Daniel Kahneman
Dünya’da “Beklenti Teorisi”olarak bilinen Teoriyi kuran deneysel iki psikologdan biridir olan Daniel Kahneman: 1934 Dogumlu, Kahneman 1954 yilinda Kudüs Ibrani Üniversitesini bitirdikten sonra doktorasini California Berkeley Üniversitesinde yapti. Kudüs Ibrani Üniversitesi, British Columbia Üniversitesi, Berkeley ve Princeton’da Mikro Ekonomi ve Psikoloji dallarinda egitim verdi.
10/12/2002’de Stokholm’da Nobel Ekonomi ödülünün sahibidir.
Giris
Neden baskalari hakkinda konusup dedikodu yapariz? Çünkü baskalarinin hatalarini bulup çikarmak kendi hatalarimizin farkina varmaktan daha kolay ve eglencelidir. Neye inanip neyi istedigimizi sorgulamak bize çogu zaman zor gelir ancak bunu yapmamiz gereken zamanlarda baskalarinin bilgi ve fikirlerinden yararlanabiliriz. Çogumuz arkadaslarimiz ve meslektaslarimizin yaptigimiz seçimleri nasil degerlendireceklerini tahmin edebiliriz. Dolayisiyla öngörülen bu yargilarin niteligi ve içerigi bizim için önemlidir. Hakkimizda olumlu dedikodu yapilmasina dair beklentimiz o kadar güçlüdür ki genel olarak daha iyi kararlar almamizi saglarken insani öz elestiri yapmaya da iter. Zira, kimligimizi aklimiz belirler; kararlarimizi ve eylemlerimizi (yemek seçimi dahil) düsüncelerimiz sekillendirir. Dolayisiyla nasil düsündügümüzü kesfetmek, özümüzde ne oldugumuzu kesfedip kendimizi daha iyi anlamamiza ve neden belirli davranislar sergiledigimizi kavramamiza yardimci olur. Dahasi, büyük çogunlugumuz zihnimizin
çalisma seklinden oldukça memnun olsa da bazilarimiz, en azindan belli yönlerden olumlu degisiklikler yapma gereksinimi duyar. Nasil düsündügümüzü kesfetmek bir bakima, gerek özel gerekse profesyonel yasamimizda kendimizi gelistirebilmenin yolunu açar.
Düsünce hakkinda düsünmek, aklin isleyisine kafa yormak geleneksel olarak felsefe ve ekonomi uzmanlarinin ele aldigi, spekülasyona açik bir konu ancak son zamanlarda psikoloji ve nörobilim (sinir sistemini inceleyen disiplinlerarasi bilim dali) sayesinde daha ampirik (deneye dayali) bir süzgeçten geçirilmeye baslamistir. Uzun zamandir konu üzerine çalisan Nobel Ödüllü psikolog Daniel Kahneman’in çalismalarindan tip, hukuk, felsefe, finans, istatistik ve askeri strateji alanlarinda yararlanilmaktadir. 2011’de yayinlanan bu kitabinda hizli ve yavas düsünme sekillerini ele alan Kahneman’a göre insanlarin yaptiklari hatalarin da belli kaliplari vardir. Önyargi veya temayül olarak bilinen sistematik hatalar belirli kosullarda tekrarlanir. Ne düsündügünüz soruldugunda aklinizdan geçenleri bildiginiz inanciyla cevaplarsiniz ki bu çogu zaman bilinçli bir düsüncenin bir digerine yol açtigi düzenli bir akistir. Ancak akil yalnizca bu sekilde çalismaz. Bilincinizde olusan izlenim ve düsüncelerin çogu siz nasil oldugunu fark etmeden dogar. Kafamizin içinde usulca sürüp giden zihinsel isleyis izlenimlerin, sezgilerin ve kararlarin büyük kismini ortaya çikarir. Insan sezgilerinin etkisinde kalarak farkinda olmaksizin yanli hükümler verir. Yine de, hatalarimiza ragmen çogunlukla saglikli kararlar verip dogru yargilara variriz ve uygun davranislar sergileriz. Genellikle izlenimlerimiz ve duygularimizin bizi yönlendirmesine izin veririz. Sezgilerimize dayali seçimlerimize, inançlarimiza duydugumuz güven de çogunlukla haklidir ama her zaman degil. Çünkü bazen yanlis yapsak bile kendinden emin dururuz. Oysaki disaridan bakan biri hatalarimizi çok daha iyi gözlemleyebilir. Kötü kararlarin ve seçimlerin yarattigi hasari azaltmak adina dogru müdahale sansini yakalamak için dogru teshislerde bulunmak önemlidir.
Baskalarinin ve kendimizin yanlis hükümlerini ve seçimlerini belirleyip kavrama becerimizi gelistirmenin mümkün olduguna inanan Kahneman, insanin vardigi yargi ve kararlarin daha iyi kavranmasi için yeni terimler gerektigi kanisinda. Düsünce dedigimiz olguyu 2 farkli sisteme ayirmis. Kahneman’in Sistem 2 adini verdigi, normalde düsünce olarak algiladigimiz sistem, yavas düsünmedir. Kastidir, istemlidir ve bu nedenle dogal olarak düsünceye hakim oldugumuzu saniriz. Bu aksam ne yiyecegimizi düsünürken, alacagimiz hisse senetlerine karar verirken veya matematiksel bir hesaplama yaparken Sistem 2 çalismaktadir. Sistem 1 ise bunun aksine otomatiktir, istem disidir ve durmadan haril haril çalisir. Çevreyi sürekli olarak inceler ve vücudun algiladigi uyaranlari isik hizinda isler.
Sistem 1 bilgiyi dogal dürtüler ve içgüdülerle edinir fakat ayni zamanda ögrenme becerisine sahiptir. Bunu da çagrisimlar yoluyla yapar. Baska bir deyisle, özgün uyaranlarla bilinen uyaranlar arasinda ortak özellikler, zaman ve mekan boyutunda yakinlik veya nedensellik üzerinden baglanti kurar. Sistem 1 çevremizde olan biten hakkinda en kisa sürede izlenim edinebilmek üzere tasarlanmistir ve bu etrafimizda cereyan eden olaylara hemen tepki verebilmemizi saglar. Bu durum tehlike anlarinda özellikle önem kazanir. Sistem 1, bunu bir dizi genel kural ve ilkelere dayanarak gerçeklestirir (buna sezgisel kisa yol denir). Özünde zamani gelince bize yardimci olmaya odakli, bizi tehlikelerden korumaya egilimli olan bu sezgisel kisa yollar, çogunlukla gerçekten yararlidir ama bu süreçte hatalarin yasanmasi da kaçinilmazdir. Sistem evrim geçirdigimiz ortama özel olarak tasarlanmistir ki bu günümüzdeki yasantimizdan oldukça farklidir. Dolayisiyla sistemin neden oldugu hatalar da artmaktadir. Daha önemlisi Sistem 1’in gelistirdigi izlenimler sürekli Sistem 2’ye aktarilir. Gerçekten de Sistem 1 ne zaman siradisi veya tehlikeli bir sey hissetse Sistem 2 hemen duruma yardimci olmak üzere otomatik olarak devreye girer. Sistem 2 devre disi oldugu zamanlarda (basta tehlike olmadigi zamanlarda) Sistem 1’in kendisine sundugu önerilerle beslenir. Sistem 1’in edindigi izlenimler bizi anlik olaylarda korumakta oldukça etkili olsa da uzun vadeli planlar gelistirmedeki payi çok azdir. Iste bu baglamda çok daha problematik olmaktadir.
Sistem 2, elbette Sistem 1’in izlenimlerini bastirma ve ortaya çikan hatalari engelleme becerisine sahiptir. Fakat Sistem 2, Sistem 1 tarafindan etkilendiginin (ve yanlis yönlendirildiginin) neredeyse hiçbir zaman farkinda olmadigindan yasanan hatalari yakalayabilme konusunda dogal bir beceriden yoksundur. Kitabin büyük bölümü, Sistem 1’in faaliyetlerini ve önyargilarini kesfederek okuyucunun sistemin nasil isledigi ve Sistem 2’yi nasil etkiledigi ve nasil yanlis yönlendirebildigi hakkinda bilinçlendirmeye ayrilmistir. Fakat bu mücadelenin sadece yarisidir, zira Sistem 2 dogasi geregi Sistem 1’in hatalarini yakalama konusunda beceriksiz oldugu gibi bu hatalari düzeltmede de sinifta kalir. Sistem 2 sadece (ekonomi çevrelerinde yaygin olarak kabul edilen anlamiyla) rasyonellik abidesi degildir. En göze batan eksikligi, olasilik ve istatistik konusunda dogasi geregi yetersiz olmasidir ancak neyse ki Sistem 2 bu konuda gelisime açiktir.
Kitabin kalaninda bu konuya odaklanan Kahneman, meslektasi deneysel psikolog Amos Tversky ile birlikte olusturdugu Beklenti Teorisi kuraminda, bireylerin sonuçlari kesin olan seyleri abartarak bunlara, sonuçlari kesin olmayan seylerden daha fazla deger verdiklerini öne sürer. Yani insanlar karisik, riskli durumlarda, karar verirken, her zaman mantikli ve akilci davranmazlar. Mâkul kararlar almayan insan modeli, sosyal bilim ve ekonomi alaninda genel kabul görmüs, rasyonel ve mantikli davranan, kendi çikarlarini gözeten insan modeliyle çelismistir. 1970’lerde sosyal bilimciler arasinda yaygin olan görüse göre ‘insanlar genelde rasyoneldir, normalde mantikli düsünürler ve mantiktan uzaklastiklari durumlarin çogu korku, sevgi ve nefret gibi duygularla açiklanabilir’. Kahneman ve Tversky’nin deneysel bir bakis açisiyla yaklasarak yaptiklari akademik çalismalar bu görüse kafa tutmus ve zihnin hatalara açik oldugu fikrinin yayginlasmasini saglamistir. Bilissel ve sosyal psikoloji alanindaki son gelismeler bizi zihnin isleyisine dair aydinlatmaktadir. Günümüzde sezgisel aklin kusurlari kadar mucizeleri de oldugu ispatlanmistir. Belirsizlik durumunda alinan kararlarin hepsinin sezgiye dayali olmadigi artik anlasilmistir. Özellikle uzmanlarin dogru sezgileri, uzun süreli tecrübenin etkisiyle daha iyi açiklanir. Yeni durumlarda bildik ögeleri fark etmeyi ögrenen uzmanlarda geçerli sezgiler olusur ve buna uygun sekilde davranirlar. Bir sorun karsisinda sezgisel düsünce mekanizmasi elinden geleni yapar. Konuyla ilgili bir deneyimi veya bilgisi varsa tanidik kosullarda kisinin aklina gelen sezgisel çözüm dogrudur. Konuyla ilgili bir beceriye sahip degilsek veya karsilasilan problem zorsa, bu durumla farkinda olmadan daha kolay bir soruya karsilik bularak basa çikariz. Zihnimizde olusan sezgisel kestirmeler özünde bu sekilde gerçeklesir. Bazense aklimiza ne adamakilli bir çözüm ne de sezgisel bir yanit gelir. Aninda çözüm arayisinin tikandigi böyle zamanlarda çogu kez kendimizi daha yavas ve çaba gerektiren bir düsünme seklinin içinde buluruz. Öte yandan istatistiksel düsünmenin zorluklari aklimizin sinirlarini da tanimlar. Bildigimizi sandigimizi seylere duydugumuz asiri güven ve yasadigimiz dünyanin belirsizligiyle cehaletimizin boyutunu anlamamaktaki israrimiz hata yapmamizi kolaylastirir.
SISTEM 1 ÜZERINDEN DÜSÜNME KONUSUNA GIRIS
Hizli Düsünme - Yavas Düsünme
Kendimizi zihin ve bedenimizin tek hakimi olarak görürüz. Tüm kontrol ve yetki bizde sanarak fikirleri net, alternatifleri tartan, müzakere eden ve kendi deger yargilarina dayanarak seçimler yapan bir “karar verici” oldugumuzu varsayariz (seçimlerimizin esasinda davranislarimizi kontrol ettigini unutmadan). Kahneman bu düsünme seklini Sistem 2 olarak adlandirmistir: “kendimiz hakkinda düsünürken Sistem 2 ile özdeslesiriz. Fikirleri olan, seçimler yapan, ne düsünecegine ve ne yapacagina karar veren bilinçli, mantik yürüten bir benlik”. Fakat ona göre Sistem 2, Sistem 1 olarak adlandirilan baska bir düsünme sekli tarafindan sandigimizdan çok daha fazla etkilenmektedir. Bu, algi ve bellek dahil otomatik zihinsel etkinligin tümünü kapsayan hizli düsünmedir.
Sistem 2’nin aksine Sistem 1 otomatik ve istem disidir; bu nedenle çogu zaman fark edilmez. Sistem 1 hizli çalisir, bunun için kisi çaba göstermez, istemli kontrol hissi yoktur. Sistem 1 araliksiz olarak dis çevreyi (ve ayni zamanda zihnimizi) gözlemler ve edindigi bilgilerden aceleyle olusturulmus ve süzgeçten geçmemis izlenimler aktarir. Her seyin ötesinde Sistem 1, hayatta kalma ve üremeye yönelik biyolojik gereksinimler anlaminda özellikle önemli bilgileri edinme gayretindedir. Baska bir deyisle, firsat ve daha da önemlisi tehlike gözetmektedir. Sistem 1 organizmanin hayatta kalmasi için çözüm bulmasi gereken temel sorunlari sürekli olarak degerlendirecek sekilde evrim geçirmistir: Ne durumdayim? Bir tehlike veya önemli bir firsat mi var karsimda? Üzerine gitmeli mi yoksa kaçinmali miyim? Karsilastigimiz durumlar her zaman iyi veya kötü olarak degerlendirilir ve bu sonuca göre geri çekilme veya yaklasma gerçeklesir.
Kayda deger bir durum olmadigi hallerde Sistem 1 rölantide kalir, bir yere kadar rahattir ve kendi islevlerine devam eder. Ancak önemli bir durumla karsilasildiginda Sistem 1 strese girer ve duruma yardimci olmasi için Sistem 2’yi harekete geçirir. Zorlukla karsilasan Sistem 1 anlik olarak karsilasilan sorunu çözecek daha detayli ve konuya özel isleyise destek olmasi amaciyla Sistem 2’yi devreye sokar. Kisi kendisini sasirtan bir durum karsisinda ortaya çikan istemli dikkat odaklanmasini fark edebilir. Sistem 1’in muhafaza ettigi dünya modeline ters düsen bir olay meydana geldiginde Sistem 2 devreye girer.
Modern dünyada yasayan ortalama insanlar gerçek acil durumlarla sik sik karsilasmaz. Dahasi, günlük olaylarin büyük kismi hemen tepki göstermeyi gerektirmez. Fakat evrim geçirdigimiz (ve sistem 1’in de evrildigi) ortamda durum çok farkliydi. Bu sistem o zamandan beri degisim geçirmedi. Örnegin sehir ortaminda yasayan bir insanin karsilastigi durumlarin gerektirdigi tepkiler, Afrika bozkirlarinda dolasan bir ceylana kiyasla çok daha siradandir. Fakat araliksiz sekilde tehdit seviyesi degerlendirmesi saglamak üzere evrim geçiren bir sinir sistemi mekanizmamiz var ve bunun salteri hiçbir zaman kapanmadi. Baska bir deyisle, Sistem 1’in bize sagladigi aceleyle olusturulmus ve süzgeçten geçmemis izlenimlere evrim geçirdigimiz ortama kiyasla o kadar da ihtiyacimiz kalmamis olmasina ragmen beyinlerimiz bu izlenimleri ayni hizda üretmeye devam etmekte.
Herhangi bir anda elde edilebilecek bilgi sinirlidir. Bununla birlikte, Sistem 1’den sürekli olarak en kisa sürede olabildigince dogru izlenim edinmesi beklenmektedir. Bunu basarmak için Sistem 1’in mutlaka kestirme yollar belirlemesi ve mümkün mertebe bilgiye dayali tahminlerde bulunmasi gerekir. Bu kestirme yollar ve bilgiye dayali tahminler bazi anlarda hatali olabildiginden en dogrusu Sistem 1’in her daim temkinli olmaya çalismasidir. Insanlar kolayca benzerlik kurarak, çagrisim yoluyla veya gelisigüzel düsünebilirken istatistiksel düsünmek neden bu kadar zordur? Çünkü Sistem 1 buna göre tasarlanmamistir. Simdi Sistem 1’in isleyisine daha yakindan bakalim.
Sistem 1 Mercek Altinda Çagrisim Makinesi
Muhafaza ettigi dünya modeli herhangi bir sekilde ihlal edildiginde Sistem 1’in Sistem 2’yi yardima çagirdigindan bahsetmistik. Sistem 1’in dünya modeli kalitsal yetilerden olusur, içerigi de büyük ihtimalle kalitsal bilgilerden. Örnegin; çevremizi algilamaya, nesneleri tanimaya, ilgilimizi odaklamaya, kayip yasamamaya hazir sekilde dünyaya geliriz.
Bununla birlikte, zihnimizdeki dünya modeli agirlikli olarak (benzesim, zaman ve mekan içindeki yakinlik veya nedensellik gibi) farkli yollardan birbirine baglanan fenomenler ve olaylar arasinda çagrisimlar yaratmak yoluyla meydana gelmekte ve sürekli olarak güncellenmektedir. Örnegin bir limon sari rengini, siçan kanalizasyonu, soguk alginligi ise virüsü çagristirabilir. Bu baglantilar olusturulup güçlendirildiginde çagrisimlardan olusan fikir örüntüleri hayatimizdaki olaylarin yapisini temsil eder hale gelip simdiki zamani yorumlayisimizi ve gelecege yönelik beklentilerimizi belirler. Baska bir deyisle zihnimizdeki fikirler birbiriyle baglantili bir ag bünyesinde birer nodül haline gelir. Bunun bütünü ise Sistem 1’in dünyayi temsil etmekte ve anlamakta kullandigi modeli olusturur.
Sistem 1’in sasirtici isleyisini kesfetmek için asagidaki sözcüklere bir göz atin:
Muz Kusmuk
Üst satiri okudugunuz andan itibaren aklinizdan pek çok sey geçti. Bazi igrenç görüntüler ve sevimsiz anilar. Bunun nedeni ilkiyle ikincisi arasinda tutarli bir hikaye olusturmaya çalisan Sistem 1’in ikinci sözcügün yarattigi olumsuz etki nedeniyle muzun sebep oldugu kusma vakasini düsündürttü ve ister istemez muza karsi geçici bir tiksinme olustu, hatta belki yüzünüzü burusturdunuz. Böyle olmasi için mantikli bir sebep yoktu ama Sistem 1 otomatik olarak böyle isledi. Çagrisimsal aktiflesme denen bu islem sirasinda uyarilan düsünceler digerlerini tetikledi. Sözcükler anilari çagristirdi, anilar duygulari uyandirdi. Yani bilissel, duygusal ve fiziksel tepkiler birbirine bagli olarak gelisti. Zihnimizde bu zincirin olusmasina neden olan mekanizma, aralarinda benzerlik, zaman-mekan devamliligi ve nedensellik bulunan düsüncelerin iliskilendirilmesiyle meydana gelir. Psikologlar, düsüncelerin çagrisimsal bellek denen genis bir ag sisteminde birbirine bagli dügümler oldugunu düsünür. Bu baglantilarin farkli tipleri vardir: nedenler ve etkiler (mikrop – grip) ; nesneler ve özellikleri (çimen-yesil); nesneler ve kategorileri (muz-meyve). Artik aklin bilinçli düsüncelerin sirayla geçtigi bir yapi olmadigini biliyoruz. Çagrisimsal bellegin isleyisi ayni anda çok sayida baglantinin kurulmasiyla dalgalar halinde gerçeklesir. Uyarilan bir düsünce daha birçogunu uyandirir. Dahasi etkinlesen bu düsüncelerin sadece birkaçi bilincimize kaydolacaktir. Çagrisimsal düsüncenin isleyisi benligimizden gizli, sessiz ve derindendir. Aklimizin nasil isledigine sinirli bilgimiz oldugunu kabul etmek zor ama gerçek kendimiz hakkinda sandigimizdan çok daha az sey biliyoruz. Vardigimiz yargilarin, aldigimiz kararlarin, yaptigimiz tercihlerin bilinçli ve özerk olmadigini kanitlayan arastirmalar mevcut.
Hazirlanma (Priming) Etkisi
Eylem halindeyken ne zaman beynimizde bir fikir tetiklense (dogrudan ve dolayli deneyimlere dayanarak) onu çagristiran diger fikirler de beyin içinde “hazir” hale gelir (buna “priming” etkisi yani hazirlayici etki denir). Hazirlanma etkisi Sistem 1’in herhangi bir duruma/olaya yönelik çabuk bir izlenim edinmesine ve durumun/olayin daha fazla ilgi gerektirip gerektirmedigini belirlemesine yardimci olur. Bilinçaltinda gerçeklesen bir süreçtir ve bu nedenle çogunlukla fark edilmez ancak etkileri deney ortaminda görülebilmektedir. Örnegin kisa bir süre önce YEMEK kelimesini gördükten veya duyduktan sonra ÇOR_ _ kelimesindeki boslugu ÇORAP yerine ÇORBA seklinde doldurmaya daha egilimli olursunuz. Tam tersi de olabilir elbette. YEMEK nasil ÇORBA fikrini tetikliyorsa, GIYINME fikri de akla ÇORAP getirir.
Isin ilginci, hazirlanma etkisi davranislarimizi da etkileyebilir. Örnegin, yapilan bilimsel deneylerden birinde ögrenci deneklere 5 kelimeden olusan gruplardan birini seçerek 4 kelimelik cümleler kurmalari istenmistir. Bu 5’li kelime gruplari ya nötr (örnegin buldu, o, sari, hemen, seyi) veya (Florida, unutkan, kel, beyaz, kirisik gibi) yaslilikla ilgili terimlerle hazirlanmisti. Sorularin ardindan deneklerin koridorun sonuna kadar yürümeleri istenmis ve yürüme süreleri gizlice arastirmacilar tarafindan kayit altina alinmistir. Bir de ne görelim! Yaslilikla ilgili kelimelerle cümle olusturan denekler digerlerine göre daha yavas yürümüstü. “Florida etkisi” iki asamali hazirlanmaya neden olmustur. Birincisi, “yasli” kelimesi kullanilmamis olsa bile kelime dizisi yaslilikla ilgili fikirleri tetikledi; ikincisi bu düsünceler yaslilikla iliskili bir davranis biçimine neden olarak yavas yürümeye sebep oldu. Tüm bunlar biz farkinda olmadan gerçeklesti. Deney sonrasinda mülakata alinan ögrenciler kelimelerin ortak bir kavramdan seçildigini fark etmediklerini belirtmis ve hiçbiri birinci deney sonrasindaki davranislarinin okuduklari kelimelerden etkilenebilecegini kabul etmemistir. Yaslilik fikri bilinçli bir farkindalik yaratmamis olmasina karsin davranislari yine de degismistir.
Daha da tuhaf bir örnege bakalim. Arastirmacilar deney ortami olarak çalisanlarin düzenli olarak kendilerine çay veya kahve hazirladigi ve bu içecekler karsiliginda gönüllü olarak diledikleri kadar ödeme yaptigi bir ofis mutfagini seçmistir. Deneyin birinci asamasinda mutfak duvarina saksi çiçegi resmi, ikinci asamada ise bir çift gözün resmi asilmistir. 10 haftalik bir dönemde duvardaki resim haftada bir degistirilmistir. Deney sonunda arastirmacilar çalisanlarin kutuya birakmayi uygun gördügü katki paylarini haftalik olarak karsilastirmistir. Çalisanlar arasinda duvardaki dekorasyonlar konusuna deginen olmamis fakat kutuya birakilan katki paylari büyük farklilik göstermistir. Göz resminin oldugu haftalarda kutuya birakilan katki payi saksi çiçegi asili oldugu haftalara kiyasla üç kat fazlaydi. Belli ki izlendiklerini sembolik olarak hatirlatan bir unsur bireylerin daha iyi davranislar sergilemesine neden olmustur. Bu etki beklendigi gibi herhangi bir farkindalik olmadan meydana gelmistir. Bu Sistem 1’in Sistem 2’yi nasil etkileyebildigine dair can alici bir örnektir ve ayni zamanda Sistem 1’in nasil da kolay suistimal edilebilecegini korkutucu bir sekilde de ortaya koymaktadir.
Baglam ve Nedensellik
Baglam
Sistem 1’in bilgiyi nasil edindigini ve kendine ait dünya modeliyle nasil karsilastirdigini, bunu olay/durum karsisinda olabileceklere hazirlikli olmak için nasil kullandigini, garip veya siradisi bir olay/durumla karsilastiginda (özellikle de bir firsat ve daha da önemlisi bir tehlike aninda) Sistem 2’yi devreye nasil soktugunu artik biliyoruz. Fakat Sistem 1 ayni zamanda olay/durumlara ve fenomenlere anlam kazandirmak ve (üzerinde yasayan insanlarla birlikte) dünya hakkinda yargilarda bulunmak için ciddi çaba göstermektedir. Unutmamak gerekir, Sistem 1’den bu islemi çok hizli gerçeklestirmesi beklenir, dolayisiyla kestirme yollar ve bilgiye dayali tahminlerden yararlanmak durumundadir.
Her seyden önce, Sistem 1 elindeki sinirli ve bazi durumlarda bölük pörçük bilgiye dayanarak tutarli bir hikaye yaratmak için vargücüyle çalisir. Bu islemi kolaylastirmak için Sistem 1 bilginin kendisine ulastigi baglama bakar. Fakat bazi durumlarda baglam eksiktir. Böyle durumlarda Sistem 1 en olasi baglami varsayip bir tahminde bulunur. Örnegin asagidaki cümleyi okuyup kafanizda bir imge olusmasina izin verin: “Ayse lastigi degistirmesi gerektigini fark etti”. Sehirde yasayan çogunluk gibi gözünüzün önüne patlak lastigini degistirmek üzere olan bir kadin imgesi gelecektir. Fakat bu cümle muglaktir. Bundan hemen önceki cümle “Çocugun pantolonu düsüp duruyordu” olsaydi gözünüzün önüne gelecek imge çok farkli olurdu. Aklimiza pantolon geldikten sonra lastik kelimesi artik arabalarla iliskili olmaktan çikmistir. Açik ve net bir baglam yoklugunda Sistem 1 kendi basina olasi bir baglami kendi yaratir. Bu isin ardinda Sistem 1 oldugundan eminiz çünkü cümlenin farkli yorumlanabilecegi olasiligindan haberimiz yoktu.
Nedensellik
Sistem 1’in kendisine ulasan bilgileri mantikli bir sekilde anlamlandirmak için basvurdugu bir diger strateji de etrafinda cereyan eden olaylari açiklayabilecek bir neden aramaktir. Sistem 1’in olay/durumlari açiklayabilmek için nedensel bir hikaye yaratma egilimi ögrendigimiz bir sey degildir, daha çok kalitsaldir. Bu durum 6 aylik bebekleri konu alan deneylerde bile kanitlanmistir. Söz konusu deneylerde bebekler sikça karsilasilan sebep-sonuç senaryolarina maruz birakilmistir (ör. daireyle kesisen kare). Bu sebep-sonuç senaryolari nedensellik zincirinin disina çikacak sekilde degistirildiginde bebeklerin konuya ilgisi artmaktadir (ör. dairenin kare ile kesismedigi hallerde). Bu durum bebeklerin baska bir sonuç beklentisi içinde oldugu ve sonuç karsisinda sasirdiklarini isaret etmektedir. Belli ki nedensellik hakkinda dogustan bir fikrimiz var ve Sistem 1’in ürünü olan bu fikirler, nedensellik kaliplarina iliskin akil yürütmeye dayanmiyor.
Bunlarin yaninda Sistem 1, olay/durumlarin arkasinda kasti nedenler aramaya hazirdir. Dogasi geregi mekanik nedenler ve etkene bagli nedenler arasindaki farki anlayabilme kapasitesine sahiptir. Örnegin, soyut nesnelerin insanlari andiracak sekilde davranis gösterdigi senaryolarda insanlar senaryoyu dogal olarak insana özgü amaçlar kapsaminda yorumlayacaktir. Amaçlar ve hislerin algilanmasi karsi konulamaz bir durumdur. Sadece otistik bireyler böyle bir deneyim yasamaz. Bu yatkinligin çok küçük yaslardan itibaren ortaya çiktigini tekrar hatirlatalim. Örnegin, bir yas altindaki bebekler zorbalik yapanla, magdur olan arasindaki farki tespit edebilir.
Sistem 1 mekanik ve kasti nedenleri arayip tespit etmek üzere evrim geçirmis olsa da, kasti nedenlere gelindiginde çok daha hassas ve tetiktedir. Su örnek senaryoyu ele alalim: “New York’un kalabalik sokaklarinda sehrin turistik yerlerini dolasarak geçirdigi güzel bir günün ardindan Jale cüzdaninin yerinde olmadigini fark etti”. Bu kisa öyküyü okuduktan sonra akliniza bir “yankesicilik” olayi gelmesi sizi sasirtmasin! Yapilan deneylerden birinde yukaridaki (ve buna benzer bir dizi) kisa öyküyü okuyan katilimcilar, sürpriz bir animsama testine alinmistir. Burada “yankesici” kelimesi metinde geçmedigi halde “turistik yerler” ifadesinden daha çok akilda kalmistir. Bu durumu baglantili tutarlilik kurallari daha iyi açiklar. Cüzdanin kayip olmasi birçok nedene baglanabilir: cüzdan cepten düstü, restoranda unutuldu vs. Fakat kayip cüzdan, New York ve kalabalik kelimelerinin bir araya gelmesi, kayba neden olanin bir yankesicilik olayi oldugu kanaatini dogurmaktadir.
Içimizdeki nedensellige odakli radar sisteminin nasil bu sekilde evrildigini görmek çok da zor degil. Öncelikle sebep ve sonuç dogada da birbiriyle baglantilidir. Bu kapsamda daha hazirlikli olmak ve dogru tepkiyi vermek için belirli bir olay/durumu ortaya çikaran bir sebep oldugunu varsaymak, bunu arastirip tespit etmek iyi bir genel stratejidir. Unutmamak gerekir ki olay/durumlarin büyük kismi rastgelelik veya kör talih ile daha rahat açiklanabilir. Bu nedenle bu türden varsayimlar bazi zamanlarda hatalar yapmamiza neden olabilmektedir.
Kasti nedensellik oldugunu varsaymak da iyi bir seçenek olabilir zira sürekli olarak baska etkenlerle ugrasmaktayiz. Dahasi, yasadigimiz en derin korkularin kaynagi bu kasitli etkenlerdir (günümüzde büyük oranda baska insanlar ancak evrimsel geçmisimizde yirtici hayvanlar da buna dahildi). Örnegin, çalinin içinden veya karanlik bir arka sokaktan gelecek hisirtinin rüzgardan degil de kasitli bir etkenden geldigini varsaymak hayatta kalma olasiligimizi arttiracaktir. Bu bilgiler isiginda mekanik ve/veya kasti nedensellik konusunda tahmin yürütmenin çogu zaman dogru oldugu, olmadigi durumlarda yapilan hatanin temkini elden birakmamis olma yönünde sonuçlanacagini görebiliriz. Tüm bunlar Sistem 1’in özellikleri ile örtüsmektedir.
Ne Görüyorsan O: NGO (What You See Is All There Is: WYSIATI)
Sistem 1, karsisinda cereyan eden olaylari anlamlandirmanin yaninda deneyimledigi olay/durum hakkinda karara varma ve degerlendirme sürecini de yürütmektedir. Benzer durumlarda oldugu gibi Sistem 1 izlenimlerini olabildigince çabuk olusturmak için kestirmeler bulmak ve bilgiye dayali tahminler yürütmek durumundadir. Temelde Sistem 1’in yaptigi elindeki sinirli bilgilerle durumu tam anlamadan hükme varmaktir. Bu bilgiler ise (ani yasadigi düsünülürse) kisinin hemen önünde cereyan edenle ve/veya akla hemen gelen fikirlerle sinirlidir.
Kisitli kanitlara dayali karar alma ve degerlendirme uzmani Sistem 1 sadece el altindaki bilgileri dikkate almaya o kadar meyillidir ki kitapta söz konusu durumu temsil etmek için Ne Görüyorsan O’nu ifade eden NGO (WYSIATI-What You See Is All There Is: Her sey Gördügünden Ibaret anlaminda) kisaltmasi kullanilmistir. NGO özelinde su örnege bakalim: “Ahmet iyi bir lider olacak mi? Kendisi zeki oldugu kadar güçlü...”. Edindigimiz ilk izlenime göre soruya olumlu cevap verme egilimi vardir. Ne de olsa zeka ve güç lider olmak için önemli meziyetler ve elimizdeki iki sifata dayanarak ortaya atilacak en iyi hikaye bu. Kisaca söylemek gerekirse, elimizdeki bilgilere dayanarak varabilecegimiz en kesin sonuç bu. Ama burada eksik kaldigimiz bir nokta var! Soruyu kapsamli sekilde analiz etmedik. Yani kendimize, “birinin liderlik becerileri hakkinda bir kanaate varmadan önce ne gibi bilgilere ihtiyacim var?” türünde bir soru yöneltmedik. Bu Sistem 1’in sorumluluk alani disindadir. Herhangi bir olay/durum karsisinda eldeki bilgiler isiginda aceleyle olusturulmus ve süzgeçten geçmemis ilk izlenime hemen erismek çok faydali olabilir. Fakat, herhangi bir yargiya varirken bu aceleyle olusturulmus ve süzgeçten geçmemis ilk izlenimlere dayanirsak bizi nasil yaniltabileceklerini de kolayca fark edebiliriz. Örnegin, yukaridaki durum kapsaminda süreci biraz agirdan almayi deneyip sözünü ettigimiz soruyu yöneltme zahmetinde bulunsaydik zeka ve gücün iyi bir lider olmanin en önemli özellikleri olmadigini fark eder, hatta baska niteliklerin eksikliginde bu meziyetlerin geri tepebilecegini bile anlayabilirdik. Özgün cümleye tekrar bakip kendimize “takip eden iki sifat yoz ve zalim olsaydi ne olurdu?” sorusunu sorsak nasil bir hata yaptigimizi çok daha net bir biçimde anlardik.
Yerine Koyma (Substitiution)
NGO’ya ek olarak Sistem 1 ‘in alelacele hükümlere varmak ve degerlendirme yapmak için kullandigi baska yollar da vardir. Örnegin, cevabini bilmedigimiz bir soruyla karsilastigimizda Sistem 1 zaman kaybetmeden ise koyularak alakali ancak cevabi çok kolay bir soruya cevap verip bu bilgiyi Sistem 2’ye, daha zor olan sorunun cevabi olarak sunar. Sistem 2 çogu zaman olup bitenin farkinda bile degildir. Kahneman, Sistem 1’in bu kurnazligina yerine koyma adini vermistir.
Farz edelim ki Ford hissesi satin almanin dogru bir yatirim olup olmadigi konusunda size bir soru yöneltildi ve konu hakkinda çok da bir sey bilmiyorsunuz. Sistem 1 bu durum karsisinda Ford arabalari hakkindaki düsünceleriniz gibi konuyla alakali bir soru üreterek bunu ilk sorunun cevabi olarak Sistem 2 ‘ye ulastirabilir. Baska bir örnek verelim. Size siyasi bir partinin baskan adayina ait bir fotograf gösterildi ve hakkinda neredeyse hiçbir sey bilmediginiz bu kisinin ne kadar basarili olacagini tahmin etmeniz istendi. Sistem 1 bu kapsamda fotograftaki kisinin ne kadar yetkin ve kendinden emin göründügü konusunda bir soru üretebilir.
Bir araya geldiklerinde NGO ve yerine koyma hem ilginç hem de oldukça gülünç bir hal alabiliyor. Örnegin, konuyla ilgili yapilan deneylerden birinde katilimcilara 2 soru yöneltilmistir: 1) Bugünlerde ne kadar mutlu hissediyorsun?; 2) Geçen ay kaç kisiyle flört ettin? Arastirmacilar deneklere sorulari bu siralamayla sorduklarinda ögrencinin flört sayisinin kendilerini ne kadar mutlu hissettikleriyle hiç ilintili olmadigi görülmüstür. Demek ki ögrenciler için flörtlesme, mutluluklarini degerlendirmede önemli bir kriter teskil etmiyor. Ancak arastirmacilar sorularin siralamasini degistirdiginde önemli bir degisiklik fark edildi. Sorular bu siralamayla soruldugunda flört edilen kisi sayisiyla mutluluk hissi arasindaki iliski psikolojik ölçekte elde edilebilecek en yüksek seviyelerde seyretti. Flört sorusu ögrencilerin aklina mutluluk seviyeleriyle ilgili bir bilgi soktu ve duygusal tepkiye neden oldu. Hissedilen mutluluk seviyesi hakkinda genel bir soru soruldugunda bu bilgi ve yarattigi ruh hali ögrencinin düsünce yapisini etkiledi. Oysa öteki siralamada küçük ve göz ardi edilebilecek bir unsuru temsil etmisti.
Benzer bir deneyde arastirmacilar ögrencilerden olusan deneklere yakindaki bir fotokopiciye gidip tek bir sayfa çektirmelerini istemistir. Bu görevin ardindan deneklerden yasam memnuniyeti hakkinda bir anket cevaplamalari istenmistir. Deneklerin yarisinin fotokopi makinasinin bozuk para haznesinde bulmalari için 10 sent yerlestirilmistir. Deney sonunda, parayi bulan sansli deneklerin genel olarak hayattan duyduklari memnuniyet seviyesi belirgin sekilde yüksek çikmistir.
Sistem 1 Insanlar Hakkinda Hüküm Verirken: Sterotipler, Ilk Izlenimler ve Hale Etkisi
Sterotipler
Insanlari degerlendirmeye geldiginde Sistem 1 ‘in bireyler hakkinda sterotiplere dayanarak hüküm vermeye egilimli oldugunu bilmek çok da sasirtici olmasa gerek. Sterotiplerin büyük oranda hatali oldugu artik iyice anlasilmistir fakat elde baska bilgi olmadigi durumlarda isi sansa birakmaktan bir nebze iyi kabul edilebilecek bir yöntemle herhangi biri hakkinda ilk izlenim çabucak yaratilir. Bu da uygulamanin Sistem 1 için kiymetli olmasina yeterlidir.
Ilk Izlenimler
Benzer sekilde, Sistem 1’in ilk izlenimlere fazlasiyla aldanma egiliminde oldugunu bilmek de sasirtici olmayacaktir. Ilk izlenimlerin ne kadar önemli oldugu klise raddesinde kafamiza kakilmistir fakat bu olgunun ne kadar güçlü oldugunu yeterince vurgulamak olanaksizdir. Durumu daha net anlatabilmek için su deneye bir göz atalim. Psikolog Solomon Asch, deneklerine iki hayali karakter olan Alan ve Ben’in onlara ne düsündürttügünü sormustur. Iki karakter su sekilde tanimlanmistir: Alan- Zeki, gayretli, dürtüleriyle hareket eden, elestirel, inatçi, kiskanç; Ben – kiskanç, inatçi, elestirel, dürtüleriyle hareket eden, gayretli, zeki. Iki karakter için verilen tanimlamalarin ayni oldugunu fark etmis olmalisiniz. Tek farki kelimelerin siralamasi. Buna ragmen denekler her zaman Ben yerine Alan’i daha iyi bir insan olarak nitelemistir. Isin gerçegi sudur, ilk izlenim hemen olusturulur, bunu takip eden bilgiler edinilen ilk izlenim isiginda degerlendirilir. Kahneman’in dedigi gibi “listenin basindaki kisilik özellikleri daha sonra listelenen özelliklerin anlamini degistirecek güçte. Zeki birinin inatçi olmasi gerekçelendirilebilir, hatta saygi bile uyandirabilir fakat kiskanç ve inatçi birinin zekasi onu daha tehlikeli kilar”.
Hale Etkisi
Sistem 1’in insanlari degerlendirmede kullandigi üçüncü bir kestirme yol da “hale etkisi” olarak bilinir. Hale etkisi bir kisi hakkindaki her seyi sevme veya nefret etme egilimidir – hem de henüz o kisi hakkinda bilmediginiz onca seye ragmen. Sistem 1 bu süreçte bir kisiyi tek veya birkaç özelligini temel alarak degerlendirir ve bu izlenimini diger özelliklere uygulayiverir. Örnegin, bir davette Lale adinda bir bayanla tanistiniz. Kendisi cana yakin ve iletisim kurmasi kolay biri izlenimi verdi. Lale hayir islerine bagis yapma teklifinde bulunulabilecek biri olarak öne çikiyor. Aslinda Lale’nin cömertligi hakkinda ne biliyoruz? Dogru cevap: neredeyse hiçbir sey. Fakat Lale’yi sevdiniz ve onu düsündügünüzde içinizde olumlu hisler var. Cömertligi ve cömert insanlari da seviyorsunuz. Bu noktada çagrisim yoluyla Lale’nin cömert biri oldugunu düsünme egilimindesiniz. Artik cömert olduguna inandiginiz için Lale’yi daha fazla seviyorsunuz çünkü onun iyi özelliklerine cömert sifatini eklediniz.
Sistem 1 ile 2 Arasindaki Etkilesim
Sistem 1, genel anlamda ne yapar dedigimizde spesifik bir anda küçük bir avantaj yaratmak denebilir. Hakkini verelim ki Sistem 1 bu görevini çok iyi bir sekilde yapar. Benzer durumlar için gelistirdigi modeller dogrudur, kisa vadeli öngörüleri de genellikle dogrudur. Dahasi, zor durumlar karsisinda verdigi ilk tepkiler de hizli ve genellikle yerindedir. Fakat anlik durumlar karsisinda devreye girmesi bir yana, Sistem 1’in edindigi izlenimler, üzerine düsünmek ve uzun vadeli planlar yapmak üzere Sistem 2’ye aktarilmaktadir. Söz konusu izlenimlerin bu anlamda bir degeri olabilir ancak hizli karar verme ugruna kesinlik/dogruluk unsuru feda edildiginden yanlis hükümlere varma ve hatalara neden olma olasiligi hiç de göz ardi edilemeyecek seviyededir.
Neyse ki Sistem 2, Sistem 1’in kendisine aktardigi izlenim ve sezgileri degerlendirme becerisine sahiptir. Dolayisiyla gerektiginde bu izlenim ve sezgileri geçersiz kilabilir. Sistem 1’den kaynaklanan bazi sezgisel hatalar Sistem 2’nin kasitli olarak devreye sokulmasiyla engellenebilir.
Sorun su ki, en iyi zamaninda bile Sistem 2 oldukça tembel bir yaradilisa sahiptir. Kahneman’a göre “Sistem 2’nin temel özelligi gerçeklestirdigi islemlerin çaba gerektirmesidir. Bir diger özelligi olan tembellik ise olabildigince az çaba gösterme egiliminde olmaktir”. Bunlar biyolojik tasarruf dedigimiz konuya girer. Ister zihinsel ister fiziksel çaba göstermek enerji gerektirir. Enerji çok degerli bir biyolojik kaynaktir. Bir organizma enerji kullanmak zorunda degilse kullanmaz yani enerjisini bosa harcamaz. Bu olgunun akilda kalici bir adi bile var: Asgari Çaba Kanunu. Bu kanun, evrimsel olarak benligimize kazinmistir.
Asgari Çaba Kanununa örnek olmasi için su problemi bir düsünün: Bir tenis raketi ve topunun toplam fiyati 1,10 dolardir. Raket toptan bir dolar daha pahalidir. Top ne kadardir? Büyük olasilikla aklinizda bir rakam belirdi ve cevabiniz 10 sent oldu. Tebrikler! Asgari Çaba Kanunu’nu uyguladiniz. Kanunu ihlal ettiyseniz problemin cevabini kontrol etmesi için Sistem 2’yi devreye soktunuz . Kafanizdan söyle bir sey geçmis olabilir. Top 10 sent ise toplam fiyat 1,20 dolar olurdu (raket 1,10$, top 10 sent), 1,10 degil. Bu cevap dogru degil o nedenle islemi daha dikkatli yapmak için Sistem 2’yi çalistirdiniz. Dogru cevap 5 sentti. Neredeyse herkes yukaridaki soruyu dogru cevaplama becerisine sahiptir. Tek yapilmasi gereken Asgari Çaba Kanunu’nu ihlal etmek ve Sistem 2’yi harekete geçirmek. Oysa çogumuz bunu yapmiyoruz. Bugüne kadar raket ve top sorusu binlerce üniversite ögrencisine soruldu ve elde edilen sonuçlar sok edici. Harvard, MIT ve Princeton gibi sayili kurumlardaki ögrencilerin %50’si soruyu içgüdüleriyle çözerek yanlis cevap vermislerdir. Basari orani daha düsük üniversitelerde bu oran %80’lere çikmistir.
Daha kötüsü yorgun, aç veya baska bir seyle mesgulken Sistem 2’yi devreye alma olasiligimiz daha da azalir. Bu sezgisel olarak mantikli duyulabilir fakat hem laboratuvar hem de saha çalismalarinda bilimsel olarak kanitlanmistir. Konuyla ilgili çok dikkat çekici bir örnek verelim. Israil’de gerçeklestirilen bir arastirmada sartli tahliye hakimlerinin verdigi tahliye karari sayisi yemek saati veya çay molalarindan uzaklastikça belirgin sekilde azalmaktadir. Çalismada, sartli tahliye karari en son yemek molasi ile karsilastirildi. Olumlu cevaplar her yemekten sonra zirve yaparak %65 mertebesine ulasirken, hakimin bir sonraki yemegine son iki saat kala olumlu cevap orani giderek azalmakta ve yemekten hemen önce neredeyse sifira düsmektedir. Kahneman’in dedigi gibi “aç ve yorgun hakimler daha kolayina gelen sartli tahliye taleplerini geri çevirme egiliminde oldugu görülür. Yorgunluk ve açligin bunda bir rolü mutlaka vardir”.
Isin iyi tarafi yeterince motivasyonumuz oldugunda bu rehaveti üzerimizden atacak gücümüz var. Yukaridaki örnekte oldugu gibi iyi dinlenmis ve iyi besleniyor olmanin da etkisi yadsinamaz. Belki de ihtiyacimiz olan motivasyonun bir bölümünü Sistem 1’in bazi durumlarda bizi ne kadar yaniltabildigini ve büyük hatalara neden oldugunu daha iyi anlayarak elde edebiliriz.
Referans Noktasi (Anchoring) Etkisi
Önceki bölümde gördügümüz gibi çagrisimlarla ögrenmek beynin gelen bilgiyi tahlil edebilmesine yardimci olacak bir dünya modeli olusturmasina olanak vermektedir. Gerçek zamanda olgular ve olaylar beyni çagrisim yapan fikirlerle hazirlar ve hazir edilen fikirler sistem 1’in belirli bir duruma tepki vermesine yardimci olur.
Bununla beraber hazirlanma belli durumlarda bizi yaniltabilir. Kahneman ve Tversky’nin birlikte yaptigi deneye bir göz atalim: Çalisma kapsaminda ögrenci deneklerden Afrika kitasinda BM’ye üye olan ülkelerin orani konusunda bir tahmin yürütmeleri istenmistir. Fakat soruyu yöneltmeden önce ögrencilerden üzerinden 0 ile 100 arasi rakamlar bulunan bir çarkifelek çevirmeleri istenmistir. Ögrenciler çarkifelegin sadece 10 veya 65’te duracak sekilde önceden programlandigindan habersizdi. Gönül isterdi ki çarkifelegi çevirerek elde edilecek rastgele bir sayi dünya siyaseti ile ilgili bir konu hakkindaki tahminlerimizi etkilemesin. Fakat deneyde tam olarak da bu oldu. 10 ve 65 rakamlarini gören deneklerin ortalama tahminleri sirasiyla %25 ve %45’ti. Bu deneyden elde edilen sonuçlar garip ve hatta ürkünç duyulabilir. Fakat buna neden olan olguya hiç de yabanci degiliz. Hatta günlük yasantimizda o kadar önemli bir yer teskil ediyor ki bunun bilimsel adini bilmekte fayda var: Referans Noktasi Etkisi. Bu etki, kisinin miktar hakkinda öngörüde bulunmadan bilinmeyen bir miktar için zihninde uygun bir dayanak noktasi bularak bir deger belirlemesi olarak tanimlanabilir. Temelde söyle özetlenebilir: ilk rakam bilinçalti tarafindan kisa bir süreligine referans alinmakta ve bu referans noktasina sabitlenme durumu daha sonra meydana gelen düsünme islemlerini çarpitmaktadir.
Bazi durumlarda referans noktasina sabitleme gayreti, Sistem 1’in karsilastigi her seyi dis görünüse göre algilama egilimiyle birlikte (buna saflik da denebilir) daha da belirgin hale gelmektedir. Sistem 1 ayni zamanda telkine de açiktir. Yani, karsimizdaki aklimiza bir sey getirerek bazi seyler görmemize, duymamiza veya hissetmemize neden oldugunda. Bu durumu bir örnekle inceleyelim: Bir süre önce Iowa’da (ABD) bir kasabada alisveris yapmak üzere süpermarkete gelen müsteriler konserve çorba fiyatlarinin normalden %10 daha ucuz oldugunu fark eder. Raflarda bazi günlerde “MÜSTERI BASINA 12 ÜRÜN SINIRLAMASI” ibaresi görünürken bazi günlerdeyse “MÜSTERI BASI SINIRLAMASI YOK” yazmaktaydi. Müsteriler sinirlama oldugu günlerde ortalama 7 ürün alirken sinirlamanin olmadigi günlerde iki kati ürün satin almistir.
Referans noktasina sabitleme etkisi örnegin maas belirleme veya bir konut için fiyat tespit etme gibi zamanlarda da ortaya çikabilmektedir. Konuyla ilgili yapilan deneylerden birinde gayrimenkul uzmanlarindan satista olan bir eve fiyat biçmeleri istenmistir. Uzmanlarin yarisina evin gerçek degerinin çok üstünde bir satis rakami gösterilirken diger yarisina ise evin degerinin çok altinda bir satis rakami gösterilmistir. Deney sonrasinda gayrimenkul uzmanlari görmüs olduklari liste fiyatinin verdikleri cevaplara hiçbir etkisi olmadigi konusunda israr etmis olmalarina ragmen, referans noktasina sabitleme etkisi %41 oranindaydi. Burada referans noktasi etkisi söyle isliyor: iki ortalama arasindaki sayisal fark iki referans noktasi arasindaki farka bölünür. Baska bir deyisle, sabitleme ölçütü tembelce referans noktasini bir ortalama olarak benimseyen insanlar için %100 iken, referansi tamamen yok sayabilen insanlar için sifirdir. Referans noktasina sabitleme etkisinden kurtulmak çok zor olabilmektedir. Fakat bu konuda yardimci olabilecek faydali stratejiler de yok degil. Örnegin, yapilan çalismalardan birinde denekler tarafindan halihazirda devrede olan dayanak noktasina karsi savlar ortaya atilmasi saglanmistir. Yani Sistem 2‘yi devreye alma komutu basarili olmustur.
Genel anlamda, bir seyin kasten aksini düsünme stratejisi iyi bir savunma stratejisi olabilir zira bu etkileri olusturan önyargili düsünceleri etkisiz hale getirmektedir.
Çerçeveleme Etkisi
Çerçeveleme etkisi birçok yönden referans noktasi etkisine benzerlik gösteren bir olgudur. Çerçeveleme etkisi, problem veya sorunun sunulma seklinin verecegimiz tepkiyi/cevabi etkileyebilecegi gerçegine dayanmaktadir. Çerçeve, farkindaligimizi problem veya sorunun belirli bir unsuruna odaklar ki bu da belirli çagrisimlari tetikler ve nihayetinde verecegimiz tepkide belirleyici bir rol oynar. Örnegin, esasinda olay tek olsa da 1998 dünya kupasini Italya’nin kazanmasi ile ilgili bir soruya vereceginiz tepki ile 1998 dünya kupasini Fransa’nin kaybetmesi ile ilgili bir soruya vereceginiz tepkiden çok farkli olacaktir.
Çerçeveleme etkisini çok belirgin bir sekilde ortaya çikaran çalismalardan biri Harvard Tip Fakültesinde görevli doktorlarin katilimiyla gerçeklestirilmistir. Ilk asamada doktorlara kanser hastalarinda cerrahi girisim ve radyasyon tedavisini karsilastiran bir çalismaya dayanan istatistiksel veriler gösterilmistir. Bes yillik hayatta kalma verilerine bakacak olursak cerrahi girisim açik ara önde olsa da kisa vadede radyasyondan daha risklidir. Cerrahi girisimin kisa vadeli risklerine gelindiginde doktorlarin yarisina hayatta kalma oranlari gösterilmis (1 ay sonra %90); doktorlarin diger yarisina ise ölüm oranlari hakkinda veriler gösterilmistir (1 ay sonra %10). Sonuçlar bastan bellidir. Ikinci çerçeve (doktorlarin %50’si) ile kiyaslandiginda cerrahi girisimi tercih edenler ilk çerçevede çok daha fazlaydi (doktorlarin %84’ü). Mantik süzgecinden geçirdigimizde iki tanim aslinda aynidir. Düsüncelerini gerçeklere dayali sekillendiren bir karar verici sorunun nasil sunuldugundan bagimsiz olarak ayni cevabi verirdi. Fakat, artik biliyoruz ki Sistem 1’in duygusal kelimelere kayitsiz kaldigi zamanlar yok denecek kadar azdir. Özetle ölüm kötüdür, hayatta kalmak iyidir. %90 hayatta kalma orani umut vericidir, %10 ölüm riski korkutucudur.
Daha önce de belirtildigi gibi çerçeveleme bir bakima zihnimizi belirli bir parça bilgi veya bir dizi kosula dogru yönlendirerek islemektedir ve bu Sistem 1’in öncelik verecegi bir konu haline gelmektedir. Çerçeveleme en azindan bir noktaya kadar NGO (ne görüyorsan o) etkisi kapsaminda açiklanabilir. Sistem 1’in tesiriyle ortaya çikan hatalar konusunda belki de en büyük rol NGO’nundur. Simdi bu hatalara daha yakindan bakalim.
NGO ve Özgüven
NGO’nun en saf halini görebilmenin en iyi yolu hikayenin sadece bir yanini dinledikten sonra o konu hakkinda bir degerlendirmede bulunmamizi istemektir. Örnegin, iki savunma avukatinin argümanlarini dinledikten sonra mahkemede süregelen bir dava hakkinda yorum yapmamiz istendiginde yorumlarimiz agirlikli olarak bu argümanlar çerçevesinde sekillenecektir. Ilk bakista bu durum çok sasirtici gelmeyebilir. Ancak çalismaya katilanlar durumdan haberdardi ve hikayenin sadece bir tarafini dinleyenler rahatlikla karsi bir argüman gelistirebilirdi. Fakat biz insanlar genellikle bunu yapmiyoruz. Örnekte görüldügü gibi hikayenin dinledigimiz tarafinin tesirinde kalip bu yönde ikna oluyoruz.
Argümanin sadece bir tarafini dinleyen denekler bu yönde ikna olmakla kalmayip hikayenin her iki tarafini da dinleyen deneklere kiyasla varmis olduklari kanaat konusunda kendilerine daha çok güveniyordu. Kahneman’a göre karsi argümanlarin eksikliginde hikayenin sadece bir tarafini bilen deneklerin durum özelinde çok daha tutarli bir hikaye yaratmasina neden olmaktadir. Sistem 1 için tutarlilik bagimlilik gibidir. Devamli olarak tutarlilik pesindedir ve buldugu zaman da tatmin olur. Durumun böyle oldugu asikârdir zira tutarlilik olmasi bir hikayenin gerçekliginin en basit ve temel belirleyicisi ayrica kurmasi en kolay ve çabuk olanidir. Üstelik ortaya çikardigimiz hikaye genellikle makul bir davranisi destekleyecek kadar gerçege yakin olmaktadir. Sistem 1’in aradigi da tam olarak budur. Bunun bir sonucu olarak Sistem 1, elinin altindaki bilginin eksiksiz olmasindan ziyade yarattigi hikayenin tutarliligina inanmaktadir.
Tezat olusturan bilginin eksikliginde sadece daha tutarli bir hikaye yaratilmaz, ayni zamanda daha az bilgiyle daha tutarli bir hikaye de yaratilabilir. Çogunlukla da böyle olur. Kahneman’in dedigi gibi “bir konu hakkinda daha az bilgiye sahip olmak eldeki bilgileri tutarli bir hikayenin içine yerlestirmeyi daha da kolaylastirmaktadir”. Baska bir deyisle (mantiga aykiri gelse de) bir sey hakkinda sezgisel olarak ne kadar ikna olmus isek elimizdeki bilgiler de o kadar azdir.
Bu ters olguyu kanitlamak adina akillica denebilecek laboratuvar deneyleri de gerçeklestirilmistir. Bu deneylerden birinde arastirmacilar deneklerden kendinden emin davrandiklari anlari listelemelerini ve daha sonra genel olarak kendilerinden ne kadar emin olduklarini degerlendirmelerini istemistir. Deneklerden yarisindan kendinden emin davrandiklari 6 durumu/zamani listelemeleri, diger yarisina ise bu duruma 12 örnek vermeleri istenmistir. Arastirmacilarin hipotezine göre kendinden emin olma durumuna 6 örnek vermesi istenen deneklerin 12 tane vermesi gerekenlere göre kendilerini daha kendinden emin hissedeceklerdi. Bunun nedeni daha çok örnek vermesi istenen deneklerin kaçinilmaz olarak kendinden emin davrandiklari durumlari/olaylari hatirlamakta daha fazla zorlanacak olmasiydi. Arastirmacilarin beklentilerine göre yasanan bu zorluk 12 tane örnek listelemesi gereken deneklerin kendilerini kendinden emin görme algilariyla çelisecek ve hayatta genel olarak kendilerinden o kadar da emin olmadiklarini düsündürtecektir.
Deney sonuçlari beklentilerle tutarliydi. 12 örnek vermesi istenen denekler 6 örnek vermesi istenen deneklere kiyasla kendilerinden daha az emin olduklarini düsünmüslerdir. Dahasi, kendinden emin olmadan davrandiklari 12 örnek vermesi istenen denekler ise kendilerini kendinden oldukça emin olarak nitelemistir. Ezik davranista bulundugunuz zamanlar hakkinda örnek bulmakta zorlaniyorsaniz kendinizi hiç ezik görmeme kanaatine varma olasiliginiz yüksektir. Deneklerin kendilerini degerlendirme süreci örnek bulmada yasadiklari zorluk/kolaylik tarafindan sekillendirilmekteydi. Olaylarin akiskan bir biçimde hatirlanmasi hali hatirlanan olay sayisinin önüne geçmistir.
Bu deney benzer senaryolarla defalarca tekrarlanmis, sonuçlar her zaman ayni çikmistir. Bunlarin belki de en ilginci sudur: insanlardan bir konuyu desteklemek üzere ne kadar fazla argüman yaratmasi istenirse yaptiklari seçimler konusunda kendilerine olan güvenleri o kadar azalmaktadir.
NGO ve Tahmin Yürütme
Aklimizda örnek üretme rahatligimiz da Sistem 1 yoluyla bizleri etkilemektedir. Örnegin bir kategorinin sikligini tahmin etmek veya karsilastigimiz tehdidin tehlike potansiyelini belirlemek gibi. Benzer durumlar hafizadan çagrilir, bu islem kolay ve akiciysa söz konusu kategorinin büyük oldugu yargisina varilir. Bunu bir örnekle destekleyelim: Ünlüler arasinda bosanma veya siyasi seks skandallarinin sikligi hakkinda bir tahminde bulunmamiz istense yapacagimiz tahminler konu hakkinda aklimiza ne kadar kolay örnek gelmesi ile baglantili olacaktir çünkü bu konular basinda genis yer bulmaktadir. Iste bu nedenle ünlü çiftler arasinda bosanma ve siyasi seks skandallarinin sikligi konusunu abartma egilimi gösteririz.
Buna ek olarak, bizi etkileyen baska bir unsur da kisisel deneyimlerdir. Örnegin, esimize kiyasla ev isi yaptigimiz zamanlar konusunda aklimiza daha fazla örnek geldiginden bu konudaki katkimizi abartma olasiligimiz daha fazladir. Bunu kanitlamak için bilimsel bir çalisma da yapilmistir. Eslerden ev islerine ne kadar katkida bulunduklari konusunda bir tahminde bulunmalari istenmistir. Beklendigi üzere kisilerin kendi katkilarini %100’den fazla görmekte oldugu sonucu çikmistir.,
Belirli bir örnegin özgünlügü, canliligi ve keskinligi o örnegin ne kadar kolay aklimiza geldigini de etkiler. Bu da düsünmemizi etkiler. Dahasi, özgün ve keskin senaryolar basinda daha çok yer almakta çünkü bunlar bizim özellikle ilgilimizi çekmekte ve böylelikle etkiyi siddetlendirmektedir. Potansiyel bir tehdidin neden olabilecegi tehlike konusunda tahmin yürütürken bu, özellikle belirgin hale gelmektedir. Su örnekleri düsünelim: Astim hastaligi kasirgalardan 20 kat daha fazla can almasina ragmen insanlar kasirgalarin daha ölümcül oldugunu düsünmektedir. Kalp krizi tüm kazalarin toplamindan iki kat daha fazla can almaktadir fakat çalismaya katilanlarin %80’i kaza nedeniyle ölmenin daha olasi oldugunu düsünmektedir. Diyabet hastaligi kazalardan 4 kat fazla can alirken katilimcilar kazalarin 300 kat fazla can aldigina inanmaktadir. Açik ve net biçimde ölüm nedenleriyle ilgili tahminler medyada yer alan haberlere göre sekillenmektedir; medya ise özgün ve akilda kalici haberlere daha çok yer vermektedir.
Olasi tehditlere yönelik tahminlerimizdeki önyargilar özellikle tehlikelidir çünkü önyargilar kamu politikalarini bile etkilemekte hatta çarpitmaktadir. Hukuk uzmani Cass Sunstein de bu fenomeni incelemis ve tanimlayabilmek için ‘bilgi çaglayani’ terimini gelistirmistir. Kahneman’a göre bilgi çaglayani göreceli olarak küçük bir olay hakkinda çikan haberlerle baslayip toplumsal panik yaratan ve büyük ölçekli devlet müdahalesi gerektiren bir noktaya gelebilecek ve kendi kendini besleyebilen bir olaylar silsilesidir. Sunstein bu duruma örnek olarak New York’taki Love Canal çevre felaketi ve özellikle elmalara sikilan bir kimyasal olan Alar’in halk arasinda yarattigi korkuyu göstermekte. Günümüzde bilgi çaglayanina en iyi örnek olarak terörist tehditlerden kaynaklanan tedirginlik gösterilebilir. Terör saldirilarinda ölen insan sayisi diger ölüm nedenlerine kiyasla çok az olsa da basin-yayinda yer alan dehset verici görüntüler sürekli tekrarlanarak herkesin tedirgin olmasina neden olmaktadir.
Bazi meselelerin toplumun zihninde yer etmesi, bazilarininsa silinip gitmesi insanlarin kolayca hatirladiklari konulari degerlendirmeye meyilli olmalariyla açiklanabilir. Bu büyük oranda meselelerin medyada buldugu yer ile belirlenir. Daha çok tekrarlananlar zihinde yer ederken digerleri unutulur. Aslinda medyanin göstermeyi seçtigi gündem, kamuoyunun zihnini kurcaladigini düsündügü seylere karsilik gelir. Otoriter rejimlerin bagimsiz medya üzerine uyguladigi giderek artan baski da rastlanti degildir. Çünkü dramatik olaylar, ünlüler hakkindaki haberler hemen halkin ilgisini uyandirir. Medyayi besleyen çilginliklar olaganlasir. Egitim kalitesinin düsmesi veya saglik hizmetlerine ayrilan kaynaklar gibi çok daha kritik ancak heyecan uyandirmayan meseleler ise medyada pek az yer bulur.
Iki Benlik
Animsama sürecinin bizi etkiledigi bir baska durum geçmis deneyimlerimiz ve bunun bir uzantisi olarak genel mutluluk halimiz hakkinda ne düsündügümüzdür. Özellikle, animsayan benlikle deneyimleyen benlik çogu zaman birbiriyle çelismektedir. Kahneman’a göre bu ikisi arasindaki fark o kadar büyüktür ki iki ayri benlige sahip oldugumuzu söylemek kesinlikle yanlis olmaz. Hatirlayan benlik Sistem 2’nin yapilandirdigi bir seydir. Ancak dönemlerin ve yasantilarin degerlendirildigi ayirt edici özellikler bellegimize aittir. Sürenin görmezden gelinmesi gibi Sistem 1’de olusan kurallar her daim Sistem 2 degerlerine uymaz. Sürenin önemli olduguna inaniriz ama bellegimiz bize bunun böyle olmadigini söyler. Hatirlayan benlik varolusumuzun özünde zamanin ölçülebilir en büyük kaynak oldugu gerçegini umursamaz. Insanlar bu egilim yüzünden kisa süren yogun bir sevinci orta halli bir mutluluga tercih eder. Ya da kisa süren ama dayanilabilir bir acidan uzun süreli orta düzeyde bir aciya kiyasla daha çok korkar. Insanlar genelde sonu kötü bitecekse bir ise kalkismamayi yegler. Hatirlayan bellegin süreyi görmezden gelmesi, doruklari ve sonlari abartmasi ve bazi seyleri sonradan anlayabilmesi onu deneyimlerimizi çarpitmaya elverisli hale getirir.
NGO ve Optimizm
Optimizmle karistiginda NGO çok ilginç biçimlerde bizi yanilgiya düsürebilir, özellikle de konu kisisel projelerimiz oldugunda. Kahneman kendi hayatindan çok ilginç bir örnek vermekte. Bu hikaye Kahneman’in “liselerde yargilama ve karar vermeyi ögretme” odakli bir müfredat hazirlamak üzere ortak bir projede çalistigi dönemden. Projenin birinci yilina girildiginde ekip “müfredatin detayli bir çerçevesini belirlemis, birkaç üniteyi yazmayi tamamlamis ve siniflarda birkaç pilot ders vermisti”. Kahneman bu asamada meslektaslarina müfredati tamamlamanin ne kadar sürecegini tahmin etmelerini istemis. En hizli 18 ay içinde en fazla 30 ay içinde diyenler olmus. Yapilan tahminler arasinda iki yillik bir süre öne çikiyormus. Kahneman bu noktada daha önce benzer projelerde çalismis bir ekip arkadasi oldugunu hatirlayip kendisine böyle projelerin tamamlanmasi için genellikle ne kadar süre gerektigini sorusunu yöneltmis. S. Fox adli bu kisi biraz da utanarak böyle projelerin yaklasik %40’inin henüz tamamlanma asamasina gelmeden iptal edildigini, tamamlanan projelerin ise yedi ila on sene arasinda sürdügünü belirtmistir. Bu rakamlar ekip üyelerinin yaptiklari tahminlerle örtüsmüyordu. Tahminler ise projenin erken asamasinda ne kadar ilerleme kaydedildigi hakkindaki birinci elden bilgilere ve de ekibin ne kadar motive olduguna göre sekilleniyordu.
Buna göre ekip gözlerinin önündeki uyari isaretini görmezden gelip hiçbir sey olmamis gibi ilerlemeye devam etmistir. Müfredat kitabinin hazirlanmasi tam tamina sekiz sene sürmüstü. Bu yetmezmis gibi, kitap yetkililere teslim edilene kadar Milli Egitim Dairesi bünyesinde konuya karsi isin basinda duyulan heves yitirilmisti ve çalisma uygulamaya alinmadan rafa kaldirildi. Geri dönüp baktiginda Kahneman kendisinin ve ekip arkadaslarinin tipik bir NGO – optimizm nöbeti geçirdiklerine inaniyor. NGO ekibin erken asamada kaydettigi ilerleme ve projenin basinda duyulan motivasyon hissiyle kendini göstermisti. Hissettikleri optimizm ise en iyi durum senaryosuna göre tahminlerde bulunmalarina neden olmustu. Kahneman ve ekibi kendilerinden önce benzer projelerde çalisan ekiplerin çalismalarini bitirmek için ne kadar süre harcadiklarini dikkate almis olsaydi her iki hatanin da önüne geçilebilirdi, fakat bunu yapmadilar.
Kahneman’in dilinde anlatacak olursak, ekip disi bakis açisina güvenmek gerekiyorken ekip içi bakis açisi dikkate alinmis ve bu da ekip üyelerini yaniltmistir.
Küçük ölçekli isletmelerden büyük kamu çalismalarindan kadar sayisiz projenin basarisizlikla sonuçlanmasinin nedeni iste bu kisir bakis açisina güvenmektir. Devlet projelerinin tahminlerden çok daha pahaliya mal olmasi ve beklenenden çok daha uzun sürede tamamlanmasinin da, küçük ölçekli isletmelerin %65’inin ilk bes yilda batmasinin da ana nedenlerinden biri budur.
Kahneman’a göre optimizm ve kendine asiri güvenme toplumdaki birçok sikintinin bas nedenlerinden biri olmayi sürdürmektedir. Yine de bu yaklasimlarin hepsini kötülemek haksizlik olur. Kahneman insanin sebat edebilmesini bu özelliklere bagliyor ve bundan da iyi seyler çikabilecegine inanmakta. Optimizm ve özgüven konularina biraz daha degindikten sonra ilerleyen bölümlerde detayina girecegimiz kayiptan kaçinma konusunu ele alacagiz.
Istatistikleri Bir Neden Olarak Görme Hatasi
Önceki bölümlerde gördügümüz gibi Sistem 1 olay/durum ve olgular karsisinda neden aramak ve belirlemek üzere hazirlanmistir. Bu strateji çogu zaman bize iyi hizmet etmektedir zira dogal süreçler nedenlere baglidir ve bu nedenleri belirlemek birçok durum karsisinda nasil bir tepki vermemiz gerektigini belirlemeye yardimci olmaktadir. Buna ragmen, bazi zamanlarda esiri oldugumuz nedensel önyargilar bizi yolumuzdan saptirabilir çünkü her seye bir neden, özellikle de kasti bir neden bulma egilimindeyiz – isin belirleyicisi sans veya istatistiki kirlilik oldugu zamanlarda bile.
Örnegin is bir sonuç dizisine bakmaya geldiginde konuyla ilgili örneklem boyutu küçüldükçe uç noktalarda sonuçlarin çikmasi olasiligi artmaktadir. Fakat Sistem 1 herhangi bir olgu için bir neden üretmeye istekli oldugundan tamamen istatistiki olan etkiye nedensel ve dolayisiyla hatali bir açiklama üretme egilimindedir.
Simdi buna gerçek hayattan bir örnek verelim: Arastirmacilar okullarin basari düzeyini belirleyen isaretleri arastiran bir çalisma baslatmis. Yaptiklari tespitlerden biri, daha küçük okullarin daha etkileyici sonuçlar veriyor olmasiymis. Örnegin Pennsylvania eyaletindeki 1662 arasindaki en basarili 50 okulun 6’si küçükmüs. Bu 4 faktörlü bir asiri temsildir. Bu bilgiler isiginda arastirmacilar küçük okullarin büyüklere kiyasla daha basarili oldugu sonucuna varmistir. Elde edilen bu sonuç Bill Gates Vakfinin küçük okullar kurmaya yönelik ciddi yatirimlar yapmasina neden olmustur. Hatta bu çalisma kapsaminda bazi büyük okullar bölünerek küçültülmüstür. Bu çalismanin sonucu daha bir çok yardim kurulusunun yaninda ABD Egitim Dairesini de etkilemistir.
Fakat burada bir sorun var: varilan sonuç yanlis. Küçük okullardaki düsük ögrenci sayisi rakamlarin çarpitilmasina neden olmustur. Gates Vakfina bu raporlari sunan istatistikçiler en kötü okullarin özellikleri hakkinda arastirma yapmis olsalardi kötü okullarin da ortalamadan az olduklarini görürlerdi. Olayin asli söyle: küçük okullar ortalama olarak daha iyi savi yanlis. Küçük okullar sadece daha degiskendir.
Bu örnekten görüldügü üzere küçük örneklem gruplarinin etkisini anlama basarisizligini siradan insanlar kadar durumu çok daha iyi bilmesi gereken uzmanlar da gösterebiliyor. Ve görüyoruz ki bu hata o kadar nadir bir sey degil. Konu hakkinda yapilan çalismalardan birinde psikologlarin yaygin olarak çok küçük örneklem gruplari kullandiklari ve bu nedenle gerçek hipotezlerini dogrulama olasiliklarinin %50’den öteye geçemedigi ortaya konmustur. Sorunun temelinde psikologlarin çalisma için gerekli olan uygun büyüklükteki örneklem grubunun belirlenmesi için gerekli olan oldukça basit matematik islemini yapmayi ihmal edip hatali sezgisel kisa yollara bel baglamalari olmustur.
Sansi Bir Neden Olarak Görme Hatasi
Nedensel açiklamalar arama egilimimiz, sansin da rol oynadigi durumlarda da bizi yanlis yönlendirebilmektedir. Örnegin, is dünyasi medyasi basarili sirketleri övüp CEO’larini yüceltmeye çok isteklidir. Fakat uzun dönem istatistiklere bakildiginda sans faktörünün de burada önemli bir rol üstlendigi görülmektedir. Birkaç örnek verecek olursak: karlilik ve hisse senedi getirisi bazinda Built to Last adli kitapta yer alan en basarili sirketlerle o kadar basarili olmayan sirketler arasindaki fark çalismadan hemen sonraki dönemde neredeyse tamamen kapandi. Ünlü Search for Excellence raporunda tespit edilen sirketlerin ortalama karliliklari kisa bir süre sonra sert bir sekilde düstü. Fortune dergisinin “En Begenilen Sirketler” yazi dizisini konu alan bir çalisma en kötü puana sahip sirketlerin 20 yillik bir süre zarfinda en begenilen sirketlerden çok daha yüksek bir hisse senedi getirisine ulastigini tespit etmistir. Istatistik dilinde bunlar “ortalamaya geri dönüs” örnekleridir. Bu durum, siradisi fakat sansa dayali sonuçlarin zaman içinde istatistiksel normlara geri dönmesi egilimidir.
Bu sirketlerin CEO’larina gelirsek, Kahneman üst düzey yöneticilerin bir fark yaratabilecegini kabul ediyor fakat istatistiklere bakildiginda hiçbiri is dünyasi medyasinin iddia ettigi seviyelerin yakinindan bile geçmiyor. Sirketin basarisi ile sirketi yöneten CEO’nun kalitesi arasindaki ilinti en fazlasiyla iyimser bir tahminle 0,30 kadar yüksek olabilir. Bu deger %30’luk bir örtüsmeye denk gelmekte. Bunu kafamizda daha iyi canlandirabilmek için iki sirketi karsilastirirsak: 0,30’luk bir örtüsme eslesmelerin %60’inda güçlü bir CEO’nun güçlü bir sirketi yönettigine isaret eder – baska bir deyisle rastgele tahminler yapmaktan sadece %10 fazla. Demek ki CEO’lara sik sik gösterildigine tanik oldugumuz ölçüsüz hayranligi o kadar da hak ettikleri söylenemez.
Istatistikleri Okuma Eksikligi
Istatistiklerin etkilerini anlamada çektigimiz güçlük, nedensellik için hatali öngörülerde bulunmamizi fersah fersah geçmektedir. Bu kapsamdaki önemli noktalardan biri birçok farkli senaryoyu anlamamizda önem tasiyan istatistiksel temel oranlari dikkate almama egilimimizdir. Bu konuyu daha da açmak için siradaki örnege bakmakta yarar var: Bir taksi dün gece bir çarpti-kaçti olayina karisti. Sehirde iki taksi sirketi bulunmakta – Mavi ve Yesil Taksi. Elimizde su veriler var: Sehirdeki taksilerin %85’i yesil, %15’i ise mavi. Taniklardan biri olaya karisan taksinin mavi oldugunu belirtti. Mahkeme kaza gecesi kosullarini tekrar olusturarak tanigin güvenilirligi test etmis ve tanigin iki rengi %80 dogru ve %20 yanlis teshis ettigini tespit etmistir. Kazaya karisan taksinin yesil degil de mavi olma olasiligi nedir?
Siz de çogunluk gibiyseniz cevabiniz %80 olacaktir, ancak bu rakam yanlistir. Cevap tanigin güvenirligini dikkate aliyor fakat sehirdeki mavi taksilerin oranini isaret eden temel degeri hiç dikkate almiyor. Dogru olasiligi hesaplamak için iki bilgi de büyük önem tasimaktadir fakat çogumuz temel orani hesaba katmayi akil etmiyor. Dogru cevap %41’dir ve buna ancak her iki bilgiyi dikkate aldigimizda ulasmamiz mümkündür.
Istatistiksel temel oranlar birçok problem türünde dikkate alinmasi gereken bir degerdir fakat istatistik egitimi almadikça çogunlugumuz bu bilgiyi göz ardi etmektedir. Bu durum özellikle de ilgimizi temel orandan baska yöne çekecek bilginin elimizde bulundugu durumlarda geçerlidir. Kahneman’in dedigi gibi, “istatistiksel temel oranlar genelde hafife alinir ve bazi durumlarda göz ardi edilir, özellikle de durum/olaya özel baska bilgiler oldugu zamanlarda”.
Kayiplardan Kaçinma
Sistem 1’in Sistem 2’yi etkiledigi ve çarpittigi son yol ise kayiplardan kaçinmadir. Bir baska deyisle kazanimlardan mutluluk duyup kayiplardan mutsuz olmasidir. Fakat esit olduklari varsayilsa bile yasadigi kayiplardan duydugu mutsuzluk eline geçen kazanimlarin mutlulugundan fazladir. Bu, degisik zamanlarda bizi güvende tutmasi için evrim geçiren Sistem 1’in dogal bir sonucudur. Olumlu ve olumsuz beklenti veya deneyimlerin gücü arasindaki asimetrinin evrimsel bir tarihçesi vardir. Tehditleri firsatlardan daha önemli olarak tahlil eden organizmalarin hayatta kalma ve üreme sanslari daha fazladir.
Kayiptan kaçinma durumunu rahatça görebilmek için su örnegi inceleyelim: “Yazi tura ile kumar oynama teklifi aldiniz. Tura gelirse 100 TL kaybedeceksiniz. Yazi gelirse 150 TL kazanacaksiniz.” Bu oyun ilginizi çekti mi? Oynamayi kabul eder misiniz? Rasyonel olarak bakildiginda bu çok iyi bir kumar oyunu çünkü beklenen deger olumlu. Fakat insanlarin çogu bu oyunu oynamayi kabul etmez çünkü çogunluk için 100 TL kaybetmenin verdigi korku 150 TL kazanma umudundan çok daha yogundur. Kayiptan kaçinma tam olarak da budur.
Insanlarin kayiplardan kaçinma dereceleri farklidir. Sahsen ne kadar kayiptan kaçinan biri oldugunuzu tespit etmek için kendinize su sorulari yöneltin: “100 TL kaybetme sansini esit olarak dengelemek için kabul edebilecegim en düsük kazanç nedir? Insanlarin çogu bu sorunun cevabina 200 TL dolayinda demektedir. Kahneman’in belirttigi gibi kayiptan kaçinma orani birçok deneyde ölçülmüstür ve genellikle 1,5 – 2,5 araliginda dolasmaktadir.
Kayiptan kaçinma günlük hayatimizda birçok ilginç yolla karsimiza çikmaktadir. Örnegin, hepimiz iyi biliyoruz ki tüketici talebi fiyatlara göre seyretmektedir. Fiyati düsenin talebi yükseltmekte, fiyat yükselisleri ise talebi azaltmaktadir. Bununla birlikte, bu düzenekte bir asimetri mevcuttur: fiyat artinca yasanan talep azalmasi fiyatlar düsünce yasanan talep artisindan daha fazladir. Ekonomi uzmanlarinin öngördügü gibi market müsterileri fiyatlar düsünce daha fazla yumurta, portakal suyu veya balik almakta fakat ekonomik kuram öngörülerinin aksine fiyat artisinin yarattigi etki azalmaya kiyasla neredeyse iki kat fazladir. Bunun arkasinda fiyat düsüslerini bir kazanç, fiyat artislarini ise kayip olarak görmemiz yatmaktadir. Daha önce de gördügümüz gibi kayiplar kazanimlardan daha önemli sayilmaktadir.
Kayiptan kaçinma egilimi, müzakere/pazarlik süreçlerinin çogunda da devreye girmektedir. Özellikle de mevcut sözlesmelerin tekrar müzakere edilmesi, örnegin toplu pazarliklar ve uluslararasi ticaret veya silah ambargolari örneklerinde oldugu gibi. Bu durumlarda mevcut sartlarda yapilacak en küçük degisikligin taraflardan biri için taviz verme olarak algilanma olasiligi yüksektir. Kayiplar kazançlardan önemli olduguna göre pazarlik sürecinde yeni sartlar nedeniyle kaybettigini düsünen taraf diger tarafa kiyasla istedigini elde etmek için daha büyük bir mücadele verecektir. Bu durum herhangi bir degisiklik yapilmasini çok zorlastirmaktadir. Bu süreçler tüm taraflarin bir sekilde feragat etmesini gerektirdigi durumlarda ise özellikle riskli bir hal almaktadir. Giderek küçülen bir pasta için sürdürülen pazarliklar özellikle zordur çünkü isin içinde kayiplar vardir. Büyüyen paylar söz konusu oldugunda insanlar genellikle çok daha rahat davranir.
Kayiplarimizi Azaltmak
Kayiptan kaçinmanin karsimiza çiktigi bir diger durum, kayiplarimizi azaltirken yasadigimiz sikintilardir. Bunun nedeni, uzun vadede faydali olacagini bilsek de kayiplari azaltmanin genellikle o an bir kayip yasanmasini gerektirmesidir ki bu, her zaman Sistem 1’i zorlamaktadir. Kahneman’in belirttigi gibi “kayiplari azaltmak adina mantikli bir karar almaya gelindiginde büyük bir kaybi kabullenmek fazlasiyla zor, tamamen rahata ermenin umudu ise fazlasiyla caziptir.
Bu olgunun sikça karsimiza çiktigi anlardan biri de deger kaybetmekte olan bir hisseyi elden çikarmamanin cazibesidir. Bu cazibe kaybeden hisse veya kazanan hisse satmak arasinda bir karar vermek gerektiginde iyice kendini hissettirmektedir. Bunun nedeni deger kaybeden bir hisse satmak kaybi gerçege dönüstürüp hayata geçirmek, deger kazanan hisseyi satmak ise bir kazanimi hayata geçirmektir. Sistem 1 açisindan kazanim tarafinda olmak kayip tarafinda olmaya her zaman yeglenir. Bu mekanizmanin etkisi çok açik biçimde ortaya konmustur. Finans alaninda yapilan arastirmalar deger kazanan hisse satma egiliminin deger kaybeden hisse satma egiliminden çok daha güçlü oldugunu birçok çalismayla kanitlamistir. Bu önyargiya meyil etkisi denmektedir.
Deger kazanan hisse senedi yerine deger kaybedenleri satmak bir çok nedenden ötürü affedilmez bir hatadir. Her seyden önce deger kazanan hisseler kaybedenlerden en azindan kisa vadede daha üstün performans gösterme egiliminde olup net etkisi kayda degerdir. Dahasi bir kaybi gerçege dönüstürmek vergilerinizi düsürürken kazanci gerçege dönüstürmek vergilerinizi arttirir. Bu esasli yatirimcilarin çok iyi bildigi bir seydir. Gerçekten de, her yil meyil etkisinin ortadan kalktigi bir ay vardir – Aralik ayi. Bu dönemde yatirimcilarin akli sadece bir sey ile mesguldür: Vergiler. Bununla birlikte bu egilimin yil boyunca sürmesine engel olacak belirli bir neden yok. Kahneman’in belirttigi gibi “vergi avantajindan yil boyunca yararlanmak mümkün fakat yilin 11 ayi boyunca zihinsel muhasebe islemleri finansal sagduyunun önüne geçmektedir.”
Kayiplari azaltmada yasadigimiz zorluklar is iliskilerinde ve hatta askeri çatismalarda bile karsimiza çikmaktadir. Örnegin, daha üstün teknolojiye yetismekte geç kalan sirketler gelismelere ayak uydurabilmek için varliklarini anlamsizca savurur. Yenilgi kabul etmesi o kadar zor bir seydir ki kaybeden taraf diger tarafin zaferinin kesinlesmesinden sonra bile savasmaya devam etme egilimindedir.
Riskten Kaçinma
Kahneman’a göre kayiptan kaçinma güdüsünün ortaya çiktigi en tehlikeli durumlardan biri sürekli olarak riskten kaçinmamizi telkin etmesidir, hem de potansiyel faydalarin potansiyel kayiplardan daha üstün oldugu durumlarda bile (150 TL kazanma veya 100 TL kaybetme kumarinda oldugu gibi). Kayip yasama korkumuz bu türden kumarlara bulasmamayi gerekçelendirebilir fakat isin gerçegi sudur ki düsük olasilikli seyleri sürekli deneyerek uzun vadede kazanma sansimiz var. Bu yaklasim uzun vadeli düsünmeyi gerektirdiginden Kahneman, bu durumu genis çerçeveleme olarak tanimlamistir. Genis çerçeveleme aldigimiz birçok kararda bize yardimci olabilmektedir. Bunlarin arasinda dogru sigorta poliçesini satin almak, alinacak hisse senetlerini belirlemek ve is plani gelistirmek sayilabilir.
Uzmanlasan Sezgiler
Buraya kadar Sistem 1’in bizi yaniltmayi basardigi durumlara sayisiz örnek verdik fakat Sistem 1’in gerçekten de çok iyi faaliyet gösterdigi bir alan var. Sistem 1’in bu özelligi Malcolm Gladwell’in ünlü kitabi “Göz Kirpma:1 Düsünmeden Düsünmenin Gücü” adli kitabinda kahraman olarak karsimiza çikiyor. Bu özellik satrançtan, basketbola, yangin söndürmeden araba sürmeye kadar birçok faaliyette ve meslekte devreye girmektedir. Örnegin satranç ustalari oyun tahtasina bir bakis atarak bir sonraki hamlelerini belirleyebilmektedir. Akillarina gelen hamleler neredeyse her zaman güçlü ve bazen de yaraticidir. Yanmakta olan bir ev çökmeden hemen önce binayi terk etme istegi dogan itfaiye eri örneginde oldugu gibi itfaiyeci tehlikenin sezgisel olarak farkindadir. Yani bildigini bilmeden bilmektedir.
Kahneman bu örneklere uzmanlik veya sezgisel beceri gösterileri olarak atifta bulunmaktadir. Bu kapsamda uzmanlik kelimesi muhtemelen daha dogru bir seçimdir zira kisinin kapasitesi sezgisel (yani kesinlikle farkinda olmaksizin) olabilir fakat bu dogal olarak içimizde olmaz, gelistirmesi yillarin deneyimine dayanmaktadir. Satranç örnegine dönecek olursak Kahneman’in belirttigi gibi satranç ustalari üzerinde yapilan arastirmalar bu kisilerin performanslarini zirveye tasimalari için en azindan 10 bin saat (6 sene boyunca günde 5 saat satranç oynamak seklinde) alistirma yaptiklarini göstermistir.
Sezgisel uzmanligi her alanda gelistirmek mümkün degildir. Sezgisel uzmanlik yeterli oranda düzen ve sürekliligin oldugu, bu düzen ve sürekliligi gözlemleyip kavramak için yeterli firsatin tanindigi ortamlarda gelisebilir. Bunun nedeni sezgisel uzmanligin çevremizden farkinda olmadan çarpici isaretler almasi yoluyla gelisiyor olmasidir. Hatadan arinmis sezgiler, bir uzmanin içindeki Sistem 1 tarafindan kullanilmayi ögrenilmis son derece geçerli isaretler sayesinde olusmaktadir, Sistem 2 bunlara bir isim vermeyi henüz ögrenmemis olsa bile. Akademisyen Herbert Simon sezgisel uzmanlik için daha da net bir tanim gelistirmistir: Yasanan durum bir isaret vermistir, bu isaret hafizada tutulan bilgiye uzman erisim saglamistir, bu bilgi de gerekli olan cevabi sunmaktadir. Sezgiler aslinda farkinda olarak tanimlamaktir, ne fazlasi ne azi.
Uzman sezgiler çogu zaman gerçekten dogru ve yerinde olabilir. Bu durum uzmanin kendine olan güveninde ortaya çikmaktadir. Fakat elbette istisnalar mevcuttur. Uzmanin kendine duydugu güven bazi durumlarda kaynagi süpheli (eksik bilgilere dayanan) sezgilere neden olabilmektedir. Sezgilerimizin neye dayandigini belirlemek çogu zaman olanaksiz. Dahasi belirli bir faaliyet veya meslegin bazi unsurlari uzman sezgilere dayanirken bazilari da dayanmayabilir. Iste bu nedenden ötürü uzmanlar bile sahte sezgiler üretebiliyor ve bunlara kanabiliyor.
Planlama Yanilgisi
Yanlis planlama, yaygin iyimser egilimin kendini gösterdigi durumlardan yalnizca biridir. Genelde disaridan bir görüs alinarak ve nihai sonuç isiginda degerlendirildiginde ilk yapilan tahminlerin neredeyse saçma oldugu görülür. Planlama yanilgisina düsen planlar ve tahminler en iyi senaryoya gerçek olamayacak kadar yakindir ve benzer vakalarla ilgili istatistiklere basvurarak düzeltilebilirler. Proje sonuçlariyla ilgili asiri iyimser öngörülere dünyanin her yerinde rastlamak mümkündür. Buna is dünyasindan, kisilerin özel hayatlarindan veya hükümetlerin tecrübelerinden örnekler siralanabilir. Mesela Iskoçya’daki yeni meclis binasinin 1999’da baslayan insaati 2004’te bittiginde masraf isin basindaki tahmini maliyetin 10 katina ulasmisti. 2002’de ABD’de yapilan bir anketin sonucu evdeki hesabin çarsiya uymadigini açikça gösterir. Mutfagini yeniden yaptiranlar bunun ortalama 19 bin dolar tutacagini öngörmüs olmalarina ragmen sonunda isin maliyeti 38 bin dolara çikmistir. Gerek mutfak renovasyonu gerek silah sistemleri satisi olsun müteahhitlerin asil kazanci orijinal plana yapilan eklemelerden olusur. Bu öngörülerdeki basarisizlik müsterilerin isteklerinin zaman içinde kaça mal olacagini tahmin edememis olmalaridir. En basinda daha gerçekçi bir plan yapilsa ve ona uyulsa sonunda ödenen miktar daha az olacaktir.
Öte yandan ön bütçe hatalari hep masum degildir. Gerçekçi olmayan planlari yapanlar genelde müsterisine veya sefine proje onaylatma pesindedir. Projelerin sadece artan maliyet veya teslim süresinde gecikme yüzünden yarim birakilmasina az rastlanir. Böyle durumlarda yanlis planlamanin önüne geçmek için en büyük sorumluluk plani onaylayacak karar vericilere aittir. Eger disaridan bir görüs almak gerektigini fark etmezlerse planlama hatasina düsmeleri kaçinilmazdir.
Planlama hatasinin azaltilmasi için disaridan (baska bir gözle) bakmak ve benzer girisimlerde kullanilan bilgilere dayanarak sonuçlarinin ve proje öngörülerinin kapsamli bir çerçevede degerlendirilmesi gerekmektedir. Planlama hatasinin düzeltilmesi için yapilmasi gereken de disaridan bakmaktir. Planlama uzmani B. Flyvberg’in ulasim projelerinde yararlandigi referans sinifi öngörüsü genis bir veri tabani kullanarak da uygulanabilir. Muhtemel maliyet-süre artisi, farkli projelerin basari düzeyleri gibi istatistiksel bilgiler kullanilabilir.
Standart rasyonel ekonomi modelinde insanlar ihtimaller yüksek oldugunda riske girer. Yeteri kadar yüksek bir basari ihtimaline karsilik masrafli bir basarisizlik olasiligini kabul ederler. Buna alternatif olarak Kahneman, Dan Lavallo ile birlikte karar verirken iyimser egilimin risk almanin kaynagi oldugunu öne süren bir teori öne sürmüstür. Riskli projelerin sonuçlari öngörülürken yöneticiler kolayca planlama yanilgisina kurban gidebilirler. Kararlarini kazanç, kayip ve olasiliklari rasyonel bir sekilde hesaplamak yerine hayali bir iyimserlige kapilip verirler. Faydalari oldugundan fazla tahmin edip masraflari eksik degerlendirirler. Yanlis hesaplamalar ve olasi hatalari atlayip basari senaryolari atip tutarlar. Neticede bütçe veya süre dahilinde gerçeklesmesi ya da beklenen sonuçlari saglamasi -hatta bitirilmesi- mümkün olmayan islere tesebbüs ederler. Bu açidan insanlar siklikla (ama her zaman degil) riskli projelere girisir çünkü karsilarina çikacak ihtimallere dair asiri derecede iyimserdirler. Muhtemelen insanlarin neden mahkemeye basvurduklarini, neden savas baslattiklarini ve niye sirket açtiklarini açiklayan da bu durumdur.
Projenin mantikli bir girisim oldugundan emin olup baslica sorunlarin ekip içinde dogru dürüst tartisilmasini saglamak liderin görevidir. Ancak bu sinavdan geçmek hiç de kolay degildir. Liderlerin üzerine gidip yanlislarini kabul etmeleri için gerektiginde baski uygulamak da sarttir. Herhangi bir kriz aninda yön degistirmek daha kolaydir. Fakat hata yaptigini itiraf edip düzeltmek daha güçtür. Genelde ders çikarmak adina olan biten üzerine kafa yormak insanlara zor gelir.
Kapitalizmin Motoru
Çogumuz dünyanin oldugundan daha iyi bir yer olduguna inanir, kendi tutumlarimizin gerçekten oldugundan daha olumlu, hedeflerimizin de oldugundan daha ulasilabilir oldugunu düsünürüz. Ayni zamanda gelecegi az çok öngörebilme yetimizi abartmaya da meyilliyiz. Tüm bunlar iyimser bir asiri özgüveni besler. Bunun sonuçlarini kararlar açisindan degerlendirdigimizde iyimser yani optimistik egilimin bilissel yanlilik yönünden en öne çikan egilim oldugu söylenebilir. Bu hem bir nimet hem de risk olabilir. Bu yüzden iyimser bir mizaca sahipseniz hem mutlu hem de dikkatli olmalisiniz. Bazi sansli insanlar digerlerinden daha iyimserdir. Eger kalitimsal olarak iyimserlige meyilliyseniz ve her seyin iyi yanini, bardagin dolu kismini görmeyi seçenlerdenseniz, kimsenin size ne kadar sansli oldugunuzu söylemesine gerek yok, zaten kendinizi sansli hissedersiniz. Fakat çocugunuz için bir dilek hakkiniz olsa iyimser olmasini dilemeden önce dikkatlice düsünmelisiniz. Çünkü normalde optimistler neseli ve iyimser olur, bu yüzden de sevilirler; basarisizlik ve zorluklara dayaniklidirlar; depresyona girme ihtimalleri düsüktür; bagisiklik sistemleri güçlüdür; sagliklarina özen gösterirler ve gerçekten de daha uzun yasarlar. Onlar için umut, hep deneyimin önüne geçer. Mesela bosansalar bile yeniden evlenmeye hazirdirlar. Iyimser insanlarin hayatimizdaki rolü bayagi orantisizdir. Verdikleri kararlar degisim yaratir; mucitler, girisimciler, siyasi ve askeri liderler onlardan çikar. Geldikleri yere zorluklardan geçerek ve risk alarak varirlar. Yeteneklidirler ve çogunlukla sandiklarindan bile daha sanslidirlar. Basari öyküleri aldiklari kararlara güvenme ve olaylari kontrol etme becerilerinin ispatidir. Baskalarinin kendilerine duydugu hayranlik özgüvenlerini pekistirir. Demek ki baskalarinin hayatlarinda en çok etkisi olanlar muhtemelen iyimser ve kendine asiri güvenen insanlardir; üstelik farkinda olduklarindan çok daha fazla risk almaya meyillidirler.
Bireyler veya kurumlar gönüllü olarak belirli riskler aldiklarinda iyimser egilim bazen en baskin rolü oynar. Siklikla risk alanlar karsilarindaki ihtimalleri düsük tahmin ederler ve ihtimalleri ögrenmek için yeterli çabayi göstermezler. Riskleri yanlis degerlendirdikleri için iyimser girisimciler aslinda öyle olmasalar bile hesabini bildiklerini zannederler. Gelecek basarilarina duyduklari güven morallerini yüksek tutmalarini saglar ve bu da baskalarindan destek görmelerini ve onlarin kaynaklarindan yararlanmalarina imkan tanir. Çalisanlarinin moralini de yükselterek basarili olma beklentisini pekistirirler. Harekete geçmek gerektiginde ise optimizm bazen hayali bir iyimserlige bürünse de sonu hayirli olabilir.
Girisimci hayallere gelince örnegin ABD’de küçük ölçekli bir isletmenin piyasada 5 yil dayanma sansi %35’tir ancak küçük isletmeciler bu istatistigin kendileri için geçerli olduguna inanmaz. Bazi insanlar sahiden bazi özelliklerinin birçok kisiden üstün olduguna inanir. Elbette ki piyasada da bunun belli sonuçlari vardir. Büyük sirket yöneticileri baska bir firmayi daha iyi yöneteceklerini düsünerek maliyetli birlesme veya satin alimlara büyük paralar akitirlar. Genelde bunun karsiliginda borsada alici sirketin degeri düser. Çünkü tecrübe göstermistir ki büyük firmalari birlestirme gayreti genelde basarisiz olur. Yanlis yönlendirilen alimlar “hubris hipotezi” ile açiklanir: alici firmanin yöneticileri sandiklari kadar isinin ehli degildir. Optimist CEO’larin sirket yöneticilerini bizzat sahip olduklari sirket hisselerinin miktarindan belirleyen ekonomi uzmanlari son derece iyimser olanlarinin asiri risk aldigini gözlemlemistir. Dikkat çekici biçimde CEO’lari asiri optimistik olan alici sirketlere ait hisselerin birlesmelerde daha fazla deger kaybettigi görülür. Anlasilan borsa kendine asiri güvenli CEO’lari saptayabilir. Buna göre hatali yatirimlar yapan sirket yöneticileri bunu baska insanlarin parasiyla oynadiklari için yapmaz. Tersine kendi kaybedecekleri ne kadar çoksa o kadar fazla risk alirlar. Asiri güvenli CEO’larin sebep oldugu zarar is dünyasi basininin ün kazandirmasiyla birlikte siddetlenir çünkü ödül kazanan CEO’lar hemen ardindan beklenenden düsük performans göstermeye baslar ve hem borsa hem isletme performansi düser. Ayni zamanda CEO’nun tazminati artar ve is disinda etkinliklere daha fazla zaman ayirmaya baslarlar.
Risk alanlarin çogu sonunda hüsrana ugrasa da iyimser girisimcilerin risk alma huylari süphesiz ki kapitalist toplumun ekonomik dinamiklerine büyük katkida bulunur. Ancak küçük isletmelerin muhtemelen sonu kötü olacak kararlarinin desteklenmesini istemeleri halinde hükümetlerin birkaç yil içinde batacak firmalara kredi vermeleri mantikli midir? Davranissal ekonomistlerin çogu insanlarin tasarruf oranini kendi baslarina yapabileceklerinden daha çok arttirmasina destek olan özgürlükçü ve babacan uygulamalardan yanadir. Yine de devletin küçük isletmelere yardim edip etmemesi ya da nasil yardim edecegi sorusunun cevabini vermek o kadar kolay degildir.
Girisimci iyimserlik, ümitli düsünce ile açiklamak cazip gelebilir fakat duygular isin sadece bir kismidir. Bilissel yanliligin girisimci iyimserlikte büyük payi vardir. Özellikle Sistem 1’in özelligi olan NGO önemli rol oynar. Çünkü hedefe odaklanip plana sabitlenerek ilgili taban oranlari görmezden geliriz. Bu da bizi planlama yanilgisina iter. Ne yapmak istedigimize ve ne yapabilecegimize odaklanip baskalarinin planlarini ve becerilerini görmezden geliriz. Hem geçmisi açiklarken hem de gelecegi öngörürken becerinin nedensel rolü üzerine odaklanir sansi yok sayariz. Bu da bizi kontrol yanilgisina iter. Bildiklerimize ve odaklanip bilmediklerimizi görmezden gelerek inandiklarimiza asiri derecede bel baglamis oluruz. Girisimciler is kurarken çabalarinin firmada ne yaptiklarina ne dereceye kadar dayandigi soruldugunda çabucak cevaplarlar. Basaracaklarindan emin olmasalar bile kaderlerinin elinde oldugunu sanirlar ama yanilirlar. Çünkü yeni kurulan bir isin akibeti kendi gayreti kadar rakiplerinin basarisina ve piyasadaki degisimlere baglidir. Buna ragmen NGO devreye girer ve girisimciler dogal olarak planlari, eylemleri ve o andaki tehdit ve firsatlar gibi en iyi bildiklerine odaklanir, fon bulmaya yönelirler. Rakipleri hakkinda pek bir sey bilmedikleri için rekabetin fazla rolü olmadigi bir gelecek hayali kurmalari da normaldir. Rakipleri görmezden gelme haline rekabeti ihmal kusuru denir. Insanlarin aslinda gayet ortalama performans gösterdikleri halde kendilerinin baskalarindan daha iyi oldugunu düsünmeleri ve zor bir soruya daha kolay bir soruyu cevaplayarak yanit vermeleri sasirtici degildir. Sistem 1’in NGO isleyisi “yerine koyma” ile birlikte “rekabeti ihmal kusuru” ve “ortalamanin üstünde” etkisi yaratir. Rekabeti ihmal kusurunun sonucunda piyasaya giren firmalar asiri artar ve pazarin karli biçimde sürdürebileceginden fazla sayida rakip olusur. Piyasaya atilan için sonu hüsran olsa da bütün olarak bakildiginda ekonomiye etkisi olumlu olabilir. Hatta ekonomi çevresinde kendisi batan ancak daha nitelikli rakiplerin dikkatini yeni pazarlara çeken girisimci firmalara “iyimser sehitler” denir, çünkü bu durum yatirimcilari için kötü fakat ekonomi için iyidir.
Abartili bir iyimserligi destekleyen duygusal, bilissel ve sosyal etkenler birlestiginde insanlarin kafasi bulanir ve bazen sonuçlarini bilseler almayacaklari riskler almalarina neden olur. Ekonomik alanda risk alanlarin tehlikeli bahislere girmeye can attigini gösteren bir kanit yoktur yalnizca daha çekingen insanlarin farkinda olduklari risklerden çok haberdar degildirler. Asiri iyimserligin karar verme üzerine etkileri karmasiktir ancak iyi uygulamaya eklenen iyimserlik kesinlikle olumlu bir seydir. Baslica yarari aksiliklere karsi dirençli olmaktir. Iyimser tutum özünde basarilari üstlenmek ancak basarisizliklardan pek az suçluluk duymaktir. Elestirici olmayan iyimserlik ve NGO egilimlerine maruz kalan planlarin zarar görmesini engellemek ve tatsiz sürprizleri bir nebze azaltmak için premortem denen son durum öncesi bir inceleme yapilmasi kismen yararli olacaktir. Çünkü herhangi bir projede görev alan ekip lider tarafindan bir karar alindi mi ona dair bir kusku duyulsa bile bastirilir. Böylece grup içinde asiri bir güven olusur ve sadece karari destekleyenlerin sesi duyulmaya baslar. Bu ön inceleme sayesinde kuskular mesruluk kazanir ve karari destekleyenler bile projenin sonuçlanmasinin önündeki daha önce göz önünde bulundurmadiklari olasi tehditleri arastirmaya baslar. Bir baska avantaji da bilgi sahibi bireylerden de daha etkin biçimde yararlanilmasina imkan tanimasidir.
Sonuç
Ekonomi uzmanlari R. Thaler ve C. Sunstein tarafindan 2008’de yayinlanan Nudge adli kitap uluslararasi ün kazanmis ve davranissal ekonomistlerin basucu kitabi olmustur. Literatüre kazandirdiklari birçok sözcükten ikisi de Ekonlar ve Insanlar’dir. Günlük hayatta inançlari gerçege dayaliysa, tercihleri çikarlari ve degerlerine uygunsa, mantiga uygun davranan insanlara mantikli deriz. Rasyonel lafi ise daha kasten ve hesapli biraz da soguk tavri çagristirir. Fakat günlük dilde rasyonel bir insan kesinlikle mantikli insandir. Öte yandan bu sifatin ekonomistler ve karar teorisyenleri için bambaska bir anlami vardir. Rasyonellik bir kisinin inançlari ve tercihlerinin akillica ve mantiga uygun olmasindan öte kendi içinde tutarli olusuyla tahlil edilir. Rasyonel bir insan, diger inançlariyla tutarli oldugu sürece hayaletlere de inanabilir veya tercihleri kendi içinde tutarliysa nefret edilmeyi sevilmeye yegleyebilir. Yani rasyonellik akla uygun olsun olmasin mantikli bir tutarliliktan ibarettir. Bu anlamda Ekonlar rasyoneldir fakat Insanlarin rasyonel olamayacagini gösteren fazlasiyla kanit mevcut. Bir Ekon, hazirlama etkisinden, NGO’dan veya dar çerçevelemeden etkilenmez. Insanlarinsa bunlardan sürekli olarak kaçinmasi mümkün degildir. Rasyonelligin tutarlilik olarak tanimlanmasi kisitlayicidir, aklimizin almayacagi mantik kurallarina uyulmasini buyurur. Bu tanimdan yola çikarsak mantikli insanlara rasyonel diyemeyiz ama buna dayanarak mantiksiz ve irrasyonel olduklarini da söyleyemeyiz. Irrasyonel lafi ise dürtüleriyle hareket etmeyi, duygusalligi ve makul bir muhakemeye inatçi bir direnci akla getirir.
Kahneman’in Tversky ile birlikte yaptigi arastirmalar, bazen referans verildigi gibi insanlarin yaptiklari seçimlerin irrasyonel oldugunu savunmaz; Insanlarin rasyonel özne modeliyle tam olarak açiklanamadigini göstermistir. Insanlar irrasyonel olmasina ragmen daha dogru yargilara varmak ve dogru kararlar almak için siklikla yardima ihtiyaç duyarlar. Hatta bazen kanunlar ve kurumlar bu yardimi saglayabilir. Bu savlar zararsiz görünebilir ama bir hayli tartismalidir. Milton Friedman liderligindeki Sikago ekolü ekonomistlerine göre insan rasyonalitesine güvenmek insanlari kendi seçimlerinden korumanin gereksiz hatta ayip görüldügü bir ideolojiye baglidir. Öznelerin rasyonel oldugu varsayimi, kamu düzenine özgürlükçü yaklasimin entelektüel temelini olusturur: Seçimleri baskalarina zarar vermedikçe bireylerin seçme hakkina karisma! Özgürlükçü politikalar ticari pazarlarin etkinligine duyulan hayranlikla daha da desteklenmistir. Nobel ödüllü Gary Becker’a göre, vargücüyle doyum arayan rasyonel bir ögenin ileride bunun bir bagimliliga dönüsecegini de rasyonel bir kararla kabul edebilir. Örnegin obezitenin salgin gibi yayilmasinin nedeni insanlarin yakinda seker hastaligina çare bulunacagina güvenmesi olabilir. Insanlarin tuhaf davrandigini fark ettigimizde böyle yapmalarinin iyi bir nedeni olabilecegi ihtimalini gözden geçirmeliyiz. Psikolojik yorumlamalara ancak nedenlerin mantiksiz, inanilmaz oldugu durumlarda basvurulmasi gerekir.
Ekonlara ait bir ülkede devletin kenara çekilip baskalarina zarar vermedikçe herkesin istedigini yapmasina izin vermelidir. Eger biri motosiklete kasksiz binmeyi tercih ediyorsa özgürlükçüler bunu seçme hakkini destekler. Yurttaslar yasliliklari için para biriktirmiyorsa ya da bagimlilik yapan bir madde kullansalar bile ne yaptiklarini biliyorlardir. Esasinda emeklilikleri için tasarruf yapmayanlara bir sürü yemek yiyip yüklü bir hesap ödemekten sikayetçi birine acindigindan daha fazla acindigi da söylenemez. Haliyle Sikago ekolüyle asiri rasyonel özne modelini reddeden davranissal ekonomi uzmanlari arasinda siki bir çekisme vardir. Her iki taraf da özgürlügün tartismaya açik bir deger olmadigi fikrindedir ancak davranissal ekonomistler için hayat insan rasyonelligine inananlar için oldugundan daha karmasiktir. Hiçbir davranissal ekonomi uzmani yurttaslarina dengeli beslenip sadece maneviyatla ilgili televizyon programlarini seyretmeye zorlayan bir devletten yana olamaz. Ancak davranissal ekonomistler için özgürlügün bir bedeli vardir ki bu kötü seçimler yapan bireylerden kaynaklanan toplumun kendisini ödemek zorunda hissettigi bir bedeldir. Dolayisiyla bireylerin kendi hatalarindan korunmasi gerekir mi gerekmez mi davranissal ekonomistleri zorlayan bir ikilemdir. Sikago ekolü ise bu sorunla ugrasmaz çünkü rasyonel özneler yanlis yapmaz ve özgürlük bedelsizdir.
Thaler ve Sunstein’in savundugu özgürlükçü paternalizm liberaller kadar muhafazakarlari da kapsayan genis bir siyasi yelpazeye hitap eder. Bu anlayisa göre devlet ve kurumlarin uzun vadeli çikarlarina uygun sekilde insanlarin karar almasi için dürtüklemesine izin verilmelidir. Ingiltere basta olmak üzere pek çok ülkede geçerlidir. ABD’de Baskan Obama yönetimi de bu yaklasimi benimser. Ingiliz hükümetinin yeni kurdugu idari birimin görevi de davranissal ekonomi prensiplerinden hükümetin amaçlarina ulasmasina destek olacak sekilde yararlanilmasini saglamaktir. Thaler bu birimin danismanidir. Sunstein ise Obama tarafindan psikoloji ve davranissal ekonomi derslerini uygulama firsati bulabilecegi bir idari göreve getirilmistir. Dolayisiyla yaptiklari açik, basit, çarpici ve anlamli açiklamalara dair tavsiyelerin arkasindaki mantigi takdir etmek zor degildir. Sunumun ne kadar önemli oldugunu da unutmamak gerekir. Örnegin potansiyel bir getiri kayip olarak çerçevelenebilir ve bu kazanç olarak sunulmasindan daha etkili olabilir.
Insanlarin iyi kararlar verebilmesi için yardima ihtiyaçlari oldugu kanisinda olan Kahneman bu yardimi özgürlükleri kisitlamadan saglamanin bilinçli ve müdahaleci olmayan yollari oldugunu öne sürer. Ayrica ögrenilen derslerin politika gelistirmede de kullanilmasi gerektigi inancindadir. Ona göre alinacak önlemlerin insanlari uzun vadeli çikarlarini destekleyecek kararlar alacak sekilde güdümlemesi gerekmektedir. Bu önlemlerden bazilari zaten benimsenmis durumdadir. Mesela sosyal saglik hizmetlerine otomatik kayit, ürün etiketlerinde yag oranlarinin belirtilmesi gibi.
Insanlarin zayifliklarindan yararlananlara karsi da korunmasi gerekir. Bu zaaflarin basinda Sistem 1’in gariplikleri ve Sistem 2’nin tembelligi gelir. Rasyonel öznelerin önemli kararlari dikkatli bir sekilde alacagi ve elindeki bilgiyi dogru kullanacagi varsayilir. Fakat insanlar bir kontrati imzalamadan önce küçük puntoyla yazilmis yerleri okumazlar bile. Aslinda çözüm basittir: sirketlerin sözlesmelerini ekonomistlerin degil normal insanlarin okuyup anlayacagi sekilde hazirlamalari gereklidir. Bu tavsiyeye karsi çikanlar müsterileri iyi bilgilendirilirse kar kaybedecek olan firmalardan olmustur. Ama bu da iyiye isarettir. Çünkü sirketlerin müsterilerine daha iyi ürünler sunarak rekabet ettigi bir dünya, kandirmayi en iyi beceren sirketin kazandigi bir dünyadan yegdir.
Sistem 1’in bizi yaniltabildigi yollari daha iyi ögrenmek kisisel ve profesyonel yasantimiza katki saglayabilir. Peki insanlarda neredeyse istisnasiz bulunan yanlilik/egilimlere iliskin ne yapilabilir? Hem kisisel hem de kurumsal açidan yargilarimizi ve kararlarimizi nasil gelistirebiliriz? Bunun az ve öz cevabi, kayda deger bir gayret göstermedikçe pek mümkün degildir. Kahneman kendi tecrübelerine dayanarak Sistem 1’in egitilemedigini belirterek sezgisel düsünmede asiri güven, asiriya kaçan çikarimlar ve planlama yanilgilarina bu konular üzerine çalismaya baslamadan önce oldugu kadar meyilli oldugundan bahseder.
Kahneman’in zihnin isleyisindeki iki farkli mekanizmayi açiklamak için kurguladigi Sistem 1 ve Sistem 2 terimleri sayesinde aklimizin otomatik isleyen Sistem 1 ve çaba gerektiren Sistem 2 arasindaki her an bozulabilecek bir etkilesim halinde çalistigini ve bu 2 sistemin farkli durumlara farkli tepkiler verebilecegini artik anlamis bulunuyoruz. Gerektiginde dikkat kesilen Sistem 2 görüslerimizi dile getirirken, seçim yaparken sikça Sistem 1 tarafindan olusturulan duygu ve düsünceleri aktarir veya mantiga uygun kilar.
Prensipte Sistem 1 bünyesinde olusan hatalari önlemenin yolu çok basit: bilissel bir mayin tarlasinda oldugunuza dair isaretleri fark edip yavaslamak ve Sistem 2’den destek istemektir. Yanilsama içeren durumlarda yapilmasi gereken de budur. Çünkü ilk izlenimlerimize güvenmek yanlis olabilir ancak gerektiginde bunu uygulamak oldukça zordur. Mesela iki ucunda farkli yönlere bakan oklar olan çizgilerin hangisinin daha uzun oldugu sorusuna ilk bakistaki algimizla verdigimiz yanit tam anlamiyla bir optik yanilsamadir. Insan zihni ancak Sistem 2 devreye girince iki çizginin de ayni uzunlukta oldugunu fark eder. Bilissel yanilsamalarda ise isin aslini kavramak bu kadar kolay olmayabilir. Üstelik gerektiginde bu hassas islemi yapabilmek maalesef pek olasi degildir. Keske ciddi bir hata yapmadan önce bizi uyaran bir zil olsaydi kafamizin içinde! Bazen mantigin sesi hatali bir sezginin yüksek ve net sesinden daha kisik olabilir. Karar asamasinin stresiyle sezgilerinizi sorgulamak da pek tatsizdir çünkü basiniz dertteyken en son isteyeceginiz sey daha fazla kuskudur. Esasinda kendinizi zor bir duruma sokmadan önce farkina vardiginizdan çok daha kolayca baskalarinin adeta bir mayin tarlasinda dolasmakta oldugunu fark edebilirsiniz. Çünkü durumu gözlemleyenler bilissel açidan mesgul olmadiklari için bilgilenmeye, eylemi gerçeklestirenlerden çok daha müsaittir. Dolayisiyla nasil hareket edilmesi gerektigine dair karar vericilerden ziyade elestirmenler ve disaridan bakanlarin fikri geçerli olabilir.
Hatalardan sakinmak açisindan bireylere kiyasla örgütler daha beceriklidir. Çünkü zaten daha yavas düsünen mekanizmalardir ve düzenli kuralli bir isleyisi dayatma gücüne sahiptirler. Örgütler fazlasiyla ise yarayan kontrol listeleri olusturup uygulanmasini mecbur edebilir. Bunun yaninda öngörülerin referans sinifina dayali olusturulmasi, premortem yapilmasi gibi uygulamalari yürütebilirler. Kismen de olsa örgüt bünyesindekilerin tehlikeli adimlar atilmadan önce birbirini uyarip kollayacagi bir zihniyet gelistirilebilir. Bir örgüt veya kurum ne üretirse üretsin, tasarimdan imalata kadar ürünlerinin kalitesinden sorumludur. Ayni sekilde dogru kararlarin verilebilmesi için çözülecek sorunun çerçevelenmesi, ilgili bilginin toplanmasi, konu üzerine düsünülüp kararin yeniden gözden geçirilmesi ve tüm bunlarin rutin olarak benimsenerek etkin bir biçimde yapilmasi sarttir.
Karar mekanizmasini gelistirmek için yapilacak çok sey vardir. Örnegin kurumsal alanda etkin toplantilar düzenleme becerisini ögreten sistematik bir egitim verilmelidir. Basit bir kural yardimci olabilir: Herhangi bir mesele tartisilmadan önce kurulun tüm üyeleri konu hakkindaki görüslerini özet halinde kagida dökmelidir. Bu uygulama grup içindeki bilgi ve fikir çesitliliginin dogru sekilde degerlendirilmesine yarar. Standart uygulama olan açik oturum ilk ve iddiali konusmacilarin söylediklerine agirlik verilmesine digerlerinin mecburen gerilerinde kalmasina neden olur.
Neticede yapici elestiri yapabilmek için bu alanda daha zengin bir terminoloji olusturulmasi gereklidir. Varilan yargilarin hatali oldugu teshis edilirken tibbin hastaliga yaklasimi gibi ele alinmasi gerekmektedir ki olgunun hassas yanlari, çevresel etkenler, belirtiler, tedavi ve bakim sürecine dair detaylar birlikte degerlendirilebilsin. Sabitleme, dar çerçeveleme, veya asiri tutarlilik gibi terimler, yanlilik ve egilim hakkinda nedenleri, etkileri ve karsiliginda ne yapilmasi gerektigi dahil, tüm bildiklerimizi hatirlayip gözden geçirmemizi saglar.
Dogru dürüst dedikodu daha iyi kararlar alinmasina neden olur. Karar vericiler bazen etraflarindaki dedikoducular ve gelecegin elestirmenlerinin sesine kulak vermekte kendi tereddüt ve kuskularini duymakta olduklarindan daha iyidir. Elestirmenlerinin adil ve bilgili olduguna güvendiklerinde ve kararlarinin yalnizca sonuçlarina degil nasil alindiklarina göre de yargilanacagini bildiklerinde daha iyi seçimler yapacaklardir.
-SON-