Günümüzde özgürlük ile ilgili ileri sürülen her tez
güvenlik ile ilgili karsi bir tezin dogmasina yol açiyor. Yani güvenlik ugruna bazi özgürlüklerden
vazgeçmemiz gerekebiliyor. Demokrasiyi tam anlamiyla özümsemis toplumlarin özgürlük-güvenlik
dengesini saglamis olduklari görülür. Insan, yapisinda olan öç alma, gurur duyma gibi arzu
ve tutkulariyla o denli güdümlenmislerdir ki, hiçbir sözlesme/düzenleme güvende olamaz. Bu
nedenle güvenlik için yeterli büyük bir güce ihtiyaç vardir. Dolayisiyla, mutlak hâkimiyet anlayisinin esas sebebi
insanin dogal halde sahip
oldugu mutlak özgürlükten kaynaklanan güvenlik arayisidir.
Güvenlik gerekçesiyle özgürlügün sinirlandirilmasi çok eskilere
dayanmaktadir. Günümüzde özgürlükler genellikle haklar seklinde algilanmakta ve haklar siyasi koz olarak degerlendirilmektedir. Ancak aslinda siyasi koz
olan güvenliktir. Güvenlik ve özgürlügün dengelenmesinden
bahseden her söze karsi çikilmalidir. Çünkü güvenligi savunanlar bu kavramla esas düsündüklerinin üstünü örtmekteler. Her seyi güvenlik temelli ele
almak; devleti güvenlik tehdidi karsisinda özgürlükleri kisitlamaya iter. Güvenlik
söylemi hâlihazirda bir tehlike ve korku söylemi demekse, o halde insanlari
sürekli bir savas üzerinden
korumak, tehlikelerin mevcut oldugunu ve
korkmak için var olan nedenlerin sürekli olarak tekrar edilmesi gerekmektedir.
Bunun en belirgin örnegi Amerika’da
uygulanan ulusal güvenlik anlayisindaki yükselistir. Ama bu
kadar güçlü olmasina ragmen Amerika
bile güvensizlik düsüncesinden siyrilamamistir.
Güvenlik sektörü kâr edebilmek için güvenligi satmasi
gerekir. Güvenligi satabilmek için
de için de her seyden önce güvensiz bir ortam
olusturmaya yardim etmelidir. Böylelikle
insanlarin korkmasi ve devletin de onlari güvence altina almasi gerekir. Bu düsünce, ulusal
güvenlik anlayisini destekleyen bir
takim çözümlerin açikça savunulmasini sagladigi için siyasi olarak
ragbet görmektedir. Güvenlik
alanindaki savunma sanayisinin günümüzdeki iyilesmesini ayni zamanda liberal çalismalarin yeniden olusumuyla temelde hangi konularda zayif kalindigini basite indirgendigini göz önüne sermektedir, liberal ideoloji kavraminda güvenligi olusturmaya çalisan devletin ve sermayenin elestirisi. Güvenlik, Siddet ve Savas, bir taraftan sosyal güvenlik ile ulusal güvenlik, sermayenin güvenligi ile siyasal kuramin gelisimi arasindaki tarihsel baglari ele almis olup, bir taraftan da güvenlik kavrami ile olaganüstü hal ilaninin bize getirecegi zararlara
da yer vermistir.
Sermaye ve devlet, güvensizlik üretmekten
geçimlerini sagladigi kadar, güvenligin hiçbir zaman gerçek anlamda kazanilabilecek bir sey olmayacagini da garantiye
almalidir. Bu anlamda güvenlik sektörü,
güvenlik devleti gibi vaadettiklerini yapmayip tüketiciyi sürekli
kaziklamalidir. Söz devamli ertelenir, sonunda verilen sözün gerçekdisi oldugu anlasilir. Böylelikli
piyasaya yeni güvenlik önerileri sunulur. Eger güvensizlik ortami kaybolursa yerine
yenileri üretilir.
Güvenlik burjuva toplumlarinda en degerli kavrami olarak degerlendirilmistir. Politikacilar seçilebilmek
ve daha da otoriter uygulamalar yapmak için güvenlik vadetmislerdir. Savaslari baslatan ülkeler her zaman kendilerinin
barisa olan
sevgilerini vurgulama ihtiyaci hissetmis, baris isterken savastan bahsetmislerdir.
Güvenlik, simdilerde siyaset için
girisimlere yön veren bir
faktör olmanin ötesinde is görmektedir. Bu
sözcük bizatihi siyasal kavramlarin içerisine girerek, onlari güvenlige odaklayip, tip alanindan, sehirlesmeye, sosyal
politikalara v.b. bir çok alana yön
vermeye baslamistir. Güvenlik, artik
siyasette elestirilemez bir hal
almistir. Denebilir ki,
hukukla zirha büründürülmüs siddet ve savas hali, insani
deneyimler ve kapitalist toplumun siyasal ve hukuksal yapisina yerleserek siyaset disi olarak devamlilik
arz etmistir. Kapitalist düzeni
mümkün hale getiren örtülü iç savas esasinda,
yoksulluga, uyusturucuyla suça savas, vb. kapsaminda sürekli yürürlüktedir. Siddet, savas ve güvenligin, liberal sistem içerisindeki bölünmez birlikteligi, görülmektedir.
Güvenligin üstatlari sayilabilecek Hobbes’a ve
Locke, görüsleri karsi karsiya gelmekte
Hobbes’a göre “özgürlügün keyfi
iktidar taleplerine karsi korundugu bir
siyasi durusun adi olarak karsimiza çikar. Iste
Neocleous, bu senaryoyu kabul etmezken önce hükümet Üzerine Iki Inceleme’nin ayrintili bir okumasiyla Locke’un özgürlügün degil tam
tersine güvenligin önceligini esas
alan liberal bir söyleme hayat verdigini, bu
konuda da yalniz kalmadigini, liberal
gelenegin Baron de Montesquieu ve Adam Smith gibi kurucularinin de bahse
konu dengeyi güvenlikten yana bozduklarini savunur.
Arkasindan da güvenligin elestirisinin
bu denge oyununa katilmayi degil, güvenlikçi söylemin kökten kabul
edilmemesine dayanan kalici bir meydan okumayi gerektirdigini
savunur. Söze güvenlikle özgürlügü
dengelemekle baslayan her tartisma, yalnizca özgürlükten ziyade
güvenlige olan bagliligin üzerini
kapattigi için degil, ayni zamanda güvenligin
ideolojik olarak devlet lehine asiri yüklenmis olmasi sebebiyle
birakilmali.
Liberalizmin güvenlik söyleminin esintisine kapilmak, “’daha çok güvenlik’ isteme
arzusuna kapilmak (bir
yandan da bu artan güvenligin özgürlüklerimize
zarar vermeyecegini istemek) çagdas siyasetteki
otoriter egilimlere karsi gerçek
alternatifler olusturma imkânina
kendimizi zayiflatmaktir. Foucault'nun gayesi hukuki-yasal söylemlerin
anlamlarinin ötesini asarak, iktidarin kurulus biçimlerini ve bu dogrultuda güvenlik tertibatinin isleyis tarzini
çözümlemektir. Bu gayretle etrafinda belki fazlasiyla hukukun siyasal
üretimini ve analizini konu disina itmistir. Oysaki güvenlik, hukukun üretimine iliskin de bir problemdir. Hob-bes'un en popüler laflarindan biride Yasayi hakikat degil güvenlik yapar.
Tüm bu konunun ötesinde yazarin, olaganüstü
yetkilerin, hukukun askiya alinmasi bakimindan elestiriye
bombardimanina tutulmasinin ardinda hukuku
ve siddeti bir mukavemet olarak konumlandirma ve
hukukun olagan isleyisini gerçeklestirme tehlikesinin olacagini dikkat çekerek, olagani olaganüstü halden,
hukuku hukuk disi olandan keskin çizgilerle
ayiran kuramsal çözümlemelerin
derin çatlaklarini ve bu
duvarlardan sizan liberal tutumu açiga çikariyor ve yeni
bir hareket baslangici olarak “siddetle bas edebilmek
için hukuku nasil geri getirebiliriz?” sorusunu “hukuk nasil oluyor da olaganüstü hal önlemlerinin
basarili kazanmasina izin
veriyor?” sorusuyla cevap veriyor.
Yazar ilk bastan olaganüstü hal
durumuna yakin zamanlarda geçtigimiz iddiasinin çocuksu oldugunu, su anki
siyasal ve hukuksal gerçek durumun daha önceki
zamanlardan farkli göstermedigini
belirterek, olaganüstü hal
durumunun “olaganüstü” bir gelisme olarak
okunmasina tepki gösteriyor. Bir taratanda sikiyönetim
hukukunun elestirel bir soy agacinin, kapitalist devletlerde
yönetimin dogasina isik tutmasi bakimindan önemli oldugunu söyleyerek, sikiyönetim
hukukunun liberallesme sürecine, pratiklerinin liberal
tabirlerle rahatlikla savunulabilecegine, olaganüstü hal
yetkilerinin bu pratiklerin uygulanmasini saglamak için yeni
hukuksal formlara denk geldigine dikkat çekmek istiyor ve ekliyor: “Eger samimi
olarak güvenlik politikalarina kalici
alternatifler ariyorsak, olagan/olaganüstü hal
paradigmasinin ötesine
bakmak gerekiyor”. Olaganüstü yetkilerin
bu penceresinden hareketle yeniden okunmasi, bir yandan bu yetkilerin siyasal
iktisadi degerlendirmesine imkan saglayarak devlet kavraminin güvenlik mantiginin
sermayeyle ve sinif gizli senaryolar iliskisinin
incelenmesine imkân sagladigi gibi, olaganüstü halin
askeri çatismalarin ötesinde, “baris” zamanlarinda ve gündelik
toplumsal hayatta hangi sebeplere büründügünü belirleme
firsati doguruyor.
Güvenlik, Siddet ve Savas boyunca yürüttügü tartismalari bu kadarla
da kalmiyor. Bu sebepten güvenligin metalasmasindan ahlak
kazanmasina, uluslararasi boyutlari itibariyle
savas ve siddetle olan iliskisine dair söylemleriyle pek çok ufuk açici tartismaya yol gösteriyor.
Günümüzde ülkeleri savasa sevk eden
etki, kapitalist sistemin etkisidir. Her savas, yeni pazarlar için bir
kapitalist hamledir ve bu hamle, kapitalizm için varlik yokluk sorunudur. Bu çagin sahit oldugu çilgin servet yarismasi bütün
Avrupa ülkelerinin ticaret rekabeti döngüsüne sürüklenmesine yol açti. Bilimsel
dünyadaki yeni icatlar, toplumun üretici güçleri mal talebini asana dek
sanayinin hizmetine kosuldu; Insana ihtiyaci azaltan her teknolojik imkân,
üretim imkânini arttirirken, ihtiyaç duyulan isçi sayasini azaltmaktadir.
Böylelikle issizlik orani artmakta endüstriyel refah
dönemlerinin zamanini azaltmaktadir. Kapitalist arzularin rekabeti, onlari devamli
daha etkin rahatlik saglayan makineler bulmaya yönlendirmekte; ancak iç
piyasalari artik kendi ürünlerini tüketemez hâle geldiginden, dis piyasaya yönelmektedirler.
Çin’de bunun örnekleri görülmektedir. Büyük devletler, böylelikle uzak dogu pazarinda karsi karsiya kaldilar
ve savas çanlari çalmaya basladi.
Bugünkü savas, henüz kapitalizmin hüküm sürmedigi geri kalmis bölgelerin sömürüsü adina kiyasiya
bir rekabet mücadelesidir. Kapitalist düzendeki ekonomik gelisimin ulastigi gelismislik seviyesi,
son derece ileri teknolojide, yani silahlarin, savasan uluslarda hemen hemen ayni düzeye erismis yikim gücünde ifadesini buluyor. Cinayet sanayinin uluslararasi örgütlenisi, bugün, kefeleri kismî kararlar ve geçici degisimlerin ardindan hemen hizalanan askerî dengede yansiyor; genel bir karar her keresinde
gelecege
erteleniyor. Askerî sonuçlarin belirsizligi, sürekli olarak, savasan ve o güne dek tarafsiz kalmis uluslarin yeni nüfus rezervlerinin ates hattina sürülmesine yol açiyor. Savas emperyalist istah ve çeliskileri besleyecek malzemeyi bol bol buluyor, hatta
bunlari yaratiyor ve bir orman yangini gibi yayiliyor. Ancak her taraftan savasa sürüklenen kitlelerin boyutu,
uluslarin sayisi arttikça, savaslarin süresi de uzadikça uzuyor.
GÜVENLIK SIDDET ve SAVAS
MARK NEOCLEOS
DIPNOT YAYINLARI