BATININ SONU - ÇIN HÜKMETTIGINDE DÜNAYI NELER BEKLIYOR?

BATININ SONU - ÇIN HÜKMETTIGINDE DÜNAYI NELER BEKLIYOR?

Fevzi BOZKURT
Bilim


ÇIN DÜNYAYI YÖNETINCE
 
Bölüm I
MUHAFIZ DEGISIMI
1945’ten bu yana dünyanin dominant gücü Amerika olmustur. Ingiltere’nin sanayi devriminden itibaren Avrupa’nin elinde olan bu üstünlük iki savastan sonra el degistirmistir.
Simdi, henüz bebeklik döneminde olan ve dünyayi degistirmesi beklenen tarihi bir sürece taniklik ediyoruz. Bati tanimi altinda toplanan gelismis dünya (Amerika, Kanada, Bati Avrupa, Avustralya, Yeni Zelanda ve Japonya), gelisen dünya tarafindan kizaga çekiliyor. Elbette en ileri gelisen ülkenin bile daha çok uzun zaman gelismis ülkelerin ekonomik ve teknolojik seviyesine ulasmasi beklenemez fakat bunlarin toplam nüfuslari dünya nüfusunun büyük çogunlugunu olusturdugundan ve ekonomik büyüme hizlari gelismis dünyadan daha yüksek oldugundan, yükselisleri de küresel ekonomik güç dengesinde belirgin bir kayma yaratmaktadir.
Yeni Yüzyila girerken Amerika tek süper güç olarak kalmisti. Neo-konservatifler dünyayi Sovyet Blok’unun çöküsü ve Amerika’nin sahip oldugu muazzam askeri güç prizmasindan yorumladilar. Ekonomik çok kutupluluga dogru olan trendi dikkate almayan yeni doktrin, Amerika’nin potansiyel rakiplerini caydiracak muazzam askeri üstünlüge ve dostlarini ve uluslar arasi anlasmalari kaale almayacak kadar Amerika’nin çikarlarina önem veriyordu. Soguk savas sonrasinda Amerika’nin askeri harcamalari, dünyadaki tüm devletlerin harcamalarinin toplamina ulasti. Insanlik tarihinde tek bir ulusla tüm digerleri arasindaki askeri esitsizlik hiç bu kadar büyük olmamisti. Terörle savas  her seyin önüne geçti, Avrupa ile iliskiler askiya alindi, ulusal egemenlik bir yana atilirken rejim degisikligi mesru görülerek Irak’in isgaliyle sonuçlandi. Amerika küresel olaylara çeki-düzen verecegim derken küresel destegi kaybetti. Ezici askeri gücünün Irakta bir ise yaramamasi bir yana, yumusak güç (bir ülkenin kültürünün, siyasi ideallerinin ve yasam politikalarinin cazibesi) rezervini de yitirdi.
 
Bush’un dis politikasi Amerika’nin dünyadaki konumunu pekistirmek üzere yola çikmis fakat ciddi biçimde zayiflamasiyla sonuçlanmisti. Neo-konservatif yaklasim tarihin feci biçimde yanlis okunmasini temsil ediyordu.
 
Paul Kennedy’nin “Büyük güçlerin Yükselisi ve Çöküsü” adli kitabinda da belirttigi gibi siyasi ve askeri güç ekonomik güce dayanir. Kraliçe Victoria döneminde ( 1850 – 1914) Büyük Britanya imparatorlugunun dünya hakimiyeti, sanayi devrimini baslatan ülke olarak ekonomik alanda bütün ülkelerin önüne geçmesi sayesinde gerçeklesmisti. Gücünü kaybetmesi de yine ekonomisinin bozulmasi yüzünden oldu. Irak olayinda Amerika’nin yaninda yer almasi  yalnizca göstermelikti. Egemen güç olmanin ön kosulu ekonomik güçtür. Bu gerçegi emperyal güçler asla kabul etmezler.  Amerika da emperyal hirslarinin  ve asiriliklarinin klasik sorunlariyla bas basa kalmistir. Dünya yüzeyine serpistirilmis 800 üsse sahip dev bir askeri gücü korumanin getirdigi yük, Amerika’nin muazzam cari açiginin baslica sebeplerinden biridir.  Ekonomik gücü zayifladikça askeri üstünlügünü sürdürmesi de mümkün olamayacaktir.
 
Yeni Tür Bir Dünya
 
Su anda yeni tür bir dünyanin arifesindeyiz fakat bunu kavramak çok zor:  Çagdas dünyanin ezberleri ve parametreleriyle yasamaya o kadar alismisiz ki elimizde olmadan onlari normal kabul ediyor ve uzun dönemli tarihi degisimlerin bir sonucu degil de degismez gerçekler olduklarina inaniyoruz. Dünyayi Bati’nin, daha dogrusu Amerika’nin yönlendirdigi fikrinin disina çikamiyoruz.
 
Küresellesmeyi ele alalim. Yaygin Bati görüsü, küresellesmenin serbest piyasa, Bati sermayesi, özellestirme, hukukun üstünlügü, insan haklari ve demokratik normlariyla tüm dünyayi batililastirma süreci oldugu yolundadir. Oysa her toplumun kültüründe ve tarihinde kök salmis, aile, hükümet, sirket gibi yerel kurumlari sekillendiren ve tam aksi yöne çeken kuvvetli ters akimlar vardir. Dahasi, ülkelerin refahi arttikça kendi kültürleri ve tarihlerine daha fazla sahip çikarlar, Bati’yi taklide pek heveslenmezler. Dolayisiyla küresellesme tek yönlü bir süreçten öte oldukça karmasik bir olgudur. Bir taraftan birlestirirken diger taraftan ayristirir.
 
Gittikçe   artan sayida   gelisen   ülkenin yükselisine   taniklik   etmekteysek de ekonomik açidan Çin uzak ara birincidir. Yeni Dünyanin tasiyicisi ve sürücüsü Çin,  kollarini 10  yil  içinde Dogu,  Orta  ve Güney  Asya,  Güney Amerika     ve Afrika’ya uzatmistir.
 
Savas sonrasi Amerika tarihi açidan esi benzeri olmayan bir konuma gelmisti. O zamana kadar, güçlü bir devletin güdümündeki bir yeni dünya düzeni hep zorlama ve boyun egmeye dayanirdi. Fakat Amerika’nin güdümündeki düzen emperyal olmaktan çok liberal, ulasilabilir, mesru ve dayaniklidir. Kurumlari ve kurallari, demokrasi ve kapitalizm kök salmis ve beslenmistir. Katilmasi kolay, tahttan indirilmesi zordur.  Buna ragmen, Çin faktörünü gözden uzak tutamayiz.
 
Simdiye kadar, önce Ingiltere sonra Amerika olmak üzere,yeni bir küresel gücün dogusu beraberinde yeni bir dünya düzeni getirmistir. Çin’in, ne kadar güçlü ve farkli olacaginin isaretlerini simdiden verdigini dikkate alirsak, zamanla yeni bir uluslar arasi düzenin dogabilecegi fikrini göz ardi edemeyiz.
 
Bati Dünyasinin Sonu
 
Yüzyilin ortalarina kadar hayata geçmis açisindan bakilir, simdiki zaman geçmisin bir uzantisi olarak görülürdü. 18. yüzyilin sonuna dogru modernitenin ortaya çikmasiyla simdiki zaman geçmise bakarak degil, gelecege yönelik olarak algilanir oldu. Moderniteye özgü yeni kazanilan degerler ve kavramlar ortaya çikti: ilerleme, degisim, modernizasyon, aydinlanma, gelisme ve özgürlesme gibi. Sonra da bu kavramlarla adet, gelenek, tecrübe ve  muhafazakarlik  arasinda çatisma basladi.
 
Moderniteyi baslatan ve yayginlastiran etken, sanayi devrimi ve onun getirdigi ekonomik take – off oldu. Modernite, gitgide genisleyen evren gibi halen de yayilmasini sürdürmektedir.
 
Sinailesme ile tarladan fabrikaya, köyden kente geçis yaninda, aile yapisi, yasam standartlari, çalisma kosullari, bilgi ve beceriler, siyasi temsil, çevreyle iliskiler  ve zaman kavrami da halen sürmekte olan degisime ugradi.
 
Modernite’nin dogum yeri Avrupa’ydi. Ahtapot gibi kollariyla 200 yilda tüm dünyayi sardi, modernite ile Avrupa esanlamli hale geldi. Fakat son 50 yildir Dogu Asya moderniteyi benimsemek yaninda kendi kültüründen ve tarihinden gelen çok farkli özellikler katti.
 
BATININ YÜKSELISI
 
1800’de Çin ve Japonya en az Avrupa kadar sehirlesmis, sermaye birikimi ve ekonomik kurumlari gelismis, anonim sirketler ortaya çikmisti. Dokumacilik, boyama, sulama, tip, porselen üretimi gibi teknolojinin bazi alanlarinda Çin Avrupa’nin önüne geçmisti. Ancak Ingiltere sanayi devrimini baslattiktan sonra sermaye ve enerji yogun proseslere yapilan yatirimlari ile üretkenligi arttirip bilim, teknoloji ve innovasyonun yüksek ivmeyle gelismesini sagladi. Böylece  Çin Ingiltere’nin gerisinde kaldi.
 
Iyi de, 1800 ‘den itibaren neden Çin veya Japonya degil de Bati Avrupa bu kadar hizla ilerledi?
 
Bu noktada tek etken olmamakla birlikte sans faktörü devreye girmisti. 1800 civarinda Eski Dünya’nin en kalabalik bölgeleri olan Çin ve Avrupa artan nüfuslarini tasima güçlügüne düsmüslerdi. Hizla azalan toprak ve ormanlar yüzünden gida, dokuma ipligi, yakit ve insaat malzemesi kitligi bas göstermisti. Bu durum özellikle Çin’de ciddi boyuttaydi zira en yogun nüfusun yasadigi Sari irmak ile Yangtze irmaklarinin arasindaki bereketli topraklar asiri kullanimdan dolayi verimsizlesmisti.
 
Avrupa, daha dogrusu Ingiltere, bu çikmazdan iki gelisme sayesinde çabuk kurtuldu: Birincisi, sanayi devrimi için gereken yakit ihtiyacini karsilamak için gittikçe azalan odunun yerini alacak muazzam kömür yataklarinin kesfi, Ikincisi ve daha da önemlisi, yeni Dünya’nin (Karayipler ve Kuzey Amerika) sömürgelestirilmesi sayesinde devasa boyutta arazilere kavusmasi, onu isleyecek ucuz isgücü için kölelerin getirilmesi ve böylece istendigi kadar gida ve hammadde saglanmasi. Öyle ki Ingiltere 1830’da Yeni Dünya’dan ithal ettigi sadece pamuk, seker ve kereste’yi kendi üretmek zorunda kalsaydi, ülkedeki tüm topraklar yetmeyecekti. Çin’in ne yazik ki böyle bir sansi olmadi. Ayni noktada basladiklari halde, iki ülke arasindaki gelismislik farki kisa süre içinde öylesine büyüdü ki kapanamaz hale geldi.
Sömürgeciligin Avrupa’ya baska uzun vadeli kazanimlari da oldu. Ulus devletler arasindaki savaslar ve sömürge rekabeti ekonomik güçle birlesince birer savas makinesi olup çiktilar; 19. yüzyil boyunca dünyadaki bütün bölgelerden daha üstün askeri güce kavustular. Sömürge ticareti ayni zamanda sirket organizasyonu   ve finansal   sistemlerde   innovasyonlara   yöneltti; Hollanda anonim sirketi icat etti. Köle ticareti ve sömürgelestirme olmasaydi, Avrupa asla bunu basaramazdi.
 
1800’de dünya ekonomisi çok merkezliydi. Güç; Asya, Avrupa, Çin, Amerika, Hindistan arasinda paylasiliyordu. En büyük iki ekonomi Çin ve Hindistan’di. Sonraki iki yüzyil boyunca güç, nispeten az nüfuslu Avrupa ve Kuzey  Amerika’nin elinde yogunlasti. Dünya’nin diger bölgelerindeki kalkinmayi yüzyildan uzun süre bogdu.  Ve simdi yeniden çok merkezli hale dönüyor.
 
Avrupa’nin Moderniteye Geçis Sürecindeki Farklar
 
Avrupa ülkeleri kendi aralarinda savasarak epeyce zaman ve enerji tükettiyse de, 16. yüzyildan itibaren moderniteye geçis, güneydogudaki Osmanli Imparatorlugu hariç, ciddi bir dis tehdit olmaksizin gerçeklesti. Nitekim, 17. yüzyildan sonra Osmanli Imparatorlugu da gitgide geriledi ve nihayet 19. yüzyilda Balkanlardan atildi. Dis tehdit olmamasi önemli bir imtiyazdi ve bunun keyfini süren bir tek Avrupa oldu. Asya, Afrika, Latin Amerika’da sonradan moderniteye özenen bütün ülkeler modern Avrupa devletleri kisvesi altindaki yirticilarin pençeleriyle ezildiler. Bu yüzden Avrupa “Öteki” ni anlamaya çalismadi hiç;  hep sömürge gözüyle bakti.
 
Moderniyete  geçis süreci  her  yerde tarim  toplumu,  sanayi toplumu, hizmet toplumu sirasini izledigi halde, Ingiltere, Belçika ve Almanya basta olmak   üzere 16 Avrupa ülkesinde sanayi istihdaminin hem tarim, hem de hizmet sektöründen daha yüksek oldugu bir dönemden geçildi. Oysa baska hiç bir ülkede sanayi sektörünün, tarim veya hizmet sektöründen daha büyük oldugu bir dönem yasanmamistir.
 
Avrupa’nin baska bir farkliligi, birbiri ardina iç savas da denebilecek kita içi savaslar veya çatismalar çikmasidir. Bunun baslangiçtaki sebebi dindi. 1054’de Dogu-Bati Hiristiyanligi bölünmesini 1517’de Katolik- Protestan bölünmesi izledi. Bu dini çatismalar, önceleri teolojik,  daha  sonralari ideolojik  olmak üzere Avrupa’da güçlü bir doktrinel düsünme tarzina yol açti. O yüzden din disi bütün “ izm ”ler- liberalizm, anarsizm, sosyalizm, fasizm vs. - hep Avrupa’da dogup gelisti.
 
Avrupa ülkeleri arasinda ekonomi ve sömürge rekabeti dolayisiyla artan iç çatismalar I. ve II. dünya savaslariyla doruga çikinca Avrupa neredeyse haritadan silinecekti. Bu olmadi ama Avrupa tükendi, global bir güç olmaktan çikti.
 
Avrupa’nin transformasyonundaki son fark “ bireycilik” dir. Bireycilige göre toplum, birey denen özerk ve esit birimlerden olusur; bu bireylerin her biri, olusturduklari toplumdan daha önemlidir. Bu görüs, bireyin degil grubun  önemli oldugu Asya kültürlerinden çok farklidir. Bu fark aile yapisina bile yansir; Bati’nin çekirdek ailesi; dogu toplumlarinin geleneksel genisletilmis ailesi, görücü usulü evlilik, akrabalik iliskileri ile tam bir tezat içindedir. Bati’da evlilik  iki birey arasinda oldugu halde Dogu’da iki aile arasindadir.
 
Görüldügü gibi Avrupa’nin moderniteye yolculugu belirgin farklar tasir: dis tehdit olmayisi, sömürgecilik, sinailesme ve bireycilik. Avrupa uzun yillardir dünyanin geri kalani üzerinde o kadar büyük etki yapmistir ki bu özelliklerin kendine has degil, evrensel olduguna inanip gerekirse güç kullanarak bunlarin her yerde uygulanmasini beklemektedir.
 
Avrupa’nin Hükümranligi
 
1800’lerin basinda Bati Avrupa ve Kuzey Amerika’nin GSMH’si Japonya ve Çin’inki ile hemen hemen esitti. 1900’e gelindiginde ise 10’a katlanmisti.  Avrupa ve Kuzey Amerika 19.yüzyilda sinailesmenin ve tekel olmanin keyfini sürdü ve bunun sonuçlari baska herkes üzerinde derin etki yaratti.
 
Avrupa ile bütün digerleri arasindaki ekonomik uçurum ona, dünyaya hükmetme imkâni kazandirdi. Sömürgecilik 17.yüzyilda baslamisti fakat 18.yüzyildan sonra hizla yayildi. Hiristiyanlik, uygarlik ve irksal üstünlük adina Ingiltere ve Fransa’nin basini çektigi Avrupa devletleri, essiz-benzersiz ordulari ve donanmalariyla dünyaya boyun egdirdiler. Beyazlarla beyaz olmayan Çinliler, Hintliler, Afrika, Amerika ve Avustralya yerlileri arasinda vahsi savaslar oldu. Bu halklar dinlerini, yönetimlerini, topraklarini ve kaynaklarini Avrupa saldirilarindan korumaya çalisirken canlarini verdiler. Bati egemenligi dünya tarihinin en büyük asimetrilerinden biridir. Anayurtlari, dünya yüzeyinin % 7 ‘si üzerinde   dünya   nüfusunun %18’ini   barindirdigi   halde küresel  topraklarin %’33’ünü, maddi varliklarinin % 28‘ini hakimiyetleri altina almislardi.
 
Dünyayi yöneten güç olarak Ingiltere yeni küresel ticaret sistemini kendi çikarlarina göre sekillendirdi. Ulusal zenginligi, en ucuz fiyatlarla gida ve hammadde ithal edip mamullerini en çok sayida pazara ihraç etmesine bagliydi. Imalattaki üstünlük gücünü kullanarak, baskalarinin kendi dogum halindeki sanayilerini korumak için gümrük tarifeleri koymasini engelledi. Ingiltere’nin empoze ettigi uluslar arasi    serbest ticaret rejimi, Amerika hariç Dünya’nin geri kalanini adeta bogdu. Sömürgelerin görevi, anayurt ekonomilerini rekabete girismeden desteklemekti.
 
1800’den sonra Avrupa kendisi take-off’a geçmekle kalmadi; Asya’nin da ayni yolu izlemesini ekonomik ve askeri gücünü kullanarak engelledi. Örnegin ilk Afyon savasi (1839-1842) Ingiltere’nin Hindistan’da üretilen afyonu zorla Çin pazarina sokmasi, Imparatorlugun da bunu engellemeye kalkismasi sonucu çikmisti. Yenilgiyi takiben Afyon kullaniminin yaygin satis ve kullanimi Çin  halkini mahvetmisti ama ne gam;  Ingiltere istegine kavusmustu ya!
 
Avrupa’nin gücünden ve Çin’in basina gelenlerden korkan Japonya hizla modernizasyona giristi. Avrupa’nin egitim sistemlerini, ordularini, donanmalarini, demiryollarini vs.yi incelemek üzere ne gerekiyorsa yapti. Bu da Avrupa egemenliginin ne kadar etkin karakterde oldugunu gösteriyordu. Diger bütün ülkeler Avrupa’nin gölgesinde yasiyor, isteyerek veya istemeyerek onun özelliklerini benimsemeye çalisiyorlardi. Aksi takdirde birer sömürge haline gelmeleri isten bile degildi. Avrupa herkes için oyunun kurallarini degistirmisti. Bundan yararlanan istisnalar Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda oldu.  Zaten bu sömürgeler agirlikli olarak Ingiliz göçmenlerden olustugu için farkli bir statü içinde hep ayricalikli muamele gördüler ve sonuçta serpilip gelistiler.
 
Avrupa’nin gücü I. Dünya Savasinin hemen öncesinde doruga çikti. Bu arada Amerika iyice güçlenmisti. Avrupa 1945’den sonra adamakilli inise geçti, imparatorluklari parçalandi. Hindistan, Endonezya, Afrika’nin çogu, Malezya, Çin, hepsi bagimsizliklarini elde etti.    Ulus-devletlerin sayisi üçe  katlandigindan Yüzyilda çizilen dünya haritasi bir kere daha çizildi: hem de çok hizli ve   aksi yönde.
 
Köle ticareti ve kaynaklarinin insafsizca tüketilmesi yüzünden iyice güçsüz kalan Afrika disindaki eski sömürgelerin 1950’den sonra kaydettigi hizli ekonomik dönüsüm, 20.yüzyilin en önemli olayinin sömürgelerin bagimsizliga kavusmasi oldugunu göstermektedir: 21. Yüzyilda dünya nüfusunun çogunlugunun dominant oyuncu olmasinin yolunu açmistir.
 
ABD’nin Yükselisi
 
Avrupa ve Amerika modernitesi “ Bati Modernitesi “ olarak birlikte tanimlansa da aralarinda bazi farklar vardir.
 
1607’den itibaren Amerika’ya gelen göçmenlerin ezici çogunlugu Avrupa ülkelerindendi. Kendi degerlerini, inançlarini, kültürlerini, bilgilerini  ve adetlerini de birlikte tasidilar. Niyetleri Yeni Dünya’da Eski Dünya’yi yeniden yaratmakti. Ancak Kapitalizmin feodal atalar tarafindan sekillendirildigi Avrupa’nin aksine, yerlesimciler önceki toplumsal yapilar ve degerlerle kisitlanmiyorlardi. Geçmisin yükü olmadan, yepyeni bir baslangiç yapabilirlerdi. Yeni baslangiç yaparken, Amerikan yerlileri de tam bir kiyima ugradi. Bu süreç simdi artik en zalim etnik temizlik olarak tanimlanmaktadir.
 
Amerika Birlesik Devletlerinin bos bir kagitla ise baslamasi ona kendi kurallarini yazma ve kurumlarini olusturma firsati verdi. Yogun Protestan doktriniyle yüklü olan Amerikalilari soyut ilkeler ve fikirler cezbediyordu. Bu da hem anayasalarinda hem de daha sonra evrensellesme ve küresel misyon üstlenmelerinde ifade buldu.
 
Avrupali yerlesimcilerin beraberinde güçlü bir degerler ve dini inançlar manzumesi getirmesi fakat sinifsal yapiyi geride birakmalari beyaz Amerika halkina homojenlik duygusu verdi. Afrikali köleler Amerikan toplumundan dislandigi, yerliler de temizlendigi için kimlikleri güçlü bir irksal boyut kazandi. Muazzam büyüklükte, bol kaynaklara sahip topraklarin sundugu sinirsiz olanaklar halka güçlü bir iyimserlik ve sürekli degisim arzusu asiladi. Sinir, durmaksizin ilerledi.
 
Iç piyasa yerel ve bölgesel tercihlerle ve sinif statü farkliliklariyla kisitlanmadigi için standartlasmis ürünler kolayca kabul gördü. Emek arzinin nispeten düsük olmasi, emek tasarrufu saglayan makine icadini ve verimliligin iyilestirilmesini tesvik etti. Teknolojik innovasyon, mekanizasyon, ürünlerin standardizasyonu, ölçek ekonomileri ve seri üretimi içeren bir ekonomi dogdu.  Reklamcilik sektörü çok gelisti. Sonuçta Amerikan kapitalizmi Avrupa’daki benzerlerinden çok daha dinamik ve yenilikçi bir yapiya kavustu. 1820 de dünya gelirinin % 1.8 ini üretirken 1950’de %27.3 ‘e çikti. Ayni tarihte tüm Avrupa 9.26 ile 2 inciydi. Böylece Amerika gerçek bir global güce kavustu. IMF, Dünya Bankasi, GATT gibi kurumlariyla, dünya rezerv dövizi olan dolariyla, hava kuvvetlerine dayali askeri gücüyle tartismasiz egemen fakat herkese açik ve herkesi içine alan bir dünya sistemi kurmayi basarmisti. Kültürel gücü ve etkisiyle birlikte, kurdugu mutlak egemenligi Sovyet Bloku’nun çökmesiyle doruga ulasti.
 
Aradaki farkliliklara ragmen Amerika’nin Avrupa ile paylastigi soy irk, tarih, kültür, din, inançlar ve ortak çikarlar “ Bati “ terimi altinda toplandi.
 
Bati, yasadigimiz dünyayi degistirmistir. Simdi bile, Çin’in artan rekabetine ragmen dominant jeopolitik ve kültürel güçtür. Bati etkisi o kadar yaygin ki dünyayi onsuz düsünmek veya Bati olmasaydi nasil bir dünya olurdu diye hayal etmek bile imkansiz. Ancak çok dogal kabul ettigimiz, sindirdigimiz, benimsedigimiz Bati hegemonyasi ne dogaldir, ne de ebedi. Aksine, bir noktada sona erecektir.
 
3
JAPONYA – MODERN FAKAT BATILI SAYILMAZ
19.yüzyilin basinda sinaîlesmeye baslayan tek Asya ülkesi Japonya idi, Bati kulübüne disaridan karisan tek ülke. Batiyi kopyalamada her  bakimdan mucizevi basari gösterdi. 1945’e kadar Dogu Asya’nin büyük bir bölümünü sömürgesi yapti. 1980 ‘e dogru milli gelirini Bati’ninkiyle esitledi. 1950’den itibaren take-off’a geçen Dogu Asya ülkelerine model teskil etti. Asya modernitesini anlamak istiyorsak, ilk ve halen en gelismis örnek olarak Japonya’dan baslamaliyiz.
 
Japonya nereden geliyor?
 
Japonya’yi sekillendiren, zamanin en ileri iki uygarligiyla olan iliskileridir: 5. ve 6. yy da Çin ve 19. / 20. yüzyilda da Bati. Japonya’nin Çin’le iliskileri baslamadan önce kendi yazim sistemi yoktu. Çin karakterlerini alip yeni ilave ve uyarlamalarla kendi sistemini yaratti. Bu süreçte Çin edebi gelenegi Japon kültürünün temel taslarindan biri oldu. Taoizm Japon animist gelenekleriyle harmanlanip Sintoizm oldu. Budizm ve Konfüçyizm etkinlik kazandi ki bugün hala yönetisim ideolojisi ona dayanmaktadir. Konfüçyizm zamanin en sofistike felsefelerinden biriydi: karmasik bir ahlaki, sosyal, siyasi ve din benzeri bir düsünce sistemiydi.
 
Japonya 14. yüzyil boyunca Çin’in gölgesinde yasadi. 1868  Meiji restorasyonuna kadar olan bu sürenin büyük bir kismi Çin’in tributary ( baris  için para ödeyen ve onun üstünlügünü kabul eden) devletlerinden biri olarak geçti. Bu durum Japon psikolojisinde derin bir asagilik duygusu yaratarak savunmaci ve militan milliyetçiligi körükledi. Çin’in etkisi derin olsa da, Japonya hepsini kendine göre sekillendirdi. Çin Konfüçyüs ögretisinde en önemli erdem merhamet ve iyi yüreklilik iken Japonya’da sadakat ve büyüklere hürmet tüm Japon kültürünün belirleyici özelligiydi. Çin Imparatorlugunda toplam 37 hanedan degisirken Japon Imparatorluk ailesi kutsal kabul edilip 1700 yildir hiç degismedi. Çin hanedanlari mutlak iktidara sahip oldugu halde Japonya’da fazla etkin degildi.
 
Meiji Restorasyonu
 
Japonya’da 1853’e kadar süren huzur ve istikrar, Amerikan deniz subayi Perry’nin siyah gemilerden olusan bir filonun basinda Tokyo körfezine gelmesiyle bozuldu. Perry, Amerika ve Avrupa güçleri adina Japon limanlarinin serbest ticarete açilmasini talep ediyordu. Artik Japonya’nin içine kapanik dönemi bitmisti. Tipki çagin diger ülkeleri gibi yayilmaci ve yirtici Bati’dan kendini koruyamayacakti. Isgal tehditleri altinda 1858 ‘de Bati ile hiç de esit olmayan bir anlasma imzaladi. Anlasma, Japon limanlarini ülke topraklari disinda sayan ve Bati uyruklulari Japon yasalarindan vareste tutan, hristiyanligi serbest birakan ve tümüyle Japon egemenligine darbe vuran, son derece aleyhte sartlar içeriyordu.
 
Bati tehdidi altindaki ülke, bagimsizligini korumak ve afyon savaslarindan sonra Çin’in basina gelenlerden sakinmak için Bati’dan mümkün oldugunca çok sey ögrenmesi gerektigini fark etti. Hükümetin bu görevi yerine getirmede gösterdigi hiz, azim ve içerik zenginligi tam bir tarihi fenomendir. Nefes kesen 20 yil içinde, Bati’nin tecrübesinden yararlanarak bir dizi kurum tesis etti. Ögrenilebilecek her seyi ögrenmeleri için Avrupa ve Amerika’ya heyetler, kisiler gönderdi. Bunu yaparken de sistematik bir sekilde hangi ülkenin hangi konuda uzman olduguna bakildi. Egitim sistemi Fransa’dan, donanma Ingiltere’den, ordu Almanya’dan, üniversiteler Amerika’dan adapte edildi. Japonya’ya uzmanlar getirildi. Hükümet yeni kurdugu fabrikalari satarak kapitalist sinif olusturdu. Sonuçta yamali bohça gibi fakat tamamen Japonya’ya has bir bütün elde edildi.
 
Batili olmayip da 19. Yüzyil da sinailesen, Dogu Asya’nin en ileri ülkesi, dünyanin en büyük ikinci ekonomisi, hayran olunacak bir yasam standardina sahip, bununla birlikte sosyal ve kültürel özelliklerini koruyan bir ülke olarak Japon modernitesi olaganüstü bir basaridir. Ancak üç nedenle Bati’da ve Asya’da hak ettigi saygiya ulasamadi. Birincisi, Japonya 1945’ten bu yana Bati ile farklarini degil, benzerliklerini ön plana çikarma pesinde olmasidir. Yenilgiyi takiben Amerikan etki alanina girerek her türlü bagimsiz dis politika sesini kaybetti; farkliligini hiç vurgulamadi. Ikincisi, Dogu Asya ülkeleriyle çok iyi iliskiler kuramadigi için bölgesinde ekonomik gücünün gerektirdigi siyasi ve kültürel etkiyi yayamadi. Üçüncüsü de Japonya kendini hep evrensel açidan degil de farkliliklari açisindan görmüstür.   O yüzden baskalari için bir model olamadi.
 
Yine de su gerçek ki Japonya Dogu Asya’da modernize olan ilk ülkeydi. Bölgede digerleri onun dümen suyundan gitti. Japonya olmasaydi Asya kaplanlari kükremeye baslar miydi süpheli ama surasi kesin ki Asya kaplanlari olmasaydi Çin’in modernizasyonu çok daha gecikirdi. Ingiltere nasil Avrupa’nin modernitesini baslattiysa, Japonya da Asya’nin öncüsü olmustur.
 
4
ÇIN’IN UTANCI
Kral George III’ ün emriyle toplanan ilk Ingiliz ticaret heyeti teleskop, saat, barometre, yayli araba ve hava tabancasi gibi hediyeler tasiyan üç gemiyle 1792‘de Çin’e hareket etti. Amaç, Imparator Quianlong’u Ingiliz sanayi ve teknolojisi ile etkileyip, Çin pazarini ve limanlarini ticarete açmasini saglamakti. 200 kisilik heyetin baskani Macartney 4 aylik ugrasidan sonra Imparatorun huzuruna çikabildi. Imparator onu dinledikten sonra kendisine cevap vermek yerine Kral’a bir mektup iletmesini istedi. Mektupta Çin’in dis ticareti arttirmayacagini, zira baska ülkelerden hiçbir seye ihtiyaçlari olmadigini, baskentte elçi bulundurmanin hem kendi kurallarina aykiri oldugunu, hem de Ingilizlere bir yarar saglamayacagini ifade ediyordu.
 
Heyet eli bos geri döndü. Ancak Macartney’e göre Çin’in Ingiliz taleplerine karsi koymasi bosunaydi zira ilerlemeyi durdurmak imkânsizdi. Bir dönemin kapanip yeni bir dönemin açilmakta oldugunu fark edememisti imparator. Oysa artan gücün ve saldirganligin verdigi testosteronla dolu Ingiltere hedefe ulasmak için geregini   yapmakta   gecikmedi.      O siralarda   Çin’e   afyon sevkiyati    zaten baslamisti. Çin’in afyon ithalini yasaklamasindan çilgina dönen Ingiltere I. Afyon savasini (1839-1842) baslatip Güney Çin’i bombaladi. Akabinde imzalanan Nanjing anlasmasiyla Çin Hong- Kong’u Ingiliz’lere birakmak yaninda 5 limanini ticarete açmak ve savas tazminati ödemek zorunda birakildi. Çin’in “asagilanma yüzyili” baslamisti.
 
Nasil ki Japonya 19. yy da sinaîlesmeye baslayan Bati disi ülke örnegiydi, Çin de ayni düzeyde basladiklari halde sinailesmeyi iskalayan ülke oldu. O yüzden Amerika, Avrupa ve Japonya ile arasi gitgide açildi. Çökme derecesinde ekonomik zayiflama, iç bölünme, yenilgi, asagilanma, yabanci güçlerin isgali ve giderek egemenligin yitirilmesi. Yine de, 1949’dan, özellikle de 1978’den beri kaydettigi ilerleme, çagdas dinamizminin esas kaynaginin Bati degil, kendi geçmis birikimi olduguna isaret etmektedir.
 
Güneste Bir Yer
 
Çin simdiki seklini daha Isa’dan önceki yüzyillarda almaya baslamisti. Kuzeyde stepler, Dogu’da ve Güney’de deniz, Güney Dogu’da daglardan olusan dogal sinirlari sayesinde muazzam büyüklüge ulasmisti. Yaygin iç göç, iyi bir iletisim  agi ve asirlar boyu birlikte yasama gelenegi, zamanina göre çok büyük bir nüfusun nispeten homojen bir kültüre ulasmasini sagladi. Toplam 7500 km’lik, Roma imparatorluguyla boy ölçüsebilen yollari vardi. Köklü Konfüçyüs ögretilerine dayali Merkezi bir hükümet ve sofistike bir devlet yapisina sahipti. Agirlik, ölçü ve para birimleri standartlastirilmisti. Milattan önceki bin yilda Çin birçok halklari kapsadigi halde olaganüstü güçlü bir kültürel kimlik duygusu tasiyordu. Tuhaf olan, kuzeyden gelen Mogol, Mançuryali gibi isgalciler bile bir süre sonra bu adet ve degerleri benimsiyor, onlarin kurumlarini ve yönetim ilkelerini uyguluyorlardi. Çin kimliginin bu kadar erken tesis etmesi, bugünkü Çin’in en önemli yapi taslarindan biridir. Ortak dil ve kültürel kimlik olmasaydi üniter devlet yapisini 2 bin yildir koruyamayacak ve en çarpici özelligi olan büyüklügü paramparça olacakti.
 
Tarihte, tarimda kaydedilen ilerleme kalabalik nüfuslarin sürdürülmesine ve devlet yapisinin gelismesine imkan saglamistir. Çin’de de 12.000 yil önce, Mezopotamya’dan (8.000) bile erken baslayan kuru tahil tarimi yerini zamanla sulu çeltik tarimina birakti. Fidelerin ekimi, erken olgunlasan çeltik çesitleri, sistematik tür seleksiyonu, suyu bir seviyeden digerine tasiyan zincir ve çanak benzeri aletler ve sofistike sulama sekli gibi pirinç üretimine durmaksizin getirilen  yenilikler  verimin ve  dolayisiyla  nüfusun artmasina  imkan    sagladi.
 
Denizden, irmaklardan ve kanallardan da yararlanan entegre ulasim agi, pazarin ülke çapinda genislemesine katkida bulunmus oldu. 18. yüzyil da dünyanin en büyük ekonomisiydi.  Çin’i Hindistan ve Avrupa izliyordu.]
 
Daha 13. yüzyilda Hangzhou’nun nüfusu 7 milyona ulasmisti. Çin’in Rönesans’i da denen Song hanedani döneminde devlet egitime agirlik vermis, klasik sinav sisteminin gelistirilmesi; neo-Konfüçyüzmin dogusu; barut, top ve tahta kalipli matbaanin icadi; kitaplarin yayginlasmasi; matematik, tibbi bilimler, astronomi ve cografyada ilerlemeler bu dönemde gerçeklesmisti. Avrupa’nin çok ilerisinde olan Çin gelismislik açisindan ancak Islam dünyasi ile karsilastirilabilirdi. Avrupa’da Rönesans daha iki asir sonra baslayacakti.
Ne yazik ki Çin 1300’ den sonra bu gelismeyi sürdüremediBunun baslica sebebi nüfusun hizla artmasiyla orman, yakit, dokuma elyafi, is hayvani, maden, tahta ve tarim topragi gibi kaynaklarin azalmasiydi. Ingiltere gibi teknolojisini gelistirip sömürgeler de ele geçiremediginden ekonomik dar bogaza girdi. Isçi ücretleri düsüp kar oranlari azalinca zamandan ve emekten tasarruf eden makineler icat etmeye gerek kalmadi. Oysa genis pazarlara ulasan ve is gücü ücretleri yükselen Ingiltere’de emekten tasarruf eden makinelerin icadi elzem oldu.  Bu da icat, uygulama, verim artisi ve ekonomik büyüme ile sonuçlandi.
 
Çin Devleti
 
Roma Imparatorlugunun çöküsünden sonra Avrupa bir daha asla tüm kitaya egemen bir imparatorluk rejimiyle yönetilmedi. Siyasi otorite 2 bin yildan beri birçok devlet arasinda bölüsülmektedir. Aksine Çin 13. yüzyildan bu yana emperyal devlet sistemini korumaktadir.
Bu durum, Çagdas Çin ile Avrupa‘nin tutumlari arasindaki temel farktir. Çin mutlak üniterligini vazgeçilmez sekilde korurken Avrupa ulus-devletlerin egemenligine önem vermektedir.
 
Gerileme ve Isgal
 
19.yüzyil da Çin’in problemleri artmaya basladi. I. Afyon yenilgisini takiben ekonomi zayifladikça ikisi Türk soylu Müslümanlardan olmak üzere ülkenin çesitli yerlerinde isyanlar çikti. Ingilizlere yenilmek yüzünden imparatorluk rejimine olan güvenin sarsilmasi, siddetli seller ve açlik, isyan ortamini hazirlamisti.
 
Isyanlar bastirildiktan sonra bu sefer de Batili hirslari ve saldirganligi devreye girdi. I. Afyon savasindan sonra Nanjing antlasmasiyla Hong Kong kaybedilmis  ve 4 liman özel imtiyazlarla Ingilizlere açilmisti. ll. Afyon savasinda Fransizlar ve Ingilizler Beijing’de yazlik sarayi talan edip yaktilar. Akabinde imzalanan Tianjin anlasmasiyla bütün önemli limanlar açildi, Bati vatandaslarina yeni imtiyazlar tanindi, askeri üslere izin verildi, misyonerlere kita içinde seyahat özgürlügü tanindi ve yeni tazminatlar ödendi. Böylece Çin, topraklari üzerinde egemenliginin en önemli unsurlarini kaybetmeye basladi. 1884’de Fransizlar Vietnam’i (Hindiçin) ele geçirmek için Çin donanmasina saldirdilar. Çin amiral gemisi savasin ilk dakikasi içinde batirilmis, bir saattan az bir sürede donanmanin tümü yok edilmisti.  Bu deniz savasi, Batili bir sanayi ülkesinin,  hem de vatanindan bu kadar uzaktayken sahip oldugu güç ile bir tarim ülkesinin gücü arasindaki korkunç farki ortaya koymustu.
 
Çin’e saldiran ülkeler arasina, Çin’e hamilik parasi ödeyen Kore’yi ele geçirmek için, hizla sanayilesen ve saldirganlasan Japonya da katildi. Agir  yenilgiyi takiben Çin, yillik tüm milli gelirinin üç katini tazminat olarak Japonya’ya ödemek zorunda kaldi. Artik 20. yüzyil basinda Çin’in egemenliginden söz  etmek zordu. Boxer isyani denen, misyonerlere ve diger batililara karsi yapilan saldirilari bastirmayi bahane eden Ingiliz, Fransiz, Japon ve Amerikan ortak kuvvetleri Bijing’e yürüdüler, isyani bastirdilar ve bir yil yasak sehirde konuslandilar. Çin yine hepsine savas tazminati ödedi. Resmen sömürge statüsüne girmese de gerçekte sömürgeden bir farki kalmamisti. Yabancilar her seyi yapmakta özgürdüler. Ticaret faaliyetlerinden vergi veya gümrük falan da ödemiyorlardi.   Çin adam akilli yoksullasmis, utanç içinde kalmisti.
 
Çini modernize edip bu acidan kurtarmak için ülkede reform girisimi baslatildi. Ancak Japonya’dakinin aksine bu reform için ülkede konsensus saglanamadi, bazi elit ve bürokratlarin girisimi olarak kaldi. O yüzden orduda yapilan bir  takim reformlar ve egitimde yapilan bazi degisiklerle sinirli kaldi.  Örnegin ilk kez Londra ve Paris gibi büyük baskentlerde elçilikler kuruldu. Reformlarin karsisina çikan en büyük problem, modernizasyon ile Bati’nin bazilari tarafindan esanlamli olarak görülmesiydi. O sirada Bati Çin’e sömürgesi gibi davrandigi ve asagiladigi için bu reformistler de halk tarafindan Bati’nin usagi ve isbirlikçisi olarak görülüyordu. Oysa Japonya tam da bu seferberlik sayesinde modernizasyonda basarili olmustu. 20.yüzyil basinda Hanedan’in  hiçbir  otoritesi kalmamisti: yaptigi her iste isgal kuvvetlerinin onayini almak zorundaydi; topraklari üzerinde egemenligi sinirliydi.
 
Ödemek zorunda birakildigi korkunç savas tazminatlarinin da etkisiyle ekonomi berbat haldeydi. Hükümet gerekli ödemeleri yapabilmek için yabanci bankalardan yüksek faizle borçlaniyordu. Yer yer çikan isyanlari bastirmakla yükümlü askerler kendi baslarina hareket eder olmustu. Nihayet 1911 Devrimi ile Quing Hanedani 266 yillik iktidarini kaybetti ve böylece dünya tarihinin en uzun ömürlü siyasi sistemi olan 2000 yillik hanedanlik hükümetine perde indi. Yerine gelen Sun Yat Sen baskanligindaki Cumhuriyetçi hükümet durumu düzeltecegine ülkeyi balkanlastirdi: 1916 - 1927 arasi egemenlik parça parça oldu: yer yer bölünmeler ortaya çikti, ordu ile yabanci güçler hüküm sürdü.
 
1928-1937 arasinda Milliyetçi partinin basina geçen diktatör Chiang Kai-Shek zamaninda nispeten ulusal birlik saglandi. Ancak bir taraftan güneyden komünist birliklerin muhalefeti, diger taraftan kuzeyden Japon ordusu rahat nefes aldirmadi. 1937’de Japonlar Güneye dogru ilerleyerek  bereketli topraklari ve sanayi tesislerini ele geçirmekle kalmadilar, uyguladiklari korkunç zulüm, 300.000 sivil ve askerin öldürüldügü Nanjing katliamiyla doruga ulasti.  Bu katliam bugün bile Çin Japon iliskilerine gölge düsürmektedir.
 
Bu olay Chiag Kai-Shek’i de gözden düsürdü. Komünistler gerçek vatansever olarak görülüp güç kazandilar. Nihayet 1949 Devrimiyle komünist parti Mao Zedong liderliginde iktidari ele geçirdi.
 
1911-1949 arasinda, Çin’in bu en aci dönemiyle ilgili su soru ortaya çikiyor: yer yer ayrilikçi hareketlere ragmen Çin nasil oldu da bölünmedi?  Bütün yaptiklarina ragmen Bati ve Japon isgali uzun dönemde fazla etkili olmadi? Bir kere ‘’Han soyundan gelme Çinli ‘’ kimligi halkin içine o kadar yerlesmisti ki baska bir kimligi benimsemeye imkân kalmamisti. Dahasi, Bati kaynakli ulus- devlet sistemine geçince modern milliyetçiligin yapistirici etkileri öne çikmisti: asirlar ötesinden gelen kültürel kimlik ve birliktelik, yabanci isgaline karsi beslenen derin hinç ve öfkeyle güçlenmisti.
Nihayet, Afrika ve Orta Doguda ele geçirdikleri topraklari sömürgelestiren batililar Çin’in azameti karsisinda çekinmisler, birakin tümünü,  çogunlugunu bile sömürgelestirmeye cesaret edememislerdi. 1800 öncesi Çin’in ileri bir tarim toplumu olarak tarimsal sanayisinin, ticaretinin ve piyasalarinin gelismis olmasi, yabanci isgali sona erer ermez Çin’in sinailesmek için kendi kültür, bilgi ve becerisinden yararlanmasinin yolunu açti.Ayrica dünyanin en eski ve en gelismis devlet gelenegine ve birikimine sahip olmasi 1949’dan sonra çok    isine yarayan bir kaynak oldu. Oysa Afrika ve Orta Dogu’da bu gelenek olmadigindan modern devletler neredeyse sifirdan yaratildi.
 
Çin halki her seye ragmen kendine güvenini, tarih ve kültürlerinin verdigi üstünlük duygusunu hiç yitirmedi. Fakat yüzyil boyunca çektigi azap ve  hissettigi asagilanma, bilincinde bugün bile silinmeyen derin izler birakti.
 
1949 Sonrasi
 
1949’a gelindiginde Çin’in egemenligi yüzyili askin süredir sekteye ugramisti. Iktidar; merkezi hükümet, isgal kuvvetleri ve bazi yerel  odaklarca paylasiliyordu. 2000 yildir bagimsiz ve üniter bir devlet olarak yasayan Çin için bu tahammül edilmez bir durumdu.
 
Komünistlerin önünde 2 ana görev vardi: Ülkeyi bagimsizligina kavusturmak ve üniter devleti yeniden teessüs etmek. 2.dünya savasinda batili güçler yavas yavas ülkeden çekildi. Japonlar da bir taraftan komünistlerin baskisi, bir  taraftan da savas sonu yenilgisiyle Çin’i terk etmek zorunda kaldi. Milliyetçilerin 1949’da komünistlere yenilmesiyle ülke Tayvan, Hong Kong ve Macao hariç, birligine kavustu. Komünist rejimin o günden bugüne süre gelen desteginin ana kaynagi iste bu iki basaridir: Bagimsizligi ve birligi saglamak.
 
Batinin yükselmesinden bu yana, Çinin modernizasyon için önünde çesitli strateji seçenekleri olmustu: Geleneksel imparatorluk kurumlarinda reform yapmak (1911 öncesi denenmis ve basarili olamamisti), Bati modelini aynen taklit etmek (1911-1949 arasi denenen bu girisim de fiyasko ile sonuçlanmisti), veya kendi kurumlarinin basarili olanlarini Bati örnekleriyle birlestirip yeni kurumlar olusturmak. Komünistler bu üçüncü yolu seçtiler. Sovyetler  birliginden de büyük ilham alan, ancak kendilerine has Maoizm ortaya çikti.
 
Çin Halk Cumhuriyeti (PRC) olarak taninan yeni rejimin ilk isi gelirler ve harcamalar üzerinde merkezi kontrol saglamak oldu.  Devrimin mimari, bagimsiz ve üniter Çin’in kurucusu Mao, iktidari süresince muazzam suiistimallere ve milyonlarin ölümüne sebep olmasina ragmen, önderlik ettigi yeni rejimin popülerligini ve mesrulugunu sürdürmesinde en büyük faktör oldu. Bugün bile saygiyla anilmaktadir. Yeni rejimin dayanikliligi ve gücü Mao’nun ölümünden sonra da devam etti. “Ileri Dogru Büyük Adim‘’ ve ‘’Kültür Devrimi’’ felaketlerine ragmen komünist parti halkin da büyük destegiyle yepyeni ekonomik politikalar uygulayarak olaganüstü hizli ekonomik büyüme gerçeklestirerek Çin’in dönüsümünü basardi.

 
Ekonomik Take-off
1820‘de Çin’in kisi basi geliri 600 $ iken 1950 de 439 $ a düsmüstü. Bunun da baslica sebebi 120 yil boyunca yabancilarin Çin’i isgal altinda tutmasi yaninda, insafsiz savas tazminatlari ve gümrüklerin, tuz, demir yollari, posta, su, gaz, elektrik v.s gibi isletmelerin ve bütün önemli sanayi tesislerinin yabancilarin elinde olmasi dolayisiyla ekonominin çökmesi idi.
 
Yeni hükümet ülke birligini sagladiktan sonra sanayilesmeyi hedef aldi. Bu amaçla toprak reformu yapildi, büyük komünler teskil edilip artan ürün tarim vergisi olarak toplandi. Bu para ile agir sanayi tesisleri  kuruldu. Çesitli  sorunlara ragmen Çin 1950-1980 arasi Mao döneminde yillik ortalama % 4.4 büyüdü. Insani gelisme indeksi 4.5 kat yükseldi. Bu da egitime muazzam agirlik verilmesi, kadin-erkek herkes için esitlik gözetilmesi, saglik sisteminin iyilestirilmesi ile basarildi. Böylece diger çogu Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin yasadigi tarim nüfusunun asiri yoksullugu ve zengin-fakir arasi gelir uçurumu, kadin-erkek firsat esitsizligi, büyük gecekondu mahalleleri ve sehirlerde yogun issizlik gibi sorunlar yasanmadi. Tabi ki bazi Mao  politikalarinin yol açtigi kisisel özgürlüklerden yoksunluk, eziyet ve ölüm gibi agir bedeller ödendi bu hizli ilerleme için fakat Mao hiç bir zaman halkin destegini kaybetmedi.
5
MODERNITE -  DEGISIMIN HIZI
Bütün Asya Kaplanlarinin (Güney Kore, Tayvan, Singapur, Hong Kong, Çin, Malezya, Tayland, Endonezya ve Vietnam) en belirgin özelligi degisimlerinin hizidir. 1950’de agirlikli olarak tarim toplumuydular. Tarim Nüfuslari % 80-90 iken bu oran bu gün % 10 ‘un altina inmistir.
 
Moderniteye geçisin ana özelligi köyden kente, tarla isinden sanayi isine  geçistir. Köy yasantisinda bir yildan ötekine, bir kusaktan digerine pek az sey degisir. Sanayilesme kosullari müthis degistirir: Alisilmisin yerini belirsizlik, geçmisin yerini gelecek alir. Asya kaplanlarinda bu geçisin Bati’ya  göre çok  daha hizli olmasi beraberinde modernitelerine de iki önemli fark getirmistir.
 
1- Geçmisin Yakinligi
 
Asya kaplanlarinda halk çok yakin zamana kadar tarimda çalistigindan geçmisin damgasi simdiki zamanin üzerinde capcanli durmaktadir. Moderniteye ragmen geleneklere baglilik aynen devam etmektedir.
 
2-) Simdiki zamanda gelecek
 
Daha önce de belirtildigi gibi modernite, simdiki zamana gelenek, örf ve adetlerin degil gelecegin hükmetmesi, gözlerin ve zihnin arkaya degil öne yönelik olmasidir.  Bu durusun derecesi ülkeden ülkeye degisir.  Surasi tuhaftir  ki yakin zamana kadar geçmisiyle hasir nesir olan Asya ülkelerinde gelecege dönme derecesi, moderniteye çok daha erken geçen Avrupa  ve  Amerika’ya göre çok daha ileridir. Bu ülkeler degisim tiryakisi, teknoloji tutkunu, acayip esnek ve her çesit yenilige uyumlu karakterleriyle adeta bir hiper modernite yasamaktadirlar. Aslinda bu hiç de sasirtici degildir. Bati ekonomisi % 2 büyürken siz her yil ortalama % 10 büyürseniz, bu turbo hizin yasam kosullarinda, istihdam tiplerinde, sehirlesmede, sehirlerin görüntüsünde ve tüketici ürünlerinde devrim yaratmasi kaçinilmaz olur. Aile gibi yerlesik kurum ve degerleri degistirerek sosyal dokuya yeni ve agir gerilimler yükler. Böylesine bir degisimle bas etmek için hem bireylerin, hem de toplumun buna hazir olmasini ve hedefe kilitlenmesini gerektiren, çok gelismis pragmatizm ve esneklikleri sayesinde bunu basarmislardir.
 
Hizli degisimle aklini bozmanin bir örnegi Dogu Asya kentlerinin karakterinde ve yapisinda açikça görülür. Binalarinin yüksekliginin ve karakterlerinin kesin kurallara bagli oldugu, yüzeyin kullanima göre bölgelere ayrildigi Avrupa ve Amerika sehirlerinin aksine Asya sehirlerinde böyle bir düzen yoktur. Her semtte her seyden biraz biraz vardir, her sekil ve yükseklikte binalar görürsünüz. Bati kentlerinde belli bir merkez varken Asya kentleri birbiri ardina metamorfoz geçirerek ha bire yeni merkezler üretirler. Kuralsizlik, düzensizlik   ve basibosluk tipik Asya kentlerinde masum kaos, sikistirilmis bir enerji ve heyecandan olusan bas döndürücü bir karisim yaratir. Görünüste tek sabit, degisimdir. Avrupa’nin aksine korumaya hiç önem vermeden binalar birbiri ardina yikilip yenisi yapilir. Avrupa sehirleri neredeyse asirlarca ayni kalirken Asya kentleri bir günden digerine alt üst olur.
 
Japonya gelecege dönüklügün, hiper modernitenin en uç örnegidir. Kimse ikinci el araba veya baska bir esya almadigi gibi fabrikalar yilda birkaç model  çikarirlar. Elektronikçiler, modacilar pes pese yeni ürünler, yeni koleksiyonlar sunar. Japonya tüketici teknolojisinde hizli gelismenin özüdür. Partnere ihtiyaç birakmayan dans makinalari bile mevcuttur.
 
Modernitede rekabet
 
Dünyada’ki güç dengesi hizli bir degisim içindedir. 1973’e kadar baskin olan  Bati, gelirin % 58.7 sini elde ederken Japonya hariç Asya’nin payi % 16.4  tü. 2001 ‘ e gelindiginde bu oran % 52 ‘ye % 31 olmustu. Oran önümüzdeki 15-20  yil içinde daha da degisecektir. 2027 de Çin’in Amerika’yi geçip dünyanin en büyük ekonomisi olmasi, 2032 de de BRIC adi verilen Brezilya, Rusya, Hindistan (India) ve Çin grubunun Amerika, Kanada, Ingiltere, Almanya, Fransa, Italya ve Japonya’dan olusan G7 yi asmasi beklenmektedir.  Ayrica, gelismekte olan diger 13 ülkenin (Banglades, Misir, Endonezya, Iran, Meksika, Nijerya, Pakistan, Filipinler, Türkiye ve Vietnam) toplam gelirinin G7 nin üçte ikisine ulasacagi tahmin edilmektedir.
 
Bu zamana kadar dünya Bati küstahliginin etkisindeydi: Onlara göre kendi degerleri, inançlari, kurumlari ve düzenlemeleri herkesten üstündü. Bu mentalitenin gücü ve baskisi hiç de hafife alinmamalidir. Hükümetleri diger ülkelere demokrasi ve insan haklari dersi vermekten hiç çekinmezler. Batinin bu derin üstünlük kompleksi güçlü ekonomik, siyasi, ideolojik ve kültürel akimlardan beslenir.
 
Ancak modernitenin yayilmasi bu mentaliteyi zora sokacaktir. “Ileri”,”  Gelismis”, “Uygar” gibi fikirler Bati ile esanlamli olmaktan çikacaktir. Simdiye kadar baskalari için evrensel ve tartismasiz örnek ve model olduguna, herkesin onu izlemesi gerektigine inanan Bati’nin, kendisine rakip modeller çiktiginda nasil davranacagini Allah bilir. Gelecekte kendini mutlak degil rölatif baglamda düsünmesi, dünyanin geri kalanindan ögrenecegi çok sey oldugunu fark etmesi, her seyin en iyisini kendi bildigi saplantisindan vazgeçmesi gerekecektir. Bu degisimin öncüsü de Çin olacaktir.
 
BÖLÜM II 6
ÇIN ÇAGI
Ekonomik Süper Güç Olarak Çin
1976 da Mao öldügünde kim derdi ki Çin, ülkenin yüzünü ve kaderini tamamen degistirecek olan olaganüstü bir büyüme arifesinde? Ülke Kültür Devriminin enkazi altindaydi. 50’lerde ve 60’larda partiyi yöneten kadro, Kültür Devrimi sirasinda alasagi edilip lanetlendiginden ülke bosluk içinde kalmisti. Çok geçmeden eski liderler göreve çagrildi. Deng Xiaoping dümene geçti. Kadro, Kültür devriminin mirasi olan ekonomik çöküntü ve siyasi kargasa ile karsi karsiya kalmisti ama Mao’nun çilgin asiriliklarinin engeline takilmadan kendi içgüdülerini ve egilimlerini hayata geçirebileceklerdi.
 
Reform süreci 1978’de bazi ekonomik bölgeler teskil edilerek basladi.  Aralarinda Guangdong vilayetinin de bulundugu bu bölgelerde kirsal komünler iptal edilip topraklar köylülere uzun dönemli kiralandi, kendi ürünlerini pazarlamaya tesvik edildi. Her girisim adim adim, deneysel biçimde yürütüldü. Bir yerde uygulanan reformun ise yaradigi görülünce baska bölgelere de uygulandi.
 
Yeni ekonomik yaklasim hükümet kadrolarinda da bambaska bir bakis açisi ve düsünce tarzi gerektirdiginden, en yukardan baslayip asagilara kadar inen personel degisikligi yapildi. 1978 de Deng söyle diyordu: “Devrim yapmak ve sosyalizmi kurmak için düsünmeye, yeni usuller denemeye ve fikirler üretmeye cesareti olan çok sayida öndere ihtiyacimiz var. Bu devasa bir projedir: Parti ile hükümet arasinda, iktidar ile yargi organlari, kitle örgütleri, girisimciler ve kurumlar arasinda ve nihayet merkezi, yerel ve halk örgütleri arasinda mevcut iliskileri ön plana almaktadir. Yüz milyonlari ilgilendiren bu is zahmetli ve uzun bir görev olacaktir.”
 
Degisimin ana ögelerinden biri devletin merkezi yapisinin yerellestirilmesiydi. Mülkiyet haklari ve Mali güç yerel yönetimlerin çesitli kademelerine dagitildi.
 
Daha hemen baslangiçta büyüme hizi Mao döneminin % 4-5 lerinden yilik ortalama %9,5’e çikti. Yine baslangiçtan itibaren hükümet Amerika’nin desteginin ve isbirliginin hayati önem tasidigini gördü. Temeli 1972 de Mao - Nixon bulusmasiyla atilan iliskiler, 1979 da resmi diplomatik iliskiler    kurulmasi, mülkiyet haklarinin taninmasi ve Çin’in en gözde ülke ilan edilmesiyle  gelistirildi. Amerika’nin degeri 1980’lerde iyice kanitlandi. Çin ihracatta agirlikli olarak oraya yöneldi. Çinli ögrenciler Amerikan üniversitelerine kostu. Sovyetlerin çökmesi ve internet etkiyi daha da arttirdi.
 
Küresellesen ekonomiye uyum için Çin gümrük engellerini kaldirip ülkenin kapilarini yabanci yatirimlara açti. Çin firmalari hiç korunmadan “ya bat, ya çik” rekabetine sokuldu. Oysa Japonya, Güney Kore ve Tayvan’da yerli sanayiciler gelisinceye kadar yabanci rekabetinden korunmuslardi.
 
Reformun ilk yillarinda kirsal ekonomiyi kalkindirmaya agirlik verildikten sonra 1980’lerin sonunda agirlik kentlere ve sinai ekonomiye kaydi. Ucuz is gücünden yararlanmak isteyen Bati ve Japon sermayesi Guangdong eyaletinden baslayip diger  bölgelere akarak toplam 500 milyar dolari asti.  Su  anda tüm ihracatin %60’ini yabanci firmalar gerçeklestirmektedir. Bu süreçte Çin, düsük ve orta kalite imalat için “dünyanin atölyesi” olmustur. Gümrüklerin git gide indirilmesiyle dis ticaretin hacmi milli gelirin % 75 ine ulasmistir. Bu oran en gelismis ülkelerde bile % 30 ‘u asmaz. Oranin yüksekligi Çin’in küresel ekonomide önemini arttirmak yaninda ülkeyi küresel çalkantilara veya Batidaki artan korumacilik duygusuna karsi daha duyarli kilmaktadir.
 
Çin ve Rus süreçlerinin karsilastirilmasi yararli olur. Zira her ikisi de emir- komuta ekonomisinden piyasa ekonomisine nasil geçilecegi meselesiyle karsi karsiya kalmisti. Rusya Batinin reçetesine uyarak sok terapiyi tercih etti. Bu da 90’larda hiper enflasyona, ileri boyutta sermaye kaçisi, paranin degerinin dibe vurmasi ve dis borçlarda temerrüte düsülmesi gibi sorunlara yol açti. Tersine  Çin daha kademeli bir yaklasim izleyerek hiper enflasyondan korundu, uluslararasi kredi notunu yükseltti ve sermaye kaçisina ugramadi. Rusya’da Kamu sektörü haraç mezat yandaslara satilirken Çin’de kamu sektörü toptan özellestirilmek yerine parça parça, kademe kademe özellestirildi. 2007 Forbes 100 listesinde 13 Rus’a karsilik hiç Çinli yoktu. Buna mukabil 1990’da Çin’in milli geliri Rusya’nin iki katinin altindayken 2003 de alti katindan fazla olmustu. Çok kisa bir sürede dünyanin imalat merkezi oldu. Bugün fotokopi makinelerinin, ayakkabilarin, oyuncaklarin ve mikrodalga firinlarin ve daha pek çok ürünün üçte ikisi Çin’de üretilmektedir. Ülke ayni zamanda gelmis geçmis en büyük yoksulluktan kurtulus programini uygulamis ve 1978 de 250 milyon olan yoksul sayisini 2001 de 22 milyon kisiye indirmistir.

 
Çin’in Ekonomik Büyümesi Sürdürülebilir mi?
Çin her yil 23 milyon kisiye istihdam yaratmak zorundadir. Hükümetin stratejisinin temeli yillik % 10 büyümedir. Zaten büyüme % 8 in altina düstügü takdirde toplumda huzursuzluk bas göstermesi çok muhtemeldir.
 
Global durgunluk büyümenin sürdürülebilirligini sinayacaktir zira artik Çin Bati ihracat pazarlarina eskisi kadar güvenemez. En karamsar senaryo, Bati’daki durgunlugun 1930’lar kadar derin ve uzun olmasi ve Amerika’nin Çin ürünlerine karsi korumaci önlem almasidir.
Küresel durgunlugun derecesi ne olursa olsun simdiki büyüme modeli uzun vadede sürdürülebilir degildir, zira tamamen yatirima dayali oldugundan ülkenin kaynaklarini yutacak, agir bir tüketim baskisi yaratacaktir. Sermaye ve emek verimliligini arttirmak, bunun için de teknoloji basamaklarinda yükselmek sarttir. Nitekim küresel durgunlukta bunun belirtileri görülmekte, ihracat oyuncak gibi ucuz ürünlerden teknoloji ürünlerine kaymaktadir. Milli gelir agirlikli olarak dis ticarete bagli olmaktan da kurtarilmalidir. Zira küresel inis çikislardan çok etkilenmektedir. Bir baska tehlikesi de, durgunlukta diger ülkelerin Çin mallarina karsi korumacilik yoluna gitmesidir. Bu yüzden iç tüketim de arttirilmalidir.
 
Bir baska sorun da çok kisa sürede çok hizli büyüme, dünyanin en esitlikçi ülkelerinden birini en esitsiz hale getirmek üzere olmasidir: Kiyi bölgeleriyle iç bölgeler, kentlerle köyler, kayitli ekonomiyle kayit disi ekonomi arasindaki uçurum git gide artmaktadir. Bu da toplumsal gerilime yol açmakta ve reform programina halkin katilimini baltalamaktadir.
 
Çin’in büyümesi toprak, orman su ve petrol  gibi kaynaklara asiri bagimlidir.   Çok kalabalik bir nüfus zaten kit olan bu kaynaklari hizla tüketmektedir. Son 40 yilda ormanlarin yarisi yok edildiginden simdi dünyanin en çiplak ülkelerinden biridir. Kullandigi petrolün yarisini ithal etmek zorundadir. Bu yüzden Çin büyümesi için gereken muazzam miktarda ham madde için diger ülkelere bagimlidir. Su anda bile dünyanin en büyük bakir, ikinci en büyük demir cevheri ve üçüncü en büyük alüminyum ithalatçisidir. Diger bütün hammadde gereksinimlerinde ve enerjide ilk birkaç sirada yer almaktadir.  %8 büyüme hizini korudugu takdirde, önümüzdeki 20 – 30 yil içinde dünyanin tüm kaynaklarindan fazlasina ihtiyaç duyacaktir ki bu da küresel çevreye yapacagi etki bir yana, bizzatihi sürdürülemez bir durumdur.
 
Çevre Ikilemi
 
Çin’in büyük paradoksunun (insan kaynaklarinda bereket, dogal kaynaklarda kitlik) etkileri tüm dünyada hissedilmektedir. Emegin ucuzlugu  mamul ürünlerin fiyatini düsürürken, emtia fiyatlarini adamakilli yükseltmistir. Artan emtia fiyatlari Çin’in kaynak–yogun büyüme modelini asiri pahali hale getirecek, böylelikle Çin Amerika’nin bugünkü yasam standardina yaklasamadan nefesi tükenecektir. O yüzden Çin daha simdiden enerjiye daha az bagimli  bir  yaklasim izleme karari almistir ama bu karari hayata geçirmek pek kolay olmayacaktir. Çin 18.yüzyildan 21. yüzyila sadece 30 senede geçtigi için 200 yil idare edilebilecek ekolojik kaynaklar da ayni kisa sürede tüketilmistir. Bugün 300 milyon küsur insan temiz suya ulasamiyor. Dünyanin en kirli 20 sehrinden 16 si Çin’de. Asit yagmurlari ülkenin üçte ikisini etkiliyor.  Ülkenin dörtte biri  çöl. Topraklarinin % 58 ‘i tamamen veya kismen kurak. Ne kadar yoksul ülke olursa olsun, çevre önlemlerini almak için zengin ülke statüsüne kavusmayi bekleyecek lüksü kalmamistir.
 
Düsük Teknoloji mi, Yüksek Teknoloji mi?
 
Mevcut durumda Çin’in mukayeseli üstünlügü, yogun vasifsiz isçilikle ve sudan ucuz fiyatlarla dünya piyasasina alt seviyede imalat yapmaktir. Bunun uzun dönemde iki sakincasi vardir: Birincisi, bir ürünü piyasaya sununcaya kadar yapilan toplam harcamanin yalnizca % 15’ini imalat olusturmaktadir. Maliyetin en önemli kismi tasarim, pazarlama, markalasma vb ögelerden kaynaklanmaktadir ki bu da halen gelismis ülkelerin tekelindedir. Ikincisi, Çin’in ihracatinin çogu Batili ve Japon, çok uluslu firmalarca üretilmekte, Çin firmalari fasona çalismaktadir. Baska bir deyisle Çin’in rolü, gelismis ülkelerde yerlesik  çok uluslu sirketlerin küresel operasyonlarinda ucuz mamul taseronlugudur.
 
Ancak Çin’in kararli adimlarla teknoloji basamaklarini tirmandigi görülmektedir. Bütün yeni baslayanlar gibi kendi yolunu buluncaya kadar çesitli usuller denemektedir. Yeni teknolojilere ulasmak için kullandigi yöntem, kopyalama, satin alma ve Çin pazarina giris vaat ederek yabanci ortaklardan teknoloji transfer etme yöntemlerinin bir kombinasyonudur. Gerçekten de pazarinin cazibesi Çin’in elinde önemli bir kozdur. Ayrica, yabanci firmalar imalatlarini Çin’e tasidiklarinda çesitli yan islem ve üretimlerini de Çin’e tasimaktadirlar. Örnegin Italyan tekstil sanayi ise basit üretimlerini tasimakla baslamis, katma degeri yüksek tasarima kadar ulasmistir. Microsoft, Motorola ve Nokia gibi firmalar Ar-Ge operasyonlarinin önemli bir bölümünü Çine kaydirmistir.
 
Fakat uzun vadede Çin’in teknolojik potansiyeli ancak kendi üst düzey arastirma ve gelistirme kapasitesini arttirmakla büyüyebilecektir. Nitekim ülkenin hedefi, 2004 te 24.6 milyar $ olan Ar-Ge harcamalarini 2020 de 113 milyar dolara (milli gelirin % 2,5 i) çikarmaktir. Bu yolda epeyce yol kat ederek basta malzeme bilimi, analitik kimya ve nano teknoloji olmak üzere bir çok alanda Amerika’nin yakin  takipçisi olmustur.
 
Çin’in kuvvetli noktasi çok sayida egitimli profesyonel ve ciddi, disiplinli bir egitim ahlakina sahip olmasidir.  Ülkede her yil 900.000 gen bilimci, mühendis  ve yönetici mezun olmaktadir. Önemli bir sayi da üst düzey Amerikan üniversitelerinde egitim görmektedir. Gerçi bunlarin bir kismi Amerika’da kalmaktadir ama bir taraftan da mezunlarin yurda dönmeleri için devlet her türlü imkan ve tesviki saglamaktadir. Dolayisiyla Çin’in sonsuza kadar teknolojinin alt basamaklarinda dolasmasini beklemek abesle istigaldir; zamanla zorlu bir teknolojik güç olacaktir. Öteki Asya kaplanlarinin aksine Çin sirketleri yurtdisinda üretim ve pazarlama için dis piyasalara açilmadan önce içerde mali temel, teknik beceri, iyi konumlanmis marka ve iç piyasaya hakim olmaktan kaynaklanan yüksek karlilik gibi üstünlükler kurmayi bekleme firsatlari olmamistir. Çin firmalarinin esas disa açilma sebebi yurt içindeki kiran kirana rekabetten kaçmaktir.
 
Eger Çin; Japonya, Güney Kore ve Tayvan gibi uluslar arasi boyutta sirketler ortaya çikaramazsa fazla basarili olamaz. Bu da Çinli sirketlerin gelismekte olan ülkelerden baslayarak küresel pazarlara kitlesel ucuz ürünlerle girmesi, daha sonra da gelismis dünyaya açilmasini gerektirecektir. Örnegin Japon sirketleri  de önce bölgesindeki Dogu Asya pazarlarini hedef almis, ürünlerini gelistirip deneyim kazandiktan sonra Bati pazarlarina geçmisti.
 
Nitekim Çin’in Afrika, Ortadogu ve Güney Amerika’ya ihracati ABD’ye olan ihracatindan çok daha hizli büyümektedir. Bir taraftan beyaz aletler ve motorlu araçlar gibi alt ve orta teknoloji ürünlerinde belirgin ilerleme görülürken uzun vadede aerospace gibi ileri teknoloji sektöründe de önemli bir oyuncu olmaya kararlidir. Yakinda kendi bölgesel yolcu jetlerinin üretimini baslatacaktir. Airbus imalatinin bir kismini Çin’e kaydirmak üzeredir. 2003 de uzaya adam göndermis, 2007 de Aya uydu firlatmistir. 2020 de uzay istasyonu kurma planlari,  aerospace alaninda yüksek teknoloji gelistirmeye ne karar kararli oldugunu kanitlamaktadir.
 
Uluslararasi firma kurmanin hayati noktasi dogrudan dis yatirimlar yapmaktir. Tahminlere göre 2010’da Çin’in yurt disina yapacagi dogrudan yatirim, Çin’e giren yabanci yatirim seviyesine ulasacaktir.
 
Çin Modeli
 
Gelismis Bati ülkelerinden farkli olarak Çin’de devlet çesitli sekillerde (merkezi hükümet, eyalet ve yerel yönetimler) hala ekonomide fevkalade önemli rol oynamayi sürdürmektedir. 90’larin sonundaki Asya krizi sirasinda Çin’in hantal ve bol sübvansiyonlu kamu girisimlerini baska ülkeler gibi hizla özellestirecegi saniliyordu. 10 yil sonra gördügümüz rejim farklidir. Kamu Iktisadi tesebbüsleri (KIT) 120.000’den 30.000’e indirilmis, bunun yaninda yeniden yapilandirma ve kadro azaltmaya gidilmistir. Ancak Hükümet tümden özellestirme yerine iyi KIT’leri mümkün oldugunca verimli ve rekabetçi hale getirmeyi tercih etmistir. Sonuçta en üstteki 150 KiT topal ördek olmak bir yana, olaganüstü basarili olmus, 2007 toplam karlari 150 milyar dolara ulasmistir. Bu stratejinin amaci KIT’leri hiç korumadan, tekelimsi statü saglamadan, en siddetli rekabete maruz birakarak uluslararasi rekabete hazir hale getirmektir. Bu KIT ler Batili örneklerinden farkli olarak büyük miktarda özel sermayeye açilabilirler. Dolayisiyla Çin KIT lerine hem kamu, hem özel sermaye niteligi tasiyan melez firmalar denebilir. Neticede ortaya çikan Çin modeli, özel sirketlere yardim, KIT lerin yönetimi, yuan’in tam konvertibiliteye geçisi ve her seyden önce Çin’in ekonomik transformasyonu gibi çok çesitli alan ve sekillerde hiperaktif, her an hazir ve nazir bulunan yepyeni bir kapitalizmdir. Çin’in basarisi, Çin modeli devletin bilhassa gelismekte olan ülkeler üzerinde olmak üzere küresel etki yaratacagina isaret etmektedir. Mortgage krizi ertesinde anglo-amerikan modelinin çökmesi Çin modelini daha da degerli kilacaktir.
 
Büyüklük Meselesi
 
Devasa bir nüfusun olaganüstü yüksek ekonomik büyüme ile birlesmesi dünyayi yepyeni bir durumla karsi karsiya birakmaktadir. Gerçekten de Çin gözlerimizin önünde dünyayi degistirmekte, bizi hiç gidilmemis denizlere götürmektedir. Bu kaymanin etkisi o kadar büyüktür ki modern ekonomik tarihi Çin den önce (Ç.Ö) Çin den sonra (Ç.S) olarak iki bölüme ayirabiliriz.
 
Amerika’nin 1870’de take-off’u basladiginda nüfusu sadece 40  milyondu,  Çin’in ise 1978 de 963 milyon, yani Amerika’nin 24 kati. Take-off un plato yapmasinin beklendigi 2020 yilinda nüfusun en az 1.4 milyar olmasi beklenmektedir.
 
Toplam nüfus Çin’in boyutunun yalnizca bir yönüdür. Ikincisi artan is gücüdür. Çin’in büyümesi tarim disi islerle ugrasan insan sayisini olaganüstü arttiracak,  bu da tüm dünyadaki tarim disi çalisanlara çok hizli ve kitlesel ilave yapacaktir.
 
Üçüncü etki gelirdir. 1978’de Çin’in geliri dünya toplumunun % 4.9 uydu. 2020 de % 18-20 ye ulasmasi çok muhtemeldir. 1990 da daha yeni gelisirken bile dünyanin toplam gelir artisina Amerika’nin katkisi % 21 iken Çin’in katkisi Amerika’yi asarak % 27.1 olmustur.
 
Dördüncü etki dünya ticareti üzerinedir. 1978 öncesinde Çin’in etkisi asgari düzeydeydi. Zira hem çok yoksul, hem de dis ticarete kapali bir ülkeydi: Fakat 1978 den bu yana hizla dünyanin ekonomisi en açik ülkelerinden biri haline gelmistir. 2001 de Ortalama % 23.7 olan gümrük tarifesi 2011 de % 5.7 ye inecektir. Böylece, Çin bugün için gelismekte olan bir ülke oldugu halde, 2010 sonunda dünyanin en büyük tüccari olacaktir.
Çin’in büyüklügünün 4 etkisi (nüfus, is gücü, ekonomi ve ticaret) küresel büyümeyi ve ulusal ekonomilerin gelismesini stimüle etmek açisindan dünyanin geri kalanina yararli olacaktir. Ancak besinci etki, Çin’in kaynaklari tüketmesi, dogal kaynaklarin önce fiyatini yükseltip sonunda bitirerek tüm dünyaya agir darbe vuracaktir.
 
Çin’in Ekonomik Etkisi
 
Çin’in büyümesi küresel tüketim mallarinin ucuzlamasi açisindan gelismis ülkelere ve ham madde fiyatlarini yükseltmesi açisindan bu kaynaklara sahip Afrika, Ortadogu, Rusya, Avustralya gibi bölgelere yaramistir. Asil kaybedenler Meksika gibi gelismekte olan ülkelerdir. Bu ülkelerin mukayeseli  üstünlügü emek yogun üretimdi. Simdi kendilerini Çin rekabetiyle karsi karsiya bulmuslardir. Ayrica rekabet yeni yabanci sermaye girisini azalttigi gibi, ülkeye girmis olanin da bir kisminin yatirimlarini Çin’e tasimalarina yol açmaktadir.
Çin’in dünya üzerinde gittikçe artan etkisinin bir ölçüsü de Amerika ile  iliskisinde keyfini sürdügü kaldiraç gücüdür. Amerika’nin Çin mallarina karsi doymak bilmez istahi sayesinde Çin Amerika’nin en büyük ithalat yaptigi  ülkedir. Ortaya çikan dev boyuttaki dis ticaret fazlasini Çin basta hazine bonosu olmak üzere çesitli Amerikan enstrümanlarinda degerlendirmektedir. Çin’in 2008 de 1.81 trilyon dolara ulasan döviz rezervi, 9 ülke disindaki tüm ülkelerin yillik milli gelirinin toplamindan fazladir. Bu döviz kapasitesi finans dünyasinda, bilhassa Batinin mali krizinde Çin’i mali dev yapmistir. Batili finans kurumlari, pek çok batili sirket, hatta ülkeler likidite açligi içinde kivranirken aksine Çin likidite içinde yüzüyordu.
 
Bu durum Çin’in küresel etkisini ve gücünü daha da arttirarak basta petrol ve mineral firmalari olmak üzere yabanci sirketleri satin alabilecek hale getirmistir.
 
Çin‘in döviz rezervlerini nasil konuslandiracagi, herkesin ama özellikle de Amerika’nin merak konusudur. Zira rezervlerinin % 60’ini dolarda tutan Çin önemli bir miktarini baska dövizlere çevirmeye kalkisirsa aninda  dolarin degerini düsürecek, faizleri yükseltecektir. Ancak bu çevirme miktarini yüksek tuttugu takdirde dolarin, dolayisiyla elindeki paranin degeri de asiri düsecektir. Bu konuda Çin tam bir açmazdadir. Neticede günümüzün iki büyük fakat hiç benzesmez ülkesi tuhaf bir karsilikli bagimlilik içindedirler.
 
Çin’in geç de olsa dünya ticaret örgütüne kabulü, hem ürettigi çok ucuz Çin mallarini tüketen ve Çin’i düsük maliyetli imalat üssü olarak kullanan diger ülkelere, hem de dünya pazarlarina daha kolay giris ve yabanci  sermaye girisinin hizlanmasi açisindan Çin’e yaramistir.
 
Bu kazan-kazan durumu devam edecek mi? Çin’in dünya ticaret sistemi üzerine etkisi o kadar büyük ve uzun dönemde belirsiz ki bu soruya cevap vermek çok zor. Küresel sistemi tasarlayan ve yasatan Bati, ancak simdiye kadar en fazla yararlanan Dogu Asya, özellikle Çin oldu. Bir noktada Bati bunun Çin’e faydali, kendisine zararli olduguna kanaat getirirse pekala da korumaci sisteme geçip küresellesmeye darbe vurabilir. Simdiye kadar Çin’in ucuz mallarindan ve imalat üssü olmasindan kazançli çikan, ancak isini kaybeden mavi yakali isçilere ve gelismekte olan ülkelerin feryatlarina kulak tikayan Bati, Çin teknoloji basamaklarinda yükseldikçe ve beyaz yakalilar da islerini kaybettikçe tutumunu degistirecektir. Bu süreç ne kadar hizli olursa Batinin tepkisi de o kadar hizli ve sert olacak, korumaci duvarlar yükselecektir. Süreç ancak  yavas oldugu takdirde Bati bunu sindirebilir.
Su bir gerçek ki küresel ticaret hizla daralmakta; ayni sekilde sermaye akislari da daralmaktadir.Issizlik tüm dünyada hizla artiyor. Su an içinde bulundugumuz küresellesme dönemi birden bire durusa geçti. Bu süreç ne kadar devam eder belli degil. Hemen her yerde hükümetler tehdit altindaki sektörlerine yardim etmenin yollarini ariyor. Almanya’dan sonra dünyanin en büyük ihracatçisi olan Çin kaçinilmaz bir sekilde bu taleplerin hedefi olacak. Bu durumda, bir ticaret savasi ve ülkelerin birbirlerine rakip ticaret bloklari olusturmasi çok muhtemeldir.
 
7
BIR UYGARLIK DEVLETI
Çin her zaman ucuz mal, daha da ucuz isçilik ve berbat çalisma kosullari ile es anlamli olmayacak. Evrende herkesin kendi durumunu düzeltme arzusu, dünyanin en ucuz, hiç bir sekilde sendikalarla ve yasalarla korunmayan,  en zalim piyasa kosullarina açik isgücüne dayali bir ekonomik rejimin yasamasina izin vermez. Çin, kalkinmasinin yeni bir asamasina dogru ilerlemekte, siyasi dünyasi da bunu yansitmaktadir. Laissez-Faire tutumun yerini isçi haklarinin korundugu bir sistemin almasi gerektigi bilinci artmaktadir.
 
Bati, Çin gelistikçe kendine benzeyecegini düsünmektedir. Bu büyük bir yanilgidir. Japonya’dan sonra süper güçlerin arasina ilk kez Batili olmayan bir ülke olarak katilan Çin’in bu gelisimini anlamak için ekonomik büyüme yaninda tarihini, siyasetini, kültür ve geleneklerini anlamak zorundayiz.
 
Uygarlik Devleti
 
3000 yila yakin tarihiyle Çin dünyanin kesintisiz var olan en eski ülkesidir. Çinliler Çin terimini kullandiklarinda genellikle ülkeyi degil, Çin uygarligini, tarihini, hanedanlarini, Konfüçyüs’ü, düsünce tarzini, iliskilerini, adetlerini, ailelerini, ana baba ve atalara tapinma derecesinde saygiyi, deger ve  felsefelerini kastederler.
 
Çin’e alisilmis ulus-devlet prizmasindan degil, kendilerine özgü siyasi, iktisadi ve sosyal sistemlerini haiz, çok sayida yari özerk eyaletten olusan bir kita sistemi prizmasindan bakmamiz gerekir. Her biri bir ülke büyüklügündeki  bu eyaletlerin arasinda her açidan muazzam fark vardir. O kadar ki, tüm  Avrupa’nin ulus-devletleri arasindaki fark bile daha azdir.
 
Kita büyüklügündeki bu devletin Beijing’den yönetilemeyecegi asikârdir. Eyaletler epeyce özerktir. Neticede Çin üniter bir devlet yapisina sahip olsa da gerçekte de facto federal sistemdir.
 
Çin Siyasetinin Yapisi
 
1949 devrimi Çin siyaset sistemine epeyce degisiklik getirmisse de temel niteliklerin çogu hanedanlar döneminde ne Ise, komünist dönemde de aynen devam etmektedir.  Bu özellikler nelerdir?
 
Çin’de Siyaset her zaman devletle es anlamli olmustur: elitler veya halk pek katilamaz. Konfüçyüs ögretisine göre halk devlet yönetiminden  uzak tutulmalidir ki hükümet yetkilileri bagli olduklari etik kurallar ve ideallerle çalisabilsinler.   Bati mantigina ve adetlerine ne kadar aykiri olsa da bu  görüsleri silip atamayiz. Unutmamali ki Konfüçyüs sistemi insanlik tarihinde en uzun süredir devam eden siyasi deger olup Japon, Kore ve Vietnam tarafindan da model olarak alinmistir.
 
Konfüçyüs sistemi elitist olmasina ragmen bir çikis yolu taniyordu: Tanri imparatora hükümdarlik hakki vermis olsa da halkin büyük bir bölümünün memnuniyetsizligi durumunda imparator bu hakki  kötüye kullanmis oluyordu ve hükümdarliktan atilmaliydi.
Çin’de devlet toplumun diregi olarak görülür: mutlak hakim odur. Avrupa toplumlarinda aksine iktidar; din, aristokrasi ve ticari çikarlar gibi birbirine rakip yetki kaynaklarinin çekismesine maruzdur ve gücünü onlarla paylasmak zorundadir. Farkli otorite kaynaklarinin bir arada var olmasi Çin’de etik disi görülür. Yalnizca iki kurum resmen kabul edilir ve önemlidir: Hükümet ve aile. Tüccar sinifi hiyerarside en son sirada oldugu halde hiçbir zaman sira atlamayi veya örgütlenmeyi düsünmemislerdir.
 
Çin siyasetinde geleneksel olarak etik kurallar en önde gelir. Kamu görevlileri devrimden önce Konfüçyüs ögretisi sinavindan geçerlerdi. Simdi bunlarin yerini Maoist ögreti almistir. Devlet yönetimi ilkesi olarak etik standartlara baglilik, çocuklarin yetistirilmesinde aile ve egitimin rolüne verilen önemle birlesmistir. Çin toplumsal hayatinda en önemli kurum ailedir. Çinli çocuk hiyerarsiye ve otoriteye boyun egmeyi orda ögrenir. Ailenin, daha dogrusu babanin sözü son sözdür. Büyüklere saygi, utanma duygusu ve mahcup olma korkusu ile birlesip öz disiplini gelistirir. Kisacasi bir ulus-devletten ziyade ulus ailedir.
 
Çin siyasetinin diger temel özellikleri ülkenin birligi ve siyasi istikrardir. Her ikisi de, ara ara kesintilere ugrasa bile, ülkenin iki bin küsur yillik varliginin vazgeçilmez ögeleridir.
 
Çin ve Demokrasi
 
Batililarin gözünde bir ülkenin siyasetinin ve yönetisiminin sinavi demokrasinin varligi ya da yoklugudur. Kuskusuz, sartlar olgunlasmissa ve ülke kültüründe ciddi kök salmissa bu tür demokrasinin mevcudiyeti arzulanan bir sistemdir. Ancak Irak örneginde oldugu gibi Anglo-amerikan silahinin namlusuyla empoze edilmis yabanci bir uzuv gibiyse, bu zorlamanin direnme, kendi toplumuna yabancilasma veya etnik çatisma seklinde ortaya çikan bedeli, saglayacagi yarardan kat kat fazla olacaktir.
 
Demokrasi tarih ve kültürden bagimsiz, her sart ve durumda uygulanabilen soyut bir ideal degildir zira sartlar müsait degilse asla düzgün islemez; hatta tehlikeli bile olabilir. Bir ülkenin yönetiminin kalitesini degerlendirirken diger bütün kriterlerden daha önemli olarak da görülmemelidir. Özellikle gelismekte olan   ülkeler   için ekonomik   büyümeyi   basarmak, etnik   uyumu   korumak, yolsuzlugu önlemek ve düzen ve istikrari sürdürmek demokrasiden daha da önemli gerekliliklerdir. Demokrasi kendi tarihi ve gelisimi baglaminda görülmelidir; farkli toplumlar kendi kosullarina, tarihlerine ve gelisme seviyelerine bagli farkli önceliklere sahip olabilirler.
 
Aslinda pek az ülke bugünkü anlamiyla demokrasiyi ekonomik take-off süreciyle birlestirmeyi basarabilmistir. Bütün Bati Avrupa ülkeleri take-off’u demokrasi olmadan yasamistir. Avrupa’nin sinaîlesme döneminde en yaygin yönetim sekli, mutlakiyetçi veya anayasali monarsilerdi. Seçme hakki bile sanayi devrimi tamamlandiktan çok sonra, o da yalnizca imtiyazli küçük bir azinliga taninmisti. Sömürgelerin asla seçme hakki olmadi, anavatanda herkes bu hakki  kazandiktan sonra bile. Dolayisiyla Batinin, ‘’bir ülke kalkinmanin hangi asamasinda olursa olsun demokrasi ile yönetilmelidir’’ diye diretmesi tam bir iki yüzlülüktür.
 
Ekonomik take-off’unu yüz küsur yil önce yasamis olan gelismis dünyada, su veya bu tarz da olsa, demokrasi  evrenseldir.  Gelismekte olan  dünyada ise rejim hayli karisiktir; Demokrasi ya hiç yoktur ya da yarim yamalaktir. Ilk Asya kaplanlarinin (Güney Kore, Tayvan, Singapur, Hong-Kong) hiçbiri take-off’nu demokratik kosullarda gerçeklestirmedi. Tayvan ve güney Kore’de ileri görüslü askeri diktatörlük, Hong-Kong’ da demokrasi yoksunu Ingiliz sömürgesi, Singapur’da otoriter ve uydurma demokrat bir yönetim vardi. Ancak hepsinin  de sansina, becerikli ve stratejik iktidarlarla kutsanmislardi. Gelisme asamasindaki devletler olarak iktidarlarin mesruiyeti büyük ölçüde halkin sevgisini kazanmada degil, hizli ekonomik büyüme ve yasam seviyelerini yükseltmede yatiyordu. Simdi bu ülkelerin her biri bati Avrupa’nin kalkinma ve yasam seviyesini yakaladi. Japonya ile birlikte bu örnekler sinaîlesme ve zenginlesmenin, demokratik sistemin gelismesine daha uygun kosullar yarattigini göstermektedir. O yüzden, nüfusun yarisindan fazlasi kirsal alanda yasayan Çin’in çok partili, seçimli demokratik sisteme geçmeye hazir oldugunu veya geçmesi gerektigini iddia etmek abesle istigaldir. Batili ultra demokratlar ne kadar karsi çiksa da Çin’ in su an en bastaki önceligi ekonomik kalkinmadir.
 
Çin ve Hümanist Iktidar
 
Tiananmen meydani ayaklanmasinin Sovyet komünizminin çöküsüne rastlamasi pek çok Batili gözlemciyi Çin komünist partisinin kaderinin de ayni olacagina inandirmisti. Daha fazla yanilmis olamazlardi. Aksine, Deng Xiaoping  liderliginde komünist parti büyük esneklik ve yaraticilik göstererek Mao’dan miras krize, halkin büyük bir bölümünün yasam standardini yükselten bir  reform süreci baslatmak suretiyle cevap verdi. Komünist partinin iktidari artik saglam, hak ettigi prestijin keyfini çikariyor.
 
Toplumsal huzursuzluktan ve kronik yolsuzluktan dogan yönetisim sorunlarina ragmen,  baslamis reform  sürecinin  görülebilir gelecekte  de  devam etmesi beklenmektedir. Hem Çin, hem de dünya için en kötü senaryo, komünist partinin Rusya’daki gibi çöküp yok olmasidir. Nüfusu çok daha fazla, ekonomisi çok daha büyük, dis dünya ile çok daha entegre olan Çin’de böyle bir çöküs hem ulusal, hem de küresel açidan tam bir deprem yaratacaktir.  Çin ve dünya için   en iyi durum, mevcut rejimin ayni tür reformlarla ülkenin dönüsümünü sürdürmesi ve gerektiginde yumusak bir geçisle baska bir döneme ulastirmasi olacaktir.
 
Farkli Bir Devlet Olarak Çin
 
Simdiye kadar Bati kavramalarinin, degerlerinin, kurumlarinin ve önermelerinin hakim oldugu dünyada bunlara uyup uymamak Çin’in sorunuydu. Fakat gelecekte Çin’in gücü ve etkisi arttikça bu Batinin sorunu olacaga benziyor; zira böyle bir durumda Çin’in degisip Batinin kültürel normlarini kabul etmesi beklenemez. Düsünce ve davranis tarzlari buna izin vermeyecek kadar eski ve köklüdür.
 
Batinin devlet deyince tek kavrami ulus-devlettir. Fakat Çin ve Hindistan’in yükselisi resmi yeniden degistirecek gibi görünmektedir. Bu ülkeler siradan  birer ulus devlet degil, pek çok ülkeyi gölgede birakan dev boyutta devletlerdir.
 
Çin’in global bir güç olarak ortaya çikisinin baska bir farki daha olacaktir. Sinailesme dönemi basladigindan bu yana dünyanin en güçlü ülkeleri iki ana özelligi paylasmislardir: Birincisi çaginin en yüksek milli gelirine sahip olmak, digeri de kisi basi geliri en yüksek ülke olmak. En zengin ülkelerin hep en zengin vatandaslari olmustur. Çin bunlarin yalnizca birine sahip olabilecektir. Su anda dünyanin üçüncü en yüksek gelirine sahiptir. Ancak Goldman Sachs’in öngördügü gibi 2027’de Amerika’yi geçse bile kisi basi geliri düsük kalacak, zenginler kulübüne giremeyecektir. Yeni bir tip küresel güce hos geldiniz: ayni anda toplam geliri açisindan gelismis, kisi basi geliri açisindan gelisen. Tam bir melez.
8
ORTA KRALLIK MENTALITESI
Çin nasil bir büyük güç olacak? Bu soruya geleneksel olarak jeopolitik, yani dis politika ve devletler arasi iliskiler baglaminda cevap verilir. Baska  bir deyisle hep dis isleri, diplomasi, karsilikli müzakereler ve ordu  açisindan ele alinir.  Oysa uluslar arasi iliskilerin formel yapisi üzerinde yogunlasmak, halkin düsünce, davranis ve baskalarini algilama tarzlarini yönlendiren kültürel unsurlari gözden kaçirmamiza yol açar. Jeopolitik yaklasim bir devletin  elitlerinin nasil bir mantikla davrandiklarini açiklarken, kültürel analiz, tarihten ve halkin bilincinden gelen köklerle halkin degerlerini, tutumlarini  önyargilarini ve varsayimlarini açiklar.  Sonuçta uluslar dünyayi kendi tarihi, degerleri ve  bakis açisindan görürler ve dünyayi da bu deneyimlerin ve algilamalarin isiginda sekillendirmeye çalisirlar.
 
Amerika örnegini ele alalim. Üç yüz yildir Amerikan davranisini  anlamanin temel noktasi, bu ülkenin Avrupali yerlesimciler tarafindan kuruldugu, bu yerlesimcilerin savaslar ve salgin hastaliklarla yerlileri neredeyse yok ettikten sonra beraberlerinde getirdikleri Avrupa geleneklerini esas alarak sifirdan yepyeni bir baslangiç yaptiklari, saldirganca batiya dogru yayilarak sonunda tüm kitayi isgal ettikleri ve büyük ölçüde Afrikali kölelerin katkisiyla zenginlestikleri gerçegidir. Bu tuglalari dikkate almadan Amerikan tarihini ve bugününü anlamaya imkan yoktur. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak, halkin kendini ve baskalarini tanimlama seklinin temeli bunlardir. Kültürel yaklasim, Çin’in durumunda daha da önemlidir zira kendisini bir ulus devlet olarak görüp ulus- devlet protokolü uygulamasi daha dün denecek kadar yenidir. Çin’in dünyanin geri kalanina nasil davranacagini anlamak istiyorsak, bugünkü Çin’in nerelerden geldigini ve kendilerini nasil gördüklerini anlamak zorundayiz. Tarih, kültür, irk ve etnisite bir kez daha hikayenin özünde yatiyor.
 
Farkliliktan Homojenlige
 
Çin’de, ya da bugün Çin dedigimiz topraklarda bir zamanlar çok sayida irk yasiyordu. Ancak bugün Çin kendisini neredeyse bütünüyle homojen görmektedir. Yasadiklari bölgeyle göre degisen fiziksel özelliklerine ragmen nüfusun % 90 ‘i kendini Han soylu çinli olarak görür.  Dogru, anayasa Çin’i  üniter, çok irkli bir devlet olarak tanimlar fakat diger irklar yalnizca % 9’unu olusturur ki, ülkenin muazzam büyüklügü dikkate alinirsa bu çok küçük bir orandir. Kalabalik nüfuslu baska ülkelerle Çin arasindaki fark irk çesitliligi olmamasi degil, irklarin kimliklerinin binlerce yilda fetihler, asimilasyon, uyum, evlilikler, dislama ve irk katliamlari yüzünden yitirilmesidir.
 
Bütün irk siniflandirmalari gibi Han Çinlileri de çok sayida irkin zaman içinde kaynasmasiyla ortaya çikmis hayali bir gruptur. Ancak bu kimlik o kadar uzun süredir o kadar güçlü yerlesmistir ki Çinliler ortak kökenli tek bir soydan gelen büyük bir aile olduklari efsanesine bütün kalpleriyle inanirlar. Konfüçyüs, cumhuriyet veya komünizm, her dönemde bu inanis hiç degismez.
 
Çin tarihçileri Çin topraklarinin genislemesini fetih degil, birlestirme süreci olarak tarif ederler ve bu birlesmenin, üniterlesmenin ülkenin dogal evrimle gerçeklesen kaderi oldugunu iddia ederler. “Toprak bir kere ele geçirildi mi , artik orasi Çin’dir, halki da seve seve sadakatle baglanir.’’ Oysa bu zannin asli astari yoktur. Çin’in bugünkü sinirlarina kavusmasi dogal ve uyumlu bir süreçle degil, karmasik bir savas, rekabet, etnik çatisma, asimilasyon, fetih ve yerlesme süreci sonucu gerçeklesmistir ve bugün Çin hala tam bir imparatorluktur.
 
Evrenden Ulus-Devlete
 
19. yy da Avrupa ile iliskiler baslayincaya kadar Çin kendisini “dünyanin merkezi”, ‘’Orta krallik’’, “Cennetin altindaki toprak’’ seklinde tanimliyor ve baska kralliklarin bulundugu düzlemden farkli bir düzlemde olduguna, bir isme bile ihtiyaci olmadigina inaniyordu. Israil ve Amerika gibi Tanri tarafindan belirlendigi için degil, yalnizca parlak uygarligi dolayisiyla ‘’seçilmis toprak’’ ti.
 
19. yy.in sonuna dogru Avrupa güçlerinin ve Japonya’nin artan tehditleri karsisinda Quing hanedani yavas yavas ulus devlet kurallarina uygun sekilde davranmak zorunda kaldi. Baska ülkelerden üstün konumda oldugu görüsü, Avrupa üstünlügü kayaliklarina çarparak batmis, ‘’cennetin altindaki topraklar’’ yeryüzüne inmisti. Orta krallik artik Çin adinda bir ismi olan herhangi bir ülke haline gelmisti. Kültürel üstünlügüne yürekten inanmis bir halk uzun bir süphe, belirsizlik ve utanç krizine girmisti. 150 yil sonra bu krizden daha yeni yeni kurtulmaya baslamistir.
Çinliler ve Irk
 
Irkçilik, siyasi olarak insanlarin utandigi, varligini derhal inkar ettikleri, sözünü etmekten sakindigi, fakat bütün toplumlari incelerken mutlaka üstünde durulmasi gereken bir konudur. Bazen yüzeyde, bazen hemen altinda, ama her zaman bir yerlerden ortaya çikmayi bekler. Bu hiç de sasirtici degildir zira insanlar kendilerini gruplar halinde görür; fiziksel fark çok belirgin ve güçlü bir ayiricidir. Bütün irklar önyargi tasirlar, irkçi tarzda düsünürler ve diger irklara karsi irkçi davranirlar, kendileri bizzat irkçi muamelenin acisini çekmis olsalar bile. Ancak her bir irkçilik baska irkçiliklarla ortak özellikler barindirsa da halkin kendi tarih ve kültürünün sekillendirdigi, kendine has bir türdür.
 
Irkçilik bati icadi da degildir; kökleri Çin ve Japonya’ya uzanir. Çin’de etnik azinliklar esit görülmek bir yana, kültürsüz, geri kalmis, Çin kültürünü örnek almasi gereken insanlar olarak horlanirlar. 1949 devrimini takiben bariz irkçilik biraz örtülse de Çin sagduyusunun temelinde hep mevcuttur, üstelik reformdan sonra hem halk arasinda, hem resmi çevrelerde yeniden tirmanisa geçmistir. Çin’in farkli irklara karsi tutumunun en açik iki örnegi, nüfusunun yarisindan fazlasi uygur olan Xingjiang ile tibetli olan Tibet’te görülür. Her iki irk da gerek etnik, gerekse irk olarak han’lardan çok farklidir. 2008 mart’inda Lhasa ve çevre eyaletlerdeki Tibetlilerin anti-han isyanlari, onlarca yildan beri en kötüsü ve tibetlilerle hanlar arasinda kaynayan gerilimin bir göstergesiydi.
 
Tibetlilerin yüzyillardir sahip oldugu ve sonra ellerinden alinan özerklik, 1950 deki yeni düzenlemelerde söz verildigi halde hiç gerçeklesmemistir. Çin’in Tibet’e karsi stratejisi baski, asimilasyon, Dalai Lhama’yi tanimama, Budist rahipleri ve ibadetleri yasaklama gibi unsurlar içerir. Ayrica, Beijing-Lhasa arasinda dogrudan demiryolu hatti döseyerek hanlilarin Lhasa’ya göç    etmesini tesvik etmis, böylece etnik dengeyi degistirerek Tibetlilerin pozisyonunu zayiflatmayi amaçlamistir. Bir yandan da çesitli tesvik ve sübvansiyonlarla ekonomik büyümenin saglanmasi ve yasam standardinin yükseltilmesi için çaba harcanmistir. Hükümet, Tibet halkina bir baba gibi davrandigini, protesto ve isyanlari da Dalai ekibinin organize ettigini iddia etmektedir. Tibetlilerin en büyük öfkesi ise kültürel ve dini özgürlülüklerden yoksun olmalari ve han göçleriyle kendi topraklarinda azinlik konumuna düsmeleridir.
 
Oysa çözüm mümkündür. Dalai Lhama Tibet topraklarini genisletme iddiasindan ve batililara yönelik Çin aleyhine kampanya yürütmekten vazgeçer, Çin de Dalai Lhamanin ruhani lider olarak Lhasa’ya dönmesine, kisitli bir özerk yönetime ve tam bir kültürel-dini özgürlüge izin vererek han göçünü durdurur.
 
Batinin Çin’e bakisiyla ilgili en büyük sorun Çin’in iç politikasina, özellikle de demokrasi bulunmayisina, komünist hükümetine ve askeri gücüne fazla burnunu sokmasidir. Gerçekte ise Çin’in yükselisinin yaratabilecegi en önemli tehlike askeri degil kültürel olacaktir. Baska bir deyisle Çin ile ilgili sorun demokrasi bulunmayisindan ziyade kendisiyle diger kültürler arasinda farkliliklara karsi nasil tepki verecegi olacaktir. Bir ülkenin dünyanin geri  kalanina karsi tutumu öncelikle kendi kültürü ve tarihi tarafindan belirlenir. Her yeni egemen ülkenin gücü kendine hastir. Ingiltere ve Avrupa için bu güç denizlerde büyüme ve sömürgelerden imparatorluk kurma seklinde, Amerika için ise hava kuvvetlerinin gücü ve küresel ekonomik hakimiyet olmustur. Çin’in gücü de yeni ve farkli sekiller alacaktir. Çin gelenegi Batidan çok farklidir. Çin egemenligin unsurlarini kültür ve irkin belirlemesi beklenmelidir. Çin’in kültürüne ve üstünlügüne olan özgüveni Amerika ve Ingiltere’den çok ötedir. Dolayisiyla Çin’in küresel bir güce yükselmesi sonucu, zaman içinde dünyanin kültürel ve irksal düzenini kendi imajina göre temelden degistirmesi beklenmelidir. Çin, ülkeleri ve kitalari kendi agi içine çektikçe bu ülke ve kitalar muazzam güçlü bir ülkenin sadece ekonomik tedarikçisi olarak kalmayacaklar, ayni zamanda Çin hakimiyetindeki küresel hiyerarside kültürel ve etnik açidan asagida bir konumda kalacaklardir.
 
9
ÇIN’IN KENDI ARKA BAHÇESI
1992 de Hong-Kong Çin’e iade edildiginde Ingilizler kentin kendi dönemlerinde oldugu kadar parlak olacagindan çok kuskuluydular. Çin’in geleceginin, Hong- Kong’a ne kadar benzeyebilecegine, baskalarindan ne kadar ögrenebilecegine bagli olduguna inaniyorlar, tek akillica yolun disaridan içeri dogru oldugunu savunuyorlardi. Bunda bir parça dogruluk payi var gibi görünüyordu zira bölgede degisim Çin disinda baslamisti. Gerçekte ise bu bakis açisi tamamen Çin’e tepeden bakisti. Çin’in, bati fikirleri ve know-how’u ile doldurulmasi gereken bos bir fiçi oldugunu ima ediyordu. Elbette Çin’in Bati’dan ögrenecegi çok sey vardi fakat gerçeklestirdigi transformasyon disaridan ithal edilmekten ziyade evde yetistirilmisti.
 
Hong-Kong da hala Hong-Kong olmakla birlikte ekonomik açidan yeniden yaratildi. Borsa hacmi Shanghai’in epey altinda kaldi. Hakikisi Beijing ve Shanghai’dayken oraya kim gitsin ki? Önceden hikaye tamamen Çin  disindayken simdi bütün yollar Çin’e çikiyor. Bölgenin gündemi Beijing’de belirleniyor.
 
Çin’in yükselisi en iyi Amerika, Avrupa hatta Güney Amerika veya Afrika’dan degil Dogu Asya’dan görülebilir.  Yükselisinin yarattigi titresimlerin en siddetli  ve yaygin olarak hissedildigi yer kendi arka bahçesidir. Çin’in gittikçe artan gücünü orada nasil kullanacagi, küresel güç olarak nasil davranacaginin önemli bir göstergesi olacaktir. Bir ülkenin kendi bölgesinde dominant güç olmadan küresel güç statüsüne kavusmasi çok zordur. Çin de dogu Asya’nin prömiyer gücü olma çabasindadir. Dünya nüfusunun üçte birini barindiran bölgede Çinin rakipleri, bölgenin teknolojik olarak en gelismis ve en fazla gelire sahip ülkesi Japonya ile askeri isbirlikleri, üsleri ve deniz kuvvetleri sayesinde Amerika’dir. Dahasi Çin yine güçlü birer oyuncu olan Rusya ve Hindistan ile de sinir komsusudur. Çin’in bölgesel güç olmaya giden yolu tas ve dikenlerle örülüdür. Çin’in bölgede hizla büyüyen ekonomik etkisi siyasi ve kültürel yankilara da yol açmaktadir. Her yerde Çin’in varligi degisik ölçülerde hissedilmektedir. Çin’in karsilikli bagimliliga, yeni anlasmalar yapmaya hazir olmasi ve diger ülkelerin ilgi ve ihtiyaçlarini dikkate almasi ona diger ülkeler nezdinde büyük itibar kazandirmakta, onu iyi bir komsu, yapici bir ortak, dikkatli bir dinleyici ve korkmadiklari bir bölgesel güç olarak görmelerini saglamaktadir.
 
Avustralya dogu Asya’nin degil Pasifik adalariyla birlikte Asya-pasifik’in bir parçasidir. Tuhaf olan bu kadar dogudaki bir ülkenin nüfusunun çogunun beyaz olmasi ve bati olarak tanimlanmasidir.
 
Avustralya’nin  basta demir    cevheri  olmak üzere  muazzam  dogal kaynaklari Çin’in doymak bilmez istahini kabartmaktadir.
 
Çin’in talebi sayesinde Avustralya kesintisiz 20 yildir büyümektedir. Krize kadar, bir taraftan emtia fiyatlari yükselirken bir taraftan da tüketim ürünlerinin ucuzlamasi dolayisiyla Çin’in yükselisinden çifte kazançli çikan ender ülkelerden biridir Avustralya. Çin’in bölgesel politikalarina uymayan iki istisna vardir: Biri ülkenin en önemli “Kayip topraklari” olan Tayvan, digeri de vaktiyle ona sömürge muamelesi yapan en büyük düsmani Japonya. Bölgedeki her ülkeyle uyum, taviz ve anlasma politikalari güden Çin, Japonya ve Tayvan’a karsi ayni tutumda degildir.
 
1949’dan beri Tayvan Çin’in en büyük sorunu olmustur. Çin simdilik bu sorununun çözümünü ileriki bir tarihe atarsa Çin’in Dogu Asya’da en zor meselesi olarak Japonya kalacaktir.
 
1968 de baslayan Meiji restorasyonuna kadar Japonya ile Çin arasindaki iliskiler nispeten uyumluydu. Japonya uyum zamaninda Çin’in bir tributary  ülkesi olarak Çin uygarligina ve Konfüçyüs geleneklerine gereken saygiyi gösteriyor, borcunu ödüyordu. Restorasyonla yüzünü Batiya çeviren Japonya, kendi kitasina, özellikle Çin’e ve onun genislemeci heveslerine sirtini döndü. 1894 Çin-Japon savasi aralarindaki çekismenin tepe noktasi oldu. Çin halki hala bu savasi ve onu izleyen Shimona-seki anlasmasini Çin’in “Asagilanma Yüzyili” nin en kara saati olarak görür.
 
Japonya’nin hali hazirda Amerika ile olan askeri isbirligi ve bagimliligi uzun dönemde sürdürülemeyebilir. Çin’in büyüyen ekonomik, siyasi ve askeri gücü bir noktada Japonlari Çin’e karsi tavirlarinda daha olumlu düsünmeye yöneltebilir; Amerika da Çin’le iliskilerinin daha önemli oldugu ve Japonya ile isbirliginin azaltilmasi, rafa kalkmasi veya terk edilmesi gerektigi konularinda ikna edilebilir. Fakat böyle bir sonuca ulasma ihtimali gerçeklesse bile bu yakin zamanda olacak is degildir. En olmayacak senaryo ise Japonya’nin tek basina Çin’e sahip olarak süper güç statüsüne kavusmasidir zira bunu basaramayacak kadar küçük, izole ve dogal kaynaklardan yoksundur.,
 
File Gelince
 
Odadaki, daha dogrusu bölgedeki fil Amerika’dir. Dogu Asya’ya dahil  olmamakla birlikte Japonya ile askeri isbirligiyle, Güney Kore’deki üsleriyle, yillardir Tayvan’a verdigi destekle, Kore ve Vietnam savaslariyla 1950 den bu yana bölgede dominant güç olmustur. Ancak durum hizla degismektedir. 11 eylül olayi, Çin’in dis politikasindaki degisim ve ekonomik gücü Çin’in bölgedeki gücünü arttirirken, her seyi birakip kafasini Orta Dogu’ya gömen Amerika Bush döneminde bölgeden iyice uzaklasmis olup yalnizca deniz kuvvetleri olarak bölgedeki dominant gücünü sürdürmektedir.
 
Bu deniz gücü Çin’in bölgesel gücünü zapti rapt altina almakla birlikte Amerika’nin artan zayifliginin da belirtisidir ayni zamanda. Ekonomik, siyasi, kültürel, birçok açidan, bölgenin bütünüyle Çin hegemonyasina girmesi uzak degildir.
10
YÜKSELEN BIR KÜRESEL GÜÇ OLARAK ÇIN
Çin’de 192 tane hipermarketi bulunan Carrefour’un sürgünde Dalai Lhama’yi finanse ettigi duyulunca Çin halki derhal magazalarin önünde toplanip yogun protestolara giristi. Devlet Çin pazarini Fransiz sirketlerine kapatmakla tehdit etti. Baskan Sarkozy alelacele özür diledi. Londra  Metropolitan üniversitesi Dalai Lhama’ya fahri doktora verince Çin 434 ögrencisini geri çekmekle tehdit etti. Aninda rektör özür diledi. Bunun gibi birbirinden farkli çok sayida örnek, yabanci liderlerin Çin’in hassasiyetleri karsisinda boyun egmeye ne kadar hazir olduklarini göstermekte, Çin halkinin görüslerinin, endiselerinin ve tutumlarinin küresel sahnede artan etkisini vurgulamaktadir.
 
Gelecekteki sekli henüz pek net olmayan yeni bir dünya düzeni ortaya çikmaktadir. Çin 20 yil içinde Dogu Asya’nin de facto merkezi, her ülke için önemli bir pazar, yeni ekonomik düzenlemelerin kilit noktasi, bütün ülkelerin dikkate almak zorunda oldugu bir ülke haline gelmistir. Simdiye kadar Çin’in yükselisinin getirdigi degisiklikler küresel sulari dalgalandirmamis olmakla birlikte degisimin hizi ve büyüklügü derin bir istikrarsizlik dönemine girdigimize isaret etmektedir. Oysa soguk savas nispeten öngörülebilir ve olaganüstü istikrarli bir dönemdi.
 
Çin’in ekonomik yükselisi 10 yil sonra nasil hissedilecek ve algilanacak? 20 yil sonra Amerika’nin arkasindan ikinci oldugunda ve Dogu Asya’yi tümüyle egemenligi altina aldiginda nasil davranacak? Yerlesik uluslar arasi sistemin kurallarina uygun sekilde hareket etmeyi sürdürecek mi? Yoksa yepyeni bir sistemin mimari ve öncüsü olacak? Dünya nüfusunun beste birini olusturan vatandaslari Bati yasam standartlarina ulasmaya çalisirken çevre ve iklim felaketlerine yol açacak mi? Bu sorularin cevabini ne Çin biliyor ne  de  dünya’nin geri kalani. Zaten diger ülkelerin Çin’e davranisi, Çin’in nasil tepki verecegini de belirleyen faktör olacaktir. Uluslar arasi iliskiler uzmanlari, kendilerini yeni kavustuklari uluslar arasi sistem içinde muhafaza edemeyip, artan hirslariyla savasa yol açan ülkelere örnek olarak 20. Yüzyil baslarindaki Almanya ve Japonya’yi göstermeye bayilirlar. Çin’in yükselisi illaki savasa yol açmayacaktir  - insanlik  adina  öyle olmasini  dileyelim  -  ama  öyle bir durum ortaya çikarsa bunun yol açacagi felaket Almanya ve Japonya’ninki ile karsilastirilamayacak kadar büyük olacaktir.
 
21.yy in baslangici Çin’in dünya zihnine düstügü andir. O zamana kadar insanlarin pek tanimadigi, uzaktaki bir ülkenin bir hikayesiydi. Simdi, bir avuç yil içinde etkisi gerçek ve elle tutulur hale gelmis, tüm dünyanin beynine kazinmistir. Bu Çin farkindaliginin iki ana saiki vardir: birincisi Çin ”Dünyanin atölyesi” konumuna gelince “Made in China” mallari tüm pazarlara sel gibi akmis, neredeyse bir gecede tüketici fiyatlarini alasagi etmistir.  Ikincisi de Çin’in kaydettigi çift haneli büyüme dünyanin emtia ihtiyacini adam akilli körüklemis, basta petrol olmak üzere pek çok emtianin fiyatini  zirveye tasimistir. Böylece Çin’in yükselisinin olumsuz sonuçlarinin da oldugu görülmüstür.
 
2001 de Çin resmen “ Küresel hareket” stratejisini baslatmisti. Bunun amaci, emtia üreticisi ülkelerle daha yakin iliskiler kurmak ve böylece ülkenin büyümek için acilen ihtiyaç duydugu hammaddelerin teminini güvenceye almakti. Bu politika ciddi etki yaratti. 10 yildan kisa süre içinde Çin Güney Amerika ve Afrika’daki, daha az ölçüde de Orta Dogudaki birçok ülkeyle siki iliskiler kurdu. Bati hemen Çin’in kendisi ile olan iliskisini mercek altina aldi.  Fakat gerçekte  Çin için gelisen ülkelerle baglari sikilastirmak, yeni bir küresel güç olarak ortaya çikmasinda daha büyük önem tasiyordu. 2000 ile 2005 arasinda Çin’in yurtdisi yatirimlari bes kat artarak 12 milyar dolara ulasti. Bunun da bir numarali destinasyonu Afrika oldu.
 
Afrika’nin Çin için çekicilige asikardir.   2003’te ülke dünya tüketiminin  petrolde %7 sini, çelik ürünlerinde % 27 ‘sini, Demir cevherinde % 30 unu, kömürde % 31 ini ve çimentoda % 40’ini tek basina Çin gerçeklestirmistir. Çin’in dogal kaynaklari ne kadar kitsa Afrika’nin da o kadar fazladir. Üstelik devamli Amerika’nin baskisi altinda olan Orta Dogunun aksine, Afrika nispeten gözden uzaktadir.
 
Çin’in Afrika üzerinde simdiye kadarki etkisi genelde olumlu olmustur. Emtia ihracatçisi ülkeler için hem talebi hem de fiyatlari yukari çekmistir. Ancak hammadde kaynaklarindan yoksun ülkelerin mamul ürünlerine rakip olmustur.
 
Batili uluslar ile Çin’in, Afrika ve genel olarak gelisen ülkelere yaklasimindaki tezat, Afrikalilar arasinda kalkinmada acaba Çin modelini mi uygulayalim sorusunun tartisilmasina rol açmistir. Bu modelin özellikleri alt yapida  ve destek hizmetlerinde devletin önderlik ettigi büyük ölçekli yatirimlar ve dis yardimin da Batinin yaptigi gibi minerallerin çikarilmasina ve yardimi yapan ülkenin kendi ekonomik çikarlarina bagli olmamasi yaninda demokrasiyi askiya alan güçlü bir hükümettir ki bu sonuncusu otoriter Afrika hükümetlerine pek cazip gelmektedir. Çin’in dev adimlarla büyümesi ve yoksullugun büyük ölçüde azaltilmis  olmasi,  bütün gelisen  ülkeleri  Çin’den alinacak  çok  ders olduguna inandirmaktadir. Çin modeli, Washington Konsensüsü’nün aksine sok  terapiyi ve Big Bang’i reddederek mevcut kurumlarin iyilestirilmesini temel alan kademeli bir süreci yegler. Güçlü hükümet, reform sürecinde önderlik eder ve yönetir. Seçici bir ögrenme ve kültürel etkilenmeyi içerir. Neo - Liberal Amerikan modeli dahil yabanci fikirleri alip kendininkileriyle harmanlar ve nihayet öncelikleri siraya koyar. Örnegin siyasiden önce  ekonomik reformlardan yola çikmasi, kalkinmayi iç eyaletlerden önce kiyi eyaletlerinden baslatmasi gibi. Görüldügü üzere Çin modeli tipki diger Asya kaplanlari gibi  daha az ideolojik, daha fazla pragmatiktir.
 
Çin’in Afrika’daki misyonu çok büyük önem tasimaktadir. Hizla artan etkisi zaman içinde muhtemelen kitada dominant oyuncu olacagina ve Çin’in daha genis küresel niyetleri olduguna isaret etmektedir.
 
Neticede hiçbir ülkeyi sömürgesi altina almamis olan, tersine kendi de sömürge tecrübesi yasayan Çin, gelisen bir ülke statüsüyle Afrika uluslari arasinda Bati’dan çok daha fazla yakinlik gösterilmesinin ve mesru görülmesinin keyfini sürmektedir. Afrika ülkeleri arasinda yapilan bir anket, çogunun Çin’e karsi tutumlarinin Amerika’ya karsi olandan daha olumlu oldugunu göstermistir.
 
Orta Dogu ve Iran
 
Bilinen dünya petrol rezervlerinin neredeyse üçte ikisi Basra körfezi çevresinde yogunlasmistir. Bunun çeyregi simdi Arabistan kontrolünde olup çeyregi de Irak ve Kuveyt tarafindan paylasilmaktadir. Bu üç ülke bilinen dünya rezervlerinin yarisindan fazlasina sahiptir. Bölgenin bir diger büyük üreticisi olan Iran’in payi onda birdir.
Çin 1993’te petrol ürünlerinin, 1996’da ham petrolün net ithalatçisi olmustur. Bu yüzden Orta Doguda yakin iliskiler kurmak istemesi dogaldir.  Ancak bu bölge tam anlamiyla Amerika’nin etki alaninda oldugundan Çin çok dikkatli davranmakta, hiçbir sekilde Amerika’yi kizdirmak istememektedir. Dolayisiyla Afrika Çin dis politikasinda birinci, Ortadogu ikinci derecede önceliklidir.
 
Çin’in Orta Dogu stratejisinin merkezinde, uzun süredir yakin iliskide oldugu  Iran vardir. Iki ülkenin pek çok ortak noktasi vardir. Her ikisi de tarihte büyük basarilar kaydetmis çok eski uygarliklar olarak bölgelerindeki diger devletlere tepeden bakarlar. Batinin elinden ikisi de çok çektigi için ikisi de nefret eder, Bati hegemonyasindan kurtulmus bir dünyada çok daha fazla geliseceklerine inanirlar.  Ancak iliskilerini yine de tutumlar degil, çikarlar yönlendirir.
Çin’in Iran’da iliskisinin ucu açiktir. Bir taraftan Amerika ile iliskisini bozmak istemeyecek, öte taraftan da Iran’in körfez bölgesinde dominant rol oynamasini destekleyecektir.
 
Rusya
 
20 yil süren düsmanliktan sonra Çin’in 1980’lerde Sovyetler Birligi ile iliskileri düzelmeye yüz tutmustur. Sovyetler Birliginin çöküsüyle de 1990’larda  tamamen düzelmistir. Rusya önceki gelirinin yarisina, nüfusunun yarisindan azina düserek eski Sovyetlerin soluk bir gölgesi haline gelmistir. Bu arada  reform programini baslatan Çin üst üste çift haneli büyümeyi sürdürmüs, böylece iki ülke arasindaki güçler dengesi tamamen kayarak Çin’in ezeli rakibinden çok daha öne geçmesini saglamistir. Iki ülke yüzyillardir süre gelen sinir anlasmazligini geride birakarak 43.000 km’ye ulasan dünyanin en  uzun kara sinirina kavusmuslaridir. Sinir da tamamen askeri bölge olmaktan çikip ticaret ve degis-tokus merkezi olmustur.
 
Hindistan Ve Güney Asya
 
Çin ile Hindistan’in bir çok ortak noktasi vardir. Ikisi de çok büyük nüfusa sahip demografik süper güçler olarak bütün çabalariyla ekonomik dönüsüm sürecine girmis kitasal devlerdir. Birlikte, bir yandan dünya’nin çehresini degistirip sirazesini Asya’ya dogru egerken, öte yandan da küçük ve orta boy Avrupa devletlerine hiç benzemeyen, alan ve nüfus olarak anitsal boyutlarda yepyeni bir tür ulus-devlet olusturma çabasindadirlar. Bu benzerliklere ragmen ayni zamanda aralarinda büyük farklar vardir. Çin dünyanin kesintisiz en uzun tarihine sahip ülkesiyken Hindistan devlet statüsüne nispeten yeni  kavusmustur. Çin uygarligi devletle iliskiler açisindan tanimlanirken Hindistan tam bir Kast(sinif) toplumudur. Hindistan dünyanin en büyük demokrasisi iken Çin demokrasi kavramina henüz yabancidir. Çin’in güçlü bir kimlik ve  homojenlik duygusu varken Hindistan çok çesitli irklari benimseyip barindiran bir çogulculuk ile kutsanmistir. Kültürel farklar iki devletin arasina anlayis ve empatiden yoksun bir mesafe koymustur.
 
Çin Hindistan’in Güney Asya’daki dominant konumunu baltalamak için Hindistan’la aralari bozuk olan Pakistan, Nepal, Banglades ve Myanmar’i dost edinmistir. Bunlardan en önemlisi olan Pakistan, Çin sayesinde nükleer silahlara kavusmustur. Çin’in kurnaz diplomasisi Hindistan’in Güney Asya’da hakimiyet kumasini engellemektedir.
 
Avrupa
 
Çin’in Avrupa ile iliskisi Amerika ile olandan çok farklidir. Çin’in Amerika ile iliskileri neredeyse sürekli tartisma konusuyken simdiye kadar Avrupa ile pek dikkati çekmeyen, inis çikissiz ve sorunsuz olmustur. Geçmiste yasananlari düsünürseniz bu durumu sasmamak mümkün degildir.
 
Avrupa’nin Çin’in yükselisine yaklasimi genelde alt perdeden, parçali ve anlasilmaz   olmustur.      Bunun sebebi,   Avrupa   Birliginin, Çin   gibi ülkelerle iliskilerde tek söz sahibi olacak gücü ve yetkisi olmamasidir. Dolayisiyla Avrupa ya kisik sesle, ya da hep bir agizdan konusur. A.B stratejik veya net bir sekilde düsünme ve davranma kapasitesine sahip üniter bir devlet degil, farkli çikarlari temsil eden bir alasimdir.
 
Avrupa’nin Çin’le ekonomik iliskileri son on yilda büyük ilerleme kaydetmistir: ucuz Çin mallari sel gibi kapilardan girerken, basta Almanya’dan olmak üzere, çesitli ileri teknoloji ürünleri Çin pazarina sevk edilmistir.
 
Yine de, son kredi krizi ve depresyon birçok Avrupa ülkesinde endise fitilini ateslemistir. Sonuçta Çin’le ekonomik gerilim artmis, Çin’den ithal edilen ürünlere anti-damping ve anti –sübvansiyon vergileri konma olasiligi belirmistir. Endiseyi körükleyen baska bir faktör de Avrupa’nin kilit sanayilerine Çin sirketlerinin yatirim yapmasi korkusudur.
 
Uzun vadede Çin Teknoloji basamaklarinda yükseldikçe ve Avrupa markalariyla kiran kirana rekabet edecek markalar gelistirdikçe magdurlarin sayisi ciddi ölçüde artip Çin’in “haksiz” rekabetine karsi koruma önlemleri konmasina yol açabilir. Ancak bunun gündeme gelmesi için henüz erkendir.
 
Yükselen Süper Güç,  Alçalan Süper Güç
 
1972 Mao - Nixon karsilasmasindan ve 1979 da ful diplomatik iliskiler kurulmasindan bu yana Çin ile Amerika arasindaki iliskiler sürekli ve istikrarli yürümüstür. Deng’in dis dünya ile sorunsuz ve barisçi bir ortam yaratip, bu sayede “çabalari ve kaynaklari ekonomik kalkinma üzerinde yogunlastirma stratejisi” çerçevesinde Çin’in dis politikasinda Amerika en bas köseyi kaplamaktadir.
 
Baslangiçta Çin’in Amerika’ya duydugu ihtiyaç, Amerika’nin Çin’e duydugundan çok daha fazlaydi. Amerika dünyanin en büyük pazarina sahipti. Kendi  tasarlayip isletmesini üstlendigi uluslar arasi sitemin kapi bekçisiydi. Çin’in bu sisteme dahil olup olmamasi iki dudaginin arasindaydi. Oysa Amerika Çin’i, çok sayidaki uluslar arasi iliskilerinden yalnizca biri olarak görmekteydi. Ucuz Çin mallarinin ve Çin’in Amerikan hazine bonolarini satin almasindan dogan kredi bollugunun tadini çikariyordu.
 
Ancak Çin yüzyilin basinda kanatlarini açip ekonomisi hizla büyümeye, iki ülke arasinda ticaret açigi büyümeye, Çin’in elindeki hazine bonolari durmadan artmaya, yurt disi yatirimlari çogalmaya, Afrika, G. Amerika ve Orta Asya’da etkisini arttirip hammadde kaynaklarina rahatça ulasmaya, Dogu Asya’da egemenlik kurmaya baslayinca Çin’in ayni kösede kalmayacagi anlasildi. Zira Amerika hangi kitaya, hangi ülkeye baksa, karsisinda Çin çikarlarini ve yatirimlarini görüyordu.
 
Bu arada Bush hükümeti daha önceki, konsensüse dayali çok tarafli dis  politikayi terk etmis, önleyici saldiriyi benimseyen tek tarafli politika gütmeye baslamisti. Evrensellikten, ittifaklara önem vermeyen ulusalliga dönülmüstü. Ulusal egemenlige sayginin yerini, rejimi degistirmek için müdahale edilebilir tezi almisti. Yeni ve saldirgan bir Amerika dogmustu. Irak’in isgaline bir kaçi hariç bütün diger devletler ve kendi halkinin çogunlugu karsi çiktigi halde yürümüs, isgal basarisiz bir biçimde uzadikça da sevilirligi hiç görülmemis derecede dibe batmistir. Tam o siralarda Çin’in sahneye çikma vakti gelmis dünya sürdürdügü tranformasyonun anlamina ve etkilerinin farkina varmistir.
 
2007’e kredi krizi baslayip da Amerikan finans sektörü dizleri üzerine çökünce Amerika tam bir geri dönüs yaparak finans sektörüne kurtarici para aktardi ve böylece de 1970 ten beri Amerikan kapitalizminin özü olan Neo- liberal rejimin ölümünü ilan etmis oldu. Birkaç hafta içinde Anglo-Amerikan modeli çökmüs, beraberinde Batili ekonomileri de ciddi durgunluga sürüklemisti. Amerika’nin Çin kredisine güvenerek kendi imkânlarinin çok ötesinde yasamasi, Amerikan zenginliginin zaafini göstermis ve agirlik merkezini Amerika’dan Çin’e kaydirmisti.
 
Büyüyen Sürtüsme
 
Amerika’nin Çin’e karsi tutumunu sekillendirmesinde iki ülke arasinda sürtüsme olasiligini arttiran çok sayida mesele vardir.
 
Ilki, Amerika’nin küresellesmeye yönelik tutumudur. 1990 larda küresellesme Amerika’da ve tüm dünyada kazan-kazan durumu olarak gözüküyordu.  Gerçekte ise Amerika’nin tasarlayip dünyaya ihraç ettigi, sonra da oturdugu yerden meyvelerini topladigi bir süreçti. Simdi gittikçe Amerika’yi tehdit eden bir boomerang olarak algilanmaktadir. Önceleri Amerika’nin yararlandigi bir sistemken simdi Çin ve Dogu Asya’ya yaradigi düsünülmektedir. Küresellesme sayesinde Çin kendisini Amerika’nin ezici rakibi haline dönüstürmeyi basarmistir. Dev dis ticaret fazlasiyla Amerikan bonolarinin çogunu zapt etmis, Amerikan imalat sanayinin kilit sektörlerini neredeyse öldürmüs, issizligin artmasina yol açmistir.
 
Uzun dönemde Çin teknoloji basamaklarini tirmandikça yalnizca ucuz ürünlerde degil, katma degeri yüksek ürünlerde de rekabet artacagindan Amerika’da ve Avrupa’da kaybedenlerin de sayisi artacaktir. Böyle bir durumda serbest  ticareti öngören küresellesme askiya alinip, basta Çin mallarina olmak üzere, korumacilik önlemleri gündeme gelebilir. Son kriz bu yönde bir isarettir. Doha görüsmelerinin sekteye ugramasi da bu senaryonun olasiliginin bir göstergesidir.
 
Dünya’nin en önemli ekonomik bölgesi olarak güç dengesi de degismis, Dogu Asya su anda ekonomide hem K. Amerika’yi, hem de Avrupa’yi geçmistir.
 
Dogu Asya’da Amerika’nin etkisinin azalmasi, küresel konumunu da etkileyerek bir yandan Çin’in cüretini arttirirken öte yandan da baska uluslara sinyal olabilir. Amerika bütün dikkatini Orta Dogu’ya yönelttiginden Dogu Asya’yi ihmal etmekte, ne olup bittiginin farkina varamamaktadir.
 
Bu arada Çin soguk savastan farkli bir biçimde, usul usul Amerika’ya alternatif bir model olarak ortaya çikmaya baslamistir. 2003 ten bu yana  Amerika’nin kaba kuvvete agirlik vermesi onu dünya çapinda gözden düsürmüs, yarattigi vakumu çok tarafliligi ve barisçi yükselisi vurgulayan Çin ufaktan ufaktan doldurmaya baslamistir.
 
Çin’in hedefi esasta gelismis degil, gelisen ülkelerdir; ön kosulsuz insani ve altyapi yardimlari, her ülkenin bagimsizligina saygisi, güçlü devlete vurgusu, süpergüç hegemonyasina karsi çikmasi ve herkes için adil oyun alanini desteklemesi, gelisen ülkelerde güçlü bir yanit bulmaktadir. Amerika’nin yumusak gücünün hedefi, ulus devletlerin içinde demokrasi bulunmasidir. Aksine Çin, ulus-devletler arasinda demokrasiyi savunur. Çin ayrica örnek teskil edip kendi büyüme deneyimini gelisen ülkelere aktarabilir. Amerika güdümündeki uluslar arasi sistemin gümbür gümbür çökmesi, Amerika’nin gücünü ve prestijini adamakilli azaltmistir.
 
Çin’in Dogu Asya’da gücü artip, orada ve diger bölgelerde yeni sorumluluklar üstlendikçe askeri gücünün de buna paralel artmasi beklenebilir. Ancak bunun ne boyutta ve ne sekilde olacagini simdiden söylemek zordur. Korkulan odur ki, bir noktada Çin ve Amerika toplu soguk savas dönemine benzer sekilde korku iklimi yaratan bir silahlanma yarisina girsinler.
Bu dört mesele - Amerikanin küresellesmeye karsi tutumu, Dogu Asya’ da güç dengesinin kaymasi, Çin’in Amerika’ya alternatif bir model olarak ortaya  çikmasi ve askeri gücün ne olacagi - çok uzak bir gelecekte degil ufak ufak belirti veren bir konumdadir. Çin’in gücü ve hirslari artikça Amerika ile arasindaki fark ve anlasmazlik noktalari da artacaktir. Çin’de zaman öyle hizli akmaktadir ki ticaretten diger ülkelerle iliskilere kadar pek çok konuda yakin zamanda çatisma çikabilir. Çin’de komünist partinin iktidarda olmasi ve kültürel açidan hiçbir benzerlik bulunmamasi da karsilikli yanlis anlama ve öfkelere yol açabilir.
Uzun dönemde bütün bu meseleleri gölgede birakabilecek mesele, iklim degisikligi tehlikesi ve dünyanin karbon salinimini kisitlamak için ciddi önlemler alinmasi gerektigidir. Bush döneminde Amerika tek tarafli tavir takinarak Kyoto protokolünü imzalamayi ve herkesin kabul ettigi bilimsel görüsleri kabul etmeyi reddetmistir. Çin gelisen bir ülke oldugu için Kyoto protokolünü imzalamak zorunda degildi. Fakat artik dünyanin en fazla sera gazlarini üreten bu ülkesinin dahil edilmemesi, gezegenimiz açisindan desteklenebilir bir olgu degildir. Herhangi bir yeni iklim anlasmasina Amerika, Çin ve Hindistan katilmadikça o anlasmanin hükmü, anlami ve yarari olmayacaktir.
 
Amerika ile Çin’in arasi ciddi biçimde bozuldugu takdirde Çin’in mevcut uluslar arasi ekonomik sistemden dislanmasi bir seçenek olmayacaktir. Çin küresel üretim sistemine öyle derin entegre olmustur ki bu süreci geri döndürmek imkansizdir.
 
Son olarak eger Amerika Çin’e karsi daha hazimsiz davranir da silahlanma yarisina girerse bundan Çin’den ziyade Amerika zarar görür. Tipki Irak’in isgalinden sonra oldugu gibi, Amerika’nin küresel konumu ve prestiji yerlerde sürünür.
 
Uluslar Arasi Sistemin Gelecegi
 
Dünyanin önde gelen süper gücünün kilit özelligi, herkesin isteyerek veya zorunlu olarak katilacagi uluslar arasi bir ekonomik sistemi yaratma ve örgütleme becerisidir. Ingiltere’nin kurdugu uluslar arasi altin standart sistemi 1914 öncesinde, bir tür veya sekilde, dünyanin büyük bir bölümünü kapsiyordu. Iki savas arasinda Ingiltere inise geçince yerini döviz bölgelerine, korumali piyasalara ve menfaat alanlarina dayali balkanlasmis bir sistem aldi. 1945 ten sonra Amerika dünyanin önde gelen süpergücü olunca Bretton Woods’da kararlastirilan ve daha sonra gelistirilen yeni sistem bir Amerikan kreasyonuydu. Bunu mümkün kilan da, savas sonrasinda Amerikan ekonomisinin dünya gelirinin üçte birinden fazlasini tek basina üretir olmasiydi.
 
Bu sistem, Çin DTÖ’ne üye olduktan ve Sovyetler Birliginin çöküsünü takiben blok ülkeleri sisteme katilmak için siraya girdikten sonra ancak gerçek anlamda küresel oldu.
 
Amerika’nin küresel gücüne en büyük tehdidi Çin’in sisteme karsi tavri olusturacaktir. Su anda ayrilmaz bir parçasidir. Fakat her zaman kosulsuz destekleyecegi anlamina gelmez.
Mevcut küresel krizin ana sebebi Çin yükselirken Amerika’nin inise geçmesidir. Amerikan tüketimindeki patlamayi, Çin’in araliksiz Amerikan hazine bonosu alarak para pompalamasi besliyordu. Amerika hala da bu zayif halinde Çin’in bono alimlarini sürdürmesine muhtaçtir. Aslinda Çin açisindan elde edilen  gelirin ne kadar az olduguna bakinca bunun pek bir mantigi yoktur: yoksul bir ülkenin kaynaklari daha verimli kullanilabilir. Bu husus simdi Çin’de açik açik tartisilmaktadir. Fakat Çin tam bir çikmazdadir. Eger elindeki bonolari satisa çikarirsa, hatta yenisini almayi durdurursa dolarin degeri ve ona bagli olarak kendi varliklari dibe vuracaktir. Böylece, Amerika ile Çin’in arasindaki mevcut iliskide Faust’vari bir pakt bulunmaktadir ki bu uzun vadede ne ekonomik, ne de siyasi olarak sürdürülebilir bir durumdur. Amerika’nin küresel finans merkezi ve dolarin ana rezerv dövizi olma konumu, Çin yasam destek sistemine baglidir. Mevcut finansal krizin temelinde Amerika’nin uluslar arasi finans sisteminin omurgasi  olmayi sürdürememesi  yatmaktadir;  öte yandan  Çin  de bu     rolü
 
üstlenmeye ne hazir, ne de isteklidir. Bu yüzden kriz çok agir ve uzun süreli olmustur. Küresel çözüm aranirken karma karisik, birbirine  dolanmis meselelerin dikkate alinmasi gerekir.
Mevcut sistem öncelikle Amerika’nin menfaatlerini korumak ve kollamak üzere tasarlanmistir. Çin’in ve onun yaninda Hindistan gibi diger “disaridaki” ülkelerin gücü arttikça Amerika, sistemi bu ülkelerin taleplerini ve emellerini karsilayacak sekilde uyarlamak zorunda kalacaktir. IMF’de ve G-8’de reformun ne kadar yavas ilerledigine bakilirsa Amerika ve Avrupa’nin isteksizligi görülebilir, zira ne olursa olsun kendi çikarlarini ve degerlerini korumak istemektedirler.  Bu  yüzden yeni bir sisteme geçis olsa bile bu çok sancili olacaktir. Tipki savas arasi dönemde Ingiliz egemenligi yerini sterlin, frank ve dolar rekabetine terk ettigi gibi Amerikan egemenliginin yerini de rakip etki bölgeleri alabilir. Güçler dengesi belirgin biçimde Çin lehine kaydigi takdirde Amerikan ve Çin etki alanlarinda bölünme söz konusu olabilir. Böyle  bir  durumda muhtemelen Dogu Asya ve Afrika Çin tarafinda, Avrupa ve Ortadogu Amerikan tarafinda kalacaktir. Ancak dünya bu kadar birbirine entegre olmusken böyle bir ayrisma istikrarli olamaz.
11
ÇIN DÜNYAYI YÖNETINCE
Dünya yirmi hatta elli yil içinde neye benzeyebilir diye biraz fikir yürütmek istiyorum. Gelecegi elbette kimse bilemez; böyle bir yaklasim tabi ki spekülatif, hatali çikabilecek varsayimlara dayali olacaktir. En önemli varsayim da Çin’in yükselisinin raydan çikmayacagidir. Çin’in ekonomik büyümesi kuskusuz 20 yil, hatta 10 yil içinde yavaslayacak. Daha uzun bir sürede siyasi çerçevesi de degisebilir, komünist iktidarin sonu gelebilir veya karakteri ciddi bir metamorfozdan geçer. Ancak bu olasiliklarin hiç biri, Çin’in büyümesi yavaslayarak bile olsa devam ettigi takdirde eninde sonunda önce iki süper güçten biri, sonra da tek süper güç olacagi iddiasini çürütmeye yetmez. Onu yikacak sey, Çin tarihini kesintilere ugratan bir istikrarsizlik dolayisiyla çöküsü olacaktir. Su anda bu pek olasi görünmüyor ancak 2000 yillik ömrünün yarisinin Çin üniterliginin bozuk oldugu dönemlerde geçtigi dikkate alinirsa bu ihtimal de göz ardi edilemez.
 
Senaryomuz, Çin’in büyümesinin devam ederek yüzyilin ikinci yarisinda, belki de daha önce, dünyanin önde gelen gücü olmasi üzerine dayalidir. Bu konuda neredeyse küresel mutabakat vardir.
 
Çin küresel güç haline geldikçe artan kuvveti ne sekillere bürünecek? Baska bir deyisle,  küresel  egemenlik kurmus  bir  Çin neye  benzeyecek?    Bu senaryoda kuvvetini nasil gösterecek, nasil davranacak? 1945 ten bu yana süper güç olan Amerikan deneyimi bir model teskil etmese de referans noktasi olarak ise yarayabilir.  Peki, Amerika’nin baslica özellikleri neler, bir bakalm:
 
*Dünyanin en büyük,  en innovatif, tekolojik açidan en ileri ekonomisi,
*Kisi basi en yüksek gelir,
*En kuvvetli askeri güç:   hava ve deniz kuvvetleri sayesinde dünyanin   her bölgesinde etkin,
*Küresel gücü dolayisiyla asagi yukari her ülkenin hesaplarinda ve tutumunda kilit faktör, bu yüzden bütün ülkelerin bagimsizligi degisen oranlarda sinirli,
*Uluslar arasi ekonomik sistemi büyük ölçüde tasarlayan, sekillendiren ve kurallarini halen belirleyen,
*Dünyanin en iyi üniversitelerine sahip oldugundan uluslar arasi en  büyük yetenekleri cezbedebilme
*Gücü ve cazibesi dolayisiyla Ingilizce küresel lingua franca,
*Hollywood  ve  bir ölçüye kadar  televizon sektörü  dünya film  piyasasina hakim,
*Coca  Cola,  Microsoft,       Mc       Donalds         gibi     markalari       diger   uluslarin markalarini bastiriyor,
*New York dünyanin de facto baskenti,
*Halloween, sevgililer günü gibi adetleri tüm dünyaya yayiliyor,
*Fikir ve degerleri tüm dünyada yanki yapiyor.
 
Tipki Amerika’nin oldugu gibi Çin’in de küresel egemenligi ülkenin hem tarihi, hem çagdas, kendine özgü özelliklerini yansitacaktir. Örnegin Avrupa’nin üstün oldugu dönemde siyasi hükümranligin karakteristik biçimi sömürgecilik, bunun da kaynagi deniz kuvvetleriydi. Fakat çesitli nedenlerle, 1945 ten sonra sömürgecilik sürdürülemez oldu. Aksine, Amerikan dönemi ise dünyanin her yerinde askeri üsler, devasa boyutta askeri üstünlük, gayri resmi bir imparatorluk, uluslar arasi finans sistemine hakimiyet ve küresel medya ile öne çikiyordu. Dolayisiyla müstakbel Çin egemenliginin bir noktadan sonra yepyeni sekiller almasi beklenemez.
 
Çin tarihinin olaganüstü uzunlugu bir yana, en önemli özelligi Roma imparatorlugunun çöküsünden sonra topraklari paramparça olup oradan yeni devletler  dogarken  Çin’in tam  aksi  yönde ilerleyip  birligi  saglamasidir.      Bu birliktir ki ona uygarliginin sürekliligini ve ülkenin topraklarinin büyümesine imkân vermistir. Baska bir özelligi de sayisiz icadin oradan dogup dünyaya yayilmasidir. Bu da Bati’nin en fazla bulus yapan uygarlik oldugu efsanesini  yerle bir eder.
 
Beijing:Yeni Küresel Baskent
 
New York dünyanin de facto baskentidir. Hiçbir sey bunu, 11  eylül’e  karsi ortaya çikan küresel reaksiyon kadar açik gösteremez. Ayni kader Kuala Lumpur’daki zarif ikiz kulelerin basina gelseydi, birakin aylari, 12 saatligine dünya basinindaki mansetlerde yer almasi bir sans olurdu. New York’un bu statüyü kazanmasi dünyanin finans baskenti, Wall Street’in mekani ve her yerden gelen insanlari eriten bir pota olmasi sayesindedir. Ancak bu hep böyle degildi. Dünyanin merkezi (tabi o zamanlar için bu sifat kullanilabilirse) Roma, Floransa, Londra seklinde degismisti. Tekrar ileriye bakarsak, Beijing’in 50 yil içinde de Facto baskent olmasi çok muhtemeldir.
 
Çin’in egemenliginin en az dört temel jeopolitik kayma yaratacagini söyleyebiliriz. Birincisi, Beijing dünya baskenti olarak ortaya çikacak, ikincisi Çin Dünyanin bir numarali gücü olacak, üçüncüsü Dogu Asya dünyanin en önemli bölgesi haline gelecek ve dördüncüsü de Asya dünyanin en önemli kitasi(Hindistan’in katkisiyla) haline gelecek. Bu çoklu degisim dünya ekseninde de kayma yaratacaktir. Dünya önce Avrupa’ya, sonra Amerika’ya dogru  bakmaya alismisti fakat bu durum sona ermek üzeredir. Bir  zamanlardaki  dünya hakimiyetinin mirasi olarak Londra saat dilimlerinde hala sifiri temsil ediyor olabilir fakat küresel toplum saat ayarini gittikçe daha fazla Beyijing saatine bakarak yapacaktir.
Dünya, Avrupa hakimiyetinin mirasi olan ulus-devlet kavramini esas kabul etmektedir. Henüz ulus-devlet olamamis uluslar bile olma çabasindadir.  Uluslar arasi sistemin ana birimi olarak evrensel kabul görür. Devrimden beri Çin dahi kendini ulus-devlet olarak tanitmaktadir. Bu kismen dogru olsa da Çin esas olarak bir uygarlik devletidir.
Fakat ya Çin Bati ile iliskisinin tek yönlü olmasini, yani en dogru sistemin Bati usulü ulus-devlet oldugunu kabul etmekten vazgeçer de kendine, tarihine, kültürüne sarilip simdi de ona göre davranmaya kalkarsa? Bu durumda uluslar arasi sistem de daha çesitli olacak, birbiriyle rakip kavramlara, farkli tarihlere ve boyutlara yer verecektir.
Soguk savas bitip de Çin’in yükselisi basladiktan sonra Bati Dünyasi bölgede devletlerarasi iliskilerde istikrarsizlik, gerilim, hatta savas ihtimalinin artacagini veya Çin’in digerlerini ikna edip Bati’ya cephe alacagini düsünüyordu. Bunlarin hiç biri gerçeklesmedi. Aksine bu ülkeler Çin’e daha da sokuldu. Tributary sistemin  (bir  bölgede bir  devletin üstünlügünü  diger devletlerin kabul ederek
 
ona hamilik parasi ödemesi) temel özelligi kendisi ile yörüngesindeki öteki uluslar arasinda mevcut uçurumdu. Sistemi bu kadar uzun süre istikrarli kilan  bu uçurumdu. Simdi de asiri esitsizlik tributary sistemde oldugu gibi yeni Dogu Asya düzeninde istikrar saglayabilir. Oysa Avrupa’da kabaca esit ulus devletler yüzyillar boyu kavga ettiler. 1945‘te savastan bitkin halde çiktiklarinda bir de baktilar ki dünya artik Avrupa merkezli degil.
 
Rakamlarin Agirligi
 
2001’de Dünya nüfusunun %20.7 sini Çin, %4,6 sini Amerika olusturuyordu. Dünyanin önde gelen ülkesi olarak Çin simdiye kadarki egemen güçlerden çok farkli bir demografik agirlik tasiyacaktir.
 
Demokrasinin esasi, sayilarin önemli olmasidir. Bu önerme, simdiye kadar her bir ulus devletin kendi sinirlari içinde geçerliydi, küresel baglamda degil. Birlesmis Milletler Genel Kurulunun hiçbir gücü yoktur. IMF ve Dünya bankasi demokratik olmak bir yana, onlari kuran, kararlarini veto yetkisine sahip olan basta Amerika ve bir dereceye kadar Avrupa’nin çikarlarini ve siyasi agirligini yansitir. Batili Dünya düzeni, ulus-devletlerin kendi içindeki demokrasiyi sart kilarken küresel düzeyde Demokrasiyi umursamamistir bile. Küresel düzen anti demokratik ve otoriterdir. En fazla nüfusa sahip ülkeler dahil, gelismekte olan dünya için yoksulluk, marjinallesme veya küresel karar verme sürecinden etkin biçimde dislanma anlamina gelmistir. Aksine ekonomik güç küresel yetkinin pasaportudur. Çin’in egemen olmasi tek basina yeni tür bir demokratik düzen getirmez fakat Hindistan, Brezilya ve Rusya’nin da Çin’in yaninda yükselisi daha demokratik bir küresel ekonomiye yol açacaktir. Iki yüzyildir süren, ulusal zenginlik ile nüfusun büyüklügü arasindaki uyumsuzluk belirgin biçimde azalacaktir. Diger gelisen ülkelerle birlikte BRICS in katildigi bir küresel  ekonomik rejim kesinlikle daha demokratik olacaktir. Ne de olsa nüfuslarinin toplami dünya nüfusunun önemli bir bölümünü olusturmaktadir.
 
Küresel bir güç olarak Çin nüfus yogunlugu ile dünyanin geri kalani üstünde  hem yerçekimi, hem de merkez kaç etkisi yaratacaktir. Çin pazari zamanla dünyanin en büyügü olacak, böylece bir çok küresel standart ve kural kendi ölçülerini getirecektir. Sirketleri ve borsasi ile daha pek çok kurumu dünyanin en büyügü olacaktir.
 
Dünyanin kumar merkezi olarak Las Vegas’in konumu bile tehdit altindadir. 2007 itibariyle  Macao’nun kumar gelirleri Las Vegas’inkine yetismek üzereydi. Çin’in merkezkaç etkisinin bir örnegi, Çinlilerin disari göçüdür. Çin net bir göç ihracatçisidir.  Çinliler dünyanin her yerine yayilmis ve yayilmaktadirlar. Bir baska örnek de turizmdir. Dünya turizm örgütü 2019 da yurtdisina seyahat eden Çinli sayisinin 100 milyona ulasacagini tahmin etmektedir ( 2004’te 28 milyondu). Bunun en büyük etkisi Güneydogu Asya ve Avustralya ‘da görülecektir. Yalnizca konusan insan sayisinin çok olmasi dolayisiyla, Çince küresel önem kazanacaktir.
 
Irksal Çin Düzeni
 
Iki asirdir beyazlar dünya irk hiyerarsinin tepesinde imtiyazli konumlarinin keyfini sürmektedirler. Avrupa’nin sömürge imparatorluklari döneminde bu konum beyaz irkin dogustan üstünlügüne yönelik teorilerle açiklaniyordu. Naziligin yenilgisini ve sömürgelerin özgürlüge kavusmasini takiben saf irkçi teoriler dünyanin bir çok bölgesinde cazibesini kaybetmis olmakla birlikte beyazlarin hep tepede oldugu, büyükten küçüge bir gagalama sirasi alttan alta hep vardir. Çin’in yükselip zaman içinde Bati’yi geçmesi kaçinilmaz biçimde küresel irk hiyerarsisini yeniden düzenleyecektir.
 
Çin  Usulü Bir Ülkeler Toplulugu Mu?(Commonweath)
 
Bati kavrami, Avrupa’nin genislemesi ve insanlarinin dünyanin en uç  noktalarina dagilmasi olgusu ile yakindan ilgilidir.
 
Amerika’nin ve Kanada’nin yaratilmasina yol açan, Avrupa’dan gelen beyaz göçmenlerin agirlikli olarak kitanin kuzeyine yerlesmesidir. Latin Amerika terimi de Güney Amerika’nin Ispanyol ve Portekizler tarafindan sömürgelestirilmesinden kaynaklanmaktadir. Ingiliz göçü Avustralya ve yeni Zelanda’ya yönelmis, Yerli halk Aborijinler baski, kirim ve dislanmaya tabi tutularak Asya-Pasifik’te Bati Bayragi çekilmistir.
 
Avrupa’nin gücünün ve zenginliginin bir ürünü olan beyaz diyasporanin aksine Çin diyasporasinin dogusu, daha ziyade yurt içindeki açlik ve yoksulluk ile, Çinlilerin Britanya Imparatorlugu tarafindan ucuz isçi olarak tasinmasinin bir sonucudur. Fakat simdi hemen her yerdeki etnik Çinli azinliklar çaliskanliklariyla basari merdivenlerini tirmanmakta, öz-güven, prestij ve statü kazanmaktadirlar.
 
40 milyonu asan Diaspora ile anavatan arasindaki iliski ne sekilde gelisecek? Ilerde bir Commonwealth olusabilir mi? Su anda baska uluslarca kabul edilmesi imkansiz görülen bu olasilik dünya dengesi degistikçe göz ardi edilmeyecek bir seydir.
 
Ekonomik Güç Santrali
 
Çin’in küresel egemenligini ekonomik gücü saglayacaktir. On yillar içinde Çin ekonomisi gittikçe zenginlesip sofistike hale geldikçe bu güç sadece ülkenin demokratik üstünlügüne dayanmayacaktir. Bunun ekonomik açidan ne anlama gelecegini bugünden tahmin etmek zor, fakat katlanarak büyüyecegi çok muhtemeldir.
 
Çin sermaye hareketinin yavas yavas serbestlesmesi ve Çin’in yüksek tasarruf düzeyi sayesinde Çin’in dis yatirim potansiyeli devasa boyutlara  ulasmistir. 2007  de  4,8 trilyon  dolar  olan hane  ve  kurumsal tasarruflari  milli   gelirinin %160’ina esittir. Bu tasarruflarin her yil en az % 10 arttigi varsayimiyla, 2020 de 18 trilyon dolara gelecektir. Bu tarihte tasarruflarin yalnizca %5’i yurtdisina çiksa, dis yatirimlari 885 milyar dolar olacak demektir. 2001 den beri yillik %60 büyüyen dis yatirimlar 2008 de 50 milyar dolari astiysa da henüz bebeklik dönemindedir. Bu rakamin ne anlama geldigi hakkinda bir fikir vermek için sunu söyleyelim, Amerika’nin 2001 ‘de görünmez ihracati 451 milyar dolardi.
 
Çin’in düzenli bir biçimde teknolojik ve bilimsel basamaklari tirmandiginin bolca kaniti vardir. Su anda ekonomisi innovatif olmaktan ziyade taklitçidir. Ancak Ar-Ge harcamalari arttikça ciddi bilimsel arastirmalarin da hacmi hizla artmaktadir. Dünyanin önde gelen bilimsel yayinlarinda payi 5. siradadir. Nanoteknoloji gibi kilit konularda özellikle kuvvetlidir. Ar-Ge’ye ayrilan kaynak 2006’da Japonya’yi geçerek Amerika’nin ardindan ikinci siraya oturmustur.
 
Çin’in yükselisinin temel ekonomik etkilerinden biri dünya finans sisteminin degistirilip yeniden sekil verilmesi olacaktir. Vaktiyle dolar pound’un yerini almis, sonra da karsisina rakip olarak Euro çikmistir. 2002 den itibaren Amerika’nin çifte açigi (ödemeler dengesinde ve hükümet bütçesinde) ve ekonomisinin inise geçmesi dolayisiyla dolarin degeri çökmektedir. 2008 Eylül’de baslayan kriz Amerikan ekonomisinin artik uluslar arasi finans sisteminin tasiyacak ve dolari dünyanin rezerv dövizi olarak koruyacak gücü kalmadigina isaret etmektedir. Dolardaki düsüs finans dünyasiyla  sinirli degildir; Washington’un dünya sahnesindeki yerini de sarsacaktir. Kur politikalari çok, ama çok ciddidir. Amerika’yi güçlü kilan faktörlerden biri olan dolar tüneginden düstügü takdirde küresel egemenligi ona çok pahaliya patlayacaktir.
 
Dolarin düsmesi farkli sonuçlar doguracaktir: uluslar rezervlerini farkli bir dövizde tutacak, Çin dahil, kurlarini dolara endeksleyen ülkeler en azindan vazgeçecek, Kuzey Kore ve Iran gibi ülkelere uygulanan yaptirimlarin hükmü kalmayacak, dis ticaret fazlasi olan ülkeler Amerikan hazine bonosu almaya pek hevesli olmayacak, yeryüzüne yayilmis askeri üslerin finansmani çok pahalanacak ve Amerikan kamu oyu bunlarin yükünü daha fazla tasimak istemeyecektir. Baska bir deyisle, küresel egemenlik daha masrafli ve zor olacaktir. Ayni süreç 1918-1967 arasinda pound’un ve Ingiliz emperyal gücünün azaldigi döneme de eslik etmisti.
 
Simdiki uluslar arasi kurumlarin yerini zamanla yenileri alabilir. Elbette IMF ve Dünya Bankasinda Amerika’nin rolünü zaman içinde Çin ve Hindistan’in üstlenmesi mümkündür fakat yavas yavas IMF ve Dünya bankasini kenara iten yeni bir kurumsal yapi daha  olasidir.
 
Çin’in Büyük Bir Güç Olarak Davranisi
 
En sasali günlerinde Avrupali uluslar, daha sonra Amerika, kendilerine has özellikleri tüm dünyaya empoze etmenin yollarini aradilar. Peki,  kökeni ve tarihi tamamen farkli olan Çin nasil davranacak?
 
Bati ile Çin arasindaki davranis biçimlerinde tarihi farklari göz önünden ayirmamamiz çok önemlidir. Portekiz, Hollandali ve Ispanyollardan baslayarak Bati, belki de Akdeniz’de deneyim kazanan deniz kuvvetleri sayesinde, 15. yy dan itibaren Çin dahil dünyanin her yanina gücünü yaymistir. Çin ise kendini  hep bir kita ülkesi olarak görmüs, kara sinirlarinda ufak ufak ilerlemeler disinda deniz asiriya göz diken bir süper güç olma çabasina girmemis, bu güne kadar da kendi topraklari disinda varlik göstermeye kalkmamistir. Bu, bundan sonra da böyle yapacak anlamina gelmez elbette; demek istedigim Çin’in düsünce ve davranis biçiminde böyle bir gelenek yok. Orta krallik mantalitesinin anlami budur: Çin dünya’yi yönetmeye heveslenmez çünkü kendisinin zaten dünyanin merkezi olduguna, bunun dogal rolü ve konumu olduguna inanir. Ve bu tutum, Çin’in küresel gücü arttikça muhtemelen daha da kuvvetlenecektir.
 
Yeni Bir Siyasi Kutup
 
Tarihi ve kültürü ne olursa olsun, eninde sonunda bütün diger ülkelerin Bati Modelinde birlesecegine inanan Bati için, kendi düzenlemelerine ciddi bir alternatif çikabilecegini hayal etmek bile zordur.
 
Çin politikalarinin tabiatini ve Batidan farkini anlayabilmek için bugünkü komünist rejimin ötesine geçip Çin’e çok daha berilerden bakmak  gerekir. Çin’in kendine has özellikleri söyle özetlenebilir:
 
*Çin politikasinda her seyin önüne geçen üniterligin vazgeçilmez bir zorunluluk olmasi.
*Ülkenin muazzam çesitliligi
*Alisilmis ulus-devlet niteliklerine pek uymayan kitasal büyüklük
*Kilise,  is dünyasi  gibi  baska kurumlarla  iktidarini  asla paylasmamis bir siyasi atmosfer,
*Devletin, bütün öteki kurumlarin üstünde ve ötesinde, toplumun doruk noktasi olmasi
*Ulusal egemenlik geleneginden yoksunluk
*Ahlak ve etigin önemi
 
Bunlar göz önüne alindiginda Çin siyasetinin Bati’ninkine benzemesi düsünülemez. Ülkenin basarili bir dönüsüm geçirmesini saglayan komünist iktidar yurt içinde büyük nüfus ve destege sahiptir. O yüzden daha 20 yil kadar iktidarda kalmasi olasidir. Uluslararasi sayginligi da Sovyetlerden fakli olarak iyilesmektedir. Çin’in basarili oldugu yerde Sovyetler sinifta kalmistir.
 
Degerler Yarisi
 
200 yillik Bati egemenligi dolayisiyla uygar uluslarin - bu Bati demek oluyor - degerleri ile geri ve reaksiyoner toplumlarin - bu da yalniz Müslüman degil, bütün digerleri demek oluyor - degerleri arasindaki kiyaslamada Bati degerleri hep ezici çogunlukla üstün görülmüstür. Gerçekte ise degerler ve kültürler bu kabulden çok daha karmasik ve nüanslidir. Soguk savas sirasinda deger çatismasi, ideolojik düzeyde kapitalizm ile sosyalizm arasindaydi. Bu yüzyila ve gelecek yüzyila sekil verecek olan modernite çaginda degerler arasindaki kiyaslama ideolojik degil, kültüre dayanacaktir. Zira bir toplumun degerleri öncelikle kendine has kültürünün ve tarihinin ürünüdür. Bu degerler yüzeyde çok farkli görünse de gerçekte çarpici benzerlikleri vardir.
 
Örnegin tolerans Batiya özgü bir yaklasim degildir. Bizim sahip olmadigimiz bir dönemde Osmanlilar dini tolerans sahibiydiler; tipki Ispanyadaki Emevi kralligi gibi, Hindistandaki Asoka kralligi gibi. Dolayisiyla toleransa evrensel bir deger diyebiliriz.
 
Buna ragmen farkli halklarin çesitli degerleri arasinda hep bir gerilim ve çatisma vardir. Birbirine rakip çok sayida degerlerin bulundugu bu dünyada böyle zit degerlerin bir arada yasamasina izin veren ve mümkün kilan bir yol bulunmasi çok önemlidir. Aslinda küresellesmis modern dünyada nispeten baris ve uyum içinde yasamanin ön kosuludur. Bu Bati için bu bayagi zor olacaktir zira hep kendi norm ve degerlerini baska ülkelere empoze emekte ve kabul etmeleri için israr etmekte hakli görür kendini. Degerler tartismasinda Çin’in karsi safta aldiginin iki göstergesi vardir. Birincisi, demokrasi ve ifade özgürlügü yoksunlugunu kullanarak uluslar arasi sayginligina kara çalmaya kalkisan Bati’ya basariyla direnmis, o ve destekçileri gelisen ülkeler önemli olanin içerdeki siyasi haklar degil uluslar arasi baglamda ekonomik ve sosyal haklar oldugunu iddia etmislerdir. Tartisma esasinda, gelismis ülkeler ile gelisen ülkelerin öncelikleri, çikarlari ve deneyimleri üzerindeydi. 90’larin sonunda Çin’in artan etkinligi güç dengesini degistirmeye baslayinca tartisma da geri plana itildi. 2000 lerde de Çin degil, Iraktaki ve Guantanamo’daki tutumu yüzünden kendini savunmak zorunda kalan Amerika oldu.
 
Mandarince Biliyor musunuz?
 
Çin nüfusunun bu kadar kalabalik olmasinin bir sonucu da dünyada ana dili veya ikici dili olarak Mandarince konusan insan sayisinin, Ingilizce konusanlarin iki kati olmasidir. Bunlarin çogu ana vatanda yasar. Ancak Çin’in yükselisiyle dünya çapinda artan sayida insan ikinci dil olarak Çince ögrenmeye baslamistir. Bu süreç 2006’dan bu yana Çin hükümeti tarafindan aktif biçimde tesvik edilmekte ve yerel üniversitelerin bünyesinde Konfüçyüs enstitüleri açilmaktadir.
 
Küresellesme ve gittikçe küresellesen medya çaginda dil, yumusak gücün önemli bir bilesenidir. Ingilizcenin Lingua franca - tercih edilen ortak  dil  - olarak kullanilmasi Amerika’ya çok çesitli biçimlerde yarar saglamistir. Mandarincenin de bir gün bu seviyeye ulasacagini simdiden söylemek çok zor fakat zamanla Lingua Franca olarak Ingilizcenin yaninda yer alabilir.
 
Bir dilin gelecegini tahmin etmek çok zordur. Orta Çagda egitim dili olarak Latincenin ölecegini tahmin etmeye kalkissaydiniz insanlar yüzünüze gülerdi; aynen 18.yy da Fransizcadan baska bir dilin kibar sosyete dili olarak kullanilacagini söyleseydiniz basiniza gelecegi gibi. Ingilizcenin popülerlik kazanmasi Amerika’nin küresel güç kazanmasi sayesinde gerçeklesmistir. Ayni gerekçeyle, Amerika’nin inise geçisi de Ingilizcenin konumuna olumsuz etki yapacaktir: dilin küresel kullanimi bir bosluk içinde gerçeklesmez, ulus-devletin gücüyle dogrudan orantilidir.
 
Çin Üniversitelerinin Yükselisi
 
Amerika’nin dünya üzerinde iz birakmasinin bir yolu da üniversitelerinden geçmistir. Dünyanin en iyileri kabul edilen üniversiteleri dünya çapinda en iyi ögrencileri ve akademisyenleri cezbetmektedir. En üstteki Amerikan Üniversitelerinde arastirmacilar esi görülmedik tesislerin ve kaynaklarin keyfini yasarken, Harvard, MIT, Berkeley gibi üniversitelerden alinan diplomalar Oxford hariç, bütün digerlerinden fazla kabul görürler. Elbette büyük üniversiteler muazzam ulusal gelir ve kaynak gerektirir. Dolayisiyla en tercih edilen üniversiteler liginde simdiye kadar basi hep Bati çekmistir.
 
Çin üniversitelerinin de 20 yil içinde küresel siralamada düzenli yükselerek ilk onda yer almasi olasidir. Hükümet süreci hizlandirmak için yurtdisinda yasayan basarili Çin’li ögretim üyelerini Çin üniversitelerinde görev almaya çagirmaktadir.
 
Bati’nin Inisi ve Çöküsü
 
Bu bölümün amaci Çin’in küresel egemenliginin önümüzdeki yarim yüzyilda nasil gelisecegini arastirmakti. Meselenin bir yüzü daha vardir. Bu sürecin en travmatik sonuçlarini Bati hissedecektir. Zira tarihsel konumunu Çin’in ele geçirdigini gören, ( iki yüzyildir dünyanin tartisilmaz lideri )  Bati olacaktir.
 
1945 ten sonra Avrupa devletlerinin egemenligi Amerika’ya kaptirmasi  onlar için travmatik bir deneyim olmus, tepki olarak Avrupa Birligi kurulmustur. Avrupa’nin süregelen krizi, önemsiz konuma düsen ülkelerin yeni duruma uyum saglamasinin ne kadar zor oldugunun altini çizmektedir. Dahasi,  Avrupa’nin  inisi belirsiz bir gelecege kadar devam edecektir. 400 yillik rolü asla tekrarlanmayacak, Yunan ve Roma imparatorluklari gibi tarihe karisacaktir. Bugün Yunanistan ve Italya Imparatorluk geçmisinin sasaasini yalnizca ayakta kalan tarihi yapilarda yansitabilmektedir.
 
Avrupa sikintiya düsecekse bu Amerika’nin karsi karsiya kalacagi maddi-manevi kriz yaninda sifir kalacaktir. Amerika küresel lider olmadigi bir hayati yasamaya tamamen hazirliksizdir. Bush döneminde, tek tarafli biçimde kendi çikarlarina yönelik hareket edebilen, ittifaklari reddeden, dünyanin tek süper gücü olarak kendini tanimlamistir. Baska bir deyisle, gücünün azalmakta oldugunu fark edecegine, tam aksi çikarimlara vararak Amerika’nin gücünün daha da genisletilebilecegi, Amerika’nin çikista oldugu ve 21.yy da dünyanin tamamen Amerikanlasacagi fikriyle sarhos olmustur. Bush dönemi saldirgan, dedigim dedikçi, genislemeci Amerika’nin en tepe noktasi olmustur. Dönem sonra erdikten sonra bile zirveden inise geçildigi fark edilmemistir.
 
Amerika geçmisteki ve simdiki gücünün keyfini sürmekte, gelecegin neler getirebilecegine gözlerini kapamaktadir. Ingiltere de 1918 den sonra ayni aymazlik ve inkar içindeydi, ta ki 1950 de kolonilerini kaybetmeye baslayincaya kadar. Amerika için de bu dönüm noktasi pek ala finansal sistemin neredeyse çöktügü ve neo – liberalizmin öldügü Eylül 2008 olabilir.
 
Dünyanin karsi karsiya kalabilecegi en büyük tehlike, Amerika’nin bir noktada saldirgan bir tutuma girip Çin’e düsman muamelesi yaparak izole etmeye çalismasi olacaktir. En kötüsü de Soguk savas zamanindaki gibi Çin’le askeri rekabete ve silahlanma yarisina girismesidir.
Çin’in Bati’dan çok farkli bir kültürden ve köklerden türemis olmasi ve jeografik koordinatlarda bulunmasi Batinin ezik, yönünü bulamayan ve hasta  hissetmesini daha da kötülestirecektir. Aralarindaki benzerlik ve yakinlik dolayisiyla, Ingiltere’nin dünyanin baskin gücü olarak yerini rakibi ve varisi Amerika’ya birakmasi bir seydi, Amerika’nin hiçbir ortak noktasi bulunmayan Çin’e birakmasi baska bir sey. Bütün önemli küresel sorunlarda karar vermeyi müktesep hak gören Amerika için dünyaya tek basina sahip olamamanin soku çok derin olacaktir. Çin’in yükselisi ile Bati’nin evrenselligi evrensel olmaktan çikacak, degerleri ve normlari daha az etkin olacaktir. Bati dünyanin kendi dünyasi, uluslar arasi toplumun kendi toplumu, uluslar arasi kurumlarin kendi kurumu, dünya para birimi dolarin kendi para birimi ve dünya dilinin (Ingilizcenin) kendi dili olmasi fikrine alismistir. Bu durum daha fazla böyle devam edemez.  Inise geçmis Bati ilk defa baska kültürlerin ve ülkelerin kuvvetli
 
yönlerinden ders alacaktir. Amerika uzun bir ekonomik, siyasi ve askeri travma dönemine girmektedir. Bunun psikolojik etkileri de aci olacaktir. Buna uzun vadede tepkisi pek güzel olamaz. Dua edelim de çok çirkin olmasin.
12
SON YORUMLAR
ÇIN’I TANIMLAYAN SEKIZ FARK
Çin’in yükselisine Bati’nin kabaca iki tür tepkisi olmustur. Birincisi Çin’e hemen hemen yalnizca ekonomik açidan bakar. Buna “ekonomik vay canina faktörü” diyebiliriz. Insanlar büyüme rakamlarina inanamazlar. Bu tepki Çin’in yükselisinin neyi temsil ettigini yeterince kavramaktan yoksundur. Ekonomik degisim ne kadar önemli olsa da resmin yalnizca bir bölümüdür. Politikalara ve kültüre kör olan bu bakis Çin’in ekonomik dönüsümünü tamamladiktan sonra Bati’li olacagi varsayimina dayanir.
 
Öteki tepki ise aksine, Çin’in yükselisi konusunda kuskuyu elden birakmaz, hep fiyaskoyla sona ermesini bekler.
 
Bu  kitap çok  farkli  bir yaklasim üzerinedir:   “Bati Tarzi”nin tek  geçerli  model oldugunu kabul etmez.
 
Bati’nin özgeçmisi olaganüstü büyüme ve innovasyonla doludur. Bu sayede bu kadar uzun bir süre, böylesine dinamik bir güç olarak kalabilmistir. Çin’in 1978 sonrasi dönüsümü ve Japonya da dahil Dogu Asya’daki modernizasyon örnekleri hep Bati’dan feyz almistir. Ancak bu tek neden degildir. Hepsi Bati’dan ve komsularindan ögrendiklerini kendi kültür ve tarihiyle harmanlayip yerli kaynaklarini harekete geçirmistir. Ya/ya da döneminden melezlik dönemine geçmis durumdayiz. O Yüzden modernite de tek tip olmaktan çikip çoklu hale gelecektir.
 
1970’e kadar modernite münhasiran bir Bati fenomeniydi. Son yarim yüzyildir Bati’dan esinlenen, fakat basarmak için yereli harekete geçirme, üzerine insa etme ve dönüsüme tabi tutma becerilerine dayanan yepyeni modernitelere taniklik etmekteyiz. Bu yeni moderniteler melez olduklari için orijinalliklerini kaybetmediler, aksine orijinallikleri kismen bu fenomende yatmaktadir.  Melezlik Bati için de geçerli olacak, kendi disindakilerin de bazi özelliklerinden ders alacaktir.
 
Burada önemli soru sudur: Bati modelinin hangi bilesenleri vazgeçilmez, hangileri bilesenleri vazgeçilmez, hangileri opsiyonel? Mevcut basarili ekonomik dönüsüm örneklerinin hepsi, kurumlarinda, siyasal ve politikalarinda, kültürlerinde belirgin farklar olsa da neticede kapitalist kalkinma modeline dayanmaktadir. Ancak bir ülkenin basarili olmasinin ön kosulu Bati tarzi hukukun üstünlügü, bagimsiz bir yargi ve temsile dayali hükümet gibi Aydinlanma ilkelerini benimsemesidir seklinde bir önerme henüz kanitlanmamistir. Japonya Aydinlanma ilkelerine ve demokrasiye dayanmadigi halde en az Batili çagdaslari kadar ileridir.
 
Çin’i yalnizca Bati gözüyle yorumlayip degerlendirmek, Çin’e has, Çini Çin yapan özellikleri dikkate almamak demektir. Fakat Çin bir taraftan büyür, bir taraftan da farkliligini korurken Bati da ister istemez toplam sekiz olan bu farklari anlamak zorunda kalacaktir. O yüzden Çin’in modernitesinin hem dahili özelliklerini, hem de bunlarin küresel durumunu ve dis iliskilerine etkisine iyi bakmaliyiz.
 
Birincisi, Çin, kendini o sekilde tanimlasa da bir ulus devlet degildir.
 
Ikincisi, Çin’in diger Dogu Asya ülkeleri ile iliskisi esit ulus-devlet sisteminden çok, tributary sistemde olacaga benzemektedir. Binlerce yil devam edip 19.yy da sona eren bu sistem, Çin ile digerleri arasindaki büyük esitsizlige ve Çin kültürünün üstünlügünün kabulüne dayaniyordu. Simdi de ayni durum tekrarlanabilir ve bu sefer Orta Asya’yi hatta Afrika’yi da kapsayabilir.
 
Üçüncüsü, irk ve etnik kökene karsi kendine özgü bir tutumu vardir. Han Çinlileri, gerçekte öyle olmadigi halde kendilerini tek bir irk olarak görürler.  Oysa Hindistan, Brezilya, Amerika gibi diger çok nüfuslu ülkeler çok irk ve kökenli karakterlerini kabul edip övünürler. O yüzden Çin hizla dünyaya  katiliyor olsa da bir taraftan  tarihine sadik kalarak hep uzak duracaktir.
 
Dördüncüsü, Çin öteki ulus-devletlerle kitasal düzlemden iliski kuracaktir. Bir ülke Çin kadar büyük olunca pek çok çesitlilik barindirir, hatta bir çok açidan farkli ülkelerin birlesimi gibidir. Dolayisiyla, iliskilerinde hem tek ulus, hem de çok uluslu kitasal gereklere göre yürüyecektir.
 
Besincisi, Çin yönetimi de kendine özgüdür. Devlet ister emperyal, ister komünist dönemde, iktidari kimseyle paylasmak zorunda olmamistir. Ulasilmaz ve karsi konulmaz biçimde tepeden nezaret etmektedir.
 
Altincisi, Çin modernitesi öteki Dogu Asya ülkeleri gibi dönüsümünü çok hizli sürdürmektedir. Bati modernitesinden farkli olarak geçmisi ve gelecegi ayni anda simdiki zamanda birlestirmektedir.
 
Yedincisi, Çin 1949 beri  komünizmle yönetilmektedir.   Paradoks bir  biçimde , 20. yy’in ikinci yarisi hem Çin’de komünist hükümetin 1978’de baslattigi  tarihin en büyük ve hizli ekonomik dönüsümüne, hem de 1989 da  Sovyet Blokunda  ve Avrupa’da komünizmin çöküsüne taniklik etmistir.
 
1950’den beri komünizmi düsman olarak gören Bati, Çin komünist partisinin de ayni basarisizlikla sona erecegini tahmin ediyordu. Oysa Çin Komünist partisi Rus esdegerinden çok farkliydi; Ruslara yabanci olan bir esneklik ve pragmatizm içeriyordu. 1978 den sonra da farkli stratejiler uyguladi.
 
Sekizincisi, Çin önümüzdeki on yillarda hem gelisen, hem de gelismis ülke niteliklerini barindiracaktir. Bunun sebebi ülkenin kitasal boyutta olmasi dolayisiyla dönüsümünün de yavas olmasidir. Bunun sonucu tasrali geriligiyle iç içe bir modernitedir. Ülkenin büyük bir kismi farkli bir çagda yasamayi sürdürecektir. Gerçekten de Çin dünyayi sömürgeciler ile sömürgeler, kaybedenler ile kazananlar seklinde 19.yy dan bu yana ikiye bölen çizginin “yanlis” tarafindan gelen ilk süpergüç olacaktir.
 
Nasil 20 yy’i sekillendiren gelismis ülkeler ise, 21 yy’i sekillendiren de gelisen ülkeler olacaktir. Gelisen dünyanin yükselisi ancak sömürge döneminin bitmesiyle mümkün olabilmisti zira sanayi ülkeleri kendilerine rakip yaratmamak için sömürgelerin sinaîlesmesine izin vermemisti.
 
Yukaridaki sekiz nitelik Çin’in modernitesinin Bati’ninkinden çok farkli olacagina ve yeni küresel gücün dünyayi temelden degistirecegine isaret etmektedir. Ancak bu olguyu uzun yillardir dünyanin sürücü koltugunda oturmakta olan Bati hayal bile edememekte, küçümsemektedir. Çin odadaki kimsenin görmek istemedigi fildir.
 
Simdiye kadar Çin sabirla ve sadakatle disarida durup içeriye alinmayi beklemistir. Yükselen bir güç olarak mevcut uluslar arasi normlari kabul ve adapte etmek zorunda kalmistir. Özellikle de içeri girmek için isbirligine ve destegine muhtaç oldugu Amerika’ya yanasmistir. Fakat gücü arttikça dünyayi kendi normlarina göre yeniden sekillendirecektir. Büyüklügünün verdigi çekim gücünün geometrik artmasi, dünyanin isleri Çin usulü yürütmek zorunda kalmasina yol açacaktir.  Bütün bunlar için zaman Çin’in lehine ilerlemektedir.
 
Bati evrenselliginin inise geçmesi sadece Çin’in yükselisinin bir ürünü degildir. Ekonomik dünyanin gittikçe daha çok kutuplu hale gelmesinin ve modernite çesidinin bollasmasinin da rolü vardir. Bundan sonra dünyanin tek merkezi olmayacaktir. Artik hiçbir ülke veya yarim küre 200 yildir Bati’nin sahip oldugu türden prestij, mesruluk ve etki sahibi olamayacaktir. Çin de rakip moderniteler arasinda en gelismisi ve dominanti olacaktir.
 
Fakat bütün bunlar için daha çok zaman var. Su anda dünya büyük buhrandan bu yana en büyük durgunlukla bas etmeye çalisiyor. Sonuçlari henüz belli degil. Krizler    savaslara    benzer: normal    zenginlik    ve büyüme     dönemlerinde rastlamadigimiz biçimde toplumlari sinar, zayif noktadan vurur. Yeni siyasi ideolojilere ve hareketlere davetiye çikarir. Görünüse göre Çin bu krizle bas edebilmek için Bati’dan daha donanimli. Batili bankalarin aldigi risklere bulasmadigi için finans sektörü daha iyi durumda. Gelismis dünyanin önünde daha birkaç yil küçülen bir ekonomi dururken Çin hala büyüme tahminlerini sürdürüyor.
 
Çin için bilinmeyen, %8’in hatta %6’nin altina düsen bir büyüme oraninin issizlik ve toplumsal huzursuzluk açisindan etkilerinin ne olabilecegidir. Bu, Çin toplumu için en büyük sinav olacak. Dünya yeni bir siyasi döneme girmekte. Batinin, Çin modelinin sürdürülebilir olmadigi uyarilarina ragmen aksine 2008 krizi 1970’ler den beri uygulandigi sekliyle Bati’nin serbest piyasa modelinin basarisizliginin ve neo-liberalizmin ölüsünün habercisi oldu. Bati’nin  degil, Çin’in yaklasimi dogrulandi.
 
Bati krizden çabuk çikmaz da Çin %6-8 büyümeyi sürdürebilirse kitapta söz edilen degisim ve kaymalar daha da hizlanacak demektir. Her halükarda, uluslar arasi finans islerinde Çin’in çok daha aktif ve etkin olacagi kesin. Bugünkü krizden ne tür bir mimari çikarsa çiksin hepsinde Çin, merkez oyunculardan biri olacak. Böyle bir durum çok degil, 3-5 yil önce düsünülemezdi bile. Bunun olasi sonuçlarindan biri de G-8’in yerini G-20 nin almasi, IMF ve Dünya Bankasi’nin gelisen ülkelere de söz hakki taniyacak sekilde reformdan geçirilmesi olabilir.
 
Beijing’den çikan en cüretkar öneri, IMF’nin para çekme haklarinin kullanilmasina dayali, zamanla dünya rezerv parasi olarak dolarin yerini alabilecek yeni bir para biriminin icadidir. Bu öneri gerçeklesmese bile Çin hükümetinin küresel ana para olarak dolarin günlerinin sayili olduguna inandigini göstermektedir.
 
Kitapta  sözü edilen  degisim  süreci tahmin  edilenden  daha hizli      olacagina benzer.
 
................................

Benzer Kitaplar