Ünlü tarihçi Arnold Toynbee’ye göre uygarliklar,
çagin büyük krizlerine çözüm bulduklari zaman gelisiyorlar, çare bulunamadigi
zaman yok olup gidiyorlardi.
Roma imparatorlugunun çöküsünü ve barbar saldirilarini
takiben Katolik kilisesi halki yeni bir din altinda toplayarak çagin krizi olan
daginiklik ve kargasayi ortadan kaldirmisti. Böylece yeni bir uygarlik ve
kültür dogmus, Hiristiyanlik tarihi baslamisti.
On besinci yüzyildan yirminci yüzyila kadar
dünya tarihini Bati yazdi. Avrupa’nin Hiristiyan ülkelerinden gelen kasifler,
misyonerler, fatihler, sömürgeciler 20.yy ‘a kadar neredeyse tüm dünyaya
hükmetti. Fakat Bati’nin da artik devri kapanmaya baslamisti.
Ilk çöken Ispanya Imparatorlugu oldu. Bunu 1918’e
kadar Alman, Avusturya – Macaristan ve Rus Imparatorluklari izledi. 2. Dünya
Savasi Ingiliz ve Fransiz Imparatorluklarina kan kaybettirdi. 30 yil içinde
Avrupa’nin Asya ve Afrika’ dan gerisin geri çekilisi tamamlanmisti.
1989-1991 arasinda Sovyet Imparatorlugu çökerek
on bes parçaya ayrildi. Bunlarin yarisi daha önce hiç var olmayan Müslüman
devletlerdi. Simdi ise bir zamanlar Bati’nin hükmettigi Afrikali, Asyali,
Müslüman ve hispanik halklar Bati’yi istila ediyor.
Toynbee’nin etki-tepki kavramindan yola çikarsak,
bugün bati uygarliginin krizi üç acil ve ölümcül tehlikeden olusmaktadir:
azalan nüfus, parçalanan kültürler, karsi konamayan göçler.
Tarih tekerrürden ibarettir. Roma imparatorlugu
Ispanya’dan Kudüs’e, oradan Kartaca’ya yayilinca fethedilen ülkelerin halklari
imparatorluk baskentine akti. Roma imparatorlugunun tüm kültürlerini ve
inançlarini barindiran, çesitli dillerin konusuldugu bir sehir oldu. Fakat bu
gelen yabancilarin Roma dinine inanci, Roma geleneklerine saygisi ve Roma kültürüne
sevgisi yoktu. Tipki Roma’nin barbarlari fethettigi gibi, barbarlar da Roma’yi
fethetmisti. Ve böylece karanlik çag baslamis oldu.
Roma dönemi nasil kapandiysa, bugün de Bati’nin
dönemi kapanmak üzeredir. Cezayir, Tunus, Fas’ tan kalkip Akdeniz’i asiyorlar.
Avrupa’nin Osmanlilardan koparip aldigi topraklardan akin eden Müslümanlarin
istilasi yasli kitanin çehresini degistiriyor. Bu militan imamlarin
zihinlerindeki Avrupa gelecegi Brüksel deki bürokratlarin hayalindekiyle hiç mi
hiç örtüsmüyor.
Amerika’da durum daha da feci. 1960’ta Amerika’da
yaklasik 5 milyon Asyali ve hispanik yasiyordu. Simdi ise 36 milyon göçmen var.
Kesin sayi bilinmemekle birlikte bunun 12 ila 20 milyonunun yasadisi (kaçak)
göçmen oldugu tahmin edilmekte.36 milyonun %90’ini hiç bir bati ülkesine
asimile olmamis kitalardan ve ülkelerden gelenler teskil ediyor.
Bu, Amerika’nin bildigi tarzda bir göç degil.
Eskiden insanlar bilinçli bir tercihle ana vatanlarina sirtlarini dönerler,
Amerikali olmak için okyanusu asarlardi. Bu ise bir isgal, tarihin en büyük isgali.
Bugün Amerika’da dogmamis nüfusun %30’u Meksika’
dan gelme. Yarisindan çogu da illegal. Hiçbir ülke 36 milyon yabanciyi tek bir
kusakta asimile etmeye kalkismamistir. Oysa her yil bu sayiya, yarisi illegal
1,5 milyon kisi daha eklenmekte.
Amerika bir var olma kriziyle karsi karsiyadir.
Sinirlarimizi kontrol etmeyi basaramazsak, 2050 ye gelindiginde Avrupa kökenli
Amerikalilar atalarinin kurdugu bu ülkede azinliga düsecekler. Simdiye kadar
hiçbir devlet böylesine radikal bir demografik degisim geçirip de sag kalmamistir.
Amerika disinda dogan 36 milyon göçmenin bir kismi
geçmiste atalarimizin yaptigi gibi yeni bir baslangiç yapmak, ulusumuzun bir
parçasi olmak üzere buradalar. Ancak milyonlarcasi Amerika’ya hiçbir baglilik
duymuyor. Ulusumuzun bir parçasi olmak gibi bir niyetleri yok. Bazilari kötü
emellerle geliyor; uyusturucu ve insan kaçakçiligi yapan çetelere katilmak, hirsizligi
meslek edinmek, tecavüz ve cinayet gibi suçlari islemek gibi. Amerika’da
göçmenlerin tüm nüfusa orani %12 oldugu halde federal hapishanelerdeki göçmen
tutuklu orani %30.
Ister yasal, ister yasa disi olsun, göçmenlerin
büyük çogunlugu saglik kosullarinin yetersiz oldugu en fakir ülkelerden geldigi
için Amerikan halkina baska maliyetler de getirmekte. Simdiye kadar Amerika’da
hiç görülmeyen sitma, çocuk felci, verem, frengi gibi bulasici hastaliklar
birden bire yayilmaya basladi.
Kaçak göçmenler arasindaki suç oraninin ve
hastaliklarin yüksekligine ragmen yetkililer bunlarin genelde ekonomiye faydasi
oldugunu, Amerikalilarin yapmayacagi isleri düsük ücretle yaptiklarini iddia
ediyorlar. Ancak yapilan arastirmalar ucuz göçmen isçilerin, vasifsiz Amerikan
isçilerinin de ücretlerini düsürdügünü göstermektedir. Bu da ister beyaz olsun,
isterse siyah veya hispanik, egitim düzeyi liseyi asmayan bütün Amerikan isçilerini
daha da fakirlestirmektedir.
2050’ nin Amerikasi
“Eger ABD hiç biri çogunluk olmayan çok sayidaki
irkin karisimi haline gelirse, üniter yapisini kaybederek Matternich’ in Italyasi
gibi sadece cografi bir tanima dönüsür.”
Edward Lewis 1923 ‘ Amerika bir ulus mu Kargasa
mi?’
“Zamanimizin ana sorunu göçtür”
Samuel Huntington 2001
1960’ ta Amerikan nüfusu 180 milyondu. Bunun
%89’u Avrupa kökenli, % 10’u siyah, birkaç milyonu da hispanik ve Asyaliydi.
%97’si Ingilizce konusuyordu. Iki irk olmamiza ragmen tek bir ulustuk.
2050’ye geldigimizde nüfusun 420 milyona ulasacagi,
Avrupa kökenlilerin hali hazirda Kaliforniya, Teksas ve New Meksiko
eyaletlerinde oldugu gibi azinliga düsecegi, bugün %14,4 oraninda olan hispanik
nüfusun %24’ e çikacagi tahmin edilmekte. Vatandaslarinin ulus kökeni açisindan
Amerika bir üçüncü dünya ülkesi olacak. Büyük kentlerimizin hepsi bugünkü Los
Angeles ‘ a benzeyecek, Los Angeles ve Güney Dogu kentleri de Mexico City veya
Tijuana’ya benzeyecek.
Sosyo-ekonomik piramidin en tepesinde egitim ve
bilgiye dayali islerde çalisanlar olacak: doktorlar, avukatlar, mühendisler, ögretim
üyeleri, yatirimcilar, girisimciler, bilgisayarcilar vs. Meslekdaslarindan
geride kalmamak için üniversite üstü egitim, doktora gerekecek. Gelecekte basarinin
anahtari beyin gücü olacak. Bugünkü duruma bakarak kimlerin bu basarinin tadini
çikaracagini, kimlerin ise onlara hizmet edecegini tahmin edebiliriz.
Okullarda yapilan testlerde dogustan Amerikalilar,
Asyali disindaki göçmenlerden ortalama 35 puan daha yüksek almaktadir. Baska
bir deyisle beyazlar ve Asyalilarin ortalamasi 90 , hispanik ve siyahlarin
67-72 çikmaktadir.
Bazi göçmen çocuklari ise olaganüstü basari
göstermektedir. Nesiller boyu Japon sömürgesi olan ve 20.yy’in en kanli savaslarindan
birini yasayan Güney Kore dünyanin en yüksek IQ ortalamasina sahiptir. Kore’li
ögrenciler uluslar arasi testlerde en yüksek basariyi elde etmektedirler.
Amerika’da ki Korelilerin %28 i kendi isine sahiptir. Bu oran diger bütün
göçmen gruplarinin çok üstündedir.
Birlikte nüfusun %27 sini olusturan en büyük
iki azinligimiz, hispanikler ve siyahlar, beyazlardan ve Asyalilardan çok önce
egitimi terk etmektedirler. Toplumlarda irklar ve etnik gruplar arasinda
ekonomik esitsizlik kargasa ve siddete yol
açar. Egitim düzeyi ile hayattaki basari arasinda mutlak bir dogrusal oran oldugu
için de Amerika iki ulus haline gelmektedir: ayri ve farkli.
Hispanikler + siyahlar ile beyazlar + Asyalilarin
akademik basarisi arasindaki uçurum bilgiye dayali sektörlerdeki yüksek ücretli
islerin hep ikinci gruba gitmesine yol açacak. Simdiye kadar göçmenlerin ve azinliklarin
elinde olan imalat sanayindeki isler de artik dis ülkelerde gerçeklestirildiginden,
bu gruplar git gide fakirlesecekler.
Dr.
Martin Luther King , Amerikan sehirleri yanarken su uyarida bulunmustu:
“Bir toplumda nüfusun büyükçe bir kesimi kendini
o toplumun bir parçasi olarak görmüyorsa, katkisi olmadigi gibi bir beklentisi
de yoksa, umudu ve kaybedecek bir seyi olmadigini hissediyorsa, ondan büyük
tehlike yoktur. O toplumdan beklentisi olanlar, toplumu korurlar, ama
olmayanlar bilinçalti olarak onu yikmak isterler.”
Amerika’ya göçmen olarak gelenler genelde
ortalama Amerikalidan daha yoksul, daha az egitimlidir. Bu yüzden göçmenler
ekonomik açidan Amerika’ya yük getirmektedir. Yapilan bir arastirma, liseden az
egitimli göçmenlerin ömürleri boyunca Amerikan vergi mükelleflerine 90.000 $ a
mal oldugunu, lise mezunlarinin 30.000 $ a mal oldugunu, oysa üniversite ve
üzeri egitim alarak ülkeye gelen her bir göçmenin Amerikan hazinesine 100.000 $
net fayda sagladigini göstermistir.
Bu gerçeklere ragmen yetkililer neden gidisati
düzeltmek için bir sey yapmiyorlar? Cevabi siyasi korkaklik, siyasi firsatçilik
ve umursamazlikta yatiyor. 2050 ye geldigimizde Amerika yalnizca tüketim
maddelerine olan istahin bir arada tuttugu bir uluslar kumkumasina dönüsürse
bunun suçlusu parayi ve gücü(iktidari) vatanin ve kültürün önünde tutan
elitlerimiz olacak.
Gerçegi söylemek gerekirse elitlerimizin öteki
Amerika’ya aldirdigi bile yok. Zira onlar baska bir ülkede yasiyorlar: duvarli,
bekçili sitelerde oturuyorlar, çocuklari özel okullarda güvenli. Onlar için
kaçak göçmen, çimlerini biçen, çöpleri toplayan, kirlettiklerini temizleyen kisiler
demek.
Öteki Amerika için ise devasa göçün anlami
bambaska. Onlar dogup büyüdükleri mahallelerin, sehirlerin gözleri önünde degistigini
görüyorlar. Çocuklarinin okula gidip gelirken geçtigi köse baslarinda toplanmis
tuhaf adamlar görüyorlar. Bu ülkeye ait olmayan insanlarin egitim, saglik, issizlik
giderlerini karsilamak için yükseltilen vergileri görüyorlar. Suç oraninin hizla
arttigini, okullarda çete savaslarini, biçaklamalari, kursunlamalari
görüyorlar. Ve bilmek istiyorlar: Evlatlari Kore sinirini korurken, Irak sinirlarinda
ölürken hükümet Amerika sinirlarini neden korumuyor?
Theodore
Roosevelt, Amerika’ya vasifsiz islerde çalismak için degil de ulusal ailemizin
bir parçasi olmak için gelen göçmenlere kucak açmisti. Söyle diyordu:
“Bir göçmen Amerika’ya geldiginde yalniz ve
yalniz Amerikali olmali. Burada tek bir baglilik – Amerika’ya, tek bir bayrak-
Amerikan bayragina, tek bir dil- Ingilizceye yer vardir.”
Roosevelt Amerika’sinda Afrikali-Amerikali, Ispanyol-
Amerikali gibi arasinda tire olan Amerikalilara yer yoktu. Eger bir ayaginizi
ana vataninizda tutmak istiyorduysaniz, ikisini de tutmak zorundaydiniz. Oysa
George Bush’a göre göç, sadece bir ucuz isçilik kaynagi.
John Attarian bu tür görüsler için ‘Ekonomizm ‘ terimini kullaniyor. Bu neo
– Marksist ideolojiye göre dünyaya hükmeden ekonomidir; ekonomik faaliyetler
insanoglunun en önemli aktivitesi olup insana en fazla mutluluk getirendir ve
siyaset ekonomiden ibaret olmalidir.
Ekonomizm piyasalara inanmakla kalmaz, onlara
ayni zamanda tapar. Adam Smith’in görünmez eli, tanrinin elidir. Piyasanin
gerekleri vatandasligin, kültürün ve vatanin gereklerinden önde gelir. Ekonomik
üstünlük en büyük degerdir. Bu kültür, sirketlerinden söz ederken ‘Amerikan sirketi’
degil, gururla ‘global sirket’ diyen yöneticiler arasinda özellikle yaygindir.
Roger Scruton’ a göre “Çok uluslu bir is adami halklar
arasindaki farkliliklari ortadan kaldirmayi isteyen kisidir. Hiç bir sekilde
kendini evinde hissetmez zira kendisininki dahil hepsinde yabancidir. Dünyadaki
herkesi, tüketici adi verilen, istek ve ihtiyaçlardan olusmus yaratiklar olarak
görür.”
Ekonomizme inanan ekonomistler için egemenlik,
bagimsizlik, toplumun ve ülkenin degerleri globalizme kurban edilebilir
kavramlardir. Hz. Ibrahim in oglunu kurban etmesi gibi ekonomistler de ulusu
kurban etmekten çekinmezler. Milli gelir için iyi olan her sey ulus ve vatan
için de iyidir.
Washington
Post yazari Robert Samuelson söyle
diyor:
“Çagimizin en yaygin dini hangisidir? 2.1
milyar inanani olan Hristiyanlik degil. 1.3 milyar inanani olan Müslümanlik da
degil. Bu din, ekonomik büyüme, yani GSMH dinidir. GSMH dininin müritlerine
göre kitlesel göç daha fazla isçi, daha fazla tüketici, daha büyük pazarlar ve
daha büyük ekonomidir. GSMH için iyi olan, ülke için de iyidir.”
Vatanseverligi bir yana birakan ekonomsitler her
seyin pazarlanarak kar elde edilecek meta oldugunu düsünürler. Bu da, hiçbir seyin
kutsal olmadigi anlamina gelir.
Dünyadaki en büyük 100 kurumun yarisini
devletler, yarisini da sirketler olusturur. Bu sirketlerin yöneticileri sinirlari
ortadan kaldirmak ve ulusal egemenligi zayiflatmak için ugrasip dururlar.
Bunlarin isbirlikçileri de AB, BM, IMF, DTÖ, Dünya Bankasi ve sayisiz STK’da
çalisan ‘uluslar arasi memurlar’dir. Hepsinin amaci, kendilerinin yönetecegi
bir ‘dünya hükümeti’ yaratmaktir.
Enternasyonalistler ABD, Kanada ve Meksika ‘nin
birlesmesini ‘dünya hükümeti’ kurulmasi yolunda mantikli bir adim olarak
görürler. Bunlar için sinir, isçilerin ve mallarin serbestçe dolasimi önünde
bir engeldir yalnizca. Disraeli bunlara ‘kendilerininki hariç, bütün ülkelerin
dostu olan kozmopolitan kritikler’ derdi.
Bu davranislarin kökünde yatan, Bati toplumunun
kendi vicdaninda hissettigi suçluluk duygusudur. Avrupalilar için suçluluk
kaynagi yüzyillar boyu süren imparatorluk baskisidir. Amerikalilar için suçluluk,
atalarimizin amerikan yerlilerine yaptigi haksizliklar yaninda , siyahlari iki
yüz yil köle olarak kullanip yüzyil da ayirimcilik yapilmis olmasidir. Baskan
Andrew Jackson etnik temizligi söyle savunuyordu:
“Birkaç bin vahsinin yasadigi, ormanlarla kapli
bir ülke yerine kentlerle, kasabalarla, varlikli çiftliklerle bezenmis, sanat
ve sanayinin yarattigi bütün gelismelerle dolu 12 milyon mutlu insanin
özgürlük, uygarlik ve dini vecibelerle yasadigi bir ülkeyi kim tercih etmez?”
Jackson beyaz irkin üstünlügüne inaniyordu.
Generali Sherman ‘Iyi Kizilderili , ölü Kizilderilidir.’ demis ve Sioux
yerlileri sorununa kesin çözüm önermisti: Toptan yok etme.
Theodore Roosevelt de: “Amerika, Avusturalya ve
Sibirya ‘nin ilkel Kizilderili, siyahi ve sari yerlilerin elinden kurtarilip
baskin irklarin egemenligine geçirilmesi son derece önemlidir.” demisti.
Amerikan ve Avrupa tarihi, bunlar gibi beyaz irkin üstünlügünü dogal kabul eden
insanlarla doludur. Churchill 1943 Eylül’ünde Beyaz sarayda yemek yerken
Roosevelt ‘e söyle demisti: “Anglo-Sakson üstünlügünden niçin yüksünelim ki?
Gerçekten de üstünüz.”
1950’ler den sonra doganlar bütün bu görüslerin
irkçilik oldugu telkiniyle yetistirildiler. Tarihimiz bir zafer destani olarak
degil, bir irki yok edip diger bir irki köle yapan gaddar bir ülkenin utanç
verici geçmisi olarak okutuldu. Insan haklari su minval üzerine döndü: Amerika
günahlarini itiraf etmeli, özür dilemeli, cezasini çekmeli ve kaybedilenleri
telafi etmelidir.
Muhafazakârlarin tanimiyla liberal, bir tartismada
kendi tarafini tutmayan kisidir. Liberaller irk meselesinin önemli olmadigini,
farkli inanç, renk ve kültürü de olsa herkesin ayni oldugunu iddia ediyorlar
ama bu özellikler çok çok önemlidir. Imparatorluklari çökerten, uluslari parçalayan
bu unsurlardir. Bagdat’a yürürken, diktatör ortadan kalkar kalkmaz halkin
demokratik ülkülerimize sarilacagini umuyorduk. Ne oldu? Kürtler, Siiler ve
Sünniler arasindaki etnik, kültür, tarih ve inanç farkliliklari bütün umutlarimizi
söndürdü. Jeostatejist James Burnham’in deyisiyle “Liberalizm Bati’yi intihara
yöneltecek ideolojidir.”
Meksika sinirlarin açik tutulmasini neden
istiyor? Rejimi yasasin diye. Amerika Meksika’nin milyonlarca yoksul ve issizine
kucak açsin ki bu sefiller bir biri ardina iktidara gelen basarisiz
hükümetlerine öfkelenerek yeni bir devrim baslatmasinlar. Yoksullarini Amerika’ya
iteklemekle Meksika bakmak zorunda oldugu milyonlardan kurtuldugu gibi, onlarin
ailelerine gönderdigi havalelerin de sefasini sürmektedir. Yilda 16 milyar
dolar tutan bu havaleler Meksika’nin petrolden sonra ikinci en büyük döviz
kaynagidir.
Çok kültürlülük modasi baslamadan önce Amerika’nin
liderleri göçmenlerin bizim dilimizi ögrenip yasam tarzimizi benimsemesi için israr
ederlerdi. Fakat Meksikalilar kendilerini ayirmakta, sehirlerimiz içinde kendi
kasabalarini kurmakta, dillerini korumaktadirlar. Nobel ödüllü Gabriel Garcia
Marquez “ Latin Amerika’nin büyük gücü kültürüdür. Bir kurus harcamadan Amerika’yi
degistiriyoruz, dilini, mutfagini, müzigini, yasam tarzini degistiriyoruz. Sizi
bir Latin ülkesine dönüstürüyoruz” demistir.
Samuel Huntington göç için çagimizin en önemli
meselesi demektedir. Huntington göçmenleri ‘benimseyenler ve geçiciler’ olarak
ikiye ayrilmaktadir. Gittikleri ülkenin hayat tarzini benimseyenler ile birkaç
yil çalisip ülkesine dönen geçiciler’ e ilaveten ortaya çikan yeni bir tür ise
göç ettikleri ülke ile memleketleri arasinda gelip gitmekte, hem kimliklerini
korumakta hem de peslerinden diger aile fertlerinin de gelmesini saglamaktadirlar.
ULUS NEDIR?
Abraham Lincoln 28 yasinda genç bir avukatken
bir konusmasinda söyle demisti:
“Tehlikenin yaklastigi nasil belli olur? Cevabini
vereyim: Tehlike gelecekse içimizden gelecektir, disardan gelemez. Kaderimizde
yikilma varsa bunu yapan biz olacagiz. Özgür insanlar ulusu olarak ya hep yasayacagiz,
yahut da intihar ederek ölecegiz”.
Lincoln
çeyrek yüzyil öncesinden gelecegi, sivil savasi görmüstü. Lincoln’in ölümünden
bir buçuk asir sonra soralim: ‘Biz de ulusal intihar yolunda miyiz?’
Katolik ögretisine göre ruh bedenden ayrilinca
vücut ölür ve parçalanir. Uluslar için de öyledir. Vatanseverlik bir ulusun
ruhudur. Ulusu canli tutan odur. Vatanseverlik uçup gittiginde, ulus kendi halkina
sevgisini ve sadakatini kaybettiginde ulus ölür ve parçalanir. Vatanseverlik
1930 larin Avrupa’sinda gördügümüz gibi bir ulusa tapma olayi degildir.
Milliyetçilik gibi baska uluslari küçümsemek ve hükmü altina almaya çalismak
anlamina gelmez. Vatanseverlik insanin kendi ülkesine, topragina, halkina,
geçmisine, kahramanlarina, edebiyatina, diline, kültürüne, gelenek ve
göreneklerine duydugu katiksiz sevgidir.
Bir
asir önce Fransiz tarihçi ve düsünür Ernest Ronan ulusu söyle tanimlamisti.
‘Ulus yasayan bir ruhtur. Bu ruh iki seyden olusur.
Geçmis ve gelecek . Biri zengin anilardan olusan mirasin paylasimi, digeri de
birlikte yasama arzusu ve bu mirasin degerince korunmasi için gösterilen
iradedir. Birey gibi ulus ta geçmisteki mücadelelerin, fedakarliklarin ve bagliliklarin
bir sonucudur. Bunlari gelecekte de yapma kararliligi, ulus olmanin ön kosuludur.
Ortak menfaatler tabiî ki insanlar arasinda
güçlü bir bagdir. Fakat bir ulus meydana getirmeye yeter mi? Hayir. Vatandasligin
duygusal bir yönü vardir. Hem vücut, hem ruhtur. ‘Topluluk ana vatan degildir’.
Gerçekten de topluluk ana vatan degildir.
Avrupa Birligi gibi bir ekonomik topluluk bir ulus degildir. Tipki ekonominin
de bir ülke olmadigi gibi. Ekonomik sistem ulusal birligin baglarini
güçlendirmelidir ancak ulus hiçbir ekonomistin insa edemeyecegi bir varliktir.
Anayasa da bir ulus yaratamaz. Anayasa vatandaslarinin kalbinde zaten dogmus
olan bir ulusun dogum belgesi, nüfus kaydidir. Ulus olabilmek için hangi etnik
gruptan olursa olsun insanlar bir ulus olusturduguna inanmali, tarih ve kader
birligi yapmalidirlar.
Amerika etno – kültürel özünü yitirip bir
uluslar ulusu haline gelirse yasayamaz. Zira dünyada çogul kültürlü, çogul
dilli, çogul etnik yapili olup da risk altinda olmayan bir ulus yoktur.
Sovyetler Birligine ne oldu? Bu ideolojik ulusu bir arada tutan rejim, parti,
ordu ve polis birlik iradesini yitirince ülkenin milliyetçilik, inanç ve
kültürden dogan fay hatlari kirildi ve gerçek uluslar ortaya çikti.
Insanlari bir arada tutmak için demokrasi
yetmez, esitlik yetmez, serbest piyasalar yetmez. Vatan ve vatandaslik sevgisi
olmazsa her sey paramparça olur.
Milliyetçilik hala dünyada en güçlü siyasi
duygudur. Komünizm, fasizm hatta demokrasi gibi sosyal ideolojilerden çok daha
güçlüdür. Bir ulus içindeki milliyetçilik ise etnikçilik ve kabilecilik seklinde
tezahür eder.
AVRUPISTAN
Avrupistan’a
hos geldiniz.
Dünyanin en küçük kitasi, post-hristiyan
kriziyle karsi karsiya. Dogum kontrolü, kürtaj, kisirlastirma ve intiharlar
yüzünden nüfusu git gide yaslaniyor, ölüyor ve küçülüyor. Demografik arastirmalar,
Avrupa devletlerinden hiç birinin, nüfusun idame orani olan kadin basina 2.1
çocuk sahibi olmadigini, bir taraftan toplam nüfus önemli ölçüde azalirken diger
taraftan da yas ortalamasinin yükseldigini göstermektedir. Avrupa, 14. yy.daki
veba salgini “Kara Ölüm”den bu yana en ciddi nüfus azalmasini yasamaktadir. Iyi
de, yaslanan nüfusa kim bakacak? Bu durumda Avrupa’nin Islamlasmasi kaçinilmaz
bir sonuçtur. Yoksul fakat dogurgan Müslümanlar, asirlar önce kovulduklari
topraklara geri dönmektedirler.
Cömert saglik ve emeklilik programlari
çerçevesinde emeklilerinin ve yaslilarinin bakimi için Avrupa hükümetleri
milyonlarca müslümani getirtmek zorunda kaliyor. Bu Müslüman göçmenlerin
çocuklarinin çogu kayip ve köksüz bir kusak olarak kimliklerini, cemaatlerini,
yasama ve ölme sebeplerini bulabilmek için Islami militanlara dönüsüyorlar.
Francis
Fukuyama, Wall Street Journal’daki makalesinde söyle diyor:
“Günümüzde radikal islamin en önemli kaynagi
Orta Dogu degil, Bati Avrupa’dir. Münferit suikastçilar yaninda Londra ve
Madrid bombacilari, 11 Eylül’ün ele baslari hep Avrupa’da radikallesmistir. Bu
Gruplarin radikallesmesinin sebebi asimile edilmemis olmalaridir. Pasaportlarinin
üzerinde Ingiliz, Hollandali, Fransiz, Alman veya Ispanyol yazabilir fakat
kalpleri hep anavatandadir. Ailelerinin geleneksel kültürünün disinda yetismisler,
ancak çevrelerindeki toplum tarafindan da gerçek kabul görmemislerdir.
Karikatür sorunu Avrupa’nin en temel liberal degerleri
çerçevesinde baslamis ancak geri dönüsü mümkün olmayan bir soruna ulasmistir.
Bati bu “ temel liberal degerlerini “ teyit ugruna bir milyar müslümani en saygi
duyduklari sahsiyeti alaya almak suretiyle tahrik etmeyi göze aliyorsa, uygarliklar
çatismasini da tahrik etmeyi göze almak zorundadir.
Alman Türklerinin Radikallesmesi
Su anda Almanya’da yasayan 2.6 milyonluk Türk
Toplumunun öncüleri 1960 civarinda Almanya’ya “konuk isçi” –gasterbeiter-
olarak varlikli Alman isçilerin tenezzül etmedigi islerde çalismak üzere gelmislerdi.
Aradan geçen yarim yüzyil sonra Almanlarin çogu, ebeveynlerinin korkunç ve
büyük bir hata yaptiklarini düsünmektedirler.
Berlin’in “küçük Istanbul’ diye bilinen
Kreuzberg semtinde kültür çekismesi açikça görülmektedir. Islami köktencilik
yayildikça kadinlar türbana ve uzun pardesülere bürünmektedir. Milliyetçilikle
islamin en kötü yönlerini benimseyen gençler, “Tamam, madem bizim yabanci olmamizi
istiyorlar, öyleyse biz de yabanci gibi davraniriz. Alman toplumunu sevmiyoruz
ki” demektedirler.
Asimile olmamis, Alman kültürüne yabanci ikinci
ve üçüncü kusak Türkler militanlar islama kucak açmaktadirlar. Böylece Berlin’de
yeni bir duvar yükselmektedir.
Yeni duvarin iki yakasindaki Almanya’lar
ekonomik açidan oldugu kadar etnik ve kültürel açidan da apayridir. Issizlik
Almanlar arasinda %12 iken Türklerde %25 tir. Türk ögrencilerin %30’u liseden
terk, %40’i da meslek okulu mezunudur.
Yabancilik, bosluk ve can sikintisi her zaman
devrimleri atesleyen fitil olmustur. Kronik issizlik sokaktaki gençligi siddete
sürüklemektedir.
2005’de Berlin gençleri bir Türk kizinin töre
cinayetiyle sarsildi. Kizin katilleri kendi üç erkek kardesiydi. Almanlar nasil
olur diye soruyorlardi. Türk – Alman yazar Necla Kelek’in cevabi su oldu: “Konuk
isçiler Türk, Türkler müslüman oldu.”
Aynen öyle. Berlin Islami Federasyonunun yillar
süren çabalarindan sonra 2001’de Berlin Devlet Okullarinda Islamiyet dersi kondu.
Din dersinin konulmasini takiben kültürel degisim hizlandi. Okula basi örtülü
gelen kiz çocuklarinin sayisi kat be kat artarken, okul müdüriyetleri kizlarin
yüzmeden, spordan ve sinif gezilerinden muaf tutulmasini talep eden
dilekçelerle doldu.
Laik Türkler Almanya’daki krize “Liberal çok
kültürlülügün” ve Almanlarin, Hitlerin azinliklara ve Yahudilere karsi isledigi
cinayetler dolayisiyla duyduklari suçlulugun yol açtigina inaniyorlar. Ulusal
bilince yerlesmis bu suçluluk duygusu yüzünden Almanlar göçmenleri Almanca konusmaya
ve Alman kültürünü benimsemeye zorlamaktan kaçinmaktadirlar. Almanlar hosgörüsüzlükle
suçlanmaktansa Türk ve Müslümanlarin taleplerine boyun egmeyi tercih
etmektedirler; bedeli ne olursa olsun. Ingiltere ve Fransa radikal imamlari sinir
disi etmeye basladigi halde Almanya reddetmektedir.
Ikinci ve üçüncü kusak Türkler Alman degil de
Müslüman Türk kimligini benimsedikçe karsi tepki de ortaya çikmaktadir. Göç karsiti
söylemle seçimi kazanan sansölye Angela Merkel, tipki Almanlarin %74’ü, Fransizlarin
%70’i ve Avusturyalilarin %98’i gibi Türkiye’nin AB üyeligine karsi çikmaktadir.
Bunu anlamak hiç de zor degil. Zira AB anayasasina
göre Türkiye’nin 70 milyon Müslümani Bulgaristan’dan Portekiz’e kadar 25 ülkede
yerlesme ve çalisma hakkina sahip olacak. Türkiye, hristiyanligin besiginin Islamiyet
tarafindan isgal edilmesinde köprü vazifesi görecek.
Böylece, Asya’dan Kalkip Avrupa’yi isgal etmek için Çanakkale Bogazina
gemilerden köprü yapan Pers imparatorlari Dara ve Serhas’in basladigi proje
tamamlanmis olacak.
Türklerin Bati karsiti nefret duygularinin
göstergelerinden biri de Kurtlar Vadisi adli film oldu. Amerikan askerlerinin
Türk Ordusunu asagiladigini, masumlari katlettigini, Yahudi bir doktorun Irakli
esirlerin organlarini çaldigini gösteren irkçi filmin gösterimine basbakanin esi
de katildi ve film Almanya’da ilk bes günde 130.000 gise yapti.
Rusya
Tam 10 asir Rusya’da Hiristiyanlar ve
Müslümanlar yan yana yasadilar. Fakat Rus milliyetçiligi ile Islami köktencilik
arttikça, gerilim de artmaktadir. Sovyet Imparatorlugu ve Sovyetler Birligi
tarihe karistigi için bu halklari bir arada tutacak bir ideolojiyi yok, bir soguk
savas yok. Etnik Ruslar Ortodoks olarak kendi toplumlarinda kendi kimliklerini
yasamak isterken Müslümanlar da Islamiyet’in çagrisina kosmaktadir. Sonuç tüm
Rusya’da dini çatismalar ve Kafkaslarda kan dökülmesi olmustur.
Unutmayalim
ki Rusya, Bati uygarligi’nin dogu sinirini koruyup kollamaktadir
Fransa
Fransa’nin eski sömürgelerinden göç eden
milyonlarca Arap-Müslüman sehirlerde gettolarda yasamakta, kendi kültürlerini birakip
Avrupali olmaya hiç niyetlenmemektedirler. 2005 sonbaharinda Paris’in
Arap-Afrikali gettolarinda baslayan ayaklanma çabucak diger kentlere de yayilmis,
haftalarca devam etmistir. Ayaklanmayi baslatanlar bir zamanlar Fransa Imparatorlugu’nun
uyrugunda olanlardi. Milyonlar halinde Fransa’ya akin eden bu kisiler kendi
Cezayirli, Fasli, Tunuslu, Türk ve Müslüman kimliklerine siki sikiya sarilmakta,
Fransa’ya ve Hiristiyanliga büyük kin beslemektedirler. “Pislikleri” temizlemek
için “hortumla yikamaya” yemin eden Fransiz Içisleri Bakani Nicholas Sarkozy “Gerçek
su ki, Fransa vatandasi olmalarina ragmen kendilerini hiçbir sekilde Fransiz
hissetmeyen insanlarin yasadigi gettolarin olusmasina biz izin verdik”
demektedir.
2005 Araliginda Fransiz Parlamentosu çikardigi
bir yasa ile okullarda Fransa tarihinin olumlu bakis açisiyla sunulmasini,
Fransizlarin sömürgelere, Fransiz dilini, kültürünü ve bilimini getirdigini,
özellikle kuzey Afrikada’ki varliginin oradaki halklara çok yararli oldugunu
vurgulayan derslerin okutulmasini zorunlu kildi.
Muhafazakar hükümetin çikardigi bu yasa
sosyalistler, solcular, komünistler ve sömürge temsilcileri tarafindan siddetli
protestolarla karsilandi. Bu yeni resmi
tarihin, Fransa’nin köleligin sürdürülmesindeki
rolünü ve basta 1954-1962 arasinda Cezayir kurtulus savasinda olmak üzere tüm
yerli halklara yaptigi iskence ve katliamlari göz ardi ettigi savunuldu.
Muhalefetteki Fransa Sosyalist Partisi lideri Jean-Mare Aysoult alayci bir
ifadeyle “yasaya göre Fransiz sömürge güçleri uluslara uygarlik götürmekle pek
iyi etmis. Bu ise, o dönemde yasanan siddet olaylarini, tacizleri ve baskiyi görmezden
gelmek demektir.” dedi Cezayir Baskani Abdülaziz Buteflika “Fransa, 1830’dan
1962’ye kadar Cezayirlileri katlettigini, iskenceden geçirdigini, yok ettigini
kabul etmek zorundadir.” dedi.
Protestolar karsisinda geriye çark eden Basbakan
Villepin, mecliste ve ulusal tv ‘de ‘Fransa’nin resmi tarihi yoktur’ açiklamasini
yapmak zorunda kaldi. Cumhurbaskani Chirac da yasayi ‘agzina yüzüne bulastirma’
olarak suçladi ve “kolektif hafizanin kaydedilmesi yalnizca tarihçilere düsen
bir görevdir” dedi.
Gerçek su ki, Bati hakimiyeti ve sömürgecilik
her zaman masum olmamis, köle ticareti, madenlerde emegin suistimali ve Belçika
Kongosunda yasananlar gibi gaddarca ve utanç verici eylemlerle lekelenmistir. Iyi
ama Bati’nin gelisi, sömürülen halklara muazzam faydalar saglamadi mi? Bati
uygarligi 1942 den 1960’a kadar bütün insanligi ahlaki, siyasi ve kültürel açidan
gelistirdigi için övünemez mi? Amerika kitasinda, Afrika’da ve uzak doguda karsilastigi
ve ezip geçtigi Aztek, Inka, Müslüman, Hindu, Budist, Taoist uygarliklarindan
çok daha üstün degil miydi? Bu Halklarin yüzyillar süren Bati hakimiyetinden
yararlandigi inkar edilemez. Neticede kölelige son veren ve insan haklari ile
demokrasiyi devreye sokan yerli halklar degil Bati idi.
GÖÇMENLER ÜLKESI
Açik sinirlari ve kisitsiz göçü destekleyen en
güçlü sav “Amerika bir göçmenler ülkesidir” iddiasidir.
John F. Kennedy “Göçmenler ülkesi” adli kitabinda
ilk göçmenlerin Jamestown’a geldigi 1607’den Eisenhower’a kadar 350 yil içinde
Amerika’ya hemen hepsi Avrupa’dan 42 milyon kisinin göç ettigini yazmaktadir.
Ve bunlarin hepsi asimile olmustur.
Simdiki
Göçün Farki Nerede?
Öncelikle bu bir göç dalgasi degil dünya
tarihinde görülmemis bir tsunamidir. Pek çogu kaçaktir. Kaçak veya yasal, hemen
hepsi üçüncü dünya ülkelerinden ve kültürlerinden gelmektedir. Gelenlerde
Amerika sevgisi, Amerikali olma istegi olmadigi gibi, bazilarinda düsmanlik
bile vardir. Buna ragmen elitlerimiz hala bu gidise bir dur deme geregini
duymamaktadir. Hatta tüm kaçaklara af çikarilmasi dahi gündemdedir. Yakinda
Amerika, Birlesmis milletler Genel Kueulu gibi dünyanin
bütün dillerini, inançlarini ve kültürlerini barindiran bir kesmekes olunca sasmamak
gerekir.
Son Sans
Uygarliklar,
çagin krizine çare bulamadiklari zaman
ölürler demisti Toynbee
Bati uygarliginin var olma krizi Islami
terörizm degildir. 1914 – 1945 arasinda Avrupa hem Naziler ve kizil ordu tarafindan,
hem de Ingilizler ve Amerikalilar tarafindan yakilip yikilirken yitip giden
milyonlarca en iyi ve en cesur insanlarimizin yaninda teröristlerin yaptigi hiç
kalir.
Batinin krizi çöken kültür ve azalan halklardir.
Her 18 ayda 100 milyon artan üçüncü dünya, tarihin en büyük istilasini gerçeklestirmektedir.
Eger silkinip harekete geçmezsek Bati sona erecektir.
2050'ye gelindiginde nüfusu azalan Avrupa;
Afrikali ve Arap halklarin istilasina ugrayacak, Churchill'in veya De Gaulle'ün
Avrupa’sina degil, günümüzün Bosna veya Beyrut'una benzeyecektir. 2050 ye
gelindiginde Amerika çok irkli, çok dilli, çok kültürlü bir Babil kulesine dönüsecektir.
Yapilan anketler,Amerikalilarin çogunun göçün
durdurulmasini istediklerini göstermektedir. Fakat çogunlugun istekleri ulus
ötesi elitlerimizin globalist ideolojisiyle çarpisinca çogunlugun hükmü
geçmemektedir.
Reform karsiti güçlere bir bakalim; Sirketler
ucuz is gücü için yabanci isçilerin serbetçe Amerikaya gelmesini istiyorlar.
Büyük medya, sendikalar, kilise, kaçak göçmenlere af çikarilsin istiyor.
Demokrat parti, kitlesel göçten alacaklari oylarla Cumhuriyetçilerin egemenligine
son vereceklerini saniyor. Cumhuriyet Partisi, 43 milyon hispanik seçmeni ve
onlara is veren sirketleri küstürmekten korkuyor.
Liberalizm,Bati'nin intihar ideolojisidir.Bütün
inanç ve kültürlerin,Hiristiyanlik ve Bati uygarligindan dogan Birinci Dünya
uluslari içinde esit derecede asimile olmasi mümkün degildir. Irk, Köken, Inanç
ve tarih hiçbir “sonraki ulus”un silemeyecegi genetik parmak izleri birakir.
Irak’i demokratiklestirmek için bu gerçegi dikkate almadan ordularimizi
gönderdik ama ne oldu? Onlarin Irakli degil, sii, türkmen, hiristiyan, kürt ve
sünni oldugunu fark ettik. Her biri çogunluk tarafindan yönetilmek istiyor;
ancak ve ancak çogunluk kendi tarafi olmak sartiyla.
Irk, köken, tarih, inanç her sey demek degilse
de, hiçbir sey demek de degildir. Çok kültürlülük ideolojisi kahrolsun. Tarih
bize aksini gösteriyor. Bu yüzden Avrupalilar Türkleri AB içinde istemiyorlar.
Bu yüzden Afrikali kabileler birbirini öldürüyor. Bu yüzden Israilliler,
Yahudilerle Filistinlilerin bir arada yasadigi demokratik bir devlet
istemiyorlar.
Gücümüzü, birligimizden aliyoruz. Tekrar tek
bir ulus ve tek bir halk olmazsak, ülkemizi kaybedecegiz. Euripides’in dedigi
gibi “Insanin vatanini kaybetmesi kadar büyük bir üzüntü yoktur dünyada”
Ne yapmak lazim?
Ilk zorunluluk bentleri onarmak, seli
durdurmak. 3200 km lik Meksika sinirina 5 metre yükseklikte, arasinda sinir
devriyesinin gezebilecegi yol bulunan iki hat halinde, sensörlerle ve dikenli
tellerle korunan bir parmaklik yapilmali. Parmakligin 8 milyar dolarlik
maliyeti kaçaklarin girmemesinden tasarruf edecegimiz saglik, egitim, sosyal
sigorta, hapishane giderlerinden haydi haydi karsilanabilir.
Meksika baskani,aslinda Meksika için de pek çok
faydasi olacak bu parmakliga karsi çikiyor. Bush sorsun kendisine, vatandaslarinin
yarisi neden Amerika'ya göç etmek istiyor? Birbiri ardina basarisiz ve
beceriksiz Meksika hükümetlerine emniyet süpabi vazifesi yapmak Amerikanin
görevi degildir.
Anayasamizin 14.maddesi Amerika’da dogan herkese
vatandaslik hakki tanimaktadir. Aslinda kölelikten kurtulan zenciler için konan
bu madde tamamen istismar edilmektedir. Kaçak giren veya vize süresini dolduran
hamile kadinlarin bebekleri, otomatikman Amerika vatandasi olarak 12 yil bedava
okul da dahil, Amerikan vergi mükelleflerine ömür boyu yük getirmektedir. Kaçak
göçmenlerin bir yil dogurdugu 380.000 bebek Amerika’daki tüm dogumlarin %10'nu
teskil etmektedir. Kongre harekete geçip kaçak göçmen bebeklerin otomatik
olarak Amerikan vatandasi olmasini önleyen yasa çikarmalidir.
Bu sekilde yesil karti olan göçmen “Aile birlesmesi”
programi dahilinde çocuklarini eslerini, kardeslerini ve ebeveynlerini getirme
hakkina sahip olmaktadir. Bu da zincirleme reaksiyon gibi zincirleme göçe yol
açmakta, bir köyün bütün halki Amerika’ya kapagi atmaktadir. Aile birlesmesi
yalnizca es ve resit olmayan çocuklarla sinirli olmalidir.
Dünya üzerinde kaç ülke vatandaslarinin yabanci
bir ülke vatandasi olmasina, yabanci güçlere baglilik yemini etmesine,
seçimlerde oy kullanmasina, politika yapmasina izin verir? Yalnizca Amerika.
Oysa Incil'de yazdigi gibi “Hiç kimse iki efendiye hizmet edemez.” Bir insan
iki ese sadakat gösteremeyecegi gibi, iki ülkeye de sadakat gösteremez.
Kalplerinde her zaman bir tanesi önde olur. Irak savasi için gelecek kusaklarin
parasi harcanmakta ve vatandaslik vaat edilerek yabanci ülkelerden asker
toplanmaktadir. Amerikan siyasetçileri, savasa giden ve ölen çogunluk yabancilar
degil de kendi vatandaslari olsaydi bir kez daha düsünürlerdi.
Kaçak göçmenleri ucuza çalistiranlar agir
cezalari görmelidir. Isyerleri düsük isçilik ücretlerinden yararlanirken egitim,
saglik, mahkeme, hapishane giderleri vergi mükelleflerinin sirtina
yüklenmektedir. Bu imkanlar saglanmadigi ve is bulamadiklari takdirde pek çok
kaçak memleketine dönecektir.
Suç isleyen derhal sinir disi edilmelidir. “salus
popili, suprema lex” Halkin güvenligi en üstün kanundur.
Bu önlemler alindigi taktirde bes ile on yil
arasinda kriz sona erer.Alinmadigi taktirde kriz Amerika’nin sonunu getirir.
Ne yapilmasi gerektigi belli, ancak
liderlerimiz bunlari yapacak vizyon ve kararliliga sahip mi?