ESITSIZLIGIN BEDELI - Günümüzün Bölünmüs Toplumu, Gelecegimizi Nasil Tehdit Ediyor
Fevzi BOZKURT
Bilim
BÖLÜM 1
Amerika’nin %1 Sorunu
2007 – 2008 Mali Krizi ve onu izleyen
duraklama, çok sayida Amerikaliyi islevini yitirmis bir kapitalizmin bulanik sularinda yüzer-gezer
halde birakti. Aradan geçen yillara ragmen durum hala düzelmis degildir.
Kriz ortaya koydu ki piyasa ekonomisinin
en karanlik yönlerinden biri, Amerikan toplum dokusunu bozan ve ekonomik
sürdürülebilirligini
tehlikeye atan esitsizliktir.
Zenginlerin sayisi git gide artarken yoksullar Amerikan rüyasina uymayan
zorluklarla bogusmaktadirlar.
Amerikan toplumunda esitsizlik her zaman mevcut olmakla birlikte ara
gittikçe açilmaktadir. Amerika’nin en yüksek gelire sahip %1’i 2002-2007
yillari arasinda ekonomide yaratilan tüm büyümenin % 65’ini, 2010’da
%93’ünü ele geçirmistir.
Zenginlerin varligi artarken
orta sinifin ve alt gelir gruplarinin da varligi artsaydi mesele yoktu. Fakat böyle olmadi.
Onlar yerinde sayarken veya islerini,
varliklarini kaybederken CEO’lar ücretlerini ortalama bir isçinin 243 katina çikarmayi basarmislardir.
Dünyanin çesitli ülkelerinde yasanan büyük esitsizligin
toplumda nasil yaralar açtigi bize
korkutucu örnekler sunmaktadir. Tablo hiç parlak degil. Bir tarafta zenginler duvarli bekçili
sitelerde yasar,
kendilerine bir sürü düsük ücretli
hizmetkarlar el pençe divan durur. Öte yanda popülist, istikrarsiz siyasi
sistemler kitlelere daha iyi yasam
vaat ederler fakat hayal kirikligina
ugratirlar. En önemlisi de umut yok
olur. Böyle ülkelerde yoksullar bu durumdan kurtulamamanin çaresizligini yasarlar.
II. Dünya Savasini izleyen otuz yilda Amerika topluca büyüdü.
Gelir her kesimde artmakla birlikte en fazla alt gelir gurubunda yükseldi.
Ülkenin ayakta kalma savasi yepyeni
bir birlik duygusu yaratmisti.
Fakat tersine, son otuz yilda toplumun kesimleri arasinda gelir farki durmaksizin
büyüdü. Günümüzdekine benzer esitsizligi en son büyük buhran öncesinde görmüstük.
Yasadigimiz
esitsizlik düzeyini savunan bazilari esitsizligi
azaltmanin mümkün, ancak çok yüksek maliyetli olacagini savunmaktadir. Bu kisiler kapitalizmin isleyebilmesi için yüksek esitsizligin
ekonomi için gerekli ve yararli olduguna, üsttekiler daha çok kazanmissa bunun herkes için yararli olacagina, üstten sizanin alttakilere de yetecegine inaniyorlar. Oysa bu görüsün yanlisligi defalarca kanitlanmistir. Esitsizlik
büyümeyi desteklemez, olsa olsa köstekler.
Duraklamadan orta sinifi olusturan ücretliler, esnaf ve sanatkarlar, serbest
meslek sahipleri de zarar görmüs olmakla
birlikte en derinden yaralanmalar islerini kaybedenler olmustur. Araya araya yeni bir is bulamayanlar aramaktan vaz geçip is gücü piyasasindan çekilmektedir. Issizlik en yogun biçimde üniversite mezunlari arasinda
görüldügü için gençler okumaya devam
etmektedirler . Bu yüzden issizlik
istatistikleri de gerçegi
oldugundan düsük göstermektedir. Orta yastakilerin ise yeni is bulma umudu neredeyse hiç kalmamistir. Yarina olan güvensizlik artmis, yasam
standardinin düsmesiyle
sosyal doku degismeye baslamistir. Gençler tek baslarina yasamayi sürdüremediklerinden ailelerinin evine
döner olmuslar,
evliliklerini erteleyip birlikte yasamayi uzatmaktadirlar.
Kalici yoksulluk uzun dönemde kamu egitim yatirimlarina da sekte vurmaktadir. Yetersiz egitim, pek çok sakincasi yaninda,
suç oranlarini da arttirmaktadir.
Bugün her yüz kiside bir kisi oraniyla Amerika dünyanin en yüksek tutuklu oranina
sahiptir. 2.3 milyon tutuklunun getirdigi mali yük toplumun yararina degil zararina oldugu halde GSMH istatistiklerinde herhangi bir harcama
kalemi gibi kabul edilmektedir.
Halkin % 37 si yoksulluk sinirinin altinda
yasamakta, 1,5 milyon kiside günde 1,5 dolarin altinda gelirle
geçinmeye çalismaktadir.
Bu rakamlar OECD ülkeleri arasinda Amerika’yi en alt siralara yerlestirmektedir. Tüm çocuklarin % 25’i yoksul
sinifindadir. Onlarin tecellisini düzeltecek girisimde bulunmamak ülkemize uzun dönemde çok
kötü sonuçlar doguracaktir.
Gelir esitsizligi
ayni zamanda firsat esitsizligine de yol açmaktadir. Fakir ve egitimsiz bir aileye dogan çocugun, varlikli, egitimli, genis çevreye sahip bir aileye dogan çocuga nazaran basari sansi ne olabilir ki? Egitimsizligin hüküm sürdügü ülkelerde gelir esitsizligi
firsat esitsizligine yol açmakta, bu da ileriki yillarda esitsizligi
daha da yükseltmektedir. Yüksek ögrenim görme ihtimali azalmakta ve üniversiteyi
bitirenlerin de is hayatinda
basari sansi düsmektedir.
BÖLÜM 2
Rant Pesinde Kosmak
Esitsizlik kendiliginden ortaya çikmaz; yaratilir. Esitsizligin
kökenini anlayabilirsek azaltmanin yollarina da egilebiliriz.
Esitsizlik düzeyini belirleyen sey piyasa güçleri olmakla birlikte bu güçleri sekillendiren hükümet politikalaridir. Hükümet,
parayi ister asagidan yukariya, ister yukaridan asagiya
tasimaya muktedirdir.
Esitsizlikle savasim, çok boyutlu eylem gerektirir. Üstteki asiriliklara gem vurularak orta sinif güçlendirilmeli ve
alttakilere destek olunmalidir. Her bir hedef kendine has program gerektirir.
Esitsizlik bizzatihi yeni bir olusum degildir.
Siyasi ve iktisadi gücün belli ellerde yogunlasmasi,
kapitalizm öncesi toplumlarda birçok açidan daha uç noktalardaydi. O
zamanlarda esitsizlik
din yoluyla açiklaniyor ve hakli gösteriliyordu. Üst tabakadakiler
tanri buyruguyla
oradaydilar. Bunu sorgulamak tanri buyruguna karsi gelmekti.
Ancak çagdas ekonomistler
ve siyaset bilimcileri esitsizligin kökeninde gücün, bil hassa askeri gücün yattigini ortaya koymuslardir. Militarizm ekonomi ile iç içeydi:
fatihler, fethedilenden alabileceklerinin en fazlasini ele geçirme hakkina
sahipti. Bazilarinin diger
bazi kisilerin
amaçlarina hizmet etmelerinde bir sakinca görülmüyordu. Eski Yunan tarihçisi
Tukididis söyle demisti: Hak, yalnizca esitler arasinda geçerli bir meseledir;
güçlü yapabilecegini
yapar, zayif olan sonuçlarina katlanmak zorundadir.
Rönesans ve Aydinlanma çaginda bireyin sayginliginin vurgulanmasi ve sanayi devrimi sayesinde
kentli alt tabaka nüfusunda muazzam bir artis görülmesi ile esitsizligi
sadece dini gerekçelere baglamak
yetmez olmustur.
19.yy’in ikinci yarisinda baslayip hala hakim olan teoriye “Marjinal
Verimlilik Teorisi” adi verilmistir. Bu teoriye göre verimliligi yüksek kisiler topluma daha fazla katkida bulunduklari için
kazançlari da daha yüksek olur. Rekabete dayali piyasalar arz talep
dengesiyle her bir bireyin katkisinin degerini belirler. Kisi nadir rastlanan degerli bir beceriye sahipse, üretiminin katkisinin
büyüklügü dolayisiyla piyasa da onu
bolca ödüllendirir. Becerisi yoksa geliri de düsük olur. Ancak teknoloji farkli becerilerin
verimliligini
belirler olmustur. Ilkel bir tarim toplumunda kuvvet ve dayaniklilik
gerekirken çagdas hi-tech ekonomilerde beyin gücü ön plandadir.
Günümüzdeki esitsizlikte teknoloji ve az bulunan beceri sahipligi önemli rol oynar. Ancak hükümet basroldedir. Modern ekonomide oyunun kurallarini
belirleyen ve uygulanmasini saglayan
hükümettir; adil rekabet nedir, neler rekabete aykiri ve yasadisidir; iflas, borçlanma, dolandiricilik yasalari,
kurallari ve cezalari nelerdir v.s. Hükümet ayrica açik veya üstü
örtülü olarak kaynaklari dagitir,
vergiler ve sosyal harcama yoluyla gelir paylasimini düzenler. Esitsizlik yalnizca kalifiye isçinin düz isçiden daha çok kazanmasiyla ortaya çikmaz;
bireyin edindigi beceri
düzeyi de önemli bir faktördür. Devlet desteginin olmadigi durumlarda halk temel beslenme ve saglik harcamalarina para bulamazken yüksek verimlilik ve
kazanç saglayacak egitime para ayirmalari nasil mümkün olsun?
Hükümetin yasa ve yönetmeliklerde yaptigi ufacik degisiklikler
kaynaklarin dagiliminda
büyük etki yaratir. Örnegin
gelire göre artan vergi oranlari ve harcama politikalari esitsizlik düzeyini sinirlayabilir. Aksine kaynaklarin
zengin ve nüfuzlularin emrine sunulmasi söz konusu düzeyi yükseltir.
Sahip oldugumuz politik sistem yukaridakilere olaganüstü güç vermistir. Onlar da bu gücü hem kaynaklarin dagilimini, hem de oyunun
kurallarini kendi çikarlari yönünde belirlemek için
kullanmaktadirlar.
Ekonomistler bunu “rant pesinde kosmak” olarak
adlandirmaktadir. Rantiyeler kazançlarini yarattiklari üretimin ödülü
olarak degil, kendi
katkilarinin bulunmadigi üretimden
daha fazla pay kaparak elde ederler.
Kabaca siniflandirirsak, zengin olmanin
iki yolu vardir: varligi yaratmak
veya varligi baskasinin elinden kapmak. Birinci yol topluma katkida
bulundugu halde ikincisi toplumdan alir götürür.
Modern kapitalizm kompleks bir oyun haline
gelmistir. Bu oyunda kazananlarin biraz daha
zeki ve kurnaz oldugu bir
gerçektir. Ancak bu kazananlarin çogu hayran olunmayacak karakter özelliklerine de sahiptir;
yasalarin etrafindan dolanmak veya yasalari kendi lehlerine çevirmek
yetenegi, yoksullar dahil baskalarini istismar hevesi, gerektiginde adil davranmama dürtüsü gibi.
Rant saglamanin çesitli yöntemleri vardir: devletten açik veya
sözlü tesvik ve ödenekler,
piyasada rekabeti azaltan yasalar, mevcut yasalarin uygulanmasinda gevseklik, sirketlerin toplumu istismarina izin veren
yönetmelikler seklinde. “Rant” teriminin
kökeni “icar” yani topragin kiralanmasindan elde edilen gelirdir. Toprak
sahibi çalisip üretmedigi, sadece zilliyeti sayesinde gelir elde ettigi durumu tanimlayan bu terim daha sonra yayginlasarak benzeri tüm durumlarda kullanilmaya baslanmistir.
Dogal kaynaklar açisindan zengin ülkelerde
rantiyelik bilhassa yaygindir. Bu ülkelerde kaynaklara daha uygun kosullarda ulasmanin çaresini bularak zenginlesmek, üreterek zenginlesmekten çok daha kolaydir. Zenginlik genellikle
siyasi etkinlige sahip
kisilerde toplanmistir, halka pek inmez. Örnegin Güney Amerika’nin en zengin petrol üreticisi
Venezuella’da Chavez’den önce halkin yarisi yoksulluk içinde yasiyordu.
Ancak rantiyelik yalnizca kaynak zengini
Orta Dogu, Afrika ve Latin Amerika’ya mahsus bir
davranis degildir. Bizimki dahil, bütün modern ekonomilerde salgin
haline gelmistir.
Bu ülkelerde rantiyelik çesitli sekillerde tezahür eder: devlete ait varliklarin, örnegin madenlerin isletme hakkini piyasa fiyatlarinin çok
altinda elde etmek, resmi ihaleleri gerçek degerlerinin altinda veya üstünde fiyatla kazanmak,
devlete yüksek fiyatla mal satmak, genel kamu yararina olmayan tesvik ve sübvansiyonlardan yararlanmak gibi. Ayrica,
özel sektörde tekelci üretim ve asiri yüksek
CEO ücretleri de rantiyelik örnekleridir. Örnegin Rus oligarklarinin çogu devletin varliklarini gerçek degerinin altinda ele geçirmisler ve tekelci eylemlerle karlarini katlayarak büyütmüslerdir.
Patent haklari da bir tür tekelciliktir.
Patent, mucidine normalde geçici bir süre tekel hakki verir fakat bazen bu süre
o kadar uzundur ki piyasaya yani firmalarin girisini önleyerek tekel yaratir. Böylece patent
innovasyonu tesvik etmek
yerine rantiyeligi tesvik etmis olur.
Bilgisayar, telekomünikasyon gibi
sektörlerde tekelcilik egemendir. Buna en iyi örnek Microsoft’tur. Microsoft
gerçek bir innovatör olmadigi halde
korku, belirsizlik ve süpheye
dayali bir stratejiyle gerçek innovatörleri sindirdi. Piyasayi tek basina ele geçirdi. Yeni girenleri önledi. 2011’de
23 milyar $’lik kara bu sekilde
ulasti.
Oyunu “adil” oynamak bir seydir, oyunun kurallarini oyunu kazanacak sekilde yazmak baska bir sey. Hele hele kendi hakemini kendisinin seçme hakki
olmasi da en kötüsü. Bugün birçok alanda düzenleme kurumlari sektörün kural ve
yönetmeliklerinin belirlenmesinden ve uygulanmasindan sorumludur;
telekomünikasyon kurumu, patent kurumu, Fed, Sec gibi. Ne yazik ki bu
kurumlarin yöneticileri siyasi veya diger etkiler altinda kalip genel toplum yararina olmayan
kararlar alabilmektedir.
Hükümetin bahsettigi
veya hükümetin rekabet kurallarini yeterince uygulamamasi yüzünden
ortaya çikan tekellerin bazi kisileri nasil dünyanin en zenginleri arasina soktugunu söylemistik. Fakat zenginlesmenin baska
bir yolu daha vardir: Hükümetin senin eline para tutusturmasini saglayabilirsin. Bu çesitli sekillerde olabilir. Örnegin yasalarda kimsenin fark etmeyecegi ufacik bir degisiklikle
milyarlarca dolar kazanabilirsin. En sik rastlanani da kamu ihalelerinde piyasa
fiyatinin çok üstünde bedelle devlete mal / hizmet tedarikidir. Kriz sonrasinda
Amerikan Merkez Bankasi Fed bankalara
neredeyse sifir faizle borç vermis,
bankalar da bu parayi tekrar devlete veya yabanci bankalara daha yüksek
faizle borç vererek milyarlari ceplerine atmislardir.
Amerika gibi dogal kaynaklar açisindan zengin ülkelerde sikça
görülen bir yöntem de bu kaynaklarin isletme imtiyazlarinin gerçek degerlerinin çok altinda bedelle ele geçirilmesidir.
Gümrük tarifelerini yükselterek yerli sektörleri yabanci rekabetinden
korumak, misir ve seker
pancari gibi zaten fazlasiyla devlet destegi alan tarim ürünlerine yeni tesvikler saglamak diger
yöntemler arasindadir.
BÖLÜMb 3
Piyasalar ve Esitsizlik
Çikarilan her yasa ve yönetmelik, olusturulan her kurum, gelir dagilimini dogrudan etkiler. Bizim yaptigimiz ise Amerika’nin piyasa
ekonomisini üsttekilerin yararlanacagi, alttakilerin ezilecegi sekilde düzenlemektedir.
Standart ekonomik teoride düz isçilerin ücretleri arz ve talebe göre belirlenir. Talep
arzdan daha yavas artarsa ücretler
düser.
Yasal ve yasa disi göçler arzi arttirabilir. Egitimin yayginlastirilmasi ise düz isçi arzini azaltip beceri sahibi isçilerinkini arttirabilir. Teknolojik degisiklikler
bazi sektörlerde eleman ihtiyacini azaltabilir veya bazi tür is gücüne talebi ortadan kaldirirken digerlerini yükseltir.
Basta Çin olmak üzere, yükselen piyasalar egitim, teknoloji ve altyapiya yatirim yaparak rekabet
güçlerini arttirinca Amerika’nin Global imalat sektöründeki payi düsmüstür. Imalat sektöründe nispeten
yüksek ücretlerde çalisan
isçiler ya yeni is bulmada zorlanmakta, yahut da düsük ücretlerde çalismaya razi olmaktadirlar.
Bu sektörel kayma Amerika’daki esitsizligi
arttiran ana etkenlerden biridir. Bir diger etken de gelisen teknoloji sonucunda düz isçilerin yerini makinalarin almasidir. Düz isçiye talebi azaltan her türlü innovasyon ve
yatirimin issizlige veya düsük ücretlere yol açtigi asikardir.
Ve ne yazik ki teknolojik gelisme
hep böyle devam ederse bu trend de devam edecek demektir. Ayrica, yüksek
teknolojiye dayali bile olsa üretimler isçilik ücretinin çok çok düsük oldugu ülkelere
kaydirilmaktadir. Sonuçta Amerikan is gücü “kutuplasma” ya ugramistir.
Yani üst tarafta yüksek bilgi ve beceriye dayali istihdam, alt
tarafta ise teknolojinin ortadan kaldiramadigi hasta bakimi, garsonluk gibi hizmet sektöründe
istihdam artmaktadir.
Mekanize olmamis ve yakin gelecekte olma ihtimali bulunmayan islerin çogu ögretmenlik,
kamu hastaneleri gibi devlete ait islerdir. Eger ögretmenlerimize daha yüksek maas ödersek daha iyi niteliklere sahip ögretmenleri bu alana çekebiliriz. Bu da uzun
vadede tüm ekonomik performansi etkiler.
Ancak hükümetin en önemli rolü oyunun
temel kurallarini belirlemededir: Sendikalasmayi tesvik eden veya köstekleyen yasalar, sirketlerin bagli oldugu yasalar, tekel rantlarini sinirlayan rekabet
yasalari hep gelir dagilimini dogrudan etkileyen, büyük olasilikla bir gurup lehine,
karsi gurubun aleyhine olan
düzenlemelerdir. Piyasa güçlerini en fazla sekillendiren politikalar küresellesme alanindadir. Nakliye ve iletisim maliyetlerinin düsmesiyle sermayenin sinir ötesine akisi kolaylasmis, öte
yandan gümrük engellerinin kalkmasi dolayisiyla da ithalat artmistir.
Örnegin;
Çin’den yapilan ithalat Amerika’nin is gücü piyasasini alt üst ederken esitsizligi
daha da tetiklemistir.
Sermayenin yurt disina çikisinin kolaylasmasi, isçilerin
hak ve ücret taleplerini tehdit etmekte, baski altina almaktadir.
Daha on yil önce serbest sermaye
hareketinden herkesin kazançli çikacagi zannediliyordu. Oysa degil yalnizca gelismekte olan ülkeler, IMF bile sinirsiz ve asiri finansal entegrasyonun tehlikelerine isaret etmektedir. Bir ülkede sorun yasanmasi, çabucak diger ülkelerdeki sorunlari da tetiklemektedir.
Nitekim son krizde dünya çapinda bir salgin olur korkusuyla bankalarin
kurtarilmasina yüz milyarlarca dolar akitilmistir.
Nihayet 2011 baharinda IMF sermaye
denetimi getirilmesini, özellikle kriz zamanlarinda sermayenin sinir asiri hareketinin kisitlanmasini talep etmistir.
Isin kötüsü kriz finansal da olsa
sikintisini hep çalisanlar
ve küçük esnaf çekmektedir. Krizlere yüksek issizlik oranlari eslik eder, bu durum ücretleri daha da asagi çeker.
O yüzden çalisanlar iki
kez magdur olurlar. IMF ( Amerikan hazinesinin
destegiyle) zor durumda kalan ülkelerden
bütçe kisintisina gitmelerini talep eder. Bütçe kisintisi ise mevcut
sikintiyi önce durgunluga,
sonra krize (buhrana) götürür. IMF’nin ikinci talebi ise ulusal varliklarin
haraç-mezat satilmasidir. Satislara
finans kuruluslarinin
hücum etmesiyle öldürücü darbe vurulmus olur.
Küresellesmenin baska
bir etkisi, isçilerin
pazarlik gücünü ortadan kaldirdigi için ücretleri daha da düsürmesidir. Sermaye hareketleri kolay ve hizli, gümrük
duvarlari adamakilli düsük
oldugu için patronlar isçilere, daha az ücreti ve daha kötü çalisma sartlarini kabul
etmedikleri takdirde üretimi baska bir ülkeye
kaydiracaklarini söyleyebilirler. Beri yanda ayni patronlar hükümete dönüp
“vergilerimizi düsürün,
yoksa baska ülkeye gidebiliriz diye tehdit
ederler. Ülkenin kapilarini ardina kadar açinca, ithalat da artinca issizlik adamakilli yükselir. Ülkeyi sermaye piyasalarinin
ve emtia piyasalarinin volatalite risklerine maruz birakir. Risklerin
artmasi firmalari daha güvenli, ancak ekonomiye katkisi daha az olan
sektörlere yönlendirir. Sonuçta hemen herkes zararli çikar.
Küresellesmenin savunuculari vergilerin yüksek
olmasinin ülkenin rekabet gücünü azaltacagini iddia ederler. Vergilerin düsük tutulmasi ise sosyal harcamalara ayrilan
bütçeyi kisitlayarak yoksula bir darbe daha vurur. Sonuçta Amerika ve Avrupa
dahil bazi ülkelerde küresellesme issizligi ve yoksullugu arttirirken Asya ülkelerinde ihracata dayali
büyüme imkani saglamistir. Çin gibi bazi ülkeler artan üretim
ve gelirin önemli bir bölümünü sosyal harcamalara, kamusal egitime ve yeni istihdam alanlarina ayirmaktadir.
Toplumumuzdaki Degisimler
Piyasa güçleri, politikalar ve rantiyelik
toplumsal esitsizligi yükseltmek yaninda toplumumuzda normlari ve
kurumlari da degistirmektedir. En önemli degisim,
sendikalasma
oraninin düsmesindedir.
1980’de Amerika’da %20 olan sendikali isçi orani 2010 da %12’ye inmistir. Bu da ekonomik güç dengesizligi ve siyasi vakum dogurmustur.
Sendika korumasi olmayan isçi
daha da ezilmekte, kalan sendikalar üretimin baska ülkeye kaydirilacagi endisesiyle pazarlik
gücünü kaybetmektedir. Ücreti az ama kötü bir is, issizlikten evladir.
Son 30 yildir esnek isgücü piyasalarinin ekonomiyi kalkindirdigi iddia edilmektedir. Bense tam aksini
savunuyorum. Isçilerin
iyi korunmasi ekonomik güçteki dengesizligi düzeltir. Is gücünün kalitesi artar, çalisanlar firmalarina daha bagli olurlar, islerine daha çok yatirim yaparlar, verimlilik artar.
Oysa Amerika’da sendikalar engelleyici, esnemeyen, isgücünü verimsizlestiren kurumlar olarak görülmektedir.
Esitsizligi
etkileyen bir baska
toplumsal güç de toplumda bazi gruplara, kadinlara, zencilere ve
Latinlere karsi yapilan
ayirimciliktir. Bu gruplarin ücretleri ve varliklari beyaz erkeklere
nazaran bayagi düsüktür. Yoksulluk ile irk ve hükümet
politikalari arasinda kuvvetli bir iliski mevcuttur. Bazi azinliklar asiri yoksulsa ve devletin de yoksullara sagladigi egitim ve saglik imkanlari kötüyse azinliklarin ayirimciligi ve yoksullugu katlanmis olur.
Gelir dagiliminda devletin rolü
Tuhaf olan su ki, bir taraftan yoksullar aleyhine esitsizlik artarken diger taraftan da zenginlerin vergileri düsürülmüstür.
Vergide en yüksek dilim Carter zamaninda % 70 ti, Reagan %28’e indirdi, Clinton
%40’a çikardi, nihayet Bush zamaninda %35 te karar kilindi. Indirimin istihdam ve tasarrufu tesvik edecegi saniliyordu ama sonuç hiç de öyle
olmadi.
Son vergi politikasinin en affedilmez
yönü, sermaye kazançlarindan alinan verginin %15 e düsürülmesidir. Bu durumda, gelirinin önemli bir
kismini sermaye kazançlarindan elde eden çok zenginlere
neredeyse üste para verilecek. Birakin spekülatörleri, yatirimcilarin bile
az bir maasla
geçinmeye çalisanlardan
düsük vergi vermesinin hiçbir mantigi yok. Üstelik sermaye
kazançlari gerçeklesinceye
kadar yani varliklar elden çikarilincaya kadar
vergilendirilmiyor. Özellikle faizlerin yüksek oldugu dönemde bu erteleme epeyce fark yaratir. Neticede
çok zenginlere her yönden vergi avantaji sagliyoruz.
Zengin ve süper zenginler kendilerini
korumak ve gelirlerini saglama
almak için sirketleri
kullanmaktadirlar. Sirketler
vergilerinin düsük, vergi
yasasinin bin bir çesit
boslukla dolu olmasi için epeyce gayret
etmislerdir. Bazilari bu bosluklari öyle bir kullanirlar ki hiç vergi
vermezler. Bosluklar
ve özel istisnalar yüzünden 1950’lerde toplam gelirlerde sirketlerin %30 olan vergi payi bugün %9’a düsmüstür.
Ayni sekilde satistan alinan vergi (KDV benzeri) nin payi çok yükselmistir. Fakirler gelirinin en büyük
kismini ihtiyaçlarina harcadigi için bir kez daha sistem aleyhlerine islemis olur.
Egitime gelince; iyi bir egitim almak giderek daha fazla oranda kisinin ailesinin varligina, gelirine ve egitim düzeyine bagli hale gelmistir. Genelde iyi bir üniversiteye gidebilmek
için çok iyi bir ilk ve orta ögrenim gerekmektedir. Yoksullarin kaliteli ilk ve
orta ögrenimin
bedelini ödeme gücü yoktur. Daha önceleri yoksullarin ve zenginlerin çocuklari ayni devlet
okullarinda karisik
okumaktaydi. Artik iki kesim gerek okullar, gerekse yasanan muhitler açisindan git gide birbirlerinden uzaklasmaktadirlar. Yoksul siniflarda suç ve siddet daha yaygin oldugundan saglik,
kisisel gelisme ve egitim
basarisi da yetersiz kalir. Varlikli
ailelerin çocuklari is hayatina
atildiklarinda ailelerinin çevresi ve iliskileri dolayisiyla basari sansi yükselir.
Sonuç olarak öyle bir ekonomik ve sosyal
sistem yarattik, öyle bir siyaset güttük ki cari esitsizlikler yalnizca devam etmekle kalmayacak, fark
git gide açilacaktir. Ekonominin finansallasmasi, yani finans sektörünün milli gelirdeki payinin
artmasi da zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapmaktadir.
BÖLÜM 4
Neden Önemli
Esitsizligin
büyük oldugu
toplumlar uzun vadede ne istikrarli olabilir, ne de sürdürülebilirdir.
Bir çikar grubu elinde bütün gücü ve iktidari tutuyorsa tüm
toplumun degil,
sadece kendi yararina olan politikalari belirlemeyi basarir. Böylece gelirler de dogrudan grubun cebine gider.
Ancak zenginler bir vakumda yasamazlar; konumlarini sürdürmek ve varliklarina
varlik katmak için etraflarinda isleyen
bir topluma ihtiyaçlari vardir. Yeterince vergi ödemedikleri takdirde
basta egitim olmak üzere tüm kamu hizmetleri aksar. Örnegin is yerlerinde çalisacak kalifiye is gücü bulamazlar. Dünyada esitsizligin
en yüksek oldugu bölge
olan Latin Amerika’da yasananlar bize örnek olmalidir.
Bu ülkelerin çogu
on yillarca iç çatismalarla,
yüksek suç oranlariyla ve sosyal istikrarsizlikla bogusmustur. Milli birlik yok olmustur.
Istikrarsizlik ve Üretim
FED’in fitilini atesledigi
konut sorunu, her seyin
yolunda gittigi
izlenimini veren bir tüketim furyasi yaratmisti. Ancak bunun geçici bir refah oldugu çabucak anlasilmis,
esitsizlik çikan krizde olaganüstü yükselmistir.
Paranin asagidakilerden
yukaridakilere aktarilmasi tüketimi azaltir zira yüksek gelire sahip olanlar düsük gelirlilere oranla kazançlarinin çok daha
küçük bir kismini tüketime harcarlar,
%15-25 ini tasarruf ederler. Oysa alt
gelir gruplari gelirlerinin tamamini harcamak zorundadir. Sonuçta, yatirim ve
ihracatta artis olmadigi takdirde ekonomi yavaslar, issizlik
artar.
Issizligin müsebbibi toplam talep (tüketicilerden, sirketlerden, devletten, ihracatçilardan
gelen ürün ve hizmet taleplerinin tümü) yetersizligidir. Daha önce de söyledigimiz gibi bugün nüfusun %1’i toplam gelirin
%20’sini elde etmektedir. Buradan sadece %5’lik bir miktar orta ve alt gelir
guruplarina geçtigi
takdirde tüketim % 1 artip, issizlik
orani da % 8.3’ten % 6.3’e düsebilir. Bu aktarim ne kadar yüksek olursa issizlik orani da o ölçüde düsecektir.
Bush zamaninda yapilan vergi indirimleri
tüketimi tesvikte ise yaramayinca talebi yükseltmek FED’e düsmüstür.
Esas görevi enflasyonu ve issizligi düsük,
büyümeyi yüksek tutmak olan FED tüketimi arttirmak için faiz oranlarini düsürüp bankalara para temin eder. Ancak normalde
yatirimi tesvik
etmesi gereken bu eylem her zaman öyle sonuç vermez. Teknoloji, konut
gibi balonlara da yol açabilir. Balon patladiginda ise durgunluk kaçinilmaz hale gelir.
Esitsizlik düzeyi yüksek demokrasilerde siyaset de
dengesiz olabilir ve dengesiz siyasetin dengesiz bir ekonomiyi yönetmesi
ölümcül sonuçlar dogurabilir.
Görevi küresel ekonomik istikrari korumak
olan ancak yoksullara yönelik politikalarini siddetle elestirdigim
IMF bile geç de olsa esitsizlik
ve yoksullari göz ardi etmesinin yanlisligini itiraf
ederek 2011 raporunda söyle demistir:
“Görmekteyiz ki uzun dönemli büyüme
gelir dagiliminda
esitlikle dogrudan alakali. Esitsizlikte azalma ile sürdürülebilir büyüme, elele
gidiyor. Nihayetinde istihdam ve esitlik, ekonomik istikrar ve barisin yapi taslaridir. Bu gerçek, IMF’nin politikalarinin ana unsuru olmalidir”.
Yüksek esitsizlik Ekonomide Verimliligi düsürür.
Cari ekonomik anlayis, ekonomik büyümenin motoru olarak özel sektörün
rolünü vurgular. Çok basarili,
yasamimizi degistiren sirketlerimiz oldugu dogrudur,
ancak sahne arkasinda devlet vardir: bu sirketlerin basarisi, hatta tüm ekonomimiz, büyük ölçüde iyi isleyen bir kamu sektörüne baglidir. Dünya yaratici girisimcilerle doludur. Farki yaratan, devlettir.
Her seyden önce hükümet oyunun
kurallarini belirler, yasalari uygulatir, toplumun ve ekonominin islerligi
için gereken yumusak ve
sert altyapiyi saglar.
Eger devlet yollari, limanlari, egitimi ve temel arastirmalari temin etmez veya baskalarinin temin edebilecegi ortami saglamazsa normal is dünyasi gelisemez.
Modern bir toplum kolektif eylem
gerektirir. Bu yatirimlarin gerçeklestirebilmesi için ülkenin birlikte hareket etmesi
lazimdir. Bu yatirimlar özel sektörün kapasitesi dahilinde degildir. Bu alanlarda yetersiz yatirim tüm toplumun
aleyhine olur. En degerli
varligimiz olan vatandaslarimiza en verimli sekilde islerlik
kazandiramayiz.
Rantiyelik ekonomiyi çesitli biçimlerde çarpitir. Eskiden yetenekli
gençlerimiz birbirinden farkli mesleklere yönelirdi. Simdi ise bunlarin çogu finans alanina giriyor. Diger sektörler onlara yeterince cazip gelmedigi için toplamda innovasyon azaliyor. Oysa arastirma gelistirmeye yönelseler durumumuz çok daha
farkli olurdu.
Rantin ekonomiye / topluma bir bakista fark edilmeyen bedelleri de vardir. GSMH
hesaplanirken çevre maliyeti dikkate alinmaz. Kaydedilen büyümenin sürdürülebilir
olup olmadigina
bakilmaz. Bir dogal kaynak
yeryüzüne çikarildiginda
eger bu zenginlik toprak üstünde insani
veya fiziki sermayeye yatirim maksadiyla kullanilmiyorsa, ülkenin zenginligi azaliyor demektir. Balik stoklarinin veya
yeralti sularinin tükenmesinden dogan büyüme de ayni sekilde geçicidir, fakat istatistikçilerimiz bundan
hiç söz etmezler. O yüzden GSMH hesaplari gerçegi yansitmamaktadir.
Rantiyeligin bir amacinin da yasa ve yönetmelikleri
kendi çikarlarina göre sekillendirmek
oldugundan söz etmistik. Bunu yapabilmek için hukukçulara
ihtiyaç vardir. Amerika’ya “%1’in, %1 için, %1 tarafindan
yönetimi” diyebilecegimiz
gibi “hukukçularin, hukukçular için, hukukçular tarafindan
yönetimi” de diyebiliriz. Amerika’nin 44 baskanindan 26’si, kongrenin %36’si hukuk kökenlidir.
Politikamiza yön veren %1 ayni anda
hem sahsi hem
de toplumsal çikarlari birlikte gözetmemekle kalmaz, dis politikayi da çarpitir. Örnegin Bush’un Irak savasina girme sebebi diktatörün tekini ortadan
kaldirmaktan ziyade Irak petrollerinin cazibesi ve Bush yandaslarinin ( baskan yardimcisi Dick Cheney’in Halliburton sirketi dahil) buradan elde edecegi muazzam kârlardi. Savastan en fazla yararlananlar en üsttekiler oldugu halde bedelini en az ödeyen onlardir.
Tanimi itibariyle dis politika,
ulusal çikarlari ulusal kaynaklarla dengeleme sanatidir. Söz sahibi
olan en üst hiç bedel ödemeyince denge ve temkin de uçup gidiyor. Girdigimiz fuzuli maceralarda sirketler ve yükleniciler akil almaz paralar
kazaniyorlar.
Alt gelir gurubunun karsi karsiya kaldigi yetersiz beslenme, isini ve evini kaybetme korkusu, emeklilikte geçinme
endisesi, çocuklarin egitimi gibi sorunlar is yerinde üretkenligi adamakilli düsürür. Acil ihtiyaçlar için yeterli paraya sahip
olmamanin yarattigi stres ögrenmeyi ve dogru kararlar almayi çikmaza sokar, yeni beceriler
edinmelerini güçlestirir. Çalistiklari isyerine olan sadakatleri, baskalariyla is birligi yapma ve gelecege yatirim yapma hevesi kaybolur. Bundan
da üretkenlik ve neticesinde tüm ekonomi zarar görür. Her sirket bilir ki mutlu is gören, verimli is görendir. Komünist Rusya’da is gören ücretlerinin düsüklügü ekonominin çökmesinde
büyük rol oynamisti. Söyle bir söz dolasiyordu ortalikta: “ Onlar
bize ücret ödüyormus gibi
yapiyorlar, biz de çalisiyor
gibi yapiyoruz.”
Ekonomistler “nisbi - göreceli” gelir ile
“nisbi yoksunluk” kavramlarindan söz ederler. Bireyin kendini iyi hissetmesi
için önemli olan yalnizca bireyin mutlak kazanci degil, baskalarinin
kazancina olan orandir. Tüketim yaparken de hep baskalariyla asik atmaya, onlardan geri kalmamaya çalisir. O yüzdendir ki bir çok kisi gelirinin üstünde harcama heveslisidir. Buna
erisemeyince de bütün yasama sevinci, kendisinin ve ailesinin gözünde degeri düser.
En üstekiler vergi kanunlarindaki özel
maddelerle korunmaktadirlar. Örnegin
sermaye kazançlarindan düsük
vergi alinmasi, sermaye kazanci teriminin genis bir tanimi olmasi, bireysel ve kurumsal
vergilerdeki bosluklar
gibi.
Zenginlere taninan vergi kolayliklari
bütçe açigini ve
ulusal borcu adamakilli yükselttiginden egitim,
altyapi ve teknoloji için bütçeden ayrilan pay azalir. Kimse kendi basina basarili olamaz.
Gelismekte olan ülkelerde
akilli, çaliskan ve
dinamik oldugu halde
yoksulluktan kurtulamayan pek çok insan vardir. Yeteneksiz veya gayretsiz
olduklarindan degil, iyi islemeyen ekonomilerde çalistiklari için. Amerikalilarin hepsi nesiller boyu
ülkenin kolektif çabalari sonucu ortaya çikmis olan fiziki ve kurumsal alt yapidan
yararlanirlar. Aci olan, en üst %1 sistemin sagladigi bu
faydalarin en büyük kismini kendi lehlerine çevirmeye kalkismalari ve belki de tüm sisteme zarar
vermeleridir. Simdiye
kadar sahip oldugumuz ve
fair play, firsat esitligi, topluma baglilik gibi erdemleri içeren Amerikan kimligi erozyona ugramaktadir.
BÖLÜM 5
Demokrasi Tehlikede
Ülkenin sinirlarinin çözümlenebilmesi için
ülkenin birlikte, isbirligi içinde hareket etmesi gerektigini söylemistim. Birlikte hareket etmemizi saglayan resmi kanal ise hükümettir.
Neler yapilmasi gerektigi konusunda görüsler farkli olacaktir. O yüzden kollektif eylem
zordur. Çaresi uzlasmaktir.
Uzlasma ise güvene dayanir. Bugün bir
gurup ödün verir, ertesi yil bir baska. Herkesin adil muamele görecegine ve önerilen önlem ise yaramazsa farkli bir önlem uygulanacagina güvenmesi gerekir. Güven ve isbirligi
toplumun her alaninda önemlidir. Aksi takdirde sistemimiz çalismaz.
Tarih boyunca serpilip gelisen ekonomiler hep “sözüm senettir” denen ve
el sikismanin kontrat sayildigi ekonomiler olmustur. Sosyal bilimciler bunu “sosyal sermaye” diye adlandirirlar. Sosyal sermayesi fazla olan ekonomiler
daha üretkendir; tipki beseri
ve fiziki sermayesi fazla olanlar gibi. Her an aldatilma korkusu olmayinca
sigortalara, karmasik
kontratlara, açilan davalara emek ve para harcamaya gerek kalmaz.
Himalayalardaki Bhutan’da ormanlari
korumayi ilke kabul eden halk sadece ihtiyaci kadar, belli sayida agaç keser. Ister Bali, ister Atakama çölü olsun karmasik sulama sistemine dayanan toplumlar kanallarini isbirligi
içinde korur ve yönetirler. Beri yanda Özbekistan’a gittigimde sosyal sermaye erozyonunun sonuçlarina tanik olmustum. Tarim seralari camsizdi. Zira takilan
camlar çaliniyordu.
Sovyetler Birliginin çöküsünden sonra üretimde kaydedilen büyük düsüsün
sebebi önce anlasilamamisti. Sonra görüldü ki 74 yillik komünist idare
sivil toplum kuruluslarini baski altinda
tutarak sosyal sermayeyi de eritmisti.
Rusya bir zamanlar ki Amerika’nin “Vahsi Batisindan” daha kanunsuz, “Vahsi Dogu” olmustu. Rusya ne planli, ne Pazar ekonomisine sahip,
sistemik bir vakum içine girmisti.
Sosyal normlar üzerine yürütülen son arastirmalar göstermektedir ki insanlar baskalarinin da öyle yaptigina emin olduklari zaman kendileri için
yararli fakat baskalari için
zararli bir eylemden kaçiniyorlar. Fakat bunun aksi de dogru. Bu önemli bir noktaya isaret etmektedir. Baskalari yapilmamasi gereken seyleri yapiyorsa, kendileri de kendi olumlu davranislari bir kenara birakip onlara uymaya meyyaldirler.
Siyasette, finans sektöründe ve is yerlerinde sosyal baglarimiz ve güvenimiz yok olmaktadir. Bunun eninde
sonunda yaygin etkilerini görecegiz.
Hükümetler ve toplumlar politikalarla,
kanunlarla, bütçe tahsisleriyle sosyal sermayeyi güçlendirir veya zayiflatirlar.
Esitsizligin kontrolsüz bir sekilde metastaz yapmasina izin vermek suretiyle
Amerika sosyal sermayenin çöküsünün, hatta toplumsal çatismanin yolunu açmaktadir.
Toplumsal isbirliginin
mutlak elzem oldugu arena
siyasettir zira herkesi ilgilendiren kolektif kararlar siyasette alinir. Tabi
ki yasami organize etmenin baska yollari da vardir. Polis devletleri
kurallari koyar, tehdit eder ve itaat etmeyeni cezalandirir. Fakat bu
toplumlar iyi islemezler.
Kurallari uygulatanlar her an her yerde olamazlar ki itaat edilip edilmedigini görsünler. Üstelik bu kural ve
yönetmeliklerin adil olmadigina
inaniliyorsa ihlal etmek için halk elinden geleni yapar. Üretkenlik düser, hayat çekilmez olur.
Oysa Demokratik alternatifte bireyler
güven içinde, hak ve sorumluluklarinin bilinci ile davranirlar. Siyasi sisteme
karsi duyulan hayal kirikligi ve bunun adil olmadigi inanci siyasi sistemin disinda kargasaya yol açar; Wall Street eylemi gibi. Bu sekilde bir eylem siyasi sistemde reforma
yol açtiginda etkileri olumlu olabilir. Ancak
siyasi sistem bu reformlara karsi koyarsa
toplumda yabancilasma ve
ayrisma baslar.
Küresellesme, Esitsizlik
ve Demokrasi
Küresellesmenin Amerika’da ve diger ülkelerde elitler tarafindan kendi çikarlarina
göre yönetilmesi demokrasinin altini oymustur.
En çarpici örnekler, asiri borçlanmis ülkelerde görülür. Borçlu ülkelerin kendi
kaderlerini alacaklilara teslim etmesi küresellesmenin baslamasiyla
ortaya çikmamistir. 19.
yy da zengin ülkelerin bankalarina borçlanan yoksul ülkeler
borçlarini ödeyemeyince askeri darbe veya bombardimana maruz kaliyorlardi.
Meksika, Misir, Venezüella bunu yasamisti.
Dünya savasi sonrasinda borçlu ülkeler IMF’yi bilerek
kabul ettiler: uluslararasi alacaklilari temsil eden bir kuruma kendi ekonomik
egemenliklerini teslim ettiler.
Yoksul ülkelerin bunu yapmasi hadi gene
anlasilabilir fakat ileri
sanayi ülkelerinde de ayni sey oluyor. Avrupa’da önce Yunanistan, sonra Italya, IMF’nin Avrupa Merkez Bankasi ve Avrupa
Komisyonu ile birlikte hareket ederek politikalari dikte etmesine sonra da
programin gidisatin
gözlemlemesi için teknokrat hükümetler atamasini kabul ettiler. Yunanistan
kati kemer sikma programini halkoyuna sunmaya tesebbüs edince Avrupali yetkililer ve bankacilar
hop oturup hop kalktilar. Yunan halki teklifi reddederse alacaklilar
paralarina kavusamayacaklardi.
Finans piyasalarinin taleplerine boyun egmek yalnizca batmanin esigine
gelmis ülkelere mahsus degildir; sermaye piyasalarindan borçlanmak zorunda olan
her ülke için geçerlidir. Eger ülke
finans piyasalarinin beklentilerini yerine getirmezse reytingleri düsürmekle, paralarini çekmekle, faizleri yükseltmekle
tehdit ederler. Tehditler genellikle ise yarar. Finans piyasalari istediklerini elde
ederler. Ülkede hür seçimler olabilir fakat seçmenlere de söylendigi gibi, yapacak baska bir sey yoktur.
Finans piyasalarini savunanlar, açik
sermaye piyasalarinin bir erdeminin de “disiplin” saglamak oldugunu iddia ederler. Oysa piyasalar kafasina estigi gibi not verir, bir bakarsin A vermis, arkasini dönmüs F vermis. Disiplincidir. Miyopturlar; tüm ülkenin degil finansörlerin çikarlarini gözeten siyasi ve
ekonomik masalari vardir.
Giris çikis tamamen serbest oldugu için bir gecede tüm parayi ülke disina çikarmakla tehdit ederler, özellikle de
kisa vadeli sermaye akisini.
Bu tür bir liberalizasyon ülkede ekonomik büyümeyi saglamak bir yana, istikrarsizlik ve esitsizlige
yol açar.
Aslinda küresellesmenin yarattigi sorunlar çok daha derin, çok daha
yaygindir. Dünya çapinda küresellesme uzmani Harvardli Prof. Dani Rodrik’in
dedigi gibi ayni anda hem
demokrasiyi, hem ulusal egemenligi, hem de tam ve katiksiz küresellesmeyi yürütmek mümkün degildir.
Siklikla sirketler isteklerini uluslararasi arenayi ve
kurumlari kullanarak elde ederler. Dünya Ticaret Örgütü ülkeleri
finansal liberalizasyonu kabul etmeleri ve yabanci bankalarin ülkeye girmesine
izin vermeleri için zorlamis,
ekonomi ve toplum için yararli olacak
yönetmelikler çikarmalarini engellemeye çalismistir.
Uruguay anlasmasi tüm
dünyaya öyle bir telif haklari sözlesmesi empoze etmistir ki, gelismis-gelismemis bütün ülkeler
ve küresel bilim bundan zarar görmekte, bilginin serbestçe akisini önleyerek sirketlere
tekelcilik ve rant saglamaktadir. Üstelik ülkenin kendi telif
haklari rejimini kendi belirleme hakkini elinden almaktadir. Bilginin
ilerlemesi ve yayilmasi, arastirma
ve innovasyon tesvikleri
konusunda ülke kararlarini kendi veremez. DTÖ’nüm taleplerine uygun
bir rejim seçmek zorundadir.
Baska örnekler de çok. Amerika, Singapur’un
sakiza getirdigi yasagi, Silinin
istikrar saglayan
sermaye denetimini, bazi ülkelerin gaz yutan Amerikan arabalarinin ithaline
getirdigi kisitlamayi engellemek
için çok ugrasmistir.
Kisacasi bugünkü sekliyle küresellesme demokrasilerimizde seçme
haklarimizi kisitlamakta, ekonomi ve toplum için gerekenleri
yapmamizi güçlestirmektedir.
Bu arada Amerika’nin da diger ülkeler üzerinde etkisi git gide azalmaktadir.
Yillarca onlara ekonomi, kurumsallasma, demokrasi, mali disiplin ve dengeli bütçe
nutuklari çektik, artik inanilirligimizi yitirdik. Parayla siyasetçi satin alinip
istenen yasalarin çikarildigi,
yoksulu gözetmeyen bir sistem olarak görülüyoruz.
Küresel düzen de degisiyor.
Yükselen piyasalar uluslararasi forumlarda söz sahibi olmak istiyorlar.
Küresel ekonomik politikayi belirleyen en zengin sanayi ülkelerinin
olusturdugu G-8 den G-20 ye geçmek zorunda kaldik. Çin artik
ikinci en büyük küresel ekonomi, ikinci en büyük ticaret ekonomisi, en büyük
imalat ekonomisi, en büyük tasarruf ülkesi ve küresel gaz salinimina en fazla
katki yapan ülkedir.
Küresel ekonomik kurumlarin ve
düzenlemelerin yönetisiminde
ve ekonomik güç dengesinde degisiklik
yapilmasi kaçinilmaz olmustur.
BÖLÜM 7
Herkes için Adalet mi Dediniz?
Esitsizlik Hukukun üstünlügüne Darbe Vuruyor.
Her sabah tüm Amerika’da ögrenciler Amerikan bayragina ve onun temsil ettigi Cumhuriyete, tek ulusa, herkes için özgürlük ve
adalete baglilik
yemini ederler. Bu yemin Amerikan kimliginin özüdür. Biz hukukun her seyden üstün oldugu, aksi kanitlanincaya kadar bireyin suçsuz oldugu, herkesin kanun önünde esit oldugu
bir ülkedeyiz. Simdiye
kadar bu ilkeleri baska ülkelere
de yaymaya çalistik.
“Hiç kimse bir ada degildir” der sarki. Herhangi bir toplumda kisinin her yaptigi baskalarina yarar veya zarar verir. Baskalarini incitenler eylemlerinin sonuçlarina
katlanmak zorunda degillerse,
incitmemek ya da gerekli önlemleri almak için çaba sarf etme geregi duymayabilirler. Bu yüzden baskalarinin sagligina,
mülklerine ve çevreye zarar verilmemesi için yasalar koyuyoruz.
Kisinin yaptiklarinin bedelini ödememesi, örnegin üretimden dogan çevre kirliligi, bir tür sübvansiyondur; emek ve sermayenin bedelini ödememekle
es degerdir. Bazi sirketler maliyeti yükselterek istihdami azaltacagi iddiasiyla kirletmenin bedelini ödemek
istemezler. Oysa istihdam sorumlulugu onlarda degil, parasal ve mali politikalardadir.
Konut balonunda bankalar egitimsiz, finanstan anlamayan kisileri hedef alarak onlara yüksek faizli, içinde bir
sürü ek masraf barindiran mortgage’lar sattilar.
Iflas yasasi bireye yeniden baslamasi için bir firsat vermek amaciyla düzenlenmistir. Bazi kosullarda borçlarin affedilmesi kavrami Incil’e kadar gider.
Hemen hemen her ülkenin bir icra-iflas
yasasi vardir. Bu yasalar borçluyu kayiran türden de olabilir, alacakliyi
kayiran türden de. Nasil oldugu
ve nasil etki yaptigi tabii
ki çok önemlidir. Yeni yasalarla bankalara yeni haklar taninmis, borcunu ödeme güçlügü çekenlerin varliklarinin elinden
alinmasi kolaylasmistir. Bu da zor durumda olan birçok orta gelirliyi daha
güç durumda birakmistir.
Finans sektörü burada da hukuku kendi çikarlarina göre yönlendirmeyi
becermistir.
Yargilama, maliyeti yüksek bir sistemdir.
Bu masraflarin büyüklügü ve
kimin üstlenecegi
sistemin nasil tasarlandigina
baglidir. Masraflari taraflar kendileri
ödeyecekse bu haksiz bir sistemdir. Yargi yavas islerse
baska bir haksizliktir:
Geciken adalet, adalet degildir. Sirketler her türlü masrafi üstlenecek ve
gecikmelerden etkilenmeyecek güce sahip olduklari için sirketlere karsi dava açmak ve sonuç almak
adamakilli zordur. Öyle ki Amerikan hukuk sistemi “ Herkes
için Adalet” olmaktan çikmis.” Gücü yetene Adalet ” haline
gelmistir.
BÖLÜM
Bütçe Savaslari
Simdi hatirlamasi zor olabilir ama
henüz 15 yil kadar önce
ülkenin bütçe fazlasi GSMH’nin %2 si kadar büyük bir miktara ulasmis,
kontrol edilemeyen bütçe açiklari ülke gündeminin bas kösesine oturmamisti. Bütçe fazlasi o kadar büyüktü ki, Fed Baskani Greenspan tüm ulusal borçlarin ödeneceginden, böylece para politikasini yönetmenin zorlasacagindan
endise ediyordu.
Çok vakit geçmeden fazlalik dört faktörün
etkisiyle açiga dönüstü. Birincisi, Bush döneminde zenginlere taninan vergi
indirimleriydi. Ikincisi,
Irak ve Afganistan savaslarinin
getirdigi yüktü. Savas sirasinda askeri harcamalar yüz milyarlarca
dolar arttirildi, hem de namevcut düsmanlara karsi çalismayan silahlarin yapimi için. Sonunda Amerika’nin
askeri harcamalari bütün dünyanin toplam askeri
harcamalarinin üstüne çikti.
On binlerce Irakli ve Afgan, binlerce
Amerikali genç savaslarda ölür
veya sakat kalirken Halliburton gibi ihalesiz mal veya hizmet satan
yükleniciler elde ettikleri asiri kârlari koyacak yer
bulamiyorlardi. Tabi bu karlarin bir kismi seçim kampanyalarina bagis olarak
geri dönüyordu.
Bütçe açigini arttiran üçüncü faktör, ulusal saglik sigortasi yasasina konan bir madde ile
devletin ilaç satin alirken ilaç sirketleriyle pazarlik etmesinin önlenmesiydi.
Dördüncü ve en önemli faktör büyük krizdi.
Bütün krizler gelirleri düsürüp
harcamalari arttirir. 2008 krizi de ülkenin mali pozisyonunu ters yüz
etmistir.
Bütçe açigina çeki düzen vermek için öncelikle bu
meseleler ele alinmali, yani vergiler yükseltilmeli, savaslar bitirilmeli, ilaç pazarligi yapilmali ve en önemlisi istihdam
arttirilmalidir.
Bush 2003’de sermaye ve temettü
kazançlarinin vergisini %15 ‘e indirtti. Bu oran ücret ve maas gelirlerinden alinan verginin yarisinin da
altindadir. Çesitli
kiliflar altinda finans sektörünü sübvanse ediyoruz. Artik finans sektörüne
bazi vergiler, örnegin mali
akit vergisi gibi, döviz alim satim vergisi gibi vergiler
konmasi için artan bir talep var.
Yeni vergiler konmasi basit bir ilkeye
dayanir. “Paranin oldugu
yere git” Para da ha bire en üste gittiginden, yeni vergiler de oraya getirilmelidir. Iyi tarafi su: zenginler pastadan o kadar büyük pay kapiyor ki
onlarin vergisinin birazcik arttirilmasi bütçeye büyük
katki yapacaktir.
Bütçe açigini vergilere dokunmadan azaltabilmek ancak
harcamalari kismakla, yani devleti küçültmekle mümkündür. Egitim, arastirma ve altyapi ödeneklerini azaltmadan
askeri harcamalar kisitlanmalidir. Egitime ve çevreye yatirim ise kalifiye isgücünü ve teknolojiyi gelistirmek suretiyle yüksek geri dönüs saglayan,
açigin kapanmasina katkida bulunan
faydali yatirimlardir.
Avrupa Faktörü
Avrupa’daki kriz bir kaza olmamakla
birlikte borç, bütçe açigi veya
sosyal devlet harcamalari dolayisiyla da ortaya çikmamistir. Sebebi asiri kemer sikma ve hatali para politikalaridir.
Euro ilk piyasaya sürüldügünde akli basinda ekonomistler kuskuyla yaklasmislardi.
Genel olarak döviz fiyatlarinda ve faiz oranlarinda oynamalar ekonominin
kendini uyarlamasi için elzemdir.
Eger bütün Avrupa ülkeleri ayni sokla sarsilsaydi kambiyo ve faiz oranlarinda tek bir
ayarlama herkes için kurtarici olacakti. Fakat farkli ülkeler farkli soklar yasadi.
Euro, iki uyum mekanizmasini ortadan
kaldirmis ve yerine bir sey koymamisti. Ortak para fikri politik bir karardi, mali açidan
ise yaramadi.
Avrupa’ya söyle bir göz attigimizda en iyi durumda olan ülkelerin Isveç ve Norveç oldugunu görüyoruz. Her ikisi de büyük kamu
harcamalari olan sosyal devlet, ancak Euro kullanmiyorlar.
Ingiltere de Euro kullanmiyor ancak kemer
sikma politikalari izledigi
için o da pek iyi durumda degil. Ne
yazik ki Kongre üyelerinden çogu
Amerika’nin da “kemer sikma ve küçük devlet” rejimi
uygulamasini istiyor. Oysa görülmüstür ki vergi ve kamu harcamalarinda artis ekonomiyi stimüle etmekte, aksi ise
daraltmaktadir. Tarihte de bu böyleydi. Resesyonlarin sebebi talepte azalmadir.
Hükümet harcamayi azaltinca talep daha da düser, issizlik artar.
Herbert Hoover’in kemer sikmasi 1929’daki
borsa çöküsünü büyük
buhrana çevirmistir.
IMF’nin Dogu Asya ve
Latin Amerika’da kemerleri siktirmasi daralmayi krize çevirmisti. Simdi de Ingiltere, Latvia, Yunanistan ve Portekiz’de
ayni durumu yasaniyor. Insanlar nedense bir türlü ders almiyor. Aksine
kamu harcamalari basarili
sonuç veriyor. Büyük buhrandan Amerika’yi kurtaran da o olmustu.
Kamu harcamalari arttikça GSMH katlamali
olarak artar. Eger bu
harcamalar yapisal reformlar gibi yüksek verimli yatirimlara giderse,
katsayi daha da artar. Ancak yapisal reform deyince eskimis ve verimsiz sektörlerden yenilikçi, katma degeri yüksek sektörlere geçis anlasilmalidir, çalisanlarin isine son vermek veya maas / ücretleri düsürmek degil.
BÖLÜM 9
Makroekonomik politika ve Merkez Bankasi
Hersey %1 tarafindan, %1 için
Halkin durumunu hiçbir sey makroekonomi, yani ülkede tam istihdam ve
büyüme olup olmadigi kadar
etkilemez. Makroekonomik politikalar çöktügünde issizlik
ars-i alaya çikar. Bunun da
acisini en fazla alttakiler çeker.
Politika belirleyicilerin en önemli
sorumlulugu
ekonomide istikrari korumaktir.
Verilecek kararlar, yapilacak tercihler
karmasiktir; bazi ödünler gerektirir.
Enflasyonla issizlik
arasindaki tercihte düsük
enflasyonun seçilmesi issizligi arttirir, is görenler sikintiya düser. Issizligin önlenmesi
ise enflasyonu yükselttigi
için faiz geliri olanlarin kazançlarini düsürür. Enflasyon %2’nin altinda tutulmaya çalisilacagina
issizlik %5’in altina indirilmeye çalisilsaydi her sey ne kadar farkli olurdu.
Yüksek issizlik orani yalnizca issiz kalanlari etkilemez; ücretlerin düsmesine de yol açarak geri kalan %99’u zor duruma
sokar. Merkez bankalarinin para politikalari onlarca yildir acimasizca tek
tarafli isliyor:
Tam ücretler yükselmeye yüz tutmusken enflasyona odaklanip faizleri yükseltiyor,
kredileri daraltiyorlar, issizligi arttiriyorlar.
Her zaman üst %1 in arkasinda olan FED
faizler düsük
tutulursa borsanin yükselecegini
savunuyor. Iyi de
borsada hisse senedi sahibi olanlar kimler? Zenginler.
Fed bankalara sifira yakin faizle borç
verir. Bankalar da dönüp bu parayla yüksek faizli devlet tahvili alirlar.
Böylece oturduklari yerde para kazanirlar.
Bankalar ayrica Fed’e de mevduat koyup
vergi verenlerin sirtindan o sekilde de faiz kazanirlar. Üstelik bu durum diger kredilerin azalmasina yol açar.
Alisilagelmis düsünce tarzi, merkez bankalarinin bagimsiz olmasi gerektigi yolundadir. Siyasi baskilara maruz kalirlarsa
siyasetçiler para politikasini kisa vadede kendi çikarlarina, fakat
uzun vadede ülke aleyhine olacak sekilde yönlendirirler. Seçimler öncesinde
harcamalar çok artar sonra toparlamasi zor olur.
Oysa Amerika ve Avrupa Merkez Bankalari
son krizde dogru bir
performans sergilememisler,
daha az bagimsiz
olan Çin, Brezilya ve Hindistan merkez bankalarindan zayif kalmislardir. Sebebi asikardir: Amerika ve Avrupa merkez bankalarini finans
sektörü ele geçirmistir.
Bankacilar düsük
enflasyon, kuralsiz finans sektörü ve gevsek denetim talep etmisler ve bu taleplerine kavusmuslardir.
Merkez bankasinin siyasi süreçten bagimsiz olmasi isteniyorsa yönetim kurulu genis bir tabani temsil etmelidir; yalnizca
finans sektörünü degil.
Hatta bazi ülkelerde çikar çatismasi olmasin diye bu sektörden temsilci
bulunmasi yasaktir. Akademisyenler, STK ve sendika temsilcileri ne güne
duruyor?
BÖLÜM 10
Ileriye Dogru
Baska Bir Dünya Mümkün
Kendimizi aldatmanin geregi yok. Amerika artik firsatlar ülkesi degil.
Neler oldugunu anlamamiz için günümüzün 20’li yas gençlerinin tecellisine bakmak yeter. Cosku ve hevesle yeni bir hayata baslamalari gerekirken çogu korku ve endise içinde is arayacak. Is bulacak kadar sanslari yaver gitse bile ücretleri öyle
düsük olacak ki aileleriyle yasamaya devam etmek zorunda kalacaklar.
Aileleri deseniz, bir taraftan çocuklari,
bir taraftan da kendileri için sikilacaklar ya islerini veya evlerini kaybederlerse, ya
pahali tedavi gerektiren bir hastaliga yakalanirlarsa diye. Devlet Saglik Sigortasinda ha bire kisintiya
gidiyor. Sosyal Güvenlik kurumlarinin gelecegi ne olacak?
Oysa baska bir dünya mümkün. Temel degerlerimizle uyumlu, halkin çogu için daha çok firsat, demokrasi, ulusal gelir
ve yasam standardi sunan bir toplum
olabiliriz. Bizi aksi yöne çeken bazi piyasa güçleri var. Bu güçlere
yön verenler ise siyaset, kural ve yönetmelikler, merkez bankasi vb. düzenleme
kurumlari.
Amacimiz zengin düsmanligi degil. Amacimiz verimlilik ve adalet. Üsttekilerin
bir kismi topluma muazzam katki sagliyor. Ancak çogu gelirlerini ranttan elde ediyor.
Toplumumuza egitim, teknoloji, altyapi yatirimi yapmak ve
siradan vatandaslara daha
fazla güvence saglamak
daha üretken ve dinamik bir ekonomi yaratacak ve bu durum en üst %1’e
de fayda saglayacaktir.
Büyük buhranin en sikintili döneminde demislerdi ki piyasa güçleri eninde sonunda
galip gelecek ve issizlik
sona erecek. Keynes da bu iddiaya söyle cevap vermisti: “Evet, uzun vadede piyasalar düzelebilir
fakat uzun vadede ölmüs oluruz.”
Ekonomimize nasil çeki düzen verecegimizi düsünürken
GSMH fetisizmine yenik
düsmemeliyiz. GSMH ekonomik performansin iyi
bir ölçüsü degildir;
halkin çogunun yasam standardindaki degisimleri
dogru yansitmadigi gibi büyümenin sürdürülebilir olup olmadigini da söylemez.
Gerçek bir ekonomik reform gündemi ayni
anda üretkenligi, adilligi ve firsati içermelidir. Ekonomik sistemimizin
ciddi ve yaygin sapkinliklari var fakat asagidaki
verilerin yerine getirilmesi büyük fark yaratacaktir.
Rantiyelige azaltip oyun alanini hizaya sokma;
Finans Sektörünü Küçültme
Asiri büyük ve birbiriyle girift finans
kurumlarini küçültmek. Kriz durumunda hep bunlarin kurtarilmasina
kaynaklar gidiyor.
Bankalari daha saydamlastirmak. Bankalarin çikardigi devlet garantili türev ürünleri Warner
Buffet’in deyisiyle “ Kitlesel
imha finans silahlari”
Bankalarda ve kredi karti sirketlerinde rekabeti arttirmak. 21.yy’a yakisan elektronik ödeme mekanizmalari kuracak
teknolojiye sahibiz fakat türlü biçimde cebimizi oyan çagdisi kart
sistemini hala koruyoruz.
Bankalarin nerdeyse zorla kredi
vermelerini ve asiri yüksek
faiz uygulamalarini zorlastirmak.
Vergi Kaçirma yolunu açan off shore
bankaciligini kapatmak.
Daha sert ve etkin biçimde uygulanan
rekabet kurallari koymak. Bankacilik rekabetin yetersiz oldugu tek sektör degildir. Ekonomideki sektörlere söyle bir baktigimizda çoguna bir, iki, üç, bilemediniz dört firmanin
egemen oldugunu
görürüz. Egemen firmalar rekabeti, hatta innovasyonu bastiracak araçlara sahiptir.
Icra-Iflas yasasinda kapsamli bir reform. Her
borç alici ile vericinin rizasi ile gerçeklesir. Fakat burada taraflardan biri piyasayi çok
daha iyi tanidigi için
bilgide ve pazarlik gücünde asimetri dogmustur.
Dolayisiyla ortada bir hata varsa sorumlulugun agirligi borç verendedir, borç alanda degil.
Icra yasasinin borçluyu magdur etmeyecek sekilde düzeltilmesi bankalari daha tedbirli
davranmaya itecektir.
Devletin ulufe dagitimina son vermek. Ister kamu varliklarinin kiralanmasinda/satisinda, ister satin alma ihalelerinde degerinin çok altinda, adeta adrese teslim muamele
de bir tür devletten, daha dogrusu
halktan zengine varlik transferidir; kamu yatirimlarina yönlendirilecegine zenginlerin ceplerine yönlendirilmis olur.
Gizli-açik sübvansiyonlara son vermek. Bosluklar, istisnalar, muafiyetler ve tercihler hep vergi
yasasina yerlestirilmis, sirketleri
koruyup kollayan ianelerdir.
Hukuk reformu, adalete ulasmayi demokratiklestirmek, silahlanma yarisina bir son vermek. Yargi sistemi herkes için esit degil,
bazilarina muazzam sans
sagliyor. Ancak tüm
yapilmasi gerekenleri burada siralamak imkansiz.
Vergi Reformu. Yukarida saydigimiz önlemler kapsamli, adil, açik ve gediklere
yer vermeyen bir vergi reformu olmadan yeterince ekonomik verimlilik ve esitlik saglamaz.
Vatandasa Yönelik olarak;
Iyi Egitim Saglamak
Firsat esitligine
en fazla katki yapan etken egitim
imkanlari esitligidir. Bu konuda devlete çok büyük görev düsmektedir. Siradan Amerikalinin tasarruf yapmasini
tesvik etmek.
Zenginler çesitli vergi oyunlariyla kendilerine bir tür tesvik saglamis olurlar. Ücretlilerin böyle bir
imkani olmadigindan
tasarruf etmeleri de pek mümkün olmaz. Özellikle ilk defa ev
alacaklara özel imkanlar saglanmalidir.
Herkes için Saglik
Saglik sistemimizin sorunu çok para harcamamiz degil, paramizin karsiligini alamayisimiz ve pek çok kimsenin yeterince saglik hizmeti alamamasidir. Sistem, ilaç sirketlerinin esiridir. Bu da esitlige
darbe vurmaktadir.
Diger sosyal koruma programlarinin güçlendirilmesi.
Bu kriz issizlik sigortasinin ne denli yetersiz kaldigini kanitlamistir. Krizin derinligine bakilirsa, yakin gelecekte uzun dönemli issiz sayisinda önemli artislar görülecektir.
Küreselligi yumusatmak
Küresellesme bir bütün olarak toplumun yararina da olsa, sirketler ve diger çikar odaklari durumu kendi lehlerine
döndürmüslerdir. Üretimi baska ülkeye kaydirma
tehdidiyle ücretlerde ve sosyal haklarda kisintiya gitmek sikça
basvurulan bir yöntemdir. Bu kosullar altinda anti küresellesme hareketinin büyümesi, tamamen anlasilabilir bir durumdur.
Küresellesmenin daha dengeli bir hale getirilmesinin çesitli yollari vardir.
Bir çok ülkede sicak paranin bir girip bir
çikmasi ülkede yikici etki yapmis, ekonomik ve finansal krizler seklinde ortaligi alt üst etmistir. Özellikle kisa dönemli, spekülatif türde
olanlar olmak üzere sinir ötesi sermaye akislarina bir denetim getirilmesi lazimdir. Pek çok
ülkede böyle bir kisitlama yalnizca ekonomiyi daha istikrarli hale sokmakla
kalmaz, ayni zamanda sermaye piyasalarinin toplumun geri kalaninin üzerindeki agirligini azaltir.
Küresellesmeyi yeniden sekillendirirken yukardan asagiya
hepimizin sikintisini çektigi
bir yaris gerçeklestigini
dikkate almamiz gerekir. Bu yarisi durdurmak
için en iyi konumdaki ülke Amerika’dir; tabi eger siyasetçiler izin verirse.
Daha iyi isçi haklari ve kosullari, daha iyi finans ve çevre denetimi için
mücadele edebilir. Diger ülkeler
de ellerinden geleni yaparlar.
Küresellesmenin savunuculari bile küresellesmeyi yumusatmanin kendi çikarlarina oldugunu anlamalidirlar. Zira küresellesme simdiye
kadarkinden daha iyi yönetilmedigi
takdirde gerçekten korumaciliga
dönme riski vardir.
Amerikan sirketlerinin yalnizca ülkeye
soktuklari karlar üzerinden vergilendirilmeleri, üretimin yurt
disina kaydirilmasini tesvik etmektedir. Bu da küresel ekonomiyi saptirmakta ve
sermaye üzerine adil bir vergi konmasini önlemektedir. Onun yerine
Amerikan sirketleri
nerde üretim yaparlarsa yapsin, Amerika içi satislarindan elde ettikleri kar üzerinden
vergilendirmelidir.
Istihdami arttirmak ve korumak
Vatandaslarin refahini ve gelir dagilimini en fazla etkileyen hükümet
politikasi tam istihdam saglamak
ve sürdürmektir. Bölüm 8’te sözünü ettigimiz dogru
tasarimlanmis makro
politikalarla ayni anda hem istihdam yaratir, hem de borç ve bütçe
açiklarini düsürür, dagilimi iyilestiririz.
Ancak kisa dönemde stabilizasyon için mali
politikalar yerine hep para politikalarina daha fazla önem verilir zira degisen
kosullara daha hizla uyum saglar. Fakat yönetisimdeki ve geçerli ekonomik modellerdeki yetersizlikler
para politikasinin bütünüyle iflasina yok açmistir. Oysa daha hesap verir yapida bir merkez
bankasi enflasyona asiri odaklanmaktansa
istihdam, büyüme ve mali istikrar dengesi gözeten bir yaklasim sergilemelidir.
Dis Ticaret dengesini düzeltmek;
Amerika’da yerel ürünlere olan talebin bu
kadar zayif olmasinin bir nedeni de çok fazla ithalat ( ihracatimizin yarim
trilyon dolar üstünde) yapilmasidir. Ihracat nasil istihdam yaratiyorsa ithalat da issizlik dogurur ve biz, yarattigimiz isten
fazlasini yok ediyoruz. Uzunca bir süre kamu harcamalariyla bu açik
kapatilmisti. Ancak
harcamalarin yol açtigi bütçe
açigi daha ne süreyle yüksek miktarda
borç alinarak kapatilabilir ki? Yüksek geri dönüslü yatirimlar için borçlanmak dogru bir tutumdur fakat bizim yaptigimiz bu degil ki! Gittikçe yaslanan nüfusu da dikkate alirsak
gelirimizin ötesinde yasamayi terk
edip tasarrufa yönelme vaktinin geldigini görürüz.
Ticaret dengesini düzeltmek küresel
perspektiften de önem tasir.
Küresel dengesizlik, yani ihracat
ile ithalat arasindaki büyük fark ( Amerika’da açik, Çin, Almanya ve Suudi
Arabistan’da fazlalik) uzun süredir endise kaynagidir.
Piyasalarda dengesizligin
sürdürülemeyecegi kanaati
hasil olursa döviz kurlarinin aniden degisebileceginden korkulmaktadir.
Ticaret dengesini kurmak çok zordur.
Amerika faiz oranlarini rakiplerinin altina indirerek devalüasyona ulasmayi denemis fakat Avrupa daha da baskin çiktigindan dengesizlik devam etmistir.
Döviz kurlari büyük ölçüde sermaye akislari tarafindan belirlenir; sermaye Amerika’da
güvenli bir liman buldugu
sürece dolar yükselir, ihracat düser,
ticaret açigi büyür,
istihdam azalir. Iste size serbest sermaye akisinin yarattigi sorunlardan biri.
Çalisanlara gelince;
Ekonomimiz büyük bir yapisal degisimden
geçiyor. Küresellesme ve
teknolojinin getirdigi degisiklikler
isgörenlerin sektörler arasi hareketini
gerektirmektedir. Piyasalar tek basina bunun üstesinden gelemezler, devletin aktif
rol oynamasi kaçinilmazdir. Isgörenlerin kaybettikleri isten baska
bir ise geçebilmeleri için her zamanki gibi egitim ve teknolojiye yatirim yapilmasina
ihtiyaç vardir. Ancak bunun için de öncelikle transfer edilebilecek
baska bir sektör olmasi lazimdir. Finans
sitemimizi gelecegin yeni is alanlarini finanse edecek sekilde reforma sokmayi basaramazsak hükümetin devreye girip yeni girisimleri finanse etmesi dogru olacaktir.
Adalet, hakkaniyet ve firsat ilkeleriyle
tutarli, halkin tümüne hizmet eder türde bir toplum ve hükümet kendi basina gerçeklesmez. Dikkat edilmezse devletimiz ve
kurumlarimiz özel çikarlarin eline geçer. Kimse büyük sirketleri isçilerini istismar ettikleri, çevreyi
kirlettikleri veya rekabete aykiri islemler yaptiklari için kapatmayi teklif
etmiyor. Çünkü degerli
bir hizmet yapiyorlar. Önemli olan sakincalarini tanimak, gerekli kurallari
koymak ve tutumlarini degistirmeye zorlamaktir.
En yaygin, ortadan kaldirilmasi en zor esitsizlik kaynaklarindan biri ayrimciliktir. Degisik ülkelerde
farkli kiliklara bürünen fakat hemen her yerde cinsiyet ve irk ayirimi
mevcuttur. Ayirimcilik temel degerlerimizi,
kimlik, vatandaslik ve
aidiyet duygularimizi asindirir.
O yüzden hem ayirimciligi yasaklayan
sert yasalar çikarilmali, hem de zihniyet degisikligi için gerekli önlemler alinmalidir.
Sürdürülebilir ve esitlikçi büyümeyi yeniden teessüs etmek.
Büyümeden herkes otomatikman yararlanmaz
fakat büyüme, yoksulluktan ileri gelenler dahil, toplumun pek çok inatçi
sorununla mücadele için lazim olan kaynagi saglar. Altyapi, egitim ve teknolojiye yapilacak kamu
yatirimlari büyümenin en önemli etkenleridir. Ayrica tüm yatirimlarda
isçilik tasarrufundan ziyade (yani isçi çikarmak yerine) kaynak tasarrufuna
yöneltilmelidir. Banka faizlerini düsürmek suretiyle tesvik yerine, ki bu makinalasmayi arttirarak daha fazla
eleman çikarilmasina yol açar, yalnizca kaynak tasarruf eden ve istihdami
arttiran yatirimlara kredi tesviki
saglanabilir.
Benim hep vurguladigim sudur; Önemli
olan büyüme degil, ne
tür büyüme oldugudur.
Halkin çogunun durumunun
daha da kötülestigi, çevre kalitesinin bozuldugu, vatandaslarin endise ve yabancilasma hissettigi bir büyümeye ihtiyacimiz yok.
Umut Var mi?
Önerdigim ekonomik ve siyasi reformun dayandigi varsayim sudur: Mevcut esitsizlik durumunda piyasa güçlerinin bir miktar
rolü olmakla birlikte piyasa güçleri de neticede siyaset tarafindan
yönlendirilmektedir. Tabii ki esitsizligin tamamen ortadan kalkmasi ve herkese
tam bir firsat esitligi saglanmasi mümkün
degildir. Ancak alacagimiz önlemlerle her ikisini daha iyi duruma getirmek mümkündür.
Soru su. Oraya
ulasabilir miyiz?
Her ne kadar kusurlari olsa da
demokrasimizde bu reformu gerçeklestirebilecek iki yol mevcuttur:
%99’un içindekiler %1 tarafindan
aldatildiklarini fark ederler. O yüzde bir ki alternatif bir dünyanin bulunmadigi, %1’in istemedigi bir sey yapildigi takdirde %99 un da zarar görecegi konusunda onlari ikna etmek için uzun ve zorlu
ugras verdi simdiye kadar.
2011 de milyonlarca kisi yasadiklari baskici toplumlarda
siyasi, ekonomik ve sosyal kosullari protesto
etmek için sokaklara döküldü. Misir, Tunus ve Libya’da hükümetler devrildi.
Yemen, Bahreyn Suriye’de ayaklanmalar oldu. Bölgenin diger köselerinde
egemen aileler klimali saraylarindan endiseyle seyrettiler. Sira onlara mi gelmisti? Endiselenmekte
hakliydilar. Bu toplumlarda nüfusun yüzde birden de küçük bir bolümü
zenginlikten aslan payini kapar; siyasi ve ekonomik iktidar onlardadir. Su veya bu sekilde yolsuzluk yasam biçimidir. Tüm halkin yasam kosullarini düzeltecek
politikalari önlerler.
Sokaklardaki bu kalabaliklara bakip
kendimize bazi sorular sormaliyiz: Bu hareket Amerika’ya ne zaman gelecek?
Batinin diger ülkelerine
ne zaman gelecek? Bazi bakimlardan ülkemiz bu sorunlu yerlere
benzedi; Ufacik bir elit tabakanin çikarlarina hizmet edilen bir ülke.
Bir avantajimiz var: demokraside yasiyoruz. Fakat bu demokrasi git gide vatandaslari temsilden uzaklasiyor. Meclise güven azaliyor. Seçimlerde oy
kullananlar azaliyor.
Bu da bizi reformun gerçeklesebilecegi
ikinci yola götürür: %1 fark eder ki Amerika’da olanlar birakin degerlerimize aykiri olmayi, %1’in
kendi çikarlarina bile aykiridir.
Amerikan halkinin kendine has dehasi “dogru anlasilmis öz çikar”dir. Burada anahtar
sözcük “dogru anlasilmis” tir.
Herkes dar anlamda öz çikarlarin pesinde kosar.
Ben, benim için en iyi olani simdi istiyorum! Dogru anlasilmis öz çikar farkli bir kavramdir. Baskalarinin da öz çikarlarinin, yani
ortak öz çikarlarin kollanmasi, kisinin kendi iyiligi için ön kosuldur. Bu kavramin asil veya idealist bir
yönü yoktur, aksine Amerikan pragmatizminin simgesidir.
%1, en iyi evlere, en iyi egitime, en iyi doktorlara, en iyi yasam tarzlarina sahip fakat paranin satin alamadigi bir seyleri eksik; kaderlerinin geri kalan %99’un durumuna
göbekten bagli oldugunu anlamak. Tarih boyunca yüzde bir bunu eninde
sonunda anlamistir.
Ancak heyhat, çogunlukla
da is isten geçtikten sonra.
Bundan elli yil sonrasinin Amerika’si için
önümüzde iki vizyon var: Biri, varlar ve yoklar arasinda bölünmüs bir toplum; Bir tarafta zenginlerin özel
sitelerde yasadigi, çocuklarini pahali okullara gönderdigi ve birinci sinif saglik hizmetleri aldigi bir ülke. Öte yanda geri kalaninin
güvensizlik içinde yasadigi, olsa olsa vasat bir egitim aldigi, hastalanmamak için dua ettigi bir dünya. En altta topluma küs, umudunu yitirmis milyonlarca genç. Bu resme bir çok gelismekte olan ülkede rastladim. Ekonomistler buna
bir isim de takmis: Çifte
ekonomi; yan yana yasayan
fakat birbirini pek tanimayan, digerinin
nasil yasadigini tahayyül bile edemeyen iki toplum. Duvarlarin
ha bire yükseldigi, halkin
daha da fazla bölündügü bazi ülkeler
gibi olacak miyiz, bilmiyorum. Fakat bu kabusa dogru adim adim ilerledigimiz kesin.
Diger vizyonda varsillarla yoksullar arasindaki mesafe
daralmis, paylasilan bir kader duygusu hakim, firsat ve hakkaniyete baglilik, “herkes için özgürlük ve
adalet” deyimi anlam tasiyor,
vatandaslik haklari kadar ekonomik
haklari da gözeten “Insan
Haklari Evrensel beyannamesi” ciddiye aliniyor.
Ikinci Vizyonun geleneklerimiz ve
göreneklerimizle uyusan tek
manzara olduguna
inaniyorum. Bunda halkin refahi, hatta ekonomik büyümemiz bile daha iyi olacak.
Ancak vaktimiz daraliyor, umutlar kayboluyor.