KÜÇÜK SIÇRAMALAR, BÜYÜK SIÇRAMALAR
Arka bahçenizde 4 ft. Genisliginde
bir yarik açildigini düsünün,
boyutlari iki yöne de gidiyor ve komsunuzun
bahçesini sizinkinden ayiriyor. Eger
bir gün komsunuza kendi bahçenizde rastlarsaniz
ve oraya nasil girdigini sorarsaniz, “kuyunun üzerinden
atladim” gibi bir cevaptan süphe etmemeniz gerekir. Eger
kuyu 2.5 metre genisliginde
olsaydi ve komsunuz size ayni cevabi verseydi, onun
atletik kabiliyetinden oldukça etkilenirdiniz. Eger
kuyu 4.5 metre genisliginde
olsaydi, bu durumdan süpheye düser
ve sizin gözünüzün önünde tekrar atlamasini isterdiniz. Eger
reddedip ve dizini incittigini söylerse, süpheleriniz
artar ama bunun bir hikaye olmadigindan
hala emin olamazdiniz. Eger kuyu aslinda 30 metre genisliginde
büyük bir kanyon olsaydi, o zaman o kisinin
karsiya
atlayarak geçmesi konusundaki iddiasini bir dakika bile dikkate almazdiniz.
Ama düsünün
ki, komsunuz
- zeki bir insan - iddiasini dogruluyor. Tek bir siçrama i1e karsiya
geçmemistir.
Bu kanyonda pek çok tepecikler oldugunu
ve bunlarin 25 santim araliklarla dizildigini
söyler; böylece sizin tarafiniza ulasmak
için bunlarin üzerinden sirayla atladigin
söyleyecektir. Kanyona dogru bakarak komsunuza
hiçbir tepe görmediginizi, yalnizca sizin bahçenizle
onunkini birbirinden ayiran bir yarik oldugunu
söylersiniz. Size katilir ama, orayi asmanin
seneler aldigini söyleyecektir. Bu zaman boyunca
yariktaki tepeler olusmus ve
bunlar yükseldikçe amacini gerçeklestirmistir.
Bir tepeyi terk ettiginde, onun hemen asindigini
ve kanyonun içinde tekrar ufalandigini
iddia edecektir. Anlattiklari oldukça süphelidir,
ama onun dogru söylemedigini
kanitlamak için hiçbir yolunuz yoktur, konuyu degistirir
ve beyzboldan bahsedersiniz.
Bu küçük hikaye pek çok ders içerir.
Öncelikle, ziplamak kelimesi bir kisinin
engelleri astigina
bir delildir. Fakat bazen, açiklamalar inandirici olmaktan çok uzaktir ve
gerçeklik, verilen detaylara göre degisir
(engelin genisligi
gibi). Ikinci
olarak uzun yolculuklar büyük bir adim atlamasi yerine daha küçük atlamalar
olarak açiklanirsa, çok daha makul olabilirler. Ve üçüncüsü, bu küçük ziplamalarin
kanitinin olmamasi durumunda daha önceden olusmus
ama daha sonra gözden kaybolmus olan taslarin
üzerinden bir kisinin atladiginin
dogrulugunu
veya yanlisligini
kanitlamak oldukça zor olacaktir.
Dar yariklarin üzerinden atlama
benzetmesi evrime de adapte edilebilir. Evrim
kelimesi organizmalardaki büyük degisimler
kadar küçük degisimlerin
açiklanmasini da içermektedir. Bunlara genellikle farkli isimler verilir:
Kabaca mikroevrim, bir veya birkaç siçrama ile meydana gelebilen degisiklikleri
tanimlar, ancak bunun yaninda makroevrim genis
siçramalar gerektiren degisiklikleri
tarif etmektedir.
Darwin’in dogada
küçük degisimlerin
meydana gelebilecegine dair iddiasi, yeni bir kavramdi.
Bu degisikliklerin
gözlemlenmesi, Darwin için kendi sezgilerini dogrulayan
memnun edici bir gelisme olacakti. Darwin, Galapagos
adalarinda ispinozlarin birbirine benzer ama tamamiyla ayni olmayan
özelliklerini gördü ve bunlarin ortak bir atadan geldigi
teorisine vardi. Son zamanlarda Princeton’dan bazi bilimadamlari da, ispinoz
topluluklarinda gaga büyüklügünün birkaç yil içinde degistigini
gözlemlediler. Daha önceleri bir güve toplulugunda
açik ve koyu renkli olanlarin, çevre kosullarinin
kirliden temiz hale gelmesiyle degistigi
belirtilmisti. Ayni sekilde,
Avrupalilar tarafindan Kuzey Amerika’ya götürülen kuslar
da kendi aralarinda pek çok farkli gruplara ayrilmislardi.
Son yillarda bu varyasyonlar konusunda moleküler düzeyde kanitlar elde etmek
mümkün oldu. Örnegin, AIDS’e yol açan virüsler, insanin
bagisiklik
sistemini ortadan kaldirmak için kendi görünümlerini degistirmekteydiler.
Hastalik yapici bakteriler, antibiyotiklere karsi
savunma yapma kabiliyeti edinerek geri gelmekteydiler. Bunlara daha pek çok
örnek dâhil edilebilirdi.
Bu anlamda, Darwin’in teorisi sanki
galip gelmis gibi görünmektedir; fakat bir
atletin 120 santim genisligindeki
bir yarigi
ziplayarak asabildigini
iddia etmesi kadar tartismaya açiktir. Büyük siçramalar -
makro evrim düzeyinde olanlar - kesinlikle süphe
uyandirmaktadir. Bu nedenle çogu insan, Darwin’in anlattigi
büyük degisikliklerin
uzun periyodlar içinde makul bir sekilde
küçük asamalara
bölünebilecegini umarak onun iddiasini
desteklediler. Fakat bu ihtimalleri destekleyici veya ikna edici bir kanit
henüz ele geçmemistir. Ayrica tepeleri asarak
bahçenize gelen komsunuzun hikâyesi gibi, hayali anlamda
süphelerle
tarif edilen bu küçük asamalarin varliginin
degerlendirilmesi
su
ana kadar çok zor olmustur.
Darwin’in düsündügü
ve öne sürdügü her anatomik yapi ve asama
o kadar basittir ki, kagida bile aktarilamayan karmasik
biyokimyasal islemleri kesinlikle açiklayamamaktadir.
Darwin’in küçük siçramalarla açikladigi seyler,
ne yazik ki ancak helikopterle asilacak
derecede büyümüstür.
Biyokimya böylece Darwin Anatomisi’ne
karsi
bir Liliput üstünlügü saglamis
ve evrimin moleküler düzeyde meydana gelip gelemeyecegi
sorusunu gereksiz kilmistir. Hepimiz biliriz; Darwin’in
teorisi ortaya atildigi tarihten itibaren sürekli elestirilmistir
ve bu elestiriler yalnizca dini nedenlerden
kaynaklanmamaktadir. 1871 yilinda Darwin muhaliflerinden biri, St. George
Mivart, teoriye karsi olma nedenlerini bir liste halinde
sundu, bunlardan birçogu sasirtici
sekilde
modern elestirmenlerin ortaya attigi
sorunlarla oldukça benzerdi.
Darwinizm karsiti
olarak ortaya atilan görüsler asagidaki
sekilde
özetlenebilir: “Dogal Seleksiyon” faydali yapilarin
gelisimini
açiklayamaz. Ayni sekilde farkli türlerin birbirlerine
oldukça benzer üyelerinin varlik nedenlerini de belirleyemez. Ayrica, belirli
farkliliklarin, asamalar yerine birdenbire olusmus
olabileceklerine dair uygun bir zemin vardir. Türlerin, birbirinden farkli
özellikleri olmasina ragmen kendi içlerinde sinirli degisim
imkânlari oldugu da dogrudur.
Var olmasi umulan pek çok ara geçis
formuna ait fosil ortada yoktur... Ayrica yapilarda gözlenen ve dogal
seleksiyon’un açiklayamadigi birçok fenomen mevcuttur.
Ayni argüman, neredeyse bir yüzyil
boyunca bir çözüme ulasmadan devam edip durmustur.
Mivart’dan Margulis’e kadar, her zaman Darwinizm’ in yetersiz oldugunu
anlayan pek çok bilgili, saygideger
bilimadamlari var olmustur. Fakat ne var ki, ya Mivart
tarafindan ilk olarak ortaya atilan sorular cevapsiz kalmaya mahkum olmus,
ya da çogu
insan aldiklari cevaplardan memnun kalmamislardir.
Daha ileriye gitmeden önce, su
gerçegin
üzerinde durmak yerinde olacaktir. Eger
dünyadaki tüm bilimadamlarini bir araya toplarsak, oldukça büyük bir çogunluk
Darwinizm’in dogruluguna
inandiklarini söyleyeceklerdir. Ancak bilimadamlari, herkes gibi fikirlerinin
önemli bir bölümünü diger insanlarin fikirlerine göre gelistirirler.
Darwinizm’i kabul eden büyük çogunluk (ancak hepsi degil),
bir otoriteye bagli olarak hareket etmektedir. Ayni
zamanda ne yazik ki, yapilan yogun elestiriler
yaratilisi
savunanlara destek olabilecegi endisesiyle
bilim çevreleri tarafindan gözardi edilmektedir. Bilimi korumak adina, dogal
seleksiyonla ilgili mutlak elestiriler bir kenara itilmistir.
KISA BIR ÖZET ve ILERIYE BAKIS
Makinali tüfekler, savas
gemileri ve nükleer bombalarin gelisen
dünyamizda gerekli olan birtakim kompleks makinalar olmalari gibi, hassas
hücresel savunma mekanizmalarinin da
oldukça kompleks olduklarini görecegiz.
Darwin’in kara kutusunda basit olan çok az sey
vardir.
DARWINCILERIN ÇIKMAZI
Çesitlilik,
taninma, yok etme, tolerans - bütün bunlar ve daha pek çok sistem,
birbirleriyle baglanti halindedir. Hangi yöne
dönersek dönelim, bagisiklik
sisteminin asama asama
gelismis
olma ihtimali, birçok sebeple engellenmektedir. Bilimadamlari gibi bizler de,
bu muhtesem
sistemin nasil meydana geldigini anlamak için can atiyoruz, ancak
sistemin karmasikligi
bütün Darwinci evrim açiklamalarini yok olmaya mahkum etmistir.
MUTLAK TASARIM
Amerika Birlesik
Devletleri Anayasasi’nin Dokuz Numarali Kanun Degisikligi’nde
su
belirtilmektedir, “Anayasada çesitli haklarin siralanmis
olmasi, insanlarin elinde bulundurdugu
diger
haklarin reddedilmesi veya hor görülmesi olarak yorumlanamaz.” Bu kisaca
demektir ki, özetlenen bir anlatim tüm açiklamalari içeremez ve bu nedenle henüz tartisilmamis
konular hakkinda bir karar verilmemistir.
Ben de, bu kitap hakkinda benzer bir ifadede bulunmak istiyorum. Üçüncü ve Altinci
Bölümlerde, biyokimyasal sistemlerin eksiltilemez karmasikligindan
bahsettim ve bunlarin asamali olarak varolamayacagina
dair birçok detayli açiklamada bulundum. Ayrintilari vermemin nedeni,
okuyucunun nedenleri ve problemleri açikça görebilmesi nedeniyleydi. Bu
sistemler üzerinde çok fazla zaman harcadigim
için diger
biyokimyasal sistemleri bu derece detaylariyla inceleme firsatim olmadi, fakat
bu onlarin Darwinizm için hala bir sorun teskil
etmedigi
anlamina gelmez. Eksiltilemez karmasikligin
diger
örnekleri arasinda DNA’nin kendini kopyalamasi (replikasyonu), elektron
transportasyonu, telomer sentezi, fotosentez, transkripsiyon ve diger
birçogu
gösterilebilir. Okuyucu isterse bir kütüphaneye giderek biyokimya kitaplar alabilir
ve kendi kendine asamali bir gelismenin
olamayacagina dair buldugu
delilleri ortaya koyabilir.
Bu bölüm ise biraz daha farkliydi.
Burada göstermek istedigim; Darwinizm için problem olanlarin,
sadece eksiltilemez bir karmasikliga
sahip sistemlerin olmadigiydi. Çünkü ilk bakista
asamali
bir evrim sürecine uygun gibi görünen sistemler bile açikça incelendiginde
Darwinizm için basagrilarina
yol açacaktir - deneyler de bunu ispatlayacaktir - bu da onlarin hiçbir sekilde
evrimsel bir süreçle açiklanamayacagini
göstermektedir.
MEZHEPLESTIRME
Birçok bilimadami Darwin yanlisi
mekanizmalarin hayati açiklayamadigini
bilse de; bir kisim buna hala inanmaktadir. Buraya kadar anlatilanlarda,
profesyonel biyokimya literatürüne ait kitaplarda, dergilerde kompleks sistemlerin
isleyisini
ve varolusunu açiklayan bir bilgiye rastlanmadigini
gördük, peki öyleyse Darwinizm biyokimyagerler arasinda neden bu derece kabul
görmüstür?
Bunun nedenlerinden birisi, biyokimya dalindaki egitimleri
sürecinde Darwinizm’in dogru oldugunun
kendilerine ögretilmesidir. Darwinizm’in bir inanç
sistemi olarak basarisini, fakat bilim dali olarak basarisizligini
anlayabilmek için; bilimadamlarina yol gösteren kitaplar incelemek gerekir.
NELER OLUYOR?
Darwin’in teorisinin, hayatin
moleküler temellerinin açiklanmasi yönündeki yetersizligi,
bu kitaptaki analizlerden de anlasildigi
gibi; ayni zamanda karmasik biyokimyasal sistemlerin nasil
meydana geldigini anlatan profesyonel bilimsel yayinlarin
bulunmayisindan da anlasilmaktadir.
Modern biyokimyanin, hücrenin
içindeki inanilmaz karmasikligi
açiga
çikarmasiyla; bilim çevreleri gerçekten felce ugramistir.
Hücre içindeki iplikçikleri, görmeyi, kanin pihtilasmasini
veya herhangi bir biyokimyasal sistemi Darwinci üslupla açiklayabilen bir kisi
bile –Harvard Üniversitesi’nden, Ulusal Saglik
Enstitüleri’nden, Ulusal Bilimler Akademisi’nden, Nobel Ödülü sahiplerinden hiç
kimse- bulunmamaktadir. Fakat biz buradayiz. Bitkiler ve hayvanlar da burada.
Tüm karmasik sistemler burada duruyor. Bu varliklarin
hepsi bir biçimde olustular: eger
Darwinci bir yaklasimla olmadiysa, bu nasil oldu?
Eger
bir varlik çesitli asamalar
geçirerek bir araya getirilmediyse, bu durumda bir anda varolmus
olmasi gerekir. Ve yine eger bagimsiz
parçalari bu sisteme teker teker eklemek sürekli bir fayda saglamayacaksa,
o zaman tüm parçalarin tamamiyla ayni anda birlestirilmesi
gerekir.
IKILEM
Son kirk yil içinde, modern
biyokimya sayesinde hücrenin sirlari ortaya çikti. Fakat bu gelisme
çok büyük zorluklarla elde edilmistir.
Onlarca ve hatta binlerce insan, hayatlarinin büyük kismini laboratuvarlarda
yaptiklari çalismalara ayirmistir.
Cumartesi geceleri lastik ayakkabilarinin çözülmüs baglarini
fark etmeden laboratuvarlarda çalisan
gençler; günde on dört saat ve haftada yedi gün çalisan
lisans üstü ögrencileri; çocuklarini bile unutmak
zorunda kalan profesörler - bu insanlar bilimin ilerlemesi için çaba
göstermektedir. Modern biyoloji alaninda bildiklerimizin tamami, proteinlerin
incelendigi, genlerin klonlandigi,
elektron mikrograflarinin çekildigi,
hücre kültürlerinin yapildigi, yapilarin belirlendigi,
dizilimlerin karsilastirildigi,
parametrelerin degistirildigi
ve kontrollerin yapildigi deneylerden alinan sonuçlarin uç
uca eklenmesiyle elde edilmistir. Gazeteler yayinlanmis,
sonuçlar degerlendirilmis,
yorumlar yazilmis, yeni fikirler ortaya atilmistir.
Hücrenin arastirilmasinda
kolektif olarak yapilan çalismalarin sonucu -hayatin moleküler
seviyede incelenmesi- güçlü, açik ve çarpici bir “dizayn!” görüsünü
ortaya çikarmistir. Sonuç o kadar açiktir ki, bilim
tarihindeki en büyük gelismelerden birisi olarak degerlendirilmelidir.
Bu bulus
Newton, Einstein, Lavoisier ve Schrödinger, Pasteur ile Darwin’in öne sürdüklerine
meydan okumaktadir. Hayatin akilli bir dizaynin eseri oldugu
görüsü,
dünyanin günesin etrafindan döndügünün,
hastaliklarin bakterilerce olustugunun,
ya da radyasyonun kuanta denilen parçaciklarla yayildiginin
belirlendigi an kadar önemlidir. Yillarca yapilan
çalismalar
sonucunda harcanan onca çaba ardindan elde edilen bu zafer, tüm dünyadaki
laboratuvarlarda senlikli kutlamalara yol açacaktir.
Bilimin bu bulusu ile on binlerce agizdan
“Eureka!” çigliklari gelecektir.
Hatta bu olayi kutlamak üzere eller
çirpilacak, yüzler gülecek ve bir gün isten
izin bile alinabilecek!
Fakat hiç bir kutlama yapilmadi,
eller çirpilmadi. Hücredeki aklin ortaya çikisinin
ardindan, bu karmasiklik sessizlik ve utanç dolu bir
tereddütle karsilanmistir.
Bu konu halk arasinda tartisildiginda
nefesler hizlaniyor ve insanlar ayaklanmaya basliyor.
Aslinda tek baslarinayken, insanlar rahat ve mutlu
bir tepki verirken, toplum içindeyken kafalarini sallayip her seyi
oluruna birakiyorlar.
Bilimsel çevreler, neden bu müthis
bulusu
kabullenemiyor? Dizaynin gözlemlendigi
bu gerçeklik, neden entellektüellerce sahiplenilmiyor? Bu ikilem surada
yatiyor, filin bir tarafi akilli dizayn derken, diger
taraf da Yaratici’yi gösterecektir.
Bilimadami olmayan birisi su
soruyu soracaktir: öyleyse ne olur? Bir yaraticinin varligi
çogunluk
tarafindan kabul görmektedir -hatta daha da fazlasi. Yapilan arastirmalarda
Amerikalilar’in yüzde 90’inin Allah’a inandigi
belirlenmistir. Hatta bunlarin yarisi da
düzenli olarak dini görevlerini yerine getirmektedirler. Politikacilar da
özellikle seçim zamanlarinda bu konuyu gündeme getirerek arti puan toplamaktadir.
Çogu
takim kaptani, maç öncesi takimiyla beraber dua eder; müzisyenler beste
yapmadan önce, ressamlar resim yapmadan önce ve isadamlari da. Hastane ve havaalanlarinda
ibadethaneler vardir, Ordu ve Kongre’de de din adamlari hazir bulunmaktadir.
Toplum olarak Martin Luther King gibi insanlari onurla anariz ve onlarin
inançlarinin dini yönünü destekleriz. Halkin bu derece onayi olmasina ragmen,
bilim neden herkes tarafindan zaten onaylanan bir teoriyi kabullenmekte güçlük
çekiyor? Bunun çesitli sebepleri var. Bunlardan ilki
söylemeye çekindigimiz bir gerçek - sovenizm.
Digeri
ise bilimin pek tanimadigi felsefi ve tarihi yaklasimlar
nedeniyle. Bu nedenler bir sekilde birbirleriyle etkilesiyorlar,
fakat biz simdi bunlari ayirmaya çalisalim.
MERAKLI ve DAHA MERAKLI
Uzun ve yorucu çalismalar
bilimin akilli bir tasarimi kabul etmek istemeyisindeki
isteksizliginin kabul edilebilir bir temeli
olmadigini
göstermistir.
Bilimsel sovenizm anlasilabilir
bir duygudur ancak ciddi entelektüel konulari etkilemesine izin verilmemelidir.
Din ve bilim arasindaki çekisme üzücüdür ve kötü sonuçlara neden
olmustur.
Ancak miras alinmis bir kizginlik, bilimsel kararlarda
saglam
bir dayanak olusturamaz. Bilimin, dogaüstüne
isaret
eden teorilerden kaçinmasi gerektigine
dair (bazi ateistler tarafindan) felsefi argümanlar, bilim üzerinde suni bir kisitlama
olusturmaktadir.
Dogaüstü
açiklamalarin bilimi etkisi altina alacagi
korkusu yersizdir. Dahasi, Big Bang teorisi dogaüstü
çagrisimlar
olan teorilerin oldukça faydali olabilecegini
göstermektedir. Bazi insanlarin dogadan
baskasi
var olamaz prensibine duyduklari felsefi baglilik
bilimsel verilerden elde edilen bir teoriyi engellememelidir. Dogaüstü
sonuçlardan kaçinmak isteyen insanlarin haklarina saygi duyulmalidir ama
hissettikleri hosnutsuzluk belirleyici olmamalidir.
Bu kitabin sonuna yaklasirken
vardigimiz
güvenilir sonuca karsit olabilecek güvenilir bir görüse
rastlayamadik: yani hayatin akilli bir varlik tarafindan tasarlandigi
sonucuna karsi. Aslinda, son birkaç yüzyildir
bilimin gerçeklestirmis
oldugu
gelisme
bu ilginç sonuca dogru bir ilerleyis
olmustur.
Ortaçaga
kadar insanlar dogal bir dünya yasadilar.
Sabit bir dünya her seyin merkezindeydi; yildizlar, ay ve
günes,
gece ve gündüz isik saglamak
için durmadan dönüyorlardi. Bitkiler ve hayvanlar çok eski çaglardan
beri bilinmekteydi. Krallar ilahi bir güçle yönettiler. Sürprizler çok azdi.
Daha sonra çok saçma oldugu
düsünülerek,
dünyanin günesin etrafinda dolanirken kendi etrafinda
dönerek hareket ettigi iddia edildi. Hiç kimse dünyanin
döndügünü
hissetmiyordu, hiç kimse döndügünü görmüyordu. Ama dönüyordu.
Bugünkü modern bilgilerimizle, Galileo ve Kopernik’in duyulara nasil bir saldirida
bulunduklarini anlayabilmek pek kolay degildir.
Insanlarin
artik gözlerine bile inanamayacaklarini öne sürmüslerdi.
Yillar geçtikçe isler
daha da kötüye gitti. Fosillerin kesfiyle
karada ve ormanlarda yasayan tanidik hayvanlarin hep
yeryüzünde olmadiklari, dünyanin bir zamanlar, simdi
yok olmus
dev yaratiklarla dolu oldugu ortaya çikti. Bir süre sonra
Darwin bildigimiz hayatin insan akli tarafindan
kavranamayacak uzunlukta bir süre içerisinde var olan garip bir hayattan türedigi
iddiasiyla dünyayi sarsti. Einstein bize uzayin yuvarlak oldugunu
ve zamanin göreli oldugunu söyledi. Modern fizik ise kati
nesnelerin çogunlukla bosluk
oldugunu,
atom alti parçaciklarin kesin taniminin olmadigini
ve kâinatin bir baslangici oldugunu
söylemekte.
Simdi
ise sira hayatin temel biliminin, modern biyokimyanin sarsma zamani. Bir
zamanlar hayatin kökeni oldugu düsünülen
basitligin
bir hayal oldugu ispatlandi. Bunun yerine hücreyi
eksiltilemez bir karmasiklik isgal
etmekte. Sonuç olarak hayatin üstün bir akil tarafindan tasarlanmis
oldugu
anlayisi,
hayat basit doga kanunlarinin bir sonucu olarak algilamaya
aliskin
bizlerde bir sok etkisi yaratmistir.
Ama diger
yüzyillar da benzer soklar yasamislardi
ve soklardan
kaçmak için bir neden de yok. Insanlik uzayin merkezinin dünyadan
kalkip günesin ötesine ilerlemesine, hayatin
tarihinin çoktan ölmüs sürüngenleri içerecek kadar genislemesine
ve sonsuz kainat fikrinin çökmesine dayanabilmistir.
Darwin’in kara kutusunun açilmasina da dayanacaktir.
Darwin’in Kara Kutusu
Michael J. Behe
Aksoy Yayincilik