Cumhuriyet Gazetesinin tutuklu muhabiri Ahmet SIK’in 26/07/2017 tarihli savunmasina ‘’HER DÖNEMIN SUÇLUSU OLMAYI
BASARDIM. KIZIMA BIRAKACAGIM BU MIRASTAN GURU DUYUYORUM’’ söylemi ve ekinde
mahkeme huzurunda yapmis oldugu savunmasi bence Ülkemizin gelecekteki 50 yilina isik tutacaktir.
Bir yazar düsünün, Hem
DHKP-C li olsun, Hem ERGENEKON’cu olsun hem de FETÖ/PDY terör örgütü
mensubu olsun….
1980 lerden 2014 yilina
kadar CEMMAAT olan, ülke ve millet adina hizmet ettigi gerekçesi ile ülkenin
tüm imkânlari önüne serilen, tüm kurumlarda mensuplarinin bulundugu, yakin
döneme kadar bu cemaat! ten olan mensuplarinin ayricalikli oldugu adeta
vazgeçilmez olduklari günlerden bu günlerde Türkiye Cumhuriyetinin kurulusundan
bu güne kadar sayisiz örgütün sayisiz illegal yapilanmanin tacizine ugramis
olmasina karsin son dönemde kendi ellerimizle koruyup kolladigimiz kucagimizda
ninnilerle besledigimiz terör örgütü haline devsirdigimiz FETÖ/PDY TERÖR
ÖRGÜTÜNÜN saldirisina maruz kaldik.
15 TEMMUZ 2016 tarihinde
meydana gelen HAIN DARBE girisimini çok sükür ülkemizde sagduyulu vatansever
halk tarafindan geri püskürtüldü. Bu tarihten bu günlere bu melun terör örgütü
ile amansiz mücadele edilmekte, edilmesi de gerekmekte, ancak söz
konusu FETÖ terör örgütü adina temizlik yapan yetkililer ne kadar temiz, ya da
bir örgütü temizlerken baska bir grubun cemaatin etkisinde kalarak gelecekte
FETÖ gibi bir örgüt ile karsilasir miyiz….
Ister devlete hizmet
deyin, ister ekmek parasi için ya da vatan sevdasi için bu
memlekete ülkenin hemen hemen yedi bölgesinde ve yurtdisinda hizmet
etmis biri olarak FETÖ terör örgütü ile uzaktan yakindan alakasi olmayan
sahsimin 306 gündür açikta bekletiliyor olmasi ister istemez kafada deli
sorular sorduruyor.
Mesela;
Yakin zamana kadar benim
paramla Türkçe Olimpiyatlarinda para bastin ses etmedim, söz konusu
olimpiyatlara görevli olarak dahi gitmedim, 10 yillik ABD
vizem olmasina ragmen bir kez ABD ye gitmedim, Pensilvanya Haci!si
olmadim, Ne istemislerse (en kötü görevlere dahi sürüldümse de) hiçbir sey
vermedim, parsel parsel arsa vs.,vermedim, darbeci hainlerin atanmasinda en
ufak bir alakam olmamistir, Hain sümüklü FETÖYE hiç hasretlik çekmedim, liseli
yillarimda ilk defa adini duydugumda (Madem bu kadar alim neden bu zamana kadar
HACCA gitmemis dedigim için gruptan aforoz edildim), TERÖRIST için
bir kez olsun göz yasi dökmedim, sagligina kavussun diye dua seremonilerine
katilmadim. Kadere bakin ki tüm bunlari ve daha nicelerini yapanlar simdi FETÖ
ile mücadele ediyoruz diye masumlarin canini yakiyorlar. Kim ki zerre miktari
bu örgüte bulasmis hain darbe girisimine destek vermis Allah belasini
versin. Can yakanin cani mutlaka yanar. Allah kimsenin yanina
birakmaz.
Eyyy FETTÖSSS kimilerinin
muhteremi idin, kimilerinin hoca efendisi idin, sen ki Ergenekon da nice
masumlara iftira atarak düzmece delillerle hapse attirdin peygamber ocagini
tarumar ettin senin de yanina kalmadi kalmayacak…
5-10 yil önce ölseydin
simdi suanda senin Türbende bez baglayip, senden medet
umanlarla dolardi türben, belki ülke adina yurtdisinda yaptigin çoook büyük
hizmetlerinden!!!! Dolayi devlet üstün madalyasi ile bile
ödüllendirilebilirdin. Ama gel gör ki ölmedin ölemedin Rabbim öyle büyük ki
senin canini almadan senin ne düzenbaz oldugunu masum inananlarina göstermeden
canini almadi ve dünyanin bir numarali teröristi oldun, ALMA MAZLUMUN AHINI
ÇIKAR AHESTE AHESTE cümlesindeki manaya maruz kaldin. Timsah gözyaslarinla,
sahte rüyalarina çagirdigin Peygamber efendimizin ahi seni çarpar böyle,
Peygamber efendimizi kullanarak büyüttügün örgütün hem seni hem de ülkenin
dinamiklerini alt üst etti, sen usakligini yaptigin sahiplerin sayesinde
gidebilecek yasayabilecek bir sürü ülkelerin var, sana masumane inanan gariplerin
sadece bir tek ülkesi bir tek bayragi var, bir de isleri vardi, ama sayende
simdi ne isleri var gidebilecek, ne onurlari kaldi ne gurulari kaldi sokaga
çikacak, bütün bunlarin yaninda bir de sirf inançlari geregi masumane sekilde
sana biat eden usaklarinin yüzünden VATAN HAINI olmakla yüzlestiler.
FETÖ terör örgütüne
bilerek isteyerek her türlü maddi manevi destegi vermis, örgüt sayesinde devlet
kademelerine sizmis zerre miktari bu hain örgüte bilinçli olarak destek veren
her kimse cezasini çeksin.
Bankasina, okuluna,
toplantisina vs. hiçbir etkinligine katilmamis ben ve benim gibiler ne
yaparsaniz yapin bizi hain yapamayacaksiniz, bizi vatanimizdan halkimizdan
küstüremeyeceksiniz, ülkesine hizmet etmeyi evlat sevgisinden üstün tutan
memurundan sana hain çikmaz çikaramazsin…
-----------------------------
Iste Ahmet SIK’in 26/07/2017 tarihinde mahkemede yaptigi savunmanin tam metni.
“Sözlerime 3 yil önce, 2014’te yayimlanan ‘Paralel Yürüdük Biz Bu
Yollarda’ isimli kitabimin önsözünden bir alintiyla baslayacagim. AKP ve Gülen Cemaati arasindaki
mafyatik iktidar ortakliginin nasil dagildigini anlatan bu inceleme-arastirma kitabimin önsözü söyle basliyor:
“Türkiye’yi siyasal ve toplumsal olarak beraber dönüstüren iki güç olan AKP ile Gülen
Cemaati’nin birlikteligi ve yanci destegiyle sürdürülen, adina iktidar
denilen kanalizasyon patladi. ‘Yeni Türkiye’ denilen garabeti
insa eden, amaca ulasmak için her türlü araca basvurmanin uygun oldugu Makyavelist bir anlayisin hakim oldugu iki güç; AKP ve Cemaat ayristi.
Her ikisi de sistemin ve
toplumun demokratiklesmesini degil, kendi otoritesini hakim
güç kilmak üzerinden, içinde örgütlenmeye ------
çalistiklari devleti ele geçirmek
isteyen güç odaklari.
Uzun vadede söz sahibi
tek güç olacaklarini düsündükleri devletin
otoritesine bagliligi sarsilmaz kilmaya çalisan bir anlayisa sahip bu iki odak, gördük ki bir
yandan ortak düsmanlarla mücadele
ederlerken öte yandan birbirlerini yok etmeye dönük hamleler için malzeme
biriktirmisler.
Bu malzemelerin
kullanilacagi günün yaklastigi, kanalizasyondaki pis kokunun uzun
süredir disariya yayilmasindan
belliydi. Medya köselerinden yapilan
tehditler, el altindan yapilan tasfiyeler, zaman zaman sizdirilan telefon konusmalari, hukuksuzluk üzerine
kurulu polis-yargi operasyonlarinin, ortak düsmanlardan sonra iktidar bilesenlerini hedef almasi yasanacaklarin isaretiydi.
Ortalikta yok edilecek düsman kalmadigina kanaat getirince,
devletin sahibinin kim olacagi kavgasina tutusarak birbirlerini hedef
aldilar. Evet ortaligi pislik götürdü,
götürüyor. Görünen o ki bir süre daha böyle olacak. Dinin, etik degerlerin alet edildigi bu savasta taraflarin ihtiyaçlarini karsilayan yalanlar,
taraflari nezdinde gerçeklerden daha itibarli. Bu yüzden yapilan
savunmalara kimse aldanmasin. Bu savas, ne demokrasi ve temiz toplum ne de
birilerinin iddia ettigi gibi baris ya da sivillesme için yasaniyor. Sadece devletin sahibi kim
olacak diye savasiliyor.”
Bu satirlar
yayimlandiktan sonra, AKP ve Gülen Cemaati arasindaki savas daha da siddetlendi. 2007’deki Ergenekon sorusturmalariyla baslayan sahte bir tarih
yazimi sürecinin iktidar ve suç ortaklarinin devletin ve ülkenin
yagmalanmasinda kimin
daha çok pay alacagiyla ilgili savas bir darbe kalkismasina kadar uzandi. 15 Temmuz
2016’da 250 insanin katledildigi kanli bir kalkisma yasandi.
Tek failinin Gülen Cemaati olduguna inanmamiz istenen bu kalkismanin hükümet tarafindan önceden
bilindigine yönelik ciddi kuskular var. Üzerinden bir yil
geçtigi ve çok sayida sorusturma açilmasina ragmen kuskular azalmak yerine giderek
artti. Ihtiyaç duyulan ‘Kontrollü Kaos’ için
yol verildigi zannina kapilmamiza
neden olan birçok emaresiyle karanlikta kalmasi istenen 15 Temmuz Darbesi
son 10 yila yayilan sahte tarih yaziminin da en önemli kilometre tasi oldu. Içinde siklikla geçen;
“Demokratiklesme-sivillesme” sözcükleriyle, yalanlarla kurgulanmis bu sahteligin tek gerçegi ise darbecilerin katlettigi insanlar oldu.
Darbenin karanlikta birakilmak istenen yanlarina dair sorular
sormamiz, ‘Kontrollü Kaos’ dememiz bosa degil. Kalkismanin hedefindeki kisi Recep Tayyip Erdogan henüz ülke kan gölünün ortasindayken niyetini açik eden cümleyi
agzindan kaçirmis, “Bu darbe bize
Allah’in bir lütfudur” demisti. Lütuf denilerek kastedilenin ne
oldugunu hep birlikte gördük,
yasadik, yasiyoruz. Hakikati dile getirenlerin,
suç düzenine itiraz edenlerin, gasp edilen haklarini talep edenlerin
seslerinin kisilip bogulmaya çalisildigi ve giderek koyulasan karanlik günlerden geçiyoruz.
Kisaca özetlemekte fayda var.
Darbe engellenmesine engellendi ama ilan edilen Olaganüstü Hal (OHAL) ile
temel hak ve özgürlüklerin tümü askiya alindi.
Onbinlerce insan ‘Darbecilik-FETÖ’cülük’ suçlamasiyla
gözaltina alindi, 50 binden fazlasi tutuklandi. Iskencelerden geçirilenler oldu.
Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) devletin ve toplumun Türk-Islamci bir biçimde dizaynina hiz
verildi. ‘Bizden olanlar - olmayanlar’ ayriminin tek ölçüt
kabul edildigi kuskularini hakli çikaran
uygulamalarla kamudan tasfiyeler baslatildi. 110 binden fazla kamu
görevlisi ihraç edildi. Güvenlik, yargi, egitim gibi devletin temel
organlari basta olmak üzere
kamuda dogan bosluk liyakatin degil biat etmenin temel alinmasiyla AKP
kadrolarinca dolduruldu.
Yillarca ögrenci yetistirmis bilim insanlari, ögretmenler bir anda ‘terörist’
olduklarina hükmedilerek issiz birakildilar. Hakki olani geri almak için mücadelesini açlik
greviyle sürdürenlere dahi yanit hapishane oldu.
Fiili olarak ortadan
kalkmis olan güçler ayriligi prensibini resmi olarak da
ortadan kaldiracak düzenlemelerin yolu OHAL kosullarinda, sandik güvenligi olmadan yapilan saibeli bir referandumla açildi.
Türkiye’de her zaman sorunlu olan, istisnai örneklerle varligini kanitlamaya çalisan yargi bagimsizligi ve tarafsizligi, kendilerini iktidarin
menfaatlerine memur tayin eden hakim-savcilar eliyle tamamen ortadan kalkti.
Tutuklama terörüyle gasp edilen kisi özgürlügünün ihlali, geçerli 6 milyon oy
sahibinin iradesini temsil eden Meclis’in üçüncü büyük partisine de
uzandi. HDP’nin es genel baskanlari, milletvekilleri ve yine
seçilerek göreve gelmis birçok belediye baskani esir edildi. Ve hatta bu
tutuklamalarin yolunu açan düzenlenmeyi“teröristleri koruyorlar” tezvirati
yapilacak korkusuyla onaylayan ana muhalefet partisi CHP’nin bir vekiline kadar
vardi tutuklamalar.
Bir çok sivil toplum
örgütü kapatildi. Hak savunuculari tutuklandi. Onlarca sirkete el konuldu.
Darbenin engellenip demokrasinin taçlandirildigi söylenen ülkede yazili,
görsel, isitsel yayin yapan onlarca
medya organi kapatildi. Sorusturma, dava, tutuklama tehditleri ve
ekonomik baskilara ragmen
hâlâ direnmeye çalisan birkaç gazete ve bir avuç gazeteciyi saymazsak hakikati
perdelemeden yayin yapan tek bir medya organi ve gazeteci kalmadi. 150’den
fazla gazeteci de hapislere tikilinca Türkiye yeniden ‘dünyanin en
büyük gazeteci hapishanesi’ ünvanina kavustu. Öyle ki; Türkiye tek basina, diger bütün ülkelerin
hapishanelerinde tutulan gazetecilerin toplamindan daha fazla esire sahip
konumunda.
Hapiste olmadigi halde tutuklu bulunan, yani
sansür ve otosansür kiskacindaki gazetecileri de listeye ekledigimizde tablo daha da karamsar bir hal
aliyor. Sansürün koyu gölgesi nedeniyle farkli sermaye gruplarinin sahipliginde yayin yapan çok sayida
medya organi bulunmasina ragmen tek sesli yayincilik anlayisi tüm ülkeye hakim olmus durumda.
Cumhurbaskani Erdogan uykusunda konussa canli yayin yapmak zorunda
olan televizyon kanallarinda, iktidar komiserleri olmadan siyasal program
yapmak da yasak.
Medyanin durumu böyle
olunca, siyasal elestiri mecrasi olarak
sadece sosyal medya araçlari kalmis oldu. Eger erisim engellenmemisse, eger internet devlet sansürüyle
kesilmemisse, eger AKP’nin kadrolu internet trolleri
ve muhbir vatandaslarinin ve savcilarinin
hosuna gitmeyecek seyler yazmamissaniz elestiri
hakkinizi kullanmanin önünde bir engel yok. Ancak, bu hakkinizi
kullandiginizi için
tutuklanmayacaginizin garantisi de yok.
Engellenmis bir darbe kalkismasi sonrasinda memleketin
içerisinde bulundugu karamsar tablonun
kisa özeti böyle. Aslinda bu kadar laf kalabaligini tek bir cümleye sigdirmak da mümkün:
15 Temmuz’da darbe
engellendi ama cunta iktidar oldu.
Darbe kalkismasindan sonra hazirlanan
iddianamelerde Gülen Cemaati’nin amaci söyle anlatiliyor:
“Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm Anayasal kurumlari olan Yasama, Yürütme
ve Yargi erklerini ele geçirmek ve bu süreç tamamlandiktan sonra devleti,
toplumu ve fertleri FETÖ’nün ideolojisi dogrultusunda yeniden dizayn ederek;
oligarsik özellikler tasiyan bir zümre eliyle ekonomik,
toplumsal ve siyasi gücü yönetmek.”
Bir lütuf olarak görülen
kanli bir kalkismadan bugüne uzanan
süreçte ortaya çikan, biraz önce özetledigimiz tabloya baktigimizda, iddianamelerde anlatilan bu
amacin gerçeklesmedigini kim söyleyebilir?
Türkiye Cumhuriyeti
devletinin tüm Anayasal kurumlari olan Yasama, Yürütme ve Yargi erkleri ele
geçirilmedi mi?
OHAL ve KHK’ler araciligiyla devleti, toplumu ve fertleri
kendi ideolojileri ve menfaatleri dogrultusunda dizayn etmeye çalismiyorlar mi?
Devleti ve ülkenin
kaynaklarini talan etme niyet ve kararliliginda, oligarsik özellikler tasiyan bir zümre eliyle ekonomik,
toplumsal ve siyasi gücü yönetmeye çalismiyorlar mi?
Iste bu nedenlerle Gülen
Cemaati’nin en büyük yenilgisi olan 15 Temmuz Kalkismasi, ayni zamanda en
büyük zaferidir.
Çünkü, Fethullah Gülen’in
idealize ettigi devlet, toplum ve fert
modeli 15 Temmuz kalkismasi sonrasinda
hayata geçirilmis oldu. Insa süreci hizla devam eden ve
demokrasinin yaninda yer alan herkesin karsi çikmasi gereken sistem
kimin elinde olursa olsun, patenti Fethullah Gülen’dedir.
Tam da bu nedenle
Fethullah Gülen ve cemaati ne istediyse, Recep Tayyip Erdogan ve AKP hükümeti vermistir.
Simdiyse, kanli bir
kalkismanin ardindaki güçlerden
birisi oldugu kusku götürmez bir gerçek olan Gülen
Cemaati’nin, FETÖ diye anilan bir canavara dönüsmesinde hiçbir sorumluluklari yokmus gibi davraniyorlar.
Suçlu olduklarini
söylemeyelim, gerçekleri anlatmayalim istiyorlar.
Darbecilerce
katledilenlerin kanlarini ucuz ve sig bir siyasetin demagoji
malzemesi yapiyorlar.
Çünkü gücü elinde
tutanlarin tek bir amaci var: Totaliter iktidarlarini her ne olursa olsun
sürdürmek.
Ve bunun için her türlü
kötülügü yapacak, herkesten
vazgeçebilecek bir ruh halinde olacaklar.
Uzun iktidar yolculuklari, birlikte
yola çiktiklarindan birer birer vazgeçtiklerinin örnekleriyle dolu
bir tarihi barindiriyor. Islerinin bittigini düsündüklerini, kullanim süresi
dolanlari, ihtiyaç kalmayanlari geride birakip yollarina devam
ettiler. Destekçilerinden, isbirlikçilerinden, suç ortaklarindan ve hatta dava arkadaslarindan vazgeçtiler. Elbette
kalanlara da, saflarina ekledikleri yeni kullanislilara da sira gelecek.
Medyanin neredeyse
tamamini iktidarlarinin borazani haline getirenler, suçlarini ve kötü niyetlerini
ortaya koymakta diretenleri ise hapsederek susturmaya çalisiyorlar.
Korkacagimizi, susacagimizi saniyorlar. Bir kez daha
yanildiklarini göstermek için anlatmaya devam edelim…
45 yillik geçmisi bulunan Gülen Cemaati’nin, ilk 30
yilda tamamladigi devlet içindeki
yatay örgütlenmesinin dikey bir gelisim seyri izlemesi ise son 15 yilda
tamamlandi. Iktidarina gayri resmi
ortak oldugu AKP hükümetinin sagladigi olanaklarla Gülen Cemaati’nin,
adeta devleti kendisine paralel hale getirmek için önünde engel kalmadi.
Cemaat, polis ve yargi teskilatlari ile ordudaki
operasyonel birimlerde hayli güç biriktirmisti. AKP iktidariyla birlikte
stratejik mevki ve makamlara yerlesmek de zor olmadi. Sonrasinda ise,
ele geçirilmesi planlanan resmi ya da sivil tüm alanlardaki alternatif ve rakip
olabilecek aktör, kisi ve kurumlar tasfiye
edilerek, kendilerinin önceliklerini belirleyen bir nüfuz alanina kavusmus oldular.
Dogru ifadesiyle söylersek,
Gülen Cemaati’nin devlet ve toplum için en tehlikeli hale gelecek güce erismesinin en büyük sorumlusu, “Ne
istedilerse veren” ve“yaptigi yardimlar için af
dileyerek” suçunu da itiraf eden
Recep Tayyip Erdogan ve 15 yildir tek basina iktidar olan AKP’dir. Dolayisiyla
15 Temmuz kalkismasinin da
sorumlulari arasindadirlar.
Birkaç somut örnekle
açiklayacagim ancak öncesinde
bir animsatmada bulunmakta yarar var.
Ergenekon ile baslayip Balyoz, Askeri
Casusluk ve baska birkaç sorusturma ile sürdürülen bir dizi kumpas
davasiyla Türk Silahli Kuvvetleri (TSK) içerisinden Gülen Cemaati
mensubu olmayan çok sayida subay tasfiye edildi. Tutuklanmaktan kurtulanlarin
terfileri bile çesitli haysiyet
cellatliklariyla engellendi.
O dönemde basbakan olan Erdogan, kendisini bu davalarin
savcisi olarak ilan etmisti.
AKP hükümeti de siyasal
onay makami olarak bir yandan hukuksuzluklara suç ortakligi yaparken, öte yandan
kumpaslarin faillerine yönelik elestiri ve suçlamalara karsi da kendini siper etmisti.
Simdiyse, o dönemin
suç ve günahlarinin tüm yükünü Gülen Cemaati’nin sirtina yükleyerek
kendi rollerini ve suçlarini gizlemeye çalisiyorlar.
O dönemde cemaatin
komplolariyla hapsedilen, AKP-Cemaat ortakliginin medyadaki tetikçileri tarafindan
infaz edilmeye çalisilan çok sayida kisi vardi. Bu kisilerden, aralarinda gazetecilerin de
oldugu bazilarinin, AKP’nin
suçlarinin gizlenmesinin kolaylastiricisi/ortagi haline geldigini, hatta bu dönemin haysiyet
celladi olarak sahnede bulunduklarini da belirtmeden geçmeyelim.
Konumuza dönersek,
Gülen
Cemaati söz konusu kumpas davalariyla TSK’deki terfi listesi ve sirasini
menfaatleri ve amaçlari dogrultusunda sekillendirerek kendi
mensuplarinin önünü açmis oldu.
TSK’de Cemaat mensubu
olmayan subaylar elbette bu davalarla saf disi birakilanlardan ibaret degildi. Kalanlarin saf disi edilmesi için Cemaat’in
yardimina kosan yine AKP hükümeti
oldu. Hem de aralarindaki savas sürerken.
Bakalim neler olmus…
2012 Mayis’inda yapilan
yasal degisiklikle, askeri personelin 15 yillik
mecburi hizmet süresi 10 yila indirilmisti. Cemaat böylece, kendilerinden
olmayan subaylardan bazilarinin ordudan ayrilacagini hesapliyordu. Öyle de
oldu. Kumpas davalariyla yaratilan korku iklimi ve TSK’nin yasadigi itibar kaybi nedeniyle
istifalar yasandi.
Bu ilk yasal degisiklikten sonra gerçeklesen önemli
bazi düzenlemeler
ise ilginç bir sekilde AKP ve Cemaat
arasindaki savas basladiktan sonra yapilmisti.
AKP ve Gülen Cemaati
arasindaki savasi bir meydan
muharebesine çeviren ve aralarindaki iliskiyi onarilamaz biçimde koparan 17/25
Aralik 2013’teki yolsuzluk sorusturmalariydi.
Suriye iç savasinda rejim karsiti olarak çarpisan bazi selefi
cihatçi gruplara silah ve mühimmat
yardimi yapildigini kanitlayan MIT TIR’lari operasyonlari da
bu süreçte gerçeklestirilmisti.
Iste iliskilerin böylesine kopuk oldugu bir dönemde bazi AKP
milletvekillerinin talep, öneri ve oylariyla gerçeklesen yasal degisiklerle TBMM’de askerlikle ilgili
bazi düzenlemeler yapildi.
Ilkin 11 Subat 2014’te Meclis’in çogunluk gücü olan AKP’nin
benimsemesiyle yapilan düzenleme ile TSK’de terfiler 1 yil öne çekildi. Böylece
aralarinda çok sayida Cemaat mensubu olan 4 yillik albaylar ve 3 yillik
generaller de terfi kapsaminda Yüksek Askeri Sura’ya (YAS) dâhil edilmis oldu. Düzenlemeyle
ayni zamanda, Cemaat mensubu olmayan ve YAS kararlarinda terfi alamayan
generaller de bu sekilde emekli edilerek
TSK disina çikarilmis olacakti.
Ikinci degisiklik 2 ay sonra gerçeklesti. 12 Nisan 2014’te yürürlüge giren TSK Yüksek Disiplin
Kurullari Yönetmeligi’yle ordudan
ihraçlari degerlendirmek üzere yeni
Yüksek Disiplin Kurullari olusturuldu. Bu kurullarin çalisma esaslarini belirleyen Subay
Sicil Yönetmeligi’nde yapilan degisiklik, irticai faaliyetler nedeniyle
TSK’den ihraçlarin önünü kesiyordu.
Bir diger degisiklik 37 AKP’li vekil
tarafindan 30 Aralik 2015’te Meclis Baskanligi’na sunuldu.
Bu kanun degisikligiyle, albayliktan generallige terfi için bekleme süresi 4 yila indirilmis oluyordu. Bu sekilde, Cemaat mensubu olan ancak terfi sirasi gelmemis albaylarin general olmasinin da
yolu açilmis oldu.
Son degisiklik 6722 sayili TSK Personel Kanunu
ile Bazi Kanunlarda Degisiklik Yapilmasina Dair
Kanun’du.
1988 ve daha önceki
yillarda Harp Okullarindan mezun olmus subaylar, Gülen
Cemaati’nin örgütlügünün en zayif oldugu gruplardi.
Söz konusu yasa degisikligi de, orduda hizmet süresini 28 yila
indiren düzenlemeler öngörüyordu.
Böylece Cemaat,
kendisinden olmayan subaylari en çok syida bulundugu üç devreyi birden topluca
emekli ederek TSK disina çikarmis olacakti.
15 Temmuz darbesi girisiminin en önemli aktörleri
olduklari öne sürülen generaller Mehmet Disli ve Mehmet Partigöç’ün hazirladigi bu tasarinin, bir madde
hariç tümünün, yasa kabul edilir edilmez yürürlüge girmesi öngörülüyordu. 2016 Agustos Surasi’ndan sonra yürürlüge girmesi öngörülen ise,
Cemaat’in en az örgütlü oldugu 1988 ve önceki yillardaki mezunlari
kapsayan üç devrenin birden toplu olarak emekli edilmesiyle ilgili maddeydi. 23
Haziran 2016 gecesi, tasarinin Meclis’teki görüsmeleri sirasinda AKP Grubu’nun verdigi bir önergeyle, o maddenin de kanun çiktigi anda yürürlüge girmesi saglandi.
AKP hükümetinin sinirsiz
destegiyle yürütülen kumpas
davalari ve yine hükümet eliyle yapilan yasal düzenlemelerle Gülen
Cemaati’nin TSK içinde hedefledigi tasfiyeler büyük oranda gerçeklesmis oldu. Bunlarin ne anlama geldigini de 15 Temmuz sonrasinda ortaya
çikan tablo gösterdi.
CHP’nin hazirladigi, “Öngörülen,
Önlenmeyen ve Sonuçlari Kullanilan Kontrollü Darbe” basligini tasiyan, TBMM 15 Temmuz Darbesini Arastirma Komisyonu’nun raporuna yönelik
muhalefet serhini içeren raporundan
yapacagim
alinti söylemeye çalistigimi daha
anlamli kilacak.
Raporda yer alan
bilgilere göre, kumpas davalarindan sonraya rastgelen 2011, 2012 ve 2013
yillarindaki YAS kararlariyla terfi
eden generallerin neredeyse tamami FETÖ üyesi olmakla suçlaniyorlar.
Biraz önce anlattigim AKP hükümetinin yaptigi yasal düzenleme ve degisikliklerden sonraki döneme rastgelen
2014 ve 2015 yillarindaki YAS kararlariyla albayliktan generallige terfi edenlerin de yüzde 80’ine
ayni suçlama yöneltilmis.
Bu arada 1985’ten AKP’nin
iktidara geldigi 2003’e kadar Gülen
Cemaati mensubu olduklari iddiasiyla toplamda 400 personelin TSK’den
ihraç edildigini, ancak 2003’ten darbe
kalkismasinin yasandigi tarihe kadar ise herhangi bir
ihraç yasanmadigini vurgulamakta yarar var.
Uygulanmayan 2004 Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarindan da
bahsettikten sonra Gülen Cemaati’nin darbe kalkismasina girisecek kadar TSK içinde böylesine
etkili bir güce ulasmasinda AKP hükümetinin
azimsanmayacak katkilarini anlatmaya çalistigim bu bölümü bitirecegim.
25 Agustos 2004’deki MGK
toplantisi yapildiginda AKP iktidardaki
ikinci yilini doldurmak üzereydi. Bildiginiz gibi MGK, en üst düzeyde
asker ve sivil yöneticilerin bir araya gelerek, kurula adini veren milli
güvenlik konularinin görüsüldügü, tavsiye niteliginde kararlarin alindigi bir toplantidir.
Kararlari da mutlaka gizli tutulur.
Ancak 2004 MGK kararlari
birkaç yildir biliniyor.
Bugünkü Türkiye’nin insasi sürecine yaptigi katkilarla maruf Taraf
gazetesinde 28 Kasim 2013’de mansetten yayimlandi.
AKP-Cemaat savasinin ilk dönemlerinde yayimlanan
ve çatismalarin daha da siddetleneceginin isaret fisegi olan bu haberle birlikte ögrendik MGK toplantisinin kararlarini.
15 Temmuz darbe girisiminden 12 yil önce
yapilan bu MGK toplantisinin konusu,
Gülen Cemaati’nin gelecekte yaratacagi tehlikeye isaret ediyormus. Bu nedenle toplantida, “Fethullah
Gülen Grubunun Faaliyetlerine Karsi Alinmasi Gereken
Tedbirler” basligiyla, Cemaat’e karsi bir eylem
plani hazirlanmasi tavsiye karari olarak dönemin TSK yönetimi
tarafindan AKP hükümetine bildirilmisti.
Dönemin Cumhurbaskani Ahmet Necdet Sezer, Basbakan Recep Tayyip Erdogan, Disisleri Bakani Abdullah Gül ve 5
ayri bakanin yani sira Genelkurmay Baskani Hilmi Özkök ve MGK’nin
diger asker üyeleri
olan kuvvet komutanlari Aytaç Yalman, Özden Örnek, Ibrahim Firtina ve Sener Eruygur tavsiye kararinin
altindaki imzalarin sahipleriydi.
Önerinin sahibi olan TSK,
karar uyarinca olusturulacak eylem
plani çerçevesinde Gülen Cemaati’nin yurt içi ve disindaki faaliyetlerinin hassasiyetle
takip edilerek, ileride yaratabilecegi tehlikelere karsi radikal tedbirler
alinmasini öneriyordu. Bu tavsiye kararlarinda imzasi bulunan
komutanlardan üçünün kumpas davalarinda tutuklandigini animsatip hükümetin neler
yaptigini anlatarak devam
edelim.
Haberin Taraf Gazetesi’nde yayimlanmasindan sonra AKP’nin de seçmen
tabanini olusturan muhafazakar
kamuoyunda olusan tepkiler üzerine
hükümetten pes pese açiklamalar yapildi. Açiklamalarin
ortak noktasi; kararlarin tavsiye niteliginde oldugu ve hükümetçe yok sayilarak hiçbir
zaman uygulanmadigiydi. Dönemin Basbakan Basdanismani olan Yalçin Akdogan twitter hesabindan, “2004’teki
MGK karari hükümet tarafinan yok hükmünde kabul edilmis, hiçbir bakanlar kurulu karari alinmamis, hiçbir islem yapilmamistir” açiklamasini yapmisti. Dönemin Basbakan Yardimcisi Bülent
Arinç da “10 yilda MGK’de kabul edilen hiçbir sey hayata geçirilmedigi gibi biz; dindarlari, dini
gruplari magdur edecek hiçbir seyi hayata geçirmedik. Milli Güvenlik
Siyaset Belgesi’nin islevselligini biz ortadan kaldirdik” demisti. Arinç’in açiklamasinda, Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi’ne vurgu yapilmasi da önemli. Zira, Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi, devletin iç ve dis tehdit olarak belirledigi gruplari tanimlar. Gülen
Cemaati de 2010 yilina dek bu belgede, devlet güvenligine yönelik iç tehdit
gruplari arasinda sayiliyordu. Ancak, Arinç’in da vurguladigi üzere Gülen Cemaati, bizzat
AKP hükümeti tarafindan tehdit listesinden çikarildi.
Eski MIT Müstesar Yardimcisi Cevat Önes, 2004 MGK kararlarinin uygulanmamasi
üzerine bakin nasil bir tespitte bulunmus: “Ifade edilen çesitli saiklere ragmen 2004 MGK kararinin, siyasi ve
hukuki yönlerden zamanin iktidarinca tedbirler yönünden degerlendirilmeyisi, Gülen Cemaati’nin sadece Türk
Silahli Kuvvetleri’ni degil, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve
kurumlarini da isgal etme sürecine ivme kazandirmistir.”
MIT’te üst düzey yöneticilik yapmis olan Önes’in devletin dinci bir örgüt
tarafindan isgal edilmesi
sürecinin önemli sorumlularindan biri olarak AKP hükümetini isaret ettigi açiklamasi böyle. AKP
hükümetinin konuyla ilgili yaptigi ve bir
suç itirafi olan açiklamalari da ortada.
Cemaat kendilerini hedef alana dek uyari ve elestirileri dinlemeyip, devleti tüm
kurumlariyla birlikte bu çeteye teslim eden, suçlarina ortaklik
yapanlar simdi “kandirildiklarina”
inanmamizi istiyorlar.
Hayir kandirilmadiniz.
Aksine, birlikte kandirmaya çalistiniz. Yillardir bunu söylememize ragmen, Cumhuriyet Gazetesi’nden örgüt,
bizlerden FETÖ’cü çikarmak için beyhude bir çabaya girisen Türkiye yargisinin “kandirildik”
açiklamasini yeterli görerek süpheliler hakkinda herhangi bir sorusturma açmadigini da belirtelim.
Simdi yarginin AKP eliyle
Cemaat’e nasil teslim edildigine bir göz atalim. CHP’nin 15 Temmuz kalkismasiyla ilgili hazirladigi raporundan yine bir
alinti yapacagim.
Darbe girisimi sonrasinda, Gülen
Cemaati’nin hatiri sayilir bir agirligi olan yargi teskilatindan birkaç bin
hakim-savci “FETÖ’cü olduklari” gerekçesiyle ihraç edildi.
Birçogu tutuklandi.
CHP’nin raporu, ihraç
edilen yargi mensuplarinin kadrolasmalarina
dair çarpici tespitler içeriyor. Raporda darbe sonrasinda KHK’lerle
ihraç edilen yargi mensuplari arasinda kidemi en eski olanin 1980’de
meslege girdigi belirtiliyor. 1980’den AKP’nin
iktidara geldigi 2002’ye kadar, farkli
hükümetler tarafindan toplamda 7 bin 672 hakim ve savcinin atamasi yapilmis. Bunlar arasindan darbe kalkismasi sonrasinda
ihraç edilenlerin sayisi bin 210 kisi. Oransal olarak ifade edersek, 23
yillik bir süreç içinde göreve baslayan yargi mensuplari arasinda
FETÖ baglantisi oldugu iddiasiyla ihraç edilenlerin
orani yaklasik yüzde 16.
Simdi bir de AKP’nin
iktidar olmasindan sonraki dönemlere bakalim.
Raporda 2003-2010 yillari
arasi ilk AKP Dönemi olarak adlandirilmis. Bu dönemde atamasi yapilan 3
bin 637 hakim-savcidan ihraç edilenlerin sayisi bin 255 kisi. Oransal ifadeyle, toplam atamalar
içinde ihraç edilenlerin payi yaklasik yüzde 35 olan bu dönemin adalet
bakanlari ise Cemil Çiçek, Mehmet Ali Sahin ve Sadullah Ergin.
Yargidaki vesayete son
verdigi demogojisi yapilan 2010
Anayasa Referandumu sonrasi ile AKP’ye yönelik yolsuzluk sorusturmalarinin yapildigi 17/25 Aralik 2013 tarihleri
arasi ise raporda ikinci AKP Dönemi olarak incelenmis. Bu dönemin adalet
bakanlari ise yine Sadullah Ergin ve Bekir Bozdag. Bu iki bakanin döneminde
atamasi yapilan 2 bin 876 hakim/savcidan bin 192 kisi ihraç listelerine girmis. Ihraçlarin toplam atamalar içindeki
payi ise yaklasik yüzde 42.
AKP’nin Cemaat’le ortakliginin sona ermesinden sonraki ,
2014’den 15 Temmuz 2016 darbesine kadar geçen süre ise üçüncü AKP Dönemi basligi ile ele alinmis. Adalet Bakani ise yine Bekir
Bozdag. AKP – Cemaat
savasinin siddetlenmesi nedeniyle bu dönemdeki
yargi atamalarinda Cemaat payinda belli bir düsüs göze çarpiyor. Atanan 2
bin 281 Hakim-savcidan 582’si ihraç edilmis. Yani yaklasik yüzde 26’si.
AKP’nin bu üç dönemine
dair toplam sayilari kiyaslamali olarak verirsek; 1980-2002 arasindaki 23 yilda
yargidaki Cemaat kadrolasmasi yaklasik yüzde 16’iken, AKP’nin kesintisiz
olarak hükümet oldugu 2003-2016 arasindaki 14
yilda ise bu oran yüzde 35 olmus. Bu 14 yilda atamasi AKP tarafindan yapilan 8 bin 794 hakim-savcidan
3 bin 29’u ihraç edilmis. Oransal ifadesiyle toplam atamalar içinde FETÖ baglantisi nedeniyle
ihraç edilen yargi mensubu yüzde 35 olmus.
AKP hükümetinin kendisini
suçtan muaf tutmak için sig bir kurnazlik örnegiyle, FETÖ adina yürütülen sorusturmalarda milat olarak kabul ettigi 17/25 Aralik 2013 sonrasindaki
döneme iliskin
ihraç oranlari bile 1980-2002 arasindaki dönem ortalamasinin
üzerindedir. Geçen haftaya kadar Adalet Bakani olan Bekir Bozdag’a ayrica bir parantez açarak bu
konuya nokta koyalim.
Bekir Bozdag, AKP hükümetinin 14 yillik iktidarinda Adalet
Bakani olarak görev yapan 4 isimden biri.
24 Mart 2011’de Meclis’te yaptigi konusmada Fethullah Gülen’den:
“Bu ülkenin yetistirdigi degerli bir kiymet, bilge bir insandir. Herseyi açiktir” diye bahseden Bozdag, 9 Haziran 2012’de de “Muhterem Hoca
Efendiye Antalya’dan selamlarimi iletiyorum” mesajini kisisel twitter hesabindan paylasan kisidir.
15 Subat 2012’de de CNNTURK televizyon kanalinda katildigi bir
programda,“Yargida cemaat örgütlenmesi var mi?” sorusunu “böyle
bir sey mümkün olmaz” diyerek yanitlayan da Bekir Bozdag’dir.
Cemaat ile aralarindaki savasin baslangiç zamanlarinda, 15 Agustos 2013’te, “Cemaat’le
AKP arasinda bir fitne atesi yakmayi basaramayacaklardir” seklindeki twitter mesajinin sahibi de
Bekir Bozdag’dir.
Yargida Cemaat’in örgütlenmesi olduguna yönelik iddialara “mümkün
degil”yanitini vermis olan Bekir Bozdag’in 2013’ten günümüze kadar uzanan
bir Adalet Bakanligi serüveni var. Bu 4
yilda 15 Temmuz darbesine gelene kadar Bozdag, toplam 3 bin 614 hakim-savci atamasi yapmis. Yani AKP’nin 14 yillik iktidarinda
gerçeklestirilen toplam 8 bin 794
atamanin yüzde 41’ini Bakan Bozdag 4 yilda yapmis. Yargida
Cemaat örgütlenmesini mümkün görmeyen Bozdag’in atamasini yaptigi hakim-savcilardan bin 228’i,
yani yaklasik yüzde
34’ü FETÖ’cü olduklari iddiasiyla ihraç edilmis. Bu sayi ve oranlarin bize
söyledigi sudur:
Bekir Bozdag, yarginin Cemaat’e teslim
edilmesinin bas sorumlularindan
birisidir.
Ancak bizler FETÖ’cü
suçlamasiyla hapsedilmisken, Bekir Bozdag görevinin degistirilesine karar verildigi geçen haftaya kadar Adalet
Bakani sifatiyla Hakim-Savcilar Kurulu’nun basindaki kisi olarak, kendisi tarafindan
atamasi yapilan yargi mensuplarinin teskilattan
ihraçlarini yönetiyordu.
15 Temmuz darbesini saatler önce haber aldigi halde kanli kalkismayi engelle(ye)meyen Hakan
Fidan’in müstesari oldugu Milli Istihbarat Teskilati’nda (MIT) durum ne imis ona da
bakalim.
Meclis 15 Temmuz
Darbesini Arastirma Komisyonu’na ifade
veren isimlerden birisi de bir önceki MIT Müstesari olan Emre Taner’di.
Ifadesinde, görev yaptigi 2005-2010
yillari arasindaki dönemi kast ederek sunlari söyledi emekli Müstesar Taner:
“Benim çalistigim dönemde MIT’e FETÖ’nün sizmasi sifira
yakindir. Istemezseniz
almazsiniz. Iyi incelersiniz
almazsiniz. Ondan sonrasini bilemem. Daha sonraki yönetim
cevaplayacaktir. Simdi, ‘70-80 kisi MIT’ten FETÖ baglantili diye ayrildi’ dendigi zaman dahi yadirgamamak mümkün degildir. Geçmis döneme ait degildir. Belki 2,3,5 kisi olabilir. Ona bir itirazimiz yok.
Ama son dönemde bu girmelerin daha rahat ve net olduguna dair bir izlenim vardir. Bunu
rahatlikla söyleyebilirim. MIT, devlet kurumlari içerisinde
FETÖ anlaminda ve diger yikici örgütler anlaminda en
temiz kalmis örgüttür.”
Cemaat’in MIT’e
sizmalari konusunda açik bir biçimde Hakan Fidan’i suçlayan eski
müstesar Taner’in, MIT’in FETÖ baglaminda “en temiz kalmis örgüt” oldugu düsüncesi ne kadar dogruyu yansitiyor bakalim.
Meclis 15 Temmuz Komisyonu’na ifade vermeye dahi gitmeyen ya da gitmesine
izin verilmeyen MIT Müstesari Hakan Fidan,
talep üzerine, MIT’teki FETÖ baglantili personelle ilgili bir
rapor gönderdi. Cemaat kumpasiyla, Ergenekoncu oldugumuz yalaniyla tutuklanip birlikte
hapsedildigim “eski örgüt
arkadasim”gazeteci Müyesser Yildiz, Oda TV
isimli haber portalinda bu raporun içerigini anlatmis.
MIT’in raporuna göre; 17
Aralik 2013’ten 15 Temmuz 2016’ya kadar olan 2,5 yillik dönemde 181, darbe
kalkismasindan sonraysa 377
personel hakkinda islem yapilmis. Yani, “devletin temiz kaldigi” iddia edilen kurumunda toplam 558 personelin FETÖ baglantisi tespit edilmis. Bunlardan 167’si kamu
görevinden çikarilmis. Sözlesme feshi ya da istifa gibi nedenlerle
de 70’inin teskilatla ilisigi kesilmis. TSK/Emniyet personeli olan
272’sinin geçici görevlendirilmesi de sonlandirilmis. Toplamda 509 MIT personelinin teskilatla ilisigi kesilmis, kalan 49 personelle ilgili çesitli islemler sürerken, 5 kisinin de göreve iade edildigi belirtilmis. Bahsedilen 558 personelden kaçinin,
Hakan Fidan’in müstesar olarak atandigi 2010’dan sonra MIT’te göreve baslayip baslamadigina iliskin bir bilgi yok. Ancak, eski müstesar Emre Taner’in, Cemaat’in MIT’e yönelik sizmalariyla ilgili
halefi, müstesar Hakan
Fidan’i suçladigini bir kez daha
animsatalim.
Hakan Fidan’a yönelik
suçlama ya da kuskularini dile
getiren sadece eski müstesar da degil. Basbakan Binali Yildirim da kuskularini dile getirenlerden
biri.
Anlatalim...
Ihbarci Binbasi O.K.’nin Ankara Cumhuriyet Bassavciligi tarafindan baslatilan sorusturmada verdigi ifadesinde, 15 Temmuz 2016
günü saat 14:00’de MIT’e giderek darbe
yapilacagini söyledigini artik hepimiz biliyoruz. Ancak MIT Müstesari Hakan Fidan, yapilan ihbarin
darbe kalkismasi olmadigini israrla söylemeye devam
ediyor. Genel Kurmay Baskani Hulusi Akar da,
Müstesar’in karargaha gelerek,
MIT’e bir hava operasyonu
yapilarak kendisinin kaçirilmasina yönelik bir plandan bahsettigini söyleyerek Hakan Fidan’i dogrulayan bir ifade vermisti. Orgeneral Akar, her ne kadar “Daha
büyük bir planin parçasi oldugunu degerlendirdik” dese de, MIT’e ihbar yapilmasindan yaklasik 7 saat sonra tanklar sokaga indi. Savas jetleri Meclis’i bombaladi. Her
ne kadar basarisiz kilinmis olsa da 250 kisi darbecilerce
katledildi. Çünkü, savas helikopterleriyle MIT’e askeri operasyon düzenlenip Müstesar Hakan Fidan’in kaçirilmak istendigi planin, bir darbe kalkismasinin parçasi oldugunu anlamamislar.
Ya da bizi inandirmak
istedikleri bu.
Simdi biz bunlari, kuskularimizi söyleyip, yazdigimiz için hapisteyiz. Ama böyle bir
plani, bir darbe kalkismasinin parçasi oldugunu anlayabilecek kapasitede
olmadiklarini itiraf edenler, orduyu ve MIT’i yönetmeye devam ediyor.
Darbe kalkismasi basladiktan sonra birkaç saat süreyle,
Hakan Fidan’a kimsenin ulasamadigini biliyoruz. Üstelik,
Müstesar Fidan’in ne Basbakan Binali Yildirim’i ne de
kendisine “Sir Küpüm” diyen Cumhurbaskani Erdogan’i darbe ihtimaline karsi neden bilgilendirmedigi de sirrini koruyor.
2 Agustos 2016 gecesi,
CNNTürk ve Kanal-D televizyon kanallarinin ortak yayinina konuk olan Basbakan Binali Yildirim, “MIT Müstesarina bana neden haber vermedigini sordum. ‘Basbakanin, Cumhurbaskaninin haberi yok. Nasil
olur? dedim.’ Genelkurmay Baskanina söylemeniz dogal ama Basbakana da söylemeniz
gerekirdi’ dedim. Cevap veremedi” demisti. Yani Basbakan da darbe kalkismasinda MIT’in sadece istihbarat zaafiyeti yasamadiginin altini çiziyordu.
Basbakan da Yildirim, kalkismadan 1 yil sonra, kendisiyle yapilan
söyleside kuskularimizi arttiran bir bilgiyi
satir aralarina sikistiriyordu. Hürriyet
gazetesinin“15 Temmuz Yildönümü” ekinde Fikret Bila’nin Basbakan Yildirim’la yapilmis bir söylesisi yayimlandi. Söyleside Yildirim, Ankara ve Istanbul emniyetiyle yapmis oldugu görüsmeler sonunda 15 Temmuz’da bir darbe
kalkismasiyla karsi karsiya olduklari kanaatine ulastigini anlatiyor. MIT Müstesari Fidan’la kalkisma basladiktan 2 saat sonra
22.30 – 23.00 arasinda iletisim kurabildigini belirten Yildirim söyle devam ediyor:
“Bilgiler bize intikal etmedi, ne bana ne de Cumhurbaskanina. Müstesar da (Hakan Fidan) o anda söylemedi.
O anda darbeyle ilgili de bir sey söylemedi. Ben kendisine
sordum, ‘Darbe oluyor, ne
yapiyorsun?’ dedim. ‘Yok’ dedi. ‘Bir sey yok, normal. Biz çalisiyoruz’ dedi bana. Oradaki is farkli bir sey”
MIT Müstesari Hakan Fidan’in Basbakan Yildirim’a “Bir sey yok, Normal” dedigi saatlerde neler olmus ya da neler oluyormus bir animsayalim.
Saat 21:00: Darbeciler
Genelkurmay Karargahini ele geçirerek komutanlari esir almislar. Kendilerine direnenlerle
de çatismaya basladiklari için silah sesleri
duyulmaya baslamis.
Saat 22:00: Genelkurmay
karargahinda silah sesleri duyuldu ve helikopter disarida bulunanlarin üzerine ates açti.
Saat 22:05: Genelkurmay baskaninin uçus yasagi emrine ragmen, Ankara’da savas jetleri ses duvarini asarak uçus yapmaya baslamislar.
Saat 22:28: Istanbul’da tanklar, Bogaz Köprülerini kapatmis.
Saat 22:35: Istanbul Atatürk ve Sabiha Gökçen
Havalimanlari darbeciler tarafindan isgal edilmis.
Tüm bu gelismeler ilk önce sosyal medyadan,
kisa süre sonra da ulusal yayin yapan televizyon kanallari tarafindan
duyurulmaya baslanmis. Basbakan Yildirim’in, Müstesar Fidan’la konustugunu söyledigi saatlerden kisa bir süre sonra da,
00:02’de MIT’in Ankara
Yenimahalle’de bulunan genel merkezine savas helikopterleriyle
saldiri düzenlendigini de belirtelim. Ama
Hakan Fidan’in, Basbakana söyledigine göre ise “bir sey yok, normal”
Basbakanin da dedigi gibi “Oradaki is farkli bir sey” gerçekten de. Ve o farkli seyin ne oldugu sorusunun yanitini aramaya
devam edecegiz. Çünkü,
canlarini ortaya koyarak bir darbeyi engellemeye çalisanlarin yasli aileleri basta olmak üzere herkesin
gerçekleri bilmeye hakki var.
Gülen Cemaati’nin devlet
içindeki kalelerinden biri de, kusku yok ki polis teskilati. Cemaat mensubu polislerin
Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah, KCK, Sike, Oda TV ve benzer bir çok
kumpas sorusturma ve davalarindaki
ortaya çikan rolleri bu iddiamizin tek basina kaniti.
15 Temmuz sonrasinda 13
binden fazla polis FETÖ baglantisi iddiasiyla meslekten atildi. Büyük çogunlugu tutuklandi. Ancak, Emniyet Teskilati’ndaki cemaat mensubu polis
sayisinin, bu rakamin çok daha üzerinde oldugunu belirtmek gerek.
Cemaat’in Polis teskilatindaki örgütlenmesi 1980’li
yillarin basina kadar uzaniyor.
Dolayisiyla bundan sadece AKP iktidari sorumlu degil. Ancak AKP iktidari döneminde
ortaya çikan, polis adaylarinin girdigi sinavlarda kopya çekilmesi ya
da sorularin sinavdan önce Cemaat’in dershanelerine sizdirilmasi
olaylarina yönelik etkin sorusturma yapmamalari, elestirileri kulak arkasi etmeleri kendilerini tek basina sorumlu kiliyor.
Birkaç örnekle
açiklayalim:
-26 Agustos 2007’de yapilan ve Türkiye
genelinde 71 binden fazla adayin katildigi polislik
sinavi sorularinin önceden çalindigi ortaya çikti. Konunun
medyaya yansimasindan sonra sinavda kopya çekildigi, Cemaat kast edilerek,
sorularin önceden belli gruplara verildigi iddialari ortaya atildi.
Dönemin Içisleri Bakani Besir Atalay, sinav
sorularinin önceden bazi kisilerce bilinmesi veya sinava giren
adaylara verilmesinin mümkün olmadigini iddia etti.
-Besir Atalay’in
iddiali açiklamasi 8 ay sonra çürüdü. 13 Eylül 2009’da yapilan
Polis Meslek Yüksek Okulu sinavi sorulari, sinavdan
birkaç gün önce Cemaat’e ait FEM Dershaneleri’ne sizdirilmis ve bazi ögrencilere yanitlariyla birlikte dagitilmisti. Konu medyaya yansiyinca 60 binden
fazla adayin girdigi sinav iptal
edildi.
-Emniyet Genel Müdürlügü’nün ara kademe amir açigini kapatmak için 5 Mart 2012’de
yaptigi ve 50 binden fazla
polisin katildigi sinavda
kopya çekildigi belirlendi. Kazanan
adaylarin 68’inin akraba oldugu belirlenen sinavda Cemaat’in teskilat içinde en güçlü oldugu personel, istihbarat ve kaçakçilik
birimleri ile Basbakanlik Koruma Müdürlügü ve Bakanlik Özel Kalem
Müdürlüklerinde çalisan 485 kisinin 85-90 araliginda puan aldiklari belirlendi.
2011’de yapilan ayni sinavda da kazanan adaylarin tümünün hatali oldugu mahkeme karariyla tescillenen 19
soruya dogru yanit verdikleri
ortaya çikti.
1980’lerde polis
okullarina girenler arasinda örgütlerine eleman devsiren Cemaat, AKP
iktidari dönemindeyse önceden çaldiklari sinav sorulariyla kendi
elemanlarini dogrudan Emniyet Teskilati’na sokuyordu. Sinavlarin
yapildigi dönemde sikayet konusu olan, medyada haberlestirilen bu olaylarla ilgili AKP
hükümeti elestirileri kulak
arkasi etmeyi tercih etti. Cemaat’in kendilerini hedaf aldigi 17/25 Aralik 2013 yolsuzluk
sorusturmalarindan sonraysa bu
sinavlarla ilgili adli ve idari sorusturmalar açildi.
Darbe kalkismasina girisip kendi halkina silah sikan ordu ile
yargi, Polis Teskilati ve MIT’teki durum ve AKP hükümetlerinin
sorumluluguna dair buzdaginin görünen yüzünde var olanlarin özeti
böyle.
Surasi kesin ki, Gülen Cemaati
AKP iktidarda bulundugu 14 yil boyunca herhangi
bir engelle karsilasmadan nihai hedefine dogru yol almaya devam etmistir. Hatta AKP’ye dönük niyetlerini
de açik eden 7 Subat 2012’deki MIT sorusturmasi ve 17/25 Aralik
yolsuzluk operasyonlarina ragmen caydirici bir engelle karsilasmak bir yana, sistem içindeki
kazanimlarini koruyup, büyütmeye devam etmistir. Büyüyen tehlikeyi görerek AKP’yi
elestiren ve uyaranlara
hükümetin verdigi yanitlarin
toplamini tek bir alintiyla özetlemek mümkün. Dönemin AKP Genel Baskan
Yardimcisi Hüseyin Çelik, 20 Subat 2012’de NTV kanalindaki
mülakatinda, Cemaatin devlet içindeki örgütlü gücüne yönelik elestirilere söyle yanit vermisti: “Cemaat devleti ele
geçirmis, devlete sizmis diyorlar. Bunlar
kargalari güldürür. Bu paranoyalari bir yana birakalim.”
Animsatmadan geçmek istemedigim bir anekdot daha var. 2011
yili Gülen Cemaati’nin gücünün dorugunda oldugu zamanlardi. AKP iktidari
mensuplarinin, medyanin büyük çogunlugunun, simdilerde en cevval FETÖ düsmani oldugunu kanitlama çabasiyla herkesi
tutuklayan yargi mensuplarinin ezici çogunlugu, ne Fethullah Gülen’den ne de
Cemaat’inden adiyla dahi bahsedemiyorlardi. Korkuyorlardi. Simdi Recep Tayyip Erdogan ve AKP’ye yaptiklari gibi o
dönemde de devletin kudretli gücü Cemaat’e menfaatleri geregi biat ediyorlardi. O zaman da,
Cemaat kumpasiyla tutuklananlar arasindaydim. Nedeni ise bugün oldugu gibi yine bir mesleki faaliyetti.
Cemaat’in polis ve yargidaki örgütlü çetesinin, Ergenekon sürecindeki sorusturma ve davalardaki
rolünü irdelemek niyetinde olan bir kitap çalismasi yapiyordum. Herkesin
Cemaat’ten korktugu, biat ettigi, adini bile anamadigi o dönemde kitabimin adi “Imamin Ordusu” idi.
Recep Tayyip Erdogan ise dönemin basbakaniydi. Ve “Bazi kitaplar
bombadan tehlikelidir” diyordu. Hapiste tutulan gazeteciler için, simdi de sikça yaptigi gibi o zaman
da, “Gazeteci degil,
Teröristler” diyordu. Elbette böyle bir beklentimiz yok ama Erdogan kitaplarla, yazarlariyla,
gazetecilerle arasindaki iliskiyi kriminal düzeyde tutmak yerine okuyup, dinleyip, anlamaya çalissaydi, kuvvetle muhtemel bugün
hiçbirimiz burada olmayacaktik. Dahasi Erdogan okuyan birisi olsaydi, Salvador
Allende’nin Sili’nin Fasist cuntacilarina söyledigi; “Tarih bizden yana ve
tarihi haklilar yazar” sözünden de haberdar olacakti.
Evet, tarih bir kez daha
bizden yana. Dolayisiyla ne Cumhuriyet Gazetesi’nden bir illegal örgüt ne de
bizlerden terörist çikaramayacaksiniz.
Buraya kadar
anlattiklarimdan anlamissinizdir. Söylediklerim
savunma veya ifade degil. Aksine
ithamdir. Çünkü;
Bu siyasi operasyonun kanuni kilifini hazirlayan metnin basinda “iddianame” yazmasi,
çöp muamelesi yapilmasi gereken bu utanç vesikasini hukuki kilmiyor. Tipki,
öncesi ve sonrasiyla bu siyasi operasyonda görev ve rol üstlenen kimi kisilerin adlarinin önünde
hâkim – savci yazmasinin kendilerini hukukçu kilmadigi gibi.
Bizlere yönelik bu
operasyon; düsünce ve ifade
hürriyetini, basin özgürlügünü hedef alan bir pogromdan baska bir sey degildir. Ve kimi
yargi mensuplari da bu pogromun linççileri olma
görevini üstlenmislerdir.
Gelismis demokrasilerde yargi, hukukun
evrensel normlariyla hareket eder. Adaleti saglamakla görevli denetleyici bir
güçtür. Ancak Türkiye’de yarginin kimi mensuplari, bizatihi adaletin mezar
kazicilari olmuslardir. Demokrasinin
denetleyici baglarindan koparilmis bir sistem insa etme pesindeki diktatörlük heveslilerinin
iktidarda oldugu bir ülkede, siyasi
ve entellektüel bir sefalet içinde kivranan yarginin bu hali elbette sasirtici degil.
Hukuktan; hak, adalet,
vicdan ve liyakati çikardiginizda geriye kalan ne ise, Türkiye yargisi su an odur. Yasadigimiz tecrübelerden yola çikarak
gayet iyi biliyoruz ki hak, adalet, hukuk, insanlik çagrilari size ulasmiyor. Dolayisiyla, hiç bir
talebim de olmayacak. Ancak, sizi bir zirh gibi kusatan üzerlerinizdeki cüppelerin,
insan hayatindan ve özgürlügünden yapilmis oldugunu söylemekle yetinecegim.
Cumhuriyet Gazetesi’nde
aradiginiz örgüt, siyasi parti
kiliginda ülkeyi
yönetiyor. Sahibinin sesi olmus medyasi da bu organize kötülük örgütünün
yalanlarini gerçekmis gibi sunuyor.
Suçlarini perdeleyip, kötülügün yayginlasip siradanlasmasi görevini yerine getiriyor.
Yani örgüt propagandasi yapiyor.
Çünkü en bilinen hakikat
tüm çarpikligiyla bir kez daha karsimizda duruyor: Suç dünyanin en
güçlü zamkidir.
Siyasi iktidar,
bürokrasi, yargi, talanci sermaye ve sahibinin sesi olmus medyayi birbirine yapistiran da bu zamktir.
Bu kirli düzen, bu suç
hanedanligi hep sürecek
zannedenler yaniliyorlar. Tarihin sayfalarini karartan tüm
diktatörlüklerde oldugu gibi, kinlerinin ve
hirslarinin doymak bilmez açligiyla yol almaya çalisanlar her zaman kendi sonunu hazirlar. Taslarini kendi dösedikleri cehennemlerine vardiklarindaysa
o görkemli küstahliktan, akillari kör eden kibirden eser kalmaz.
Kimsenin kuskusu olmasin, tüm kisi ve kurumlariyla organize
kötülük örgütünün bu ablukasi da dagitilacak.
Çünkü bu
ülkede;
- Demokrasi düsmanlarina inat, kalici ve yaygin bir
demokrasi için mücadele edenler var.
- Hukuku katledenlere
inat, hukukun üstünlügünü savunmaya devam
edenler var.
-Menfaat düzenlerini
sürdürmek için savasi ve ölümü kutsayanlara
inat, barisi ve yasami esas kilmaya çalisanlar var.
- Çocuklari katledenlere,
pedofilleri koruyanlara inat çocuklarin düslerini gerçek kilmak
için çabalayanlar var.
- Ve hakikati bogmak isteyenlere inat gazetecilik
yapmaya devam edenler var.
Gazetecilik
faaliyetlerimin suç olarak gösterilmeye çalisildigi bir operasyona karsi söyleyeceklerim bundan
ibarettir. Ve hiçbir sekilde savunma degildir. Ki bunu gazetecilige ve meslegimin etik degerlerine hakaret sayarim.
Çünkü gazetecilik suç degildir.
Gazetecilik faaliyetlerini suçlama konusu yapmak, totaliter rejimlerin
ortak özelligidir. Tecrübemle
biliyorum ki mesleki faaliyetlerim nedeniyle her siyasal iktidarin ve her
dönemin yargisinin “kötüsü – suçlusu” olmayi basardim. Kizima birakacagim bu mirastan gurur duyuyorum.
Biliyorum, bu iktidarin
da, yargisinin da benimle ilgili sorunlari var. Çünkü gazetecilik yapmaya çalisiyorum. Bugün, Türkiye’de yaygin
bir sekilde oldugu gibi siyasal iktidara, çesitli güç odaklarina degil hakikatin gücüne sirtimi dayayarak
gazetecilik yapiyorum.
Çünkü, Türkiye gibi
demokrasiyle siki baglar kuramamis ve giderek daha da totaliterlesen rejimlerde gazetecilik yapmak
demenin çizgiyi asmak demektir. Ve
gazetecilik hizaya gelerek yapilmaz. Hizaya gelerek yapilanin adina da
gazetecilik denmez. Eger icazetle yazip
söylersen, onursuzlugun acizligiyle ezilirsin.
Bu yüzden söyleyecegim o ki, dün gazeteciydim. Bugün
gazeteciyim. Yarin da gazetecilik yapmaya devam edecegim. Yani hakikati bogmak isteyenlerle aramizdaki bu uzlasmaz çeliski hiç bitmeyecek.
Bu karanlik günlerde
ihtiyacimiz olan daha fazla hakikat kaybi degil. Her seyden çok ve daha fazla
gerçeklere ihtiyacimiz var. Bu yüzden hakikate kendimden daha fazla
saygi duymaya da, inkarci biat kadrolarina dahil olmayi reddetmeye
de devam edecegim.
Bunun için bir bedel ödemek gerektigi ortada. Ama sanmayin ki bu bizi
korkutuyor. Ne ben, ne de dostlari olmaktan onur duydugum “Disaridaki Gazeteciler”, her kim olursaniz olun hiç
birinizden korkmuyoruz. Çünkü zorbalari en çok korkutanin cesaret oldugunu biliyoruz.
Ve zorbalar da sunu bilsin ki, hiçbir zalimlik,
tarihin akisini engelleyemez.
Kahrolsun istibdat, yasasin hürriyet”