CIA TARIHI -1 -   KÜLLERIN MIRASI, ENKAZ DEVRALMAK -  CIA Tarihi (Legacy of Ashes - The History of CIA)

CIA TARIHI -1 - KÜLLERIN MIRASI, ENKAZ DEVRALMAK - CIA Tarihi (Legacy of Ashes - The History of CIA)

Fevzi BOZKURT
Bilim


 
Yazar Hakkinda: TIM WEINER yirmi alti yildan beri Amerikan istihbarat servisleriyle ilgili yazilar yazan Pulitzer ödüllü bir New York Times muhabiridir. Bu kitap, CIA tarafindan düzenlenen operasyonlari izlemek için Afganistan dahil birçok ülkeye seyahat etmis olan Tim Weiner’in üçüncü kitabidir.
 
CIA TARIHI - 1
ENKAZ DEVRALMAK, CIA’nin ilk altmis yilinin hikâyesidir. Teskilâtin ugradigi basarisizliklarin, bati uygarliginin gelmis geçmis en güçlü medeniyeti olan ABD’nin ulusal güvenligine ne denli büyük bir tehdit olusturdugunu anlatir.
 
Gücünü sinirlarinin ötesine yansitmak iddiasinda olan bir devletin, yurt disinda neler olup bittigini anlamaya, daglarin ardini görmeye ihtiyaci vardir. Halkini buralardan gelecek tehlikelere karsi korumak onun görevidir. Bunun için gizli operasyonlar yapar. Baskan Eisenhower’in deyisiyle bunlar “Nahos ama gerekli isler”dir. Güçlü ve akilli bir istihbarat teskilâti olmadan generaller ve Baskanlar kör ve sakattir. Süper güç ABD, hiç bir dönem özledigi böyle bir teskilâta sahip olamadi.
 
CIA’nin yurt disi geçmisi kisa süreli basarilar ile uzun süreli ve kalici basarisizliklarla doludur. Yurt içinde ise siyasi güç savaslarinin sahnesidir. Teskilâtin bazi basarilari belki bir miktar kan dökülmesini önlemis, zenginliklerin korunmasina yaramistir ama hatalari bunlari hesapsizca çarçur etmistir. Bu hatalar, yüzlerce Amerikan askerinin ve gizli ajaninin hayatina mal olmus, 11 Eylül 2001’de üç bin Amerikalinin terör saldirisinda ölmesine ve sonrasinda bir o kadarinin da Irak’ta, Afganistan’da yitip gitmesine yol açmistir.
 
Bütün bu olumsuzluklarin nedeni, CIA’nin en birincil görevini yerine getirememesidir. O görev, ABD Baskanini, dünyada neler olup bittiginden haberdar etmektir! II. Dünya Savasindan sonra dahi, Sovyet komünizmine direnebilecek tek güç olarak kalan ABD’nin, esgüdüm içinde çalisip Baskani aydinlatacak bir istihbarat teskilâti yoktu.
 
Savas deneyimi olan, vatansever bazi Amerikalilar teskilât saflarinda çalistilar ama pek azi vizyon sahibiydi. Baskanlari yanlis yönlendirdiler. Olup bitenleri kavramaktan aciz olan Baskanlar, CIA’ya gizli operasyonlarla tarihin akisini degistirme görevi verdiler. Ajanlarin mesleki egitimleri, savas alanlarinda yaptiklari hatalardan ders almak olgusundan ibaretti. Baskan’a duymak istemediklerini söylemek tehlikeli isti, bu yüzden yurt disindaki basarisizliklarini örtmek, Washington’daki konumlarini korumak için Eisenhower ve Kennedy’ye yalan söylediler.
 
Johnson, Nixon, Ford, Carter; bunlarin hiçbiri teskilâtin nasil çalistigini anlayamadi. Onlara göre CIA, ya her seyi halledebilen, ya da her seyi yüzüne gözüne bulastiran bir olusumdu, bir türlü hangisi olduguna karar veremediler. CIA’nin uzman analistleri degerlendirmelerini objektif bilgilere göre degil, halk arasindaki yaygin inanislar dogrultusunda yaptilar, düsmanin niyet ve yeteneklerini hatali yorumladilar, komünizmin gücünü yanlis hesapladilar, terörizm tehdidini algilamakta yetersiz kaldilar.
 
Soguk Savas döneminde CIA’nin en önemli görevi, istidam ettigi ajanlar vasitasiyla Sovyetlerin sirlarina erismekti. Kremlin’in içine nüfuz edebilecek yetenekte tek bir kisiyi bile elde edemediler. Yanlarina alabildikleri sadece gönüllü olarak gelenlerdi. Bunlarin çogu da, Reagan ve G.W. Bush döneminde, CIA’nin Sovyet masasinda görevliydiler ve Sovyetler hesabina casusluk yapan çift tarafli Amerikan ajanlarinin ihanetine ugrayip yakalandilar veya öldürüldüler.
 
CIA Reagan döneminde, kendisine bir üçüncü dünya misyonu yükleyip Iran Devrim Muhafizlarina silah satarak Orta Amerika’daki savasi finanse etmeye kalkisti. Örgütü yönetenler, yasalari ihlâl ettiler ve zaten iyice azalmis olan kurumsal itibarlarini hepten sifirladilar. Ama en önemlisi, esas düsmanin, yani Sovyetlerin zayifliklarini tespit edemediler.
 
Teknoloji ilerledikçe, karsi tarafta neler olup bittigini anlamak insanlarin görevi olmaktan çikip makinalara devredildi. Uydular belki Sovyet silahlarinin yerini tespit edebildi ama komünizmin yikilmakta oldugu, soguk savas bitene dek algilanamadi.
 
CIA, Kizil Ordu’nun Afganistan’i isgalini önlemek için milyarlarca dolar harcadi ve Sovyetlere karsi destansi bir  bir basari kazandi ama Islamci savasçilara sagladigi silahlarin bir gün kendi kafasina dogrultulabilecegini algilayip tavir alamadi, bu da tarihi bir basarisizlikti.
 
Soguk Savas döneminde CIA’yi bir arada tutan amaç birligi, 1990’larda Clinton yönetimi sirasinda çözüldü. Teskilât, âdeta Pentagon’un alt birimiymis gibi islemeye basladi. Görünürdeki savaslarin stratejilerini belirlemekle ugrasacagina hiç yasanmayacak savaslar için taktikler gelistirmek yolunda enerjisini harcadi, ikinci Pearl Harbor’u önleyecek gücü kalmamisti.
 
Beyaz Saray’a, Irak’ta kitle imha silahlari bulunduguna iliskin uydurma raporlar düzenleyince, bir gramlik bir istihbarata dayanarak, bir tonluk yalan yanlis bilgiler ürettikleri ortaya çikti, güvenilirliklerini tamamen yitirdiler. Baba Bush’un, bir zamanlar onurla yönettigi teskilât, ogul Bush tarafindan yurt disinda paramiliter bir polis gücüne, yurt içinde ise bürokrasiyi felç eden bir olusuma dönüstürüldü. G.W. Bush 2004 yilinda CIA’yi, Irak’taki savasin gidisati hakkinda sadece “varsayimda” bulunmakla suçladi ve asagiladi, böylece siyasi anlamda ipini çekmis oldu.
 
Teskilât eger varligini sürdürecekse kendini bastan asagiya yenilemelidir. Bu da yillar alacak bir süreçtir. Esasen CIA yöneticileri üç nesildir dünya olaylarini kavramakta güçlük çekmekteler. Benzer sekilde, gerek Baskanlar gerek Kongre üyeleri, hatta istihbarat örgütü direktörlerinin neredeyse tamami, CIA aygitinin isleyisini anlamakta yetersiz kalmislardir. Bu yöneticilerden bir çogu, teskilâti, devraldiklari durumdan daha kötü bir biçimde haleflerine devretti. Basarisizliklari yüzünden, Eisenhower’in deyimiyle her nesil, kendinden sonraki nesle “miras olarak enkaz” birakti. Kisacasi, altmis yil önce nasil bir ortamda bu ise basladi isek, hala ayni ortamdayiz; yani tam bir kaos!
 
Bu kitap, Amerikan ulusal güvenlik kurumlarinin dosyalarinda yer alan sözlere, fikirlere ve belgelere dayanmaktadir. Çalismayi kaleme alirken, CIA, Beyaz Saray ve Disisleri Bakanligi arsivlerinde bulunan elli binden fazla belge okudum, iki binden fazla askerin, istihbarat elemaninin ve diplomatin hikâyelerini dinledim, 1987 yilindan bu yana üç yüzü askin CIA görevlisi ve emeklisi ile mülakat yaptim. Her yazilanin kaydi mevcuttur. Bu kitapta kulaktan dolma bilgi, isimsiz kaynaklara atif yoktur. Ancak isin dogasi geregi eksiklikler vardir. Hiç bir devlet baskani ya da CIA direktörü, hele hele disardan bir kisi, teskilât hakkinda her seyi bildigini iddia edemez. Burada yazdiklarim, elbette gerçegin tamami degildir ama yazilanlarin tamami gerçektir ve umarim faydali bir uyari olarak algilanir.
 
Tarihte varligini üç yüz yildan fazla sürdüren bir cumhuriyet görülmemistir. Dünyayi gerçek haliyle görüp anlamak bir zamanlar CIA’nin aslî görevi idi. Eger böyle gözlere sahip olamazsak ülkemizin büyük bir güç olarak varligini sürdürmesi mümkün degildir.
--------------------------------------------------------
BÖLÜM I
“Baslangiçta hiçbir sey bilmiyorduk” 
Truman Yönetimi Döneminde CIA 1943 – 1953
“Istihbarat Küresel ve Totaliter Olmalidir”
 
Baskan Franklin D. Roosevelt’in ölümünün ardindan, 12 Nisan 1945 tarihinde kendini Beyaz Saray’da bulan Harry S. Truman’in istihbarat adina bütün istedigi bir ‘gazete’den ibaretti. Ne atom bombasinin gelistirilmekte oldugundan haberi vardi, ne müttefiki olan Sovyetler ‘in niyetlerinden. Yetkilerini hakkini vererek kullanabilmek için bilgiye ihtiyaci vardi, hepsi o kadar.
 
Kendinden önceki baskan Roosevelt, savas zamaninda istihbarat hizmeti saglamasi amaci ile General William J. Donovan’a Stratejik Hizmetler Dairesini (Office of Strategic Services / OSS) kurdurtmustu. Ne var ki Donovan’in OSS’si, kalici bir yapilanma olamayacakti. Bu dairenin kül yigini enkazindan Merkezî Haberalma  Teskilâti (Central Intelligence Agency / CIA) ortaya çikti. Baslangiçta bu teskilâttan Truman’in bekledigi, kendisine dünyada olup bitenlerden bahseden günlük bir bülten sunmasiydi. Yillar sonra arkadasina yazdigi bir mektupta “Amacim asla bir casusluk organizasyonu kurmak degildi” demisti. Daha isin basinda amaçtan sapilmisti.
                                                       
**********
Onur madalyali bir savas kahramani olan Donovan, küresel ve totaliter bir savas yasandigindan istihbaratin da küresel ve totaliter olmasi gerektigine inaniyordu. Amaci, Amerika’nin düsmani olan ülkelere karsi yikici operasyonlar düzenlemek suretiyle bunlarin yeteneklerini, niyetlerini ve faaliyetlerini ögrenmekti. Donovan, eski askerlik arkadaslarindan Wall Street brokerlerinden, üniversite mezunu entellerden, gazetecilerden, dublörlerden, parali askerlerden, düzenbazlardan, kisacasi her türlü sosyal katmandan, gelisi güzel bir biçimde topladigi adamlarla inanilmaz bir kadro kurdu. Bu kadro savas sirasinda, Donovan’in genis hayal gücü ile planlanmis bir yigin casusluk ve sabotaj eylemleri gerçeklestirdi. Kimi basarili oldu, kimi fiyasko ile sonuçlandigi halde basarili imis gibi gösterildi.
 
Roosevelt’in Donovan konusunda hep süpheleri olmustu. 1945 yili baslarinda, OSS’nin harp sirasindaki operasyonlari hakkinda gizli bir tahkikat yapilmasini emretti. Ortaya Donovan’in “Amerikan tipi bir Gestapo” yapilanmasi olusturmaya çalistigi yolunda dedikodular yayilinca Baskan Donovan’a planlarini halinin altina süpürmesi talimatini verdi. 6 Mart 1945 tarihinde ise Genel Kurmayin karariyla planlar resmen rafa kalkti.
 
***************
Genel Kurmay, Baskan’a degil, kendilerine hizmet edecek bir casusluk teskilâti istiyordu. Böylece Amerikan istihbaratini kimin kontrol edecegine iliskin üç nesil boyunca sürecek bir savas baslamis oldu.
 
OSS’nin ülke içinde fazla bir itibari yoktu, Pentagon nezdinde ise hiç! Askerler sifreli Japon ve Alman haberlesmelerinden elde ettikleri bilgileri OSS’cilere vermiyordu. II. Dünya Savasinin sona ermesiyle Kongrenin baslattigi arastirmalar, ülkenin kendini savunmasi için baska yöntemlere ihtiyaci oldugunu açiga çikardi. Pearl Harbor faciasinin yaklasmakta olduguna dair bölük pörçük bir çok bilginin mevcut oldugu ama kurumlarin kendi aralarindaki çekismeler yüzünden bilgi paylasiminin yapilamadigi ve bu yüzden parçalarin birlestirilerek büyük resmin kimse tarafindan görülemedigi bu arastirmalar sirasinda anlasilmisti. Roosevelt’in Donovan hakkinda istemis oldugu gizli rapor ise ancak soguk savas sonrasinda kamuya açiklandi. Yer yer Donovan’in sahsini da hedef alan rapor, OSS’nin savas sirasinda yaptiklarini yerden yere vuruyor ve “Amerikan çikarlarina ciddi zarar vermis” olmakla suçluyordu. Ithamlarin bazilari söyleydi; Romanya’da bir eglence mekâninda evrak çantasini unutmak (sonrasinda çantanin bir dansöz tarafindan Nazilere verilmesi), yetenege göre degil, yandaslik  kriterine göre personel istihdam etmek, Liberya gibi uzak bölgelere ajan göndermek, sonra onlari orada unutmak, savasa tarafsiz olan Isveç’e yanlislikla komando birlikleri indirmek, Fransa’da ele geçen bir Alman cephaneliginin basina nöbetçi dikmek sonra hepsini birden havaya uçurmak, Roma’nin Nazilere teslim olmasindan sonra OSS’nin hatali istihbarat geçmesi neticesinde 1.100 kisiden olusan bir Fransiz birliginin düsman tarafindan tuzaga düsürülmesine ve tamamen yok edilmesine neden olmak vs.
 
Baskan Roosevelt 12 Nisan 1945 tarihinde vefat ettiginde Donovan, teskilâtinin sonunun geldigini anlamisti. Vefati takip eden bir aylik matem süreci boyunca Washington’da müthis bir iktidar çekismesi yasandi. Savasin Avrupa cephesinde sonlanip zaferin ilân edildigi 8 Mayis 1945 tarihini takip eden günlerde Donovan ülkesine dönerek gerek Kongrede gerekse basin nezdinde kendini savunma mücadelesine giristi. Yeni Baskan Truman onu fazla ciddiye almadi ve Japonya’ya atom bombasi atilmasindan alti hafta sonra 20 Eylül 1945 tarihinde, Donovan’in Gestapo biçimi yapilanmalara tesne oldugu kararina vardi ve kendisini görevden alarak OSS teskilâtinin on gün içinde dagitilmasini emretti. Amerikan casusluk örgütü böylece ortadan kalkmis oldu.
“Güç ve Siddet Mantigi”
 
Harp bitmis, Nazi tehdidi bertaraf edilmis ama onun yerini Sovyet tehdidi almisti. ABD’nin ise bu tehditle bas edebilecek bir istihbarat birimi yoktu. Gelecekte kurulacak olan teskilâtta rol alacak liderler ise iki kampa ayrilmislardi. Bir kismi espiyonaj teknikleri kullanilmasi suretiyle, sabirla ve yavas yavas gizli istihbarat toplanmasi gerekliligini savunuyor, diger kismi ise örtülü operasyonlar gerçeklestirerek düsmanla adi konmamis bir savasa girilmesinden yana tavir aliyordu. Casusluk yanlilari dünyayi anlamayi, gizli operasyon yanlilari ise dünyayi degistirmeyi amaçliyordu. Yöntem konusu bir yana, yönetimin kimde olacagi ayri bir tartisma konusuydu. Genel Kurmay yönetimin kendisinde olmasi konusunda bastiriyor, Kara ve Deniz Kuvvetleri kendilerine bagli ayri bir teskilât istiyor, efsanevi FBI Baskani J. Edgar Hoover, global casusluk operasyonlarinin FBI tarafindan yürütülmesini savunuyordu. Disisleri Bakanligi ise bu tür faaliyetleri kendi bünyesine alma çabasindaydi. Posta Idaresi bile istihbarat meselesini sahiplenmenin pesindeydi.
 
Truman, II. Dünya Savasi sirasinda olusturulmus olan muazzam Amerikan savas aygitinin demonte edilmesi isini Bütçe Dairesinin Baskani Harold. D. Smith’e vermisti. Uyari ondan geldi. Pearl Harbor öncesinde ABD, dünyadaki olaylardan habersiz, içine kapanik, saf ve masum bir yapi arz etmeye baslamisti. Truman, bu konuda bir seyler yapmanin vaktinin geldigi gerçegini nihayet farkina vararak, Deniz Kuvvetleri Istihbarat Dairesi Baskan Yardimcisi Sidney W. Sours’a bir teskilât kurdurttu. Ne var ki bu teskilâtin bir görev tanimi bile yoktu. Truman ‘gazete’ istiyordu. Casusluk yapilmayacakti. Sours, hiçbir devlet örgütünden destek alamadi. Yüz gün sonra da, dise dokunur yegâne hizmet olarak su çok gizli notu Baskan’a vererek görevi birakti: “SSCB hakkinda en üst düzeyde istihbaratin en kisa zamanda edinilmesi ABD açisindan hayati öneme haizdir.”
 
O günlerde Kremlin’le ilgili en güvenilir, en ise yarar bilgiler Moskova Büyükelçisi, Emekli General Walter Bedell Smith ve yardimcisi George Kennan’dan alinmaktaydi. Bedell çok sonralari CIA Baskani olacaktir. Bu dönemde Kennan’dan Washington’a tam 8.000 kelimeden olusan ve “Uzun Telgraf” adiyla ABD diplomasi tarihinin en meshur yazismasi olan tel çekilir. Tam bir Sovyet paranoyasini yansitan bu belgenin tek cümlelik özeti sudur: “Sovyetler akil ve mantiga kapalidir, onlar sadece güç ve siddet mantigindan anlarlar.”
 
**********
1946 ortalarinda, merkezî haberalma biriminin ikinci baskanligina eski bir pilot olan General Hoyt Vanderberg getirildi ama o da Kongre’nin onayi olmadan harcama yapamiyordu ve para olmadan güç de olmuyordu. Bu dönemde, Vanderberg, bütçe disi kaynaklardan sagladigi paralarla Avrupa’dan bilgi satin alma isine giristi. Sovyet niyetlerini, bu yöntemle anlamaya çalisti. Ise yaramaz istihbarat için, ise yaramaz adamlara milyonlarca dolar ödendi. Ortalik, yakin tarihteki, Irak’in kitle imha silahlarina sahip oldugu haberlerine benzer asparagas haberlerden geçilmiyordu; “Balkanlardaki Sovyet Generalleri, Istanbul’un düsüsü serefine kadeh tokusturuyor... Stalin Türkiye’yi isgal edip buradan Akdeniz ve Orta Dogu’ya atlayacak ... vs.” Hangi haberin dogru, hangi haberin uydurma oldugunu ayirt etmek, istihbarat birimlerinin en çetrefil görevi haline gelmisti.
 
Böyle bir ortamda Sovyet ilerlemesini önlemenin tek yolu olarak, Kizil Ordunun tedarik hatlarinin Romanya’da kesilmesi olacagina karar verildi. Amerikan görevlileri ve elde edilen Romen isbirlikçileri ile gizli bir direnis hareketi olusturuldu. Bu olusumun içine sizmayi basaran deneyimli Sovyet casuslari kisa zamanda örgütü açiga çikarip sorumlularini kendi yöntemlerine göre bertaraf etti. Romanya’nin basina gaddar bir dikta yönetimi geçti. Bunu çabuklastiran da, ilk sinir ötesi gizli operasyonunda basarisiz olan acemi Amerikan istihbarat grubu olmustu.
 
“Yangini Yanginla Söndürmek”
 
Frank ve Poly Wisner çiftinin Washington’daki evi, 1947 yili boyunca Pazar aksamlari, ABD ulusal güvenlik teskilâtinin sekillendirilecegi toplantilara sahne oluyordu. Geleneksel hale gelen bu toplantilarin menüsündeki ana ‘gida’ maddesi içki idi. Katilimcilardan biri olan yeni Disisleri Bakani G.C. Marshall, Kennan’i bakanliginin Politika Plânlama Dairesinin basina getirdi. Alti ay sonra da, dünyayi yeniden sekillendirecek üç hayatî karar devreye girdi:
 
Truman Doktrini: Dünyanin herhangi bir ülkesine, ABD’ye düsman bir ülke tarafindan yapilacak saldiri, Amerika’ya yapilmis sayilacakti. Bu çerçevede, yabanci ülkelerde yaptigi faaliyetleri durdurmasi konusunda Sovyetlere uyarida bulunulmasi kararlastirildi. Ayrica,
-Komünizmin yayilmasina karsi bir kalkan olusturarak ABD’nin etkinliginin artirilmasi amaciyla Marshall Plâninin devreye alinmasi ve, Merkezî Haberalma Teskilâti adli gizli bir servisin kurulmasi kararlari alindi.
 
***********
1947 yilinin Subat ayinda Ingiltere, artik Yunanistan ve Türkiye’ye askerî ve ekonomik yardim yapamayacagini ABD’ye bildirdi. Dogacak boslugun Sovyetler tarafindan doldurulacagi endisesiyle Amerika, Yunanistan’a milyonlarca dolarin yani sira savas gemileri, silah ve asker gönderdi. Atina müthis bir casusluk merkezine dönüsmüstü. Avrupa’da Sovyet tehdidi giderek artiyor ama ABD’nin hala güçlü ve koordineli bir biçimde çalisan istihbarat teskilâti bulunmuyordu. CIA, içe dönük siyasi çekismelerin gölgesinde, 18 Eylül 1947 tarihinde resmen kuruldu. Ancak dogusu daha bastan sakatti. En temel görevlerinden biri Pentagon ve Disisleri Bakanligindan gelen raporlari koordine etmek olsa da bizatihi bu teskilâtlarin içinden gelen siddetli bir muhalefete muhatapti. Yetkileri yeterince belirgin degildi. Resmi bir tüzüge ve Kongre onayli mâli kaynaklara, kurulusundan ancak iki yil sonra kavusabilmisti. Teskilâtin gizlilik kurallari, ABD’nin demokratik seffaflik prensipleriyle çelisiyordu zira mevcut haliyle, dünyadaki faaliyetleri ve ne dolaplar çevirdikleri, Baskan dahil, kimse tarafindan tam olarak denetlenemiyordu.
 
Statüsüne göre, CIA’ya gizli operasyonlar yapma yetkisi ancak Ulusal Güvenlik Konseyi (National Security  Council / NSC) tarafindan verilebiliyordu. Ne var ki NSC, genellikle Baskan’in katilimi olmaksizin, ayda yilda bir toplanabilen etkisiz bir yapilanmaydi. Sovyet tehdidinin bu denli tirmandigi bir dönemde, ülkede ulusal güvenlik konularinda yasanan bu kararsizlik ve uyumsuzluk vahim mertebedeydi. Kennan’in tabiriyle “Amerikan halki her ne kadar böyle yöntemleri onaylamayacak olsa da ulusal güvenlik adina yanginin yanginla söndürülmesi kaçinilmaz bir gereklilik” haline dönüsmüstü. Neticede, Savunma Bakaninin da örtülü biçimde onayladigi bir kararla “Gerilla Savasi Birlikleri” örgütü kuruldu. Amerikan gizli servis aygiti böylece harekete geçirilmis oldu
 
*************
Ulusal Güvenlik Konseyinin CIA’ya verdigi ilk ‘çok gizli’ görev (14.12.1947) Sovyetlerin girisimlerine örtülü psikolojik harekât eylemleriyle karsilik verilmesi oldu. Bu kapsamda gizli servis ajanlari, Italya’da 1948 yili Nisan ayinda yapilacak seçimlerde komünistlerin kazanmasini engellemek için alelacele, çizmenin yolunu tuttu. Milyonlarca Katolik’in ruhanî liderligini yapan Papa’nin ülkesi, Bati medeniyetlerinin besigi Italya, Allahsiz bir hükümetin insafina terk edilemezdi. Operasyonlara Kongre henüz onay vermemisti, örgüt de tüzügünde belirlenmis yetkileri fazlasiyla asiyordu ama savasa falan girilmiyordu ne de olsa, Sovyetlere kendi usulleriyle cevap veriliyordu sadece.
 
Teskilâtin mâli kaynaklari yetersizdi. Savas sonrasi döviz piyasalarinda meydana gelebilecek çalkantilara bir önlem olarak olusturulmus bütçe disi “döviz istikrar fonu”na dalindi. Siyah torbalara doldurulan paralar, CIA tarafindan yapilandirilan siyasi partilerin politikacilarina, Vatikan’in siyasi kanadi olan Katolik Girisimi’nin papazlarina aktarildi. Yöntem ise yaradi ve seçimler, Komünist Parti’nin koalisyon ortagi olmasini gerektirmeyecek bir farkla Hristiyan Demokratlar tarafindan kazanildi. Siyasi partiler ile CIA arasindaki ask böyle basladi ve siyah torbalar, gelecek yirmi bes yil boyunca daha nice ülkede, seçimleri ayni yöntemle satin aldi.
 
Italyan seçimleri öncesinde Sovyetler Çekoslovakya’yi isgal edip önde gelen yöneticilerini tutuklamaya baslamisti. ABD  kamuoyu  panikledi. Bu  ortamda  Truman, Marshall  Plânini  fazla zorlanmadan    Kongreden geçirdi. Plân, özgür dünyaya, harbin yarattigi zararlari gidermek için, bes yillik bir süreçte 13,7 milyar Dolar yardim yapilmasini öngörüyordu. Böylece Sovyetlerin yayilmasina karsi Amerikan yapisi, siyasi ve ekonomik bakimdan kucaklayici bir barikat insa edilmis olacakti. Plânin içine sikistirilmis basit bir kayit sayesinde CIA da, siyasi manevralarini sürdürebilmek için büyük bir kaynak elde edecekti. Söyle ki: Yardimdan istifade edecek her ülke, çekecegi paraya esit bir meblagin kendi para biriminden karsiligini bir fona koyacak ve kalkinma hamleleri bu sekilde finanse edilecekti, ancak küçük bir sart vardi; olusan fonun %5’i CIA’ya aktarilacakti!
 
Teskilât bu fonlardan, kimseye hesap vermek zorunda kalmadan milyarlarca Dolar hortumladi. Bu global para aklama mekanizmasi soguk savas bitene kadar gizli kaldi ve gizli operasyonlari finanse etti. Hortumlanan paralarla saygin kisilerin yönettigi, itibarli dernekler, konseyler, kamuoyu yapici olusumlar desteklendi. Sovyetler de benzeri isleri, tüm Avrupa’ya yayilmis yayinevleri, gazeteler, ögrenci ve isçi örgütleri vasitasiyla yapiyordu.
 
Soguk savas böylece sürerken, CIA, savasin sicaga dönüsmesi halinde kullanabilecegi direnis birliklerini adim adim olusturmaktaydi. Bu çerçevede, akla gelebilecek en siradan isim altinda bir de vurucu güç yapilandirildi; Politika Koordinasyon Dairesi (Office of Policy Coordination / OPC). Güç CIA çatisi altinda olusturulmustu ama olusumun sefi, yapilan islerin hesabini, etkisiz bir kisilik olan CIA baskani yerine, Disisleri ve Savunma Bakanlarina veriyordu. Bunlardan biri (Disisleri), vurucu güç biriminden (OPC), ‘söylenti yayma, rüsvet verme, anti komünist cepheler olusturma’ gibi görevler bekliyor, digeri ise (Savunma) ‘gerilla hareketleri, yeralti ordulari, sabotaj ve suikastlar’ gibi islere bulasmasini istiyordu.
 
*************
Berlin, soguk savas meydanlarinin en büyügü idi. Buradaki CIA bürosunun basinda bulunan Wisner, bölgedeki Sovyet gücünü sarsmak için yeni bir Alman para biriminin olusturulmasi gerektigini savunuyordu. Ruslarin bunu ret etmesi kaçinilmazdi, böylece savas sonrasi Berlin’de güç paylasimi görüsmeleri akamete ugrayacak, olusacak yeni siyasi durum Ruslari geriletecekti. Plân uygulamaya konuldu ve Sovyetlerin cevabi hiç gecikmeden geldi: Berlin’in tecridi! Berlin tecridini asmak için Amerikalilar hava köprüsü kurmak zorunda kaldi.
 
Moskova’nin nükleer silâhlar, jet uçaklari, füzeler, biyolojik silâhlar konularinda kaydettigi ilerlemeler hakkinda acilen istihbarata ihtiyaç vardi. Berlin tam bir casuslar savasina sahne oluyordu. Wisner, karsidan sürpriz bir saldiriya maruz kalmadan önce tanklarla, toplarla Berlin’e girilmesini savunmaktaydi. Neyse ki edinilen bilgiler ne Sovyetlerin, ne de yeni müttefikleri Dogu Almanlarin bir sicak savas hazirligi içinde olduguna isaret ediyordu. Wisner’in önerisi bu nedenle kabul görmedi ama kararlilik ruhu amirlerince takdir edildi.
Gizli operasyonlarin bir komisyon tarafindan degil, Pentagon ve Disislerinin destegini arkasina alan tek bir  kisinin baskanliginda yürütülmesi gerektigine iliskin görüs agirlik kazaninca bu kisinin Frank Wisner olmasina karar verildi. Wisner’in gizli operasyonlar ihtirasi, Amerika’nin dünyadaki konumunu sonsuza kadar degistirecekti.
“En Gizli Sey”
 
Frank Wisner, Sovyetleri eski sinirlarina geriletmek ve Avrupa’yi komünistlerin tasallutundan korumak göreviyle 1 Eylül 1948 tarihinde, Amerikan Gizli Operasyonlar Servisi sorumlulugunu yüklendi. Yaptigi islerin ABD dis politika prensipleriyle bagdasip bagdasmadigina aldirmadan ve üstlerine bilgi vermeden deliler gibi çalisiyordu. Wisner’in espiyonaj gibi zahmetli islerle kaybedecek vakti yoktu, darbe tezgâhlamak, politikacilara rüsvet vermek gibi kestirme yollarla acil islerini daha kolay halledebiliyordu. Yönettigi servis, onun döneminde, en genis bütçeye, en genis kadroya ve en büyük güce sahip olarak CIA’nin içindeki en yetkili birimdi. Bu durum tam yirmi yil sürdü. Gizli Operasyonlar Servisi, Sovyet ekonomisini batirmak amaci ile isleri sahte para  basmaya kadar götürdü. Wisner, tüm gücü ile III. Dünya savasi için hazirlik yapiyordu. Isini yürütebilmek için nerede bir yetenekli insan görse, daha fazla maas ve ikbal vaad ederek o kisiyi kadrosuna katiyordu. Bunlarin arasinda, sonralari Yunanistan, Türkiye, Arnavutluk, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Yugoslavya’dan sorumlu olacak James McCargar’da vardi. Politika Koordinasyon Dairesinin basina getirilmisti. Operasyonlari gizli olsa da CIA, kamunun bildigi bir devlet kurulusuydu ama Politika Koordinasyon Dairesinin sadece operasyonlari degil, bizatihi kendi varligi da gizliydi, o kadar ki, kuruldugu ilk yillarda ABD hükümeti içinde pek az bilinen varligi,  atom bombasindan sonraki “en gizli sey”di.
 
“Zengin ve Kör Bir Adam”
 
II. Dünya Savasinda ABD, komünistlerle isbirligi yaparak fasistlere karsi savasti. Soguk savas sirasinda ise fasistlerle omuz omuzaydi ve onlari komünistlere karsi kullandi. Bu dönemde, ABD isgali altindaki Almanya’da, 2 milyondan fazla komünizm karsiti Dogu Avrupali ve Rus, ne yapacagini bilmez bir biçimde ortaliklarda dolanip durmaktaydi. Wisner, bunlarin arasindan olusturulacak paramiliter bir güçle Sovyetlere karsi savasmayi kafasina takmisti. Ne var ki bu kisiler son derece farkli etnik kökenlerden gelmekle kalmayip degisik ideolojik yapilara sahipti ve hiç de tek vücut olup direnise geçebilecek bir homojenite göstermiyordu. Eski fasistler, Sovyet baskisindan kaçanlar, hep kendilerini çok önemli ve etkiliymis gibi göstererek kapagi CIA saflarina atmaya çalisiyorlardi. Teskilât bunlar için milyonlar harciyor, Pentagon bütçesi içine sokusturulmus fasillar çerçevesinde inanilmaz meblaglar el degistiriyordu. Alman askerî istihbarat dairesinin eski bir çalisani olup sonrasinda CIA’ya katilan bir ajan, Amerikan haberalma örgütü için “Abwehr’i (Alman askerî istihbarati) gözleri gibi kullanmaya çalisan zengin ve kör bir adam” benzetmesini yapmisti.
 
**************
CIA, devsirmelerini kullanarak Ukrayna, Arnavutluk, Dogu Almanya ve sair ülkeler üzerinden Moskova’ya sizmak için sayisiz girisimde bulundu. Ajanlar, gözü pek Polonyali pilotlarin kullandigi isaretsiz uçaklarla demir perde gerisine indiriliyor ama çogu Sovyet yetkililerince teker teker yakalaniyordu. Komünistler esirlerine zorla “Her sey yolunda, daha para gönderin, daha silâh gönderin” diye mesajlar göndertiyor, gönderilen ganimete el koyduktan sonra da onlari öldürüyordu.
 
Isin iç yüzü yillar sonra ortaya çikti. CIA teskilâtindaki gizli operasyonlarin güvenliginden sorumlu sef James J. Angleton, tüm bu operasyonlari, Pentagon’daki oda arkadasi, Ingiliz istihbarat görevlisi Kim Philby ile birlikte düzenliyordu. Philby ise, Moskova hesabina da çalisan çift tarafli bir casustu ve CIA tarafindan görevlendirilmis parasütçülerin indirilecekleri noktalarin koordinatlarini Sovyetlere veriyordu. Alkolik Angleton’un, yakin dostu Philby’nin yaptiklarindan haberi olmadigi gibi Amerikan hükümeti içinden de bu kayiplarin neden verildigi hakkinda fikri olan yoktu. Yillar sonra CIA, bu mültecilerin Sovyetler aleyhine kullanilmasinin gerçekçi bir fikir olmadigini kabul etti ama 1950’ler boyunca, demir perde arkasina sizmaya çalisan yüzlerce CIA ajaninin esir düsüp öldürülmesinin hesabi hiç sorulmadi. Angleton ise yararli (!) hizmetleri nedeniyle terfi ettirilip yirmi yil daha görevini sürdürdü.
 
************
CIA’nin Bilimsel Istihbarat bölümü 20 Eylül 1949 tarihinde Sovyetlerin atom bombasi yapabilecek yetenege ulasabilmesi için daha en az dört yila ihtiyaci bulundugunu güvenli bir eda ile yönetime bildirdi. Bundan tam üç gün sonra Truman, Stalin’in atom bombasina sahip oldugunu açikladi. Ilgili CIA birimi, Moskova’nin kitlesel imha silâhlari imâl etme kapasitesine sahip olup olmadigi hakkindaki tespitleri yapabilecek teknik yeteneklerinin bulunmadigini itiraf etti. Bu eksikliklerinin Amerika’nin basina büyük felaketler getirebilecegini açikladi. Bu sarsici açiklama üzerine CIA yönetimi panikledi ve ajanlarina gidip Sovyetlerin savas plânlarini çalmalarini emretti. Ancak bu, Mars gezegenine casus yerlestirilmesini emretmek kadar nafile bir talimatti. Kisa bir süre sonra, Uzak Dogu’dan sürpriz bir saldiri haberi geldi. III. Dünya Savasinin baslangicini isaret edecek kadar önemli bir gelismeydi bu.
“Onlar Intihar Eylemleriydi ”
 
Kore savaslari CIA’nin ilk büyük sinaviydi ve teskilât bu sinavinda ilk gerçek liderini kazandi: General Walter Bedell Smith. Smith, örgütün dördüncü yilinda, dördüncü baskan olarak is basina geçtigi gün ne tür bir enkaz devraldigini farketti. Igneleyici bir dile sahip, otoriter ve mükemmeliyetçi bir tipti. Wisner’in teskilât baskanina degil, Pentagon ve Disislerine bagliymis gibi çalismasina, CIA için ayrilmis bütçenin neredeyse tamamini kullanmasina derhal son verdi.
 
Truman’in Bedell Smith’den ilk istedigi, Kore hakkinda etrafli istihbarat getirmesi oldu. Verdigi bu talimatin ardindan Baskan,   birliklerini   Kuzey Kore’nin   derinliklerine   kadar sokmus   ve   Çin’in asla   bir    saldirida bulunmayacagi iddiasinda olan General D. MacArthur ile bir toplanti yapmak üzere Pasifik’teki Wake adasina uçtu.
 
Mao Tse-tung’un, ulusalci Chiang Kai-shek güçlerini püskürtüp Çin Halk Cumhuriyetini ilân ettigi o 1949 yilinda CIA, Çin’de olup bitenlerden tamamen habersizdi. MacArthur’da duruma hiç yardimci olmuyordu zira CIA ajanlarindan nefret ediyor, onlari Uzak Dogu’dan mümkün oldugunca uzak tutabilmek için elinden geleni ardina koymuyordu.
 
CIA’nin harp sahasindaki istihbarat kaynaklari, güvenirlilikten yoksun ve yolsuzluklariyla ünlü Güney Kore baskani Syngman Rhee ile Çin ulusalci lideri Chiang Kai-shek’in ajanlarindan ibaretti. Bu dalavereciler ise teskilâtin parasini sömürmüs karsiliginda ise yaramaz, yalan yanlis bilgilerle dolu kagit yiginlari vermisti.
 
ABD’nin gerçek anlamdaki tek güvenilir bilgi kaynagi, telsiz merkezinin dinlemelerine takilan, Moskova ile Uzak Dogu arasindaki sifreli haberlesmelerdi. Telsiz dinlemeleri, tam da Kuzey Kore lideri Kim Il-sung’un, Stalin ve Mao ile saldiriya geçme konularini tartistigi sirada kesiliverdi. Amerikalilar için bu çok önemli bilgi kaynagini tek basina susturan ise Sovyetler hesabina casusluk yaptigi sonradan anlasilan servis çalisani W.W. Weisband idi.
 
Telsiz istihbaratinda yasanan bu berbat durum karsisinda Bedell Smith yeni bir yapilanmaya ihtiyaç duydu ve Ulusal Güvenlik Ajansi (National Security Agency / NSA) böyle kuruldu. Zaman içinde CIA bu teskilâtin yaninda, büyüklük ve güç açisindan cüce kalacakti. Yarim yüzyil sonra NSA, Weisband olayini “büyük ihtimalle ABD tarihinin en önemli istihbarat kaybi” olarak niteledi.
 
***************
Truman ile MacArthur arasinda 11 Ekim 1950 tarihinde Pasifik’teki Wake adasinda yapilan toplantiya dönülecek olursa, CIA, görüsme gününe kadar Çin’in herhangi bir saldiri ihtimali olmadigina dair israrla yaniltici bilgiler verdi durdu. Ancak Çinliler, 1 Kasimda 300.000 kisilik bir orduyla öyle sert bir saldirida bulundu ki,  Amerikalilarin tümü nerdeyse denize dökülüyordu. CIA, önceki yilin tüm siyasi gelismelerini yanlis okumustu; Sovyetlerin atom bombasi, Kore savasi, Çin istilasi... Isi Amerika’yi sürprizlerden korumak olan teskilât fena faka basmisti. Truman acil durum ilân etti ve General Eisenhower’i yeniden aktif göreve davet etti. Olaylarin saskinligindaki Bedell Smith ise CIA’yi profesyonel bir istihbarat servisine dönüstürme mücadelesine giristi. Baskan Truman’a ve Ulusal Güvenlik Ajansina su soruyu yöneltti: “CIA gerçekten Dogu Avrupa’da, Çin’de, Rusya’da silahli darbe hareketlerini desteklemekle mi görevlidir?”. Pentagon ve Disislerinden su cevabi aldi: “Evet, bütün bunlar ve daha fazlasi!”
 
Bedell Smith bütün bunlarin nasil gerçekleseceginin meraki içindeyken Gizli Operasyonlar sorumlusu Wisner, her ay yüzlerce üniversite ögrencisini ise aliyor, bunlari birkaç haftalik üstün körü bir egitimden geçirdikten sonra deniz asiri ülkelere gönderiyordu. Bu genç insanlar, daha kendileri dogru dürüst bir askerî ve siyasi deneyimden yoksun iken, Pasifik’teki adi sani duyulmamis adalarda, Kore’de, Çin’de, dilini kültürünü bilmedikleri insanlari örgütleyip komünistlerin üzerine salmakla görevlendiriliyorlardi. Kendilerini neyin beklediginden bîhaber olan bu gençler, karadan, denizden ve havadan düsman saflarinin gerilerine gizlice geçiriliyor ve yüzlercesi, binlercesi hayalî direnis gruplarina katilacagim diye yitip yok oluyordu. Bir Ulusal Güvenlik Ajansi yetkilisi yapilanlari, sorumsuzluk örnegi “intihar eylemleri”    olarak nitelemisti.
 
Bu anlamsiz operasyonlar için milyonlarca dolar bos yere harcaniyor, olup bitenler ise üst yönetime birer basari öyküsü olarak yansitiliyordu. Kore savasinin bitiminden çok sonralari ortaya çikan raporlarda bizzat CIA, bu zavalli ajanlar tarafindan edinilip Pentagon ve Beyaz Saray’a sunulan istihbaratin aslinda Kuzey Kore ve Çinli ajanlarin yanlis yönlendirmeleriyle düzenlenmis uydurma bilgiler oldugunu kabul etti. Ne yapildi ise bir türlü Kuzey Kore’ye nüfuz edilememis olunmasi, CIA tarihindeki en uzun süreli istihbarat basarisizligi olma sampiyonlugunu hala sürdürmektedir.
 
************
Teskilât, Kore Savasi sürerken 1951 yilinda ikinci bir cephe açti. Mao’nun savasa girmesiyle panikleyen CIA Çin masasi yetkilileri, her nasilsa kendilerini, Kizil Çin içlerinde 1 milyon gerilladan olusan rejim karsiti bir güç olduguna inandirmislardi. Bu güçle bulusup Mao’ya karsi bir direnis baslatmak için ana kara içlerine 200.000 gerillayi donatacak yeterlilikte silah ve yüzlerce ajan indirildi. Ne var ki tüm arayislara ragmen, varligindan bahsedilen direnis güçleri bir türlü bulunamadi.
 
CIA’nin Kuzey Kore tiyatrosunun son sahnesi Burma’da oynandi. Trajik oldugu kadar komik bir öyküdür. 1951  yili baslarinda Çin komünist ordusu, General MacArthur’un güçlerini güneye dogru kovaliyordu. Pentagon, ulusalci Çin birliklerine ikinci bir cephe açtirabilirse Amerikan ordusu üzerindeki baskiyi hafifletebilecegini düsündü. Bu maksatla, Kuzey Burma’da, Çin sinirina yakin bir bölgede mahsur kalmis olan ulusalci general Li Mi ile isbirligine giristi. General, Amerikalilardan silah ve altin istedi. Istekleri karsilanan Li Mi birlikleriyle kuzeyden Çin’e girdi ama Mao güçlerince perisan edildi. Çünkü Bangkok’taki telsizci Çinli bir komünist ajandi ve olacaklari karsi taraf haber vermisti. Li Mi ve adamlari önce geri çekildi sonra yeniden toparlanmaya basladi. Wisner  onlara daha çok silah ve para gönderdi ama yandas direnisçiler savasmiyordu nedense. Çok sonralari, Golden Triangle (Altin Üçgen) diye anilan daglik bölgeye gizlendikleri, buradaki yerel kadinlarla aile kurup çoluga çocuga karistiklari ve hashas ekim isine giristikleri anlasildi. Yirmi yil sonra CIA, Burma’da yeni bir savasa girmek zorunda kalacakti. Bu seferki düsman, Burma’yi dev bir eroin laboratuvari haline getirmis olan uluslararasi uyusturucu baronu Li Mi idi!
 
Teskilâtin tüm Kore operasyonlari fiyasko ile sonuçlandi. CIA’nin ikinci adami Dulles ise bati uygarligi için gerçek savas alaninin Avrupa olduguna inaniyordu. Onun görüsüne göre Asya, gösterinin alt unsurlarindan biriydi. Uzak Doguda kaybedilen binlerce Amerikali ve Amerikan yandasi yerel insanin hayati için ise sunlari söyledi: “Bütün birliklerinizi tam anlamiyla hazir hale getirip, savasi yüzde yüz kazanacaginizdan emin olacaginiz zamana kadar bekleyemezsiniz. Bir yerden baslamak ve ilerlemek zorundasiniz... Bu arada birkaç sehidiniz olacak, bazi insanlar ölecek tabii...”
“Yanilsamalarla Dolu Alabildigine Genis Bir Alan ”
 
Dulles, komünizmin ancak gizli operasyonlarla çökertilebilecegi inancindaydi. Eger Rusya eski sinirlarina geriletilecekse, ona göre hücum, Dogu Avrupa’dan baslatilmaliydi. Yakinda ABD’nin Moskova Büyükelçiligine atanacak olan Chip Bohlen, Dulles’e söyle dedi; “ Siyasi savas mi açiyoruz? Bunu zaten 1946’dan beri sürdürüyoruz ve ne kadar basarili oldugumuz tartismali. Söz konusu olan yeni bir hücum baslatmaksa, önümüzde yanilsamalarla dolu alabildigine genis bir alan görüyorum.”
 
Kore savasi bütün hiziyla sürerken Genel Kurmay CIA’ya, Sovyetler Birligini hedef alan genis bir gizli operasyon baslatmasi talimatini verdi. O dönemde Marshall Plâni, Amerika’nin müttefiklerine silâh saglama anlasmasi haline dönüsmekteydi. CIA, bu egilimi tüm Avrupa’yi, Sovyetlerle girisilebilecek bir savasa karsi silahlandirma firsati olarak gördü. Iskandinavya’nin ormanlarina, Fransa’ya, Italya’ya, Yunanistan’a uçaklardan sandiklar dolusu silâh indirildi, göllere külçe altin atilip gizlendi. Ukrayna’nin batakliklarina, Baltik ülkelerine, parasütle ajanlar ve milis güçleri indirildi. Sovyet imparatorlugunda casusluk yaparak bilgi toplama görevi giderek, rejimi yikma amaçli bir savas biçimine bürünmekteydi.
 
*************
Bedell Smith, Wisner’in bir haltlar karistirdigindan emindi. Güvendigi adamlardan biri olan General Trusscott’u Almanya’daki CIA çalismalarini gözlemlemek ve süpheli gördügü her eylemi askiya aldirtmakla görevlendirdi. Teftis sirasinda, saatli bomba gibi patlamak üzere olan bir çok süpheli programla karsilasildi. Bunlardan biri, “Denizasiri Ülkelerde Sorgulama Programi” adi verilen bir uygulamaydi. CIA, iki tarafli casusluk yaptigindan süphelendigi ajanlari sorgulamak amaciyla gizli hapishaneler olusturmaktaydi. Almanya ve Japonya’nin yani sira Panama’da faaliyete geçirilen hapishane bunlarin en büyügü idi. Panama Kanali yakinlarindaki bir ABD deniz üssünde bulunan bu hapishanenin tutuklulari üzerinde, iskenceyi andiran teknikler ve beyin yikama çalismalariyla sorgulama yapiliyor, ayrica ilâç verilmesi suretiyle, insan aklini kontrol altina alma deneyleri yapiliyordu. Project Arthichoke (Enginar Projesi) adiyla anilan bu proje, 1948 yilinda, CIA’nin Almanya’da çift tarafli çalisan ajanlarca aldatildigini anlamasi üzerine uygulanmaya baslamisti. Insanlar ilk kez kobay olarak kullaniliyordu. Amerikan istihbarat subaylari, yabanci ajanlarin ‘vücutlarina ve beyinlerine hükmedilmedikçe’ onlara güvenilemeyecegi seklinde bir sartlandirma ile yetistirilmislerdi. Bu anlayis dogrultusunda, beynin  kontrol altina alinabilmesi için eroin, amfetamin ve uyku ilâçlarinin yani sira yeni ilâçlar üzerinde de arastirmalar yapiliyordu. Bunlardan biri LSD idi.
 
Projenin ana hedeflerinden biri, sorgulama altinda olan kisiyi, yalanlarini devam ettiremeyecek hale getirme özelligi olan  bir ilâç  kesfetmekti. LSD,  bunun için gelistirilmisti.  Ilâçlar yüzünden  hayatini  yitiren deneklere, Sovyetlerin maglup edilmesi ugruna, harcanmasinda mahsur olmayan mahkûmlar gözüyle bakildi. Teskilâtin dosyalari incelendiginde, CIA bilim adamlari ve doktorlarinin, projenin gelismelerini tartismak maksadiyla 1956 yilina kadar düzenli biçimde toplanti yaptiklari ve bunu takip eden yillarda da “özel sorgulama teknikleri”nin uygulandigi anlasiliyor. Üst düzey CIA bürokratlari, kamuya sizmamasi için bu programla ilgili bir çok belgeyi imha etmistir. Örnek gösteriyor ki, CIA, demir perdenin ardina nüfuz etme gayreti içinde, düsmaninin  taktiklerini benimser olmustu.
 
****************
General Trusscott’un sona erdirdigi projelerden biri de Young Germans (Genç Almanlar) ismini tasiyordu. Projenin liderlerinden çogu, artik yaslanmaya baslamis olan Hitler gençligi idi ve sayilari 1952 yilinda 20.000’i buluyordu. Young Germans örgütünün görevi, CIA tarafindan temin edilen silâhlari, radyo telsizleri, kameralari ve paralari, ülkenin her tarafinda güvendikleri noktalara, olasi bir savas halinde kullanmak üzere gömmekti. Örgütün, vakti geldiginde öldürülecekler listesinde, ülkenin önde gelen demokrat siyasetçileri bile vardi. Sirlari bir gün açiga çikti, olay büyük bir skandala dönüstü.
 
Fiyaskoyla sonuçlanan bir baska CIA düzenlemesi “Free Jurists’ Committee” adli genç avukatlar ve adalet çalisanlarindan olusan bir yeralti grubunun yaptigi çalismalardi. Bunlarin amaci, komünist rejimin Dogu  Berlin’de isledigi suçlarla ilgili dosyalar hazirlayip bunlari dünya kamuoyuna açiklamak ve bu yolla Ruslari zor duruma düsürmekti. CIA yönetimi, istihbarat toplamaya yönelik bu olusumu, paramiliter bir güce dönüstürme karari aldi. Kalem tutmaya alisik örgüt üyeleri, yeni görevlerinde basarili olamadilar, isimleri açiga çikti ve hepsi Ruslar tarafindan tutuklandi.
 
Polonya’da olduguna inanilan bir direnis örgütüne yardim etmek maksadiyla bu ülkeye gizlice parasütle  indirilen ajanlar, bunlarla birlikte gönderilen altin, silâh ve cephanenin durumu da bir baska basarisizlik öyküsüdür. Sovyetler, adi geçen bu örgütü daha 1947’de yok etmisti ama CIA, Ruslarin tertipledigi senaryoya inanarak, örgütün güçlü bir biçimde varligini sürdürdügü yanilsamasi içindeydi. Indirilen onca ajan KGB tarafindan tutuklandi veya öldürüldü. Silâhlar, paralar ve altinlar da Ruslarin eline geçti, üstelik de bir kismi Italyan Komünist Partisine seçim yardimi olarak gönderildi.
 
Dogu Avrupa’da bir kisim operasyonlari yürüten F. Lindsay, patronlari Dulles ve Wisner’e, CIA’nin Ruslar aleyhine gizli eylemler düzenleme stratejisinden vaz geçip, bilimsel ve teknik casusluk uygulamalari yapmasi gerektigini söyleyerek istifa etti. Hayal ürünü direnis örgütlerine paramiliter destek veriyorum diye Don  Kisot’luk yaparak Ruslari Avrupa’dan püskürtmek mümkün olamayacakti.
 
Ileride CIA’nin Baskan Yardimciligini yapacak olan McMohan adli bir yetkili de konuyla ilgili raporunu, “Sovyetler Birligi’nin iç yüzüne iliskin bilgimizin derecesi sifirdir!” sözleriyle noktalamisti.
 
***************
Bu siralarda CIA, 15.000 çalisani, yillik yarim milyar dolarlik gizli harcamalar fonu ve elliyi asan ülkede çalisma merkezi bulunan dünya çapinda bir güçtü. Bedell Smith, neredeyse bireysel iradesi sayesinde bu gücü, gelecek elli yil boyunca kendi arzu ettigi biçimde isleyecek bir organizasyon haline getirdi ve Beyaz Saray nezdinde bir miktar sayginlik kazandirdi ama asla profesyonel bir istihbarat örgütü haline getiremedi. Bu olumsuzlugu, isi yapacak yetenekte insan bulunamamasina bagliyordu. Son zamanlarinda teskilâtinin yöneticilerini toplayarak, genis bir alanda düsük performansla faaliyet gösterilmesi yerine, kisitli sayida operasyon yapilmasini ama bunlarin ‘iyi’ yapilmasinin istedi. Nasil sonuç verecegi belirsiz nitelikteki operasyonlarin sonlandirilip dagitilmasinin, aylar sürecek zorlu bir is oldugunu söyleyen yardimcilari yüzünden bu arzusunu gerçeklestiremedi.
 
Dwight D. Eisenhower’in seçimleri kazanmasinda, Sovyet peyk devletlerinin özgürlestirilmesinin bir ulusal güvenlik meselesi oldugunu savunan politikalar önemli rol oynadi. Bunu gerçeklestirecek olan hür dünya ülkeleriydi. Konuyla ilgili konusma metinlerinin çogunu, Bedell Smith’in bir türlü otoritesini kabul ettiremedigi yardimcisi Allen Dulles’in agabeyi, John Foster Dulles yazmisti. JF Dulles, Eisenhower’in en yakin dis politika danismaniydi. Zafer plânlari, CIA’nin basina yeni bir direktör getirilmesini içeriyordu. Bu kisi, Bedell Smith’in itirazlarina ragmen Allen Dulles olarak belirlendi.
 
Dulles, gelecek sekiz sene boyunca, gizli eylemlere olan tutkusu, detayli analiz yapma konusundaki duyarsizligi ve ABD baskanini aldatmak gibi tehlikeli bir huya sahip olmasi yüzünden, kurulmasina ön ayak oldugu CIA teskilâtina anlatilmaz ölçüde zarar verecektir.
 
********************
“Herhangi Bir Plânimiz Yok ”
   
BÖLÜM II
“Tuhaf Bir Dahi”
 
Eisenhower Yönetimi Döneminde CIA 1953 – 1961
 
Dulles’in göreve getirilisinin üzerinden bir hafta geçmisti ki Joseph Stalin öldü (5 Mart 1953). Ayni günlerde teskilât, Kremlin’in niyetleri hakkinda olsun, Sovyetlerin uzun vadeli plânlari hakkinda olsun herhangi bir bilgi sahibi olunmadigini açikliyordu. Eisenhower patladi; “1946 yilindan beri Stalin öldügünde neler yapilacagina  dair lâf üretip durdunuz, simdi öldü ve herhangi bir plâninizin olmadigini söylüyorsunuz. Stalin’in ölümünün bizim için ne fark ettirecegini bile bilmiyorsunuz.” Teskilâtin Sovyetler hakkindaki bilgileri, lunapark aynalarindaki aldatici görüntüler misali spekülasyonlardan ibaretti. Stalin’in yerine gelen Nikita Kruschev’in hatiralarindan ögreniyoruz ki, selefinin dünyaya egemen olmak gibi bir ihtirasi olmadigi gibi bunu gerçeklestirecek imkânlari da yoktu. Amerika’yla topyekûn bir savasa girme ihtimali onu ”titretiyordu”. Savastan korkuyor, zayifliklarinin farkinda oldugu için ABD’yi savasa tahrik edebilecek herhangi bir sey yapmaktan uzak duruyordu. Stalin’in savas sonrasi uyguladigi en tutarli strateji, sinirlarini korumak maksadiyla Dogu Avrupa’yi dev bir insan kalkani olarak kullanmak olmustur.
 
Sovyet halki bir çuval patates almak için ucu bucagi olmayan kuyruklarda ömür tüketirken, ABD halki sekiz yil boyunca sürecek olan bir baris ve bolluk döneminin tadini çikartti. Bunun bedeli, inanilmaz bir silahlanma yarisi, siyasi cadi avciligi ve sürekli bir savas ekonomisi uygulamasi olmustur.
 
Eisenhower’in endisesi, soguk savas döneminde generallerinin tüm isteklerini karsilamasi halinde hazineyi tüketmekti. Bu nedenle stratejisini gizli silâhlar (nükleer) ve örtülü operasyonlar üzerine kurmustu. Böylesi, milyarlarca dolarlik uçak ve gemi filolarindan çok daha hesapliydi ne de olsa... Nükleer silâhlar, Sovyetleri bir savasa girmekten caydiracak, gizli operasyonlar da komünizmi içten yikacak, yayilmalari önleyecekti, Baskan’in tabiriyle, Ruslar böylece kendi sinirlari içine iteklenecekti.
 
***************
1953 yilinda Dulles, Baskan’la yaptigi toplantilarda bir yandan Ruslarin sürpriz bir saldiri yapip yapamayacaklarina iliskin herhangi bir istihbarata sahip olunmadigindan yakiniyor, bir yandan da Sovyetlerin 1969 yilindan önce kitalar arasi füzelerini devreye sokamayacaklarindan bahsediyordu. Tahmininde tam 12 yillik bir yanilgi vardi. Sovyetler, ilk kitalar arasi füze denemelerini 1953 yilinin Agustos ayinda gerçeklestirince Eisenhower, fazla geç kalmadan Moskova üzerine nükleer bir saldiri gerçeklestirme seçenegini düsünmeye basladi. Düsmanin nükleer kapasitesi hakkinda bir istihbarata sahip olunmamasi onu fazlasiyla endiselendiriyordu.
 
Sovyetleri sindirme plânlarinin ana unsurlarindan biri gizli operasyonlar olmasina karsin 16-17 Haziran 1953 tarihinde Dogu Berlin’de patlak veren olaylar, CIA’nin komünistlerle bire bir çatisma durumunda ne denli yetersiz kaldigini ortaya koyuyordu. Bu tarihte, binlerce ögrenci ve isçi, kendilerini baski altinda tutan Sovyet ve Dogu Alman Komünist Partileri ile onlarin tesislerine karsi kapsamli siddet eylemlerine giristi. Tanklar, polis araçlari atese verildi. CIA’nin, bu günler için yetistirip besledigi yer alti örgütleri, kalkismalara destek anlaminda hiçbir ise yaramadi, baskaldiri komünistler tarafindan ezildi.
 
Baskan’in, Dogu Avrupa’daki yer alti teskilâtlari vasitasiyla Sovyetlere karsi üzeri örtülü bir savas baslatmasi, bu ülkelerdeki kukla liderlerin bertaraf edilmesi yolundaki talimatlari da, CIA’nin kisitli yetenekleri nedeniyle yerine getirilemedi. Böylece, Rusya’yi gizli operasyonlarla kendi sinirlarina “itekleme” politikalari, dogusundan bes yil sonra ölmüs oldu. Baskan bu kez CIA örgütüne farkli bir yön verme karari aldi. Teskilât, düsman ideolojilerle, Asya, Orta Dogu, Afrika, Lâtin Amerika ve sömürge imparatorluklari nerelerde çöküyorsa oralarda mücadele edecekti.
 
Eisenhower yönetimi altinda CIA, 48 farkli ülkede, 170 genis çapli operasyon gerçeklestirdi. Dulles kardesler, Amerika ile açikça is birligi yaparak müttefik oldugunu kanitlamayan tüm rejimlerin degistirilmeleri veya bertaraf edilmeleri gerektigini savunuyordu. Bu fikre Eisenhower’in de katilmasiyla dünyanin siyasi haritasi yeni bastan çizilmeye baslandi.
 
*************
Dulles, teskilâtin basina geldigi ilk günden itibaren CIA imajinin cilânlanmasi adina büyük bir halkla iliskiler kampanyasina girismisti. Bu çerçevede, New York Times, Washington Post gibi etkili basin yayin organlariyla yakin iliskiler kurulmus, bir telefonla istenilen haberler yayina verilip, istenmeyenler çöpe gönderilir, sivri dilli yazarlar görevlerinden alinir konuma gelinmisti. Dulles, elliyi askin haber ajansi, bir düzine yayin evi ve Bati Almanya’nin en güçlü basin baronlarindan olan Axel Springer dahil, bir çok etkili ahbap çavustan meydana gelen muazzam bir halkla iliskiler ve propaganda aygiti olusturmayi basarmisti. Basin, görevini sadakatle yerine getiriyor ama CIA arsivleri baska seyler söylüyordu.
 
Dulles ve yardimcilarinin toplanti tutanaklari, teskilâtin, uluslar arasi krizlerle ugrasmak yerine içe dönük olaylarla mesgul olma yönüne çark ettigini gösteriyordu. Örgüt elemanlari arasinda alkolizmin pençesine düsenlerin sayisi hizla artiyor, akçeli suistimaller, toplu istifalar almis basini gidiyordu. Deniz asiri ülkelerde heyecan verici görevler vaadiyle ise alinan üst seviyede egitimli gençler, kendilerini yeteneksiz yöneticiler elinde, harciâlem islerde çalisir bulmuslar, gereksiz islere inanilmaz paralar harcandigina sahit olmuslar, yasal olmak bir yana, akillara zarar görevlere kosulmuslar, inançsizlik ve daha önemlisi amaçsizlik girdabina düsmüslerdi. Onlarin umutsuzlugu, teskilâta yeni yeteneklerin de gelmesini de engelliyordu. Dulles bu tespitleri içeren tutanaklarin üzerini örttü.
 
Tam kirk üç yil sonra, 1996 yilinda yapilan incelemeler sonunda hazirlanan rapor, teskilâtin eskiden tevarüs eden bir personel kriziyle karsi karsiya olduguna isaret ediyordu. CIA bugün bile, dünyadaki çesitli istasyonlarinda, yeterli sayida yetenekli yönetici bulunduramamaktadir.
 
*************
Eisenhower, CIA teskilâtini, baskanlik gücünün etkin biçimde kullanilmasini saglayan bir aygit olarak sekillendirmek istiyordu. Komuta yapisinin olusturulmasi isini, Müstesarlik unvaniyla Bedell Smith’e teslim etmek istedi. Eisenhower’in seçilmesinden sonra, Müsterek Genel Kurmay Teskilâtinin basina getirilmeyi bekleyen B. Smith bu tayinden hoslanmadi, Bakan Foster Dulles’un altinda ikinci adam olmak istemiyordu ama Eisenhower’in Dulles biraderler ile kendisi arasinda dürüstçe köprü vazifesini görecek bir dosta ihtiyaci vardi.
 
B. Smith, kizginligini bir kaç kadeh viski devirdikten sonra Baskan Yardimcisi Nixon’a söyle dile getirmisti; “Baskan, yapmaktan hoslanmadigi isleri bana yaptiriyor, böylece kendini iyi polis olarak gösterebiliyor.” Teskilât, tarihi boyunca bulastigi darbe girisimlerinden sadece ikisinde basarili oldu. Bunlarin ikisi de B. Smith’in, sikâyet ettigi isleri yapmakta oldugu on dokuz aylik dönemde gerçeklesti. Kayitlara göre, onlar da, gizlilik ve kurnazlikla kazanilmis zaferler degildi. Rüsvet, baski ve kaba güçle elde edilmislerdi. Ne var ki teskilâtin demokrasi tarihine altin harflerle yazildilar ve Dulles’un amaçladigi imaj cilâlama isine yardimci oldular.
“CIA’nin Yegâne Büyük Zaferi ”
 
1953 yilinin Ocak ayinda, Eisenhower’in baskanligi devralmasindan bir iki gün önce, B. Smith, teskilâtin Yakin Dogu operasyonlari sefi Kim Roosevelt’i odasina çagirarak “Senin su Allah’in cezasi Iran operasyonu ne zaman baslayacak?” diye gürledi. Roosevelt, iki ay önce, Ingiliz istihbaratçi arkadaslarinin Iran’da karistirdigi haltlari temizlemek üzere Tahran’a gitmisti. Ingilizler, Basbakan Muhammed Musaddik rejimini devirmeye ugrasirken yakalanmislardi.
 
Olaylarin I. Dünya Savasi öncesine dayanan bir geçmisi vardir. O dönemde Donanma Bakani olan Winston Churchill, Ingiliz – Iran petrol sirketi hisselerinin % 51’inin Britanya tarafindan satin alinmasini saglamis, donanmanin tüm gemilerini kömürlü sistemden akaryakitli sisteme dönüstürmüstür. Petrol, Britanya ekonomisinin damarlarinda dolasan kan kadar önemli hale gelmistir. Britanya hakimiyetinin hüküm sürdügü o dönemde, Ingiliz, Rus ve Türk birlikleri, Iran’in kuzeyini isgal etmis, tarimsal alanlari tahrip ederek iki milyon insanin canina mal olacak bir açligin baslamasina neden olmuslardi. O karisiklikta Riza Han adli bir Kazak komutan yönetimi ele geçirip Sahligini ilân etmisti. Iran meclisinin dört üyesinden biri olan Musaddik, Riza Han’in muhalifiydi.
 
Meclis, Ingiliz-Iran Petrol Sirketinin, kendilerini aldatarak milyarlarca dolarlik petrol gelirinin büyük bölümüne el koydugunu kisa zamanda ortaya çikardi. Ingilizlere karsi duyulan büyük nefret ve Rus korkusu, 1930’larda Nazilerin Iran’da zemin kazanmasina neden oldu. Bunu önleme bahanesiyle, 1941 yilinin Agustos ayinda Stalin ve Churchill, Iran’i isgal etti. Riza Han sürgüne gönderildi, yerine oglu 21 yasindaki Muhammed Riza Sah Pehlevi getirildi. Ingiliz – Rus isgali sirasinda ABD, Iran havaalanlari ve karayollarini kullanarak Stalin’e yaklasik 18 milyar dolarlik savas malzemesi yardiminda bulundu. II. Dünya Savasi döneminde, ABD’nin Iran’da yerel jandarma gücünü olusturup egitmek disinda fazlaca bir faaliyeti yoktu (Bu görevi gerçeklestiren General Norman Schwarzkopf’un, ayni ismi tasiyan oglu, 1991 Irak Çöl Firtinasi harekâtinin komutaniydi).
 
Harpten sonra müthis fakirlesmis olan Iran’da Meclis üyelerinden Musaddik, Ingilizlere verilen petrol  imtiyazinin yeniden görüsülmesini talep etti. Ingiliz – Iran Petrol Sirketi, dünyanin bilinen en zengin petrol rezervleriyle, Abadan’daki dünyanin en büyük petrol rafinerisini kontrol etmekteydi. Ülkedeki fakirlik ile petrol isindeki Ingilizlerin lüks içindeki yasam biçimleri, komünist Tudeh partisinin destekçilerini giderek artiriyordu. Gelirden daha fazla pay isteyen Iranlilarin talebi Ingilizler tarafindan ret edilince Meclis, 1951 yilinin Nisan ayinda petrolün millilestirilmesi kararini aldi, akabinde Musaddik basbakanliga getirildi. Eylül ayinda Ingiltere, Iran petrolünün dünya piyasalarinda boykot edilmesini saglayarak Musaddik rejimini ekonomik olarak çökertmeye çabaliyordu. Bu sirada W. Churchill 76 yasindayken Basbakan oldu. Musaddik ise 69 yasindaydi. Ülkelerini pijamalariyla yöneten bu iki yasli ve inatçi adam ABD ile Ingiltere’nin de aralarinin sogumasina neden oldu. Petrol alanlarini ve Abadan rafinerisini ele geçirmek isteyen Churchill, ABD’nin yardimini istedi. Truman, ABD’nin böyle bir isgali asla desteklemeyecegini söyledi. Churchill de, eger bu destek olmazsa kendisinin de  Kore isinde ABD’yi desteklemeyecegini bildirdi. Görüsmeler 1952 yazinda tikandi.
 
************
1952 yilinin Kasim ayinda, Ingiliz ajani Monty Woodhouse ile Bedell Smith / F.Wisner ekibi Musaddik’i nasil devireceklerinin plânlarini yapmaktadir. Oysa ABD’nin resmi dis politikasi Musaddik’in desteklenmesi yönündedir. Ne var ki, Wisner’in ifadesiyle bazi politikalarin, CIA görüsleriyle paralellik arz etmesinin gerekli oldugu zamanlar olabilmektedir.
 
ABD’de Truman’in otoritesinin zayifladigi, baskanlik nöbetinin degisme zamaninin yaklastigi bu siralarda A. Dulles, Tahran darbesinin K. Roosevelt komutasinda gerçeklestirilmesini önerdi. Roosevelt, iki yildir Iran’da siyaset, propaganda ve olasi bir Sovyet isgaline karsi paramiliter örgütlenme faaliyetleriyle ugrasmaktaydi. Gelismeler üzerine, Musaddik rejimini içerden sarsmak maksadiyla, mutedil politikacilar, din adamlari ve basin mensuplari, rüsvet dagitilarak satin alindi. Kiralanan sokak serserileri vasitasiyla komünist Tudeh Partisi yöneticileri ve binalarina saldirilar baslatildi.
 
Bu arada, A. Dulles, Iran’in Sovyet kontrolüne girmesinin ABD’nin ve dünyanin basina getirecegi felaketleri anlatarak Baskan’i, darbenin gerekliligine inandirmaya çalisiyordu. Eisenhower ise, Musaddik’a 100 Milyon Dolarlik bir destek verilmesi suretiyle rejime istikrar kazandirilabilecegini savunuyordu. Bir kaç gün sonra  “Barisa Bir Sans Vermek” basligiyla yaptigi konusmada, “Hangi hükümetler tarafindan yönetilecekleri ve hangi ekonomik sistemi benimseyecekleri, uluslarin kendi tercihleridir, bu haklari ellerinden alinamaz. Bir ülkenin bir baska ülkeye, yönetilecekleri hükümeti dayatmasi asla savunulamaz.” demisti.
 
Buna ragmen, Ingilizler ve CIA, Musaddik’i devirecek darbenin hazirliklarini sürdürdü. Darbeden sonra vitrine çikarilacak isim bile belirlenmisti: Emekli General F. Zahedi. Kendisine 75.000 Dolar verildi ve darbeyi tezgâhlayacak sekretaryayi olusturmasi söylendi. Bu arada, yikici faaliyetler ve propaganda savaslarina da hiz verildi; “Musaddik, Sovyetler ve Tudeh yanlisiydi... Musaddik, ülkeyi kasten ekonomik çikmaza sürüklüyordu... Musaddik bilinçli olarak ordunun moralini bozuyordu... Musaddik Islâm düsmaniydi...”  Sevilen dinî liderlere   CIA ajanlarinca suikastlar düzenleniyor, suç komünistlere atiliyordu, Islâm Savasçilari adli kökten dincilere destek veriliyor ve bunlarin, Musaddik yanlilarini her türlü yöntemle yildirmalari saglaniyordu.
 
CIA, Zahedi’nin askerî sekretaryasini da kullanarak ulusal radyonun, Merkez Bankasinin ele geçirilmesi gibi detaylar da dahil olmak üzere darbeyi en ince teferruatina kadar plânladi ve Baskan’in yesil isigini beklemeye basladi.
 
Isteksiz de olsa Eisenhower beklenen onayi 11 Temmuz 1953 tarihinde verdi ve bu andan itibaren her sey ters gitmeye basladi.
 
*************
Darbeden üç gün önce, is sir olmaktan çikmis, gizli bir radyo, Amerikan devleti ve Zahedi ile diger casus ve ajanlarin Musaddik hükümetini devirmek üzere harekete geçtigini Iran halkina duyurmaya baslamisti. Sonrasinda CIA, Zahedi’nin tek bir askeri bile kontrol edemedigini ögrendi. Ellerinde Tahran’in askerî plânlari, ordunun teskilât semasi bile yoktu. Isler, Eisenhower’in II. Dünya Savasindaki silah arkadasi, Iran konusunda deneyimli bir isim olan General McClure idaresine verilerek biraz toparlanma saglanmaya çalisildi. Sira Sah ve ailesini Tahran’a getirip Zahedi’ye destek vermelerini saglamaya gelmisti. Sah, ordunun destegini alamayacagi endisesiyle darbeye taraf olmayacagini söylüyordu. Buna ragmen baskiyla kendisine Musaddik’in görevden alindigina iliskin kararname imzalattirildi. Musaddik kendisini Sah’in degil ancak Meclisin görevden alabilecegini söyleyerek karsi koydu. Iran radyosu 16 Agustos günü darbe tesebbüsünün akim kaldigini duyurdu. Sah ülkeyi terk etti.
 
*****************
CIA, kiraladigi adamlarla Tahran’da Sah yanlisi, Musaddik aleyhtari gösteriler baslatti. Bazi dinî liderlerin de (genç Ayetullah Humeyni gibi) katilimiyla kalabaliklar büyüdü. Meclisi kusattilar, bazi kabine üyeleri rehin alindi, dört büyük gazetenin bürolari basilip yakildi, Musaddik’in parti binasi yagmalandi. Roosevelt’in talimatiyla telgraf idaresi, Propaganda Bakanligi, polis karakollari ve askerî karargâhlar vuruldu. Üç kisinin öldügü çatisma sonrasinda CIA radyo binasini ele geçirip yayin yapmaya basladi. Zahedi, saklanmakta oldugu evden alinip basbakanlik koltuguna oturtuldu. O gün Tahran sokaklarinda yüzlerce insan öldü. Ayrica, bunun iki mislinden fazlasi da iyi biçimde savunulan Musaddik’i ele geçirmek ugruna öldü. Devrik Basbakan,  müteakip üç yili  hapiste geçirdikten sonra ev hapsine çikti. Musaddik, ev hapsindeki onuncu yilinda vefat etti. Roosevelt, yeni Basbakan Zahedi’ye nakit olarak 1 milyon dolar verdi, o da tüm muhalifleri ezmeye, karsit görüse sahip binlerce kisiyi hapse tikmaya giristi. Büyükelçinin ifadesiyle, olaylar beklendigi, ya da en azindan umut edildigi gibi yürümemisti ama sonu istenildigi gibi bitmisti.
 
Kim Roosevelt Beyaz Saray’da bir kahraman gibi karsilandi. Allen Dulles, görünürdeki bu basariyi, CIA’nin imajini cilalamak için alabildigine istismar etti ama önemli bir CIA uzmani olan Ray Cline’a göre ortada abartilacak bir basari yoktu. CIA, darbeye zemin hazirlayacak ölçüde siddet yaratmasi için yeterli sayida sokak çapulcusu ve asker kiralamis, önemli miktarda para bir elden digerine geçmis ve o eller de rejimi degistirmisti.
 
Ortalik sakinlestikten sonra Sah ülkesine döndü ve üç yil sürecek siki yönetim ilan etti. Iran’daki Amerikan görevlilerinin yardimlariyla, rejimi koruyup güçlendirecek bir istihbarat teskilâti kuruldu. SAVAK adli bu teskilat, CIA tarafindan egitildi ve donatildi. SAVAK, yirmi yili askin bir süre boyunca Sah’i korudu ve Sovyetlere karsi ABD’nin gözü kulagi oldu.
 
Sah, Amerika’nin Islam dünyasina yönelik politikalarinin odaginda yer aliyordu. ABD adina Sah’a  muhatap olmasi gereken kisi Büyükelçi degil, CIA istasyon sefiydi. Sah ile CIA arasindaki bu “ihtirasli kucaklasma” (Disisleri Bakanligi yetkilisi A. Killgore’un tabiridir) yillar boyu sürdü. Darbe CIA’nin yegâne büyük zaferi olarak görülüyordu. Olay, ulusal bir basari gibi Amerikan kamuoyuna pazarlansa da Iranli bir nesil, Sah’in CIA tarafindan is basina getirildigi bilinciyle büyüdü.
 
Teskilâtin Tahran sokaklarinda yarattigi kaos, çok uzak olmayan bir gelecekte, Amerika’nin basina belâ olarak dönecekti. CIA’nin sihirli bir el çabuklugu ile istedigi bir ülkede iktidarlari yerlerinden edebilecegi algisi, cezbedici bir yanilsamadan ibaretti. Bu cazibe, CIA’yi, Orta Amerika’da kirk yil sürecek bir savasin içine sokacakti.
 
“Bombalayin. Tekrar Ediyorum, Bombalayin! ”
 
Guatemala Baskani Jacobo Arbenz’i iktidardan uzaklastiracak bir darbenin tezgâha konma meselesi, neredeyse üç yildan beri CIA koridorlarinda konusulmaktaydi. Allen Dulles, bu isi nihayet gerçeklestirmeye karar verince, Güney Kore’de bir takim karanlik islerde sorumluluk üstlenmis olan Al Haney’i, özel temsilcisi olarak bu göreve atadi. Görev önce, Iran’dan muzaffer bir biçimde dönmüs olan Kim Roosevelt’e önerilmisti ama o, teskilâtin Guatemala’da hiç ajaninin bulunmadigini, ordunun ve halkin istekleri hakkinda bilgi sahibi bulunulmadigini gerekçe göstererek körü körüne bu ise girmek istemedigini belirtmis ve öneriyi kabul etmemisti. Guatemala ordusundan atilmis olan Albay Carlos Castillo Armas, CIA tarafindan iktidara getirilecek isim olarak seçildi ve Al Haney, aldigi emir dogrultusunda bu adami basa getirmek üzere çalismalara basladi.
 
*********
Darbeye nezaret etmek üzere bölgeye yeni elçiler atandi. Bunlarda biri, 1950 yilinda, Disisleri Bakanliginda görevli solculari ve liberalleri ayiklayip isten attiran, sonrasinda Büyükelçi olarak atandigi Atina’da CIA ile yakin isbirligi yaparak Yunan iktidarina ulasan kapilari açma becerisini gösteren yetenekli diplomat Jack Peurifoy idi. Yeni görev yerine ulastigini bildirmek maksadiyla Washington’a çektigi ilk telgrafinda söyle yazmisti: “Büyük sopayi kullanmak üzere Guatemala’ya vardim.” Baskanla ilk karsilasmasina iliskin izlenimini ise söyle aktarmisti yönetimine: “Baskan bir komünist degilse bile, eminim ki gerçek bir komünist gelesiye kadar bununla idare edebiliriz.” Bir baska deyisle, Arbenz, boynuna komünistlik yaftasi asilabilecek bir kisilikti, gerçekten olmasa bile...
 
Thomas Whelan, Nikaragua diktatörü Anastasio Somoza ile çalismak üzere bu ülkeye atandi. Somoza, Castillo Armas’in adamlarini egitmek maksadiyla CIA’nin ülkesinde bir kamp kurmasina yardim ediyordu.
 
9 Aralik 1953 tarihinde Allen Dulles, 3 milyon dolarlik bir bütçeyi onaylayarak “Basari Operasyonu” adi verilen darbe girisimini resmen baslatti ve çok geçmeden ilk skandal patladi.
 
Bati dünyasindaki tüm büyük gazeteler, Baskan Arbenz’in “Kuzeydeki bir ülkeden” destekli darbe plâni ile karsi karsiya oldugunu yaziyordu. Darbe, Somoza’nin Nikaragua’daki çiftliginde adamlari egitilmekte olan C. Armas tarafindan yapilacakti! Olay, Haney ile Armas’in irtibatini saglayan bir CIA görevlisinin otel odasinda unuttugu çantasindaki belgelerin bulunmasi üzerine basina sizmisti.
 
Guatemala kamuoyunun dikkatini baska yöne çekmek maksadiyla basina bir sürü yalan haber servis edildi: “Arbenz, tüm Katolik askerlerini, Stalin’e tapmalari için zorluyordu... Sovyet denizaltilari, Guatemala kiyilarina silâh getiriyordu... Ülke semalarinda uçan daireler görülmüstü..., vs.”. CIA, halki etkilemek için plajlardan birine kendi adamlari vasitasiyla kasalar içinde Rus silâhlari gömdürtüp sonra da bunlari buldurtarak basina malzeme vermisti.
CIA kurallari, gizli operasyonlarda Amerikan parmaginin görülmemesinin saglanmasini sart kosuyordu. Ancak Wisner, sirf Amerikan parmagi görünüyor diye “Basari Operasyonundan vazgeçmenin, ABD’nin soguk savas silâhlari arasindaki en önemlisinden istifade edememek anlamina gelecegini” savunuyor ve isi sürdürmek istiyordu. O’na göre bir operasyon, Amerikan halkindan saklandigi ve ABD hükümeti tarafindan üstlenilmedigi sürece gizli sayilirdi.
 
*************
Castillo Armas, harekete geçmek için Amerikalilardan haber bekliyordu ama minik ve yeteri kadar egitim almamis birlikleri de Guatemala ordusuyla basa çikabilecek güçte görünmüyordu. CIA, Amerikan silâh ambargosunun sikintilarini yasayan ve bir Amerikan isgalinden çekinen subaylari rüsvetle yönetim aleyhine kiskirtmaya çalisti. Ajanlarindan aldigi rapor ise, subaylari darbeye zorlayacak tek sey Guatemala City’nin bombalanmasi olabilirdi. Bu arada ABD, tüm uluslar arasi hukuk ilkelerini ihlâl ederek savas gemileri ve denizaltilarla Guatemala kiyilarini ablukaya aldi. Gerekçe olarak da, ülkeye Sovyet silâhlarinin getirilmekte oldugunu açikladi. Isin asli suydu: ABD’nin, ülkesine uyguladigi silâh ambargosunu delmeye çalisan Arbenz, bir Isviçre bankasi vasitasiyla Çekoslovakya’daki bir silâh sirketine 4,9 Milyon Dolarlik bir transfer yapmistir. CIA önce paranin izini sürmüs ama sonra kaybetmistir. Neticede, Çek silâhlariyla yüklü Alfhem isimli gemiyi elinden kaçirmis, mallar Guatemala’ya indirilmistir. Silâhlarin üzerindeki gamali haç isaretlerinden ne denli eski, pasli ise yaramaz seyler  oldugu bellidir ama  bu olay ABD  için bulunmaz bir  propaganda malzemesi    olusturmaktadir.
 
Hükümet sözcüsü John McCormack, sevkiyati, Amerika’nin arka bahçesine ekilen atom bombalari olarak niteledi ve ardindan ambargo geldi.
 
26 Mayis’ta CIA’ya ait bir uçak, baskanlik sarayi üzerinde uçarak propaganda brosürleri atti. Halk, Castillo Armas’in liderliginde komünist ateizmine karsi mücadele etmeye çagriliyordu. Fazla kulak asan olmadi ama daha önce hiç havadan bombalanmamis olan ülkenin üzerinden savas uçaklari geçirilebilmisti. Bu tür tacizler ve Nikaragua’ya iltica etmis bir hava generalinin sesiyle yapilan yalan dolu kiskirtici radyo yayinlariyla ülkeye ve özellikle Arbenz’in birlikleri üzerine korku salinmaya çalisiliyordu.
 
*********
Arbenz’in tepesi atti. Pilotlarin düsmana iltica edecekleri korkusuyla kendi hava kuvvetlerini uçamaz hale getirdi, CIA ile yakin isbirligi yapan komünizm aleyhtari taninmis bir ögrenci liderinin evini basti, sivil  özgürlükleri kisitladi, teskilâta çalistigi bahanesiyle yüzlerce insani tutukladi, bunlardan en az yetmis besi  iskence altinda öldü ve toplu mezarlara gömüldü. CIA’nin, yaptigi propagandalarla çizmeye çalistigi diktatör portresine gerçekten benzemeye baslamisti.
 
Bunlar olurken, CIA, Moskova politbüro üyelerinin ülkeye geldigi, komünist çalisma kamplari kurularak, 16 yasindan büyük tüm erkek ve kiz çocuklarin buralarda egitimden geçirilecegi, insanlarin kiliseden koparilacaklari yolundaki propagandalarini iyice artirdi ve köylüyü yasal güçlere karsi silahlandirdi.
 
18 Haziran’da Castillo Armas, dört yildan beri hazirlandigi saldiriyi baslatti ama saldiri hükümet güçlerince püskürtüldü. Armas, gizlendigi yerden CIA’ya yardim çagrisinda bulundu. Ülkede panik havasi esiyordu. CIA istasyon sefleri, genel merkezin bombardimani bir an önce baslatmasini istiyordu. Büyükelçi Peurifoy dogrudan Allen Dulles’e bir tel çekerek “Bombalayin. Tekrar ediyorum, bombalayin!” diye yazdi.
 
CIA karargâhinda büyük gerginlik yasaniyordu. Bombardimanin, saldiriya tepki olarak hükümet güçlerini daha dirençli hale getirmesinden endise ediliyordu. Verilecek sivil kayiplarin, ABD aleyhtari bir kampanyaya dönüsebilecegini savunanlar da vardi, bu asamadan sonra geri adim atmanin büyük itibar kaybina yol açacagini, saldirinin bir an önce yapilarak isin bitirilmesi gerektigini savunanlar da. Eisenhower, Dulles’e, o anki sartlar itibariyle darbenin basarilma sansinin ne oldugunu sordu. “Sifir” diye itiraf etti CIA baskani. “Ya CIA’ya daha fazla uçak ve bomba verilirse?” diye üsteledi Eisenhower. “Yüzde yirmi” cevabini aldi ve hava harekâtini onayladi.
 
Dulles, Eisenhower’i baskanlik seçimlerinde desteklemis olan milyarder is adami Pawley’i aradi. Ancak o, gizli bir hava gücü kurabilirdi. Nikaragua Büyükelçisi Beyaz Saray’a çagrildi, hemen yakindaki bankadan 150.000 Dolar nakit para çekilerek Pentagon’a gidildi, para buradaki bir askerî yetkiliye ödendi ve üç adet Thunderbolt uçaginin Nikaragua devletine satis ve devrine iliskin anlasma imzalandi. CIA pilotlarinin yönetimindeki uçaklar ertesi sabah Guatemala baskentini bombalamaya basladi (Bu arada Amerikan misyonerlerinin yönettigi bir radyo istasyonu ile demirli bir Ingiliz silebi de bombalardan nasibini aldi). Karada ise Castillo Armas birlikleri hiçbir ilerleme kaydedemiyordu. ABD Büyükelçiligi çatisindaki hoparlörlerden, T38 savas uçaklarinin uçtugu algisi yaratacak cayirtilar kopariliyor, ortalik velveleye veriliyordu. 25 Haziran’da en büyük resmi geçitlerin yapildigi meydan bombalaninca subaylarin direnci kirildi. Arbenz kabineyi toplayarak bazi subaylarin hükümeti devirme hazirligi içinde oldugunu anlatti. Bu gerekçeyle yetkilerini Albay C. A. Diaz’a devretti. Diaz, Armas’a  karsi savas andi içerek cuntasini kurdu. CIA, Diaz’a, ikna yetenegi yüksek bir adamini (Times Gazetesinin Berlin büro Sefi Enno Hobbing) göndererek “kendisinin Amerikan dis politikalari bakimindan uygun olmadigini” söyledi. Cunta dagildi. Büyükelçi Peurifoy’un iki ay süren manipülasyonlari ve degisen dört liderden sonra Castillo Armas baskanlik görevini üstlendi. Davet edildigi Beyaz Saray’daki baskanlik yemeginde yirmi bir pare top atisiyla karsilandi. R. Nixon, kadehlerin serefe tokusturulmasi öncesindeki konusmasina su cümleyle basladi: “Bu aksam Guatemala halkinin, kendi çürümüslügü, yalanciligi ve alçakligi içinde bogulan komünist yönetime karsi gerçeklestirdigi direnise önderlik eden kahraman asker Castillo Armas’i misafir ediyoruz.”
 
Guatemala, askerî yöneticiler, ölüm timleri ve silahli baski gölgesinde geçecek kirk yillik bir sürece adim atiyordu.
 
*********
 
CIA yöneticileri, tipki Iran olayinda oldugu gibi “Basari Operasyonu” diye adlandirdiklari Guatemala eylemi için de satafatli bir ambalaj yaptilar. Oysa yaz sonunda Guatemala istasyonunun basina geçen Jake Esterline, darbenin sadece kaba kuvvet ve kör talih sayesinde basarildigini söyleyecekti. CIA yetkilileri, olaylar sirasinda Armas’in güçlerinden kaç kayip verildigi konusunda Eisenhower’a “Sadece bir kisi” diyerek yalan söylediler. 43 kisi ölmüstü.
 
Bu yalan, CIA tarihinde bir dönüm noktasiydi. Yabanci ülkelerde gerçeklestirilen gizli operasyonlar için kapak sayfasi düzenlemek, teskilâtin siradan bir uygulamasi haline gelmisti. Üst düzey bir CIA yetkilisi olan Bisell, “CIA mensubu olarak bir çogumuz, yaptigimiz eylemler sirasinda tüm ahlâki kurallara bagli kalmak gibi bir zorunluluk hissetmiyorduk” demisti. O ve onun gibiler, CIA’nin itibarini cilâlamak adina Baskan’a yalan söylemekte bir sakinca görmüyorlardi. Bu yalanlarin biraktigi kalici izler uzun süre çikmayacakti.
“Bunlardan Biri Yakalanacak, Ardindan Kiyamet Kopacak”
 
Allen Dulles, teskilâti halkin ve yönetimin denetiminden uzak tutmak için ne mümkünse yapiyordu. Yardimcilarina siklikla kendisine parlatilmis basari öykülerini içeren raporlar tanzim etmeleri talimati veriyor, böylece bütçeden aldigi tahsisati artirmayi amaçliyordu.
 
Dulles’in tarzindan rahatsiz olanlardan biri de o günlerin kizil avcisi Senatör Joseph McCarthy idi. McCarthy’nin ekibinde, Kore Savasinin sonlarina dogru CIA’dan kizgin bir biçimde ayrilan ajanlar bulunuyordu. Bunlar vasitasiyla elde ettigi bilgilere göre CIA, bilmeden komünistler hesabina çalisan bir yigin eleman  istihdam etmisti. Senatörün siklikla dile getirdigi temelsiz bir takim ithamlarin aksine bu suçlamada dogruluk payi  oldukça yüksekti. Dulles, kamuoyunda komünizm korkusunun bu denli yogun oldugu bir dönemde, CIA’nin Avrupa’da, Asya’da, Çinli ve Rus ajanlar tarafindan aldatildigi ortaya çikarsa teskilâtin sonunun geleceginden endise ediyordu.
 
CIA’nin çalismalariyla ilgili olarak muhtelif devlet organlarinin yürüttügü çalismalar hep ayni sonuca ulasiyordu: Teskilâtin demir perde arkasinda olup bitenlerle ilgili dise dokunur hiçbir önemli çalismasi bulunmamaktadir, CIA itibarini korumak için bir çok bilgiyi saklamis, yönetimine yalan söylemistir. Dulles, acimasiz, muhteris ve yeteneksiz bir bürokrattir, teskilâtin acilen bir temizlige ihtiyaci vardir, gizli operasyonlarin niceligi degil, niteligi önemlidir, Dulles ve adamlari kaliteli operasyonlar gerçeklestirmek için gerekli yetenek ve bilgiden yoksundur, vs, vs...
 
Teskilâtin sorunlarini sessizce gidermek yanlisi olan Eisenhower’a sunulan bir baska raporda da Sovyetlerle ilgili istihbarat ediniminin ABD’nin hayati bir meselesi olduguna dikkat çekiliyor ve söyle deniyordu; “ajanlar vasitasiyla edinilen bilgiler, kaybedilen hayatlara ve yapilan harcamalara degecek boyutta degildir. ABD’nin gerçek bir istihbarat için hiçbir masraftan kaçinmamasi gerekir”.
 
************
Eisenhower’in teskilâttan bekledigi en öncelikli görev, nükleer saldiri tehditlerine iliskin bir erken uyari mekanizmasinin kurulmasiydi. Dulles’e “Pearl Harbor benzeri bir olayi bir kez daha yasamayalim” talimatini verdi. Diger yandan MIT (Massachusetts Institute of Technology) baskanindan, muhtemel bir saldiriyi erken haber almaya yönelik elektronik gözetleme ve iletisim tekniklerinin gelistirilmesi için her türlü çabanin gösterilmesini istedi.
 
CIA, dinleme faaliyetlerini kat be kat artiracak girisimler baslatti. Bunlardan biri, Ingiliz istihbarati ile ortak gelistirilen bir proje idi. Fikir Ingilizlerden çikti. Ingiliz istihbarati, II. Dünya Savasinin bitmesinden hemen sonra, Viyana’nin isgal edilmis bölgelerinde yer alti tünelleri insa ederek Sovyet iletisim kablolarina ulasmis ve onlari dinlemeyi basarmisti. Buna benzer bir sey Berlin’de de yapilabilirdi. Hemen ise girisildi. Öncelikle sehrin fakir bölgelerinden birinde büyük bir bina yapilarak tepesine devasa bir anten dikildi. Amaç, haberlesme sinyallerinin atmosferden yakalanmasina yönelik bir tesis yapilmakta oldugu izlenimini vererek Ruslari aldatmakti. Bu arada Amerikalilar doguya, Rus bölgesine giden tüneli kazdilar, Ingilizler de Viyana deneyimlerinden yararlanarak kablolara dinleme aygitlarini yerlestirdiler. Tünel 1955 yilinin Subat ayinda bitirildi, Mayis ayindan itibaren de bilgi akisi basladi.
 
Sovyetlerin Almanya ve Polonya’daki nükleer ve konvansiyonel gücü, Sovyet Savunma Bakanliginin iç yüzü, Sovyet karsi casusluk teskilâtinin çalisma tarzi, Sovyet ve Dogu Alman resmi makamlari arasindaki koordinasyonsuzluk, Rus istihbarat ajanlarinin isimleri gibi çok önemli bilgilere ulasildi. On binlerce saatlik telefon dinlemeleri sonucunda elde edilen bilgilerin kagida geçirilmesi ve tercüme edilmesi için yeterli personel bulunmasinda büyük güçlükler çekildi ve muazzam paralar harcandi. Ne var ki bu faaliyetler sadece bir yil sürebildi ve bir yilin sonunda tüneller Ruslar tarafindan bulundu. Buna ragmen yasanan eziyetlere degmis, paha biçilmez bilgiler edinilmisti. CIA casusluk konusunda çaylakliktan kurtulmus, sonunda rüstünü ispat edebilmisti. Oysa kazin ayagi tam öyle degildi; Ruslar ilk kazma vuruldugu andan itibaren Ingiliz istihbaratindaki köstebekleri George Blake sayesinde tünel projesinden haberdar idiler. Ruslar bir yil boyunca tünelin içine yaniltici bilgiler mi üflediler yoksa edinilen bilgiler gerçegi mi yansitiyordu bu gün bile tartisiliyor. Ancak deliller sunu gösteriyor ki, Sovyet ve Dogu Alman güvenlik sistemlerine iliskin bazi bilgiler gerçekti. Ayrica, Moskova’nin yeni bir savasa girismek anlaminda bir takim niyetleri olduguna iliskin her hangi bir diyalogla karsilasilmamisti.
 
Hal böyle olsa da Beyaz Saray ve Pentagon, Kremlin’in niyetinin kendilerininkiyle ayni oldugu konusunda israrli idiler: III. Dünya Savasini ilk darbeyi vuran kazanacakti. Dolayisiyla düsman ilk günden yok edilmeliydi. Bu yüzden Sovyet askerî tesislerinin yerleri tespit edilmeli, karsi taraf bir hamle yapamadan berhava edilmeliydi. Yönetimin, ABD ajanlarinin bu tespiti yapabilecegine iliskin inanci yoktu ama bu isi belki makinalar yapabilirdi.
MIT Baskani Killian’in raporu, CIA’daki modasi geçmis casusluk devrinin üzerine gölge düsmeye basladiginin, bunun yerini teknolojinin almakta oldugunun habercisiydi. Bir süredir üzerinde çalisilmakta olan casus uçaklari projesi artik uygulama asamasina gelmisti. Eisenhower, Amerikan gözlerinin demir perde arkasini görmesini saglayacak U-2 casus uçaklarinin üretime geçirilmesi emrini verirken bir de kötümser öngörüde bulundu: “Bu makinalardan biri, bir gün yakalanacak ve ardindan kiyamet kopacak”.
 
U-2 uçaklari büyük bir gizlilik içinde üretim bandina kondu. Bu arada CIA bünyesinde, akilli alet yanlilari ile klâsik casusluk yanlilari arasinda ciddi çekismeler yasaniyordu. U-2 projesini yürüten ve gelecekte CIA’nin basina geçecek olan Bisell, bu uçaklari Sovyet tehdidine karsi çok etkili bir önlem olarak görüyordu. Bisell’e göre U- 2’lerin Sovyet hava sahasina girerek gözetleme yapmasini hiç bir güç engelleyemeyecek, bu da Moskova’nin hem gücünü, hem gururunu fena halde zedeleyecekti.
 
U-2’lerin kesif bölgelerini belirleyen gizli CIA hücresinin sefi James Q. Reber, ileriki yillarda söyle bir saptamada bulunmustu: “Pentagon’un bizden bütün istedigi, Ruslarin kaç bombardiman uçagina, kaç atom bombasina, kaç tanka, füzeye sahip olduklarina dair bilgi idi. Soguk savas, adamlarin beyinlerini buna kilitlemisti. Baska türlü resimlerin de görülmesinde fayda olabilecegini düsünemez hale gelmislerdi. Oysa, CIA, Sovyetler Birligindeki yasamin iç yüzünü anlamaya yönelik bir ufukla büyük resme bakabilseydi, ögrenirdik ki, Ruslar bir ülkeyi gerçekten güçlü bir konuma getirecek alanlara yatirim yapmiyorlar, ya da yeterince yapmiyorlardi. Zayif bir düsmandilar. Günlük yasamin gerektirdigi ürünler üretilmiyordu. Buradan yola çikarak CIA belki anlardi ki,  soguk savasin son hamleleri askerî alanda degil, iktisadî alanda yapilacakti. Ancak bu tür düsünceler hayal güçlerini asiyordu”.
 
*********
Baskanin CIA’nin yeteneklerine yönelik arastirmalari, istihbarat alaninda teknolojinin kullanimini devrim yaratacak biçimde arttirdi ama teskilâtin içindeki sorunlarin köküne inemedi. Olusturulmasinin üzerinden yedi yil geçmis olmasina ragmen CIA dogru dürüst denetlenemiyordu. CIA’nin sirlarinin kiminle  paylasilacagina Dulles karar vermekteydi. Teskilât baskani olarak, ulusal güvenlik sisteminin diger unsurlarinin her seyi ve özellikle gizli operasyonlari bilmesi gerekmedigini düsünüyordu. Yurt disindaki yardimcilari, istasyon sefleri, gizlilik içinde kendi politikalarini kendileri olusturuyor, kafalarina göre uyguluyor, sonuçlari da kendilerine uyacak sekilde yorumluyorlardi. Dulles uygun gördügü bilgileri Baskan’la paylasiyor, bazi seyleri bilmemesinin daha dogru olacagi kanaatini tasiyordu.
“Bizim Yolumuz Yöntemimiz Farkli”
 
CIA’nin, kimsenin erisemeyecegi ustalikla kullandigi bir silâh varsa o da nakit paradir. Teskilât yabanci politikacilari satin alma konusunda tam bir uzmandir. Gelecekte dünyanin önde gelen güçlerinden birinin lideri olacak sahsiyeti saflarina kattigi ilk ülke Japonya oldu.
 
ABD’nin istihdam ettigi ajanlarin en önemlilerinden ikisi, II. Dünya Savasi sonrasinda ABD isgali altindaki Japonya’da vatana ihanet suçuyla hapiste yatmaktaydi. 1948 yili sonlarinda, kogus arkadaslarindan bir çogunun hapishanenin idam sehpasini boylamasindan bir gün önce CIA’nin yardimiyla tahliye oldular. Bunlardan Nobusuke Kishi, teskilâtin destegiyle basbakanliga kadar yükseldi. Yoshio Kodama ise, Amerikan ajanlarina yaptigi hizmetler sayesinde ülkenin bir numarali gangsteri haline geldi. Bu iki adam, fasizme karsi savas sürecinde Amerika’nin nefret ettigi tüm olumsuzluklarin canli temsilcileri idiler. Komünizme karsi savas sürecinde ise Amerika’nin en çok ihtiyaç duydugu tiplere dönüstüler. Ikili, savas sonrasi Japon siyasi yasamini sekillendirecekti.
 
Kodama 1930’larda, basini çektigi sagci bir gençlik grubuyla basbakana suikast tertiplemeye çalismis, basaramamis, yakalanip hapse tikilmisti. Sonralari Japon hükümeti bu adami, savas sirasinda ihtiyaç duyacagi metalleri temin etmesi için kullandi. Isgal altindaki Çin’de bes yil çalistiktan sonra savas döneminin en büyük karaborsacilarindan biri haline geldi, 175 milyon dolarlik bir servetin sahibi oldu ve amiral rütbesi ile ödüllendirildi. Kodama, servetinin büyük bir bölümünü Japonya’nin en muhafazakâr politikacilarina kariyer yaptirmak için harcadi ve bu kadronun iktidari ele geçirme projesinin gerçeklestirilmesinde CIA namina hayatî hizmetlerde bulundu.
 
Kodama, Amerikan silâh sanayiinin en önemli girdilerinden biri olan tungsten maddesini Japon depolarindan çalarak ülke disina çikartti ve Pentagon’a 10 milyon dolara satti.
 
Kishi ise, Kodama’nin finansal gücünü ve kendi yeteneklerini kullanarak Tokyo’daki önde gelen Amerikalilarla yakin dostluklar kurdu. CIA Baskani Allen Dulles’in çok yakin arkadasi olan Newsweek dergisi Tokyo bürosu Sefi Harry Kern’den Ingilizce dersleri aldi ve onun sayesinde etkili Amerikan politikacilariyla tanisti. Kishi bunlardan birine hedefinin iktidardaki Liberal Partiyi çökertmek oldugunu söylemisti. Kendi liderligindeki Yeni Liberal Parti, ne liberal, ne de demokratik olacakti. Imparatorluk Japonya’sinin küllerinden çikaracagi feodal önderlerle iktidara gelecek ve Japon dis politikasini Amerikan isteklerine uyumlu hale getirecekti ama bunlari yapabilmek için ABD’nin destegine ihtiyaci vardi. Istedigi destek, 1955 yilinda bizzat ABD Disisleri Bakani Foster Dulles’den geldi; eger Japon muhafazakâr kesimi bir araya getirebilir ve komünizm ile savasta ABD’ye yardim ederse kendisine her türlü destek verilecekti. Tabii Amerikan desteginin ne anlama geldigini herkes biliyordu.
 
**********
Japon Liberal Partisi ile CIA arasindaki en hayatî isbirligi para karsiligi istihbarat degisimi alaninda gerçeklesiyordu. Paralar, bir zamanlar Italya’da yapildigi gibi siyah torbalar içinde el degistirmiyor, CIA tarafindan güvenilen Amerikali is adamlari vasitasiyla ödeniyordu. Bunlarin arasinda, o siralar U-2 uçaklarini üretmekle mesgul olan ve Kishi’nin kurmayi hedefledigi Japon savunma kuvvetlerine savas uçagi  satmaya çalisan Lockheed’in yöneticileri de vardi.
 
1955 yilinin Kasim ayinda Kishi, Japonya’daki muhafazakâr kesimi, Liberal Demokrat Parti çatisi altinda birlestirmeyi basardi. Bir yandan saglam adimlarla iktidara yürüyor, bir yandan da CIA ile, Japonya ve Amerika arasinda gerçeklestirilecek yeni bir savunma isbirligi anlasmasi üzerinde çalisiyordu. Parlamentodaki solcu partiler ise anlasmaya siddetle muhalefet etmekteydiler.
 
1957 yilinin Subat ayinda, Kishi’nin Basbakan ilân edilecegi gün, meclis gündemindeki maddelerden biri de Savunma Anlasmasi idi. CIA ajani Clyde McAvoy ile birlikte çalisildi, anlasmanin lehine oy verecek parlamenterler belirlendi, ayarlandi. Buna ragmen çikacak bazi çatlak sesler nedeniyle anlasmanin geçmeyeceginden endise ediliyordu. Meclis gelenegi dogrultusunda 10.30 – 11.00 saatleri arasinda verilmesi mutad olan mola sirasinda, solcu parlamenterler koridorlara dagilmisken, toplanti salonunu terk etmeyen vekiller sayesinde oturum oldu bittiye getirildi ve katilanlarin oy çoklugu ile anlasma meclisten geçirildi. Ayni yilin Haziran ayinda Kishi, ABD’ne bir zafer ziyaretinde bulundu ve tahmin edilebilecegi gibi çok iyi karsilandi. Bu ziyaret sirasinda CIA’dan aldigi maddi destegin arada bir degil, düzenli ve sürekli olmasini talep etti.  Eisenhower, Liberal Demokrat Partinin önde gelen parlamenterlerine sürekli ve düzenli ödeme yapilmasini onayladi. Ödemelerde CIA’nin parmagi oldugunu bilmeyen politikacilara da kaynagin, Amerikan is dünyasi oldugu söylendi. Bu para akisi, dört ABD Baskaninin onayiyla en az on bes sene sürdü ve soguk savas süreci boyunca Japonya’daki tek parti yönetiminin çimentosu oldu.
 
Kishi’den sonra gelen politikacilar da onun yolundan yürüdüler. Bunlardan, 1958 yilinda CIA kadrolarina katilan ve on yil boyunca teskilâta hizmet veren Okinori Kaya en çok Basbakan Eisaku Sato’nun bas danismanligini yaptigi 1968 yilinda zorlandi. O yilin en önemli iç siyaset konusu Okinawa Adalarindaki muazzam ABD askerî üsleri idi. Burasi Vietnam’i bombalamaya giden uçaklarin konuslandigi üs olarak kullanildigi gibi Amerika’nin nükleer silâh deposu olarak da kullaniliyordu. Ada, ABD’nin kontrolündeydi ama muhalefet adalardaki  özerkligin sonlandirilarak yönetimin Japonya’ya iadesi konusunda bastiriyordu. Bu durumun siyaseten devam edebilmesi için CIA’nin yaptigi bir çok gizli faaliyetin basrol oyuncusu Okinori Kaya idi. Yapilan tüm manipülasyonlara ragmen Okinawa’nin yönetimi 1972 yerel referandum sonucunda halkin kil payi bir tercihiyle de olsa Japonya’ya devredildi. Buna ragmen adadaki Amerikan askerî varligi günümüzde de sürmektedir.
 
Japonlar, CIA destegiyle yaratilan siyasi sistemin adini kozo oshoku koydular, yâni; “Yapisal Yolsuzluk”. CIA’nin rüsvetleri 1970 yilina kadar devam etti ancak Japon siyasi yasamindaki yapisal yolsuzluklar daha uzun yillar devam edecekti.
 
CIA’nin Tokyo Istasyon Sefi Horace Feldman, “Isgal yillarinda Japonya’yi biz yönettik, isgali takip eden yillarda  ise farkli biçimde yönettik. General MacArthur’un kendine özgü yöntemleri vardi, bizim de  kendimize göre farkli yöntemlerimiz...” diye konusmustu çok sonralari.
“Iyimserlik Körlügü”
 
Allen Dulles, gizli operasyonlara olan tutkusu nedeniyle, Baskan’a istihbarat saglamak olan esas isini ihmal eder olmustu. Dulles ve yardimcisi Wisner, 5 yil boyunca yurt disinda iki yüzden fazla gizli operasyona imza atmis, Fransa’nin, Almanya’nin, Italya’nin, Yunanistan’in, Misir’in, Pakistan’in, Japonya’nin, Tayland’in, Filipinler’in ve Vietnam’in iç islerine müdahale maksadiyla Amerikan vergi mükellefinin parasini bu ülkelere akitip durmustu. Teskilât, ülkelerde darbelere düzenliyor, buralarda baskanlar ve basbakanlar ortaya çikarabiliyor veya çöpe gönderebiliyordu ama esas düsmani bir türlü ele geçiremiyordu.
 
Gizli operasyonlarin Kremlin’i sarsamadigini gören Eisenhower, 1955 yili sonlarinda CIA’nin hedefini su sekilde degistirdi: “Uluslararasi komünizmi gözden düsürmek için sorun yaratmak, mevcut sorunlari istismar etmek, komünist yönetimlere ilgi ve sicaklik duyan tüm kisi ve partilerle mücadeleye girismek, bu yolla özgür dünya halklarinin ABD ile olan baglarini güçlendirmek”. Bunlar iddiali hedeflerdi ama Dulles ve Wisner’in amaçlarina oranla mütevazi kalmaktaydilar.
 
Teskilâta bu yeni ayarin verilmesinden bir kaç hafta sonra Nikita Khrushchev, Komünist Parti Kongresinde öyle bir konusma yapti ki, CIA istese komünist dünyayi bu denli sarsacak bir tezgâh kuramazdi. Khrushchev’e göre üç yil önce ölen Stalin, kendi gücü ve ikbali için herkesi ve her seyi feda edebilecek sadist ve süper bencil biriydi.
 
CIA, konusmayla ilgili duyumu bir ay sonra aldi ve tam metnini ele geçirip propaganda malzemesi olarak kullanmak istedi. Teskilât, simdi oldugu gibi o zaman da yabanci istihbarat teskilâtlarina fazlasiyla bagimli idi. Istedigi konusmanin metnini Israilli ajanlar vasitasiyla elde etti. CIA, Israil istihbaratina olan ve halen süren bu bagimliligi yüzünden, Orta Dogu’da olup bitenlere hep Yahudi gözlügüyle bakmistir.
 
Bundan sonra CIA içinde bir tartisma basladi. Konusma içerigi usul usul bazi komünist partilere sizdirilarak kale içeriden mi sarsilmaliydi, yoksa büyük bir kampanya ile tüm dünyaya mi duyurulmaliydi? Uzun tartismalardan sonra ikinci yol tercih edildi ve bu karar CIA’nin hayal bile edemeyecegi bir dizi olaya yol açti.
 
*********
Kararin ardindan, konusma metni aylar boyunca CIA’nin, ugruna yüz milyonlarca dolar harcadigi “Özgür  Avrupa” radyo antenlerinden demir perde ülkelerine yayinlandi durdu. Sonuçlar kisa süre içinde görülmeye baslandi. Polonya’da isçiler komünist yönetime karsi siddetli nümayisler baslatti ama Sovyetlerden çok sert karsilik gördü. Baskan Yardimcisi Nixon, uydu ülkelerden birinin daha Ruslarca hirpalanmasinin karsi propaganda amaçli olarak Amerikan amaçlarina hizmet edecegini savunuyor, Sovyetleri tahrike devam edilmesini istiyordu. Ona göre Polonya’dan sonra Ruslara hirpalattirilacak ülke Macaristan olabilirdi. Propaganda tüm hiziyla sürdürüldü.
 
**************
 
Dikkatler bu propaganda zaferi üzerine yogunlasmisken dünyada çok önemli iki gelisme yasaniyordu ki bunlardan ne Dulles’in, ne de yardimcisi Wisner’in haberi vardi. Londra ve Paris’te savas hazirliklari yapilmakta, Macaristan’da ise bir halk ihtilâli tezgâhlanmaktaydi. Dulles, bu olaylarin iki haftalik çok hassas gelisme süreçleri boyunca Baskanina bilerek ya da bilmeyerek yanlis yorumladigi bilgileri aktardi.
 
O günlerde Wisner, Ingiliz meslektasi Sir Patrick Dean ile Misir lideri Nasir’i devirme plânlarini konusmak için Londra’ya gitti. CIA baslangiçta, üç yil önce bir darbe ile iktidari ele geçiren Nasir’i destekliyordu. Ancak  sonralari Nasir, CIA’dan bekledigi askerî yardimlarin gelmedigini gerekçe göstererek Misir pamugu karsiliginda Rus silâhlari almaya kalkisti ve isin rengi degisti. Nasir’in 1956 yilinda bir Ingiliz – Fransiz ortakligi olan Süveys Kanali Sirketini millilestirmesi, bu ülkeleri tarif edilemeyecek derecede öfkelendirdi. Ingilizler Nasir’i öldürmeyi öneriyor, Eisenhower buna karsi çikiyor ve isin yikici faaliyetlerle usul usul istenilen yöne çekilmesini savunuyordu.
 
Iste Wisner ve Sir P. Dean bunlari konusacakti ama Ingiliz istihbaratçi randevusuna gelmedi çünkü o sirada Paris’teki toplantida Fransa ve Israil ile birlikte Ingiltere’nin Misir’a yapacagi saldiri plânlarina son sekil verilmekteydi. CIA’nin bunlarin hiç birinden haberi yoktu. Dulles yönetimine, Israil, Ingiltere ve Fransa’nin müstereken Misir’a saldiracagi yolundaki bilgilerin saçmaliktan ibaret oldugu bilgisini vermekteydi çünkü Israil istihbarati onu yanlis yönlendiriyordu. Orta Dogu’daki esas tehlike baska yerdeydi; Ürdün Kralina suikast düzenlenmisti ve Misir kisa süre içinde Irak’a saldiracakti! Bunun üzerine Eisenhower, 26 Ekim’deki Güvenlik Konseyi toplantisinda Orta Dogu ile ilgili raporlari bir kenara itti ve önceligin Macaristan olaylari oldugunu söyledi.
 
Budapeste’de komünist hükümete karsi büyük ayaklanmalar yasanmaktaydi. 27 Ekim’de, Kizil Ordu tanklari sehre girdi. Çatismalarda yüzden fazla insan öldü. CIA’nin sekiz yildan beri bekledigi an gelmisti. Komünizme karsi yapilan ayaklanmalara her türlü destek verilecek, Katolik Kilisesi, köylü birlikleri, sürgün edilmisler, ögrenciler, kisacasi tüm kesimler harekete geçirilecekti.
 
Talimati alan Wisner hemen çalismalara basladi ama tam anlamiyla çuvalladi. Avusturya’ya sürgüne gönderilmis olanlar, Macaristan’a dönerlerken tutuklandilar, içeride örgütledigini sandigi muhbirler, hirsiz ve yalanci çikti, böyle durumlar için ülkenin issiz yerlerine gömdürüp sakladigi silâhlar bulunamadi. Teskilâtin Macaristan konusundaki örtülü faaliyetlerinin ne denli gerçekçilikten uzak oldugu gizli bir CIA belgesinde söyle dile getirilmisti: “Hep görmek istediklerini gördüler, görmek istemedikleri için ise iyimserligin körlügünü seçtiler”.
 
************
CIA’nin Özgür Avrupa radyosu, Macar halkini Sovyet hedeflerine karsi sabotajlar düzenlemeye, tanklara karsi Molotof kokteylleriyle saldirida bulunmaya tesvik ediyor, “Ya özgürlük, ya ölüm” sloganlari atiyordu. O gece, bir zamanlar Macaristan’da basbakanlik yapmis ama sonradan yeteri kadar inançli olmadigi gerekçesiyle komünistler tarafindan görevden uzaklastirilmis olan Imre Nagy radyoda bir konusma yapti. On seneden beri ülkede yapilan yanlisliklar ve islenen suçlardan bahsetti, halkin gücüne dayali yeni bir koalisyon kurulacagindan, Moskova ile baglarin koparilacagindan, tarafsiz bir ülke olunacagindan, yardim için Birlesmis Milletler ve ABD’ye basvurulacagindan söz etti. Ne var ki, Nagy parlamentodaki kontrolü ele geçirip Sovyetlere olan bagimliligi gevsetmeye yönelik adimlar atmaya basladiginda engellendi. Dulles onun bir hain oldugunu ve Sovyetlere ülkeye gelmesi için esas kendisinin davetiye çikardigini, is basina Tanrinin da gücünü arkasina alan Vatikan’in adami Kardinal Mindszenty’nin getirilmesi gerektigini düsünüyor ve Eisenhower’a bu sekilde tavsiyelerde bulunuyordu. CIA’nin Özgür Avrupa radyosu da Nagy hakkinda yalan yanlis yayinlar yapiyor, “Tanri tarafindan gönderilen liderle yeni Macaristan’in bulusmasini” kutsuyordu. Radyo ayni zamanda, halk ayaklanmasinin giderek güç kazandigini, Ruslarin idam sehpalarina gönderilecegi günün yaklastigini pompalayip durmaktaydi. Dulles fena halde yaniliyordu.
 
Sovyetler büyük bir güçle ülkeyi isgal etti. Ayaklanma dört gün içinde ölçüsüz bir siddetle bastirildi. On binlerce kisi öldü, binlerce Macar Sibirya esir kamplarina gönderildi. Amerika’dan yardim gelecegine inandirilmis halkin umutlari bosa çikmisti. Yasanan trajediden sonra Dulles, Eisenhower’a CIA’nin hiç bir zaman Macar halkini ayaklanmaya kiskirtacak yayinlar yapmadigini söyledi. Baskan bu yalana inandi ama gerçek kirk yil sonra, o yayinlarin desifresi ortaya çikinca anlasilacakti.
 
Ayni günlerde, Dulles’in getirdigi yeni bir haber de Eisenhower’i fena halde sarsmisti; alinan bilgilere göre Ruslar Süveys’i, Ingiliz ve Fransizlardan korumak için 25 bin kisiden olusan bir gücü Misir’a gönderme hazirliklari içindeydi! Bu haber de yalan çikti.
 
*************
Baskan CIA’nin içinde neler olup bittigini daha yukardan görmek için güvendigi bir diplomata görev verdi. Aldigi rapor, içerdigi bir çok olumsuzlugun yaninda CIA’nin basina buyruk bir yapiya dönüstügünü, gizli operasyonlar (psikolojik savas, paramiliter eylemler) adi altinda dost olan yabanci ülkelerin dahi iç islerine müdahale edildigini, bu ülkelerdeki Amerikan diplomatik misyonunu zor durumlarda biraktigini, basarisizliklarin gizlendigini belirtiyordu.
Eisenhower, görevdeki son dört yili boyunca CIA’nin isleyis tarzini degistirmeye ugrasti ama sonunda Dulles’in yerine bir baskasini görevlendiremeyecegini kendi de kabul etti. Teskilâti yönetebilecek yetenekte bir baska  isim düsünemiyordu. “Hükümetlerin sahip olabilecekleri en garip teskilâtlardan biri” diye niteliyordu gizli servisini, “Bunu idare edebilecek kisi de sira disi, tuhaf bir dahi olmak durumunda haliyle”. Allen Dulles kimsenin kontrolü altina girmeyi hazmedemiyordu. Agabeyi, Disisleri Bakani Foster Dulles’in, mutabakat imasi tasiyan hafif bir bas hareketi onun için yeterli bir onay ifadesi idi. Ne var ki, agabey Dulles kanser hastaligi nedeniyle gün saymaya baslamis enerjisini büyük ölçüde yitirmisti. Onun bu zayif dönemlerinde Allen Dulles kendine Asya ve Orta Dogu’da yeni savas alanlari olusturmaya basladi. “Avrupa’daki soguk savas çözümsüzlük içinde duraganlasmis olabilir” dedi önde gelen yardimcilarina ama mücadele Pasifik’ten Akdeniz’e kadar uzanan yeni bir cografyada daha yogun bir sekilde sürmeliydi.
“Sakar Operasyonlarin Envaî Çesidi”
 
“Eger Araplarla bir süre yasarsaniz görürsünüz ki bizim özgürlük ve insanlik onuru hakkindaki düsüncelerimizi anlamalarina imkân ve ihtimal yoktur. O kadar uzun süre dikta yönetiminde yasamislardir ki, kendilerinden özgür bir devlet yönetimini basarmalarini beklemek abesle istigal olur”. Eisenhower, Ulusal Güvenlik Konseyi toplantisinda Araplar hakkindaki düsüncelerini böyle dile getirmisti. CIA’da bu düsünceler dogrultusunda, jeolojik bir kaza sonucu milyarlarca ton petrolün üzerinde oturan Asya ve Orta Dogu’daki rejimleri baski yoluyla degistirip kontrol altinda tutma görevine soyundu.
 
Yeni savasin cephesi, Endonezya’dan baslayip Hint Okyanusu üzerinden Iran ve Irak çöllerine, oradan Orta Dogu’nun antik baskentlerini sarmalayan devasa bir hilâldi. Bu ülkelerin ABD’ye uyum göstermeyen Müslüman liderleri de CIA’nin siyasal eylemlerinin yasal hedefi olarak kabul edildi.
 
Moskova’nin bu cografyadaki etkisini zayiflatmak amaci ile CIA, yönetimdeki liderleri parayla ve danismanlik hizmetleriyle ayartiyordu. Eisenhower, “Kutsal Savas” slogani ile, Allahsiz komünistlere karsi “Islâmi Cihat” fikrinin benimsetilmesi için ne mümkünse yapilmasi gerektigini düsünüyordu. CIA nezdinde “gizli bir görev  gücü” olusturulacak ve bu güç vasitasiyla Suudi Arabistan Krali Suud, Ürdün Krali Hüseyin, Lübnan Baskani Kâmil Samun ve Irak Baskani Nuri Sait silâhla, parayla ve istihbarat yardimi ile desteklenecekti. (Kral Hüseyin, Ürdün istihbarat teskilâtina mâli kaynak aktarmasi maksadiyla yirmi yil boyunca CIA’nin gizli maas bordrosundan para aldi). ‘Tarafsizlari (emperyalizm ve sömürgecilik karsitlari, asiri ulusalcilar) bertaraf etmek için her yol  mubahtir’ mantigi ABD’nin resmi dis politikasi haline geldi.
 
CIA mensubu Harrison Symmes (sonradan Ürdün Büyükelçisi oldu) “Allen Dulles’e böyle bir yesil isik yakilmisti” demis ve eklemisti “O da dogal olarak bütün adamlarini savas alanina saldi, sonuçta da, darbe hazirliklari dahil sakarca tertiplenmis envai çesit dalavereler sirasinda suç üstü yakalandik. Bazen bu hazirliklarin asla istedigimiz sonuca ulasmayacagini fark ediyor ve kendi ajanlarimizi, isleri daha da içinden çikilmaz hale getirmesinler diye öldürtüyorduk ama öldüremediklerimiz de oluyordu”.
 
************
Bu pis numaralardan biri Suriye hükümetini devirmek için tezgâhlandi ve tam on yil sürdü; CIA, 1949 yilinda Suriye’nin basina Amerikan yanlisi bir albay olan Adib Sishakli’yi oturtmustu ama albayin iktidari dört yil sonra komünist politikacilar ve subaylarin olusturdugu Baas Partisince devrildi. 1955 yilinin Mart ayinda Allen   Dulles,
 
ülkede CIA destekli bir askerî darbe ortaminin olgunlastigi kanaatine vardi. Sag egilimli subaylar yemlendi ama o siralarda yasanan Süveys fiyaskosu ülkeyi Sovyetlere daha da yakinlastirdi.
 
ABD ve Ingiltere plânlarini bir süreligine ertelediler ancak alttan alta bir takim gizli faaliyetlerde bulunmaktan geri durmuyorlardi. Örnegin, CIA ajanlari vasitasiyla Irak, Lübnan ve Ürdün’de bazi komplolar, sabotajlar tertipleyip suçu Suriye’ye atarak Sam’daki Müslüman Kardesler örgütünü rejim aleyhine ayaklanmaya tahrik etmek bu faaliyetlerden biriydi. Istikrarsizliklar ve Ingiliz/Amerikan istihbaratinca yaratilan sinir çatismalari ülkeyi sarsacak, Bati yanlisi Irak ve Ürdün ordularinin Suriye’yi isgaline zemin hazirlanacakti.
 
CIA Suriye’nin en güçlü adamlarindan biri olan istihbarat örgütü Baskani Abdülhamit Seraj ile Genel Kurmay Baskani ve Komünist Partisinin liderini kurban olarak seçti. Bunlarin bertaraf edilmeleri görevi, ABD’nin Sam Büyükelçiliginde memur kimligiyle bulunan ajan Rocky Stone’a verildi. Stone, sinirsiz para ve siyasi ikbal vaadiyle Suriye ordusu içinden kendine bir yandas takimi kurmaya basladi. Seraj kisa süre içinde komployu sezdi ve Amerikalilara bir tuzak hazirladi. Subaylar paralari aldiktan sonra devlet televizyonuna çikarak “Ahlâksiz Amerikali iblisler, yasal düzenimizi bozmak için iste bize bu paralari verdiler” diye karsi ataga geçtiler. Sonrasinda Seraj’in güçleri ABD elçiligini kusatti, Stone göz altina alindi ve siddet kullanilarak sorgulandi. Ajan bildigi her seyi anlatti. Resmen casus ve istenmeyen adam ilân edilen Stone sinir disi edildi. Böylesi bir asagilanma ABD diplomatik tarihinde ilk defa meydana geliyordu. ABD de Suriye büyükelçisini sinir disi etti ve tüm suçlamalari yalanladi. Bu gerilimin yansimalari halen dahi sürmektedir.
 
Yasanan bu siyasi kargasada gelisen Suriye – Misir yakinlasmasindan Birlesik Arap Cumhuriyeti dogdu. Olaylar, Orta Dogu’daki Amerikan karsitliginin temelini olusturmakla kalmadi, bölgedeki Sovyet askerî ve siyasi etkinliginin artmasina yol açti.
 
**********
Yüze göze bulastirilan Suriye darbe tezgâhindan sonra Beyrut ve Cezayir’de Amerikan aleyhtari gösteriler basladi. Dulles’e göre bütün ipler Sovyetlerin elindeydi, özgür dünya komünistlerin bir tertibi ile karsi karsiyaydi ve Sovyetler Birligi’nin güney kanadinda meydana gelen bu gelismelerin önünün kesilmesi için acilen bir seyler yapilmaliydi.
 
Irak’taki CIA ajanlari ülkenin siyasi ve askerî liderlerine silâh ve para sagliyor karsiliginda komünizm karsiti bir cephe olusturmaya çalisiyordu. Ne var ki, 14 Temmuz 1958 gecesi Büyükelçilik uykudayken Amerikan yanlisi Nuri Sait’in baskani oldugu Irak monarsisi, bir silahli kuvvetler çetesinin darbesiyle devrildi. Olayin sonrasinda bir Amerikali diplomat “Bu bizim için tam bir sürprizdi” diye yazacakti.
 
Yeni rejimin lideri Abdülkerim Kasim’in yaptigi ilk is devlet arsivlerine dalmak oldu. CIA’nin, monarsi taraftari Irak hükümeti ile çok yakin akçeli iliskilerinin belgeleri ortaya çikarildi. Ülkedeki CIA görevlilerinin tamami çareyi kaçmakta buldular. General Kasim, Sovyet politik, ekonomik ve kültürel delegasyonlarina ülkenin kapilarini açti. CIA, eger bir seyler yapilmazsa Irak’in komünist kontrolü altina girecegi konusunda alarm zilleri çaliyordu. Bu tehlike karsisinda durabilecek tek organize güç olarak ise ordunun disinda her hangi bir olusum düsünülemiyordu.
 
CIA’nin Yakin Dogu teskilâti Baskani Kim Roosevelt isten ayrilmis, yasamini Amerikan petrol sirketlerine danismanlik yaparak sürdürmeye baslamisti. Onun yerine gelen James Critchfield derhal Baas Partisiyle ilgilenmeye basladi. General Kasim’a karsi düzenlenen iki suikast girisimi basarisizlikla sonuçlandi. Nihayet tam bes yil sonra CIA destekli bir darbeyle Amerikan etkisi yeniden güç kazandi.
 
1960’larda ülkenin Içisleri Bakanligini yapan Ali Salih Sadi, “Biz is basina CIA treniyle geldik” demistir. O trenin içinde, gelecegi parlak bir katil de bulunuyordu: Saddam Hüseyin.
“Çok Tuhaf Bir Savas”
 
Amerika, Akdeniz’den Pasifik’e uzanan cografyayi sadece siyah ve beyaz olarak görüyordu. Domino taslarinin devrilmesini önlemek için Sam’dan Cakarta’ya, tüm baskentlerin siki bir biçimde Amerikan kontrolü altinda olmasi sartti. Fakat 1958 yilinda CIA’nin Endonezya’daki hükümeti devirme tertipleri fena halde geri tepti. Öyle ki, bölgede Rusya ve Çin’den sonra gelen en büyük komünist partisi, bu yüzden çok daha genis bir taraftar kitlesi kazanmis oldu. Bu gücü geriletmek, ancak binlerce insanin ölümüne yol açan bir savasla mümkün olacakti.
 
Endonezya, Hollanda sömürge yönetiminden 1949 yilinda kurtulmustu. ABD, Sukarno baskanligindaki Endonezya’nin bagimsizligini destekliyordu. CIA ise Kore Savasindan sonra, ülkede 20 milyar varillik bir petrol rezervi olmasi ihtimalinin farkina vardi. Sukarno’nun pek de Amerika’nin dümen suyuna girme niyetinde olmamasi ve ülkede hatiri sayilir bir komünizm taraftarligi bulunmasi CIA’yi fena halde rahatsiz etmeye basladi. Baskan Yardimcisi Nixon, CIA yetkililerini ve tüm ulusal güvenlik camiasini yatistirmak için kendilerine Sukarno hakkindaki izlenimlerini söyle aktardi; “ Halki üzerinde çok etkili, tüm kesimleri kucaklamis vaziyette, komünistlikle de alâkasi yok. Hiç tereddüt duyulmamalidir ki Amerika olarak kullanmamiz gereken kart, Sukarno’nun ta kendisidir”. Tabii Dulles kardeslerin bu görüsle ilgili ciddi süpheleri vardi. Sukarno, soguk savas boyunca ülkesini bu savasin disinda tutacagini beyan etmisti, kardeslere göre tarafsizlik diye bir sey olamazdi.
 
**********
1955 baharinda CIA, Sukarno’ya suikast yapmayi ciddi biçimde plânlarken, O, Asya, Afrika ve Arap dünyasindan 29 lideri toplayarak düzenledigi uluslararasi konferanstan, Moskova ve Washington’dan bagimsiz bir çizgi  izleme karari çikartti. Konferansin bitiminden 19 gün sonra Beyaz Saray, CIA’ya gizli eylem plânin yürürlüge koymasi emrini verdi (NSC 5518 numarali bu emir, 2003 yilinda kamuya açiklandi). Bu emir CIA’ya, Endonezya’nin sola meyletmesini önlemek için, ülke seçmeninin ve politikacilarinin oylarini satin almak, yandas edinmek için siyasi mücadelelere girismek ve paramiliter güç olusturmak dahil tüm imkânlarin kullanilmasi yetkisini veriyordu.
 
CIA çok para dökmesine ragmen 1955 seçimlerini Sukarno’nun kazanmasini önleyemedi. Üstelik  komünist Partisi bu seçimlerde % 16 oranina ulasarak oy tabanini genisletti. Endonezya, 3.000 kilometreye dagilmis binden fazla yasanan adasi olan, on üç büyük etnik gruba sahip, 80 Milyon Müslümani barindiran (1950’lerin dünyasinda en büyük 5. Müslüman ülke) çok genis bir cografyaya yayilmis bir ülkeydi. Yetenekli bir hatip olan Sukarno ise bikip usanmadan yaptigi mitinglerle halkini avcunun içinde tutuyordu. 1957 yerel seçimlerinde komünist parti, aldigi 6 milyon oyla ülkenin üçüncü partisi haline geldi. Sukarno, parlamentoya bunlarin da katilimini isteyince Washington panikledi. Artik ya siyasi yollardan, ya da sert güç kullanarak Sukarno’nun sonunun getirilmesi elzem olmustu. Ulusal güvenlik çevrelerinde konusulanlara göre; “Durum kritikti... Sukarno gizli bir komünistti... Çare Sumatra adasindaki rejim karsiti subaylardi ama bunlarin elinde yeterince silâh yoktu, acilen gönderilmeliydi... Aslinda Tayvan, Güney Kore,  Laos, bunlarin hepsinin durumu sallantidaydi... vs.”. Eisenhower’in özel temsilcisi F.M. Dearborn, Jr.’in raporuna göre Sokarno’nun durumu bunlarin hepsinden farkliydi zira; “Yikim (sola egilim anlaminda) , bizzat halkin özgür oylariyla gerçeklesmekteydi. Iste katilimci demokrasinin tehlikelerinden biri de buydu”.
 
************
25 Eylül 1957 tarihinde Baskan Eisenhower teskilâta Endonezya hükümetinin devrilmesi emrini verdi. Görev emri üç hedefe isaret ediyordu; 1- Sukarno karsiti komutanlara silâh ve sair askerî yardimlarda bulunulacak, 2- Sumatra’daki isyanci subaylar arasindaki kararlilik ve dayanisma artirilacak, 3- Esas ada olan Java’daki anti komünist güçler her biçimde desteklenerek eyleme geçirilecek.
 
Üç gün sonra, Sovyet istihbaratinin kontrolündeki haftalik Hint dergisi Blitz, operasyonu haber olarak duyurdu: “SUKARNO’YU DEVIRMEYE YÖNELIK AMERIKAN KOMPLOSU”. Bunun hemen ardindan Endonezya basini olayi islemeye basladi. Büyük gizli operasyon ancak 72 saat sir olarak kalabilmisti.
 
Amerikan uçaklari adalara silâh ve ajan yigmaya basladi. Endonezya hava kuvvetleri, Sumatra’daki kalkismacilari bombaladi. Ilginç olani, bu uçaklari kullanan pilotlarin bir çogu ABD’de egitilmis, kendilerine “Eisenhower’in Ogullari” denilen insanlardi. Eisenhower’in çocuklari, CIA’ya karsi! Kaderin cilvesi...
 
***********
ABD bir iç savasin içine çekilmekte ve bunu kendi halkiyla Kongre’ye hakli göstermek konusunda  zorlanmaktadir. Ancak, CIA önderligindeki rejim karsiti kalkisma da tüm hiziyla devam etmektedir. Ne var ki, Sukarno’nun güçleri, havada, karada ve denizde ayaklanmayi bastirma konusunda önemli kazanimlar elde etmektedir. Nihayet, 25 Nisan’da Allen Dulles, Eisenhower’a su raporu verir: “Görevin basarilmasi pratik  olarak imkânsizlasmistir. Adalardaki ayrilikçi güçler savasma konusunda fazla bir heves göstermiyor, adamlarina da ne için savastiklarini dogru düzgün anlatamiyorlar. Çok tuhaf bir savas bu”.
 
***********
Eisenhower, savastaki Amerikan parmagini, inkâr etmeye yönelik zemini hazirlamak için Amerikalilarin Endonezya’daki çatismalara fiilen katilmamalari emrini çikartti. Dulles emre uymadi. CIA pilotlari, adalari bombalamaya basladi. Beyaz Saray’a verilen raporlarda ise uçaklarin ayrilikçi Endonezyali pilotlarca uçurulan Endonezya uçaklari oldugu yazildi. Bombardiman sirasinda yüzlerce sivil öldü ve halkta büyük bir öfke olustu. Isin içinde Amerikan pilotlarinin oldugunu düsünen halk hakliydi ama ABD Disisleri iddialari yalanladi.
ABD Büyükelçiligi ve Pasifik Güçleri Komutani Amiral Felix Stump, CIA operasyonlarinin “açik bir basarisizlik örnegi” oldugunu rapor ettiler.
 
Savasin resmen sonlanmasina vesile olan olay söyle gelismisti: Bombardimani gerçeklestiren filodaki Amerikan uçaklarindan birinin pilotu Al Pope, 18 Mayis’ta Dogu Endonezya’daki Ambon City’de, deniz güçlerine bagli bir gemiyi batirdiktan, pazar yerini ve bir kiliseyi havaya uçurduktan sonra pesine düstügü, içinde yüzlerce askerin bulundugu bir gemiyi kovaladigi sirada açilan ates sonucu düsürülür. Pope firlatma koltuguyla kendini kurtarir ama, üzerindeki görev emri ve resmi kimligiyle Endonezya güçlerinin eline düser. Pope’in kayboldugu haberi CIA’nin savas merkezine ulasinca teskilâtin Baskani Allen Dulles, agabeyi, Disisleri Bakani Foster Dulles’i telefonla arar. Konusmanin sonunda her ikisi de kabul eder ki savas kaybedilmistir. 19 Mayis tarihinde, A. Dulles, Endonezya, Filipinler, Tayvan ve Singapur’daki CIA istasyonlarina acele kaydiyla su telgrafi çeker: Para ve silâh yardimlarini kesin, bütün delilleri yakin ve geri çekilin.
 
ABD’nin taraf degistirme zamani gelmisti. Disisleri derhal farkli bir tavir aldi. CIA raporlari da degisime aninda ayak uydurdu. Beyaz Saray’a sunulan 21 Mayis tarihli rapor söyle diyordu: “Endonezya ordusu komünizmi bastirmakta olup Sukarno, gerek söylemleri, gerekse eylemleriyle ABD yanlisi bir tutum izlemeye baslamistir”. Oysa Sukarno olsun, ordu olsun, ülkedeki tüm siyasi kurumlar ve ülke halki olsun, CIA’nin hükümeti devirmeye çalistigini biliyordu. Fiyaskoyla sonuçlanan bu gizli operasyonun en belirgin sonucu, Endonezya’da gelecek yedi yil boyunca komünist etkisi ve gücünün büyümesi olmustur.
“Asagiya Bak Yalan, Yukariya Bak Yalan”
 
CIA Gizli Operasyonlar Servisinin basina Richard Bisell’in getirildigi 1 Ocak 1959 günü, Küba’da iktidar Fidel Castro’nun eline geçmisti. Teskilâtin 2005 yilinda açiklanan bazi kayitlari, Castro tehdidinin örgütçe nasil algilandigini anlatir.
 
Baslangiçta, bazi ciddi gözlemciler Castro rejiminin bir kaç ay içinde çökecegini öngörmüstü. CIA merkezinde ise Castro’yla gizliden irtibat kurulmasini, kendisine silâh ve para vererek demokratik bir hükümet kurmasi için destekte bulunulmasini önerenler vardi. Castro’nun 1959 yili Mayis ayinda Washington’u ziyareti sirasinda, kendisiyle tanisan bir CIA yetkilisi onu “Latin Amerika’nin demokratik ve diktatörlük karsiti güçlerinin yeni ruhani lideri” diye tanimlamisti.
 
**********
Eisenhower, CIA’nin Castro hakkindaki yaniltici degerlendirmelerine çok öfkelenmis hatiratina su notlari düsmüstü: “Bütün isaretler onu gösteriyor ki, Castro’nun is basina gelmesiyle komünizm bu yarim küreye de sizmistir”. CIA karargâhinda, 8 Ocak 1960 tarihinde yapilan bir toplantida,  Castro’nun  devrilmesine yönelik  özel bir eylem gücü kurulmasina karar verildi. Grup, CIA içinde gizli bir hücre anlayisiyla, daha önce Guatemala ve diger Latin Amerika ülkelerinde görev yapmis seçme ajanlardan olusturulmustu. Grubun Baskani Jake Esterline, Castro’ya karsi tezgâhlanan darbenin basariya ulasmasindan veya duruma göre, basarisizliga ugramasindan sonra ne yapilacagi konusunda ciddi bir analiz yapilmadigi kanaatindeydi. Patronlari hakkinda söyle demisti: “ ’Tanrim, burada komünist olmasi ihtimali bulunan birisi var. Aman vakit kaybetmeden Guatemala’da Arbenz’i kovaladigimiz gibi bunu da kovalayalim’ diye düsünmüs olmalilar”.
 
Dulles ve Bisell, 17 Mart 1960’da Baskan Eisenhower ve yardimcisi R. Nixon’a, Küba’da yapilacaklar hakkinda bir brifing verdiler. Onlara göre adayi isgale gerek yoktu. Castro elin tersiyle iteklenince düsüverecekti. Plâna göre, edinilecek ajanlar vasitasiyla sorumlu bir muhalefet hareketi yapilandirilacak, radyodan yapilacak    propaganda yayinlariyla halk ayaklanmaya tesvik edilecek, Panama ormanlarinda egitilmis 60 Kübali muhalif ülkeye sizdirilacak, CIA bunlara uçakla silâh ve cephane indirecek böylece Castro, 6 ilâ 8 ay içerisinde düsürülecekti.
 
ABD’de 6,5 ay sonra seçimler yapilacakti. Kennedy ve Nixon Baskan adaylariydilar. Eisenhower, konunun son derece gizli tutulmasi, isin içinde hiç bir biçimde Amerikan parmagi görülmemesi sartiyla Küba harekâtina onay verdi.
 
***********
Bu arada, Baskan ve Bisell, ABD tarihinin en büyük sirlarindan biri olan U-2 casus uçaklari konusunda çekisme halindeydiler. Eisenhower, alti ay önce, Kruschev’le Camp David’de yaptigi görüsmeden bu yana casus uçaklarinin Sovyet topraklari üzerinde uçmasina izin vermiyordu. Sovyet lideri de ABD Baskaninin, baris içinde birlikte yasama konusunda gösterdigi cesarete övgüler yagdiriyordu. Eisenhower, “Camp David Ruhunu” kendinden sonra gelecek kusaklara miras birakmak arzusundaydi.
 
Öte yandan Baskan, CIA’ya ait hava gücünün, askerî malzeme tedarikçilerinin ve siyasi partilerin büyük baskisi altindaydi. CIA’nin raporlarina göre, Ruslarin kitalar arasi balistik füze kapasitesi, Amerika’nin gücünü fersah fersah asiyordu. 1961’e kadar bunlarin sayisi 500’e ulasacakti. Eger ABD ilk darbeyi vurarak kazanmak arzusundaysa, Varsova’dan Pekin’e kadar bütün baskentleri ve üsleri berhava etmek için 3.000’den fazla nükleer basliga sahip olmaliydi (Bu dönemde Moskova’nin ABD’yi hedef alan nükleer füze sayisinin 500 degil, 4 oldugu sonradan anlasildi).
 
Eisenhower, bir yandan casus uçaklarin Sovyet topraklari üzerinde düsürülüp ele geçirilmesinin III. Dünya Savasina yol açabilecek kadar tehlikeli oldugunu biliyor, bir yandan da bunlar sayesinde edinilebilecek istihbarata büyük ihtiyaç duyuyordu. Resmen ikiye bölünmüstü. Kruschev’le 16 Mayis 1960’da yapacagi zirve öncesinde, “anlamli ve samimî” görüsme havasina ve en büyük varligi olan “dürüstlük” imajina bir zarar gelmesini de hiç istemiyordu.
 
Teorik olarak U-2 uçaklarina görev emri ancak Baskan tarafindan verilebiliyordu. Ancak proje sorumlusu olan Bisell ara ara kaçamak yapiyor ve bu uçaklari kendi patronu Dulles’den ve Baskan’dan habersiz uçuruyordu. Ruslar bir gün, hava sahalarinin zaman zaman ihlâl edildigini anladilar ve kirmizi alarm uygulamasina geçtiler.  Bu arada, Bisell, Baskan’dan, nihayet Sovyetler üzerinde uçus yapma iznini kopardi ama uçus 16 Mayis zirvesinden en geç bir hafta önce yapilip bitirilmeliydi. Heyecan içindeki Bisell, yasanacak bir felaket durumunda ne yapilacagina iliskin bir plân yapmayi ihmal etmisti.
 
Ve Baskanin korkusu gerçeklesti. Bir U-2 casus uçagi, 1 Mayis’ta, Orta Rusya semalarinda vurularak düsürüldü. CIA pilotu Francis Gary Powers, canli olarak kurtuldu ve Ruslarin eline geçti. ABD bir açiklama yapmak zorundaydi. NASA bir meteoroloji uçaginin Türkiye semalarinda kayboldugunu söyledi. Olay ABD halkindan bir hafta boyunca gizlendi. Sonra, “Baskan uçus yetkisi vermemisti” yalani atildi. Eisenhower’in morali iyice bozulmustu. Bu yalan, hem Dulles’i aslanlarin kafesine atip yalniz birakmak anlamina gelir, hem de Baskan’in olup bitenlerden haberi olmadigi seklinde bir inanisa yol açabilirdi. Eisenhower, 9 Mayis’ta Oval Ofis’teki toplantida istifa etmek istedigini duyurdu. Amerikan tarihinde ilk olarak milyonlarca vatandas, ulusal güvenlik adina Baskan’in kendilerini aldatabileceginin ayirdina vardi. Makul bir gerekçeye dayanan inkâr politikasi uygulanamaz hale geldi. Kruschev’le yapilacak zirve dinamitlendi, soguk savas sirasinda hasimlar arasinda biriken buzlar incelmeye yüz tutmusken iyice kalinlasti. CIA casus uçagi, “yumusama” umutlarini en az on yil öteye atmisti. Eisenhower, CIA’nin füze sayisina iliskin abartili yalanlarina bir son vermek maksadiyla U-2’nin uçusuna izin vermisti ama sonuçta kendisi yalanci durumuna düsmüstü. Baskan, yillar sonra kaleme alacagi hatiratinda en büyük pismanliginin U-2 konusunda söylenen yalanlar oldugunu yazacak, bunun çok yüksek bir bedeli olacagini belirtecekti.
 
Baskan, sonuna gelmekte oldugu görev süresinin bir baris havasi içinde tamamlanamayacaginin farkindaydi. Görevi devretmeden önce, dünyanin dört bir yaninda polislik yapmaya yogunlasti. CIA, Karayiplerden, Asya’dan ve Afrika’dan sürekli olarak sorun içeren raporlar düzenliyordu. U-2 fiyaskosu büyük bir kizginliga dönüsmüstü. Küba rejimini devirme gayretleri ikiye katlandi. Bisell, 500 Kübali egitmek için Nixon’dan yetki istedi (Bir hafta önce 60 kisiden bahsediyordu). Sonra da mafya ile temasa geçerek, Castro’yu öldürtmek için bir katil arayisina girdi. Artan hazirliklari finanse etmek için talep edilen 10,75 Milyon Dolarlik ödenek, Eisenhower tarafindan bir sartla kabul edildi; Genel Kurmay, Savunma Bakanligi, Disisleri Bakanligi ve CIA, müstereken, basari sansini yüksek görecek ve tam anlamiyla hazir olunmadan eyleme geçilmeyecek.
 
************
Ayni gün Ulusal Güvenlik Konseyi toplantisinda Baskan, CIA direktörüne Afrika’nin Castro’su olarak isimlendirdikleri Kongo Baskani Patrice Lumumba’yi bertaraf etme talimatini verdi.
 
1960 yazinda Belçika’nin acimasiz sömürge yönetiminden kurtulan Kongo’da bagimsizlik ilân edilmis, özgür bir seçim ortaminda Lumumba baskanliga seçilerek BM üyeligine bas vurmus, Amerika’dan yardim talep etmisti. CIA Lumumba’yi kus beyinli, sahtekâr bir komünist olarak görüyordu. Bu yüzden kendisine yardim edilmedi. Belçikali parasütçüler kontrolü tekrar ele geçirmek için baskente inince Lumumba, zaten ayakta durmakta zorlanan yönetimini savunmak için Sovyet uçaklarini, tanklarini ve ‘teknisyenlerini’ ülkesine kabul etti. Iste bu gelismeden sonra Eisenhower Lumumba’nin bertaraf edilmesi talimatini vermisti.
 
CIA, Lumumba’nin yerine getirilecek adami seçmisti bile. Mobutu adindaki bu adama 250 bin dolar ödendi, ülkeye silâh ve cephane indirildi. Mobutu, Lumumba’yi yakalayip Belçikalilara teslim etti. Flaman menseli Belçikali bir subay, ABD’nin yeni baskaninin göreve gelmesinden iki gün önce Lumumba’yi makinali tüfekle infaz etti.
 
Bes yil sürecek siyasi çekismelerden sonra Mobutu, CIA’nin kesintisiz yardimlari sayesinde ülkenin kontrolünü tam olarak eline geçirdi. Teskilâtin en begenilen yandasi olarak, soguk savas boyunca ABD’nin Afrika’da yürüttügü tüm eylemlere destek verdi. Mobutu, ülkenin muazzam elmas, stratejik maden ve mineral kaynaklarindan mal çalarak, gücünü korumak amaciyla muhaliflerini dograyarak, tam otuz yil boyunca iktidarini sürdürdü. Dünyanin en acimasiz ve yolsuzluklara bulasmis diktatörlerinden biriydi.
 
************
Nixon Küba’da eyleme geçilmesi için seçim sonrasinin beklenmesine karar vermisti. Hakkinda bir takim tertipler hazirlanmakta oldugunu bilen Castro, bu boslugu iyi kullandi. Kalkisma sirasinda kendisini devirmeye çalisacak olan CIA destekli muhaliflerini etkisizlestirdi. Ülke içinde Castro’ya karsi direnis iyice zayifladi. Hatta bir Amerikan kurulusunun özel olarak yaptirdigi kamu oyu arastirmasinda, Castro’nun büyük bir çogunluk tarafindan desteklendigi belirlendi. CIA raporu begenmedi ve göz ardi etti.
 
Teskilâtin adaya silâh ve cephane indirme harekâti basarisizlikla sonuçlandi. Mallarin çogu Castro güçlerinin eline geçti. Küba yönetiminin düsük yogunluklu faaliyetlerle devrilemeyecegi anlasilmisti. Bisell, sok bir baskinla genel bir istila plânindan bahsetmeye basladi. CIA’nin ne bunu yapabilecek büyüklükte bir silahli gücü, ne de Baskan’dan bu hususta aldigi bir yetkisi vardi. Gizli Operasyonlar Servisi Müdürü R. Bisell, Küba eylemini bir  türlü basariya ulastiramadigi için saga sola söyledigi yalanlarin bataginda debelenip duruyordu. Örgüt içindeki çok gizli Küba hücresinin sefi Jake Esterline patronu için su ifadeyi kullanmisti: Asagiya dönüyor, Küba Eylem Gücüne yalan söylüyor, yukariya dönüyor, Baskana yalan söylüyor”.
 
Kennedy seçimleri küçük bir farkla kazandi ve hemen CIA Baskani Allen Dulles ile FBI Baskani J. Edgar Hoover’in görev sürelerini uzatti (Talimat, Kennedy’nin babasindan gelmisti. Gerekçesi de siyasi ve sahsi koruma saglamakti zira bu adamlar Kennedy ailesini, bir takim açiklarini bilecek kadar yakindan taniyordu).
 
Esterline’in Bisell’e gönderdigi son rapor, Castro’nun artik ülkede kurumsallastigini, ABD deniz piyadelerinin katilmadigi herhangi bir eylemin, rejimi devirme anlaminda basarili olamayacagini söylüyordu. Bu ve benzeri bazi bilgiler, baskanligin devri telasinda kaynayip gitmisti. Eisenhower, Küba’nin isgalini hiç bir zaman onaylamamisti ama Kennedy bunu bilmiyordu. O sadece Bisell ve Dulles kendisine ne kadar söylüyorsa o kadarini biliyordu.
 
*************
Allen Dulles, sekiz yil boyunca, CIA’da bazi degisiklikler yapilmasi önerilerine karsi durmustu. Gizli operasyonlardaki basarisizliklarini üstlerinden saklamis, kendinin ve teskilâtinin itibarini korumak amaciyla suçlamalari kabul etmemis, her seyi inkâr etmisti. Eisenhower, görevini yeni gelecek Baskan’a teslim etmeden önce bazi seyleri düzeltmek istiyor ve danismanlarindan raporlar, tavsiyeler aliyordu. Dulles ve örgütü hakkindaki elestiriler genellikle su noktalarda yogunlasiyordu: Makul ve ilimli tavsiyeler dikkate alinmiyor, etraflica müzakere edilmemis konular hakkinda bireysel kararlar aliniyor ve uygulaniyor.
 
Sürpriz bir Sovyet saldirisina karsi tedbir alinmiyor. Sivil gözlemci raporlari ile askerî istihbarattan gelen bilgiler koordine edilemedigi için bunlardan hakkiyla faydalanmak mümkün olamiyor.
Gizli operasyonlar tertiplemekten, ihtiyaç duyulan gerçek bir istihbarat teskilâti olma hedefine odaklanilamiyor.
Bu operasyonlar için harcanan para, maruz kalinan riskler ve kaybedilen hayatlar, elde edilen faydalara degmiyor.
Dulles bir yandan, Hava, Deniz ve Kara Kuvvetleri de dahil olmak üzere Amerikan istihbarat aygitini uyumlu bir sekilde çalistirmak olan görevini yerine getirmeye çalisirken, bir yandan da teskilâtini idari açidan yönetmekte yetersiz kaliyor.
 
Eisenhower’in baskanligindaki son Ulusal Güvenlik Konseyi toplantilarindan birinde Dulles, her zaman oldugu gibi bu elestiriler karsisinda da kendisini hararetle savundu ve sözlerini söyle tamamladi: Benim liderligim olmadan Amerikan istihbarati, havada basi bos biçimde uçup duran bassiz bir gövdeden ibarettir”. Ve Eisenhower’dan –nihayet- su cevabi aldi: Istihbarat teskilâtimizin yapisi hatalidir. Bunun lâmi cimi yok, mutlaka tekrardan yapilandirilmalidir. Bunu çok daha önceleri yapmaliydik. Pearl Harbor’dan bu yana hiç bir sey degismedi. Bu konudaki sekiz yillik mücadelemi kaybettim. Ne yazik ki halefime miras olarak bir enkaz devrediyorum!
 
*********
BÖLÜM III
“Kaybedilmis Davalar”
Kennedy ve Johnson Yönetimleri Döneminde CIA 1961 – 1968
“Kimse Ne Yapacagini Bilmiyordu”
 
Miras, 19 Ocak 1961 tarihinde devredildi. Yasli General ve genç Senatör Oval Ofis’te bas basa görüstüler. Eisenhower, Kennedy’ye temel ulusal güvenlik sorunlari hakkinda, yani nükleer silâhlar ve gizli operasyonlar hakkinda kisaca bazi bilgiler aktardi. Kennedy, Eisenhower’a Küba’daki gerilla operasyonlari ve buna Amerika’nin açik biçimde müdahil olmasi konusundaki sahsi fikrini sordu. Cevap söyleydi: “Oradaki rejimin devamina izin veremeyiz. Dominik Cumhuriyeti’ndeki durumu da es zamanli olarak ele alsak iyi olur”.
 
Dominik Cumhuriyeti’nin yolsuzluklariyla maruf lideri General Rafael Trujillo, otuz yildan beri iktidari elinde tutuyordu. Baskici ve acimasizdi, düsmanlarina iskence yapmaktan zevk alirdi. Ülkesindeki Amerikan Büyükelçiliginde görevli diplomat H. Dearborn’un onun hakkindaki degerlendirmeleri söyleydi: “Her seye ragmen kanun düzenini kurmus, ülkeyi temizlemis, alt yapiyi isler hale getirmis ve Amerika’yi ugrastirmamistir. Gerisi bizi ilgilendirmez”.
 
Ne var ki, Trujillo yönetiminin zulmü yalniz kendi ülkesinde degil, tüm yarim kürede rahatsizlik yaratiyordu. Bu adamla hesaplasmanin zamani gelmisti. Bu dönemde, ABD’nin de Dominik Cumhuriyetiyle iliskileri bozulmus, Amerika bir kaç diplomatin disinda tüm hariciye görevlilerini ülkeden çekmisti.
 
H. Dearborn, bazi Dominikli muhaliflerin Trujillo’yu öldürmek üzere harekete geçtigi haberini almis, CIA’nin mutabakati ile onlara elçilikte bulunan silâhlari bile vermisti. Bu arada Baskan Kennedy’den su telgrafi aldi: Dominiklilerin Trujillo’yu vurmalari umurumuzda degil ancak suikasti ABD’nin gerçeklestirdigini düsündürtecek hiç bir emare olmamalidir.”
 
Trujillo iki hafta sonra öldürüldü. Onu vuran silâhin bir Amerikan silâhi olup olmadigi belirlenemedi ama bu olay, Beyaz Saray’in emriyle bir cinayet islenmesine en fazla yaklasilan olay olmustur. ABD Adalet Bakani Robert F. Kennedy suikasti haber aldiktan sonra defterine su notu düsmüstü: Simdi en büyük sorunumuz, bundan  sonra ne yapacagimizi bilmemektir.
 
***********
CIA karargâhindaki düsünceler, Küba’yi isgal etme yönüne dogru hizla savrulmaktaydi. Bu kanaatin olusmasinda önderlik yapan isim Bisell’di. Zaten, o ana kadar teskilâtin Castro’yu devirememis olmasini bir türlü kabul edemiyordu. Bir çok basvurusuna karsin, Küba’nin isgaline yönelik plânini nihayet 11 Mart tarihinde Beyaz Saray’a kabul ettirdi. Plâna göre CIA tarafindan devsirilmis Küba kökenli isgalciler, Domuzlar Körfezine çikacak  ve derhal bir uçak pistini ele geçirecekti. Bu pist, kuracaklari yeni hükümetin lojistik merkezi olarak kullanilacakti.
 
Bisell, baskana müsterih olmasini söyledi, operasyon basarili olacakti. En kötü ihtimalle isyancilar Castro’nun güçleriyle karsilasirsa daglara dogru çekilirlerdi. Washington’da hiç kimsenin bilmedigi sey ise, Domuzlar Körfezinin, mangrov agaci kökleriyle kapli, geçit vermez bir bataklik oldugu idi. Bu bölgenin, olasi bir gerilla savasinda kullanilabilecegine dair karar, 1895 yilinda yapilmis kaba saba bir arazi haritasina  bakilarak  verilmisti.
 
Bahara gelindiginde, Baskan hala saldiri emrini vermemisti ama hazirliklar son asamadaydi. Yöredeki üst düzey CIA ajanlari Esterline ve Hawkins, Castro’nun hava gücünü yok etmeden yapilacak bir saldirinin felakete yol açabilecegi konusunda Bisell’i uyardilar. Herkes biliyordu ki, Castro, sahip oldugu 36 savas uçagi ile çikartma yapan CIA mensubu Kübalilarin yüzlercesini öldürebilirdi. Bisell sahadaki adamlarina on alti B-26 bombardiman uçagi ile ortaligi duman edecegi sözünü verdi ama tutmadi. Fazla gürültü çikmamasini isteyen Baskanini memnun etmek için sadece sekiz uçagini gönderdi. CIA’nin 1.511 Kübalisi Domuzlar Körfezine dogru yol alirken Amerikan uçaklari, Castro’nun uçaklarinin ancak yarisina zarar veren bir saldiri gerçeklestirip üslerine  dönmüstü.
 
CIA, ABD’nin BM’deki daimi temsilcisi Adlai Stevenson’a, saldirinin taraf degistiren Kübali bir pilot tarafindan gerçeklestirildigini söyledi, münferit bir olaydi. Stevenson’da meseleyi dünyaya böyle satmaya çalisti ama ertesi gün CIA’cilar tarafindan aldatildigini anladi, yalanci durumuna düsmüstü. Ayni gün Disisleri Bakani Dean Rusk’a gönderdigi bir telgrafta koordinasyonsuzluk yüzünden U-2 benzeri bir skandalla karsi karsiya olundugunu bildirdi.
Bu arada, karaya çikan bir kisim asker agir kayiplar veriyor, onlara malzeme ve cephane götüren gemiler Castro’nun uçaklari tarafindan batiriliyordu. Baskan, CIA birliklerinin içine düstükleri felaketten kurtulmasi için ne yapilabilecegini Deniz Kuvvetleri Komutani Amiral A. Burke’a danisti ama onun da yapabilecegi fazla bir sey yoktu. Amiral duruma bir bakmis, hayretini söyle dile getirmisti: Operasyonun sorumlulugunu tasiyan ve uygulamayi gerçeklestiren CIA’nin da, baska her hangi birinin de neler olup bittiginden haberi yoktu, gelinen noktadan sonra ne yapilmasi gerektigini bilen de yoktu. Anlasiliyor ki bizden çok sey gizlenmis, su anda gerçegin ancak bir kismini ögrendik”.
 
Bölgedeki CIA yetkilileri ve çikartma alanindaki askerler Washington’dan uçak destegi için yalvardilar ama o destek hiç gelmedi. Berbat iki gün ve gece boyunca Castro’nun Kübalilariyla, CIA’nin Kübalilari birbirlerini öldürüp durdular. Yardimdan umudu kesen çikartma birliginin lideri Pepe San Roman savasi birakti (19 Nisan). Altmis saat süren çatisma sonunda CIA’nin 1.189 Kübalisi esir düsmüs, 114’ü öldürülmüstü.
 
Ayni gün, R. Kennedy, kardesi Baskan Kennedy’ye su mesaji gönderdi: Artik tavrimizi belirlememizin zamani geldi çünkü bir iki yil içinde durum, bu günkünden çok daha beter olacak. Eger Ruslarin Küba’da bir füze üssü kurmasini istemiyorsak, hazirliklarinin önünü kesmek için ne yapacagimiza derhal karar vermeliyiz”.
 
****************
CIA hakkinda yazilmis tüm raporlar, teskilâtin ve bu çerçevede gizli operasyon uygulamalarinin yeniden gözden geçirilmesi geregine isaret ediyordu. Allen Dulles 1961 yilinin Eylül ayinda emekliligini istedi. Ondan alti ay  sonra da R. Bisell görevinden ayrildi. Her ikisi de övgüler ve madalyalarla ugurlandi
 
***************
Domuzlar Körfezi fiyaskosunun kederi içindeki Kennedy, CIA’yi toptan ortadan kaldirmayi düsündü. Sonra teskilâtin gizli operasyonlar bölümünün kontrolünü otuz bes yasindaki kardesi Robert F. Kennedy’ye emanet etti.  Yaptigi en  akilsizca  islerden biriydi.  Iki  kardes, benzeri  görülmemis  bir hizla  gizli  eylemlere       giristi.
 
Eisenhower sekiz yilda 170 örtülü operasyon tertibine onay vermisti, kardesler ise üç yildan az bir zamanda 163’üne bulastilar.
CIA’nin basina, Eisenhower döneminin bir siyasetçisi, 60 yasinda inançli bir Katolik, atesli bir antikomünist ve damardan Cumhuriyetçi bir sahsiyet olan John McCone atandi. McCone, II. Dünya Savasi sirasinda, sahip oldugu tersanede insa ettigi gemilerle büyük servet sahibi olmus, savunma ve atom enerjisi konularinda üst düzey devlet görevlerinde önemli roller oynamisti. Titiz kisiliginin bir ürünü olan notlari, soguk savasin en tehlikeli günlerini ayrintili bir biçimde anlatir.
 
Görev devir teslimi sirasinda, Dulles ve Bissel bazi detaylari McCone’den gizlediler. Bu ayrintilardan biri, CIA’nin en büyük, en uzun süreli ve en yasa disi uygulamasiydi; ülkeye giren ve çikan tüm mektuplarin açilip incelenmesi! Ikili, CIA’nin Fidel Castro’ya suikast tertipleyip sonradan bunu ertelediginden de bahsetmedi. Yeni CIA baskani, sonuçsuz kalan bu girisimi göreve geldikten iki yil sonra ögrendi, mektup açma isinden ise olay açiga çikip tüm ülkede duyulmasina kadar haberi yoktu.
 
1961 yazinda Kennedy kardesler, örtülü eylemleri gerçeklestirecek olan çok gizli bir birim kurdular. Bu birim, R. Kennedy’nin kontrolünde olacakti ve tek isi Castro’yu bertaraf etmekti. Servisin basina getirdikleri General Ed Lansdale kontrgerilla islerinde, yesil dolarlarla düzenlenen komplo operasyonlarinda, yaniltici propaganda yayma konularinda uzmandi. Generali McCone ile tanistirdilar. McCone, açik bir savas disinda hiç bir seyin Castro’yu deviremeyecegini, CIA’nin da gizli veya açik, bunu yapacak güçte olmadigini düsünüyordu. Baskan’a sunlari söyledi: “CIA, hükümetleri deviren, devlet baskanlarina suikastlar tertipleyen, yabanci ülkelerin iç islerini manipüle eden esrarengiz bir yapilanma oldugu seklindeki imajindan artik kurtulmalidir. CIA’nin tek  yasal görevi, ABD kurumlari tarafindan toplanan tüm istihbarati bir araya getirmek, analiz etmek, degerlendirmek ve Beyaz Saray’a rapor etmektir”.
 
McCone her nedense kendisine, ABD’nin dis politikasini yeniden yapilandirmak gibi bir görev de tevdi edildigine inaniyordu. Her ne kadar onun degerlendirmeleri hükümet aygitinin üst seviyelerindeki Harvard’lilardan daha saglam olsa da, devletin bir numarali istihbarat görevlisi olarak isi bu degildi ve olmamaliydi. Ne var ki, Kennedy kardeslerin, McCone ve CIA’yi, ABD çikarlarina hizmet yolunda oldukça sira disi bir biçimde kullanma konusunda bazi niyetleri vardi. McCone’in yemin töreninde Baskan kendisine sunu söyledi: “Su andan itibaren hedef tahtasinin göbeginde yasamaya basliyorsunuz, bu noktaya hos geldiniz!”.
 
***********
Baskan daha isin basinda, McCone’dan Berlin Duvarini delmenin bir çaresini bulmasini istemisti. Komünizm adina söylenen çok büyük yalanlarin Dogu Almanlari kendilerini duvarin Bati tarafina atmaktan alikoyamadigi tüm dünyaya ilân edilecek, muazzam bir siyasi propaganda malzemesi ele geçmis olacakti.
 
Baskan, durumu yerinde görmesi için yardimcisi L. Johnson’u Berlin’e gönderdi. Kendisine CIA tarafindan verilen brifing çok etkileyiciydi. Söylendigine göre, teskilât neredeyse tüm köse baslarini tutmustu ve olan biten her seyden haberdar olunuyordu. Oysa durum tam tersiydi. Polonya askerî misyonunu gözlem altinda tuttugu söylenen adam kösedeki gazete bayisi çikti, Sovyet karargâhini izleyen kisi de çati ustasi, vs. Teskilât, ABD’nin gelecekteki baskanina açikça yalan söylüyordu.
 
CIA’nin Dogu Avrupa Bölümü Sefi David Murphy, kendisini Duvar konusunda bir seyler yapmasi için çok sikistiran Baskan Kennedy’ye “Dogu Almanya’da bir operasyon yapilmasi söz konusu bile olamaz” dedi, çikti isin içinden. Nedeni, 2006 yilinda gizliligi kaldirilan bir belgeden anlasilacakti. Uzun yillardan beri Bati Alman istihbarati için çalisan ve çok güvenilen Heinz Fefe aslinda bir Sovyet casusu idi. 1959 yili Haziran’indan, 1961 yilinin Kasim ayina kadar, CIA’nin Moskova’ya karsi hazirladigi tüm plânlari Dogu Alman istihbaratina bildirmis, CIA ajani tam yüz kisinin isimlerini onlara vermisti. Teskilâtin Almanya ve tüm Dogu Avrupa faaliyetleri de bu yüzden    kilitlenip kalmisti. Tahribati onarmak on yildan fazla sürecekti.
 
************
Kennedylerin en büyük arzusu, Domuzlar Körfezi olayinda kaybedilen aile onurunu kurtarmakti. R. F. Kennedy, 19 Ocak 1962’de McCone’a, ABD hükümetinin en öncelikli meselesinin Castro’yu devirmek oldugunu söyledi. Bunu gerçeklestirmek için hiç bir fedakârliktan ve masraftan kaçinilmayacakti. Muhatabi kendisine bu isi gerçeklestirebilmesi için saglam istihbarat kaynaklarina ihtiyaç oldugunu, elinde böyle bir olanak bulunmadigini söyledi, iletisimde olduklari sadece on iki Kübali ajanin yedisinin de Küba devlet güçlerinin eline geçtigini ekledi.
 
Ama R. F. Kennedy kesin kararliydi, Küba’daki rejim, 1962 yilinda yapilacak Kongre seçiminden önce devrilmeliydi. Özel görevli Ed Landsale hemen bir “yapilacak isler listesi” çikardi: Katolik kilisesinden ve Küba yeralti dünyasindan adamlar elde edilecek eylemlere girisilecek, gizli polis teskilâtina fesat sokulacak, biyolojik ve kimyasal savas yoluyla ekinler yok edilecek...
 
Küba masasinin sef yardimcisi Sam Halpern ise Küba hakkinda dogru dürüst bir sey bilinmediginden plânin ham bir hayal oldugunu, çikartilan bütün gürültünün bir Washington iç hesaplasmasi oldugunu ve Küba olayinin, ABD ulusal güvenligi ile hiç bir ilgisi bulunmadigini düsünüyordu. “Küba’da kim hangi isi yapar, kim kimi sever, kim kimden nefret eder, siyasi yapilanmalari nasildir, hiç birini bilmiyoruz” demisti. Tipki CIA’nin kirk yil sonra Irak’ta içine düsecegi gibi bir durum...
 
Baskan bunlari duymak istemedi ve “Haydi ise koyulalim” emrini verdi. Ve ise konuldu; binlerce ajan istihdam edildi, Guantanamo’da üs olusturuldu, Castro’ya suikast yapilmasi gerekirse, tetigi çekecek kiralik katillerle bile irtibata geçildi (Ahlâki mülahazalarla karsi çikacagindan emin olduklari için, isin bu kismindan McCone’a haber verilmedi).
 
Üç ay önce gizli operasyonlardan sorumlu birimin basina getirilmis olan Richard Helms’de, ulusal güvenlik adina baris zamaninda yabanci ülkelerin devlet baskanlarini öldürme isine bulasmanin sapkinlik oldugunu düsünüyordu. “eger baskalarinin baskanlarini öldürürseniz neden onlar da gelip sizinkini öldürmesinler ki” diyordu. Ama eger Beyaz Saray sihirli bir degnekle isin çözülmesini emretmisse, o sihirli degnek bulunmaliydi.
 
************
McCone göreve gelince, halledilmesi gereken ilk sorunun teskilâtin güvenirliligini yeniden saglamak olduguna karar verdi. Ama dizginleri ele almasinin üzerinden alti ay geçmeden CIA genel merkezi, isyanlari oynamaya basladi. McCone yüzlerce gizli servis çalisanini isten atti (ilk atilanlar, dayakçi kocalar, sakarlar ve alkoliklerdi). Teskilâtta herkes geleceginden endise eder oldu, moraller sifira indi.
 
Bu arada Helms, casusluk faaliyetlerinde klâsik yöntemlere dönülmesi gerektigine inaniyor ve Küba’da görev yapacak ekibi bu görüse göre olusturmaya basliyordu. Miami’de kurdugu merkezde binlerce Kübali Castro muhalifi ile mülakat yapti. Sonuçta bunlarin arasindan kirk besini seçerek istihbarat saglamalari amaciyla görevlendirdi. Öte yandan R. F. Kennedy, Küba’nin enerji tesislerinin, fabrikalarinin neden hala komandolar tarafindan havaya uçurulmadigini sorgulayip CIA’ya baski yapiyordu. CIA Küba’da örtülü operasyonlar gerçeklestirme konusuna öylesine yogunlasmisti ki bu küçük ada ülkesinde ABD varligini gerçekten tehdit edecek bazi önemli gelismeleri gözden kaçirdi.
“Biz Kendi Kendimizi de Aldattik”
 
1962 yilinin Haziran ayinda Kennedy yaklasmakta olan Brezilya seçimlerine müdahale etmek ve Baskan Joao Goulart’i devirecek askerî bir darbe düzenlemek için sekiz milyon dolarlik ödenegi onayladi. Kennedy, solu hedef almasi sartiyla askerî darbelere karsi olmadigini belirterek, Bati yari küresinde ikinci bir Küba olusmasina asla izin verilemeyecegini söyledi. CIA’nin parasal yardimlari Brezilya’nin siyasi hayatina, bazi saygin sivil toplum örgütleri araciligiyla akitilmaya baslandi. Paralar, Goulart karsiti bazi politikacilara ve subaylara ödeniyordu ve bu yatirimlar iki seneden kisa bir zaman içinde meyvelerini verdi.
 
Gizli eylem tam tamlari çalmaya devam ediyordu. Agustos basinda CIA direktörü McCone Baskan’a, Çin’e yüzlerce Mao karsiti Çinli ajan indirilmesi teklifini götürdü. Baskan paramiliter bir operasyonu onayladi. McCone’in endisesi, Çin üzerinde uçurulan U-2 casus uçaklarinin komünist radarlarina yakalanmasiydi. Kennedy’nin ulusal güvenlik danismani, “Haydi, Baskan’a bir U-2 fiyaskosu daha hediye edelim ama bu kez de yakalanirsak uyduracagimiz kilifin ne olacagini simdiden belirleyelim” dedi.  Gülüstüler. Bir ay sonra bir U-2  uçagi Çin semalarinda Mao’nun güçleri tarafindan vurulup düsürüldü.
 
Ertesi gün Beyaz Saray’da, Haiti lideri François “Papa Doc” Duvalier’in iktidardan uzaklastirilmasi konusu görüsüldü. Küba’nin otuz mil ötesindeki Haiti’nin lideri Duvalier, ABD tarafindan saglanan ekonomik yardimlari hortumluyor, paralari yolsuzluklara bulasmis iktidarini sürdürmek amaciyla kullaniyordu. Haiti içinden rejimi sallayacak güçte yardim alinamayacagi endisesi toplantiya hakim oldu.
 
10 Agustos günü, McCone, R. Kennedy ve Savunma Bakani R. McNamara, Disisleri Bakani Dean Rusk’in  odasinda toplandilar. Konu Küba idi. McCone, Castro’nun ve kardesi Savunma Bakani Raul’un (silâh anlasmasi imzalamak maksadiyla gittigi Moskova’dan henüz dönmüstü) tasfiye edilmelerinden daha öncelikli bir soruna dikkat çekti. Ruslar Castro’ya, ABD’yi vurma yetenegine sahip orta menzilli füze verecekti. Elinde bu endisesini destekleyecek somut bir istihbarat verisi bulunmuyordu ama iç güdüleri dört aydir bunu söylüyordu kendisine. “Eger ben Kruschev olsaydim” dedi, “Küba’ya füzeleri yerlestirir sonra da ayakkabimi masaya vurarak, ‘hadi bakalim, simdi Berlin’i konusalim’ derdim” diye sürdürdü söylemini. Toplantiya katilanlar bu görüse ihtimal vermediler ama CIA’nin Sovyetler konusundaki analizlerinin yetersizligi konusunda giderek artan bir endisenin varligi belliydi. CIA’nin yetenekleri konusunda bir tespit de, o yillarda CIA bütçe toplantilarina katilan Gerald R. Ford’dan geldi: “CIA’nin yaptigi sunumlar hep dehset verici olmustur. On yil içinde Sovyetlerin hem askerî, hem ekonomik açidan ABD’yi fersah fersah geçecegini öngörüyorlardi. 180 derece yanildilar. Bu raporlari yazanlar  da, CIA’nin ‘uzman’ diye adlandirdigi en yetenekli adamlarimizdi...”
 
**********
15 Agustos’ta, McCone gene Beyaz Saray’in yolunu tuttu. Bu kez konu, Karayip denizinde yer alan Ingiliz Guyana’sinin Basbakani Cheddi Jagan’in devrilmesi meselesiydi.
 
Amerika’da dis hekimligi egitimi almis olan Jagan, Chicagolu Marksist, Janet Rosenberg ile evliydi. 1953 yilindaki ilk seçim zaferinden sonra Churchill’in emriyle görevden alinip hapse atilmisti. Serbest kaldiktan sonra gene seçimlere katildi ve kazandi. 1961 yilinda Amerika’yi ziyaret etti ve Kennedy ile görüstü. Bu görüsme sirasinda Kennedy’ye müsterih olmasini, Guyana’ya asla Sovyet üsleri kurulmasina izin vermeyecegini söyledi. Kennedy bir kaç hafta sonra Rusya’nin Izvestia gazetesine (editörü Kruschev’in damadi idi) su beyanati verdi: “ABD, halklarin kendi istedikleri yöneticileri belirlemesi hakkina sahip oldugu düsüncesini destekler. Jagan bir Marksist olabilir ama madem ki kendi halki, yasal ve adil bir seçimden sonra onu seçmistir, ABD’nin buna diyecek bir seyi olamaz”.
 
Baskan, Agustos 1962’de, 2 milyon dolarlik bir bütçeyle, Jagan’in iktidardan uzaklasmasiyla sonuçlanacak olan plâni onayladi. Sonrasinda, Ingiltere Basbakani Harold Mac Millan’a sunlari söyleyecekti: “Lâtin Amerika dünyanin en tehlikeli bölgesiydi. Eger Ingiliz Guyana’sinda komünist bir rejimin kurulmasina izin verseydik, Amerika üzerinde öyle karsi konulamaz bir baski olusurdu ki, bu baskiyla Küba’nin askerî yöntemlerle vurulmasi kaçinilmaz hale gelirdi”. O tarihlerde CIA tam on bir ülkede kontrgerilla hareketlerini desteklemekteydi; Vietnam, Laos, Tayland, Iran, Pakistan, Bolivya, Kolombiya, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, Guatemala ve Venezuela.
 
21 Agustos’ta R. Kennedy, CIA’nin Guantanamo’daki tesislerine sahte bir saldiri düzenleyip düzenleyemeyecegini sordu. Bunu bahane ederek Küba’yi isgal etmeyi tasarliyordu. McCone, bu tezgâhin nükleer bir savasa yol açabilecegi endisesini belirtti. Görüsmeler sürerken Baskan, CIA direktörüne, Washington’daki idarî binalarin dinlenmesiyle ilgili yeni düzenlemelerin hangi asamada oldugunu sordu. New York Times’da yayinlanan bir haber onu çok rahatsiz etmisti. Haberde, Ruslarin Küba’daki hazirliklarindan bahsediliyor ve yazilanlar CIA raporlariyla bir bir örtüsüyordu. Bu bilgi sizintilari yüzünden Baskan gazeteleri dinlemeye aldirmisti. Iç tüzügünde kesinlikle yasaklanmis olmasina ragmen CIA, yurt içinde kendi vatandaslarina karsi casusluk yapiyordu. Bu bir ilkti ve bu ilkle Kennedy, kendisinden sonra gelen baskanlardan Johnson, Nixon ve George W. Bush’a örnek teskil edecek bir uygulamayi baslatmisti.
 
Görüsme tekrar Küba konusuna döndü, McCone Baskan’a son yedi hafta içinde Küba limanlarina otuz sekiz Sovyet gemisinin yanastigini söyledi. Bunlarin balistik füze veya sair askerî mühimmat olabileceginden endise ettigini dile getirdi ve ardindan Güney Fransa sahillerinde uzun sürecek bir balayi tatiline çikti.
 
*************
29 Agustos’ta Küba semalarinda gözlem uçusu yapan bir U-2, yerden havaya atilan türden bir füze üssü tespit etti. Burada konuslandirilan SA-2 füzeleri, daha önce Sovyetler üzerinde dolasan U-2’yi avlayan füzelerin aynisiydi. Füzelerin yerden havaya atilan tipten ibaret olmasi nedeniyle, Washington Küba üzerindeki U-2 uçuslarini durdurdu. Çin’in düsürdügü U-2 nedeniyle dünya kamuoyu zaten Amerika’nin bu tehlikeli oyunundan rahatsizdi. 11 Eylül’de alinan bu karardan dört gün sonra ilk Sovyet orta menzilli füzelerini tasiyan gemiler
 
yüklerini Küba limanlarini bosalttilar. ABD, Küba’da olup bitenlere 45 gün boyunca gözlerini kapatmis, çok önemli kararlarin verilebilecegi anlar bu kör noktaya denk gelmisti.
 
Balayi tatili sirasinda McCone, Washington’la irtibatini kesmemisti. Teskilâtina, Baskani bir sürpriz tehlikesine karsi uyarmalarini söyledi. Uyarmadilar. CIA, Küba’daki Sovyet askerlerinin sayisini 10.000 olarak tahmin ediyordu, dogrusu 43.000’di. Küba ordusunun 100.000 kisiden ibaret oldugu saniliyordu, dogrusu 275.000 idi. CIA Sovyetlerin Küba’da bir nükleer tesis kurmakta oldugu iddiasini ise kesinlikle ret ediyordu. Bu degerlendirmeler, kirk yil boyunca yaptigi en yanlis degerlendirmelerdi, ta ki Irak silâh gücünün tahminlerinin yapilacagi güne kadar...
 
En dogru haber, kara yolu trafigini gözlemleyen, hiyerarsinin en alt seviyesindeki Kübali bir ajandan geldi; yollardan, dorsesi brandayla kapli Sovyet TIR’lari geçiyordu, çok iri telefon direklerine benzeyen bir seyler tasiyorlardi. Bunlar, tam 99 adet Sovyet nükleer basligi idi ve her biri, Truman’in Hirosima’ya attigi bombadan yetmis bes misli daha güçlüydü.
 
***********
Nükleer basliklar, kimse tarafindan fark edilmeden 4 Ekim tarihinde Küba’ya indirilmisti. Durumdan on gün sonra haberdar olan CIA, kesfini bir zafer havasi içinde yönetime rapor etti. Baskan’in Dis Istihbarat Komisyonu’nun bir kaç ay sonra hazirladigi rapor ise Küba’daki Sovyet stratejik yapilanmasinin, CIA’nin yanlis degerlendirmeleri ve hükümeti zamaninda bilgilendirememesi yüzünden gelistigini yaziyordu. Istihbarat mekanizmasi dogru dürüst isler hale getirilmezse, Amerika’nin basina büyük belâlar gelebilirdi... (Mekanizmanin islerligi düzeltilemedi ve CIA, benzeri bir yanilgiya, 2002 yilinda, Irak’in askerî gücü hakkindaki tahminleri sirasinda tekrar düstü).
 
McCone’in israrlari üzerine 14 Ekim tarihinde Küba üzerinde U-2 kesif uçuslari yeniden baslatilmisti. ABD, benzeri o güne kadar görülmemis bir Sovyet silahlanmasiyla karsi karsiya idi. Füzelerle ilgili teknik bilgiler de Oleg Penkosky isminde bir casustan geldi. Penkosky, aylardan beri CIA ile irtibat kurmaya çalisiyordu ama deneyimsiz CIA yetkilileri adami ciddiye almiyordu. Casus sonunda Ingilizlere yanasti, ABD de bilgilere  bu sayede ulasti. Ancak, Penkosky bir hafta sonra Rus istihbaratinca tutuklandi.
 
Ekim günü, füzelerin SS-4 tipi orta menzilli balistik füzeler oldugu, Küba’dan firlatildiginda Washington’a kadar ulasabilecekleri ve bir mega tonluk savas basliklari tasiyabilecekleri anlasildiginda Kennedy, New York’ta Kasim ayinda yapilacak seçimler için kampanya çalismalariyla mesguldü. Resimleri gördügünde “Allah  kahretsin” dedi, “Tam da içimdeki sesin söyledigi gibi!”. R. Kennedy’de “Evet, Kruschev bizi faka bastirdi ama biz de kendi kendimizi aldattik” diye söylendi.
“Füzeleri Takasa Sokmaktan Memnuniyet Duyariz”
 
Ekim 1962 günü Kennedy’ler, Beyaz Saray’in bodrumundaki operasyon odasinda üst düzey savunma yetkilileri ile U-2’den çekilmis hava fotograflari üzerinde degerlendirmeler yapiyorlardi. Baskan sordu “Bu füzeler ateslenmeye hazir mi?” Degildi ama hazirliklar o yöndeydi. “Hiç birimiz Kruschev’in Küba’ya balistik füze konuslandirabilecegini düsünemedik” diye söylendi Kennedy. Isin dogrusu, McCone disinda kimse düsünememisti. “Bu yaptiklari çok riskli bir sey. Durup dururken Türkiye’ye füze yerlestirmis olsak ancak bu kadar risk olabilirdi” diye sürdürdü sözlerini Kennedy. Kisa bir sessizlikten sonra, Ulusal Güvenlik Danismani Bundy, kisik bir sesle, “Yerlestirdik efendim” dedi. Disisleri Bakani Rusk saglikli bir degerlendirme yapti; “Aslina bakarsaniz, Türkiye ve benzeri yerlerdeki nükleer silâhlarimiz nedeniyle Ruslarin, bizim onlardan korktugumuzdan daha fazla korkmalari gerekir” dedi.
 
Baskan Kennedy, üç farkli saldiri plâni üzerine yogunlasmayi emretti. Bir; nükleer füze üslerinin hava veya deniz kuvvetlerinin jetleriyle havaya uçurulmasi. Iki; gerekirse bundan daha da kapsamli bir hava harekâti düzenlenmesi. Üç; Küba’nin isgali ve ele geçirilmesi.
Bundy, Kennedy’nin genis kapsamli açik bir saldiri yerine gizli sabotaj eylemlerini tercih ettigini biliyordu ve CIA’nin girisebilecegi faaliyetleri siraladi; denizaltilarla Küba kiyilarindaki Sovyet gemilerinin havaya uçurulmasi, karaya çikartilacak komandolar vasitasiyla yerden havaya füzelerin bulundugu rampalarin tahrip edilmesi, buradan da  nükleer  füzelerin bulundugu  üslere  dogru saldirinin  devam  ettirilmesi...  Kennedy’ler tereddüt
 
içindeydi, çünkü onlara göre CIA kör bir biçak gibi, vurur ama kesemezdi. CIA’nin iki numarali adami Marshall Carter büyük bir endiseyle, yapilacak sürpriz bir saldirinin, isin sonu olmayip sadece basi olacagini, hücumun yapildigi günün, III. Dünya Savasinin birinci günü olacagini söyledi.
 
***********
Takip eden günlerde, önceki Baskan Eisenhower dahil bir çok kisinin görüsleri alindi. Nükleer bir savasa yol açmadan Küba’daki füzelerin nasil ortadan kaldirilabilecegi tüm yönleriyle tartisildi. CIA Direktörü McCone, ilk kez genis kapsamli bir abluka fikrini ortaya atti ama bu fikir Baskan’in güvenlik danismanlari tarafindan pek de önemsenmedi.
 
18 Ekim günü, yeni gözlem fotograflari geldi. Füzelerin 2.200 mil menzilli oldugu (neredeyse Seattle’a kadar tüm Amerikan kentleri vurulabilirdi), üslerde yüzlerce Sovyet askerinin bulundugu daha da belirgin biçimde görülüyordu. Bu üslere yapilacak sürpriz saldiri, ölecek olan Rus askerleri düsünüldügünde, Havana’ya degil, dogrudan Moskova’ya savas açmak anlamini tasiyacakti. Baskan, en büyük hatanin nükleer savasa yol açmak olacagini söyleyerek seçenekleri söyle siraladi; savas ilân etmeden abluka uygulamak, savas ilân ederek abluka uygulamak, üslere hava saldirisinda bulunmak, ve isgal! Egilim ‘abluka’ yönündeydi ve Baskan, 22 Ekim 1962 gecesi yaptigi bir TV konusmasinda abluka kararini tüm dünyaya duyurdu.
 
************
Simdi ABD’nin BM’deki temsilcisi A. Stevenson’un elini güçlendirmek gerekiyordu. Çünkü Stevenson, Domuzlar Körfezi operasyonundan bazi resimler göstermis, sonrasinda bunlarin sahte olduklari ortaya çikmisti. Uluslararasi kamu oyunun nükleer füzelerin gerçekligine inanabilmesi için saglam delillere ihtiyaç vardi. Kendisine U-2’ler tarafindan alinan görüntüler verildi.
 
Sira, ablukanin nasil yönetileceginin tartisilmasina gelmisti. Rus gemileri ablukayi delip ilerlemeye çalisirlarsa ne yapilacakti? McCone tersanecilikten gelen deneyimiyle, “Kiçlarindaki dümen vurulacak elbette” dedi .
 
Abluka, 24 Ekim saat 10.00’da yürürlüge girdi. Amerikan ordusu, nükleer savas düzeyinin bir alt seviyesinde alarma geçirildi. McCone, gün boyu Baskan’i, ablukanin füze rampalarindaki faaliyeti durdurmayacagi konusunda uyardi, nükleer tehlike sürüyordu, hem de hava kesif fotograflarindan anlasildigi kadariyla giderek artan bir biçimde...
 
Üslerin hava saldirisiyla vurulmasi seçenegi tekrar tartisilmaya baslanmisti ki, 26 Ekim gecesi N. Kruschev’den Baskan Kennedy’ye uzun bir mesaj geldi. Rus lider, termo-nükleer bir savasin yol açabilecegi felaketlerden bahsediyor ve bir çikis yolu öneriyordu; eger Amerikalilar Küba’yi isgal etmeyeceklerini taahhüt ederlerse Sovyetler füzelerini geri çekebileceklerdi. Konu ertesi gün Beyaz Saray’da tartisilirken Baskan’in önüne Associated Press tarafindan Moskova’dan geçilen bir haber kondu; Kruschev, eger Amerikalilar Türkiye’deki füzelerini çekerlerse, kendilerinin de Küba’daki füzelerini çekeceklerini Baskan Kennedy’ye bildirmisti! Toplanti salonu bir anda karisti. Baslangiçta, Baskan ve McCone disinda kimse teklife olumlu yaklasmadi. McCone önerinin gayet ciddi oldugunu, göz ardi edilmemesi gerektigini söyledi. Kennedy de bunu savunuyordu ki bir U-2 uçaginin Alaska sahillerinden Sovyet hava sahasina girdigi ve Rus jetleriyle kapistigi haberi geldi. Bir U-2 de Küba’da düsürülmüs, pilot ölmüstü. Genel Kurmay, 36 saat içinde Küba’ya saldirilmasini tavsiye etti.  McNamara, eger bu yapilirsa Ruslarin Türkiye’deki füzelere saldirabilecegini, kendilerinin de buna karsilik vermek maksadiyla Sovyetlerin Karadeniz’deki deniz üslerini vurmak zorunda kalabileceklerini söyledi. “Küba’ya saldirirsak böylesi bir gelismeyi önleyemeyiz ama saldirmadan önce Türkiye’deki füzelerin atesleme mekanizmalarini iptal etmeliyiz” dedi. “Madem Türkiye’deki füzeleri ateslenemez hale getireceksiniz, neden sunlari karsilikli olarak geri çekmiyorsunuz ki” diye patladi McCone. Ve toplantinin seyri degisti. Herkesten “Al- Ver isine girelim” sesleri yükselmeye basladi. McCone bastirmaya devam etti; “Bunu daha önce konustuk, Türkiye’deki füzelerle, Küba’daki zimbirtilari takasa sokmaktan memnun oluruz dedik. Bana kalsa bunu derhal yaparim, baska kimseye danismam bile. Bir haftadan beri, bunu konusup duruyoruz, herkes de öneriye sicak bakiyordu, ta ki Kruschev önerene kadar. Neden?”
 
Toplanti önerinin kabul edilmesiyle sona erdi, Baskan’in istedigi de buydu. Robert Kennedy, Sovyet Büyükelçisi Anatoly Dobrynin’i Adalet Bakanligindaki ofisine davet etti. Muhatabina, pazarligin kamuya açiklanmamasi sartiyla Kruschev’in önerisinin ABD tarafindan kabul edildigini söyledi. Al-Ver isi derinlerde bir sir olarak kaldi. Kennedy’ler, Kruschev’le pazarlik yapiyor görüntüsü verilemezdi.
 
Çeyrek yüzyil sonra McCone sunlari söyleyecekti: “Kennedy’ler, Sovyet temsilcileriyle böyle bir pazarligin yapildigini ve Türkiye’deki füzelerin bu pazarliga konu edildigini hiç kabullenmediler”. Bütün dünya, Baskan Kennedy’nin sakin ve mantikli yaklasimlari ile kardesinin barisçil bir çözümden yana koydugu çelik gibi bir irade sayesinde nükleer bir savasin esiginden döndügüne yillar boyu inandi. McCone’in krizin çözümünde oynadigi önemli rolün üzeri, yirminci yüzyilin sonuna kadar örtülü kaldi.
 
Füze krizi sona ermisti ama Amerikan yönetiminin Castro’dan kurtulma takintisi devam ediyordu. 1963 sonbaharinda CIA, Fidel Castro’yu öldürmesi için Küba ordusunda binbasiliga kadar yükselmis, Ispanya’da askerî ataselik yapmis bir isim olan Rolando Cubela ile anlasti. Kendisi hakkindaki suikast tertiplerinin farkinda olan Castro bir demecinde söyle demisti: “Eger Amerikan liderligi, Küba yönetiminden her hangi birine karsi suikast tesebbüsünde bulunursa, kendilerinin de asla emniyette olamayacaklarini bilmelidir”. Buna ragmen CIA’dan bir yetkili ile Cubela Paris’te bulustu. Suikastçi uzun namlulu, dürbünlü ve güçlü bir silâh talep etti. “Gerçek bir vurus talep ediyoruz” dedi CIA yetkilisi, “Istedigin silâh temin edilecek”.
“Hey Patron, Iyi Is Çikardik Degil mi?”
 
4 Kasim 1963 tarihinde Kennedy, sekreterine bir Amerikan müttefiki olan Güney Vietnam’in Baskani Ngo Dink Diem’in suikasta kurban gitmesiyle ilgili bir not dikte ettirirken söyle söyleniyordu: Ne yazik ki islerin bu noktaya varmasinda epeyce sorumlulugumuz var. Öldürülüs biçimi de çok vahsiceydi”.
 
CIA mensubu Lucien Conein, Diem’i katleden isyanci generallerle isbirligi yapmasi için Kennedy tarafindan görevlendirilmis bir casustu. 1954 yilinda Ho Chi Minh, Dien Bien Phu savasinda Fransizlari yenilgiye ugrattiktan ve ülke Kuzey / Güney olarak ikiye bölündükten sonra buraya gönderildi. Conein, bölgede daha önce de çesitli savaslara katilmis oldugu için çok deneyimliydi. Kuzey Vietnam’da bir çok sabotaj eylemleri gerçeklestirmisti. Eylemleri arasinda, trenleri, otobüsleri, yakit depolarini havaya uçurmak, 200’den fazla Vietnamliyi komando olarak egitmek, Hanoi’deki issiz mezarlik alanlara, gerektiginde kullanmak üzere silâh gömüp gizlemek gibi isler vardi. Saygon’a döndükten sonra CIA’nin sagladigi paralarla siyasi partileri olusturma isini organize etti, gizli  polis teskilâtini egitti, propaganda amaçli sinema filmleri yaptirdi, hatta bir astroloji dergisi yayinlatarak yildizlarin Diem’in yaninda oldugu söylentisini yaydi. Bir ülkenin sifirdan baslayarak yapilandirilmasinda önemli roller üstlendi.
 
ABD, bölünmeden sonraki dokuz yil boyunca, bu Budist ülkenin, mistik bir Katolik olan Baskani Diem’i, komünistleri Vietnam’dan uzak tutmasi hedefine dönük olarak destekledi.
 
************
1959 yilinda K. Vietnam’in köylü askerleri, Laos’un balta girmemis ormanlari boyunca, G. Vietnam’a giden ve Ho Chi Minh adini verdikleri bir geçit yolu açma isine basladilar. CIA, Laos’taki hükümeti satin alarak, komünistlerle savasacak gerillalar yetismesine ve yol yapiminin durdurulmasina çalisti. K. Vietnamlilar da, Güneyde bir komünist olusum gerçeklestirmek için gösterdikleri çabalara hiz verdiler.
 
Mücadele tirmaniyordu. Baskan Kennedy Amerikan askerlerinin hayatlarini, Uzak Dogunun balta girmemis ormanlarinda heba etmek istemedigi için yerel güçleri kullanmayi tercih etti. CIA bu maksatla, Laos’ta ve sair yerlerde asiret liderlerini satin aldi ve onlari Komünist K. Vietnam rejimine karsi silahlandirdi. Ama CIA’nin önde gelen sahinleri, Laos’ta savasa girme taraftariydi.
 
Vietnam’da görevlendirilen CIA mensuplari, ülkenin tarihinden ve kültüründen bîhaberdi, kendilerini de komünizme karsi girisilmis küresel bir savasin süngüsü olarak görüyorlardi. Yerel yetkililer de, Amerika’yi temsil eden gücün bölgedeki ABD diplomatik misyonu olmadiginin ve ABD adina tavir alma yetkisinin sadece CIA’da oldugunun farkindaydilar çünkü paranin muslugu CIA’nin elindeydi.
 
CIA’cilar, Saygon’da çok para harciyor ve çok iyi vakit geçiriyorlardi ama düsman hakkinda yeterli istihbarata sahip olmayislari büyük eksiklikleriydi. Tecrübesizlikler yüzünden bir çok fiyasko yasandi. Bunlardan biri de Kuzey’e gönderilen 200’ün üzerinde G. Vietnamli ajanin, tek tek düsmanin eline geçmesiydi. CIA bu ajanlari, müttefik oldugu sanilan bir Kuzeyli casusun yardimiyla düsman topraklarina sizdirmaya çalismisti.
 
Kennedy, 1961 yilinda, Vietnam’da olup biteni rapor etmesi için özel temsilcisi General Maxwell Taylor’u bu ülkeye gönderdi.  Gelen  bilgiler G.  Vietnam’daki  durumun vahim  oldugunu  söylüyordu. Eger  ABD    burada güvenilirligini kanitlamak ve davaya olan inancini ispatlamak istiyorsa kendi askerini göndermeliydi, isler artik lâfla yürümüyordu. Bu rapor “çok gizli” olarak arsivlerde kaldi.
 
General Taylor, esas savasin G. Vietnam hükümetinin içinde verilmesi gerektiginden bahsediyordu. ABD, G. Vietnam yönetiminin içine sizmaliydi. Isin Lucien Conein’e verilmesi de bu düsüncenin ürünüdür.
 
***********
Conein, Baskan Diem’in yari deli kardesi Ngu Dinh Nhu ile çalismaya basladi. Çekinmeden ABD yarbay üniformasini tasiyan Conein, köylüleri komünistlere karsi militan olarak yetistirmek de dahil olmak üzere G. Vietnam’in tüm askerî ve siyasi faaliyetlerinde rol üstlenir pozisyona geldi.
 
Buda’nin 2527. dogum günü kutlamalarinin yapildigi 7 Mayis 1963 aksami Hue sehrinde Diem’in askerleri Budistlere saldirdi ve birkaçini öldürdü. Budistlerin çogunlukta oldugu bir ülkede Katolik bir rejim kurmaya çalisan Diem, uyguladigi baski sonucu Budistleri karsisina almis ve güçlü bir muhalefet hareketine neden olmustu. 11 Haziran günü, Quang Duc isimli Budist rahip, rejimi protesto amaciyla sokak ortasinda oturup kendini yakinca tüm dünya basinina malzeme oldu.
 
Bu olayi takiben, Diem gücünü korumak amaciyla baskilarini daha da arttirdi, kadin, çocuk, rahip demeden birçok insanin kanina girdi. Robert Kennedy de kimse tarafindan sevilmeyen Diem’in iktidardan uzaklastirilmasini istiyordu ama komünistlere karsi kim mücadele edecekti?
 
4 temmuz günü L. Conein, 18 yildan beri tanidigi General Van Don’dan bir mesaj aldi. Gizlice bulustuklari yerde, General, Conein’e, Baskan Diem’i devirmeye yönelik bir darbe hazirligi içinde oldugunu açikladi. Gerçeklestirebilirse ABD’nin tavrinin ne olacagini sordu. Cevap olumluydu ama darbede Amerika’nin –  Conein’in – rolü bulundugu asla ortaya çikmamaliydi (Bu karar, Disisleri Bakanina, Savunma Bakanina ve CIA Baskanina danisilmadan verilmisti).
 
McCone, yerine uygun biri bulunmadan Diem’in uzaklastirilmasina karsiydi. Saygon CIA istasyon sefligine vekâlet eden Dave Smith’e suikast ve darbe hazirliklarina son verilmesini emrederek görüslerini Baskan Kennedy’ye aktarmaya gitti. Ancak, Conein’in de iyice bulastigi tezgâh o kadar ilerlemisti ki, saatleri geri çevirmek artik çok zordu.
***
Takvimler 1 Kasim’i gösterdiginde darbe vuruldu. Saygon’da ögle saatleri, Washington’da gece yarsiydi. Conein, ‘üniformasini’ giydi, yanina 70 bin dolarla silâhini aldi ve G. Vietnam ordusu Genel Kurmay Baskanliginin yolunu tuttu. Sokaklarda silâhlar patliyordu. Darbe liderleri, havaalani, telefon idaresi ve benzeri önemli merkezleri ele geçirmislerdi. Diem’e, Baskanliktan istifa ederse, kendisine ve kardesine güvenli bir sekilde yurtdisina çikma izni vereceklerini söylediler, aksi halde bir saat içinde baskanlik sarayina saldiracaklardi. Diem öneriyi ret etti ve ABD Büyükelçisini arayip ABD’nin nasil bir tutum alacagini sordu. “Bir fikrim yok” dedi Büyükelçi, “Washington’da sabahin 4.30’u, bu saatte orada kimsenin görüsü olmaz” diye ekledi. Sonra Diem’e, kendisine yapilan öneri hakkinda ne düsündügünü sordu. Diem yalani seçti ve öneriden haberi olmadigini söyledi. Sonrasinda eskiden tanidigi Çinli bir tüccarin evine sigindi. Çatismalar gece boyunca sürdü, baskanlik sarayinin isyancilarin eline geçisi sirasinda yüzlerce Vietnamli öldü. Nihayet sabah 6’da Diem darbeci generali arayarak baskanliktan istifa edecegini bildirdi. General, güvenlik vaadiyle Diem ve kardesini, Çin mahallesinde bulusma noktasi olarak belirledikleri bir kiliseden aldirdi. Diem ve kardesini tasiyan cipin soförü Generalin sahsi korumasiydi. Konvoy yola çikarken General’in emri geldi: “Her ikisini de öldürün!”.
 
Generaller Conein’e Diem’lerin intihar ettigini söylediler. Conein buna hiç inanmasa da, durumu Washington’a böyle bildirdi. 2 Kasim Cumartesi günü Disisleri Bakani Dean Rusk’tan söyle bir cevap aldi: “Haberin sokunu yasiyoruz. Olay gerçekten intihar ise, halk hiç bir tereddütte mahal vermeyecek biçimde buna ikna edilmelidir”.
 
O gün, Saygon’daki Amerikan Büyükelçiliginde görevli bir subay olan Jim Rosenthal, bazi önemli misafirleri karsilamak için malikânenin kapisina gider. O’nun sözleri: “O manzarayi hiç unutamam. Misafirleri tasiyan araç kapiya yanasmis, yiginla gazete fotografçisi flaslarini patlatmakta, ön kapi açiliyor, Conein disari firlayip misafir arabasinin arka kapisini açarak selâma duruyor. Içerden generaller çikiyor. Büyükelçi onlari karsiliyor. Herifler darbeyi yapip Baskani öldüreli daha 48 saat bile geçmemis, bizim Conein, suratinda ‘Hey patron, nasil ama, iyi is çikardik di mi?’ der gibi bir ifadeyle generalleri Büyükelçi’ye teslim ediyor...”.
 
“Bunun Bir Komplo Oldugunu Sanmistim”
 
J. Kennedy’nin Plânlama Dairesi Direktörlügüne getirdigi Richard Helms, 19 Kasim 1963 günü Beyaz Saraydaki toplantiya elinde bir seyahat çantasiyla geldi. Toplanti sirasinda çantayi açarak içindeki hafif makinali tüfegi masanin etrafindakilere keyifle gösterdi. Bu zafer kupasi, Fidel Castro’nun Venezuela’ya sokmaya çalistigi kaçak silâh kasalarinin birinden çikmisti. Toplanti Castro’nun nasil tasfiye edilecegi hakkindaki görüslerin tartisilmasiyla devam etti. Toplanti sonunda Helms silâhi çantasina yerlestirirken Baskan’a dönerek; “Iyi ki bu aleti binaya sokarken gizli servise yakalanmadim” diyecek oldu. Kennedy gülümseyerek, yari saka, yari ciddi; “ Evet” dedi, Bu gerçekten bana bir güven duygusu veriyor”. Ve üç gün sonra öldürüldü (22 Kasim 1963).
 
McCone, olayin hemen ardindan CIA’nin dünyadaki tüm istasyonlarina durumu bildirir bir mesaj hazirlamaya giristiginde aklindan geçenler, Baskan Yardimcisi L. B. Johnson’un düsündükleriyle hemen hemen ayniydi; “Eger Baskanimizi öldürebildilerse simdi sira kimde?” Washington’da neler oluyor? Füzeler ne zaman basimiza yagmaya baslayacak? 
 
Bu bir komplo olmali!...”
 
Cinayeti takip eden bir yil boyunca, teskilât, ulusal güvenlik gerekçeleriyle, bildiklerinin bir çogunu yeni Baskan’dan ve onun, olayin aydinlatilmasi için kurdurttugu komisyondan gizledi. Kendi yaptigi arastirmalarin üzerindeki güvensizlik bulutlari ise halen dahi dagilmamistir, belge saskinlik ve süphe ifadeleriyle dolu bir belirsizlik yumagidir.
Asagida yazilanlar 1998 ile 2004 yillari arasinda kamuya açilan belgelere ve CIA yetkililerinin yeminli ifadelerine dayanmaktadir.
 
************
Gizli servisin Meksika merkezinde görev yapan sekreter, Dallas’taki suikastin sorumlusu olarak Harvey Oswald adli birinin yakalandigi haberini radyoda duyduktan iki dakika sonra söz konusu kisiyle ilgili dosyayi patronu, CIA’nin Güney Amerika’daki örtülü operasyonlardan sorumlu sefi John Whitten’e sundu.
 
Dünyani en genis tabanli en etkili telefon dinleme imkânlarindan birine sahip olan Meksika istihbarati dinleme servisi, Oswald’in 1 Ekim 1963 günü Mexico City’deki Sovyet Büyükelçiligi ile yaptigi görüsmeyi kaydetmisti. Bu görüsmede Oswald Sovyetler Birligine gitmek için yapmis oldugu vize basvurusunun ne durumda oldugunu soruyordu. Kimdi bu Oswald? CIA, adamin 1959 yilinda Sovyetlere siginmis eski bir Amerikan deniz piyadesi oldugunu biliyordu. Bir Rus kadinla evliydi, Amerikan Pasifik donanmasina iliskin sirlari Ruslara satacagi tehdidinde bulunmus, 1962 yilinda da Amerika’ya dönüs yapmisti. Rusya’da bulundugu sirada KGB tarafindan sorgulanmis olmaliydi, hatta daha ileriki bir zamanda kullanilmak amaciyla KGB saflarina katilmis dahi olabilirdi. Helms, Oswald sorusturmasini Whitten’e verdi. Bu görevi, karsi istihbarat uzmani olan James Angleton istiyordu ve bu ikili birbirini hiç sevmezdi. Hayal kirikligina ugrayan Angleton tüm arastirmalar boyunca Whitten’in çalismalarini sabote etmeye çalisti.
 
Arastirmalar sirasinda Oswald’in Eylül ve Ekim aylari boyunca Sovyet ve Küba elçiliklerine sik sik gittigi, Küba’dan, Sovyet vizesi çikana kadar bu ülkede kalma talebinde bulundugu ortaya çikti. Böylece olayin arkasinda Castro’nun olabilecegi düsünceleri filizlenmeye basladi. Yeni Baskan Johnson’un ise, ABD’nin son üç yildan beri Castro’yu öldürmeye çalistigindan haberi yoktu. Bunu Castro’nun disinda sadece üç kisi biliyordu; Allen Dulles, Richard Helms ve Robert Kennedy.
 
24 Kasim 1963 günü Washington’da Kennedy’nin cenaze töreni sirasinda Lee Harvey Oswald Dallas polis merkezindeydi. Polislerin arasinda buradan çikarildigi sirada, canli yayin yapan tüm televizyon kanallarinin kameralari adamin üzerindeyken, bir baska suikastçi tarafindan vurulup öldürüldü.
 
Johnson, CIA’nin Oswald hakkindaki tüm bildiklerini bir rapor halinde kendisine vermesini istedi. Bu rapor sonradan kayboldu veya kaybedildi ama Whitten’in söyledigine göre özeti suydu: CIA’nin elinde Oswald’in bir Moskova veya Havana ajani olduguna iliskin saglam bir delili bulunmuyor ama adam ajan olabilir de!
 
**********
Bunun üzerine Baskan Johnson bagimsiz bir sorusturma heyeti olusturmaya karar verir, baskanligina da Yüksek Mahkemenin bas yargici Earl Warren’i getirir. Heyet Warren’in ismiyle anilir.
 
CIA bu gelismelerden hiç memnun degildir. Çünkü, teskilât tarafindan yapilan sorusturmalarin Baskan’in gözünde yetersiz görüldügü gibi bir algi olusmaktadir ama daha önemlisi CIA, Castro’ya karsi plânlanan suikast hazirliklarinin ortaya çikacagindan endise etmektedir. Kamuoyunda, Castro’nun bu hazirliklar nedeniyle Kennedy’yi öldürtmüs olabilecegi biçiminde bir kanaat olusmasi çok kaygi verici bir olasiliktir. Kennedy suikastinin müsebbibi olmak durumuna düsmek, CIA hakkinda hiç de hayirli olmayacaktir.
 
Baskan, hem FBI’ya hem de CIA’ya, Warren Komisyonuna tüm bilgileri vermelerini ve tam bir isbirligi ruhu ile çalismalarini emreder. Her iki teskilât da bu konuda, görevi kötüye kullanma derecesinde berbat bir performans gösterir (Bu iki örgüt arasindaki koordinasyon ve isbirligi eksikligi ile isteksizligi, adeta 11 Eylül öncesi yasanan durumun habercisidir). Oswald hakkindaki sorusturmanin vardigi nokta özetle sudur: Adam ABD’ye kizgin bir Castro hayranidir. CIA kendisi hakkinda KGB saflarina katilmis bir casus olabilecegine dair hakli süpheler beslemektedir. Havana üzerinden acil olarak Moskova’ya dönmek arzusundadir. Olay günü Dallas’ta Baskan’in araç konvoyu içinde, adeta kendisine infaz isi verilmis bir görevli gibi yer almistir.
 
Whitten, olaydan on bes yil sonra verdigi ifadede, Castro’ya suikast tertipleriyle ilgili olarak Warren Komisyonuna hiç bir bilgi verilmemesi hususunda Helms ve Angleton arasindaki bir mutabakattan bahsetti. Ona göre, Komisyonun böyle bir gizli mutabakattan haberi olsaydi, sorusturma çok farkli yönlere gidebilecekti.
 
Angleton’un tavri, açikça adaletin tecellisini engellemek kapsamina girmekteydi. Bunu yaparken sigindigi tek bahane, Moskova’nin, olaydaki rolünü gizlemek için teskilatin içine köstebek yerlestirmis olmasi ihtimaliydi ve ketumiyetinin kendisine göre hakli sebebi buydu.
 
**********
Angleton, 1964 yilinda ABD’ye siginmis bir KGB ajani olan Yuri Nosenko’dan süphelenmekteydi. Nosenko varlikli bir ailenin çocuguydu ve babasinin etkin kisiligi sayesinde, içki ve kadin meraki yüzünden basini soktugu yiginla belâdan kurtulmus, KGB’de önemli noktalara gelmisti. 1982 Haziraninda, silahsizlanma konferansina katilmak üzere Cenevre’ye gelmis olan Sovyet heyetinde güvenlik görevlisiydi. Bu seyahati sirasinda kaldigi otelin  odasina aldigi bir fahise, Nosenko’nun 900 dolarini çaldi. KGB, ajanlarina verdigi dövizlerin uygunsuz biçimde harcanmasina çok agir cezalar verirdi bu yüzden Nosenko’nun parayi yerine koymasi sartti. Amerikan delegasyonundan David Mark isimli bir diplomatla iliski kurdu ve kendisine para karsiliginda bazi sirlar satabilecegini söyledi. Anlastilar. Nosenko, Rus ajanlari sorgulamakta uzman olan Tennent Bagley tarafindan uzun uzadiya sorgulandi ve önemli bilgiler verdi. Baslangiçta Bagley, Nosenko’nun verdigi bilgilerin dogruluguna ikna olmustu ama sonrasinda Angleton’un telkinleriyle aksine inandi ve adama düsman kesildi. ABD’den  siginma talep eden Nosenko, KGB’deki Oswald dosyasini inceledigini ve içinde Sovyetlerin Kennedy suikastina bulastigina iliskin herhangi bir bulguya rastlamadigini söylüyordu. Bagley ve Angleton ikilisinin Nosenko’nun yalan söyledigine dair kesin kanaatleri ilerde çok olumsuz gelismelere neden olacakti.
 
Angleton, eger Nosenko’nun dilini çözer de adamin Ruslarin büyük komplosunun bir parçasi oldugunu kanitlarsa, Baskan Kennedy olayini da çözmüs olacagina inaniyordu. Siginmaci KGB ajani, Adalet Bakani Robert Kennedy’nin onayiyla Nisan 1964!de hapse atildi. Üç yil boyunca fiziki ve psikolojik iskence gördü. Ama  kendisini suçlayacak somut bir delil elde edilemedi. CIA bir süre sonra kendini bir ikileme düsmüs buldu. Nosenko’yu saliverip sonra da Kennedy cinayetinin kilit adamini serbest birakmakla suçlanmak istemiyordu. Ne var ki, defalarca ve farkli kisiler tarafindan yapilan sorgulamalardan da bir sonuç alinamiyordu. Tutukluluk halinin devamini yasal gösterecek tüm gerekçeler ortadan kalkinca Nosenko’ya, yattigi bes yilin ardindan 80 bin dolar tazminat ödendi ve degisik bir kimlik verilerek tahliye edildi, sonra da CIA kadrosuna alindi.
 
CIA, suikast olayinda Ruslarin parmagi olmadigini hiçbir zaman kabul etmedi. Warren Komisyonunun nihai raporunda da Nosenko’dan hiç bahsedilmedi. Richard Helms’e göre bu olay, Sovyet ve Küba istihbarat servislerinin raporlarinin açilacagi güne kadar aydinlanamayacakti. Baskanliginin son günlerinde L. B. Johnson’un söyledigi gibi, “Kennedy Castro’yu bitirmeye çalisti ama Castro ondan önce davrandi”.
 
“Hayra Alâmet Olmayan bir Sapma”
 
Kennedy’nin gizli operasyonlari, tüm hayati boyunca Johnson’un pesini hiç birakmadi. Dallas suikastinin, bir nev’i Diem olayinin ilâhi intikami oldugunu hep tekrarlayip durmustu; “Bir avuç serseriyi bir araya getirdik ve gittik adami öldürdük” derdi. Baskanliktaki ilk yilinda Saygon’dan darbe üzerine darbe yedi. Baskentte türeyen isyanci bir grup Amerikalilari öldürüp duruyordu.
 
Johnson, Robert Kennedy’nin ABD ulusal güvenlik mekanizmalari üzerindeki etkinliginden rahatsizdi. CIA teskilâtini da, o aralar sahip oldugu ‘esrarengiz isler sebekesi’ imajindan kurtarip, yasalarin ön gördügü çizgiye çekmek istiyordu. CIA Direktörü McCone’in istedigi de buydu. CIA, yasalarda belirtildigi gibi istihbarat toplamak, bunlarin analizini yapmak ve Baskan’a rapor etmekten sorumlu olmaliydi sadece. Komplolar kurup yabanci hükümetleri devirmek, örgütün görevi olmamaliydi.
 
1963 yilinin sonlarina dogru Johnson’un en büyük sikintisi Vietnam meselesiydi. Tüm güçlerle saldirmak mi, yoksa piliyi pirtiyi toplayip oradan çikmak miydi en dogru olani. Binlerce Amerikaliyi oraya ölmeye göndermek de istemiyordu, kendine ‘korkup çikti’ dedirtmek de... Savas diplomasisi disindaki tek seçenek ‘gizli operasyonlar’ olarak öne çikti.
 
***********
1964 baslarinda McCone ve CIA Saygon istasyonunun yeni sefi Peer de Silva tarafindan verilen bilgiler iç kararticiydi. Vietnam’daki çatisma stratejilerinin dayandirildigi istihbaratin çogu yanlisti ve Vietkong, hem K. Vietnam’dan hem de baska yerlerden ciddi destek aliyor, bu destek de giderek büyüyecege benziyordu.
 
Vietkong, G. Vietnam’da da ciddi taban bulmaya baslamisti. Bun bilgi üzerine CIA ve Pentagon yeni bir plân gelistirdi. 34 A kodu verilen bu plânin temel amaci, K. Vietnam’a istihbarat ve komando unsurlari indirmek, limanlara ve sair alt yapi tesislerine sabotajlar düzenlemek suretiyle Hanoi’yi, G. Vietnam ve Laos’taki yikici faaliyetlerinden vazgeçirmek idi. Savasçilar, CIA egitiminden geçmis G. Vietnamlilar, Çinli ulusalcilar ve Güney Korelilerden olusmaktaydi. Yukaridan gelen bir emir üzerine bu birliklerin yönetimi CIA’dan alinip Pentagon’un Vietnam’daki özel Operasyonlar Grubuna devredildi. Helms’e göre bu “hedeften hayra alâmet olmayan bir sapma” idi ve CIA’yi espiyonaj görevlerinden uzaklastirip ona bir nevi askerî destek üniformasi giydirmek olacakti.
 
1964 Martinda, Savunma Bakani McNamara ile McCone yeniden Saygon’a gittiler. Döndüklerinde Bakan Johnson’a olumlu bir tablo çizildi. CIA Direktörü McCone’a göre ise düsmana insan ve malzeme takviyesinin yapildigi Ho Chi Minh geçidi açik oldugu sürece islerin olumlu gitmesi mümkün degildi. Bu fikir ayriligi McCone’un kariyerinde sonun baslangici oldu.
 
Johnson, kendisinden önceki baskanlar gibi CIA direktörünü düzenli olarak görmüyor, haftalik yazili raporlarla yetiniyor, bunlari da cani istedigi zaman okuyordu. Her ne kadar yasalara göre CIA, her türlü Amerikan  istihbarat biriminin tepesindeki çati örgüt olarak tanimlansa da Pentagon, orkestradaki birinci keman olma rolünü CIA’ya birakmak istemiyordu. Pentagon bürokratlarinin, istihbarat islerinin saglikli yürütülmesini önler mahiyetteki çalismalari McCone’i biktirdi ve istifasini sunmasina yol açti. Johnson, Vietnam savasinin kizistigi o günlerde yönetimde çatlak görüntüsü vermemek için istifayi kabul etmedi.
 
ABD savas gemilerine yapildigi iddia edilen bir saldiri sonucunda, Tonkin Körfezi Kararnamesi adi verilen savas yetkisi apar topar Kongreden geçirildi. Baskanin ve Pentagon’un yaptigi açiklamalara göre, orta yerde her hangi bir tahrik olmadigi halde, K. Vietnam gemileri 4 Agustos 1964 günü Tonkin Körfezinde ABD gemilerine saldirmisti. Ulusal Güvenlik Ajansi, tüm verileri dikkatle inceledikten sonra, ilk saldirinin K. Vietnam tarafindan yapildiginin tartisma götürmeyecek bir gerçek oldugunu saptamis ve McNamara’da yeminiyle durumu dogrulamisti.
 
Bu raporlar ve tespitler masum bir hatadan ibaret degildi ne yazik ki. Vietnam savasi böylece, tahrif edilmis istihbarat raporlarina dayandirilan siyasi yalanlarla baslamis oldu. Eger CIA, kendisine yasalarca emredilmis biçimde çalissa ve McCone görevini lâyikiyla yapsaydi, uydurma bilgilere dayanan raporlarin, bir iki saatlik ömrü bile olmazdi. Gerçekler, Ulusal Güvenlik Ajansi’nin 2005 yilinda yaptigi itiraf niteligindeki açiklamalar yayinlanincaya kadar ortaya çikmadi.
 
Isin dogrusu, K. Vietnam saldirisinin, bir dizi Amerikan tahrikinden sonra yapildigiydi. Bu tahriklerden ilki, ABD gemilerinin 12 mil kuralina kulak asmayip Tonkin Körfezindeki Hon Me adasi sahillerine yaklasarak çikartma hazirliklarina baslamasiydi. K. Vietnam sahil koruma botlari ada etrafinda toplanmaya basladi. Amerikan Maddox savas gemisi bunlara üç kez ates açti ve bölgedeki 7. filonun uçaklarindan yardim istedi. Uçaklarin saldirisi sonucu K. Vietnam botlarindan üçüne agir hasar verdirildi, dört denizcileri öldü. Maddox’un bordasinda ise bir tek kursun deligi vardi. 3 Agustos’ta ABD disisleri Hanoi’ye nota vererek saldirilarin devam etmesi halinde sonuçlarinin agir olacagi uyarisinda bulundu.
 
Ikinci ABD tahriki, Hon Matt adasindaki K. Vietnam radar üssünün havaya uçurulmasi tesebbüsü idi. 4 Agustos günü sabaha dogru, Amerikan savas gemileri Maddox ve Turner Joy alaca karanlik ortaminda hayalet gibi  lekeler gördükleri iddiasiyla delicesine ates açarlar, gemiler bir yandan da kendi etraflarinda hizla dönmektedirler. Bu dönüslerin yarattigi etkiler, sonar raporlarina düsman torpidolari olarak yansir. Çilginca salvolar devam eder, Amerikan gemileri, kendi gölgelerine ates etmektedir.
 
Johnson o gece, K. Vietnam deniz üslerine hava saldirisi emri verdi. Ilk saldirinin K. Vietnam tarafindan geldigine iliskin düzmece istihbarat raporlari hükümete, zaten önceden kararlastirilmis olan politikalari hayata geçirme olanagi vermisti. 7 Agustos tarihinde Kongre Vietnam savasini onayladi (Kongre’de 416’ya 0, Senato’da 88’e, 2 karsi oy).
 
Dönemin, istihbarattan sorumlu direktör yardimcisi R. Cline, oynanan bu siyasi tiyatroyu Yunan tragedyasina benzetmisti. Tipki kirk yil sonra, Irak kitle imha silâhlari düzmecesine dayanarak savasa giren bir baska Amerikan Baskani döneminde oynanan siyasi tiyatro gibi...
 
Yasananlardan 4 yil sonra Johnson, Tonkin Körfezinde o gece neler yasandigini söyle özetleyiverdi: “O lânet  olasi aptal denizciler, uçan baliklara ates edip duruyorlardi”.
“Akildan Fazla Cesaret”
 
Richard Helms, Gizli Operasyonlar Sefi koltugundan kalkip CIA direktörlügü koltuguna otururken en az on yil boyunca Vietnam kâbuslari gördügünü söylemisti. Hiçbir zaman basariya ulasmayan, her yeni girisimden sonra basarisizligi daha da artan olaylarin yasandigi bir kara basan...
 
Helms’in yazdiklari arasinda sunlar da vardi: “En yetenekli elemanlarimizla, espiyonaj literatüründeki her türlü denemeyi yapiyor ama Hanoi hükümetine bir türlü sizamiyorduk. Politikalarinin ne oldugunu, kimler tarafindan yapildigini bir türlü çözemiyorduk. Istihbarat konusundaki bu zafiyetimizin temelinde, Vietnam tarihi, kültürü, sosyal yapisi ve dili hakkindaki ulusal cehaletimiz yatiyordu. Ögrenmeyi istemedik. Bu yüzden de ne kadar bildigimizi bilemedik. Olaylari anlamadik, yanlis degerlendirdik ve çok hatali kararlar aldik”.
L. Johnson’un da Vietnam konusunda kâbuslari vardi. Kararsizlik göstermesi halinde, R. Kennedy’nin kendisini, John Kennedy’nin G. Vietnam davasina sadakatsizlik etmekle suçlayacagindan korkuyordu. “ Eminim ki bana omurgasiz bir korkak oldugumu söyleyecekti. Uykumda kendimi yerdeki kaziklara baglanmis olarak  görüyordum, binlerce insan üzerime ‘korkak, hain’ diye bagira çagira geliyordu”.
 
*************
Komünist gerilla örgütü Vietkong’un, Güneydeki faaliyetleri güçlenerek sürüyor, bunlarla nasil mücadele edilecegi konusunda ABD’de her kafadan bir ses çikiyordu. Isin özüne R. Kennedy indi; “Bize silâh kullanmasini bilen adamlar lâzim”.
 
16 Kasim 1964’de CIA’nin Saygon Istasyon Sefi Peer de Silva’dan iddiali bir öneri geldi. Da Silva, G. Vietnam’daki CIA gücünü artirmak amaciyla çesitli vilâyetlerde paramiliter devriye birlikleri kurarak Vietkong’u avlamayi düsünüyordu. Bu stratejinin büyük riski, olayi, ‘McNamara’nin savasindan McCone’in savasina’ dönüstürecek olmasiydi. Buna ragmen ise girisildi ve Vietnamli sivillere kontrgerilla egitimi verilmeye baslandi. McCone, da Silva’ya güveniyor, çabalarini destekliyordu ama hiçbir girisimin bu savastan galip çikilmasina yetmeyecegini düsünüyordu. CIA, ayrilikçi teröristlerle mücadele edecek bir teskilât degildi, buna göre yapilanmamisti. Itirazi bunaydi ve Baskan Johnson’a bir kez daha istifasini verdi, gene ret edildi.
 
Yönetim, domino teorisinin gerçeklesmesinden korkuyordu. Buna göre, G. Vietnam’in komünistlerin eline geçmesi halinde, arkasindan Laos, Kamboçya, Tayland, Endonezya, Malezya ve Filipinler gelirdi. Bu gelismelerden Orta Dogu, Afrika ve Latin Amerika da genis biçimde etkilenirdi.
 
Da Silva’nin yazdiklarina göre Vietkong, terör kartini ustalikla amaçlari dogrultusunda kullaniyor, yerel halktan da her türlü lojistik ve istihbarat destegi aliyordu. Vietkong 1964 sonlarinda terörü baskente tasidi. Saygon ziyaretinde bulunan Savunma Bakani McNamara bombali bir eylemden kil payi kurtuldu. 7 Subat 1965’de Vietkong, Pleiku’da bir Amerikan üssüne saldirdi, 8 Amerikali öldü. Amerikalilarin silâhlari daha çok ve daha büyüktü ama Vietkong’un da casuslari daha fazla ve daha yetenekliydi. Belirleyici fark da buydu.
 
Dört gün sonra, L. Johnson, Vietnam’in bombalanmasi emrini verdi. Napalm dahil her türlü bomba kullanildi ama düsman adeta bombayi yedikçe güçleniyordu. CIA’nin Saygon’daki adamlari ise, Washington’un kötü haberlerden hoslanmadigini biliyordu. Istihbarat siyasilesmis, bilgiler generallerin, sivil yetkililerin ve bizatihi CIA’nin tezgâhindan geçtigi sirada çarpitmalara ugrar olmustu. Vietnam’daki kötü gidisat Baskanliga yansitilmiyordu ve bu is daha üç yil böyle devam edecekti.
 
8 Mart’ta Amerikan deniz piyadeleri Da Nang’a çikti ve güzel kizlar onlari çiçeklerle karsiladi. Vietkong’un karsilamasi ise daha farkli oldu. 30 Mart’ta, Saygon’daki ABD elçiligine komsu CIA ofisinin önünde patlatilan bir araç bombasi, sokaktaki yirmi kisiyle birlikte, Da Silva’nin sekreterinin canini aldi. Iki CIA görevlisi kör oldu, altmis elçilik ve teskilât görevlisi yaralandi, Da Silva’nin kendisi de bir gözünü kaybetti.
Johnson çaresizlik içinde savasa binlerce asker daha gönderip bombardimani yogunlastirma karari alirken (bunu yaparken CIA direktörüne danismadi) “Görünmeyen düsmanla nasil savasabilirim?” diye düsünüyordu.
 
*************
2 Nisan 1965’de McCone bir kez daha istifasini sundu. Istifasi, halefi is basina gelir gelmez yürürlüge girmek üzere kabul edildi. Ayrilmadan önce Baskan’a su uyarilari yapti: “Haftalar ilerledikçe, bombalamayi durdurmamiz konusunda kendi halkimizdan, basindan, BM’den ve dünya kamuoyundan daha fazla baski gelmeye baslayacak. Zaman aleyhimize isliyor ve K. Vietnam da buna oynuyor. Balta girmemis ormanlarda asla kazanamayacagimiz ve çikmakta müthis zorlanacagimiz bir savas bizleri bekliyor”. Önemli bir CIA analisti olan Harold Ford’da söyle diyordu: “Vietnam’daki gerçeklerden giderek uzaklasiyoruz. Tutumumuzdaki cesaretin yeri, aklin yerinden çok daha fazla”.
 
L. Johnson, McCone’un diskurlarina, isine gelenler hariç, çoktandir kulak asmiyordu zaten. CIA hakkindaki düsüncelerini söyle disa vurmustu bir keresinde: “Çocuklugumu geçirdigim çiftlikte Bessie adli bir inegimiz  vardi. Sabahin köründe kalkar, bin bir eziyetle sütünü sagardim. Tam kovayi doldurdugumda, boka bulanmis kuyruguyla bir darbe vurur kovayi devirirdi, illet olurdum. Bizim CIA’da böyle; çalisir didinir iyi bir program yapar uygulamaya koyarsiniz, gelip bir darbe vururlar, her seyi berbat ederler”.
“Uzun Bir Kaydiraktan Asagiya Kayisin Baslangici”
 
Johnson CIA’yi yönetecek yeni bir “Büyük Adam” arayisindaydi. Teskilâtin direktör yardimcilarindan Marshall Carter, Baskana söyle bir tavsiyede bulundu: “Askeriyeden ‘evet efendimci’ birini seçmeniz büyük hata olur, siyaset dünyasindan bir ahbap çavusun seçilmesi ise tam bir ‘felâket’. Eger CIA içinden bu göreve lâyik biri bulunamiyorsa dükkani Kizilderililere teslim ederek çekip gidelim zaten!”.
 
Baskanin ulusal güvenlikçilerinin (McCone, McNamara, Dean Rusk ve Bundy) tartismasiz tek adayi Richard Helms idi ama L. Johnson CIA’nin basina, adini Polaris nükleer füzelerinin gelistirilmesi programinda duyurmus, basarili bir deniz subayi olan 59 yasindaki emekli Amiral Red Raborn’u getirdi. Reborn yemin töreninde Baskan’in övgü dolu sözlerini dinlerken mutluydu ama bu onun CIA çatisi altindaki son mutlu anlari olacakti (28 Nisan 1965).
Ayni gün Dominik Cumhuriyetinde olaylar patladi. 1961 yilinda Amerikan destekli bir suikast sonrasinda diktatör Rafael Trujillo devrilmis, ülkede Karayiplerde örnek olacak bir yönetim de kurulmaya çalisilmis ama basarili olunamamisti. Simdi silahli asiler sokaklara dökülmüstü.
 
Johnson Dominik’e 400 deniz piyadesi gönderdi. Bu, 1928 yilindan beri herhangi bir Latin Amerika ülkesine yapilan  en  kapsamli çikartma  ve   ayni zamanda  da,  Domuzlar Körfezi  fiyaskosundan  sonraki ilk   silahli müdahaleydi. Yeni CIA Direktörü Reborn, her hangi bir somut delile dayanmadan isyanin Küba tarafindan yönlendirildigini rapor etti. Johnson müdahaleyi genisleterek, bölgeye önce 1000, sonra 6500 Amerikan askeri daha gönderdi. McNamara, olayda Castro’nun parmagi olduguna inaniyordu. Johnson da TV’lere çikip halkina, Bati dünyasinda yeni bir komünist devletin kurulmasina izin vermeyecegine iliskin vaatlerde bulunuyordu. Ne var ki basin gelismeleri siddetle elestiriyor, U-2 olayi Eisenhower’i, Domuzlar Körfezi olayi Kennedy’yi nasil etkilediyse, Dominik olayinin da Johnson’u öyle etkileyecegini yaziyordu. Johnson’da bir “inanilirlik zafiyeti” vardi. Tabir yerlesti. Baskan artik yeni CIA direktöründen görüs almiyor, onu umursamiyordu.
 
Istihbarattan sorumlu Direktör Yardimcisi Roy Cline, istikrarsiz liderlik yüzünden teskilâtta morallerin sifir oldugunu, “uzun bir kaydiraktan asagiya dogru kayisin basladigini” söylüyordu.
 
Kendisine bir ülkeden bahsedildiginde, burasinin Afrika’da mi, yoksa Güney Amerika’da mi oldugunu bilemeyen Reborn’un tökezleme sürecinde teskilâti fiilen Richard Helms yönetiyordu ve o siralar üç gizli operasyonu sürdürmekteydi: Laos’da Ho Chi Minh geçidinin islerligine son vermek, Taylan’da seçimlere fesat karistirarak basa isbirlikçi bir hükümet getirmek ve Endonezya’da gerçeklesmekte olan komünist katliamina destek vermek. L. Johnson, bu savaslarin basarisi için tavsiyesine bas vurdugu Eisenhower’dan su görüsleri aldi: “Zafer  tamamen iyi bir istihbaratin mevcudiyetine baglidir. Bunu saglamak da en zor islerin basinda gelir”.
 
******
Laos bir istihbarat savasi olarak basladi. Süper güçler ve onlarin müttefikleri arasinda imzalanan bir anlasma uyarinca tüm dis güçlerin Laos’u terk etmeleri gerekiyordu ama diplomasi dünyasindaki nezaket kurallari, gerçek dünyanin sartlari ile örtüsmüyordu.
 
1965 yazinda Johnson, on binlerce Amerikan askerini Vietnam’a gönderdi. Laos’taki savasi ise CIA  sürdürüyordu. Ho Chi Minh geçidine sürülen Hmong kabilesi köylüleri ve Tai komandolari hep CIA kamplarinda egitilmislerdi ve baslarinda CIA yetkilisi Bill Lair vardi. Laos’taki isler kötü gitmeye ve kayiplar artmaya baslayinca Lair gerçekleri gizleme yolunu seçti. Bir kere bu yola sapilinca dönüs çok ama çok zor oluyordu.
 
Bu ülkedeki en siki savasçilardan biri de Anthony Poshepny, nam-i diger, Tony Poe idi. Hmong ve Tai birlikleriyle dag bayir dolasan uçuk bir kisilikti. Sonunda da onlardan biri haline dönüstü. Poe, öldürdügü düsmanlarin kulaklarini keser, torbaya doldurdugu kulaklari, kazandigi zaferlerin bir kaniti olarak getirip, CIA ofisindeki amirlerinin masasina koyardi. Tropikal bölgeye savasmaya gönderilmis Amerikan gençlerinin, içine düsmesi çok siradan olan, seks, alkol bagimliligi, delirme gibi olumsuzluklar Laos’ta daha da azmaktaydi.
 
Mayis 1965’de Laos Istasyon Sef Yardimciligina atanan Jim Lilley’in anlattiklari: Yerel savasçilarin, etkisiz hale getirdiklerini söyledikleri Vietkong sayisi abartiliydi, üstelik Amerikan uçaklarinin bombalamasi için hedef gösterdikleri düsman yerleskelerinin koordinatlari da çogunlukla yanlis çikiyordu. Bu yüzden ABD uçaklari dost köyleri bombaliyor, felâketler yaratiyor ve büyük nefret çekiyordu. CIA’nin, Long Tieng’deki üssünü genisletmeye karar vermesiyle yeni yollar, depolar, daha genis pistler, cipler, is makinalari, daha fazla personel, cephane gelmeye basladi. Ama merkez olayi paramiliter bir sorun olarak görmekten vaz geçmiyor, isin esasini bir türlü yakalayamiyordu. Laos adeta ikinci bir Vietnam’a dönüsmüstü ve ABD kontrolü elinden kaçirmaya basladi.
 
Vietnam’i alt etmenin kilidi komünistlerin malzeme ve insan trafigini geçirmek için kullandiklari Laos’taki Ho Chi Minh geçidini kullanilmaz hale getirmekti ama sanki bu trafik, her Amerikan bombardimanindan sonra biraz daha artiyordu. Bu asamada CIA, Laos Istasyon Sefligine yeni bir atama yapti: Ted Shackley.
 
********
Shackley daha önce Asya’nin yakinindan bile geçmemisti ama bir an önce sonuç almak için ise hizli basladi. Onun yönetimi altinda ofisindeki CIA çalisanlarinin sayisi 30’dan 250’ye, Loolu paramiliter savasçilarin sayisi 40 bine çikti. Bunlarin gayretleri ve B-52 bombardiman uçaklari sayesinde geçidin beli kirilir gibi olmustu. Shackley’in Washington’a gönderdigi, su kadar yeni komandoyu saflarimiza kattik, ayda su kadar komünist öldürüyoruz, söyle isler basariyoruz mealindeki raporlar yönetimi sevklendirmis ve CIA’nin Laos’taki savasi için on milyonlarca dolarlik yeni ödenek çikmisti. Shackley savasi kazanmak üzere oldugunu saniyordu ama Ho Chi Minh üzerindeki trafik hiç kesilmeden akiyor, akiyordu...
 
***********
 
CIA Tayland’da daha ince, daha alengirli bir siyasi sorunla karsi karsiya geldi: Bir demokrasi yanilsamasi yaratmak!
 
Tayland 1965 yilina kadar ABD tarafindan desteklenen bir cunta tarafindan yönetilmisti. Destegin nedeni de generallerin bölgede komünizmin yayilmasina karsi koymalariydi. Ancak bölgede demokrasinin de isleyecegini göstermek gerekiyordu. ABD, generalleri serbest seçim düzenlemeleri konusunda tesvik ediyordu ama sol oylarin çogunlugu almasina da bir biçimde engel olunmaliydi. CIA fonlariyla ABD yanlisi yeni bir siyasi parti olusturuldu ve örgütlendirildi. Amaç partiye seçimi kazandirmak ama perde arkasinda da mevcut yöneticilerin ipleri tutmaya devam etmelerini saglamakti. Amerika’nin Vietnam’da kazanabilmesi için Tayland’in istikrarli olmasi sartti. Plân, Baskan Johnson tarafindan bizzat onaylandi ve uygulandi.
 
*******
CIA’ya göre, eger Amerika’nin Endonezya’daki etkisi azalirsa, Vietnam’da kazanilacak bir zaferin hiçbir anlami kalmayacakti. Beyaz Saray bu sekilde uyarildi. Teskilât yedi yildan beri dünyanin en kalabalik Müslüman nüfusunu barindiran bu ülkeyi yönetecek yeni bir lider arayisindaydi. Bu sirada, 1 Ekim 1965 aksami Endonezya’dan bir siyasi deprem haberi geldi. Sukarno, adeta kendi rejimine karsi bir darbe yapmis, iktidarini korumak amaciyla ülkenin komünist partisi (PKI) ile isbirligine girmisti. Duyurunun yapildigi gece, aralarinda Genel Kurmay Baskaninin da bulundugu bes general öldürülmüstü. Ulusal radyo, Baskani ve ülkeyi CIA’dan korumak için bir ihtilal konseyinin yönetime el koydugunu duyuruyordu. CIA’nin ordu ve hükümetin içinde bazi adamlari bulunuyordu. Bunlardan biri, PKI ve Sukarno hükümeti içine sizmasi için görevlendirilmis Adam Malik idi.
 
CIA, Adam Malik, Merkezî Java Sultani ve Suharto ismindeki bir generalden olusan troykaya bir gölge hükümet kurdurtma çabasina giristi. Malik, Endonezya’daki Amerikan Büyükelçisi Marshall Green ile bulusarak hedefini açikladi: Kendi önderliginde kurulacak Kap-Gestapo adli siyasi bir örgüt vasitasiyla Endonezya’yi komünistlerden kurtarmak!
 
Kisa süre sonra ülkeden katliam haberleri gelmeye basladi. General Suharto’nun sivil sok gruplari, Dogu ve Merkezî Java’da yüzlerce insani öldürüyordu. CIA, programin desteklenmesi gerektigine inaniyordu ama gelismelerde Amerikan parmagi oldugu anlasilmamaliydi. Bu çerçevede Endonezya ordusuna 500 bin dolarlik bir yardim yapilmasi kararlastirildi. Yardim CIA eliyle tibbi malzeme olarak yapilacak ama bunlar piyasada satilarak elde edilecek nakit ordu tarafindan amaçlari dogrultusunda kullanilacakti.
 
Endonezya’yi büyük siddet dalgasi sardi. Rejim degisti. Adam Malik Disisleri Bakani oldu (Malik daha sonralari, ABD’nin destegi ile BM Genel Kurul Baskanligi yapti). Siddet olaylari sirasinda 500 binden fazla insan öldü, 1 milyondan fazlasi siyasi görüsleri nedeniyle tutuklandi, bunlardan bazilari on yildan fazla hapis yatti. Endonezya, soguk savas sonuna kadar askerî diktatörler tarafindan yönetildi. ABD, kirk yil boyunca, Endonezya’da komünizm karsitligi adina sürdürülen vahsette parmagi oldugunu inkâr etti. Büyükelçi Marshall Green “Dalgalari biz olusturmadik” demisti, “Biz sadece olusan dalgalara binip sahile çiktik”.
 
*************
1966 yilinda teskilât bünyesinde kapsamli degisiklikler meydana geldi. Richard Helms nihayet bekledigi göreve kavustu (Uzun yillar boyu birlikte çalistigi kader arkadasi Frank Wisner, kisa süre önce beynine siktigi  bir kursunla intihar etmisti, bu atama onun için iyi bir teselli oldu). R. Helms 30 Haziran 1966 tarihinde yemin ederek göreve basladi. Üçte biri denizasiri ülkelerde casusluk yapan 20 bin kisilik bir teskilâta ve 1 milyar dolari asan bir bütçeye sahipti, Washington’un en güçlü adamlarindan biri haline gelmisti.
“Böyle Giderse Bu Savas Kazanilamaz”
 
Richard Helms görevi devraldiginda, 250 bin Amerikan askeri fiilen savasin içindeydi. Güneydogu Asya’da 1.000 gizli ajan, CIA merkezinde 3.000 istihbarat görevlisi, giderek büyüyen felâketle ugrasmaktaydi. Istihbarat görevlileri kötümser, savas alanindakiler ise gidisattan memnun, ayri dünyalarda yasiyorlardi.
 
O dönemde CIA saflarina katilan yüzlerce gençten biri olan Bob Gates (Gelecekte, CIA Direktörlügü ve Savunma Bakanligi yapacakti), doksan günlük bir staj dönemi yasadi. Olaylara objektif bir gözle bakabilen bu iyi egitimli genç, Vietnam savasi hakkinda söyle bir gözlemde bulunmustu: ABD’nin savas pilotu sikintisi çekmeye basladigi
 
anlasiliyor. Komünistleri bombalamaya, saçi basi agarmis albay rütbeli pilotlar gönderiliyor. Böyle giderse bu savas kazanilamaz.
 
***********
CIA’nin yetenekli analistlerinden birinin hazirladigi kitap kalinligindaki rapor, Amerikalilarin yaptigi hiçbir seyin savasi kazandiramayacagini öngörüyordu. Raporu okuyan Savunma Bakani McNamara, Vietnam’da görev yapmis en üst düzeydeki uzmani görmek istedi. Ona, kendi yerinde olsaydi Vietnam’da ne yapacagini sordu. Uzman, Vietnam’da en uzun süreyle (17 yil) görev yapmis bir kisi olarak yapilmasi gerekenleri söyle anlatti: “Amerikan güçlerine takviye yapmayi keser, Kuzey’i bombalamayi durdurur ve Hanoi ile ates kes pazarligina otururdum”. McNamara diger randevularini iptal etti ve uzman George Allen’le görüsmesini sürdürdü. Ikinci sorusu söyleydi: “Amerika, Asya’daki domino taslarinin yikilmasina neden izin versin?” Su cevabi aldi: “Baris masasinda karsilasmaniz muhtemel olan riskler, savas alanindaki risklerden daha büyük degildir. Eger bombardimani durdurup, Sovyetler, Çin, Asya’daki müttefikleriniz ve düsmanlarinizla bir pazarlik masasina oturursaniz, onurlu bir baris anlasmasiyla masadan kalkma sansiniz olabilir”.
 
Bu toplantidan üç hafta sonra McNamara Baskan’i aradi, Vietnam’daki güçlere takviye yapilarak bir yere varilamayacagini ve bombardimanin kesilmesi gerektigini söyledi. Baskan, anlasilmaz bir homurtuyla cevap verdi ve telefon kapandi.
 
McNamara, Vietnam’daki Amerikan askerlerini öldüren Vietkong güçlerinin sayisi hakkinda fena halde yaniltildigini çok geç anladi. Tipki, bir çok yil sonra Irak’ta düsülen yanilgi gibi... Eger Vietkong, iki yil kesintisiz sürdürülen bombardiman ve yogun saldirilardan sonra hala 500 bin kisilik bir güçle ayakta durabiliyorsa bu savas kazanilamazdi. Ancak, G. Vietnam’daki Amerikali komutanlar Baskan Johnson’a gönderdikleri raporlarda öyle söylemiyorlardi. Mesele savasi kazanip kazanamama meselesi degildi onlara göre, yönetim, savasin hangi hizda kazanilmasini istiyordu, mesele buydu. Ordu, her ne kadar basini ve dolayisiyla halki ikna edemiyorsa da savasi kazanabilecegini ispat etmek kararliligindaydi ve CIA’da yaniltici raporlar vermeye devam ediyordu.
 
Ancak R. Helms, Baskan disinda hiç kimsenin göremeyecegi, acitici derecede dürüst bir CIA çalismasini, yazdigi bir mektup ekinde kendisine sundu. Mektup, çalismanin çok hassas bilgiler içerdigini ve sizmasi halinde son derece sakincali sonuçlar dogacagini belirttikten sonra söyle devam ediyordu: Amerikan kamuoyunun yönetime getirdigi bazi kisitlamalar içerisinde hareket edildigi sürece, karsimizdaki iyi organize olmus, kalabalik, yetenekli ve halk tarafindan destek gören isyan hareketini bastirmamiz mümkün degildir. ABD askerî gücü, bunun gibi kararli, becerikli ve siyasi açidan basiretli bir gerilla gücüyle basa çikabilecek sekilde yapilandirilmamistir”.
 
Yöneticilerin ve komutanlarin önüne hiç bir dönemde görülmedigi kadar fazla istihbarat geliyordu ama pek azi bir anlam ifade ediyordu. ABD Baskanlari, üretilen bir dizi yalani birbirlerine ve halka anlatmislar, savasi da bu yalanlara dayanarak yönlendirmeye çalismislardi. Beyaz Saray ve Pentagon’un halki her seyin iyiye gittigine inandirmasi bir yere kadardi, sonucu belirleyecek olan savas alanindaki gerçeklerdi.
“Siyasi Bir Hidrojen Bombasi”
 
13 Subat 1967’de CIA Genel Merkezi Beyaz Saraya bir uyari gönderdi. Sol egilimli bir dergide, CIA’nin, sivil toplum örgütlerini ve vakiflari kullanarak yabanci ülkelerin iç islerine yasa disi biçimde karistigi, emellerine alet ettigi masum ve genç insanlari tehlikeye attigi iddia edilecekti. Yönetimi çok zor durumda birakacak bir saldiri olacakti bu. L. Johnson, CIA’nin iliskide oldugu vakif ve organizasyonlarla ilgili bir rapor hazirlanmasini istedi. CIA’nin 20 yildan beri gizlice yürüttügü çalismalar gün isigina çikmak üzereydi. Teskilât, Radio Free Europe, Radio Liberty, Kültürel Özgürlük Kongresi, Ford Vakfi, Asya Vakfi gibi taninmis kurumlari, bunlarin yaninda bir çok etkin basin ve yayin kurulusunu, vitrindeki bir takim kukla sirketler vasitasiyla finanse etmisti. Özellikle radyolar, demir perde ülkelerindeki insanlara yönelik yayinlariyla, siyasi propaganda savasi sahasinda CIA’nin tarihindeki en etkili silâhi olmustu.
 
Disisleri Bakani Dean Rusk’ta, 1961 yilindan beri CIA eliyle bu tür çalismalara harcanan milyonlarca dolarin halkin diline düstügünü, yurt disinda da gözden kaçmadigini söyleyip duruyordu. CIA’nin bu tip islere verdigi destek, giristigi gizli operasyonlar arasinda en önde gelen faaliyetlerden biriydi. Yapilan arastirmalar gösteriyordu ki, CIA’nin bu türden çalismalari lâyikiyla denetlenemiyordu. Teskilâtin kontrolden çikmak üzere oldugu, gerek Beyaz Saray’da, gerek Disisleri ve Adalet Bakanliklarinda ve gerekse de Kongre nezdinde giderek agirlik kazanan bir endise haline gelmekteydi.
 
************
20 Subat 1967’de Baskan Johnson, Adalet Bakanligina vekâlet eden Ramsey Clark’i çagirdi. Castro’ya suikast tertiplenmesiyle ilgili olarak, CIA, mafya ve R. Kennedy arasinda ne tür bir iliski yasandiginin FBI tarafindan arastirilmasini istedi. Önde gelen bir gazeteciden, CIA’nin Castro’yu öldürtmek üzere bir suikastçi kiraladigini, adamin cinayeti isleyemeden Castro’nun eline geçtigini ve iskence altinda suçunu itiraf ettigini ögrenmisti. Söylendigine göre, Castro da bunun üzerine Oswald ve baska bir kaç kisiyi toplayarak J. Kennedy’nin isini bitirmeleri talimatini vermisti.
 
On gün sonra bu bilgileri Johnson’a aktaran gazeteci Drew Pearson’in kösesinde söyle bir yazi çikti: “Baskan Johnson siyasi bir hidrojen bombasinin üzerinde oturuyor. Teyit edilmeyen bilgilere göre, Senatör R. Kennedy, Castro’ya suikast talimati vermis olabilir. Castro’ya dogrultulan silâh geri tepti ve senatörün kardesini vurdu”.
 
Yazi R. Kennedy’yi fena halde korkuttu. R. Helms ile bulustular. Helms R. Kennedy’ye CIA ile kardesi arasinda suikasti konu alan tek iç yazisma belgesini verdi. Belgede Castro’ya düzenlenmesi plânlanan mafya suikasti ile Kennedy arasinda açikça baglanti kuruluyordu. Bu bilgiyi, bir kaç gün sonra tamamlanan FBI raporu da dogruluyordu. Johnson bu kez, Castro, Trujillo ve Diem’e karsi düzenlenen komplolarla ilgili olarak CIA’nin da bir arastirma yapmasini talep etti. Helms tarafindan görevlendirilen müfettislerce yazilan CIA raporu su sonuca ulasiyordu: Diem ve Trujillo’nun katilleri ABD hükümeti tarafindan cesaretlendirilmisti ama kontrol ABD yönetiminin elinde degildi. Castro olayina gelince, CIA ajanlari Castro hakkinda “bir seyler” yapilmasi gerektigi konusunda ABD yönetiminin en üst kademelerinden baski görüyorlardi. Bu “bir seyler”in, Castro’nun öldürülmesi anlamina geldigini de Küba’da görevli tüm istihbarat mensuplari biliyordu.
 
Rapor bu kadarini söylüyordu. Cinayet konusunda Baskanligin bir emri bulunup bulunmadigina deginilmiyordu. Bu ayrintiyi aydinlatacak tek kisi R. Kennedy idi. Helms, 10 Mayis tarihinde raporu Baskan’a sundu. Aralarinda geçen konusmaya iliskin bir bilgi bulunmuyor, varsa da bilinmiyor. Ancak Helms, 23 Mayis’ta, Senatör Richard Russel’in baskani oldugu CIA alt komitesine ifade vermeye çagrildi. Rusell bu toplantida Helms’e eski CIA ajanlarinin bu konularda sessiz kalmalarinin saglanip saglanamayacagini sordu. Rusell merkeze dönerek CIA müfettislerinin hazirladigi raporla ilgili olarak ortada ne kadar belge varsa imha etti. Raporun tek kopyasi Helms’in kasasina kilitlendi ve tam altmis yil boyunca dokunulmadan orada kaldi.
 
***************
Helms 1967 bahari boyunca teskilât içi huzursuzluklarla bogustu. Konu, en yetenekli çalisanlarin, Jim Angleton’a karsi isyan boyutunda tavir almalariydi. Angleton, Israil’in yardimlariyla, Kruschev’in Stalin’i yerin dibine batirdigi konusmayi ele geçirdiginden beri teskilât içinde sah kesilmisti. Angleton’un görevi, bünye içine sizabilecek komünist ajanlardan teskilâti korumakti. Bu görevin önemli olduguna süphe yoktu ama son gelistirdigi “Büyük Komplo” teorisi örgütü zehirliyordu.
 
Bu teoriye göre (Helms’in 2007 yilinda açiklanan gizli zabitlarinda yer almaktadir) Moskova ile Pekin arasinda ayriliklarin bas gösterdigi dogru degildir. Uluslararasi komünizm tek vücut halindedir. Ayrisma olduguna dair söylentiler bizzat komünistler tarafindan yayilmaktadir. Amaci Bati’yi sasirtmak ve dayanismalarini gevsetmektir. Özgür dünyanin mensubu olan ülkeler arasindaki saflar açildikça, Moskova’nin bunlari tek tek ele geçirmesi kolaylasacaktir. Bunu önleyecek olan da Batili istihbarat örgütleridir ama Sovyetler, onlarin içine fena halde sizmis vaziyettedir. Bati uygarliginin kaderi büyük ölçüde karsi casusluk uzmanlarinin elindedir.
 
Angleton’un takintilari yüzünden, CIA’nin içindeki sadik yabanci ajanlarin getirdigi bilgilere kulak tikanmaya baslanmisti çünkü bu ortamda herkes birbirinden süphe eder hale gelmisti. Gizli servisin içinde Angleton’a karsi bir cephenin varligi iyiden iyiye hissediliyordu. Ne var ki Helms bu adami hep tuttu. Bu arka çikisin iki ana  nedeni vardi; biri, onun is basinda oldugu süre boyunca CIA’nin içine hiçbir Sovyet casusu sizmamisti. Ikincisi  ise, Israil’in, Misir, Suriye ve Ürdün’e karsi girisecegi saldiriyi (6 Gün Savasi diye bilinir) önceden ve dogru bir zamanlamayla tahmin etmisti. Bu basarilar da Helms’in Baskan nezdindeki itibarini yükseltiyordu. Nitekim Helms, o bilgiyi getirdigi hafta Baskan’in en yakin çalisma arkadaslariyla yedigi Sali yemeklerine davet edilmis, CIA nihayet istihbaratin ne denli önemli bir rol oynadigini kanitlayarak Baskan’in gözüne girmisti.
 
*********
Helms, yurt içindeki gizli CIA operasyonlarini kontrol altinda tutmak istedigi kadar yurt disindakileri de toplumun gözünden uzak tutmaya çalisiyordu çünkü hepsi birer potansiyel hidrojen bombasiydi. Iste bunlardan bir kaçi: 1967 sonbaharinda Saygon’da çok hassas bir operasyon baslatildi. CIA, siyasi açidan çok etkin bir Vietkong savas esirini Hanoi’ye iade etmek suretiyle karsi tarafin baris konusundaki yaklasimlarini anlamak istiyordu. Amaç, düsmanla en üst seviyede baris görüsmeleri yapmanin yolunu açmakti ama bu girisimden bir sonuç alinamadi. CIA,  aralarinda  Panama’nin da  bulundugu  bir çok  ABD  dostu ülkede  yerel  komünist partilerin kurulmasini gerçeklestirip yönetti. Amaci bu yerel komünist parti liderlerinin Moskova’ya davet edilmelerini ve buradaki toplantilara katilmalarini saglamakti. Böylece Sovyet stratejileri ilk agizdan ögrenilebilecekti.
 
Iyi operasyonlarin hazirlik asamasi yillar alabiliyordu. Alt yapinin olusturulmasi, iliskilerin gelistirilmesi için sabir, para ve kurnazlik gerekiyordu ama bunlar yetmiyor, gerçek silâhlara da ihtiyaç duyuluyordu. Bunlar, isbirlikçi devlet liderlerinin ve onlarin emrindeki, CIA tarafindan egitilmis güvenlik güçlerinin elinde olmaliydi. Üst düzey bir CIA yetkilisi olan Al Haney, ABD’nin dünyaya polislik yapmasinin ancak Amerikan dostu üçüncü dünya ülkelerinin silahlandirilmasiyla mümkün olabilecegini söylemisti. Görüslerini söyle temellendiriyordu: “Anti demokratik rejimlerin güvenlik mekanizmalarini güçlendirerek o rejimlerin yöneticilerinin yerlerini saglamlastirmalarina yardim etmek, etik açidan Amerika’ya yakismaz deniliyor. Ancak bizim, sadece kendi ideallerimize uyan rejimleri destekleyip, digerlerini göz ardi etmek gibi bir ahlâki lüksümüz olamaz. Özgür dünya semsiyesi altindaki, mutlak monarsileri, diktatörlükleri ve cuntalari ayirip geriye ne kaldigina bir bakin. Eger sadece bunlarla isbirligi yapilacak olunursa, ABD kendini dünya realitelerden soyutlama yoluna sokar”.
 
Al Haney’in önerisi dogrultusunda uygulamaya konulan program çerçevesinde, 25 ülkede, 771.217 asker ve  polis teskilâti yetkilisi egitim gördü. Aralarinda, Iran, Irak, Güney Kore ve Güney Vietnam’in da bulundugu bu ülkelerin gizli polis örgütleri, CIA yardimlariyla kuruldu ve söz konusu ülkelerin güvenlik teskilâti sorumlulariyla içisleri bakanlari her zaman CIA ile yakin isbirligi içinde oldular.
 
1960’li yillarda CIA’nin Latin Amerika ülkelerindeki faaliyetleri dramatik biçimde artmisti. Aralarinda Brezilya ve Arjantin’in de bulundugu 11 Latin Amerika ülkesi CIA tarafindan destekleniyordu. Dost bir liderin basa gelmesiyle, bu liderin üzerindeki Amerikan etkisinin sürekli kilinmasi için CIA istasyon sefleri söyle taktikler uyguladiklarini anlatir: “Dünyada neler olup bittiginden haberleri olmadigi için onlarin istihbarat servisleri gibi çalisir, liderlerine haftalik brifinglerle isinize gelen, manipüle edilmis bilgileri verirsiniz ve tabii Washington’a, suraya buraya tatile götürürsünüz”.
 
Helms bir resmi raporunda, Latin Amerika askerî cuntalarinin ABD için iyi oldugunu yazmisti. Siyasi krizlerle ancak bunlar basa çikabiliyordu. Özgürlük ve demokrasi adina karmasik mücadelelerle ugrasilacagina, kanun hakimiyetinin ve nizâmin saglanip sürmesi için elbette bunlar tercih edilmeliydi.
 
Johnson yönetimi süresi boyunca, Kennedy’ler tarafindan baslatilan kontrgerilla hareketleri kök saldi, Eisenhower tarafindan yürürlüge konan iç güvenlik programlari gelistirildi. 1967 yilinda, iki kitaya özenle yerlestirilmis diktatörler sayesinde CIA, soguk savas döneminin en önemli zaferlerinden birini skor tabelasina yazdirdi: Che Guevara’nin avlanmasi.
 
**********
Che, Küba devriminin askerleri ve casuslari için yasayan bir efsane, bir semboldü. Bu asker ve casuslar, Kongo gibi çok uzak yerlerde dahi görev yapmaktaydilar. Kongo, o dönemde Afrika’daki soguk savasin yönetim merkeziydi ve lider Mobutu, CIA ile gayet uyumlu çalisiyordu. Küba ve Sovyet etkisini kirmasi için kendisine her türlü askerî ve sahsi destek veriliyor, karsiliginda, Afrika’nin göbeginde CIA üsleri kuruluyordu.
 
Soguk savas döneminin klâsik çatismalarindan birinde, Che’nin Kübalilariyla, CIA’nin Kübalilari, Tanganika gölünün bati kiyilarinda karsi karsiya geldi. Yeterli donanima sahip olmayan Che çekilmek zorunda kaldi, Atlantik’i asip Bolivya daglarinda gizlendi ama CIA’nin takibinden kurtulamadi. Çok fakir bir ülke olan Bolivya’nin yönetimi Rene Barrientos isminde sagci bir generalin eline geçmisti. Muhaliflerini siddet yoluyla bastiran general, sagladigi istikrar nedeniyle CIA’nin gözüne girmis ve parasal destegini almisti.
 
CIA’nin Domuzlar Körfezi operasyonu gazisi Kübali uzmanlariyla, CIA egitimli Bolivyali komandolar daglarda Che’nin izini sürdü ve sonunda onu yakaladilar (8 Ekim 1967). Che bacagindan yaralanmisti ama genel saglik durumu iyiydi. Sorgulandi. Che, Kongo’daki çatismalar ve Küba devriminin gelisimi hakkinda bilgiler verdi. Castro’nun, Domuzlar Körfezi çikartmasi sirasinda yakalanan hainler disinda, 1.500 kadar siyasi düsmanini ortadan kaldirdigini açikladi. Ideallerinin eninde sonunda gerçeklesecegine inaniyordu. Bolivya’dan kaçis için bir plâni yoktu, ya kazanacak, ya kaybedecekti. Che’nin yakalanisi nedeniyle Güney Amerika’daki gerilla hareketi muazzam bir darbe yemisti. Yüksek komuta kademesi Che’nin öldürülmesi emrini verdi. Tetigi çekecek cellada Che’nin söyledigi son sözler sunlar oldu: “Karima yeniden evlenmesini, Fidel’e de gerilla hareketinin Güney Amerika’da yeniden yükselise geçeceginden emin oldugumu söyleyin”.
 
Bölgedeki CIA’ci Tilton, Genel Merkezdeki Tom Polgar’a Che’nin öldürüldügü haberini geçti. Polgar, Che’nin öldürüldügünden emin olmak için Tilton’a “Adamin parmak izlerini gönderebilir misin?” diye sordu. Tilton “Isterseniz parmaklarini da gönderebilirim” diye cevap verdi, infazcisi Che’nin elini kesmisti.
 
***********
CIA’nin hatali girisimleri, sayisal açidan, yukaridaki gibi zafer borusu çalabilecegi eylemlerinden çok daha fazlaydi. Teskilât bir keresinde, Mustafa Amin isminde önemli bir Misirli gazetecinin iskence görmesine ve  dokuz yil hapiste yatmasina neden olmustu. O yillarda Cemal Abdül Nasir, CIA’nin yönetimini devirme çabasi içinde oldugundan sikâyet ediyordu – hakli olarak. Amin Nasir’a yakin bir kisilikti ve gerek bilgi vermesi ve gerekse ABD yanlisi yazilar yazmasi için CIA’dan para aliyordu. CIA elbette bunu inkâr ediyordu ama bir gün bir Amerikali yetkiliden para alirken kameralara yakalandi, desifre oldu, sonrasinda hapis ve iskence geldi.
 
Helms CIA’nin güvenirliligini artirmak istiyordu. Kamuoyundan ve hükümetin içinden gelen elestiriler, hele basin yoluyla orta yere saçilan gizli operasyon ayrintilari teskilâti fazlasiyla yipratiyordu. Direktör, 30 Eylül 1967’de yazdigi bir talimatla, tüm birimlerden, siyaseten hassas projelerin yeniden gözden geçirilmesini ve Amerikan bütçesinden para alan tüm yabanci politikacilar (iktidardakiler ve muhalefettekiler) ile askerî yetkililerin isimlerini istedi.
Yapilan derinlemesine incelemeler sonucunda, foyasi meydana çikmis yabanci ajanlara, üçüncü sinif gazetelere, basarisiz politikacilara ve diger verimsiz operasyonlara akitilan paralar epeyce azaldi. Bati Avrupa’da yürütülmekte olan büyük siyasi mücadelelerin sayisi da eksilmisti. CIA artik Güneydogu Asya’daki sicak savas ile Orta Dogu, Afrika ve Latin Amerika’da yürütülmekte olan soguk savaslara odaklanacakti.
 
Ne var ki, yurt içinde de bir savas vardi. Helms’in Baskan’dan aldigi yeni emir, siyasi açidan  en  hassas bir konuya; Amerikan vatandaslari hakkinda casusluk yapilmasina yönelikti.
“Yabanci Komünistleri Yakalayin”
 
Johnson, savas aleyhtari hareketlerin kendisini Beyaz Saray’dan uzaklastiracagini saniyordu, oysa onu oradan uzaklastiran savasin kendisi oldu.
 
Ekim 1967’de bir avuç CIA ajani Washington’da düzenlenen savas karsiti büyük bir gösterinin arasina karisti. Baskan, bu gösterilerin Moskova ve Pekin tarafindan düzenlenip finanse edildigini düsünüyor, katilimcilari da devlet düsmani olarak görüyordu. Helms’e bu görüs ve düsüncelerin delillendirilmesi talimatini verdi. Helms Baskan’a Amerikan yurttaslari hakkinda casusluk yapilmasinin kanunlara göre yasak oldugunu hatirlatti ise de Johnson, “Biliyorum ama gene de, fütursuzca iç islerimize karisan o yabanci komünistlerin izlenip yakalanmasini istiyorum” dedi. Helms, yasalara aykiri oldugunu bile bile bir yurt içi denetim ve gözetleme operasyonuna giristi. ‘Kaos’ kod adli bu operasyon, CIA’yi bir nevi gizli polis konumuna getiriyordu. Helms, yedi yil boyunca bu denetimleri sürdürdü ve isi yapacak birimi, ‘Özel Eylemler Grubu’ adi altinda, Angleton’un Karsi Casusluk Biriminin içine monte edip orada gizlemeyi basardi. 11 CIA ajani saçlarini uzatti, Yeni Sol hareketinin jargonunu ögrendi ve Amerika ile Avrupa’daki baris örgütlerinin arasina sizdi. Tam 300.000 isim fislendi, 7.200 kisi hakkinda detayli dosya açildi, Ulusal Güvenlik Ajansi, çok yogun bir biçimde Amerikan yurttaslarini yasa disi biçimde dinleme isine soyunmustu.
 
Baskan ve Kongre’deki muhafazakârlar, baris yanlisi protestocularla, Amerika’yi sarsan irkçi göstericiler arasinda bir bag oldugunu ve bunlarin her ikisinin de arkasinda komünistlerin bulunduguna inaniyordu. CIA’nin bunu kanitlamasi istendi, onlar da ellerinden geleni yapti. 1967 yilinda Amerikan gettolari savas alanina dönmüstü.  75 farkli noktada patlayan gösteriler, vurdugu yerleri harabeye çevirdi, 88 ölüm, 1.397 yaralanma meydana geldi. 16.389 tutukludan 2.157’si mahkûm oldu. Isin ekonomik faturasi da 665 milyon dolar olarak belirlendi.
 
CIA, bütün çabalarina ragmen ne zenci isyancilarin, ne de baris protestocularinin arkasinda, Moskova’nin veya Hanoi’nin parmagi bulunduguna dair somut bir delil ortaya koyabildi.
 
Milyonlarca Amerikali her aksam TV’leri basinda savas haberleri izler hale gelmisti. Gündemi sarsan bir olay   da 31 Ocak 1968 günü meydana geldi. 400 bin komünist asker, Güney Vietnam’in neredeyse bütün büyük sehirlerini ve askerî garnizonlarini (Amerikan birlikleri dahil) hedef alan saldirilarda bulunmustu. 1 Subat tarihinde ise, Saygon güvenlik güçlerinden bir polisi, sokak ortasinda, sogukkanlilikla, bir Vietkong isyancisinin kafasina kursun sikarken gösteren o meshur fotograf bütün gazetelerde yayinlandi. Ertesi gün Amerikan uçaklari, sadece Khe Sanh bölgesine tam 100.000 ton bomba yagdirdi ama bir önceki gün yasanan sürpriz saldirinin yarattigi agir psikolojik etkinin silinmesi kolay olmayacakti. Düsmanin niyetleri hakkinda hiçbir sey bilememek CIA adina büyük bir istihbarat zafiyetiydi.
 
11 Subat 1968 günü Helms’in Vietnam uzmanlariyla yaptigi toplantida su görüsler agirlik kazandi: Saygon’daki Amerikan Komutani General Wetmoreland’in tutarli bir stratejisi yok. Buraya daha fazla Amerikan birlikleri gönderilmesinin bir anlami kalmamistir. Eger ABD hükümeti ve G. Vietnam ordusu, dayanisma ve koordinasyon içinde düsmanla savasmayi beceremeyecekse, mücadeleye son verip Vietnam’dan çekilmelidir.
 
Bölgeye gönderilen müfettisler G. Vietnam ordusunun dagildigini, Amerikan ajanlarinin ve askerlerinin moral çöküntüsü ve panik içinde oldugunu rapor ettiler. Helms bu durumu sahsen Baskan’a anlatti. Johnson’un konuyla ilgili siyasi iradesi adeta yerle bir oldu.
 
19 Subat günü Hanoi bir saldiri daha gerçeklestirdi. Baskan Johnson bunun üzerine Eisenhower’in görüslerini almak istedi. II. Dünya Savasinin muzaffer komutani ve eski baskan, 500 bin Amerikan askerine komuta eden General Wetmoreland’in, Amerikan tarihinde hiçbir komutanin tasimadigi kadar büyük bir sorumluluk tasidigini söyledi. Johnson, Eisenhower’a, kendisinin II. harpte 5 milyon askere komuta ettigini, mukayese edildiginde Vietnam olayinin o kadar da büyük olmadigini, neden bu durumu ‘en büyük sorumluluk’ olarak niteledigini sordu. Eisenhower’in cevabi: “Bu baska türlü bir savas, Wetmoreland düsmaninin kim oldugunu bilmiyor!”.
 
Sonunda Johnson, hiçbir stratejinin Vietnam’daki istihbarat zafiyetini telafi edecek güçte olamayacagini idrak etti. Amerika, anlamadigi bir düsmani yenemezdi. Bir kaç hafta sonra, gelecek seçimlerde baskanliga adayligini koymayacagini açikladi.
 
***********

Benzer Kitaplar