durumu bir bagan gibi sunuyor. TCK 301. maddesinden o kadar çok dosya hazirlaniyorsa, ortada bir sorun var demektir. Bu sorun herhalde insanlarin düsüncelerini açiklamasi degil. Bu sorun yargi sistemimizin, hukuk sistemimizin ‘düsünce’yi hedef alma konusundaki israrini ve tabii ki geriligini gözler önüne seriyor. Adalet Bakani bu tabloyu da basarili bir tablo olarak görüyor mu?
1915fte ne oldugunun adlandirilmasina cevap olarak, Bakanin, ben devle­time katil dedirtmem sözünün anlamsiz oldugunu ifade eden Çalislar, Suçlari devletler islemez, suçlari siyasetçiler ve o devleti yönetenler igler. Hiçbir zaman 'katil devlet' yoktur, ancak katliama karar veren, uygulayan yöneticiler vardir. Mehmet Ali Sahin’in sözleri hamasettir, daha da açikçasi 'devletçi dil'dir. 1915'te neler oldugu tartisilacaktir. Siz bu ülkede tartismayi yasaklasaniz bile, bütün dünyada bu tartisilmaya devam edecektir. Yurtdisina gittiginizde bu konuda neler söylendigi duyacaksiniz, duymaya devam edeceksiniz. Temel Demirer’in yazip çizdikleri, 'incitici', 'kiskirtici' olabilir. Sonuç olarak söyledikleri onun düsünceleridir. Onu susturmak yerine kendi düsüncelerinizi söylersiniz, onun gerçek olmadigini kanitlamak amaciyla belgelerinizi, bilgilerinizi ortaya koyarsiniz. Demirer’i mahkemeye verip hapse mahkûm ettirdiginiz zaman, onun söylediklerinin yok olacagini mi saniyorsun? sözleriyle gerçegin inatçi oldugu­nun altini çizmektedir. Çalislar sözlerini söyle baglar: Düne kadar kendilerini 'biz siyasetin zencileriyiz' diye tarif etmekten hoslaniyorlardi, simdi üsluplari degisti. 'Devletime laf söyletmem' deyisi, bildik tanidik bir deyistir... AKP’nin bu dili­nin kendilerine bir hayri olmadigi gibi memlekete de bir hayri olmuyor. Üstelik bunu çok iyi bilebilecek deneyleri yasayarak gördüler.
Bakanin bu davranisi ve sözleri karsisinda gelinen nokta ve aldigi tepkiler karsisinda Bakan, takkesini önüne koyup bir kez daha düsünmelidir. Bakana her gün bir hukuk dersi verilmektedir:
Yeni Safak Gazetesinden Kürsat Bumin Su sözlere (bakanin Sabah’a yaptigi açiklamadan) bakin diyerek basladigi hukuk dersinde: "Bu kisinin söylediklerine kimse dikkat etmiyor. Dava açilinca 'Vah'diyor. Adam 'Türkiye katil devlettir. Önce Ermenileri katletti simdi Kürtleri katledecek' diyor. Kimse kusura bakmasin. Ben, devletime 'katil' dedirtmem. Bu ifadeler düsünce özgürlügü degildir. Tam da 301. maddede düzenlenen devletin sahsiyetini asagilama suçudur.' Neresi dogru ki, misali bir açiklama bu. Her seyden önce isin "adab-i muaseret" fasli: Davaya konu olan açiklamayi yapan bir "adam "degil. O da Adalet Bakani, Basbakan, Cumhurbaskani gibi bir vatandas. Adalet Bakani ve diger sahsiyetler, o "adam"larin birer yurttas olmasindan dolayi bulunduklari mevkileri doyura­biliyorlar. Yani o eger bir "adam"sa, otomatik olarak Adalet Bakani da bir "adam"dir. Açiklamanin "Ben devletime 'katil' dedirtmem" fasli ise -gerçekten- kendisini hepten kaybetmis bir meydan okuyus hali "Bu ifadeler düsünce özgür­lügü degildir." Öyle mi gerçekten? Ne münasebet; bakan bey ikna olmazsa Avrupa'da dolasan ve "katil devlet" adini tasiyan bir sarkiyi ismarlayabilir. Bir dizesi de "Polis ve ordu organize olmus gangsterlerdir seklinde bu sarkinin. Ne saniyoruz biz; "düsünce özgürlügü" nün genel olarak devlet, özel olarak polis ve "ordu" gibi devlet aygitlarina hiç bulasmadigini mi? Olur mu böyle sey? Böyle olsaydi, demokrasilerde karsilastigimiz o büyük külliyat olusabilir miydi? Tam da 301. madde düzenlenen devletin sahsiyetini asagilama suçudur. Devletin "asagilanacak" ya da tam tersine "yüceltilecek" bir "sahsiyeti" olmadigi, bütün bu "suçlar"in "Eski Rejim"de kaldigi hâla anlasilamadi mi? Adalet Bakani gazeteci Demirer'in 301 'den yargilanmasina izin verirken söyle demisti: Türkiye Cumhuriyeti Devletini alenen asagilama suçunu isledigi kanaatine varilmistir." Bakanin mahkemeye izin veren bu yazisi çok elestirildigi için üzerinde ayrica durmayacagim. Söylendigi gibi, Adalet Bakani bu yazi ile neredeyse mahkeme kararini da kaleme almis. Ama diyelim ki (ve dileyelim ki) mahkeme sanik Demirer'i suçsuz buldu. Böyle bir durumda Adalet Bakani nasil bir yorum yapacak?Bugün öfkeli biçimde "Ben devletime 'katil'dedirtmem” diyen bakan, muhtemel bir beraat kararindan sonra "Devletime 'katil' diyenleri saliverenlere ben yargiç dedirtmem"de diyecek mi? Demesi lazim; madem ki bu tehlikeli yola girdi, tutarli kalabilmesi için arkasini da getirmesi lazim... Kürsat Bumin’den aldigimiz bu uzun alinti tam da bir hukuk dersidir.
Sabah Gazetesinden Ergun Babahan, insanlara adil, tarafsiz yargilama sansi vermek adaletin temeli oldugunu Bakana hatirlatarak, Bakanin bu sözleri en azindan bu davada bu sansin kalmamis oldugunu gösteriyor. Diyerek Bakan’in açiklamalarinin kabul edilemez oldugunu vurgulayarak davanin düsürülmesini talep etmektedir. 301 gibi netameli bir maddeye Bakan onayi eklenmis olmasini tek kelimeyle talihsizlik.olarak niteleyerek Bakanin açiklamalarinin cezaevinde iskenceden ölüm kadar vahim oldugunun altini çizmektedir: Engin Çeber’in cezaevinde iskence sonucu ölümünde çok dogru bir tutum takinmisti Adalet Bakani Mehmet Ali Sahin. Ancak yazar Temel Demirer'in Türk Ceza Kanununun ünlü 301'inci maddesinden yargilanmasina izin verisini açiklarken bizce büyük bir hata yapti. Bence burada iznin Adalet Bakani’nca verilmesi kendi basina tartismali. Çünkü yargi sistemi Adalet Bakani’nin izin verdigi bir dosyaya yanli yaklasabilir; çünkü bakanin bile yargilanmaya deger gördügü bir olayin var oldugunu düsünür. Siz bunun üzerine "Ben devletime 'Katil' dedirtmem" der­seniz, görülmekte olan bir dava hakkinda ihsas-i reyde bulunmus olursunuz. Üstelik bunu yarginin bagimsizliginin tartismali oldugu bir ülkede yaparsaniz dava sürecine ciddi gölge düsünmüs olursunuz. Keske Adalet Bakani Sahin, bu davaya izin vermesiyle ilgili bir görüs beyaninda bulunmasaydi. Hakimler ve Savcilar Yüksek Kurulu Baskani da olan Adalet Bakani'nin bir davayla ilgili bu kadar açik tavir almis olmasi yanlistir. Hakkinda suç duyurusu bulunan ve su anda sanik haline gelmis bir kisi hakkinda kanaatinizi basin mensubu olarak yap­saniz, yargiyi etkilemekten davalik oluyorsunuz. Bunu Adalet Bakani'nin yapmasi kabul edilemez. Burada yapilmasi gereken belki de bu davada tarafsiz yargilama olanaginin kalmamis olmasindan dolayi davayi düsürmektir. Çünkü Adalet Bakaninin Devletime Katil dedirtmem sözü bu davayla ilgili bir hüküm niteligindedir ve yargiyi dogrudan etkileme gücüne sahiptir. Bakan bu dava için izin vermekle kalmamis, sanik hakkinda hüküm niteliginde bir beyanda bulun­mustur. Altini tekrar çiziyorum, kendisi ayni zamanda Hakimler ve Savcilar Yüksek Kurulu Baskani’dir. Bu sözleriyle davayi dogrudan etkileyici bir açiklama yapmis, sanigi daha yargilamadan mahkum etmistir. "Önemli degil" deyip geçe­bilirsiniz ama bence bu cezaevinde iskenceden ölüm kadar vahimdir.
Londra da yasayan gazeteci Ali Keskin, Türkiye garip bir ülke. Mesela Anayasa Mahkemesi Baskani çikip ortaya düsüncemi açikça söylemekten korkuyorum diye konusabiliyor. Türkiye'de. Anayasa Mahkemesi Baskani sifatinda biri basina geleceklerden dolayi düsüncesini söylemekten korkuyorsa, bir de Temel Demirer ve onun gibi muhalif düsünenlerin halini düsünün. Diye baslayan yazisinda, Adalet Bakaninin dava sürecine müdahalesiyle olusan vahim duruma isaret eder: Demirer, hakli olarak Adalet Bakani'nin bu demecini ken­disine yönelik bir tehdit olarak algiladi ve “basima bir sey gelirse katilim Sahin’dir” dedi. IHD de, "yazar Temel Demirer’in can güvenligine dair kaygilarini anliyoruz. Yasam hakki tehdit altinda olabilir" açiklamasini yapip, yazar Temel Demirer’in hem yasam hakkinin hem de ifade özgürlügü hakkinin devletçe garanti altina alinmasini talep ederek, Temel Demirer’in insan hak­larinin korunmasi için acil eylem çagrisinda bulunulmasinin yararli olacagini düsüncesiyle uluslararasi kuruluslara acil eylem çagrisi yapti, Ali Keskin, Türkiye ulasmak istedigmuasir medeniyetten bir örnek vererek bizim bu yolda daha çok isimizin oldugunu vurgular: Benjamin Obadiah Iqbal Zephaniah adini duy­mussunuzdur. Ingiltere’nin taninmis sairlerinden. Siki bir muhalif. Ama muhalif olmasina ragmen Kraliçe tarafindan kendisine bir zamanlar "Devlet Üstün Hizmet Madalyasi" ödülü verilmek istenmisti. Jamaika asilli sair, Kraliçe 2. Elizabeth’in vermeyi planladigi madalyayi reddetmekle kalmamis, tüm televiz­yon kameralarinin, gazetecilerin önünde, Ingiltere’ye yönelik zehir zemberek sözler etmekten geri durmamisti, "imparatorluk "kelimesini duyunca kiziyorum. Ingiltere’nin emperyalist, köleci gelenegini hatirliyorum. Atalarimi nasil katlettiklerini düsünüyorum. Bana köleligi, binlerce yillik vahseti hatirlatiyor. ... Asla köklerini kafasindan çikaramayan biri degilim ve kesinlikle kimlik bunalimi yasa­madim, benim kaygilarim gelecege ve tüm insanlarin siyasi haklarina dair. Ödül mü. Tamamen hayir. Bay Blair ve Bayan Kraliçe. Ben anti emperyalistim. ... Bize yalan söylediniz. Yalan söylemeye devam ediyorsunuz. Adil bir düzen için çalisan isçi sinifini müsfik bir sekilde imparatorlugun kirli lagimlari içine döktünüz. Bay Blair ve Bayan Kraliçe imparatorluk düslerinizden vazgeçin..." dedi. Bu sözler basta Ingiltere'nin devlet televizyonu BBC olmak üzere, tüm medya kanallarinda Iadelere ulastirilmisti. Ama Ingiltere’de hiç bir Allah'in kulu çikip ta Benjamin i "ne vatan haini ilan etmis" ne de bir devlet yetkilisi çikip, "ben devletime katil, katliamci dedirtmem" diye görüs belirtmisti, iste aradaki fark... Modern süncenin yerlesmis oldugu ülkelerde muhalif düsüncelere tolerans gösterildigi ve farkli düsüncelerin koruma altina alindigini fakat Türkiye gibi devletin temel görevinin kendi ideolojisini bireylere benimsetmek ve bu amaçla kitleleri mobilize etmek olan ülkelerde ise, Resmi görüsten baska hiçbir görüs korunmadigi gibi bizzat devleti yönetenler "bizden" olmayanlari ayiklama yoluna gidiyorlar. Bu nedenle de muhalifler ve farkli görüslere sahip olanlar, bunun bedelini ya Hrant Dink gibi hayatlariyla ödüyor ya da Temel Demirer gibi hedef gösterilerek, tehlike altinda, düsünceleriyle birlikte yasamaya devam ettiklerini vurgular.
Milliyet Gazetesinden Mehmet Ali Birand, Hayir Sayin Bakan, görüsünüzü paylasamiyorum diye baslayan yazisinda; Mehmet Ali Sahin, bu kabinenin en ilginç, açik sözlü ve cesur bakanlarindan biridir. Bu kösede, attigi çesidi adim­lar ve açiklamalar için övgü yagmuruna tutulmus bir isimdir. Ancak, son bir demeci oldu ki, yakistiramadim.. Adalet Bakanimiz, yazar Temel Demirer hakkinda 301 den dava açilmasi için onay verdigini ssekilde açikladi: "Adam, 'Türkiye katil devlettir. Önce Ermenileri katletti simdi Kürtleri katledecek' diyor Kimse kusura bakmasin. Ben, devletime 'katil' dedirtmem. Bu ifadeler düsünce özgürlügü degildir. Tam da 301. maddede düzenlenen devletin sah­siyetini asagilama suçudur" Neresinden bakarsak bakalim, Demirer’in bu sözleri, ne kadar agir bir suçlama içerirse içersin yine de ifade özgürlügüdür. Demirer, TC. Devleti hakkindaki görüsünü açiklamaktadir Tepki duyabiliriz, ancak yine de bir özgürlük/e karsi karsiyayiz. Bakin göreceksiniz, Demirer 301 'den ceza­landirildigi takdirde, Avrupa Insan Haklari Mahkemesi Türkiye'yi cezalandira­caktir Demirer’in durumu, 301 inci maddeyi yeterince degistirmedigimizi gösterecektir.
Taraf Gazetesinden Adnan Keskin, Bakanin, Temel Demirer’e iliskin kararindaki tutarsizliginin yaninda, ILKAV'in 2006'da düzenledigi "Resmi Ide­oloji Kiskacinda Egitim" konulu paneldeki konusmalari nedeniyle Mehmet Ali Sahin'in, Tanriverdi ile Pamak hakkinda 301. maddeden dava açilmasina Devlet Bakani olarak neden oldugu davanin, Adalet Bakani olarak onay vermemesi karsisinda, davalilarin yargisiz infaza diye niteledikleri Bakani, özür dilemeye çagirdiklarini gündeme tasir: Yazar Temel Demirer’e 301'den mahkeme yolunu açmasini 'Devletime katil dedirtmem' sözleriyle savunan Adalet Bakani Mehmet Ali Sahin’in, TCK 301. maddeden yargilama izni vermedigILKAV Baskani Mehmet Pamak ile Özgür Egitim-Sen Baskani Yusuf Tanriverdi hakkindaki davanin 'muhbiri' çikti. Sendikaci Tanriverdi, haklarindaki davanin açilmasini saglayan kisinin dönemin Devlet Bakani Mehmet Ali Sahin oldugunu açikladi. Tanriverdi, ‘yargisiz infazci' olarak suçladigi Bakan Sahin'i kendilerinden özür dilemeye, bunu yapmamasi halinde yargilanmasina izin vermeye çagirdi.
Yusuf Tanriverdi, olayin gelisimini, süreçle ilgili Bakanin tutarsizligini ve bundan dolayi Bakanin özür dilemesini istedigi açiklamasinda, "yargisiz infazcinin kamuoyu önünde bir "adalet melegi kisvesine" bürünmesine vic­danim elvermemektedir. Sözlerinin altini çizer: Hatirlanacagi gibi Kanal D enkirmeninin servisi üzerine M. Ali SAHIN, TV'lere yaptigi açiklamada (açikla­ma görüntü kayitlari bizde mevcuttur): "haber programi daha bitmeden hemen aradim ve Cumhuriyete, Atatürk'e hakaret var. Geregi yapilacaktir, dedim" demistir. Bakana ve kamuoyunu bazi sorular sormak istiyorum:
1- Bu enkirmen senin amirin midir ki, program daha bitmeden arayip "geregi yapilacaktir" deyip adeta tekmil veriyorsun? Bir enkirmenin tesirinde bu denli kalmanizin nedeni nelerdir? Böyle bir zaafla hakkaniyeti nereye kadar saglayabilirsiniz?
2- Olayi incelemeden, konusma içerikleri hakkinda saptirilarak servis edilen iki cümleden baska hiçbir sey bilmeden iki sivil toplum baskanin konus­masinda hakaret içerdigi kanisina varip yargisiz infaz yapmak hangi devlet adamligina, hangi ahlaka, hangi adalet duygusuna sigmaktadir?
3- Bir devlet adamina yakisan: "eger ortada bir suç varsa bagimsiz mahkemelerimiz savcilarimiz var onlar geregini yaparlar. Bizim açimizdan da gerekli arastirma ve inceleme sonucunda yapilmasi gereken neyse o yapilir. demek degil miydi?
Ancak siz o gün yargisiz infazciligi oynamayi kendinize yakistirildiniz. Eger, bugünkü tavriniz hakkin yerine teslim edilmesi ve bir yanlistan dönülmesi ise, o zaman yapmaniz gereken bir sey daha var. Bizden kamuoyu önünde yaptiginiz yargisiz infaz nedeniyle özür dileyiniz. Ya da benim hakkimda ki kararinizi geri alarak mahkemede yargilanmami saglayin. Zira "yargisiz infazcimin" kamuoyu önünde bir "adalet melegi kisvesine" bürünmesine vicdanim elvermemektedir.
Adalet Bakani kendi ihbar ettigi ve kendisinin yargilamayi durdurdugu Mehmet Pamak ve Yusuf Tanriverdi hakkinda açilan 301 davasindaki müta­laasinda su görüsleri ileri sürerek , mahkeme sürecini durdurmustur: ... [K]onusmalar yapmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Devletin askeri teskilatini alenen asagilama suçunu isledikleri, iddia edilmis ise de; Avrupa insan Haklari Sözlesmesinin 10'ncu maddesinin 2. fikrasinin Avrupa insan Haklari Mahkemesi’nce yapilan yorumunda, düsünce ve ifade özgürlügünün, sadece toplumda begenilen, kabul gören, zararsiz veya kayitsizlik içeren bilgiler veya fikirler için degil ayni zamanda kirici, sok edici veya rahatsiz edici olanlar için de geçerli sayilmasi ve bunun demokratik bir toplumun olmazsa olmaz unsurlarin­dan olan çok seslilik, tolerans ve hosgörünün geregi oldugunun vurgulanmis olmasi, ayrica Avrupa Insan Haklari Mahkemesi’nin 08.07.1999 tarih ve 23536/94 sayili, 08.06.1999 tarih ve 23500/94 sayili kararlarinda, siddete tesvik söz konusu olmadigi, siddete çagri anlaminda anlatim tarzi benimsenmedikçe devletin resmi politikasinin elestirilebileceginin ve bu ifadelerin medya araciligiyla açiklanmamis olmasi nedeniyle ulastigi insan kitlesi nazara alindigin­da toplumun büyük bir kesimini etkileme imkâni olmadigindan ulusal güvenlik ve kamu düzeni açisindan tehlike olusturmayacaginin belirtilmesi nedeniyle iddiaya konu sözlerin düsünce ve ifade özgürlügü kapsaminda elestiri amaci ile söylendigi, kanaatine varilmistir. Bu bakimdan; saniklar Mehmet Pamak ve Yusuf Tanriverdi haklarinda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Devletin askeri teskilatini alenen asagilama suçlarindan 5237sayili Türk Ceza Kanununun 301/4. madde­si uyarinca sorusturma yapilmasina izin verilmemesi düsünülmektedir. "
Radikal Gazetesinden Erkan Gologlu, Bakanin tutumunu sorgulayarak can alici bir soru sorar. 14 Ekim 2008 günü, Engin Çeber’in tutukevinden ölüsü çikinca, özür dilediniz. 2 5 Ekim 2008 tarihli yazimda, özrünüzde baska bir mana aramanin bu özrü asindirmak anlamina gelebilecegini ifade ettim. Hatta bu özre, dile getirdiginizden daha büyük bir önem atfettim. Temel Demirer’in Ceza Kanununun 301. maddesinden yargilanmasi için verdiginiz izni savunurken sarf ettiginiz sözleri okuyunca, simdi ister istemez su soruyu sormak zorundayim: Siz Engin Çeber’in yakinlarindan hangi sifada özür dilemistiniz?... Tutukevinde devlet yetkisiyle hareket edenler tarafindan iskenceyle öldürüldügü, artik ayan beyan ortaya çikmis bir kardesimizin yakinlarindan özür dileyen birisi, bir ay sonra Devletime katil dedirtmem diyorsa, ya özründe samimi degildir ya da devletine sevgisinde. Özrünüzde riya aramamistim, sevginizde hamaset bulmak istemem. Bakanin buna ne cevap verdigini bilmiyoruz.
8 Aralik günlü Radikal Gazetesindeki Yurdagül Simsek'in Bakanla yaptigi görüsme haberinde de bundan söz etmemektedir Bakan Sahin, incelemenin de AIHS’nin 10. maddesi ve AIHM’nin düsünce, ifade özgürlügüyle ilgili verdigi içtihatlara dayanarak yapildigini söyler. Haberde, Su ana kadar önüne 462 dosya geldigini, bunun 58 tanesine sorusturma izni verdigini anlatan Sahin, bir kis­minin incelemesinin devam ettigini, 258-260 tanesine de izin vermedigini... izin verilenlerin orani yüzde 19 dur. Bu yüzde 19’un içerisinde basin mensubu olup da dosyasi gelenlerden izin verilenlerin orani ise sadece yüzde 8’dir. Bu eskiden çok yüksekti' demektedir.
Bakan tepkilerden dolayi geri adim atmakla birlikte, Temel Demirer’e yük­lenmekten kendini alamamaktadir, Bakanin söylediklerinden sorusturma izni verdigi basin dosyalarinin daha çok marjinal ve asiri sol dergilerin hedef tah­tasinda oldugunu anliyoruz. Sahin, söyle devam eder: Kamuoyunda pek bilin­meyen seyler. Burada öyle agir ifadeler var ki, ancak düsman yazabilir. Devlete karsi, Silahli Kuvvetlere karsi o ifadeleri ancak düsman bir kisi yazabilir. Onlara tabii izin veriyoruz. Adam öyle seyler yaziyor ki rahatsiz olursunuz, küfrediyor yani. O nedenle biz izin veriyoruz ama tabi karari yargi verecek. Ben karar ver­miyorum, suçludur diyemem, çünkü ben yargiç degilim. ‘Adalet Bakani Sahin, yazar Temel Demirer’e sorusturma izni vermesi ve Demirer’in kendisine yöne­lik beni hedef gösteriyor seklindeki sözlerini de degerlendirdi. Temel Demirer, herkesi devlete karsi suç islemeye davet ediyor, katil devlete karsi... diyen Sahin, bunun da vatandaslar üzerinde olumsuz etki yaptigini öne sürdü.
Demirer’i hedef göstermedigini kaydeden Sahin, söyle dedi: Suç islemeye davet ediyor, siddete ve teröre tesvik ediyor. Siddet ve terör düsünce açikla­masiyla ayni yerde bulunamaz. Bu cümleler bana göre siddet ve teröre davettir.
Izin vermis olmam dolayisiyla beni elestirdi. Ben düsünce açikladim, benim hakkimda izin verildi dedi. Ben de bir de ne söyledigini söylesin, ne söyledi de ben böyle bir sorusturmaya izin verdim dedim. Ne söylediklerini açikladim. Bu beyanlar siddet ve teröre davetiyedir diye yorumladim. Tabii ki, karari mahkeme verecek. Bakan biraz olsun ne söylediginin farkina varmis görünmektedir. Ben yargiç degilim sözlerine vurgu yapmasi bundan olsa gerektir.
Basta da ifade ettigimiz gibi devletin yüce katinda kapali kapilar ardinda tartisilan Ermeni Soykiriminin açiktan tartisilmasina, resmi ideolojiye yedeklenen resmi tarih tahammül edememektedir. Ermeni Sorunu/Soykirimina resmi tarihçi­lerin, tarih disi, siracinin sahidi bozaci tavri disinda bir tartismaya izin verilmeme­si, Soykirimi dile getiren yazarlarin, düsünürlerin ve yayincilarin yargi kiskacina alinmasi bir baski rejimine isaret etmesi yaninda, ayni zamanda acili Ermeni halki­na karsi da bir saygisizlik ve Türkiye halklarini aptal yerine koymaktir.
        
Aydinlar bildirisinde söylendigi gibi: imparatorlugun son döneminde Osmanli Ermenilerinin ugradigi insanlik disi felaketin tüm agirligini üzerimizde hissedi­yoruz.  Ermenilerin acilari bizim acimizdir. 1915 vahsetini, insan oldugunu söyleyen hiçbir kisi inkâr edemez. Bu konuda neden ve amaç aramak nafiledir.
Bu çalisma Temel Demirer'in, sözleriyle insanligin ortak vicdaninin yargi kiskacina alinmasi sürecinin hikayesidir ve mahkeme belgeleriyle yargi safahatini anlatmaktadir. Ayrica Soykirim tartismalarinin daha iyi anlasilmasi için ülke­mizin önde gelen arastirmaci ve yazarlarindan Ragip Zarakolu, Taner Akçam ve Ayse Hür ün, Soykirima iliskin çalismalari ile zenginlestirilerek, konunun/soru­nun bir bütünlük içinde okurlara sunulmasi amaçlanmistir.
Temel Demirer sözleriyle, insanligin vicdanina tercüman olarak insanligin ortak vicdaninin sesini dile getirmistir, insanligin ortak vicdanini yargi kiskacina almayalim.
 -------------------------------------------------------------------
 
HRANT’IN KATIL(LER)I
Kitaba genis bir perspektiften bakildiginda islenen konularin genel itibariyle üç bölümden olustugu görülmektedir. Bunlar;
Osmanli Devleti yönetimindeki azinliklarin ve özelde Ermenilerin yasadiklari,
Hrant Dink’in öldürülmesi olayi ile ilgili degerlendirmeleri,
Hrant Dink’in ölümü akabinde yapmis oldugu konusma neticesi hakkinda TCK 301. maddeden açilan davaya iliskin itirazlaridir. 
Yazarimiz, kendisinin TCK 301’den yargilanmasina sebep olan “Tarihimizde Bir Soykirim Vardir. Adi Ermeni Soykirimidir.”Dedim! Dogrudur… Seklinde söyledigi cümleleri asagida özetle ssekilde ifadelendirmektedir.
Osmanli Devleti, içerisinde Ermeni Halki’nin da bulundugu baskici bir imparatorluktu. Ser’i esaslara dayali olarak yönetilen Osmanli Devleti hegemonyasi altindaki gayrimüslim tebaaya ibadetlerini yapmalarindan tutun giyim kusamlarina kadar özel türden baskilar uyguluyordu. Müslüman olmayanlari zimmî olarak adlandiriyor ve mahkemelerde Müslümanlara karssahitlikleri bile kabul etmiyordu. Gayri Müslimlerin evlerinin Müslüman evlerinden yüksek olmasi bile yasakti. Belirlenen yasaklara uymayanlar para ve hapis cezasina çarptiriliyor hatta bununla da kalmayip sert bir padisaha denk gelirlerse öldürülüyorlardi. Bu sekilde bir esaret altinda ezilen halklar uygun sartlar olustugunda Osmanli Devletine karsi mücadeleye girisiyor ve çesitli talepler ileri sürüyorlardi. Osmanli'yi parçalama hirsinda olan Batili emperyalist-kapitalist güçler de kendi çikarlarina uydugu müddetçe bu ezilen halklarin koruyucusu rolüne bürünerek devreye giriyorlardi. Çöküs dönemine girmis Osmanlinin elit sinifi ise ezilen halklarin taleplerini baski, siddet ve entrikayla bastirmaya çalisiyordu. Osmanli Devleti Avrupa'da sürekli toprak kaybediyor, özellikle Hiristiyan Balkan halklari artarda bagimsizliklarina kavusuyorlardi.
Ermeni meselesi resmi anlamda 1878’de imzalanan Berlin Antlasmasi’yla baslasa da bu yalniz diplomatik yönünün baslangicidir; çünkü bu tarihten çok çok öncesinden itibaren Osmanli Ermenileri baskilara maruz kalmaktaydilar. Abdülhamit tarafindan, Kürtlerden olusturulan alaylar Ermenilere karsi çok sayida katliam gerçeklestirmisti. Ermenilere karsi baslatilan asil katliamlar 1894-1896‘da yasanmaya basladi. Sadece bu iki yil içerisinde 100 bin ile 300 bin arasinda Ermeni’nin katledildigi belirtilmektedir. Kirimin asil baslangiç tarihi olarak Van’daki olaylarin bahane edilerek Istanbul’da Ermeni önde gelenlerinden 235 sahsin tutuklandigi gün “24 Nisan 1915” kabul edilir. Bu tarihten sonra iskenceler ve idamlar ülke çapinda yürürlüge konmustur. Dogu vilayetlerindeki tehcir ve kiyimlar da mayis ayi ile baslamaktadir. Birçok Ermeni yanlarina esya bile almalarina firsat verilmeden sürgün edilmislerdir. Birçok görgü tanigi sürgün yolu boyunca belli araliklarla imha yerlerinin olusturuldugunu, buralarda konvoylarin yagmalandigini ve insanlarin öldürüldüklerini, genç kadinlarin ayak takimina dagitildigini anlatmaktadir.
Bazi köse yazari ve aydinin bildiklerinin aksine Ermeniler sadece Dogu Anadolu’dan degil, Afyon, Balikesir, Bolu, Bursa, Edirne, Kütahya, Tekirdag, Usak, v.b bati illerinden de sürülmüslerdir. Bunu ögrenmek için Türkiye Cumhuriyeti’nin yayinladigi resmi belgelere bakildiginda bile Anadolu’nun dört bir yanindan Ermenilerin sürüldükleri görülmektedir.
Osmanli Hükümeti korumakla sorumlu oldugu tebanin bir bölümünü, sivil halki çoluk çocuk genç yasli demeden, ellerinden mallarini ve mülklerini de alarak yüzlerce kilometre öteye Irak çöllerine sürmüstür.  Bütün bu olumsuzluklarin yaninda Ermenilere yönelik zulmü protesto eden bazi Türkler de yok degildi. Basta Gaziantep halki kentteki Ermenilerin sürülmesine izin vermedi; ancak daha sonraki günlerde çikarilan bir emirle Müslümanlara gözdagi verilerek, tek bir Ermeni’yi dahi korumaya kalkisacak olanin kendi evi önünde asilacagi ve evinin yakilacagi ilân edilerek bu tür yardimlar da engellenmis oldu.
Osmanli Devletin topraklari üstünde 18. Yüzyil sonlarinda  Maras ilinde baslayan isyanlar araliklarla 1915 yilina kadar sürdü ve Ermeni ulusal hareketinin bir parçasi oldu. O zamanin ermeni kaynaklarina göre Osmanli topraklarinda yaklasik olarak 2.1 milyon Ermeni yasamaktaydi ve katledilenlerin sayisi ise yaklasik 1.3 – 1.5 milyondur.  Günümüz resmi ideoloji savunuculari ölen ermeni sayisini 300 bin olarak veriyorsa da, eski Türk kaynaklarinda bile bu sayinin 800 bin oldugu belirtilmektedir. Inkarcilar soykirim iddialarini kabul etmemekle birlikte yasananlarin bir tehcir oldugunu ve Müslüman Türk ve Kürt halklari ile Ermeni halki arasinda karsilikli kiyim oldugu iddiasini ileri sürmektedirler. Tehcir yani zorla göç ettirme Ermeni Halkina karsi bir kiyim araci olarak kullanilmis, bu baglamda insanlar ya öldürülmüs ya da çöl kosullarina terk edilerek ölmelerine göz yumulmustur. Bu karsilikli kiyim iddiasi tamamen Devleti temize çikarma girisiminden baska bir sey degildir. Zira esaret altindaki ve Millet-i Sadika olarak nitelenen bir halk ne ölçüde karsilik verebilecektir. Ermeniler maruz kaldiklari zulüm ve haksizliklar karsisinda yer yer karsilik vermislerdir; fakat bu tür saldirilar zulüm altindaki Ermeni Halkinin kendisini savunmasi seklinde olmustur. Bütün bunlarin sonucunda ise ciddi bir Müslüman Türk nüfus kaybindan söz edilemez.
Ermeniler yüzyillar öncesinden beridir Dogu, Güneydogu, Orta Anadolu ve bugünkü Ermenistan’da yasayan bir haktir. M.Ö. 500’lerde Urartu Kralligi’nin mirasi üzerine kurulan Ermeni Uygarligi M.Ö. 50 yillarinda gücünün doruguna çikmistir; ancak sonraki yüzyillarda büyük imparatorluklarin rekabeti arasinda kalmislardir. M.S. 300’lü yillarda Hristiyanlik Dinini kabul ederek Bizans Imparatorlugu etkisine, 653’de ise Arap egemenligi altina girmislerdir. 11. Yüzyilda Türklerin, 13. yüzyilda Mogollarin istilasina ugrayan Ermeni halki 16. Ve 17. Yüzyillarda ise Osmanli ve Iran Devletleri arasinda kalmistir.
Çarlik Rusyanin 19. yy. Kafkaslarda genislemesi, Avrupa da aydinlanma düsüncesi ve Ermeni Kültürünün yeniden canlanmasi Ermeni Ulusal Hareketinin ilk hareketini veren etmenler arasinda sayilabilir. Ilk ihtilalci örgütlenmeler Marksist-Merkeziyetçi Hinçak ve Milliyetçi-Sosyalist Tasnak komitelerinin kurulmasiyla ortaya çikmislardir.
Avrupali bazi devletler “islahat” adi altinda fermanlarla bir yandan Osmanli Devleti’nin iç islerine karisirken bir yandan da Ermeniler Osmanli Hükümetine karsi teskilatlanmislardir. Bu sekilde ülke içinde ve disinda teskilatlanan Ermeni komitelerinin kiskirtmalari sonucunda, Ermeni toplumu yavas yavas Osmanli’dan uzaklasmaya baslamistir. Basta Ingiltere ve Rusya tarafindan tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu aslinda emperyalizmin Osmanli Devletini parçalama, yikma ve paylasma politikasinin bir uzantisindir. Bu politikalar sonucu 1890’da Maras ve Erzurum illeri basta olmak üzere birçok ilde ayri ayri isyanlar bas göstermistir. Bu isyanlari 1892-93 Kayseri, Yozgat, Çorum, Merzfon olaylari, 1894 Sasun isyani, 1896’da Van isyani, 1914-15 Mus isyanlari izlemistir. Bu isyanlarin bastirilmasi yukarida da belirttigimiz üzere Osmanli kuvvetlerince kanli bir sekilde batirilmis ve böylece olusturulan kamuoyunun da etkisiyle Ermeni sorunu giderek uluslararasi bir sorun niteligi kazanmistir.
“Hrant DINK’in Katili Devlettir.” Dedim! Dogrudur…
Yazarimiz, Hrant DINK’in öldürülmesine Devlet tarafindan göz yumuldugunu iddia etmekte ve bu iddialarini durusmalarda geçen ifadelerle örneklendirerek özetle ssekilde ifadelendirmektedir:
Hrant DINK’in öldürülmesinde ihmalleri oldugu gerekçesiyle tanik olarak dinlenen Jandarma Yüzbasi Hüsamettin POLAT, DINK’in öldürülecegi ile ilgili ihbarin kendilerine ulastigini, bu durumu komutanlari Albay Ali ÖZ’e iletmelerine ragmen herhangi bir önlem alinmadigini, Albay Ali ÖZ’ün en küçük bir olayi bile atlamamasina ragmen bu konuyu ‘sonra görüsürüz’ diyerek geçistirdigini. Yine ayni sekilde Dink’in öldürülmesinde istihbarat yönünden ihmalleri oldugu gerekçesiyle yargilanan Jandarma Astsubay Okan SIMSEK, Uzman Çavus Veysel SAHIN’IN tarafindan istihbar edilen bu konunun rütbeli askerler arasinda yapilan bir baska toplantida Albay Ali ÖZ’e iletildigini; ancak Ali ÖZ’ün ‘özel görüselim’ diyerek konuyu kapattigini söylemektedirler.
Olay öncesi Trabzon Emniyet Müdürlügü Istihbarat Sube Müdürlügü’nde görev yapan polis memuru Muhittin ZENIT azmettiricilerden Erhan TUNCEL'I "muhbir" olarak kullandigini ve Erhan TUNCEL'DEN, Yasin HAYAL'IN Hrant DINK'I öldürecegini ögrendigini belirterek "Bildiklerini amirlerime anlattim ama görevden alindim" demis; Trabzon Emniyeti eski Istihbarat Sube Müdürü Engin DINÇ ise konu ile ilgili “Biz olayi rapor ederek görevimizi yerine getirdik, olmamis bir eyleme müdahale edemezdik” diyerek kendini savunmustur.
Cinayet islendigi tarihte Emniyet Istihbarat Daire Baskani olan Ramazan AKYÜREK’in “cinayetin isleneceginin önceden haber alinmasina karsin neden önlem alinmadigi?” yönündeki sorulara söz konusu cinayetle ilgili olarak çesitli bilgiler aldiklarini ve almis olduklari bu bilgileri gerekli yerlere ulastirdiklarini, söz konusu eylemin gerçeklesecegini Istanbul Emniyeti'ne bildirdiklerini ve konunun geregini yapmalarini istediklerini, yazdiklari yazida söz konusu sahislarin ses getirecek bir eylem yapacaklarini bildirdiklerini söyleyerek kendini savunmus ve Istanbul Eski Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'in Istihbarat Dairesi Baskanligi tarafindan yazilan yazinin düsük kodlu olmasi sebebiyle kendisine ulasmadigini, gelen istihbarat uyarisinin düsük kodlu oldugu yönündeki savunmasini da yalanladi. Ramazan Akyürek ‘Düsük Kodlu’ seklinde nitelenen biz yazisma türünün olmadigini, yaziyi okuyan herkesin tedbir almasi gerekirtigini, bütün illere azinliklar ile ilgili ayri ayri yazi yazdiklarini Mutafyan ve Dink ile ilgili özel bir yaziya gerek olmadigini söylemis ve söz konusu konu ile ilgili kendi üzerlerine düseni yaptiklarini ifade etmistir.
Yazarimiz; Hrant DINK cinayetinin faili Ogün SAMAST’in yakalanmasi akabinde gelisen ve gazete ve televizyonlara yansiyan; olayin faili Ogün SAMAST’in Samsun Emniyeti’nde bir kahraman edasiyla karsilanma görüntüleri, polis ve jandarmalarin Ogün SAMAST’in eline Türk Bayragi vererek fotograf çektirmeleri, cinayet sonrasinda bazi internet sitelerinde Hrant Dink'e hakaretler içeren sözlerin yani sari katillere övgüler bulunan açiklamalarin bulundugunu, Trabzonsporlu bazi taraftarlarin cinayetin islenmesinin ardindan maça Ogün SAMAST’in cinayet günü takmis oldugu gibi beyaz bereler giyerek gitmeleri, sanatçi Ismail Türüt ve Ozan Arif’in cinayet saniklarini öven 'Plan yapmayin plan' isimli bir sarki bestelemeleri, saniklarin davanin görülecegi mahkemeye önünde 'Ya Sev Ye Terk et' ibareli yazinin bulundugu cezaevi nakil araciyla getirilmeleri, Izmir'de Rahip Adriano Franchini'yi öldürme girisiminde bulunan Ramazan Bay’in Hrant Dink cinayeti zanlilarina özenerek böyle bir eylemde bulundugunu ve söz konusu sahislarin kahraman oldugunu söylemesi, 301. maddenin Hrant DINK’in ölümünden sonra oglu Arat DINK için de isletilmesi gibi davranislarin devlet içindeki zihniyeti açikça ortaya koydugunu söyleyerek Hrant DINK’in katilinin Devletle irtibatli oldugunu ve adina Derin Devlet, JITEM, Seferberlik Tetkik Kurulu, Kont-gerilla, Özel Harp Dairesi, Ergenekon, Susurluk, Semdinli, …. ve digerleri ne derseniz deyin; bunlarin hepsinin devletin kendisinin oldugunu ve bu cinayetin de asil katilinin dolayisiyla Devletin kendisinin oldugunu vurgulamaktadir.
Kitabin büyük bir kismi yazar Temel DEMIRER’in Hrat Dink’in öldürülmesini protesto etmek amaciyla 20.01.2007 tarihinde Ankara Ili Yüksel Caddesi'nde bulunan Insan Haklari Aniti önünde 20.01.2007 tarihinde toplanan kalabaliga hitaben yaptig“Çok kisa konusacagim. Çok çok kisa konusacagim. Gerçekleri haykirma[ma]nin cinayete ortak oldugu bir ülkede yasiyoruz. Hrant sadece bir ermeni oldugu için degil Hrant bu ülkede soykirim oldugu gerçegini ifade ettigi için katledildi. Türkiye aydinlari eger Türkiye'nin aydinlari 301 kere 301 suçu islemezlerse Hrant’in cinayetine ortak olmus demektirler. Tarihimizde bir soykirim vardir. Adi ermeni soykirimidir. Hrant bu gerçegi hepimize kani cani pahasina anlatti. Suç isliyorum herkesi suç islemeye çagiriyorum. Bu katil devlet karsisinda bu katil devlet karsisinda suç islemeyenler Hrant Dink cinayetine ortak olanlardir. Dün Ermenileri katledenler bu gün Kürt kardeslerimize saldirmaktadirlar. Halklarin kardesligini isteyenler bu tarihle hesaplasmak zorundayiz. Dün Ermenilerin basina gelenin bugün Kürt kardeslerimizin basina gelmemesi için suç islemeliyiz. Hepinizi hepinizi suç islemeye çagiriyorum. Evet bu ülkede ermeni soykirimi olmustur, " seklindeki konusmasi sebebiyle Ankara Cumhuriyet Bassavciligi tarafindan hazirlanan 24.12.2007 tarihli 2007/106 no'lu iddianame ile TCK’nin 301 “Türklügü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen asagilayan kisiler alti aydan üç yila kadar hapis cezasi ile cezalandirilir”  ve 216/1 "Halkin sosyal sinif, irk, din, mezhep veya bölge bakimindan farkli özelliklere sahip bir kesimini, diger bir kesimi aleyhine kin ve düsmanliga alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenligi açisindan açik ve yakin bir tehlikenin ortaya çikmasi hâlinde, bir yildan üç yila kadar hapis cezasi ile ceza­landirilir” maddeleri istemli açilan kamu davasina yönelik yaptigi savunmalarindan olusmaktadir.
TCK’nin 301. maddesi ile ilgili olarak 30.04.2008 Tarih ve 5759 Sayili Kanunun 1 maddesinde yapilan degisiklik sonucu bu suç ile ilgili sorusturma yapilma sarti Adalet Bakani’nin iznine baglanmistir. Yazar kanunun bu maddesindeki Adalet Bakani’nin sorusturma izni verme yetkisini, Adalet Bakani’nin kendisini yarginin yerine koyarak hüküm verme kudreti olarak degerlendirmekte ve bu yönüyle Adalet Bakani’nin görevini suiistimal ettigini ileri sürmektedir.
Temel DEMIRER’e göre; Adalet Bakani Mehmet Ali Sahin’in, kendisi hakkinda süren ceza davasinda verdigi yargilama iznine iliskin bazi basin kuruluslarina; "Bu kisinin söylediklerine kimse dikkat etmiyor. Dava açilinca "vah" diyor. Adam “Türkiye katil devlettir. Önce Ermenileri katletti simdi Kürtleri katledecek" diyor. Kimse kusura bakmasin. Ben, devletime "katil" dedirtmem. Bu ifadeler düsünce özgürlügü degildir. Tam da 301. maddede düzenlenen devletin sahsiyetini asagilama suçudur” seklinde yapmis oldugu açiklamalarindan dolayi Adalet Bakani’nin;
Adil bir sekilde yargilamayi etkilemeye tesebbüs etme,
Sorusturma veya kovusturma evresindeki bir olay ile ilgili olarak konu kesin hüküm ile sonuçlanana kadar savci, hakim, mahkeme, tanik ve bilirkisiyi etkilemek amaciyla beyanatlarda bulunarak suç isledigini, dolayisiyla Adalet Bakani tarafindan yapilan bu tür açiklamalarin yargicin objektifligi zedelenecegini söylemektedir. Adalet Bakanligi, kendisine Hâkim ve Savcilar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) bagli oldugu siyasi bir kurumdur. Bakanligin ‘yargilayin’ dedigi bir yerde yarginin etkilenecegi, dolayisiyla ‘mahkûm edin’ anlamini tasiyacagi çok açiktir. Bu durumda yarginin etki altina alinmasi söz konusudur olmaktadir.
Adalet Bakani, düsünce ve ifade özgürlügünü devlet otoritesini kullarak ihlal etmistir. Bu sebeple Anayasa'nin 25 maddesini ve Avrupa Insan Haklari Sözlesmesi’nin 10. maddesine aykiri hareket ederek sünce ve ifade özgürlügünü kisitlama egiliminde bulunmustur.
Bakan, kendisini (yazari) hedef göstererek can güvenligini tehlikeye sokmustur. Bunun sonucunda kendi güvenligine yönelik her türlü girisimin sorumlusu Adalet Bakani olacaktir.
Adalet Bakanligi ne iddia ne de yargilama makamidir. CMK 223/8. maddesinde belirtildigi üzere sorusturma ya da kovusturma yapilabilmesi için gereken izni veren makamdir. Söz konusu Bakanlik yasadan kaynakli bu sinirli yetkisini genisletmis ve dolayisiyla “mutlak gücün mutlaka yozlasacagi varsayimina bagli olarak gücü güçle sinirlama esasina dayanan” kuvvetler ayriligi ilkesine aykiri bir islem yürütmüstür.
Yukarida belirtildigi üzere Adalet Bakanligi’nin yargilama izni islemi sekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden hukuka aykiri olmasi nedeniyle islemin iptali gerektiginden 2577 Sayili Kanunun 27/2. maddesinde belirttigi üzere; "idari islemin uygulanmasi halinde telafisi güç veya imkansiz zararlarin dogmasi ve idari islemin açikça hukuka aykiri olmasi sartlarinin birlikte gerçeklesmesi durumunda gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasina karar verebilirler." hükmü uyarinca yürütmenin durdurulmasi gerekmektedir.
TCK 301. Madde sebebiyle mahkum edilen Hrant DINK'in cinayete kurban gitmesinin en büyük nedenleri arasinda bu madde gelmektedir. Bu sebeple çesitli kamplasmalara, hedef göstermelere, Hrant örneginde gördügümüz üzere suikatslara neden olabilecek TCK 301. maddenin uygulanmasi asamasinda idarenin, yargilama asamasinda da yargi organlarinin titiz ve sorumlu davranmasi gerekmektedir.
Yazar kendisi ile ilgili atili suçlamalari kabul etmeyerek devlet olarak kastettiginin “Ittihat ve Terakki Gelenegi" oldugunu, bu gelenegin hala ‘Susurluk’ gibi kendisini ortaya koymakta oldugunu, sözlerini elestirisel olarak bilimsel sinirlarda ortaya koydugunu, Osmanli döneminde Ermenilere iliskin bir soykirimin olustuguna inandigini, üst kimlik tartismalarini dogru bulmadigini" belirtmektedir. Ayrica yargilanmasina konu olan konusmasinin muhatabi olan dinleyicilerin "halkin sosyal sinif, irk, din, mezhep veya bölge bakimindan farkli özelliklere sahip bir kesimi" degil, her yas, meslek, etnisite, cinsiyet, bölge, sinif, mezhep ve benzerinden insanlar oldugunu söylemekte ve konusmasinda "halkin diger bir kesimi"ni degil, dogrudan devleti, daha dogrusu devletin (soykirim, katliam, baski gibi) yüz kizartici uygulamalarini hedef aldigini, bu nedenle, hakkindaki TCK 216/1 isnadini ciddiye almasinin mümkün olmadigini, 301. maddenin 1. fikrasina iliskin isnat konusu iddialarla ilgili olarak ise; Türklügü ne asagilayip ne de yüceltecegini, bir Türk olarak, kendisi açisindan bir Ermeni'nin, Kürt'ün, Rum'un, Arap'in ya da Türk'ün bir digerinden hiçbir asagi ya da üstün niteliginin olmadigini, Bunlari düsünen birisi olarak neyle ve niçin suçlandigini anlaya­madigini söylemektedir.
301. Maddede yer alan Türklük kavrami; Türk ulusu ve ulusunu olusturan Türkleri ifade etmektedir. Türklerin manevi degerlerinin tümü bu kavram içerisinde düsünülmektedir. Bu haliyle madde Türk "ulusu"nu olusturan (etnik) bir Türklük'ü varsaymakta, ve kendilerini bu "etnik Türklük"ün disin­da görenleri, korumak bir yana, hedef hâline getirmektedir. Buna örnek yazar olarak; Hrant Dink suikastinin ikinci durusmasinda Yasin Hayal’in avukati Fuat Turgut’un, "Kuduz Ermeniler... Hepimiz Ermeniyiz diyen güruh nerde? Allah hepinizi Hrantlara kavustursun,” seklindeki sözleri sebebiyle TCK 301’den yargilanma sebebi sayilmadigina; sebebinin de burada hakarete ugrayanlarin Ermeniler -T.C yurttasi olsalar da- ("Türklük" degil!) olmasindan kaynaklandigini dile getirmektedir. Bunun yani sira Türk etnisitesine mensup olmayan Türk vatandasi olsalar dahi farkli etnisitelere mensup kisiler de korunmamaktadir. Örnek verecek olursak Günümüze Kadar Kürt etnisitesine mensup kisilerin "Kiro, hain­ler, kuyruklu, dag adami v.s." seklindeki asagilamalardan dolayi bu fiillerde bulunan kisilerle ilgili sorusturma açilmamis ve herhangi bir ceza verilmemistir. Türk irkina bu sekilde yapilan saldiriyi suç kabul edip diger etnik kimliklere yapilan saldirilari suç Kabul etmezsek bir çifte standart yapmis oluruz, bu sebeple bünyemizde yasayan diger etnisiteye mensup vatandaslarin tepkisini çekmis oluruz. Bu sorunun çözümü noktasinda herhangi bir soya, dine küfretmek, saldirmak yasaktir gibi genel bir çerçeve çizildigi takdirde Türk Milleti de diger baska tüm soylar da korunmus olur. Bana yapilirsa ceza, sana yapilirsa bana ne mantiginin ürünü olmasi yaninda ortak yasama iradesine vurulan darbelerden biri olan TCK 301 bu sekilde yapilacak bir düzenleme ile mantikli bir hal alacaktir.
Yazara göre TCK 301; muktedirlerin, egemen pozisyonlarinin koruyucu kalkanidir. TCK 301 ile asil korunmak istenen iktidarin kendisidir, bunun sonucu olarak despotizme, totalitarizme kapi aralanmaktadir. Yürürlükte olan Anayasamizda, hemen hemen tüm maddelerinde bir sekilde insan hak ve hürriyetlerini kisitlayan düzenlemeler bulunmaktadir. Bunlarin, basta düsünce ve anlatim özgürlügü olmak üzere, tüm temel hak ve özgürlüklere bakisin, bu özgürlükleri yasama geçirme algisinin tümünün degistirilmesi, Yasama-Yürütme ve Yargi erklerinin, kamuoyunun, insan hak ve özgürlüklerini yasama geçirecek bir algilama bilincine kavusmasi gerekmektedir. Aksi takdirde ünlü düsünür Balzac’in da dedigi gibi ‘Yasa, büyük sineklerin delip geçtigi, küçük sineklerin takilip kaldigi bir örümcek agidir’ görüsünü hakli çikaracak uygulamalarla hukuk devleti olunamaz. Günümüz hukukçularinin, politikacilarinin, akademisyenlerinin, her seyi bilen köse yazarlarinin agizlarinda sakiz gibi Türkiye’nin ‘demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti' oldugunu söylendiklerini; ancak Türkiye için hukuk devleti yerine devlet hukuku seklinde bir hitabin daha uygun oldugunu, hatta bunun da ötesinde Türkiye'deki geçerli hukuk sisteminin daha çok ‘asil devlet partisi’nin hukuku oldugunu vurgulamaktadir.
Avrupa ülkelerinde de TCK 301 benzeri bazi yasalar (Italyan Ceza Yasasi Madde 278 ve 292, Almanya Ceza Kanunu Madde 90, Polanya Ceza Kanunu Madde 133, Ispanya Ceza Kanunu Madde 543, Danimarka Ceza Kanunu Madde 110, Fransa Basin Özgürlügü Kanunu Madde 30, Portekiz Ceza Kanunu Madde 332) bulunmaktadir. Hangi rakamla ifade edilirse edilsin, 301, dünyaya ötekilestirme penceresinden bakan bir mantik(siz)liktir.
Son olarak yazar, bir radikal sosyalist olarak kendi gözünde, AB (Avrupa Birligi)’yi ve dolayisiyla AIHM (Avrupa Insan Haklari Mahkemesi)’yi -özü itibariyle- T.C. Mahkemeleri’nden farksiz gördügünü, AB’yi emperyalist olarak niteledigini ve bu sebeple onunla bagintili "demokrasi", "hak-hukuk" söylencelerini ciddiye almadigini, bu nedenle de Türkiye’deki mahkeme ne karar alirsa alsin, buna AIHM'de itiraz etmeyecegini ifade etmektedir.
Sonuç olarak Kitap Yazar Temel Demirer’in yargilanmakta oldugu TCK 301. Maddeye yönelik savunmalarindan olusmaktadir. Yazar ‘Sivil Iteatsizlik’ eylemcisi örnegi sergilemektedir. Kendisini “Hrant Dink’in Türk Kardesi” olarak nitelendiren yazarimiz -sözde- Ermeni Soykirimi oldugu yönündeki iddialarini çesitli kaynaklardan yapmis oldugu alintilarla ispatlamaya çalismakta ve bu tezden bir ileriki asamaya geçerek Türkiye Cumhuriyeti’nin suan Kürtlere yönelik bir kirli savas hazirligi içerisinde oldugunu ifadelendirmektedir.

Benzer Kitaplar