CEMAATTEN  FETÖ/PDY TERÖR ÖRGÜTÜNE DÖNÜSÜM

CEMAATTEN FETÖ/PDY TERÖR ÖRGÜTÜNE DÖNÜSÜM

Fevzi BOZKURT
Bilim


Cumhuriyet Gazetesinin tutuklu muhabiri Ahmet SIK’in 26/07/2017 tarihli savunmasina ‘’HER DÖNEMIN SUÇLUSU OLMAYI BASARDIM. KIZIMA BIRAKACAGIM BU MIRASTAN GURU DUYUYORUM’’ söylemi ve ekinde mahkeme huzurunda yapmis oldugu savunmasi bence Ülkemizin gelecekteki 50 yilina isik tutacaktir.
Bir yazar düsünün, Hem DHKP-C li olsun, Hem ERGENEKON’cu olsun hem de FETÖ/PDY  terör örgütü mensubu olsun….
1980 lerden 2014 yilina kadar CEMMAAT olan, ülke ve millet adina hizmet ettigi gerekçesi ile ülkenin tüm imkânlari önüne serilen, tüm kurumlarda mensuplarinin bulundugu, yakin döneme kadar bu cemaat! ten olan mensuplarinin ayricalikli oldugu adeta vazgeçilmez olduklari günlerden bu günlerde Türkiye Cumhuriyetinin kurulusundan bu güne kadar sayisiz örgütün sayisiz illegal yapilanmanin tacizine ugramis olmasina karsin son dönemde kendi ellerimizle koruyup kolladigimiz kucagimizda ninnilerle besledigimiz terör örgütü haline devsirdigimiz FETÖ/PDY TERÖR ÖRGÜTÜNÜN saldirisina maruz kaldik.
15 TEMMUZ 2016 tarihinde meydana gelen HAIN DARBE girisimini çok sükür ülkemizde sagduyulu vatansever halk tarafindan geri püskürtüldü. Bu tarihten bu günlere bu melun terör örgütü ile amansiz mücadele edilmekte, edilmesi de gerekmekte, ancak  söz konusu FETÖ terör örgütü adina temizlik yapan yetkililer ne kadar temiz, ya da bir örgütü temizlerken baska bir grubun cemaatin etkisinde kalarak gelecekte FETÖ gibi bir örgüt ile karsilasir miyiz….
Ister devlete hizmet deyin, ister ekmek parasi için ya da vatan sevdasi için bu memlekete  ülkenin hemen hemen yedi bölgesinde ve yurtdisinda hizmet etmis biri olarak FETÖ terör örgütü ile uzaktan yakindan alakasi olmayan sahsimin 306 gündür açikta bekletiliyor olmasi ister istemez kafada deli sorular sorduruyor.
Mesela;
Yakin zamana kadar benim paramla Türkçe Olimpiyatlarinda para bastin ses etmedim, söz konusu olimpiyatlara görevli olarak dahi gitmedim, 10 yillik ABD vizem  olmasina ragmen bir kez ABD ye gitmedim, Pensilvanya Haci!si olmadim, Ne istemislerse (en kötü görevlere dahi sürüldümse de) hiçbir sey vermedim, parsel parsel arsa vs.,vermedim, darbeci hainlerin atanmasinda en ufak bir alakam olmamistir, Hain sümüklü FETÖYE hiç hasretlik çekmedim, liseli yillarimda ilk defa adini duydugumda (Madem bu kadar alim neden bu zamana kadar HACCA gitmemis dedigim için gruptan aforoz edildim),  TERÖRIST için bir kez olsun göz yasi dökmedim, sagligina kavussun diye dua seremonilerine katilmadim. Kadere bakin ki tüm bunlari ve daha nicelerini yapanlar simdi FETÖ ile mücadele ediyoruz diye masumlarin canini yakiyorlar. Kim ki zerre miktari bu örgüte bulasmis hain darbe girisimine destek vermis Allah belasini versin.  Can yakanin cani mutlaka yanar. Allah kimsenin yanina birakmaz.
Eyyy FETTÖSSS kimilerinin muhteremi idin, kimilerinin hoca efendisi idin, sen ki Ergenekon da nice masumlara iftira atarak düzmece delillerle hapse attirdin peygamber ocagini tarumar ettin senin de yanina kalmadi kalmayacak…
5-10 yil önce ölseydin simdi suanda  senin Türbende  bez baglayip, senden medet umanlarla dolardi türben, belki ülke adina yurtdisinda yaptigin çoook büyük hizmetlerinden!!!! Dolayi devlet üstün madalyasi ile bile ödüllendirilebilirdin. Ama gel gör ki ölmedin ölemedin Rabbim öyle büyük ki senin canini almadan senin ne düzenbaz oldugunu masum inananlarina göstermeden canini almadi ve dünyanin bir numarali teröristi oldun, ALMA MAZLUMUN AHINI ÇIKAR AHESTE AHESTE cümlesindeki manaya maruz kaldin. Timsah gözyaslarinla, sahte rüyalarina çagirdigin Peygamber efendimizin ahi seni çarpar böyle, Peygamber efendimizi kullanarak büyüttügün örgütün hem seni hem de ülkenin dinamiklerini alt üst etti, sen usakligini yaptigin sahiplerin sayesinde gidebilecek yasayabilecek bir sürü ülkelerin var, sana masumane inanan gariplerin sadece bir tek ülkesi bir tek bayragi var, bir de isleri vardi, ama sayende simdi ne isleri var gidebilecek, ne onurlari kaldi ne gurulari kaldi sokaga çikacak, bütün bunlarin yaninda bir de sirf inançlari geregi masumane sekilde sana biat eden usaklarinin yüzünden VATAN HAINI olmakla yüzlestiler.
FETÖ terör örgütüne bilerek isteyerek her türlü maddi manevi destegi vermis, örgüt sayesinde devlet kademelerine sizmis zerre miktari bu hain örgüte bilinçli olarak destek veren her kimse cezasini çeksin.
Bankasina, okuluna, toplantisina vs. hiçbir etkinligine katilmamis ben ve benim gibiler ne yaparsaniz yapin bizi hain yapamayacaksiniz, bizi vatanimizdan halkimizdan küstüremeyeceksiniz, ülkesine hizmet etmeyi evlat sevgisinden üstün tutan memurundan sana hain çikmaz çikaramazsin…
 
-----------------------------
 
Iste Ahmet SIK’in 26/07/2017 tarihinde mahkemede yaptig savunmanin tam metni.
 
“Sözlerime 3 yil önce, 2014’te yayimlanan ‘Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda’ isimli kitabimin önsözünden bir alintiyla baslayacagim. AKP ve Gülen Cemaati arasindaki mafyatik iktidar ortakliginin nasil dagildigini anlatan bu inceleme-arastirma kitabimin önsözü söyle basliyor: 
“Türkiye’yi siyasal ve toplumsal olarak beraber dönüstüren iki güç olan AKP ile Gülen Cemaati’nin birlikteligi ve yanci destegiyle sürdürülen, adina iktidar denilen kanalizasyon patladi. ‘Yeni Türkiye’ denilen garabeti insa eden, amaca ulasmak için her türlü araca basvurmanin uygun oldugu Makyavelist bir anlayisin hakim oldugu iki güç; AKP ve Cemaat ayristi. 
Her ikisi de sistemin ve toplumun demokratiklesmesini degil, kendi otoritesini hakim güç kilmak üzerinden, içinde örgütlenmeye ------
çalistiklari devleti ele geçirmek isteyen güç odaklari. 
Uzun vadede söz sahibi tek güç olacaklarini düsündükleri devletin otoritesine bagliligi sarsilmaz kilmaya çalisan bir anlayisa sahip bu iki odak, gördük ki bir yandan ortak düsmanlarla mücadele ederlerken öte yandan birbirlerini yok etmeye dönük hamleler için malzeme biriktirmisler. 
Bu malzemelerin kullanilacagi günün yaklastigi, kanalizasyondaki pis kokunun uzun süredir disariya yayilmasindan belliydi. Medya köselerinden yapilan tehditler, el altindan yapilan tasfiyeler, zaman zaman sizdirilan telefon konusmalari, hukuksuzluk üzerine kurulu polis-yargi operasyonlarinin, ortak düsmanlardan sonra iktidar bilesenlerini hedef almasi yasanacaklarin isaretiydi. 
Ortalikta yok edilecek düsman kalmadigina kanaat getirince, devletin sahibinin kim olacagi kavgasina tutusarak birbirlerini hedef aldilar. Evet ortaligi pislik götürdü, götürüyor. Görünen o ki bir süre daha böyle olacak. Dinin, etik degerlerin alet edildigi bu savasta taraflarin ihtiyaçlarini karsilayan yalanlar, taraflari nezdinde gerçeklerden daha itibarli. Bu yüzden yapilan savunmalara kimse aldanmasin. Bu savas, ne demokrasi ve temiz toplum ne de birilerinin iddia ettigi gibi baris ya da sivillesme için yasaniyor. Sadece devletin sahibi kim olacak diye savasiliyor.”
 
Bu satirlar yayimlandiktan sonra, AKP ve Gülen Cemaati arasindaki savas daha da siddetlendi. 2007’deki Ergenekon sorusturmalariyla baslayan sahte bir tarih yazimi sürecinin iktidar ve suç ortaklarinin devletin ve ülkenin yagmalanmasinda kimin daha çok pay alacagiyla ilgili savas bir darbe kalkismasina kadar uzandi. 15 Temmuz 2016’da 250 insanin katledildigi kanli bir kalkisma yasandi. 
Tek failinin Gülen Cemaati olduguna inanmamiz istenen bu kalkismanin hükümet tarafindan önceden bilindigine yönelik ciddi kuskular var. Üzerinden bir yil geçtigi ve çok sayida sorusturma açilmasina ragmen kuskular azalmak yerine giderek artti. Ihtiyaç duyulan ‘Kontrollü Kaos’ için yol verildigi zannina kapilmamiza neden olan birçok emaresiyle karanlikta kalmasi istenen 15 Temmuz Darbesi son 10 yila yayilan sahte tarih yaziminin da en önemli kilometre tasi oldu. Içinde siklikla geçen;
Demokratiklesme-sivillesme” sözcükleriyle, yalanlarla kurgulanmis bu sahteligin tek gerçegi ise darbecilerin katlettigi insanlar oldu. 
Darbenin karanlikta birakilmak istenen yanlarina dair sorular sormamiz, ‘Kontrollü Kaos’ dememiz bosa degil. Kalkismanin hedefindeki kisRecep Tayyip Erdogan henüz ülke kan gölünün ortasindayken niyetini açik eden cümleyi agzindan kaçirmis“Bu darbe bize Allah’in bir lütfudur” demisti. Lütuf denilerek kastedilenin ne oldugunu hep birlikte gördük, yasadik, yasiyoruz. Hakikati dile getirenlerin, suç düzenine itiraz edenlerin, gasp edilen haklarini talep edenlerin seslerinin kisilip bogulmaya çalisildigi ve giderek koyulasan karanlik günlerden geçiyoruz. Kisaca özetlemekte fayda var. 
Darbe engellenmesine engellendi ama ilan edilen Olaganüstü Hal (OHAL) ile temel hak ve özgürlüklerin tümü askiya alindi. 
Onbinlerce insan ‘Darbecilik-FETÖ’cülük’ suçlamasiyla gözaltina alindi, 50 binden fazlasi tutuklandi. Iskencelerden geçirilenler oldu. 
Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) devletin ve toplumun Türk-Islamci bir biçimde dizaynina hiz verildi. ‘Bizden olanlar - olmayanlar’ ayriminin tek ölçüt kabul edildigi kuskularini hakli çikaran uygulamalarla kamudan tasfiyeler baslatildi. 110 binden fazla kamu görevlisi ihraç edildi. Güvenlik, yargi, egitim gibi devletin temel organlari basta olmak üzere kamuda dogan bosluk liyakatin degil biat etmenin temel alinmasiyla AKP kadrolarinca dolduruldu. 
Yillarca ögrenci yetistirmis bilim insanlari, ögretmenler bir anda ‘terörist’ olduklarina hükmedilerek issiz birakildilar. Hakki olani geri almak için mücadelesini açlik greviyle sürdürenlere dahi yanit hapishane oldu. 
Fiili olarak ortadan kalkmis olan güçler ayriligi prensibini resmi olarak da ortadan kaldiracak düzenlemelerin yolu OHAL kosullarinda, sandik güvenligi olmadan yapilan saibeli bir referandumla açildi. 
Türkiye’de her zaman sorunlu olan, istisnai örneklerle varligini kanitlamaya çalisan yargi bagimsizligi ve tarafsizligi, kendilerini iktidarin menfaatlerine memur tayin eden hakim-savcilar eliyle tamamen ortadan kalkti. Tutuklama terörüyle gasp edilen kisi özgürlügünün ihlali, geçerli 6 milyon oy sahibinin iradesini temsil eden Meclis’in üçüncü büyük partisine de uzandi. HDP’nin es genel baskanlari, milletvekilleri ve yine seçilerek göreve gelmis birçok belediye baskani esir edildi. Ve hatta bu tutuklamalarin yolunu açan düzenlenmeyi“teröristleri koruyorlar” tezvirati yapilacak korkusuyla onaylayan ana muhalefet partisi CHP’nin bir vekiline kadar vardi tutuklamalar. 
Bir çok sivil toplum örgütü kapatildi. Hak savunuculari tutuklandi. Onlarca sirkete el konuldu. 
Darbenin engellenip demokrasinin taçlandirildigi söylenen ülkede yazili, görsel, isitsel yayin yapan onlarca medya organi kapatildi. Sorusturma, dava, tutuklama tehditleri ve ekonomik baskilara ragmen hâlâ direnmeye çalisan birkaç gazete ve bir avuç gazeteciyi saymazsak hakikati perdelemeden yayin yapan tek bir medya organi ve gazeteci kalmadi. 150’den fazla gazeteci de hapislere tikilinca Türkiye yeniden ‘dünyanin en büyük gazeteci hapishanesi’ ünvanina kavustu. Öyle ki; Türkiye tek basina, diger bütün ülkelerin hapishanelerinde tutulan gazetecilerin toplamindan daha fazla esire sahip konumunda. 
Hapiste olmadigi halde tutuklu bulunan, yani sansür ve otosansür kiskacindaki gazetecileri de listeye ekledigimizde tablo daha da karamsar bir hal aliyor. Sansürün koyu gölgesi nedeniyle farkli sermaye gruplarinin sahipliginde yayin yapan çok sayida medya organi bulunmasina ragmen tek sesli yayincilik anlayisi tüm ülkeye hakim olmus durumda. 
Cumhurbaskani Erdogan uykusunda konussa canli yayin yapmak zorunda olan televizyon kanallarinda, iktidar komiserleri olmadan siyasal program yapmak da yasak. 
Medyanin durumu böyle olunca, siyasal elestiri mecrasi olarak sadece sosyal medya araçlari kalmis oldu. Eger erisim engellenmemisse, eger internet devlet sansürüyle kesilmemisse, eger AKP’nin kadrolu internet trolleri ve muhbir vatandaslarinin ve savcilarinin hosuna gitmeyecek seyler yazmamissaniz elestiri hakkinizi kullanmanin önünde bir engel yok. Ancak, bu hakkinizi kullandiginizi için tutuklanmayacaginizin garantisi de yok.
Engellenmis bir darbe kalkismasi sonrasinda memleketin içerisinde bulundugu karamsar tablonun kisa özeti böyle. Aslinda bu kadar laf kalabaligini tek bir cümleye sigdirmak da mümkün:
15 Temmuz’da darbe engellendi ama cunta iktidar oldu.
Darbe kalkismasindan sonra hazirlanan iddianamelerde Gülen Cemaati’nin amaci söyle anlatiliyor:
“Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm Anayasal kurumlari olan Yasama, Yürütme ve Yargi erklerini ele geçirmek ve bu süreç tamamlandiktan sonra devleti, toplumu ve fertleri FETÖ’nün ideolojisi dogrultusunda yeniden dizayn ederek; oligarsik özellikler tasiyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasi gücü yönetmek.”
Bir lütuf olarak görülen kanli bir kalkismadan bugüne uzanan süreçte ortaya çikan, biraz önce özetledigimiz tabloya baktigimizda, iddianamelerde anlatilan bu amacin gerçeklesmedigini kim söyleyebilir?
Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm Anayasal kurumlari olan Yasama, Yürütme ve Yargi erkleri ele geçirilmedi mi?
OHAL ve KHK’ler araciligiyla devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojileri ve menfaatleri dogrultusunda dizayn etmeye çalismiyorlar mi?
Devleti ve ülkenin kaynaklarini talan etme niyet ve kararliliginda, oligarsik özellikler tasiyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasi gücü yönetmeye çalismiyorlar mi?
Iste bu nedenlerle Gülen Cemaati’nin en büyük yenilgisi olan 15 Temmuz Kalkismasi, ayni zamanda en büyük zaferidir.
Çünkü, Fethullah Gülen’in idealize ettigi devlet, toplum ve fert modeli 15 Temmuz kalkismasi sonrasinda hayata geçirilmis oldu. Insa süreci hizla devam eden ve demokrasinin yaninda yer alan herkesin karsi çikmasi gereken sistem kimin elinde olursa olsun, patenti Fethullah Gülen’dedir. 
Tam da bu nedenle Fethullah Gülen ve cemaati ne istediyse, Recep Tayyip Erdogan ve AKP hükümeti vermistir.
Simdiyse, kanli bir kalkismanin ardindaki güçlerden birisi oldugu kusku götürmez bir gerçek olan Gülen Cemaati’nin, FETÖ diye anilan bir canavara dönüsmesinde hiçbir sorumluluklari yokmus gibi davraniyorlar.
Suçlu olduklarini söylemeyelim, gerçekleri anlatmayalim istiyorlar.
Darbecilerce katledilenlerin kanlarini ucuz ve sig bir siyasetin demagoji malzemesi yapiyorlar.
Çünkü gücü elinde tutanlarin tek bir amaci var: Totaliter iktidarlarini her ne olursa olsun sürdürmek.
Ve bunun için her türlü kötülügü yapacak, herkesten vazgeçebilecek bir ruh halinde olacaklar. 
Uzun iktidar yolculuklari, birlikte yola çiktiklarindan birer birer vazgeçtiklerinin örnekleriyle dolu bir tarihi barindiriyor. Islerinin bittigini düsündüklerini, kullanim süresi dolanlari, ihtiyaç kalmayanlari geride birakip yollarina devam ettiler. Destekçilerinden, isbirlikçilerinden, suç ortaklarindan ve hatta dava arkadaslarindan vazgeçtiler. Elbette kalanlara da, saflarina ekledikleri yeni kullanislilara da sira gelecek.
Medyanin neredeyse tamamini iktidarlarinin borazani haline getirenler, suçlarini ve kötü niyetlerini ortaya koymakta diretenleri ise hapsederek susturmaya çalisiyorlar.
Korkacagimizi, susacagimizi saniyorlar. Bir kez daha yanildiklarini göstermek için anlatmaya devam edelim…
45 yillik geçmisi bulunan Gülen Cemaati’nin, ilk 30 yilda tamamladigi devlet içindeki yatay örgütlenmesinin dikey bir gelisim seyri izlemesi ise son 15 yilda tamamlandi. Iktidarina gayri resmi ortak oldugu AKP hükümetinin sagladigi olanaklarla Gülen Cemaati’nin, adeta devleti kendisine paralel hale getirmek için önünde engel kalmadi.
Cemaat, polis ve yargi teskilatlari ile ordudaki operasyonel birimlerde hayli güç biriktirmisti. AKP iktidariyla birlikte stratejik mevki ve makamlara yerlesmek de zor olmadi. Sonrasinda ise, ele geçirilmesi planlanan resmi ya da sivil tüm alanlardaki alternatif ve rakip olabilecek aktör, kisi ve kurumlar tasfiye edilerek, kendilerinin önceliklerini belirleyen bir nüfuz alanina kavusmus oldular.
Dogru ifadesiyle söylersek, Gülen Cemaati’nin devlet ve toplum için en tehlikeli hale gelecek güce erismesinin en büyük sorumlusu, “Ne istedilerse veren” ve“yaptigi yardimlar için af dileyerek” suçunu da itiraf eden Recep Tayyip Erdogan ve 15 yildir tek basina iktidar olan AKP’dir. Dolayisiyla 15 Temmuz kalkismasinin da sorumlulari arasindadirlar.
Birkaç somut örnekle açiklayacagim ancak öncesinde bir animsatmada bulunmakta yarar var.
Ergenekon ile baslayip Balyoz, Askeri Casusluk ve baska birkaç sorusturma ile sürdürülen bir dizi kumpas davasiyla Türk Silahli Kuvvetleri (TSK) içerisinden Gülen Cemaati mensubu olmayan çok sayida subay tasfiye edildi. Tutuklanmaktan kurtulanlarin terfileri bile çesitli haysiyet cellatliklariyla engellendi.
O dönemde basbakan olan Erdogan, kendisini bu davalarin savcisi olarak ilan etmisti.
AKP hükümeti de siyasal onay makami olarak bir yandan hukuksuzluklara suç ortakligi yaparken, öte yandan kumpaslarin faillerine yönelik elestiri ve suçlamalara karsi da kendini siper etmisti.
Simdiyse, o dönemin suç ve günahlarinin tüm yükünü Gülen Cemaati’nin sirtina yükleyerek kendi rollerini ve suçlarini gizlemeye çalisiyorlar.
O dönemde cemaatin komplolariyla hapsedilen, AKP-Cemaat ortakliginin medyadaki tetikçileri tarafindan infaz edilmeye çalisilan çok sayida kisi vardi. Bu kisilerden, aralarinda gazetecilerin de oldugu bazilarinin, AKP’nin suçlarinin gizlenmesinin kolaylastiricisi/ortagi haline geldigini, hatta bu dönemin haysiyet celladi olarak sahnede bulunduklarini da belirtmeden geçmeyelim.
Konumuza dönersek, 
Gülen Cemaati söz konusu kumpas davalariyla TSK’deki terfi listesi ve sirasini menfaatleri ve amaçlari dogrultusunda sekillendirerek kendi mensuplarinin önünü açmis oldu.
TSK’de Cemaat mensubu olmayan subaylar elbette bu davalarla saf disi birakilanlardan ibaret degildi. Kalanlarin saf disi edilmesi için Cemaat’in yardimina kosan yine AKP hükümeti oldu. Hem de aralarindaki savas sürerken.
Bakalim neler olmus
2012 Mayis’inda yapilan yasal degisiklikle, askeri personelin 15 yillik mecburi hizmet süresi 10 yila indirilmisti. Cemaat böylece, kendilerinden olmayan subaylardan bazilarinin ordudan ayrilacagini hesapliyordu. Öyle de oldu. Kumpas davalariyla yaratilan korku iklimi ve TSK’nin yasadigi itibar kaybi nedeniyle istifalar yasandi.
Bu ilk yasal degisiklikten sonra gerçeklesen önemli 
bazi düzenlemeler ise ilginç bir sekilde AKP ve Cemaat arasindaki savas basladiktan sonra yapilmisti. 
AKP ve Gülen Cemaati arasindaki savasi bir meydan muharebesine çeviren ve aralarindaki iliskiyi onarilamaz biçimde koparan 17/25 Aralik 2013’teki yolsuzluk sorusturmalariydi. 
Suriye iç savasinda rejim karsiti olarak çarpisan bazi selefi cihatçi gruplara silah ve mühimmat 
yardimi yapildigini kanitlayan MIT TIR’lari operasyonlari da bu süreçte gerçeklestirilmisti.
Iste iliskilerin böylesine kopuk oldugu bir dönemde bazi AKP milletvekillerinin talep, öneri ve oylariyla gerçeklesen yasal degisiklerle TBMM’de askerlikle ilgili bazi düzenlemeler yapildi.
Ilkin 11 Subat 2014’te Meclis’in çogunluk gücü olan AKP’nin benimsemesiyle yapilan düzenleme ile TSK’de terfiler 1 yil öne çekildi. Böylece aralarinda çok sayida Cemaat mensubu olan 4 yillik albaylar ve 3 yillik generaller de terfi kapsaminda Yüksek Askeri Sura’ya (YAS) dâhil edilmis oldu. Düzenlemeyle ayni zamanda, Cemaat mensubu olmayan ve YAS kararlarinda terfi alamayan generaller de bu sekilde emekli edilerek TSK disina çikarilmis olacakti.
Ikinci degisiklik 2 ay sonra gerçeklesti. 12 Nisan 2014’te yürürlüge giren TSK Yüksek Disiplin Kurullari Yönetmeligi’yle ordudan ihraçlari degerlendirmek üzere yeni Yüksek Disiplin Kurullari olusturuldu. Bu kurullarin çalisma esaslarini belirleyen Subay Sicil Yönetmeligi’nde yapilan degisiklik, irticai faaliyetler nedeniyle TSK’den ihraçlarin önünü kesiyordu.
Bir diger degisiklik 37 AKP’li vekil tarafindan 30 Aralik 2015’te Meclis Baskanligi’na sunuldu. 
 
Bu kanun degisikligiyle, albayliktan generallige terfi için bekleme süresi 4 yila indirilmis oluyordu. Bu sekilde, Cemaat mensubu olan ancak terfi sirasi gelmemis albaylarin general olmasinin da yolu açilmis oldu.
 
Son degisiklik 6722 sayili TSK Personel Kanunu ile Bazi Kanunlarda Degisiklik Yapilmasina Dair Kanun’du. 
1988 ve daha önceki yillarda Harp Okullarindan mezun olmus subaylar, Gülen Cemaati’nin örgütlügünün en zayif oldugu gruplardi.
Söz konusu yasa degisikligi de, orduda hizmet süresini 28 yila indiren düzenlemeler öngörüyordu.
Böylece Cemaat, kendisinden olmayan subaylari en çok syida bulundugu üç devreyi birden topluca emekli ederek TSK disina çikarmis olacakti.
15 Temmuz darbesi girisiminin en önemli aktörleri olduklari öne sürülen generaller Mehmet Disli ve Mehmet Partigöç’ün hazirladigi bu tasarinin, bir madde hariç tümünün, yasa kabul edilir edilmez yürürlüge girmesi öngörülüyordu. 2016 Agustos Surasi’ndan sonra yürürlüge girmesi öngörülen ise, Cemaat’in en az örgütlü oldugu 1988 ve önceki yillardaki mezunlari kapsayan üç devrenin birden toplu olarak emekli edilmesiyle ilgili maddeydi. 23 Haziran 2016 gecesi, tasarinin Meclis’teki görüsmeleri sirasinda AKP Grubu’nun verdigi bir önergeyle, o maddenin de kanun çiktigi anda yürürlüge girmesi saglandi.
AKP hükümetinin sinirsiz destegiyle yürütülen kumpas davalari ve yine hükümet eliyle yapilan yasal düzenlemelerle Gülen Cemaati’nin TSK içinde hedefledigi tasfiyeler büyük oranda gerçeklesmis oldu. Bunlarin ne anlama geldigini de 15 Temmuz sonrasinda ortaya çikan tablo gösterdi.
CHP’nin hazirladigi, “Öngörülen, Önlenmeyen ve Sonuçlari Kullanilan Kontrollü Darbe” basligini tasiyan, TBMM 15 Temmuz Darbesini Arastirma Komisyonu’nun raporuna yönelik muhalefet serhini içeren raporundan yapacagim alinti söylemeye çalistigimi daha anlamli kilacak.
 
Raporda yer alan bilgilere göre, kumpas davalarindan sonraya rastgelen 2011, 2012 ve 2013 yillarindaki YAS kararlariyla terfi eden generallerin neredeyse tamami FETÖ üyesi olmakla suçlaniyorlar. Biraz önce anlattigim AKP hükümetinin yaptigi yasal düzenleme ve degisikliklerden sonraki döneme rastgelen 2014 ve 2015 yillarindaki YAS kararlariyla albayliktan generallige terfi edenlerin de yüzde 80’ine ayni suçlama yöneltilmis.
Bu arada 1985’ten AKP’nin iktidara geldigi 2003’e kadar Gülen Cemaati mensubu olduklari iddiasiyla toplamda 400 personelin TSK’den ihraç edildigini, ancak 2003’ten darbe kalkismasinin yasandigi tarihe kadar ise herhangi bir ihraç yasanmadigini vurgulamakta yarar var.
Uygulanmayan 2004 Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarindan da bahsettikten sonra Gülen Cemaati’nin darbe kalkismasina girisecek kadar TSK içinde böylesine etkili bir güce ulasmasinda AKP hükümetinin azimsanmayacak katkilarini anlatmaya çalistigim bu bölümü bitirecegim.
 
25 Agustos 2004’deki MGK toplantisi yapildiginda AKP iktidardaki ikinci yilini doldurmak üzereydi. Bildiginiz gibi MGK, en üst düzeyde asker ve sivil yöneticilerin bir araya gelerek, kurula adini veren milli güvenlik konularinin görüsüldügü, tavsiye niteliginde kararlarin alindigi bir toplantidir. Kararlari da mutlaka gizli tutulur. 
Ancak 2004 MGK kararlari birkaç yildir biliniyor.
Bugünkü Türkiye’nin insasi sürecine yaptigi katkilarla maruf Taraf gazetesinde 28 Kasim 2013’de mansetten yayimlandi. 
AKP-Cemaat savasinin ilk dönemlerinde yayimlanan ve çatismalarin daha da siddetleneceginin isaret fisegi olan bu haberle birlikte ögrendik MGK toplantisinin kararlarini.
15 Temmuz darbe girisiminden 12 yil önce yapilan bu MGK toplantisinin konusu, 
Gülen Cemaati’nin gelecekte yaratacagi tehlikeye isaret ediyormus. Bu nedenle toplantida, “Fethullah Gülen Grubunun Faaliyetlerine Karsi Alinmasi Gereken Tedbirler” basligiyla, Cemaat’e karsi bir eylem plani hazirlanmasi tavsiye karari olarak dönemin TSK yönetimi tarafindan AKP hükümetine bildirilmisti.
Dönemin Cumhurbaskani Ahmet Necdet Sezer, Basbakan Recep Tayyip Erdogan, Disisleri Bakani Abdullah Gül ve 5 ayri bakanin yani sira Genelkurmay Baskani Hilmi Özkök ve MGK’nin diger asker üyeleri olan kuvvet komutanlari Aytaç Yalman, Özden Örnek, Ibrahim Firtina ve Sener Eruygur tavsiye kararinin altindaki imzalarin sahipleriydi. 
Önerinin sahibi olan TSK, karar uyarinca olusturulacak eylem plani çerçevesinde Gülen Cemaati’nin yurt içi ve disindaki faaliyetlerinin hassasiyetle takip edilerek, ileride yaratabilecegi tehlikelere karsi radikal tedbirler alinmasini öneriyordu. Bu tavsiye kararlarinda imzasi bulunan komutanlardan üçünün kumpas davalarinda tutuklandigini animsatip hükümetin neler yaptigini anlatarak devam edelim.
Haberin Taraf Gazetesi’nde yayimlanmasindan sonra AKP’nin de seçmen tabanini olusturan muhafazakar kamuoyunda olusan tepkiler üzerine hükümetten pes pese açiklamalar yapildi. Açiklamalarin ortak noktasi; kararlarin tavsiye niteliginde oldugu ve hükümetçe yok sayilarak hiçbir zaman uygulanmadigiydi. Dönemin Basbakan Basdanismani olan Yalçin Akdogan twitter hesabindan, “2004’teki MGK karari hükümet tarafinan yok hükmünde kabul edilmis, hiçbir bakanlar kurulu karari alinmamis, hiçbir islem yapilmamistir” açiklamasini yapmisti. Dönemin Basbakan Yardimcisi Bülent Arinç da “10 yilda MGK’de kabul edilen hiçbir sey hayata geçirilmedigi gibi biz; dindarlari, dini gruplari magdur edecek hiçbir seyi hayata geçirmedik. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin islevselligini biz ortadan kaldirdik” demisti. Arinç’in açiklamasinda, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne vurgu yapilmasi da önemli. Zira, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, devletin iç ve dis tehdit olarak belirledigi gruplari tanimlar. Gülen Cemaati de 2010 yilina dek bu belgede, devlet güvenligine yönelik iç tehdit gruplari arasinda sayiliyordu. Ancak, Arinç’in da vurguladigi üzere Gülen Cemaati, bizzat AKP hükümeti tarafindan tehdit listesinden çikarildi. 
Eski MIT Müstesar Yardimcisi Cevat Önes, 2004 MGK kararlarinin uygulanmamasi üzerine bakin nasil bir tespitte bulunmusIfade edilen çesitli saiklere ragmen 2004 MGK kararinin, siyasi ve hukuki yönlerden zamanin iktidarinca tedbirler yönünden degerlendirilmeyisi, Gülen Cemaati’nin sadece Türk Silahli Kuvvetleri’ni degil, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve kurumlarini da isgal etme sürecine ivme kazandirmistir.” 
MIT’te üst düzey yöneticilik yapmis olan Önes’in devletin dinci bir örgüt tarafindan isgal edilmesi sürecinin önemli sorumlularindan biri olarak AKP hükümetini isaret ettigi açiklamasi böyle. AKP hükümetinin konuyla ilgili yaptigi ve bir suç itirafi olan açiklamalari da ortada. 
Cemaat kendilerini hedef alana dek uyari ve elestirileri dinlemeyip, devleti tüm kurumlariyla birlikte bu çeteye teslim eden, suçlarina ortaklik yapanlar simdi “kandirildiklarina” inanmamizi istiyorlar. 
Hayir kandirilmadiniz. 
Aksine, birlikte kandirmaya çalistiniz. Yillardir bunu söylememize ragmen, Cumhuriyet Gazetesi’nden örgüt, bizlerden FETÖ’cü çikarmak için beyhude bir çabaya girisen Türkiye yargisinin “kandirildik” açiklamasini yeterli görerek süpheliler hakkinda herhangi bir sorusturma açmadigini da belirtelim. 
Simdi yarginin AKP eliyle Cemaat’e nasil teslim edildigine bir göz atalim. CHP’nin 15 Temmuz kalkismasiyla ilgili hazirladigi raporundan yine bir alinti yapacagim. 
Darbe girisimi sonrasinda, Gülen Cemaati’nin hatiri sayilir bir agirligi olan yargi teskilatindan birkaç bin hakim-savci “FETÖ’cü olduklari” gerekçesiyle ihraç edildi. Birçogu tutuklandi. 
CHP’nin raporu, ihraç edilen yargi mensuplarinin kadrolasmalarina dair çarpici tespitler içeriyor. Raporda darbe sonrasinda KHK’lerle ihraç edilen yargi mensuplari arasinda kidemi en eski olanin 1980’de meslege girdigi belirtiliyor. 1980’den AKP’nin iktidara geldigi 2002’ye kadar, farkli hükümetler tarafindan toplamda 7 bin 672 hakim ve savcinin atamasi yapilmis. Bunlar arasindan darbe kalkismasi sonrasinda ihraç edilenlerin sayisi bin 210 kisi. Oransal olarak ifade edersek, 23 yillik bir süreç içinde göreve baslayan yargi mensuplari arasinda FETÖ baglantisi oldugu iddiasiyla ihraç edilenlerin orani yaklasik yüzde 16. 
Simdi bir de AKP’nin iktidar olmasindan sonraki dönemlere bakalim. 
Raporda 2003-2010 yillari arasi ilk AKP Dönemi olarak adlandirilmis. Bu dönemde atamasi yapilan 3 bin 637 hakim-savcidan ihraç edilenlerin sayisi bin 255 kisi. Oransal ifadeyle, toplam atamalar içinde ihraç edilenlerin payi yaklasik yüzde 35 olan bu dönemin adalet bakanlari ise Cemil Çiçek, Mehmet Ali Sahin ve Sadullah Ergin. 
Yargidaki vesayete son verdigi demogojisi yapilan 2010 Anayasa Referandumu sonrasi ile AKP’ye yönelik yolsuzluk sorusturmalarinin yapildigi 17/25 Aralik 2013 tarihleri arasi ise raporda ikinci AKP Dönemi olarak incelenmis. Bu dönemin adalet bakanlari ise yine Sadullah Ergin ve Bekir Bozdag. Bu iki bakanin döneminde atamasi yapilan 2 bin 876 hakim/savcidan bin 192 kisi ihraç listelerine girmisIhraçlarin toplam atamalar içindeki payi ise yaklasik yüzde 42.
AKP’nin Cemaat’le ortakliginin sona ermesinden sonraki , 2014’den 15 Temmuz 2016 darbesine kadar geçen süre ise üçüncü AKP Dönemi basligi ile ele alinmis. Adalet Bakani ise yine Bekir Bozdag. AKP – Cemaat savasinin siddetlenmesi nedeniyle bu dönemdeki yargi atamalarinda Cemaat payinda belli bir düsüs göze çarpiyor. Atanan 2 bin 281 Hakim-savcidan 582’si ihraç edilmis. Yani yaklasik yüzde 26’si. 
AKP’nin bu üç dönemine dair toplam sayilari kiyaslamali olarak verirsek; 1980-2002 arasindaki 23 yilda yargidaki Cemaat kadrolasmasi yaklasik yüzde 16’iken, AKP’nin kesintisiz olarak hükümet oldugu 2003-2016 arasindaki 14 yilda ise bu oran yüzde 35 olmus. Bu 14 yilda atamasi AKP tarafindan yapilan 8 bin 794 hakim-savcidan 3 bin 29’u ihraç edilmis. Oransal ifadesiyle toplam atamalar içinde FETÖ baglantisi nedeniyle ihraç edilen yargi mensubu yüzde 35 olmus.
AKP hükümetinin kendisini suçtan muaf tutmak için sig bir kurnazlik örnegiyle, FETÖ adina yürütülen sorusturmalarda milat olarak kabul ettigi 17/25 Aralik 2013 sonrasindaki döneme iliskin ihraç oranlari bile 1980-2002 arasindaki dönem ortalamasinin üzerindedir. Geçen haftaya kadar Adalet Bakani olan Bekir Bozdag’a ayrica bir parantez açarak bu konuya nokta koyalim. 
 
Bekir Bozdag, AKP hükümetinin 14 yillik iktidarinda Adalet Bakani olarak görev yapan 4 isimden biri. 
 
24 Mart 2011’de Meclis’te yaptigi konusmada Fethullah Gülen’den: 
 
“Bu ülkenin yetistirdigi degerli bir kiymet, bilge bir insandir. Herseyi açiktir” diye bahseden Bozdag, 9 Haziran 2012’de de “Muhterem Hoca Efendiye Antalya’dan selamlarimi iletiyorum” mesajini kisisel twitter hesabindan paylasan kisidir.
 
15 Subat 2012’de de CNNTURK televizyon kanalinda katildigi bir programda,“Yargida cemaat örgütlenmesi var mi?” sorusunu “böyle bir sey mümkün olmaz” diyerek yanitlayan da Bekir Bozdag’dir. 
 
Cemaat ile aralarindaki savasin baslangiç zamanlarinda, 15 Agustos 2013’te, “Cemaat’le AKP arasinda bir fitne atesi yakmayi basaramayacaklardir” seklindeki twitter mesajinin sahibi de Bekir Bozdag’dir. 
 
 
Yargida Cemaat’in örgütlenmesi olduguna yönelik iddialara “mümkün degil”yanitini vermis olan Bekir Bozdag’in 2013’ten günümüze kadar uzanan bir Adalet Bakanligi serüveni var. Bu 4 yilda 15 Temmuz darbesine gelene kadar Bozdag, toplam 3 bin 614 hakim-savci atamasi yapmis. Yani AKP’nin 14 yillik iktidarinda gerçeklestirilen toplam 8 bin 794 atamanin yüzde 41’ini Bakan Bozdag 4 yilda yapmis. Yargida Cemaat örgütlenmesini mümkün görmeyen Bozdag’in atamasini yaptigi hakim-savcilardan bin 228’i, yani yaklasik yüzde 34’ü FETÖ’cü olduklari iddiasiyla ihraç edilmis. Bu sayi ve oranlarin bize söyledigsudur: 
Bekir Bozdag, yarginin Cemaat’e teslim edilmesinin bas sorumlularindan birisidir. 
Ancak bizler FETÖ’cü suçlamasiyla hapsedilmisken, Bekir Bozdag görevinin degistirilesine karar verildigi geçen haftaya kadar Adalet Bakani sifatiyla Hakim-Savcilar Kurulu’nun basindaki kisi olarak, kendisi tarafindan atamasi yapilan yargi mensuplarinin teskilattan ihraçlarini yönetiyordu. 
15 Temmuz darbesini saatler önce haber aldigi halde kanli kalkismayi engelle(ye)meyen Hakan Fidan’in müstesari oldugu Milli Istihbarat Teskilati’nda (MIT) durum ne imis ona da bakalim. 
Meclis 15 Temmuz Darbesini Arastirma Komisyonu’na ifade veren isimlerden birisi de bir önceki MIT Müstesari olan Emre Taner’di.
Ifadesinde, görev yaptigi 2005-2010 yillari arasindaki dönemi kast ederek sunlari söyledi emekli Müstesar Taner: 
“Benim çalistigim dönemde MIT’e FETÖ’nün sizmasi sifira yakindir. Istemezseniz almazsiniz. Iyi incelersiniz almazsiniz. Ondan sonrasini bilemem. Daha sonraki yönetim cevaplayacaktir. Simdi, ‘70-80 kisi MIT’ten FETÖ baglantili diye ayrildi’ dendigi zaman dahi yadirgamamak mümkün degildir. Geçmis döneme ait degildir. Belki 2,3,5 kisi olabilir. Ona bir itirazimiz yok. Ama son dönemde bu girmelerin daha rahat ve net olduguna dair bir izlenim vardir. Bunu rahatlikla söyleyebilirim. MIT, devlet kurumlari içerisinde FETÖ anlaminda ve diger yikici örgütler anlaminda en temiz kalmis örgüttür.”
Cemaat’in MIT’e sizmalari konusunda açik bir biçimde Hakan Fidan’i suçlayan eski müstesar Taner’in, MIT’in FETÖ baglaminda “en temiz kalmis örgüt” oldugu düsüncesi ne kadar dogruyu yansitiyor bakalim. 
Meclis 15 Temmuz Komisyonu’na ifade vermeye dahi gitmeyen ya da gitmesine izin verilmeyen MIT Müstesari Hakan Fidan, talep üzerine, MIT’teki FETÖ baglantili personelle ilgili bir rapor gönderdi. Cemaat kumpasiyla, Ergenekoncu oldugumuz yalaniyla tutuklanip birlikte hapsedildigim “eski örgüt arkadasim”gazeteci Müyesser Yildiz, Oda TV isimli haber portalinda bu raporun içerigini anlatmis
MIT’in raporuna göre; 17 Aralik 2013’ten 15 Temmuz 2016’ya kadar olan 2,5 yillik dönemde 181, darbe kalkismasindan sonraysa 377 personel hakkinda islem yapilmis. Yani, “devletin temiz kaldigi” iddia edilen kurumunda toplam 558 personelin FETÖ baglantisi tespit edilmis. Bunlardan 167’si kamu görevinden çikarilmis. Sözlesme feshi ya da istifa gibi nedenlerle de 70’inin teskilatla ilisigi kesilmis. TSK/Emniyet personeli olan 272’sinin geçici görevlendirilmesi de sonlandirilmis. Toplamda 509 MIT personelinin teskilatla ilisigi kesilmis, kalan 49 personelle ilgili çesitli islemler sürerken, 5 kisinin de göreve iade edildigi belirtilmis. Bahsedilen 558 personelden kaçinin, Hakan Fidan’in müstesar olarak atandigi 2010’dan sonra MIT’te göreve baslayip baslamadigina iliskin bir bilgi yok. Ancak, eski müstesar Emre Taner’in, Cemaat’in MIT’e yönelik sizmalariyla ilgili halefi, müstesar Hakan Fidan’i suçladigini bir kez daha animsatalim.
Hakan Fidan’a yönelik suçlama ya da kuskularini dile getiren sadece eski müstesar da degil. Basbakan Binali Yildirim da kuskularini dile getirenlerden biri.
Anlatalim...
Ihbarci Binbasi O.K.’nin Ankara Cumhuriyet Bassavciligi tarafindan baslatilan sorusturmada verdigi ifadesinde, 15 Temmuz 2016 günü saat 14:00’de MIT’e giderek darbe yapilacagini söyledigini artik hepimiz biliyoruz. Ancak MIT Müstesari Hakan Fidan, yapilan ihbarin darbe kalkismasi olmadigini israrla söylemeye devam ediyor. Genel Kurmay Baskani Hulusi Akar da, Müstesar’in karargaha gelerek, MIT’e bir hava operasyonu yapilarak kendisinin kaçirilmasina yönelik bir plandan bahsettigini söyleyerek Hakan Fidan’i dogrulayan bir ifade vermisti. Orgeneral Akar, her ne kadar “Daha büyük bir planin parçasi oldugunu degerlendirdik” dese de, MIT’e ihbar yapilmasindan yaklasik 7 saat sonra tanklar sokaga indi. Savas jetleri Meclis’i bombaladi. Her ne kadar basarisiz kilinmis olsa da 250 kisi darbecilerce katledildi. Çünkü, savas helikopterleriyle MIT’e askeri operasyon düzenlenip Müstesar Hakan Fidan’in kaçirilmak istendigi planin, bir darbe kalkismasinin parçasi oldugunu anlamamislar.
Ya da bizi inandirmak istedikleri bu.
Simdi biz bunlari, kuskularimizi söyleyip, yazdigimiz için hapisteyiz. Ama böyle bir plani, bir darbe kalkismasinin parçasi oldugunu anlayabilecek kapasitede olmadiklarini itiraf edenler, orduyu ve MIT’i yönetmeye devam ediyor.
Darbe kalkismasi basladiktan sonra birkaç saat süreyle, Hakan Fidan’a kimsenin ulasamadigini biliyoruz. Üstelik, Müstesar Fidan’in ne Basbakan Binali Yildirim’i ne de kendisine “Sir Küpüm” diyen Cumhurbaskani Erdogan’i darbe ihtimaline karsi neden bilgilendirmedigi de sirrini koruyor.
2 Agustos 2016 gecesi, CNNTürk ve Kanal-D televizyon kanallarinin ortak yayinina konuk olan Basbakan Binali Yildirim, “MIT Müstesarina bana neden haber vermedigini sordum. ‘Basbakanin, Cumhurbaskaninin haberi yok. Nasil olur? dedim.’ Genelkurmay Baskanina söylemeniz dogal ama Basbakana da söylemeniz gerekirdi’ dedim. Cevap veremedi” demisti. Yani Basbakan da darbe kalkismasinda MIT’in sadece istihbarat zaafiyeti yasamadiginin altini çiziyordu.
Basbakan da Yildirim, kalkismadan 1 yil sonra, kendisiyle yapilan söyleside kuskularimizi arttiran bir bilgiyi satir aralarina sikistiriyordu. Hürriyet gazetesinin“15 Temmuz Yildönümü” ekinde Fikret Bila’nin Basbakan Yildirim’la yapilmis bir söylesisi yayimlandi. Söyleside Yildirim, Ankara ve Istanbul emniyetiyle yapmis oldugu görüsmeler sonunda 15 Temmuz’da bir darbe kalkismasiyla karsi karsiya olduklari kanaatine ulastigini anlatiyor. MIT Müstesari Fidan’la kalkisma basladiktan 2 saat sonra 22.30 – 23.00 arasinda iletisim kurabildigini belirten Yildirim söyle devam ediyor:
“Bilgiler bize intikal etmedi, ne bana ne de Cumhurbaskanina. Müstesar da (Hakan Fidan) o anda söylemedi. O anda darbeyle ilgili de bir sey söylemedi. Ben kendisine sordum, ‘Darbe oluyor, ne yapiyorsun?’ dedim. ‘Yok’ dedi. ‘Bir sey yok, normal. Biz çalisiyoruz’ dedi bana. Oradaki is farkli bir sey”
MIT Müstesari Hakan Fidan’in Basbakan Yildirim’a “Bir sey yok, Normal” dedigi saatlerde neler olmus ya da neler oluyormus bir animsayalim.
Saat 21:00: Darbeciler Genelkurmay Karargahini ele geçirerek komutanlari esir almislar. Kendilerine direnenlerle de çatismaya basladiklari için silah sesleri duyulmaya baslamis.
Saat 22:00: Genelkurmay karargahinda silah sesleri duyuldu ve helikopter disarida bulunanlarin üzerine ates açti.
Saat 22:05: Genelkurmay baskaninin uçus yasagi emrine ragmen, Ankara’da savas jetleri ses duvarini asarak uçus yapmaya baslamislar.
Saat 22:28: Istanbul’da tanklar, Bogaz Köprülerini kapatmis.
Saat 22:35: Istanbul Atatürk ve Sabiha Gökçen Havalimanlari darbeciler tarafindan isgal edilmis.
Tüm bu gelismeler ilk önce sosyal medyadan, kisa süre sonra da ulusal yayin yapan televizyon kanallari tarafindan duyurulmaya baslanmis. Basbakan Yildirim’in, Müstesar Fidan’la konustugunu söyledigi saatlerden kisa bir süre sonra da, 00:02’de MIT’in Ankara Yenimahalle’de bulunan genel merkezine savas helikopterleriyle saldiri düzenlendigini de belirtelim. Ama Hakan Fidan’in, Basbakana söyledigine göre ise “bir sey yok, normal”
Basbakanin da dedigi gibi “Oradaki is farkli bir sey” gerçekten de. Ve o farkli seyin ne oldugu sorusunun yanitini aramaya devam edecegiz. Çünkü, canlarini ortaya koyarak bir darbeyi engellemeye çalisanlarin yasli aileleri basta olmak üzere herkesin gerçekleri bilmeye hakki var.
Gülen Cemaati’nin devlet içindeki kalelerinden biri de, kusku yok ki polis teskilati. Cemaat mensubu polislerin Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah, KCK, Sike, Oda TV ve benzer bir çok kumpas sorusturma ve davalarindaki ortaya çikan rolleri bu iddiamizin tek basina kaniti. 
15 Temmuz sonrasinda 13 binden fazla polis FETÖ baglantisi iddiasiyla meslekten atildi. Büyük çogunlugu tutuklandi. Ancak, Emniyet Teskilati’ndaki cemaat mensubu polis sayisinin, bu rakamin çok daha üzerinde oldugunu belirtmek gerek. 
Cemaat’in Polis teskilatindaki örgütlenmesi 1980’li yillarin basina kadar uzaniyor. Dolayisiyla bundan sadece AKP iktidari sorumlu degil. Ancak AKP iktidari döneminde ortaya çikan, polis adaylarinin girdigi sinavlarda kopya çekilmesi ya da sorularin sinavdan önce Cemaat’in dershanelerine sizdirilmasi olaylarina yönelik etkin sorusturma yapmamalari, elestirileri kulak arkasi etmeleri kendilerini tek basina sorumlu kiliyor. 
Birkaç örnekle açiklayalim:
-26 Agustos 2007’de yapilan ve Türkiye genelinde 71 binden fazla adayin katildigi polislik sinavi sorularinin önceden çalindigi ortaya çikti. Konunun medyaya yansimasindan sonra sinavda kopya çekildigi, Cemaat kast edilerek, sorularin önceden belli gruplara verildigi iddialari ortaya atildi. Dönemin Içisleri Bakani Besir Atalay, sinav sorularinin önceden bazi kisilerce bilinmesi veya sinava giren adaylara verilmesinin mümkün olmadigini iddia etti. 
-Besir Atalay’in iddiali açiklamasi 8 ay sonra çürüdü. 13 Eylül 2009’da yapilan Polis Meslek Yüksek Okulu sinavi sorulari, sinavdan birkaç gün önce Cemaat’e ait FEM Dershaneleri’ne sizdirilmis ve bazi ögrencilere yanitlariyla birlikte dagitilmisti. Konu medyaya yansiyinca 60 binden fazla adayin girdigi sinav iptal edildi. 
-Emniyet Genel Müdürlügü’nün ara kademe amir açigini kapatmak için 5 Mart 2012’de yaptigi ve 50 binden fazla polisin katildigi sinavda kopya çekildigi belirlendi. Kazanan adaylarin 68’inin akraba oldugu belirlenen sinavda Cemaat’in teskilat içinde en güçlü oldugu personel, istihbarat ve kaçakçilik birimleri ile Basbakanlik Koruma Müdürlügü ve Bakanlik Özel Kalem Müdürlüklerinde çalisan 485 kisinin 85-90 araliginda puan aldiklari belirlendi. 2011’de yapilan ayni sinavda da kazanan adaylarin tümünün hatali oldugu mahkeme karariyla tescillenen 19 soruya dogru yanit verdikleri ortaya çikti. 
1980’lerde polis okullarina girenler arasinda örgütlerine eleman devsiren Cemaat, AKP iktidari dönemindeyse önceden çaldiklari sinav sorulariyla kendi elemanlarini dogrudan Emniyet Teskilati’na sokuyordu. Sinavlarin yapildigi dönemde sikayet konusu olan, medyada haberlestirilen bu olaylarla ilgili AKP hükümeti elestirileri kulak arkasi etmeyi tercih etti. Cemaat’in kendilerini hedaf aldigi 17/25 Aralik 2013 yolsuzluk sorusturmalarindan sonraysa bu sinavlarla ilgili adli ve idari sorusturmalar açildi. 
Darbe kalkismasina girisip kendi halkina silah sikan ordu ile yargi, Polis Teskilati ve MIT’teki durum ve AKP hükümetlerinin sorumluluguna dair buzdaginin görünen yüzünde var olanlarin özeti böyle. 
Surasi kesin ki, Gülen Cemaati AKP iktidarda bulundugu 14 yil boyunca herhangi bir engelle karsilasmadan nihai hedefine dogru yol almaya devam etmistir. Hatta AKP’ye dönük niyetlerini de açik eden 7 Subat 2012’deki MIT sorusturmasi ve 17/25 Aralik yolsuzluk operasyonlarina ragmen caydirici bir engelle karsilasmak bir yana, sistem içindeki kazanimlarini koruyup, büyütmeye devam etmistir. Büyüyen tehlikeyi görerek AKP’yi elestiren ve uyaranlara hükümetin verdigi yanitlarin toplamini tek bir alintiyla özetlemek mümkün. Dönemin AKP Genel Baskan Yardimcisi Hüseyin Çelik, 20 Subat 2012’de NTV kanalindaki mülakatinda, Cemaatin devlet içindeki örgütlü gücüne yönelik elestirilere söyle yanit vermisti“Cemaat devleti ele geçirmis, devlete sizmis diyorlar. Bunlar kargalari güldürür. Bu paranoyalari bir yana birakalim.” 
Animsatmadan geçmek istemedigim bir anekdot daha var. 2011 yili Gülen Cemaati’nin gücünün dorugunda oldugu zamanlardi. AKP iktidari mensuplarinin, medyanin büyük çogunlugunun, simdilerde en cevval FETÖ düsmani oldugunu kanitlama çabasiyla herkesi tutuklayan yargi mensuplarinin ezici çogunlugu, ne Fethullah Gülen’den ne de Cemaat’inden adiyla dahi bahsedemiyorlardi. Korkuyorlardi. Simdi Recep Tayyip Erdogan ve AKP’ye yaptiklari gibi o dönemde de devletin kudretli gücü Cemaat’e menfaatleri geregi biat ediyorlardi. O zaman da, Cemaat kumpasiyla tutuklananlar arasindaydim. Nedeni ise bugün oldugu gibi yine bir mesleki faaliyetti. Cemaat’in polis ve yargidaki örgütlü çetesinin, Ergenekon sürecindeki sorusturma ve davalardaki rolünü irdelemek niyetinde olan bir kitap çalismasi yapiyordum. Herkesin Cemaat’ten korktugu, biat ettigi, adini bile anamadigi o dönemde kitabimin adi “Imamin Ordusu” idi. 
Recep Tayyip Erdogan ise dönemin basbakaniydi. Ve “Bazi kitaplar bombadan tehlikelidir” diyordu. Hapiste tutulan gazeteciler için, simdi de sikça yaptigi gibi o zaman da, “Gazeteci degil, Teröristler” diyordu. Elbette böyle bir beklentimiz yok ama Erdogan kitaplarla, yazarlariyla, gazetecilerle arasindaki iliskiyi kriminal düzeyde tutmak yerine okuyup, dinleyip, anlamaya çalissaydi, kuvvetle muhtemel bugün hiçbirimiz burada olmayacaktik. Dahasi Erdogan okuyan birisi olsaydi, Salvador Allende’nin Sili’nin Fasist cuntacilarina söyledigi; “Tarih bizden yana ve tarihi haklilar yazar” sözünden de haberdar olacakti. 
Evet, tarih bir kez daha bizden yana. Dolayisiyla ne Cumhuriyet Gazetesi’nden bir illegal örgüt ne de bizlerden terörist çikaramayacaksiniz. 
Buraya kadar anlattiklarimdan anlamissinizdir. Söylediklerim savunma veya ifade degil. Aksine ithamdir. Çünkü;
Bu siyasi operasyonun kanuni kilifini hazirlayan metnin basinda “iddianame” yazmasi, çöp muamelesi yapilmasi gereken bu utanç vesikasini hukuki kilmiyor. Tipki, öncesi ve sonrasiyla bu siyasi operasyonda görev ve rol üstlenen kimi kisilerin adlarinin önünde hâkim – savci yazmasinin kendilerini hukukçu kilmadigi gibi.
Bizlere yönelik bu operasyon; düsünce ve ifade hürriyetini, basin özgürlügünü hedef alan bir pogromdan baska bir sey degildir. Ve kimi yargi mensuplari da bu pogromun linççileri olma görevini üstlenmislerdir. 
Gelismis demokrasilerde yargi, hukukun evrensel normlariyla hareket eder. Adaleti saglamakla görevli denetleyici bir güçtür. Ancak Türkiye’de yarginin kimi mensuplari, bizatihi adaletin mezar kazicilari olmuslardir. Demokrasinin denetleyici baglarindan koparilmis bir sistem insa etme pesindeki diktatörlük heveslilerinin iktidarda oldugu bir ülkede, siyasi ve entellektüel bir sefalet içinde kivranan yarginin bu hali elbette sasirtici degil.
Hukuktan; hak, adalet, vicdan ve liyakati çikardiginizda geriye kalan ne ise, Türkiye yargisi su an odur. Yasadigimiz tecrübelerden yola çikarak gayet iyi biliyoruz ki hak, adalet, hukuk, insanlik çagrilari size ulasmiyor. Dolayisiyla, hiç bir talebim de olmayacak. Ancak, sizi bir zirh gibi kusatan üzerlerinizdeki cüppelerin, insan hayatindan ve özgürlügünden yapilmis oldugunu söylemekle yetinecegim. 
Cumhuriyet Gazetesi’nde aradiginiz örgüt, siyasi parti kiliginda ülkeyi yönetiyor. Sahibinin sesi olmus medyasi da bu organize kötülük örgütünün yalanlarini gerçekmis gibi sunuyor. Suçlarini perdeleyip, kötülügün yayginlasip siradanlasmasi görevini yerine getiriyor. Yani örgüt propagandasi yapiyor. 
Çünkü en bilinen hakikat tüm çarpikligiyla bir kez daha karsimizda duruyor: Suç dünyanin en güçlü zamkidir. 
Siyasi iktidar, bürokrasi, yargi, talanci sermaye ve sahibinin sesi olmus medyayi birbirine yapistiran da bu zamktir.
Bu kirli düzen, bu suç hanedanligi hep sürecek zannedenler yaniliyorlar. Tarihin sayfalarini karartan tüm diktatörlüklerde oldugu gibi, kinlerinin ve hirslarinin doymak bilmez açligiyla yol almaya çalisanlar her zaman kendi sonunu hazirlar. Taslarini kendi dösedikleri cehennemlerine vardiklarindaysa o görkemli küstahliktan, akillari kör eden kibirden eser kalmaz. 
Kimsenin kuskusu olmasin, tüm kisi ve kurumlariyla organize kötülük örgütünün bu ablukasi da dagitilacak. 
  Çünkü bu ülkede;
- Demokrasi düsmanlarina inat, kalici ve yaygin bir demokrasi için mücadele edenler var. 
- Hukuku katledenlere inat, hukukun üstünlügünü savunmaya devam edenler var.
-Menfaat düzenlerini sürdürmek için savasi ve ölümü kutsayanlara inat, barisi ve yasami esas kilmaya çalisanlar var.
- Çocuklari katledenlere, pedofilleri koruyanlara inat çocuklarin düslerini gerçek kilmak için çabalayanlar var.
- Ve hakikati bogmak isteyenlere inat gazetecilik yapmaya devam edenler var.
Gazetecilik faaliyetlerimin suç olarak gösterilmeye çalisildigi bir operasyona karsi söyleyeceklerim bundan ibarettir. Ve hiçbir sekilde savunma degildir. Ki bunu gazetecilige ve meslegimin etik degerlerine hakaret sayarim.
Çünkü gazetecilik suç degildir. 
Gazetecilik faaliyetlerini suçlama konusu yapmak, totaliter rejimlerin ortak özelligidir. Tecrübemle biliyorum ki mesleki faaliyetlerim nedeniyle her siyasal iktidarin ve her dönemin yargisinin “kötüsü – suçlusu” olmayi basardim. Kizima birakacagim bu mirastan gurur duyuyorum.
Biliyorum, bu iktidarin da, yargisinin da benimle ilgili sorunlari var. Çünkü gazetecilik yapmaya çalisiyorum. Bugün, Türkiye’de yaygin bir sekilde oldugu gibi siyasal iktidara, çesitli güç odaklarina degil hakikatin gücüne sirtimi dayayarak gazetecilik yapiyorum. 
Çünkü, Türkiye gibi demokrasiyle siki baglar kuramamis ve giderek daha da totaliterlesen rejimlerde gazetecilik yapmak demenin çizgiyi asmak demektir. Ve gazetecilik hizaya gelerek yapilmaz. Hizaya gelerek yapilanin adina da gazetecilik denmez. Eger icazetle yazip söylersen, onursuzlugun acizligiyle ezilirsin. 
Bu yüzden söyleyecegim o ki, dün gazeteciydim. Bugün gazeteciyim. Yarin da gazetecilik yapmaya devam edecegim. Yani hakikati bogmak isteyenlerle aramizdaki bu uzlasmaz çeliski hiç bitmeyecek. 
Bu karanlik günlerde ihtiyacimiz olan daha fazla hakikat kaybi degil. Her seyden çok ve daha fazla gerçeklere ihtiyacimiz var. Bu yüzden hakikate kendimden daha fazla saygi duymaya da, inkarci biat kadrolarina dahil olmayi reddetmeye de devam edecegim. 
Bunun için bir bedel ödemek gerektigi ortada. Ama sanmayin ki bu bizi korkutuyor. Ne ben, ne de dostlari olmaktan onur duydugum “Disaridaki Gazeteciler”, her kim olursaniz olun hiç birinizden korkmuyoruz. Çünkü zorbalari en çok korkutanin cesaret oldugunu biliyoruz.
Ve zorbalar da sunu bilsin ki, hiçbir zalimlik, tarihin akisini engelleyemez.
Kahrolsun istibdat, yasasin hürriyet”
 

Benzer Kitaplar