YENI ÖNSÖZ
AMERIKA’DA DEVRE ARASI
2012 yilinda oynanan bir Super Bowl
maçinin devre arasinda, hayrani oldugumuz
aktör Clint Eastwood, dev bir ekranda göründü ve maçla ilgili su sözleri söyledi:
Simdi devre arasindayiz, Oyuncularimiz ikinci yarida
maçi kazanacak taktikleri konusuyorlar.
Amerika da devre arasinda. Ülke olarak geriliyoruz. Maçin ilk yarisini
kötü oynadik. Ancak durumu düzeltmek için gerekli tüm kaynak ve becerilere
sahibiz. Daha önce basarmistik.
Yine basarabiliriz. Ancak bunun için zor olsa da
birbirimize kenetlenebilmeliyiz.
Bu sözlerle kitabimizin ana temasini adeta
özetlemis oldu. Kitabimizda, Amerika’nin
ikinci devrede uygulamasi gereken taktikleri tartismak istiyoruz. Bu kitabin ilk basimi 2011 yilinda
piyasaya çikmisti. O günden bu yana, zenginligimizi geçmiste
oldugu gibi gelecekte de nesilden nesile
aktarabilme becerilerini yeniden kazanma yolunda olsun, dünyadaki istikrari
koruyucu ülke olma rolümüzü bir kez daha üstlenebilme yolunda olsun, tek bir
olumlu adim atilmadi. Ülkenin eskiyen alt yapisini ve iletisim sistemlerini yenilemek, bu yöntemle istihdami
artirmak, bütçe açiklarimizi kapatmak, egitim
yöntemlerimizi güncellemek gibi birçok temel sorunumuza el atabilmek için iki
siyasi partinin yani sira finans, enerji ve egitim dünyasinin belli basli unsurlari arasinda
kapsamli bir uzlasma ve kenetlenme sart. Bu süreçte;
v Demokrat ve Cumhuriyetçilerin yetkilendirme, vergi
reformu, ilave gelir kaynaklari yaratilmasi konularinda anlasmalari gerekiyor. Temiz enerji ve buna bagli çevre sorunlariyla ilgili
olarak, çevrecilerle petrol ve dogal
gaz sektörleri arasinda da bir anlayis birligi olusmasi lâzim.
v Nesilleri uzlastirmamiz,
32 milyon sigortasiz Amerikaliyi saglik
güvencesine alacak inandirici ama kaynaklarimizi kurutmayan, gençlerimizin
gelecegine, huzurevlerinden daha fazla para
ayiracagimiz bir düzen konusunda anlasmamiz gerekiyor.
v Istihdami artirmak için daha fazla kisiyi nasil isveren
haline getirebilecegimizi konusmamiz
lâzim.
Cumhuriyetçilerle Demokratlar, Amerika’nin geleneksel
bes unsurlu basari formülüne yeniden yatirim yapma konusunda
uzlasamazlarsa, üretim gücü olarak varligimizi sürdürmemizin yolu yoktur. O unsurlar sunlardir:
v Daha fazla Amerikali için lise sonrasi egitim ( özellikle mesleki beceriler, beseri ilimler veya fen ve matematik dallarinda)
v Altyapinin iyilestirilmesi.
v Daha fazla sayida yetenekli ve enerjik göçmenin ülkeye
kabul edilmesi.
v Ar-Ge faaliyetleri için daha fazla bütçe ayrilmasi.
Ne yazik ki siyasi sistemimizin asiri kutuplasmasi buna
imkân vermiyor.
Yetmezmis gibi
bu olaganüstü partizanlik yanlis meseleler üzerinde kutuplasmamiza, dikkat ve enerjimizin dagilmasina yol açiyor.
Oysa odaklanmamiz gereken konu sudur: Çevreyi mahvetmeden ve küresel liderlik
rolümüzü sürdürerek yeterli büyümeyi nasil kaydeder, yeni is imkânlari nasil yaratir, çocuklarimiza
daha iyi bir yasam standardini nasil sunariz?
Ulusal borcumuz, bir yilda yaptigimiz üretim degerinin
toplamindan fazla bir rakama ulasmis vaziyette (15,7 Trilyon Dolar). Vergi mükellefi
basina düsen
borcumuz 138 bin dolar. Her yil 1,5 Trilyon dolar bütçe açigi veriyoruz. Böyle bir ortamda Cumhuriyetçiler,
bugünküyle en ufak bir benzerlik göstermeyen eski günlere dönmeyi, Demokratlar
ise degisim
ihtiyacini kabul etmekle birlikte, ülkenin kaldirabileceginden çok daha fazla devlet
katkisi getirmeyi savunuyor. Bu kitapta, merkezi ve bagimsiz bir adayin
ortaya çikarak, ülkemizi çikmazlara sürükleyen bu iki düsünceye meydan okumasi konusundaki umudumuzu dile
getiriyoruz.
2011 baskimizin raflarda yerini almasindan
bu yana Amerika’nin gelecegini kurtarma derdimizin
yanina birçok dert daha eklendi. Istikrarli ve
canli bir Amerika’ya olan ihtiyaç daha da artti. Dünyanin en hizli
ekonomik büyümesinin yasandigi Uzakdogu’da, Çin’in komsulariyla
iliskisinin bozulmasi, nükleer güce sahip
saldirgan bir Kuzey Kore gerçegi, Ortadogu’daki karisikliklar,
en büyük ekonomik topluluk olan AB ülkelerinde yasanan finansal sorunlar bu meselelerin bazilari.
Amerika, günümüzde sekillenen yeni dünyanin yaratilisinda sahnedeydi ama artik o kadar güçlü degil. Ortadogu’da
trilyon dolarlik savaslar yaparken, ihtiyaç duydugu savas malzemelerini
almak için Çin’den borçlanan, emeklilerin sosyal haklarindan kesinti
yapmak zorunda kalan bir ülkeden, geçmis güzel
günlerdeki gibi bir güç gösterisinde bulunmasi nasil beklenebilir ki?
Simdi devre arasindayiz ve iyi bir ikinci
devre oynama sansimiz var. Geçmiste bu tür badireleri atlatmis bir ulus olarak, bunu tekrar yapabilecegimize inaniyoruz.
Thomas Friedman
Michael Mandelbaum
Nisan 2012
1.KISIM
TESHIS
Bu,
Amerika’ya dair olup Çin’de baslayan bir kitaptir. 2010
yilinin Eylül ayinda Dünya Ekonomik Forumunun yaz konferansina
katilmak üzere Çin’in Tianjin sehrine
gitmistik. Bes sene öncesine
kadar kirli havali, toz toprak içindeki bu sevimsiz sehrin kisa süre içinde ultra modern ulasim sistemleri, kusursuz otel ve kongre merkezleriyle
nasil bir degisime
ugradigini görmek
dudagimizi uçuklatti. Ülkemize döndügümüzde, yasadigimiz sehirdeki
metro istasyonunun yürüyen merdivenlerin 6 aydan bu yana hâlâ tamir edilmedigini görüp yetkililerden “her seyin programlandigi gibi
yürüdügünü (!), insaatin 10-12 hafta daha sürecegini” duydugumuzda
ise dehsete düstük.
Tianjin’deki kongre merkezi sadece 8 ayda bitirilmisti, burada ise söz konusu süre içinde bir merdiven
tamirati bile yapilamamisti. En rahatsiz edici olani ise insanlarin
bu durumu kaniksamis olmalariydi. Artik herkes bir pes
etmislik duygusuyla Amerika’nin en güzel çaglarini geride birakmis oldugundan,
güzellikler yasama sirasinin ise Çin’e gelmis oldugundan
bahsediyordu.
Bu kabullenme hâlini reddediyoruz. Çünkü
toplum olarak özgür ruhumuz, fikir ve yetenek çesitliligimiz, esnek ekonomimiz, saglam hukuki alt yapimiz ve inovasyon tutkumuzla, yasadigimiz zorlu dünyaya en
uygun niteliklere sahibiz. Ama, ihtiyaç duyulan isgücünü geregi gibi egitmeyisimizden, altyapimizi onarip gelistirmememizden, arastirmalara
finansman destegi saglamayisimizdan, rakiplerimizin hayata geçirdigi akilli yasa ve tesvikleri
yürürlüge sokamayisimizdan
dolayi düs kirikligi içinde oldugumuzu
da belirtmeliyiz.
Agir tempolu gerilememizin
dört ana nedeni var. Ilki, basta kendimizin ama özellikle siyasi liderlerimizin
Soguk Savastan sonra hangi dünyada yasadigimizi ve basarili olmak için nelerin yapilmasi gerektigini sorgulamayi birakmis olmasi.
Amerikan siyasetinde gözlemeye, odaklanmaya, karar verip eyleme
geçmeye dair hemen hemen hiçbir hareket göremiyoruz.
Ikincisi, son
yirmi yilda en büyük problemimiz olan egitim, bütçe açiklari, borçlar, iklim degisikligi ve enerji alanlarinda basarisiz olmamizdir.
Üçüncüsü, büyük ülke
olma formülümüze yatirim yapmayi birakmis olmamizdir.
Ve dördüncüsü ise, siyasetimizin tikanmis olmasidir. Degerler sistemimizin erozyona ugramis olmasi nedeniyle
problem çözme yetenegimiz
yitirilmis durumdadir.
Özellikle son on yilda, terörizmle
mücadele eder, düsük vergilerin keyfini çikarir ve ucuz
krediyle günümüzü gün ederken, zaman ve enerjimizi, daha da önemlisi,
bir sonraki neslin parasini o kadar savrukça harcadik ki, artik elimizde
ne zaman, ne de kaynak kaldi desek yeridir. Acelemiz bundandir. Hedefimiz,
sadece bütçe açigi problemlerini halletmek olmamali.
Ekonomiyi düzenleyen kurallari bastan
yazmali ve sürdürülebilir bir biçimde büyük bir ülke olarak kalmayi
hedeflemeliyiz.
Bunun yolu Çin’i taklit etmekten geçmiyor.
Kendimiz gibi olmaliyiz. Çin, baskalarinin
deneyimlerinden yararlanarak egitimden, sehir plânlamasina kadar her alanda büyük modernlesme
hamleleri yaparak milyonlarca vatandasini yoksulluktan
kurtardi ama hâlâ büyük ve ölümcül olabilecek sorunlarla bogusuyor. Özgürlükler
sinirli, yolsuzluk diz boyu, çevre kirliligi
korkunç boyutlarda. Kisi basina milli geliri (4 bin dolar) ABD’nin onda biri
seviyesinde. Icat edip tasarlamaktansa kopyalayip birlestiren bir ülke olarak taniniyorlar. Inancimiz odur ki, Çin, otoriter bir siyasi
rejimden elde edebileceklerinin yüzde 90’ini elde etmis ve yolun sonuna yaklasmistir. Bilgi ve hizmet
ekonomisini gelistiremezse, kalkinmasini sürdüremez. Bunun
yolu ise siyasetin ve bireylerin özgürlesmesinden
geçiyor. Eger dünya liderliginde iddiali olmak istiyorlarsa, basta siyasi ve ekonomik özgürlükler ve
hukukun üstünlügü prensipleri olmak üzere basarimizin temel faktörlerini benimseyerek, esas onlarin
bizi taklit etmeleri gerekiyor. Çinliler, rejimlerinden kaynaklanan
potansiyellerini neredeyse sonuna kadar kullandilar ama biz, özgür ve
demokratik sistemimizin bahsettigi potansiyel kazanimlarin ancak
yarisini kullanabiliyoruz. Bu bakimdan Çin’in kendine çeki düzen
verebilmesi için ipleri gevsetmesi, bizim ise ayni
amaç için biraz daha sikilastirmaya gitmemiz
gerekiyor.
xxx
Isterseniz bugünlere nasil gelindigini biraz tartisalim.
ABD, Soguk Savasi,
Bati Dünyasinin istedigi biçimde sonlandirdiginda (1989: Dogu
Avrupa’daki komünist rejimlerin çöküsü,
1991: Sovyetler Birligi’nin dagilmasi),
zaferin tadini çikarmaktan ne tür zorluklarla karsilasacagini fark edemedi. Oysa 2. Dünya Savasi sona erdiginde,
sagduyu hâkim olmus, Sovyetler ile iyi iliskiler
kurulabilecegi yanilsamasina düsülmemis,
ihtiyatli davranilarak küresel ölçekli jeopolitik rekabette geriye düsmemek için basta
ekonomi ve teknoloji alanlari olmak üzere yaratici bir toplumsal
seferberlik içinde olunmustur. Çekingen davranmanin bedelinin
totaliter güçler karsisinda bir yenilgi getirecegi bilinci böyle olusmustu. Soguk Savas döneminde çesitli
asirilik ve fiyaskolar yasandi ise de (Vietnam ve Küba Domuzlar
Körfezi çikarmasi gibi) siyasetimizde “daimi ihtiyat” kurali
geçerliydi.
Derken Berlin Duvari bir anda yikiliverdi.
Artik CNN’de eski komünist ülke halklarinin Lenin heykellerini yikmasini huzur
içinde izleyebilirdik. Eskiden oldugu
gibi eller tetikte, sürekli olarak bir seferberlik hâli içinde olmamiz
gerekmiyordu.
Küresellesme
süreci, komünizmin bitisiyle ivme kazandi. Artik 2 milyar insan
bizler gibi yasamak,
McDonalds yemek, araba kullanmak ve
alabildigine tüketmek seklindeki rüyalarini gerçeklestirebilirdi. Yâni, su
an yasamakta oldugumuz
dünyayi kendimiz yaratmistik. “Yeni Amerikalilar”
küresel rekabette bize yetismek, hatta geçmek
için çok çalistilar. Biz ise zaman içerisinde rehavete
kapildik. Bizi motive eden, dis dünyaya
odakli bir ülke olmamizi saglayarak
ulusu birbirine kenetleyen bir rakibimizi kaybetmistik. Sovyetler Birliginin
ABD uzmani bir yetkilisi, Soguk
Savas bittiginde
yaptigi bir konusmada, “Size korkunç bir sey yapacagiz:
Sizi bir düsmandan mahrum birakacagiz” demisti. Dedigi
dogru çikti. Gelismeleri görmezden geliyorduk, kapildigimiz rehavet, bize hiçbir düsmanimizin veremeyecegi
kadar büyük zararlar verdi.
Simdi ana konumuza geldik. Soguk Savasin
bitisi, Amerika’nin önüne dört büyük mesele
çikardi (Büyük Dörtlü):
v Küresellesmeye
nasil ayak uydurulacak?
v Bilgi teknolojisi devrimine nasil uyum saglanacak?
v Devletin yerine getirmesi istenen talepler yüzünden
ortaya çikan bütçe açiklari ile nasil basa çikilacak?
v Enerji tüketiminin ve iklimsel tehditlerin arttigi bir dünyada
nasil çözümler üretilecek?
Japonya, Çin, Hindistan, Güney Kore,
Singapur ve piyasa entegrasyonunu tamamlamis daha
birçok ülkenin ABD için ne denli disli
rakipler oldugunu bir an için kenara koyalim ve tek basina Çin’in küresellesmesiyle birlikte Amerika’daki istihdami nasil bir
baski altina aldigini düsünelim…
Bahsettigimiz
dört meselenin ortak noktasi kolektif bir reaksiyonu gerektirmesidir.
Bunlarin hepsi, tek bir kesimin çabasiyla altindan kalkamayacagi kadar ciddi birer ulusal davadir. Soguk Savas sonrasi olusan yenidünyaya uyum saglayabilmek
için, biyolojideki adaptasyon sürecinde oldugu
gibi onlarca, yüzlerce yil harcayacak kadar vaktimiz yok. Bu uyumu birkaç yil
içinde saglamamiz gerekiyor.
Amerikan ekonomisin büyüme performansi
sayesinde maddi kosullarini iyilestirme arayisindaki çaliskan Amerikalilar, bu amaçlarini yasam süreleri içinde gerçeklestirebilmislerdi.
Devamlilik arz eden büyüme, onlarin çocuklari için de firsatlar
yaratti. Gelecegin, geçmisten
daha iyi olacagina iliskin
inanç yerlesti. Buna Amerikan Rüyasi diyoruz. Bu
rüyanin devami için yukaridaki dört meselenin halli gerekiyor.
2006’da çikan ve ABD’nin 21. Yüzyilda bir
“Dünya Hükümeti” gibi olusundan bahseden kitapta (The Case of
Goliath) belirtildigi gibi, 2. Dünya Savasi ve özellikle Soguk Savasin
bitisinden itibaren ABD, dünya devletlerince
benimsenen birçok hizmetin dogdugu yer oldu. Açikça söylemeseler de dünya liderleri bu
hizmetleri takdir ve teslim ediyorlar. Neredeyse tüm uluslarin bir
parçasi oldugu milletlerarasi kurum ve
uygulamalarin mimari, polisi ve bankasi olan ABD, Asya ve diger bölgelerdeki büyümeyi destekleyen ihraç ürünlerinin
pazaridir. ABD deniz kuvvetleri, ticaret yollarini koruyor, Basra petrolünün
dünyaya ulasmasini sagliyor, tüm imkânlariyla nükleer silahlarin
yayilmasini önlemeye çalisiyor. Bu
yükü sirtlayabilecek baska bir ülke yok. Zayif bir Amerika
demek daha kötü, yoksul ve tehlikeli bir dünya demektir.
Ne yazik ki, siyasi sistemimiz bu rolümüzü
sürdürebilecek iradeyi göstermiyor, halkimiz da liderlerimizden böyle bir
talepte bulunmuyor.
ABD’nin
uyum saglamasi gereken dünya, birçok yönden
(bilim, teknoloji, ekonomi, hukuk) “Made in America” damgasini tasir. Ancak, bu damgayi elde tutmanin yolu, “Büyük
Dörtlü”nün halli konusunda toplum olarak fedakârlikta bulunmamizdan geçiyor.
Özveride bulunulmasi gereken zorluklar,
kolektif aksiyon almayi zorlastirir. Örnegin, daha fazla vergi ödeyip daha az sosyal destege razi olmazsak isin
içinden çikamayiz. Fosil yakitlarin fiyatini yükseltmezsek,
alternatif enerji kaynaklarina yatirim yapamaz, iklim sorununu çözemeyiz. Daha
az tüketip daha fazla tasarruf etmek zorundayiz.
Söz konusu sorunlarin en fena yönlerinden
bazilarini, kriz boyutuna gelmeden önce saptamak çok zor olabiliyor. Pearl
Harbor ya da müthis bir dogal
felâketin olmasi bekleniyor ve soke
olan ulus ancak o zaman harekete geçiyor. Bu sorunlarin hiç fark edilmedigini söylemek haksizlik olur ama son birkaç yilda
Amerika’nin dikkati, geçmis 80 yilin en büyük
krizinin ortaya çikmasiyla birlikte dagildi.
2007-2009 döneminde Amerikan hane halkinin kaybi yaklasik 10 trilyon dolar oldu. Dogru politikalarla bu meselelerin üstesinden
gelebiliriz. Ama ön kosul, bu meselelerin varligini kabul etmektir ki bu konuda çok agir davrandigimiz
açiktir.
xxx
Yaklasik
225 yildir Amerikan siyasi ve ekonomik hayatinin temelinde ayni anayasa var.
Bunu hazirlayanlar, büyük tartismalar sonucu
ortaya çikan metnin, ülkenin gelecegini
teminat altina almakta yetersiz kalacagini biliyorlardi.
Bu yüzden, kurulusumuzdan beri sürekli güncellenen bir dizi
uygulamaya sahibiz ve buna “Amerikan Formülü” diyoruz. Ne var ki son 20 yilda
formül her yönden erozyona ugrarken buna seyirci
kaldik. Formül özellikle de bugün tehlikede çünkü Amerika,
devletin astronomik düzeylere çikan açiklarini kapatabilmek
için önümüzdeki yillarda kamu harcamalarini kismak zorunda kalacak. Bu da
kendini kanitlamis formülümüze daha az önem
verilmesine yol açacak ve bundan zarar görecegiz.
Tarihimize bakarsak durumu daha iyi anlayabiliriz.
Amerika’nin basari formülü bes bacaktan
olusur:
v Daha fazla Amerikaliya devlet eliyle egitim verilmesi.
v Alt yapinin insasi ve
sürekli olarak modernize edilmesi.
v Amerikan toplumuna bilim, sanat, spor, teknoloji ve
sair alanlarda dinamizm getiren göçmenlere kapilarin açik tutulmasi.
v Temel Ar Ge faaliyetlerine devletin destek olmasi.
v Özel ekonomik faaliyetlerin gerekli düzenlemelerle
kontrol altinda tutulmasi.
Simdilerde, yukarida deginilen bes bacagin hepsinde fahis aksamalar
meydana geliyor. Bu yüzden tarihimize bakmanizi ve söz konusu prensipler
sayesinde liderlige nasil yükseldigimizin örneklerini gözünüzün önüne
getirmenizi öneriyoruz.
Ülke
ekonomisinin, Warren Buffet, Bill Gates, Steve Jobs gibi risk karsisinda cesur davranabilen girisimciler olmasaydi bugünkü konumuna
gelemeyecegini teslim ediyoruz ancak bunun bir
kamu/özel sektör ortakligi ile gerçeklesebildigini, kamu bacaginin olmamasi halinde basarinin mümkün olamayacagini da
biliyoruz. Kaygiya kapildigimiz nokta iste burasi.
Soguk
Savas, tam da iki ana trendin, yani küresellesme ve IT devriminin birlestigi dönemde sona erdi. Bu
denem rehavete dalma degil tam aksine gaza basma dönemiydi. Yazik
ki siyasetimiz adeta geri vitese takmis durumda.
Kutuplasma had safhada. Bir partinin ak dedigine digeri kara diyor.
Enerjimizi bosa harciyor ve cesur adimlar atamamak
yüzünden uluslararasi rekabette geriliyoruz.
Bill Gates sunu soruyor: “Peki ama biz ilk basta liderligi
nasil elde etmistik?”. Cevabini da kendisi veriyor: “
Çünkü biz baskalarindan daha fazla sayida insani egittik ve daha fazla parlak beyni ülkemize çektik. Daha
iyi bir alt yapi insa ettik. Simdi tekrar kollari sivayip isimize yarayan kaynaklari yenilemeliyiz”.
Simdi yüz yüze geldigimiz meseleler savas ve
Soguk Savas dönemlerinde
sergiledigimiz türden bir seferberlik
gerektiriyor. Su aralar kimse hatirlamiyor olabilir ama
2. Dünya Savasi sirasinda devlet/bilim/özel sektör
ve halk dayanismasiyla atom bombasinin gelistirildigini
unutmamak gerekir. Keza 1957 yilinda Ruslar Sputnik uydusunu yörüngeye oturttugunda, geri kalmak korkusuyla uzay bilimlerinde ne
denli büyük hamleler yaptigimizi da…
Günü kurtaran güncellemelerle vaziyeti
idare etme dönemi bitti. Gelecege dönük düzenlemeleri ve
yatirimlari ertelemeye devam edersek, Amerikan Rüyasini yasatmakta ihtiyaç duyulacak araçlari bir sonraki
nesilden esirgemis oluruz.
2. KISIM
EGITIM MESELESI
21. yüzyila geçiste ortaya çikan küresellesme ve IT devrimi, bütün isleri, sektörleri ve hiyerarsik düzeni degistiriyor. Bir gecede yeni pazarlar, yeni ekonomik ve
siyasi gerçeklikler ortaya çikariyor. Iyi
bir is yerinde, kalici olarak çalisabilmek için gereken becerilerin düzeyi ile birlikte
ayni ise talip olanlarin arasindaki rekabet de
artiyor. Dünya sakinleri dijital aglarla
birbirine baglaniyor, diktatörler güç kaybediyor,
gerçek kisiler ve küçük gruplar daha güçlü hale
geliyorlar. Sinirlar önemini yitiriyor, üretici sirketin ticaret sicil kaydinin bulundugu ülke ile üretimin fiilen yapildigi ülke birbirinden çok
farkli olabiliyor. Apple, daha çok yakin bir zamana
kadar, ürünlerinin Amerika’da üretilmesiyle övünüyordu. Bugün ayni
ürünlerin çok azi Amerika’da yapiliyor. Konuyla ilgili olarak Obama’nin bir
toplanti sirasinda sordugu “Bunlari üretme isini gene kendi ülkemizde yapamaz miyiz?” sorusuna
Steve Jobs’un verdigi cevap düsündürücüdür;
“Bu isler Amerika’ya geri gelmeyecek” demisti. Sonra konuyu açti:
Mesele Amerika disindaki is gücünün
daha ucuz olmasinda ibaret degil. Yabanci isçilerin, esneklik, çaliskanlik ve sinai becerilerinin, Amerika’daki
emsallerini fersah fersah geçtigini gözlemliyoruz. “Made
in America” etiketini koymak bir çok Apple ürünü için bir arti degil artik. Bir örnek: Çok popüler bir
Apple ürününün ekrani, taklit korkusuyla son dakikada tasarlanmis ve üretim için Çin’deki fabrikaya
(Foxconn) verilmisti. Degisiklikler, montaj hattinin revizyondan geçirilmesini
gerektiriyordu. Yeni ekranlar fabrikaya gece yarisi geldi. Ustabasi, yatakhanelerde uyumakta olan 8000 isçiyi o saatte uyandirip isbasi yaptirdi. Fabrika
96 saat içinde montaj hattini tüm degisikliklere uyum saglayacak
hale getirdi ve günde 10.000 iPhone üretecek kapasiteye ulasti. Günümüzün Amerika’si böyle bir hiz ve esneklikle
bas edemez.
Düsük ücretli
ve düsük yetenekteki isçilere alismistik ama düsük ücretli
ve yüksek yetenekli isçiler, yeni ve bambaska bir sey,
buna uyum saglamak zorundayiz. Siradan isler artik çalisana
para kazandirmaz oldu. Tek çare ileri üretime geçmek. Bu da bir lise
diplomasindan fazlasini gerektiriyor.
Amerika’nin tarima uygun çok genis arazileri var. Baska ülkelerde
olmadigi kadar çok liman sehrine sahip. Muazzam dogal
kaynaklarin üzerinde oturuyor ama tüm bunlar su dönemde GSYIH’mizi
artirmaya yaramiyor.
Ülkemiz, 2. Dünya Savasinda sanayi altyapisi zarar görmeden çikan
tek büyük ekonomili ülke idi. Soguk
Savas yillarinda, bu altyapinin da
yardimiyla yükselen yasam standartlarimiz tesadüfi bir basarinin sonucu olmayip gerçek inovasyon, gerçek egitim, gerçek Ar Ge, gerçek sektörler, gerçek pazarlar
ve gerçek büyüme temeline dayaniyordu. Küresellesme
ve IT devrimi, rakiplerin arayi kapatmasina yaradi. Bundan sonra
yapacaklarimizla, kendi yarattigimiz dünyanin magruru da olabiliriz, magduru
da. Bu tamamen degisimlere
verecegimiz tepkilere bagli.
xxx
Küresellesme
ve IT devriminin birbirinin içine geçerek birbirini beslemesi sayesinde, cografi ve siyasi sinirlarin önemini yitirmesi ve
daha fazla kisi ve kurulusun
her alanda, çok az bir bedelle rekabet edip isbirligi yapabilme haline
“Dünyanin Düzlesmesi” diyoruz. Dünyada 6 milyar cep
telefonu bulunuyor ve dünya nüfusunun dörtte biri interneti kullaniyor. Artik
Boeing sirketi için 777 yolcu uçaginin yapiminda, Moskovali tasarimcilar, Çinli
kanat üreticileri ve Wichita’li elektronik parça imalatçilari ile çalismak siradanlasti. Üstelik
yakin geçmiste uygulamaya giren Bulut teknolojisi
sayesinde tüm bu faaliyetler, birbirlerine bagli sunucu çiftlikleri üzerinde çalisan bir dizi bilgisayar yazilimi ile destekleniyor
ve her çesit veri, bilgi ve yazilim Bulutta
depolanabiliyor. Bulut kurumsal uygulamalara da açik ve bilgisayar temelli islerin tamami, bir baskasina
ait donanim üzerinde güvenli bir biçimde dertsiz, tasasiz yapilabiliyor.
Baska bir ifade ile küçük bir ücret karsiliginda, muazzam bir
bilgisayar altyapisini ister saatlik, ister daha uzun süreli olarak
kiralayabiliyor, bu ise yatirim yapmak zorunda kalmadan
kaynaklarinizi baska isleriniz
için kullanabiliyorsunuz. Böylece nerdeyse herkes, istediginde Google’in sahip oldugu bilgi
islem gücüne sahip olabiliyor. Dünyamiz
artik hiper baglantili dümdüz bir gezegen. Bir seyleri “yerel” tutmak artik imkânsiz (Arap baharinin
bir anda yayginlasmasini hatirlayiniz).
Degisim, siyasetten ticarete, egitimden is dünyasina
birçok bakimdan herkesi oldugu kadar Amerikan
halkini da etkileyecek. Herkes bu yeni araçlari kendi avantajina
kullanmanin yolunu ögrenmek zorunda, aksi halde silinecekler.
Bu yargiya nasil mi vardik? Örnek: Bir yakinimizin vefati nedeniyle
Galler’deydik. Mezar tasi ustasina, bu ücra yerde
küresellesmeden etkilenmeyen bir is dalinda çalismasinin
sevindirici olmasi gerektigini söyleyecek oldum. “Saka ediyorsunuz herhalde” dedi. “Internete girip tasimi Hindistan’dan
getirtmeseydim, kepenkleri çoktan kapatmistim!”
diye açikladi. Artik küresellesmeden etkilenmeyen
hiçbir is kolu kalmadigini rahatça söyleyebilirdik.
Tüm sirket
idarecileri bu nedenle her gün dünyayi didik didik edip yetenekli insan
kaynaklarina, avantajli fiyatlara ulasmaya,
maliyetlerini asagiya çekip
kendilerine yeni pazarlar açmaya çalisiyorlar.
“General Motors devam ettigi sürece Amerika da
devam eder” denir. Bu artik geçerli degil.
Hiper baglantili düz dünyada, tek bir kasabada
10 bin kisilik istidam yaratan fabrikalar devri
hizla kapaniyor.
Küçük bir örnek daha: Piriltili bir fikir,
akla hayale gelmedik yeni is alanlari yaratabiliyor.
Hindistan çok büyük bir ülke ve banka subeleri
pek yaygin degil. Büyük sehirlerde çalisan
insanlar, tasradaki ailelerine para göndermekte büyük
gecikmeler ve zorluklarla karsilasiyorlar. Bunu tespit eden bir girisimci, ücra yerlesim
birimlerindeki bakkallari devreye sokuyor. Bankalarla baglantili olarak cep telefonlari üzerinden
yapilan bir uygulama sayesinde bu bakkallarin hepsi simdi birer küçük banka subesi! Isleme
aracilik eden bakkallar ve uygulamanin telifine sahip girisimci, alinan küçük küçük komisyonlar yoluyla ihya olmus vaziyetteler. Büyük sehirden para beklemek sikintisi yasayan aileler mutlu. Sistem açilisindan 18 ay sonra 180 bin kullaniciya ulasti, günde 7 bini askin
islem yapiliyor.
IBM’in Kurumsal Strateji Baskan Yardimcisi J. Cawley, yasanan akil almaz teknolojik gelismelerin, gündelik hayatin bir parçasi haline
geldiginde (ki büyük bir hizla geliyor) artik siradanlasacagini ve elde avantaj
olarak sadece insan kalacagini öngörüyor. “Egitim sisteminiz iyi mi? Isçilerinizi dogru
dürüst egitiyor musunuz? Elemanlariniz bu platforma
yaraticiliklarini, hayal güçlerini yansitabiliyor mu? Hukuk sisteminiz ne kadar
adil? Ulusal yönetisiminiz ne kadar basarili? Mevzuat, patent ve vergi sistemleriniz ne kadar
akilli? Asil farki bunlar yaratacak, teknoloji ise zaten herkesin elinde
olacak” diyor.
xxx
Simdi Amerika’ya geri dönelim. Üzerinde yasadigimiz hiper baglantili düz dünyada, sirketler, daha az isçi
ve parayla daha çok mal ve hizmet üretmeye mecbur kaliyor. Krize ragmen, Amerika’da üretkenligin ve sirket
kârlarinin artmasi, buna paralel olarak issizlik
oranlarinin yükselmesi iste bu nedenle ortaya çikiyor. IT
devrimi yüzünden ABD’de milyonlarca mavi yakali imalât isi geri gelmemek üzere yok oldu. Bu isleri robotlar yapiyor artik. Ama bu modern araçlari çalistiracak
olanlarin, basta matematik alani olmak üzere
birçok alanda çok daha egitimli
olmalari gerekiyor. Sakayla karisik deniyor ki, yakin bir gelecekte modern bir tekstil
fabrikasinin sadece iki çalisani olacak; bir
adam ve bir köpek! Adamin isi köpegi beslemek, köpegin
isi de insanlari makinelerden uzak
tutmak olacak.
Kisa süre önce yasanan konut ve kredi balonu sayesinde Amerikan
ekonomisi, düsük vasifli isçi istihdamindaki ürkütücü gerilemeyi gözleyebildi.
Balonlar patladiginda bu tip çalisanlar ne yazik ki kapi disari edildiler. Bugün isgücü piyasasinda yeni ve yapisal bir sorun
bulunmakta. Bu sorunla bas edebilmenin tek yolu ise daha fazla
egitim veinovasyondan geçmektedir.Günümüzde isgücü piyasasi üç bölümden olusuyor:
v Ilk bölümde rutin olmayan ve yüksek beceri isteyen isler var. Bu isler
bir algoritma seklinde ifade edilemediklerinden robotlar
ve bilgisayarlar tarafindan yapilamiyor. Kritik düsünce, ve mantik yürütme, soyut analitik beceriler,
hayal gücü, muhakeme, yaraticilik ve genellikle de matematige hakim olmayi gerektiriyor (Mühendisler,
bilgisayar programcilari, tasarimcilar, finansçilar, borsacilar, üst düzey
yöneticiler, sanatçilar, doktorlar, yemek sefleri,
gazeteciler, vs). Bu tür insanlar, küresellesme
ve IT devriminden zarar gören degil,
yarar saglayan kesimdedir.
v Ikinci kategoride, rutin nitelikte ve orta düzeyde
beceri gerektiren isler yer aliyor. Banka ve sair is yerlerindeki hesap kitap isleri, rutin satis arastirmalari gibi. Bu hizmetler de dijitallestirilmeye ya da internet araciligi ile emegin
daha ucuz oldugu isyeri
disindaki yerlerden alinmaya baslandi (Artik röntgen filmleri, saglik tahlil ve tarama sonuçlari dijitallestirilip, fiber optik kablolarla Hindistan’a
aktariliyor ve oradaki görece daha düsük
radyologlar ve uzmanlar tarafindan analiz edilip Amerika’daki doktorlara rapor
edilebiliyor). Bu kategorideki istihdam sürekli gerilemekte.
v Üçüncü grupta, rutin olmayan, düsük beceri gerektiren veya manuel olarak
yapilmasi gereken isler yer aliyor. Kuaförlerin, garson, soför, masör, hizmetçi, polis, itfaiyeci ve
benzerlerinin isleri robot veya makinalar tarafindan
yapilamaz. Bu isleri Çin veya Hindistan’daki birine
de yaptiramazsiniz çünkü yerinde yapilmalari gerekir. Bu tip isler hep var olacak ama sayisi ve kazanci, yerel
arz-talep durumuna göre sekillenecek.
Gelelim bu isleri
yapacak olanlarin niteliklerine:
v Yaraticilar: Rutin olmayan bir isi, asla rutinlige
sapmadan yapanlar; en iyi avukatlar, doktor, sanatçi, bilim insani, sporcular
ve benzerleri bu kategoride.
v Rutin Yaraticilar: Rutin olmayan isleri rutin bir sekilde
yapanlardir. Yukarida sayilan isleri vasat bir biçimde
yaparlar.
v Yaratici Sunucular: Bunlar rutin olmayan ama fazla da
bir beceri gerektirmeyen isleri, heyecan ve coskuyla yaparlar. Bu kisi, özel
bir gününüzü kutlamakta oldugunuzu
bir biçimde ögrenmis bir
garson ise, güzel bir yemegin sonunda sundugu kahvenin yanina bir gonca gül ile minik
bir çikolata parçasi koyar mesela…
Kapinin disina
ilk konacaklarin kimler olacagini siz tahmin
edin...
Neredeyse kimsenin isinin garanti olmadigi bu çetin
dünyada bir yerlere gelebilmek, ancak iyi bir egitimden
güç alan yaraticilikla mümkün olabilecek. Iste bu yüzden egitim
sistemimizin de acilen bu amaç dogrultusunda
yenilenmesi gerekiyor.
xxx
Isverenin aradigi eleman tipi söyle
tarif ediliyor: Kritik düsünme becerisine sahip, rutin olmayan karmasik islerin altindan
kalkabilecek, ofislerindeki veya dünyanin baska
yerlerindeki ekiplerle isbirligi
içinde çalisabilecek insanlar. Bu insanlar açik görüslü olmali, sürekli olarak ögrenme arzusu göstermeli ve statükoya meydan
okuyabilmeli. Otomasyona baglanmamis basit islerin
artik kalmadigi bir dünyada, her iki üç yilda bir
yüzlerce is kolu hurdaya atiliyor. Asil mesele,
isinizin hurdaya çikmasindan sonra, bir
sonraki ise geçebilme donanimina sahip olup olmadiginiz. Çünkü degil
iseniz, o isi bir baskasi yapacak!
Teknoloji bazli bir isletmenin sahibi, servis elemanlarinin büyük bir
bölümünün Hindistan’da oldugunu ama teknoloji
platformunun ABD’deki sunucular üzerinde çalistigini, dolayisiyla en iyi uzmanlarin da simdilik burada oldugunu
belirtiyor ama uyariyor: Bütün fabrikalari Amerika’da tutamayacagimiz çok açik. Özellikle ileri imalât
sektöründeki fabrikalarin ülke disina
kaçmasi, gelecegin istihdamini olumsuz etkiler. Ileri imalât sektörü ve onun arkasindaki
mühendislik gücü iyiden iyiye Hindistan ve Çin’e kaçarsa, yeni Google
veya Facebook’larin da oralardan çikmasi kaçinilmaz olur.
xxx
Küresellesme
ve IT devrimiyle hiper baglantili dümdüz bir gezegene dönüsen dünyanin degisen sartlarina
uyum saglayici bir egitim tarzi Amerikan silahli kuvvetleri (Yesil Yakalilar) için de bir gereklilik. Kara
kuvvetlerinin egitiminden sorumlu Orgeneral Dempsey, tek
bir merkezden yönetilmeyen, daginik hücreler halinde
hareket eden, sebeke yapisina sahip kartellesmis tehditler karsisinda bölgesel düzeyde yürütülen yeni savas türünde askerlerin basarili olabilmesi için kendilerine yari özerk
biçimde hareket etme yetki ve sorumlulugu
verildigini söylüyor. Ne var ki bu sorumlulugu verirken onlarin egitim seklinin degistirilmedigine
dikkat çekiyor. Teknolojinin de, düsmanin
o teknolojiyi kullanma biçiminin de sürekli olarak degistigini hatirlatarak “Elektronik zimbirtilar yardimiyla sagda solda patlatilan bombalarla ugrasmayi elbette
sürdürecegiz ama esas amacimiz,
silahli kuvvetlerimizde, gelecege
uyum saglayabilecek, bize daha elverisli sartlar
sunan bir gelecegi yaratabilecek, inovasyonu kalici biçimde
basarabilen liderler yetistirmek olmali. Bununla beraber klasik bir degere; “Güven”e de dikkat çekiyor: “Meslegimiz açisinda en büyük deger güvendir. Yeni katilan askerlerle ilgili olarak tek
bir sey yapabilecek olsaydik, silah arkadaslarina, emir-komuta zincirine ve uluslarina güven
duymayi asilardik. Çünkü yaraticiligin önkosulu da güvendir. Söylediklerinizin dikkate alinmayacagini düsündügünüzde asla yaratici olamazsiniz.”
xxx
Bir sektör temsilcisinin mavi yakali
Amerikalilar için yaptigi bir öneriyi de dile getirelim.
DuPont firmasi 208 yildir birçok seyi
“iyi” yaptigi için hâlâ ayakta. O
kadar çok sey üretiyor ki, internet sitelerine
girip, “Ürün ve Hizmetler” sekmesine tikladiginizda
önünüze direkt alfabe geliyor. J, Q, ve X harfleri hariç hangi harfe basarsaniz
basin, DuPont tarafindan üretilen bir ürünle karsilasiyorsunuz. Firmanin çalistirdigi mavi
yakali isçi sayisina bakarsaniz, bu tip bir isletme için gerekli eleman tarifini Dupont’un CEO’lugunu yapan Ellen Kullman’dan almak uygun olur saniriz.
Kullman, çalisanlarindan ne bekledigini tek kelimeyle özetledi: “Mevcudiyet”, sonra
açti; “Mekanik isler öldü, onlari makinalar
yapiyor. Bize aklini kullanan, iletisim
kurup isbirligi
yapabilen insanlar lâzim. ‘Kaçta gelip, kaçta gidecegim’ demeyecekler. Sadece kalabalik yapmayip
kendilerinden bir seyler katmali ve mevcudiyetlerini göstermeliler.”
DuPont ucuz isgücüyle faaliyetlerini yürüten bir sirket degil.
Her yil fabrika ve ekipmanlarina büyük yatirim yapiyor ve bu makinalari 7/24
çalistirmak zorunda. Her makine grubunun sirkete ne kazandirdigi,
aksadiginda ne kaybettirdigi devamli olarak ölçülüyor.
Dolayisiyla, çalisanlarinin egitimli
olmasi çok önemli. Lise diplomasi artik yetmiyor. Eleman
alinirken öncelikle 2 kritere bakiliyor: Devlete ait bir yüksekokulun ya da
meslek okulunun diplomasi, baska sirketlerde veya silahli kuvvetlerde deneyim
kazanmis olmasi. Adaylar bu 2 kriterden en az
birine sahip olmalilar. Bölgelerindeki yüksekokullarla isbirligi yaparak
ihtiyaç duyulan egitimlerin verilmesine destek oluyorlar.
xxx
Freelancer.com sitesi, dünyanin herhangi
bir yerinde, bir ürün veya hizmet arayanla, bunlari temin edebilenleri bulusturan bir platform. Web sitesi tasarimi, ödev
yazimi gibi klâsik islerin çok ötesine varan bir
kapsam söz konusu. Site sahibi kurulusun
gelir kaynagi, isi
alan ve verenden tahsil ettigi komisyonlar. Burasi
resmen yeniçagin “Eleman Araniyor” forumu. An itibariyle
(2010) 2,8 milyon ilân yayinda. Bu forumdan edinilen izlenimler gösteriyor ki,
sistemin alt kademesinde yer alan elemanlarin önemi giderek artiyor.
“Inovasyon
sadece yukardan asagiya
dogru degil.
Bunlar kof çikabiliyor. Asagidan
yukariya inovasyon daha karmasik ama daha zekice. Bu
nedenle inovasyonun merkezi, yavas yavas asagiya kayiyor.” Bu saptama egitimden yesil
enerjiye ve ulusal güvenlige kadar birçok alanda
inovasyon hizmeti sunan SRI International’in CEO’su C. Carlson tarafindan
yapildigindan onun adiyla aniliyir: Carlson
Yasasi.
Isçileri inovasyonun bir parçasi haline
getirmek istiyorsak Amerika’nin yüksek seviye üretim faaliyetlerini ülke içinde
tutmak yasamsal önemde. Inovasyon, tuvalette
otururken akla geliveren bir fikirden ibaret degil.
Oradan da fikirler çikabiliyor ama çogu
ve daha önemlileri üretim
hattinda bizzat çalisanlarin deneyimlerinden,
ihtiyaçlardan çikiyor. Icatlarin
anasi ihtiyaçlardir. Hiper baglantili bir
dünyada bir sey yapilabilecekse, o sey mutlaka yapilir. Soru su olmalidir: Bunu ben mi yapacagim, rakipler mi? iPhone gibi çigir açan bir ürün, aninda rakibini yaratir
(Android). Hiza yetisemeyen rekabetten düser.
Artik büyükbabalarin çalistigi isgücü piyasasi yok. Yapilan isin niteliginden
bagimsiz olarak emegini arz edenlerin “Yaratici” veya “Yaratici Sunucu”
kategorilerine girmeleri gerekiyor. Bunun için de egitim kuruluslari,
verilen isi iyi yapan bireyler degil, ona bir seyler
katan bireyler yetistirmeliler. Çünkü “iyi” bile
yetmez oldu, “vasat” ise çoktan mazide kaldi.
xxx
Geçmiste
oldugu gibi bugün de basari, Amerika’nin ekonomik gücüne bagli ama ulusal güvenligimiz geçmiste
hiç olmadigi kadar egitim sistemimizin kalitesiyle ilgili. Küresellesme ve IT devrimi, Amerikan okullarindaki matematik,
fen, okuma ve yaraticilik seviyesinin yükseltilmesini, ekonomik kalkinmanin
aslî kosulu olarak isin
odagina yerlestirdi.
Yetenek, yeni petrolümüzdür ve petrolde oldugu
gibi yetenekte de talep, arzin çok üzerindedir. Ne yazik ki, hâlâ egitimi ulusal kalkinma ve güvenlige yönelik bir yatirim olarak görmüyor ve bu gerçege uyum saglayamiyoruz.
Halk da bunun farkinda degil, durumun düzeltilmesi anlaminda
siyasetçilere baski yapmiyor. Oysa Singapur egitim meselesini, ülkenin ekonomik plânlamasinda
bir numarali stratejik madde olarak basa
koymus vaziyette. 25-34 yas grubunda olup bir yüksekögrenim kurumunu bitirmis olanlarin
nüfusa orani itibariyle ABD 1990 yilinda dünya birincisi iken, bugün
onuncu sirada ve gittikçe geriliyor.
Ülkemizin bir baska sikintisi da siyahî Amerikalilar, Ispanyol asillilar ve diger
azinlik gruplarina mensup ögrencilerin beyazlarla
arasindaki uçurum. Yani sira, beyazlarin standart okuma-yazma ve matematik
sinavlarinda aldiklari ortalama notlar arasindaki büyük farklar. McKinsey
tarafindan 2009 yilinda yayinlanan, “Egitimin
Ekonomiye Yansimalari” adli raporda durum söyle özetleniyor:
Amerikali ögrenciler, saat ücreti 40-50 dolar olan isler için degil,
12 dolar olan isler için hazirlandiklarindan habersizler!
Egitilenler
kadar egitmenlerin de durumu vahim. Iyi bir egitimden
geçmemisler, heyecanlari yok ve üstelik sistem de
onlari iyi birer ögretmen olma yolunda atesleyemiyor.
Zirveye giden yollari çesitlendirmemiz sart.
Bu ülkede açilan is olanaklarinin büyük bölümü dört
yillik üniversite diplomasindan ziyade çok kaliteli bir mesleki egitim almis olmayi gerektiriyor.
Egitim kalitesi ve seviyesini yükseltmek
için en dogru politikalarin neler oldugunu isin uzmanlarina birakalim
ama lise ve sonrasi egitimde ve isgücü piyasasinda basarili olacak
daha fazla ögrencinin nasil yetistirilebilecegi
konusundaki gereklilikleri burada belirtelim:
v Daha iyi ögretmen
ve okul yöneticileri.
v Çocuklarin basarili olmasini onlardan
isteyen ve bu konuda çaba sarf eden veliler.
v Egitim
standartlarini yukariya çekmeye adanmis politikacilar.
v Çocuklari o okullara gitmese bile semtlerindeki
okullara yatirim yapmaya hazir komsular
(Civarda iyi okullar bulunmasi, evlerinin degerini
de arttirir üstelik. Gayri menkul pazarlamasi yapan Amerikan sirketlerinin, Amerika’ya göç etme düsüncesindeki Hintli aileleri hedef alarak, Hint gazetelerine
ilân verdiklerini ve ilâna konu olan evin yakinlarinda iyi okullar bulundugu hususunu öne çikardiklarini not
etmeden geçmeyelim).
vBulunduklari çevredeki okullarda egitim standartlarini yükseltmeye azmetmis sirket yöneticileri ve
tabii;
v Okula, cepten mesaj atmak için degil, bir seyler ögrenmek maksadiyla gelen ögrenciler.
Günümüzün bir gerçegi olarak ortaya çikan acimasiz
uluslararasi rekabet ve yaris ortaminda,
Amerikali gençlerin egitimi amaciyla onlara fazla yüklenmenin
stres yaratacagini düsünenlerdenseniz,
size su kadarini söyleyelim; stres dediginiz sey, üniversiteyi
bitirip de ilk girdiginiz ve size sunulan tek iste çalisirken, Çinli
patronunuzun agir aksanli konusmasini anlayamadiginizda
yasadiginiz
duygudur.
xxx
Bir ise
basvurdugunuzda
isvereninizin, sizi degerlendirirken kendine su sorulari soracagindan süpheniz olmasin: Bu kisi
her gün, her saat, isine Hindistan’daki bir isçiden, bir robottan veya bir bilgisayardan daha fazla
deger katabilir mi? Kendi isini yapmakla yetinmeyip isini yeni bastan
icat ederek, sirketimin yeni sartlara uyum saglamasina
yardimci olabilir mi? Bu yolla küresel pazarlara daha fazla açilmamda
katkida bulunabilir mi? Bunlari soracak çünkü, bu dünyada vasatlik
diye bir sey kalmadi, isinize kattiginiz
ekstra her sey, ne olursa olsun (yeni bir ürün icadi,
eski bir isi bastan
tasarlamak, rutin islere ince ayar çekip mükemmellestirmek) sizi “yaratici” veya “yaratici sunucu” yapar.
Böylece isinizin taseron
kullanimi, otomasyon veya dijital yöntemlerle elinizden alinma tehlikesinden
kurtulursunuz.
Herkesin ekstrasi farkli olabilir,
olmalidir da. Bazilari sirket sahibi olarak
refaha ulasmak ister ama düsündügü ölçekteki bir is için yeterli sermayesi yoktur. Parlak bir fikir,
ekstra hayal gücü ve yaraticilikla, hiper baglantili bu
dünyada hayaller düsünüldügünden
de yakin olabilir. Tayvan’daki bir sirkete
tasarim yaptirabilir, Çinli Alibaba’ya basvurup
hesabiniza gelen fabrikadan, süre bazinda kapasite satin alabilir (fasoncu),
pazarlamanizi Amazon’un bulut teknolojisi üzerinden gerçeklestirebilir, defterlerinizi Craigslist’ten bulacaginiz bir muhasebeciye tutturabilirsiniz. Logonuzu da
Freelancer.com üzerinden tespit edeceginiz
birine yaptirdiniz mi artik bir fabrikatörsünüz!
Uzun yillardir Amerikan ekonomisinde üretkenligi artirmak hedefiyle, mavi ve beyaz yakali isleri koruma hedefi arasinda büyük bir mücadele yasaniyor. Kaybedilen isleri
telafi etmenin yolu, yeni isler yaratmak veya eski islere arti deger
katmaktan geçer. Çinlilerin büyümek maksadiyla, halkina zengin ülkelerde
yapilan isleri ögretmesi
bugün için yetiyor. Oysa bizim büyümemiz için, iyi bir egitim
saglayarak insanlarimiza henüz icat edilmemis isleri ögretmemiz gerekiyor. Gelisemezsek
küçülür, ilerleyemezsek gerileriz. Iyi
egitim bunun için yasamsal önem tasir. Iyi egitim, saygin bir düsünür tarafindan söyle
tarif edilmis: Elestirel
düsünce, etkili sözlü ve
yazili iletisim ve isbirligini ögreten
egitim, iyi bir egitimdir. Gençlerin, beyinlerini kullanmalarini saglayacak bir yol bulup bunu kisisel ilgi alanlarina giren seyleri kesfetmelerini
saglayacak yolla birlestirmek ise mükemmel bir egitim kombinasyonudur.
“Etrafimda hosuma gitmeyen seyleri
görünce aklima gelen ilk düsünce onlari nasil
düzeltebilecegim oluyor. Baskalarindan daha yetenekli degilim ama cesaretim var ve girisimde bulunabiliyorum.” Bunlari söyleyen Bill Gross. Bu
adam bir “startup” üreticisi. Yaratim sürecini ögretmenin
en önemli asamasinin, insanlara basarisizlik korkularini yenmelerini becertebilmek
oldugunu savunuyor. Peki ama bunu ona
kim ögretti? Basarisizlik!
Son yirmi yilda yüzden fazla startup kurmus.
Kirki batmis, onlarin her birinden bir seyler ögrenmis ve altmis sirketin basarisini da
buna borçluymus.
Ülkede, ögrencilere
“ekstrasini ve yaraticiligini” isin
içine katmayi ögreten okullarin ender de olsa varligini görmek cesaret verici. Bunlardan biri San
Francisco yakinlarindaki 43 yillik özel bir kurulus olan Nueva School. Her çesit alet ve makinayla donatilmis atölyeleri var, yaraticiligi gelistirmeyi
hedefliyorlar. Ögrenciler, ögretmenlerine güven duymayi ve bu özgüvenle
risk almayi ögreniyorlar. Müdürün ifadesiyle de
en önemlisi; “Tamam, peki ama…” demesini ögreniyorlar.
xxx
Sirketinin sundugu hizmet ve yazilimlarla, en az 100 bin isi öldürmekle övünen bir yöneticinin
pazarlama mantigi çok net: Daha az çalisanla, daha istikrarli üretim. Kendisine
sürdürülebilir isin ne oldugu
soruldugunda , “Sürdürülebilir is, öldüremeyecegim
istir” diyor. Yaratici insanlari
öldüremeyecegini, bunlari devre disi birakacak hiçbir üretkenlik çözümü veya
dis kaynak kullanimi stratejisine
sahip olmadigini belirtiyor.
3. KISIM
MATEMATIK
VE FIZIGE
KARSI AÇILAN SAVAS
ABD’nin derdi, küresellesme ve IT devrimini küçümseyip egitim sistemini gerektigi sekilde gelistirememekten
ibaret olsaydi bile gelecek zor olurdu. Ama bu çok önemli
sorunumuzla kafa kafaya giden iki büyük meselemiz daha var. Biri bütçe
açiklari, digeri ise enerji ve iklim arasindaki iliski.
Devletin
gelir hanesindeki her kurusu, geleneksel refah formülümüzü gelistirip ilerletmek amaciyla dikkatli bir biçimde
kullanmamiz gerekirken tam tersini yapip alabildigine
borçlandik. 2000-2010 yillari arasindaki borçlanma Amerikan tarihinde görülmemistir.
Kendi ellerimizle düzlestirdigimiz dünya bize sadece 2
milyar rakip yaratmakla kalmadi, Amerikali gibi yasamak arzusuyla yanip tutusan 2 milyar yeni tüketiciyi de beraberinde getirdi. Bu
da enerji talebini arttirdi ve iklim düzeni etkilenmeye basladi. Ucuz, temiz ve yenilenebilir enerji ihtiyaci
ortaya çikti. Çin bu gelismeleri iyi gördü ve nükleer
enerjiyle, rüzgâr ve günes enerjisi yatirimlarini iyice
arttirdi. Amerika ürkek kaldi ve bu konuda yeterli
yatirimlari ve yenilemeleri yapmadi. Üstelik böyle bir meselenin
varligini dahi inkâr eden yetkili ve etkili
kesimlerle karsilasti.
ABD, 21. Yüzyilin ilk on yilinda, kendi yarattigi bu
fantastik dünyayi beslemek için özümsenmesi gerekli olan matematik ve
fizik gerçekliklere savas açmis durumda.
Aslinda bu besleme isini yabancilar yapiyor; Çin bize
borç vermekteki istekliligi ile S. Arabistan da
verdigi petrol ve petro-dolarla… Tabiat ana da
belli bir tolerans gösteriyor ve fazla üzerimize gelmiyor ama artik yolun
sonuna gelindi.
Eger
kudretimizi muhafaza ederek, dünyanin bizden bekledigi istikrar unsuru, örnek ülke rolün e devam
edeceksek, bunu sürdürülebilir ekonomik büyümeyle saglayacagiz.
Harcamalarimizi kisip gelirlerimizi (vergi) yükseltmeli ve kaynaklarimizla
basari formülümüze yatirim yapmaliyiz.
Aksi matematigin inkâri olur.
Tabiat ananin bizi agir biçimde cezalandirmasini istemiyorsak, enerji
verimliligimizi ciddi biçimde arttirmali, temiz
enerji arastirmalarina daha fazla bütçe ayirip karbon
atiklari konusunda caydirici vergiler koymaliyiz. Bunun aksi de fizigin inkâri olur.
xxx
ABD’nin borcu 2001’de 5,6 trilyon dolardi.
2011’de 14 trilyon dolara ulasti. Bu
rakam ülkenin o tarihteki GSYIH’sina
esit . Simdi
ise geçmis durumda (% 119). Böyle bir oran 2.
Dünya Savasinin bitiminde bile görülmedi. 1946-1964
bebek patlamasi kusaginin
78 milyon mensubu yakinda emekli olacak. Bu da 2010-2020 döneminde sosyal
güvenlik ve saglik harcamalarinda yüzde seksenlere varan
bir artisa neden olacak. 2008’deki ekonomik kriz
sirasinda, hayati öneme haiz bu mesele için para lâzim oldugunda borç almayi anliyoruz. Banka, sirket ve hane halkinin ciddi biçimde bozulan
bilançolarini dengelemek için kamu kaynaklarini kullanmak sevimsiz de
olsa dogru bir karardi, bunun için borç almayi da
anliyoruz. Bir ülkenin, uzun vadeli üretim kapasitesini gelistirmek için borç almasina da bir itirazimiz
yok. Çünkü borç artsa da, artan gelir sayesinde geri ödenebilir.
Ama Amerika sadece bu tür isler ve savas için borç almiyor, tüketim için de aliyor.
Oyuncak, iPod, araba alimi, altina girdigimiz
borç yükünün hafifletilmesi anlaminda gelecekte bize hiçbir fayda saglamayacak.
Ülkenin kreditörleri, Amerika’nin
borçlarini geri ödeme kabiliyetinden süphe
etmeye baslar, bunu sürdürmekten sorumlu olan
siyasilerin islerini düzgün yapmamalari nedeniyle
onlara olan güvenlerini yitirirlerse, kisir döngüye gireriz. Paramiz deger kaybeder, enflasyon yükselir, faizler artar, para
birimi daha da deger yitirir, enflasyon ve faizler daha da
yükselir.
Siyasi çekismeler
ve çikar gruplarinin, ana politikalari etkilemesi basta olmak üzere, bu duruma düsmemizin birçok nedeni var ama
durumdan çikilmasi için bir stratejimiz yok! Uzun vadeli büyüme adina
bütçeyi dengeleme konusunda Clinton döneminde olumlu isler yapilmisti.
Bütçe açiklari kapatildigi gibi fazla dahi
vermeye baslamisti.
2012’ye borçsuz bir ülke olarak girilecegi
tahminleri dahi yapiliyordu.
Bu gidisat
sürdürülebilir degil. Kreditörlerin borç verip
vermeyecekleri sorgulaniyor. Para akisi kesildiginde parti bitecek ve bu çok anî biçimde
olacak. Böyle bir durumda birbirinden kötü üç seçenekle karsi karsiya
kalacagiz:
1. Faiz oranlarini sert biçimde yükseltip sicak para girisini saglamak (Sonuç: Ekonominin
küçülmesi)
2. Açigi kapatmak için
para basmak (Sonuç: Enflasyon)
3. Harcamalari kisip vergileri arttirmak (Sonuç: Yatirimci
ve halk için memnuniyetsizlik)
Üçüncü seçenek en dogru olani olmakla birlikte üç seçenegin bir arada kullanilmasi en kuvvetli senaryodur.
Ama bunun Amerikaliya istirap yasatacagi açiktir. (Bu arada umariz ki Çin Tayvan’i
isgal etmez. Çünkü imzaladigimiz bir anlasmaya
göre bu olursa, Tayvan’i savunmak zorunda kalacagiz. Çin’le
savasabilmek için, Çin’den borç almayi nasil
sürdürebilecegimizi ise henüz bilmiyoruz…).
Malî disiplinin saglanmasina yönelik bir seyler yapilmasinin artik kaçinilmaz hâle geldigi içinde bulundugumuz
bu süreçte, Partiler arasinda hararetli pazarliklar yapilacaktir. Bizim dört
ilkesel önerimiz olacak:
1. Ciddiyet: Son 30 yildir yasananlar topyekûn ciddiyetsizligin eseridir. Problemin büyüklügünü ciddiye almayan, acil ve zecrî tedbirler
alinmasini öngörmeyen palyatif öneriler ciddiye alinmamalidir.
2. Amacin Saptanmasi: Mesele sadece bütçe açiklarinin
azaltilmasi meselesi degildir. Refahin da saglanmasi gerekir. Ülkenin ekonomik gelecegini güvence altina almak için, egitim, altyapi, Ar Ge gibi bazi alanlara daha az
degil, bilâkis daha fazla para harcamak
durumundayiz.
3. Kesintilerin Herkesi Kapsayacak Sekilde Yapilmasi: Örnegin; sosyal güvenlik ve saglik sigortasi gibi programlarda verilen haklarin
kisilmasi kaçinilmazdir. “Yasli büyük
annenin hastane hayatinin son iki yili mi (saglik sigortasi birikimlerinin %30’u buna gidiyor),
devlet okullarinda okuyacak çocuklarimizin ilk 18 yili mi?” biçiminde
yansiyacak tatsiz tercihler yapmak zorunda kalacagiz.
Tibbi müdahaleler, kisinin ömrünü uzatacaksa
yapilmali, yoksa yapilmamalidir. Ileri ve pahali teknolojiler kullanilarak yapilan
müdahalelerin çogu ise yaramiyor. Bireyler
bu islemleri
kendi paralariyla
yaptiracaksa sorun yok ama
vergi mükellefinin
parasindan bahsediyorsak kaynaklarimizin sinirli oldugunu bilmemiz gerekir. Önlenebilir hastaliklara
(diyabet, obezite gibi) muazzam paralar harcaniyor, bunu kismaliyiz.
Dis politika ve
savunma maliyetlerini düsürmenin yollarini bulmaliyiz. Farkli
cografyalarda ulus insa etmek gibi nafile çabalar için harcadigimiz paralari, kendi ulusumuzu gelistirip ileriye tasimak
için kullanmaliyiz.
4. Malî Disiplin: Bunun kestirme bir yolu bulunmuyor.
Vergiler yükseltilmeli, gelirler arttirilmali ama adaletli biçimde.
xxx
1979 yilinin Mart ayinda Pennsylvania’daki
Three Mile Island nükleer santralinde tarihimizin en ciddi nükleer kazasi yasandi. Bundan sonra getirilen agir yasal sorumluluklar yeni nükleer santral yapimini
çok pahalilastirdi (1 gigavat için 10 milyar dolar
ve 6-8 yil zaman). Son nükleer santral izni 1977 yilinda verildi, insasi 1996’da tamamlandi. ABD, elektriginin % 20’sini nükleerden sagliyor ama özellikle Fukusima felâketinden sonra Amerika’da nükleer santral
yapmak siyaseten zor, belki de imkânsiz hâle geldi. Artan enerji ihtiyaci fosil
yakitlara bagimliligimizi arttirdi.
1979 enerji ve çevre için baska nedenlerden ötürü de önemli bir
yildi. Sah devrildi. Ayetullah Humeyni ve yandaslari Tahran’da yönetimi ele geçirdi. Ayni yil S
Arabistan’in Mekke sehrindeki Kâbe radikal Sünni teröristlerce
basildi. Kendilerine göre gerekçeleri, S. Arabistan kraliyet ailesinin Islam’i gerektigi sekilde uygulamiyor olusu,
Hristiyanlarin, askerî ve sinai danismanlik
gerekçeleriyle kutsal topraklara girmelerine izin vermesi gibi hususlardi.
Büyük can kayiplarinin ardindan (Fransiz komandolarinin yardimiyla) eylem sona
erdirilip Kâbe geri alindiktan sonra, hükümranliklarini tehlikede görerek
panikleyen Suudi yöneticiler, bu tip olaylarin bir daha tekrarlanmamasi için
kendi kökten dinci vatandaslariyla içerigi kabaca su
olan bir anlasmaya vardi: “Biz yönetimde kalmaya devam
edelim, size de sosyal normlari belirleme yetkisi verelim (giyim/kusam, yasam tarzi, egitim v.s). Hatta, Sünni Selefi / Vahabi Müslümanligi ülke disina
yaymaniz için önünüze bolca kaynak serelim.”
Bu tablo, Sii Iran
ile Sünni Suudiler arasinda Müslüman dünyanin liderligi konusunda rekabet baslatti,
tabir yerindeyse Islâm’in frenleri patladi, radikalizm
yükselise geçti. Yetmezmis gibi, ayni yil Sovyetler Birligi Afganistan’i isgal
etti. Arap ve Müslüman mücahitler Ruslarla savasmaya
kostu. Cihadin finansmanini ABD’nin
talimatiyla S. Arabistan sagliyordu. Pakistan ve
Afganistan, daha radikal bir Islâm’a
kaydi. Usama bin Laden gibileri bu ortamlarda öne çikti, 11 Eylül’e çikan
yollarin taslari böyle dösendi. Uzun sözün kisasi, 1979 öncesinde petrol bagimliligimiz sevimsiz bir
durumdu ama 1979’dan sonra bu bagimlilik,
jeopolitik anlamda ölümcül bir tehlike arz etmeye basladi. Radikal Islâm
ile savasin iki tarafini da finanse ediyorduk.
Topladigimiz vergiler, bu alanda mücadele eden
kendi silahli kuvvetlerimize, petrol için ödedigimiz dolarlar da dolayli olarak düsmanlarimiz ve onlarin cihatçi ideolojilerine
gidiyordu.
Ayni
dönemlerde, Thatcher ve Reagan Pazar dostu ekonomik politikalari hayata
geçirdi. Berlin Duvarinin yikilisindan
sonra küresellesmenin tüm dünyaya yayilmasinin temelini
atan, bu politikalardir. 1979 yili “Küresel Isinma” kavraminin ilk defa
gündeme getirildigi yil idi.
Enerji ve iklim meselelerinin dogusunda 1979
yilinin önemini açiklamak için yukaridaki
olaylari hatirlatmayi yararli gördük. Ne yazik ki, bu meseleler
karsisinda duyarsiz kaliyoruz, hatta
bazilarimiz bunlari varligini, kanitlarin düzmece
oldugunu iddia ederek inkâr ediyor. Ne zaman
tükenecegini tam olarak bilmeden, dogacak onca korkutucu malî, çevresel ve jeopolitik
sonuçlara hiç kafaya takmadan, fosil kaynaklari sonsuza kadar
kullanabilecegimizi sanmak, sadece fizik ve matematik yasalari
degil, ekonomik ve jeopolitik
yasalari da inkâr etmektir. Ama ediliyor. Güçlü lobiciler, basinda
konuya iliskin süphe
ve kafa karistirici haberler, ABD’de iklim degisikligiyle ilgili yasalarin hayata geçirilme sürecini
sekteye ugratiyor. Bilim insanlarinin kapsamli tartismalari bazi belirsizliklerin
ortaya çikmasina neden olsa da artik iklim degisikligi realitesi genel anlamda kabul görüyor. Sorun,
olumsuzluklarin ne zaman, nasil ve hangi ölçekte olacagi noktasinda.
Eger
olumsuzluklarin korkusuyla adim adim temiz enerji sistemine dayali bir ekonomi
insa etme isine
girisir ama iklim degisikligi bekledigimiz
kadar hasar verici olmazsa bunun sonucu ne olur? Geçis sürecinde enerji fiyatlari yüksek olur ama
bu arada temiz enerji saglayan, yüksek verimli teknolojiler
seri sekilde üretilmeye baslanir ve enerji verimliligi, maliyetinin iki kati tasarruf saglar. Petrole olan bagimliligimiz azaldikça petro diktatörlerin önünde egilmek zorunda kalmaz, ellerindeki tek gelir kaynaginin degerini
düsürürüz. ABD’nin ulusal güvenligine zarar vermeden askerî giderlerin
azaltilmasinin en iyi yolu da ülkenin ve dünyanin petrole bagimliliginin azaltilmasidir.
Amerika’yi daha güçlü, zengin, yenilikçi, güvenli ve saygin bir ülke kilmanin
en saglikli yolu saglam bir enerji stratejisi benimseyip hayata
geçirmektir. Açikçasi karbona maliyet bindirmeli ve benzindeki vergiyi
yükseltmeliyiz. Siyasetçiler, basta
kömür, petrol ve elektrik sirketlerinin rüsvet/bagis önerilerini ellerinin tersiyle itecek dik durusu sergileyebilmeli ve bu konuda bir uzlasmaya varmalilar. Enerji ve iklim kisir
döngüsü içinde yasamaktan kurtulmak zorundayiz.
4.KISIM
POLITIK BASARISIZLIK
Dönüyoruz gene isin
basina, yani kitapçigimizin baslarinda
degindigimiz
bes bacakli basari formülümüze ve bunun uygulanmasindaki
zaaflara. Devletimiz 2000’lerin baslarinda
ekonomiye doping yapilirken istihdam anlaminda en çok büyüyen sektörler insaat, gayri menkul, iç güvenlik, finansal
hizmetler, saglik ve kamu oldu. Düsük faiz oranlari ve bütçenin açik vermesine yol
açacak derecede yüksek kamu harcamalari bu tablonun müsebbipleri idiler. Yeni
deger yaratma kapasitesine sahip
sektörlerdeki büyüme ise çok güdük kaldi. Oysa küresellesme ve IT devrimi, bizi formülün gereklerini yerine
getirmeye zorluyordu. Krizin kucagina düstügümüzde,
Ortadogu’da iki savas birden yürütüyor, yetmezmis gibi bu ortamda vergileri arttirmak yerine
onlari daha da düsüren ilk Amerikan nesli oluyorduk. Borca
dayali bir büyüme sürdürülemezdi.
Egitim
konusunda, nüfus içerisinde en yüksek üniversite mezununa sahip olma anlaminda
basi çekerken bugün, Güney Kore’nin de
aralarinda bulundugu sekiz ülkenin gerisine düsmüs vaziyetteyiz.
Mayis 2011’de yapilan bir arastirmanin sonuçlarina
göre Detroit sehri sakinlerin % 47’si (200 bin kisi) okuma yazma bilmiyor. Isin tuhafi, bu yetiskinlerin
100 bini, lise veya dengi okul diplomasina sahip! Is olanaklari yaratsaniz bile bunlarla nasil is yapacaksiniz ki?
Alt yapimiz dökülüyor. Karayollari, hava
limanlari, köprüler gibi tesislerimizin onarim maliyetleri de (tabi eger onarilacak durumlari kaldi ise)
gecikildikçe artiyor.
Eskiden bilim ve mühendislikteki
açiklarimizi beyin göçü yoluyla kapatirdik. Enerjik, büyük hayalleri olan,
demokratik bir sistem ve serbest piyasa temelinde basariya odakli parlak beyinleri artik cezbedemiyor,
yasal göçmenlik politikalarini hayata geçiremiyoruz. Oysa geçmis basarilarimizin
temelinde bu var (Silikon Vadisindeki teknoloji sirketlerin %52’sini ithal beyinler kurdu). Egitim sistemimizi düzeltip bu beyinleri kendimiz yetistirmeyeceksek, onlari cezbedecek ortami yaratmaya
mecburuz.
Ülkeler, önceliklerin göz ardi edildigi, kaynaklarin isabetli bir sekilde dagitilmadigi yanlis siyasi
kararlar yüzünden gerilerler. 2000-2010 döneminde yasanan budur. Küresellesme
ve bilginin ekonomik önemi yükselir, dünyada buna bagli Ar Ge yatirimlari birinci öncelik
konumuna gelirken bizim bu alandaki harcamalarimiz azaliyor. 2009’da Amerika’da
tüketicilerin patates cipsine harcadigi para,
devletin enerji alanindaki Ar Ge çalismalarina
ayirdigi paradan daha fazlaydi (7,1
milyar dolara karsilik, 5,1 miyar dolar).
Ülkenin geleneksel kalkinma formülünün
asli unsurlarindan biri, is dünyasinin dogru bir sekilde
yasal denetime tabi tutulmasidir. Yasalar ne inovasyon, girisimcilik ve ekonomik büyümeyi bogacak katilikta, ne de serbest piyasanin tesne oldugu asiriliklari önleyemeyecek kadar hafif olmalidir.
2000-2010 döneminde her nasilsa iki uca dogru
kaymayi iyi becerdik (!) Bu dönemde özellikle finans ve enerji
sektöründe bu yüzden çok sikintilar yasandi.
2008 yilinda meydana gelen ekonomik çöküs,
finansal sistemdeki ciddi serbestlesmenin
sonucudur. Bu denetimsizligin ardinda ise süphesiz, Demokrat ve Cumhuriyetçi politikacilardan
birinin ak dedigine, digerin
kara demesi yatiyor. Bu dönem gelir adaletsizliginin
zirve yaptigi dönemdir. ABD toplumunun en
tepedeki % 1’lik kesimi, toplam servetin % 40’ini kontrol etmeye bu dönemde basladi.
2000’lerin ilk on yilinda dikkatlerimiz,
11 Eylül saldirilarinin da etkisiyle El Kaide, Irak, Pakistan, Afganistan
üzerinde yogunlasti.
Kaynaklarimizi, Asya’daki rakiplerimizin yaptigi gibi,
küresellesme sürecinin gereklerine harcayacagimiz yerde, Mezopotamya’da, Hindikus’ta ülke kurmaya harcadik. Kitle imha
silahlari ile ugrasimiz,
kitle imha insanlari yaratmaya yol açti. Üstelik bu ugrasi için harcanan milyarlari da disardan borç alarak karsiladik.
1950’lerde
Eisenhower’in Beyaz Saray’da oldugu
dönemde, müreffeh bir gelecekte yasamak
için basari formülümüzü güncellememizi
saglayan bir güç, bir çatisma vardi elimizde: Soguk Savas.
21. Yüzyilin ilk on yilinda, George W. Bush döneminde Saddam ve radikal Islâm ile bir baska çatisma içindeydik ama gerekenleri yapmaktan kendimizi
alikoyduk. Bahsettigimiz ilk dönemde fedakârlik yapip
çocuklarimiz için gelecege yatirim yaptik. Ikincisinde ise gelecegimizi
heba pahasina keyif yaptik, har vurup harman savurduk.
xxx
Seçim sistemi, seçim kampanyalarinin
tanzim ve finansman yöntemleri (lobiciler) adaletli temsili ve politikacilari
yozlasmaktan uzak tutmayi beceremiyor.
Siyasetçiler arasindaki kutuplasma had safhada.
Neredeyse süper market raflarinda Cumhuriyetçiler için ayri, Demokratlar için
ayri dis macunlari görecegiz. Bu kutuplasma,
temel meseleler karsisinda atilmasi gereken
adimlari önlüyor. Oysa kamuoyu arastirmalari,
halkin bu kadar kutuplasmadigina,
ortalarda bir yerde olduguna isaret
ediyor.
Amerika’da güç, anayasal olarak, yürütme
ve yargiyla, Temsilciler Meclisi ve Senato arasinda dagilmis durumdadir. Bu
nedenle siyasi partiler, kapsamli bir icraat yapabilmek için uzun süre çok
güçlü kalmaya mecburdurlar. Mevcut iki partinin güçleri asagi yukari birbirlerine
denk oldugundan yakin bir gelecekte böyle
güçlü ve uzun süre kalici bir iktidar beklenmiyor. Solun da, sagin da en iyi yönlerinden olusan melez bir çözüm gerekiyor bize.
Medyanin da üzerine düseni yaptigi söylenemez.
Haberler adeta eglence ve spor gibi sunularak kitleleri
cezbetmeye yönelmis. En siradan haberler bile “flas”mis gibi manipüle
ediliyor. Medyamiz çatismadan besleniyor ve yanginin üzerine adeta
benzinle gidiyor.
Politikacilarin zamanini en çok ne isgal ediyor diye sorarsaniz cevap su olacak: Kendileri ve partileri için bagis (ki rüsvetle arasinda çok ince bir çizgi vardir)
toplamak ve yazili / görsel basin ile sosyal medya üzerinden polemik
yapmak. Enerji ve mesailerini, esas meselelerimiz (egitim, vergi, saglik,
enerji, bütçe, altyapi…) üzerine yogunlastirmaktan aciz haldeler. Uzlasma kültürü mü? Unutunuz…
xxx
Degerlerin
erozyona ugradigi içinde
bulundugumuz asamaya
bir gecede gelmedik. 2008 yilinin tokadi sayesinde bizi biz yapan temel degerlerden ne kadar uzaklastigimizi anlamis olduk.
Büyük bunalimlar görmemis, büyük fedakârliklar yapma mecburiyeti yasamamis, kisa vadeli düsünmeyi tesvik
eden teknolojiler ve elektronik pazariyla sersemlemis, hayatini kosusturma içinde yasamaya
alismis olan
neslimiz, çok az finansal ihtiyat, çok fazla partizanlik sergilemistir. Ülkenin ihtiyaç duydugu yekvücut bir millet olmaya yönelik çabalara
katkida bulunamayacak kadar kisa süreli bir tarih bilincimiz var. “Uzun vadeli
olma, yapabiliyorsan hemen yap” anlayisi,
kestirme yollara sapis, kolay çözümlere yönelis, kurumlarimiza ve liderlerimize olan güvensizlik,
ulusal ülkü birliginin zayifligi bu
neslin en büyük eksileridir. Durumsal degerler
bizi “iflas edemeyecek kadar büyük” stratejisinin
takipçisi olmaya (Bkz. Lehman Brothers) yöneltiyor. Siyaset sistemi de
sürdürülebilir düsünce ve sonuç üretme yetenegini yitiriyor.
5. KISIM
AMERIKAYI
YENIDEN KESFETMEK
Siyasi liderler, ülkede henüz kaybolmamis olduguna
inandigimiz enerjiyi ulusal bir amaca kanalize
edememesine ragmen iyimserligimizi yitirmis degiliz. Bu iyimserligin
nedenlerinden biri, her ne kadar bir dolu sikintimiz olsa da, dünyada bizden
açik bir toplum ve ekonomi olmayisi.
Bir baska neden de, bunalimda oldugumuzu, geriledigimizi,
dünyada sevilmedigimizi bilmeyen sayica büyük bit kitleye
sahip olusumuzdur. Bu kitle içindeki basarma azmi bulunan herkes, kalkip kapidan çikarak
Amerikan Rüyasinin pesine düsebilir.
Amerika’nin felsefesi hâlâ “Bana bir engel göster, sana bir firsat sunayim”
dir. Pes etmeyecek kadar aptal olan (bu tanimi takdir ve övgü anlaminda
kullaniyoruz) bu insanlar, Amerika’nin itme gücü, yani roketidir. Yazik ki
ikinci roketimiz olan Amerikan siyasi sisteminde çatlak var. Kokpitteki
pilotlar bizi basarili bir gelecege tasiyacak bir uçus plâni üzerinde uzlasmalidir.
xxx
Pentagondakiler “Uygulamaya geçirilmemis bir vizyon, halüsinasyondur” derler. Bizim
aklimizdaki vizyon basit olmakla birlikte mütevazi degildir. Cape Canaveral Uzay Üssü ne ise,
Amerika’nin da dünya için firlatma rampasi olmasini istiyoruz. Dünyadaki tüm
parlak beyinlerin buraya gelerek kendi büyük projelerini burada hayata
geçirmesini arzuluyoruz. Temel arastirmalara
ve egitime cömertçe destek vermeyi, yatirim ve
üretim dostu vergi yasalarimizi, enerji politikamizi, hukukun üstünlügü ilkelerimizi gelistirip
güncellemeyi düslüyoruz. Hiç kimsenin çikip da “Inovasyona daha açik, girisimciye daha dost bir ülke oldugundan Amerika’dan çikip Singapur’a gidiyorum” demesini
istemiyoruz. Düsturumuz su olmali: Amerika’da
hayal edildi, Amerika’da tasarlandi ve Amerika’da üretildi (en azindan kismen).
Bu hedefi gerçeklestirme yolunda isler öncelikle
bilim ve mühendislik egitimi almis insanlara
gidecek. Bunlarin ardindan bilgisayar programcilari ve muazzam bir bilgi
hacmiyle ugrasilmasi gereken
Büyük Veri sistemlerini yönetebilecek istatistikçiler ve matematikçiler
geliyor. Bu baglamda sakaciktan
da olsa bir öneride bulunalim, bakarsiniz ciddiye alan çikar: Gelin hukuk
ve isletme fakültelerinin yillik egitim ücretlerine 15 bin dolar vergi koyalim ve
parayi yukarida bahsettigimiz dallarda egitim alacak ögrencilere
burs olarak verelim. Artan bir para olursa onu da gelecegin en büyük sektörlerinden biri olacagina kesin gözüyle bakilan temiz enerji sektöründe
faaliyette bulunacak startup’lara aktaririz.
Amerika’ya daha fazla miktarda dogrudan yatirim çekerek yeni startup’lari finanse
etmek için farkli tesvik paketleri çikartmaliyiz. Bu
ise özel çikar çevrelerinin kamu politikalarimiz üzerindeki baskisini
yok etmekle mümkün olabilir. Peki ama nasil? Sistemi soka ugratarak! Bu sok piyasadan, tabiat anadan veya siyasi
yelpazenin ortalarindan bir yerinden gelebilir. Biz bunun siyasetten gelecegine inananlardaniz.
xxx
Amerika’daki iki büyük siyasi parti,
ülkenin ciddi sorunlarina dogru dürüst
bir çözüm üretemiyor. Demokratlara göre “devlet”, Amerika’nin
sorunlarinin tümünün çözümü. Cumhuriyetçiler ise bu sikintilarin kaynaginin “devlet” oldugu
görüsünde. Bu kutuplasmadan, tikanikliktan çözüm çikmiyor.
Diyeceksiniz ki, bir ülkede yatirim yapilacaksa orada siyasi istikrar
aranir. Amerikan siyasetindeki öngörülebilirlik ve istikrarin büyük bir
arti oldugu dogrudur
ama bu iki unsur artik bir handikap haline gelmistir.
Gerileyisi durdurmak için belli bir istikrarsizliga ihtiyaç var simdilerde.
Gelismekte olan bazi ülkelerin
zivanasindan çikmis ekonomilerini düze çikarmak
için keskin ve anî ekonomik politika degisikliklerine Sok
Tedavisi diyoruz. Bizim de buna ihtiyacimiz var ama ekonomi alaninda degil, siyaset alaninda.
Amerika, “Radikal Merkez” olarak
adlandirilabilecek bir siyasete ihtiyaç duyuyor. Demokrat ve Cumhuriyetçilerin
savundugu ilkelerden hatiri sayilir bir
mesafede duran merkezci bir siyasete. Bundan, herkesin nabzina göre serbet veren, herkesle dost olmaya çalisan renksiz bir ilimliligi kastetmiyoruz. Demokrat ve Cumhuriyetçilerin
artik statik hâle gelmis politikalarindan uzaklasarak merkeze oturmak, kendi içinde yeteri kadar radikal
bir durustur zaten. Statik hâle gelmislik anlaminda söyle
bir örnek verilebilir: Cumhuriyetçiler, gelisimin
motoru olarak gördükleri özel sektörü ürkütmemek için Amerikalilara
vergilerinin asla yükselmeyecegi güvencesini verirken,
Demokratlar da söz verilmis ya da edinilmis haklardan asla geriye dönüs olmayacagi sözünü veriyorlar. Ideolojik ve yapisal engellerin üstesinden
gelmenin tek yolu üçüncü bir partinin ya da bagimsiz bir adayin ortaya çikmasidir.
ABD siyasi geçmisinde, üçüncü parti adaylarinin herhangi biri
göreve seçilememistir. Dolayasiyla yaptigimizin tuhaf bir öneri oldugunun bilincindeyiz. Bir kere, her eyaletin kendi seçim
yasalari vardir ve eyalet meclislerindeki Demokrat ve Cumhuriyetçiler, bu
yasalari baska bir partinin yarisa dahil olmasini iyiden iyiye zorlastiracak biçimde kaleme almislardir. Ayrica, bagimsiz
veya üçüncü parti adaylarinin seçim kampanyalarini destekleyecek
bagisçi bulmalari da çok
müsküldür. Buna karsin geçmiste,
söz konusu partileri bir nebze olsun zorlayan bagimsizlar
olmustur. Örnegin 1992’de seçime kendi kisisel servetini kullanarak katilan Ross Perrot, G. W.
Bush’un % 37,5, Clinton’un % 43 aldigi yarista, % 18,9 oraninda oy alabilmisti. Ana mesaji ise, o zamanlar bugüne
oranla çok daha mütevazi olan bütçe açiklarinin yarattigi tehlikelere dikkat çekmekti. Rakipleri,
onun destek gören önerilerinden yararlanarak kendilerine bir ayar
verdiler.
Bundan da Amerika fayda sagladi. Bu açidan bakildiginda,
alternatif adaya verilecek oylar kesinlikle heba olmus sayilamaz ve ulusal siyasetin yönünü degistirmek için etkili bir
araç olabilir. Bizim savundugumuz
strateji de budur.
Unutulmamalidir ki, ABD siyasetinde yasanan asiri kutuplasma, seçmen kitlesinin tamamini temsil etme
anlaminda ciddi bir asinma meydana getirdi. Merkezdeki
seçmenlerin (bir bakima “pes etmeyecek kadar aptal” kesim) orani giderek artti
ve artmaya devam ediyor. Ekim 2010’da PEW adli bir kurulusun yaptigi ankette
Demokrat oldugunu söyleyenlerin orani % 31,
Cumhuriyetçi olanlarin orani % 29, iki partinin de kendilerini temsil etmedigini ve bu bakimdan kendilerini bagimsiz olarak tanimlayanlarin orani ise %
37 çikti. Yani aslinda üçüncü bir parti var ama kurumsal bir
varliga ve lidere sahip degil.
Amerikalilarin çogu zaten siyasete pek ilgi göstermez. Ilginin zirve yaptigi baskanlik seçimi dönemlerinde, Amerika’nin dört önemli
meselesi hakkinda halki aydinlatan, yönlendiren ciddi ve güçlü bir liderin
statükoyu sarsabilecegini düsünüyoruz.
O dört mesele sunlardir: Küresellesme, IT devrimi, bütçe açiklari ve borçlar, enerji ve
çevre. Aday, hiper baglantili bu dünyada, internetten
yararlanarak çözüm önerilerini görece az bir maliyetle genis bir kesime duyurabilir ayni yolla,
Obama’nin 2008’de yaptigi gibi, bu kesimin yapacagi küçük küçük bagislarin toplamindan elde edecegi gelirle kampanyasina hatiri sayilir bir
finansman saglayabilir.
Üçüncü bir partinin matematiksel olarak
fazla bir sansi olmadigini biz de biliyoruz. Ama dürüst,
inandirici ve örnek bir aday bulundugunda,
Demokrat ve Cumhuriyetçilerin benzer sekilde
davranmaya mecbur kalacagini da biliyoruz. Böyle bir aday için
iki sey söyleyebiliriz; birincisi, seçimi
kazanamayacaktir. Ikincisi, uzun vadede seçimi kazanan adaya
kiyasla Amerikan tarihinin seyri üzerinde büyük ihtimalle daha fazla etki
yapacaktir.
xxx
Ulusal meselelerimizin bugünkü kadar karmasik ve uzun vadeli oldugu
bir dönem tarihte hiç yasanmamistir. Zamanimizin en belirgin özelligi, terör tehdidi, ekonomideki durgunluk veya iklim degisikligi degildir. Gözümüzün
önündeki problemler birer krize dönüsmeden önce,
etkili ve kapsamli bir çözüm arayisi süreci
baslatmayisimizdir.
Amerika zayiflarsa, sorunlarini çözemezse,
fakirlesir ve özgüvenini kaybederse, dünyada
kargasa ve yoksulluk artar, idare mekanizmalari zayiflar.
Basarili bir gelecegin sarti,
tarihimizde yer alan ve ülkeyi geçmiste
basarili kilmis özelliklere yaslanmak, Amerika’yi yeniden kesfetmektir. Yasadigimiz dünyayi anlamak ve zamanin kosullarina uyum saglamak
için o meshur bes bacakli formülü (egitim, altyapi, göçmenlik, Ar Ge ve yasal düzenlemeler)
güncelleyecegiz, bunun baska
yolu yok!
BIR
ZAMANLAR AMERIKA
Neyi Yanlis Yaptik - Nasil Düzeltebiliriz
Thomas Friedman & Michael Mandelbaum
THAT USED TO BE US