Türkiye’nin
siyasi ve kamuoyu gündeminde tartisilan
“Demokrasi”
olgusunun, paradokslarindan bagimsiz
olarak ele alinmasina dikkat çekilmektedir. Demokrasiye elestirel yaklasimi
davet etmekle, dolayisiyla onun hâlâ tamamlanmamisligini
ifade etmekle esanlamli
görülmesi açisindan önemlidir. Türkiye’nin içinde bulundugu siyasi gündemden yola çikan yazar “Demokrasinin Sosyolojisini”
ayrintilarina
inerek dört ana bölüm olmak üzere otuz bir
alt baslikta anlatiyor.
Kendi içinde çeliskili gibi görünen, mantiksal olarak hem dogrulugu, hem de yanlisligi
kanitlanabilen
demokrasinin paradokslarini çözümleyerek, demokratik devletin, öncelikle
toplumun demokratiklesmesiyle
birlikte olacagi, demokrasinin eksikliliginin sürekli olacagi,
tarihi bir süreç izleyecegi, tartisma ve çekisme içinde sekillenme sürecinin devamli olarak sürdürecegi, demokrasiyi bireysel görüslerimize indirgeyemeyecegimizi, görüslerimizi demokrasiye uyarlamak gerekliligi gibi çikarimlara dayali olarak paradokslardan faydalanilabilecegi.
Son döneme kadar ülkemizde yapilan seçimlerde
partilerin ve seçmenin genel sikâyetinin koalisyon hükümetlerine
yöneliktir.
Koalisyon hükümetlerin istikrarsizlik
sebebi oldugu görüsü
hakimdir. Ancak partilerin asil
nihai amaçlarinin ekonomik, toplumsal ve kültürel
kaynaklardan daha fazla pay alma isteklerinin oldugu. Farkli din, dil, millet, siyasi görüs vb. bakimindan ayni olmayan toplumsal farkliligin mecliste yer almasinin demokratiklesmenin göstergesidir.
Cumhuriyet anlayisinin
monarsinin karsiti
olan bir hükümet sekli anlamina geldigi, Cumhuriyetçiligin en önemli unsurunun yurttaslik oldugu, yurttasligin,
toplumun bireyleri arasindaki farkliligi
yok ederek cumhuriyetin bir irka, millete, dine ve zümreye
indirgenemeyecegi,
cumhuriyetçiligin ülkeye
yurttaslik bagi
ile bagli tüm vatandaslarla birlikte ancak amacina ulasabilecegi. Bunun yaninda yerel yönetimlerin, iktidarin benzer bir seklini kendi yönetiminde kullanmasi; merkezde yasanan yönetimin devaminin tasrada gerçeklestigi anlamina gelir. Tasrada, merkezin iradesi disinda
hiçbir
sey degismez. Halka degil,
iktidara hizmet anlayisi
meydana geldigi.
12 Haziran genel seçimlerini ve referandumu degerlendiren yazar, partilerin seçim
sürecinde
politik profillerinin nasil yansidiginin
degerlendirildigi bölümde, Ak Partinin seçimlerde basarili olmasinin en önemli sebebinin süreci çok
iyi yönetmis olmasindandir. AK Parti gündemi kendisi nasil belirlediyse,
rakiplerini de bu gündem etrafinda tartismaya çekmesi kamuoyunda AKP’yi gündemde
tutmustur, rakiplerini kendisini taklit etmeye yönelttiginin görüldügü,
Ancak; esas olanin, toplumsal süreçten kendini dislanmis gören her düzeydeki kesimi kucaklayan bir politika izledigi, soyut söylemler yerine somut söylemler
ortaya koyarak çok genis kesimlere hitap edebildigidir. Toplumsal kitleleri duygusal olarak arkasina
alan partilerin basarisinin
kaçinilmaz
oldugu. Seçim dönemleri partilerin siyasi taktik mücadelesine
dönüstügü
net bir sekilde görülmektedir.
Bu seçim döneminde muhalefet partisi CHP’nin, yeni
CHP demesine ragmen
eski söylem
ve icraatlarindan kopamadigi,
söylemler
ile icraatin uyusmamasi, toplumun her kesimine hitap edememesi, söylemlerinde
tutarsizliklarin
bulunmasi
vb. MHP'nin tehdit edici mahiyette bir politika izlemesi, BDP’nin partizan
kimligine yakin politikalari izlemesi, bahse konu partilerin oy oranini
düsürürken,
AK Partinin oy oranini dogal olarak arttirir. Buradan hareketle demokrasinin çok
genis yelpazenin sosyal, kültürel
ve ekonomik ihtiyaçlarini dikkate almayi gerektirir. AK
Partinin Türkiye'nin Özal ile girdigi önemli bir birikimi devraldigini,
devlet nezdinde ise ayricalikli kisilerin yerini kurallarin almaya baslamasinin gelecege dair çok önemli bir gelisme oldugu. AK Parti kendini destekleyen toplumsal-ekonomik
birikimi çok iyi degerlendirdigi, sosyal ve politik telkinlerinin basarili sekilde hayata geçirilmesi, demokratiklesme sürecinin hizlanmasina katki sagladigi.
Kanun Devleti, kamu otoritesinin yaptirim gücüne
denildigi. Hukuk Devleti ise kamu otoritesinin yaptirim
gücünü, ancak hak, özgürlük ve sorumluluk üzerine insa edilerek gerçeklesebilir. Kamu otoritesinin toplumda yasayan her bireyin temel hak ve özgürlügünün
güvence
altina
alinmasiyla
saglanabilmektedir. Demokraside kanun önünde
esit olmanin pasif politik esitlik oldugunu, devleti olusturan milletlerin esitliginin ancak; sosyal, ekonomik, politik ve kültürel
olarak her alanda esitlenmesi
ile toplumsal demokratiklesme gerçeklesir.
Demokratik siyasette egemen olan halk ise, seçim,
parlamento, esitlik, adalet
gibi konulari halk ve temsilcileri tarafindan olusturulmalidir. Devlet karsisinda
halkin,
bireysel haklarinin güvence altina alindigini
hissederek ve yasayarak
demokratiklesme sürecine
katkisinin
daha hizli
ve verimli olacaginin altinin çizildigi. Politikanin asil ihtiyacinin kanun degil, hukuk devleti olmalidir.
Hukukun toplumsal bir ihtiyaç oldugu, bir gün herkese lazim olacagi
düsünüldügünde,
hukuk kurallarini toplumun her kesimin ihtiyaçlarini
karsilayacak
bir sekilde hakkaniyet içerisinde olusturulmalidir.
Devlet düzeninde halk denetimini yitirecek olursa, halkin egemenligini bir öneminin kalmayacagi.
Halk denetiminin, devlet düzeni üzerinde zaman zaman yol gösterici olabilir.
Halkin ihtiyaçlarina göre anayasa kendi kendini yenileyebilir. Ancak günümüzde
anayasayi anlamak politik olani anlamakla esdeger oldugu, günümüzde
anayasanin
devletin degil, politikacilarin
yasasi seklinde
tanimlanabilir.
Bir anayasa yapma ihtiyaci, bir toplumun kendi içinden
ve disindan
politik durumun zorlamasiyla ortaya çikar. Anayasanin politik bir metin oldugu vurgusunu yaparak, anayasa yapiminin
da esasinda
toplumdaki elitler arasi bir çatismayi yansittigini,
buna bagli olarak, sosyal ve politik altyapinin
varligi
olmadan anayasaciligin
formal
kurumlar isleyisini tam anlamiyla gerçeklestirmemesi yasalarin uygulanabilirligini güçlestirir.
Demokratik açilim konusunun, kimlik meselesine dönüsmüs olmasina dikkat çekilmektir. Türkiye'de kimlik meselesini çözüme
ulastirmanin, birçok kesimde kendiliginden demokratiklesmeye yol açacakmis gibi bir kaniyi güçlendirdigi. Çünkü, farkli bir kimlikten
bahsedildigi zaman, diger kimliklerin
varligini ister istemez
onaylaniyor ve onlarin iddialari da kabul görüyor anlamina gelir. Bazi kesimler tarafindan toplumda kimlik çatismasi olusturulmak
istenmesinden, kimliksel ayrimcilik ön plana çikartilmaktadir. Bir kisinin kürdüm dedigi zaman, bir ayrismanin meydana gelecegini, beraberinde kategorilestirmeyi getirerek toplumsal ayirimi ortaya
çikarir. Demokrasinin olmazsa olmazlarindan olan elestiri/muhalefet/sorgulama hakkini
ve özgürlügünü
tahrip eder, demokratiklesmenin,
kimlik etrafinda dönüp durmaktan daha çok, esitlik ve bireysellik konusunda somut
adimlar atmasiyla mümkün hale gelir. Insanlari beraber yasamaya sevk etme gücü
ancak, kisinin kendini
yasadigi
vatana ait
biri olarak hissetmesiyle mümkün olur. Önemli olan halklari ayristirici degil birlestirici
unsurlar üzerine açilim yapilmalidir.
Kimlikler, süphesiz, söz konusu etnik farkliliklara
göndermede
bulunan unsurlardir. Demokrasi sorunu ancak medeniyetler çatismasina bir çözüm bulunmasi ile gerçeklesir. Insan haklari meselesinin, modern toplumlarin meselesi haline geldigi. Toplum modern hale geldikçe, insan haklari da sorunlu olmaktan çikar.
Avrupali devletlerin ortak degerlerini tanimlayamadigi, ortak kimlik insasini gerçeklestiremedigi, bölünerek var olan bir Avrupa’nin bütünleserek yok olacagi, amaçlarinin toplumu
Avrupalilastirarak bir arada tutup ortak
kültür olusturulma çabasina gidildigi, ancak bunun basarilmasinin kolay bir olgu olmadigi görülmektedir.
Demokrasinin halkin egemenligine dayanan bir rejim sekli olarak tanimlandigi, ancak; demokrasinin,
partilerin kendi çikarlarinin ötesine geçemedigi; dar çikarlarini ve politik görüslerini yasatmayla paralel olmasi, seçim dönemi stratejik çekisme meselesi haline gelmektedir. Kurulu bir hükümete karsi olanlarin, devleti ele geçirmek yoluyla kendi hükümetini
kurmak istegi, kurulu hükümet arasinda vuku
bulan bir çekismeyi meydana getirir. Temel
sorunlarini çözememis Türkiye'de, iktidarin, kendinden baska sorumlu aramak ihtiyacinda olma olasiligi her zaman ve her kesim için mevcuttur. Bu aslinda siyaseti besleyen önemli bir potansiyel
enerjidir.
Sivillesmenin önündeki en önemli engelin yine siviller
oldugu. Bir arada yasamayi, beraber yasama sanan sivillerin, günümüzde toplumsal yasamin bireysel yasama dönüstügü, yani yasadigi topluma karsi sorumsuz ve duyarsiz bir bireylerin olusturuldugu ya da olusturulmak istendigi görülmektedir. Ancak beraber yasamak sevgiyi ve aciyi paylasmayi sorumluluk duygusunu gerekli
kilar. Sivil toplumda ancak ahlaki bir beraberligin olacagi, bireysel özgürlük ancak kolektif olarak olusturabilir. Sivillesme, herkesin birbirine karsi duyarli, samimi ve sorumlu olmasini, birbirine karsi davranisin ve seslenisin nazik olmasini zorunlu gerekir. Bir arada yasadiklarimizi ötekilestirmeden birlikte yasamaliyiz. Ancak, herhangi bir
meselede ötekilestirilerek hareket etme yolundayiz. Yazar, sivillesemiyorsak veya demokratiklesemiyorsak, mutlaka kendi içimizde veya disimizda baskalarinin bunu istemedigindendir, kendimiz disindadir kanisinin toplumda hâkim oldugunu vurgular. Sivillesme ve demokratiklesmenin en önemli yollarindan birinin
dostça bir söylemi, her konuda ve alanda samimi elestirileri kendi kendimizle yüzlesmeyi esas alan sorgulamalari yapmakla saglanabilir. Toplumu olusturun siviller içerisinde ötekiler olgusundan çok biz algisi olusturulmalidir.
Toplumun üyeleri, kendi akillarini devlet
hizmetinde kullanarak topluma yararli olabilirler. Hizmeti yerine getirirken
toplumsal bir islev görür, itaati esas alan
aklin sosyal düzeni saglayacagini ima ederken sosyal düzenin
ilerleme kaydetmesinin kosulu olarak özgürlüge dayanan ve beraberinde sorgulamayi gerekli görür. Günümüzde akil
ile duygu arasindaki bagin kopmus oldugu, yasadigimiz çagin, geçmisin yeniden yapilandirilmak istenen bir çag oldugu, bu çagin görünüste köksüz dolasan kurgularin altina girdigi, ancak duygu ötesi olusan toplumun yeni bir tür kölelik getirdigi, buda duygusal köleliktir. Gelismis ülkelerin emperyalizmi duygu köleligi yolunda hizli bir yol alarak ilerledigi.
Postmodern kültür, herseyin normal sayildigi ve herkesin kendi gerçeginin geçerli oldugu bir özelligi içeriyor. Insanlarin bazi seyleri ben yaptim oldu diyerek normal hale
getirmenin ve bunu kendi gerçegi olarak sunmanin mesrulugunu artik böyle bir kültürden aliyorlar. Bilimden sanata,
estetikten, dine varincaya kadar hemen her alanda
mesru kilinmak isteniyor. Bu
durum, ayni zamanda iletisimsiz bir toplumsal iliskiler formunu tesvik ederek; postmodern kültürün, demokratik
mahiyetinin sorgulanmasini da isaret ediyor. Postmodern kültürün, modern olan kitlenin egemenliginde sekil degistirerek ortaya çikan bir
devamliligi gösterir.
Postmodern kültürde dini
gösterisçilik konusu yapan faktör, ekonomiklesmis bir kültürel deger haline gelmesidir. Din, inanç olarak yasanmamakta, gösterisçi sekilde tüketilmektedir. Dinin modernlesmesinin geleceginin konusulmasinin, aslinda din-disi durum ve sorunlari da konusmak anlamina geldigidir. Postmodern dünyada dini bir bütünlük içinde düsünmeden anlamaya çalismak, onu anlamamak için sarf edilen çabadir. Bir zamanlar Islam dinin savas dini olarak görüldügü.
Ülkemizde din, tesettürden
ibaret olarak görülmektedir. Türkiye'de tesettür meselesi, modern dünyanin sembolik
politika anlayisidir. Sembol olarak basörtüsü araciligiyla varligini göstermek, kadinlarin geri planda bir statüye maruz birakildiklari kabul edilebilir. Ancak basörtüsü bir kimlik ögesi olarak farkliligi dile getirmekle beraber,
kimliklestirilmis bir kültürel kod islevi de görerek kadini disladigi bir modernlesme sürecine dâhil etmektedir. Maneviyattan
duygulardan eksik olarak maddiyattan olusan bir kültürün yozlasarak kendi benligini kaybetmesinin kaçinilmaz oldugu, kültürlerin ancak kendi toplumuyla özdes bir seklide manevi degerlere sahip çikarilarak geçmisle baginin kopartilmadan kendini demokratiklestirebilecegi. Neticede kendi alani içerisinde dini din olarak yasama,
yani onu özerk temelde yeniden insa etme olasiligina isaret eder.
Modern olmak, gelismis olmak, üretim kapasitesi genis bir toplum olmak anlamina gelmektedir. Geri kalmis toplumlar için modern olmak, toplumlarin batililasmasi, degisimlerinin bati toplumlarinin degisim kültürlerine tâbi hale gelmesine dayanir. Batilasma dogrultusunda üretimcilik tutkusu, tüketimcilik arzusuna dönüsmüstür. Burada tüketimcilik, sosyokültürel bir tutum ve yaklasimin sömürülmesini ifade etmektedir. Geri
kalmis toplumlarin batililasmasi, geleneksel kültür degerlerinin sömürülerek yeniden yozlasmis bir kültürlenme sürecine tâbi kilinarak batililasma süreci içerisinde kendini bulur. Türk modernligi yüzyillarca tarihi birikimi arkasina alarak kültürü olusturan unsurlarin inkârina dayanir. Türkiye'nin
modernlesmesi esasen batililasarak dogululasmaya dönüsür. Tutkusuz yasanan bir çagin hiçbir degerinin olmadigi, her seyin temsili gösterisli fikirlere dönüstügünün göstergesi oldugu anlamina gelmektedir.
Sonuç olarak devletlerin
demokratiklesmesi toplumun yapi tasini olusturan bireyden baslayarak, toplumu olusturan halklarin, hak, hukuk,
adalet, özgürlük ve dini inançlarinin güvence altina alinmasi, demokratiklesmenin yolunu açmaya yardimci olacagi, toplum içindeki bireyleri
ayristirici degil, birlestirici ortak bir hedefte bulusturarak demokratiklesme sürecine katki saglanabilir. Ne var ki ne kadar zaman geçerse geçsin demokratiklesme sürecinin hiç bitmeyecegi, siyaset ve kamuoyu gündeminde kendine sürekli ön siralarda yer bularak
tartismalarin odaginda olmaya devam edecegi kesindir. Bazen demokratiklesme olgusunun arkasina saklanarak kendi çikarlarini gözetmeye çalisan kisi, kurum ve kuruluslarin çikmasi muhtemel dâhilindedir. Demokrasi kisi veya zümreye göre sekillenemez, toplumun demokratik ihtiyaçlarina göre sekillenmelidir…
DEMOKRASININ SOSYOLOJISI
ALI YASAR SARIBAY
TIMAS YAYINLARI