Türkiye Cumhuriyeti'nden iki yas gençti. Ömrünü adadigi yazin serüveninde Cumhuriyet'le özdes bir isim oldu. 45 yildir haftanin 6 günü, hiç aksatmadan gazetesindeki kösesinden okurlarina bir "Pencere" açti, fikirlerini o pencereden Türkiye'yle paylasti.
ILHAN SELÇUK: 1925’te Aydin'da dogdu. Çocuklugu subay olan babasinin görevi nedeniyle Anadolu’nun çesitli kentlerinde geçti. Istanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdi, bir süre avukatlik yapti.
Ikinci Dünya Savasi yillarinda, agabeyi Turhan Selçuk'la birlikte 41.5 adli mizah dergisini çikardi. Ardindan Dolmus dergisi geldi. Dolmus, muhalif yaklasimi ile ses getirdi.
Ilhan Selçuk, adi duyulmaya baslandigi bir sirada askere gitti. Askerdeyken 27 Mayis darbesi oldu.
Terhis olup, Istanbul'a döndügünde ne is yapacagina karar vermisti. Gazeteci olacakti... Gazetecilik, ona uzun ve zorlu bir mücadelenin kapisini açti. Ilk isyeri Aksam gazetesiydi. Oradan Tanin, ardindan da sol egilimli Vatan gazetesine geçti.
Taninmaya basladigi dönemde, Nadir Nadi'nin teklifini kabul etti ve sonradan ismiyle özdeslesecek Cumhuriyet gazetesine yazar oldu. Bu dönemde Dogan Avcioglu'nun Yön dergisinde de yazilari yayinlaniyordu.
Çok partili rejime karsi tereddütü vardi
Yön dergisi kapatildi, Dogan Avcioglu Devrim dergisini çikardi. Ilhan Selçuk, Devrim dergisinde yazmayi sürdürdü. Yazilarinda Cumhuriyet devriminin savunuculugunu yapiyor, çok partili rejime karsi tereddütlü bir yaklasim sergiliyordu.
12 Mart muhtirasi verildiginde, Ilhan Selçuk Devrim dergisinden ayrilali çok olmustu. Ancak ama hedef olmaktan kurtulamadi. Ihtilalle yönetime el koymak isteyen cuntanin içinde yer aldigi gerekçesiyle tutuklandi. Erenköy'de dönemin ünlü iskence karargahi Ziverbey Köskü'ne götürüldü. Sol hareketin simge isimleri Ilhami Soysal ve Dogan Avcioglu da köskteydi.
Ziverbey Köskü'nde iskence gördü
Ziverbey Köskü'nde iskence gördü. Iskence altinda oldugunu, 'akrostis yöntemi'ni kullanarak ifadesinin içine gizlice yazdi. Daha sonra yasadiklarindan yola çikarak köskün adini tasiyan bir kitap kaleme aldi. Ziverbey Köskü'ndeki iskenceleri ilk kez detaylariyla anlatti.
"Gözlerim bagli oldugundan hiçbir sey görmüyordum. Ayak bileklerime bir alet geçirilmisti. Bir manivelanin ya da vidanin sikistirildigini duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarimi kipirdatamaz oldum. Bir yag mi sivi mi sürüyorlardi tabanlarima sonra sopa inip kalkmaya basladi. Kendimi aciya katlanabilir sanirdim. Ancak falakanin verdigi aci hiçbir aciyla kiyaslanamaz. Olayin bir de ruhsal yani var ki, bedensel acinin üstüne biniyor. Kendini asagilanmis olarak görüyorsun."
Mahkemedeki savunmasi sirasinda akrostis yöntemini açikladi ve ifadesinin iskence altinda alindigini kanitlamis oldu. Sonunda beraat etti.
Ergenekon sorusturmasinda gözaltina alindi
12 Mart muhtirasindan 9 yil sonra gelecek 12 eylül 1980 darbesinde gözaltina alinmadi. Ama yazilari yüzünden hakkinda birçok dava açildi. Davalar gazetecilik yasaminin bir parçasi haline geldi.
Ilhan Selçuk Cumhuriyet gazetesinde yarim yüzyila yaklasan çalismasi sirasinda zaman zaman mesai arkadaslariyla ters düstü. Ama kösesini yazmayi hiç birakmadi. Uzun süre gazetenin imtiyaz sahibi ve basyazari olarak görevini sürdürdü.
Türkiye onu polislerin arasinda son olarak, 12 Mart'tan 37 yil sonra Ergenekon sorusturmasi kapsaminda sorguya giderken gördü. 1 Mart'ta sabaha karsi 04.30'da evinden alinip yaklasik 40 saat sorgulandi. Sonra yurtdisina çikisina yasak konarak serbest birakildi.
Eserleri : Ilk iki kitabi gittigi yerler üzerine bir incelemedir: Güzel Amerikali (1976), Uzak Komsu Rusyadan Gezi Notlari (1967). Mustafa Kemalin Saati (1969)nde belgesel yazilarini derledi, bir de roman yayinladi: Yüzbasi Selahattinin Romani (iki cilt, 1973/75).
Yeni kitaplari: Sovyetler, Iran, Amerika Izlenimleri (1976), Yeni Kirallar, Yeni Soytarilar (1976), Aglamak ve Gülmek (1982), Düsünüyorum Öyleyse Vurun (1984), Görülmüstür (1986), Ziverbey Köskü (ani, 1987), Japon Gülü (1988).
ERGENEKON MERGENEKON
Yazar, tarihte Ergenekon’un yol gösterici, rehberlik destani olarak anildigini simdi ise Ergenekon destanini geçmisimizden söküp güncel politikanin pisligine, rezilligine, haksizligina, hirsizligina alet etmek için yasadigimiz igrenç tertip olarak yorumlar. Genel olarak AKP, iktidarina ters düsenlerin canina okumak için elinden geleni yaptigini, devlet yetkilerini de bu amaçla kullandigini söyler.
Ergenekon davasindaki belirsizlik ile ilgili iddianamenin bir yildir yapilamadigini, gece yarisi saygin insanlarin evlerinden alinip gözaltina alindigini, dava ile ilgili hazirlanan 2500 sayfayla iddianamenin doldurusa getirildigini, tarihimizde böyle bir davanin baska bir örneginin olmadigini, arka arkaya gelen dalgalarla tutuklanmalarin ve bu davanin nereye kadar gidecegini kestiremedigini bu konuda da endise duydugunu söyler.
Yazar, Ergenekonu üç açidan degerlendirmektedir. Tarihsel – toplumsal açidan iki cephenin hesaplastigi bir süreç olarak yorumlar. Bir yanda Aydinlanmacilar diger yanda da dinciler. Hukuk açisindan bir facia olarak görür. Sorusturmanin yürütülmesinde hukuku çignemek vukuat-i adiyeden saymistir. Siyasal açidan ise yargidaki, üniversitelerdeki, ordudaki tüm Agartaci – Ergenekoncularin kökünü kazimak olarak degerlendirir.
Yazar, güç olarak eskiden Türkiye’de bir NATO - Amerikan gladyosunun oldugunu, simdi ise Islamci gladyo olusturuldugunu söyler. NATO – Amerikan gladyosunda kimi askerlerin etkin olduklarini, bugün ise Islamci gladyoda etkin polisin oldugunu ve Ergenekon Operasyonunda polis, askeri vesayetine almak için mücadele ettigini söyler. Bunu da operasyona demokrasi adini takarak yaptiklarini belirtir. Ergenekon davasini yazar, siyasal bir tertip olarak görür. Saniklar içerisinde suç isleyip islemediklerinin bilinmedigi bazi insanlarin olmasi bu hükmü degistirmeyecegine inanir.
Yazar, Recep Tayyip ERDOGAN’in “Ben Ergenekon’un savcisiyim.” demesini, davanin AK Parti yönetimince tezgâhlandigini, böylelikle hükümetin basinin, devam eden davanin savcisi olan bir ülkede ne demokrasi nede hukukun isleyebilecegini düsünmektedir. Bu konuda meydaninda ikiye ayrildigini söyler. Iktidar medyasi ve Ergenekon’un destekleyicisi rolünde, muhalefetin ise karsit ama çekingen durumda oldugunu söyler. Basbakan Recep Tayyip ERDOGAN’in Ergenekon’da savci rolüne çikmasini ana muhalefet lideri Deniz BAYKAL’in ise “Öyleyse bende avukatiyim.” demesiyle Ergenekon sorusturmasi ve iddianamesiyle siyasal bir kavganin davasina dönüstügünü söyler.
Ergenekon’da hukuk isliyor mu? sorusuna yazar, ceza ve usul yasalarinda sorusturmanin nasil yapilacagi ve iddianamenin nasil hazirlanacagi tek tek ve titizlikle tespit edildigini, Ergenekon’da ise titizligin bir yana birakildigini sorusturmalarda ve ilk iddianamede hukuk ve kanunlarin hiçe sayildigindan bahseder.
Yazar Ergenekon davasini güldürünün en gayri ciddisi olan komedi türü olan vodvile benzetir. Ölenler, hastalananlar, ameliyatlik olanlar ve felç olanlar için bu güldürünün sorusturmasinin bir acimasizlik ve gaddarlik sürecine dogru gittigine kanaat getirir.
Ergenekon davasinda Fethullah GÜLEN ve Tuncay GÜNEY’i tezgâhin önde gelen destekçilerinden olarak görür. Tuncay GÜNEY için Ergenekon iddianamesinin orta diregi Fethullah gibi dinci ve tam bir ruh hastasi olarak adlandirir.
Ergenekon davasinin bu zamana kadar gelmis geçmis tüm cinayetlerin hesabini görmek bahanesiyle icat edildigini, yeni cinayetlerin, kiyimlarin, haksizliklarin kaynagina dönüstügünü söyler. Ergenekon’la AKP’nin, sirayla her seyi kendi kontrolüne aldigini, simdi yargiyi kontrol altina almaya çalistigini, sonradan ise ordunun ve askerin kontrol altina alinacagini düsünür. Yazar bunun sivil darbe oldugunu söyler.
Yazara göre, bu olusumlarin Amerika Devleti’nin tezgâhladigini ve bu isi bir plan dâhilinde Türkiye’ye yakistirdigi Ilimli Islam Devleti Modeli’ni istemeyenlerin bertaraf edilmesi olarak yorumlar. Yani Ergenekon tertibi açik seçik görülüyor ki ülkede “gladyo”yu temizlemek bahanesiyle laik muhalefeti ve askeri tasfiye etmek yolunda bir araç olarak görür.
ABD’nin Ergenekon’a etkisinin polisle oldugunu, Amerika’nin Ergenekon’da Fethullah GÜLEN’i kullandigini ve Emniyet teskilatinda polislerin çogunun Fethullahçi oldugunu iddia eder. Kisaca, F tipi polis olarak tarif eder. Poliste, Fethullahçiligin egemen olmasi poliste dincilik olarak yorumlar. Askeri laik, Atatürkçü, polisi ( F tipi polisi ) dinci olarak adlandirir. Böylelikle devletin iki silahli gücüne birbirine ters ve zit iki ideoloji geçerli oldugunu söyler. Ama Ergenekon basariya ulastigi zaman asker bu iki ideolojiden F tipine uyum saglayacagini düsünür. Bunu milli egemenlik yerine iktidarin, laik düsüncedeki asker yerine dinci düsüncedeki polisin yerlestirilmek istenilmesini dis patentli plan olarak yorumlar. Bu plana göre Ergenekon davasinda elde ciddi deliller olmasa da saniga suç yüklenmek yöntemi uygulandigini, sorusturmada ve iddianamede uygulanan yönteme göre önce bir zanli delilsiz suçlanmakta sonra bu zanliyla su veya bu biçimde irtibati olanlar örgütten sayildigini söyler.
Yazara göre, Ergenekon Terör Örgütü’yle belirli güçler tasfiye edilirse, PKK Terör Örgütü’nü kapsamina alacak bir uzlasmayi, Amerikan Büyük Ortadogu Projesi’ne ( BOP’una ) göre bölgede Ilimli Islam Devleti Modeli’ne ortam hazirlamak, tertibin stratejisi olarak yorumlar. Bu stratejinin yürümesi için Laik Cumhuriyetin Türk Silahli Kuvvetleri’ni Ergenekon Terör Örgütü ile ayni kefeye koyup ordunun gücünü kirarak askerin etkisini pasif hale getirilmesi gerektigini düsünür.
Yazar, ABD’nin hazirlamis oldugu raporunda Ankara’da milliyetçi sivil ya da askeri bir yönetimin olmasi ABD ve Türkiye arasindaki ittifaki tehdit etmeyecegini, açikça Islamci olmus bir Türkiye’nin, Amerika ile isbirligini olumsuz yönde etkileyecegini özellikle Ortadogu’da ABD çikarlarini engelleyecegi düsüncesini mide bulandirici olarak yorumlar. Eger bu böyle olursa F tipi yönetimin altyapisinin hazirlanacagini düsünür.
Ergenekon’da esen havaya göre kazilan kuyulari ve oradan çikan cesetlere bakarak askerin tamamen suçlu, PKK’yi masum mus gibi gösterilmeye çalisilmasini askeri yipratmak olarak degerlendirir.
Ilhan SELÇUK’a göre AKP’nin 1923 Atatürk devrimiyle modernlesen Türkiye’yi bir Islamci düzene sokma düsüncesinde oldugunu, bunu Ergenekon olusumuyla yapmaya çalistigini ve Ergenekon’unda karsi devrimin adi oldugunu düsünür. Said-i Nursi – Fethullah GÜLEN, Naksî Cemaati Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin basina çöktügünü ve Fethullahçilarin devletin tüm kurumlarina sizdiklarini sadece TSK’ya sizamadiklarini düsünür. Hâkim duruma gelmeye çalisan cemaat hakkinda; cemaatin çagdisi bir örgütlenme oldugunu, din bakimindan bile sakincali oldugunu, müritlerin yuttas kisiligini yitirdigini, bir seyh ne derse mürit onu yapacagini, askerden bile daha hiyerarsik oldugunu söyleyerek olumsuz bir durum olacagini düsünür.
Yazar Türkiye’de dört sorundan bahseder. Bunlarin basinda Ergenekon gelir. Ergenekonu; gelmis geçmis tüm terör ve darbelerin suçunu laik Atatürkçü aydinlarina ve örgütlere yükleyerek ülkeyi AKP için dikensiz bir gül bahçesine dönüstürme faaliyeti olarak görür. Böylelikle Ergenekon’la Türkiye’yi güvenilir bir ülkeye dönüstürmek yerine bir korku imparatorlugu ortaya koyularak, laik cumhuriyetin tehlikeye itildigini düsünür.
PKK sorununda; AKP Güneydogu’da Fethullah GÜLEN ile birlikte dincilik yaparak seçim sandiginda PKK’yi yenilgiye ugratmayi planladigini ama yerel seçim sonuçlarina göre bu planin tutmadigini düsünür.
Ekonomik baglamda yazara göre Türkiye en agir ekonomik sorununu yasamaktadir. AKP her alanda beceriksizligini gösterdigini çözüm içinde yetersizligini gösterdigine inanir.
Yolsuzluk konusunda ise hükümet yakinlarinin ve iktidar çevresinin bu yikim sürecinde alabildigine zenginlestigini diger kesimin fakirlesmeye basladigini iddia eder. Yapilan soygunlarin Müslümanlik kisvesi adi altinda yapilmakta oldugunu söyler.
Yazar Ergenekon’da gerçeklesen ve insanlarin hayatlariyla oynayip yasamlarini söndürdügüne inandigi hukuksuzluk, kanunsuzluk, usulsüzlükleri; dünkü yapilan zulümleri ve haksizliklari gündeme getirilerek bugün için kullanilmasini uygun görmez. Geçmiste olanlarin bugünkü hukuksuzluga ve zulme mesruluk kazandirmayacagini dile getirir.
Yazar Ergenekon kapsaminda gömülü silahlar ve mühimmatlar konusunda askeri degil polisi suçlar. Bunu Genelkurmay baskaninin “Bu silahlar bize ait degil, 1988 yilinda MKE Kurumu’nun ürettigi 3300 el bombasinin 300’ü orduya 3000’i ise polise verildi.” demesiyle bu silahlarin ve mühimmatlarin gömülü yerlere polisin biraktigi imasinda bulunarak polisi hedef göstermektedir.
Polisin Ergenekon kapsaminda hâkim güç olmasi, askeri dahi izliyor olmasindan dolayi yazar, Türkiye’de bir Polis Devletinin kuruldugunu iddia eder. Eskiden Türkiye bir Asker Devleti oldugunu söyleyenlerin simdi Polis Devletinden hiç sikâyet etmediklerinden yakinir. Polisin kisa sürede hâkim güç olmasi ve Ergenekon davasinda ipi çeken taraf olmasi yazar, polisi yönlendiren bir gücün varligindan ve bu gücün silsileyle polisten savciya, savcidan yargiya uzanan bir yönlendiricinin oldugunu düsünmesine sebep oldugunu söyler.
Yazar Ergenekon sürecinde çikan islak imzali belgeler ile ilgili; belgelerin AKP – FETO ittifaki olarak TSK’yi bitirmek için düzenlenmis oldugunu ve bu belgelerle ordunun üzerine gidilerek orduyu etkisizlestirmek ve kendi taraflarina çekmek için yapilan belge düzenbazligi olarak görür. AKP – FETO iktidari güdümündeki polis – savci isbirliginden demokratik – sivil – hukuksal sonuç çikmayacagini savunur.
Ergenekon kapsaminda davalarin bitmeyecegini, 1. 2. 3. … dalga seklinde devam ederek tertip oldugunu düsündügü Ergenekon’un ucunun açik oldugunu söyler.
Yazar, tarihte Ergenekon’un yol gösterici, rehberlik destani olarak anildigini simdi ise Ergenekon destanini geçmisimizden söküp güncel politikanin pisligine, rezilligine, haksizligina, hirsizligina alet etmek için yasadigimiz igrenç tertip olarak yorumlar. Genel olarak AKP, iktidarina ters düsenlerin canina okumak için elinden geleni yaptigini, devlet yetkilerini de bu amaçla kullandigini söyler.