ESITSIZLIGIN BEDELI - Günümüzün Bölünmüs Toplumu, Gelecegimizi Nasil Tehdit Ediyor

ESITSIZLIGIN BEDELI - Günümüzün Bölünmüs Toplumu, Gelecegimizi Nasil Tehdit Ediyor

Fevzi BOZKURT
Bilim


BÖLÜM 1
Amerika’nin %1 Sorunu
2007 – 2008 Mali Krizi ve onu izleyen duraklama, çok sayida Amerikaliyi islevini yitirmis bir kapitalizmin bulanik sularinda yüzer-gezer halde birakti. Aradan geçen yillara ragmen durum hala düzelmis degildir.
Kriz ortaya koydu ki piyasa ekonomisinin en karanlik yönlerinden biri, Amerikan toplum dokusunu bozan ve ekonomik sürdürülebilirligini tehlikeye atan esitsizliktir. Zenginlerin sayisi git gide artarken yoksullar Amerikan rüyasina uymayan zorluklarla bogusmaktadirlar.
Amerikan toplumunda esitsizlik her zaman mevcut olmakla birlikte ara gittikçe açilmaktadir. Amerika’nin en yüksek gelire sahip %1’i 2002-2007 yillari arasinda ekonomide yaratilan tüm büyümenin % 65’ini, 2010’da %93’ünü ele geçirmistir. Zenginlerin varligi artarken orta sinifin ve alt gelir gruplarinin da varligi artsaydi mesele yoktu. Fakat böyle olmadi. Onlar yerinde sayarken veya islerini, varliklarini kaybederken CEO’lar ücretlerini ortalama bir isçinin 243 katina çikarmayi basarmislardir.
Dünyanin çesitli ülkelerinde yasanan büyük esitsizligin toplumda nasil yaralar açtigi bize korkutucu örnekler sunmaktadir. Tablo hiç parlak degil. Bir tarafta zenginler duvarli bekçili sitelerde yasar, kendilerine bir sürü düsük ücretli hizmetkarlar el pençe divan durur. Öte yanda popülist, istikrarsiz siyasi sistemler kitlelere daha iyi yasam vaat ederler fakat hayal kirikligina ugratirlar. En önemlisi de umut yok olur. Böyle ülkelerde yoksullar bu durumdan kurtulamamanin çaresizligini yasarlar.
II. Dünya Savasini izleyen otuz yilda Amerika topluca büyüdü. Gelir her kesimde artmakla birlikte en fazla alt gelir gurubunda yükseldi. Ülkenin ayakta kalma savasi yepyeni bir birlik duygusu yaratmisti. Fakat tersine, son otuz yilda toplumun kesimleri arasinda gelir farki durmaksizin büyüdü. Günümüzdekine benzer esitsizligi en son büyük buhran öncesinde görmüstük.
Yasadigimiz esitsizlik düzeyini savunan bazilari esitsizligi azaltmanin mümkün, ancak çok yüksek maliyetli olacagini savunmaktadir. Bu kisiler kapitalizmin isleyebilmesi için yüksek esitsizligin ekonomi için gerekli ve yararli olduguna, üsttekiler daha çok kazanmissa bunun herkes için yararli olacagina, üstten sizanin alttakilere de yetecegine inaniyorlar. Oysa bu görüsün yanlisligi defalarca kanitlanmistir. Esitsizlik büyümeyi desteklemez, olsa olsa köstekler.
Duraklamadan orta sinifi olusturan ücretliler, esnaf ve sanatkarlar, serbest meslek sahipleri de zarar görmüs olmakla birlikte en derinden yaralanmalar islerini kaybedenler olmustur. Araya araya yeni bir is bulamayanlar aramaktan vaz geçip is gücü piyasasindan çekilmektedir. Issizlik en yogun biçimde üniversite mezunlari arasinda görüldügü için gençler okumaya devam etmektedirler . Bu yüzden issizlik istatistikleri de gerçegi oldugundan düsük göstermektedir. Orta yastakilerin ise yeni is bulma umudu neredeyse hiç kalmamistir. Yarina olan güvensizlik artmis, yasam standardinin düsmesiyle sosyal doku degismeye baslamistir. Gençler tek baslarina yasamayi sürdüremediklerinden ailelerinin evine döner olmuslar, evliliklerini erteleyip birlikte yasamayi uzatmaktadirlar.
Kalici yoksulluk uzun dönemde kamu egitim yatirimlarina da sekte vurmaktadir. Yetersiz egitim, pek çok sakincasi yaninda, suç oranlarini da arttirmaktadir.
Bugün her yüz kiside bir kisi oraniyla Amerika dünyanin en yüksek tutuklu oranina sahiptir. 2.3 milyon tutuklunun getirdigi mali yük toplumun yararina degil zararina oldugu halde GSMH istatistiklerinde herhangi bir harcama kalemi gibi kabul edilmektedir.
Halkin % 37 si yoksulluk sinirinin altinda yasamakta, 1,5 milyon kiside günde 1,5 dolarin altinda gelirle geçinmeye çalismaktadir. Bu rakamlar OECD ülkeleri arasinda Amerika’yi en alt siralara yerlestirmektedir. Tüm çocuklarin % 25’i yoksul sinifindadir. Onlarin tecellisini düzeltecek girisimde bulunmamak ülkemize uzun dönemde çok kötü sonuçlar doguracaktir.
Gelir esitsizligi ayni zamanda firsat esitsizligine de yol açmaktadir. Fakir ve egitimsiz bir aileye dogan çocugun, varlikli, egitimli, genis çevreye sahip bir aileye dogan çocuga nazaran basari sansi ne olabilir ki? Egitimsizligin hüküm sürdügü ülkelerde gelir esitsizligi firsat esitsizligine yol açmakta, bu da ileriki yillarda esitsizligi daha da yükseltmektedir. Yüksek ögrenim görme ihtimali azalmakta ve üniversiteyi bitirenlerin de is hayatinda basari sansi smektedir.
BÖLÜM 2
Rant Pesinde Kosmak
Esitsizlik kendiliginden ortaya çikmaz; yaratilir. Esitsizligin kökenini anlayabilirsek azaltmanin yollarina da egilebiliriz.
Esitsizlik düzeyini belirleyen sey piyasa güçleri olmakla birlikte bu güçleri sekillendiren hükümet politikalaridir. Hükümet, parayi ister asagidan yukariya, ister yukaridan asagiya tasimaya muktedirdir.
Esitsizlikle savasim, çok boyutlu eylem gerektirir. Üstteki asiriliklara gem vurularak orta sinif güçlendirilmeli ve alttakilere destek olunmalidir. Her bir hedef kendine has program gerektirir.
Esitsizlik bizzatihi yeni bir olusum degildir. Siyasi ve iktisadi gücün belli ellerde yogunlasmasi, kapitalizm öncesi toplumlarda birçok açidan daha uç noktalardaydi. O zamanlarda esitsizlik din yoluyla açiklaniyor ve hakli gösteriliyordu. Üst tabakadakiler tanri buyruguyla oradaydilar. Bunu sorgulamak tanri buyruguna karsi gelmekti.
 
Ancak çagdas ekonomistler ve siyaset bilimcileri esitsizligin kökeninde gücün, bil hassa askeri gücün yattigini ortaya koymuslardir. Militarizm ekonomi ile iç içeydi: fatihler, fethedilenden alabileceklerinin en fazlasini ele geçirme hakkina sahipti. Bazilarinin diger bazi kisilerin amaçlarina hizmet etmelerinde bir sakinca görülmüyordu. Eski Yunan tarihçisi Tukididis söyle demisti: Hak, yalnizca esitler arasinda geçerli bir meseledir; güçlü yapabilecegini yapar, zayif olan sonuçlarina katlanmak zorundadir.
Rönesans ve Aydinlanma çaginda bireyin sayginliginin vurgulanmasi ve sanayi devrimi sayesinde kentli alt tabaka nüfusunda muazzam bir artis görülmesi ile esitsizligi sadece dini gerekçelere baglamak yetmez olmustur.
19.yy’in ikinci yarisinda baslayip hala hakim olan teoriye “Marjinal Verimlilik Teorisi” adi verilmistir. Bu teoriye göre verimliligi yüksek kisiler topluma daha fazla katkida bulunduklari için kazançlari da daha yüksek olur. Rekabete dayali piyasalar arz talep dengesiyle her bir  bireyin katkisinin degerini belirler. Kisi nadir rastlanan degerli bir beceriye sahipse, üretiminin katkisinin büyüklügü dolayisiyla piyasa da onu bolca ödüllendirir. Becerisi yoksa geliri de düsük olur. Ancak teknoloji farkli becerilerin verimliligini belirler olmustur. Ilkel bir tarim toplumunda kuvvet ve dayaniklilik gerekirken çagdas hi-tech ekonomilerde beyin gücü ön plandadir.
Günümüzdeki esitsizlikte teknoloji ve az bulunan beceri sahipligi önemli rol oynar. Ancak hükümet basroldedir. Modern ekonomide oyunun kurallarini belirleyen ve uygulanmasini saglayan hükümettir; adil rekabet nedir, neler rekabete aykiri ve yasadisidir; iflas, borçlanma, dolandiricilik yasalari, kurallari ve cezalari nelerdir v.s. Hükümet ayrica açik veya üstü örtülü olarak kaynaklari dagitir, vergiler ve sosyal harcama yoluyla gelir paylasimini düzenler. Esitsizlik yalnizca kalifiye isçinin düz isçiden daha çok kazanmasiyla ortaya çikmaz; bireyin edindigi beceri düzeyi de önemli bir faktördür. Devlet desteginin olmadigi durumlarda halk  temel beslenme ve saglik harcamalarina para bulamazken yüksek verimlilik ve kazanç saglayacak egitime para ayirmalari nasil mümkün olsun?
Hükümetin yasa ve yönetmeliklerde yaptigi ufacik degisiklikler kaynaklarin dagiliminda büyük etki yaratir. Örnegin gelire göre artan vergi oranlari ve harcama politikalari esitsizlik düzeyini sinirlayabilir. Aksine kaynaklarin zengin ve nüfuzlularin emrine sunulmasi söz konusu düzeyi yükseltir.
Sahip oldugumuz politik sistem yukaridakilere olaganüstü güç vermistir. Onlar da bu gücü hem kaynaklarin dagilimini, hem de oyunun kurallarini kendi çikarlari yönünde belirlemek için kullanmaktadirlar.
Ekonomistler bunu “rant pesinde kosmak” olarak adlandirmaktadir. Rantiyeler kazançlarini yarattiklari üretimin ödülü olarak degil, kendi katkilarinin bulunmadigi üretimden daha fazla pay kaparak elde ederler.
Kabaca siniflandirirsak, zengin olmanin iki yolu vardir: varligi yaratmak veya varligi baskasinin elinden kapmak. Birinci yol topluma katkida bulundugu halde ikincisi toplumdan alir götürür.
Modern kapitalizm kompleks bir oyun haline gelmistir. Bu oyunda kazananlarin biraz daha zeki ve kurnaz oldugu bir gerçektir. Ancak bu kazananlarin çogu hayran olunmayacak karakter özelliklerine de sahiptir; yasalarin etrafindan dolanmak veya yasalari kendi lehlerine çevirmek yetenegi, yoksullar dahil  baskalarini istismar hevesi, gerektiginde adil davranmama dürtüsü gibi.
 
Rant saglamanin çesitli yöntemleri vardir: devletten açik veya sözlü tesvik ve ödenekler, piyasada rekabeti azaltan yasalar, mevcut yasalarin uygulanmasinda gevseklik, sirketlerin toplumu istismarina izin veren yönetmelikler seklinde. “Rant” teriminin kökeni “icar” yani topragin kiralanmasindan elde edilen gelirdir. Toprak sahibi çalisip üretmedigi, sadece zilliyeti sayesinde gelir elde ettigi durumu tanimlayan bu terim daha sonra yayginlasarak benzeri tüm durumlarda kullanilmaya baslanmistir.
Dogal kaynaklar açisindan zengin ülkelerde rantiyelik bilhassa yaygindir. Bu ülkelerde kaynaklara daha uygun kosullarda ulasmanin çaresini bularak zenginlesmek, üreterek zenginlesmekten çok daha kolaydir. Zenginlik genellikle siyasi etkinlige sahip kisilerde toplanmistir, halka pek inmez. Örnegin Güney Amerika’nin en zengin petrol üreticisi Venezuella’da Chavez’den önce halkin yarisi yoksulluk içinde yasiyordu.
Ancak rantiyelik yalnizca kaynak zengini Orta Dogu, Afrika ve Latin Amerika’ya mahsus bir davranis degildir. Bizimki dahil, bütün modern ekonomilerde salgin haline gelmistir. Bu ülkelerde rantiyelik çesitli sekillerde tezahür eder: devlete ait varliklarin, örnegin madenlerin isletme hakkini piyasa fiyatlarinin çok altinda elde etmek, resmi ihaleleri gerçek degerlerinin altinda veya üstünde fiyatla kazanmak, devlete yüksek fiyatla mal satmak, genel kamu yararina olmayan tesvik ve sübvansiyonlardan yararlanmak gibi. Ayrica, özel sektörde tekelci üretim ve asiri yüksek CEO ücretleri de rantiyelik örnekleridir. Örnegin Rus oligarklarinin çogu devletin varliklarini gerçek degerinin altinda ele geçirmisler ve tekelci eylemlerle karlarini katlayarak büyütmüslerdir.
Patent haklari da bir tür tekelciliktir. Patent, mucidine normalde geçici bir süre tekel hakki verir fakat bazen bu süre o kadar uzundur ki piyasaya yani firmalarin girisini önleyerek tekel yaratir. Böylece patent innovasyonu tesvik etmek yerine rantiyeligi tesvik etmis olur.
Bilgisayar, telekomünikasyon gibi sektörlerde tekelcilik egemendir. Buna en iyi örnek Microsoft’tur. Microsoft gerçek bir innovatör olmadigi halde korku, belirsizlik ve süpheye dayali bir stratejiyle gerçek innovatörleri sindirdi. Piyasayi tek basina ele geçirdi. Yeni girenleri önledi. 2011’de 23 milyar $’lik kara bu sekilde ulasti.
Oyunu “adil” oynamak bir seydir, oyunun kurallarini oyunu kazanacak sekilde yazmak baska bir sey. Hele hele kendi hakemini kendisinin seçme hakki olmasi da en kötüsü. Bugün birçok alanda düzenleme kurumlari sektörün kural ve yönetmeliklerinin belirlenmesinden ve uygulanmasindan sorumludur; telekomünikasyon kurumu, patent kurumu, Fed, Sec gibi. Ne yazik  ki  bu kurumlarin yöneticileri siyasi veya diger etkiler altinda kalip genel toplum yararina olmayan kararlar alabilmektedir.
Hükümetin bahsettigi veya hükümetin rekabet kurallarini yeterince uygulamamasi yüzünden ortaya çikan tekellerin bazi kisileri nasil dünyanin en zenginleri arasina soktugunu söylemistik. Fakat zenginlesmenin baska bir yolu daha vardir: Hükümetin senin eline para tutusturmasini saglayabilirsin. Bu çesitli sekillerde olabilir. Örnegin yasalarda kimsenin fark etmeyecegi ufacik bir degisiklikle milyarlarca dolar kazanabilirsin. En sik rastlanani da kamu ihalelerinde piyasa fiyatinin çok üstünde bedelle devlete mal / hizmet tedarikidir. Kriz sonrasinda
Amerikan Merkez Bankasi Fed bankalara neredeyse sifir faizle borç vermis, bankalar da bu parayi tekrar devlete veya yabanci bankalara daha yüksek faizle borç vererek milyarlari  ceplerine atmislardir.
 
Amerika gibi dogal kaynaklar açisindan zengin ülkelerde sikça görülen bir yöntem de bu kaynaklarin isletme imtiyazlarinin gerçek degerlerinin çok altinda bedelle ele geçirilmesidir. Gümrük tarifelerini yükselterek yerli sektörleri yabanci rekabetinden korumak, misir ve seker pancari gibi zaten fazlasiyla devlet destegi alan tarim ürünlerine yeni tesvikler saglamak diger yöntemler arasindadir.
BÖLÜMb 3
Piyasalar ve Esitsizlik
Çikarilan her yasa ve yönetmelik, olusturulan her kurum, gelir dagilimini dogrudan etkiler.  Bizim yaptigimiz ise Amerika’nin piyasa ekonomisini üsttekilerin yararlanacagi, alttakilerin ezilecegsekilde düzenlemektedir.
Standart ekonomik teoride düz isçilerin ücretleri arz ve talebe göre belirlenir. Talep arzdan daha yavas artarsa ücretler düser.
Yasal ve yasa disi göçler arzi arttirabilir. Egitimin yayginlastirilmasi ise düz isçi arzini azaltip beceri sahibi isçilerinkini arttirabilir. Teknolojik degisiklikler bazi sektörlerde eleman ihtiyacini azaltabilir veya bazi tür is gücüne talebi ortadan kaldirirken digerlerini yükseltir.
Basta Çin olmak üzere, yükselen piyasalar egitim, teknoloji ve altyapiya yatirim yaparak rekabet güçlerini arttirinca Amerika’nin Global imalat sektöründeki payi düsstür. Imalat sektöründe nispeten yüksek ücretlerde çalisan isçiler ya yeni is bulmada zorlanmakta, yahut da düsük ücretlerde çalismaya razi olmaktadirlar.
Bu sektörel kayma Amerika’daki esitsizligi arttiran ana etkenlerden biridir. Bir diger etken de gelisen teknoloji sonucunda düz isçilerin yerini makinalarin almasidir. Düz isçiye talebi azaltan her türlü innovasyon ve yatirimin issizlige veya düsük ücretlere yol açtigi asikardir. Ve ne yazik ki teknolojik gelisme hep böyle devam ederse bu trend de devam edecek demektir. Ayrica, yüksek teknolojiye dayali bile olsa üretimler isçilik ücretinin çok çok düsük oldugu ülkelere kaydirilmaktadir. Sonuçta Amerikan is gücü “kutuplasma” ya ugramistir. Yani üst tarafta yüksek bilgi ve beceriye dayali istihdam, alt tarafta ise teknolojinin ortadan kaldiramadigi hasta bakimi, garsonluk gibi hizmet sektöründe istihdam artmaktadir.
Mekanize olmamis ve yakin gelecekte olma ihtimali bulunmayan islerin çogu ögretmenlik, kamu hastaneleri gibi devlete ait islerdir. Eger ögretmenlerimize daha yüksek maas ödersek daha iyi niteliklere sahip ögretmenleri bu alana çekebiliriz. Bu da uzun vadede tüm ekonomik  performansi etkiler.
Ancak hükümetin en önemli rolü oyunun temel kurallarini belirlemededir: Sendikalasmayi tesvik eden veya köstekleyen yasalar, sirketlerin bagli oldugu yasalar, tekel rantlarini sinirlayan rekabet yasalari hep gelir dagilimini dogrudan etkileyen, büyük olasilikla bir gurup lehine, karsi gurubun aleyhine olan düzenlemelerdir. Piyasa güçlerini en fazla sekillendiren politikalar küresellesme alanindadir. Nakliye ve iletisim maliyetlerinin düsmesiyle sermayenin sinir ötesine akisi kolaylasmis, öte yandan gümrük engellerinin kalkmasi dolayisiyla da ithalat artmistir. 
Örnegin;
Çin’den yapilan ithalat Amerika’nin is gücü piyasasini alt üst ederken esitsizligi daha da tetiklemistir.
Sermayenin yurt disina çikisinin kolaylasmasi, isçilerin hak ve ücret taleplerini tehdit etmekte, baski altina almaktadir.
Daha on yil önce serbest sermaye hareketinden herkesin kazançli çikacagi zannediliyordu. Oysa degil yalnizca gelismekte olan ülkeler, IMF bile sinirsiz ve asiri finansal entegrasyonun tehlikelerine isaret etmektedir. Bir ülkede sorun yasanmasi, çabucak diger ülkelerdeki sorunlari da tetiklemektedir. Nitekim son krizde dünya çapinda bir salgin olur korkusuyla bankalarin kurtarilmasina yüz milyarlarca dolar akitilmistir.
Nihayet 2011 baharinda IMF sermaye denetimi getirilmesini, özellikle kriz zamanlarinda sermayenin sinir asiri hareketinin kisitlanmasini talep etmistir.
Isin kötüsü kriz finansal da olsa sikintisini hep çalisanlar ve küçük esnaf çekmektedir. Krizlere yüksek issizlik oranlari eslik eder, bu durum ücretleri daha da asagi çeker. O yüzden çalisanlar  iki kez magdur olurlar. IMF ( Amerikan hazinesinin destegiyle) zor durumda kalan ülkelerden bütçe kisintisina gitmelerini talep eder. Bütçe kisintisi ise mevcut sikintiyi önce durgunluga, sonra krize (buhrana) götürür. IMF’nin ikinci talebi ise ulusal varliklarin haraç-mezat satilmasidir. Satislara finans kuruluslarinin hücum etmesiyle öldürücü darbe vurulmus olur.
Küresellesmenin baska bir etkisi, isçilerin pazarlik gücünü ortadan kaldirdigi için ücretleri daha da düsürmesidir. Sermaye hareketleri kolay ve hizli, gümrük duvarlari adamakilli düsük oldugu için patronlar isçilere, daha az ücreti ve daha kötü çalisma sartlarini kabul etmedikleri takdirde üretimi baska bir ülkeye kaydiracaklarini söyleyebilirler. Beri yanda ayni patronlar hükümete dönüp “vergilerimizi düsürün, yoksa baska ülkeye gidebiliriz diye tehdit ederler. Ülkenin kapilarini ardina kadar açinca, ithalat da artinca issizlik adamakilli yükselir. Ülkeyi sermaye piyasalarinin ve emtia piyasalarinin volatalite risklerine maruz birakir. Risklerin artmasi  firmalari daha güvenli, ancak ekonomiye katkisi daha az olan sektörlere yönlendirir. Sonuçta hemen herkes zararli çikar.
Küresellesmenin savunuculari vergilerin yüksek olmasinin ülkenin rekabet gücünü azaltacagini iddia ederler. Vergilerin düsük tutulmasi ise sosyal harcamalara ayrilan bütçeyi kisitlayarak yoksula bir darbe daha vurur. Sonuçta Amerika ve Avrupa dahil bazi ülkelerde küresellesme issizligi ve yoksullugu arttirirken Asya ülkelerinde ihracata dayali büyüme imkani saglamistir. Çin gibi bazi ülkeler artan üretim ve gelirin önemli bir bölümünü sosyal harcamalara, kamusal egitime ve yeni istihdam alanlarina ayirmaktadir.
Toplumumuzdaki Degisimler
Piyasa güçleri, politikalar ve rantiyelik toplumsal esitsizligi yükseltmek yaninda toplumumuzda normlari ve kurumlari da degistirmektedir. En önemli degisim, sendikalasma oraninin düsmesindedir. 1980’de Amerika’da %20 olan sendikali isçi orani 2010 da %12’ye inmistir. Bu da ekonomik güç dengesizligi ve siyasi vakum dogurmustur. Sendika korumasi olmayan isçi daha da ezilmekte, kalan sendikalar üretimin baska ülkeye kaydirilacagi endisesiyle pazarlik gücünü kaybetmektedir. Ücreti az ama kötü bir is, issizlikten evladir.
 
Son 30 yildir esnek isgücü piyasalarinin ekonomiyi kalkindirdigi iddia edilmektedir. Bense tam aksini savunuyorum. Isçilerin iyi korunmasi ekonomik güçteki dengesizligi düzeltir. Is gücünün kalitesi artar, çalisanlar firmalarina daha bagli olurlar, islerine daha çok yatirim yaparlar, verimlilik artar. Oysa Amerika’da sendikalar engelleyici, esnemeyen, isgücünü verimsizlestiren kurumlar olarak görülmektedir.
Esitsizligi etkileyen bir baska toplumsal güç de toplumda bazi gruplara, kadinlara, zencilere ve Latinlere karsi yapilan ayirimciliktir. Bu gruplarin ücretleri ve varliklari beyaz erkeklere nazaran bayagi düsüktür. Yoksulluk ile irk ve hükümet politikalari arasinda kuvvetli bir iliski mevcuttur. Bazi azinliklar asiri yoksulsa ve devletin de yoksullara sagladigi egitim ve saglik imkanlari kötüyse azinliklarin ayirimciligi ve yoksullugu katlanmis olur.
Gelir dagiliminda devletin rolü
Tuhaf olan su ki, bir taraftan yoksullar aleyhine esitsizlik artarken diger taraftan da zenginlerin vergileri düsürülmüstür. Vergide en yüksek dilim Carter zamaninda % 70 ti, Reagan %28’e indirdi, Clinton %40’a çikardi, nihayet Bush zamaninda %35 te karar kilindi. Indirimin istihdam ve tasarrufu tesvik edecegi saniliyordu ama sonuç hiç de öyle olmadi.
Son vergi politikasinin en affedilmez yönü, sermaye kazançlarindan alinan verginin %15 e düsürülmesidir. Bu durumda, gelirinin önemli bir kismini sermaye kazançlarindan elde eden çok zenginlere neredeyse üste para verilecek. Birakin spekülatörleri, yatirimcilarin bile az bir maasla geçinmeye çalisanlardan düsük vergi vermesinin hiçbir mantigi yok. Üstelik sermaye kazançlari gerçeklesinceye kadar yani varliklar elden çikarilincaya kadar vergilendirilmiyor. Özellikle faizlerin yüksek oldugu dönemde bu erteleme epeyce fark yaratir. Neticede çok zenginlere her yönden vergi avantaji sagliyoruz.
Zengin ve süper zenginler kendilerini korumak ve gelirlerini saglama almak için sirketleri kullanmaktadirlar. Sirketler vergilerinin düsük, vergi yasasinin bin bir çesit boslukla dolu olmasi için epeyce gayret etmislerdir. Bazilari bu bosluklari öyle bir kullanirlar ki hiç vergi vermezler. Bosluklar ve özel istisnalar yüzünden 1950’lerde toplam gelirlerde sirketlerin %30 olan vergi payi bugün %9’a düsstür. Ayni sekilde satistan alinan vergi (KDV benzeri) nin payi çok yükselmistir. Fakirler gelirinin en büyük kismini ihtiyaçlarina harcadigi için bir kez daha sistem aleyhlerine islemis olur.
Egitime gelince; iyi bir egitim almak giderek daha fazla oranda kisinin ailesinin  varligina, gelirine ve egitim düzeyine bagli hale gelmistir. Genelde iyi bir üniversiteye gidebilmek için çok iyi bir ilk ve orta ögrenim gerekmektedir. Yoksullarin kaliteli ilk ve orta ögrenimin bedelini ödeme gücü yoktur. Daha önceleri yoksullarin ve zenginlerin çocuklari ayni devlet okullarinda karisik okumaktaydi. Artik iki kesim gerek okullar, gerekse yasanan muhitler açisindan git gide birbirlerinden uzaklasmaktadirlar. Yoksul siniflarda suç ve siddet daha yaygin oldugundan saglik, kisisel gelisme ve egitim basarisi da yetersiz kalir. Varlikli ailelerin çocuklari is hayatina atildiklarinda ailelerinin çevresi ve iliskileri dolayisiyla basari sansi yükselir.
 
Sonuç olarak öyle bir ekonomik ve sosyal sistem yarattik, öyle bir siyaset güttük ki cari esitsizlikler yalnizca devam etmekle kalmayacak, fark git gide açilacaktir. Ekonominin finansallasmasi, yani finans sektörünün milli gelirdeki payinin artmasi da zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapmaktadir.
BÖLÜM 4
Neden Önemli
Esitsizligin büyük oldugu toplumlar uzun vadede ne istikrarli olabilir, ne de sürdürülebilirdir. Bir çikar grubu elinde bütün gücü ve iktidari tutuyorsa tüm toplumun degil, sadece kendi yararina olan politikalari belirlemeyi basarir. Böylece gelirler de dogrudan grubun cebine gider.
Ancak zenginler bir vakumda yasamazlar; konumlarini sürdürmek ve varliklarina varlik katmak için etraflarinda isleyen bir topluma ihtiyaçlari vardir. Yeterince vergi ödemedikleri takdirde basta egitim olmak üzere tüm kamu hizmetleri aksar. Örnegin is yerlerinde çalisacak kalifiye is gücü bulamazlar. Dünyada esitsizligin en yüksek oldugu bölge olan Latin Amerika’da  yasananlar bize örnek olmalidir. Bu ülkelerin çogu on yillarca iç çatismalarla, yüksek suç oranlariyla ve sosyal istikrarsizlikla bogusmustur. Milli birlik yok olmustur.
Istikrarsizlik ve Üretim
FED’in fitilini atesledigi konut sorunu, her seyin yolunda gittigi izlenimini veren bir tüketim furyasi yaratmisti. Ancak bunun geçici bir refah oldugu çabucak anlasilmis, esitsizlik çikan krizde olaganüstü yükselmistir.
Paranin asagidakilerden yukaridakilere aktarilmasi tüketimi azaltir zira yüksek gelire sahip olanlar düsük gelirlilere oranla kazançlarinin çok daha küçük bir kismini tüketime harcarlar,
%15-25 ini tasarruf ederler. Oysa alt gelir gruplari gelirlerinin tamamini harcamak zorundadir. Sonuçta, yatirim ve ihracatta artis olmadigi takdirde ekonomi yavaslar, issizlik artar.
Issizligin müsebbibi toplam talep (tüketicilerden, sirketlerden, devletten, ihracatçilardan gelen ürün ve hizmet taleplerinin tümü) yetersizligidir.  Daha önce de söyledigimiz gibi bugün nüfusun %1’i toplam gelirin %20’sini elde etmektedir. Buradan sadece %5’lik bir miktar orta ve alt gelir guruplarina geçtigi takdirde tüketim % 1 artip, issizlik orani da % 8.3’ten % 6.3’e düsebilir. Bu aktarim ne kadar yüksek  olursa issizlik orani da o ölçüde düsecektir.
Bush zamaninda yapilan vergi indirimleri tüketimi tesvikte ise yaramayinca talebi yükseltmek FED’e düsstür. Esas görevi enflasyonu ve issizligi düsük, büyümeyi yüksek tutmak olan FED tüketimi arttirmak için faiz oranlarini düsürüp bankalara para temin eder. Ancak normalde yatirimi tesvik etmesi gereken bu eylem her zaman öyle sonuç vermez. Teknoloji, konut gibi balonlara da yol açabilir. Balon patladiginda ise durgunluk kaçinilmaz hale gelir.
Esitsizlik düzeyi yüksek demokrasilerde siyaset de dengesiz olabilir ve dengesiz siyasetin dengesiz bir ekonomiyi yönetmesi ölümcül sonuçlar dogurabilir.
 
Görevi küresel ekonomik istikrari korumak olan ancak yoksullara yönelik politikalarini siddetle elestirdigim IMF bile geç de olsa esitsizlik ve yoksullari göz ardi etmesinin yanlisligini itiraf ederek 2011 raporunda söyle demistir:
Görmekteyiz ki uzun dönemli büyüme gelir dagiliminda esitlikle dogrudan alakali. Esitsizlikte azalma ile sürdürülebilir büyüme, elele gidiyor. Nihayetinde istihdam ve esitlik, ekonomik istikrar ve barisin yapi taslaridir. Bu gerçek, IMF’nin politikalarinin ana unsuru olmalidir”.
Yüksek esitsizlik Ekonomide Verimliligi düsürür.
Cari ekonomik anlayis, ekonomik büyümenin motoru olarak özel sektörün rolünü vurgular. Çok basarili, yasamimizi degistiren sirketlerimiz oldugu dogrudur, ancak sahne arkasinda devlet vardir: bu sirketlerin basarisi, hatta tüm ekonomimiz, büyük ölçüde iyi isleyen bir kamu sektörüne baglidir. Dünya yaratici girisimcilerle doludur. Farki yaratan, devlettir.
Her seyden önce hükümet oyunun kurallarini belirler, yasalari uygulatir, toplumun ve ekonominin islerligi için gereken yumusak ve sert altyapiyi saglar. Eger devlet yollari, limanlari, egitimi ve temel arastirmalari temin etmez veya baskalarinin temin edebilecegi ortami saglamazsa normal is dünyasi gelisemez.
Modern bir toplum kolektif eylem gerektirir. Bu yatirimlarin gerçeklestirebilmesi için ülkenin birlikte hareket etmesi lazimdir. Bu yatirimlar özel sektörün kapasitesi dahilinde degildir. Bu alanlarda yetersiz yatirim tüm toplumun aleyhine olur. En degerli varligimiz olan vatandaslarimiza en verimli sekilde islerlik kazandiramayiz.
Rantiyelik ekonomiyi çesitli biçimlerde çarpitir. Eskiden yetenekli gençlerimiz birbirinden farkli mesleklere yönelirdi. Simdi ise bunlarin çogu finans alanina giriyor. Diger sektörler onlara yeterince cazip gelmedigi için toplamda innovasyon azaliyor. Oysa arastirma gelistirmeye yönelseler durumumuz çok daha farkli olurdu.
Rantin ekonomiye / topluma bir bakista fark edilmeyen bedelleri de vardir. GSMH hesaplanirken çevre maliyeti dikkate alinmaz. Kaydedilen büyümenin sürdürülebilir olup olmadigina bakilmaz. Bir dogal kaynak yeryüzüne çikarildiginda eger bu zenginlik toprak üstünde insani veya fiziki sermayeye yatirim maksadiyla kullanilmiyorsa, ülkenin zenginligi azaliyor demektir. Balik stoklarinin veya yeralti sularinin tükenmesinden dogan büyüme de ayni sekilde geçicidir, fakat istatistikçilerimiz bundan hiç söz etmezler. O yüzden GSMH hesaplari gerçegi yansitmamaktadir.
Rantiyeligin bir amacinin da yasa ve yönetmelikleri kendi çikarlarina göre sekillendirmek oldugundan söz etmistik. Bunu yapabilmek için hukukçulara ihtiyaç vardir. Amerika’ya  “%1’in, %1 için, %1 tarafindan yönetimi” diyebilecegimiz gibi “hukukçularin, hukukçular için, hukukçular tarafindan yönetimi” de diyebiliriz. Amerika’nin 44  baskanindan 26’si,    kongrenin %36’si hukuk kökenlidir.
 
Politikamiza yön veren %1 ayni anda hem sahsi hem de toplumsal çikarlari birlikte gözetmemekle kalmaz, dis politikayi da çarpitir. Örnegin Bush’un Irak savasina girme sebebi diktatörün tekini ortadan kaldirmaktan ziyade Irak petrollerinin cazibesi ve Bush yandaslarinin ( baskan yardimcisi Dick Cheney’in Halliburton sirketi dahil) buradan elde edecegi muazzam kârlardi. Savastan en fazla yararlananlar en üsttekiler oldugu halde bedelini en az ödeyen onlardir. Tanimi itibariyle dis politika, ulusal çikarlari ulusal kaynaklarla dengeleme sanatidir. Söz sahibi olan en üst hiç bedel ödemeyince denge ve temkin de uçup gidiyor. Girdigimiz fuzuli maceralarda sirketler ve yükleniciler akil almaz paralar kazaniyorlar.
Alt gelir gurubunun karsi karsiya kaldigi yetersiz beslenme, isini ve evini kaybetme korkusu, emeklilikte geçinme endisesi, çocuklarin egitimi gibi sorunlar is yerinde üretkenligi adamakilli düsürür. Acil ihtiyaçlar için yeterli paraya sahip olmamanin yarattigi stres ögrenmeyi ve dogru kararlar almayi çikmaza sokar, yeni beceriler edinmelerini güçlestirir. Çalistiklari isyerine olan sadakatleri, baskalariyla is birligi yapma ve gelecege yatirim yapma hevesi kaybolur. Bundan da üretkenlik ve neticesinde tüm ekonomi zarar görür. Her sirket bilir ki mutlu is gören, verimli is görendir. Komünist Rusya’da is gören ücretlerinin düsüklügü ekonominin çökmesinde büyük rol oynamisti. Söyle bir söz dolasiyordu ortalikta: “ Onlar bize ücret ödüyormus gibi yapiyorlar, biz de çalisiyor gibi yapiyoruz.”
Ekonomistler “nisbi - göreceli” gelir ile “nisbi yoksunluk” kavramlarindan söz ederler. Bireyin kendini iyi hissetmesi için önemli olan yalnizca bireyin mutlak kazanci degil, baskalarinin kazancina olan orandir. Tüketim yaparken de hep baskalariyla asik atmaya, onlardan geri kalmamaya çalisir. O yüzdendir ki bir çok kisi gelirinin üstünde harcama heveslisidir. Buna erisemeyince de bütün yasama sevinci, kendisinin ve ailesinin gözünde degeri düser.
En üstekiler vergi kanunlarindaki özel maddelerle korunmaktadirlar. Örnegin sermaye kazançlarindan düsük vergi alinmasi, sermaye kazanci teriminin genis bir tanimi olmasi, bireysel ve kurumsal vergilerdeki bosluklar gibi.
Zenginlere taninan vergi kolayliklari bütçe açigini ve ulusal borcu adamakilli yükselttiginden egitim, altyapi ve teknoloji için bütçeden ayrilan pay azalir. Kimse kendi basina basarili olamaz. Gelismekte olan ülkelerde akilli, çaliskan ve dinamik oldugu halde yoksulluktan kurtulamayan pek çok insan vardir. Yeteneksiz veya gayretsiz olduklarindan degil, iyi islemeyen ekonomilerde çalistiklari için. Amerikalilarin hepsi nesiller boyu ülkenin kolektif çabalari sonucu ortaya  çikmis olan fiziki ve kurumsal alt yapidan yararlanirlar. Aci olan, en üst %1 sistemin sagladigi  bu faydalarin en büyük kismini kendi lehlerine çevirmeye kalkismalari ve belki de tüm sisteme zarar vermeleridir. Simdiye kadar sahip oldugumuz ve fair play, firsat esitligi, topluma baglilik gibi erdemleri içeren Amerikan kimligi erozyona ugramaktadir.
 
BÖLÜM 5
Demokrasi Tehlikede
Ülkenin sinirlarinin çözümlenebilmesi için ülkenin birlikte, isbirligi içinde hareket etmesi gerektigini söylemistim. Birlikte hareket etmemizi saglayan resmi kanal ise hükümettir.
Neler yapilmasi gerektigi konusunda görüsler farkli olacaktir. O yüzden kollektif eylem zordur. Çaresi uzlasmaktir. Uzlasma ise güvene dayanir. Bugün bir gurup ödün verir, ertesi yil bir baska. Herkesin adil muamele görecegine ve önerilen önlem ise yaramazsa farkli bir önlem uygulanacagina güvenmesi gerekir. Güven ve isbirligi toplumun her alaninda önemlidir. Aksi takdirde sistemimiz çalismaz.
Tarih boyunca serpilip gelisen ekonomiler hep “sözüm senettir” denen ve el sikismanin kontrat sayildigi ekonomiler olmustur. Sosyal  bilimciler bunu  “sosyal sermaye” diye adlandirirlar. Sosyal sermayesi fazla olan ekonomiler daha üretkendir; tipki beseri ve fiziki sermayesi fazla olanlar gibi. Her an aldatilma korkusu olmayinca sigortalara, karmasik kontratlara, açilan davalara emek ve para harcamaya gerek kalmaz.
Himalayalardaki Bhutan’da ormanlari korumayi ilke kabul eden halk sadece ihtiyaci kadar, belli sayida agaç keser. Ister Bali, ister Atakama çölü olsun karmasik sulama sistemine dayanan toplumlar kanallarini isbirligi içinde korur ve yönetirler. Beri yanda Özbekistan’a gittigimde sosyal sermaye erozyonunun sonuçlarina tanik olmustum. Tarim seralari camsizdi. Zira takilan camlar çaliniyordu.
Sovyetler Birliginin çöküsünden sonra üretimde kaydedilen büyük düsüsün sebebi önce anlasilamamisti. Sonra görüldü ki 74 yillik komünist idare sivil toplum kuruluslarini  baski altinda tutarak sosyal sermayeyi de eritmisti.
Rusya bir zamanlar ki Amerika’nin “Vahsi Batisindan” daha kanunsuz, “Vahsi Dogu” olmustu. Rusya ne planli, ne Pazar ekonomisine sahip, sistemik bir vakum içine girmisti.
Sosyal normlar üzerine yürütülen son arastirmalar göstermektedir ki insanlar baskalarinin da  öyle yaptigina emin olduklari zaman kendileri için yararli fakat baskalari için zararli bir  eylemden kaçiniyorlar. Fakat bunun aksi de dogru. Bu önemli bir noktaya isaret etmektedir. Baskalari yapilmamasi gereken seyleri yapiyorsa, kendileri de kendi olumlu davranislari bir kenara birakip onlara uymaya meyyaldirler.
Siyasette, finans sektöründe ve is yerlerinde sosyal baglarimiz ve güvenimiz yok olmaktadir. Bunun eninde sonunda yaygin etkilerini görecegiz.
Hükümetler ve toplumlar politikalarla, kanunlarla, bütçe tahsisleriyle sosyal sermayeyi güçlendirir veya zayiflatirlar. Esitsizligin kontrolsüz bir sekilde metastaz yapmasina izin vermek suretiyle Amerika sosyal sermayenin çöküsünün, hatta  toplumsal  çatismanin  yolunu açmaktadir.
 
Toplumsal isbirliginin mutlak elzem oldugu arena siyasettir zira herkesi ilgilendiren kolektif kararlar siyasette alinir. Tabi ki yasami organize etmenin baska yollari da vardir. Polis devletleri kurallari koyar, tehdit eder ve itaat etmeyeni cezalandirir. Fakat bu toplumlar iyi islemezler. Kurallari uygulatanlar her an her yerde olamazlar ki itaat edilip edilmedigini görsünler. Üstelik bu kural ve yönetmeliklerin adil olmadigina inaniliyorsa ihlal etmek için halk elinden geleni yapar. Üretkenlik düser, hayat çekilmez olur.
Oysa Demokratik alternatifte bireyler güven içinde, hak ve sorumluluklarinin bilinci ile davranirlar. Siyasi sisteme karsi duyulan hayal kirikligi ve bunun adil olmadigi inanci siyasi sistemin disinda kargasaya yol açar; Wall Street eylemi gibi. Bu sekilde bir eylem siyasi  sistemde reforma yol açtiginda etkileri olumlu olabilir. Ancak siyasi sistem bu reformlara karsi koyarsa toplumda yabancilasma ve ayrisma baslar.
Küresellesme, Esitsizlik ve Demokrasi
Küresellesmenin Amerika’da ve diger ülkelerde elitler tarafindan kendi çikarlarina göre yönetilmesi demokrasinin altini oymustur.
En çarpici örnekler, asiri borçlanmis ülkelerde görülür. Borçlu ülkelerin kendi kaderlerini alacaklilara teslim etmesi küresellesmenin baslamasiyla ortaya çikmamistir. 19. yy da zengin ülkelerin bankalarina borçlanan yoksul ülkeler borçlarini ödeyemeyince askeri darbe veya bombardimana maruz kaliyorlardi. Meksika, Misir, Venezüella bunu yasamisti.
Dünya savasi sonrasinda borçlu ülkeler IMF’yi bilerek kabul ettiler: uluslararasi alacaklilari temsil eden bir kuruma kendi ekonomik egemenliklerini teslim ettiler.
Yoksul ülkelerin bunu yapmasi hadi gene anlasilabilir fakat ileri sanayi ülkelerinde de ayni sey oluyor. Avrupa’da önce Yunanistan, sonra Italya, IMF’nin Avrupa Merkez Bankasi ve Avrupa Komisyonu ile birlikte hareket ederek politikalari dikte etmesine sonra da programin gidisatin gözlemlemesi için teknokrat hükümetler atamasini kabul ettiler. Yunanistan kati kemer sikma programini halkoyuna sunmaya tesebbüs edince Avrupali yetkililer ve bankacilar hop oturup hop kalktilar. Yunan halki teklifi reddederse alacaklilar paralarina kavusamayacaklardi.
Finans piyasalarinin taleplerine boyun egmek yalnizca batmanin esigine gelmis ülkelere mahsus degildir; sermaye piyasalarindan borçlanmak zorunda olan her ülke için geçerlidir. Eger ülke finans piyasalarinin beklentilerini yerine getirmezse reytingleri düsürmekle, paralarini çekmekle, faizleri yükseltmekle tehdit ederler. Tehditler genellikle ise yarar. Finans piyasalari istediklerini elde ederler. Ülkede hür seçimler olabilir fakat seçmenlere de söylendigi gibi, yapacak baska bir sey yoktur.
Finans piyasalarini savunanlar, açik sermaye piyasalarinin bir erdeminin de “disiplin” saglamak oldugunu iddia ederler. Oysa piyasalar kafasina estigi gibi not verir, bir bakarsin A vermis, arkasini dönmüs F vermis. Disiplincidir. Miyopturlar; tüm ülkenin degil finansörlerin çikarlarini gözeten siyasi ve ekonomik masalari vardir. Giris çikis tamamen serbest oldugu için bir gecede tüm parayi ülke disina çikarmakla tehdit ederler, özellikle de kisa vadeli sermaye akisini. Bu tür bir liberalizasyon ülkede ekonomik büyümeyi saglamak bir yana, istikrarsizlik ve esitsizlige yol açar.
 
Aslinda küresellesmenin yarattigi sorunlar çok daha derin, çok daha yaygindir. Dünya çapinda küresellesme uzmani Harvardli Prof. Dani Rodrik’in dedigi gibi ayni anda hem demokrasiyi,  hem ulusal egemenligi, hem de tam ve katiksiz küresellesmeyi yürütmek mümkün degildir.
Siklikla sirketler isteklerini uluslararasi arenayi ve kurumlari kullanarak elde ederler. Dünya Ticaret Örgütü ülkeleri finansal liberalizasyonu kabul etmeleri ve yabanci bankalarin ülkeye girmesine izin vermeleri için zorlamis, ekonomi ve toplum için yararli olacak yönetmelikler çikarmalarini engellemeye çalismistir. Uruguay anlasmasi tüm dünyaya öyle bir telif haklari sözlesmesi empoze etmistir ki, gelismis-gelismemis bütün ülkeler ve küresel bilim bundan zarar görmekte, bilginin serbestçe akisini önleyerek sirketlere tekelcilik  ve  rant  saglamaktadir. Üstelik ülkenin kendi telif haklari rejimini kendi belirleme hakkini elinden almaktadir. Bilginin ilerlemesi ve yayilmasi, arastirma ve innovasyon tesvikleri konusunda ülke kararlarini kendi veremez. DTÖ’nüm taleplerine uygun bir rejim seçmek zorundadir.
Baska örnekler de çok. Amerika, Singapur’un sakiza getirdigi yasagi, Silinin istikrar saglayan sermaye denetimini, bazi ülkelerin gaz yutan Amerikan arabalarinin ithaline getirdigi kisitlamayi engellemek için çok ugrasmistir.
Kisacasi bugünkü sekliyle küresellesme demokrasilerimizde seçme haklarimizi kisitlamakta, ekonomi ve toplum için gerekenleri yapmamizi güçlestirmektedir.
Bu arada Amerika’nin da diger ülkeler üzerinde etkisi git gide azalmaktadir. Yillarca onlara ekonomi, kurumsallasma, demokrasi, mali disiplin ve dengeli bütçe nutuklari çektik, artik inanilirligimizi yitirdik. Parayla siyasetçi satin alinip istenen yasalarin çikarildigi, yoksulu gözetmeyen bir sistem olarak görülüyoruz.
Küresel düzen de degisiyor. Yükselen piyasalar uluslararasi forumlarda söz sahibi olmak istiyorlar. Küresel ekonomik politikayi belirleyen en zengin sanayi ülkelerinin olusturdugu G-8 den G-20 ye geçmek zorunda kaldik. Çin artik ikinci en büyük küresel ekonomi, ikinci en büyük ticaret ekonomisi, en büyük imalat ekonomisi, en büyük tasarruf ülkesi ve küresel gaz salinimina en fazla katki yapan ülkedir.
Küresel ekonomik kurumlarin ve düzenlemelerin yönetisiminde ve ekonomik güç dengesinde degisiklik yapilmasi kaçinilmaz olmustur.
BÖLÜM 7
Herkes için Adalet mi Dediniz?
Esitsizlik Hukukun üstünlügüne Darbe Vuruyor.
Her sabah tüm Amerika’da ögrenciler Amerikan bayragina ve onun temsil ettigi Cumhuriyete, tek ulusa, herkes için özgürlük ve adalete baglilik yemini ederler. Bu yemin Amerikan kimliginin özüdür. Biz hukukun her seyden üstün oldugu, aksi kanitlanincaya kadar bireyin suçsuz oldugu, herkesin kanun önünde esit oldugu bir ülkedeyiz. Simdiye kadar bu ilkeleri baska ülkelere de yaymaya çalistik.
 
“Hiç kimse bir ada degildir” der sarki. Herhangi bir toplumda kisinin her yaptigi baskalarina yarar veya zarar verir. Baskalarini incitenler eylemlerinin sonuçlarina katlanmak zorunda degillerse, incitmemek ya da gerekli önlemleri almak için çaba sarf etme geregi duymayabilirler. Bu yüzden baskalarinin sagligina, mülklerine ve çevreye zarar verilmemesi için yasalar koyuyoruz.
Kisinin yaptiklarinin bedelini ödememesi, örnegin üretimden dogan çevre kirliligi, bir tür sübvansiyondur; emek ve sermayenin bedelini ödememekle es degerdir. Bazi sirketler maliyeti yükselterek istihdami azaltacagi iddiasiyla kirletmenin bedelini ödemek istemezler. Oysa istihdam sorumlulugu onlarda degil, parasal ve mali politikalardadir.
Konut balonunda bankalar egitimsiz, finanstan anlamayan kisileri hedef alarak onlara yüksek faizli, içinde bir sürü ek masraf barindiran mortgage’lar sattilar.
Iflas yasasi bireye yeniden baslamasi için bir firsat vermek amaciyla düzenlenmistir. Bazi kosullarda borçlarin affedilmesi kavrami Incil’e kadar gider.
Hemen hemen her ülkenin bir icra-iflas yasasi vardir. Bu yasalar borçluyu kayiran türden de olabilir, alacakliyi kayiran türden de. Nasil oldugu ve nasil etki yaptigi tabii ki çok önemlidir. Yeni yasalarla bankalara yeni haklar taninmis, borcunu ödeme güçlügü çekenlerin varliklarinin elinden alinmasi kolaylasmistir. Bu da zor durumda olan birçok orta gelirliyi daha güç durumda birakmistir. Finans sektörü burada da hukuku kendi çikarlarina göre yönlendirmeyi becermistir.
Yargilama, maliyeti yüksek bir sistemdir. Bu masraflarin büyüklügü ve kimin üstlenecegi sistemin nasil tasarlandigina baglidir. Masraflari taraflar kendileri ödeyecekse bu haksiz bir sistemdir. Yargi yavas islerse baska bir haksizliktir:
Geciken adalet, adalet degildir. Sirketler her türlü masrafi üstlenecek ve gecikmelerden etkilenmeyecek güce sahip olduklari için sirketlere karsi dava açmak ve sonuç almak adamakilli zordur. Öyle ki Amerikan hukuk sistemi “ Herkes için Adalet” olmaktan çikmis.” Gücü yetene Adalet ” haline gelmistir.
BÖLÜM 
Bütçe Savaslari
Simdi hatirlamasi zor olabilir ama henüz 15 yil kadar önce ülkenin bütçe fazlasi GSMH’nin %2 si kadar büyük bir miktara ulasmis, kontrol edilemeyen bütçe açiklari ülke gündeminin bas kösesine oturmamisti. Bütçe fazlasi o kadar büyüktü ki, Fed Baskani Greenspan tüm ulusal borçlarin ödeneceginden, böylece para politikasini yönetmenin zorlasacagindan endise ediyordu.
Çok vakit geçmeden fazlalik dört faktörün etkisiyle açiga dönüstü. Birincisi, Bush döneminde zenginlere taninan vergi indirimleriydi. Ikincisi, Irak ve Afganistan savaslarinin getirdigi yüktü. Savas sirasinda askeri harcamalar yüz milyarlarca dolar arttirildi, hem de namevcut düsmanlara karsi çalismayan silahlarin yapimi için. Sonunda Amerika’nin askeri harcamalari bütün dünyanin toplam askeri harcamalarinin üstüne çikti.
On binlerce Irakli ve Afgan, binlerce Amerikali genç savaslarda ölür veya sakat kalirken Halliburton gibi ihalesiz mal veya hizmet satan yükleniciler elde ettikleri asiri kârlari koyacak  yer bulamiyorlardi. Tabi bu karlarin bir kismi seçim kampanyalarina bagis olarak geri  dönüyordu.
Bütçe açigini arttiran üçüncü faktör, ulusal saglik sigortasi yasasina konan bir madde ile devletin ilaç satin alirken ilaç sirketleriyle pazarlik etmesinin önlenmesiydi.
Dördüncü ve en önemli faktör büyük krizdi. Bütün krizler gelirleri düsürüp harcamalari arttirir. 2008 krizi de ülkenin mali pozisyonunu ters yüz etmistir.
Bütçe açigina çeki düzen vermek için öncelikle bu meseleler ele alinmali, yani vergiler yükseltilmeli, savaslar bitirilmeli, ilaç pazarligi yapilmali ve en önemlisi istihdam arttirilmalidir.
Bush 2003’de sermaye ve temettü kazançlarinin vergisini %15 ‘e indirtti. Bu oran ücret ve maas gelirlerinden alinan verginin yarisinin da altindadir. Çesitli kiliflar altinda finans sektörünü sübvanse ediyoruz. Artik finans sektörüne bazi vergiler, örnegin mali akit vergisi gibi, döviz  alim satim vergisi gibi vergiler konmasi için artan bir talep var.
Yeni vergiler konmasi basit bir ilkeye dayanir. “Paranin oldugu yere git” Para da ha bire en üste gittiginden, yeni vergiler de oraya getirilmelidir. Iyi tarafi su: zenginler pastadan o kadar büyük pay kapiyor ki onlarin vergisinin birazcik arttirilmasi bütçeye büyük katki yapacaktir.
Bütçe açigini vergilere dokunmadan azaltabilmek ancak harcamalari kismakla, yani devleti küçültmekle mümkündür. Egitim, arastirma ve altyapi ödeneklerini azaltmadan askeri  harcamalar kisitlanmalidir. Egitime ve çevreye yatirim ise kalifiye isgücünü ve teknolojiyi gelistirmek suretiyle yüksek geri dönüs saglayan, açigin kapanmasina katkida bulunan faydali yatirimlardir.
Avrupa Faktörü
Avrupa’daki kriz bir kaza olmamakla birlikte borç, bütçe açigi veya sosyal devlet harcamalari dolayisiyla da ortaya çikmamistir. Sebebi asiri kemer sikma ve hatali para politikalaridir.
Euro ilk piyasaya sürüldügünde akli basinda ekonomistler kuskuyla yaklasmislardi. Genel olarak döviz fiyatlarinda ve faiz oranlarinda oynamalar ekonominin kendini uyarlamasi için elzemdir.
Eger bütün Avrupa ülkeleri ayni sokla sarsilsaydi kambiyo ve faiz oranlarinda tek bir ayarlama herkes için kurtarici olacakti. Fakat farkli ülkeler farkli soklar yasadi.
Euro, iki uyum mekanizmasini ortadan kaldirmis ve yerine bir sey koymamisti. Ortak para fikri politik bir karardi, mali açidan ise yaramadi.
Avrupa’ya söyle bir göz attigimizda en iyi durumda olan ülkelerin Isveç ve Norveç oldugunu görüyoruz. Her ikisi de büyük kamu harcamalari olan sosyal devlet, ancak Euro kullanmiyorlar.
 
Ingiltere de Euro kullanmiyor ancak kemer sikma politikalari izledigi için o da pek iyi durumda degil. Ne yazik ki Kongre üyelerinden çogu Amerika’nin da “kemer sikma ve küçük devlet” rejimi uygulamasini istiyor. Oysa görülmüstür ki vergi ve kamu harcamalarinda artis ekonomiyi  stimüle etmekte, aksi ise daraltmaktadir. Tarihte de bu böyleydi. Resesyonlarin sebebi talepte azalmadir. Hükümet harcamayi azaltinca talep daha da düser, issizlik artar.
Herbert Hoover’in kemer sikmasi 1929’daki borsa çöküsünü büyük buhrana çevirmistir. IMF’nin Dogu Asya ve Latin Amerika’da kemerleri siktirmasi daralmayi krize çevirmisti. Simdi de Ingiltere, Latvia, Yunanistan ve Portekiz’de ayni durumu yasaniyor. Insanlar nedense bir türlü ders almiyor. Aksine kamu harcamalari basarili sonuç veriyor. Büyük buhrandan Amerika’yi kurtaran da o olmustu.
Kamu harcamalari arttikça GSMH katlamali olarak artar. Eger bu harcamalar yapisal reformlar gibi yüksek verimli yatirimlara giderse, katsayi daha da artar. Ancak yapisal reform deyince eskimis ve verimsiz sektörlerden yenilikçi, katma degeri yüksek sektörlere geçis anlasilmalidir, çalisanlarin isine son vermek veya maas / ücretleri düsürmek degil.
BÖLÜM 9
Makroekonomik politika ve Merkez Bankasi
Hersey %1 tarafindan, %1 için
Halkin durumunu hiçbir sey makroekonomi, yani ülkede tam istihdam ve büyüme olup olmadigi kadar etkilemez. Makroekonomik politikalar çöktügünde issizlik ars-i alaya çikar. Bunun da acisini en fazla alttakiler çeker.
Politika belirleyicilerin en önemli sorumlulugu ekonomide istikrari korumaktir.
Verilecek kararlar, yapilacak tercihler karmasiktir; bazi ödünler gerektirir. Enflasyonla issizlik arasindaki tercihte düsük enflasyonun seçilmesi issizligi arttirir, is görenler sikintiya düser. Issizligin önlenmesi ise enflasyonu yükselttigi için faiz geliri olanlarin kazançlarini düsürür. Enflasyon %2’nin altinda tutulmaya çalisilacagina issizlik %5’in altina indirilmeye çalisilsaydi her sey ne kadar farkli olurdu.
Yüksek issizlik orani yalnizca issiz kalanlari etkilemez; ücretlerin düsmesine de yol açarak geri kalan %99’u zor duruma sokar. Merkez bankalarinin para politikalari onlarca yildir acimasizca tek tarafli isliyor: Tam ücretler yükselmeye yüz tutmusken enflasyona odaklanip faizleri yükseltiyor, kredileri daraltiyorlar, issizligi arttiriyorlar.
Her zaman üst %1 in arkasinda olan FED faizler düsük tutulursa borsanin yükselecegini savunuyor. Iyi de borsada hisse senedi sahibi olanlar kimler? Zenginler.
Fed bankalara sifira yakin faizle borç verir. Bankalar da dönüp bu parayla yüksek faizli devlet tahvili alirlar. Böylece oturduklari yerde para kazanirlar.
 
Bankalar ayrica Fed’e de mevduat koyup vergi verenlerin sirtindan o sekilde de faiz kazanirlar. Üstelik bu durum diger kredilerin azalmasina yol açar.
Alisilagelmis düsünce tarzi, merkez bankalarinin bagimsiz olmasi gerektigi yolundadir. Siyasi baskilara maruz kalirlarsa siyasetçiler para politikasini kisa vadede kendi çikarlarina, fakat uzun vadede ülke aleyhine olacak sekilde yönlendirirler. Seçimler öncesinde harcamalar çok artar sonra toparlamasi zor olur.
Oysa Amerika ve Avrupa Merkez Bankalari son krizde dogru bir performans sergilememisler, daha az bagimsiz olan Çin, Brezilya ve Hindistan merkez bankalarindan zayif kalmislardir. Sebebi asikardir: Amerika ve Avrupa merkez bankalarini finans sektörü ele geçirmistir. Bankacilar düsük enflasyon, kuralsiz finans sektörü ve gevsek denetim talep etmisler ve bu taleplerine kavusmuslardir.
Merkez bankasinin siyasi süreçten bagimsiz olmasi isteniyorsa yönetim kurulu genis bir tabani temsil etmelidir; yalnizca finans sektörünü degil. Hatta bazi ülkelerde çikar çatismasi olmasin diye bu sektörden temsilci bulunmasi yasaktir. Akademisyenler, STK ve sendika temsilcileri ne güne duruyor?
BÖLÜM 10
Ileriye Dogru
Baska Bir Dünya Mümkün
Kendimizi aldatmanin geregi yok. Amerika artik firsatlar ülkesi degil.
Neler oldugunu anlamamiz için günümüzün 20’li yas gençlerinin tecellisine bakmak  yeter. Cosku ve hevesle yeni bir hayata baslamalari gerekirken çogu korku ve endise içinde is  arayacak. Is bulacak kadar sanslari yaver gitse bile ücretleri öyle düsük olacak ki aileleriyle yasamaya devam etmek zorunda kalacaklar.
Aileleri deseniz, bir taraftan çocuklari, bir taraftan da kendileri için sikilacaklar ya islerini veya evlerini kaybederlerse, ya pahali tedavi gerektiren bir hastaliga yakalanirlarsa diye. Devlet Saglik Sigortasinda ha bire kisintiya gidiyor.  Sosyal Güvenlik kurumlarinin gelecegi ne olacak?
Oysa baska bir dünya mümkün. Temel degerlerimizle uyumlu, halkin çogu için daha çok firsat, demokrasi, ulusal gelir ve yasam standardi sunan bir toplum olabiliriz. Bizi aksi yöne çeken bazi piyasa güçleri var. Bu güçlere yön verenler ise siyaset, kural ve yönetmelikler, merkez bankasi vb. düzenleme kurumlari.
Amacimiz zengin düsmanligi degil. Amacimiz verimlilik ve adalet. Üsttekilerin bir kismi topluma muazzam katki sagliyor. Ancak çogu gelirlerini ranttan elde ediyor.
Toplumumuza egitim, teknoloji, altyapi yatirimi yapmak ve siradan vatandaslara daha fazla güvence saglamak daha üretken ve dinamik bir ekonomi yaratacak ve bu durum en üst %1’e de fayda saglayacaktir.
 
Büyük buhranin en sikintili döneminde demislerdi ki piyasa güçleri eninde sonunda galip  gelecek ve issizlik sona erecek. Keynes da bu iddiaya söyle cevap vermisti: “Evet, uzun vadede piyasalar düzelebilir fakat uzun vadede ölmüs oluruz.”
Ekonomimize nasil çeki düzen verecegimizi düsünürken GSMH fetisizmine  yenik düsmemeliyiz. GSMH ekonomik performansin iyi bir ölçüsü degildir; halkin çogunun yasam standardindaki degisimleri dogru yansitmadigi gibi büyümenin sürdürülebilir olup olmadigini da söylemez.
Gerçek bir ekonomik reform gündemi ayni anda üretkenligi, adilligi ve firsati içermelidir. Ekonomik sistemimizin ciddi ve yaygin sapkinliklari var fakat asagidaki verilerin yerine getirilmesi büyük fark yaratacaktir.
Rantiyelige azaltip oyun alanini hizaya sokma;
Finans Sektörünü Küçültme
Asiri büyük ve birbiriyle girift finans kurumlarini küçültmek. Kriz durumunda hep bunlarin kurtarilmasina kaynaklar gidiyor.
Bankalari daha saydamlastirmak. Bankalarin çikardigi devlet garantili türev ürünleri Warner Buffet’in deyisiyle “ Kitlesel imha finans silahlari”
Bankalarda ve kredi karti sirketlerinde rekabeti arttirmak. 21.yy’a yakisan elektronik ödeme mekanizmalari kuracak teknolojiye sahibiz fakat türlü biçimde cebimizi oyan çagdisi kart sistemini hala koruyoruz.
Bankalarin nerdeyse zorla kredi vermelerini ve asiri yüksek faiz uygulamalarini zorlastirmak.
Vergi Kaçirma yolunu açan off shore bankaciligini kapatmak.
Daha sert ve etkin biçimde uygulanan rekabet kurallari koymak. Bankacilik rekabetin yetersiz oldugu tek sektör degildir. Ekonomideki sektörlere söyle bir baktigimizda çoguna bir, iki, üç, bilemediniz dört firmanin egemen oldugunu görürüz. Egemen firmalar rekabeti, hatta innovasyonu bastiracak araçlara sahiptir.
Icra-Iflas yasasinda kapsamli bir reform. Her borç alici ile vericinin rizasi ile gerçeklesir. Fakat burada taraflardan biri piyasayi çok daha iyi tanidigi için bilgide ve pazarlik gücünde asimetri dogmustur. Dolayisiyla ortada bir hata varsa sorumlulugun agirligi borç verendedir, borç alanda degil.
Icra yasasinin borçluyu magdur etmeyecek sekilde düzeltilmesi bankalari daha tedbirli davranmaya itecektir.
Devletin ulufe dagitimina son vermek. Ister kamu varliklarinin kiralanmasinda/satisinda, ister satin alma ihalelerinde degerinin çok altinda, adeta adrese teslim muamele de bir tür devletten, daha dogrusu halktan zengine varlik transferidir; kamu yatirimlarina yönlendirilecegine zenginlerin ceplerine yönlendirilmis olur.
Gizli-açik sübvansiyonlara son vermek. Bosluklar, istisnalar, muafiyetler ve tercihler hep vergi yasasina yerlestirilmissirketleri koruyup kollayan ianelerdir.
 
Hukuk reformu, adalete ulasmayi demokratiklestirmek, silahlanma yarisina bir son vermek. Yargi sistemi herkes için esit degil, bazilarina muazzam sans sagliyor. Ancak tüm yapilmasi gerekenleri burada siralamak imkansiz.
Vergi Reformu. Yukarida saydigimiz önlemler kapsamli, adil, açik ve gediklere yer vermeyen bir vergi reformu olmadan yeterince ekonomik verimlilik ve esitlik saglamaz.
Vatandasa Yönelik olarak;
Iyi Egitim Saglamak
Firsat esitligine en fazla katki yapan etken egitim imkanlari esitligidir. Bu konuda devlete çok büyük görev düsmektedir. Siradan Amerikalinin tasarruf yapmasini tesvik etmek.
Zenginler çesitli vergi oyunlariyla kendilerine bir tür tesvik saglamis olurlar. Ücretlilerin böyle bir imkani olmadigindan tasarruf etmeleri de pek mümkün olmaz. Özellikle ilk  defa ev alacaklara özel imkanlar saglanmalidir.
Herkes için Saglik
Saglik sistemimizin sorunu çok para harcamamiz degil, paramizin karsiligini alamayisimiz ve pek çok kimsenin yeterince saglik hizmeti alamamasidir. Sistem, ilaç sirketlerinin esiridir. Bu da esitlige darbe vurmaktadir.
Diger sosyal koruma programlarinin güçlendirilmesi.
Bu kriz issizlik sigortasinin ne denli yetersiz kaldigini kanitlamistir. Krizin derinligine bakilirsa, yakin gelecekte uzun dönemli issiz sayisinda önemli artislar görülecektir.
Küreselligi yumusatmak
Küresellesme bir bütün olarak toplumun yararina da olsa, sirketler ve diger çikar odaklari durumu kendi lehlerine döndürmüslerdir. Üretimi baska ülkeye kaydirma tehdidiyle ücretlerde  ve sosyal haklarda kisintiya gitmek sikça basvurulan bir yöntemdir. Bu kosullar altinda anti küresellesme hareketinin büyümesi, tamamen anlasilabilir bir durumdur.
Küresellesmenin daha dengeli bir hale getirilmesinin çesitli yollari vardir.
Bir çok ülkede sicak paranin bir girip bir çikmasi ülkede yikici etki yapmis, ekonomik ve finansal krizler seklinde ortaligi alt üst etmistir. Özellikle kisa dönemli, spekülatif türde olanlar olmak üzere sinir ötesi sermaye akislarina bir denetim getirilmesi lazimdir. Pek çok ülkede böyle bir kisitlama yalnizca ekonomiyi daha istikrarli hale sokmakla kalmaz, ayni zamanda sermaye piyasalarinin toplumun geri kalaninin üzerindeki agirligini azaltir.
Küresellesmeyi yeniden sekillendirirken yukardan asagiya hepimizin sikintisini çektigi bir yaris gerçeklestigini dikkate almamiz gerekir. Bu yarisi durdurmak için en iyi konumdaki ülke Amerika’dir; tabi eger siyasetçiler izin verirse.
 
Daha iyi isçi haklari ve kosullari, daha iyi finans ve çevre denetimi için mücadele edebilir. Diger ülkeler de ellerinden geleni yaparlar.
Küresellesmenin savunuculari bile küresellesmeyi yumusatmanin kendi çikarlarina oldugunu anlamalidirlar. Zira küresellesme simdiye kadarkinden daha iyi yönetilmedigi takdirde gerçekten korumaciliga dönme riski vardir.
Amerikan sirketlerinin yalnizca ülkeye soktuklari karlar üzerinden vergilendirilmeleri, üretimin yurt disina kaydirilmasini tesvik etmektedir. Bu da küresel ekonomiyi saptirmakta ve sermaye üzerine adil bir vergi konmasini önlemektedir. Onun yerine Amerikan sirketleri nerde üretim yaparlarsa yapsin, Amerika içi satislarindan elde ettikleri kar üzerinden vergilendirmelidir.
Istihdami arttirmak ve korumak
Vatandaslarin refahini ve gelir dagilimini en fazla etkileyen hükümet politikasi tam istihdam saglamak ve sürdürmektir. Bölüm 8’te sözünü ettigimiz dogru tasarimlanmis makro politikalarla ayni anda hem istihdam yaratir, hem de borç ve bütçe açiklarini düsürür, dagilimi iyilestiririz.
Ancak kisa dönemde stabilizasyon için mali politikalar yerine hep para politikalarina daha fazla önem verilir zira degisen kosullara daha hizla uyum saglar. Fakat yönetisimdeki ve geçerli ekonomik modellerdeki yetersizlikler para politikasinin bütünüyle iflasina yok açmistir. Oysa daha hesap verir yapida bir merkez bankasi enflasyona asiri odaklanmaktansa istihdam, büyüme ve mali istikrar dengesi gözeten bir yaklasim sergilemelidir.
Dis Ticaret dengesini düzeltmek;
Amerika’da yerel ürünlere olan talebin bu kadar zayif olmasinin bir nedeni de çok fazla ithalat ( ihracatimizin yarim trilyon dolar üstünde) yapilmasidir. Ihracat nasil istihdam yaratiyorsa ithalat da issizlik dogurur ve biz, yarattigimiz isten fazlasini yok ediyoruz. Uzunca bir süre kamu harcamalariyla bu açik kapatilmisti. Ancak harcamalarin yol açtigi bütçe açigi daha ne süreyle yüksek miktarda borç alinarak kapatilabilir ki? Yüksek geri dönüslü yatirimlar için borçlanmak dogru bir tutumdur fakat bizim yaptigimiz bu degil ki! Gittikçe yaslanan nüfusu da dikkate alirsak gelirimizin ötesinde yasamayi terk edip tasarrufa yönelme vaktinin geldigini görürüz.
Ticaret dengesini düzeltmek küresel perspektiften de önem tasir. Küresel dengesizlik, yani ihracat ile ithalat arasindaki büyük fark ( Amerika’da açik, Çin, Almanya ve Suudi Arabistan’da fazlalik) uzun süredir endise kaynagidir. Piyasalarda dengesizligin sürdürülemeyecegi kanaati hasil olursa döviz kurlarinin aniden degisebileceginden korkulmaktadir.
Ticaret dengesini kurmak çok zordur. Amerika faiz oranlarini rakiplerinin altina indirerek devalüasyona ulasmayi denemis fakat Avrupa daha da baskin çiktigindan dengesizlik devam etmistir.
Döviz kurlari büyük ölçüde sermaye akislari tarafindan belirlenir; sermaye Amerika’da güvenli bir liman buldugu sürece dolar yükselir, ihracat düser, ticaret açigi büyür, istihdam azalir. Iste size serbest sermaye akisinin yarattigi sorunlardan biri.
 
Çalisanlara gelince;
Ekonomimiz büyük bir yapisal degisimden geçiyor. Küresellesme ve teknolojinin getirdigi degisiklikler isgörenlerin sektörler arasi hareketini gerektirmektedir. Piyasalar tek basina bunun üstesinden gelemezler, devletin aktif rol oynamasi kaçinilmazdir. Isgörenlerin kaybettikleri isten baska bir ise geçebilmeleri için her zamanki gibi egitim ve teknolojiye yatirim yapilmasina ihtiyaç vardir. Ancak bunun için de öncelikle transfer edilebilecek baska bir sektör olmasi lazimdir. Finans sitemimizi gelecegin yeni is alanlarini finanse edecek sekilde reforma sokmayi basaramazsak hükümetin devreye girip yeni girisimleri finanse etmesi dogru olacaktir.
Adalet, hakkaniyet ve firsat ilkeleriyle tutarli, halkin tümüne hizmet eder türde bir toplum ve hükümet kendi basina gerçeklesmez. Dikkat edilmezse devletimiz ve kurumlarimiz özel çikarlarin eline geçer. Kimse büyük sirketleri isçilerini istismar ettikleri, çevreyi kirlettikleri veya rekabete aykiri islemler yaptiklari için kapatmayi teklif etmiyor. Çünkü degerli bir hizmet yapiyorlar. Önemli olan sakincalarini tanimak, gerekli kurallari koymak ve tutumlarini degistirmeye zorlamaktir.
En yaygin, ortadan kaldirilmasi en zor esitsizlik kaynaklarindan biri ayrimciliktir. Degisik ülkelerde farkli kiliklara bürünen fakat hemen her yerde cinsiyet ve irk ayirimi mevcuttur. Ayirimcilik temel degerlerimizi, kimlik, vatandaslik ve aidiyet duygularimizi asindirir. O yüzden hem ayirimciligi yasaklayan sert yasalar çikarilmali, hem de zihniyet degisikligi için gerekli önlemler alinmalidir.
Sürdürülebilir ve esitlikçi büyümeyi yeniden teessüs etmek.
Büyümeden herkes otomatikman yararlanmaz fakat büyüme, yoksulluktan ileri gelenler dahil, toplumun pek çok inatçi sorununla mücadele için lazim olan kaynagi saglar. Altyapi, egitim ve teknolojiye yapilacak kamu yatirimlari büyümenin en önemli etkenleridir. Ayrica tüm yatirimlarda isçilik tasarrufundan ziyade (yani isçi çikarmak yerine) kaynak tasarrufuna yöneltilmelidir. Banka faizlerini düsürmek suretiyle tesvik yerine, ki bu makinalasmayi arttirarak daha fazla eleman çikarilmasina yol açar, yalnizca kaynak tasarruf eden ve istihdami arttiran yatirimlara kredi tesviki saglanabilir.
Benim hep vurguladigim sudur; Önemli olan büyüme degil, ne tür büyüme oldugudur. Halkin çogunun durumunun daha da kötülestigi, çevre kalitesinin bozuldugu, vatandaslarin endise ve yabancilasma hissettigi bir büyümeye ihtiyacimiz yok.
Umut Var mi?
Önerdigim ekonomik ve siyasi reformun dayandigi varsayim sudur: Mevcut  esitsizlik durumunda piyasa güçlerinin bir miktar rolü olmakla birlikte piyasa güçleri de neticede siyaset tarafindan yönlendirilmektedir. Tabii ki esitsizligin tamamen ortadan kalkmasi ve herkese tam  bir firsat esitligi saglanmasi mümkün degildir. Ancak alacagimiz önlemlerle her ikisini daha iyi duruma getirmek mümkündür. Soru su. Oraya ulasabilir miyiz?
Her ne kadar kusurlari olsa da demokrasimizde bu reformu gerçeklestirebilecek iki yol mevcuttur:
 
%99’un içindekiler %1 tarafindan aldatildiklarini fark ederler. O yüzde bir ki alternatif bir dünyanin bulunmadigi, %1’in istemedigi bir sey yapildigi takdirde %99 un da zarar görecegi konusunda onlari ikna etmek için uzun ve zorlu ugras verdi simdiye kadar.
2011 de milyonlarca kisi yasadiklari baskici toplumlarda siyasi, ekonomik ve sosyal kosullari protesto etmek için sokaklara döküldü. Misir, Tunus ve Libya’da hükümetler devrildi. Yemen, Bahreyn Suriye’de ayaklanmalar oldu. Bölgenin diger köselerinde egemen aileler klimali saraylarindan endiseyle seyrettiler. Sira onlara mi gelmisti? Endiselenmekte hakliydilar. Bu toplumlarda nüfusun yüzde birden de küçük bir bolümü zenginlikten aslan payini kapar; siyasi  ve ekonomik iktidar onlardadir. Su veya bu sekilde yolsuzluk yasam biçimidir. Tüm halkin yasam kosullarini düzeltecek politikalari önlerler.
Sokaklardaki bu kalabaliklara bakip kendimize bazi sorular sormaliyiz: Bu hareket Amerika’ya ne zaman gelecek? Batinin diger ülkelerine ne zaman gelecek? Bazi bakimlardan ülkemiz bu sorunlu yerlere benzedi; Ufacik bir elit tabakanin çikarlarina hizmet edilen bir ülke.
Bir avantajimiz var: demokraside yasiyoruz. Fakat bu demokrasi git gide vatandaslari temsilden uzaklasiyor. Meclise güven azaliyor. Seçimlerde oy kullananlar azaliyor.
Bu da bizi reformun gerçeklesebilecegi ikinci yola götürür: %1 fark eder ki Amerika’da olanlar birakin degerlerimize aykiri olmayi, %1’in kendi çikarlarina bile aykiridir.
Amerikan halkinin kendine has dehasi “dogru anlasilmis öz çikar”dir. Burada anahtar sözcük “dogru anlasilmis” tir. Herkes dar anlamda öz çikarlarin pesinde kosar. Ben, benim için en iyi olani simdi istiyorum! Dogru anlasilmis öz çikar farkli bir kavramdir. Baskalarinin da öz çikarlarinin, yani ortak öz çikarlarin kollanmasi, kisinin kendi iyiligi için ön kosuldur. Bu kavramin asil veya idealist bir yönü yoktur, aksine Amerikan pragmatizminin simgesidir.
%1, en iyi evlere, en iyi egitime, en iyi doktorlara, en iyi yasam tarzlarina sahip fakat paranin satin alamadigi bir seyleri eksik; kaderlerinin geri kalan %99’un durumuna göbekten bagli oldugunu anlamak. Tarih boyunca yüzde bir bunu eninde sonunda anlamistir. Ancak heyhat, çogunlukla da is isten geçtikten sonra.
Bundan elli yil sonrasinin Amerika’si için önümüzde iki vizyon var: Biri, varlar ve yoklar arasinda bölünmüs bir toplum; Bir tarafta zenginlerin özel sitelerde yasadigi, çocuklarini pahali okullara gönderdigi ve birinci sinif saglik hizmetleri aldigi bir ülke. Öte yanda geri kalaninin güvensizlik içinde yasadigi, olsa olsa vasat bir egitim aldigi, hastalanmamak için dua ettigi bir dünya. En altta topluma küs, umudunu yitirmis milyonlarca genç. Bu resme bir çok gelismekte olan ülkede rastladim. Ekonomistler buna bir isim de takmis: Çifte ekonomi; yan yana yasayan fakat birbirini pek tanimayan, digerinin nasil yasadigini tahayyül bile edemeyen iki toplum. Duvarlarin ha bire yükseldigi, halkin daha da fazla bölündügü bazi ülkeler gibi olacak miyiz, bilmiyorum.  Fakat bu kabusa dogru adim adim ilerledigimiz kesin.
 
Diger vizyonda varsillarla yoksullar arasindaki mesafe daralmis, paylasilan bir kader duygusu hakim, firsat ve hakkaniyete baglilik, “herkes için özgürlük ve adalet” deyimi anlam tasiyor, vatandaslik haklari kadar ekonomik haklari da gözeten “Insan Haklari Evrensel beyannamesi” ciddiye aliniyor.
Ikinci Vizyonun geleneklerimiz ve göreneklerimizle uyusan tek manzara olduguna inaniyorum. Bunda halkin refahi, hatta ekonomik büyümemiz bile daha iyi olacak. Ancak vaktimiz daraliyor, umutlar kayboluyor.

Benzer Kitaplar