ERGENEKON DARBECILERIN SON ÇIRPINISLARI -- MAHIR KANYAK---ÖMER LÜTFÜ METE /PROFIL YAYINCILIK
Fevzi BOZKURT
Bilim
Önsöz
Bugüne kadar Ömer Lütfi Mete ve Mahir Kaynak'la çesitli kereler kitap çalismalari yaptim. Derin Devlet, Dünyayi Kimler Yönetiyor, Gizli Servisler bunlardan birkaçi.
Her iki yazarin birçok kitabini da yayina hazirladim. Hem Mahir Kaynak hem de Ömer Lütfi Mete olaylara farkli perspektiflerden bakan aydinlar. Mahir Kaynak olaylari daha ziyade sistem açisindan inceliyor. Ömer Lütfi Mete her bir iplik tanesini adeta igne deliginden geçiriyor.Böylece okuyucu merak ettigi konulari iki farkli yazarin süzgecinden geçtikten sonra önünde buluyor ve isi daha da kolaylasiyor.
Ergenekon & Darbecilerin Son Çirpinislari kitabi için de bu geçerli. Mahir Kaynak bu operasyonun nasil gerçeklestigini, arkasinda kimler oldugunu uluslararasi sistemi dikkate alarak yapiyor. Operasyonun görünen ya da görünmeyen safhalarini inceliyor.
Ömer Lütfi Mete en ince ayrintiyi bile hesaba katarak Ergenekon'un gerçekten ne anlama geldigini, önemini vurguluyor. Okuyucuyu sasirtacak ayrintilara Özen gösteriyor. Mete bu kitabi yayina hazirladigimiz dönemde, 31 Temmuz 2008 günü Karasu'da bir kalp krizi geçirdi ve çok sükür kitap yayin asamasina geldiginde sagligi yerindeydi.
Ergenekon konusunda birçok kitap nesredildi. Sayisiz makale yayinlandi. Belki çogunda kafaniz karisti ya da anlamadiginiz noktalar oldu.Bu kitap bütün kafa karisikliginizi atacak ve size Ergenekon sürecini, ayni esnada dis politikada neler olup bittigini, AK Parti'ye açilan kapatma davasini, medyanin genel olarak izledigi yolu anlamanizi saglayacak bir rehber niteliginde.
Cem Küçük
Cagaloglu/Agustos 2008
Giris
Hiçbir sey artik eskisi gibi olmayacak." Bu sözü hep duyduk, daha da duyariz. 3 Kasim 1996'da Susurluk kazasi oldugunda duyduk. 1999 Agustosundaki Marmara depreminde duyduk.
Gerçi bu sözü dile getirenler daha ziyade medyadaki bazi halkla kopuk yazar ya da yöneticilerdi. Zaten medyanin da her seyin degisip degismedigini istedigine dair ortada somut bir veri yoktu.
3 Kasim 1996'da Susurluk'ta kaza oldu. Medya olayin üzerine çok gitti ya da gittigin sandik. Ama bir yerlerden sonra olayin izi kesildi. At izi it izine karisinca ne oldugunu anlamadik. Aslinda olay asikârdi. Susurluk hadisesi bir noktadan sonra askerin alanina giriyordu. Ve ne dönemin medyasinda ne de hükümetinde olaylarin üstüne gidecek cesaret vardi.
Ayni dönemde bir de Refah-Yol iktidarinin, ama özellikle Refah Partisinin irticai faaliyetlerin odagi oldugu yönündeki haberler medyada koca sayfalari kapliyordu. Ali Kalkanci -Fadime Sahin hadisesi, sözde geliyorum diyen irtica Susurluk'u ikinci plana itmisti. Dönemin medyasi, sivil toplum kuruluslari, is dünyasi ve tabii ordu isbirligi yapip hükümeti devirince Susurluk'u çözmek baska bahara kalmisti. Belki de hiç çözülemeyecekti.
1999 yilinda yapilan seçimlerden sonra iktidara gelen Milliyetçi Anasol hükümeti döneminde Türkiye en karanlik zamanini yasadi. Bankalar batti, ekonomi neredeyse iflasini verdi ve gecelik borçlanma yüzde yedi binlere kadar çikmisti. Kurtarici olarak Dünya Bankasi'ndan Kemal Dervis Ecevit'in daveti üzerine apar topar Türkiye'ye gelmisti. Bir de bu dönemde meydana gelen Marmara Depremi her seyi daha da kötülestirmisti. Depremden sonra da artik hiçbir seyin eskisi gibi olmayacagi söyleniyordu, ama gene degisen bir sey yoktu.Daha sonra koalisyon ortaklari arasinda çikan anlasmazlikla ve MHP Lideri Devlet Bahçelinin 3 Kasimda seçime gidelim önerisiyle seçimler yapildi. Üç koalisyon ortagi birden barajin altinda kaldi ve AK Parti oylarin yüzde 34'ünü alarak iktidara geldi.
AK Parti hükümeti ilk bes yili çok basarili bir sekilde geçirdi. Avrupa Birligi adina yaptigi reformlar, düzenlemeler, ülkede ekonominin rayina oturmasi sevindiriciydi. AK Parti'ye soguk bakanlarin bir kismi dahi -bunlar is dünyasi, medya ve AK Parti'ye oy vermeyen vatandaslar -artik sempatiyle bakiyorlardi.Ama ülkemizde bürokratik oligarsi denen kesimin AK Parti'ye soguk baktigi ve eninde sonunda zamani geldiginde AK Parti'yi alasagi etmek için her yolu kendisine mubah görecegi çok açikti. Beklenen de oldu.
Önce 2007 Mayis ayinda yapilacak cumhurbaskanligi seçimlerinde kiliçlar kinindan çikarildi ve örtülü ya da soguk mücadele yerini sicak müdahaleye birakti. Abdullah Gül cumhurbaskanligina aday olup Mecliste seçim turlari yapilirken CHP Anayasa Mahkemesi'ne basvurdu. Gerekçesi de cumhurbaskanligi seçiminde Mecliste en az 367 milletvekilinin hazir bulunmasiydi. Hükümetin bu kadar milletvekili yoktu.Kimse bu iddiayi ciddiye almadi, ne anayasanin ilgili maddelerinde ne de içtüzükte böyle bir sey vardi. Ama geçmis cumhurbaskanligi seçimlerini bilenler oldukça temkinliydi.Ayrica CHP'nin cumhurbaskanligi seçimini Anayasaya Mahkemesi'ne götürdügü gün Genelkurmay Baskanligi'nin internet sitesinde bir bildiri yayinlandi. Asker bu iste açikça taraf oldugunu gösterdi. Çok açikti ki, askerin bu bildirisi bir muhtiraydi.
Anayasa Mahkemesi çok kisa sürede kararini aldi ve cumhurbaskanligi seçimleri için Mecliste 367 milletvekilinin hazir bulunmasi sarttir dedi. Hukuk ayaklar altina alinmisti. Herkesin kafasini kurcalayan acaba Anayasa Mahkemesi bu karari alirken Genelkurmay’in e-muhtirasinin üzerlerinde bir baski yaratip yaratmadigiydi. Yarattigi ortadaydi. Tüm bunlar olup biterken DYP ve ANAP'in birleserek seçimlere DP adiyla girecegi söyleniyordu. Anlasilamayan bir baska nokta da cumhurbaskanligi seçimlerinde bu iki partinin niçin oturumlara katilmadigiydi. Üstelik 367 muammasi sürüyordu. ANAP lideri Erkan Mumcu demokrasi havariligi yapiyor, ama niçin meclise girmedigini kimseye açiklayamiyordu. Ayni sey DYP lideri Mehmet Agar için de geçerliydi.
Tüm bu karmasa içerisinde seçimlere alti ay vardi. Ama "Bu meclis cumhurbaskani seçmesin. En kisa zamanda erken seçime gidilsin ve yeni meclis cumhurbaskanini seçsin" gibi görüsler dile getiriliyordu. Basbakan Recep Tayyib Erdogan ve hükümeti erken seçim karari aldi ve seçimler olmasi gerekenden 4 ay öne çekildi. Beklenen isi bilenlerce beklenmeyen DYP-ANAP birlesmesi gerçeklesmedi. ANAP seçimlere bile katilamadi.22 Temmuz seçimleri sonucu AK Parti oylarin yüzde 47'sini alarak herkesi ters köseye yatirdi. Kamuoyu arastirmalarinda AK Parti'nin birinci parti çikacagi kesindi, ama bu kadar oyu Tarhan Erdem disinda tahmin eden çikmamisti.Seçimlerden hemen önce adini DP'ye dönüstüren DYP aldigi yüzde 5'le baraj altinda kaldi ve Mehmet Agar genel baskanlik görevinden istifa etti.Yeni kurulan hükümet derhal cumhurbaskanligi seçimlerini yapti ve Abdullah Gül 11. Cumhurbaskani olarak görevine basladi.
AK Parti hükümeti uzun zamandir gündemi mesgul eden ve herkesin yapilmasi sart dedigi yeni bir anayasa için çalismalar baslatti. Malumu üzerine belli kesimler yine tepki göstermeye basladilar. AK Parti de bu tepkiler üzerine yeni bir anayasa yapma çalismalarina ara verdi.Ama gündemi uzun süredir mesgul eden bir konu daha vardi: Basörtüsü düzenlemesi. MHP bu konu meclise gelirse gerekeni yapariz deyince AK Parti konuyu meclise tasidi. Ve rekor sayilabilecek bir oyla -411- üniversitelerde basörtüsü serbestîsini saglayan yasa meclisten geçmis oldu. CHP bu konuyu derhal anayasa mahkemesine götürdü ve yasanin iptal edilmesini istedi, iste tam bu günlerde Yargitay Bassavcisi Abdurrahman Yalçinkaya AK Parti'nin kapatilmasi için Anayasa Mahkemesi'ne dava açti. Anayasa Mahkemesi henüz basörtüsü konusunu bir karara baglamamisti.
Burada ilginç olan nokta su: Yargitay Bassavcisi Abdurrahman Yalçinkaya Referans gazetesinden Nuray Basaran'e verdigi demeçte kisaca söyle diyordu: "Eger AK Parti basörtüsü düzenlemesi yapmasaydi, bu davayi açmayacaktim."
"Madem bassavci böyle diyor, o zaman niçin Anayasa Mahkemesi'nin basörtüsü düzenlemesiyle ilgili kararini beklemedi de, hemen kapatma davasi açti" fikrini dillendirenler de oldu.Bu haksiz da bir elestiri sayilmazdi. Su artik iyice yolunu buluyordu. Bu mücadelenin görünen bir yüzüydü. Bu oyunun bir de demokrasiye Özlem duyanlar açisindan oynanan bir bölümü vardi.
Ergenekon Süreci Basliyor
Bugüne kadar ülkemizde meydana gelmis tüm darbeler maalesef biraz da siyasilerin vurdumduymazligi ya da korkakligiyla gerçeklesmistir. Nedense ülkemizde belirli konularda -Kibris, AB, terör örgütü PKK gibi- konularda hep askerin dedigi minvalde hareket edilmistir. Siyasiler bu konuda gerekli cesareti gösterememis ya da korkak davranmislardir. 27 Nisan e-muhtirasindan sonra ilk defa Basbakan Recep Tayyib Erdogan askere sesini yükseltti. AK Parti'nin aldigi oyun artmasinin sebeplerinden biri de buydu. Daha önce hiçbir siyasi orduya bu denli sert bir cevap vermemisti. Belki de bugün yasadigimiz ve kimilerine göre cumhuriyet tarihinin en önemli davalarindan biri olan Ergenekon'un fitilini atesleyen bu cesaretti.2007 mayis ayinda Ümraniye'de bulunan el bombalari sonucunda olayin buralara kadar gelecegini ya da büyüyecegini kimse kestirememisti. Savci Zekeriya Öz'ün olayi siki sikiya takip etmesiyle her sey çorap sökügü gibi gelisiyordu. Semdinli olayi, Cumhuriyet gazetesine atilan bombalar, Danistay saldirisi, Hrant Dink cinayeti, Zirve Yayinevi katliaminin perde arkasi yavas aralaniyordu. Önce gözaltilar geldi. Ilk gözaltina alinanlar birkaçi hariç kamuoyunun yakindan tanidigi isimler degillerdi. Sadece Cumhuriyet gazetesi basyazari Ilhan Selçuk, eski Istanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroglu, emekli tuggeneral Veli Küçük, IP Genel Baskani Dogu Perinçek, gazeteci Güler Kömürcü, Emin Gürses taninan kisilerdi. Ama son gözaltilar, özellikle iki emekli Orgeneralin tutuklanmasi herkesi sok etmisti. Bir kisim soktaydi, çünkü bugüne kadar hiç böyle bir sey olmamisti. Bir kisim soktaydi, çünkü onlara göre bu hükümetin laik rejime bir tehdit savurmasiydi.
Tabii ki bu gözaltilar Genelkurmay Baskanliginin onayiyla olmustu. Yoksa iki orgenerali lojmanlardan Genelkurmay’in izni olmadan almak mümkün degildi. Ayrica Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay ve Ankara Ticaret Odasi Baskani Sinan Aygün de gözaltina alinan isimlerdi. Daha sonra Balbay ve Aygün tutuksuz yargilanmak üzere serbest birakildilar.
Hürriyet, Milliyet, Vatan, Cumhuriyet gibi gazeteler Ergenekon olayini görmezden geliyordu. Bunu anlamak mümkün degildi. Laik zümre ise gözaltina alman isimlerden sadece kendisine yakin olanlara ciddi itiraz ediyordu.
Emin Gürses ya da Erol Mütercimlerin gözaltina alinmasi bu medyada pek etki etmiyor, ama Eski Istanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroglu, Cumhuriyet gazetesi basyazari Ilhan Selçuk'un gözaltina alinmalari kiyameti koparmalarina yetiyordu.Uzun süredir speküle edilen ve neredeyse bir yil sonra açiklanan Ergenekon iddianamesi hemen her olay da oldugu gibi kamuoyunu ikiye bölmüstü. Birileri iddianamenin yetersiz oldugunu ileri sürerken, digerleri oldukça saglam oldugunu savunuyordu.
Ne var ki Savcinin iddiasi yenilir yutulur cinsten degildi. Savciya göre Ergenekon diye bir terör örgütü vardi ve bu Örgüt hükümeti devirmek amaciyla adam öldürmek dâhil her türlü illegal faaliyeti göze almisti. Hatta iddianameye göre Cumhuriyet gazetesine bomba atan, Danistay saldirisini düzenleyen, Necip Haplemitoglu'nun öldüren bu örgüttü. Ergenekon Davasiyla ilgili en önemli konulardan biri de 20'ye yakin gizli tanigin olmasi. Bu taniklarin haliyle kim olduklarini bilmiyoruz, ama tanik koruma programina alinmis olmalari ve verecekleri bilgi çok önemli. Bir diger Önemli husus da yakin tarihin birçok karanlik olayinin yavas yavas aralanmaya baslamasi. Susurluk'tan tutun da Özdemir Sabanci cinayetine, Özal'in ölümünden 28 Subat'a hemen her sey iddianamede yer aliyor.
Sayet Cumhuriyet savcilari bazi medya organlarindan korkup bu olayin üzerine cesaretle gitmeseydi, hükümet savcilara destek vermeseydi bu dava bu asamalara kadar gelmezdi.
Belki de ilk kez hükümet, Genelkurmay, Emniyet, Milli Istihbarat Teskilati böyle bir davada ortak hareket ettiler.20 Ekim 2008'de baslayacak ilk durusmayla davaya start verilecek ve inaniyoruz ki yüce adalet en dogru karari verecek. Bundan sonra söz yarginin.
Cem Küçük
Mahir Kaynak
Kapatma davasiyla Ergenekon sorusturmasi birbirinin karsiti olmak bir yana ayni projenin parçalaridir. Bir hareket tasfiye ediliyorsa ona alternatif olacaklarin da tasfiyesi gerekirdi. Burada AKP ile tasfiye edilen hareketin birbirinin ziddi oldugu, bu nedenle alternatif olamayacaklari söylenebilir. Ideolojik açidan dogru olan bu görüs ülkeyi kontrol edebilecek yapilar olarak düsünüldügünde yanlistir.
Birinci Bölüm
Provokasyonlar ve
Psikolojik Savas Yöntemleri
- Son zamanlarda psikolojik savas ve provokasyon kavramlari çok kullaniliyor? *Siz bu iki kavrami nasil tanimliyorsunuz?
Bir takim çevrelerin dünyayi veya bir ülkeyi yönettigini kabul ettigimiz zaman, provokasyon bunlarin metotlarindan bir tanesidir. Provokasyonda önemli olan etki degil, dogacak tepkilerdir. Yani birileri eger tepki üzerine oynuyor ve bekledigi tepkileri almak için hareket ediyorsa bu bir provokasyondur, insanlar genel olarak etkiler üzerinde analiz yaparlar, yani bir insan öldürüldüyse; kim öldürdü, niçin Öldürdü, hangi silahla öldürdü gibi... Hâlbuki esas olan bu Ölümün, bu eylemin yaratacagi tepkilerdir. Amaç zaten o tepkileri yaratmaktir.
Siz etkiler üzerine yogunlasip onun üzerinde ahkam kesmeye basladiginizda, tepki analizini unuttugunuzda, o eylemi yaratanlarin asil amaci hasil olmus demektir. Bir örnek vermek gerekirse, bizim gençlik yillarimizda arada bir Atatürk heykellerine saldirilar olurdu. Çekiçle vurup kirarlardi. Toplum da "Caniler harekete geçti" derdi. Burada asil beklenen, Kemalist, laik kesimin bir tehlike karsisinda toparlanmisidir ve bu bir ciddi provokasyondur.
- Istihbarat alaninda provokasyon nasil yapilir?
Herhangi bir suçu islemek veya bir eylem yapmak niyetinde olmayanlari, önce o suçu islemeye, o eylemi yapmaya ikna eder. Sonra da gidip ihbar edersiniz. Bu yöntem belirli kesimleri tasfiye etmek amaciyla kullanilir. Terim ilk olarak bu tür olaylardan kaynaklanmistir. Birtakim adamlara gidip dersin ki; kardesim gidelim devleti yikalim, burada Islami bir rejim kuralim... Onlarin hiç böyle bir niyeti yoktur. Önderlik edersiniz, sonra da hepsini devlete bildirir, mahkûm edersiniz. Böylece bu insanlari saf disi edersiniz. Provokasyon budur.
- PKK ve Hizbullah'in aslinda devlet kontrolünde oldugu hep söylendi.Buna katiliyormusunuz?
Bazen devletin içerisinde bir grup bunu yapmis olabilir, ama onun devlete atfedilmesi için devletin resmi politikasi olmasi lazim. Devletin içerisindeki bir kisinin yapmis olmasi bu hareketin devlet tarafindan yapildigi anlamini tasimaz.Birileri yapabilir, ama bu hiçbir zaman provokasyon da sayilmaz. Her devletin içerisinde yönetimle ihtilaflari olan devlet yönetimini ele geçirmek isteyen bulunabilir. O zaman bu operasyonu devlet operasyonu telakki edemeyiz. PKK olayinda su söylenir: geçmiste Öcalan bir biçimde devletle ilgiliydi, bu bir kistas degildir. Bir insanin bir ara devletin içerisinde görev yapmis olmasi ki sahsin görev yapip yapmadigini bilmiyoruz- bir kriter degildir. Bu noktada söyle söylemek mümkün: Mustafa Kemal bir Osmanli pasasidir ve Osmanli'yi yikmistir. Yani bir insanin geçmisteki kimligi gelecekteki eylemlerinin teminati degildir.Devlet dedigimiz gücün bu isin içerisinde olmasi lazimdir, ki PKK eylemlerinde bu yoktur, ama Güneydogu Anadolu'daki olaylar için sunu söyleyebiliriz: devletin içerisinde çok farkli kanatlar olustu. Bu farkli kanatlardan PKK'ya asil olarak tavir alanlar, PKK'yi desteklemeseler bile Kürt hareketinin destekçisi konumuna geldiler.
- Var olan, görünen devlet bunu nasil algiliyor?
Olaylari bu sekilde analiz etmiyorlar. Silahli harekete bir isim koymak ve bununla mücadeleyi mesru kilmak son derece kolaydir. Ama öbür türlü analiz yaptiginiz zaman bir sürü yükle karsi karsiya gelirsiniz. Birisi dese ki, "PKK'yi birakin öbür tarafa bakin", adama PKK'li derler ve demislerdir de...
- Provokasyonlardan her zaman beklenilen sonuçlar çikmaz. Neden? Içerideki hiyerarsiden kaynaklaniyor olabilir mi bu?
Elbette. Yöntemler ve kademeler farkli olabilir. Her zaman silahli çatisma olmaz. Toplumda bir haber yayarsiniz, tepkileri ekonomik olabilir, sosyal olabilir, sanat konusunda olabilir... Diyelim ki Türkiye'de özel tesebbüsün gelismesini istiyorsunuz. Sistematik olarak devlet isletmelerinde yolsuzlugun alip basini gittigine dair haberler çikarirsiniz. Bu, insanlarin suur altinda "devlet ekonomik faaliyette bulunursa suiistimal yapar" fikrini yerlestirir ve özellestirme, özel tesebbüsün öne çikarilmasi kolaylasir. Onun için bu provokatif eylemleri tek noktada aramak yanlistir.
- AK Parti cumhuriyet tarihinin en büyük Özellestirmelerini yapti. Acaba burada da böyle bir yöntem kullanildi mi?
Kesinlikle kullanildi, özellestirmelerin temelinde su iddia var: diyorlar ki devlet herhangi bir isi yaptigi zaman verimsiz yapar. Neden oldugunu da bilmiyoruz, ama bu bir kuraldir. Her yerde ayni seyi söylerler. O zaman da, "Mademki devlet bu isi verimsiz yapiyor; orduyu, polisi de özellestirmek dogru olur" yaklasimi insanlara mantikli gelmeye baslar.Amerika'da özel ellerdedir yönetim. Yani devlet özel sektördür esas itibariyle. Bizde de özenilen durum odur... Burada sunu sormak istiyorum: Bu özellestirmelerle ekonomik güç kimin eline geçiyor ve bunun arkasindaki siyasi proje nedir? Özellestirme dendigi zaman, sanki hiçbir siyasi motifi, siyasi hedefi olmayan, sadece para kazanmak için en etkin biçimde çalismak isteyen insanlardan söz ediliyor. O yüzden diyorum ki, Türkiye'nin ekonomik köse baslarini kontrol eden güç hangi siyasal güçle irtibat halinde? Bunlarin siyasi projesi nedir? Ben bu tür sorularin cevaplariyla ilgileniyorum. Bir sirket üçe mi satilmis, ucuza mi satilmis, pahaliya mi satilmis umurumda degil. Kaça satilirsa satilsin! Zaten ben böyle bir ekonomik kalkinma modeline de inanmiyorum. Yok, böyle bir kalkinma modeli...
- Neden yok?
Hemen anlatayim: Iktidarin politikasini bütün olarak algiladigimizda sunu görüyorum: AB'ye girmek istiyorlar. Söyledikleri bir medeniyetin parçasi olmak... Bunlar kesinlikle dogru degil. Herkes Avrupa Birligi'nin zaten olusmayacagini biliyor. Ancak AB'ye girme bahanesiyle devletin elindeki ekonomik imkânlar alinabilirse, bu ayni zamanda Türkiye'deki etkin gücün, yani ordunun siyasi gücünü de önemli ölçüde azaltir. Herkesin zannettigi gibi askerin siyasi gücü silahinda degildir. O ayni zamanda, devlete hükmettiginde tüm ekonomiyi de kontrol altina alabiliyor. Eger bunu kontrol edemezse, silah gücü ne olursa olsun, hiçbir sey yapamaz.
- Hükümet AB sürecini ve o olguyu bir provokasyon araci olarak kullaniyor. Bunun adina provokasyon da diyebiliriz. Siyasi hedeflerine varmak amaciyla bir araç olarak kullaniyor. Diyor ki Türkiye'de egemen bir güç var. Yapacagimiz sey, AB ye giriyoruz bahanesiyle evvela devletin elinden ekonomik gücü almak. Sonra MGK'yi, orduyu hukuki olarak düzenleriz ve Türkiye'de egemen güç degisir. Bu bir ihtilaldir. Iyi ya da kötü anlaminda demiyorum, gözlem olarak söylüyorum. Bir ülkede egemen gücün el degistirmesi ihtilaldir.
* Mesela Amerikan yönetimi Irak'ta provoke mi edildi?
Irak'in kuzeyinde, güneyinde Saddam etkili degildi. Petrol ihracati, BM'nin kontrolündeydi. Çocuklara süt alacak parasi yoktu, açliktan insanlar kinliyordu. Böyle bir ülkeyi isgal etmek için bana bir tek sebep söyleyin. O tarihlerde olayi analiz ederken uzmanlar büyük bir çatisma olacagini, uzun sürecegini söyledi. Ben, "Bu, bitmis bir çatapat operasyonudur" dedim. Bitmis bir isgalin söleni olarak vasiflandirdim ve dogru çikti. Nitekim 21 günde, kazalar da dahil binin altinda zayiatla bir ülke isgal edildi, hiçbir mukavemet olmadi. O zaman sunu söyledim: Irak'in isgali ile Amerika'nin elde edecegi bir tek sey söyleyin bana. iç politikasinda büyük bir yük altina girdi, dünya üzerinde prestijini kaybetti. Irak'taki petrolü zaten Amerika aliyordu. Kuyuyu kontrol etmek için kuyunun basina asker dikmek gerekmez.Yani bu harekâtin esas olarak hedefi Türkiye'deki 15 tane üs ve tesisti. "Kuzey cephesini açacagim" dediler. Dedim ki, "Harekât yok, kuzey cephesi istiyorlar. Olmayan bir harekât için Türkiye'nin her yerini istiyorlar. Hedef Türkiye'dir." Ama planladiklari gibi olmadi.
- Ortadogu provokasyonlar açisindan Ideal bir bölge mi?
Bütün dünya provokasyonlar açisindan idealdir, ama Amerika en Ideali. Amerika en egitimli ülkelerin basinda geliyor, ama buna ragmen provokasyonlara en açik ülke. Çeliski gibi görünüyor, ama bunun egitimle alakasi yoktur. Herkes zannediyor ki egitim, insanlari daha iyi düsünmeye zorlar. Hayir... Sirkteki aslanlar da egitilmistir, ama o sahibinin istedigini yapar, insanlar sirk aslani gibi egitilirler. Siz o zaman reflekslerinizden siyrilir ve bir gücün kontrolüne girersiniz, dünyaya öyle bakarsiniz.
- Bugüne kadar yapilmis en basarili provokasyon sizce hangisidir? Türkiye'de yapilmis en basarili provokasyon 12 Eylül öncesi yapilanlardir. 12 Eylül öncesinde Türkiye'de çatisan taraf yoktu. O tamamen bir operasyondur ve sonradan da gördünüz, solcular dedigimiz kisiler bugün devletin en muteber yerlerindedirler. Eger bu sonuca bakarsak sunu söylemek lazim: Türkiye savasi kaybetti ve teslim oldu, çünkü düsman saydiklarimiz Türkiye'yi yönetiyorlar.
- Dünyada?
Dünyada en önemli provokasyon 11 Eylül'dür. Ayni zamanda Ingiltere'de metro istasyonundaki patlamalar çok iyi bir örnektir. Ingiltere isgalci olmasina ragmen, hem Müslümanlarla arasi çok iyiydi hem de Müslümanlar ona Irak'ta yokmus gibi davraniyorlardi. Metro operasyonu ile ortaya çikti ki; Ingilizler Irak'tadir, Müslümanlarin da düsmanidir ve böylelikle Ingiliz halki da Müslümanlarin "terörist" oldugunu ögrendi. Sik bir operasyondu ve bunun El-kaide tarafindan yapilmasi mümkün degildi. Olsa olsa bunu Amerika yapabilirdi. Yani Amerika, Ingiltere'ye, "Beni yalniz birakiyorsun, bütün faturayi ben ödüyorum, biraz da sen öde" demis olabilir.
- Türkiye'deki siyasetçilerin hamleleri nasil? Provokasyona yol açabilir mi?
Türkiye'de siyaseti sadece siyasetçilerin yaptigini kim söylüyor ki? Türkiye'de en az siyaseti siyasetçiler yaparlar. Ben milletvekillerinin siyaset yaptigina pek sahit olmadim.
- AK Parti'nin provoke olabilecegi en zayif noktasi nedir? Bugün AKP'ye yönelik iki yönden saldiriya geçilebilir. Biri, ekonomik alandaki Özellestirmeler... Yani köse baslarina yeni gelenler büyük elestiri konusu olabilir. Ikincisi de, birileri siyasi ya da ekonomik kriz yaratmak için ekonomiyi dara düsürebilirler.
*Dindarliklari provoke edilebilir mi?
Dindarlik üzerinden yapilacak sey zaten çok ilginç. Öyle bir dindarlik ki bu, küreselcilerle ayni söyleme sahipler. Türkiye'de bir liberal Islam ittifakinin oldugu da görülüyor. Liberallerimizin en hizlilariyla Islamcilarimiz arasinda bir görüs beraberligi hasil oldu ki, bu çok ilginçtir.
- Siz bu isbirligini inandirici buluyor musunuz?
Ben söyle söylüyorum: Islamcilarin aslinda bir dünya görüsü yok. Birilerinden kopya çekiyorlar. Mesela ekonomiye baktiginiz zaman, onlarin ekonomi politikalariyla Kemal Dervis'in ekonomi politikasi arasinda virgül farki bile yok.
- Bizde provokasyonlari önleme ya da organize etme açisindan istihbaratin durumu nedir? Çünkü fatura çogu zaman onlara çikiyor. Türkiye'de bu oyunlari oynayacak bir merci olsa bundan çok mutluluk duyacagim. Hiç degilse Türkiye için bir seyleri düsünüyor, oyun da olsa oynuyor diyecegim. Benim en büyük sikintim, oyun bile oynamadiklari, sadece baskalarinin oynadiklari oyunlarin seyircisi ve aleti haline düsmeleridir. Hani bir gün kötülük de olsa yapabilseler... Kötülükte olsa ellerinden geliyor diyebilecegim... Ama herkes geliyor, Türkiye üzerinde bir operasyonu gerçeklestiriyor.
Ikinci Bölüm
Ergenekon Davasina Nasil Geldik?
- AK Parti'ye açilan kapatma davasini nasil yorumluyorsunuz? Bekliyor muydunuz böyle bir hareket?
Açikçasi bekliyordum. Çünkü bu bir mücadele. Ve bu mücadelede kimin ne söyleyecegi asagi yukari belliydi. Bir taraf bunun halk iradesine karsi bir davranis oldugunu, digeri cumhuriyetin temel ilkelerini korumak için baska çare kalmadigini söyledi, ama is olacagina varacak.
Asil sorunumuz siyaseti ideolojik bir durus, hayatimizi bugüne kadar edindigimiz degerler çerçevesinde yürütmekten ibaret saymamiz. Bir ülkenin içinde, eger baska herhangi bir güç müdahale etmiyorsa, halkin isteklerini yerine getirmek, onlarin istedigi bir düzeni kurmak mümkündür ve iyidir. Ama her ülke, özellikle bizim gibi dünya dengeleri açisindan önemli bir yerde bulunan ülkelerin sadece kendi tercihleri dogrultusunda yasamasi mümkün degildir. Baska bir deyisle yasam biçiminizi belirlemekte dis politika bizi önemli ölçüde sinirlar. Yasam tarzimiz ayni zamanda uluslar arasi politikayi etkiliyorsa en dogal hakkimiz olan degerlerinizi korumamiz mümkün olmaz.
Konumlarimiz arasinda bir benzerlik olmamasina ragmen, sadece dis dinamiklerin bir ülkeyi ne hale getirebilecegini anlatmak amaciyla Irak'i örnek gösterebilirim. Dünyanin en büyük ve kaliteli petrol rezervlerinden birine sahip olmasina ve bunlari kullanarak yüksek bir refah düzeyine gelmesi mümkünken Irak halki hayatta kalabilmekten baska bir sey düsünemiyor. Onu bu duruma düsüren halkin kusurlari degil kendi disinda olusan sartlardir. Dis sartlar iyi degerlendirilmez ve uygun bir tavir sergilenmezse en masum ve dogal istekleri karsilamak mümkün olmadigi gibi can güvenligi bile saglanamaz.
- Türkiye için böyle bir risk var mi?
Hayir, böyle bir risk oldugunu düsünmüyorum. Sadece dis dinamiklerin rolüne isaret etmek istiyorum. Olayi analiz etmek için gelismelerin bir projenin parçasi mi yoksa dogal tepkilerin bir sonucu mu oldugunu bilmek gerekir. Geçmiste dogal tepkilerin sonucu saydigimiz bazi olaylarin bir projenin ürünü oldugunu sonradan anladik. Bir sag sol çatismasi sandigimiz 12 Eylül Öncesindeki çatismalarin darbenin yolunu açmak için tezgâhlandigini ve asil amacin ülkemize yeni bir ekonomik model getirmek oldugunu geç fark ettik.Su anda karsi karsiya oldugumuz bölgesel sorun ABD'nin Ortadogu politikasinda ülkemizin nasil bir rol oynamasini bekledigidir. Bu konudaki tavrimiz siyasal olmaktan çok duygusal ve ilkesel bir nitelige sahip. Yani hakli ile haksiza, bize yakin olanla uzak olana bakarak yönümüzü çiziyoruz ama bu siyasal anlamda güvenilmez bulunuyor.
ülkeyi yönetenlerin söyle bir yol izlemesinin gerektigini düsünüyorum: Önce bölgenin gelecegi ve bu konuda hangi ittifaklari yapacagimiza karar vermeli, bu politikanin uygulanmasi için içerde hangi güçlerin destegini saglamak gerektigini hesap etmeli ve buna uygun bir ideolojik tavir belirlemelidir. Yani basörtüsü ve benzeri konulardaki tavrimiz siyasal hedeflerimizi belirlememeli, öngördügümüz politika bu konuya nasil yaklasacagimizi tayin etmelidir.Olaylara haklilik haksizlik açisindan bakmak, etkiye tepkiyle cevap vermek çikmaz bir sokaktir. Önümüzdeki büyük ufku duygusallikla heba etmemeliyiz.
- Bütün çiktiginiz televizyon programlarinda AKP'yi kapatma davasinin laiklige karsit eylemlerinden dolayi açilmadigini, bunun iyi hazirlanmis bir operasyon oldugunu söylediniz. Gerçegi anlamak için partinin kapatilmasinin hangi sonuçlari doguracagini irdelemek gerekir dediniz. Peki Cumhurbaskanimiz sayin Gül'ün bu davaya dahil edilmesini nasil yorumluyorsunuz?
Sn. Cumhurbaskani Abdullah Gül'ün yasaklilar listesine dahil edilmesi fiili hiçbir sonuç yaratmamasina ve onun konumunu degistirmemesine ragmen magdurlarin en önünde görünmesine neden olacak ve yeni siyasi hareket onun manevi önderliginde olusturulacaktir. Bu nedenle operasyon bir siyasi hareketi degil onun liderini tasfiye etmek amacina yöneliktir ve sonuç olarak hareket ona yöneltilen ve haksiz olduguna inanilan bir eylem nedeniyle ivme kazanacak ama bugüne kadar onu yönlendiren lideri tasfiye edilmis olacagi için ideolojisinde degisme olmayacak ama izledigi politikalar farklilasacaktir.Operasyonun basladigi tarih MHP'nin basörtüsü sorununu gündeme getirdigi ve AKP'yi bu sürece katilmaya zorladigi zamandir. Zaten cumhurbaskanligi seçimindeki tavri da bu politikanin bir parçasidir. Basörtüsü konusundaki aktif tavrina ragmen herhangi bir müeyyideyle karsilasmamasi ve elestirilmemesi ilginçtir.
Olayi önce sebeplerine bakip sonra nasil sonuçlar doguracagini degerlendirirseniz laiklige karsi eylemlerin bu durumu yarattigini düsünürsünüz. Benim metodum farklidir ve önce herhangi bir davranisin hangi sonuçlan doguracagini arastiririm ve bu sonucun kimin tarafindan istenebilecegi sorusuna cevap ararim. Bu nedenle kapatmanin gerçeklesmesi halinde nasil bir sonuçla karsilasacagimizi ve bu sonuca hangi nedenlerle ulasilmak istendigini sorguluyorum.
Parti içindeki kisiler bu sonuçlari istememis olabilir ve süreci üzüntüyle karsilayabilir. Ancak sonuçlar bazi kimselerin elenmesi digerlerinin Önünün açilmasi biçiminde olacaktir. Yeni önderler, büyük bir mücadelenin kahramanlari haline gelecekleri için, parti içinde ve toplumda daha etkili bir konuma gelebilir. Bu nedenle izleyecekleri politikada daha güçlü olmalari beklenir. Darbe sonrasinda olusan siyasi hareketlerin büyük bir ivme kazanmasinin bu durumla çok benzestigine isaret etmek isterim.Bir sorunu cevabini bulmayi da okuyucuya birakiyorum: Sn. Cumhurbaskani Güle neden Gülen cemaatine yakinlik göstermesi gerekçesiyle yasak istenmekte, geçmisteki birçok sözleri gündeme bile getirilmemektedir? Bu sözler bir itham degil bir meraktir.Hayatim ülkemize yönelik tüm operasyonlarin gerçeklestigini görmekle geçti. Hiç degilse bu sefer basarisiz olsunlar diyorum ama çok fazla ümitli degilim.
- AK Parti 'nin kapatilmasini isteyenler nasil bir plan içerisindeydi?
AKP'nin kapatilmasini isteyenler yeni siyasi yapi için de bir senaryo hazirlamislardir. Eger amaç bir darbeyle iktidari devirmek ve yerine baska bir ideolojinin temsilcilerini getirmek olsaydi partinin kapatilmasina gerek yoktu. Senaryonun partinin kapatilmasi, yönetici kadronun degistirilerek yeni bir politikanin, ayni ideolojik çerçeve içinde uygulanmasi olacagi söylenebilir. Bu nedenle darbeci egilimlerin tasfiyesi senaryoya aykiri degildir hatta onun vazgeçilemez bir parçasidir... Ancak hem darbeci egilimlerin tasfiyesi hem de partinin kapatilmamasi siyasi yapinin degistirilmeyecegi anlamini tasir. Bu durumda bile siyasi ittifaklarin yeniden kurulmasi, her partinin içindeki ideolojik tavirlari ayni ama siyasi amaçlan farkli olan kesimlerin ayrismasi beklenir.
Darbeci egilimlerin tasfiyesiyle AKP'nin kapatilma davasinin ayni zamana rastlatilmasi ilginçtir. Bunun taraflarin birbirine düsman olmalarina mi yol açacagi yoksa ortak bir zemine dogru hareket mi edeceklerini zaman gösterecektir.
AKP'nin kapatilmasi halinde yeni senaryoda rol alacaklarin isimleri yazilmaya baslandi. Bu yeni senaryoda rol alacaklarin degil tasfiyesi gerekenlerin listesi olarak da algilanabilir. CHP için öngörülen yeni lider ve kadrosu da bir tasfiye listesi sayilabilir.Olaylar hakkinda kesin bir yargiya varamamanin sikintisini çekiyorum. Yasadigimiz karmasa istikrarsiz bir dönemin isareti olabilecegi gibi yaratilan korku havasinin altinda önceden planlanmis bir projenin uygulandigini ve kisa zamanda sükunetin egemen oldugunu da görebiliriz.Siyasi aktörler söyle bir strateji gelistirebilir: dünyadaki gelismelerin hangi yönde olacagina ve kimin üstün gelecegine karar verir. Ayni öngörüye sahip olanlarin, farkli ideolojik egilimleri olsa bile, kendisiyle çatismayacagini hatta ittifak yapacagini düsünür. Farkli bir dünya projesine inananlarla, kendisiyle birlikte görünseler bile, yollarinin ayrilacagini bilir. Karsi tarafin kendisi için hazirladigi senaryoya, kendisinin ikinci plana düsebilecegi ama kendi tarafinin kazanacagi bir senaryoyla karsilik verir. Rütbesi düser ama ordusu zafer kazanir. Kimin kazanacagini tarihin seyri belirler ve kisi olarak su sorulara cevap aramalidir. Yaratan dünya için nasil bir gelecek öngörmüs olabilir? Eger üstün bir güce inanmiyorsa degisen teknoloji ve bunun yarattigi yeni sartlar nasil davranmamizi gerektiriyor? Aslinda bu iki soru paranin iki yüzü gibidir.
- CHP'nin hem kapatma davasiyla hem de Türkiye ve dünyada meydana gelen olaylarla ilgili rolü hakkinda neler söyleyeceksiniz?
Bir partiye karsitlarinin gözüyle bakarsaniz elestirecek çok sey bulursunuz. CHP bu açidan sanssiz kuruluslardan biri. Çok partili dönemde halkoyuyla iktidara gelememesi ve gelecek için kimsede böyle bir beklentinin olmamasi onun önemsiz gibi görülmesine neden oluyor. Oysa bir ülkenin kaderinde sadece iktidara gelerek etkili olunmaz.Elestiriler degisen sartlara uyum göstermemek, eskide kalmak ve halkla bütünlesmemek olarak siralanabilir. Kimse bunlari yapsaydi ne olurdu sorusunu sormaz.
CHP'yi seçkincilikle suçlayanlar Cumhuriyetin kuruldugu yillarda halkin yüzde sekseninin köylerde yasadigini, sehirlilerin toplam sayisinin üç milyon civarinda oldugunu ve böyle bir yapida seçkinciligin kaçinilmaz oldugunu göz ardi etmemeli. Devrimler bu insanlarin bir bölümünü etkilemis, digerleri degisimi fark bile etmemistir.
Köylerden sehirlere göç edenler kendi degerlerini de tasimis, birbirinden farkli iki kültür yan yana yasamaya baslamistir. Bu sadece kültür farkindan ibaret degildi ve yeni sehirliler hem ekonomik hem de toplumsal statü açisindan geride duruyordu. Sonuç olarak köylüler ve köyden gelenler CHP karsiti siyasal olusumlarda toplandi.
CHP saflarinda gemiyi ilk terk edenler burjuvalar oldu. Baslangiçta rejimin en güçlü savunucusu iken ve 27 Mayis'tan baslayarak tüm darbeleri destekledikten sonra küreselci akimin pesine takilip CHP'yi yalniz biraktilar. Geriye sadece bürokrasi kaldi. Bunlar yönetimdeki mutlak egemenliklerini kaybetmis, toplumsal statüleri erozyona ugramis, gelir düzeyleri göreceli olarak azalmis insanlardan olusuyordu. Bu kitle ülkemizde siyasal düzenlemeler yapmak isteyen dis odaklarin oltasina takilip darbeler yaptilar ama bu odaklar amaçlarina ulasir ulasmaz onlarin yalnizliklariyla bas basa biraktilar.Darbeye maruz kalanlar ise arka plandaki proje sahiplerini bir yana birakti ve oltadaki balik konumundaki bürokrasiyle çatisti. Bugün CHP ve yönetiminin olumlu yani gücünü kaybetmenin hüznünü yasayan kitlelerin darbe heveslilerinin kucagina düsmesini önlemesidir. Iktidarlarin yeni sahipleri kaybeden bürokrasinin yaralarini sarip onlara hak ettikleri degeri verecek yerde zaferlerini onlara karsi kazandiklari intibaini verecek biçimde davrandilar. Bir zamanlar kendilerini küçük gördüklerini düsündükleri bürokrasiyi asagiladilar ve yanlis yaptilar. Bürokrasinin geçmiste yaptigini tekrarlayarak onlari önemsiz saydilar. Oysa halktaki yükselis her ikisini yan yana getirmeliydi ama olmadi.
- Peki CHP neyi savunuyor?
CHP öksüz kalan bürokrasiyi savunuyor ve onlari yeniden uluslararasi bir operasyonun araci olmaktan korudugu sürece son derece degerli bir hizmeti yerine getiriyor.Iktidarla CHP arasinda saygi sinirlarini asan tartismalari üzüntüyle izliyorum.Iktidar tevazünün bir deger oldugunu ve bürokrasiyi hasmi degil kardesi saymasi gerektigini unutmamali ve sadece para kazanmanin degil bürokratik hizmetlerin de insanlarin rahat bir hayat sürmesine ve itibarli olmasina yetecegini göstermelidir. CHP bir grubun husumet yaratma istegini engeller ve bürokrasinin gerekliligini savunursa görevini yapmis olur.
- AKP’NIN kapatilmasi davasi sürerken CHP'nin hesaplarinda usulsüzlük bulunmasi, kapatilmasi istenmese bile mali kayiplarla karsilasmalarinin söz konusu olmasi kamuoyunda çok tartisildi.
MHP stratejisini Erdogan'in tasfiyesi üzerine insa ederken CHP'de böyle bir egilim gözlenmedi. Muhalefetini sertlestiren CHP rakibinin yönetimini degil uygulamalarini ve ideolojisini hedef aldi. Nitekim MHP Erdogan'in fedakârlik yapip çekilmesi halinde karsilastigimiz krizin atlatilacagini ifade ederek hedefini Özet olarak söyledi. CHP ise, seçiminden beri, cumhurbaskanini hedef aliyordu.
- Ara bir soru olarak CHP Avrupali sosyalistlerin ciddi elestirilerine maruz kaldi ve neredeyse ihraci bile gündemdeydi.
Burada söyle bir soru sorulabilirdi: Acaba birileri CHP ve Erdogan yönetimindeki AKP'ni ayni cephede mi görüyordu? Bu ikiliye yönelik uygulamalar karsilikli hamleler mi sayilmaliydi yoksa birbirinin tamamlayicisi miydi? Askerle Erdogan arasindaki iliskiler tarihi bir uzlasmanin isareti miydi yoksa taraflar kisisel sorunlari konusunda mi uzlasma ariyordu? Yipratma kampanyalari birbiriyle ideolojik olarak yan yana olmayan AKP, CHP ve bazi askerlere yönelik olmasi onlarin ortak bir paydalarinin olmasi olarak yorumlanabilir miydi? Bu ortak payda hiçbirinin digerinin ideolojisini benimsemeden ülkenin somut sorunlari etrafinda bir uzlasmasi olarak algilanabilir miydi? Mesela din toplumun vazgeçilmez bir kültür degeri kabul edilirken yakin tarihimizin de hiçbir tarafin reddedemeyecegi bir yeniden var olus oldugu kabul ediliyor muydu?
Bütün bu gelismelerin sinirlarini ülkemizin içine hapsedersek yaniliriz. Dünya tarihinde ender rastlanan bir degisim süreci yasiyoruz. Bu sürecin sonunda bugün önemsedigimiz birçok seyin degersiz olacagini, yepyeni kavramlarla tanisacagimizi söyleyebiliriz. Stratejik dengeler eskisiyle kiyaslanmayacak bir sekil alacak, alternatif enerji kaynaklarina yönelis Ortadogu'yu eski çöl günlerine geri döndüre-bilecek. Ekonomik iliskiler ve onu açiklayan iktisat teorisi köklü degisiklilere ugrayacak, Uzakdogu ucuz üretim üssü ve dünyadaki tasarruflarin kaynagi, küresel sermayenin pinari olmaktan çikarak kendi içine dönecek. Bu degisime ayak uydururken ciddi ekonomik sikintilarla karsilasmasi kaçinilmaz olacak.
Öngörülerimin dogrulugu konusunda iddiali degilim. Ancak Erdogan-Basbug görüsmesini irdelerken petrol fiyatlarindaki spekülatif artislari, bunlarin ekonominin dogal seyrinin sonucu mu yoksa dünyaya yön vermek isteyen güçlerin bir operasyonu mu oldugunu da içine alan büyük bir modelle hareket etmek gerektigini konusunda degismez bir önyargiya sahibim. Gördügüm tabloyu Özetlemem gerekirse Erdogan AKP'si, CHP, askerin komuta kadrosu bir gücün hedefi konumundalar ve hepsinin tek kursunla vurulmasi hedeflenmektedir. Bu analiz dogruysa karsi tarafta kimler oldugunu ve neyi amaçladigini çözmek gerekir.
- Kapatma davasi sürerken bir ara Anayasa Mahkemesi Baskan Vekili Osman Paksüt dinlendigini iddia etti. Bu konuda hangi noktalar üzerinde durmaliyiz?
Bir kisinin esiyle birlikte olduklari bir arabada konustuklarim tespit etmenin kimseye bir faydasi olamaz. Eger gittikleri yerde, bulustuklari kimseyle neler konusuldugunu tespit etmek isteniyorsa bunun arabadan yapilmasindan daha kolay yollari vardir.Eger olay kisinin gidecegi yeri ve kimlerle bulustugunu tespit amaci tasiyan fiziki bir takipse bunun trafikte yaygin olan bir araç türüyle yapilmak yerine kolayca ayirt edilebilen biriyle yapilmasi takibi gerçeklestirenlerin çok acemi oldugu anlamina gelir. Ayrica bu çesit takipler tek araçla yapilmaz ve birkaç araç, takibin sezilmesini önlemek amaciyla, nöbeti digerinden devralarak takibi gerçeklestirir.
Hakimin birçok kisiyle konusmasi ve konusmalarin kapatma davasini da içermesi son derece dogaldir. Ayrica her gün gazetelerde bu konuyla ilgili sayisiz yazi çikiyor ve bunlari hakimlerin görmedigi söylenemez. Bunun hiçbir sakincasi yoktur ve olayin daha iyi anlasilmasina, dogru karar verilmesine yardimci olur. Mahkemeyi etkilemek düsünce beyan ederek yapilmaz. Eger birileri santaj, tehdit ya da menfaat saglayarak karan belirliyorsa mahkemenin etki altinda kaldigi söylenebilir.Eger birileri hakimin egilimini bilmek istiyor ve buna göre bir etkileme yolu tespite çalisiyorsa bunun kisiyi takip, konusmalarini tespitten daha kolay yollari vardir ve çevresi bu konuda bilgi sahibidir.
Eger böyle bir takip gerçeklesmisse bunun hangi kurum tarafindan yapildigi ve kanuni olup olmadigi da tespit edilmelidir. Polis istihbarati suça yöneliktir. Yani takip ettigi kisinin bir suç isledigi konusunda güçlü süpheleri olmasi halinde bunun gerçek olup olmadigini arastirir ve konuyla ilgili delil toplar. Buna karsilik MIT, suç olup olmamasina bakmadan, ülkenin güvenligiyle ilgili saydigi konularda bilgi toplar ve bu amaçla, takip de dahil, her türlü Istihbarat metodunu kullanir. Hak ihlallerini önlemek için her türlü takibin savcinin izniyle yapilmasi gerekir.
Eger bir suç süphesi ya da güvenlik sorunu yoksa ve takip savcinin izni alinmadan yapilmissa bir operasyon söz konusudur ve bu iki farkli odak tarafindan yapilabilir. Birincisi devlet kurumlarindan biri, hukuk disina çikarak, sahip oldugu imkânlari kullanir ya da baska bir güç yargici, daha genel olarak yargiçlari iktidarla karsi karsiya getirmek için böyle bir yol izler.Iktidarlarin devletin gücünü siyasi amaçlari için kullandigi her yerde ve her zaman görülmüstür. Bu nedenle izlenme olayi ortaya çiktiginda ilk akla gelen iktidarin mahkemeyi etkilemek amaciyla devlet kurumlarini kullandigidir. Ancak izlemenin böyle yorumlanacagini bilen birileri bir takip senaryosuyla iktidari töhmet altinda birakmis olabilir. Bu nedenle olayin tüm yönleriyle açiga çikarilmasi sadece takip edildigini düsünenler açisinda degil devlet için de son derece önemlidir.
- Genelkurmay Baskanligi'nin kamuoyunu yönlendirmek amaciyla bir plan yaptigi ileri sürüldü ve bu haber ciddi tartismalara yol açti. Genelkurmayin burada amaci ne olabilir?
Yönlendirme, kim tarafindan yapilirsa yapilsin, toplumun dogal egilimlerini degistirmek amacini tasir.Bu konuda izlenecek iki yol vardir: Ya tüm yönlendirme eylemlerinin önü kesilir ve kamuoyunun hiçbir planli müdahalenin olmadigi sartlar altinda olusmasi saglanir ya da devlet halkini kendi projesi yönünde sartlandirir. Kamuoyunu yönlendirmek isteyen dis odaklar, demokrasi adina, devletin müdahalesine karsi çikarlar. Gerçek demokrasi sadece devlet kaynakli yönlendirmelerin degil dis odakli faaliyetlerin de önlenmesiyle mümkündür. Eger devlet yönlendirmesin diyorsak diger güç odaklarinin benzer faaliyetlerine de izin verilmemelidir.
Türkiye'deki sorun devletin yönlendirmesi degil devletin kim olduguna karar verilmemis olmasidir. Sürekli olarak devlet-millet ayirimi yapanlar gerçekte devlet disi güç odaklarinin Önünü açtiklarinin farkindalar midir bilmiyorum. Eger bu ayirim varsa önce bunun ortadan kaldirilmasi gerekir.Her ülkede devlet halkini yönlendirir ve kimse bundan sikâyet etmez. Ancak devlet içindeki bazi kurumlar ayri bir politika izliyorsa bu devletin içinde bir faklilasma hatta çatisma oldugu anlamina gelir. Bu durumda mücadele disa degil içe yöneliktir.
Genelkurmaya ait oldugu söylenen son projenin TSK'ne yönelik bir operasyon oldugunu düsünüyorum. Ancak gerçek olsaydi bile bazi itirazlarimin oldugunu söylemek isterim. Yönlendirme bir düsüncenin ya da politikanin kamuoyu tarafindan benimsemesi amaciyla yapilir. Bunun için kamuoyunu etkileyen kisi ve kuruluslarin kontrol altina alinmasi yerine onlarin ikna edilmesi en dogru yoldur. Eger bunlari kontrol altina alirsaniz karsi güçler en üst kuruma sizmaya çalisir ve basarili olurlarsa önlerinde hiçbir engel olmadan toplumu istedikleri biçimde yönlendirirler. Bu açidan düsünen, düsünce üreten, yanlisi dogrudan ayiran medya ve aydinlar ülkenin sigortasi niteligindedir ve bunlarin varligina kastedilmemelidir.
Geçmiste bu gibi yönlendirmeler yapildigi için bir odak benzer eylemlerin yapildigini öne sürebiliyor ve bu inandirici olabiliyor. Eger 28 Subat öncesinde bu yola basvurulmasa yani kisi ve kuruluslari yipratmak yerine düsünceler topluma ulastirilsaydi bugün bu operasyonlara maruz kalmazdik. O dönemde operasyon hedeflerinden biriydim ve yapilanlarin sahsima yönelik yanlarindan daha çok bir devlet organin kullandigi metodun ilkelliginden rahatsiz oldum. Insanlara bilinçli bir biçimde iftira atilabiliyor, gizli kalmasi gereken bilgiler medyaya veriliyordu. Bir noktada uzlasmaya varmaliyiz. Ben sadece düsündüklerimi ifade ediyorsam ve bir odagin araci degilsem tartisalim.
Belki de benim söyledigim dogrudur. Bir odagin araci olani kanitlayin ve gerekeni yapin. Kullanilan metodun Ilkesizligi amacin kutsalligina gölge düsürür. Üstelik yipratilan kisinin düsünceleri bugün devletin eylem plani haline gelmisse yanlisligin derecesi daha büyük olur. Düsüncesinin dogrulugundan süphe eden karsi tarafi yok etmeye çalisir.
*Geçtigimiz Haziran ayinda (2008) TÜSÎAD bir toplanti düzenledi. Ekonomi agirlikli konular konusuldu. TÜSIAD'in tespitleri konusunda neler söyleyeceksiniz?
Evet. Hatta orada konusulan konulardan biri de ülkemizde tasarruflarin öngörülen büyüme hizini gerçeklestirecek düzeyde olmamasiydi.Mesela Hindistan'da tasarruf orani yüzde otuz dört iken ülkemizde bu oran bunun yarisi kadardi.Bu saptamanin dogal sonucu halkin tasarruflarini artirmasinin istenmesiydi.Toplantida yapilan ilginç tespitlerden biri gelir düzeyi yüksek ülkelerde, beklenenin aksine, tasarruf oranlarinin düsük, gelirleri fakirlik düzeyinde olanlarin ise yüksek olmasiydi. Geliri az olan çok, çok olan az tasarruf ediyordu. Oysa iktisat teorisi tam tersini, yani gelir arttikça tasarruflarin artacagini söylüyordu. Mesela ABD dünyanin en zengin ülkelerinden biri olmasina ragmen iç tasarruf orani sifira yakindi ve bu iktisat teorisinin öngördügüne aykiriydi.
Biz kendi hayatimizda da benzer bir egilime sahit olduk. 1980'lere kadar tasarruf oranimiz yüzde yirmi besler düzeyinde iken bugün yarisina düstü. Oysa bu dönemde, hele son alti yilda, milli gelirimiz rekor denecek düzeyde artmisti. Ama beklenenin tam tersi olmus ve tasarruf oranimiz ayni hizla gerilemisti.Iktisat politikasina yön verenler bunun halkin davranislarindaki degisime, yani halkin daha çok tüketmek istemesine baglarlar. Çünkü toplam tasarruf bireysel tasarruflarin toplamidir ve toplamdaki azalma bireylerin az tasarruf etmesinden kaynaklanmaktadir.
Yillarca tasarruflarin bireysel olmadigini, bunun Iktisat politikalarinin bir sonucu oldugunu düsündüm. Mesela eger Hindistan dis ticaret fazlasi vermese tasarruflari bu orana çikmazdi ve bizim cari açigimiza tekabül eden krediler tüketimin finansmaninda kullan i Im asaydi tasarruf oranimiz düsmezdi. Çin ve Hindistan gibi ülkeler dis ticaret fazlasi vermezlerse üretim düzeyleri düser ve biz de azalan tasarrufu onlarin gelirlerindeki azalisla izah ederiz.Yani cari açiginizin yatirima gitmeyen kismi kadar tasarrufunuz azalir ve bu bireylerin davranislarinin sonucu degil uygulanan ekonomik politikanin zorunlu kildigi bir durumdur.Teorik tartismalar girmeden sunu söylemek istiyorum: bir ülkede yapilacak tasarruflar ekonominin genel gidisiyle belirlenir ve bireyler bu sonucu zorunlu olarak gerçeklestirirler. Bugün uygulanan ekonomik politikalarla tasarruf artirilamaz ve bireysel davranislar sonucu degistirmez.Ülkemizde uygulanan yüksek faiz, düsük kur politikasi ve ülkemize giren sicak paranin tüketimin finansmaninda kullanilmasi tasarruflarin azalmasiyla sonuçlanir ve bu matematik bir gerçektir. Yani bana göre, iliski bilinenin tersi yöndedir. Önce ekonomi politikasi toplam tasarruflari belirler, sonra halk, istese de istemese de bu miktara ulasir.
- AK Parti Genel Baskan Yardimcisi Dengir Mir Mehmet Firat Atatürk'ün yaptigi devrimlerin toplumda travma yarattigim Ileri sürdü. Bunu nasil analiz etmek gerekir?
Türkiye Cumhuriyetinin kurulusu ve onu Izleyen devrimler kendisiyle karsilastirilanlardan önemli Ölçüde farklidir. Komünist devrimin lideri Lenin özel bir Alman treniyle Leningrad'a, Iran Islam devriminin lideri Humeyni bir Fransiz devlet uçagiyla Tahran'a gelmistir. Oysa Atatürk Anadolu topraklarina bir devlet görevlisi olarak ayak basmis, geçmisinde devlete karsi bir örgütlenme içinde bulunmamis bir kisidir. Ayrica hem Milli Mücadele'nin hem de kurulan devletin yönetim kadrolari Osmanli bürokrasisinin önde gelen kisileridir ve bunlarin devletle bir çatismasi olmamistir. Cumhuriyetle birlikte bir tasfiye hareketine rastlanmaz. Var olan muhalefet düsmanlik boyutuna ulasmaz.
Devrimler önceden planlanarak hayata geçirilmemistir. Bu devrimler kurulan devletin yasamasi için dünya sartlan göz önüne alinarak gerçeklestirilmistir. Yani bir ulus devlet insa etmek dünya sartlarinin geregidir ve bunun adinin Türk devleti olmasi bu ismin en uygun seçenek olmasinin bir sonucudur. Yeni kurulan devlet kendisini herhangi bir irk ile özdeslestirmemi? ve tarihinden gelen, insani inanç ve soyu nedeniyle ayirt etmeme gelenegini sürdürmüstür.Ideolojisi tercihlerini ifade etse bile asil amaci çevresinde büyük güçlerin kontrol ettigi yeni kurulan devletlerin ülke sinirlari içine ideolojik açidan sarkmasini engellemektir. Yani bu devletler araciligiyla büyük güçlerin Türkiye'yi kendilerinin bir uzantisi saymalari engellenmek istenmistir. Yurtta sulh, cihanda sulh çevreyle bir saldirmazlik anlasmasi niteligindedir. Eger bir travma yasanmissa bu halkin yasadigi degil, devleti kuran, tüm yasam biçimlerini degistiren aydin ve bürokratlarin yasadigidir. Yüzde sekseni köylü olan halk bu devrimleri fark etmemis bile olabilir ve alistigi hayati, tüm degerlerini koruyarak sürdürmüstür. Buradan iki sonuç çikariyorum. Birincisi devrimler o günkü dünya sartlarina uymak ve ülkeyi disariya karsi bir zirhla korumak Için yapilmistir. Ikincisi devleti kuran kadro bunun gerekli olduguna inanmistir.
*Yani?
Türkiye tek kisinin kurdugu bir devlet degildir. O bir kadro ve onu destekleyen halkin yasama azmini temsil eder: Atatürk bu görev için seçilen ve seçimin çok isabetli oldugu müstesna bir sahsiyettir. Bu nedenle ona karsi çikmak devleti kuran ve onun yasamaya devam etmesini saglamak için gereken düzenlemeleri yapan, önderlerinin Atatürk oldugu ama hiçbirin degersiz sayilamayacagi bir kadroyu reddetmek anlamina gelir.Devletimizi kuran inanç ve ruhtur ve onu bu yasatacaktir. Ideolojiler zamanla degisebilir. Ancak yenilikler eskilerin yanlis yaptigi anlamina gelmez. Yapilanlar en dogru olandi ve ayni seyleri yaparak degil ayni derecede dogru olani yapabilirsek geçmisimize layik olabiliriz.Dogdugu ve çocuklugunu geçirdigi sehrin sinirlarin disinda olmasi bir travmadir. Ama burayi ele geçirmek için pazarlik yapmamak ve yaratacagi tehlikeyi göze almamak fedakârliktir. Benim için önemli olan devletimizi kuran ruhtur ve onu temsil eden herkese saygi ve sevgi duyarim.
.•Kürt meselesine hangi durumdayiz? Bugüne kadar izlenen politikalar için neler söyleyeceksiniz?
Kürt sorununu sadece ayrilikçi bir hareket olarak görmeyip temeldeki aksakliklari gidermek için bir firsat saysaydik bugün bizi her yönden baglayan bir sorunla karsilasmazdik. Üstelik ödedigimiz bedeller hem bölge hem de ülkemiz açisindan büyük bir siçramayi gerçeklestirmek için kullanilabilirdi.Geçmisi elestirmek kaybedilenleri geriye getirmez ama bizi yeni yanlisliklar yapmaktan alikoyabilir. Bugün yasadigimiz süreç bir hesaplasma firsati sayilmamali, var olan dinamikler kendi içimizde bir çatisma sebebi olmaktan çikarilip ayni yönde ve ülkenin gelecegini insa etmek için kullanilmalidir.Ulusalci cephe sorunu ideolojiye indirgeyerek ciddi bir hata yapmaktadir. Eger bu hareketi yöneten bir lider olsaydim bugün yönetimde olmanin ülkenin çikarlarina ters düsecegini görür ve düsüncelerimden vazgeçmeden sadece ülkenin ihtiyaç halinde kullanabilecegi bir yedek güç konumunda olmayi seçerdim. Çünkü ulusalci bir iktidar ayrilikçi egilimleri körüklemek için kullanilabilir ve bizim ulusalciligimiz baska bir ulusalcilik için bir gerekçe haline gelebilirdi.
- Siz iktidarda olsaydiniz ne yapardiniz?
Eger iktidarda olsaydim ulusalci cepheyi hasim saymadigimi, iki tarafin farkli olmasinin bir zaaf olmadigini, farkli bir konjonktürde Ön planda olmalarinin gerekecegini düsünürdüm.Ne zaman ülkeyi yönetenlerin yerinde olsam ne yaparim diye düsünsem somut bir kisilik olmaktan çikip soyut bir varliga dönüstügümü görürüm. Artik beni sinirlayan hiçbir önyargim kalmaz ama kisiliksiz bir siyasetçinin ülkeyi yönetmeyecegini bildigim için farkli bir politika izlemek zorunda kaldigim zaman görevi diger bir aktöre birakmayi düsünürüm. Yani ülkeyi yönetenle yedekte bekleyenin tek vücutta iki ruh gibi olmasi gerektigini hayal ederim.
Siyasetçilerin yadirgadigim yani basariya odaklanmis olmalari. Siyaseti ticaret gibi algiliyor ve nasil tüccar çok para kazandigi zaman dogru yaptigini düsünüyorsa o da kendisini ön plana çikaran, partisini iktidar yapan eylemlerin dogru oldugunu saniyor. Oysa siyasetçi digerlerinden farkli olarak kazanan degil kazandiran olmalidir. En büyük siyasetçi Özel hayati bir harabeye dönüsen ama arkasinda güçlü bir düsünce, bu düsünceyi temsil eden ve uygulamaya koyan bir ülke birakandir.
Her ülkenin degerinin bir sinin vardir. ABD’NIN siniri Irak'taki masum insanlarin maruz kaldigi acimasizlik, bizim sinirimiz ülkemizi kurtarmak için yaptigimizi söyledigimiz kanunsuzluklar, yolsuzluklar, parayi en büyük deger yapan anlayisimizdir. Bir ülkenin var olmaya devam etmesi için onun insanlik açisindan üstün degerlere sahip olmasi, mutlulugunu güzelliklerde arayan bir halk yaratabilmesidir. Insanlik bunu ariyor ve bulanlar mutlaka misyonlarini sürdürmek imkânina sahip olacaktir.
Üçüncü Bölüm
Ergenekon'un Ayak Izleri
- 2007yilinda Ümraniye'de bulunan bombalarla baslayan Ergenekon davasini nasil okumak gerekir?
ileride küresel sermaye Türkiye'de etkinligini kaybederse mevcut olan hükümeti bir darbeyle devirirler, ondan sonra da darbenin karsisina özgürlük ve hürriyet diye çikariz. Ve bu darbecileri özgürlük adina tasfiye ederiz. Iste o asama nihai asamadir. Sonra bu çagda darbe olur mu denecek, demokrasi denecek. Ardindan gelecek olan hükümet küresel sermayenin kontrolünde olacak.Bu süreci bir yerlerinden kesmek lazim. Darbe sonrasini engellemek için darbeyi engelliyorlar. Ergenekon dediginiz böyle bir olaydir.
- Darbe günlükleri için ne diyeceksiniz? O günlüklerde dile getirilen darbe tesebbüsleri var?
Darbe tesebbüslerinde kullanilan kod adlarini merak ediyorum. Darbe gibi sert eylemleri Içeren bir süreçte neden Sarikiz ya da Ayisigi gibi romantik adlar kullanildi? Bu bilmecenin birçok cevabi olabilir ama ben kendi çözümümden söz edecegim. Darbeden sonra yönetime askerler gelmeyecek, daha yumusak bir görüntü vermek için belki de bir kadin yönetici tercih edilecekti. Ergenekon Örgütünün Asena ismini tercih etmesinin daha uygun olacagini düsünenler olabilir ama bu durumda baska bir siyasi hareket akla gelebilirdi.Anladigim kadariyla uygulanan politikalardan endise duyan ya da bunu bahane edenler kurtulusu darbe yapmakta bulmuslar. Ancak TSK kendi içinde bu egilimleri bertaraf etmis ve taraftarlarini emekliye ayirmistir. Bu, daha iyisi olmayan bir çözümdü.
Simdi neden böyle düsünenlerin, hatta bunu bir teklif haline getirenlerin cezalandirilmadigi soruluyor. Böyle bir tavir benimsenirse ülke sürekli bunalimlar yasar. Ayrica bunu söyleyenler gerçeklesmeyen düsünce ve teklifleri nedeniyle cezalandirilirlara hayatlarinin hapishanede geçecegini hesaba katmalidir.Darbe karsitlarinin önemli bir bölümünün geçmisteki darbelerde sessiz kaldiklari hatta destekledikleri de biliniyor. Ayrica kurtulusu darbede bulanlarin önemli bir bölümü de geçmiste ordunun eylemlerini sert biçimde elestiriyor, mesela Kibris'in isgal edildigini söylüyordu.
- Darbeyi asil anlamiyla nasil yorumluyorsunuz?
Darbe bir amaca ulasmak için basvurulan bir metottur. Sadece metodu tartismak, amaçtan hiç söz etmemek olayin nispeten önemsiz bir yaniyla ugrasmak ama asil sorunu göz ardi etmek anlamini tasir. Darbe sonunda kurulacak rejimin ideolojisi de amaci ifadede yetersiz kalir. Her darbe dis politikada, ekonomide, bölgesel sorunlarin çözümünde radikal degisiklikler yaratir ve asil tartisilmasi gereken budur. Buradan su sonuca da varilabilir; Insanlar eger varilacak hedefi destekliyorsa darbeci ya da darbe karsiti olabilirler. Ayrica su sorunun da cevaplandirilmasi gerekir: kisiler farkli tavirlar sergilerken bu düsüncelerinin degistigi anlamina mi gelir yoksa bagli olduklari gücün siyasi hesaplarina mi hizmet ederler?
Eger insanlar metoda itiraz ediyor, varilacak sonuçla ilgilenmiyorsa herhangi bir cephede yer almalari ilkeli olmalarinin sonucu degildir. Baska bir dönemde farkli bir tavir sergileyebilir ve amaci ön plana çikarabilirler. Ayrica genellikle savasanlar bedel öder, savastan sonra orduya katilanlar el üstünde tutulurlar. Çünkü savas geride kalmistir ve gelecegi savasanlarla degil sonradan katilanlarla olusturmak tercih edilir.
TSK’nin darbeye geçit vermemesini sadece metot degil ulasilacak sonuçlarin engellenmesi açisindan da takdir ediyorum. Bunu gerçeklestirenlerin hedef tahtasinin bir yerine ilistirilmesi, yani ordunun darbeci ilan edilmesi ve süreçte hiç katkisi olmayanlarin kahraman haline getirilmesi yaralarimi deprestiriyor ve üzülüyorum.
- Gözaltina alinan isimler için ne diyorsunuz? Haklarinda agir ithamlar var.
Bu isimler olasi bir darbede görev alabilecek insanlar. Ama bu isimler için istenilen cezalar çok önemli degil. Geçmiste bu tür çok olay vardir. Idam istenilip hiç ceza almadan sonuçlanan davalar var. Bu tür davalarda istenilen cezalarla verilen cezalar ayni degildir. Bu sadece bir bastirma hareketidir.
- Savcinin yazdigi iddianame ve suçlamalar hakkinda yorumunuz nedir?
Iddianamenin içerigi degil niteligi açiklandi. Olayin hukuki boyutu mahkemelerin yetkisindedir ve bu konuda herhangi bir yorum yapmayacagim. Ancak basindan beri bu gelismelerin operasyon boyutunun olup olmadigini, varsa ne olabilecegini düsünüyorum.
Suçlanan kisilerin siyasi bir hedefleri olmasi dogaldir. Bu hedefin iktidarin politikalarinin reddi istikametinde olmasi da yadirganamaz. Ancak yaratilan muhalefetin ülkenin somut sorunlariyla ilgili olmamasi, yani ekonomi, dis politika, Güneydogu sorunu gibi konulara agirlik vermeden sadece ideolojik alana sikistirilmasi dikkat çekiciydi. Onlara göre iktidar devletin kurulus felsefesine aykiri davraniyor ve rejimi kendi ideolojisi yönünde yeniden sekillendirmeye çalisiyordu. Hareketi destekledigi gözlenen televizyon kanali sert bir üslupla bu görüsün mücadelesini yapiyor, daha dogrusu kavga ediyordu.Uygulanan modeli söyle tasarladim. Iktidar karsiti siyasi bir hareket yaratmak isteyenler hareketin liderleri konumunda olacaklar ama alt kademede ayni yönde eylemler gerçeklestirilecek ve bu eylemler toplumda güvensizlik yaratacak, kaygiya neden olacak türden olacakti. Tepe ile tabani ayni çizgide birlestirmek için mafsal görevi yapacak bazi kisilere gerek vardi. Yani bazi insanlar bir yandan eylemleri yaparken diger yandan liderlikle iliski içinde olacak ya da böyle bir intiba yaratilacakti.
Siyasi hareketi gerçeklestirmek isteyen emekli komutanlarin darbeci olduklarinin kaniti olarak geçmisteki tavirlari Ön plana çikarilacakti.
- Kapatma davasiyla Ergenekon davasi arasinda bir bag var mi?
Kapatma davasiyla Ergenekon sorusturmasi birbirinin karsiti olmak bir yana ayni projenin parçalariydi. Bir hareket tasfiye ediliyorsa ona alternatif olacaklarin da tasfiyesi gerekirdi. Burada AKP Ile tasfiye edilen hareketin birbirinin ziddi oldugu, bu nedenle alternatif olamayacaklari söylenebilir. Ideolojik açidan dogru olan bu görüs ülkeyi kontrol edebilecek yapilar olarak düsünüldügünde yanlistir.
Türkiye'de yeni bir siyasi hareket yaratmak isteyen emekli komutanlar iki noktada ciddi hata yaptilar. Bunlardan birincisi ve en önemlisi siyasi hedeflerini cumhuriyetin kurulus felsefesi dedikleri ideolojiyle sinirli tutmalari ve somut sorunlari göz ardi etmeleri, ikincisi birlikte hareket ettikleri ya da böyle bir intiba yaratilan kisilerin bir operasyon araci olarak kullanilip kullanilmadigini sorgulamamalari, yani profesyonel Atatürkçülerle yan yana görünmeleri. Oysa karsilarinda gördükleri birçok kisi onlara daha yakindi.
Eger bir ülkede bir dönüsüm gerekiyorsa buna Basbakanla Genelkurmay Baskani birlikte karar vermelidir. Bunun disindaki her seçenek baskalarinin isine yarar: Bir örnek isterseniz SSCB'nin dagilmasini gösterebilirim. Ülkeye egemen olan Komünist Partisi'nin yöneticileriyle gizli servis ve bazi komutanlar rejimi degistirdiler. Degisime direnen komutanlar KGB operasyonlariyla saf disi kaldilar.Devleti teklestirmeyen ve devletin birbirine karsit güçlerin kontrolünde oldugu bir ülke risk altindadir. Hedef ayni ama yollariniz farkliysa anlasmaya çalisin.
- Ergenekon olayinda ilk cevaplandirilmasi gereken ya da ortaya çikarilmasi gereken nedir?
Bir savasta halka yansitilanlar çatismalarla ilgili bilgilerle sinirli kalir. Taraflar kendi birliklerinin zaferlerini, askerlerinin kahramanliklarini ve giderek nihai amaca ulasildigini anlatirlar. Bunlara bakarak mücadelenin seyrini anlayamayiz. Ancak taraflardan birinin somut basarilari, yani ele geçirdigi alanlar bir anlam ifade edebilir. Çogunlukla savasin nedeni söylenenden farklidir. îlan edilen sebep siradan insanin duygularini aksettiren, derinligi olmayan cinstendir ve mutlaka karsi taraf haksizdir. Yani her çatisma ikisi de haksiz ya da hakli olan taraflar arasindadir.
Ergenekon davasinda cepheden birçok bilgi ve belge geliyor ama karargâhlardan hiç haberimiz yok. Olay hukuk disi davranislari olanlarin tespiti ve yargilanmasi olarak sunuluyor. Medyanin bir bölümü hangi karanlik senaryolarin gerçeklestirilmeye çalisildigini anlatirken digeri finansör ilan edilen kisinin bes parasiz öldügünü söyleyerek iddialarin temelsiz oldugunu anlatmaya çalisiyor.
Cevaplandiracagimiz ilk soru olayin hukuk disi bir yapilanmanin ortaya çikarilmasindan ibaret olup olmadigidir. Eger böyleyse bizim konumumuz tartismali bir cinayet davasina duydugumuz ilgiye benzetilebilir. Sonucu merak edebiliriz ama bu sonuç hayatimizi etkilemez.Eger sonucu herkesi etkileyecek siyasi bir mücadele söz konusuysa ve hukuk disi eylemler bu büyük çatismanin muharebelerinden Ibaretse karargâhlarda nelerin oldugunu bilmemiz gerekir. Taraflardan biri hukuk disi yapilanmalari gündeme tasirken digeri, eger inisiyatifi ele geçirirse, yolsuzluk dosyalarini ileri sürmeye hazirlaniyor. Ya olayi hukuk boyutunda görecegiz ya da karargâhlara girip savasin nasil yürütüldügünü çözecegiz.
Olay siyasidir ama bu hukuku ilgilendiren bir yani olmadigi, ortaya atilan iddialarin düzmece oldugu anlamini tasimaz. Sadece yillardan beri bilinen bir takim iliskiler gün yüzüne çikarilmis ve yargiya tasinmistir. Yargi, önüne konulan bu konuyu sonuçlandirmak zorundadir ama süreci o baslatmamistir.Bulundugumuz asama taraflardan birinin digerine savas açmasi olarak algilanabilir. Gördügümüz fotograflar cephede çekilmistir ve bu fotografta yer alanlar ülkenin yönünü degistirebilecek güçte degildir. Onlar cephedeki asker ve subaylar gibidir. Cephe komutanini esir almak önemli bir basaridir ama sonucu ilan etmeye yetmez.Karargâhlar her zaman çok ulusludur, yani çatismalar ülkeler arasinda degil bloklar arasindadir. Bu karargâhlara ulasmak için çok iyi korunan karanlik dehlizlerden geçmek gerekir. Baska bir yol da yapilanlara bakarak buralarda ne gibi kararlar alindigi degerlendirmektir ve bizim baska bir seçenegimiz yok.Su andaki degerlendirmemi söyle özetleyebilirim: Ulusalci denilen kanadin tasfiyesi digerinin zaferi sayilmamalidir. Asil amaç ulusalcilari tasfiye etmek ve bunun sonucu olarak küreselciligi gereksiz hale getirmektir.
- Bu olay daha önce dile getirdiginiz gibi iki boyutlu mu?
Evet, iki boyutlu. Birisi sonuçlarinin yaratacagi etkiler, digeri bu oyunu seyretmenin yarattigi heyecan. Ulusalci karsitlarinin kendilerini nasil tasfiye ettiklerini seyretmek heyecan verici.
- Bugün dünya üzerindeki mevcut siyasi ve ekonomik durumu nasil görüyorsunuz?
Önünüze çözmeniz için bir matematik problemi kondugunda iki sekilde yanlis sonuca varirsiniz. Ya bu türlü problemlerin nasil çözüldügünü bilmiyorsunuzdur ya da çözebileceginiz cinsten bir problem olmasina ragmen bugüne kadar karsilastiklarinizdan daha zordur veya bir islem hatasi nedeniyle yanlis bir sonuca varmissinizdir.Eger konuyu bilmiyorsaniz hiçbir problemi çözmezsiniz. Eger biliyorsaniz yanlis bir sonuca varmaniz her zaman çözemeyeceginiz anlamini tasimaz. Sinavda birçok problem varsa, en yüksek notu almasaniz bile, basarili olmaniz mümkündür. Bugün dünya iki büyük sorun karsisindadir. Birincisi ekonomik kriz beklentisi, ikincisi yeni siyasal dengelerin nasil olusacagidir.
Ekonomideki sorunu ekonominin kendi dinamikleriyle olusmus bir ariza sayabilir ve onu iradeniz disinda gelisen bir hastalik gibi tedaviye ugrasirsiniz ya da yasam tarzinizin ve aliskanliklarinizin yarattigi bir hastalik sayar, hem onu tedavi eder hem de yasam tarzinizi degistirirsiniz...Bana göre bugün karsilastigimiz kriz kontrollü bir süreçtir ve ciddi tehlikeler yaratmasi muhtemel bir çiban önceden patlatilarak tedavi edilmektedir. Ancak bugüne kadar var olan ekonomik yapi, yani bazi ülkelerin tasarruflarinin diger ülkelerin tasarruf açigini kapatmasi ve bunun sürekli hale gelmesi, sorunun gerçek sebebi sayildigi için, hem bu yapinin yarattigi olumsuz birikimler tasfiye edilecek hem de geçmisin tekrarlanmayacagi bir yapi kurulacaktir. Yani ABD tasarruf açigini dis kaynakla kapatmaktan vazgeçecek ve sermaye akimi hep ayni yönde olmayacaktir. Sermaye üretime yön veren olmak yerine onun bagimlisi konumuna gelecektir. Sermayeyi kontrol edenlerin siyasi etkinlikleri sinirlandirilacak, yön veren konumundan çikip siyasi güce tabi olacaklardir.
- Türkiye'ye yön verenler ekonomik manzarayi nasil görüyorlar?
Türkiye'de ekonomiye yön verenler karsilastigimiz durumun arizi oldugunu ve ilaç tedavisinin yeterli olacagini düsünüyor ve yasam tarzini degistirmek geregini duymuyorlar. Çünkü yeni yasam tarzinin önceden bilinen bir standardi yok ve yaraticililik gerektiriyor. Oysa kliselesmis metotlari kullanmak çok kolay. Dünyadaki yeni siyasi dengenin nasil olusacagi tartisilmiyor. AB'nin gerçeklesip gerçeklesmeyecegi ya da nasil bir yapiya bürünecegi, ülkemizin agirlik ve konumunun ne olacagi kimsenin sorunu degil. Sorun girip giremeyecegimize indirgenmis. Basit bir ticari ortaklikta bile sirketin gelecegi düsünülürken biz sadece ortak olmakla ilgileniyoruz. Bugüne kadar dünyanin yeni siyasi yapisiyla ilgili bir öngörüye rastlamadim. Geçmisteki devletler arasi mücadelelerin benzeri bir analiz çerçevesinin disina çikilmiyor ve yeni olusumun devletler arasinda olmayip devletlerin kendi içlerine kadar uzanan bir boyut kazandigi göz ardi ediliyor.Sonuç olarak problemi dogru çözüp çözmemekten daha Önemli olan yaklasimimizin bu problemleri çözmek için uygun olup olmamasidir. Çünkü problem eskilerine benzememektedir ve yaratici çözüm önerilerine ihtiyaç vardir.
Dördüncü Bölüm
Ergenekon Kimin Projesi?
- Ergenekon sorusturmasi kapsaminda ilgili iddianamenin açiklanmasiyla zanlilara yöneltilen suçlamalar belli oldu. Bazilari delilleri yetersiz, suçlamalari mesnetsiz sayarken digerleri ülkemizin sürüklenmek istendigi karanligi tartisiyor. Suikast planlari, terör eylemleri gözler Önüne seriliyor ve olay polisiye bir yaklasimla degerlendiriliyor.
Ben iki soruyu cevaplandirmaya çalisiyorum. Yapilan operasyon bir uzlasmayi içeriyor mu? Yani iki taraftan da feda edilenler mi var yoksa olanlar bir bilek güresi mi? Eger iki taraftan da etkisiz hale getirilecekler varsa bu siyasi kanattan kimleri, hangi egilimi içeriyor?Egilim deyince ilk akla gelen sey ideolojik kriterlere göre yapilan siniflandirmalar oluyor. Yani siyaset sahnesinde rol alanlar arasinda ilimli ya da radikal olarak bir ayirim yapilacak ve bunlardan biri saf disi mi birakilacak? Böyle bir operasyonun siyasi anlami ne olacak? Benin açimdan siyaset hiçbir zaman ideoloji ile tanimlanamaz. Birbirinin tam ziddi gibi görünen taraflar ayni siyasi hedefe hizmet edebilir ya da tam tersi olur ve ayni ideolojiyi paylasir görünenler düsman kamplarda yer alabilir. Cevap aradigim ikinci soru operasyonun yüzeysel olup olmadigi. Yani sadece günümüzdeki örgütlenmeler mi etkisiz hale getirilecek yoksa bunun köklerine inilerek geçmisten beri var olan bir yapinin tasfiyesi mi amaçlaniyor. Bu yapinin en yakin tarihteki kökü 12 Mart dönemine uzaniyor ama çok daha eskilere dayanan bir farkliligin ve çatismanin ürünü oldugu da söylenebilir.
Siyasette çok garip bir çeliski yasiyoruz. Dindar olarak tanimlanan taraf dinin emredici kurallari içinde farkliliklari reddeden taraf olmasi gerekirken özgürlükçü ve demokrasiyi savunan taraf konumunda, batici degerleri ön plana çikardigini söyleyen laik kesim ise her türlü farkliligi reddeden ve laikligi yasamin her alaninda bir sinir haline getiren demokrasi karsiti bir egilim olarak görünüyor. Bu durumda taraflari ideolojilerine bakarak siniflandirmak anlamsizlastiriyor ve hangi siyasi çizgide bulunduklarini aramak gerekiyor. Yani acaba laik kesime dayanarak ülkeyi yönetmek isteyenler Türkiye'nin büyük bir Dogu kampinda yer almasini mi istiyorlar yoksa bu bir örtü olarak kullaniliyor ve Batinin bir bölümüyle bir arada olmayi mi amaçliyorlar? Bu kampi ABD disinda bir blok olarak düsünebilir miyiz?
- Ergenekoncu kadrolar Bati karsiti gibi duruyor, ama acaba öyleler mi?
Ergenekoncu kadrolari Bati karsiti bir organizasyon olarak görmüyorum. Buradaki temel yanilgi Bati ile ABD'nin Özdes saymak ve bu blokta herhangi bir çatismanin olmadigini düsünmekten kaynaklaniyor. Oysa gerçek çatisma iki kamp arasinda degil kamplarin efendileri ile tebaalari arasinda cereyan etmekteydi ve bugün bu çatismanin devami niteligindeki mücadeleleri yasiyoruz.
Önemli saymadigim bir örnegi, sadece bir çeliskiye isaret etmek için, vermek istiyorum. Iran'in sorumlu oldugu söylenen bir takim cinayetleri bu örgüt tarafindan islendigi ileri sürülüyor ve arkasindan bunlarin Rusya, Iran ve Türkiye'nin Içinde bulundugu bir ittifaki savundugu söyleniyor. Hem Iran'i düsman gibi göstermek hem de onunla ayni ittifakin içinde olmak bir çeliski degil mi?
- Güngören'de meydana gelen son terörist saldiriya medyanin tepkisi beklendigi gibiydi. Olayin neden gerçeklestirildigi sorusuna cevap aramak yerine failleri tespite çalistilar ve bilinen adreslere atif yaptilar. Siz bu olayi kendi üslubunuz açisindan nasil degerlendiriyorsunuz? Bazilari PKK'yi sorumlu tutarken digerleri Ergenekon'un izlerine rastlandigini söylediler.
Eylemi yapanlarin amaci da buydu. Yani PKK'nin sorumlu tutulmasi etnik bir çatismaya, Ergenekon imasinin iktidarla muhalefetin karsi karsiya gelmesine yol açacakti. Muhalefetin ilk tepkisi halkin can güvenligini saglamaktan sorumlu olan iktidarin bu görevini yerine getiremedigi ifade etmek oldu. Bazi yayin organlarinin olayin PKK tarafindan yapildigi konusunda en ufak bir tereddüdü yoktu.
Oysa konsolosluk saldirisindan sonra ülkemize Irak tipi bir terör ithalinin söz konusu olabilecegini ve bir iç çatismanin körüklenmek istendigini ifade etmistim. Eylemler benzesmese bile hedef ayniydi.Bu gibi olaylarda kolayciga sapmadan, fail tespitine çalismadan önce eylemin hedefinin belirlenmesi gerekir. Bir ülkede terör eylemleriyle olusan kayiplarla devleti dize getirmek mümkün degildir. Ancak yaratilan psikolojik ortam bu sonucu dogurabilir.
Eylemi planlayan odak arkasinda öyle izler ve deliller birakir ki, bunlarin pesine takilarak ulasacaginiz sonuç onun istedigidir. Bu nedenle delillerden hareket ederek sonuca ulasmak terör eylemlerinde kesinlikle kullanilmamasi gereken bir metottur. Iki sey birbirinden ayrilmalidir. Eylemi yapanlar suç islemislerdir ve onlarin cezalandirilmasi dogaldir. Ancak bunlarin kimlikleri, ileri sürdükleri amaçlar kesinlikle belirleyici ve baglayici olmamalidir. Yaratilmak istenen ortam ve bu ortamda gelisecek olaylar, bunlarin siyasi sonuçlan devletin asil Ilgi odagi olmali, suçlularla ilgili kovusturmayi güvenlik güçlerine ve adalete birakmalidir.Terör eylemlerini ülke içindeki bir grubun digerine karsi gerçeklestirdigini kabul etmek yanlisin birinci ve en önemli adimidir. Bunu ülkenin tümüne ve herkese yönelik saymak ve siyasi hedefini belirledikten sonra siyasi planda karsi koymak gerekir.
Ülkeyi yönetenlerin yerinde olsaydim bu eylemlere bir kod adi verir ve bunu ülke içindeki bir gruba mal etmezdim. Bu gruplardan biri kullaniliyorsa bunu taseron sayar ya da onun adinin bir marka gibi kullanildigini düsünürdüm.
Son günlerdeki Ergenekon, kapatma davasi gibi tedirginlik yaratan olaylarin arka planindan bir uzlasma arayisinin ve iradesinin bulundugu seziliyor. Bu gerçeklesirse müzminlesen soylar arasi gerginligin sona ermesi, devlet halk çatismasinin bütünlesmeyle sonuçlanmasi beklenir ve bu ülkemiz için yeni bir dönem olur. Bana göre son saldiri, Güneydoguda süren çatismalar ve bundan sonraki benzer eylemler bu sonucu engellemek amaci tasiyor. Bu projenin gerçeklesmesini önlemek sansina sahibiz. Olaylari onlarin istedigi gibi degil, gerçek yüzüyle anlamamiz gerekir.
- ABD Konsoloslugu önünde meydana gelen patlamayi nasil degerlendiriyorsunuz?
Bir terör eyleminde gördügümüz manzara ve buna yönelik tepkiler benzer niteliktedir. Herkes olayin nasil gerçeklestirildigini polisiye bir bakisla inceler, ayrintilar ön plana çikar ve asil tartisilan eylemcinin kimligi ve yakalanmasi olur. Yetkililerin beyanatlari seri üretime benzer. Teröristlerin mutlaka yakalanacaklari ve hak ettikleri cezaya çarptirilacaklari söylenir ve terörle mücadele konusundaki kararliligimiza vurgu yapilir.
Terörün kaynagini bulmakta iki metot kullanilir. Birincisi en sik kullanilandir ve buna 'olsa olsa' metodu denebilir. Eger failler hakkinda herhangi bir bilgi yoksa adi en sik geçen örgütün bunu yapmis olacagina karar verilir. Failler hakkinda bir bilgiye ulasilmissa ikinci metoda basvurulur. Failin kimligi onu kullanan odagin anlasilmasini saglar. Eger sakali varsa, cebinde dua kitabi çikmissa Islamci, devrimci bir yayin bulunmussa sol bir eylem olduguna karar verilir.
Eylemciler gençtir ve çogu issizdir. Bu insanlarin bir ideal ugruna hayatlarini tehlikeye atmasinin mümkün olup olmadigi sorgulanmaz. Düsünce ve inançlari ugruna can vermeye hazir olanlar en az inanç sahibi olanlardir. Bunlar parali askerler gibidir ve inanmis göründükleri ideoloji ve inançlar savasta kullandiklari üniformadan ibarettir. Her dönemde siyasete yon veren araçlar degisir. Kiyafetlerimiz gibi eylem türlerinin de modasi vardir. Geçmiste bir ideolojiyi benimsemis kitlelerle yapilan hareketler yerini bir avuç teröristin eylemlerine birakmistir. Üstelik insanlar çok degisken yaratiklardir. Bir zamanlar dünyayi komünist yapacagini sandigimiz Rus halki ve yönetimi bu ideolojiye en yabanci bir halka ve yönetime dönüstü. Günümüzde din ugruna yapildigi söylenen mücadele tarihe karisirsa sasirmayalim.
- Bu tür olaylar için modeliniz nedir?
Benim modelim sudur: Terör ve ekonomik operasyonlar günümüzdeki mücadelenin araçlaridir ve mücadele, her zaman oldugu gibi, büyük güçler arasindadir. Bu büyük güçlerin terörle mücadele ettigi ama yeteri kadar basarili olamadigi iddiasi geçersizdir. Hiç kimse kullandigi araci yok etmez. Ülkemizdeki eylemleri analiz ederken ideoloji ve inanç boyutunu yok sayip siyasi hedeflerin tespitine çalisilmalidir. Bu açidan bakildiginda son eylem için iki farkli senaryodan söz edilebilir. Birincisi Irak'ta uygulanan modelin ülkemize tasinmasi, yani ABD'ye karsi mücadele edildigi imaji yaratilip ülke içinde bir iç çatisma yaratmak. Ülkeyi ABD yandaslari ve karsitlarinin çatistigi bir alan haline getirmek. ABD konsoloslugunu koruyan bir polisin hedef seçilmesi uygun bir simge olabilir. Ikinci ihtimal bugüne kadar PKK'ya mal edilen eylemlerin, Kürt sorununda uzlasma ihtimalini göz önünde tutarak, baska bir alana kaydirilmasi. Her eylemin arkasinda PKK arayanlar artik her seyin El-Kaide tarafindan yapildigini söyleyecekler. Buna Ikame etkisi diyebiliriz ve pirinç bulamayanlarin bulgur yemeleri gibi bir örgütün üstü Örtülürken digeri sahneye çikarilmak isteniyor olabilir. Çatisma market isçiliginden teröristlige geçen militanla güvenlik güçleri arasinda degil büyük güçlerin oyun sahasindadir.
- AK Parti'nin kapatilmamasini nasil yorumluyorsunuz? Siz basindan beri kapatilmayacagini söylüyordunuz.
Kapatma davasinin akilci biçimde sonuçlanmasi olasi bir karmasanin önünü kesti. Genel kani ülkemizin en büyük, belki de tek sorununun laikligin korunmasi ya da tersinden bakinca, özgürlüklerin saglanmasindan ibaret. Eger böyleyse ülkemiz dünyanin en sorunsuz ülkesi sayilmalidir. ABD gelecegini güvence altina almak için dünyanin dört bir yaninda savasirken, AB'nin geleceginin belirsizlestigi bir dönem yasanirken biz Anayasa Mahkemesi'nin aldigi bir kararla düzlüge çikabiliyor uz. Bundan sonra AKP yapilan ikazi dogru algilar, geregini yaparsa, ülkede karisiklik çikarmak isteyen odaklar etkisiz hale getirilince güncel meselelerin disinda, hayati sayilabilecek bir sorunumuz kalmayacak. Hayatin genel akisi içinde normal sayilabilecek sorunlari çözmekle yetinecegiz. Ekonomimizin saglam yapisi dünyadaki krizi hafif atlatmamizi saglayacak, üstelik olusturulan bu yapi disaridan sermaye akisini hizlandiracak.Ancak bu saglam yapi bir pamuk ipligine bagli. Bir gün yeni bir dava açilir ve bu dava farkli sonuçlanirsa her sey tersine dönebilir. Bugünkü rahatlama zaten bir tek mahkeme üyesinin oyuyla saglandi. Eger karari farkli olsaydi su anda büyük bir karmasanin içinde olacaktik. Hiçbir büyük kahraman bu kadar büyük bir sonucu saglayamaz ya da aksi olsaydi, hiçbir asi böyle bir yikima neden olamazdi.
*Acaba bir kisinin ülkeyi bir uçtan digerine savura-bilecegi konumda miyiz yoksa bu sadece bir görüntü mü? Eger böyleyse gerçek durum ne?
Türkiye'nin karsilastigi sorun rejimin degistirilmek istenmesi ve bunun engellenme çabasi degildir. Eger böyle olsaydi bir mahkeme üyesinin karari sorunu ortadan kaldirmis olur ve büyük bir karmasa engellenmis olurdu. Asil mesele dünyadaki degisim içinde ülkemizin nerede yer alacagi ve dünyadaki yeni dengenin nasil olusacagidir. Verilen karar sanildigi gibi iktidarin laiklik konusunda uyarilmasi degil konumunu belirlemesi için verilen bir mühletten ibarettir. Bu konum ne olursa olsun memnun olanlar ve olmayanlar olacaktir ve zarar görenler yeni operasyonlar yapacaktir.
Bugüne kadar yerimizi belirlemekte devletin tek bir vücut gibi davranmamasi yönetici kadrolarda taraflarin olusmasina neden olmus ve yerimiz darbe ve benzeri müdahalelerle belirlenmistir. Mesela irticaya karsi bir tepki olarak sunulan 28 Subat müdahalesi benzer bir kadronun iktidarinin önünü açmis ve baslangiçta herhangi bir itirazla karsilasmamistir. Çünkü irtica bir bahane, ülkenin dünya üzerindeki konumunun belirlenmesi asil amaçti. Sorun henüz çözülmemistir ve Önümüzdeki günler farkli senaryolarla ayni hedefe ulasilma gayretlerine tanik olacaktir. Yapacagimiz sey ideoloji elbisesiyle kamufle edilen asil sorunu görmek ve yönetim Içinde farkli taraflarin olusmasina engel olmaktir.Yeni dünyada yerimiz ne olacaktir? AB bu süreçte bir güç odagi olma iddiasini sürdürebilecek mi? AB içinde bir ayrisma yasanirsa hangi tarafta olacagiz? AB disinda bir yapilanmada yer alinacaksa bu hangisi olacak? Eger bu sorulara tek bir irade olarak cevap verip geregini yerine getirmez-sek daha çok dava ve yikici eylemle karsilasiriz.
- Geçtigimiz Ocak ayinda Ergenekon sorusturmasinda, Ankara'da kapali otoparka birakilan patlayici yüklü araç eyleminin bu örgüt tarafindan yapildigi söylendi.
Toplumu yönlendirmek amaciyla yapilan eylemlerin basarisinin temelinde adres konusundaki yanilgilar vardir. Bir örgüt, karsi oldugu örgütün suçlanmasini saglayacak eylemler yapar, zaten bunu kabule hazir olan kamuoyu hemen ileri sürülen iddiayi kabul eder. Güvenlik güçlerinin yanlis adrese sahip çikmasi iki nedenle olabilir: Ya eylemci örgütün siyasi üst kanadi güvenlik güçlerine etki edebilmektedir ya da asil faili bulmakta basarisiz olan güvenlik gücü hazir buldugu zanlilarla yetinir ve basarisizligini örter. Baslangiçta kendi hedefleri, kadrolari olan bazi Örgütler güçlerini kaybedince ya da karsitlarinca kontrol altina alindiginda hemen yok edilmezler. Isimleri ve kadrolarinin bir bölümü adres olarak kullanilir ve baska bir gücün yaptigi eylemlerde onlarin adi kullanilir.Bazen baslangiçta böyle bir Örgüt olmasa bile hayali bir örgüt yaratilarak eylemlere onun imzasi atilir. Burada hakim olan düsünce sudur: Amaç toplumu belli bir yönde sartlandirmaksa örgütün varliginin ya da yoklugunun, baslangiçtaki hedefinin anlami yoktur. Operasyonu yapan güç bu örgütün arkasina saklanarak istedigi sonuçlari elde eder.
El-Kaide sanal örgütlerin, PKK kontrol altina alinan örgütlerin tipik birer temsilcisidir. El-Kaide'nin varligini sadece ona atfedilen eylemlerle anlariz. Bu Örgüt dünyanin her yerinde ve her türlü eylemi yapabilir ama ne yapisi ne de kadrolari bilinemez. Son eylemini Gaziantep'te yapan bu örgütün, eger varsa, dünyanin herhangi bir yerine ulasabilecek gücü vardir ve bu konumu ile dünyanin en güçlü istihbarat servislerini kiskandirmis olmalidir.
Önce terör yoluyla sonuç almak isteyenlerin düsünce yapisini analiz etmek gerekir. Benim bugüne kadar vardigim sonuç, bu güçlerin diyalektik düsündügü ve çatismanin her iki tarafini da kontrol ettigidir. Yani birbirine karsit olarak düsündügümüz örgütler tek bir gücün kontrolünde olabilirler. Bu çatismadan iki türlü sonuç beklenebilir: Ya taraflardan birinin temsil ettigi intibai yaratilan örgüt bahane edilerek o siyasi yapi çökertilir ya da onlarin çatismasini bastiran üçüncü bir güç egemen olur. Bu örneklerin hepsi ülkemizde yasanmistir. 12 Eylül çatisan güçleri bahane ederek egemen olan ve kimsenin aklinda bile geçmeyen iktisadi bir programi uygulatan güçtür. PKK'nin adi ise çatistigi güç olan feodal yapinin egemenligini saglamak için kullanilmistir. Onun her eylemi devletin asiret yapisini desteklemesiyle sonuçlanmis ve bu konuda hedefe varilinca tasfiyesine karar verilmistir.
Süreç söyle isler: Önce siyasi hedefleri olan ve terör yapan bir örgüt kurulur ya da var olan bir örgüt kontrol altina alinir. Ikinci asmada bununla çatisan, karsit görüsleri olan bir Örgüt olusturulur. Bunlarin çatisma sürecinde toplum, yogun bir enformasyon baskisi altindadir ve istenen görüsler toplumda kemiklesir. Daha sonra sel gider, kum kalir. PKK kalmayacaktir ama eskiden Kürt diyemezken simdi Kürt sorunundan söz eder hale geliriz.
Besinci Bölüm
Hangi Asamadayiz?
- Kapatma davasinin sonuçlanmasi, Ergenekon sorusturmasinin belli bir asamaya gelmesinden sonra simdi neredeyiz ve bundan sonra ne olabilir sorusuna cevap aramaliyiz. Gelecege dönük tahminler yapmamiz için geçmiste neler oldugunu, bu gelismelerde rol alan aktörlerin kimler oldugunu bilmemiz gerekir.
Bir ülkenin siyasetine yön veren güç odaklan siyasi kadrolarini olustururken belli bir yol izler. Istedikleri kisilerin toplumda önemli olmalari için onlarin kendi çizgilerini izledikleri zaman mevki, para ve söhret sahibi olmalarini saglarlar. Bu kisiler arka plandaki güç odaklariyla dogrudan bir iliski içinde degillerdir, hatta varliklarindan haberdar olmayabilirler. Güç odaklarinin disinda hareket edenler basarisiz olmaya mahkûmdur. Taninmazlar, yetenekleri ölçüsünde degerli olamazlar.Demokrasilerde yönetenleri halkin seçtigi dogrudur ama yarisa girecekler bu odaklar tarafindan belirlenir. Bir lokantada yemek yerken istediginizi seçersiniz ama mönünün disina çikamazsiniz.
- Genel kant kapatma davasiyla Ergenekon sorusturmasinin birbirinin karsiti ve rövansi oldugu yönünde olmasina ragmen bunlar ayni yönde ve birbirini tamamlayan eylemlerdir. AKP kapatilmamistir ve ona karsit olan Ergenekon örgütü, en azindan, baski altina alinmaktadir. Gelecekte ne olacagini tahmin etmek için su anda kaybetmis görünen tarafin yeni bir strateji izleyip izlemeyecegini ve ne yapabilecegini öngörmek gerekir.
Katiliyorum. Olaylara ideolojik açidan bakmiyorum ve çatismanin laiklerle dindarlar arasinda oldugunu düsünmüyorum. Ülkemizdeki gelismelerde dis odaklarin Önemli rol oynadigini söylemek isterdim ama sözlerim bogazimda dügümleniyor. Çünkü iç aktörlerin belirleyici oldugunu söyleyenlerin çogunlukta oldugunu ve suçu hep disarida arayanlara ciddi bir tepkinin oldugunu biliyorum. Onlar ülkeye kendilerinin yön verdigini düsünüyor ve küçümsenmek istemiyorlar. Ancak eger gelismelerde dis odaklar etkiliyse ve bunlarin incelenmesine karsi çikiyorlarsa bu güçlerin kullandigi bir kamuflaja dönüstüklerini düsünmeleri gerekir. Bunu anlamanin kestirme yolu toplumda ön plana çikan,ekonomi ve dis politikaya yöne veren kisilerin hangi mutfakta hazirlandigina bakmaktir.
Ülkede ön plana çikanlari kinamiyorum ve kötülemiyorum. Eger bu duruma gelmek için baska bir yol yoksa herkes bu yolu seçmek zorundadir. Yani yemeklerle ugrasmak yerine mutfagi ele geçirmek gerekir.
Uluslar arasi çatismada iki araç kullanilmaktadir. Bunlar ekonomik operasyonlar ve terördür. Su anda bastirilmis gibi görünen tarafin bu araçlari kullanmasi beklenir. Önümüzdeki günlerde, özellikle Güneydogu kaynakli, terör eylemlerinde artis görülebilir ve ekonomik operasyonlara basvurulabilir.Çatisan taraflar sistemin disinda degil içindedir. Dis odaklar birbiriyle müttefik görünenlerdir ve çatisma bunlar arasindadir. Kullandigim bir metodu paylasmak isterim. Enerji hatlarinin kontrolünde çatisma Rusya ile ABD arasinda mi yoksa AB'nin bu hatlar üzerinde söz sahibi olmasi mi engellenmektedir? Mücadeleye bir de bu açidan bakmakta fayda vardir.
- Ülkemizdeki gelismeler her zaman arapsaçi gibi karmakarisik görünür. Hiçbir sey sade ve basit degildir. Mesela Ergenekon örgütünün hedefini birkaç cümleyle özetleyemeyiz ve ülkeyi hangi blok içinde, nasil bir ekonomi ve dis politikayla yöneteceklerini, Güneydogu sorununa bakis açilarim söylemek mümkün degildir. Eger bunlari söyleyemiyorsak merkezi bir yapilanmadan söz edemeyiz ya da ön plandaki kisiler örgütün bütününü temsil etmemektedir. Bu baglamda son gelismeleri nasil yorumlamaliyiz?
PKK gündemin baskösesini isgal eder ama onun hedefinin ne oldugu belli degildir. Adinin basinda bölücü sifati oldugu için bir devlet kurmak pesinde olduklari söylenebilir ama bu devletin olasi topraklarinda, yani Güneydoguda baska siyasal güçler tartismasiz biçimde ve ona geçit vermeyecek güçtedir. Kuzey Irak ona hasim bir gücün, oradaki fiili Kürt yönetiminin kontrolündedir. Ayrica dis destegi konusunda sadece rivayetler vardir ve bu destek bagimsiz bir devlet kurmak için yeterli degildir.
Geçmiste birçok eylemi gerçeklestiren sol örgütlerin aslinda Ergenekon tarafindan kuruldugu ve kullanildigi söylenmektedir. Ayni dönemdeki siyasi cinayetlerin sandigimizdan farkli sebeplerle ve kisilerce gerçeklestirildigi gündeme düsmüstür. Yani bundan önce bildigimiz ne varsa hepsinin yanlis oldugu söylenmektedir. Geçmisimiz dünyadan kopuk, bazi insanlarin kisisel hesaplari ve amaçlari tarafindan belirlenmis kabul ediliyor. Ülkeyi bir yandan digerine savuran olaylarin arkasinda sadece bir avuç insan görünüyor.Benzer bir belirsizlik günümüzde de gözleniyor. Hedefimiz AB üyesi olmak olarak ifade ediliyor ama politikamiz küresellesme. Bu iki yaklasimin birbirine zit oldugu, baskalarindan farklilasarak olusturulacak AB'nin tüm dünya ile bütünlesmek anlamina gelen küreselci egilimle bagdasmayacagi düsünülmüyor. Daha dogrusu AB hedefi küreselciligin bir araci olarak kullaniliyor.
Bölgemizdeki tüm ülkelerle iyi iliskiler içinde olmak olarak özetlenen dis politika doktrinimiz bölgemizde çatisan güçlerin olmadigini kabul etmektir. Bu ya tüm dünyanin birbiriyle çatismayan küresel bir yapiya dönüsecegi varsayimindan hareket edildigi ya da asil bölgesel hedefimizin gizlendigi anlamini tasir. Çünkü iliskilerimizde ABD, AB, Rusya gibi güçler arasinda bir tercih yapmayacagimiz ifade ediliyor.
Eger bölgemizde ABD ile AB arasinda bir çikar çatismasi olmadigi, Rusya'nin bu birliktelik karsisinda etkisiz kalacagi ve bizim Rusya ile iliskilerimizi Bati ittifakinin izin verdigi ölçüde sürdürecegimiz düsünülüyorsa ve herkesle iyi iliskiler içinde olma politikasi bu çerçeve içinde gerçeklestirilecekse sorun yok demektir. Bu durumda küreselcilik baticilik anlamini tasir.Belirsizlikten kurtulmanin yolu AB ile ABD'nin karsilikli konumlarini, Rusya'nin yerini tayin etmekten geçer. AB üyesi olacagiz ama herkesle iyi iliskiler Içinde olacagiz ve AB'ne ayricalik tanimayacagiz denemez. Bir birligin içine girince digerleriyle iliskiler bu birlikteligin gereklerine göre belirlenir. Ayrica AB'nin bir bütün olup olmadigi da tartismalidir.
- Ergenekon sorusturmasi sadece hukuki bir süreç mi yoksa bir dönemde uygulanan politikalarin sona erdirilmesi midir sorusunun cevabi nedir?
Eylemlerin bir ucu devlet görevlilerine diger ucu yer alti dünyasina ulasiyor. Sunu da sorabiliriz: acaba devlet kurumlari mi yeraltini kullandi, yoksa yer alti mi, belki de dis baglantilariyla, devleti yönlendirdi?
Devlet görevlisi olduklari süphe tasimayan hatta resmi kimlikleri olan ama ayni zamanda suç isleyen hatta bu yüzden hüküm giyen insanlarin varligi ne anlama geliyor? Yesil'i ya da Çatliyi hangi kimlikleriyle tanimlayacagiz? Üstelik benzer nitelikte çok sayida insanin bulunmasi bir dönemde bu çifte kimlikli insanlarin topluma yön verdigi sonucunu dogurur mu?Benzer bir durum olaylarin devlet tarafindan ne zaman ögrenildigi sorusunda da gözleniyor. Birçok eylemin uzun zamandan beri bilindigi, izlendigi, faillerle iç içe yasandigi anlasiliyor. Eger bunlar bir suç ise neden bu zamana kadar beklendigi anlasilamiyor.Siyasetin bu sürecin bir parçasi oldugu iddialari bir iftira olmanin ötesine geçiyor ve en azindan, ciddi bir süpheye dönüsüyor. AKP'ye rakip olacak bir sag ittifakin siyaset disi faktörlerle engellendigi söyleniyor. Önemli siyasi kararlarin nasil alindigi sorusunun cevabi bir takim parasal iliskilerle açiklaniyor. Yaratilan bu süphe bazen bir karalama kampanyasina dönüsüyor ve YAS kararlarinin lüks bir otomobilin gölgesinde alindigi bile söyleniyor.
Hukuk disi eylemleri yapanlar ülkenin güvenliginin tehdit altinda oldugunu ve bunlari yapmasalardi varligimiz sürdüremeyecegimizi söylüyor. Yani söz konusu olan ülkenin güvenligi ise gerisi teferruattir demeye getiriyorlar. Bir baska iddia teröristlerin kural disi davrandiklari ve onlarla ayni metotlarla mücadele etmekten baska bir çarenin olmadigi. Yani çeteyle çete gibi davranarak mücadele edilecegi söyleniyor.
Bu yolun çikmaz sokak oldugunu söylediginiz zaman baska ülkelerde de ayni seyin yapildigi cevabini veriyor ve bir tane Örnek göstererek binlerce eylemi mazur gösteriyorlar. 12 Eylül dönemi bu anlayisin laboratuar islevini üstleniyor. Yüz binler gözaltina alinip iskence yapilirken vatani kurtarmanin baska yolu olmadigi söyleniyor. Bireysel vatan kurtarma eylemleri devletin yeterli olmadigi, bu duruma seyirci kalinamayacagi ve herkesin üstüne düsen görevi yapmasi gerektigi tezine dayaniyor. Bu durumda bazi kurallar koymak gerekiyor ve önerilerimi siraliyorum: Ülkenin güvenligini saglamak devletin görevidir. Bu konuda bir eksiklik gören devletin yerine geçmek ya da geçme iddiasinda bulunanlarla birlikte olmak yerine devleti güçlendirmelidir. Devlet kural koyar ve bunlara uyar.Kuralsiz davranan her kurum, adi devlet de olsa, çeteye dönüsür.Örtülü operasyonlar, yani hukuka aykiri eylemeler istisnadir. Bunu bir kural haline getirmek devlet vasfini kaybetmek anlamina gelir. Ayrica bu gibi eylemlerin sinirlari, kimlerin yetkili oldugu kurallarla belirlenmelidir ve bu yola basvurmamak için büyük özen gösterilmelidir. Eger bir ülke devletin disinda kurtaricilara muhtaç hale gelmisse zaten kurtarilacak bir sey kalmamis demektir.
Altinci Bölüm
Ergenekon Davasiyla Esgüdümlü
Olarak Dünyada Neler Oluyor?
- Tüm bu gelismeler yasanirken NATO'nun genislemesi gündemde. Bu durumun bizdeki etkileri nasil olacak?
NATO Sovyet bloguna karsi kuruldu ve karsisinda Varsova Pakti vardi. Ancak karsi güç ortadan kalkmasina ragmen NATO genislemeye devam etti. Yeni hasimlarinin terör örgütleri ve bazi küçük devletlerin saldirgan tavirlari oldugu söylendi. Yani Dünyanin en büyük gücü oldugu söylenen ABD bu yeni tehditlere karsi eski NATO ile yetinmiyor, yeni müttefikler aramak zorunda kaliyordu.Ilginç olan AB'nin genisleme stratejisiyle NATO'nun genislemesinin ayni ülkelere yönelik olmasiydi. AB'nin yeni üyelerinin ikinci duragi NATO üyeligi oluyordu ve NATO AB'nin üzerini bir sal gibi örtüyordu.Bana göre bu politika NATO'nun güçlenmesine degil AB'nin bagimsiz bir askeri güç olmasini engellemeye yönelikti. Hiç kimse ABD ile AB'nin birbirine karsi nasil bir konumda olacagini tartismiyordu. Geçmiste müttefik olan, benzer medeniyet normlarini tasiyan iki gücün birbirinin yaninda olmasi gerektigi ortak bir kaniydi. Bunlarin birbirinin hasmi olmasa bile rakibi olacagi düsünülmüyordu. Oysa ABD dünyanin geleceginden kendisinin sorumlu oldugunu ve bu sorumlulugu kimse ile paylasmamayi düsünüyordu.
ABD dünya ölçegindeki askeri dengenin öbür tarafinda Rusya'nin olmasini istiyordu. AB'nin kendisi için ekonomik bir tehdit olusturabilecegini ve buna bir de askeri güç eklenirse egemenligini kaybedecegini düsünüyordu. Yani AB ekonomik bir güç olabilir ama askeri açidan muhtaç, buna karsilik Rusya askeri açidan güçlü ama ekonomik açidan tehdit olmasi muhtemel olmayan bir güç olarak kalirdi. Rusya'nin da bu yapilanmaya itirazi yoktu. AB'nin hem ekonomik hem de askeri açidan güçlü olmasi onun gelecegini tehdit edebilirdi. Sonuç olarak AB üyeleri ABD'nin askeri vesayeti altina girdi ama Rusya'nin nüfuz alanina giren Ukrayna ve Gürcistan NATO'nun disinda kaldi. Bu onlarin AB disinda kalacaklarinin bir isareti sayilabilirdi.
- ABD Afganistan'a NATO üyelerinin daha fazla asker yollamasini neden istiyordu?
Buradaki savas Islamci militanlara karsi yürütülüyordu. Eger agirlik ABD'nin askeri güçlerinde olursa savas bir ABD-Müslüman savasina dönebilirdi Oysa çatismanin diger yaninda tüm Bati olmasi ABD'yi bu ithamdan kurtara bilirdi. Eger AB ülkeleri asker göndermeyi reddederse terör Avrupa'yi vurur ve Avrupa halklari Müslüman karsiti olurdu. ABD Avrupa'yi kirk katirla kirk satir arsinda bir tercihe zorluyordu, Ya Afganistan'da savasacak ve Müslüman halki karsisina alacakti ya da Islamci teröristler eylemler yapacak ve Avrupa halklari Müslüman karsiti olacakti. Iki tarafin birbirine karsit olmasi kaçinilmazdi ama karsitligin hangi taraftan gelecegi Avrupa'nin tavrina bagli olacakti.Tam bu sirada El-Kaide'nin tehditleri medyaya yansidi. Üstelik Usame Bin Ladin'in sagligi yerindeydi ve bir savasa hazirdi.
Eger bugüne kadar El-Kaide'nin ne oldugunun sirri çözülebilse ve liderinin baglantilari belirlenebilseydi bugün daha saglikli bir degerlendirme yapilabilirdi. Bugüne kadar ABD'yi bölgede savasmaya mecbur eden güç simdi Avrupa ile Müslüman dünyasinin kaderini belirleyecek gibi görünüyor.
*Üyesi olmak için ugrastigimiz AB’YI dogru anladigimizdan emin miyiz? Mesela bu birlik kalici bir bütünlesmeyi mi amaçliyor yoksa sartlarin zorunlu kildigi bir ittifak mi?
Bütünlesme kalicidir ya da bu amaca yöneliktir. Ittifakta ise belli bir hedefe ulasincaya kadar birlikte hareket edilir, sonra yollar ayrilir. Daha sonra yeni ittifaklar kurulur ve eskilerin birbiriyle çatismasi sürpriz sayilmaz.Türkiye bu birligin kalici oldugunu ve bu birligin giderek iktisadi, siyasi ve askeri alanda tek bir ünite gibi davranacagini düsünmektedir. Bu nedenle birlik ülkeleri arasinda fark görmemekte, daha dogru bir ifadeyle tekil bir irade karsisinda oldugunu düsünmektedir. Bu varsayim yanlissa tüm stratejimiz geçersiz hale gelir.
Eger siyasi bir bütünlesme öngörülmüyorsa liberal düsünce AB ile gerçeklestirilmesi beklenen tüm sonuçlara ulasilmasini saglamaya yeterlidir. Iktisadi alanda devlet müdahalesinin önlenmesi, yönetimde demokratiklesme ve kültürel alanda serbestlik bir birlik kurulmadan da gerçeklestirilebilir ve bu dünya ölçeginde bas arilamiyorsa Avrupa sinirlari içinde uygulanabilir. Ancak siyasi alanda birlikte hareket etmek isteniyorsa bazi sartlarin gerçeklesmesi gerekir. Ilk olarak birligin kime karsi oldugunu tanimlanmalidir. Oysa su anda birlik kimseye karsi degildir ya da öyle gösterilmektedir.
Siyasi açidan hasimsiz olmak tek kutuplu bir dünyanin var oldugunu kabul etmek anlamina gelir. Ancak bu durumda da böyle bir birligin neden kuruldugu sorusu cevapsiz kalir.Birligin kurulus amaci ABD ve SSCB'nin kontrolündeki dünyada yeni bir güç odagi olusturmak ve bu ikilinin egemenligini sonlandirmakti. Ancak bu ikilinin yerlerini terk etmemeleri dogaldi ve iki tarafin baskisi sonucu AB yeni bir aktör olma iddiasindan vazgeçti. Bu durum onu tanimsiz hale getirdi ve yeni bir kategori olustu. Bu AB'yi bir medeniyet projesi oldugunu ve herhangi bir gücü hasim saymadigini ilan etme noktasina tasidi.Bana göre AB, bir sekil olarak varligini sürdürse bile, geçici bir ittifaktan Öte bir anlam tasimamaktadir. Herkesi içine almaya çalisan bir yapi bütünlesemez ama müttefiklerinin sayisi artar. Ayrica ABD, NATO'yu AB'nin üzerine bir sal gibi örtmekte ve askeri alanda kontrolünü sürdürmeye kararli gözükmektedir.
Türkiye ile AB arasindaki iliskiler bir bütünle yapiliyormus gibi gözükse bile her Avrupa ülkesinin ülkemize yönelik özel tavrina göre sekilleniyor. Bize yönelik itirazlarin kaynaginda bizi begenmemek ya da dislamak degil her birinin kendi politikalari yönünde bir iliski kurmak istegi yatiyor. Birlik üyesi olmamizin önündeki engel bizden kaynaklanan eksiklikler degil birinin yaninda göründügümüz zaman digerinin bunu engellemeye çalismasidir. Ayrica ABD Türkiye'nin kendi kontrolünde ya da ayninda olmasina özel bir önem vermekte ve herhangi bir Avrupa ülkesiyle yakin iliski içinde olmasini istememektedir.Çözmemiz gereken sorun demokratiklesme ya da ekonomik degil siyasidir ve bir birligin parçasi olup olmamak degil kimin yaninda olacagimiz sorusuna cevap vermek durumundayiz.
- Konusma ve yazilarinizda bazilari için asiri ve anlamsiz sayilsa bile oradaki dünyadaki gelismelerin ülkemizi yakindan ilgilendirdigini, hatta iç politikadaki gelismelerin bile bundan büyük ölçüde etkilendigini belirtiyorsunuz. Bunu biraz açar misiniz?
Önce hatali saydigim yaklasimdan söz etmek istiyorum. Bölgedeki mücadelede taraflardan biri ABD ama diger tarafta bölge ülkeleri hatta daha küçük bir takim gruplar yer aliyor. Mesela son olarak Mukteda Es Sadr ABD’ ni açik savas ilan etmekle tehdit ediyor. Sadri Iran'in destekledigini kabul edersek çatismayi bir ABD-Iran çatismasina indirgiyoruz. Rusya'nin Iran'i destekledigini kabul edersek çatismanin boyutu bir kademe yükseliyor.
Bütün bu gelismelerde Avrupa'nin bir yeri yok ya da onlar zaten ABD'nin sadik müttefikleri olarak görüldügü için analizlerde yer almasina gerek görülmüyor. Rusya'nin ABD karsiti tavir almasinin Iran ve Irak'i baska bir gücün, mesela Çin ya da AB’nin kontrolü disinda tutmak amaci mi tasidigi yoksa ABD karsiti bir cephe olusturmak mi istendigi tartisilmiyor. Eger bu ihtimal gerçeklesir ve Rusya Iran'i ABD karsiti bir cephede desteklerse, petrol fiyatlarini yariya düsürebilecek ABD'nin bu ittifaki büyük bir ekonomik darbogaza sürükleyebilecegi hesaplanmiyor.Irak'taki Siiler bir karar asamasinda. Ya Siiligi ön planda tutup ABD'ne karsi savasacak ya da Araplik adina Iran'a karsi tavir alacak. Inanç ve soy aidiyetinin çatismada hangi tarafta olunacagini belirledigi düsünülse bile gerçekte siyasi tavir belirleyici, digerleri görüntü niteliginde.
Türkiye'deki iç siyasal gelismelerin bununla yakindan ilgili oldugunu düsünüyorum. Bazilari yapilacak bir erken genel seçimde Milli Görüs çizgisinde olanlarin dislanacagini ve böylece rejim kaygilarinin azaltilacagini düsünüyor. Milli Görüsü sadece ideolojik boyutuyla düsününce makul olan bu analiz bu görüsün ayni zamanda dis iliskiler açisindan da önemli farkliliklari ifade ettigi göz önüne alininca tutarsiz hale geliyor. Bölgede Iran'in simgeledigi politikanin yaninda olan Milli Görüs, din konusundaki tavri nedeniyle degil, Türkiye'nin dünya üzerindeki yeri ve konumu konusundaki görüsü ve ABD karsiti tavri nedeniyle dislanmak isteniyor. Yani herkes laiklik-irtica tartismasi yaparken, birileri cumhuriyetin temel ilkelerini korumak ugruna, digerleri demokrasi adina mücadele ederken gerçekte bölgenin yeniden sekillenmesinde ülkemizdeki siyasal iktidarin nasil olmasi gerektigi sorgulaniyor ve ona biçim verilmeye çalisiliyor.
Ortaya çikan seçenekler iktidarin kendi içinde degisimini saglamak ve farkli görüstekileri etkisizlestirmek olabilecegi gibi yeni bir olusumun önünün açmak ve onu desteklemek biçiminde de olabilir. Geçmiste AKP'ni büyük ölçüde destekleyen büyük medyadaki degisim laiklik hassasiyetiyle açiklanamaz. Çünkü partinin tavrinda, onlar açisindan, olumsuz degil aksine daha çok desteklemeleri gereken bir degisim yasanmaktadir. Her yerde akillarda siyaset görüntüde ideoloji var.
- ABD'de meydana gelen mortgage krizini nasil okumak gerekir? Bu arada hem McDonalds hem Star-bucks gibi büyük firmalar birçok subesini kapatti.Ciddi bir ekonomik durgunluk söz konusu.
ABD'deki kriz iki asamalidir. Birincisi finans krizidir. Bu belki de Amerika'nin istedigi ya da planladigi bir krizdir. Amerika'daki sirketler zora girdikçe, borsa düstükçe, Amerika'daki yabanci sermaye yerini kaybeder. Yani Amerika'nin borcu azalir. Ikincisi Amerikan Dolari deger kaybettikçe Amerika'nin borçlari gittikçe azalir. Böylece Amerikan ekonomisi disaridan ürün ihraç etmek, yani ithal ikamesi yerine içeride üretime hiz verir.
- Amerika'da bir orta sinif var. Bir de orta sinifin alti. Bu orta sinif altinin Önemli bir bölümü krediyle ev aldi. Tabii bir kismi ödeyemedi. Isin uzmanlari bu insanlarin bu krediyi Ödeyemeyecegini az çok kestiriyorlardi. Yani bir nevi krize adeta davetiye çikardi.
Evet, bunun böyle olacagini hemen herkes biliyordu. Size söyle bir söyleyeyim. Mesela Türkiye'de kredi karti sahibi herkes bankalara gidip borcunu ö çöker. Kriz çikar. Amerika'nin yaptigi da bu. Ve bunu bilerek yapiyor. Amerika borçlari tasfiye ediyor ve bunun alacaklisi kim? Yabancilar. Japonlar, Çinlilerdir. Amerika bu parayi ödemedigi zaman Japon ya da Çin isçisi maasini alamaz.Yani Amerika'daki durgunlukla diger ülkelerdeki durgunluk birbirinden farkli. Amerika'da mortgage krizi insaat sektörünü etkiler. Ama göreceksiniz Amerika'da baska sektörler hizlanacak.
- Liberaller devlet ekonomi dahil her seyden elini çekmeli diyorlar. Amerika liberal bir ülke, ama devleti ki bankaya el koydu. Bunu nasil izah etmek gerekir?
Efendim, hepimiz büyük bir yanilgi içindeyiz. Zannediyoruz ki, devleti yönetenler hiçbir seye karismazlar. Gerektiginde her seye karisirlar. Nasil Sovyetler birden Komünizmi birakip Kapitalist sisteme geçtiyse, Amerika da yeri geldiginde sisteme müdahale eder. Hatta sistemini bile degistirir. Bankalara da el koyar. Bu gayet normaldir.
*Küçük bir kasaba büyüklügündeki Osetya ile Gürcistan arasindaki çatismanin yerel politikalarla yada Rusya ile ABD'nIn bölgeye egemen olma mücadelesiyle açiklandigi görülüyor. Bu savasi nasil izah etmek gerekir? Kimle kimin mücadelesi bu?
Ben her iki yaklasimdan farkli bir yol izleyerek olayi analiz edecegim.Dünya geneli için olusturdugum model söyle özetlenebilir: Yeni dünya düzeni ekonomik kriterlere göre sekillenmeyecek, geçmiste oldugu gibi askeri güç yeni dengenin belirleyici unsuru olacak. ABD ve Rusya üstünlük saglayacagi askeri gücü ekonominin önüne koyacak ve ekonomi alaninda kendilerine rakip olacak güçleri kontrol atina alacak bir politika izleyecektir. Bu amaçla gelecekteki muhtemel rakipleri olan Avrupa ve Uzakdogu'nun enerji kaynaklarina dogrudan ulasimini engelleyeceklerdir. Petrol fiyatlarindaki artis bu ülkelerin ekonomik açidan zarara ugramasina neden olacak ama ayni zamanda petrol gelirlerinden olusacak fonlar küresel sermayeye bir alternatif olusturacaktir. Dolarin deger kaybetmesi dolarla ifade edilen varliklarin degerini yariya düsürmüs ve bu varliklara sahip olan Özellikle Uzakdogu'daki güçlerin zayiflamasina sebep olmustur.
Petrol fiyatinin yüksekligi alternatif enerji kaynaklarini cazip hale getirmis ve bu alanda önemli yatirimlara baslanmistir. Nitekim ABD baskan adayi McCain kirktan fazla yeni nükleer santral kuracagini açiklamistir. Yeni enerji modelinin söyle olmasi beklenir: Petrolün birincil enerji kaynagi olarak kullanimi giderek azalacak önce petrol daha sonra dogal gazin yerine yenilenebilir ve nükleer enerji kullanilacaktir. Bu nedenle petrol fiyatinin yüksek düzeyde seyretmesi gerekir. Bugüne kadar spekülatif taleple saglanan yüksek fiyat düzeyi, bu araç kullanilmazsa, arzin kisilmasiyla saglanacaktir. Fiyatlarin alternatif enerji kaynaklarini cazip kilacak düzeyde olmasi ama küresel bir krize neden olmamasi saglanacaktir. Bu nedenle arz kisilmalarinin kontrollü olmasi gerekir. Iran'a yapilacak bir müdahale arzin gerekenden daha fazla kisilmasina neden olabilecegi için simdilik ertelenmis gözüküyor. Bunun yerine daha sinirli etkiye sahip bir bölgede çikarilacak krizle petrol fiyatinin yüksek düzey kalmasi saglanabilir.Gürcistan'daki çatisma birçok amaca birden hizmet edebilir. Bir yandan petrol akisinda sinirli bir azalmaya sebep olurken ya da böyle bir ihtimali düsündürürken diger yandan küresel sermayenin renkli devrimiyle iktidara gelen yönetimin uzaklastirilmasi saglanir ve dünyada renkli halk devrimleri dönemi kapanir. ABD'nin Rusya'nin müdahalesine karsi çikmasi dogaldir ama bu söylemden öteye geçmez.Siyasal hedeflere ulasmak için askerin kullanilmasi için bir baslangiç olabilir ve askeri güç ülkelerin önem düzeyini belirlemeye baslar.Asil önemli olan siyasi olaylarin analizinde kullanilacak metottur. Küçük güçlerin çevresinde baslayan olaylar mi dünyaya yön veriyor yoksa dünyanin geleceginden kendilerini sorumlu sayan büyük güçler baslattiklari çatismalarla genel modelin gerçeklesmesini mi sagliyor? Bana göre dünya sahipsiz degil ve böyle olmasi gelecegimizin tesadüflere bagli olmasindan daha iyi.
Ömer Lütfi Mete
Bu sartlarda her özgür düsünce ve namus adami söyle bir soruyu muhakkak beyninde bulacaktir: "Ergenekon Sorusturmasindan rahatsizlik duyup tepki koyanlar mi sürece daha çok zarar veriyor, yoksa büyük cosku ile destek verip ayni zamanda baskalarinin ulasamadigi bilgileri yayinlayanlar mi?"
Birinci Bölüm
Ergenekon'un Ilk Ipuçlari:
Semdinli Olayi ve Danistay Saldirisi
- 9 Kasim 2005 tarihinde Semdinli'deki Umut Kitapevi’nin bombalanmasiyla baslayan Semdinli olayini nasil degerlendiriyorsunuz?
Tabii Türkiye'de hiç kimse Semdinli'de ne oldugunu bilmiyor. Buna ben de dâhilim.Bu vaka ile ilgili olarak hem ortaligi bulandirdilar hem de kamuoyuna pek yansimayan bir sürü üfürüm ürettiler. Meselâ bu üfürümlerden bir tanesi de herhangi bir kaynak belirtilmeden, nereden geldigi anlasilmayacak sekilde bana ulastirildi. Nereden geldigini Ögrenemedim. Bu metne göre olay Ingiliz gizli servisinin oyunuydu.
Olabilir mi?
Mümkün tabii. Baska bir servisin de operasyonu olabilir. Sahsi kanaatim o ki, en son ve en düsük ihtimal bunun yerli bir operasyon olmasidir. Tabii ki bütün küresel çetelerin yaptiklari islerde, Türkiye üzerinde oynadiklari oyunlarda gördügümüz üzere buralarda da yerli derin çeteler devrededir. Kisacasi, bu Türkiye'ye yönelik bir küresel çete operasyonu olsa bile yerli bir derin çete taseronluk yapmis bulunabilir. Bu ayri meseledir.Öte yandan Semdinli vakasinin bir küresel çete manevrasi, bir yabanci servis operasyonu olmasi, benim ülkemi ve devletimi aklamami gerektirmiyor. Kanaatimce bir devletin kendi derin odaklarinin böyle bir eyleme kalkismasi bir ayip ise, o devletin sinirlari içinde baska ülke servislerinin böyle bir operasyon düzenleyebiliyor olmasi yüz kat daha büyük ayiptir.Ilki devletin kötü bir is yaptigini gösterir, ikincisi devletin devlet etme gereklerini yerine geçtiremedigini ve acikli bir acizlik içinde bulundugunu ortaya koyar.Bu bilinçle hareket etmeme ragmen Semdinli vakasinin yerli bir manevra olduguna çok az ihtimal taniyorum. Öyle görünüyor ki bu operasyon istihbarat jargonuna göre bir "aslan avi" örnegidir. Uzmanlarina göre bu tür operasyonlar söyle oluyormus: Aslan ava giderken zayif anindan yararlanilarak avlanirmis. Aslanin zayif ani, avina kilitlendigi andir.
- Bunu açabilir miyiz biraz?
Nasil aslan aviydi? Bu yoruma göre hikâyenin özeti söyle:JlTEM'e bagli istihbaratçilar, Semdinli'de o yörenin PKK ile baglantilari hakkindaki bilgi toplamak üzere ava gitmisken çalisma esnasinda bîr baska servis tarafindan avlandilar.Nasil avlandilar?Bir kitapçi dükkânina bomba atmis gibi gösterilecek sekilde avlandilar.Bunun üzerinde dikkatle ve uzun uzun konusmak gerekiyor. Esasen burada Türk Silahli Kuvvetleri'ni ve sözde 'Derin Devlet'i suçlu göstermek isteyenlerin görüsü nedir?istihbaratçilar geldiler ve kitapçi dükkânini bombaladilar. Halk da bunlari eylemlerinin tam da üstünde yakalayiverdi.
- Peki, bu kimin beyani? Yarginin mi, tarafsiz basinin mi?
Hayir, olayin meydana gelmesinden hemen sonra terör örgütünün sözcülügünü yapan yayin organinin orayla kurdugu canli baglantidan. Peki bunu kim anlatiyor?Bir Mehmetçik katili olarak yillarca hapiste yatip çikan bir PKK militani anlatiyor:PKK militani ne diyor? "Filan filan astsubay geldi ve bombayi dükkâna atti" diyor.Aman ne güvenilir tanik degil mi? Bir Mehmetçik katiline inanmayacak da kime inanacaksin?Türk medyasi bundan daha güvenilir bir haber kaynagi bulabilir mi?
Böylece Mehmetçik katilinin beyanina göre astsubaylar ve Türk Silahli kuvvetleri suçlandi. Bu da bölgede meydana gelen bir takim olaylarin zaten ordu tarafindan provokasyon amaciyla çikartildigi yolundaki PKK propagandasina fazladan katki saglayacakti. Türk Silahli Kuvvetleri kendi halkinin üzerine bomba atan bir güvenlik kurulusu olarak asagilanacakti.Bir de bu yakalanan astsubaylardan biri için hüsnü zan beyan eden o zamanin Kara Kuvvetleri Komutani, simdinin Genel Kurmay Baskani Büyükanit'in, "Tanirim, iyi çocuktur" demesi de Mehmetçik katilinin beyanini esas alan medyamiz tarafindan çirkin derin devletin kaniti gibi gösterilmek istendi. Böylece ortaya, PKK’nin pek çok kanli eyleminin aslinda askeri 'derin devlet' tarafindan gerçeklestirilmis provokasyon olaylari oldugu zanni çikiyordu.
Yabanci güçler böyle bir görüntüyü azami sekilde degerlendirebilirlerdi.Bu noktaya elestirel bakmam orada bir takim güvenlik kadrolarinin provokasyonlar yapmadiklari anlamina gelmez. Maalesef yapmislardir. Nitekim emekli bir pasa akil almaz bir sorumsuzlukla hâkim ve savcilari hizaya getirmek için evlerinin Önüne bomba attirdigini söyleyebilmistir. Dolayisiyla güvenlik güçlerinin yörede her isi düzgün ve kitabina göre yaptigini Öne sürüyor degilim. Fakat çeteye karsi verilen kahramanca mücadelenin hakkini da kimseye yedirtmem. Bu, sanli bir mücadeledir. Özellikle Mehmetçiklerin ve bölgede bizzat arazide görev yapan bütün subaylarin çabalari kahramanliktan baska bir kelimeyi hak etmemektedirler. Fakat sunu da iyi biliyoruz: maalesef askeri istihbarata bulasmis bir takim insanlar, ayni sekilde Emniyet teskilatinin istihbarat birimlerindeki, bazi sivri elemanlar, PKK ile mücadele adi altinda uyusturucu ticaretinden tutun da bölgedeki her türlü karanlik olaya karismislardir. Ayrica Semdinli vakasinda adlan geçen astsubaylar hakkinda da maalesef çok kötü seyler konusulmaktadir. Dogru veya yanlis, bölge halkinin gözünde bu istihbarat görevlileri çok yipranmislardir. Ne var ki bunlar dogru dürüst arastirilmis degildir. Onun için haklarindaki iddialarin dogruluk paylari da olabilir, tamami iftiradan öteye bir anlam da tasimayabilir.
- Istihbarat görevlileri geldiler, kitapçi dükkânini bombaladilar iddiasi kim tarafindan ortaya atilmistir?
Mehmetçik katil olarak yillarca yatmis bir kisi tarafindan. Ayrica istihbarat görevliler hakkindaki olumsuz söylentilerden çok daha fazlasi her bakimdan karanlik biri olan bu militan için de geçerlidir. Özellikle PKK'ya gelen veya gelmesi gereken C5 patlayicilarin bir kisminin akibeti belli olmadigi için uyusturucu parasinin bir kismini zimmetine geçirdigi yolunda iddialar bayagi yaygin...
Peki, Mehmetçik katilinin beyani ile astsubaylarin kötülügü hakkinda herkes haber yapti da kaç gazeteci ayni katilin hakkindaki iddialari gündeme getirmeyi düsündü? Daha sonra bu katilin suçlamalarina paralel sayilabilecek bir savcilik iddianamesi hazirlandi. Orada Büyükanit dâhil askerlerin tamami agir ithamlarla karsi karsiya kaldilar.
Gerçi Pasa'nin baska zamanlarda da yaptigi gibi- aceleci bir açiklama ile oradaki astsubay hakkinda, "Tanirim, iyi çocuktur" demesi tasidigi rütbenin ve sorumlulugun büyüklügü ile örtüsmedi. Devlet adabi açisindan bunca birikim ve tecrübe sahibi bulunmasi gereken bir komutan, böyle bir beyanin medya basta olmak üzere çesitli çevrelerce aleyhinde kullanilabilecegini kestirmeliydi. Yargiya intikal etmis bir olayda komutanin düsük rütbeli bir mesai arkadasini sahiplenmesini anlarim. Fakat bunu kamuoyu ile paylasmasi, hukuk devleti olmamizin önündeki sayisiz engele her gün bir yenisinin daha eklendigini görmekten memnun olacak çevrelerin istismarciligina çanak tutmustur. Büyükanit Pasa'nin bunu hesap etmemis olmasini kötüye yoruyor degilim. Sadece istismara açik oldugunu belirtiyor ve bir türlü sakinamadigi samimi ve heyecanli tepkileriyle açiklayabiliyorum.
- Daha mi sakin olmali?
Elbette... Maalesef Semdinli, böyle istismar edilmeye müsait davranislarin ilki ve sonuncusu degil. KKTC Cumhurbaskani Talat, Pasa ile görüstükten sonra, "Sayin Genel Kurmay Baskani ile ayni görüsteyiz" türünden bir beyanat vermisken Büyükanit, "Hayir biz ayni görüste degiliz" diye açiklama yapabilmistir. Böyle bir davranis Kibris meselesinde dahi Türkiye'nin birlik içinde olmadigini, ülke olarak Kibris davasini yüzüne, gözüne bulastirdigini düsündürerek dünyaya ilan etmekle esdeger degil midir?Yine iddianameye dönersek, ortadaki metnin yeryüzünde en çok PKK'yi mutlu edecek bir manifesto niteligi tasidigina dikkat çekmemiz gerekir. Bu iddianameye bakan herhangi bir yabanci, bölgede PKK'ya karsi yürütülen mücadeleyi bütünüyle sabikali bir süreç olduguna iman etmekten baska seçenek bulamaz. Fakat tamam, adi üzerinde, bu nihayet bir savcinin iddianamesidir. Bütün iddianameler abartili olabilir. Hatta daha beteri de görülebilir, iddianame hukuk adamligi ile bagdasmayacak ideolojik dürtülerle yazilmis olabilir. 28 Subat sürecinde bir takim yargi kararlarinda gördügümüz gibi yasa yerine ideolojik kabuller hüküm olusturmada kullanilabilmistir. Burada da savci kötü niyetli veya degil, berbat bir iddianame hazirlamis bulunabilir. Simdi siz bu iddianamenin Içerigine bakarak savciyi, geri dönüsü olmayacak sekilde cezalandirirsaniz, kimseye hukuki ve idari bir islem yapildigini anlatamazsiniz. Bu, iddianamede hakkinda suçlama bulunan komutanin emri ve intikami olarak yorumlanir. Böyle bir seyi Büyükanit hak ediyor mu? Kim savciya böyle bir operasyon yapti anlamak mümkün degildir. Savciya uygulanan bu infaz, iddianamenin çürük içerigini inanilir hale getirmekten baska neye yaramis olabilir? Iddianame büsbütün asilsiz suçlamalarla dolu bulunabilir. Fakat siz onu yazana infaz uygularsaniz, içindeki iddialardan korktugunuzu göstermez misiniz? Olacak sey degil. Sanki birileri savciya infaz uygularken Yasar Büyükanit Pasa'ya kötülük etmistir. Çünkü buradan çikan izlenim, sanki o iddianame Büyükanit'i ve Türk Silahli Kuvvetleri'ne çok zarar verecegi yazan savcidan siddetli bir intikam alindigi seklindedir. En azili bir düsman bile Büyükanit'a ve TSK’ ya böyle bir kötülük yapamazdi.
*Sonrasinda mahkeme bu iddianameyi tamamen çöpe mi atti?
O da olmadi.
Semdinli olayi ile ilgili yargi süreci bitmis degil. Davanin içerigi ile ilgili bir tartisma yapmiyorum. Vaka esnasinda ve Öncesinde hukuki süreçle ilgisi bulunmayan devlet etme sanatinin gerekleri üzerinde sorgulama yürütmeye çalisiyorum.
- Pek, Savci ne yapmaya çalisti?
Ne diyebilirsiniz ki? En kötüsünü söyleyelim, "Savci yargisiz infaz yapmaya kalkisti" diyelim. Iyi de mahkeme niçin var? Sanki sistem savcinin iddianamesini yargi karari haline mi getiriyor? Tabii iddianamenin metni PKK'yi çok mutlu etmistir. Savcinin asla öyle bir gaye gütmedigi muhakkaktir. Fakat ürettigi metin öyle bir manzara çiziyor ki, onu ciddiye alanlar TSK’yi PKK kadar agir bir suç örgütü gibi algilar.Bununla birlikte savciya yapilanin da yargisiz infaz oldugunu, hatta onun yaptigindan çok daha kötü bir idari islem niteligi tasidigini gözden uzak tutmayalim. Savcinin yaptigi iyi bir savcinin yapacagi is olmayabilir. Fakat savciya yapilan ise herhangi bir hukuk devletinde görülebilecek bir infaz türü degildir.
Semdinli vakasi ve arkasi Türkiye Cumhuriyeti devleti için agir bir faciadir.Simdi eger bu eylem gerçekten Ingiliz istihbaratinin veya baska bir servisin "aslan avi" operasyonu ise çok basarili oldugunu kabul etmemiz gerek.Sahsen en çok rahatsizlik duydugum nokta suradadir:
Bir Mehmetçik katilinin beyani üzerine Türk medyasi bu olayi Ögrendigi dakikadan itibaren büyük bir acele ve sorumsuzlukla, "Kendi halkina bomba atan Türk Ordusu" resmi yaratmaya çalismistir. Neye dayanarak? Hem de ortada hiçbir somut kanit yokken! Nasil birinden geldigi, ne kadar güvenilir sayilabilecegi sonuna kadar tartismaya açik bir taniklik üzerine medya "Astsubaylar bombayi atti" iddiasini haber yapabilmistir.
Bir Mehmetçik katilinin görgü tanikligi ile medya Türk Silahli Kuvvetleri'ni sanik sandalyesine oturtmaya kalkismistir. Bu çok korkunç bir durumdur. Böyle bir medyasi olan ülke dünyanin en güçlü, en mükemmel, en kahraman komutan ve erlerden olusmus bir orduya sahip bulunsa bile, düsmanlari çok talihli sayilirlar. Komplocu, karanlik isler karistiran, suiistimaller isleyen, kendi halkina bomba atan bir ordu imaji bu medya sayesinde bir kere daha yayilmak Istemistir. Bunda da bir hayli basari elde edilmistir. Zira hiç ummadigimiz kisiler bile, "Bakin, gördünüz mü, demek ki öyle her seyi PKK'ya yapiyor dememek lazimmis" seklinde konusmaya baslamisti.Yalniz sunu da biliyoruz ki, bölgede PKK ile mücadele eden askeri birliklerimiz Semdinli'de dönen karanlik olaylari iyi takip edebilmek için bir Itirafçidan yararlanmaktaydi. Bu itirafçinin daha sonra Ingiliz gizli servisi tarafindan devsirildigi yönünde bir iddia vardir.
Basta da isaret ettigim gibi asilsiz bir üfürüm olabilir ama arastirilmasi gereken bir iddiadir. Bu iddiaya göre sekiz yüz bin sterlin ya da avro civarinda bir para Londra'da bir Ingiliz bankasindan Süleymaniye'deki bir subeye bu operasyon için havale edilmistir.Bu iddia ya bizim istihbarat birimlerimizin ortaya attigi bir palavradir veya gerçek bir bilgidir. Her iki durumda da Türkiye'nin bu iddiayi kovalayacak mekanizmalari olmasi gerekir.
- Eger bu isi Ingilizler tezgâhladiysa, o zaman Amerikalilarin haberi yok mudur?
Bu vaka için bir sey söyleyemem. Ancak bir yörede her-hangi bir yabanci istihbarat biriminin bir faaliyeti varsa rakipleri ondan bir sekilde haberdar olurlar. Bu iste en iyi olanlar, kendileriyle baglantisiz istihbarat operasyonlarini kimin re için yaptigini bilebilirler. Mesela Türkiye gibi bir ülkede Rus gizli servisi bir is yapiyorsa Amerikan gizli servisi bunu bilir. Bu isler havada uçusan telsiz mesajlari gibi Öngörülmeyen kulaklara da ister istemez deger. Çünkü genellikle çenesini iyi tutamayan ikincil derecede saha elemanlari veya yari sivil istihbarat unsurlari, bölgedeki bütün gizli servislere su veya bu derecede açiktirlar.
Sanirim bizim istihbaratçilarimiz da neyin ne oldugunu biliyorlardir. Ama eloglu kurdugu karanlik oyunu iyi oynamissa, meselâ ava giden aslan misali Türk istihbarat timi gerçekten baskalari tarafindan is üzerinde avlanmissa hasmin bu basarisi karsisinda yapilacak fazla bir sey kalmayabilir. Zira resmi agizdan "böyle oldu" diyemeyecegine ava giden aslan kazigi yer. Varsa kararliligi, bu oyunun hesabini bir baska iste görmeye çalisir.Eger gerçekten operasyon 'aslan avi' ise hikâyesi nasil gelismistir?Bunu senaryolastirabiliriz:
Diyelim ki askeri istihbarat timi, kendilerine bilgi veren itirafçi eski PKK'lidan Semdinli'de karanlik bir cürüm islenecegine dair bir duyum almistir. Böylece taraf degistiren itirafçi muhbir bu istihbarat timini olay mahalline, yani aslana kurulan tuzaga çekmistir. Evvelden ayarlandigi gibi birileri de orada bombayi patlatir. Bu sekilde Türk Silahli Kuvvetleri sanki güvenliginden sorumlu oldugu halkin, kendi insaninin dükkânini bombalayan bir suçlu konumuna düsürülür. Bu, böyle mi olmustur? Pekâlâ mümkündür ama gerçegi nasil ortaya çikaracaksiniz. Bunun için devlet olmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti ne yazik ki bu kivamda bir devlet olmaktan çikarilmistir. Derin ve karanlik islerin gerektigi gibi takibini yapabilecek çarklarin dislileri kiriktir. Devlet, devlet olsaydi iddianamesinden dolayi savcisina yargisiz infaz uygulamazdi. Hele bu infazin yüksek bir yargi kurumunun tasarrufu olarak tecelli etmezdi.
- O zaman bütün bunlar nereye çikiyor?
Söz konusu savci hazirladigi bu iddianameden dolayi orduyu agir sekilde zanli durumuna düsürdügü için üst yargi kurumu tarafindan düsünülebilecek en agir cezaya çarptirilmistir. Herhalde yazdigi iddianame yüzünden böyle bir akibetle karsilasan baska savci yoktur. Bu hos bir ilk veya istisna sayilabilir mi? Her bakimdan manzara devlet için tatsizdir. Adi üstünde, bu metin iddianamedir. Savci takdir ve yorum hakkini kötüye mi kullanmistir? Olabilir ama bu savciya uygulanan müeyyide hukuk sistemimizin öngördügü bir yaptirim midir? Her durumda savcinin iddialarinin bir kismi mesnetsiz görünebilir. Nitekim o iddianame yüzünden yazar olarak savciyi agir sekilde elestirdim. Fakat kesilen ceza reva midir? Simdi pek çok kimse bu yaptirima bakarak 'asker yarginin tepesine bindi ve bu savciyi attirdi' diye düsünmez mi? Bu ne demektir? Bu dolayli biçimde "Semdinli'deki bombayi ordu atti" demek degil midir? Medya da böyle bir izlenimi pekistirme yönünde yayin yaptiktan sonra ortaya çikan tatsizligi ne ile ve nasil telafi edecegiz? "Gerekirse kendi halkina bomba atan asker" izleniminin yaratilmis olmasindan memnun muyuz?Bunlar çok kötü isler.Türk Silahli Kuvvetleri'nin PKK'ya karsi verdigi mücadelenin tamamina yönelik bu çamur atma girisimin yol açtigi tahribati giderebildik mi?
Hayir.
Bu tahribatin etkilerini silebilmek için bir seyler yapabildik mi? Aksine buna böyle hükmedilsin dercesine tutmus savciyi yargisiz infazla kahretmisiz. Asker bu karara sahip çikmis, savcinin sistemin disina püskürtülmesinden memnun olmus gibi bir görüntü var. Böyle olunca da iddianame ile kendisine yöneltilen haksiz veya en azindan abartili ithamlari dolayli biçimde benimsemis gibi görünmüyor mu?
- PKK'nin terör eylemleri Semdinli'den sonra bayagi artti.
Gayet tabii... Semdinli'den sonra yogunlasti. Terör örgütünün kullandigi patlayici türü degisti. Son dönemlerde C4 kullanmaya basladilar. Malum, C5 bir NATO patlayicisidir ve NATO ülkelerinde bulunur. Dolayisiyla PKK'nin elinde C5 bulunmasi onun NATO ülkelerinden destek gördügünün kanitidir. Gerçi Türkiye'de NATO üyesidir. Öyleyse Türkiye de destek mi vermistir? Hâsâ! Herhalde bu kadar korkunç bir çürümüslükle karsi karsiya degilizdir. Fakat C5 patlayici türü, NATO ülkelerinden destek gördügünün kaniti sayiliyor. C4 Ise yeni bir patlayici. Bu, dogrudan dogruya ABD ürünü ve çok daha yogun bir patlayicidir. Hacim olarak çok daha az miktarda C4 büyük C5 patlayici kitlesinden daha büyük tahribatlar yapabilmektedir.
PKK Semdinli vakasinin sonrasinda bu patlayiciyi sik sik kullanmistir. Ayrica PKK militanlari uzaktan verecegi sinyalle herhangi bir riske girmeden dagin tepesinde, bir agacin kovugunda ya da bir magaranin agzinda durarak, herhangi bir yerdeki mayini tam da askeri araç geçerken patlatabilmektedir. Bu teknik destek mutlaka batili ülkelerden saglanmaktadir. Rusya'dan da sagliyor olabilir, Çin'den de. Bunlar ille de bize düsmanlik etmek için veriyor degillerdir. Bati ülkeleri için de geçerli bu. Böyle durumlarda Önemli olan paradir. Yani PKK'nin bunlari alacak parayi bulmasidir. Bir de bu satislari yapan firmalara vergi uygulanmamaktadir. Kara para kara islerle kolayca katlanmaktadir. Bu is çok örgütlü bir takip gerektirir, ama hangi devlet çarki ile nasil yapacaksiniz?
Bir devlet bir terör örgütünü zaten bu sekilde destekler. Ihtiyaç duydugu silahlari edinmesine bir sekilde göz yummaniz, yapabileceginiz en büyük yardimdir zaten. Terör örgütünün ticari iliskilerini, kara parayi edinme ve dönüstürme yöntemlerini takip etmezseniz, cebine para koymus kadar büyük kolaylik saglamis olursunuz.
- 17 Mayis 2006'da Danistay saldirisi oldu. Her zaman oldugu gibi birçok yorum yapildi. Danistay saldirisini nasil yorumluyorsunuz? Gerçekten göründügü gibi genç bir avukatin tek basina veya birkaç fanatik tahrikçi ile birlikte planladigi bir eylem midir?
Buna benzer eylemlerin hangisi hakkinda Türkiye'de herkesi ikna edecek gerçek hikâyeye ulasmak mümkün olmustur? Mumcu'nun, Hablemitoglu'nun, Kislalinin Öldürülmesinin arkasindaki nifak odagini Ögrenebildik mi?Söz konusu eylemin görünürdeki fail ve muhtemel isbirlikçileri hangi odak tarafindan harekete geçirilmis olurlarsa olsunlar, yine sonuçlara bakarak çikarim yapabiliriz.Böyle bir eylem Türkiye'nin içinde hangi çevrenin isine yaramis olabilir?Her kim islemis veya isletmisse bu cinayet Türkiye'de kurumlar arasindaki kesmekesi derinlestirmekten baska bir sonuç elde edebilmis degildir.Bu olayi tezgâhlattiran aslinda bütün Türkiye'ye igrenç bir mesaj vermek istemis olabilir:
"istersem caniniza okurum, hepinizi öldürtebilirim. Bakin Danistay'in tepesindeki insanlari bile kolayca hedef alabiliyorum. Her biriniz caninizdan olabilirsiniz. Ne istedigime dikkat edin. Siz siz olun talep veya dayatmalarimi göz ardi etmeyin."Bu Dink olayi için de, Semdinli vakasi için de geçerlidir. Tabii anlamak istemezsen anlamazsin. Zaten 25 yildir terör belasiyla bogusuyor, batakligi kurutamiyorsaniz, hiç biriniz isinizi yeterince iyi yapamiyorsunuzdur.
- Danistay saldirisi basörtüsü meselesinin konusuldugu günlere denk gelmisti. Bu yasagin kapsamim genisleten yeni bir yaklasim gündemdeydi.
O yaklasimi konusmak ve tirmandirmaya çalismak acaba bu eylemin yapilmasi için gelistirilmis bir tahrik olamaz mi?
Çok yüksek bir ahi gerektirmiyor mu?
Tezgâh zaten. Basit bir akil degil. Diyelim ki ciddi istihbarat çalismasi süsü vererek bir rapor hazirladim. Gelip size takdim ettim: "Beyler yakinda Genel Kurmay Baskaninin kizma bile zorla basörtüsü taktirmayi deneyecekler. Demek ki siz bu isin kökünü kurutamadiniz. Devlette görev yapan kadinlarin sokakta bile basörtülü gezmelerini yasaklamalisiniz."Sizi kaygilandirmak ve tehdidin çok yakin olduguna inanmanizi saglamak için bir sürü veri gelistirebilir veya uy-durabilirim.Siz ki zaten bu konuda yeterince endise duyuyorsunuz.
Böyle bir raporla sizi harekete geçirmeyi denedigim zaman zaten elverisli kesimlerde ürkütücü bir tepki dalgasi olusturmam zor degil. Kisacasi, senin insanlarinin cani ve mali benim için çok degersiz ise, basit bir kivilcimla koca bir benzin deposunu patlatabilir, çevredekiler! havaya uçurtabilirim.
*îste size bir operasyon!
Böyle de olabilir demek istiyorum, kesin böyledir demiyorum. Yani bir ormani yakmak için bir kibrit çöpü yeterlidir. Fakat bakildiginda siz sadece bir yapragi tutusturuyorsunuz. O yaprak dali, dal agaci, agaç öbür agaci yakar. Meslekten fitnecinin isi her zaman basittir. Hele hava sicaksa, rüzgâr varsa, orman çok sik, içinde yasli ve kuru agaç bol ise kim yangin afetinin yayilmasini önleyebilir...
Eylemi yapan avukat için ne diyeceksiniz? Sahislarla ugrasmak ne kadar dogru olur?
Bazi tanidiklarinin ifadelerine göre bu avukat köktenci, taskin ve dengesiz tavirlar sergileyen bir kisiymis. Fakat böyle Ifadeleri her bakimdan ihtiyatla karsilamak lazim... Bir kisi çevresine böyle bir görüntüyü bilinçli olarak da verebilir. Tabii eger iyi egitilmis meslekten bir tetikçi ise ve kendisinden böyle bir resim çizmesi istenmis ise...Ancak bu ve benzeri konularda bildigimiz hiçbir sey güvenli degildir. Oyun kuran odak varsa ve gerçekten isinin ustasi ise, bizim algilamalarimiz veya en azindan bazilarimizin algilamalari da ayni odaktan öngörüldügü sekilde gelisebilir...
- Yani böyle bir kisilik sahibi oldugu belirtilen sanigin eylemi sasirtici degil mi?
Baska türlü bir kisilik olsa da sasirmam ki! En elverissiz insandan bir katil yaratmak profesyonel fitneciler için zor bir islem degildir.Yalniz, Danistay'a yapilan saldirinin arkasinda ille de baska ülke servislerinin veya yerli derin çetelerin olmasi gerekmiyor. Tamamen köktenci bir dürtü ile böyle bir eylemin gerçeklestirilmis olmasi da az veya çok ihtimal dahilindedir. Ayrica kendi kafalarina göre durumdan vazife çikarmaya kalkisan bir takim muvazzaf veya emekli güvenlik görevlilerinin yaptigi bir eylem de olabilir.
- Niçin yapmis olabilirler?
Kendilerine göre birileriyle kavgalari vardir. Sözgelimi hükümetin Kibris'i sattigina inanmaktadirlar. AKP'yi zan altinda birakmak için, zor duruma düsürmek için akillarinca çok parlak bir eylem olabilir bu.
*Semdinli'den sonra bir Atabeyler Çetesi ortaya çikti...
Bütün bunlar devletin olmamasindan kaynaklaniyor. Ortada devlet yok. Devlet diye bir sey olmadigi için herkes kendini devlet yerine koyabiliyor. Böyle yapinca da devlet veya derin devlet degil, ancak derin çete olunabiliyor.
- Bu çetenin üyeleri bazi önemli kisilerin -bakanlar,milletvekilleri, bürokrat vb -banka hesaplarina girmisler, evlerinin krokilerini çikarmislar. Mekânlarinda ciddi silahlar ve cephane var. Devletin içinden yardim almadan böyle bir olusum gerçeklesebilir mi?
Bir sekilde birileri ile baglantilari vardir. Fakat asil önemli olan sudur:
Devlet kuruluslarimizda yabanci ajanlar cirit atip bir takim mahrem bilgilere ulasirken, yerli bir derin çetenin böyle verilere ulasmasini yadirgayabilir miyiz?
- Sizin de katildiginiz bir televizyon programinda eski MÎT mensubu Nuri Gündes, "Ben kuvvet komutaninin yüzüne tüküren binbasi gördüm" dedi. Çete sinir tanimayabiliyor.
Maalesef Türkiye böyle günleri de yasadi. Süphesiz emir komuta zinciri içinde bu tür taskinliklar kolay kolay yasanmaz ama asker siyasete karismaya kalkistigi zaman çeteye dönüsür. Mustafa Kemal Atatürk bunu daha gencecik bir subayken görmüs, îttihat ve Terakki partisinde siyaset yapan askerlerin ayiklanmasini önermistir. Bunun ne korkunç bir bela oldugunu, on yil içinde koca bir imparatorlugu imha eden süreçte gördük.Asker siyaseti olumlu sekilde etkileyebilir elbette. Bunu tamamen demokratik ve mesru çizgiler içinde de yapabilir. Mesleki sayginligi ile iktidarlarin ve muhalefetlerin ufkunu açabilir. Isini iyi bildigi ve dersine mükemmelen çalistigi için hükümetlerin bazi girisimlerinin yanlis sonuçlar dogurabilecegini güçlü delillerle anlatip siyasete katki yapabilir.Yalniz, askerin memleket islerine olumlu etki ve katki yapabilmesi baska bir durumdur, bizatihi kurum olarak bir parti konumuna gelmesi ve siyasi seçenek gibi davranmasi baska bir durumdur.
Ikinci Bölüm
Ergenekon Davasina Giden Süreç
- Ömer Lütfü Bey, Ergenekon'a gelene kadar Türkiye çok ciddi olaylar yasadi. Çok mühim badireler atlatti. Bunlarin basinda Hrant Dink cinayeti geliyor.
"Katil, Oguz Kagan'in soyundan bugüne kadar katisiksiz gelen bir damara mensup bile olsa Türkiye'ye ve Türklere korkunç bir kötülük yapmistir!"Suikastin üzerinden birkaç saat geçmemisken bunu söyleyen biri olarak elektronik posta kutuma düsen bir iletinin geldigi siteye girince katilin Ermeni asilli olduguna dair Iddia ile karsilastim.
Ilk duygum, bu Iddianin da Türkiye ve Türkler için yararli degil zararli olacagi yönündeydi. Gerçi -hangi gerekçe ve veriye dayanarak olursa olsun- böyle bir iddiayi ortaya atanlarla yayinlayanlarin, "Oh, iyi ki katil Türk degilmis" seklinde bir rahatlama hissetmeleri muhtemeldi. Ne var ki biraz genis ve derin bakmaya çalisanlar katilin, köken itibariyle Ermeni olup kimligini gizleyen biri olmasi durumunda baska bir fitnenin daha filizlenebilecegim görürlerdi. Zira bu takdirde katilin dogum yeri olan Trabzon ve çevresinde gerçek kimliklerini gizleyen Ermeniler bulundugu yolundaki kanaat, bir takim fesatçilara elverisli bir zemin hazirlayacakti. Ondan sonra da bölgede bir tür irkçi tecessüs gelistirmek ve insanlari birbirlerinin kimligi hakkinda arayislara sürüklemek büsbütün kolaylasacakti. Kaldi ki bu netameli fitne halen geçerlidir ve az çok islemektedir de...
Neyse ki daha sonra yayin organlarinda da yer aldigi üzere katil zanlisi Ogün Samast'in Çepni'lerden oldugu ve Oguzlara kadar uzandigi yolunda bilgiler yer aldi ve gizli Ermenilik Iddiasi gündemden düstü. Böylece bir Türk'ün Türkiye'ye ve Türklere korkunç düsmanliklar yapmada kolayca alet olarak kullanilabilecegine iliskin yeni ve kahredici bir örnekle daha karsilasmis olduk.
- Bu noktadan sonra da katilin Trabzonlu olusu medyanin ve yorumcularin odaklandigi temel boyut haline geldi.
Ayni sehrimizde daha önce bir papazin öldürülmesi olayi, bazi nifakçilarin eylemlerine karsi linç girisimlerinde bulunulmasi tekrar gündeme getirilerek âdeta yargisiz infaz yapildi:
"Issizlik ve benzeri sosyal sebeplerin yaninda ayrica ülke genelinde yükselen milliyetçilik dalgasi Trabzon'u cani üreten karanlik bir sehir haline getirdi."Isin ilginç tarafi su ki, bizim medyamizin bu yaklasimi, daha eylemin ilk saatlerinde bati medyasinin benimsedigi ortalama yaklasimla Ört üsmekteydi- Yabanci gazete ve televizyonlar da özellikle milliyetçi dalgayi sorumlu tutarak cinayetin irkçi duygularla islendigine iliskin yorumlar dayattilar ve yaydilar. Bu süreçte en vahim çarpiklik ise, basta Istanbul Emniyet Müdürü'nün, Istanbul Valisi'nin ve hatta bizzat Içisleri Bakaninin akil almaz bir acelecilikle eylemi basit bir milliyetçi duygu patlamasi ile açiklamalariydi. Oysa bu zatlar cinayeti bütün ihtimalleri hesaba katarak arastirmakla görevli olan en yetkili kisilerdi. Bu konumlarina ragmen sanki üzerlerine vazife imis gibi neredeyse bati basinini ve onlarin dümen suyunda yayin yapan bizdekileri onaylamak istercesine söyle demeye getirdiler.
- "Ermeni diasporasinin arzuladigi gibi yayin yapan bati medyasi ile benzer çizgiyi takip eden bizim medyamiz dogru söylüyor, bu Is milliyetçi dalganin yükselmesinden kaynaklanan irkçi bir saldiridir" görüsüne ne diyorsunuz?
Hayir, öyle degil! Istanbul Valisi ve Emniyet Müdürü'nün belki idrakleri yetmez, ama Içisleri Bakani çok Iyi bilmekte dir ki, bu olay yabanci servis isidir. Eylemi gerçeklestirecek masanin Trabzon'dan seçilmesi ise, isin yerli bir operasyon olarak görülmesini kolaylastirmak içindir. Zira oradan bir tetikçi belirleyen güçler çok iyi bilmektedirler ki Türkiye'nin ortalama medya adami sanigin yakalanmasindan sonra hemen, daha önceki papaz cinayetini ve bir takim 'milliyetçi tepki' örneklerini hatirlayacak ve "Trabzon'da karanlik yapilanma" senaryolarina sarilacaktir. Bu da olayda yabanci parmagini aramaya kalkisacak olanlari komplocu diye suçlamayi dogallastiracak, hele aklina cinayetin hakiki azmettiricilerine ulasmayi koyacak bir takim güvenlik ve istihbarat kadrolarini caydiracaktir. Esasen bu sartlar yüzündendir ki, eylemi öngören ve senaryosunu yazip uygulattiran güç, sonraki süreci önceden bütün ayrintilari ile planlamistir. Katilin basindaki beyaz bereden yasinin 17 olmasina kadar her sey, simdi medyamizin ve bati medyasinin koro halinde yaygarasini yaptigi 'milliyetçi dalga' üzerine odaklanilmasini saglamak için bastan belirlenmis özelliklerdir. Böylece Türklerin milliyetçi duygulari kabardiginda kolayca adam öldürdükleri bir kere daha kanitlanmis olacaktir. Bu imaj kirletme çabasi kendi içimizde bile böylesine etkili olduktan sonra, yarin patlatilacak bir 'Kürt-Kürt olmayan' çalismasiyla Türkiye'yi 'haydut devlet' ilan etmek ve müdahalede bulunmayi istemek kimseyi sasirtmayacaktir.
Süphe yok ki operasyonun Trabzonlu bir tetikçi ile gerçeklestirilmesine dayanarak bu sehrimize ortalama medya adaminin yaptigi gibi önyargi ile 'karanlik yapilanmalar sehri' olarak yaklasacak degiliz. Ancak artik çok açik biçimde görmeliyiz ki, Trabzon basta olmak üzere bütün Dogu Karadeniz daha 1980'den itibaren çok önemli bir bölgesel ve küresel manevra alani durumundadir. Böyle oldugu için de 12 Eylül darbecilerinin gaflet ve dalaletleri ile baslayan Dogu Karadeniz'i yoksullastirma çabasi, yöreden iki defa basbakan çikmasina ragmen kesintisiz devam etmektedir. Elbette böyle bir tasariya engel olamayan sorumlularin, hatta su veya bu sekilde destek veren ve katki yapan yetkililerin tamami gaflet, dalalet veya ihanet erbabi degildir. Muhakkak ki devletin bir yerlerinde bir takim beyinler, Dogu Karadeniz gibi, ülke birligi için daimi bir çimento ambari niteligi tasiyan bir yöremize yönelik oyunlarin farkindadirlar ve bir seyler yapmak istemislerdir, istemektedirler. Fakat ne yazik ki simdiye kadar süreci -birakin tersine çevirmeyi -durdurmak bile mümkün olmamistir. Dogu Karadeniz hâlâ göç vermeye, dolayisiyla bosalmaya devam etmektedir. Bu da demektir ki, bir vakitler Osmanli'nin yörede uyguladigi iskân siyasetlerinin tersini, Türkiye üzerinde hesap tutan çevre ve güçler türlü sinsi yollarla sürdürmektedirler.Ülkemize ve milletimize korkunç bir darbe indiren bu cinayet, Dogu Karadeniz üstüne oynanan oyunlari bozacak bir milli iradeyi artik olusturmali ve harekete geçirmelidir.
. •Aslinda ülkemizde huzursuzluk asamalarindan biride Cumhurbaskanligi seçimleriydi. Cumhurbaskani seçilmesi arifesinde çok sert tartismalar yasandi. Bu meclis seçmesin, yeni meclis seçsin dendi. Siz basindan beri milletin Cumhurbaskani seçmesinden yanasiniz?
Ne bu Meclis, ne de bir baska Meclis; Cumhurbaskani'ni bizzat milletin seçmesi lazim. Neden milletin seçmesi gerektigine iliskin 100 gerekçe sayabilirim ama bir tanesiyle de yetinebilirim. Meselâ sadece solun ve kökten batici çevrelerin Cumhurbaskani'ni milletin Seçmesinden hoslanmamalari yeterli bir gerekçedir.
- Peki, onlar neden dogrudan millete basvurulmasin istemiyorlar?
Biliyorlar ki bu millet kolay kolay soldan Cumhurbaskani seçmez. Biliyorlar ki, millet dogru teshis edebilirse veya maskelerini indirebilirce kökten baticilari da asla tercih etmez.Oysa solculara ve kökten baticilara, milletin seçtigi hükümetleri dengeleyebilecek bir makam olarak Cumhurbaskani çok lazim. Olagan sartlarda iktidar yüzü göremeyecekleri için, Meclis'teki dengelerin arasindan kendilerine yakin birini Çankaya'ya çikarmayi basarabilirler. Nitekim böyle oldugu için de çokça zaman basarabilmislerdir.Manzarayi dürüstçe degerlendirelim:
Atatürk'ten sonraki Cumhurbaskanlarimizin pek çogu ne hikmetse genellikle, ülke nüfusunun ezici çogunlugunu olusturan Türkmen kitlenin disindakilerdendir.Elbette Türkmen olmayan, meselâ Kürt kökenden gelen Cumhurbaskanlarimizin varligindan bir rahatsizlik duydugum yok. Fakat ülkenin ezici çogunlugunu olusturan kitleden hiç mi elverisli biri çikmaz? Hani manzaraya bakarsaniz; bu ülkede -elbette hukuki anlamda bir itirazim yok ama -Rum, Ermeni veya Yahudi dönmesi Cumhurbaskani olabilir ama Türkmen olamaz diye hükmedesiniz gelir.En azindan bu açidan adaleti saglayabilmek için, arada bir çogunluga mensup bir vatandasimizin da Çankaya'ya çikabilmesi için dahi milletin oyuna basvurulmasi elzemdir. Kaldi ki yararlari bundan ibaret de degildir.
Yüksek bir oy oranini sart kosmak kaydiyla halkin seçecegi bir Cumhurbaskani, simdiki halde makamda mevcut bulunan yetkilerin milli iradeyle mesrulastirilmasi gerekir. Yoksa hiçbir sorumlulugu bulunmayan, söyle veya böyle Meclis aritmetigi üzerindeki bir takim manevralarla piyangodan çikarcasina seçilen yahut seçtirilen silik bir sahsiyetin kullanabildigi hayli asiri yetkiler, demokratik bir toplum için mantik disidir.Siradan birinin Cumhurbaskani olmasini kolaylastiran bu çarkin mutlaka degismesi gerekmektedir. Siradan birinin Cumhurbaskani olabilmesi, oradaki bir takim teknik düzeydeki kadrolar marifetiyle devletin en üst makaminin igfal edilmesini kolaylastiracaktir. Vasifsiz bir Cumhurbaskani, oraya yerlestirebileceginiz meselâ becerikli bir genel sekreter sayesinde Türk milletinin degil baska emel sahiplerinin gayelerine hizmet edebilir de farkina dahi yaramayabilir.
- AKP'nin kapatilmasindan önce DTP'ye bir kapatma davasi açildi. Tabii bu partiye açilan kapatma davasi AKP'ye açilan kapatma davasi kadar ses yapmadi.
Sözde sol görüslü katiksiz irkçi parti olmasina ragmen kapatilmasini asla istemedigim DTP, özellikle üst düzey yöneticilerinin dilleri ile atese körükle gitmeye devam ediyor! Kürt veya Kürtçü olmadigimiz halde bu partinin yasamasini isteyenler az da degiliz üstelik. Ayrica sahsen kendilerini ille de PKK'yi 'terörist' ilan etmeye çagiranlardan da degilim. Neden çagirmiyorum? Kafami kuma gömmek istemedigim için! Kim ne derse desin, DTP oylari PKK bahçesinin ekinleridir! "Efendim, PKK gibi bir çetenin bu kadari oyu olabilir mi?"
Hah iste, tam da böyle soranlar kafalarini kuma gömmüslerdir. Kim ne anlarsa anlasin; evet, PKK asla Kürtleri temsil etmemekle birlikte önemli bir kitleyi belirsiz gayesi için kazanmis, sokaklara dökülecek kadar etkilemistir. Iki kere iki dört! Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk sonrasinda devlet etme yetenegini adim adim kaybettigi için PKK belli bölgelerde 'devlet eder' gibi çalisabilmistir. Hem de kesin imanimca hâlâ sadece "dis destekli, asagilik kirli islere da bulasmis bir terör örgütü" olmasina ragmen! Sorun artik, milyonla ifade edilebilecek bir kitlenin PKK yandasi olmuslugundadir! Dagda bir Mehmetçik kaybina karsilik bes-on militan öldürmek, ülke genelinde PKK kullanicilarinin Öngördügü fitnenin büyümesini Önlememistir. Ankara daginik göründügü sürece koca bir kitle PKK'ya sarilir, kararli davrandigi sürece de dagilir... Öyle veya böyle, dis destekli de olsa, uyusturucu ticareti dâhil her türlü igrenç islere bulasmis da bulunsa PKK suç haritamizin önemli bir vakiasidir. Bu vakianin üstesinden gelebilmek için her türlü tedbir alinabilir, mahrem veya asikâr bin türlü yöntem denenebilir.
DTP ile is tutabilmek de böyledir. Aklini kullanabilen bir Ankara, DTP dogrudan PKK'nin emrinde olsa dahi sanki hiç öyle bir belirti ve hatta ihtimal yokmus gibi davranabilir. Fakat daha Ankara'da böyle bir irade olusmadan DTP, iplerin kopmasi için saha kalkivermistir. Dillerinin altindaki bakla da çikmistir: "Türkiye'de tek ulus yoktur. Türklerle ortak olan ikinci bir ulus vardir, o da Kürtlerdir." Bu söylem, "Biz uzlasma ve sorun çözme maksadi tasimiyoruz" diye ilan etmekle esdegerdir.
Zira böyle bir Türkiye asla olmayacaktir. Bu; Türkiye'nin de, Kürtlerin de sonudur! Böyle bir Türkiye'nin olmayacagini dünya da bilir, DTP yönetimindeki sivri akillilar da! Bunlar, "Asla bölünme istemiyoruz ama Anayasanin iki uluslu bir Türkiye tanimlamasi sarttir" diye güya bölünmenin hukuki temelini attirmaya çalisarak herkesi aptal yerine koymus görünseler de, böyle bir hedefe inaniyor degillerdir.
Bunlar ve kullanicilari sadece Ankara'ya "ölümü gösterelim de sitmaya razi olsun" mantigi ile taviz pesindedirler. Lakin geçmis olsun... Tavizlerin sonuna gelinmistir. Terör santajiyla saglanabilecek 'irkçi' kazanimin daha ötesi yok! Bununla birlikte Ankara, azami sogukkanlilikla davrana-bilmeli; kapatilmak için yirtinan yöneticilerine ragmen dis basinç istismarina karsi 'siyasi maslahat' araci olarak DTP'yi yasatabilmelidir. Hem de DTP kendi kendisini sahte bir deneye dönüstürdügü halde!
- Adalet ve Kalkinma Partisi Alevi vatandaslarimiza yönelik bir açilimda bulundu. Siz yazdiginiz yazida, "Iktidar partisinin Alevi iftari, toplumumuzun temel dayanaklarindan birini teskil eden kesime yönelik yabanci servis güdümlü oyunlari etkisiz kilma adina gelistirilmesi gereken çagdas bilincin yeni isaretlerinden biri olmali. Önemli bizim 'ayri' olmadigimiz bilinci..." dediniz. Bu konuyu biraz açar misiniz?
Iste oyun kurucular bu bilinci yok etmek için ugrasiyor...Maalesef çok sayida 'okumus-okutulmus' Alevi aydincik ile bir kisim anlayissiz Sünni de taammüden veya gafletle buna alet olmaya devam ediyor.Nitekim güya Alevi kültür ve degerlerini koruma adina hareket eder görünen oyuncu veya oyuncak konumundaki bir kisim Aleviciler hemen fütursuzca baslik atabiliyorlar: "Aleviler oyuna gelmedi..." Ne demek bu?Adalet ve Kalkinma Partisi bir iftarla Alevileri oyuna getirmeye çalisiyordu ama katilmayanlar bunu bozmus oldular! Karanliga islik çalan bu kafa aslinda katilimdan rahatsizligini, kendi kendisini kandirarak bastirmaya çalismis...
Ulusçu veya ulusalci geçinen çevrelerde de rahatsizlik duyanlar oldugunu gördük. "Efendim AKP Kürtlerden sonra Alevilerden de yüksek oranda oy almaya baslarsa neyleriz?" Neylersen eyle! Kim Türkiye'deki iki büyük fitne alanini olusturan Kürtçülük ve Alevicilik konusunda basari kazanirsa milletin gönlünde taht kurmayi anasinin ak sütü gibi helalinden hak etmistir, isterse onun kursagindan yiginla haram lokma geçmis olsun!Daha Istanbul'un fethedildigi günlerde baslayan Türkleri Orta Asya'ya püskürtme tasarilarinin son halkalarinda Kürtler ve Aleviler üzerinden yürütülmek istenen oyunlari görebilenler bu hengâmede parti ve ideoloji hesabi yapamazlar.
Yapanlar ise gaflet, dalalet ve ihanet kavramlarindan birinin kendi fiillerine sifat olarak yapistirilmasini göze almislar demektirler. Yalniz, iktidar partisinin verdigi bir iftarla bahar gelecek degildir. Üstelik bu yolda atilan ilk ve tek adim da sayilmaz.
Alevilerin milletin temel unsurlarindan biri oldugu gerçeginden hareket ederek kucak açan baska siyasi kadrolar da bu yolda önemli katkilarda bulunmuslardir. Bugün, Alevicilige karsi Alevilerle bütünlesme ve barisma adina atilacak her adimi küçük büyük demeden gönüllerimizin var gücüyle destekleme günüdür. Burada 'barisma' tabirini de özellikle kullandim...Yavuz Sultan Selim'den bu yana Sünni kitle olarak -ve ayrica agirlikla Sünni bakisli devlet olarak Çaldiranda yenilen ve ezilenlerin yine kendi kardeslerimizden ibaret bulundugunu göz ardi ettik...
Bu aslinda, yüzlerce yil boyunca Alevi kitleyi yürekten yaralamayi göze almak demekti. Barisma, Çaldiran için özür dileyerek bu insanlarin gönüllerini almaya çalismak degildir. Sadece kiranin da, kirilanin da biz oldugumuzu içtenlikle paylasmali, Alevilere hissettirmeli, böylece Aleviciligin en islek malzemesini kullanissiz hale getirebilmeliyiz.Aziz Reha Çamuroglu'nun bu iftardaki cesur bir cümlesi altin anahtarimiz olabilmelidir: "Pek çok tarih kitabimiz yalan söyler. Çaldiran aslinda bizim bizi kirdigimiz bir savas, muzafferinin de, maglubunun da biz oldugumuz bir savastir..." Sir surada: Alevicilik, Sünnilikle degil, Alevilikle geriletilir.
Üçüncü Bölüm
Öncesi ve Sonrasiyla AK Parti'ye
Açilan Kapatma Davasi
- Yargitay Bassavcisi tarafindan AK Partiye açilan kapatma davasini nasil anlamaliyiz? Siz bunu Basbakan Erdogan'a yönelik bir operasyon olarak degerlendirmistin iz.
En büyük 'aferin' kime? "Parti kapatmak yetmez, hukuk yetmez" diyerek her türlü toplum suçu islemeye çagri yapabildigi için artik -aydin niteliginden öte -yasal yükümlülükten düsüp düsmedigi tartismali bir pir-i fâni... Ates olsa cirmi kadar yer yakamaz!
Onu sabahin köründe gözaltina aldiran irade herhalde bir Gece Korkut, bir 'ulusalci kahramanlar piri' yaratmak kastiyla hareket etmemistir. Bunu kast eyleseydi, en büyük 'aferin' o iradenin sahibine düserdi: "Harikasin... Sen bu hünerle degil yasli bir gazeteciyi, katiksiz bir bunagi bile efsane yapabilirsin?"Özellikle Erdogan'a yönelik olarak -kendi çevresinde konuslanmis bulunanlardan bazi unsurlarin da katildigi -bir tezgâh söz konusu degilse, sudan bahanelerle parti kapatma dalaletine yakin vahamette bir arastirma-sorusturma fiyaskosu ile karsi karsiyayiz. Tamam, birilerinin çoklu kusatma ile Erdogan'i tasfiye etmek üzere eszamanli olarak çesitli dügmelere bastigi yolundaki 'zuhurat okuma' deneylerinin külliyen 'komplo teorisi' sayalim.
Tamam, gecenin bir saatinde gazetecinin birisine telefon açip, "Çok kötü seyler olacak" denildikten sonra -daha kargalar hayvan tersine konmadan -yasli bir 'kursun sikan' kalem ehlinin gözaltina alinmasina tesadüf diyelim. Tamam; hatta bu fisildama sayesinde esasen Erdogan'a yönelik sinsi bir tezgâhin varligina iliskin süphe uyandirmak ve kafa karistirmak için gazetecinin kullanilmak istendigini dahi düsünelim. Nereye kadar? Gece Korkut hazretleri tutuklama istegiyle mahkemeye dahi sevk edilmeden serbest birakilana kadar...O saatten sonra insanin "komplo inkâr ettirici" bütün damarlari kurumaz mi? O saatten sonra, geri dönüp de yasli 'kursun sikan' kalem ehlinin gözaltina alinmasina karar veren iradenin arkasindaki kara karinca yuvalarini bile görüp sorgulama ihtiyaci duymaz misiniz?
O saatten sonra artik, hukuka inanmadigim ilan etmis cezai ehliyeti tartismali birini Gece Korkut hazretleri mertebesine yükselten gözaltina alma ve saliverme sürecini makul bir adli tasarruf ve hukuki bir zorunluluk olarak sayabilir misiniz? Ortada katiksiz bir fiyasko vardir!
Bu Gece Korkut fiyaskosundan itibaren "Ergenekon operasyonu", hukuk devleti ülküsüne samimiyetle inananlar için anlamli çikmaya yüz tutacaktir. Kovusturanlarca "çok büyük" diye yansitilan bir operasyon böylece kendi kendisini kilitledigi için artik "kirli derinlere yönelik ciddi temizlik harekâti" olarak görülemeyecektir. Zira süreçteki sizintilardan ve Gece Korkut faslindan ölçebildigimiz "suç kanitlama yetenegi" ümit verici degil.
Ayrica bu saatten sonra -birbirleriyle çelisik görünebilecek kadar karmasik azmettirici ve tetikçiler güruhu tarafindan- bizatihi "Erdogan'in sahsina yönelik tezgâh" ihtimali kolayca yabana atilamayacaktir. Öyle bir hengâme ki bu, dost ile düsman feci sekilde birbirine karismis gidiyor. Allah sonumuzu hayreylesin.
- Kutuplasma yasanan her toplumda haysiyetli bir tavirla gerilimin tarafi olmaktan sakinabilenlerin uzlasma çagrisi ise yaramak... AK Parti'nin kapatilma davasinda taraf olmak ya da olmamak çok önemli mi? Neticede kaybeden Türkiye.
Elbette. Fakat taraf olmaktan sakinma gayreti her zaman haysiyetli bir durus yansitmaz. Cahil, ürkek, pisirik,kayitsiz veya tembel biri de taraf olmamayi becerebilir. Kutuplasma demlerinde ise yarar denge gayreti beklenebilecek olanlar haysiyetli tutumlariyla gerilimin disinda durmayi basarabilenlerdir.Bazi sivil toplum kuruluslarinin 81 il çapinda seslendirdikleri Örgütlü uzlasma çagrisi bu türden bir gayret degeri tasir mi? Umalim öyle olsun... Ne var ki, su anki gerilim, en haysiyetli tarafsizlarin uzlasma çagrilarini dahi gülünç düsürecek kadar agir bir saçmalik! Zira bu kutuplasmanin hukuki mi, siyasi mi oldugunu sordugumuz zaman, deve-kusunun deve mi, kus mu sayilmasi gerektigini sorgulamis sayiliriz.
TOBB Baskani Hisarciklioglu tarafindan kisa bir cümlede özetlenen uzlasma çagrisi üzerinde bir an düsünürsek bu saçmaligi çirilçiplak görürüz: "Uzlasma, taraflarin bulunduklari konumdan bir adim geri atmalari ile baslar." Evet, taraflar birer adim geri atarlarsa önce müzakere firsati dogabilir...Fakat yasadigimiz gerilimin agir saçmaligi maalesef bu çagriyi gülünç kiliyor! Bakalim simdi: Taraflarin bulunduklari konum veya çizgiyi nasil ifade edebiliriz? Bir yanda Anayasa Mahkemesi'ne açilmis iktidar partisini kapatma davasi... Öbür tarafta 'Ergenekon Operasyonu' adiyla yürütülen çete sorusturmasi..."Hangisi hangisini tetikledi?" sorusu, hukuk devleti ülküsüne inananlarin zihninden geçse bile örtmesi gereken bir günah! Bize düsen, aksine süpheler tasisak, hatta aksine inansak bile, her ikisini de 'bagimsiz yargi' erkinin kendiliginden gelisen çalismasi saymaktir. Hukuk devleti ülküsüne inanan kisi baska türlü davranamaz. O zaman da uzlasma isterken, "Mevcut konumlardan birer adim geri atma" talebimizin muhatabi olarak 'savcilik' disinda baska nereye çagri yapabiliriz ki?
- Yargitay Bassavcisi kapatma davasindan bir adim geri atacak.
- Ergenekon Operasyonunu yürüten savci da aynisini yapacak. Sanki kutuplasma iki savci arasinda! Hayir; maalesef, bütün onur ve haysiyetiyle taraf olmaktan sakinanlarin bile uzlasma çagrilarinin pek ise yaramayacagi bir süreçteyiz. Iki testiden biri kirilacak. (Kirilma ancak ertelenebilir...) Kirilan da, kiran da hatali, hatta haksiz olabilir. Hatta kirilan daha masum, kiran daha kusurlu bulunabilir. Her durumda bu çekismenin sonucu, yüzde yüz adil olmayabilecektir. Nihai hesaplasma gününe inananlara düsen, tarafsizliktan çok daha deruni bir durusu aramaktir. O da; taraflarin haksizlik derecelerini ölçebilmekle baslar...
"Iki taraf savasiyor, ikisi de berbat, onlardan degilim..." Bu da bir baska taraf olmak demek... Böyle hengâmelerde taraflar üstü degil, taraflar ötesi olabilmek marifet... Bunun için de; meselâ top atanla ok atani asla karistirmayacak, iki haksiz arasindan kendi nefsine haz çikarmaya tenezzül etmeyecek yaratilista olmak gerekir... Böyleleri çogalinca toplum 'hasta adam' olmaktan kurtulacak. Hasta olan sadece devlet veya sistem degil, toplum...
- Bir konusmanizda, "Eger PKK’yi kullanan düsman servislerden birinin 'Kürt Masasi' sefi olsaydim da bana Türkiye'den bir kurban isteme hakki tanimaydi kimi tercih ederdim? Hiç tereddütsüz Erdogan'i! Niye mi? Erdogan -su veya bu sartlar ve sebepler çerçevesinde- her kökenden insanimiz yaninda Kürtlerin de gönüllerini kazandigi için!" diyorsunuz. Tayyib Erdogan ülkemizin dengeleri açisindan niçin çok kuvvetli bir yer tutuyor? Bazilari sayin Basbakanin bölücülüge taviz verdigini de düsünüyor?
Bu laf, kedinin uzanamadigi cigere 'murdar' demesiyle esdegerdir ya, faraza Öyle degil de gerçek olsun! O zaman dahi Erdogan ülke bütünlügü adina hayati bir firsattir! Kaldi ki, taviz yüzünden Kürtlerce sevildigi hükmün nihayet faraziyedir!Oysa kendilerini bu fitneye 'panzehir' sayan zihniyetin yarim asirlik dalaleti faraziye degil, ihanetten beter bir vakiadir! Bu dalalet yüzünden, örgütün televizyonu, bölgede tek 'Kürtçe agiz' ile pek çok vatandasimiza 'ayri bir ulus' bilinci zerk edip durdu. Dalalet erbabinin yasakla çözümlenebilir sandigi süreç, Kürtçe agizlardan birini 'ulus dili' haline getirme hedefine kolaylikla yürüdü.Hayir; Erdogan'in tavizle Kürtlerin sevgisini kazandigini söylemek insafsizliktir! Sahsi gözlem ve izlenimlerim sayesinde bu sevginin Allah'in ihsani olduguna inaniyorum. Daha ilk basbakanlik döneminde Erdogan'a yönelik sevgilerine tanik oldugumda ülke bütünlügü adina büyük bir umut kapisinin açildigini düsünüstüm. Ancak bu elverisli kapidan yürüyerek büyük bir açilim gelistirmeyi basaramadik. Neden basaramadik? Erdogan'in çevresindekiler bile bu nimetin sirrina varabilmis degillerdi.
Nitekim kendisinin de yaninda bu sevgiyi çok iyi degerlendirmek gerektigini söyledigimde bilgiç bakanlarindan biri hemen isgüzarca atilmisti: "Ömer Lütfî Bey, bu fitneyi ancak biz çözeriz." Bendeniz de bu keskin bilmislige mümkün olan en saygili üslupla itiraz etmistim: "Burada Kuran-i Kerim'deki bir ayeti hatirlatarak söylemek isterim ki, Allah Sayin Erdogan için bir sevgi yaratti..."O arada Arapça ibareyi de okuyarak, sayin bakana, "Marifeti kendinizde görmeyin, Allah'in keremi sayin" demeye getirdim. (Meryem Suresi 96. ayetin son cümlesi...) Allah'in ülkemize kerem eyleyip Kürt halki arasinda yarattigi Erdogan sevgisinden yeterince yararlanamadigimiz gibi simdi de bunu kullanilamaz hale getirmek için yapilabilecek tek kötülügü becermeye çalisiyoruz.
Sahsen Erdogan'a, partisine, iktidarina, adaletine ve kalkinmasina bir milyon elestiri yapmisimdir. Bazen -okusa veya duysa fena Incinecegi -agir elestiriler de dile getirmisimdir. Lakin bu karanlik bahis, baska hiçbir mülahaza ile kapali geçilebilecek bir fasil degildir. Ülke için en büyük tehdit olarak dis destekli ayrilikçi tasarilari görenlerin kapildigi dehseti bütünüyle paylasanlardan degilim.Fakat iç huzurumuz açisindan en önemli meselenin de dis destekli Kürt irkçiligi oldugundan süphem yok. Bu sebepledir ki, herkesin "Hazir Kürtlerimiz bir Türkü sevdi, bütünlügümüz adina yararlanalim" diye sihirli degnek misali Erdogan'a sarilmasi gerektiginden eminim! Böyle Iken onun tasfiyesini dogal yargi sürecinden ibaret görmemi isteyenlere sadece 'yarini1 bir lafim var: Yalan diyenin...
*Bir ara 301. madde tartismasi çok yasandi. AB'ye giden yolda AK Parti'nin bu süreci ciddi biçimde unuttugu hep söylendi? Hrant Dink'in katledilmesinde de bu konu gündeme geldi.
Bir tarafa göre Türklüge hakaret serbest birakilmak isteniyor, öbür tarafa göre de düsünce özgürlügünün önündeki çok önemli bir engel kalkiyor! Hem vallahi, hem billahi; ikisi de yalan! Ne bu maddeyi düzenlemek isteyenlerin Türklüge hakareti serbest kilmak gibi bir kasitlari var, ne de böyle bir düzenlemeyi dayatan AB'nin Türkiye'deki demokrasi ve düsünce özgürlügünün gelisimi adina samimi bir istegi var. (AB'nin Türkiye için demokrasi istedigine iliskin iddialarin asagilik bir palavra oldugunun inkâr edilemez kaniti ortadadir: Ilkel siyasi partiler ve seçim mevzuatimizin AB’yi hiç rahatsiz etmemesi...)
301'i önemsemek ve degistirmek sadece bir tek sonuç doguracaktir: "Hrant Dink'i Türkiye Cumhuriyeti devleti öldürmüstür!" O da nereden mi çikti? Yazilan senaryoyu hatirlayalim: Milliyetçi bilinen birtakim aydinlarin da tesviki ile Hrant Dink Türklüge hakaretten yargilanacak... Buna karsilik bazi karsit aydinlar da Dink'e destek verip senaryonun öngördügü erken gerilimin eksik kutbunu tamamlayacak. Böylece konu, Türklüge hakareti alkislayanlarla karsi çikanlar arasindaki çatisma halini alacak...
O zaman da memleketin özellikle yabanci servislerce kasinan bir vilayetindeki 'yalniz kurt' ormanindan bir tifil, milliyetçi galeyan içinde yola çikacak, meteliksiz olarak Istanbul'a gelecek ve Hrant Dink'i öldürecek. Bunun adi devlet cinayeti degil de nedir? Sen devlet olarak düsünce özgürlügünü engelleyen o lanetli 301'i mevzuatindan çikarmadigina göre, Dink cinayetinin asli failisin! Katil Türkiye Cumhuriyeti'dir! Senaryo, Dink cinayetinin gerçek batili azmettiricileri tarafindan böyle yazilmisti. Simdi sürdür dügümüz tartisma aslinda neye dayaniyor? 301 konusunda feveran edip duranlar, onu AB yolunda ayak bagimiz olarak görenler, nihayet bu sahte rüzgâri sahici zannederek degistirmek için harekete geçenler fiilen söyle demis oluyorlar:-Evet, Dink'i Türkiye Cumhuriyeti öldürtmüstür, gelin bu ayibi düzeltelim. Peki ya bu degisiklige karsi çikanlar ne demis oluyorlar?
-Evet, iyi yapilmistir, kim Türklüge hakaret ederse öldürülmelidir! Amma abarttim degil mi? Evet, bir tartismanin hamakat boyutunu ispatlayabilmek için konumlan mercek altina almak gerekiyor. Bir seyi mercek altina alip incelediginiz zaman da ister istemez boyutlarini biraz büyütmüs oluyorsunuz.Disaridan bakildiginda gerilimin kutuplan, yukarida söyledigim izlenimi veriyorlar. Bu süreçte karsit söylemler, özellikle bati dünyasindan bakildiginda aynen söyle bir kutuplasma içinde bulundugumuzu düsündürmektedir: Türkler bu meselede ikiye ayrilmislardir. Bir taraf tam da bizim istedigimiz gibi, "Evet Hrant Dink'i 301 öldürmüstür, degistirmemiz lazim" derken, öbür taraf da, "Öyle olsa bile degistirilemez, aksi halde Türklüge hakaret serbest olur" diye direnmektedir. Bu durumda buyurun, siz karar verin, izledigimiz çatisma siyasi ve ideolojik bir tartisma midir, yoksa gaflet ve dalalet yarismasi mi?
- Amerika'nin önemli düsünürlerinden Michael Ruhin, AK Parti için bir kapatma davasi açilacagini ileri sürmüstü. Michael Rubin ya bizi bizden daha iyi biliyor ya da acayip bir öngörü gücüne sahip.
Insanin bazen kendisini kandirmasi yararli, hatta vacip bile olabilir- "Adalete güveniyorum" demek gibi. Her seye ragmen böyle demek zorundayiz! Çok mu anlamsiz? Öyle ya, Türkiye'de adalet çarki çürümüsken bu sözü niye söyleyip duralim ki? Söyleyip durmaliyiz!
Çünkü "adalete güveniyorum" demek, aslinda "hukuk devleti ülküsüne inaniyorum" demektir! Onun Için; çürük bir adalet çarkini tartisirken dahi söze "adalete güveniyorum" diyerek baslamaliyiz. Biliyorum; akli basinda birine kirk kere deli dersek dengesini bozariz ama deliye kirk kere akilli desek onu iyilestiremeyiz! Öyleyse niye gerçekte adaletle alakasi bulunmayan bir çark için israrla 'adalet de adalet' deyip duralim? Diyelim, zira böylece hiç degilse hukuk devleti olma ülküsünü ve yarginin vazgeçilmezligini yeni nesillerin dimaglarinda yasatabiliriz! Ayrica bu bizi, yikik yargiyi sorgulayip onarmaya çalismaktan alikoymaz!
Bu ifadelerimin önemli Ölçüde 'tekrar' niteligi tasidiginin farkindayim. Ama bu zat, daha 2 Subat 2007'te yayimlanan yazisinda, 367 manevrasiyla noktalanan Kösk geriliminden önce kehanette bulunmus: "Erdogan AK Partili birinin cumhurbaskani olmamasi için uyarildi. Eger uyanlara kulak asmazlarsa bu kez tanklar sokaklara çikmayacak, parti için siyasi ve yargisal süreç isletilecek..." Simdi buna bakarak, zinhar, "Rubin'in kehaneti kapatmanin dis baglantisini olusturuyor" demem, demeye getirmem! Adam, Refah Partisi'nin ve Fazilet Partisi'nin akibetine bakip bu kehanette bulunmus olabilir! Hatta Rubin'in asagidaki satirlarini dahi zinhar, kapatma davasiyla ilgili bir dis baglanti belirtisi saymam: 'AK Parti Siyasi Partiler Yasasini çigniyor."Yasa, siyasi partileri, Atatürk'ün reformlari ve Türkiye'nin laik kimligini degistirmeye çalismak, ya da halk arasinda dini sömürü araci olarak kullanmaktan men ediyor. Erdogan ve Arinç'in konusmalari, AK Parti'nin feshi için zemin hazirlamistir. Böylece erken seçim süreci hizlanabilir." Bu ifadeler de yine Refah ve Fazilet macerasina bakip yakin gelecegi basariyla okuma örnegi olabilir!
Ne var ki, herkes bu fakir gibi, adaletle alakasi kalmamis bir çarka adalet demekte israr etmez! Kesindir ki, milyonlarca insan bu haberle kapatma davasi arasinda baglanti kuracaktir. Tam da, "Süyuu vukuundan beter" durum! Hem de bu dava -birakiniz dis baglantiyi -içeriden herhangi bir siyasi veya Ideolojik dürtüyle dahi degil de, tamamen özgür hukuk adami sifatiyla açilmis bulunsa bile! Rubin'in kehaneti milyonlarca vatandasimizin midesini bulandirmakla kalmaz, kesin baglanti delili sayilir hale gelir. Lakin biz yine de hukuk devleti ülküsü için ask ile yirtinmaya devam edecegiz!
- Kapatma davasi gündeme oturunca MHP'nin iktidari oyuna getirdigine iliskin iddialar aldi basini gitti. Sonra bir meslektasimiz bu iddialari -isim de vererek- yazinca, "Allah Allah, demek ki gerçekmis" diyenler çogaldi. Deniz Bölükbasi demis ki: "MHP'nin türban çikisi tamamen benim fikrim. Olaylar güzel gelisti. Parti kapanacak! Zaten amacim partinin kapatilmasiydi..." Bu iddia ne kadar inandirici?
Siyasi tezgâh tasarlayip uygulatan kisiler yaptiklarini, baska bir tezgâh için gerekli olmadikça anlatmazlar! Bir de en çok hatiralarini yazacaklari zaman itiraf edebilirler ki, o da ayri bir tezgâh olabilir! Esasen 'derin' geçinen dangalaklari da bu mantikla teshis ederim: Orada burada gizli isler yaptigini anlatan kisi, o en ucuz derin çetenin en kiytirik masasi dahi olamaz! Yapan anlatmaz, anlatan yapmis olamaz! Bu tür isler, usta gizli servis kadrolarinin harcidir! Sahneye çikanlarin Önemli bir kismi da hangi rolü niçin oynadigini bilmez! Simdi böyle bir tezgâhin senaryosunu okumayi denelim: Varsayalim ki içeriden veya disaridan bir merkez,Erdogan'dan kurtulmak için kafa çatlatiyormus... Sonra kesfetmis ki, Erdogan basörtüsü meselesinde bir hamle yapmaya kalkisirsa partisine kapatma davasinin açilmasi hukuki (!) zorunluluk oluyormus... Hemen iktidarin en güvenilir adamlarinin kulaklarina, en güvenilir ses tonuyla, "Basörtü meselesinin çözülmesi için iç ve dis sartlar çok uygun" diye derin fisiltilar estirilmeye baslanir. Hatta is öyle ayarlanir ki, vaktiyle basörtülü kizlarin üniversitenin semtinden bile geçmesine razi olmayanlar dahi yumusamis gibi görünür veya gösterilir. "Efendim iklim müsait..."
O arada her zaman emre hazir bekleyen ilistirilmis gazetecilerden birinin dürtüklemesi ile zaten tepkisi tahmin edilen Erdogan'in damarina basilir. Adam basörtülü kizlarin üniversiteye girmeleri konusunda bir sey dese bir türlü, demese bir türlü... Tam bir açmaz! Üstelik mekân Avrupa... Oranin hiçbir üniversitesinde basörtülü diye kizlar kapidan geri çevrilmiyor... Güzel... Erdogan'a, sessiz kalirsa tabanindaki en anlayisli insanlarin bile hazmedemeyecegi bir bahis açildiysa ilk dügüm atilmistir...Bundan sonrasi da, MHP'de birilerinin kulagina suret-i haktan fisiltilari uçurma vaktidir: "Üniversitelerdeki basörtüsü meselesini iktidar tek basina çözemez... Çözmeye çalissa bile bu ülkeyi gerer. Siz katki yaparsaniz, ülkenin bu sorunu rahatlikla asilir. Ayrica siyasi açidan iktidar partisi kadar, hatta daha fazla kazançli çikarsiniz..." Kisacasi, hangi partiden olursa olsun, halkoyu ile seçilmis bulunanlar bu senaryoda tamamen masumca ve dogal sartlarda rol almis bulunabilirler. Isin püf noktasi, böyle bir girisimin kapatma davasini hukuki (!) zorunluluk haline getirecegini kesfeden merkezin dehasinda gizlidir. Nasil senaryo ama? Çakar çakmaz, çakan çikmaz!
Dördüncü Bölüm
Medya, Kontrgerilla ve
Gerçek Bir Hukuk Devleti Özlemi
- Anayasa Mahkemesinin kurulusunun 46. yildönümü vesilesiyle Baskan Hasim Kilicin yaptigi konusma 'Hukuk Devleti' ülküsüne samimiyetle inanan herkes için heveslendirici bir bakis ve durus yansitiyordu. Lâkin bu bakis ve durusu yansitmak, Anayasa Mahkemesi'nin böyle bir ülküyü gerçeklestirme yolunda en temel dayanak olma niteligini kazanabildigi ve koruyabildigi anlamina gelmiyor. Ya ne anlama geliyor?
En çok, bundan sonrasi için Hukuk Devleti ülküsü adina samimi bir temenni... Bu arada, Hukuk Devleti derken niçin genellikle 'ülkü' tabirini kullandigimi birazcik serh etmeme izin veriniz:Yeryüzünde bir tane bile gerçek Hukuk Devleti bulunmadigi için bu deyim simdilik sadece bir ülküyü, hatta hülyayi ifade etmeye yarayabilir! Evet, dünyada bir tane bile Hukuk Devleti yoktur! Adimdan emin oldugum gibi eminim ki bir tane bile yoktur! Iste kaniti: Bilinen her türü ile casusluk insanlik âleminde mesru bir meslek oldugu sürece Hukuk Devleti'nden söz edilemez!
Devlet olarak kendi ülkenizin insanlarina karsi tamamen yargi denetimine açik uygulamalar yapmakta kararli bulunsaniz bile baskalari aleyhine casusluk faaliyeti yürüttügünüz takdirde -ki yürütmeyen yok -temel insan haklarini ihlâl etmeyi bastan mesru görmüssünüz demektir. Kazaen degil, öngörerek kendi sinirlari disinda herhangi bir yerde insan haklarini ihlâl edebilen ve hukuk disina çikabilen bir devletin Hukuk Devleti sayilmasi, akla, hukuka ve ahlâka aykiridir. îki kere ikinin dört ettigi kadar kesin! Bati uygarliginin 'Demokratik Hukuk Devleti'ni icat ettigi ve mükemmellestirdigi iddiasi ise tarihin en büyük palavralarindan biridir. Bati uygarligi, sadece kendi insanlari için olabildigince Demokratik Hukuk Devleti kivamina yaklasmasi, bu ülküyü gerçeklestirmek degildir.
Kendi insanlari için istediklerini baska toplumlar için samimiyetle öngörmeyen, aksine onlari kölelestirici düzenekler gelistirebilen siyasi yapi Hukuk Devleti olamaz! Ne var ki yine de yasadigimiz sürece bu ülkünün pesinden kosmak, insan haysiyetinin geregidir. Anayasa Mahkemesi Baskani Kiliç'in konusmasini bu çerçeveden bakarak dinledim ve degerlendirmeye çalistim. Konusma, kurumun bütün üyelerini baglar mi, baglamaz mi bilemem ama bu metni benimseyenlerin en azindan iyi niyeti teslim edilmelidir. Fakat daha yüksek seviyeli bir yildönümü konusmasinda esasen derin bir kurum özelestirisi beklerdim.
Bu da, en azindan, "Anayasa Mahkemesi olarak biz de bazen çok büyük yanlislar yapmis olabiliriz" diyebilmeyi gerektirirdi. Hatta köklü ve cesur bir Özelestiri için su itirafi yapmak zorunluluktu: "46 yillik ömründe Anayasa Mahkemesi'ne en büyük kötülügü 367 karari ile bizzat kendimiz yaptik!" Teselli su ki Kiliç'in konusmasi yine de hayati bir elestiri içeriyordu: "1961 Anayasasi, Anayasa Mahkemesi'nin üyelerinden 3'te birini seçme hakkini TBMM'ye taninirken 1982 Anayasasi ise en yüksek yargi kurumunun olusumunda Meclis’in katkisini sifirlamistir." Baskan Kiliç'in bu elestirisini, 'Hukuk Devleti' ülküsüne gerçekten inanmis bir yargi sorumlusunun umut verici çagrisi olarak sevinç ve saygiyla alkisliyorum.
- CHP'nin tavrim genel olarak nasil yorumluyorsunuz?
Size CHP'nin ne yaptigiyla ilgili sunu söyleyeyim: Bu ülkede Öcalan'in idami, süreç islerken yapilan düzenlemelerle Önlenmistir. Bu sürecin ahlâki çürüklügüne anitlik bir örnek sunmakla yetineyim: Sayin Baykal geçmiste bizatihi CHP tarafindan yapilan bir düzenlemeye bugün neredeyse övünerek karsi çikiyor. Dogrusu bunu kelimesi kelimesine,"Dün dündür, bugün bugündür" dercesine degisen sartlara baglasa vallahi anlayisla karsilarim.
Fakat CHP'nin iktidar ortagi olan partiyi kapanmaktan kurtarmasiyla birebir ayni olan bir girisime 'hukuk cinayeti' demeye kalkismayi, insan haysiyeti ve fikir namusuyla bagdastirmam mümkün degildir. "Halk iradesi her sey degildir" demeye tabii ki hiçbir itirazim yok! Hatta bunu herhangi bir maksatla kendi oyunlarina gerekçe edinmeye çalisanlari da anlayisla karsilayabilirim! Fakat bana, "Bütün bu olanlar hukukun geregidir" demeyi sövgü bilirim ve misliyle iade etmezsem kendime saygimi yitiririm!
- Milliyet'ten Derya Sazak, Erdogan’in sendika liderleriyle Ankara daki görüsmesi sirasinda "Yarginin Ergenekon sorusturmasi ile Danistay saldirisi arasinda bag kurmak istemeyen" tutumundan söz ettigini yazmis... Genel olarak medyanin özelde Aydin Dogan medyasinin tutumunu nasil degerlendiriyorsunuz?
Dogrusu, bu kadari bile, bir Aydin Dogan gazetesi için sasirtici dogruluk! Erdogan'in bu yakinisi ile ilgili olarak Sazak ve baskalari hangi sonuçlara varirlarsa varsinlar, ortada Aydin Dogan organinda yanki bulmus küçük ama önemli bir dogruluk var: Taksim'de 1 Mayis kutlamalarina izin vermeyen hükümet hakli bir gerekçeye dayaniyor olabilir... Oysa ne olmaliydi? Taksim kutlamalarinda fesatçinin tuzagi islemeli, kan gövdeyi götürmeli; hükümetin eli ayagina dolasmali, durumdan vazife çikarmak isteyenlere de güçlü bir müdahale gerekçesi saglanmaliydi. Gaipten itirazlar kulagimi çinlatiyor: "Yapmayin! Kimse böyle bir seyi isteyemez, yayin kuruluslarina da sahiplik eden herhangi bir isadami asla böyle bir tasarinin içinde bulunamaz..."
Her samimi düsünceye mutlak saygi duymama ragmen böyle itirazlara derinden derine kusku ile bakmaktan kendimi alamam! Bu ülkede herkes her seyi yapabilir, herkes her sey olabilir! Oglum da olsa, kahraman iken hain çiktigini görsem zerrece sasirmam. Ayni sekilde can düsmanim da olsa hain iken kahraman çiktigini görsem yadirgamam. Daha önce de söyledim: Gladio ve döküntülerinin cirit attigi bir ülkede kimin 'Kirmizi Kuvvet', kimin 'Mavi Kuvvet' görevi üstlenecegi belli olmaz!
Ancak ayni kibleye hizmet eden sözde birbirlerine düsman tetikçilerin karanlik birlikteligini anlamak ve teshis etmek zor da degildir. Zor olan, 'Hukuk Devleti' müsveddesi bile sayilamayacak yapi içinde halis ve hakiki delillerin yargiçlarin Önüne gelmesi, gelse bile kanittan sayilmasidir! Nasil mi? Vaktiyle bir televizyon kanalinda haber programi yaparken yayinladigimiz dosyada çarpici bir örnek sergilemistik. (O zaman kanitlari görmezden gelen veya kullanilmaz kilan güç, simdi hayatta bulunan ilgililere zarar verebilir diye isim zikretmeyecegim.) Türkiye'nin taninmis bir solcu yazan evinin önünde arabasina konan bomba ile uçurulmustu.
Bir sol, bir de sag görüslü muhabirimizin ortak hazirladigi dosyada maktul yazarin kardesi inanilmaz açiklamalar yapmisti. Buna göre, sözde solcu bir zat, âdeta cinayetin gözetmenligini yapmis izlenimi veriyordu. Öldürülen yazarin kardesi bu cinayeti Islamci tetikçilerin islemis olamayacagini söylüyordu. Medya ise 'köktendinci eylem' diye yargiyi çoktan vermis, yayiyordu! Oysa merhum yazarin esi dahi, ayni binada oturan zat hakkinda süphelendirici beyanlarda bulunuyordu.
Solcu bilinen o kisinin Gladio baglantili olduguna inaniliyordu... Bugün dikkatle bakanlar görüyor ki, o merhum yazarin esi simdilerde, -herhalde farkinda olmadan kocasini öldüren -NATO usakligindan kaçkin- solcu ve ulusçu derin çete ittifakinin zihniyetine hizmet ediyor. Böyle bir yerde Deccal'i Mehdi, Mehdi'yi Deccal göstermek çok kolay... Öyleyse 'özgür basin' masalcilarina agababalik edenlerin otagi, neden seytanin psikolojik harp karargâhi olmasin?Isiklar yaniyor, ama Türkiye'nin hangi konuda liderlik hedefledigini anlayamiyorum. Keskin zekâ, bir çirpida koca bir ülkenin durumunu kökünden kavrayip birkaç kelimede anlativerir. Strateji; yani istikamet yok... Türkiye her seyi yapabilir, hiçbir sey de yapamayabilir.Cumhuriyet hükümetleri bugüne kadar el yordamiyla birçok is yapmistir. Fakat istikamet yoklugu bizi defalarca tikayip sifirdan baslatmistir.
Dünya ölçeginde iddia sahibi toplumun stratejisiz olmasi anlasilir gibi degil. "Varsin dünya çapinda iddiamiz olmasin" desek de siradanlasamayiz. Tarihte büyük hamleler gerçeklestirmis bir toplumun devami iseniz; ruhunuz ütopya besigidir. Hele bugünün 'gelismis' toplumlari için bir zamanlar 'yükselen deger merkezi' idiyseniz o dönemleri özleten ates genlerinizde yasar. Nitekim toplumumuz korkunç bir özgüven bunalimina sürüklenmisken dahi gönlümüzde ne aslanlar yatiyor!
îçten ve distan bin tasari ile insanimiza atalarini ve kendilerini asagilik hissettirecek egitim uygulanirken ruhlarimizda yürüyen hülyalarin ayaklarini yere degdirecek çizgi stratejidir. Gecikmemiz bu çizginin yoklugundan... Atatürk, "Muasir medeniyet seviyesinin üzeri" derken hedefi koymus ama ömrü stratejiyi temellendirmeye yetmedi. Ölümünden sonra ise ülke stratejiye ihtiyaç duygusunu bile yitirdi.Bu bos kafa ile NATO'ya girip devlet olmanin gereklerini ABD'nin ülkemizdeki derin uzantilarina ismarladik. Inönü'nün 'mandalasma karsi devrimi' yüzünden önce güvenligimizi baskalarina ihale edip devlet olma haysiyetini temelden yiktik! Inönü devrinde tas üstüne tas konmadi. Menderes bir atilim baslatti ama o da aslinda 'tas üstüne tas' koymadi; ahsap ve tas kültürümüzü yok eden beton barbar liginin temellerini atti. Sonraki iktidarlar da, ülke için atilim adina devletin ilgili kurumlari ve birimleri tarafindan bilimsel çalismalarla ortaya konmasi gereken tasarilar dogrultusunda icraat yapmadilar.
Ya ne yaptilar?
Yerli veya yabanci firmalar tarafindan bürokratin veya siyasetçinin masasina getirilen tasarilari için ihaleler açtilar ve buna kalkinmacilik dediler! îstikametsizligin sonuçlarindan birkaç örnek hatirlayalim:
Deprem kusagindaki en verimli topraklari sanayi bölgesi yapma cinayeti böyle islendi! (Yatirim öncüsü diye övülen kuruluslarin agababalari, en degerli topraklara 'tarima elverissiz1 raporu almayi hüner bildiler, fabrikalarini torunlarimizin gida kaynaklan üstüne oturttular.)
- Türkiye'nin doga ve çevre sartlarinda var olmus türleri gelistirmek yerine yok etme yarisi böyle gelisti! (Ithalatçinin kâr sehveti ve yetkililerin dalaleti, hayvan ve bitki türleri bakimindan benzersiz zenginligimizi yok ederken küresel tohum seytanlarinin ve damizlikçilarin oyuncagi haline getirildik.)
- 3) 'Mavi Akim' ihaneti böyle yasandi! Kisacasi, en iyimiz Haci Besir, o da degirmende yogurt ögütür... Bu sartlarda yine de çok kötü degiliz. Ya bir de strateji olaydi...
- Sürekli olarak gündeme gelen Kont-Gerilla kavrami var. Genelde sol çevreler milliyetçi çevrenin Kont-Gerilla'yi olusturdugunu söylerdi. Kont-Gerilla 1950'den sonra 'Marksist jargon' mürekkebi yalamis ahkâmcilarimizin yaydiklari bir kabul vardir: "Dincilik ve milliyetçilik emperyalist güçlerin manevra araçlaridir." Bunlarin belki bir kismi lütfedip de "Eh, arada bazi solcularin da böyle manevralarda kullanildigi olur" diyebilir! Gerçek bu mudur?
Eger gerçek bu ise teslim olmayan namerttir! Fakat ya degilse? Sömürgen güçlere bilinçli veya bilinçsiz tetikçilik yapmak bakimindan sagdakilerin soldakilerden daha çok ve daha kolay kullanilip kullanilmadigini sorgulayabilmek için kilit bir sualin cevabini bulmaliyiz: "Böyle bir izlenimin dogmasinda ve yayilmasinda en önemli etken nedir?" Kanaatimce iki önemli etken var:
1) 'Soguk Savas' süresince Kizil Ordu tehdidi yüzünden sagdaki insanimizin NATO'yu kerhen veya rahatsizlik duymaksizin benimsemis bulunmasi... Solun propaganda isinde daha basarili olmasi, ortaya tek tarafli bir 'emperyalist isbirlikçilik dalgasi' çikarmaya yetmis, böylece NATO'ya itiraz etmeyen sagdaki her adama su veya bu dereceden 'Amerikan usagi' yaftasi yapistirilmistir. Buna karsilik solcularin Varsova Pakti üzerinden 'Rus usakligi' ile suçlanmasi milletin kafasinda yanki bulmus ama etkili bir 'komünist isbirlikçilik dalgasi' olusturulamamistir. Tabii bu fark, basinimizda o zamanlar 'Islâm ve milliyetçilik karsiti' olan kökten devsirilmis unsurlarin ezici çogunlugu teskil etmesinden kaynaklanmistir.
2) Ülkemizde 'Kont-Gerilla' tartismasini güçlü bir solukla ilk defa tirmandiran kisi, Kibris Baris Harekâti'ndan gelen siyasi rüzgâr sayesinde 'solcu' sifatina ragmen sagdan da oy alabilmis Ecevit'tir. Merhum basbakanin bu söylemi, bilerek veya bilmeden KGB'nin psikolojik harekât talimatlari dogrultusunda hareket eden 'Marksist Jargon' tüketicisi ortalama solcunun sagdakilere yönelttigi 'Amerikan usakligi' ithamina, olabileceginden çok daha yüksek bir etki saglamistir, imdi... Kendi adima; Islamci ve milliyetçi çevrelerin Amerikan manevralarinda solculardan daha çok ve daha yogun kullanmis olmalari ihtimalini sifirlamam! Itirazim, solcularin -hem de sadece KGB tarafindan degil- CIA basta olmak üzere öteki NATO üyesi ülke gizli servisleri tarafindan daha çok ve daha yogun kullanilmis bulunmalari ihtimalini sifirlama üçkâgitçiliginadir!
Oysa bu ihtimal de mutlaka ayni derecede ciddiye alinmali ve sorgulanmalidir! Mide bulandiran, ortalama sol ahkâmcinin kendilerini "sütten çikmis ak kasik" gibi göstererek "yesil kusak" sakizini çignemeye devam etmesidir. Oysa "yesil kusak" manevrasinin gerçeklesebilmesi için dahi, sonradan libosluga terfi edecek olan binlerce atesli solcumuz, KGB ye degil, dogrudan CIA’ye hizmet vermis, nicesi bordrolu çalismistir. "Sütten çikmis ak kasik" geçinen bu tetikçileri sabah aksam sorgulasak azdir!
- Anayasa Mahkemesinin türbanla ilgili aldigi karara ne diyorsunuz? Anayasa Mahkemesi davanin sadece sekline bakiyordu, ama kamuoyunda ulasan hava yetkilerini ciddi biçimde astigi yönünde.
Bu karar darbeden de beter. Ama Anayasa Mahkemesi'ne asla öfke duymuyorum. Öfkelenmek için sasirmak gerekir.Ancak öfkeli olmamak, kararin korkunç bir eylem niteligi tasidigini görmeye ve göstermeye engel degildir. Korkunç eylem, de korkunç kelimelerle tanimlanmayi, elestirilmeyi ve kinanmayi hak eder!Kararin somut sonucu hiç umurumda degil! Varsin kiz ögrenciler üniversitelere basörtüsü ile giremesinler! Zalimin zorlamasi karsisinda dilden, "Müslüman degilim" demeye bile izin veren Islâm'in bize sifatlarini ögrettigi Allah, üniversitede okuyabilmek için basini açan bir genç kizi Cehenneme atmaz.'Atar' diyen varsa ben onun dinine de, tanrisina da inanmam! Mesele somut sonuç degil! Karar 367'yi bile geride birakacak kadar vahim bir yol açarak fiilen Anayasa Mahkemesini Meclis'in yerine geçirmistir. Bu, askerin iktidara el koymasindan çok daha beter bir darbedir!
Askeri darbenin hiç degilse, "Demokrasinin ve hukukun geregini yerine getiriyorum" diye bir iddiasi olamaz. Cunta en çok 'Hukuk ve demokrasi islemedigi için müdahale ettim' der. Kendisini demokrasi ve hukuk ilaci olarak sunamaz.Her kim, "Bu karar hukukidir" derse, "Askeri darbe demokratiktir" demis kadar olur kî, irtica-savar tetikçi gazetecilerimize uyar!
Karar, hastaya ilaç diye zehir veren doktorun yaptigi isle esdeger bir eylemle, hukuk adina hukuku en tepeden imha etme yolunu açmistir. Bundan sonra Meclis ne zaman bir Anayasa degisikligi yapmaya kalkisacak olsa, ayni merci, "Bu degisiklik, degistirilemez maddelere aykiridir" diyebilecektir.Anayasa Mahkemesi, evrensel hukuk ilkelerini çöpe atarak kendisini iktidar ilan etmistir! Artik kanun koyucumuz, Anayasa Mahkemesi'dir. Zira bu kararla Meclise, "Sen hiçbir sey degilsin" denilmistir. Hatta sadece Meclis'i fiilen inkâr degil; Kurtlar Vadisi'nin kötü adami Iskender’in yaptigi gibi topyekûn milleti hiçlemektir bu; 'millet de kim' diye asagilamaktir! Bu agir asagilamayi ancak isgal yillarinda görmüs bulunan milletimizin yapabilecegi bir sey de maalesef yoktur!
Anayasa Mahkemesi'nin yüz tane daha parti kapatmasi bile bu karar kadar vahim degildir. Ancak yine de sogukkanliligimizi korumaya çalisacak ve bu hukuk igfalinin sonuçlarindan kurtulmak için kafa çatlatmaya devam edecegiz.Kendi adima bu hengâmede sadece gözyasi döken timsahlara yönelik öfke ve tiksintimi denetlemekte zorlaniyorum! Gazeteci geçinen bazi tetikçiler ve bir kisim siyasetçiler 'hakli çikmis ama üzülmüs adam' numarasina yatmiyorlar mi?
Allah'im dilime mukayyet ol da dümdüz gitmeyeyim! Hele, Meclis 411 oyla basörtüsü düzenlemesini onayladigi zaman, "411 el kaosa kalkti" diyerek, gazete olma iddiasindaki hiçbir organin atamayacagi manseti yapistiran makineli tüfegin basindaki zat simdi bize dönüp, "Ben dememis miydim?" diye böbürlenmiyor mu?Gel de, akla, insafa ve vicdana küfretmenin bundan daha çildirtici bir yöntemini hayal et! Meclis'i ve demokrasiyi askiya alma becerisini askerin elinden kapmayi hukuki bulup alkislayanlar, adalet perisinin kanayan vicdanindan yükselecek âh ile sagir ve kör olacaklar!Bir siyasi iktidardan kurtulmak için deger mi?
Besinci Bölüm
Ergenekon Davasi
ve Darbecinin Demokrat Ayagi
- Ana muhalefet lideri, siyasi partileri yargilayan mahkeme söz konusu olunca 'seriatin kestigi parmak' edebiyatina sariliyor, ihtilalci çete iddiasini sorusturan yargi insanlarina ise 'iktidarin masasi' diyebiliyor. Bu ayrimcilik ve böyle bir bakis açisini nasil yorumluyorsunuz?
Bu ayirimcilik, hukuka sövmekle esanlamli! Ilginç ki, sabah aksam seriata küfreden zihniyet, "seriatin kestigi parmak" demek suretiyle aslinda sövdügü terime 'hukuk' anlami veriyor!Bu zihniyetin hukuka sövüp saldirma gelenegini geriye dogru izlersek Yeniçeri'nin 'kazan kaldirma' genlerini görebiliriz ama biz gündemde kalalim! Ister hakiki olsun, ister sahte; sadece demokrasilerde bulunan ana muhalefet lideri unvaniyla esasen barbar bencillik tarif edilmektedir:
"isime gelen kararlari alan yargi organina güvenirim, hoslanmadigim kararlan alana güvenmem." Sasirtici mi? Tarihi karakteri itibariyle hakikati hiçbir seye degismeyen milletin simdiki nesillerini yönlendiren "oldugu gibi görünmeme, göründügü gibi olmama" aliskanligini bilenler için sasirtici degil!Hakikate göre degil, çikara ve konuma göre tavir almanin dogal sayildigi ortamda, yalinkiliç kavga eden taraflarin demokratlikta birbirlerine üstünlük davasi gütmelerini tebessümle geçistirelim. Yasadigimiz siyasi tecrübeler isiginda masum bir faraziye: "Simdikinin yerinde baska ana muhalefet lideri olsa, benzer durumlarda çifte ölçüt kullanmayacak midir?" Yargi yargi olsa, çifte Ölçüt kullanmak gelenek degil sadece istisnai kaza niteligi tasirdi!Yargi, ancak güven veriyorsa yargidir. Toplumun güven duymasini geçtik; yargi bile yargiya güvenmiyor. Bu sartlarda toplumun samimiyetle dogruluga yönelebilmesi için Önce 'yargiya güveniyorum' yalanindan baslayarak milli palavralarimizdan arinmaya çalismaliyiz ki, günün dogusunu gözleydim!Ilk ve en önemli namus hamlesi, yarginin kendine güvenmedigini ve itiraf etmesidir. Filan dünya görüsüne egilimli yargi adami, falan görüstekine güveniyor mu, güvenmiyor mu? Güvenmiyor! Bitti!
Iki ikinin dört ettigi kadar kesin ki, yargi kendine güvenmiyor! Yargicin yargica yaklasimini hukuk adamligi degil de, "Hangi kökenden, hangi mezhepten" oldugu yolunda kaygilar belirliyorsa, orada yargi siyasidir, yani yoktur! Böyle bir toplumda karsilikli katmerli sahtecilik içinde yargidan, hukuktan ve adaletten söz etmek abes...Lâkin ne çare ki güvensek de, güvenmesek de, yargiya yaslanmaya, yargiyi aramaya, yarginin kendi kendisini onarmasi için neler yapabilecegimize kafa yormaya mecburuz. Peki, simdi bu sicak gündemle ilgili ne söylemis oldum? Hukuk devleti ülküsüne inanan biri, sonuçlanmamis dava ile ilgili olarak ne söyleyebilir ki?
Hukuk duyarliligim kusursuz olsaydi tek kelime yorum yapmazdim. Fakat bizzat yargiçlarin yargiya güvenmedigi bir hengâmede herhangi bir dava için, "Hukuka saygim var" deyip karar kesinlesene kadar sükût etmek ne kadar dogru? Kimsenin inanmadigi bir kuvvete, siz de inanmayacaksiniz ama inanmis görüneceksiniz... Hukuk devleti ülküsüne gönül veren, bu ikiyüzlülügü nasil hazmeder? Hele, mevzuu bahis olan darbe girisimi ise, hukuki kaygilar dâhil, gerisi teferruat degil midir?
- Bugün geldigimiz nokta itibariyle Ergenekon davasini ve bu davada adi geçenleri nasil yorumluyorsunuz?
Hepsi de vatan kurtariyor masallah! Kimi sadece vatani degil, demokrasiyi, milleti ve hatta dini bile kurtariyor! Kutuplar mutlu... Bir taraf sorusturmayi yürüten savcilar için 'dis etki', 'siyasi dürtü', "hukuk adamligini öldüren ideolojik veya dini sartlanmislik" gibi keskin hükümler verirken, "iki kere iki dört eder" dercesine emin ve piskin!Öbür taraf da, "Kirli devletimizin toptan temizlenmesi" ile esdeger saydiklari kutsal bir hizmeti gerçeklestiriyormus gibi yüksek amigo gururu ve süruru içinde!
Fakir ise 'Ergenekon Sorusturmasinin ne olup ne olmadigi hakkinda dogaldir ki, saglikli bir bilgi sahibi degilimdir. Birtakim tahmin ve süphelerimi de ihtiyatli sekilde dile getirmeye çalisiyorum. Bu arada bazilarinin saglikli bilgi sahibi görünmelerini de yadirgamaktan kendimi alamiyorum. Hele, "Içeriden malumat" aliyormus izlenimi vererek yorum yapanlar hakkinda da suizanna kapilmamak için zorlaniyorum!Kisacasi, süreci yürütenler yüzünden degilse bile dis sebeplerle sorusturma bayagi sikintili gidiyor. Bu sartlarda her özgür düsünce ve namus adami söyle bir soruyu muhakkak beyninde bulacaktir: "Ergenekon Sorusturmasi'ndan rahatsizlik duyup tepki koyanlar mi sürece daha çok zarar veriyor, yoksa büyük cosku ile destek verip ayni zamanda baskalarinin ulasamadigi bilgileri yayinlayanlar mi?"
Böyle bir soruyu abes bulacak olanlari vicdanlariyla bas basa birakalim. Bu bahisle ilgili, "Ne yapalim, bu tür bilgiler sadece bize gelmiyor ki, Ergenekon Çetesini kollayan medyaya da geliyor ama onlar yayinlamiyor" seklindeki itirazi da tamamen hakli bulalim! Böyle bile olsa; gerçekten sorusturmanin selâmetini isteyen bir zihin 'Madem, onlar yayinlamiyor, ben yayinlayinca da tek tarafli bilgi sizdirma gibi bir izlenim doguyor, o zaman bu oyunu bozayim' demez mi? Daha mi açik söylemek gerek?
Bir taraf, sorusturmayi Gülen cemaatinin icraati gibi göstermek için kampanya yürütüyor... Hal böyle iken cemaate yakin medya kuruluslari bazen öyle yayinlar yapiyorlar ki, kampanyayi yürütenlerin ekmegine yag sürüyorlar.Nasil mi sürüyorlar? Gülen karsitlari, bu yayinlari alip, "Bakin, iste Ergenekon Sorusturmasini aslinda kimlerin yürüttügünü görüyor musunuz?" diye kampanyalarina destek malzemesi olarak kullaniyorlar. Böyle bir ortamda, "Gazetecilik mesleginin geregini yapiyorum, haber degeri gördügüm malzemeyi kullaniyorum, karsi taraf bunu nasil istismar ederse etsin" diyebilir misiniz?
Açikçasi 'Ergenekon Sorusturmasi' sayesinde Türkiye'de karanlik etkinlikler alaniyla ilgili büyük temizlik gerçeklesmesini bekleyenleri hem ümitli bir heyecan hem tereddütle izliyorum. Soru düsmüyor: Sahi; süreci gerçekte kim helalinden destekliyor, kim baltaliyor, kim kisa günün kâri için bilgi ve kanaat kirliligimizi tirmandiriyor? 'Üst düzey' tutuklamalar karsisinda, "Görmemisin oglu olmus koparmis Ergenekon'unu yemis" gibi yayin yapanlarin sorusturmaya zararlarini, ulusalci cepheninkinden daha fazla ciddiye aliyorum.
- Hem Ergenekon hem de diger olaylara bakista hainler ve kahramanlar, siyahlar ve beyazlar, hepler ve hiçler var. Yediren magrur, yiyen ise -magdur ve hatta igfal edilmis oldugundan bile habersiz memnun... Al gülüm, ver gülüm... Bu maymuncuk mantigi 'komplo' ve 'komplo teorileri' alaninda da mide bulandiracak derecede baskin.
Bizdeki bakis açilarindan biri sudur: "Türkiye'de karanlik olaylar dönüyorsa mutlaka arkasinda Israil, Amerika, Ingiltere, Almanya, Iran, Rusya parmagi vardir; her sey bunlardan birinin veya birkaçinin melanetidir." Bu kara maymuncugun tersi de beyaz: "Türk'ün Türk'e propagandasini geçiniz. Ne yabancisi, her seyi biz yapiyoruz. Her öküzün altinda bir buzagi, her olayin arkasinda bir yabanci servis aramak paranoyadir!" Sorgulamaya dahi baslayamadigimiz "Bozuk besleme ve beslenme" düzeni sürerken çete çökertmek neye yarar?
Yenileri yedekte zaten! Mesele sadece cehalet, zekâ kitligi, beseri önyargilar degil. Bunlarla birlikte çok daha karmasik sebeplerle; basin yayin pazarindaki üreticilerin büyük çogunlugu "bozuk besleme ve beslenme" kurbanidir, özellikle de bizimki gibi kâgit üzerinde bagimsiz, gerçekte sömürge olan ülkelerde!Köken, inanç, ideoloji, çevre sartlari, gizli servis iliskileri ve diger bagimli kilici etkenlerden herhangi biri veya birkaçi ile yarali ve güdümlü medya adamlari, gerçekten bagimsiz aydinlari yok saydiracak ezici bir çogunluk olustururlar.Çöküs tarihimiz, Bati sömürgecileri adina bilinçli veya bilinçsiz borazanlik yapanlarin tarihi de sayilir. Bir toplum özgüvenini yitirince kimin hangi kibleye yönelecegi bilinmez! Nitekim Birinci Dünya Savasini kaybedince, kahramanlarimiz arasinda bile filanca ülkenin mandasina girmeyi tek çikar yol sayanlari gördük...Kökü Viyana bozgununa kadar uzanan psikolojik harp dalgasiyla fena halde yaralanmis ve asagilik duygusunun gayyasina yuvarlanmistik...
Sadece II. Abdülhamit ve Atatürk döneminde psikolojik harbe karsi mümkün mertebe direnç gösterdik...Kökten mandaci Inönü'den sonra ruhsal teslim bayragini kaldirdik. O günden beri de ellerimiz havada! NATO biraz gevser gibi olunca teslim bayragini bu sefer Avrupa Birligi'ne sallamaya basladik...Fakat disarisi birakmiyor, talibimiz çatallaninca saskin ve sapkin bir tarza girdik; ABD ve AB ile ayni anda yataga girmeye kalkiyoruz. Bizim gibi fiilen sömürge olan her ülke, psikolojik harbe basariyla direnemedigi sürece kendi içinde çatismalara mahkûmdur.
Psikolojik harp yürütenler, hedef ülkeyi kendi çikarlarina göre yönlendirebilmek için Öncelikle her egilimden tetikçi medya adami tedarik ederler. Zaten bunlarin okullarini kurmus, devsir ilecekler i düzenekleri çoktan hazirlamislardir. Kimini kolejlerden, kimini üniversite kulüplerinden, kimini yurtdisi burslardan kaparlar, sivil toplum kuruluslarinda ve loca mahfillerinde egitir ve kullanirlar. Bu kirli bilgi salgininda medyayi takip eden herkesin biricik ilaci süphe...
- Ergenekon sorusturmasindan parti kapatma bahsine kadar gündemimizdeki birçok konuya dair bulgular da ortaya koyan GENAR arastirmasi 2 bini askin denekle gerçeklestirilmis bir çalisma. Bu bulgulardan hangisinin kime ne açidan ilginç gelecegi pek tabiidir ki kisiye göre degisiklik arz eder. Ergenekon davasi bakimindan bu konuyu nasil degerlendiriyorsunuz?
Sahsen medya hakkindaki acikli güvenilmezlik verisini degil, bu sektörü güvenilir sayan sinirli sayida insani ilginç buluyorum.O müstesna azinligin gerekçelerinin ne oldugu ve hangi yayin organlarina itimat besledikleri meraka degmez mi?Herhalde bu müstesna azinlik, istisnasiz bütün medya kuruluslarini güvenilir buluyor degildir. Burada bir cilve ile karsi karsiyayiz.Hatta fitne Ile! Böyle müstesna bir azinlik, istisnasiz bütün medya kuruluslarinda "o güvendikleri adres benim" kuruntusunu yol açar. Esasen bir kesimi ve hatta bir toplumu sahsiyet duyarliligi açisindan ölçmek için bundan iyi imtihan olamaz! Ortaya haykiriyorum meselâ:
"Baylar, bayanlar; burada bulunanlarin tamami namuslu insanlardir ama içlerinde bir tek namussuz kisi var." Muhataplarimizdan kaçta kaçi yakamiza yapisarak, "Kimseyi töhmet altinda birakma, çabuk namussuz dedigin kisiyi açikla" diye ölümüne israr ederse o oran, toplulugun sahsiyet ve haysiyet ölçüsünü ortaya koyar. Yüzde on isyan etmisse haysiyet yüzde on, yüzde yüz ise haysiyet de yüzde yüz! Söyle de haykirabilirsiniz: "Baylar bayanlar, burada bulunanlarin tamami namussuz kisilerdir ama içlerinde bir tek namuslu adam var."Eger orada sahsiyet ve haysiyet duyarliligi kökten yitmeye yüz tutmus ise bu genellemenize herhangi bir tepki almazsiniz. Herkes nasilsa ortamdaki biricik namuslu adamin kendisi oldugunu düsünmekte ve avunmaktadir. Böyle topluluklari sürü gibi gütmekten daha kolay bir is yok! Bu yüzden tipki siyasetin asagilanmasi durumunda bütün partilerin ortak tepki koymasi gerektigi gibi, medya da yogun güvenilmezlik iddialari karsisinda topluca alinganlik sergilemek zorundadir. Onca güvenilmezlik iddia ve göstergelerine ragmen medya mensuplarinin topluca harekete geçip kendi kendilerini sorgulamamalari yeterle fecaattir!Hemen herkes, "Nasilsa beni kastetmiyorlar, ben güvenilmez degilim" diye vehminin gölgesine saklanmaya çalisiyor. Yani açikçasi kimse vehmiyle tatmin oluyor da degildir; sadece bu vehmin gölgesine saklanabildigim saniyordur. Korkunç bir kandirmaca yasiyoruz.
Evrensel gazetecilik ilkelerine samimiyetle inanan bir medya insani, en azindan karsit görüstekiler tarafindan güvenilmez bulundugunu bildigi halde sektörle ilgili vahim ölçekteki güvenilmezlik göstergelerinden kendisinin zarara ugramadigini düsünebilir mi? Ne yazik ki, karsit-karsit bu vehim gölgelerinde yasiyoruz: "Filanca grup güvenilmez gerçekten..."
Oysa bunu söylerken biliriz ki bir grubun güvenilmezligi, bütün bir medyanin ve bu arada da bizimkinin de en azindan güvenilirlik katsayisini düsürmektedir. Tipki radyasyon gibi; güvenilmezlik dalgasi, farkina varsak da varma-sak da aslinda hepimizi haber ve yorum kanseri yapiyor...
- Adalet Bakanligi Müstesari Fahri Kasirga ve Türk Tarih Kurumu Baskani Yusuf Halacoglu gibi sizin de yakin dostunuz olan iki yakin arkadasiniz görevlerinden ayrildi ya da alindilar. Bu durum Ergenekon'a baglanabilir mi?
"Hayir; vaki olandadir." Hayatini Allah'a yolculuk olarak görmeye ve geçirmeye çalisanlar için bu ilkeyi kabul etmek kolay ama yasantiya yansitmak zor. Böyle oldugu için de zihnimde sökün eden sorumlu- sorumsuz sayisiz soru ve itirazi dengeleyip "hayra yorma" isini selametle gelistirmeye çalisiyorum. Tabii hayra yormanin selametle gelismesi de, iktidarin tasarrufunu olagan bir nöbet degisikligi seklinde görebilmekten geçiyor.
Esasen Kasirga'nin böyle gördügünü ve ayrica istegi dogrultusunda gerçeklestigini bizzat kendisinden dinledim. Halacoglu da Hürriyet'in internet sitesindeki ifadelere göre haberi olmadigini ama dogal karsiladigini belirtiyor. Ancak her ikisi de devlet hayati içinde tamamen dogal birer tasarruftan bile olsa yine de fitne üretmek mümkündür. Nitekim daha dün gazetenin biri bombasini patlatti:
"Kasirga, Hursit Tolun Pasa ile telefonda görüstügü için azledildi." Haberin asilsiz oldugunu ama çözemedigim bir maksada hizmet ettigini düsünüyorum. Bu önyargi da benim tarafgirligimin belgesi olsun! Hatta genel ve özel, her türlü "taraf" bahsiyle ilgili güdüm, dis-güdüm, es-güdüm ve les-güdüm üstüne asiri süpheciligimin; hadi kendime acimasiz davranayim, tezgâh nazariyeciligimin (gavurcasiyla komplo teorisyenligimin) göstergesi olsun! Atama ile gelip giden her üst düzey devlet görevlisi gibi Kasirga ve Halaç oglu için de kemiksiz dilin aktaracagi veya uyduracagi gerçek veya asilsiz yiginla gerekçe duyabiliriz.
Çandarli Halil Pasa için Istanbul'un fethini istemedigi ve engellemeye çalistigi, Bizans adina kendi devletine ihanet ettigi yolunda akla ve vicdana hiyanet anlaminda iftira atilabildigini hatirlamamiz yeter. Fatih'in buna inanmis olduguna ihtimal yoktur amma öyle veya böyle Çandarli azledilmis ve katledilmistir.
Esasen siyaset sahnesine girenlerin sadece mecaz anlamiyla degil, hakiki anlamda da kelleyi koltugunun altina almaya hazir olmalari gerekir. Düzeniniz pek Ileri bir "hukuk devleti" deneyi bile olsa, en azindan suikast tehdidi altinda bulunursunuz. Hele 'bas' olmayi talep etmisseniz kelle korkusu sîze haramdir.Dirayetli yönetici, bu tarz atama ve azillerde fitneyi asgariye indirecek zamanlamayi yapabilendir. Bazen de birini niye görevden aldiginiz degil, yerine kimi getirdiginiz çok anlamli olabilir. Günümüz sartlarinda artik herhangi bir atama veya azil, özellikle su veya bu etnik hizipçi lehine yapilmis degilse, gerisi dert degil. (Seytan isin orasinda çünkü...)
Malum, ta Fatih Sultan Mehmet'ten beri bu ülkede devsirme veya etnik hizipçi olmak, yükselmek ve yüksekte kalmak için en etkili özelliklerin basinda geliyor. Son 60-70 yildan beri ise kendini milletin ana gövdesine mensup hissetmemek ve irkçilik düzeyinde etnik hizipçi olmak, ikbal santiyelerinin bir numarali kaldiracidir! Lâkin bu mikrobik irkçilik elbet bir gün son bulacaktir!
- Tüm bu olup bitenler açisindan medyanin genel tutumunu nasil degerlendiriyorsunuz? Çünkü bizde medya darbeye karsi gibi durur, ama darbe biraz ciddilestigi zaman hemen saf degistirirler?
Tatli su demokrati ancak böyle baharlarda darbe kültürüne kiliç çalar! Dengi dengine tabii! Dalinda tutunma gücü kalmamis çürük elmalardan ibaret sag hükümetleri bir silkeleyiste düsüren darbeciye ancak böyle muhalif yakisir!Esasen tatli su demokratlarinin bollugu, darbe gelenegimizin iskeletini olusturur. Niye mi?
Bunun cevabi, otuz yilimi aldi ama yine de bütün çiplakligiyla ayiklayabildigimden emin degilim! Sadece kül yutma katsayimi düsürebildigimi umuyorum. Evet, neden tatli su demokratlarinin bollugu darbe gelenegimizin iskeletidir? Öncelikle sundan:
Türkiye'yi, "Türklere birakilamayacak kadar" Önemli bulan dostlardan biri eger Ankara'ya dayattigi derin bir zokayi yutturamazsa Önce "darbe sopasi" gösterir. Çogu zaman bu sopa Ankara'yi hizaya getirmeye yeter ve Türkiye zokayi yutar. Eger hükümet, 'emir komuta zinciri' içinde hareket eden TSK üst yönetimi ile uyumlu çalisir, birlikte veya sadece kendi iradesiyle çeteci unsurlari bastirirsa 'darbe sopasi' ise yaramaz.
O zaman zoka yutturmak isteyen güç darbeyi gerçeklestirmek ister ve çogu zaman basarir; zira en mahrem yerlerimizde eli vardir. Bunlara kusursuz Örnek 1960 ve 1980 darbeleridir. Diger yarimlik, çeyreklik ve onda-birlik darbe denemeleri genellikle gerçek birer ihtilal girisimi degil; iç ve dis dengeler veya dengesizlikler sayesinde henüz 'darbe sopasi' düzeyindeyken geçistirilmis, atlatilmis veya bastirilmis manevralardir. Tatli su demokratlari nasil darbe gelenegimizin iskeletini olusturuyorlar?Hem sadece "darbe sopasi" kullanma halinde hem onun yeterli olmadigi 'darbeyi gerçeklestirme' sürecinde bu aydinciklar, cehalet veya gizli memuriyet bagi ile küresel güce hizmet verirler. Simdilerde Ergenekon bahsini 'siyasi iktidarin tezgâhi' gibi göstermeye çalisan tetikçi, darbe gelenegimizin Iskeletinden bir parça da, onun karsiti degil mi? Su dakikalarda; harici derin hamilerince terk edilen bazi unsurlara dis geçirildigine hükmedip darbe kültürüne karsi, "Heyt tutmayin beni, kalemim kan kokuyor" diye höykürenler meselâ?Onlarin da esasen, "Türkiye Türklere birakilamayacak kadar önemlidir" diyenlere çanak tutmadiklarindan emin miyiz? Erbabi bilir ki, bugün "Kalemim kan kokuyor" diye höykürenlerin çogu, sahici bir darbenin ucunu görse, "Yok canim, kan degil tezek kokuyorum" diye kiviriverecektir!
Hâsili, her vadinin ucuz ve sahte kahramanindan illallah! Lâkin demokrasi iddiasini sürdüren bir ülkede en küçük temizlik girisimi, yarim bile kalsa, kirlilige karsi caydirici bir adim olarak saygiya degerdir. Daha fazlasi, büyük ikramiye... Kanaatimce bu çekiliste büyük Ikramiye yok...