CIA TARIHI -1 - KÜLLERIN MIRASI, ENKAZ DEVRALMAK - CIA Tarihi (Legacy of Ashes - The History of CIA)
Fevzi BOZKURT
Bilim
Yazar Hakkinda: TIM WEINER yirmi alti
yildan beri Amerikan istihbarat servisleriyle ilgili yazilar yazan Pulitzer
ödüllü bir New York Times muhabiridir. Bu kitap, CIA tarafindan düzenlenen
operasyonlari izlemek için Afganistan dahil birçok ülkeye seyahat etmis olan
Tim Weiner’in üçüncü kitabidir.
CIA TARIHI - 1
ENKAZ
DEVRALMAK, CIA’nin ilk altmis yilinin hikâyesidir. Teskilâtin ugradigi
basarisizliklarin, bati uygarliginin gelmis geçmis en güçlü medeniyeti olan
ABD’nin ulusal güvenligine ne denli büyük bir tehdit olusturdugunu anlatir.
Gücünü
sinirlarinin ötesine yansitmak iddiasinda olan bir devletin, yurt disinda neler
olup bittigini anlamaya, daglarin ardini görmeye ihtiyaci vardir. Halkini
buralardan gelecek tehlikelere karsi korumak onun görevidir. Bunun için gizli
operasyonlar yapar. Baskan Eisenhower’in deyisiyle bunlar “Nahos ama gerekli
isler”dir. Güçlü ve akilli bir istihbarat teskilâti olmadan generaller ve
Baskanlar kör ve sakattir. Süper güç ABD, hiç bir dönem özledigi böyle bir
teskilâta sahip olamadi.
CIA’nin
yurt disi geçmisi kisa süreli basarilar ile uzun süreli ve kalici
basarisizliklarla doludur. Yurt içinde ise siyasi güç savaslarinin sahnesidir.
Teskilâtin bazi basarilari belki bir miktar kan dökülmesini önlemis,
zenginliklerin korunmasina yaramistir ama hatalari bunlari hesapsizca çarçur
etmistir. Bu hatalar, yüzlerce Amerikan askerinin ve gizli ajaninin hayatina
mal olmus, 11 Eylül 2001’de üç bin Amerikalinin terör saldirisinda ölmesine ve
sonrasinda bir o kadarinin da Irak’ta, Afganistan’da yitip gitmesine yol
açmistir.
Bütün
bu olumsuzluklarin nedeni, CIA’nin en birincil görevini yerine getirememesidir.
O görev, ABD Baskanini, dünyada neler olup bittiginden haberdar etmektir! II.
Dünya Savasindan sonra dahi, Sovyet komünizmine direnebilecek tek güç olarak
kalan ABD’nin, esgüdüm içinde çalisip Baskani aydinlatacak bir istihbarat
teskilâti yoktu.
Savas
deneyimi olan, vatansever bazi Amerikalilar teskilât saflarinda çalistilar ama
pek azi vizyon sahibiydi. Baskanlari yanlis yönlendirdiler. Olup bitenleri
kavramaktan aciz olan Baskanlar, CIA’ya gizli operasyonlarla tarihin akisini
degistirme görevi verdiler. Ajanlarin mesleki egitimleri, savas alanlarinda
yaptiklari hatalardan ders almak olgusundan ibaretti. Baskan’a duymak
istemediklerini söylemek tehlikeli isti, bu yüzden yurt disindaki basarisizliklarini
örtmek, Washington’daki konumlarini korumak için Eisenhower ve Kennedy’ye yalan
söylediler.
Johnson,
Nixon, Ford, Carter; bunlarin hiçbiri teskilâtin nasil çalistigini anlayamadi.
Onlara göre CIA, ya her seyi halledebilen, ya da her seyi yüzüne gözüne
bulastiran bir olusumdu, bir türlü hangisi olduguna karar veremediler. CIA’nin
uzman analistleri degerlendirmelerini objektif bilgilere göre degil, halk
arasindaki yaygin inanislar dogrultusunda yaptilar, düsmanin niyet ve
yeteneklerini hatali yorumladilar, komünizmin
gücünü yanlis hesapladilar, terörizm tehdidini algilamakta yetersiz
kaldilar.
Soguk
Savas döneminde CIA’nin en önemli görevi, istidam ettigi ajanlar vasitasiyla
Sovyetlerin sirlarina erismekti. Kremlin’in içine nüfuz edebilecek yetenekte
tek bir kisiyi bile elde edemediler. Yanlarina alabildikleri sadece gönüllü olarak
gelenlerdi. Bunlarin çogu da, Reagan ve G.W. Bush döneminde, CIA’nin Sovyet
masasinda görevliydiler ve Sovyetler hesabina casusluk yapan çift tarafli
Amerikan ajanlarinin ihanetine ugrayip yakalandilar veya öldürüldüler.
CIA
Reagan döneminde, kendisine bir üçüncü dünya misyonu yükleyip Iran Devrim
Muhafizlarina silah satarak Orta Amerika’daki savasi finanse etmeye kalkisti.
Örgütü yönetenler, yasalari ihlâl ettiler ve zaten iyice azalmis olan kurumsal
itibarlarini hepten sifirladilar. Ama en önemlisi, esas düsmanin, yani
Sovyetlerin zayifliklarini tespit edemediler.
Teknoloji
ilerledikçe, karsi tarafta neler olup bittigini anlamak insanlarin görevi
olmaktan çikip makinalara devredildi. Uydular belki Sovyet silahlarinin yerini
tespit edebildi ama komünizmin yikilmakta oldugu, soguk savas bitene dek
algilanamadi.
CIA,
Kizil Ordu’nun Afganistan’i isgalini önlemek için milyarlarca dolar harcadi ve
Sovyetlere karsi destansi bir bir basari
kazandi ama Islamci savasçilara sagladigi silahlarin bir gün kendi kafasina
dogrultulabilecegini algilayip tavir alamadi, bu da tarihi bir basarisizlikti.
Soguk
Savas döneminde CIA’yi bir arada tutan amaç birligi, 1990’larda Clinton
yönetimi sirasinda çözüldü. Teskilât, âdeta Pentagon’un alt birimiymis gibi
islemeye basladi. Görünürdeki savaslarin stratejilerini belirlemekle
ugrasacagina hiç yasanmayacak savaslar için taktikler gelistirmek yolunda
enerjisini harcadi, ikinci Pearl Harbor’u önleyecek gücü kalmamisti.
Beyaz
Saray’a, Irak’ta kitle imha silahlari bulunduguna iliskin uydurma raporlar
düzenleyince, bir gramlik bir istihbarata dayanarak, bir tonluk yalan yanlis
bilgiler ürettikleri ortaya çikti, güvenilirliklerini tamamen yitirdiler. Baba
Bush’un, bir zamanlar onurla yönettigi teskilât, ogul Bush tarafindan yurt disinda
paramiliter bir polis gücüne, yurt içinde ise bürokrasiyi felç eden bir olusuma
dönüstürüldü. G.W. Bush 2004 yilinda CIA’yi, Irak’taki savasin gidisati
hakkinda sadece “varsayimda” bulunmakla suçladi ve asagiladi, böylece siyasi
anlamda ipini çekmis oldu.
Teskilât
eger varligini sürdürecekse kendini bastan asagiya yenilemelidir. Bu da yillar
alacak bir süreçtir. Esasen CIA yöneticileri üç nesildir dünya olaylarini
kavramakta güçlük çekmekteler. Benzer sekilde, gerek Baskanlar gerek Kongre
üyeleri, hatta istihbarat örgütü direktörlerinin neredeyse tamami, CIA
aygitinin isleyisini anlamakta yetersiz kalmislardir. Bu yöneticilerden bir
çogu, teskilâti, devraldiklari durumdan daha kötü bir biçimde haleflerine
devretti. Basarisizliklari yüzünden, Eisenhower’in deyimiyle her nesil,
kendinden sonraki nesle “miras olarak enkaz” birakti.
Kisacasi, altmis yil önce nasil bir ortamda bu ise basladi isek, hala ayni
ortamdayiz; yani tam bir kaos!
Bu
kitap, Amerikan ulusal güvenlik kurumlarinin dosyalarinda yer alan sözlere,
fikirlere ve belgelere dayanmaktadir. Çalismayi kaleme alirken, CIA, Beyaz
Saray ve Disisleri Bakanligi arsivlerinde bulunan elli binden fazla belge
okudum, iki binden fazla askerin, istihbarat elemaninin ve diplomatin
hikâyelerini dinledim, 1987 yilindan bu yana üç yüzü askin CIA görevlisi ve
emeklisi ile mülakat yaptim. Her yazilanin kaydi mevcuttur. Bu kitapta kulaktan
dolma bilgi, isimsiz kaynaklara atif yoktur. Ancak isin dogasi geregi
eksiklikler vardir. Hiç bir devlet baskani ya da CIA direktörü, hele hele
disardan bir kisi, teskilât hakkinda her seyi bildigini iddia edemez. Burada
yazdiklarim, elbette gerçegin tamami degildir ama yazilanlarin tamami gerçektir
ve umarim faydali bir uyari olarak algilanir.
Tarihte
varligini üç yüz yildan fazla sürdüren bir cumhuriyet görülmemistir. Dünyayi
gerçek haliyle görüp anlamak bir zamanlar CIA’nin aslî görevi idi. Eger böyle
gözlere sahip olamazsak ülkemizin büyük bir güç olarak varligini sürdürmesi
mümkün degildir.
--------------------------------------------------------
BÖLÜM
I
“Baslangiçta
hiçbir sey bilmiyorduk”
Truman Yönetimi
Döneminde CIA 1943 – 1953
“Istihbarat
Küresel ve Totaliter Olmalidir”
Baskan
Franklin D. Roosevelt’in ölümünün ardindan, 12 Nisan 1945 tarihinde kendini
Beyaz Saray’da bulan Harry S. Truman’in istihbarat adina bütün istedigi bir
‘gazete’den ibaretti. Ne atom bombasinin gelistirilmekte oldugundan haberi
vardi, ne müttefiki olan Sovyetler ‘in niyetlerinden. Yetkilerini hakkini
vererek kullanabilmek için bilgiye ihtiyaci vardi, hepsi o kadar.
Kendinden
önceki baskan Roosevelt, savas zamaninda istihbarat hizmeti saglamasi amaci ile
General William J. Donovan’a Stratejik Hizmetler Dairesini (Office of Strategic
Services / OSS) kurdurtmustu. Ne var ki Donovan’in OSS’si, kalici bir yapilanma
olamayacakti. Bu dairenin kül yigini enkazindan Merkezî Haberalma Teskilâti
(Central Intelligence Agency / CIA) ortaya çikti. Baslangiçta bu teskilâttan
Truman’in bekledigi, kendisine dünyada olup bitenlerden bahseden günlük bir
bülten sunmasiydi. Yillar sonra arkadasina yazdigi bir mektupta “Amacim asla
bir casusluk organizasyonu kurmak degildi” demisti. Daha isin basinda amaçtan sapilmisti.
**********
Onur
madalyali bir savas kahramani olan Donovan, küresel ve totaliter bir savas
yasandigindan istihbaratin da küresel ve totaliter olmasi gerektigine
inaniyordu. Amaci, Amerika’nin düsmani olan ülkelere karsi yikici operasyonlar
düzenlemek suretiyle bunlarin yeteneklerini, niyetlerini ve faaliyetlerini
ögrenmekti. Donovan, eski askerlik arkadaslarindan Wall Street brokerlerinden,
üniversite mezunu entellerden, gazetecilerden, dublörlerden, parali
askerlerden, düzenbazlardan, kisacasi her türlü sosyal katmandan, gelisi güzel
bir biçimde topladigi adamlarla inanilmaz bir kadro kurdu. Bu kadro savas
sirasinda, Donovan’in genis hayal gücü ile planlanmis bir yigin casusluk ve
sabotaj eylemleri gerçeklestirdi. Kimi basarili oldu, kimi fiyasko ile
sonuçlandigi halde basarili imis gibi gösterildi.
Roosevelt’in
Donovan konusunda hep süpheleri olmustu. 1945 yili baslarinda, OSS’nin harp
sirasindaki operasyonlari hakkinda gizli bir tahkikat yapilmasini emretti.
Ortaya Donovan’in “Amerikan tipi bir Gestapo” yapilanmasi olusturmaya çalistigi
yolunda dedikodular yayilinca Baskan Donovan’a planlarini halinin altina
süpürmesi talimatini verdi. 6 Mart 1945 tarihinde ise Genel Kurmayin karariyla
planlar resmen rafa kalkti.
***************
Genel
Kurmay, Baskan’a degil, kendilerine hizmet edecek bir casusluk teskilâti
istiyordu. Böylece Amerikan istihbaratini kimin kontrol edecegine iliskin üç
nesil boyunca sürecek bir savas baslamis oldu.
OSS’nin
ülke içinde fazla bir itibari yoktu, Pentagon nezdinde ise hiç! Askerler
sifreli Japon ve Alman haberlesmelerinden elde ettikleri bilgileri OSS’cilere
vermiyordu. II. Dünya Savasinin sona ermesiyle Kongrenin baslattigi
arastirmalar, ülkenin kendini savunmasi için baska yöntemlere ihtiyaci oldugunu
açiga çikardi. Pearl Harbor faciasinin yaklasmakta olduguna dair bölük pörçük
bir çok bilginin mevcut oldugu ama kurumlarin kendi aralarindaki çekismeler
yüzünden bilgi paylasiminin yapilamadigi ve bu yüzden parçalarin
birlestirilerek büyük resmin kimse tarafindan görülemedigi bu arastirmalar
sirasinda anlasilmisti. Roosevelt’in Donovan hakkinda istemis oldugu gizli
rapor ise ancak soguk savas sonrasinda kamuya açiklandi. Yer yer Donovan’in
sahsini da hedef alan rapor, OSS’nin savas sirasinda yaptiklarini yerden yere
vuruyor ve “Amerikan çikarlarina ciddi zarar vermis” olmakla suçluyordu.
Ithamlarin bazilari söyleydi; Romanya’da bir eglence mekâninda evrak çantasini
unutmak (sonrasinda çantanin bir dansöz tarafindan Nazilere verilmesi),
yetenege göre degil, yandaslik kriterine
göre personel istihdam etmek, Liberya gibi uzak bölgelere ajan göndermek, sonra
onlari orada unutmak, savasa tarafsiz olan Isveç’e yanlislikla komando
birlikleri indirmek, Fransa’da ele geçen bir Alman cephaneliginin basina
nöbetçi dikmek sonra hepsini birden havaya uçurmak, Roma’nin Nazilere teslim
olmasindan sonra OSS’nin hatali istihbarat geçmesi neticesinde 1.100 kisiden
olusan bir Fransiz birliginin düsman tarafindan tuzaga düsürülmesine ve tamamen
yok edilmesine neden olmak vs.
Baskan
Roosevelt 12 Nisan 1945 tarihinde vefat ettiginde Donovan, teskilâtinin sonunun
geldigini anlamisti. Vefati takip eden bir aylik matem süreci boyunca
Washington’da müthis bir iktidar çekismesi yasandi. Savasin Avrupa cephesinde
sonlanip zaferin ilân edildigi 8 Mayis 1945 tarihini takip eden günlerde
Donovan ülkesine dönerek gerek Kongrede gerekse basin nezdinde kendini savunma
mücadelesine giristi. Yeni Baskan Truman onu fazla ciddiye almadi ve Japonya’ya
atom bombasi atilmasindan alti hafta sonra 20 Eylül 1945 tarihinde, Donovan’in
Gestapo biçimi yapilanmalara tesne oldugu kararina vardi ve kendisini görevden
alarak OSS teskilâtinin on gün içinde dagitilmasini emretti. Amerikan casusluk
örgütü böylece ortadan kalkmis oldu.
“Güç
ve Siddet Mantigi”
Harp
bitmis, Nazi tehdidi bertaraf edilmis ama onun yerini Sovyet tehdidi almisti.
ABD’nin ise bu tehditle bas edebilecek bir istihbarat birimi yoktu. Gelecekte
kurulacak olan teskilâtta rol alacak liderler ise iki kampa ayrilmislardi. Bir
kismi espiyonaj teknikleri kullanilmasi suretiyle, sabirla ve yavas yavas gizli
istihbarat toplanmasi gerekliligini savunuyor, diger kismi ise örtülü
operasyonlar gerçeklestirerek düsmanla adi konmamis bir savasa girilmesinden
yana tavir aliyordu. Casusluk yanlilari dünyayi anlamayi, gizli operasyon
yanlilari ise dünyayi degistirmeyi amaçliyordu. Yöntem konusu bir yana,
yönetimin kimde olacagi ayri bir tartisma konusuydu. Genel Kurmay yönetimin
kendisinde olmasi konusunda bastiriyor, Kara ve Deniz Kuvvetleri kendilerine bagli
ayri bir teskilât istiyor, efsanevi FBI Baskani J. Edgar Hoover, global
casusluk operasyonlarinin FBI tarafindan yürütülmesini savunuyordu. Disisleri
Bakanligi ise bu tür faaliyetleri kendi bünyesine alma çabasindaydi. Posta
Idaresi bile istihbarat meselesini sahiplenmenin pesindeydi.
Truman,
II. Dünya Savasi sirasinda olusturulmus olan muazzam Amerikan savas aygitinin
demonte edilmesi isini Bütçe Dairesinin Baskani Harold. D. Smith’e vermisti.
Uyari ondan geldi. Pearl Harbor öncesinde ABD,
dünyadaki olaylardan habersiz, içine kapanik, saf ve masum bir yapi arz
etmeye baslamisti. Truman, bu konuda bir seyler yapmanin vaktinin geldigi
gerçegini nihayet farkina vararak, Deniz Kuvvetleri Istihbarat Dairesi Baskan
Yardimcisi Sidney W. Sours’a bir teskilât kurdurttu. Ne var ki bu teskilâtin bir
görev tanimi bile yoktu. Truman ‘gazete’ istiyordu. Casusluk yapilmayacakti.
Sours, hiçbir devlet örgütünden destek alamadi. Yüz gün sonra da, dise dokunur
yegâne hizmet olarak su çok gizli notu Baskan’a vererek görevi birakti: “SSCB
hakkinda en üst düzeyde istihbaratin en kisa zamanda edinilmesi ABD açisindan
hayati öneme haizdir.”
O
günlerde Kremlin’le ilgili en güvenilir, en ise yarar bilgiler Moskova
Büyükelçisi, Emekli General Walter Bedell Smith ve yardimcisi George Kennan’dan
alinmaktaydi. Bedell çok sonralari CIA Baskani olacaktir. Bu dönemde Kennan’dan
Washington’a tam 8.000 kelimeden olusan ve “Uzun Telgraf” adiyla ABD diplomasi
tarihinin en meshur yazismasi olan tel çekilir. Tam bir Sovyet paranoyasini
yansitan bu belgenin tek cümlelik özeti sudur: “Sovyetler akil ve mantiga
kapalidir, onlar sadece güç ve siddet mantigindan anlarlar.”
**********
1946
ortalarinda, merkezî haberalma biriminin ikinci baskanligina eski bir pilot
olan General Hoyt Vanderberg getirildi ama o da Kongre’nin onayi olmadan harcama
yapamiyordu ve para olmadan güç de olmuyordu. Bu dönemde, Vanderberg, bütçe
disi kaynaklardan sagladigi paralarla Avrupa’dan bilgi satin alma isine
giristi. Sovyet niyetlerini, bu yöntemle anlamaya çalisti. Ise yaramaz
istihbarat için, ise yaramaz adamlara milyonlarca dolar ödendi. Ortalik, yakin
tarihteki, Irak’in kitle imha silahlarina sahip oldugu haberlerine benzer
asparagas haberlerden geçilmiyordu; “Balkanlardaki Sovyet Generalleri,
Istanbul’un düsüsü serefine kadeh tokusturuyor... Stalin Türkiye’yi isgal edip
buradan Akdeniz ve Orta Dogu’ya atlayacak ... vs.” Hangi haberin dogru, hangi
haberin uydurma oldugunu ayirt etmek, istihbarat birimlerinin en çetrefil
görevi haline gelmisti.
Böyle
bir ortamda Sovyet ilerlemesini önlemenin tek yolu olarak, Kizil Ordunun
tedarik hatlarinin Romanya’da kesilmesi olacagina karar verildi. Amerikan
görevlileri ve elde edilen Romen isbirlikçileri ile gizli bir direnis hareketi
olusturuldu. Bu olusumun içine sizmayi basaran deneyimli Sovyet casuslari kisa
zamanda örgütü açiga çikarip sorumlularini kendi yöntemlerine göre bertaraf
etti. Romanya’nin basina gaddar bir dikta yönetimi geçti. Bunu çabuklastiran
da, ilk sinir ötesi gizli operasyonunda basarisiz olan acemi Amerikan
istihbarat grubu olmustu.
“Yangini
Yanginla Söndürmek”
Frank
ve Poly Wisner çiftinin Washington’daki evi, 1947 yili boyunca Pazar aksamlari,
ABD ulusal güvenlik teskilâtinin sekillendirilecegi toplantilara sahne
oluyordu. Geleneksel hale gelen bu toplantilarin menüsündeki ana ‘gida’ maddesi
içki idi. Katilimcilardan biri olan yeni Disisleri Bakani G.C. Marshall,
Kennan’i bakanliginin Politika Plânlama Dairesinin basina getirdi. Alti ay
sonra da, dünyayi yeniden sekillendirecek üç hayatî karar devreye girdi:
Truman
Doktrini: Dünyanin herhangi bir ülkesine, ABD’ye düsman bir ülke tarafindan
yapilacak saldiri, Amerika’ya yapilmis sayilacakti. Bu çerçevede, yabanci
ülkelerde yaptigi faaliyetleri durdurmasi konusunda Sovyetlere uyarida
bulunulmasi kararlastirildi. Ayrica,
-Komünizmin
yayilmasina karsi bir kalkan olusturarak ABD’nin etkinliginin artirilmasi
amaciyla Marshall Plâninin devreye alinmasi ve, Merkezî
Haberalma Teskilâti adli gizli bir servisin kurulmasi kararlari alindi.
***********
1947
yilinin Subat ayinda Ingiltere, artik Yunanistan ve Türkiye’ye askerî ve
ekonomik yardim yapamayacagini ABD’ye bildirdi. Dogacak boslugun Sovyetler
tarafindan doldurulacagi endisesiyle Amerika, Yunanistan’a milyonlarca dolarin
yani sira savas gemileri, silah ve asker gönderdi. Atina müthis bir casusluk merkezine
dönüsmüstü. Avrupa’da Sovyet tehdidi giderek artiyor ama ABD’nin hala güçlü ve
koordineli bir biçimde çalisan istihbarat teskilâti bulunmuyordu. CIA, içe
dönük siyasi çekismelerin gölgesinde, 18 Eylül 1947 tarihinde resmen kuruldu.
Ancak dogusu daha bastan sakatti. En temel görevlerinden biri Pentagon ve
Disisleri Bakanligindan gelen raporlari koordine etmek olsa da bizatihi bu
teskilâtlarin içinden gelen siddetli bir muhalefete muhatapti. Yetkileri
yeterince belirgin degildi. Resmi bir tüzüge ve Kongre onayli mâli kaynaklara,
kurulusundan ancak iki yil sonra kavusabilmisti. Teskilâtin gizlilik kurallari,
ABD’nin demokratik seffaflik prensipleriyle çelisiyordu zira mevcut haliyle,
dünyadaki faaliyetleri ve ne dolaplar çevirdikleri, Baskan dahil, kimse
tarafindan tam olarak denetlenemiyordu.
Statüsüne
göre, CIA’ya gizli operasyonlar yapma yetkisi ancak Ulusal Güvenlik Konseyi
(National Security Council / NSC)
tarafindan verilebiliyordu. Ne var ki NSC, genellikle Baskan’in katilimi
olmaksizin, ayda yilda bir toplanabilen etkisiz bir yapilanmaydi. Sovyet
tehdidinin bu denli tirmandigi bir dönemde, ülkede ulusal güvenlik konularinda
yasanan bu kararsizlik ve uyumsuzluk vahim mertebedeydi. Kennan’in tabiriyle
“Amerikan halki her ne kadar böyle yöntemleri onaylamayacak olsa da ulusal
güvenlik adina yanginin yanginla söndürülmesi kaçinilmaz bir gereklilik”
haline dönüsmüstü. Neticede, Savunma Bakaninin da örtülü biçimde onayladigi bir
kararla “Gerilla Savasi Birlikleri” örgütü kuruldu. Amerikan gizli servis aygiti
böylece harekete geçirilmis oldu
*************
Ulusal
Güvenlik Konseyinin CIA’ya verdigi ilk ‘çok gizli’ görev (14.12.1947)
Sovyetlerin girisimlerine örtülü psikolojik harekât eylemleriyle karsilik
verilmesi oldu. Bu kapsamda gizli servis ajanlari, Italya’da 1948 yili Nisan
ayinda yapilacak seçimlerde komünistlerin kazanmasini engellemek için
alelacele, çizmenin yolunu tuttu. Milyonlarca Katolik’in ruhanî liderligini
yapan Papa’nin ülkesi, Bati medeniyetlerinin besigi Italya, Allahsiz bir
hükümetin insafina terk edilemezdi. Operasyonlara Kongre henüz onay vermemisti,
örgüt de tüzügünde belirlenmis yetkileri fazlasiyla asiyordu ama savasa falan
girilmiyordu ne de olsa, Sovyetlere kendi usulleriyle cevap veriliyordu sadece.
Teskilâtin
mâli kaynaklari yetersizdi. Savas sonrasi döviz piyasalarinda meydana gelebilecek
çalkantilara bir önlem olarak olusturulmus bütçe disi “döviz istikrar fonu”na
dalindi. Siyah torbalara doldurulan paralar, CIA tarafindan yapilandirilan
siyasi partilerin politikacilarina, Vatikan’in siyasi kanadi olan Katolik
Girisimi’nin papazlarina aktarildi. Yöntem ise yaradi ve seçimler, Komünist
Parti’nin koalisyon ortagi olmasini gerektirmeyecek bir farkla Hristiyan
Demokratlar tarafindan kazanildi. Siyasi partiler ile CIA arasindaki ask böyle
basladi ve siyah torbalar, gelecek yirmi bes yil boyunca daha nice ülkede,
seçimleri ayni yöntemle satin aldi.
Italyan
seçimleri öncesinde Sovyetler Çekoslovakya’yi isgal edip önde gelen
yöneticilerini tutuklamaya baslamisti.
ABD kamuoyu panikledi.
Bu ortamda Truman,
Marshall Plânini fazla
zorlanmadan Kongreden geçirdi.
Plân, özgür dünyaya, harbin yarattigi zararlari gidermek için, bes yillik bir
süreçte 13,7 milyar Dolar yardim yapilmasini öngörüyordu. Böylece Sovyetlerin
yayilmasina karsi Amerikan yapisi, siyasi ve ekonomik bakimdan kucaklayici bir
barikat insa edilmis olacakti. Plânin içine sikistirilmis basit bir kayit
sayesinde CIA da, siyasi manevralarini sürdürebilmek için büyük bir kaynak elde
edecekti. Söyle ki: Yardimdan istifade edecek her ülke, çekecegi paraya esit bir
meblagin kendi para biriminden karsiligini bir fona koyacak ve kalkinma
hamleleri bu sekilde finanse edilecekti, ancak küçük bir sart vardi; olusan
fonun %5’i CIA’ya aktarilacakti!
Teskilât
bu fonlardan, kimseye hesap vermek zorunda kalmadan milyarlarca Dolar
hortumladi. Bu global para aklama mekanizmasi soguk savas bitene kadar gizli
kaldi ve gizli operasyonlari finanse etti. Hortumlanan paralarla saygin
kisilerin yönettigi, itibarli dernekler, konseyler, kamuoyu yapici olusumlar
desteklendi. Sovyetler de benzeri isleri, tüm Avrupa’ya yayilmis yayinevleri,
gazeteler, ögrenci ve isçi örgütleri vasitasiyla yapiyordu.
Soguk
savas böylece sürerken, CIA, savasin sicaga dönüsmesi halinde kullanabilecegi
direnis birliklerini adim adim olusturmaktaydi. Bu çerçevede, akla gelebilecek
en siradan isim altinda bir de vurucu güç yapilandirildi; Politika Koordinasyon
Dairesi (Office of Policy Coordination / OPC). Güç CIA çatisi altinda
olusturulmustu ama olusumun sefi, yapilan islerin hesabini, etkisiz bir kisilik
olan CIA baskani yerine, Disisleri ve Savunma Bakanlarina veriyordu. Bunlardan
biri (Disisleri), vurucu güç biriminden (OPC), ‘söylenti yayma, rüsvet verme,
anti komünist cepheler olusturma’ gibi görevler bekliyor, digeri ise (Savunma)
‘gerilla hareketleri, yeralti ordulari, sabotaj ve suikastlar’ gibi islere
bulasmasini istiyordu.
*************
Berlin,
soguk savas meydanlarinin en büyügü idi. Buradaki CIA bürosunun basinda bulunan
Wisner, bölgedeki Sovyet gücünü sarsmak için yeni bir Alman para biriminin
olusturulmasi gerektigini savunuyordu. Ruslarin bunu ret etmesi kaçinilmazdi,
böylece savas sonrasi Berlin’de güç paylasimi görüsmeleri akamete ugrayacak,
olusacak yeni siyasi durum Ruslari geriletecekti. Plân uygulamaya konuldu ve
Sovyetlerin cevabi hiç gecikmeden geldi: Berlin’in tecridi! Berlin tecridini
asmak için Amerikalilar hava köprüsü kurmak zorunda kaldi.
Moskova’nin
nükleer silâhlar, jet uçaklari, füzeler, biyolojik silâhlar konularinda
kaydettigi ilerlemeler hakkinda acilen istihbarata ihtiyaç vardi. Berlin tam
bir casuslar savasina sahne oluyordu. Wisner, karsidan sürpriz bir saldiriya
maruz kalmadan önce tanklarla, toplarla Berlin’e girilmesini savunmaktaydi.
Neyse ki edinilen bilgiler ne Sovyetlerin, ne de yeni müttefikleri Dogu
Almanlarin bir sicak savas hazirligi içinde olduguna isaret ediyordu. Wisner’in
önerisi bu nedenle kabul görmedi ama kararlilik ruhu amirlerince takdir edildi.
Gizli
operasyonlarin bir komisyon tarafindan degil, Pentagon ve Disislerinin
destegini arkasina alan tek bir kisinin
baskanliginda yürütülmesi gerektigine iliskin görüs agirlik kazaninca bu
kisinin Frank Wisner olmasina karar verildi. Wisner’in gizli operasyonlar
ihtirasi, Amerika’nin dünyadaki konumunu sonsuza kadar degistirecekti.
“En
Gizli Sey”
Frank
Wisner, Sovyetleri eski sinirlarina geriletmek ve Avrupa’yi komünistlerin
tasallutundan korumak göreviyle 1 Eylül 1948 tarihinde, Amerikan Gizli
Operasyonlar Servisi sorumlulugunu yüklendi. Yaptigi islerin ABD dis politika
prensipleriyle bagdasip bagdasmadigina aldirmadan ve üstlerine bilgi vermeden
deliler gibi çalisiyordu. Wisner’in espiyonaj gibi zahmetli islerle kaybedecek
vakti yoktu, darbe tezgâhlamak, politikacilara rüsvet vermek gibi kestirme
yollarla acil islerini daha kolay halledebiliyordu. Yönettigi servis, onun döneminde,
en genis bütçeye, en genis kadroya ve en büyük güce sahip olarak CIA’nin
içindeki en yetkili birimdi. Bu durum tam yirmi yil sürdü. Gizli Operasyonlar
Servisi, Sovyet ekonomisini batirmak amaci ile isleri sahte para basmaya kadar götürdü. Wisner, tüm gücü ile
III. Dünya savasi için hazirlik yapiyordu. Isini yürütebilmek için nerede bir
yetenekli insan görse, daha fazla maas ve ikbal vaad ederek o kisiyi kadrosuna
katiyordu. Bunlarin arasinda, sonralari Yunanistan, Türkiye, Arnavutluk,
Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Yugoslavya’dan sorumlu olacak James
McCargar’da vardi. Politika Koordinasyon Dairesinin basina getirilmisti.
Operasyonlari gizli olsa da CIA, kamunun bildigi bir devlet kurulusuydu ama
Politika Koordinasyon Dairesinin sadece operasyonlari degil, bizatihi kendi
varligi da gizliydi, o kadar ki, kuruldugu ilk yillarda ABD hükümeti içinde pek
az bilinen varligi, atom bombasindan
sonraki “en gizli sey”di.
“Zengin
ve Kör Bir Adam”
II.
Dünya Savasinda ABD, komünistlerle isbirligi yaparak fasistlere karsi savasti.
Soguk savas sirasinda ise fasistlerle omuz omuzaydi ve onlari komünistlere
karsi kullandi. Bu dönemde, ABD isgali altindaki Almanya’da, 2 milyondan fazla
komünizm karsiti Dogu Avrupali ve Rus, ne yapacagini bilmez bir biçimde
ortaliklarda dolanip durmaktaydi. Wisner, bunlarin arasindan olusturulacak
paramiliter bir güçle Sovyetlere karsi savasmayi kafasina takmisti. Ne var ki
bu kisiler son derece farkli etnik kökenlerden gelmekle kalmayip degisik
ideolojik yapilara sahipti ve hiç de tek vücut olup direnise geçebilecek bir
homojenite göstermiyordu. Eski fasistler, Sovyet baskisindan kaçanlar, hep
kendilerini çok önemli ve etkiliymis gibi göstererek kapagi CIA saflarina atmaya
çalisiyorlardi. Teskilât bunlar için milyonlar harciyor, Pentagon bütçesi içine
sokusturulmus fasillar çerçevesinde inanilmaz meblaglar el degistiriyordu.
Alman askerî istihbarat dairesinin eski bir çalisani olup sonrasinda CIA’ya
katilan bir ajan, Amerikan haberalma örgütü için “Abwehr’i (Alman askerî
istihbarati) gözleri gibi kullanmaya çalisan zengin ve kör bir adam”
benzetmesini yapmisti.
**************
CIA,
devsirmelerini kullanarak Ukrayna, Arnavutluk, Dogu Almanya ve sair ülkeler
üzerinden Moskova’ya sizmak için sayisiz girisimde bulundu. Ajanlar, gözü pek
Polonyali pilotlarin kullandigi isaretsiz uçaklarla demir perde gerisine
indiriliyor ama çogu Sovyet yetkililerince teker teker yakalaniyordu.
Komünistler esirlerine zorla “Her sey yolunda, daha para gönderin, daha silâh
gönderin” diye mesajlar göndertiyor, gönderilen ganimete el koyduktan sonra da
onlari öldürüyordu.
Isin
iç yüzü yillar sonra ortaya çikti. CIA teskilâtindaki gizli operasyonlarin
güvenliginden sorumlu sef James J. Angleton, tüm bu operasyonlari,
Pentagon’daki oda arkadasi, Ingiliz istihbarat görevlisi Kim Philby ile
birlikte düzenliyordu. Philby ise, Moskova hesabina da çalisan çift tarafli bir
casustu ve CIA tarafindan görevlendirilmis parasütçülerin indirilecekleri
noktalarin koordinatlarini Sovyetlere veriyordu. Alkolik Angleton’un, yakin
dostu Philby’nin yaptiklarindan haberi olmadigi gibi Amerikan hükümeti içinden
de bu kayiplarin neden verildigi hakkinda fikri olan yoktu. Yillar sonra CIA,
bu mültecilerin Sovyetler aleyhine kullanilmasinin gerçekçi bir fikir
olmadigini kabul etti ama 1950’ler boyunca, demir perde arkasina sizmaya
çalisan yüzlerce CIA ajaninin esir düsüp öldürülmesinin hesabi hiç sorulmadi.
Angleton ise yararli (!) hizmetleri nedeniyle terfi ettirilip yirmi yil daha
görevini sürdürdü.
************
CIA’nin
Bilimsel Istihbarat bölümü 20 Eylül 1949 tarihinde Sovyetlerin atom bombasi
yapabilecek yetenege ulasabilmesi için daha en az dört yila ihtiyaci
bulundugunu güvenli bir eda ile yönetime bildirdi. Bundan tam üç gün sonra
Truman, Stalin’in atom bombasina sahip oldugunu açikladi. Ilgili CIA birimi,
Moskova’nin kitlesel imha silâhlari imâl etme kapasitesine sahip olup olmadigi
hakkindaki tespitleri yapabilecek teknik yeteneklerinin bulunmadigini itiraf
etti. Bu eksikliklerinin Amerika’nin basina büyük felaketler getirebilecegini
açikladi. Bu sarsici açiklama üzerine CIA yönetimi panikledi ve ajanlarina
gidip Sovyetlerin savas plânlarini çalmalarini emretti. Ancak bu, Mars
gezegenine casus yerlestirilmesini emretmek kadar nafile bir talimatti. Kisa
bir süre sonra, Uzak Dogu’dan sürpriz bir saldiri haberi geldi. III. Dünya
Savasinin baslangicini isaret edecek kadar önemli bir gelismeydi bu.
“Onlar
Intihar Eylemleriydi ”
Kore
savaslari CIA’nin ilk büyük sinaviydi ve teskilât bu sinavinda ilk gerçek
liderini kazandi: General Walter Bedell Smith. Smith, örgütün dördüncü yilinda,
dördüncü baskan olarak is basina geçtigi gün ne tür bir enkaz devraldigini
farketti. Igneleyici bir dile sahip, otoriter ve mükemmeliyetçi bir tipti.
Wisner’in teskilât baskanina degil, Pentagon ve Disislerine bagliymis gibi
çalismasina, CIA için ayrilmis bütçenin neredeyse tamamini kullanmasina derhal
son verdi.
Truman’in
Bedell Smith’den ilk istedigi, Kore hakkinda etrafli istihbarat getirmesi oldu.
Verdigi bu talimatin ardindan
Baskan, birliklerini Kuzey
Kore’nin derinliklerine kadar
sokmus ve Çin’in
asla bir saldirida bulunmayacagi
iddiasinda olan General D. MacArthur ile bir toplanti yapmak üzere Pasifik’teki
Wake adasina uçtu.
Mao
Tse-tung’un, ulusalci Chiang Kai-shek güçlerini püskürtüp Çin Halk
Cumhuriyetini ilân ettigi o 1949 yilinda CIA, Çin’de olup bitenlerden tamamen
habersizdi. MacArthur’da duruma hiç yardimci olmuyordu zira CIA ajanlarindan
nefret ediyor, onlari Uzak Dogu’dan mümkün oldugunca uzak tutabilmek için
elinden geleni ardina koymuyordu.
CIA’nin
harp sahasindaki istihbarat kaynaklari, güvenirlilikten yoksun ve
yolsuzluklariyla ünlü Güney Kore baskani Syngman Rhee ile Çin ulusalci lideri
Chiang Kai-shek’in ajanlarindan ibaretti. Bu dalavereciler ise teskilâtin
parasini sömürmüs karsiliginda ise yaramaz, yalan yanlis bilgilerle dolu kagit
yiginlari vermisti.
ABD’nin
gerçek anlamdaki tek güvenilir bilgi kaynagi, telsiz merkezinin dinlemelerine
takilan, Moskova ile Uzak Dogu arasindaki sifreli haberlesmelerdi. Telsiz
dinlemeleri, tam da Kuzey Kore lideri Kim Il-sung’un, Stalin ve Mao ile
saldiriya geçme konularini tartistigi sirada kesiliverdi. Amerikalilar için bu
çok önemli bilgi kaynagini tek basina susturan ise Sovyetler hesabina casusluk
yaptigi sonradan anlasilan servis çalisani W.W. Weisband idi.
Telsiz
istihbaratinda yasanan bu berbat durum karsisinda Bedell Smith yeni bir
yapilanmaya ihtiyaç duydu ve Ulusal Güvenlik Ajansi (National Security Agency /
NSA) böyle kuruldu. Zaman içinde CIA bu teskilâtin yaninda, büyüklük ve güç
açisindan cüce kalacakti. Yarim yüzyil sonra NSA, Weisband olayini “büyük
ihtimalle ABD tarihinin en önemli istihbarat kaybi” olarak niteledi.
***************
Truman
ile MacArthur arasinda 11 Ekim 1950 tarihinde Pasifik’teki Wake adasinda
yapilan toplantiya dönülecek olursa, CIA, görüsme gününe kadar Çin’in herhangi
bir saldiri ihtimali olmadigina dair israrla yaniltici bilgiler verdi durdu.
Ancak Çinliler, 1 Kasimda 300.000 kisilik bir orduyla öyle sert bir saldirida
bulundu ki, Amerikalilarin tümü nerdeyse
denize dökülüyordu. CIA, önceki yilin tüm siyasi gelismelerini yanlis okumustu;
Sovyetlerin atom bombasi, Kore savasi, Çin istilasi... Isi Amerika’yi
sürprizlerden korumak olan teskilât fena faka basmisti. Truman acil durum ilân
etti ve General Eisenhower’i yeniden aktif göreve davet etti. Olaylarin
saskinligindaki Bedell Smith ise CIA’yi profesyonel bir istihbarat servisine
dönüstürme mücadelesine giristi. Baskan Truman’a ve Ulusal Güvenlik Ajansina su
soruyu yöneltti: “CIA gerçekten Dogu Avrupa’da, Çin’de, Rusya’da silahli darbe
hareketlerini desteklemekle mi görevlidir?”. Pentagon ve Disislerinden su
cevabi aldi: “Evet, bütün bunlar ve daha fazlasi!”
Bedell
Smith bütün bunlarin nasil gerçekleseceginin meraki içindeyken Gizli
Operasyonlar sorumlusu Wisner, her ay yüzlerce üniversite ögrencisini ise
aliyor, bunlari birkaç haftalik üstün körü bir egitimden geçirdikten sonra
deniz asiri ülkelere gönderiyordu. Bu genç insanlar, daha kendileri dogru
dürüst bir askerî ve siyasi deneyimden yoksun iken, Pasifik’teki adi sani
duyulmamis adalarda, Kore’de, Çin’de, dilini kültürünü bilmedikleri insanlari
örgütleyip komünistlerin üzerine salmakla görevlendiriliyorlardi. Kendilerini
neyin beklediginden bîhaber olan bu gençler, karadan, denizden ve havadan
düsman saflarinin gerilerine gizlice geçiriliyor ve yüzlercesi, binlercesi
hayalî direnis gruplarina katilacagim diye yitip yok oluyordu. Bir Ulusal
Güvenlik Ajansi yetkilisi yapilanlari, sorumsuzluk örnegi “intihar eylemleri” olarak nitelemisti.
Bu
anlamsiz operasyonlar için milyonlarca dolar bos yere harcaniyor, olup bitenler
ise üst yönetime birer basari öyküsü olarak yansitiliyordu. Kore savasinin
bitiminden çok sonralari ortaya çikan raporlarda bizzat CIA, bu zavalli ajanlar
tarafindan edinilip Pentagon ve Beyaz Saray’a sunulan istihbaratin aslinda
Kuzey Kore ve Çinli ajanlarin yanlis yönlendirmeleriyle düzenlenmis uydurma
bilgiler oldugunu kabul etti. Ne yapildi ise bir türlü Kuzey Kore’ye nüfuz
edilememis olunmasi, CIA tarihindeki en uzun süreli istihbarat basarisizligi
olma sampiyonlugunu hala sürdürmektedir.
************
Teskilât,
Kore Savasi sürerken 1951 yilinda ikinci bir cephe açti. Mao’nun savasa
girmesiyle panikleyen CIA Çin masasi yetkilileri, her nasilsa kendilerini,
Kizil Çin içlerinde 1 milyon gerilladan olusan rejim karsiti bir güç olduguna
inandirmislardi. Bu güçle bulusup Mao’ya karsi bir direnis baslatmak için ana
kara içlerine 200.000 gerillayi donatacak yeterlilikte silah ve yüzlerce ajan
indirildi. Ne var ki tüm arayislara ragmen, varligindan bahsedilen direnis
güçleri bir türlü bulunamadi.
CIA’nin
Kuzey Kore tiyatrosunun son sahnesi Burma’da oynandi. Trajik oldugu kadar komik
bir öyküdür. 1951 yili baslarinda Çin
komünist ordusu, General MacArthur’un güçlerini güneye dogru kovaliyordu.
Pentagon, ulusalci Çin birliklerine ikinci bir cephe açtirabilirse Amerikan
ordusu üzerindeki baskiyi hafifletebilecegini düsündü. Bu maksatla, Kuzey
Burma’da, Çin sinirina yakin bir bölgede mahsur kalmis olan ulusalci general Li
Mi ile isbirligine giristi. General, Amerikalilardan silah ve altin istedi.
Istekleri karsilanan Li Mi birlikleriyle kuzeyden Çin’e girdi ama Mao
güçlerince perisan edildi. Çünkü Bangkok’taki telsizci Çinli bir komünist
ajandi ve olacaklari karsi taraf haber vermisti. Li Mi ve adamlari önce geri
çekildi sonra yeniden toparlanmaya basladi. Wisner onlara daha çok silah ve para gönderdi ama
yandas direnisçiler savasmiyordu nedense. Çok sonralari, Golden Triangle (Altin
Üçgen) diye anilan daglik bölgeye gizlendikleri, buradaki yerel kadinlarla aile
kurup çoluga çocuga karistiklari ve hashas ekim isine giristikleri anlasildi.
Yirmi yil sonra CIA, Burma’da yeni bir savasa
girmek zorunda kalacakti. Bu seferki düsman, Burma’yi dev bir eroin
laboratuvari haline getirmis olan uluslararasi uyusturucu baronu Li Mi idi!
Teskilâtin
tüm Kore operasyonlari fiyasko ile sonuçlandi. CIA’nin ikinci adami Dulles ise
bati uygarligi için gerçek savas alaninin Avrupa olduguna inaniyordu. Onun
görüsüne göre Asya, gösterinin alt unsurlarindan biriydi. Uzak Doguda
kaybedilen binlerce Amerikali ve Amerikan yandasi yerel insanin hayati için ise
sunlari söyledi: “Bütün birliklerinizi tam anlamiyla hazir hale getirip, savasi
yüzde yüz kazanacaginizdan emin olacaginiz zamana kadar bekleyemezsiniz. Bir
yerden baslamak ve ilerlemek zorundasiniz... Bu arada birkaç sehidiniz olacak,
bazi insanlar ölecek tabii...”
“Yanilsamalarla
Dolu Alabildigine Genis Bir Alan ”
Dulles,
komünizmin ancak gizli operasyonlarla çökertilebilecegi inancindaydi. Eger
Rusya eski sinirlarina geriletilecekse, ona göre hücum, Dogu Avrupa’dan
baslatilmaliydi. Yakinda ABD’nin Moskova Büyükelçiligine atanacak olan Chip
Bohlen, Dulles’e söyle dedi; “ Siyasi savas mi açiyoruz? Bunu zaten 1946’dan
beri sürdürüyoruz ve ne kadar basarili oldugumuz tartismali. Söz konusu olan
yeni bir hücum baslatmaksa, önümüzde yanilsamalarla dolu alabildigine
genis bir alan görüyorum.”
Kore
savasi bütün hiziyla sürerken Genel Kurmay CIA’ya, Sovyetler Birligini hedef
alan genis bir gizli operasyon baslatmasi talimatini verdi. O dönemde Marshall
Plâni, Amerika’nin müttefiklerine silâh saglama anlasmasi haline dönüsmekteydi.
CIA, bu egilimi tüm Avrupa’yi, Sovyetlerle girisilebilecek bir savasa karsi
silahlandirma firsati olarak gördü. Iskandinavya’nin ormanlarina, Fransa’ya,
Italya’ya, Yunanistan’a uçaklardan sandiklar dolusu silâh indirildi, göllere
külçe altin atilip gizlendi. Ukrayna’nin batakliklarina, Baltik ülkelerine,
parasütle ajanlar ve milis güçleri indirildi. Sovyet imparatorlugunda casusluk
yaparak bilgi toplama görevi giderek, rejimi yikma amaçli bir savas biçimine
bürünmekteydi.
*************
Bedell
Smith, Wisner’in bir haltlar karistirdigindan emindi. Güvendigi adamlardan biri
olan General Trusscott’u Almanya’daki CIA çalismalarini gözlemlemek ve süpheli
gördügü her eylemi askiya aldirtmakla görevlendirdi. Teftis sirasinda, saatli
bomba gibi patlamak üzere olan bir çok süpheli programla karsilasildi.
Bunlardan biri, “Denizasiri Ülkelerde Sorgulama Programi” adi verilen bir
uygulamaydi. CIA, iki tarafli casusluk yaptigindan süphelendigi ajanlari
sorgulamak amaciyla gizli hapishaneler olusturmaktaydi. Almanya ve Japonya’nin
yani sira Panama’da faaliyete geçirilen hapishane bunlarin en büyügü idi.
Panama Kanali yakinlarindaki bir ABD deniz üssünde bulunan bu hapishanenin
tutuklulari üzerinde, iskenceyi andiran teknikler ve beyin yikama
çalismalariyla sorgulama yapiliyor, ayrica ilâç verilmesi suretiyle, insan
aklini kontrol altina alma deneyleri yapiliyordu. Project Arthichoke (Enginar
Projesi) adiyla anilan bu proje, 1948 yilinda, CIA’nin Almanya’da çift tarafli
çalisan ajanlarca aldatildigini anlamasi üzerine uygulanmaya baslamisti.
Insanlar ilk kez kobay olarak kullaniliyordu. Amerikan istihbarat subaylari,
yabanci ajanlarin ‘vücutlarina ve beyinlerine hükmedilmedikçe’ onlara
güvenilemeyecegi seklinde bir sartlandirma ile yetistirilmislerdi. Bu anlayis
dogrultusunda, beynin kontrol altina
alinabilmesi için eroin, amfetamin ve uyku ilâçlarinin yani sira yeni ilâçlar
üzerinde de arastirmalar yapiliyordu. Bunlardan biri LSD idi.
Projenin
ana hedeflerinden biri, sorgulama altinda olan kisiyi, yalanlarini devam
ettiremeyecek hale getirme özelligi
olan bir ilâç kesfetmekti. LSD, bunun
için gelistirilmisti. Ilâçlar
yüzünden hayatini yitiren
deneklere, Sovyetlerin
maglup edilmesi ugruna, harcanmasinda mahsur olmayan mahkûmlar gözüyle bakildi.
Teskilâtin dosyalari incelendiginde, CIA bilim adamlari ve doktorlarinin,
projenin gelismelerini tartismak maksadiyla 1956 yilina kadar düzenli biçimde
toplanti yaptiklari ve bunu takip eden yillarda da “özel sorgulama
teknikleri”nin uygulandigi anlasiliyor. Üst düzey CIA bürokratlari, kamuya
sizmamasi için bu programla ilgili bir çok belgeyi imha etmistir. Örnek
gösteriyor ki, CIA, demir perdenin ardina nüfuz etme gayreti içinde,
düsmaninin taktiklerini benimser olmustu.
****************
General
Trusscott’un sona erdirdigi projelerden biri de Young Germans (Genç Almanlar)
ismini tasiyordu. Projenin liderlerinden çogu, artik yaslanmaya baslamis olan
Hitler gençligi idi ve sayilari 1952 yilinda 20.000’i buluyordu. Young Germans
örgütünün görevi, CIA tarafindan temin edilen silâhlari, radyo telsizleri,
kameralari ve paralari, ülkenin her tarafinda güvendikleri noktalara, olasi bir
savas halinde kullanmak üzere gömmekti. Örgütün, vakti geldiginde
öldürülecekler listesinde, ülkenin önde gelen demokrat siyasetçileri bile
vardi. Sirlari bir gün açiga çikti, olay büyük bir skandala dönüstü.
Fiyaskoyla
sonuçlanan bir baska CIA düzenlemesi “Free Jurists’ Committee” adli genç
avukatlar ve adalet çalisanlarindan olusan bir yeralti grubunun yaptigi
çalismalardi. Bunlarin amaci, komünist rejimin Dogu Berlin’de isledigi suçlarla ilgili dosyalar
hazirlayip bunlari dünya kamuoyuna açiklamak ve bu yolla Ruslari zor duruma
düsürmekti. CIA yönetimi, istihbarat toplamaya yönelik bu olusumu, paramiliter
bir güce dönüstürme karari aldi. Kalem tutmaya alisik örgüt üyeleri, yeni
görevlerinde basarili olamadilar, isimleri açiga çikti ve hepsi Ruslar
tarafindan tutuklandi.
Polonya’da
olduguna inanilan bir direnis örgütüne yardim etmek maksadiyla bu ülkeye
gizlice parasütle indirilen ajanlar,
bunlarla birlikte gönderilen altin, silâh ve cephanenin durumu da bir baska
basarisizlik öyküsüdür. Sovyetler, adi geçen bu örgütü daha 1947’de yok etmisti
ama CIA, Ruslarin tertipledigi senaryoya inanarak, örgütün güçlü bir biçimde
varligini sürdürdügü yanilsamasi içindeydi. Indirilen onca ajan KGB tarafindan
tutuklandi veya öldürüldü. Silâhlar, paralar ve altinlar da Ruslarin eline
geçti, üstelik de bir kismi Italyan Komünist Partisine seçim yardimi olarak gönderildi.
Dogu
Avrupa’da bir kisim operasyonlari yürüten F. Lindsay, patronlari Dulles ve
Wisner’e, CIA’nin Ruslar aleyhine gizli eylemler düzenleme stratejisinden vaz
geçip, bilimsel ve teknik casusluk uygulamalari yapmasi gerektigini söyleyerek
istifa etti. Hayal ürünü direnis örgütlerine paramiliter destek veriyorum diye
Don Kisot’luk yaparak Ruslari Avrupa’dan
püskürtmek mümkün olamayacakti.
Ileride
CIA’nin Baskan Yardimciligini yapacak olan McMohan adli bir yetkili de konuyla
ilgili raporunu, “Sovyetler Birligi’nin iç yüzüne iliskin bilgimizin derecesi
sifirdir!” sözleriyle noktalamisti.
***************
Bu
siralarda CIA, 15.000 çalisani, yillik yarim milyar dolarlik gizli harcamalar
fonu ve elliyi asan ülkede çalisma merkezi bulunan dünya çapinda bir güçtü.
Bedell Smith, neredeyse bireysel iradesi sayesinde bu gücü, gelecek elli yil
boyunca kendi arzu ettigi biçimde isleyecek bir organizasyon haline getirdi ve
Beyaz Saray nezdinde bir miktar sayginlik kazandirdi ama asla profesyonel bir
istihbarat örgütü haline getiremedi. Bu olumsuzlugu, isi yapacak yetenekte
insan bulunamamasina bagliyordu. Son zamanlarinda teskilâtinin yöneticilerini
toplayarak, genis bir alanda düsük performansla faaliyet gösterilmesi yerine,
kisitli sayida operasyon yapilmasini ama bunlarin ‘iyi’ yapilmasinin istedi.
Nasil sonuç verecegi belirsiz nitelikteki operasyonlarin sonlandirilip
dagitilmasinin, aylar sürecek zorlu bir is oldugunu söyleyen yardimcilari
yüzünden bu arzusunu gerçeklestiremedi.
Dwight
D. Eisenhower’in seçimleri kazanmasinda, Sovyet peyk devletlerinin
özgürlestirilmesinin bir ulusal güvenlik meselesi oldugunu savunan politikalar
önemli rol oynadi. Bunu gerçeklestirecek olan hür dünya ülkeleriydi. Konuyla
ilgili konusma metinlerinin çogunu, Bedell Smith’in bir türlü otoritesini kabul
ettiremedigi yardimcisi Allen Dulles’in agabeyi, John Foster Dulles yazmisti.
JF Dulles, Eisenhower’in en yakin dis politika danismaniydi. Zafer plânlari,
CIA’nin basina yeni bir direktör getirilmesini içeriyordu. Bu kisi, Bedell
Smith’in itirazlarina ragmen Allen Dulles olarak belirlendi.
Dulles,
gelecek sekiz sene boyunca, gizli eylemlere olan tutkusu, detayli analiz yapma
konusundaki duyarsizligi ve ABD baskanini aldatmak gibi tehlikeli bir huya
sahip olmasi yüzünden, kurulmasina ön ayak oldugu CIA teskilâtina anlatilmaz
ölçüde zarar verecektir.
********************
“Herhangi
Bir Plânimiz Yok ”
BÖLÜM II
“Tuhaf Bir Dahi”
Eisenhower
Yönetimi Döneminde CIA 1953 – 1961
Dulles’in
göreve getirilisinin üzerinden bir hafta geçmisti ki Joseph Stalin öldü (5 Mart
1953). Ayni günlerde teskilât, Kremlin’in niyetleri hakkinda olsun, Sovyetlerin
uzun vadeli plânlari hakkinda olsun herhangi bir bilgi sahibi olunmadigini
açikliyordu. Eisenhower patladi; “1946 yilindan beri Stalin öldügünde neler
yapilacagina dair lâf üretip durdunuz,
simdi öldü ve herhangi bir plâninizin olmadigini söylüyorsunuz. Stalin’in
ölümünün bizim için ne fark ettirecegini bile bilmiyorsunuz.” Teskilâtin Sovyetler
hakkindaki bilgileri, lunapark aynalarindaki aldatici görüntüler misali
spekülasyonlardan ibaretti. Stalin’in yerine gelen Nikita Kruschev’in
hatiralarindan ögreniyoruz ki, selefinin dünyaya egemen olmak gibi bir ihtirasi
olmadigi gibi bunu gerçeklestirecek imkânlari da yoktu. Amerika’yla topyekûn
bir savasa girme ihtimali onu ”titretiyordu”.
Savastan korkuyor, zayifliklarinin farkinda oldugu için ABD’yi savasa
tahrik edebilecek herhangi bir sey yapmaktan uzak duruyordu. Stalin’in savas
sonrasi uyguladigi en tutarli strateji, sinirlarini korumak maksadiyla Dogu
Avrupa’yi dev bir insan kalkani olarak kullanmak olmustur.
Sovyet
halki bir çuval patates almak için ucu bucagi olmayan kuyruklarda ömür
tüketirken, ABD halki sekiz yil boyunca sürecek olan bir baris ve bolluk
döneminin tadini çikartti. Bunun bedeli, inanilmaz bir silahlanma yarisi,
siyasi cadi avciligi ve sürekli bir savas ekonomisi uygulamasi olmustur.
Eisenhower’in
endisesi, soguk savas döneminde generallerinin tüm isteklerini karsilamasi
halinde hazineyi tüketmekti. Bu nedenle stratejisini gizli silâhlar (nükleer)
ve örtülü operasyonlar üzerine kurmustu. Böylesi, milyarlarca dolarlik uçak ve
gemi filolarindan çok daha hesapliydi ne de olsa... Nükleer silâhlar,
Sovyetleri bir savasa girmekten caydiracak, gizli operasyonlar da komünizmi
içten yikacak, yayilmalari önleyecekti, Baskan’in tabiriyle, Ruslar böylece kendi
sinirlari içine iteklenecekti.
***************
1953
yilinda Dulles, Baskan’la yaptigi toplantilarda bir yandan Ruslarin sürpriz bir
saldiri yapip yapamayacaklarina iliskin herhangi bir istihbarata sahip
olunmadigindan yakiniyor, bir yandan da Sovyetlerin 1969 yilindan önce kitalar
arasi füzelerini devreye sokamayacaklarindan bahsediyordu. Tahmininde tam 12
yillik bir yanilgi vardi. Sovyetler, ilk kitalar arasi füze denemelerini 1953
yilinin Agustos ayinda gerçeklestirince Eisenhower, fazla geç kalmadan Moskova
üzerine nükleer bir saldiri gerçeklestirme seçenegini düsünmeye basladi.
Düsmanin nükleer kapasitesi hakkinda bir istihbarata sahip olunmamasi onu
fazlasiyla endiselendiriyordu.
Sovyetleri
sindirme plânlarinin ana unsurlarindan biri gizli operasyonlar olmasina karsin
16-17 Haziran 1953 tarihinde Dogu Berlin’de patlak veren olaylar, CIA’nin
komünistlerle bire bir çatisma durumunda ne denli yetersiz kaldigini ortaya
koyuyordu. Bu tarihte, binlerce ögrenci ve isçi, kendilerini baski altinda
tutan Sovyet ve Dogu Alman Komünist Partileri ile onlarin tesislerine karsi
kapsamli siddet eylemlerine giristi. Tanklar, polis araçlari atese verildi.
CIA’nin, bu günler için yetistirip besledigi yer alti örgütleri, kalkismalara
destek anlaminda hiçbir ise yaramadi, baskaldiri komünistler tarafindan ezildi.
Baskan’in,
Dogu Avrupa’daki yer alti teskilâtlari vasitasiyla Sovyetlere karsi üzeri
örtülü bir savas baslatmasi, bu ülkelerdeki kukla liderlerin bertaraf edilmesi
yolundaki talimatlari da, CIA’nin kisitli yetenekleri nedeniyle yerine
getirilemedi. Böylece, Rusya’yi gizli operasyonlarla kendi sinirlarina
“itekleme” politikalari, dogusundan bes yil sonra ölmüs oldu. Baskan bu kez CIA
örgütüne farkli bir yön verme karari aldi. Teskilât, düsman ideolojilerle, Asya,
Orta Dogu, Afrika, Lâtin Amerika ve sömürge imparatorluklari nerelerde
çöküyorsa oralarda mücadele edecekti.
Eisenhower
yönetimi altinda CIA, 48 farkli ülkede, 170 genis çapli operasyon
gerçeklestirdi. Dulles kardesler, Amerika ile açikça is birligi yaparak
müttefik oldugunu kanitlamayan tüm rejimlerin degistirilmeleri veya bertaraf
edilmeleri gerektigini savunuyordu. Bu fikre Eisenhower’in de katilmasiyla
dünyanin siyasi haritasi yeni bastan çizilmeye
baslandi.
*************
Dulles,
teskilâtin basina geldigi ilk günden itibaren CIA imajinin cilânlanmasi adina
büyük bir halkla iliskiler kampanyasina girismisti. Bu çerçevede, New York
Times, Washington Post gibi etkili basin yayin organlariyla yakin iliskiler
kurulmus, bir telefonla istenilen haberler yayina verilip, istenmeyenler çöpe
gönderilir, sivri dilli yazarlar görevlerinden alinir konuma gelinmisti.
Dulles, elliyi askin haber ajansi, bir düzine yayin evi ve Bati Almanya’nin en
güçlü basin baronlarindan olan Axel Springer dahil, bir çok etkili ahbap
çavustan meydana gelen muazzam bir halkla iliskiler ve propaganda aygiti
olusturmayi basarmisti. Basin, görevini sadakatle yerine getiriyor ama CIA
arsivleri baska seyler söylüyordu.
Dulles
ve yardimcilarinin toplanti tutanaklari, teskilâtin, uluslar arasi krizlerle
ugrasmak yerine içe dönük olaylarla mesgul olma yönüne çark ettigini
gösteriyordu. Örgüt elemanlari arasinda alkolizmin pençesine düsenlerin sayisi
hizla artiyor, akçeli suistimaller, toplu istifalar almis basini gidiyordu.
Deniz asiri ülkelerde heyecan verici görevler vaadiyle ise alinan üst seviyede
egitimli gençler, kendilerini yeteneksiz
yöneticiler elinde, harciâlem islerde çalisir bulmuslar, gereksiz islere
inanilmaz paralar harcandigina sahit olmuslar, yasal olmak bir yana, akillara
zarar görevlere kosulmuslar, inançsizlik ve daha önemlisi amaçsizlik girdabina
düsmüslerdi. Onlarin umutsuzlugu, teskilâta yeni yeteneklerin de gelmesini de
engelliyordu. Dulles bu tespitleri içeren tutanaklarin üzerini örttü.
Tam
kirk üç yil sonra, 1996 yilinda yapilan incelemeler sonunda hazirlanan rapor,
teskilâtin eskiden tevarüs eden bir personel kriziyle karsi karsiya olduguna
isaret ediyordu. CIA bugün bile, dünyadaki çesitli istasyonlarinda, yeterli
sayida yetenekli yönetici bulunduramamaktadir.
*************
Eisenhower,
CIA teskilâtini, baskanlik gücünün etkin biçimde kullanilmasini saglayan bir
aygit olarak sekillendirmek istiyordu. Komuta yapisinin olusturulmasi isini,
Müstesarlik unvaniyla Bedell Smith’e teslim etmek istedi. Eisenhower’in
seçilmesinden sonra, Müsterek Genel Kurmay Teskilâtinin basina getirilmeyi
bekleyen B. Smith bu tayinden hoslanmadi, Bakan Foster Dulles’un altinda ikinci
adam olmak istemiyordu ama Eisenhower’in Dulles biraderler ile kendisi arasinda
dürüstçe köprü vazifesini görecek bir dosta ihtiyaci vardi.
B.
Smith, kizginligini bir kaç kadeh viski devirdikten sonra Baskan Yardimcisi
Nixon’a söyle dile getirmisti; “Baskan, yapmaktan hoslanmadigi isleri bana
yaptiriyor, böylece kendini iyi polis olarak gösterebiliyor.” Teskilât, tarihi
boyunca bulastigi darbe girisimlerinden sadece ikisinde basarili oldu. Bunlarin
ikisi de B. Smith’in, sikâyet ettigi isleri
yapmakta oldugu on dokuz aylik dönemde gerçeklesti. Kayitlara göre, onlar
da, gizlilik ve kurnazlikla
kazanilmis zaferler degildi. Rüsvet, baski ve kaba güçle elde edilmislerdi. Ne
var ki teskilâtin demokrasi tarihine altin harflerle yazildilar ve Dulles’un
amaçladigi imaj cilâlama isine yardimci oldular.
“CIA’nin
Yegâne Büyük Zaferi ”
1953
yilinin Ocak ayinda, Eisenhower’in baskanligi devralmasindan bir iki gün önce,
B. Smith, teskilâtin Yakin Dogu operasyonlari sefi Kim Roosevelt’i odasina
çagirarak “Senin su Allah’in cezasi Iran operasyonu ne zaman baslayacak?” diye
gürledi. Roosevelt, iki ay önce, Ingiliz istihbaratçi arkadaslarinin Iran’da
karistirdigi haltlari temizlemek üzere Tahran’a gitmisti. Ingilizler, Basbakan
Muhammed Musaddik rejimini devirmeye ugrasirken yakalanmislardi.
Olaylarin
I. Dünya Savasi öncesine dayanan bir geçmisi vardir. O dönemde Donanma Bakani
olan Winston Churchill, Ingiliz – Iran petrol sirketi hisselerinin % 51’inin
Britanya tarafindan satin alinmasini saglamis, donanmanin tüm gemilerini
kömürlü sistemden akaryakitli sisteme dönüstürmüstür. Petrol, Britanya
ekonomisinin damarlarinda dolasan kan kadar önemli hale gelmistir. Britanya
hakimiyetinin hüküm sürdügü o dönemde,
Ingiliz, Rus ve Türk birlikleri, Iran’in kuzeyini isgal etmis, tarimsal
alanlari tahrip ederek iki milyon insanin canina mal olacak bir açligin
baslamasina neden olmuslardi. O karisiklikta Riza Han adli bir Kazak komutan
yönetimi ele geçirip Sahligini ilân etmisti. Iran meclisinin dört üyesinden
biri olan Musaddik, Riza Han’in muhalifiydi.
Meclis,
Ingiliz-Iran Petrol Sirketinin, kendilerini aldatarak milyarlarca dolarlik
petrol gelirinin büyük bölümüne el koydugunu kisa zamanda ortaya çikardi. Ingilizlere
karsi duyulan büyük nefret ve Rus korkusu, 1930’larda Nazilerin Iran’da zemin
kazanmasina neden oldu. Bunu önleme bahanesiyle, 1941 yilinin Agustos ayinda
Stalin ve Churchill, Iran’i isgal etti. Riza Han sürgüne gönderildi, yerine
oglu 21 yasindaki Muhammed Riza Sah Pehlevi getirildi. Ingiliz – Rus isgali
sirasinda ABD, Iran havaalanlari ve karayollarini kullanarak Stalin’e yaklasik
18 milyar dolarlik savas malzemesi yardiminda bulundu. II. Dünya Savasi
döneminde, ABD’nin Iran’da yerel jandarma gücünü olusturup egitmek disinda
fazlaca bir faaliyeti yoktu (Bu görevi gerçeklestiren General Norman
Schwarzkopf’un, ayni ismi tasiyan oglu, 1991 Irak Çöl Firtinasi harekâtinin
komutaniydi).
Harpten
sonra müthis fakirlesmis olan Iran’da Meclis üyelerinden Musaddik, Ingilizlere
verilen petrol imtiyazinin yeniden
görüsülmesini talep etti. Ingiliz – Iran Petrol Sirketi, dünyanin bilinen en
zengin petrol rezervleriyle, Abadan’daki dünyanin en büyük petrol rafinerisini
kontrol etmekteydi. Ülkedeki fakirlik ile petrol isindeki Ingilizlerin lüks
içindeki yasam biçimleri, komünist Tudeh partisinin destekçilerini giderek
artiriyordu. Gelirden daha fazla pay isteyen Iranlilarin talebi Ingilizler
tarafindan ret edilince Meclis, 1951 yilinin Nisan ayinda petrolün millilestirilmesi
kararini aldi, akabinde Musaddik basbakanliga getirildi. Eylül ayinda
Ingiltere, Iran petrolünün dünya piyasalarinda boykot edilmesini saglayarak
Musaddik rejimini ekonomik olarak çökertmeye çabaliyordu. Bu sirada W.
Churchill 76 yasindayken Basbakan oldu. Musaddik ise 69 yasindaydi. Ülkelerini
pijamalariyla yöneten bu iki yasli ve inatçi adam ABD ile Ingiltere’nin de
aralarinin sogumasina neden oldu. Petrol alanlarini ve Abadan rafinerisini ele
geçirmek isteyen Churchill, ABD’nin yardimini istedi. Truman, ABD’nin böyle bir
isgali asla desteklemeyecegini söyledi. Churchill de, eger bu destek olmazsa
kendisinin de Kore isinde ABD’yi
desteklemeyecegini bildirdi. Görüsmeler 1952 yazinda tikandi.
************
1952
yilinin Kasim ayinda, Ingiliz ajani Monty Woodhouse ile Bedell Smith / F.Wisner
ekibi Musaddik’i nasil devireceklerinin plânlarini yapmaktadir. Oysa ABD’nin
resmi dis politikasi Musaddik’in desteklenmesi yönündedir. Ne var ki, Wisner’in
ifadesiyle bazi politikalarin, CIA görüsleriyle paralellik arz etmesinin
gerekli oldugu zamanlar olabilmektedir.
ABD’de
Truman’in otoritesinin zayifladigi, baskanlik nöbetinin degisme zamaninin
yaklastigi bu siralarda A. Dulles, Tahran darbesinin K. Roosevelt komutasinda
gerçeklestirilmesini önerdi. Roosevelt, iki yildir Iran’da siyaset, propaganda
ve olasi bir Sovyet isgaline karsi paramiliter örgütlenme faaliyetleriyle
ugrasmaktaydi. Gelismeler üzerine, Musaddik rejimini içerden sarsmak
maksadiyla, mutedil politikacilar, din adamlari ve basin mensuplari, rüsvet
dagitilarak satin alindi. Kiralanan sokak serserileri vasitasiyla komünist
Tudeh Partisi yöneticileri ve binalarina saldirilar baslatildi.
Bu
arada, A. Dulles, Iran’in Sovyet kontrolüne girmesinin ABD’nin ve dünyanin
basina getirecegi felaketleri anlatarak Baskan’i, darbenin gerekliligine
inandirmaya çalisiyordu. Eisenhower ise, Musaddik’a 100 Milyon Dolarlik bir
destek verilmesi suretiyle rejime istikrar kazandirilabilecegini savunuyordu.
Bir kaç gün sonra “Barisa Bir Sans
Vermek” basligiyla yaptigi konusmada, “Hangi hükümetler tarafindan
yönetilecekleri ve hangi ekonomik sistemi benimseyecekleri, uluslarin kendi
tercihleridir, bu haklari ellerinden alinamaz. Bir ülkenin bir baska ülkeye,
yönetilecekleri hükümeti dayatmasi asla savunulamaz.” demisti.
Buna
ragmen, Ingilizler ve CIA, Musaddik’i devirecek darbenin hazirliklarini
sürdürdü. Darbeden sonra vitrine çikarilacak isim bile belirlenmisti: Emekli
General F. Zahedi. Kendisine 75.000 Dolar verildi ve darbeyi tezgâhlayacak
sekretaryayi olusturmasi söylendi. Bu arada, yikici faaliyetler ve propaganda
savaslarina da hiz verildi; “Musaddik, Sovyetler ve Tudeh yanlisiydi...
Musaddik, ülkeyi kasten ekonomik çikmaza sürüklüyordu... Musaddik bilinçli
olarak ordunun moralini bozuyordu... Musaddik Islâm düsmaniydi...” Sevilen dinî liderlere CIA ajanlarinca suikastlar düzenleniyor, suç
komünistlere atiliyordu, Islâm Savasçilari adli kökten dincilere destek
veriliyor ve bunlarin, Musaddik yanlilarini her türlü yöntemle yildirmalari saglaniyordu.
CIA,
Zahedi’nin askerî sekretaryasini da kullanarak ulusal radyonun, Merkez
Bankasinin ele geçirilmesi gibi detaylar da dahil olmak üzere darbeyi en ince
teferruatina kadar plânladi ve Baskan’in yesil isigini beklemeye basladi.
Isteksiz
de olsa Eisenhower beklenen onayi 11 Temmuz 1953 tarihinde verdi ve bu andan
itibaren her sey ters gitmeye basladi.
*************
Darbeden
üç gün önce, is sir olmaktan çikmis, gizli bir radyo, Amerikan devleti ve
Zahedi ile diger casus ve ajanlarin Musaddik hükümetini devirmek üzere harekete
geçtigini Iran halkina duyurmaya baslamisti. Sonrasinda CIA, Zahedi’nin tek bir
askeri bile kontrol edemedigini ögrendi. Ellerinde Tahran’in askerî plânlari,
ordunun teskilât semasi bile yoktu. Isler, Eisenhower’in II. Dünya Savasindaki
silah arkadasi, Iran konusunda deneyimli bir isim olan General McClure
idaresine verilerek biraz toparlanma saglanmaya çalisildi. Sira Sah ve ailesini
Tahran’a getirip Zahedi’ye destek vermelerini saglamaya gelmisti. Sah, ordunun
destegini alamayacagi endisesiyle darbeye taraf olmayacagini söylüyordu. Buna
ragmen baskiyla kendisine Musaddik’in görevden alindigina iliskin kararname
imzalattirildi. Musaddik kendisini Sah’in degil ancak Meclisin görevden
alabilecegini söyleyerek karsi koydu. Iran radyosu 16 Agustos günü darbe
tesebbüsünün akim kaldigini duyurdu. Sah ülkeyi terk etti.
*****************
CIA,
kiraladigi adamlarla Tahran’da Sah yanlisi, Musaddik aleyhtari gösteriler
baslatti. Bazi dinî liderlerin de (genç Ayetullah Humeyni gibi) katilimiyla
kalabaliklar büyüdü. Meclisi kusattilar, bazi kabine üyeleri rehin alindi, dört
büyük gazetenin bürolari basilip yakildi, Musaddik’in parti binasi yagmalandi.
Roosevelt’in talimatiyla telgraf idaresi, Propaganda Bakanligi, polis
karakollari ve askerî karargâhlar vuruldu. Üç kisinin öldügü çatisma sonrasinda
CIA radyo binasini ele geçirip yayin yapmaya basladi. Zahedi, saklanmakta
oldugu evden alinip basbakanlik koltuguna oturtuldu. O gün Tahran sokaklarinda
yüzlerce insan öldü. Ayrica, bunun iki mislinden fazlasi da iyi biçimde
savunulan Musaddik’i ele geçirmek ugruna öldü. Devrik Basbakan, müteakip üç yili hapiste geçirdikten sonra ev hapsine çikti.
Musaddik, ev hapsindeki onuncu yilinda vefat etti. Roosevelt, yeni Basbakan
Zahedi’ye nakit olarak 1 milyon dolar verdi, o da tüm muhalifleri ezmeye,
karsit görüse sahip binlerce kisiyi hapse tikmaya giristi. Büyükelçinin
ifadesiyle, olaylar beklendigi, ya da en azindan umut edildigi gibi yürümemisti
ama sonu istenildigi gibi bitmisti.
Kim
Roosevelt Beyaz Saray’da bir kahraman gibi karsilandi. Allen Dulles,
görünürdeki bu basariyi, CIA’nin imajini cilalamak için alabildigine istismar
etti ama önemli bir CIA uzmani olan Ray Cline’a göre ortada abartilacak bir
basari yoktu. CIA, darbeye zemin hazirlayacak ölçüde siddet yaratmasi için
yeterli sayida sokak çapulcusu ve asker kiralamis, önemli miktarda para bir
elden digerine geçmis ve o eller de rejimi degistirmisti.
Ortalik
sakinlestikten sonra Sah ülkesine döndü ve üç yil sürecek siki yönetim ilan
etti. Iran’daki Amerikan görevlilerinin yardimlariyla, rejimi koruyup
güçlendirecek bir istihbarat teskilâti kuruldu. SAVAK adli bu teskilat, CIA
tarafindan egitildi ve donatildi. SAVAK, yirmi yili askin bir süre boyunca
Sah’i korudu ve Sovyetlere karsi ABD’nin gözü kulagi oldu.
Sah,
Amerika’nin Islam dünyasina yönelik politikalarinin odaginda yer aliyordu. ABD
adina Sah’a muhatap olmasi gereken kisi
Büyükelçi degil, CIA istasyon sefiydi. Sah ile CIA arasindaki bu “ihtirasli
kucaklasma” (Disisleri Bakanligi yetkilisi A. Killgore’un tabiridir) yillar
boyu sürdü. Darbe CIA’nin yegâne büyük zaferi olarak görülüyordu. Olay, ulusal
bir basari gibi Amerikan kamuoyuna pazarlansa da Iranli bir nesil, Sah’in CIA
tarafindan is basina getirildigi bilinciyle büyüdü.
Teskilâtin
Tahran sokaklarinda yarattigi kaos, çok uzak olmayan bir gelecekte, Amerika’nin
basina belâ olarak dönecekti. CIA’nin sihirli bir el çabuklugu ile istedigi bir
ülkede iktidarlari yerlerinden edebilecegi algisi, cezbedici bir yanilsamadan
ibaretti. Bu cazibe, CIA’yi, Orta Amerika’da kirk yil sürecek bir savasin içine
sokacakti.
“Bombalayin.
Tekrar Ediyorum, Bombalayin! ”
Guatemala
Baskani Jacobo Arbenz’i iktidardan uzaklastiracak bir darbenin tezgâha konma
meselesi, neredeyse üç yildan beri CIA koridorlarinda konusulmaktaydi. Allen
Dulles, bu isi nihayet gerçeklestirmeye karar verince, Güney Kore’de bir takim
karanlik islerde sorumluluk üstlenmis olan Al Haney’i, özel temsilcisi olarak
bu göreve atadi. Görev önce, Iran’dan muzaffer bir biçimde dönmüs olan Kim
Roosevelt’e önerilmisti ama o, teskilâtin Guatemala’da hiç ajaninin
bulunmadigini, ordunun ve halkin istekleri hakkinda bilgi sahibi
bulunulmadigini gerekçe göstererek körü körüne bu ise girmek istemedigini
belirtmis ve öneriyi kabul etmemisti. Guatemala ordusundan atilmis olan Albay
Carlos Castillo Armas, CIA tarafindan iktidara getirilecek isim olarak seçildi
ve Al Haney, aldigi emir dogrultusunda bu adami basa getirmek üzere çalismalara
basladi.
*********
Darbeye
nezaret etmek üzere bölgeye yeni elçiler atandi. Bunlarda biri, 1950 yilinda,
Disisleri Bakanliginda görevli solculari ve liberalleri ayiklayip isten
attiran, sonrasinda Büyükelçi olarak atandigi Atina’da CIA ile yakin isbirligi
yaparak Yunan iktidarina ulasan kapilari açma becerisini gösteren yetenekli
diplomat Jack Peurifoy idi. Yeni görev yerine ulastigini bildirmek maksadiyla
Washington’a çektigi ilk telgrafinda söyle yazmisti: “Büyük sopayi kullanmak
üzere Guatemala’ya vardim.” Baskanla ilk karsilasmasina iliskin izlenimini ise
söyle aktarmisti yönetimine: “Baskan bir komünist degilse bile, eminim ki
gerçek bir komünist gelesiye kadar bununla idare edebiliriz.” Bir baska
deyisle, Arbenz, boynuna komünistlik yaftasi asilabilecek bir kisilikti,
gerçekten olmasa bile...
Thomas
Whelan, Nikaragua diktatörü Anastasio Somoza ile çalismak üzere bu ülkeye
atandi. Somoza, Castillo Armas’in adamlarini egitmek maksadiyla CIA’nin
ülkesinde bir kamp kurmasina yardim ediyordu.
9
Aralik 1953 tarihinde Allen Dulles, 3 milyon dolarlik bir bütçeyi onaylayarak
“Basari Operasyonu” adi verilen darbe girisimini resmen baslatti ve çok
geçmeden ilk skandal patladi.
Bati
dünyasindaki tüm büyük gazeteler, Baskan Arbenz’in “Kuzeydeki bir ülkeden”
destekli darbe plâni ile karsi karsiya oldugunu yaziyordu. Darbe, Somoza’nin
Nikaragua’daki çiftliginde adamlari egitilmekte olan C. Armas tarafindan
yapilacakti! Olay, Haney ile Armas’in irtibatini saglayan bir CIA görevlisinin
otel odasinda unuttugu çantasindaki belgelerin bulunmasi üzerine basina
sizmisti.
Guatemala
kamuoyunun dikkatini baska yöne çekmek maksadiyla basina bir sürü yalan haber
servis edildi: “Arbenz, tüm Katolik askerlerini, Stalin’e tapmalari için
zorluyordu... Sovyet denizaltilari, Guatemala kiyilarina silâh getiriyordu...
Ülke semalarinda uçan daireler görülmüstü..., vs.”. CIA, halki etkilemek için
plajlardan birine kendi adamlari vasitasiyla kasalar içinde Rus silâhlari
gömdürtüp sonra da bunlari buldurtarak basina malzeme vermisti.
CIA
kurallari, gizli operasyonlarda Amerikan parmaginin görülmemesinin saglanmasini
sart kosuyordu. Ancak Wisner, sirf Amerikan parmagi görünüyor diye “Basari
Operasyonundan vazgeçmenin, ABD’nin soguk savas silâhlari arasindaki en
önemlisinden istifade edememek anlamina gelecegini” savunuyor ve isi sürdürmek
istiyordu. O’na göre bir operasyon, Amerikan halkindan saklandigi ve ABD
hükümeti tarafindan üstlenilmedigi sürece gizli sayilirdi.
*************
Castillo
Armas, harekete geçmek için Amerikalilardan haber bekliyordu ama minik ve
yeteri kadar egitim almamis birlikleri de Guatemala ordusuyla basa çikabilecek
güçte görünmüyordu. CIA, Amerikan silâh ambargosunun sikintilarini yasayan ve
bir Amerikan isgalinden çekinen subaylari rüsvetle yönetim aleyhine kiskirtmaya
çalisti. Ajanlarindan aldigi rapor ise, subaylari darbeye zorlayacak tek sey
Guatemala City’nin bombalanmasi olabilirdi. Bu arada ABD, tüm uluslar arasi
hukuk ilkelerini ihlâl ederek savas gemileri ve denizaltilarla Guatemala
kiyilarini ablukaya aldi. Gerekçe olarak da, ülkeye Sovyet silâhlarinin
getirilmekte oldugunu açikladi. Isin asli suydu: ABD’nin, ülkesine uyguladigi
silâh ambargosunu delmeye çalisan Arbenz, bir Isviçre bankasi vasitasiyla
Çekoslovakya’daki bir silâh sirketine 4,9 Milyon Dolarlik bir transfer
yapmistir. CIA önce paranin izini sürmüs ama sonra kaybetmistir. Neticede, Çek
silâhlariyla yüklü Alfhem isimli
gemiyi elinden kaçirmis, mallar Guatemala’ya indirilmistir. Silâhlarin
üzerindeki gamali haç isaretlerinden ne denli eski, pasli ise yaramaz
seyler oldugu bellidir ama bu olay
ABD için bulunmaz bir propaganda
malzemesi olusturmaktadir.
Hükümet
sözcüsü John McCormack, sevkiyati, Amerika’nin arka bahçesine ekilen atom
bombalari olarak niteledi ve ardindan ambargo
geldi.
26
Mayis’ta CIA’ya ait bir uçak, baskanlik sarayi üzerinde uçarak propaganda
brosürleri atti. Halk, Castillo Armas’in liderliginde komünist ateizmine karsi
mücadele etmeye çagriliyordu. Fazla kulak asan olmadi ama daha önce hiç havadan
bombalanmamis olan ülkenin üzerinden savas uçaklari geçirilebilmisti. Bu tür tacizler
ve Nikaragua’ya iltica etmis bir hava generalinin sesiyle yapilan yalan dolu
kiskirtici radyo yayinlariyla ülkeye ve özellikle Arbenz’in birlikleri üzerine
korku salinmaya çalisiliyordu.
*********
Arbenz’in
tepesi atti. Pilotlarin düsmana iltica edecekleri korkusuyla kendi hava
kuvvetlerini uçamaz hale getirdi, CIA ile yakin isbirligi yapan komünizm
aleyhtari taninmis bir ögrenci liderinin evini basti, sivil özgürlükleri kisitladi, teskilâta çalistigi
bahanesiyle yüzlerce insani tutukladi, bunlardan en az yetmis besi iskence altinda öldü ve toplu mezarlara
gömüldü. CIA’nin, yaptigi propagandalarla çizmeye çalistigi diktatör portresine
gerçekten benzemeye baslamisti.
Bunlar
olurken, CIA, Moskova politbüro üyelerinin ülkeye geldigi, komünist çalisma
kamplari kurularak, 16 yasindan büyük tüm erkek ve kiz çocuklarin buralarda
egitimden geçirilecegi, insanlarin kiliseden koparilacaklari yolundaki
propagandalarini iyice artirdi ve köylüyü yasal güçlere karsi silahlandirdi.
18
Haziran’da Castillo Armas, dört yildan beri hazirlandigi saldiriyi baslatti ama
saldiri hükümet güçlerince püskürtüldü. Armas, gizlendigi yerden CIA’ya yardim
çagrisinda bulundu. Ülkede panik havasi esiyordu. CIA istasyon sefleri, genel
merkezin bombardimani bir an önce baslatmasini istiyordu. Büyükelçi Peurifoy
dogrudan Allen Dulles’e bir tel çekerek “Bombalayin. Tekrar ediyorum, bombalayin!” diye
yazdi.
CIA
karargâhinda büyük gerginlik yasaniyordu. Bombardimanin, saldiriya tepki olarak
hükümet güçlerini daha dirençli hale getirmesinden endise ediliyordu. Verilecek
sivil kayiplarin, ABD aleyhtari bir kampanyaya dönüsebilecegini savunanlar da
vardi, bu asamadan sonra geri adim atmanin büyük itibar kaybina yol açacagini,
saldirinin bir an önce yapilarak isin bitirilmesi gerektigini savunanlar da. Eisenhower,
Dulles’e, o anki sartlar itibariyle darbenin basarilma sansinin ne oldugunu
sordu. “Sifir” diye itiraf etti CIA baskani. “Ya CIA’ya daha fazla uçak ve bomba
verilirse?” diye üsteledi Eisenhower. “Yüzde yirmi” cevabini aldi ve hava
harekâtini onayladi.
Dulles,
Eisenhower’i baskanlik seçimlerinde desteklemis olan milyarder is adami
Pawley’i aradi. Ancak o, gizli bir hava gücü kurabilirdi. Nikaragua Büyükelçisi
Beyaz Saray’a çagrildi, hemen yakindaki bankadan 150.000 Dolar nakit para
çekilerek Pentagon’a gidildi, para buradaki bir askerî yetkiliye ödendi ve üç
adet Thunderbolt uçaginin Nikaragua devletine satis ve devrine iliskin anlasma
imzalandi. CIA pilotlarinin yönetimindeki uçaklar ertesi sabah Guatemala
baskentini bombalamaya basladi (Bu arada Amerikan misyonerlerinin yönettigi bir
radyo istasyonu ile demirli bir Ingiliz silebi de bombalardan nasibini aldi).
Karada ise Castillo Armas birlikleri hiçbir ilerleme kaydedemiyordu. ABD
Büyükelçiligi çatisindaki hoparlörlerden, T38 savas uçaklarinin uçtugu algisi
yaratacak cayirtilar kopariliyor, ortalik velveleye veriliyordu. 25 Haziran’da
en büyük resmi geçitlerin yapildigi meydan bombalaninca subaylarin direnci
kirildi. Arbenz kabineyi toplayarak bazi subaylarin hükümeti devirme hazirligi
içinde oldugunu anlatti. Bu gerekçeyle yetkilerini Albay C. A. Diaz’a devretti.
Diaz, Armas’a karsi savas andi içerek
cuntasini kurdu. CIA, Diaz’a, ikna yetenegi yüksek bir adamini (Times
Gazetesinin Berlin büro Sefi Enno Hobbing) göndererek “kendisinin Amerikan dis
politikalari bakimindan uygun olmadigini” söyledi. Cunta dagildi. Büyükelçi
Peurifoy’un iki ay süren manipülasyonlari ve degisen dört liderden sonra
Castillo Armas baskanlik görevini üstlendi. Davet edildigi Beyaz Saray’daki
baskanlik yemeginde yirmi bir pare top atisiyla karsilandi. R. Nixon,
kadehlerin serefe tokusturulmasi öncesindeki konusmasina su cümleyle basladi:
“Bu aksam Guatemala halkinin, kendi çürümüslügü, yalanciligi ve alçakligi
içinde bogulan komünist yönetime karsi gerçeklestirdigi direnise önderlik eden
kahraman asker Castillo Armas’i misafir ediyoruz.”
Guatemala,
askerî yöneticiler, ölüm timleri ve silahli baski gölgesinde geçecek kirk
yillik bir sürece adim atiyordu.
*********
CIA
yöneticileri, tipki Iran olayinda oldugu gibi “Basari Operasyonu” diye
adlandirdiklari Guatemala eylemi için de satafatli bir ambalaj yaptilar. Oysa
yaz sonunda Guatemala istasyonunun basina geçen Jake Esterline, darbenin sadece
kaba kuvvet ve kör talih sayesinde basarildigini söyleyecekti. CIA yetkilileri,
olaylar sirasinda Armas’in güçlerinden kaç kayip verildigi konusunda
Eisenhower’a “Sadece bir kisi” diyerek yalan söylediler. 43 kisi ölmüstü.
Bu
yalan, CIA tarihinde bir dönüm noktasiydi. Yabanci ülkelerde gerçeklestirilen
gizli operasyonlar için kapak sayfasi düzenlemek, teskilâtin siradan bir
uygulamasi haline gelmisti. Üst düzey bir CIA yetkilisi olan Bisell, “CIA
mensubu olarak bir çogumuz, yaptigimiz eylemler sirasinda tüm ahlâki kurallara
bagli kalmak gibi bir zorunluluk hissetmiyorduk” demisti. O ve onun gibiler,
CIA’nin itibarini cilâlamak adina Baskan’a yalan söylemekte bir sakinca
görmüyorlardi. Bu yalanlarin biraktigi kalici izler uzun süre çikmayacakti.
“Bunlardan
Biri Yakalanacak, Ardindan Kiyamet Kopacak”
Allen
Dulles, teskilâti halkin ve yönetimin denetiminden uzak tutmak için ne mümkünse
yapiyordu. Yardimcilarina siklikla kendisine parlatilmis basari öykülerini
içeren raporlar tanzim etmeleri talimati veriyor, böylece bütçeden aldigi
tahsisati artirmayi amaçliyordu.
Dulles’in
tarzindan rahatsiz olanlardan biri de o günlerin kizil avcisi Senatör Joseph McCarthy
idi. McCarthy’nin ekibinde, Kore Savasinin sonlarina dogru CIA’dan kizgin bir
biçimde ayrilan ajanlar bulunuyordu. Bunlar vasitasiyla elde ettigi bilgilere
göre CIA, bilmeden komünistler hesabina çalisan bir yigin eleman istihdam etmisti. Senatörün siklikla dile
getirdigi temelsiz bir takim ithamlarin aksine bu suçlamada dogruluk payi oldukça yüksekti. Dulles, kamuoyunda komünizm
korkusunun bu denli yogun oldugu bir dönemde, CIA’nin Avrupa’da, Asya’da, Çinli
ve Rus ajanlar tarafindan aldatildigi ortaya çikarsa teskilâtin sonunun
geleceginden endise ediyordu.
CIA’nin
çalismalariyla ilgili olarak muhtelif devlet organlarinin yürüttügü çalismalar
hep ayni sonuca ulasiyordu: Teskilâtin demir perde arkasinda olup bitenlerle
ilgili dise dokunur hiçbir önemli çalismasi bulunmamaktadir, CIA itibarini
korumak için bir çok bilgiyi saklamis, yönetimine yalan söylemistir. Dulles,
acimasiz, muhteris ve yeteneksiz bir bürokrattir, teskilâtin acilen bir
temizlige ihtiyaci vardir, gizli operasyonlarin niceligi degil, niteligi
önemlidir, Dulles ve adamlari kaliteli operasyonlar gerçeklestirmek için
gerekli yetenek ve bilgiden yoksundur, vs, vs...
Teskilâtin
sorunlarini sessizce gidermek yanlisi olan Eisenhower’a sunulan bir baska
raporda da Sovyetlerle ilgili istihbarat ediniminin ABD’nin hayati bir meselesi
olduguna dikkat çekiliyor ve söyle deniyordu; “ajanlar vasitasiyla edinilen
bilgiler, kaybedilen hayatlara ve yapilan harcamalara degecek boyutta degildir.
ABD’nin gerçek bir istihbarat için hiçbir masraftan kaçinmamasi gerekir”.
************
Eisenhower’in
teskilâttan bekledigi en öncelikli görev, nükleer saldiri tehditlerine iliskin
bir erken uyari mekanizmasinin kurulmasiydi. Dulles’e “Pearl Harbor benzeri bir
olayi bir kez daha yasamayalim” talimatini verdi. Diger yandan MIT
(Massachusetts Institute of Technology) baskanindan, muhtemel bir saldiriyi
erken haber almaya yönelik elektronik gözetleme ve iletisim tekniklerinin
gelistirilmesi için her türlü çabanin gösterilmesini istedi.
CIA,
dinleme faaliyetlerini kat be kat artiracak girisimler baslatti. Bunlardan
biri, Ingiliz istihbarati ile ortak gelistirilen bir proje idi. Fikir
Ingilizlerden çikti. Ingiliz istihbarati, II. Dünya Savasinin bitmesinden hemen
sonra, Viyana’nin isgal edilmis bölgelerinde yer alti tünelleri insa ederek
Sovyet iletisim kablolarina ulasmis ve onlari dinlemeyi basarmisti. Buna benzer
bir sey Berlin’de de yapilabilirdi. Hemen ise girisildi. Öncelikle sehrin fakir
bölgelerinden birinde büyük bir bina yapilarak tepesine devasa bir anten
dikildi. Amaç, haberlesme sinyallerinin atmosferden yakalanmasina yönelik bir
tesis yapilmakta oldugu izlenimini vererek Ruslari aldatmakti. Bu arada
Amerikalilar doguya, Rus bölgesine giden tüneli kazdilar, Ingilizler de Viyana
deneyimlerinden yararlanarak kablolara dinleme aygitlarini yerlestirdiler.
Tünel 1955 yilinin Subat ayinda bitirildi, Mayis ayindan itibaren de bilgi
akisi basladi.
Sovyetlerin
Almanya ve Polonya’daki nükleer ve konvansiyonel gücü, Sovyet Savunma
Bakanliginin iç yüzü, Sovyet karsi casusluk teskilâtinin çalisma tarzi, Sovyet
ve Dogu Alman resmi makamlari arasindaki koordinasyonsuzluk, Rus istihbarat
ajanlarinin isimleri gibi çok önemli bilgilere ulasildi. On binlerce saatlik
telefon dinlemeleri sonucunda elde edilen bilgilerin kagida geçirilmesi ve
tercüme edilmesi için yeterli personel bulunmasinda büyük güçlükler çekildi ve
muazzam paralar harcandi. Ne var ki bu faaliyetler sadece bir yil sürebildi ve
bir yilin sonunda tüneller Ruslar tarafindan bulundu. Buna ragmen yasanan
eziyetlere degmis, paha biçilmez bilgiler edinilmisti. CIA casusluk konusunda
çaylakliktan kurtulmus, sonunda rüstünü ispat edebilmisti. Oysa kazin ayagi tam
öyle degildi; Ruslar ilk kazma vuruldugu andan itibaren Ingiliz
istihbaratindaki köstebekleri George Blake sayesinde tünel projesinden haberdar
idiler. Ruslar bir yil boyunca tünelin içine yaniltici bilgiler mi üflediler
yoksa edinilen bilgiler gerçegi mi yansitiyordu bu gün bile tartisiliyor. Ancak
deliller sunu gösteriyor ki, Sovyet ve Dogu Alman güvenlik sistemlerine iliskin
bazi bilgiler gerçekti. Ayrica, Moskova’nin yeni bir savasa girismek anlaminda
bir takim niyetleri olduguna iliskin her hangi bir diyalogla karsilasilmamisti.
Hal
böyle olsa da Beyaz Saray ve Pentagon, Kremlin’in niyetinin kendilerininkiyle
ayni oldugu konusunda israrli idiler: III. Dünya Savasini ilk darbeyi vuran
kazanacakti. Dolayisiyla düsman ilk günden yok edilmeliydi. Bu yüzden Sovyet
askerî tesislerinin yerleri tespit edilmeli, karsi taraf bir hamle yapamadan
berhava edilmeliydi. Yönetimin, ABD ajanlarinin bu tespiti yapabilecegine
iliskin inanci yoktu ama bu isi belki makinalar yapabilirdi.
MIT
Baskani Killian’in raporu, CIA’daki modasi geçmis casusluk devrinin üzerine
gölge düsmeye basladiginin, bunun yerini teknolojinin almakta oldugunun
habercisiydi. Bir süredir üzerinde çalisilmakta olan casus uçaklari projesi
artik uygulama asamasina gelmisti. Eisenhower, Amerikan gözlerinin demir perde
arkasini görmesini saglayacak U-2 casus uçaklarinin üretime geçirilmesi emrini
verirken bir de kötümser öngörüde bulundu: “Bu makinalardan biri, bir gün
yakalanacak ve ardindan kiyamet kopacak”.
U-2
uçaklari büyük bir gizlilik içinde üretim bandina kondu. Bu arada CIA
bünyesinde, akilli alet yanlilari ile klâsik casusluk yanlilari arasinda ciddi
çekismeler yasaniyordu. U-2 projesini yürüten ve gelecekte CIA’nin basina
geçecek olan Bisell, bu uçaklari Sovyet tehdidine karsi çok etkili bir önlem
olarak görüyordu. Bisell’e göre U- 2’lerin Sovyet hava sahasina girerek
gözetleme yapmasini hiç bir güç engelleyemeyecek, bu da Moskova’nin hem gücünü,
hem gururunu fena halde zedeleyecekti.
U-2’lerin
kesif bölgelerini belirleyen gizli CIA hücresinin sefi James Q. Reber, ileriki
yillarda söyle bir saptamada bulunmustu: “Pentagon’un bizden bütün istedigi,
Ruslarin kaç bombardiman uçagina, kaç atom bombasina, kaç tanka, füzeye sahip
olduklarina dair bilgi idi. Soguk savas, adamlarin beyinlerini buna
kilitlemisti. Baska türlü resimlerin de görülmesinde fayda olabilecegini
düsünemez hale gelmislerdi. Oysa, CIA, Sovyetler Birligindeki yasamin iç yüzünü
anlamaya yönelik bir ufukla büyük resme bakabilseydi, ögrenirdik ki, Ruslar bir
ülkeyi gerçekten güçlü bir konuma getirecek alanlara yatirim yapmiyorlar, ya da
yeterince yapmiyorlardi. Zayif bir düsmandilar. Günlük yasamin gerektirdigi
ürünler üretilmiyordu. Buradan yola çikarak CIA belki anlardi ki, soguk savasin son hamleleri askerî alanda
degil, iktisadî alanda yapilacakti. Ancak bu tür düsünceler hayal güçlerini
asiyordu”.
*********
Baskanin
CIA’nin yeteneklerine yönelik arastirmalari, istihbarat alaninda teknolojinin
kullanimini devrim yaratacak biçimde arttirdi ama teskilâtin içindeki sorunlarin
köküne inemedi. Olusturulmasinin üzerinden yedi yil geçmis olmasina ragmen CIA
dogru dürüst denetlenemiyordu. CIA’nin sirlarinin kiminle paylasilacagina Dulles karar vermekteydi.
Teskilât baskani olarak, ulusal güvenlik sisteminin diger unsurlarinin her seyi
ve özellikle gizli operasyonlari bilmesi gerekmedigini düsünüyordu. Yurt
disindaki yardimcilari, istasyon sefleri, gizlilik içinde kendi politikalarini
kendileri olusturuyor, kafalarina göre uyguluyor, sonuçlari da kendilerine
uyacak sekilde yorumluyorlardi. Dulles uygun gördügü bilgileri Baskan’la
paylasiyor, bazi seyleri bilmemesinin daha dogru olacagi kanaatini tasiyordu.
“Bizim
Yolumuz Yöntemimiz Farkli”
CIA’nin,
kimsenin erisemeyecegi ustalikla kullandigi bir silâh varsa o da nakit paradir.
Teskilât yabanci politikacilari satin alma konusunda tam bir uzmandir.
Gelecekte dünyanin önde gelen güçlerinden birinin lideri olacak sahsiyeti
saflarina kattigi ilk ülke Japonya oldu.
ABD’nin
istihdam ettigi ajanlarin en önemlilerinden ikisi, II. Dünya Savasi sonrasinda
ABD isgali altindaki Japonya’da vatana ihanet suçuyla hapiste yatmaktaydi. 1948
yili sonlarinda, kogus arkadaslarindan bir çogunun hapishanenin idam sehpasini
boylamasindan bir gün önce CIA’nin yardimiyla tahliye oldular. Bunlardan
Nobusuke Kishi, teskilâtin destegiyle basbakanliga kadar yükseldi. Yoshio
Kodama ise, Amerikan ajanlarina yaptigi hizmetler sayesinde ülkenin bir
numarali gangsteri haline geldi. Bu iki adam, fasizme karsi savas sürecinde
Amerika’nin nefret ettigi tüm olumsuzluklarin canli temsilcileri idiler.
Komünizme karsi savas sürecinde ise Amerika’nin en çok ihtiyaç duydugu tiplere
dönüstüler. Ikili, savas sonrasi Japon siyasi yasamini sekillendirecekti.
Kodama
1930’larda, basini çektigi sagci bir gençlik grubuyla basbakana suikast
tertiplemeye çalismis, basaramamis, yakalanip hapse tikilmisti. Sonralari Japon
hükümeti bu adami, savas sirasinda ihtiyaç duyacagi metalleri temin etmesi için
kullandi. Isgal altindaki Çin’de bes yil çalistiktan sonra savas döneminin en
büyük karaborsacilarindan biri haline geldi, 175 milyon dolarlik bir servetin
sahibi oldu ve amiral rütbesi ile ödüllendirildi. Kodama, servetinin büyük bir
bölümünü Japonya’nin en muhafazakâr politikacilarina kariyer yaptirmak için
harcadi ve bu kadronun iktidari ele geçirme projesinin gerçeklestirilmesinde
CIA namina hayatî hizmetlerde bulundu.
Kodama,
Amerikan silâh sanayiinin en önemli girdilerinden biri olan tungsten maddesini
Japon depolarindan çalarak ülke disina çikartti ve Pentagon’a 10 milyon dolara
satti.
Kishi
ise, Kodama’nin finansal gücünü ve kendi yeteneklerini kullanarak Tokyo’daki
önde gelen Amerikalilarla yakin dostluklar kurdu. CIA Baskani Allen Dulles’in
çok yakin arkadasi olan Newsweek dergisi Tokyo bürosu Sefi Harry Kern’den
Ingilizce dersleri aldi ve onun sayesinde etkili Amerikan politikacilariyla
tanisti. Kishi bunlardan birine hedefinin iktidardaki Liberal Partiyi çökertmek
oldugunu söylemisti. Kendi liderligindeki Yeni Liberal Parti, ne liberal, ne de
demokratik olacakti. Imparatorluk Japonya’sinin küllerinden çikaracagi feodal
önderlerle iktidara gelecek ve Japon dis politikasini Amerikan isteklerine
uyumlu hale getirecekti ama bunlari yapabilmek için ABD’nin destegine ihtiyaci
vardi. Istedigi destek, 1955 yilinda bizzat ABD Disisleri Bakani Foster
Dulles’den geldi; eger Japon muhafazakâr kesimi bir araya getirebilir ve
komünizm ile savasta ABD’ye yardim ederse kendisine her türlü destek
verilecekti. Tabii Amerikan desteginin ne anlama geldigini herkes biliyordu.
**********
Japon
Liberal Partisi ile CIA arasindaki en hayatî isbirligi para karsiligi
istihbarat degisimi alaninda gerçeklesiyordu. Paralar, bir zamanlar Italya’da
yapildigi gibi siyah torbalar içinde el degistirmiyor, CIA tarafindan güvenilen
Amerikali is adamlari vasitasiyla ödeniyordu. Bunlarin arasinda, o siralar U-2
uçaklarini üretmekle mesgul olan ve Kishi’nin kurmayi hedefledigi Japon savunma
kuvvetlerine savas uçagi satmaya çalisan
Lockheed’in yöneticileri de vardi.
1955
yilinin Kasim ayinda Kishi, Japonya’daki muhafazakâr kesimi, Liberal Demokrat
Parti çatisi altinda birlestirmeyi basardi. Bir yandan saglam adimlarla
iktidara yürüyor, bir yandan da CIA ile, Japonya ve Amerika arasinda
gerçeklestirilecek yeni bir savunma isbirligi anlasmasi üzerinde çalisiyordu.
Parlamentodaki solcu partiler ise anlasmaya siddetle muhalefet etmekteydiler.
1957
yilinin Subat ayinda, Kishi’nin Basbakan ilân edilecegi gün, meclis
gündemindeki maddelerden biri de Savunma Anlasmasi idi. CIA ajani Clyde McAvoy
ile birlikte çalisildi, anlasmanin lehine oy verecek parlamenterler belirlendi,
ayarlandi. Buna ragmen çikacak bazi çatlak sesler nedeniyle anlasmanin
geçmeyeceginden endise ediliyordu. Meclis gelenegi dogrultusunda 10.30 – 11.00
saatleri arasinda verilmesi mutad olan mola sirasinda, solcu parlamenterler
koridorlara dagilmisken, toplanti salonunu terk etmeyen vekiller sayesinde
oturum oldu bittiye getirildi ve katilanlarin oy çoklugu ile anlasma meclisten
geçirildi. Ayni yilin Haziran ayinda Kishi, ABD’ne bir zafer ziyaretinde
bulundu ve tahmin edilebilecegi gibi çok iyi karsilandi. Bu ziyaret sirasinda
CIA’dan aldigi maddi destegin arada bir degil, düzenli ve sürekli olmasini
talep etti. Eisenhower, Liberal Demokrat
Partinin önde gelen parlamenterlerine sürekli ve düzenli ödeme yapilmasini
onayladi. Ödemelerde CIA’nin parmagi oldugunu bilmeyen politikacilara da
kaynagin, Amerikan is dünyasi oldugu söylendi. Bu para akisi, dört ABD
Baskaninin onayiyla en az on bes sene sürdü ve soguk savas süreci boyunca
Japonya’daki tek parti yönetiminin çimentosu
oldu.
Kishi’den
sonra gelen politikacilar da onun yolundan yürüdüler. Bunlardan, 1958 yilinda
CIA kadrolarina katilan ve on yil boyunca teskilâta hizmet veren Okinori Kaya
en çok Basbakan Eisaku Sato’nun bas danismanligini yaptigi 1968 yilinda
zorlandi. O yilin en önemli iç siyaset konusu Okinawa Adalarindaki muazzam ABD
askerî üsleri idi. Burasi Vietnam’i bombalamaya giden uçaklarin konuslandigi üs
olarak kullanildigi gibi Amerika’nin nükleer silâh deposu olarak da
kullaniliyordu. Ada, ABD’nin kontrolündeydi ama muhalefet adalardaki özerkligin sonlandirilarak yönetimin
Japonya’ya iadesi konusunda bastiriyordu. Bu durumun siyaseten devam edebilmesi
için CIA’nin yaptigi bir çok gizli faaliyetin basrol oyuncusu Okinori Kaya idi.
Yapilan tüm manipülasyonlara ragmen Okinawa’nin yönetimi 1972 yerel referandum
sonucunda halkin kil payi bir tercihiyle de olsa Japonya’ya devredildi. Buna
ragmen adadaki Amerikan askerî varligi günümüzde de sürmektedir.
Japonlar,
CIA destegiyle yaratilan siyasi sistemin adini kozo oshoku koydular, yâni; “Yapisal Yolsuzluk”. CIA’nin rüsvetleri
1970 yilina kadar devam etti ancak Japon siyasi yasamindaki yapisal
yolsuzluklar daha uzun yillar devam edecekti.
CIA’nin
Tokyo Istasyon Sefi Horace Feldman, “Isgal yillarinda Japonya’yi biz yönettik,
isgali takip eden yillarda ise farkli
biçimde yönettik. General MacArthur’un kendine özgü yöntemleri vardi, bizim
de kendimize göre farkli yöntemlerimiz...”
diye konusmustu çok sonralari.
“Iyimserlik Körlügü”
Allen
Dulles, gizli operasyonlara olan tutkusu nedeniyle, Baskan’a istihbarat
saglamak olan esas isini ihmal eder olmustu. Dulles ve yardimcisi Wisner, 5 yil
boyunca yurt disinda iki yüzden fazla gizli operasyona imza atmis, Fransa’nin,
Almanya’nin, Italya’nin, Yunanistan’in, Misir’in, Pakistan’in, Japonya’nin,
Tayland’in, Filipinler’in ve Vietnam’in iç islerine müdahale maksadiyla
Amerikan vergi mükellefinin parasini bu ülkelere akitip durmustu. Teskilât,
ülkelerde darbelere düzenliyor, buralarda baskanlar ve basbakanlar ortaya
çikarabiliyor veya çöpe gönderebiliyordu ama esas düsmani bir türlü ele
geçiremiyordu.
Gizli
operasyonlarin Kremlin’i sarsamadigini gören Eisenhower, 1955 yili sonlarinda
CIA’nin hedefini su sekilde degistirdi: “Uluslararasi komünizmi gözden düsürmek
için sorun yaratmak, mevcut sorunlari istismar etmek, komünist yönetimlere ilgi
ve sicaklik duyan tüm kisi ve partilerle mücadeleye girismek, bu yolla özgür
dünya halklarinin ABD ile olan baglarini güçlendirmek”. Bunlar iddiali
hedeflerdi ama Dulles ve Wisner’in amaçlarina oranla mütevazi kalmaktaydilar.
Teskilâta
bu yeni ayarin verilmesinden bir kaç hafta sonra Nikita Khrushchev, Komünist
Parti Kongresinde öyle bir konusma yapti ki, CIA istese komünist dünyayi bu
denli sarsacak bir tezgâh kuramazdi. Khrushchev’e göre üç yil önce ölen Stalin,
kendi gücü ve ikbali için herkesi ve her seyi feda edebilecek sadist ve süper
bencil biriydi.
CIA,
konusmayla ilgili duyumu bir ay sonra aldi ve tam metnini ele geçirip
propaganda malzemesi olarak kullanmak istedi. Teskilât, simdi oldugu gibi o
zaman da yabanci istihbarat teskilâtlarina fazlasiyla bagimli idi. Istedigi
konusmanin metnini Israilli ajanlar vasitasiyla elde etti. CIA, Israil
istihbaratina olan ve halen süren bu bagimliligi yüzünden, Orta Dogu’da olup
bitenlere hep Yahudi gözlügüyle bakmistir.
Bundan
sonra CIA içinde bir tartisma basladi. Konusma içerigi usul usul bazi komünist
partilere sizdirilarak kale içeriden mi sarsilmaliydi, yoksa büyük bir kampanya
ile tüm dünyaya mi duyurulmaliydi? Uzun tartismalardan sonra ikinci yol tercih
edildi ve bu karar CIA’nin hayal bile edemeyecegi bir dizi olaya yol açti.
*********
Kararin
ardindan, konusma metni aylar boyunca CIA’nin, ugruna yüz milyonlarca dolar
harcadigi “Özgür Avrupa” radyo
antenlerinden demir perde ülkelerine yayinlandi durdu. Sonuçlar kisa süre
içinde görülmeye baslandi. Polonya’da isçiler komünist yönetime karsi siddetli
nümayisler baslatti ama Sovyetlerden çok sert karsilik gördü. Baskan Yardimcisi
Nixon, uydu ülkelerden birinin daha Ruslarca hirpalanmasinin karsi propaganda
amaçli olarak Amerikan amaçlarina hizmet edecegini savunuyor, Sovyetleri
tahrike devam edilmesini istiyordu. Ona göre Polonya’dan sonra Ruslara
hirpalattirilacak ülke Macaristan olabilirdi.
Propaganda tüm hiziyla sürdürüldü.
**************
Dikkatler
bu propaganda zaferi üzerine yogunlasmisken dünyada çok önemli iki gelisme
yasaniyordu ki bunlardan ne Dulles’in, ne de yardimcisi Wisner’in haberi vardi.
Londra ve Paris’te savas hazirliklari yapilmakta, Macaristan’da ise bir halk
ihtilâli tezgâhlanmaktaydi. Dulles, bu olaylarin iki haftalik çok hassas
gelisme süreçleri boyunca Baskanina bilerek ya da bilmeyerek yanlis yorumladigi
bilgileri aktardi.
O
günlerde Wisner, Ingiliz meslektasi Sir Patrick Dean ile Misir lideri Nasir’i
devirme plânlarini konusmak için Londra’ya gitti. CIA baslangiçta, üç yil önce
bir darbe ile iktidari ele geçiren Nasir’i destekliyordu. Ancak sonralari Nasir, CIA’dan bekledigi askerî
yardimlarin gelmedigini gerekçe göstererek Misir pamugu karsiliginda Rus
silâhlari almaya kalkisti ve isin rengi degisti. Nasir’in 1956 yilinda bir
Ingiliz – Fransiz ortakligi olan Süveys Kanali Sirketini millilestirmesi, bu
ülkeleri tarif edilemeyecek derecede öfkelendirdi. Ingilizler Nasir’i öldürmeyi
öneriyor, Eisenhower buna karsi çikiyor ve isin yikici faaliyetlerle usul usul
istenilen yöne çekilmesini savunuyordu.
Iste
Wisner ve Sir P. Dean bunlari konusacakti ama Ingiliz istihbaratçi randevusuna
gelmedi çünkü o sirada Paris’teki toplantida Fransa ve Israil ile birlikte
Ingiltere’nin Misir’a yapacagi saldiri plânlarina son sekil verilmekteydi.
CIA’nin bunlarin hiç birinden haberi yoktu. Dulles yönetimine, Israil,
Ingiltere ve Fransa’nin müstereken Misir’a saldiracagi yolundaki bilgilerin
saçmaliktan ibaret oldugu bilgisini vermekteydi çünkü Israil istihbarati onu
yanlis yönlendiriyordu. Orta Dogu’daki esas tehlike baska yerdeydi; Ürdün
Kralina suikast düzenlenmisti ve Misir kisa süre içinde Irak’a saldiracakti!
Bunun üzerine Eisenhower, 26 Ekim’deki Güvenlik Konseyi toplantisinda Orta Dogu
ile ilgili raporlari bir kenara itti ve önceligin Macaristan olaylari oldugunu
söyledi.
Budapeste’de
komünist hükümete karsi büyük ayaklanmalar yasanmaktaydi. 27 Ekim’de, Kizil
Ordu tanklari sehre girdi. Çatismalarda yüzden fazla insan öldü. CIA’nin sekiz
yildan beri bekledigi an gelmisti. Komünizme karsi yapilan ayaklanmalara her
türlü destek verilecek, Katolik Kilisesi, köylü birlikleri, sürgün edilmisler,
ögrenciler, kisacasi tüm kesimler harekete geçirilecekti.
Talimati
alan Wisner hemen çalismalara basladi ama tam anlamiyla çuvalladi. Avusturya’ya
sürgüne gönderilmis olanlar, Macaristan’a dönerlerken tutuklandilar, içeride
örgütledigini sandigi muhbirler, hirsiz ve yalanci çikti, böyle durumlar için
ülkenin issiz yerlerine gömdürüp sakladigi silâhlar bulunamadi. Teskilâtin
Macaristan konusundaki örtülü faaliyetlerinin ne denli gerçekçilikten uzak
oldugu gizli bir CIA belgesinde söyle dile getirilmisti: “Hep görmek istediklerini
gördüler, görmek istemedikleri için ise iyimserligin körlügünü seçtiler”.
************
CIA’nin
Özgür Avrupa radyosu, Macar halkini Sovyet hedeflerine karsi sabotajlar düzenlemeye,
tanklara karsi Molotof kokteylleriyle saldirida bulunmaya tesvik ediyor, “Ya
özgürlük, ya ölüm” sloganlari atiyordu. O gece, bir zamanlar Macaristan’da
basbakanlik yapmis ama sonradan yeteri kadar inançli olmadigi gerekçesiyle
komünistler tarafindan görevden uzaklastirilmis olan Imre Nagy radyoda bir
konusma yapti. On seneden beri ülkede yapilan yanlisliklar ve islenen suçlardan
bahsetti, halkin gücüne dayali yeni bir koalisyon kurulacagindan, Moskova ile
baglarin koparilacagindan, tarafsiz bir ülke olunacagindan, yardim için
Birlesmis Milletler ve ABD’ye basvurulacagindan söz etti. Ne var ki, Nagy
parlamentodaki kontrolü ele geçirip Sovyetlere olan bagimliligi gevsetmeye
yönelik adimlar atmaya basladiginda engellendi. Dulles onun bir hain oldugunu ve
Sovyetlere ülkeye gelmesi için esas kendisinin davetiye çikardigini, is basina
Tanrinin da gücünü arkasina alan Vatikan’in adami Kardinal Mindszenty’nin
getirilmesi gerektigini düsünüyor ve Eisenhower’a bu sekilde tavsiyelerde
bulunuyordu. CIA’nin Özgür Avrupa radyosu da Nagy hakkinda yalan yanlis
yayinlar yapiyor, “Tanri tarafindan gönderilen liderle yeni Macaristan’in
bulusmasini” kutsuyordu. Radyo ayni zamanda, halk ayaklanmasinin giderek güç
kazandigini, Ruslarin idam sehpalarina gönderilecegi günün yaklastigini
pompalayip durmaktaydi. Dulles fena halde yaniliyordu.
Sovyetler
büyük bir güçle ülkeyi isgal etti. Ayaklanma dört gün içinde ölçüsüz bir
siddetle bastirildi. On binlerce kisi öldü, binlerce Macar Sibirya esir
kamplarina gönderildi. Amerika’dan yardim gelecegine inandirilmis halkin
umutlari bosa çikmisti. Yasanan trajediden sonra Dulles, Eisenhower’a CIA’nin
hiç bir zaman Macar halkini ayaklanmaya kiskirtacak yayinlar yapmadigini
söyledi. Baskan bu yalana inandi ama gerçek kirk yil sonra, o yayinlarin
desifresi ortaya çikinca anlasilacakti.
Ayni
günlerde, Dulles’in getirdigi yeni bir haber de Eisenhower’i fena halde
sarsmisti; alinan bilgilere göre Ruslar Süveys’i, Ingiliz ve Fransizlardan
korumak için 25 bin kisiden olusan bir gücü Misir’a gönderme hazirliklari
içindeydi! Bu haber de yalan çikti.
*************
Baskan
CIA’nin içinde neler olup bittigini daha yukardan görmek için güvendigi bir
diplomata görev verdi. Aldigi rapor, içerdigi bir çok olumsuzlugun yaninda
CIA’nin basina buyruk bir yapiya dönüstügünü, gizli operasyonlar (psikolojik
savas, paramiliter eylemler) adi altinda dost olan yabanci ülkelerin dahi iç
islerine müdahale edildigini, bu ülkelerdeki Amerikan diplomatik misyonunu zor
durumlarda biraktigini, basarisizliklarin gizlendigini belirtiyordu.
Eisenhower,
görevdeki son dört yili boyunca CIA’nin isleyis tarzini degistirmeye ugrasti
ama sonunda Dulles’in yerine bir baskasini görevlendiremeyecegini kendi de
kabul etti. Teskilâti yönetebilecek yetenekte bir baska isim düsünemiyordu. “Hükümetlerin sahip
olabilecekleri en garip teskilâtlardan biri” diye niteliyordu gizli servisini,
“Bunu idare edebilecek kisi de sira disi, tuhaf bir dahi olmak
durumunda haliyle”. Allen
Dulles kimsenin kontrolü altina girmeyi hazmedemiyordu. Agabeyi, Disisleri
Bakani Foster Dulles’in, mutabakat imasi tasiyan hafif bir bas hareketi onun
için yeterli bir onay ifadesi idi. Ne var ki, agabey Dulles kanser hastaligi
nedeniyle gün saymaya baslamis enerjisini büyük ölçüde yitirmisti. Onun bu
zayif dönemlerinde Allen Dulles kendine Asya ve Orta Dogu’da yeni savas
alanlari olusturmaya basladi. “Avrupa’daki soguk savas çözümsüzlük içinde
duraganlasmis olabilir” dedi önde gelen yardimcilarina ama mücadele Pasifik’ten
Akdeniz’e kadar uzanan yeni bir cografyada daha yogun bir sekilde sürmeliydi.
“Sakar
Operasyonlarin Envaî Çesidi”
“Eger
Araplarla bir süre yasarsaniz görürsünüz ki bizim özgürlük ve insanlik onuru
hakkindaki düsüncelerimizi anlamalarina imkân ve ihtimal yoktur. O kadar uzun
süre dikta yönetiminde yasamislardir ki, kendilerinden özgür bir devlet
yönetimini basarmalarini beklemek abesle istigal olur”. Eisenhower, Ulusal
Güvenlik Konseyi toplantisinda Araplar hakkindaki düsüncelerini böyle dile
getirmisti. CIA’da bu düsünceler dogrultusunda, jeolojik bir kaza sonucu
milyarlarca ton petrolün üzerinde oturan Asya ve Orta Dogu’daki rejimleri baski
yoluyla degistirip kontrol altinda tutma görevine soyundu.
Yeni
savasin cephesi, Endonezya’dan baslayip Hint Okyanusu üzerinden Iran ve Irak
çöllerine, oradan Orta Dogu’nun antik baskentlerini sarmalayan devasa bir
hilâldi. Bu ülkelerin ABD’ye uyum göstermeyen Müslüman liderleri de CIA’nin
siyasal eylemlerinin yasal hedefi olarak kabul edildi.
Moskova’nin
bu cografyadaki etkisini zayiflatmak amaci ile CIA, yönetimdeki liderleri
parayla ve danismanlik hizmetleriyle ayartiyordu. Eisenhower, “Kutsal Savas”
slogani ile, Allahsiz komünistlere karsi “Islâmi Cihat” fikrinin benimsetilmesi
için ne mümkünse yapilmasi gerektigini düsünüyordu. CIA nezdinde “gizli bir
görev gücü” olusturulacak ve bu güç vasitasiyla
Suudi Arabistan Krali Suud, Ürdün Krali Hüseyin, Lübnan Baskani Kâmil Samun ve
Irak Baskani Nuri Sait silâhla, parayla ve istihbarat yardimi ile
desteklenecekti. (Kral Hüseyin, Ürdün istihbarat teskilâtina mâli kaynak
aktarmasi maksadiyla yirmi yil boyunca CIA’nin gizli maas bordrosundan para
aldi). ‘Tarafsizlari (emperyalizm ve sömürgecilik karsitlari, asiri
ulusalcilar) bertaraf etmek için her
yol mubahtir’ mantigi ABD’nin
resmi dis politikasi haline geldi.
CIA
mensubu Harrison Symmes (sonradan Ürdün Büyükelçisi oldu) “Allen Dulles’e böyle
bir yesil isik yakilmisti” demis ve eklemisti “O da dogal olarak bütün
adamlarini savas alanina saldi, sonuçta da, darbe hazirliklari dahil sakarca
tertiplenmis envai çesit dalavereler sirasinda suç üstü yakalandik.
Bazen bu hazirliklarin asla istedigimiz sonuca ulasmayacagini fark ediyor ve
kendi ajanlarimizi, isleri daha da içinden çikilmaz hale getirmesinler diye
öldürtüyorduk ama öldüremediklerimiz de oluyordu”.
************
Bu
pis numaralardan biri Suriye hükümetini devirmek için tezgâhlandi ve tam on yil
sürdü; CIA, 1949 yilinda Suriye’nin basina Amerikan yanlisi bir albay olan Adib
Sishakli’yi oturtmustu ama albayin iktidari dört yil sonra komünist
politikacilar ve subaylarin olusturdugu Baas Partisince devrildi. 1955 yilinin
Mart ayinda Allen Dulles,
ülkede
CIA destekli bir askerî darbe ortaminin olgunlastigi kanaatine vardi. Sag
egilimli subaylar yemlendi ama o siralarda yasanan Süveys fiyaskosu ülkeyi
Sovyetlere daha da yakinlastirdi.
ABD
ve Ingiltere plânlarini bir süreligine ertelediler ancak alttan alta bir takim
gizli faaliyetlerde bulunmaktan geri durmuyorlardi. Örnegin, CIA ajanlari
vasitasiyla Irak, Lübnan ve Ürdün’de bazi komplolar, sabotajlar tertipleyip
suçu Suriye’ye atarak Sam’daki Müslüman Kardesler örgütünü rejim aleyhine
ayaklanmaya tahrik etmek bu faaliyetlerden biriydi. Istikrarsizliklar ve
Ingiliz/Amerikan istihbaratinca yaratilan sinir
çatismalari ülkeyi sarsacak, Bati yanlisi Irak ve Ürdün ordularinin
Suriye’yi isgaline zemin hazirlanacakti.
CIA
Suriye’nin en güçlü adamlarindan biri olan istihbarat örgütü Baskani Abdülhamit
Seraj ile Genel Kurmay Baskani ve Komünist Partisinin liderini kurban olarak
seçti. Bunlarin bertaraf edilmeleri görevi, ABD’nin Sam Büyükelçiliginde memur
kimligiyle bulunan ajan Rocky Stone’a verildi. Stone, sinirsiz para ve siyasi
ikbal vaadiyle Suriye ordusu içinden kendine bir yandas takimi kurmaya basladi.
Seraj kisa süre içinde komployu sezdi ve Amerikalilara bir tuzak hazirladi.
Subaylar paralari aldiktan sonra devlet televizyonuna çikarak “Ahlâksiz
Amerikali iblisler, yasal düzenimizi bozmak için iste bize bu paralari
verdiler” diye karsi ataga geçtiler. Sonrasinda Seraj’in güçleri ABD elçiligini
kusatti, Stone göz altina alindi ve siddet kullanilarak sorgulandi. Ajan
bildigi her seyi anlatti. Resmen casus ve istenmeyen adam ilân edilen Stone
sinir disi edildi. Böylesi bir asagilanma ABD diplomatik tarihinde ilk defa
meydana geliyordu. ABD de Suriye büyükelçisini sinir disi etti ve tüm
suçlamalari yalanladi. Bu gerilimin yansimalari halen dahi sürmektedir.
Yasanan
bu siyasi kargasada gelisen Suriye – Misir yakinlasmasindan Birlesik Arap
Cumhuriyeti dogdu. Olaylar, Orta Dogu’daki Amerikan karsitliginin temelini
olusturmakla kalmadi, bölgedeki Sovyet askerî ve siyasi etkinliginin artmasina
yol açti.
**********
Yüze
göze bulastirilan Suriye darbe tezgâhindan sonra Beyrut ve Cezayir’de Amerikan
aleyhtari gösteriler basladi. Dulles’e göre bütün ipler Sovyetlerin elindeydi,
özgür dünya komünistlerin bir tertibi ile karsi karsiyaydi ve Sovyetler
Birligi’nin güney kanadinda meydana gelen bu gelismelerin önünün kesilmesi için
acilen bir seyler yapilmaliydi.
Irak’taki
CIA ajanlari ülkenin siyasi ve askerî liderlerine silâh ve para sagliyor
karsiliginda komünizm karsiti bir cephe olusturmaya çalisiyordu. Ne var ki, 14
Temmuz 1958 gecesi Büyükelçilik uykudayken Amerikan yanlisi Nuri Sait’in
baskani oldugu Irak monarsisi, bir silahli kuvvetler çetesinin darbesiyle
devrildi. Olayin sonrasinda bir Amerikali diplomat “Bu bizim için tam bir
sürprizdi” diye yazacakti.
Yeni
rejimin lideri Abdülkerim Kasim’in yaptigi ilk is devlet arsivlerine dalmak
oldu. CIA’nin, monarsi taraftari Irak hükümeti ile çok yakin akçeli
iliskilerinin belgeleri ortaya çikarildi. Ülkedeki CIA görevlilerinin tamami
çareyi kaçmakta buldular. General Kasim, Sovyet politik, ekonomik ve kültürel
delegasyonlarina ülkenin kapilarini açti. CIA, eger bir seyler yapilmazsa
Irak’in komünist kontrolü altina girecegi konusunda alarm zilleri çaliyordu. Bu
tehlike karsisinda durabilecek tek organize güç olarak ise ordunun disinda her
hangi bir olusum düsünülemiyordu.
CIA’nin
Yakin Dogu teskilâti Baskani Kim Roosevelt isten ayrilmis, yasamini Amerikan
petrol sirketlerine danismanlik yaparak sürdürmeye baslamisti. Onun yerine
gelen James Critchfield derhal Baas Partisiyle ilgilenmeye basladi. General
Kasim’a karsi düzenlenen iki suikast girisimi basarisizlikla sonuçlandi.
Nihayet tam bes yil sonra CIA destekli bir darbeyle Amerikan etkisi yeniden güç
kazandi.
1960’larda
ülkenin Içisleri Bakanligini yapan Ali Salih Sadi, “Biz is basina CIA treniyle
geldik” demistir. O trenin içinde, gelecegi parlak bir katil de bulunuyordu:
Saddam Hüseyin.
“Çok
Tuhaf Bir Savas”
Amerika,
Akdeniz’den Pasifik’e uzanan cografyayi sadece siyah ve beyaz olarak görüyordu.
Domino taslarinin devrilmesini önlemek için Sam’dan Cakarta’ya, tüm
baskentlerin siki bir biçimde Amerikan kontrolü altinda olmasi sartti. Fakat
1958 yilinda CIA’nin Endonezya’daki hükümeti devirme tertipleri fena halde geri
tepti. Öyle ki, bölgede Rusya ve Çin’den sonra gelen en büyük komünist partisi,
bu yüzden çok daha genis bir taraftar kitlesi
kazanmis oldu. Bu gücü geriletmek, ancak binlerce insanin ölümüne yol açan bir
savasla mümkün olacakti.
Endonezya,
Hollanda sömürge yönetiminden 1949 yilinda kurtulmustu. ABD, Sukarno
baskanligindaki Endonezya’nin bagimsizligini destekliyordu. CIA ise Kore
Savasindan sonra, ülkede 20 milyar varillik bir petrol rezervi olmasi
ihtimalinin farkina vardi. Sukarno’nun pek de Amerika’nin dümen suyuna girme
niyetinde olmamasi ve ülkede hatiri sayilir bir komünizm taraftarligi bulunmasi
CIA’yi fena halde rahatsiz etmeye basladi. Baskan Yardimcisi Nixon, CIA
yetkililerini ve tüm ulusal güvenlik camiasini yatistirmak için kendilerine
Sukarno hakkindaki izlenimlerini söyle aktardi; “ Halki üzerinde çok etkili,
tüm kesimleri kucaklamis vaziyette, komünistlikle de alâkasi yok. Hiç tereddüt
duyulmamalidir ki Amerika olarak kullanmamiz gereken kart, Sukarno’nun ta
kendisidir”. Tabii Dulles kardeslerin bu görüsle ilgili ciddi süpheleri vardi.
Sukarno, soguk savas boyunca ülkesini bu savasin disinda tutacagini beyan
etmisti, kardeslere göre tarafsizlik diye bir sey olamazdi.
**********
1955
baharinda CIA, Sukarno’ya suikast yapmayi ciddi biçimde plânlarken, O, Asya,
Afrika ve Arap dünyasindan 29 lideri toplayarak düzenledigi uluslararasi
konferanstan, Moskova ve Washington’dan bagimsiz bir çizgi izleme karari çikartti. Konferansin
bitiminden 19 gün sonra Beyaz Saray, CIA’ya gizli eylem plânin yürürlüge
koymasi emrini verdi (NSC 5518 numarali bu emir, 2003 yilinda kamuya
açiklandi). Bu emir CIA’ya, Endonezya’nin sola meyletmesini önlemek için, ülke
seçmeninin ve politikacilarinin oylarini satin almak, yandas edinmek için
siyasi mücadelelere girismek ve paramiliter güç olusturmak dahil tüm imkânlarin
kullanilmasi yetkisini veriyordu.
CIA
çok para dökmesine ragmen 1955 seçimlerini Sukarno’nun kazanmasini önleyemedi.
Üstelik komünist Partisi bu seçimlerde %
16 oranina ulasarak oy tabanini genisletti. Endonezya,
3.000 kilometreye dagilmis binden fazla yasanan adasi olan, on üç büyük etnik
gruba sahip, 80 Milyon Müslümani barindiran (1950’lerin dünyasinda en büyük 5.
Müslüman ülke) çok genis bir cografyaya yayilmis bir ülkeydi. Yetenekli bir
hatip olan Sukarno ise bikip usanmadan yaptigi mitinglerle halkini avcunun
içinde tutuyordu. 1957 yerel seçimlerinde komünist parti, aldigi 6 milyon oyla
ülkenin üçüncü partisi haline geldi. Sukarno, parlamentoya bunlarin da
katilimini isteyince Washington panikledi. Artik ya siyasi yollardan, ya da
sert güç kullanarak Sukarno’nun sonunun getirilmesi elzem olmustu. Ulusal
güvenlik çevrelerinde konusulanlara göre; “Durum kritikti... Sukarno gizli bir
komünistti... Çare Sumatra adasindaki rejim karsiti subaylardi ama bunlarin
elinde yeterince silâh yoktu, acilen gönderilmeliydi... Aslinda Tayvan, Güney
Kore, Laos, bunlarin hepsinin durumu
sallantidaydi... vs.”. Eisenhower’in özel temsilcisi F.M. Dearborn, Jr.’in
raporuna göre Sokarno’nun durumu bunlarin hepsinden farkliydi zira; “Yikim
(sola egilim anlaminda) , bizzat halkin özgür oylariyla gerçeklesmekteydi. Iste
katilimci demokrasinin tehlikelerinden biri de
buydu”.
************
25
Eylül 1957 tarihinde Baskan Eisenhower teskilâta Endonezya hükümetinin
devrilmesi emrini verdi. Görev emri üç hedefe isaret ediyordu; 1- Sukarno
karsiti komutanlara silâh ve sair askerî yardimlarda bulunulacak, 2-
Sumatra’daki isyanci subaylar arasindaki kararlilik ve dayanisma artirilacak,
3- Esas ada olan Java’daki anti komünist güçler her biçimde desteklenerek
eyleme geçirilecek.
Üç
gün sonra, Sovyet istihbaratinin kontrolündeki haftalik Hint dergisi Blitz,
operasyonu haber olarak duyurdu: “SUKARNO’YU DEVIRMEYE YÖNELIK AMERIKAN
KOMPLOSU”. Bunun hemen ardindan Endonezya basini olayi islemeye basladi. Büyük
gizli operasyon ancak 72 saat sir olarak kalabilmisti.
Amerikan
uçaklari adalara silâh ve ajan yigmaya basladi. Endonezya hava kuvvetleri,
Sumatra’daki kalkismacilari bombaladi. Ilginç olani, bu uçaklari kullanan
pilotlarin bir çogu ABD’de egitilmis, kendilerine “Eisenhower’in Ogullari”
denilen insanlardi. Eisenhower’in çocuklari, CIA’ya karsi! Kaderin cilvesi...
***********
ABD
bir iç savasin içine çekilmekte ve bunu kendi halkiyla Kongre’ye hakli
göstermek konusunda zorlanmaktadir.
Ancak, CIA önderligindeki rejim karsiti kalkisma da tüm hiziyla devam
etmektedir. Ne var ki, Sukarno’nun güçleri, havada, karada ve denizde
ayaklanmayi bastirma konusunda önemli kazanimlar elde etmektedir. Nihayet, 25
Nisan’da Allen Dulles, Eisenhower’a su raporu verir: “Görevin basarilmasi
pratik olarak imkânsizlasmistir.
Adalardaki ayrilikçi güçler savasma konusunda fazla bir heves göstermiyor,
adamlarina da ne için savastiklarini dogru düzgün anlatamiyorlar. Çok
tuhaf bir savas bu”.
***********
Eisenhower,
savastaki Amerikan parmagini, inkâr etmeye yönelik zemini hazirlamak için
Amerikalilarin Endonezya’daki çatismalara fiilen katilmamalari emrini çikartti.
Dulles emre uymadi. CIA pilotlari, adalari bombalamaya basladi. Beyaz Saray’a
verilen raporlarda ise uçaklarin ayrilikçi Endonezyali pilotlarca uçurulan
Endonezya uçaklari oldugu yazildi. Bombardiman sirasinda yüzlerce sivil öldü ve
halkta büyük bir öfke olustu. Isin içinde Amerikan pilotlarinin oldugunu
düsünen halk hakliydi ama ABD Disisleri iddialari yalanladi.
ABD
Büyükelçiligi ve Pasifik Güçleri Komutani Amiral Felix Stump, CIA
operasyonlarinin “açik bir basarisizlik örnegi” oldugunu rapor ettiler.
Savasin
resmen sonlanmasina vesile olan olay söyle gelismisti: Bombardimani
gerçeklestiren filodaki Amerikan uçaklarindan birinin pilotu Al Pope, 18
Mayis’ta Dogu Endonezya’daki Ambon City’de, deniz güçlerine bagli bir gemiyi
batirdiktan, pazar yerini ve bir kiliseyi havaya uçurduktan sonra pesine
düstügü, içinde yüzlerce askerin bulundugu bir gemiyi kovaladigi sirada açilan
ates sonucu düsürülür. Pope firlatma koltuguyla kendini kurtarir ama,
üzerindeki görev emri ve resmi kimligiyle Endonezya güçlerinin eline düser.
Pope’in kayboldugu haberi CIA’nin savas merkezine ulasinca teskilâtin Baskani
Allen Dulles, agabeyi, Disisleri Bakani Foster Dulles’i telefonla arar.
Konusmanin sonunda her ikisi de kabul eder ki savas kaybedilmistir. 19 Mayis
tarihinde, A. Dulles, Endonezya, Filipinler, Tayvan ve Singapur’daki CIA
istasyonlarina acele kaydiyla su telgrafi çeker: Para ve silâh yardimlarini
kesin, bütün delilleri yakin ve geri çekilin.
ABD’nin
taraf degistirme zamani gelmisti. Disisleri derhal farkli bir tavir aldi. CIA
raporlari da degisime aninda ayak uydurdu. Beyaz Saray’a sunulan 21 Mayis
tarihli rapor söyle diyordu: “Endonezya ordusu komünizmi bastirmakta olup
Sukarno, gerek söylemleri, gerekse eylemleriyle ABD yanlisi bir tutum izlemeye
baslamistir”. Oysa Sukarno olsun, ordu olsun, ülkedeki tüm siyasi kurumlar ve
ülke halki olsun, CIA’nin hükümeti devirmeye çalistigini biliyordu. Fiyaskoyla
sonuçlanan bu gizli operasyonun en belirgin sonucu, Endonezya’da gelecek yedi
yil boyunca komünist etkisi ve gücünün büyümesi olmustur.
“Asagiya
Bak Yalan, Yukariya Bak Yalan”
CIA
Gizli Operasyonlar Servisinin basina Richard Bisell’in getirildigi 1 Ocak 1959
günü, Küba’da iktidar Fidel Castro’nun eline geçmisti. Teskilâtin 2005 yilinda
açiklanan bazi kayitlari, Castro tehdidinin örgütçe nasil algilandigini
anlatir.
Baslangiçta,
bazi ciddi gözlemciler Castro rejiminin bir kaç ay içinde çökecegini
öngörmüstü. CIA merkezinde ise Castro’yla gizliden irtibat kurulmasini,
kendisine silâh ve para vererek demokratik bir hükümet kurmasi için destekte
bulunulmasini önerenler vardi. Castro’nun 1959 yili Mayis ayinda Washington’u
ziyareti sirasinda, kendisiyle tanisan bir CIA yetkilisi onu “Latin Amerika’nin
demokratik ve diktatörlük karsiti güçlerinin yeni ruhani lideri” diye tanimlamisti.
**********
Eisenhower,
CIA’nin Castro hakkindaki yaniltici degerlendirmelerine çok öfkelenmis
hatiratina su notlari düsmüstü: “Bütün isaretler onu gösteriyor ki, Castro’nun
is basina gelmesiyle komünizm bu yarim küreye de sizmistir”. CIA karargâhinda,
8 Ocak 1960 tarihinde yapilan bir
toplantida, Castro’nun devrilmesine yönelik özel bir eylem gücü kurulmasina karar
verildi. Grup, CIA içinde gizli bir hücre anlayisiyla, daha önce Guatemala ve
diger Latin Amerika ülkelerinde görev yapmis seçme ajanlardan olusturulmustu.
Grubun Baskani Jake Esterline, Castro’ya karsi tezgâhlanan darbenin basariya
ulasmasindan veya duruma göre, basarisizliga ugramasindan sonra ne yapilacagi
konusunda ciddi bir analiz yapilmadigi kanaatindeydi. Patronlari hakkinda söyle
demisti: “ ’Tanrim, burada komünist olmasi ihtimali bulunan birisi var. Aman
vakit kaybetmeden Guatemala’da Arbenz’i kovaladigimiz gibi bunu da kovalayalim’
diye düsünmüs olmalilar”.
Dulles
ve Bisell, 17 Mart 1960’da Baskan Eisenhower ve yardimcisi R. Nixon’a, Küba’da
yapilacaklar hakkinda bir brifing verdiler. Onlara göre adayi isgale gerek
yoktu. Castro elin tersiyle iteklenince düsüverecekti. Plâna göre, edinilecek
ajanlar vasitasiyla sorumlu bir muhalefet hareketi yapilandirilacak, radyodan
yapilacak propaganda yayinlariyla
halk ayaklanmaya tesvik edilecek, Panama ormanlarinda egitilmis 60 Kübali
muhalif ülkeye sizdirilacak, CIA bunlara uçakla silâh ve cephane indirecek
böylece Castro, 6 ilâ 8 ay içerisinde düsürülecekti.
ABD’de
6,5 ay sonra seçimler yapilacakti. Kennedy ve Nixon Baskan adaylariydilar.
Eisenhower, konunun son derece gizli tutulmasi, isin içinde hiç bir biçimde
Amerikan parmagi görülmemesi sartiyla Küba harekâtina onay verdi.
***********
Bu
arada, Baskan ve Bisell, ABD tarihinin en büyük sirlarindan biri olan U-2 casus
uçaklari konusunda çekisme halindeydiler. Eisenhower, alti ay önce, Kruschev’le
Camp David’de yaptigi görüsmeden bu yana casus uçaklarinin Sovyet topraklari
üzerinde uçmasina izin vermiyordu. Sovyet lideri de ABD Baskaninin, baris
içinde birlikte yasama konusunda gösterdigi cesarete övgüler yagdiriyordu.
Eisenhower, “Camp David Ruhunu” kendinden sonra gelecek kusaklara miras
birakmak arzusundaydi.
Öte
yandan Baskan, CIA’ya ait hava gücünün, askerî malzeme tedarikçilerinin ve
siyasi partilerin büyük baskisi altindaydi. CIA’nin raporlarina göre, Ruslarin
kitalar arasi balistik füze kapasitesi, Amerika’nin gücünü fersah fersah
asiyordu. 1961’e kadar bunlarin sayisi 500’e ulasacakti. Eger ABD ilk darbeyi
vurarak kazanmak arzusundaysa, Varsova’dan Pekin’e kadar bütün baskentleri ve
üsleri berhava etmek için 3.000’den fazla nükleer basliga sahip olmaliydi (Bu
dönemde Moskova’nin ABD’yi hedef alan nükleer füze sayisinin 500 degil, 4
oldugu sonradan anlasildi).
Eisenhower,
bir yandan casus uçaklarin Sovyet topraklari üzerinde düsürülüp ele geçirilmesinin
III. Dünya Savasina yol açabilecek kadar tehlikeli oldugunu biliyor, bir yandan
da bunlar sayesinde edinilebilecek istihbarata büyük ihtiyaç duyuyordu. Resmen
ikiye bölünmüstü. Kruschev’le 16 Mayis 1960’da yapacagi zirve öncesinde,
“anlamli ve samimî” görüsme havasina ve en büyük varligi olan “dürüstlük”
imajina bir zarar gelmesini de hiç istemiyordu.
Teorik
olarak U-2 uçaklarina görev emri ancak Baskan tarafindan verilebiliyordu. Ancak
proje sorumlusu olan Bisell ara ara kaçamak yapiyor ve bu uçaklari kendi
patronu Dulles’den ve Baskan’dan habersiz uçuruyordu. Ruslar bir gün, hava
sahalarinin zaman zaman ihlâl edildigini anladilar ve kirmizi alarm
uygulamasina geçtiler. Bu arada, Bisell,
Baskan’dan, nihayet Sovyetler üzerinde uçus yapma iznini kopardi ama uçus 16
Mayis zirvesinden en geç bir hafta önce yapilip bitirilmeliydi. Heyecan
içindeki Bisell, yasanacak bir felaket durumunda ne yapilacagina iliskin bir
plân yapmayi ihmal etmisti.
Ve
Baskanin korkusu gerçeklesti. Bir U-2 casus uçagi, 1 Mayis’ta, Orta Rusya
semalarinda vurularak düsürüldü. CIA pilotu Francis Gary Powers, canli olarak
kurtuldu ve Ruslarin eline geçti. ABD bir açiklama yapmak zorundaydi. NASA bir
meteoroloji uçaginin Türkiye semalarinda kayboldugunu söyledi. Olay ABD halkindan
bir hafta boyunca gizlendi. Sonra, “Baskan uçus yetkisi vermemisti” yalani
atildi. Eisenhower’in morali iyice bozulmustu. Bu yalan, hem Dulles’i
aslanlarin kafesine atip yalniz birakmak anlamina gelir, hem de Baskan’in olup
bitenlerden haberi olmadigi seklinde bir inanisa yol açabilirdi. Eisenhower, 9
Mayis’ta Oval Ofis’teki toplantida istifa etmek istedigini duyurdu. Amerikan
tarihinde ilk olarak milyonlarca vatandas, ulusal güvenlik adina Baskan’in
kendilerini aldatabileceginin ayirdina vardi. Makul bir gerekçeye dayanan inkâr
politikasi uygulanamaz hale geldi. Kruschev’le yapilacak zirve dinamitlendi,
soguk savas sirasinda hasimlar arasinda biriken buzlar incelmeye yüz tutmusken
iyice kalinlasti. CIA casus uçagi, “yumusama” umutlarini en az on yil öteye
atmisti. Eisenhower, CIA’nin füze sayisina iliskin abartili yalanlarina bir son
vermek maksadiyla U-2’nin uçusuna izin vermisti ama sonuçta kendisi yalanci
durumuna düsmüstü. Baskan, yillar sonra kaleme alacagi hatiratinda en büyük
pismanliginin U-2 konusunda söylenen yalanlar oldugunu yazacak, bunun çok
yüksek bir bedeli olacagini belirtecekti.
Baskan,
sonuna gelmekte oldugu görev süresinin bir baris havasi içinde
tamamlanamayacaginin farkindaydi. Görevi devretmeden önce, dünyanin dört bir
yaninda polislik yapmaya yogunlasti. CIA, Karayiplerden, Asya’dan ve Afrika’dan
sürekli olarak sorun içeren raporlar düzenliyordu. U-2 fiyaskosu büyük bir
kizginliga dönüsmüstü. Küba rejimini devirme gayretleri ikiye katlandi. Bisell,
500 Kübali egitmek için Nixon’dan yetki istedi (Bir hafta önce 60 kisiden
bahsediyordu). Sonra da mafya ile temasa geçerek, Castro’yu öldürtmek için bir
katil arayisina girdi. Artan hazirliklari finanse etmek için talep edilen 10,75
Milyon Dolarlik ödenek, Eisenhower tarafindan
bir sartla
kabul edildi; Genel Kurmay, Savunma Bakanligi, Disisleri Bakanligi ve CIA,
müstereken, basari sansini yüksek görecek ve tam anlamiyla hazir olunmadan
eyleme geçilmeyecek.
************
Ayni
gün Ulusal Güvenlik Konseyi toplantisinda Baskan, CIA direktörüne Afrika’nin
Castro’su olarak isimlendirdikleri Kongo Baskani Patrice Lumumba’yi bertaraf
etme talimatini verdi.
1960
yazinda Belçika’nin acimasiz sömürge yönetiminden kurtulan Kongo’da bagimsizlik
ilân edilmis, özgür bir seçim ortaminda Lumumba baskanliga seçilerek BM
üyeligine bas vurmus, Amerika’dan yardim talep etmisti. CIA Lumumba’yi kus
beyinli, sahtekâr bir komünist olarak görüyordu. Bu yüzden kendisine yardim
edilmedi. Belçikali parasütçüler kontrolü tekrar ele geçirmek için baskente
inince Lumumba, zaten ayakta durmakta zorlanan yönetimini savunmak için Sovyet
uçaklarini, tanklarini ve ‘teknisyenlerini’ ülkesine kabul etti. Iste bu
gelismeden sonra Eisenhower Lumumba’nin bertaraf edilmesi talimatini vermisti.
CIA,
Lumumba’nin yerine getirilecek adami seçmisti bile. Mobutu adindaki bu adama
250 bin dolar ödendi, ülkeye silâh ve cephane indirildi. Mobutu, Lumumba’yi
yakalayip Belçikalilara teslim etti. Flaman menseli Belçikali bir subay,
ABD’nin yeni baskaninin göreve gelmesinden iki gün önce Lumumba’yi makinali
tüfekle infaz etti.
Bes
yil sürecek siyasi çekismelerden sonra Mobutu, CIA’nin kesintisiz yardimlari
sayesinde ülkenin kontrolünü tam olarak eline geçirdi. Teskilâtin en begenilen
yandasi olarak, soguk savas boyunca ABD’nin Afrika’da yürüttügü tüm eylemlere
destek verdi. Mobutu, ülkenin muazzam elmas, stratejik maden ve mineral
kaynaklarindan mal çalarak, gücünü korumak amaciyla muhaliflerini dograyarak,
tam otuz yil boyunca iktidarini sürdürdü. Dünyanin en acimasiz ve yolsuzluklara
bulasmis diktatörlerinden biriydi.
************
Nixon
Küba’da eyleme geçilmesi için seçim sonrasinin beklenmesine karar vermisti.
Hakkinda bir takim tertipler hazirlanmakta oldugunu bilen Castro, bu boslugu iyi
kullandi. Kalkisma sirasinda kendisini devirmeye çalisacak olan CIA destekli
muhaliflerini etkisizlestirdi. Ülke içinde Castro’ya karsi direnis iyice
zayifladi. Hatta bir Amerikan kurulusunun özel olarak yaptirdigi kamu oyu
arastirmasinda, Castro’nun büyük bir çogunluk tarafindan desteklendigi
belirlendi. CIA raporu begenmedi ve göz ardi
etti.
Teskilâtin
adaya silâh ve cephane indirme harekâti basarisizlikla sonuçlandi. Mallarin
çogu Castro güçlerinin eline geçti. Küba yönetiminin düsük yogunluklu faaliyetlerle
devrilemeyecegi anlasilmisti. Bisell, sok bir baskinla genel bir istila
plânindan bahsetmeye basladi. CIA’nin ne bunu yapabilecek büyüklükte bir
silahli gücü, ne de Baskan’dan bu hususta aldigi bir yetkisi vardi. Gizli
Operasyonlar Servisi Müdürü R. Bisell, Küba eylemini bir türlü basariya ulastiramadigi için saga sola
söyledigi yalanlarin bataginda debelenip duruyordu. Örgüt içindeki çok gizli
Küba hücresinin sefi Jake Esterline patronu için su ifadeyi kullanmisti: Asagiya
dönüyor, Küba Eylem Gücüne yalan söylüyor, yukariya dönüyor, Baskana yalan söylüyor”.
Kennedy
seçimleri küçük bir farkla kazandi ve hemen CIA Baskani Allen Dulles ile FBI
Baskani J. Edgar Hoover’in görev sürelerini uzatti (Talimat, Kennedy’nin
babasindan gelmisti. Gerekçesi de siyasi ve sahsi koruma saglamakti zira bu
adamlar Kennedy ailesini, bir takim açiklarini bilecek kadar yakindan
taniyordu).
Esterline’in
Bisell’e gönderdigi son rapor, Castro’nun artik ülkede kurumsallastigini, ABD
deniz piyadelerinin katilmadigi herhangi bir eylemin, rejimi devirme anlaminda
basarili olamayacagini söylüyordu. Bu ve benzeri bazi bilgiler, baskanligin
devri telasinda kaynayip gitmisti. Eisenhower, Küba’nin isgalini hiç bir zaman
onaylamamisti ama Kennedy bunu bilmiyordu. O sadece Bisell ve Dulles kendisine
ne kadar söylüyorsa o kadarini biliyordu.
*************
Allen
Dulles, sekiz yil boyunca, CIA’da bazi degisiklikler yapilmasi önerilerine
karsi durmustu. Gizli operasyonlardaki basarisizliklarini üstlerinden saklamis,
kendinin ve teskilâtinin itibarini korumak amaciyla suçlamalari kabul etmemis,
her seyi inkâr etmisti. Eisenhower, görevini yeni gelecek Baskan’a teslim
etmeden önce bazi seyleri düzeltmek istiyor ve danismanlarindan raporlar,
tavsiyeler aliyordu. Dulles ve örgütü hakkindaki elestiriler genellikle su
noktalarda yogunlasiyordu: Makul
ve ilimli tavsiyeler dikkate alinmiyor, etraflica müzakere edilmemis konular
hakkinda bireysel kararlar aliniyor ve uygulaniyor.
Sürpriz
bir Sovyet saldirisina karsi tedbir alinmiyor. Sivil
gözlemci raporlari ile askerî istihbarattan gelen bilgiler koordine edilemedigi
için bunlardan hakkiyla faydalanmak mümkün olamiyor.
Gizli
operasyonlar tertiplemekten, ihtiyaç duyulan gerçek bir istihbarat teskilâti
olma hedefine odaklanilamiyor.
Bu
operasyonlar için harcanan para, maruz kalinan riskler ve kaybedilen hayatlar,
elde edilen faydalara degmiyor.
Dulles
bir yandan, Hava, Deniz ve Kara Kuvvetleri de dahil olmak üzere Amerikan
istihbarat aygitini uyumlu bir sekilde çalistirmak olan görevini yerine
getirmeye çalisirken, bir yandan da teskilâtini idari açidan yönetmekte
yetersiz kaliyor.
Eisenhower’in
baskanligindaki son Ulusal Güvenlik Konseyi toplantilarindan birinde Dulles,
her zaman oldugu gibi bu elestiriler karsisinda da kendisini hararetle savundu
ve sözlerini söyle tamamladi: Benim liderligim olmadan Amerikan istihbarati,
havada basi bos biçimde uçup duran bassiz bir gövdeden ibarettir”. Ve
Eisenhower’dan –nihayet- su cevabi aldi: Istihbarat teskilâtimizin yapisi
hatalidir. Bunun lâmi cimi yok, mutlaka tekrardan yapilandirilmalidir. Bunu çok
daha önceleri yapmaliydik. Pearl Harbor’dan bu yana hiç bir sey degismedi. Bu
konudaki sekiz yillik mücadelemi kaybettim. Ne yazik ki halefime miras
olarak bir enkaz devrediyorum!”
*********
BÖLÜM
III
“Kaybedilmis
Davalar”
Kennedy
ve Johnson Yönetimleri Döneminde CIA 1961 – 1968
“Kimse
Ne Yapacagini Bilmiyordu”
Miras,
19 Ocak 1961 tarihinde devredildi. Yasli General ve genç Senatör Oval Ofis’te
bas basa görüstüler. Eisenhower, Kennedy’ye temel ulusal güvenlik sorunlari
hakkinda, yani nükleer silâhlar ve gizli operasyonlar hakkinda kisaca bazi
bilgiler aktardi. Kennedy, Eisenhower’a Küba’daki gerilla operasyonlari ve buna
Amerika’nin açik biçimde müdahil olmasi konusundaki sahsi fikrini sordu. Cevap
söyleydi: “Oradaki rejimin devamina izin veremeyiz. Dominik Cumhuriyeti’ndeki
durumu da es zamanli olarak ele alsak iyi olur”.
Dominik
Cumhuriyeti’nin yolsuzluklariyla maruf lideri General Rafael Trujillo, otuz
yildan beri iktidari elinde tutuyordu. Baskici ve acimasizdi, düsmanlarina
iskence yapmaktan zevk alirdi. Ülkesindeki Amerikan Büyükelçiliginde görevli
diplomat H. Dearborn’un onun hakkindaki degerlendirmeleri söyleydi: “Her seye
ragmen kanun düzenini kurmus, ülkeyi temizlemis, alt yapiyi isler hale getirmis
ve Amerika’yi ugrastirmamistir. Gerisi bizi ilgilendirmez”.
Ne
var ki, Trujillo yönetiminin zulmü yalniz kendi ülkesinde degil, tüm yarim
kürede rahatsizlik yaratiyordu. Bu adamla hesaplasmanin zamani gelmisti. Bu
dönemde, ABD’nin de Dominik Cumhuriyetiyle iliskileri bozulmus, Amerika bir kaç
diplomatin disinda tüm hariciye görevlilerini ülkeden çekmisti.
H.
Dearborn, bazi Dominikli muhaliflerin Trujillo’yu öldürmek üzere harekete
geçtigi haberini almis, CIA’nin mutabakati ile onlara elçilikte bulunan
silâhlari bile vermisti. Bu arada Baskan Kennedy’den su telgrafi aldi:
Dominiklilerin Trujillo’yu vurmalari umurumuzda degil ancak suikasti ABD’nin
gerçeklestirdigini düsündürtecek hiç bir emare olmamalidir.”
Trujillo
iki hafta sonra öldürüldü. Onu vuran silâhin bir Amerikan silâhi olup olmadigi
belirlenemedi ama bu olay, Beyaz Saray’in emriyle bir cinayet islenmesine en
fazla yaklasilan olay olmustur. ABD Adalet Bakani Robert F.
Kennedy suikasti haber aldiktan sonra defterine su notu düsmüstü: Simdi en
büyük sorunumuz, bundan sonra ne
yapacagimizi bilmemektir.
***********
CIA
karargâhindaki düsünceler, Küba’yi isgal etme yönüne dogru hizla
savrulmaktaydi. Bu kanaatin olusmasinda önderlik yapan isim Bisell’di. Zaten, o
ana kadar teskilâtin Castro’yu devirememis olmasini bir türlü kabul edemiyordu.
Bir çok basvurusuna karsin, Küba’nin isgaline yönelik plânini nihayet 11 Mart
tarihinde Beyaz Saray’a kabul ettirdi. Plâna göre CIA tarafindan devsirilmis
Küba kökenli isgalciler, Domuzlar Körfezine çikacak ve derhal bir uçak pistini ele geçirecekti.
Bu pist, kuracaklari yeni hükümetin lojistik merkezi olarak kullanilacakti.
Bisell,
baskana müsterih olmasini söyledi, operasyon basarili olacakti. En kötü
ihtimalle isyancilar Castro’nun güçleriyle karsilasirsa daglara dogru
çekilirlerdi. Washington’da hiç kimsenin bilmedigi sey ise, Domuzlar
Körfezinin, mangrov agaci kökleriyle kapli, geçit vermez bir bataklik oldugu
idi. Bu bölgenin, olasi bir gerilla savasinda kullanilabilecegine dair karar,
1895 yilinda yapilmis kaba saba bir arazi
haritasina bakilarak verilmisti.
Bahara
gelindiginde, Baskan hala saldiri emrini vermemisti ama hazirliklar son
asamadaydi. Yöredeki üst düzey CIA ajanlari Esterline ve Hawkins, Castro’nun
hava gücünü yok etmeden yapilacak bir saldirinin felakete yol açabilecegi
konusunda Bisell’i uyardilar. Herkes biliyordu ki, Castro, sahip oldugu 36 savas
uçagi ile çikartma yapan CIA mensubu Kübalilarin yüzlercesini öldürebilirdi.
Bisell sahadaki adamlarina on alti B-26 bombardiman uçagi ile ortaligi duman
edecegi sözünü verdi ama tutmadi. Fazla gürültü çikmamasini isteyen Baskanini
memnun etmek için sadece sekiz uçagini gönderdi. CIA’nin 1.511 Kübalisi
Domuzlar Körfezine dogru yol alirken Amerikan uçaklari, Castro’nun uçaklarinin
ancak yarisina zarar veren bir saldiri gerçeklestirip üslerine dönmüstü.
CIA,
ABD’nin BM’deki daimi temsilcisi Adlai Stevenson’a, saldirinin taraf degistiren
Kübali bir pilot tarafindan gerçeklestirildigini söyledi, münferit bir olaydi.
Stevenson’da meseleyi dünyaya böyle satmaya çalisti ama ertesi gün CIA’cilar
tarafindan aldatildigini anladi, yalanci durumuna düsmüstü. Ayni gün Disisleri
Bakani Dean Rusk’a gönderdigi bir telgrafta koordinasyonsuzluk yüzünden U-2
benzeri bir skandalla karsi karsiya olundugunu bildirdi.
Bu
arada, karaya çikan bir kisim asker agir kayiplar veriyor, onlara malzeme ve
cephane götüren gemiler Castro’nun uçaklari tarafindan batiriliyordu. Baskan,
CIA birliklerinin içine düstükleri felaketten kurtulmasi için ne
yapilabilecegini Deniz Kuvvetleri Komutani Amiral A. Burke’a danisti ama onun
da yapabilecegi fazla bir sey yoktu. Amiral duruma bir bakmis, hayretini söyle
dile getirmisti: Operasyonun sorumlulugunu tasiyan ve uygulamayi gerçeklestiren
CIA’nin da, baska her hangi birinin de neler olup bittiginden haberi yoktu,
gelinen noktadan sonra ne yapilmasi gerektigini bilen de yoktu.
Anlasiliyor ki bizden çok sey gizlenmis, su anda gerçegin ancak bir kismini
ögrendik”.
Bölgedeki
CIA yetkilileri ve çikartma alanindaki askerler Washington’dan uçak destegi
için yalvardilar ama o destek hiç gelmedi. Berbat iki gün ve gece boyunca
Castro’nun Kübalilariyla, CIA’nin Kübalilari birbirlerini öldürüp durdular.
Yardimdan umudu kesen çikartma birliginin lideri Pepe San Roman savasi birakti
(19 Nisan). Altmis saat süren çatisma sonunda CIA’nin 1.189 Kübalisi esir
düsmüs, 114’ü öldürülmüstü.
Ayni
gün, R. Kennedy, kardesi Baskan Kennedy’ye su mesaji gönderdi: Artik tavrimizi
belirlememizin zamani geldi çünkü bir iki yil içinde durum, bu günkünden çok
daha beter olacak. Eger Ruslarin Küba’da bir füze üssü kurmasini istemiyorsak,
hazirliklarinin önünü kesmek için ne yapacagimiza derhal karar vermeliyiz”.
****************
CIA
hakkinda yazilmis tüm raporlar, teskilâtin ve bu çerçevede gizli operasyon
uygulamalarinin yeniden gözden geçirilmesi geregine isaret ediyordu. Allen
Dulles 1961 yilinin Eylül ayinda emekliligini istedi. Ondan alti ay sonra da R. Bisell görevinden ayrildi. Her
ikisi de övgüler ve madalyalarla ugurlandi
***************
Domuzlar
Körfezi fiyaskosunun kederi içindeki Kennedy, CIA’yi toptan ortadan kaldirmayi
düsündü. Sonra teskilâtin gizli operasyonlar bölümünün kontrolünü otuz bes
yasindaki kardesi Robert F. Kennedy’ye emanet etti. Yaptigi
en akilsizca islerden
biriydi. Iki kardes,
benzeri görülmemis bir
hizla gizli eylemlere giristi.
Eisenhower
sekiz yilda 170 örtülü operasyon tertibine onay vermisti, kardesler ise üç
yildan az bir zamanda 163’üne bulastilar.
CIA’nin
basina, Eisenhower döneminin bir siyasetçisi, 60 yasinda inançli bir Katolik,
atesli bir antikomünist ve damardan Cumhuriyetçi bir sahsiyet olan John McCone
atandi. McCone, II. Dünya Savasi sirasinda, sahip oldugu tersanede insa ettigi
gemilerle büyük servet sahibi olmus, savunma ve atom enerjisi konularinda üst
düzey devlet görevlerinde önemli roller oynamisti. Titiz kisiliginin bir ürünü
olan notlari, soguk savasin en tehlikeli günlerini ayrintili bir biçimde
anlatir.
Görev
devir teslimi sirasinda, Dulles ve Bissel bazi detaylari McCone’den gizlediler.
Bu ayrintilardan biri, CIA’nin en büyük, en uzun süreli ve en yasa disi
uygulamasiydi; ülkeye giren ve çikan tüm mektuplarin açilip incelenmesi! Ikili,
CIA’nin Fidel Castro’ya suikast tertipleyip sonradan bunu ertelediginden de
bahsetmedi. Yeni CIA baskani, sonuçsuz kalan bu girisimi göreve geldikten iki
yil sonra ögrendi, mektup açma isinden ise olay açiga çikip tüm ülkede
duyulmasina kadar haberi yoktu.
1961
yazinda Kennedy kardesler, örtülü eylemleri gerçeklestirecek olan çok gizli bir
birim kurdular. Bu birim, R. Kennedy’nin kontrolünde olacakti ve tek isi
Castro’yu bertaraf etmekti. Servisin basina getirdikleri General Ed Lansdale
kontrgerilla islerinde, yesil dolarlarla düzenlenen komplo operasyonlarinda,
yaniltici propaganda yayma konularinda uzmandi. Generali McCone ile
tanistirdilar. McCone, açik bir savas disinda hiç bir seyin Castro’yu
deviremeyecegini, CIA’nin da gizli veya açik, bunu yapacak güçte olmadigini
düsünüyordu. Baskan’a sunlari söyledi: “CIA, hükümetleri deviren, devlet
baskanlarina suikastlar tertipleyen, yabanci ülkelerin iç islerini manipüle
eden esrarengiz bir yapilanma oldugu seklindeki imajindan artik kurtulmalidir.
CIA’nin tek yasal görevi, ABD kurumlari
tarafindan toplanan tüm istihbarati bir araya getirmek, analiz etmek,
degerlendirmek ve Beyaz Saray’a rapor etmektir”.
McCone
her nedense kendisine, ABD’nin dis politikasini yeniden yapilandirmak gibi bir
görev de tevdi edildigine inaniyordu. Her ne kadar onun degerlendirmeleri
hükümet aygitinin üst seviyelerindeki Harvard’lilardan daha saglam olsa da,
devletin bir numarali istihbarat görevlisi olarak isi bu degildi ve
olmamaliydi. Ne var ki, Kennedy kardeslerin, McCone ve CIA’yi, ABD çikarlarina
hizmet yolunda oldukça sira disi bir biçimde kullanma konusunda bazi niyetleri
vardi. McCone’in yemin töreninde Baskan kendisine sunu söyledi: “Su andan
itibaren hedef tahtasinin göbeginde yasamaya basliyorsunuz, bu noktaya hos
geldiniz!”.
***********
Baskan
daha isin basinda, McCone’dan Berlin Duvarini delmenin bir çaresini bulmasini
istemisti. Komünizm adina söylenen çok büyük yalanlarin Dogu Almanlari
kendilerini duvarin Bati tarafina atmaktan alikoyamadigi tüm dünyaya ilân
edilecek, muazzam bir siyasi propaganda malzemesi ele geçmis olacakti.
Baskan,
durumu yerinde görmesi için yardimcisi L. Johnson’u Berlin’e gönderdi.
Kendisine CIA tarafindan verilen brifing çok etkileyiciydi. Söylendigine göre,
teskilât neredeyse tüm köse baslarini tutmustu ve olan biten her seyden
haberdar olunuyordu. Oysa durum tam tersiydi. Polonya askerî misyonunu gözlem
altinda tuttugu söylenen adam kösedeki gazete bayisi çikti, Sovyet karargâhini
izleyen kisi de çati ustasi, vs. Teskilât, ABD’nin gelecekteki baskanina açikça
yalan söylüyordu.
CIA’nin
Dogu Avrupa Bölümü Sefi David Murphy, kendisini Duvar konusunda bir seyler
yapmasi için çok sikistiran Baskan Kennedy’ye “Dogu Almanya’da bir operasyon
yapilmasi söz konusu bile olamaz” dedi, çikti isin içinden. Nedeni, 2006
yilinda gizliligi kaldirilan bir belgeden anlasilacakti. Uzun yillardan beri
Bati Alman istihbarati için çalisan ve çok güvenilen Heinz Fefe aslinda bir
Sovyet casusu idi. 1959 yili Haziran’indan, 1961 yilinin Kasim ayina kadar,
CIA’nin Moskova’ya karsi hazirladigi tüm plânlari Dogu Alman istihbaratina
bildirmis, CIA ajani tam yüz kisinin isimlerini onlara vermisti. Teskilâtin
Almanya ve tüm Dogu Avrupa faaliyetleri de bu yüzden kilitlenip kalmisti. Tahribati onarmak on
yildan fazla sürecekti.
************
Kennedylerin
en büyük arzusu, Domuzlar Körfezi olayinda kaybedilen aile onurunu kurtarmakti.
R. F. Kennedy, 19 Ocak 1962’de McCone’a, ABD hükümetinin en öncelikli
meselesinin Castro’yu devirmek oldugunu söyledi. Bunu gerçeklestirmek için hiç
bir fedakârliktan ve masraftan kaçinilmayacakti. Muhatabi kendisine bu isi
gerçeklestirebilmesi için saglam istihbarat kaynaklarina ihtiyaç oldugunu,
elinde böyle bir olanak bulunmadigini söyledi, iletisimde olduklari sadece on
iki Kübali ajanin yedisinin de Küba devlet güçlerinin eline geçtigini ekledi.
Ama
R. F. Kennedy kesin kararliydi, Küba’daki rejim, 1962 yilinda yapilacak Kongre
seçiminden önce devrilmeliydi. Özel görevli Ed Landsale hemen bir “yapilacak
isler listesi” çikardi: Katolik kilisesinden ve Küba yeralti dünyasindan
adamlar elde edilecek eylemlere girisilecek, gizli polis teskilâtina fesat
sokulacak, biyolojik ve kimyasal savas yoluyla ekinler yok edilecek...
Küba
masasinin sef yardimcisi Sam Halpern ise Küba hakkinda dogru dürüst bir sey
bilinmediginden plânin ham bir hayal oldugunu, çikartilan bütün gürültünün bir
Washington iç hesaplasmasi oldugunu ve
Küba olayinin, ABD ulusal güvenligi ile hiç bir ilgisi bulunmadigini
düsünüyordu. “Küba’da kim hangi isi yapar, kim kimi sever, kim kimden nefret
eder, siyasi yapilanmalari nasildir, hiç birini bilmiyoruz” demisti. Tipki
CIA’nin kirk yil sonra Irak’ta içine düsecegi gibi bir durum...
Baskan
bunlari duymak istemedi ve “Haydi ise koyulalim” emrini verdi. Ve ise konuldu;
binlerce ajan istihdam edildi, Guantanamo’da üs olusturuldu, Castro’ya suikast
yapilmasi gerekirse, tetigi çekecek kiralik katillerle bile irtibata geçildi
(Ahlâki mülahazalarla karsi çikacagindan emin olduklari için, isin bu kismindan
McCone’a haber verilmedi).
Üç
ay önce gizli operasyonlardan sorumlu birimin basina getirilmis olan Richard
Helms’de, ulusal güvenlik adina baris zamaninda yabanci ülkelerin devlet
baskanlarini öldürme isine bulasmanin sapkinlik oldugunu düsünüyordu. “eger
baskalarinin baskanlarini öldürürseniz neden onlar da gelip sizinkini
öldürmesinler ki” diyordu. Ama eger Beyaz Saray sihirli bir degnekle isin
çözülmesini emretmisse, o sihirli degnek bulunmaliydi.
************
McCone
göreve gelince, halledilmesi gereken ilk sorunun teskilâtin güvenirliligini
yeniden saglamak olduguna karar verdi. Ama dizginleri ele almasinin üzerinden
alti ay geçmeden CIA genel merkezi, isyanlari oynamaya basladi. McCone yüzlerce
gizli servis çalisanini isten atti (ilk atilanlar, dayakçi kocalar, sakarlar ve
alkoliklerdi). Teskilâtta herkes geleceginden endise eder oldu, moraller sifira
indi.
Bu
arada Helms, casusluk faaliyetlerinde klâsik yöntemlere dönülmesi gerektigine
inaniyor ve Küba’da görev yapacak ekibi bu görüse göre olusturmaya basliyordu.
Miami’de kurdugu merkezde binlerce Kübali Castro muhalifi ile mülakat yapti.
Sonuçta bunlarin arasindan kirk besini seçerek istihbarat saglamalari amaciyla
görevlendirdi. Öte yandan R. F. Kennedy, Küba’nin enerji tesislerinin,
fabrikalarinin neden hala komandolar tarafindan havaya uçurulmadigini
sorgulayip CIA’ya baski yapiyordu. CIA Küba’da örtülü operasyonlar
gerçeklestirme konusuna öylesine yogunlasmisti ki bu küçük ada ülkesinde ABD
varligini gerçekten tehdit edecek bazi önemli gelismeleri gözden kaçirdi.
“Biz
Kendi Kendimizi de Aldattik”
1962
yilinin Haziran ayinda Kennedy yaklasmakta olan Brezilya seçimlerine müdahale
etmek ve Baskan Joao Goulart’i devirecek askerî bir darbe düzenlemek için sekiz
milyon dolarlik ödenegi onayladi. Kennedy,
solu hedef almasi sartiyla askerî darbelere karsi olmadigini belirterek,
Bati yari küresinde ikinci bir Küba olusmasina asla izin verilemeyecegini
söyledi. CIA’nin parasal yardimlari Brezilya’nin siyasi hayatina, bazi saygin
sivil toplum örgütleri araciligiyla akitilmaya baslandi. Paralar, Goulart karsiti
bazi politikacilara ve subaylara ödeniyordu ve bu yatirimlar iki seneden kisa
bir zaman içinde meyvelerini verdi.
Gizli
eylem tam tamlari çalmaya devam ediyordu. Agustos basinda CIA direktörü McCone
Baskan’a, Çin’e yüzlerce Mao karsiti Çinli ajan indirilmesi teklifini götürdü.
Baskan paramiliter bir operasyonu onayladi. McCone’in endisesi, Çin üzerinde
uçurulan U-2 casus uçaklarinin komünist radarlarina yakalanmasiydi. Kennedy’nin
ulusal güvenlik danismani, “Haydi, Baskan’a bir U-2 fiyaskosu daha hediye edelim
ama bu kez de yakalanirsak uyduracagimiz kilifin ne olacagini simdiden
belirleyelim” dedi. Gülüstüler. Bir ay
sonra bir U-2 uçagi Çin semalarinda
Mao’nun güçleri tarafindan vurulup düsürüldü.
Ertesi
gün Beyaz Saray’da, Haiti lideri François “Papa Doc” Duvalier’in iktidardan
uzaklastirilmasi konusu görüsüldü. Küba’nin otuz mil ötesindeki Haiti’nin
lideri Duvalier, ABD tarafindan saglanan ekonomik yardimlari hortumluyor,
paralari yolsuzluklara bulasmis iktidarini sürdürmek amaciyla kullaniyordu. Haiti
içinden rejimi sallayacak güçte yardim alinamayacagi endisesi toplantiya hakim
oldu.
10
Agustos günü, McCone, R. Kennedy ve Savunma Bakani R. McNamara, Disisleri
Bakani Dean Rusk’in odasinda
toplandilar. Konu Küba idi. McCone, Castro’nun ve kardesi Savunma Bakani
Raul’un (silâh anlasmasi imzalamak maksadiyla gittigi Moskova’dan henüz
dönmüstü) tasfiye edilmelerinden daha öncelikli bir soruna dikkat çekti. Ruslar
Castro’ya, ABD’yi vurma yetenegine sahip orta menzilli füze verecekti. Elinde
bu endisesini destekleyecek somut bir istihbarat verisi bulunmuyordu ama iç
güdüleri dört aydir bunu söylüyordu kendisine. “Eger ben Kruschev olsaydim”
dedi, “Küba’ya füzeleri yerlestirir sonra da ayakkabimi masaya vurarak, ‘hadi
bakalim, simdi Berlin’i konusalim’ derdim” diye sürdürdü söylemini. Toplantiya
katilanlar bu görüse ihtimal vermediler ama CIA’nin Sovyetler konusundaki
analizlerinin yetersizligi konusunda giderek artan bir endisenin varligi
belliydi. CIA’nin yetenekleri konusunda bir tespit de, o yillarda CIA bütçe
toplantilarina katilan Gerald R. Ford’dan geldi: “CIA’nin yaptigi sunumlar hep
dehset verici olmustur. On yil içinde Sovyetlerin hem askerî, hem ekonomik açidan ABD’yi fersah fersah
geçecegini öngörüyorlardi. 180 derece yanildilar. Bu raporlari yazanlar da, CIA’nin ‘uzman’ diye adlandirdigi en
yetenekli adamlarimizdi...”
**********
15
Agustos’ta, McCone gene Beyaz Saray’in yolunu tuttu. Bu kez konu, Karayip
denizinde yer alan Ingiliz Guyana’sinin Basbakani Cheddi Jagan’in devrilmesi
meselesiydi.
Amerika’da
dis hekimligi egitimi almis olan Jagan, Chicagolu Marksist, Janet Rosenberg ile
evliydi. 1953 yilindaki ilk seçim zaferinden sonra Churchill’in emriyle
görevden alinip hapse atilmisti. Serbest kaldiktan sonra gene seçimlere katildi
ve kazandi. 1961 yilinda Amerika’yi ziyaret etti ve Kennedy ile görüstü. Bu
görüsme sirasinda Kennedy’ye müsterih olmasini, Guyana’ya asla Sovyet üsleri
kurulmasina izin vermeyecegini söyledi. Kennedy bir kaç hafta sonra Rusya’nin
Izvestia gazetesine (editörü Kruschev’in damadi idi) su beyanati verdi: “ABD,
halklarin kendi istedikleri yöneticileri belirlemesi hakkina sahip oldugu
düsüncesini destekler. Jagan bir Marksist olabilir ama madem ki kendi halki,
yasal ve adil bir seçimden sonra onu seçmistir, ABD’nin buna diyecek bir seyi
olamaz”.
Baskan,
Agustos 1962’de, 2 milyon dolarlik bir bütçeyle, Jagan’in iktidardan
uzaklasmasiyla sonuçlanacak olan plâni onayladi. Sonrasinda, Ingiltere
Basbakani Harold Mac Millan’a sunlari söyleyecekti: “Lâtin Amerika dünyanin en
tehlikeli bölgesiydi. Eger Ingiliz Guyana’sinda komünist bir rejimin
kurulmasina izin verseydik, Amerika üzerinde öyle karsi konulamaz bir baski
olusurdu ki, bu baskiyla Küba’nin askerî yöntemlerle vurulmasi kaçinilmaz hale
gelirdi”. O tarihlerde CIA tam on bir ülkede kontrgerilla hareketlerini
desteklemekteydi; Vietnam, Laos, Tayland, Iran, Pakistan, Bolivya, Kolombiya,
Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, Guatemala ve Venezuela.
21
Agustos’ta R. Kennedy, CIA’nin Guantanamo’daki tesislerine sahte bir saldiri
düzenleyip düzenleyemeyecegini sordu. Bunu bahane ederek Küba’yi isgal etmeyi
tasarliyordu. McCone, bu tezgâhin nükleer bir savasa yol açabilecegi endisesini
belirtti. Görüsmeler sürerken Baskan, CIA direktörüne, Washington’daki idarî
binalarin dinlenmesiyle ilgili yeni düzenlemelerin hangi asamada oldugunu
sordu. New York Times’da yayinlanan bir haber onu çok rahatsiz etmisti.
Haberde, Ruslarin Küba’daki hazirliklarindan bahsediliyor ve yazilanlar CIA
raporlariyla bir bir örtüsüyordu. Bu bilgi sizintilari yüzünden Baskan
gazeteleri dinlemeye aldirmisti. Iç tüzügünde kesinlikle yasaklanmis olmasina
ragmen CIA, yurt içinde kendi
vatandaslarina karsi casusluk yapiyordu. Bu bir ilkti ve bu ilkle
Kennedy, kendisinden sonra gelen baskanlardan Johnson, Nixon ve George W. Bush’a
örnek teskil edecek bir uygulamayi baslatmisti.
Görüsme
tekrar Küba konusuna döndü, McCone Baskan’a son yedi hafta içinde Küba
limanlarina otuz sekiz Sovyet gemisinin yanastigini söyledi. Bunlarin balistik
füze veya sair askerî mühimmat olabileceginden endise ettigini dile getirdi ve
ardindan Güney Fransa sahillerinde uzun sürecek bir balayi tatiline çikti.
*************
29
Agustos’ta Küba semalarinda gözlem uçusu yapan bir U-2, yerden havaya atilan
türden bir füze üssü tespit etti. Burada konuslandirilan SA-2 füzeleri, daha
önce Sovyetler üzerinde dolasan U-2’yi avlayan füzelerin aynisiydi. Füzelerin
yerden havaya atilan tipten ibaret olmasi nedeniyle, Washington Küba üzerindeki
U-2 uçuslarini durdurdu. Çin’in düsürdügü U-2 nedeniyle dünya kamuoyu zaten
Amerika’nin bu tehlikeli oyunundan rahatsizdi. 11 Eylül’de alinan bu karardan
dört gün sonra ilk Sovyet orta menzilli füzelerini tasiyan gemiler
yüklerini
Küba limanlarini bosalttilar. ABD, Küba’da olup bitenlere 45 gün boyunca
gözlerini kapatmis, çok önemli kararlarin verilebilecegi anlar bu kör noktaya
denk gelmisti.
Balayi
tatili sirasinda McCone, Washington’la irtibatini kesmemisti. Teskilâtina,
Baskani bir sürpriz tehlikesine karsi uyarmalarini söyledi. Uyarmadilar. CIA,
Küba’daki Sovyet askerlerinin sayisini 10.000 olarak tahmin ediyordu, dogrusu
43.000’di. Küba ordusunun 100.000 kisiden ibaret oldugu saniliyordu, dogrusu
275.000 idi. CIA Sovyetlerin Küba’da bir nükleer tesis kurmakta oldugu
iddiasini ise kesinlikle ret ediyordu. Bu degerlendirmeler, kirk yil boyunca
yaptigi en yanlis degerlendirmelerdi, ta ki Irak silâh gücünün tahminlerinin
yapilacagi güne kadar...
En
dogru haber, kara yolu trafigini gözlemleyen, hiyerarsinin en alt seviyesindeki
Kübali bir ajandan geldi; yollardan, dorsesi brandayla kapli Sovyet TIR’lari
geçiyordu, çok iri telefon direklerine benzeyen bir seyler tasiyorlardi.
Bunlar, tam 99 adet Sovyet nükleer basligi idi ve her biri, Truman’in
Hirosima’ya attigi bombadan yetmis bes misli daha güçlüydü.
***********
Nükleer
basliklar, kimse tarafindan fark edilmeden 4 Ekim tarihinde Küba’ya
indirilmisti. Durumdan on gün sonra haberdar olan CIA, kesfini bir zafer havasi
içinde yönetime rapor etti. Baskan’in
Dis Istihbarat Komisyonu’nun bir kaç ay sonra hazirladigi rapor ise Küba’daki
Sovyet stratejik yapilanmasinin, CIA’nin yanlis degerlendirmeleri ve hükümeti
zamaninda bilgilendirememesi yüzünden gelistigini yaziyordu. Istihbarat
mekanizmasi dogru dürüst isler hale getirilmezse, Amerika’nin basina büyük
belâlar gelebilirdi... (Mekanizmanin islerligi düzeltilemedi ve CIA, benzeri
bir yanilgiya, 2002 yilinda, Irak’in askerî gücü hakkindaki tahminleri
sirasinda tekrar düstü).
McCone’in
israrlari üzerine 14 Ekim tarihinde Küba üzerinde U-2 kesif uçuslari yeniden
baslatilmisti. ABD, benzeri o güne kadar görülmemis bir Sovyet silahlanmasiyla
karsi karsiya idi. Füzelerle ilgili teknik bilgiler de Oleg Penkosky isminde
bir casustan geldi. Penkosky, aylardan beri CIA ile irtibat kurmaya çalisiyordu
ama deneyimsiz CIA yetkilileri adami ciddiye almiyordu. Casus sonunda
Ingilizlere yanasti, ABD de bilgilere bu
sayede ulasti. Ancak, Penkosky bir hafta sonra Rus istihbaratinca tutuklandi.
Ekim
günü, füzelerin SS-4 tipi orta menzilli balistik füzeler oldugu, Küba’dan
firlatildiginda Washington’a kadar ulasabilecekleri ve bir mega tonluk savas
basliklari tasiyabilecekleri anlasildiginda Kennedy, New York’ta Kasim ayinda
yapilacak seçimler için kampanya çalismalariyla mesguldü. Resimleri gördügünde
“Allah kahretsin” dedi, “Tam da içimdeki
sesin söyledigi gibi!”. R. Kennedy’de “Evet, Kruschev bizi faka bastirdi ama biz
de kendi kendimizi aldattik” diye söylendi.
“Füzeleri
Takasa Sokmaktan Memnuniyet Duyariz”
Ekim
1962 günü Kennedy’ler, Beyaz Saray’in bodrumundaki operasyon odasinda üst düzey
savunma yetkilileri ile U-2’den çekilmis hava fotograflari üzerinde
degerlendirmeler yapiyorlardi. Baskan sordu “Bu füzeler ateslenmeye hazir mi?”
Degildi ama hazirliklar o yöndeydi. “Hiç birimiz Kruschev’in Küba’ya balistik
füze konuslandirabilecegini düsünemedik” diye söylendi Kennedy. Isin dogrusu,
McCone disinda kimse düsünememisti. “Bu yaptiklari çok riskli bir sey. Durup
dururken Türkiye’ye füze yerlestirmis olsak ancak bu kadar risk olabilirdi”
diye sürdürdü sözlerini Kennedy. Kisa bir sessizlikten sonra, Ulusal Güvenlik
Danismani Bundy, kisik bir sesle, “Yerlestirdik efendim” dedi. Disisleri Bakani
Rusk saglikli bir degerlendirme yapti; “Aslina bakarsaniz, Türkiye ve benzeri
yerlerdeki nükleer silâhlarimiz nedeniyle Ruslarin, bizim onlardan
korktugumuzdan daha fazla korkmalari gerekir”
dedi.
Baskan
Kennedy, üç farkli saldiri plâni üzerine yogunlasmayi emretti. Bir; nükleer
füze üslerinin hava veya deniz kuvvetlerinin jetleriyle havaya uçurulmasi. Iki;
gerekirse bundan daha da kapsamli bir hava harekâti düzenlenmesi. Üç; Küba’nin
isgali ve ele geçirilmesi.
Bundy,
Kennedy’nin genis kapsamli açik bir saldiri yerine gizli sabotaj eylemlerini
tercih ettigini biliyordu ve CIA’nin girisebilecegi faaliyetleri siraladi;
denizaltilarla Küba kiyilarindaki Sovyet gemilerinin havaya uçurulmasi, karaya
çikartilacak komandolar vasitasiyla yerden havaya füzelerin bulundugu
rampalarin tahrip edilmesi, buradan
da nükleer füzelerin
bulundugu üslere dogru
saldirinin devam ettirilmesi... Kennedy’ler
tereddüt
içindeydi,
çünkü onlara göre CIA kör bir biçak gibi, vurur ama kesemezdi. CIA’nin iki
numarali adami Marshall Carter büyük bir endiseyle, yapilacak sürpriz bir saldirinin,
isin sonu olmayip sadece basi olacagini, hücumun yapildigi günün, III. Dünya
Savasinin birinci günü olacagini söyledi.
***********
Takip
eden günlerde, önceki Baskan Eisenhower dahil bir çok kisinin görüsleri alindi.
Nükleer bir savasa yol açmadan Küba’daki füzelerin nasil ortadan
kaldirilabilecegi tüm yönleriyle tartisildi. CIA Direktörü McCone, ilk kez
genis kapsamli bir abluka fikrini ortaya atti ama bu fikir Baskan’in güvenlik
danismanlari tarafindan pek de önemsenmedi.
18
Ekim günü, yeni gözlem fotograflari geldi. Füzelerin 2.200 mil menzilli oldugu
(neredeyse Seattle’a kadar tüm Amerikan kentleri vurulabilirdi), üslerde
yüzlerce Sovyet askerinin bulundugu daha da belirgin biçimde görülüyordu. Bu
üslere yapilacak sürpriz saldiri, ölecek olan Rus askerleri düsünüldügünde,
Havana’ya degil, dogrudan Moskova’ya savas açmak anlamini tasiyacakti. Baskan,
en büyük hatanin nükleer savasa yol açmak olacagini söyleyerek seçenekleri
söyle siraladi; savas ilân etmeden abluka uygulamak, savas ilân ederek abluka uygulamak,
üslere hava saldirisinda bulunmak, ve isgal! Egilim ‘abluka’ yönündeydi ve
Baskan, 22 Ekim 1962 gecesi yaptigi bir TV konusmasinda abluka kararini tüm
dünyaya duyurdu.
************
Simdi
ABD’nin BM’deki temsilcisi A. Stevenson’un elini güçlendirmek gerekiyordu.
Çünkü Stevenson, Domuzlar Körfezi operasyonundan bazi resimler göstermis,
sonrasinda bunlarin sahte olduklari ortaya çikmisti. Uluslararasi kamu oyunun
nükleer füzelerin gerçekligine inanabilmesi için saglam delillere ihtiyaç
vardi. Kendisine U-2’ler tarafindan alinan görüntüler verildi.
Sira,
ablukanin nasil yönetileceginin tartisilmasina gelmisti. Rus gemileri ablukayi
delip ilerlemeye çalisirlarsa ne yapilacakti? McCone tersanecilikten gelen
deneyimiyle, “Kiçlarindaki dümen vurulacak elbette” dedi .
Abluka,
24 Ekim saat 10.00’da yürürlüge girdi. Amerikan ordusu, nükleer savas düzeyinin
bir alt seviyesinde alarma geçirildi. McCone, gün boyu Baskan’i, ablukanin füze
rampalarindaki faaliyeti durdurmayacagi konusunda uyardi, nükleer tehlike
sürüyordu, hem de hava kesif fotograflarindan anlasildigi kadariyla giderek
artan bir biçimde...
Üslerin
hava saldirisiyla vurulmasi seçenegi tekrar tartisilmaya baslanmisti ki, 26
Ekim gecesi N. Kruschev’den Baskan Kennedy’ye uzun bir mesaj geldi. Rus lider,
termo-nükleer bir savasin yol açabilecegi felaketlerden bahsediyor ve bir çikis
yolu öneriyordu; eger Amerikalilar Küba’yi isgal etmeyeceklerini taahhüt
ederlerse Sovyetler füzelerini geri çekebileceklerdi. Konu ertesi gün Beyaz
Saray’da tartisilirken Baskan’in önüne Associated Press tarafindan Moskova’dan
geçilen bir haber kondu; Kruschev, eger Amerikalilar Türkiye’deki füzelerini
çekerlerse, kendilerinin de Küba’daki füzelerini çekeceklerini Baskan
Kennedy’ye bildirmisti! Toplanti salonu bir anda karisti. Baslangiçta, Baskan
ve McCone disinda kimse teklife olumlu yaklasmadi. McCone önerinin gayet ciddi
oldugunu, göz ardi edilmemesi gerektigini söyledi. Kennedy de bunu savunuyordu
ki bir U-2 uçaginin Alaska sahillerinden Sovyet hava sahasina girdigi ve Rus
jetleriyle kapistigi haberi geldi. Bir U-2 de Küba’da düsürülmüs, pilot
ölmüstü. Genel Kurmay, 36 saat içinde Küba’ya saldirilmasini tavsiye etti. McNamara, eger bu yapilirsa Ruslarin
Türkiye’deki füzelere saldirabilecegini, kendilerinin de buna karsilik vermek maksadiyla
Sovyetlerin Karadeniz’deki deniz üslerini vurmak zorunda kalabileceklerini
söyledi. “Küba’ya saldirirsak böylesi bir gelismeyi önleyemeyiz ama saldirmadan
önce Türkiye’deki füzelerin atesleme mekanizmalarini iptal etmeliyiz” dedi.
“Madem Türkiye’deki füzeleri ateslenemez hale getireceksiniz, neden sunlari
karsilikli olarak geri çekmiyorsunuz ki” diye patladi McCone. Ve toplantinin
seyri degisti. Herkesten “Al- Ver isine girelim” sesleri yükselmeye basladi.
McCone bastirmaya devam etti; “Bunu daha önce konustuk, Türkiye’deki füzelerle, Küba’daki
zimbirtilari takasa sokmaktan memnun oluruz dedik. Bana kalsa bunu
derhal yaparim, baska kimseye danismam bile. Bir haftadan beri, bunu konusup
duruyoruz, herkes de öneriye sicak bakiyordu, ta ki Kruschev önerene kadar. Neden?”
Toplanti
önerinin kabul edilmesiyle sona erdi, Baskan’in istedigi de buydu. Robert
Kennedy, Sovyet Büyükelçisi Anatoly Dobrynin’i Adalet Bakanligindaki ofisine
davet etti. Muhatabina, pazarligin kamuya açiklanmamasi sartiyla Kruschev’in
önerisinin ABD tarafindan kabul edildigini söyledi. Al-Ver isi derinlerde bir
sir olarak kaldi. Kennedy’ler, Kruschev’le pazarlik yapiyor görüntüsü
verilemezdi.
Çeyrek
yüzyil sonra McCone sunlari söyleyecekti: “Kennedy’ler, Sovyet temsilcileriyle
böyle bir pazarligin yapildigini ve Türkiye’deki füzelerin bu pazarliga konu
edildigini hiç kabullenmediler”. Bütün dünya, Baskan Kennedy’nin sakin ve
mantikli yaklasimlari ile kardesinin barisçil bir çözümden yana koydugu çelik
gibi bir irade sayesinde nükleer bir savasin esiginden döndügüne yillar boyu
inandi. McCone’in krizin çözümünde oynadigi önemli rolün üzeri, yirminci
yüzyilin sonuna kadar örtülü kaldi.
Füze
krizi sona ermisti ama Amerikan yönetiminin Castro’dan kurtulma takintisi devam
ediyordu. 1963 sonbaharinda CIA, Fidel Castro’yu öldürmesi için Küba ordusunda
binbasiliga kadar yükselmis, Ispanya’da askerî ataselik yapmis bir isim olan
Rolando Cubela ile anlasti. Kendisi hakkindaki suikast tertiplerinin farkinda
olan Castro bir demecinde söyle demisti: “Eger Amerikan liderligi, Küba
yönetiminden her hangi birine karsi suikast tesebbüsünde bulunursa,
kendilerinin de asla emniyette olamayacaklarini bilmelidir”. Buna ragmen
CIA’dan bir yetkili ile Cubela Paris’te bulustu. Suikastçi uzun namlulu,
dürbünlü ve güçlü bir silâh talep etti. “Gerçek bir vurus talep ediyoruz” dedi
CIA yetkilisi, “Istedigin silâh temin edilecek”.
“Hey
Patron, Iyi Is Çikardik Degil mi?”
4
Kasim 1963 tarihinde Kennedy, sekreterine bir Amerikan müttefiki olan Güney
Vietnam’in Baskani Ngo Dink Diem’in suikasta kurban gitmesiyle ilgili bir not
dikte ettirirken söyle söyleniyordu: Ne yazik ki islerin bu noktaya varmasinda
epeyce sorumlulugumuz var. Öldürülüs biçimi de çok vahsiceydi”.
CIA
mensubu Lucien Conein, Diem’i katleden isyanci generallerle isbirligi yapmasi
için Kennedy tarafindan görevlendirilmis bir casustu. 1954 yilinda Ho Chi Minh,
Dien Bien Phu savasinda Fransizlari yenilgiye ugrattiktan ve ülke Kuzey / Güney
olarak ikiye bölündükten sonra buraya gönderildi. Conein, bölgede daha önce de
çesitli savaslara katilmis oldugu için çok deneyimliydi. Kuzey Vietnam’da bir
çok sabotaj eylemleri gerçeklestirmisti. Eylemleri arasinda, trenleri, otobüsleri,
yakit depolarini havaya uçurmak, 200’den fazla Vietnamliyi komando olarak
egitmek, Hanoi’deki issiz mezarlik alanlara, gerektiginde kullanmak üzere silâh
gömüp gizlemek gibi isler vardi. Saygon’a döndükten sonra CIA’nin sagladigi
paralarla siyasi partileri olusturma isini organize etti, gizli polis teskilâtini egitti, propaganda amaçli
sinema filmleri yaptirdi, hatta bir astroloji dergisi yayinlatarak yildizlarin
Diem’in yaninda oldugu söylentisini yaydi. Bir ülkenin sifirdan baslayarak
yapilandirilmasinda önemli roller üstlendi.
ABD,
bölünmeden sonraki dokuz yil boyunca, bu Budist ülkenin, mistik bir Katolik
olan Baskani Diem’i, komünistleri Vietnam’dan uzak tutmasi hedefine dönük
olarak destekledi.
************
1959
yilinda K. Vietnam’in köylü askerleri, Laos’un balta girmemis ormanlari
boyunca, G. Vietnam’a giden ve Ho Chi Minh adini verdikleri bir geçit yolu açma
isine basladilar. CIA, Laos’taki hükümeti satin alarak, komünistlerle savasacak
gerillalar yetismesine ve yol yapiminin durdurulmasina çalisti. K. Vietnamlilar
da, Güneyde bir komünist olusum gerçeklestirmek için gösterdikleri çabalara hiz
verdiler.
Mücadele
tirmaniyordu. Baskan Kennedy Amerikan askerlerinin hayatlarini, Uzak Dogunun
balta girmemis ormanlarinda heba etmek istemedigi için yerel güçleri kullanmayi
tercih etti. CIA bu maksatla, Laos’ta ve sair yerlerde asiret liderlerini satin
aldi ve onlari Komünist K. Vietnam rejimine karsi silahlandirdi. Ama CIA’nin
önde gelen sahinleri, Laos’ta savasa girme taraftariydi.
Vietnam’da
görevlendirilen CIA mensuplari, ülkenin tarihinden ve kültüründen bîhaberdi,
kendilerini de komünizme karsi girisilmis küresel bir savasin süngüsü olarak
görüyorlardi. Yerel yetkililer de, Amerika’yi temsil eden gücün bölgedeki ABD
diplomatik misyonu olmadiginin ve ABD adina tavir alma yetkisinin sadece CIA’da
oldugunun farkindaydilar çünkü paranin muslugu CIA’nin elindeydi.
CIA’cilar,
Saygon’da çok para harciyor ve çok iyi vakit geçiriyorlardi ama düsman hakkinda
yeterli istihbarata sahip olmayislari büyük eksiklikleriydi. Tecrübesizlikler
yüzünden bir çok fiyasko yasandi. Bunlardan biri de Kuzey’e gönderilen 200’ün
üzerinde G. Vietnamli ajanin, tek tek düsmanin eline geçmesiydi. CIA bu
ajanlari, müttefik oldugu sanilan bir Kuzeyli casusun yardimiyla düsman
topraklarina sizdirmaya çalismisti.
Kennedy,
1961 yilinda, Vietnam’da olup biteni rapor etmesi için özel temsilcisi General
Maxwell Taylor’u bu ülkeye
gönderdi. Gelen bilgiler
G. Vietnam’daki durumun
vahim oldugunu söylüyordu.
Eger ABD burada güvenilirligini
kanitlamak ve davaya olan inancini ispatlamak istiyorsa kendi askerini
göndermeliydi, isler artik lâfla yürümüyordu. Bu rapor “çok gizli” olarak
arsivlerde kaldi.
General
Taylor, esas savasin G. Vietnam hükümetinin içinde verilmesi gerektiginden
bahsediyordu. ABD, G. Vietnam yönetiminin içine sizmaliydi. Isin Lucien
Conein’e verilmesi de bu düsüncenin ürünüdür.
***********
Conein,
Baskan Diem’in yari deli kardesi Ngu Dinh Nhu ile çalismaya basladi. Çekinmeden
ABD yarbay üniformasini tasiyan Conein, köylüleri komünistlere karsi militan
olarak yetistirmek de dahil olmak üzere G. Vietnam’in tüm askerî ve siyasi
faaliyetlerinde rol üstlenir pozisyona geldi.
Buda’nin
2527. dogum günü kutlamalarinin yapildigi 7 Mayis 1963 aksami Hue sehrinde
Diem’in askerleri Budistlere saldirdi ve birkaçini öldürdü. Budistlerin
çogunlukta oldugu bir ülkede Katolik bir rejim kurmaya çalisan Diem, uyguladigi
baski sonucu Budistleri karsisina almis ve güçlü bir muhalefet hareketine neden
olmustu. 11 Haziran günü, Quang Duc isimli Budist rahip, rejimi protesto
amaciyla sokak ortasinda oturup kendini yakinca tüm dünya basinina malzeme
oldu.
Bu
olayi takiben, Diem gücünü korumak amaciyla baskilarini daha da arttirdi,
kadin, çocuk, rahip demeden birçok insanin kanina girdi. Robert Kennedy de
kimse tarafindan sevilmeyen Diem’in iktidardan uzaklastirilmasini istiyordu ama
komünistlere karsi kim mücadele edecekti?
4
temmuz günü L. Conein, 18 yildan beri tanidigi General Van Don’dan bir mesaj
aldi. Gizlice bulustuklari yerde, General, Conein’e, Baskan Diem’i devirmeye
yönelik bir darbe hazirligi içinde oldugunu açikladi. Gerçeklestirebilirse
ABD’nin tavrinin ne olacagini sordu. Cevap olumluydu ama darbede Amerika’nin
– Conein’in – rolü bulundugu asla ortaya
çikmamaliydi (Bu karar, Disisleri Bakanina, Savunma Bakanina ve CIA Baskanina
danisilmadan verilmisti).
McCone,
yerine uygun biri bulunmadan Diem’in uzaklastirilmasina karsiydi. Saygon CIA
istasyon sefligine vekâlet eden Dave Smith’e suikast ve darbe hazirliklarina
son verilmesini emrederek görüslerini Baskan Kennedy’ye aktarmaya gitti. Ancak,
Conein’in de iyice bulastigi tezgâh o kadar ilerlemisti ki, saatleri geri
çevirmek artik çok zordu.
***
Takvimler
1 Kasim’i gösterdiginde darbe vuruldu. Saygon’da ögle saatleri, Washington’da
gece yarsiydi. Conein, ‘üniformasini’ giydi, yanina 70 bin dolarla silâhini
aldi ve G. Vietnam ordusu Genel Kurmay Baskanliginin yolunu tuttu. Sokaklarda
silâhlar patliyordu. Darbe liderleri, havaalani, telefon idaresi ve benzeri
önemli merkezleri ele geçirmislerdi. Diem’e, Baskanliktan istifa ederse,
kendisine ve kardesine güvenli bir sekilde yurtdisina çikma izni vereceklerini
söylediler, aksi halde bir saat içinde baskanlik sarayina saldiracaklardi. Diem
öneriyi ret etti ve ABD Büyükelçisini arayip ABD’nin nasil bir tutum alacagini
sordu. “Bir fikrim yok” dedi Büyükelçi, “Washington’da sabahin 4.30’u, bu
saatte orada kimsenin görüsü olmaz” diye ekledi. Sonra Diem’e, kendisine
yapilan öneri hakkinda ne düsündügünü sordu. Diem yalani seçti ve öneriden
haberi olmadigini söyledi. Sonrasinda eskiden tanidigi Çinli bir tüccarin evine
sigindi. Çatismalar gece boyunca sürdü, baskanlik sarayinin isyancilarin eline
geçisi sirasinda yüzlerce Vietnamli öldü. Nihayet sabah 6’da Diem darbeci
generali arayarak baskanliktan istifa edecegini bildirdi. General, güvenlik
vaadiyle Diem ve kardesini, Çin mahallesinde bulusma noktasi olarak belirledikleri
bir kiliseden aldirdi. Diem ve kardesini tasiyan cipin soförü Generalin sahsi
korumasiydi. Konvoy yola çikarken General’in emri geldi: “Her ikisini de
öldürün!”.
Generaller
Conein’e Diem’lerin intihar ettigini söylediler. Conein buna hiç inanmasa da,
durumu Washington’a böyle bildirdi. 2 Kasim Cumartesi günü Disisleri Bakani
Dean Rusk’tan söyle bir cevap aldi: “Haberin sokunu yasiyoruz. Olay gerçekten
intihar ise, halk hiç bir tereddütte mahal vermeyecek biçimde buna ikna
edilmelidir”.
O
gün, Saygon’daki Amerikan Büyükelçiliginde görevli bir subay olan Jim
Rosenthal, bazi önemli misafirleri karsilamak için malikânenin kapisina gider.
O’nun sözleri: “O manzarayi hiç unutamam. Misafirleri tasiyan araç kapiya
yanasmis, yiginla gazete fotografçisi flaslarini patlatmakta, ön kapi açiliyor,
Conein disari firlayip misafir arabasinin arka kapisini açarak selâma duruyor.
Içerden generaller çikiyor. Büyükelçi onlari karsiliyor. Herifler darbeyi yapip
Baskani öldüreli daha 48 saat bile geçmemis, bizim Conein, suratinda ‘Hey
patron, nasil ama, iyi is çikardik di mi?’ der gibi bir ifadeyle
generalleri Büyükelçi’ye teslim ediyor...”.
“Bunun
Bir Komplo Oldugunu Sanmistim”
J.
Kennedy’nin Plânlama Dairesi Direktörlügüne getirdigi Richard Helms, 19 Kasim
1963 günü Beyaz Saraydaki toplantiya elinde bir seyahat çantasiyla geldi.
Toplanti sirasinda çantayi açarak içindeki hafif makinali tüfegi masanin
etrafindakilere keyifle gösterdi. Bu zafer kupasi, Fidel Castro’nun
Venezuela’ya sokmaya çalistigi kaçak silâh kasalarinin birinden çikmisti.
Toplanti Castro’nun nasil tasfiye edilecegi hakkindaki görüslerin
tartisilmasiyla devam etti. Toplanti sonunda Helms silâhi çantasina
yerlestirirken Baskan’a dönerek; “Iyi ki bu aleti binaya sokarken gizli servise
yakalanmadim” diyecek oldu. Kennedy gülümseyerek, yari saka, yari ciddi; “
Evet” dedi, Bu gerçekten bana bir güven duygusu veriyor”. Ve üç gün sonra
öldürüldü (22 Kasim 1963).
McCone,
olayin hemen ardindan CIA’nin dünyadaki tüm istasyonlarina durumu bildirir bir
mesaj hazirlamaya giristiginde aklindan geçenler, Baskan Yardimcisi L. B.
Johnson’un düsündükleriyle hemen hemen ayniydi; “Eger Baskanimizi
öldürebildilerse simdi sira kimde?” Washington’da neler oluyor? Füzeler ne
zaman basimiza yagmaya baslayacak?
Bu bir komplo olmali!...”
Cinayeti
takip eden bir yil boyunca, teskilât, ulusal güvenlik gerekçeleriyle,
bildiklerinin bir çogunu yeni Baskan’dan ve onun, olayin aydinlatilmasi için
kurdurttugu komisyondan gizledi. Kendi yaptigi arastirmalarin üzerindeki güvensizlik
bulutlari ise halen dahi dagilmamistir, belge saskinlik ve süphe ifadeleriyle
dolu bir belirsizlik yumagidir.
Asagida
yazilanlar 1998 ile 2004 yillari arasinda kamuya açilan belgelere ve CIA
yetkililerinin yeminli ifadelerine dayanmaktadir.
************
Gizli
servisin Meksika merkezinde görev yapan sekreter, Dallas’taki suikastin
sorumlusu olarak Harvey Oswald adli birinin yakalandigi haberini radyoda
duyduktan iki dakika sonra söz konusu kisiyle ilgili dosyayi patronu, CIA’nin
Güney Amerika’daki örtülü operasyonlardan sorumlu sefi John Whitten’e sundu.
Dünyani
en genis tabanli en etkili telefon dinleme imkânlarindan birine sahip olan
Meksika istihbarati dinleme servisi, Oswald’in 1 Ekim 1963 günü Mexico
City’deki Sovyet Büyükelçiligi ile yaptigi görüsmeyi kaydetmisti. Bu görüsmede
Oswald Sovyetler Birligine gitmek için yapmis oldugu vize basvurusunun ne
durumda oldugunu soruyordu. Kimdi bu Oswald? CIA, adamin 1959 yilinda
Sovyetlere siginmis eski bir Amerikan deniz piyadesi oldugunu biliyordu. Bir
Rus kadinla evliydi, Amerikan Pasifik donanmasina iliskin sirlari Ruslara
satacagi tehdidinde bulunmus, 1962 yilinda da Amerika’ya dönüs yapmisti.
Rusya’da bulundugu sirada KGB tarafindan sorgulanmis olmaliydi, hatta daha
ileriki bir zamanda kullanilmak amaciyla KGB saflarina katilmis dahi
olabilirdi. Helms, Oswald sorusturmasini Whitten’e verdi. Bu görevi, karsi
istihbarat uzmani olan James Angleton istiyordu ve bu ikili birbirini hiç
sevmezdi. Hayal kirikligina ugrayan Angleton tüm arastirmalar boyunca Whitten’in
çalismalarini sabote etmeye çalisti.
Arastirmalar
sirasinda Oswald’in Eylül ve Ekim aylari boyunca Sovyet ve Küba elçiliklerine
sik sik gittigi, Küba’dan, Sovyet vizesi çikana kadar bu ülkede kalma talebinde
bulundugu ortaya çikti. Böylece olayin arkasinda Castro’nun olabilecegi
düsünceleri filizlenmeye basladi. Yeni Baskan Johnson’un ise, ABD’nin son üç
yildan beri Castro’yu öldürmeye çalistigindan haberi yoktu. Bunu Castro’nun
disinda sadece üç kisi biliyordu; Allen Dulles, Richard Helms ve Robert Kennedy.
24
Kasim 1963 günü Washington’da Kennedy’nin cenaze töreni sirasinda Lee Harvey
Oswald Dallas polis merkezindeydi. Polislerin arasinda buradan çikarildigi
sirada, canli yayin yapan tüm televizyon kanallarinin kameralari adamin
üzerindeyken, bir baska suikastçi tarafindan vurulup öldürüldü.
Johnson,
CIA’nin Oswald hakkindaki tüm bildiklerini bir rapor halinde kendisine
vermesini istedi. Bu rapor sonradan kayboldu veya kaybedildi ama Whitten’in
söyledigine göre özeti suydu: CIA’nin elinde Oswald’in bir Moskova veya Havana
ajani olduguna iliskin saglam bir delili bulunmuyor ama adam ajan olabilir de!
**********
Bunun
üzerine Baskan Johnson bagimsiz bir sorusturma heyeti olusturmaya karar verir,
baskanligina da Yüksek Mahkemenin bas yargici Earl Warren’i getirir. Heyet
Warren’in ismiyle anilir.
CIA
bu gelismelerden hiç memnun degildir. Çünkü, teskilât tarafindan yapilan
sorusturmalarin Baskan’in gözünde yetersiz görüldügü gibi bir algi olusmaktadir
ama daha önemlisi CIA, Castro’ya karsi plânlanan suikast hazirliklarinin ortaya
çikacagindan endise etmektedir. Kamuoyunda, Castro’nun bu hazirliklar nedeniyle
Kennedy’yi öldürtmüs olabilecegi biçiminde bir kanaat olusmasi çok kaygi verici
bir olasiliktir. Kennedy suikastinin müsebbibi olmak durumuna düsmek, CIA
hakkinda hiç de hayirli olmayacaktir.
Baskan,
hem FBI’ya hem de CIA’ya, Warren Komisyonuna tüm bilgileri vermelerini ve tam
bir isbirligi ruhu ile çalismalarini emreder. Her iki teskilât da bu konuda,
görevi kötüye kullanma derecesinde berbat bir performans gösterir (Bu iki örgüt
arasindaki koordinasyon ve isbirligi eksikligi ile isteksizligi, adeta 11 Eylül
öncesi yasanan durumun habercisidir). Oswald hakkindaki sorusturmanin vardigi
nokta özetle sudur: Adam ABD’ye kizgin bir Castro hayranidir. CIA kendisi
hakkinda KGB saflarina katilmis bir casus olabilecegine dair hakli süpheler
beslemektedir. Havana üzerinden acil olarak Moskova’ya dönmek arzusundadir.
Olay günü Dallas’ta Baskan’in araç konvoyu içinde, adeta kendisine infaz isi
verilmis bir görevli gibi yer almistir.
Whitten,
olaydan on bes yil sonra verdigi ifadede, Castro’ya suikast tertipleriyle
ilgili olarak Warren Komisyonuna hiç bir bilgi verilmemesi hususunda Helms ve
Angleton arasindaki bir mutabakattan bahsetti. Ona göre, Komisyonun böyle bir gizli
mutabakattan haberi olsaydi, sorusturma çok farkli yönlere gidebilecekti.
Angleton’un
tavri, açikça adaletin tecellisini engellemek kapsamina girmekteydi. Bunu
yaparken sigindigi tek bahane, Moskova’nin, olaydaki rolünü gizlemek için
teskilatin içine köstebek yerlestirmis olmasi ihtimaliydi ve ketumiyetinin
kendisine göre hakli sebebi buydu.
**********
Angleton,
1964 yilinda ABD’ye siginmis bir KGB ajani olan Yuri Nosenko’dan
süphelenmekteydi. Nosenko varlikli bir ailenin çocuguydu ve babasinin etkin
kisiligi sayesinde, içki ve kadin meraki yüzünden basini soktugu yiginla
belâdan kurtulmus, KGB’de önemli noktalara gelmisti. 1982 Haziraninda,
silahsizlanma konferansina katilmak üzere Cenevre’ye gelmis olan Sovyet
heyetinde güvenlik görevlisiydi. Bu seyahati sirasinda kaldigi otelin odasina aldigi bir fahise, Nosenko’nun 900
dolarini çaldi. KGB, ajanlarina verdigi dövizlerin uygunsuz biçimde
harcanmasina çok agir cezalar verirdi bu yüzden Nosenko’nun parayi yerine
koymasi sartti. Amerikan delegasyonundan David Mark isimli bir diplomatla
iliski kurdu ve kendisine para karsiliginda bazi sirlar satabilecegini söyledi.
Anlastilar. Nosenko, Rus ajanlari sorgulamakta uzman olan Tennent Bagley
tarafindan uzun uzadiya sorgulandi ve önemli bilgiler verdi. Baslangiçta Bagley,
Nosenko’nun verdigi bilgilerin dogruluguna ikna olmustu ama sonrasinda
Angleton’un telkinleriyle aksine inandi ve adama düsman kesildi. ABD’den siginma talep eden Nosenko, KGB’deki Oswald
dosyasini inceledigini ve içinde Sovyetlerin Kennedy suikastina bulastigina
iliskin herhangi bir bulguya rastlamadigini söylüyordu. Bagley ve Angleton
ikilisinin Nosenko’nun yalan söyledigine dair kesin kanaatleri ilerde çok
olumsuz gelismelere neden olacakti.
Angleton,
eger Nosenko’nun dilini çözer de adamin Ruslarin büyük komplosunun bir parçasi
oldugunu kanitlarsa, Baskan Kennedy olayini da çözmüs olacagina inaniyordu.
Siginmaci KGB ajani, Adalet Bakani Robert Kennedy’nin onayiyla Nisan 1964!de
hapse atildi. Üç yil boyunca fiziki ve psikolojik iskence gördü. Ama kendisini suçlayacak somut bir delil elde
edilemedi. CIA bir süre sonra kendini bir ikileme düsmüs buldu. Nosenko’yu
saliverip sonra da Kennedy cinayetinin kilit adamini serbest birakmakla
suçlanmak istemiyordu. Ne var ki, defalarca ve farkli kisiler tarafindan
yapilan sorgulamalardan da bir sonuç alinamiyordu. Tutukluluk halinin devamini
yasal gösterecek tüm gerekçeler ortadan kalkinca Nosenko’ya, yattigi bes yilin
ardindan 80 bin dolar tazminat ödendi ve degisik bir kimlik verilerek tahliye
edildi, sonra da CIA kadrosuna alindi.
CIA,
suikast olayinda Ruslarin parmagi olmadigini hiçbir zaman kabul etmedi. Warren
Komisyonunun nihai raporunda da Nosenko’dan hiç bahsedilmedi. Richard Helms’e
göre bu olay, Sovyet ve Küba istihbarat servislerinin raporlarinin açilacagi
güne kadar aydinlanamayacakti. Baskanliginin son günlerinde L. B. Johnson’un
söyledigi gibi, “Kennedy Castro’yu bitirmeye çalisti ama Castro ondan önce davrandi”.
“Hayra
Alâmet Olmayan bir Sapma”
Kennedy’nin
gizli operasyonlari, tüm hayati boyunca Johnson’un pesini hiç birakmadi. Dallas
suikastinin, bir nev’i Diem olayinin ilâhi intikami oldugunu hep tekrarlayip
durmustu; “Bir avuç serseriyi bir araya getirdik ve gittik adami öldürdük”
derdi. Baskanliktaki ilk yilinda Saygon’dan darbe üzerine darbe yedi. Baskentte
türeyen isyanci bir grup Amerikalilari öldürüp
duruyordu.
Johnson,
Robert Kennedy’nin ABD ulusal güvenlik mekanizmalari üzerindeki etkinliginden
rahatsizdi. CIA teskilâtini da, o aralar sahip oldugu ‘esrarengiz isler
sebekesi’ imajindan kurtarip, yasalarin ön gördügü çizgiye çekmek istiyordu.
CIA Direktörü McCone’in istedigi de buydu. CIA, yasalarda belirtildigi gibi
istihbarat toplamak, bunlarin analizini yapmak ve Baskan’a rapor etmekten
sorumlu olmaliydi sadece. Komplolar kurup yabanci hükümetleri devirmek, örgütün
görevi olmamaliydi.
1963
yilinin sonlarina dogru Johnson’un en büyük sikintisi Vietnam meselesiydi. Tüm
güçlerle saldirmak mi, yoksa piliyi pirtiyi toplayip oradan çikmak miydi en
dogru olani. Binlerce Amerikaliyi oraya ölmeye göndermek de istemiyordu,
kendine ‘korkup çikti’ dedirtmek de... Savas diplomasisi disindaki tek seçenek
‘gizli operasyonlar’ olarak öne çikti.
***********
1964
baslarinda McCone ve CIA Saygon istasyonunun yeni sefi Peer de Silva tarafindan
verilen bilgiler iç kararticiydi. Vietnam’daki çatisma stratejilerinin
dayandirildigi istihbaratin çogu yanlisti ve Vietkong, hem K. Vietnam’dan hem
de baska yerlerden ciddi destek aliyor, bu destek de giderek büyüyecege
benziyordu.
Vietkong,
G. Vietnam’da da ciddi taban bulmaya baslamisti. Bun bilgi üzerine CIA ve
Pentagon yeni bir plân gelistirdi. 34 A kodu verilen bu plânin temel amaci, K.
Vietnam’a istihbarat ve komando unsurlari indirmek, limanlara ve sair alt yapi
tesislerine sabotajlar düzenlemek suretiyle Hanoi’yi, G. Vietnam ve Laos’taki
yikici faaliyetlerinden vazgeçirmek idi. Savasçilar, CIA egitiminden geçmis G.
Vietnamlilar, Çinli ulusalcilar ve Güney Korelilerden olusmaktaydi. Yukaridan
gelen bir emir üzerine bu birliklerin yönetimi CIA’dan alinip Pentagon’un
Vietnam’daki özel Operasyonlar Grubuna devredildi. Helms’e göre bu “hedeften
hayra alâmet olmayan bir sapma” idi ve CIA’yi espiyonaj görevlerinden
uzaklastirip ona bir nevi askerî destek üniformasi giydirmek olacakti.
1964
Martinda, Savunma Bakani McNamara ile McCone yeniden Saygon’a gittiler.
Döndüklerinde Bakan Johnson’a olumlu bir tablo çizildi. CIA Direktörü McCone’a
göre ise düsmana insan ve malzeme takviyesinin yapildigi Ho Chi Minh geçidi
açik oldugu sürece islerin olumlu gitmesi mümkün degildi. Bu fikir ayriligi
McCone’un kariyerinde sonun baslangici oldu.
Johnson,
kendisinden önceki baskanlar gibi CIA direktörünü düzenli olarak görmüyor,
haftalik yazili raporlarla yetiniyor, bunlari da cani istedigi zaman okuyordu.
Her ne kadar yasalara göre CIA, her türlü Amerikan istihbarat biriminin tepesindeki çati örgüt
olarak tanimlansa da Pentagon, orkestradaki birinci keman olma rolünü CIA’ya
birakmak istemiyordu. Pentagon bürokratlarinin, istihbarat islerinin saglikli
yürütülmesini önler mahiyetteki çalismalari McCone’i biktirdi ve istifasini
sunmasina yol açti. Johnson, Vietnam savasinin kizistigi o günlerde yönetimde
çatlak görüntüsü vermemek için istifayi kabul
etmedi.
ABD
savas gemilerine yapildigi iddia edilen bir saldiri sonucunda, Tonkin Körfezi
Kararnamesi adi verilen savas yetkisi apar topar Kongreden geçirildi. Baskanin
ve Pentagon’un yaptigi açiklamalara göre, orta yerde her hangi bir tahrik
olmadigi halde, K. Vietnam gemileri 4 Agustos 1964 günü Tonkin Körfezinde ABD
gemilerine saldirmisti. Ulusal Güvenlik Ajansi, tüm verileri dikkatle
inceledikten sonra, ilk saldirinin K. Vietnam tarafindan yapildiginin tartisma
götürmeyecek bir gerçek oldugunu saptamis ve McNamara’da yeminiyle durumu
dogrulamisti.
Bu
raporlar ve tespitler masum bir hatadan ibaret degildi ne yazik ki. Vietnam
savasi böylece, tahrif edilmis istihbarat raporlarina dayandirilan siyasi
yalanlarla baslamis oldu. Eger CIA, kendisine yasalarca emredilmis biçimde
çalissa ve McCone görevini lâyikiyla yapsaydi, uydurma bilgilere dayanan
raporlarin, bir iki saatlik ömrü bile olmazdi. Gerçekler, Ulusal Güvenlik
Ajansi’nin 2005 yilinda yaptigi itiraf niteligindeki açiklamalar yayinlanincaya
kadar ortaya çikmadi.
Isin
dogrusu, K. Vietnam saldirisinin, bir dizi Amerikan tahrikinden sonra
yapildigiydi. Bu tahriklerden ilki, ABD gemilerinin 12 mil kuralina kulak asmayip
Tonkin Körfezindeki Hon Me adasi sahillerine yaklasarak çikartma hazirliklarina
baslamasiydi. K. Vietnam sahil koruma botlari ada etrafinda toplanmaya basladi.
Amerikan Maddox savas gemisi bunlara üç kez ates açti ve bölgedeki 7. filonun
uçaklarindan yardim istedi. Uçaklarin saldirisi sonucu K. Vietnam botlarindan
üçüne agir hasar verdirildi, dört denizcileri öldü. Maddox’un bordasinda ise
bir tek kursun deligi vardi. 3 Agustos’ta ABD disisleri Hanoi’ye nota vererek
saldirilarin devam etmesi halinde sonuçlarinin agir olacagi uyarisinda bulundu.
Ikinci
ABD tahriki, Hon Matt adasindaki K. Vietnam radar üssünün havaya uçurulmasi
tesebbüsü idi. 4 Agustos günü sabaha dogru, Amerikan savas gemileri Maddox ve
Turner Joy alaca karanlik ortaminda hayalet gibi lekeler gördükleri iddiasiyla delicesine ates
açarlar, gemiler bir yandan da kendi etraflarinda hizla dönmektedirler. Bu
dönüslerin yarattigi etkiler, sonar raporlarina düsman torpidolari olarak
yansir. Çilginca salvolar devam eder, Amerikan gemileri, kendi gölgelerine ates etmektedir.
Johnson
o gece, K. Vietnam deniz üslerine hava saldirisi emri verdi. Ilk saldirinin K.
Vietnam tarafindan geldigine iliskin düzmece istihbarat raporlari hükümete,
zaten önceden kararlastirilmis olan politikalari hayata geçirme olanagi
vermisti. 7 Agustos tarihinde Kongre Vietnam savasini onayladi (Kongre’de
416’ya 0, Senato’da 88’e, 2 karsi oy).
Dönemin,
istihbarattan sorumlu direktör yardimcisi R. Cline, oynanan bu siyasi tiyatroyu
Yunan tragedyasina benzetmisti. Tipki kirk yil sonra, Irak kitle imha silâhlari
düzmecesine dayanarak savasa giren bir baska Amerikan Baskani döneminde oynanan
siyasi tiyatro gibi...
Yasananlardan
4 yil sonra Johnson, Tonkin Körfezinde o gece neler yasandigini söyle
özetleyiverdi: “O lânet olasi aptal
denizciler, uçan baliklara ates edip duruyorlardi”.
“Akildan
Fazla Cesaret”
Richard
Helms, Gizli Operasyonlar Sefi koltugundan kalkip CIA direktörlügü koltuguna
otururken en az on yil boyunca Vietnam kâbuslari gördügünü söylemisti. Hiçbir
zaman basariya ulasmayan, her yeni girisimden sonra basarisizligi daha da artan
olaylarin yasandigi bir kara basan...
Helms’in
yazdiklari arasinda sunlar da vardi: “En yetenekli elemanlarimizla, espiyonaj
literatüründeki her türlü denemeyi yapiyor ama Hanoi hükümetine bir türlü
sizamiyorduk. Politikalarinin ne oldugunu, kimler tarafindan yapildigini bir
türlü çözemiyorduk. Istihbarat konusundaki bu zafiyetimizin temelinde, Vietnam
tarihi, kültürü, sosyal yapisi ve dili hakkindaki ulusal cehaletimiz yatiyordu.
Ögrenmeyi istemedik. Bu yüzden de ne kadar bildigimizi bilemedik. Olaylari
anlamadik, yanlis degerlendirdik ve çok hatali kararlar aldik”.
L.
Johnson’un da Vietnam konusunda kâbuslari vardi. Kararsizlik göstermesi
halinde, R. Kennedy’nin kendisini, John Kennedy’nin G. Vietnam davasina
sadakatsizlik etmekle suçlayacagindan korkuyordu. “ Eminim ki bana omurgasiz
bir korkak oldugumu söyleyecekti. Uykumda kendimi yerdeki kaziklara baglanmis
olarak görüyordum, binlerce insan
üzerime ‘korkak, hain’ diye bagira çagira geliyordu”.
*************
Komünist
gerilla örgütü Vietkong’un, Güneydeki faaliyetleri güçlenerek sürüyor, bunlarla
nasil mücadele edilecegi konusunda ABD’de her kafadan bir ses çikiyordu. Isin
özüne R. Kennedy indi; “Bize silâh kullanmasini bilen adamlar lâzim”.
16
Kasim 1964’de CIA’nin Saygon Istasyon Sefi Peer de Silva’dan iddiali bir öneri
geldi. Da Silva, G. Vietnam’daki CIA gücünü artirmak amaciyla çesitli
vilâyetlerde paramiliter devriye birlikleri kurarak Vietkong’u avlamayi
düsünüyordu. Bu stratejinin büyük riski, olayi, ‘McNamara’nin savasindan
McCone’in savasina’ dönüstürecek olmasiydi. Buna ragmen ise girisildi ve
Vietnamli sivillere kontrgerilla egitimi verilmeye baslandi. McCone, da
Silva’ya güveniyor, çabalarini destekliyordu ama hiçbir girisimin bu savastan
galip çikilmasina yetmeyecegini düsünüyordu. CIA, ayrilikçi teröristlerle
mücadele edecek bir teskilât degildi, buna göre yapilanmamisti. Itirazi bunaydi
ve Baskan Johnson’a bir kez daha istifasini verdi, gene ret edildi.
Yönetim,
domino teorisinin gerçeklesmesinden korkuyordu. Buna göre, G. Vietnam’in
komünistlerin eline geçmesi halinde, arkasindan Laos, Kamboçya, Tayland,
Endonezya, Malezya ve Filipinler gelirdi. Bu gelismelerden Orta Dogu, Afrika ve
Latin Amerika da genis biçimde etkilenirdi.
Da
Silva’nin yazdiklarina göre Vietkong, terör kartini ustalikla amaçlari
dogrultusunda kullaniyor, yerel halktan da her türlü lojistik ve istihbarat
destegi aliyordu. Vietkong 1964 sonlarinda terörü baskente tasidi. Saygon
ziyaretinde bulunan Savunma Bakani McNamara bombali bir eylemden kil payi
kurtuldu. 7 Subat 1965’de Vietkong, Pleiku’da bir Amerikan üssüne saldirdi, 8
Amerikali öldü. Amerikalilarin silâhlari daha çok ve daha büyüktü ama
Vietkong’un da casuslari daha fazla ve daha yetenekliydi. Belirleyici fark da
buydu.
Dört
gün sonra, L. Johnson, Vietnam’in bombalanmasi emrini verdi. Napalm dahil her
türlü bomba kullanildi ama düsman adeta bombayi yedikçe güçleniyordu. CIA’nin
Saygon’daki adamlari ise, Washington’un kötü haberlerden hoslanmadigini
biliyordu. Istihbarat siyasilesmis, bilgiler generallerin, sivil yetkililerin
ve bizatihi CIA’nin tezgâhindan geçtigi sirada çarpitmalara ugrar olmustu.
Vietnam’daki kötü gidisat Baskanliga yansitilmiyordu ve bu is daha üç yil böyle
devam edecekti.
8
Mart’ta Amerikan deniz piyadeleri Da Nang’a çikti ve güzel kizlar onlari
çiçeklerle karsiladi. Vietkong’un karsilamasi ise daha farkli oldu. 30 Mart’ta,
Saygon’daki ABD elçiligine komsu CIA ofisinin önünde patlatilan bir araç
bombasi, sokaktaki yirmi kisiyle birlikte, Da Silva’nin sekreterinin canini
aldi. Iki CIA görevlisi kör oldu, altmis elçilik ve teskilât görevlisi
yaralandi, Da Silva’nin kendisi de bir gözünü
kaybetti.
Johnson
çaresizlik içinde savasa binlerce asker daha gönderip bombardimani
yogunlastirma karari alirken (bunu yaparken CIA direktörüne danismadi)
“Görünmeyen düsmanla nasil savasabilirim?” diye düsünüyordu.
*************
2
Nisan 1965’de McCone bir kez daha istifasini sundu. Istifasi, halefi is basina
gelir gelmez yürürlüge girmek üzere kabul edildi. Ayrilmadan önce Baskan’a su
uyarilari yapti: “Haftalar ilerledikçe, bombalamayi durdurmamiz konusunda kendi
halkimizdan, basindan, BM’den ve dünya kamuoyundan daha fazla baski gelmeye
baslayacak. Zaman aleyhimize isliyor ve K. Vietnam da buna oynuyor. Balta
girmemis ormanlarda asla kazanamayacagimiz ve çikmakta müthis zorlanacagimiz
bir savas bizleri bekliyor”. Önemli bir CIA analisti olan Harold Ford’da söyle
diyordu: “Vietnam’daki gerçeklerden giderek uzaklasiyoruz. Tutumumuzdaki cesaretin yeri,
aklin yerinden çok daha fazla”.
L.
Johnson, McCone’un diskurlarina, isine gelenler hariç, çoktandir kulak
asmiyordu zaten. CIA hakkindaki düsüncelerini söyle disa vurmustu bir
keresinde: “Çocuklugumu geçirdigim çiftlikte Bessie adli bir inegimiz vardi. Sabahin köründe kalkar, bin bir eziyetle
sütünü sagardim. Tam kovayi doldurdugumda, boka bulanmis kuyruguyla bir darbe
vurur kovayi devirirdi, illet olurdum. Bizim CIA’da böyle; çalisir didinir iyi
bir program yapar uygulamaya koyarsiniz, gelip bir darbe vururlar, her seyi
berbat ederler”.
“Uzun
Bir Kaydiraktan Asagiya Kayisin Baslangici”
Johnson
CIA’yi yönetecek yeni bir “Büyük Adam” arayisindaydi. Teskilâtin direktör
yardimcilarindan Marshall Carter, Baskana söyle bir tavsiyede bulundu:
“Askeriyeden ‘evet efendimci’ birini seçmeniz büyük hata olur, siyaset
dünyasindan bir ahbap çavusun seçilmesi ise tam bir ‘felâket’. Eger CIA içinden
bu göreve lâyik biri bulunamiyorsa dükkani Kizilderililere teslim ederek çekip
gidelim zaten!”.
Baskanin
ulusal güvenlikçilerinin (McCone, McNamara, Dean Rusk ve Bundy) tartismasiz tek
adayi Richard Helms idi ama L. Johnson CIA’nin basina, adini Polaris nükleer
füzelerinin gelistirilmesi programinda duyurmus, basarili bir deniz subayi olan
59 yasindaki emekli Amiral Red Raborn’u getirdi. Reborn yemin töreninde
Baskan’in övgü dolu sözlerini dinlerken mutluydu ama bu onun CIA çatisi
altindaki son mutlu anlari olacakti (28 Nisan
1965).
Ayni
gün Dominik Cumhuriyetinde olaylar patladi. 1961 yilinda Amerikan destekli bir
suikast sonrasinda diktatör Rafael Trujillo devrilmis, ülkede Karayiplerde
örnek olacak bir yönetim de kurulmaya çalisilmis ama basarili olunamamisti.
Simdi silahli asiler sokaklara dökülmüstü.
Johnson
Dominik’e 400 deniz piyadesi gönderdi. Bu, 1928 yilindan beri herhangi bir
Latin Amerika ülkesine yapilan en kapsamli
çikartma ve ayni
zamanda da, Domuzlar
Körfezi fiyaskosundan sonraki
ilk silahli müdahaleydi.
Yeni CIA Direktörü Reborn, her hangi bir somut delile dayanmadan isyanin Küba
tarafindan yönlendirildigini rapor etti. Johnson müdahaleyi genisleterek,
bölgeye önce 1000, sonra 6500 Amerikan askeri daha gönderdi. McNamara, olayda
Castro’nun parmagi olduguna inaniyordu. Johnson da TV’lere çikip halkina, Bati
dünyasinda yeni bir komünist devletin kurulmasina izin vermeyecegine iliskin
vaatlerde bulunuyordu. Ne var ki basin gelismeleri siddetle elestiriyor, U-2
olayi Eisenhower’i, Domuzlar Körfezi olayi Kennedy’yi nasil etkilediyse,
Dominik olayinin da Johnson’u öyle etkileyecegini yaziyordu. Johnson’da bir
“inanilirlik zafiyeti” vardi. Tabir yerlesti. Baskan artik yeni CIA
direktöründen görüs almiyor, onu umursamiyordu.
Istihbarattan
sorumlu Direktör Yardimcisi Roy Cline, istikrarsiz liderlik yüzünden teskilâtta
morallerin sifir oldugunu, “uzun bir kaydiraktan asagiya dogru kayisin
basladigini” söylüyordu.
Kendisine
bir ülkeden bahsedildiginde, burasinin Afrika’da mi, yoksa Güney Amerika’da mi
oldugunu bilemeyen Reborn’un tökezleme sürecinde teskilâti fiilen Richard Helms
yönetiyordu ve o siralar üç gizli operasyonu sürdürmekteydi: Laos’da Ho Chi
Minh geçidinin islerligine son vermek, Taylan’da seçimlere fesat karistirarak
basa isbirlikçi bir hükümet getirmek ve Endonezya’da gerçeklesmekte olan
komünist katliamina destek vermek. L.
Johnson, bu savaslarin basarisi için tavsiyesine bas vurdugu Eisenhower’dan su
görüsleri aldi: “Zafer tamamen iyi bir
istihbaratin mevcudiyetine baglidir. Bunu saglamak da en zor islerin basinda gelir”.
******
Laos
bir istihbarat savasi olarak basladi. Süper güçler ve onlarin müttefikleri
arasinda imzalanan bir anlasma uyarinca tüm dis güçlerin Laos’u terk etmeleri
gerekiyordu ama diplomasi dünyasindaki nezaket
kurallari, gerçek dünyanin sartlari ile örtüsmüyordu.
1965
yazinda Johnson, on binlerce Amerikan askerini Vietnam’a gönderdi. Laos’taki
savasi ise CIA sürdürüyordu. Ho Chi Minh
geçidine sürülen Hmong kabilesi köylüleri ve Tai komandolari hep CIA
kamplarinda egitilmislerdi ve baslarinda CIA yetkilisi Bill Lair vardi.
Laos’taki isler kötü gitmeye ve kayiplar artmaya baslayinca Lair gerçekleri
gizleme yolunu seçti. Bir kere bu yola sapilinca dönüs çok ama çok zor oluyordu.
Bu
ülkedeki en siki savasçilardan biri de Anthony Poshepny, nam-i diger, Tony Poe
idi. Hmong ve Tai birlikleriyle dag bayir dolasan uçuk bir kisilikti. Sonunda
da onlardan biri haline dönüstü. Poe, öldürdügü düsmanlarin kulaklarini keser,
torbaya doldurdugu kulaklari, kazandigi zaferlerin bir kaniti olarak getirip,
CIA ofisindeki amirlerinin masasina koyardi. Tropikal bölgeye savasmaya
gönderilmis Amerikan gençlerinin, içine düsmesi çok siradan olan, seks, alkol
bagimliligi, delirme gibi olumsuzluklar Laos’ta daha da azmaktaydi.
Mayis
1965’de Laos Istasyon Sef Yardimciligina atanan Jim Lilley’in anlattiklari:
Yerel savasçilarin, etkisiz hale getirdiklerini söyledikleri Vietkong sayisi
abartiliydi, üstelik Amerikan uçaklarinin bombalamasi için hedef gösterdikleri
düsman yerleskelerinin koordinatlari da çogunlukla yanlis çikiyordu. Bu yüzden
ABD uçaklari dost köyleri bombaliyor, felâketler yaratiyor ve büyük nefret
çekiyordu. CIA’nin, Long Tieng’deki üssünü genisletmeye karar vermesiyle yeni
yollar, depolar, daha genis pistler, cipler, is makinalari, daha fazla
personel, cephane gelmeye basladi. Ama merkez olayi paramiliter bir sorun
olarak görmekten vaz geçmiyor, isin esasini bir türlü yakalayamiyordu. Laos
adeta ikinci bir Vietnam’a dönüsmüstü ve ABD kontrolü elinden kaçirmaya
basladi.
Vietnam’i
alt etmenin kilidi komünistlerin malzeme ve insan trafigini geçirmek için
kullandiklari Laos’taki Ho Chi Minh geçidini kullanilmaz hale getirmekti ama
sanki bu trafik, her Amerikan bombardimanindan sonra biraz daha artiyordu. Bu
asamada CIA, Laos Istasyon Sefligine yeni bir atama yapti: Ted Shackley.
********
Shackley
daha önce Asya’nin yakinindan bile geçmemisti ama bir an önce sonuç almak için
ise hizli basladi. Onun yönetimi altinda ofisindeki CIA çalisanlarinin sayisi
30’dan 250’ye, Loolu paramiliter savasçilarin sayisi 40 bine çikti. Bunlarin
gayretleri ve B-52 bombardiman uçaklari sayesinde geçidin beli kirilir gibi
olmustu. Shackley’in Washington’a gönderdigi, su kadar yeni komandoyu
saflarimiza kattik, ayda su kadar komünist öldürüyoruz, söyle isler basariyoruz
mealindeki raporlar yönetimi sevklendirmis ve CIA’nin Laos’taki savasi için on
milyonlarca dolarlik yeni ödenek çikmisti. Shackley savasi kazanmak üzere
oldugunu saniyordu ama Ho Chi Minh üzerindeki trafik hiç kesilmeden akiyor, akiyordu...
***********
CIA
Tayland’da daha ince, daha alengirli bir siyasi sorunla karsi karsiya geldi:
Bir demokrasi yanilsamasi yaratmak!
Tayland
1965 yilina kadar ABD tarafindan desteklenen bir cunta tarafindan yönetilmisti.
Destegin nedeni de generallerin bölgede komünizmin yayilmasina karsi
koymalariydi. Ancak bölgede demokrasinin de isleyecegini göstermek gerekiyordu.
ABD, generalleri serbest seçim düzenlemeleri konusunda tesvik ediyordu ama sol
oylarin çogunlugu almasina da bir biçimde engel olunmaliydi. CIA fonlariyla ABD
yanlisi yeni bir siyasi parti olusturuldu ve örgütlendirildi. Amaç partiye
seçimi kazandirmak ama perde arkasinda da mevcut yöneticilerin ipleri tutmaya
devam etmelerini saglamakti. Amerika’nin Vietnam’da kazanabilmesi için
Tayland’in istikrarli olmasi sartti. Plân, Baskan Johnson tarafindan bizzat
onaylandi ve uygulandi.
*******
CIA’ya
göre, eger Amerika’nin Endonezya’daki etkisi azalirsa, Vietnam’da kazanilacak
bir zaferin hiçbir anlami kalmayacakti. Beyaz Saray bu sekilde uyarildi.
Teskilât yedi yildan beri dünyanin en kalabalik Müslüman nüfusunu barindiran bu
ülkeyi yönetecek yeni bir lider arayisindaydi. Bu sirada, 1 Ekim 1965 aksami
Endonezya’dan bir siyasi deprem haberi geldi. Sukarno, adeta kendi rejimine
karsi bir darbe yapmis, iktidarini korumak amaciyla ülkenin komünist partisi
(PKI) ile isbirligine girmisti. Duyurunun yapildigi gece, aralarinda Genel
Kurmay Baskaninin da bulundugu bes general öldürülmüstü. Ulusal radyo, Baskani
ve ülkeyi CIA’dan korumak için bir ihtilal konseyinin yönetime el koydugunu
duyuruyordu. CIA’nin ordu ve hükümetin içinde bazi adamlari bulunuyordu.
Bunlardan biri, PKI ve Sukarno hükümeti içine sizmasi için görevlendirilmis
Adam Malik idi.
CIA,
Adam Malik, Merkezî Java Sultani ve Suharto ismindeki bir generalden olusan
troykaya bir gölge hükümet kurdurtma çabasina giristi. Malik, Endonezya’daki
Amerikan Büyükelçisi Marshall Green ile bulusarak hedefini açikladi: Kendi
önderliginde kurulacak Kap-Gestapo adli siyasi bir örgüt vasitasiyla
Endonezya’yi komünistlerden kurtarmak!
Kisa
süre sonra ülkeden katliam haberleri gelmeye basladi. General Suharto’nun sivil
sok gruplari, Dogu ve Merkezî Java’da yüzlerce insani öldürüyordu. CIA,
programin desteklenmesi gerektigine inaniyordu ama gelismelerde Amerikan
parmagi oldugu anlasilmamaliydi. Bu çerçevede Endonezya ordusuna 500 bin
dolarlik bir yardim yapilmasi kararlastirildi. Yardim CIA eliyle tibbi malzeme
olarak yapilacak ama bunlar piyasada satilarak elde edilecek nakit ordu
tarafindan amaçlari dogrultusunda kullanilacakti.
Endonezya’yi
büyük siddet dalgasi sardi. Rejim degisti. Adam Malik Disisleri Bakani oldu
(Malik daha sonralari, ABD’nin destegi ile BM Genel Kurul Baskanligi yapti).
Siddet olaylari sirasinda 500 binden fazla insan öldü, 1 milyondan fazlasi
siyasi görüsleri nedeniyle tutuklandi, bunlardan bazilari on yildan fazla hapis
yatti. Endonezya, soguk savas sonuna kadar askerî diktatörler tarafindan
yönetildi. ABD, kirk yil boyunca, Endonezya’da komünizm karsitligi adina
sürdürülen vahsette parmagi oldugunu inkâr etti. Büyükelçi Marshall Green
“Dalgalari biz olusturmadik” demisti, “Biz sadece olusan dalgalara binip sahile çiktik”.
*************
1966
yilinda teskilât bünyesinde kapsamli degisiklikler meydana geldi. Richard Helms
nihayet bekledigi göreve kavustu (Uzun yillar boyu birlikte çalistigi kader
arkadasi Frank Wisner, kisa süre önce beynine siktigi bir kursunla intihar etmisti, bu atama onun
için iyi bir teselli oldu). R. Helms 30 Haziran 1966 tarihinde yemin ederek
göreve basladi. Üçte biri denizasiri ülkelerde casusluk yapan 20 bin kisilik
bir teskilâta ve 1 milyar dolari asan bir bütçeye sahipti, Washington’un en
güçlü adamlarindan biri haline gelmisti.
“Böyle
Giderse Bu Savas Kazanilamaz”
Richard
Helms görevi devraldiginda, 250 bin Amerikan askeri fiilen savasin içindeydi.
Güneydogu Asya’da 1.000 gizli ajan, CIA merkezinde 3.000 istihbarat görevlisi,
giderek büyüyen felâketle ugrasmaktaydi. Istihbarat görevlileri kötümser, savas
alanindakiler ise gidisattan memnun, ayri dünyalarda yasiyorlardi.
O
dönemde CIA saflarina katilan yüzlerce gençten biri olan Bob Gates (Gelecekte,
CIA Direktörlügü ve Savunma Bakanligi yapacakti), doksan günlük bir staj dönemi
yasadi. Olaylara objektif bir gözle bakabilen bu iyi egitimli genç, Vietnam
savasi hakkinda söyle bir gözlemde bulunmustu: ABD’nin savas pilotu sikintisi
çekmeye basladigi
anlasiliyor.
Komünistleri bombalamaya, saçi basi agarmis albay rütbeli pilotlar
gönderiliyor. Böyle giderse bu savas kazanilamaz.
***********
CIA’nin
yetenekli analistlerinden birinin hazirladigi kitap kalinligindaki rapor,
Amerikalilarin yaptigi hiçbir seyin savasi kazandiramayacagini öngörüyordu.
Raporu okuyan Savunma Bakani McNamara, Vietnam’da görev yapmis en üst düzeydeki
uzmani görmek istedi. Ona, kendi yerinde olsaydi Vietnam’da ne yapacagini
sordu. Uzman, Vietnam’da en uzun süreyle (17 yil) görev yapmis bir kisi olarak
yapilmasi gerekenleri söyle anlatti: “Amerikan güçlerine takviye yapmayi keser,
Kuzey’i bombalamayi durdurur ve Hanoi ile ates kes pazarligina otururdum”.
McNamara diger randevularini iptal etti ve uzman George Allen’le görüsmesini
sürdürdü. Ikinci sorusu söyleydi: “Amerika, Asya’daki domino taslarinin
yikilmasina neden izin versin?” Su cevabi aldi: “Baris masasinda karsilasmaniz
muhtemel olan riskler, savas alanindaki risklerden daha büyük degildir. Eger
bombardimani durdurup, Sovyetler, Çin, Asya’daki müttefikleriniz ve
düsmanlarinizla bir pazarlik masasina oturursaniz, onurlu bir baris
anlasmasiyla masadan kalkma sansiniz olabilir”.
Bu
toplantidan üç hafta sonra McNamara Baskan’i aradi, Vietnam’daki güçlere
takviye yapilarak bir yere varilamayacagini ve bombardimanin kesilmesi
gerektigini söyledi. Baskan, anlasilmaz bir homurtuyla cevap verdi ve telefon kapandi.
McNamara,
Vietnam’daki Amerikan askerlerini öldüren Vietkong güçlerinin sayisi hakkinda
fena halde yaniltildigini çok geç anladi. Tipki, bir çok yil sonra Irak’ta
düsülen yanilgi gibi... Eger Vietkong, iki yil kesintisiz sürdürülen
bombardiman ve yogun saldirilardan sonra hala 500 bin kisilik bir güçle ayakta
durabiliyorsa bu savas kazanilamazdi. Ancak, G. Vietnam’daki Amerikali
komutanlar Baskan Johnson’a gönderdikleri raporlarda öyle söylemiyorlardi.
Mesele savasi kazanip kazanamama meselesi degildi onlara göre, yönetim, savasin
hangi hizda kazanilmasini istiyordu, mesele buydu. Ordu, her ne kadar basini ve
dolayisiyla halki ikna edemiyorsa da savasi kazanabilecegini ispat etmek
kararliligindaydi ve CIA’da yaniltici raporlar vermeye devam ediyordu.
Ancak
R. Helms, Baskan disinda hiç kimsenin göremeyecegi, acitici derecede dürüst bir
CIA çalismasini, yazdigi bir mektup ekinde kendisine sundu. Mektup, çalismanin
çok hassas bilgiler içerdigini ve sizmasi halinde son derece sakincali sonuçlar
dogacagini belirttikten sonra söyle devam ediyordu: Amerikan kamuoyunun
yönetime getirdigi bazi kisitlamalar içerisinde hareket edildigi sürece,
karsimizdaki iyi organize olmus, kalabalik, yetenekli ve halk tarafindan destek
gören isyan hareketini bastirmamiz mümkün degildir. ABD askerî gücü, bunun gibi
kararli, becerikli ve siyasi açidan basiretli bir gerilla gücüyle basa
çikabilecek sekilde yapilandirilmamistir”.
Yöneticilerin
ve komutanlarin önüne hiç bir dönemde görülmedigi kadar fazla istihbarat
geliyordu ama pek azi bir anlam ifade ediyordu. ABD Baskanlari, üretilen bir
dizi yalani birbirlerine ve halka anlatmislar, savasi da bu yalanlara dayanarak
yönlendirmeye çalismislardi. Beyaz Saray ve Pentagon’un halki her seyin iyiye
gittigine inandirmasi bir yere kadardi, sonucu belirleyecek olan savas
alanindaki gerçeklerdi.
“Siyasi
Bir Hidrojen Bombasi”
13
Subat 1967’de CIA Genel Merkezi Beyaz Saraya bir uyari gönderdi. Sol egilimli
bir dergide, CIA’nin, sivil toplum örgütlerini ve vakiflari kullanarak yabanci
ülkelerin iç islerine yasa disi biçimde karistigi, emellerine alet ettigi masum
ve genç insanlari tehlikeye attigi iddia edilecekti. Yönetimi çok zor durumda
birakacak bir saldiri olacakti bu. L. Johnson, CIA’nin iliskide oldugu vakif ve
organizasyonlarla ilgili bir rapor hazirlanmasini istedi. CIA’nin 20 yildan
beri gizlice yürüttügü çalismalar gün isigina çikmak üzereydi. Teskilât, Radio
Free Europe, Radio Liberty, Kültürel Özgürlük Kongresi, Ford Vakfi, Asya Vakfi
gibi taninmis kurumlari, bunlarin yaninda bir çok etkin basin ve yayin
kurulusunu, vitrindeki bir takim kukla sirketler vasitasiyla finanse etmisti.
Özellikle radyolar, demir perde ülkelerindeki insanlara yönelik yayinlariyla,
siyasi propaganda savasi sahasinda CIA’nin tarihindeki en etkili silâhi olmustu.
Disisleri
Bakani Dean Rusk’ta, 1961 yilindan beri CIA eliyle bu tür çalismalara harcanan
milyonlarca dolarin halkin diline düstügünü, yurt disinda da gözden kaçmadigini
söyleyip duruyordu. CIA’nin bu tip islere verdigi destek, giristigi gizli
operasyonlar arasinda en önde gelen faaliyetlerden biriydi. Yapilan
arastirmalar gösteriyordu ki, CIA’nin bu türden çalismalari lâyikiyla
denetlenemiyordu. Teskilâtin kontrolden çikmak üzere oldugu, gerek Beyaz
Saray’da, gerek Disisleri ve Adalet Bakanliklarinda ve gerekse de Kongre
nezdinde giderek agirlik kazanan bir endise haline gelmekteydi.
************
20
Subat 1967’de Baskan Johnson, Adalet Bakanligina vekâlet eden Ramsey Clark’i
çagirdi. Castro’ya suikast tertiplenmesiyle ilgili olarak, CIA, mafya ve R.
Kennedy arasinda ne tür bir iliski yasandiginin FBI tarafindan arastirilmasini
istedi. Önde gelen bir gazeteciden, CIA’nin Castro’yu öldürtmek üzere bir
suikastçi kiraladigini, adamin cinayeti isleyemeden Castro’nun eline geçtigini
ve iskence altinda suçunu itiraf ettigini ögrenmisti. Söylendigine göre, Castro
da bunun üzerine Oswald ve baska bir kaç kisiyi toplayarak J. Kennedy’nin isini
bitirmeleri talimatini vermisti.
On
gün sonra bu bilgileri Johnson’a aktaran gazeteci Drew Pearson’in kösesinde
söyle bir yazi çikti: “Baskan Johnson siyasi bir hidrojen
bombasinin üzerinde oturuyor. Teyit edilmeyen bilgilere göre, Senatör
R. Kennedy, Castro’ya suikast talimati vermis olabilir. Castro’ya dogrultulan
silâh geri tepti ve senatörün kardesini vurdu”.
Yazi
R. Kennedy’yi fena halde korkuttu. R. Helms ile bulustular. Helms R. Kennedy’ye
CIA ile kardesi arasinda suikasti konu alan tek iç yazisma belgesini verdi.
Belgede Castro’ya düzenlenmesi plânlanan mafya suikasti ile Kennedy arasinda
açikça baglanti kuruluyordu. Bu bilgiyi, bir kaç gün sonra tamamlanan FBI
raporu da dogruluyordu. Johnson bu kez, Castro, Trujillo ve Diem’e karsi
düzenlenen komplolarla ilgili olarak CIA’nin da bir arastirma yapmasini talep
etti. Helms tarafindan görevlendirilen müfettislerce yazilan CIA raporu su sonuca
ulasiyordu: Diem ve Trujillo’nun katilleri ABD hükümeti tarafindan
cesaretlendirilmisti ama kontrol ABD yönetiminin elinde degildi. Castro olayina
gelince, CIA ajanlari Castro hakkinda “bir seyler” yapilmasi gerektigi
konusunda ABD yönetiminin en üst kademelerinden baski görüyorlardi. Bu “bir
seyler”in, Castro’nun öldürülmesi anlamina geldigini de Küba’da görevli tüm
istihbarat mensuplari biliyordu.
Rapor
bu kadarini söylüyordu. Cinayet konusunda Baskanligin bir emri bulunup
bulunmadigina deginilmiyordu. Bu ayrintiyi aydinlatacak tek kisi R. Kennedy
idi. Helms, 10 Mayis tarihinde raporu Baskan’a sundu. Aralarinda geçen
konusmaya iliskin bir bilgi bulunmuyor, varsa da bilinmiyor. Ancak Helms, 23
Mayis’ta, Senatör Richard Russel’in baskani oldugu CIA alt komitesine ifade
vermeye çagrildi. Rusell bu toplantida Helms’e eski CIA ajanlarinin bu
konularda sessiz kalmalarinin saglanip saglanamayacagini sordu. Rusell merkeze
dönerek CIA müfettislerinin hazirladigi raporla ilgili olarak ortada ne kadar
belge varsa imha etti. Raporun tek kopyasi Helms’in kasasina kilitlendi ve tam
altmis yil boyunca dokunulmadan orada kaldi.
***************
Helms
1967 bahari boyunca teskilât içi huzursuzluklarla bogustu. Konu, en yetenekli
çalisanlarin, Jim Angleton’a karsi isyan boyutunda tavir almalariydi. Angleton,
Israil’in yardimlariyla, Kruschev’in Stalin’i yerin dibine batirdigi konusmayi
ele geçirdiginden beri teskilât içinde sah kesilmisti. Angleton’un görevi,
bünye içine sizabilecek komünist ajanlardan teskilâti korumakti. Bu görevin önemli
olduguna süphe yoktu ama son gelistirdigi “Büyük Komplo” teorisi örgütü zehirliyordu.
Bu
teoriye göre (Helms’in 2007 yilinda açiklanan gizli zabitlarinda yer
almaktadir) Moskova ile Pekin arasinda ayriliklarin bas gösterdigi dogru
degildir. Uluslararasi komünizm tek vücut halindedir. Ayrisma olduguna dair
söylentiler bizzat komünistler tarafindan yayilmaktadir. Amaci Bati’yi
sasirtmak ve dayanismalarini
gevsetmektir. Özgür dünyanin mensubu olan ülkeler arasindaki saflar
açildikça, Moskova’nin bunlari tek tek ele geçirmesi kolaylasacaktir. Bunu
önleyecek olan da Batili istihbarat örgütleridir ama Sovyetler, onlarin içine
fena halde sizmis vaziyettedir. Bati uygarliginin kaderi büyük ölçüde karsi
casusluk uzmanlarinin elindedir.
Angleton’un
takintilari yüzünden, CIA’nin içindeki sadik yabanci ajanlarin getirdigi
bilgilere kulak tikanmaya baslanmisti çünkü bu ortamda herkes birbirinden süphe
eder hale gelmisti. Gizli servisin içinde Angleton’a karsi bir cephenin varligi
iyiden iyiye hissediliyordu. Ne var ki Helms bu adami hep tuttu. Bu arka
çikisin iki ana nedeni vardi; biri, onun
is basinda oldugu süre boyunca CIA’nin içine hiçbir Sovyet casusu sizmamisti.
Ikincisi ise, Israil’in, Misir, Suriye ve Ürdün’e
karsi girisecegi saldiriyi
(6 Gün Savasi diye bilinir)
önceden ve dogru bir zamanlamayla
tahmin etmisti. Bu basarilar da Helms’in Baskan nezdindeki itibarini
yükseltiyordu. Nitekim Helms, o bilgiyi getirdigi hafta Baskan’in en yakin
çalisma arkadaslariyla yedigi Sali yemeklerine davet edilmis, CIA nihayet
istihbaratin ne denli önemli bir rol oynadigini kanitlayarak Baskan’in gözüne
girmisti.
*********
Helms,
yurt içindeki gizli CIA operasyonlarini kontrol altinda tutmak istedigi kadar
yurt disindakileri de toplumun gözünden uzak tutmaya çalisiyordu çünkü hepsi
birer potansiyel hidrojen bombasiydi. Iste bunlardan bir kaçi: 1967
sonbaharinda Saygon’da çok hassas bir operasyon baslatildi. CIA, siyasi açidan
çok etkin bir Vietkong savas esirini Hanoi’ye iade etmek suretiyle karsi
tarafin baris konusundaki yaklasimlarini anlamak istiyordu. Amaç, düsmanla en
üst seviyede baris görüsmeleri yapmanin yolunu açmakti ama bu girisimden bir
sonuç alinamadi. CIA, aralarinda Panama’nin
da bulundugu bir
çok ABD dostu
ülkede yerel komünist
partilerin kurulmasini gerçeklestirip
yönetti. Amaci bu yerel komünist parti liderlerinin Moskova’ya davet
edilmelerini ve buradaki toplantilara katilmalarini saglamakti. Böylece Sovyet
stratejileri ilk agizdan ögrenilebilecekti.
Iyi
operasyonlarin hazirlik asamasi yillar alabiliyordu. Alt yapinin olusturulmasi,
iliskilerin gelistirilmesi için sabir, para ve kurnazlik gerekiyordu ama bunlar
yetmiyor, gerçek silâhlara da ihtiyaç duyuluyordu. Bunlar, isbirlikçi devlet
liderlerinin ve onlarin emrindeki, CIA tarafindan egitilmis güvenlik güçlerinin
elinde olmaliydi. Üst düzey bir CIA yetkilisi olan Al Haney, ABD’nin dünyaya
polislik yapmasinin ancak Amerikan dostu üçüncü dünya ülkelerinin
silahlandirilmasiyla mümkün olabilecegini söylemisti. Görüslerini söyle
temellendiriyordu: “Anti demokratik rejimlerin güvenlik mekanizmalarini
güçlendirerek o rejimlerin yöneticilerinin yerlerini saglamlastirmalarina
yardim etmek, etik açidan Amerika’ya yakismaz deniliyor. Ancak bizim, sadece
kendi ideallerimize uyan rejimleri destekleyip, digerlerini göz ardi etmek gibi
bir ahlâki lüksümüz olamaz. Özgür dünya semsiyesi altindaki, mutlak monarsileri,
diktatörlükleri ve cuntalari ayirip geriye ne kaldigina bir bakin. Eger sadece
bunlarla isbirligi yapilacak olunursa, ABD kendini dünya realitelerden
soyutlama yoluna sokar”.
Al
Haney’in önerisi dogrultusunda uygulamaya konulan program çerçevesinde, 25
ülkede, 771.217 asker ve polis teskilâti
yetkilisi egitim gördü. Aralarinda, Iran, Irak, Güney Kore ve Güney Vietnam’in
da bulundugu bu ülkelerin gizli polis örgütleri, CIA yardimlariyla kuruldu ve
söz konusu ülkelerin güvenlik teskilâti sorumlulariyla içisleri bakanlari her
zaman CIA ile yakin isbirligi içinde oldular.
1960’li
yillarda CIA’nin Latin Amerika ülkelerindeki faaliyetleri dramatik biçimde
artmisti. Aralarinda Brezilya ve Arjantin’in de bulundugu 11 Latin Amerika
ülkesi CIA tarafindan destekleniyordu. Dost bir liderin basa gelmesiyle, bu
liderin üzerindeki Amerikan etkisinin sürekli kilinmasi için CIA istasyon
sefleri söyle taktikler uyguladiklarini anlatir: “Dünyada neler olup
bittiginden haberleri olmadigi için onlarin istihbarat servisleri gibi çalisir,
liderlerine haftalik brifinglerle isinize gelen, manipüle edilmis bilgileri
verirsiniz ve tabii Washington’a, suraya buraya tatile götürürsünüz”.
Helms
bir resmi raporunda, Latin Amerika askerî cuntalarinin ABD için iyi oldugunu
yazmisti. Siyasi krizlerle ancak bunlar basa çikabiliyordu. Özgürlük ve
demokrasi adina karmasik mücadelelerle ugrasilacagina, kanun hakimiyetinin ve
nizâmin saglanip sürmesi için elbette bunlar tercih edilmeliydi.
Johnson
yönetimi süresi boyunca, Kennedy’ler tarafindan baslatilan kontrgerilla
hareketleri kök saldi, Eisenhower tarafindan yürürlüge konan iç güvenlik
programlari gelistirildi. 1967 yilinda, iki kitaya özenle yerlestirilmis
diktatörler sayesinde CIA, soguk savas döneminin en önemli zaferlerinden birini
skor tabelasina yazdirdi: Che Guevara’nin avlanmasi.
**********
Che,
Küba devriminin askerleri ve casuslari için yasayan bir efsane, bir semboldü.
Bu asker ve casuslar, Kongo gibi çok uzak yerlerde dahi görev yapmaktaydilar.
Kongo, o dönemde Afrika’daki soguk savasin yönetim merkeziydi ve lider Mobutu,
CIA ile gayet uyumlu çalisiyordu. Küba ve Sovyet etkisini kirmasi için
kendisine her türlü askerî ve sahsi destek veriliyor, karsiliginda, Afrika’nin
göbeginde CIA üsleri kuruluyordu.
Soguk
savas döneminin klâsik çatismalarindan birinde, Che’nin Kübalilariyla, CIA’nin
Kübalilari, Tanganika gölünün bati kiyilarinda karsi karsiya geldi. Yeterli
donanima sahip olmayan Che çekilmek zorunda kaldi, Atlantik’i asip Bolivya
daglarinda gizlendi ama CIA’nin takibinden kurtulamadi. Çok fakir bir ülke olan
Bolivya’nin yönetimi
Rene Barrientos isminde sagci bir generalin eline geçmisti. Muhaliflerini
siddet yoluyla bastiran general, sagladigi istikrar nedeniyle CIA’nin gözüne
girmis ve parasal destegini almisti.
CIA’nin
Domuzlar Körfezi operasyonu gazisi Kübali uzmanlariyla, CIA egitimli Bolivyali
komandolar daglarda Che’nin izini sürdü ve sonunda onu yakaladilar (8 Ekim
1967). Che bacagindan yaralanmisti ama genel saglik durumu iyiydi. Sorgulandi.
Che, Kongo’daki çatismalar ve Küba devriminin gelisimi hakkinda bilgiler verdi.
Castro’nun, Domuzlar Körfezi çikartmasi sirasinda yakalanan hainler disinda,
1.500 kadar siyasi düsmanini ortadan kaldirdigini açikladi. Ideallerinin eninde
sonunda gerçeklesecegine inaniyordu. Bolivya’dan kaçis için bir plâni yoktu, ya
kazanacak, ya kaybedecekti. Che’nin yakalanisi nedeniyle Güney Amerika’daki
gerilla hareketi muazzam bir darbe yemisti. Yüksek komuta kademesi Che’nin
öldürülmesi emrini verdi. Tetigi çekecek cellada Che’nin söyledigi son sözler
sunlar oldu: “Karima yeniden evlenmesini, Fidel’e de gerilla hareketinin Güney
Amerika’da yeniden yükselise geçeceginden emin oldugumu söyleyin”.
Bölgedeki
CIA’ci Tilton, Genel Merkezdeki Tom Polgar’a Che’nin öldürüldügü haberini
geçti. Polgar, Che’nin öldürüldügünden emin olmak için Tilton’a “Adamin parmak
izlerini gönderebilir misin?” diye sordu. Tilton “Isterseniz parmaklarini da
gönderebilirim” diye cevap verdi, infazcisi Che’nin elini kesmisti.
***********
CIA’nin
hatali girisimleri, sayisal açidan, yukaridaki gibi zafer borusu çalabilecegi
eylemlerinden çok daha fazlaydi. Teskilât bir keresinde, Mustafa Amin isminde
önemli bir Misirli gazetecinin iskence görmesine ve dokuz yil hapiste yatmasina neden olmustu. O
yillarda Cemal Abdül Nasir, CIA’nin yönetimini devirme çabasi içinde oldugundan
sikâyet ediyordu – hakli olarak. Amin Nasir’a yakin bir kisilikti ve gerek
bilgi vermesi ve gerekse ABD yanlisi yazilar yazmasi için CIA’dan para
aliyordu. CIA elbette bunu inkâr ediyordu ama bir gün bir Amerikali yetkiliden
para alirken kameralara yakalandi, desifre oldu, sonrasinda hapis ve iskence geldi.
Helms
CIA’nin güvenirliligini artirmak istiyordu. Kamuoyundan ve hükümetin içinden
gelen elestiriler, hele basin yoluyla orta yere saçilan gizli operasyon
ayrintilari teskilâti fazlasiyla yipratiyordu. Direktör, 30 Eylül 1967’de
yazdigi bir talimatla, tüm birimlerden, siyaseten hassas projelerin yeniden
gözden geçirilmesini ve Amerikan bütçesinden para alan tüm yabanci politikacilar
(iktidardakiler ve muhalefettekiler) ile askerî yetkililerin isimlerini istedi.
Yapilan
derinlemesine incelemeler sonucunda, foyasi meydana çikmis yabanci ajanlara,
üçüncü sinif gazetelere, basarisiz politikacilara ve diger verimsiz operasyonlara
akitilan paralar epeyce azaldi. Bati Avrupa’da yürütülmekte olan büyük siyasi
mücadelelerin sayisi da eksilmisti. CIA artik Güneydogu Asya’daki sicak savas
ile Orta Dogu, Afrika ve Latin Amerika’da yürütülmekte olan soguk savaslara
odaklanacakti.
Ne
var ki, yurt içinde de bir savas vardi. Helms’in Baskan’dan aldigi yeni emir,
siyasi açidan en hassas bir konuya; Amerikan vatandaslari
hakkinda casusluk yapilmasina yönelikti.
“Yabanci
Komünistleri Yakalayin”
Johnson,
savas aleyhtari hareketlerin kendisini Beyaz Saray’dan uzaklastiracagini
saniyordu, oysa onu oradan uzaklastiran savasin kendisi oldu.
Ekim
1967’de bir avuç CIA ajani Washington’da düzenlenen savas karsiti büyük bir
gösterinin arasina karisti. Baskan, bu gösterilerin Moskova ve Pekin tarafindan
düzenlenip finanse edildigini düsünüyor, katilimcilari da devlet düsmani olarak
görüyordu. Helms’e bu görüs ve düsüncelerin delillendirilmesi talimatini verdi.
Helms Baskan’a Amerikan yurttaslari hakkinda casusluk yapilmasinin kanunlara
göre yasak oldugunu hatirlatti ise de Johnson, “Biliyorum ama gene de,
fütursuzca iç islerimize karisan o yabanci komünistlerin izlenip yakalanmasini
istiyorum” dedi. Helms, yasalara aykiri oldugunu bile bile bir yurt içi
denetim ve gözetleme operasyonuna giristi. ‘Kaos’ kod adli bu operasyon, CIA’yi
bir nevi gizli polis konumuna getiriyordu. Helms, yedi yil boyunca bu
denetimleri sürdürdü ve isi yapacak birimi, ‘Özel Eylemler Grubu’ adi altinda,
Angleton’un Karsi Casusluk Biriminin içine monte edip orada gizlemeyi basardi.
11 CIA ajani saçlarini uzatti, Yeni Sol hareketinin jargonunu ögrendi ve
Amerika ile Avrupa’daki baris örgütlerinin arasina sizdi. Tam 300.000 isim
fislendi, 7.200 kisi hakkinda detayli dosya açildi, Ulusal Güvenlik Ajansi, çok
yogun bir biçimde Amerikan yurttaslarini yasa disi biçimde dinleme isine
soyunmustu.
Baskan
ve Kongre’deki muhafazakârlar, baris yanlisi protestocularla, Amerika’yi sarsan
irkçi göstericiler arasinda bir bag oldugunu ve bunlarin her ikisinin de
arkasinda komünistlerin bulunduguna inaniyordu. CIA’nin bunu kanitlamasi
istendi, onlar da ellerinden geleni yapti. 1967 yilinda Amerikan gettolari
savas alanina dönmüstü. 75 farkli
noktada patlayan gösteriler, vurdugu yerleri harabeye çevirdi, 88 ölüm, 1.397
yaralanma meydana geldi. 16.389 tutukludan 2.157’si mahkûm oldu. Isin ekonomik
faturasi da 665 milyon dolar olarak belirlendi.
CIA,
bütün çabalarina ragmen ne zenci isyancilarin, ne de baris protestocularinin
arkasinda, Moskova’nin veya Hanoi’nin parmagi bulunduguna dair somut bir delil
ortaya koyabildi.
Milyonlarca
Amerikali her aksam TV’leri basinda savas haberleri izler hale gelmisti.
Gündemi sarsan bir olay da 31
Ocak 1968 günü meydana geldi. 400 bin komünist asker, Güney Vietnam’in
neredeyse bütün büyük sehirlerini ve askerî garnizonlarini (Amerikan birlikleri
dahil) hedef alan saldirilarda bulunmustu. 1 Subat tarihinde ise, Saygon
güvenlik güçlerinden bir polisi, sokak ortasinda, sogukkanlilikla, bir Vietkong
isyancisinin kafasina kursun sikarken gösteren o meshur fotograf bütün
gazetelerde yayinlandi. Ertesi gün Amerikan uçaklari, sadece Khe Sanh bölgesine
tam 100.000 ton bomba yagdirdi ama bir önceki gün yasanan sürpriz saldirinin
yarattigi agir psikolojik etkinin silinmesi kolay olmayacakti. Düsmanin
niyetleri hakkinda hiçbir sey bilememek CIA adina büyük bir istihbarat
zafiyetiydi.
11
Subat 1968 günü Helms’in Vietnam uzmanlariyla yaptigi toplantida su görüsler
agirlik kazandi: Saygon’daki Amerikan Komutani General Wetmoreland’in tutarli
bir stratejisi yok. Buraya daha fazla Amerikan birlikleri gönderilmesinin bir
anlami kalmamistir. Eger ABD hükümeti ve G. Vietnam ordusu, dayanisma ve
koordinasyon içinde düsmanla savasmayi beceremeyecekse, mücadeleye son verip
Vietnam’dan çekilmelidir.
Bölgeye
gönderilen müfettisler G. Vietnam ordusunun dagildigini, Amerikan ajanlarinin
ve askerlerinin moral çöküntüsü ve panik içinde oldugunu rapor ettiler. Helms
bu durumu sahsen Baskan’a anlatti. Johnson’un konuyla ilgili siyasi iradesi
adeta yerle bir oldu.
19
Subat günü Hanoi bir saldiri daha gerçeklestirdi. Baskan Johnson bunun üzerine
Eisenhower’in görüslerini almak istedi. II. Dünya Savasinin muzaffer komutani
ve eski baskan, 500 bin Amerikan askerine komuta eden General Wetmoreland’in,
Amerikan tarihinde hiçbir komutanin tasimadigi kadar büyük bir sorumluluk
tasidigini söyledi. Johnson, Eisenhower’a, kendisinin II. harpte 5 milyon
askere komuta ettigini, mukayese edildiginde Vietnam olayinin o kadar da büyük
olmadigini, neden bu durumu ‘en büyük sorumluluk’ olarak niteledigini sordu.
Eisenhower’in cevabi: “Bu baska türlü bir savas, Wetmoreland düsmaninin kim
oldugunu bilmiyor!”.
Sonunda
Johnson, hiçbir stratejinin Vietnam’daki istihbarat zafiyetini telafi edecek
güçte olamayacagini idrak etti. Amerika, anlamadigi bir düsmani yenemezdi. Bir
kaç hafta sonra, gelecek seçimlerde baskanliga adayligini koymayacagini
açikladi.
***********