21. YÜZYILA HAZIRLANMAK

21. YÜZYILA HAZIRLANMAK

Fevzi BOZKURT
Bilim


1. ESKI VE YENI ARAYISLAR
18.    yüzyilda Avrupa'da ortaya çikan devrimci egilimler ve hareketler, mevcut sistemlerin yapisal degisiklik ihtiyacini gidermekten ziyade, insanlarin daha iyi sartlara kavusma arzusu dogrultusunda güç kazanmistir. Bu durum Fransa'da 1789 ihtilalini getirmis, Ingiltere ve Çarlik Rusya'sinda ise kanli bir biçimde bastirilmistir. Avrupa'daki bu gelismelerin kökünde özellikle büyük sehirlere olan kirsal göç ve hizli  nüfus artisinin oldugunu 18. yüzyildaki bazi nüfus istatistiklerinden anlamak mümkündür. Tüm Avrupa nüfusu (Rusya dahil) 1650'de 100 milyon iken 1750'lerde 170 milyon ve 1800'lerde 200 milyonun üzerine çikmistir.
Nüfustaki bu hizli artisin temel nedenleri özellikle asi tekniklerinin kullanimi ile ölüm oranlarinin hizla düsmesi, beslenme yapisinin gelismesi ve kadinlarin daha genç evlenmeleridir.
Bu artis mevcut kaynaklar üzerinde agir bir baski olusturmus ve bu durum Thomas Robert Malthus'un “Nüfus Üzerine Çalismalar adli eserinde oldukça net bir sekilde su ifadeye kavusmustur. Nüfusun büyüme hizi, yeryüzündeki kaynaklarin insan kullanimina sunulmasi hizindan fazladir. Malthus pessimist bir yaklasimla nüfus artisinin, giderek toplu açlik ve yoksulluk, kitle hastaliklari ve toplu ölümlere neden olacagini bunun da toplumsal yapinin yok olmasina neden olacagini ifade etmektedir.
Oysa bir kisim optimist yazarlara (Godwin, Condorcet) göre, bazi seylerdeki anlik kötüye gidis, insan kalitesinin yükselmesi, bilgiye sahip olma ve bireysel üreticilik anlayislarinin gelismesiyle yerini suçtan ve hastaliktan arinmis, daha esit ve saglikli bir gidisata birakacaktir.
Kennedy'ye göre Malthus asagidaki 3 sonucu tahmin edemedi.
1. Avrupa nüfusundaki göç. Ingiltere'den 1815 1914 arasi 20 milyon kisi göç etmistir. Göç genellikle Avustralya, Yeni Zelanda, Amerika ve Kanada'ya olmustur.
2. Avrupa, özellikle Ingiltere tarimindaki gelisme. “ Tarimsal Devrim” yeni ürün, verimli yetistirme ve büyük miktarlardaki üretim, bu konudaki açigin kapanmasini saglamistir.
3. Sanayi Devrimi. Özellikle Ingiltere'de baslayan bu gelisme, verimliligin artmasina, yeni istihdam olanaklarina ve insanca yasama yollarinin ortaya çikmasina yol açmistir.
Bütün bunlar insanlarin sahip oldugu satin alma gücünün nüfus artisindan çok daha hizli artmasini getirmistir. 19. yüzyilda Ingiltere Nüfusu 4 kat artarken ulusal üretim 14 kat artmistir.
   
Böylece nüfus artisi korkusuna teknolojideki gelisim ve teknolojinin gücü cevap olarak çikmistir.
Ancak Avrupa ve Amerika için geçerli olan bu durum Dünyanin diger kismi için geçerli degildir. Nitekim Afrika, Orta Amerika, Orta Dogu, Hindistan ve Çin'de bu konunun muhatabi  insan sayisi    milyarlar düzeyindedir.  Bu da  Dünya  nüfusunun yaklasik
¾'üdür.
Dolayisiyla siyasilerin önündeki temel soru “nüfusun gücünün (artisinin) getirdigi taleplere teknolojinin gücü” kullanilarak nasil cevap verilecegidir.
Kitabin 1. bölümünün 1. kisminda global nüfus patlamasi ve yarattigi etkiler, 2. ve 3. kisimda yeni teknolojiler, (Kompüterler, telekomünikasyon, uydular gibi) is dünyasina etkileri, 4. kisimda biyoloji ve tarimsal teknolojilerin gelisimi ve etkileri, 5. kisimda robot endüstrisinin çagdas vurgusu, 6. kisimda çevreye verilen zararlarin sonuçlari ve 7. kisimda da tüm bu degisim ve gelisimlerin çagdas ulus devletine olan etkileri anlatilmaktadir.
2.    bölümde; ortaya çikacak yeni ihtiyaç ve taleplerin Dünyanin degisik cografi bölgelerince nasil karsilanabilecegi anlatilmakta,
3.bölümde ise degisiklik gereksinmesi karsisinda insanligin 21. yüzyila nasil hazirlanabilecegi ve bu yüzyila dogru toplumlarin kendilerini degisiklige nasil adapte edebilecekleri tartisilmaktadir.

2.  NÜFUS PATLAMASI

BM'ye göre “dogumun ölümü ikamesi düzeyine global replacement fertility 2045 yili civarinda ulasilacaktir. 2025'te 8.5 milyar insan dünyada yasayacak, belki de 9.4 milyara ulasacaktir. Dünya Bankasina göre 21. yüzyilin ikinci yarisinda dünya nüfusu 11 milyar düzeyinde sabit kalarak yukaridaki düzeye erisecektir. Gelismis ülkelerde nüfus sabit (hatta bir miktar azalacak) kalmasina ragmen gelismekte olan bölgelerde hizli bir yükselis olacaktir. Çin bugünkü 1.3 milyardan 2025'te 1.5 milyara ulasacak bugünkü 853 milyonluk Hindistan ise 2025'te 2 milyara ulasarak en kalabalik ülke olacaktir. Pakistan, Endonezya, Brezilya, Meksika, Iran bu ülkeleri takip edecektir. Gelismekte olan ülkelerde kentli nüfusu bugünkü %32'den 2025'te % 57'ye ve 1.4 milyardan 4.1 milyara ulasacaktir.
Endüstrilesme ve tiptaki gelismeler bu durumu ortaya çikarirken, bir önemli faktör olarak, bu durumu ve tahminleri geriye dogru etkileyecek olan AIDS olayi karsimiza çikabilir. Nitekim 1988'de 100.000 olan Afrikali AIDS'li sayisi 1990'larda yillik 2 milyon ölüm düzeyine erismektedir. 2010 civarinda Afrika için söylenen söz “ölen insan sayisinin dogan'dan fazla olacagidir.
Ancak bu durum gelismekte olan ülkelerin artan nüfusunun nasil kalite yükselmesine ugrayacaginin cevabi degildir. Nitekim yeni gelisen pasifik havzasi gibi, ülkeler örnek gösterilse de bu ülkelerdeki kalifiye isgücü, uygun cografi konum, dis dünyayi kolay algilayabilme ve dis dünyaya açiklik mesela Zaire, Iran, Mali, Afganistan, Etyopya vb. ülkelerde yoktur.
   
1960'larda nüfus artisi ile ekonomik gelisme arasinda negatif bir bag kurmak oldukça yaygindi. Ancak, 1980'lerin revizyonist yaklasimcisi Julian Simmon'un Ultimate Resource kitabinda da ifade ettigi gibi kisi basina gelir, geliserek büyüyen bir nüfusta, her seyiyle sabit kalmis bir nüfusa göre daha yüksek olacaktir.
Ancak nüfus artisinin, statik kalisinin etkileri vardir. Örnegin, artan nüfus (eger üretici düzeyde kalifiye degilse) yeni ulasim, barinma, saglik ve egitim gibi ihtiyaçlari getirir. Bu da az gelismis ülkelerde yerine getirilemeyecek taleplerdir. Azalan nüfus ise ulusal savunma sistemini, sosyal güvenlik sistemini ve genç nüfus eksikligi dolayisiyla ekonomik rekabet gücünü zayiflatir ve azaltir.

3. iLETISIM    VE FINANS    DÜNYASININ    GELISIMIYLE ÇOK ULUSLU

SIRKETLERIN YÜKSELISI
Bu bölümün temel konusu “ üretimi ve dagitimi esit olmayan sekillerde olsa bile, Dünya ekonomisinin her geçen gün tüm dünyada daha büyük zenginlik yaratici sekilde gelistigi ve entegre oldugu gerçegidir.
Dünya ekonomisi 1945'ten bu yana, hiçbir dönemde olmadigi kadar büyümüstür. GSMH dünya genelinde 1950 80 arasi 2 trilyon $'dan 8 trilyon $'a çikmistir. Ancak bunun gelismis ülke insanina yansimasi gelismekte olan ülke insaninkinden çok daha fazla olmustur. 91'de kisi basi gelir Isviçre'de 36.300, Japonya'da 32.600, Almanya' (Bati)'da 27.900 Dolar, Hindistan'da 360, Nijerya'da 278 Dolardir.
ÇUS (Çok uluslu sirketler), 2 savas sonrasi dönemde, I) korumaciligin azalmasi, II) ABD'nin altin standardi esasli ticaretten vazgeçmesi, III) para akisinin ülkeler arasi kontrolünün azalmasi sonucu ortaya çikmis; bu da dünya ticaretinin akiskan hale gelmesine ve ülkelerarasi sermaye hareketlerinin yogunlasmasina neden olmustur.
Bu finansal gelisme, finansal araçlarin kendi aralarinda ticaretini de ortaya çikarmistir. 1980'lerde dünya toplam ticaretinin %90'inin, mal ticareti veya üretim yatirimiyla  ilgisi olmayan finansal yatirimlar oldugunu müsahede ediyoruz. Bunun sonucu olarak bir sürü sirketin ulusal olmaktan çikip uluslararasilastigini görüyoruz.
Iletisimin gelismesi ve sinirlari asmasiyla, bilgi ve açiklik saglanmis, bu da gerçek, dürüstlük ve demokrasi ilkelerinin yerlesmesine neden olmustur.

4.  DÜNYA TARIM VE BIYOTEKNOLOJI DEVRIMI

Globallesmenin zengin ülkelerde bir amaç olarak ortaya çikmasi, fakirlerdeki nüfus patlamasinin önüne geçmemistir. Ancak daha önceki yillarin tam tersine 1950'den  beri dünya gida üretimi nüfus artisinin önünde artis göstermistir.
Bunun da nedeni, gelismis mekanizasyon teknikleri, gübreleme yöntemleri, yeni tür ürünler, geleneksel ürünlerin yeni tohumlama yöntemleri vb. gibi gelismeler sonucu ortaya çikan üretim artislaridir. Bu durum tüm nüfus arzinin gida ihtiyaçlarini çözmemis, ancak yeni alanlarin tarim üretimine açilmasi Orta Bati Amerika Platolari gibiçiftçi  ve  üretim  verimliliginin artirilmasi  (Dogu  Asya'da pirinç üretimi   için
   
kullanilan gübrenin % 40'i bilinçsiz uygulamadan dolayi heba olmakta, üretilen  pirincin % 20'si toplamadaki beceriksizlik veya yetersizlik nedeniyle israf edilmektedir.) pazarlara kolay giris gibi yöntemlerle fakir dünyanin üretimi çok artacaktir. Ancak geleneksel yöntemlerin yetersiz kalacagi açiktir. Bu durumda üretimi artiracak tek çözüm “Biyoteknoloji” olarak ortaya çikmaktadir. Biyoteknoloji, yeni ürünlerin ortaya çikisini ve mevcutlarin gelistirilmesini, yeni pazarlarin açilmasini, üretim ve servis maliyetlerinin düsürülmesini ve uluslar arasi ticaretin seklinin degismesini saglayacaktir. Böylece biyoteknoloji, buhar ve elektrik enerjisinin kesfi gibi bir etki saglayacaktir.

5.  ROBOT ENDÜSTRISI, OTOMASYON VE YENI SANAYI DEVRIMI

Taylor ve Ford'un gelistirdigi just in time (zamaninda) üretim modelinde ana faktör insandir. Simdilerde ise üretim yapan isçilerin yerini verimliligi artirmak amaciyla robotlarin aldigini görüyoruz. Otomasyon, birkaç süpervizör mühendisin disinda, fabrikalarda hiç isçi kalmayacak sekilde ilerleyecek gibi görünüyor. Sanayi köleleri isçilerin yerini, Çek dilinde köle anlamina gelen robotnik kelimesinden türemis, ancak tümüyle metal ve elektronik ürünü isçilere yani robot'a birakmistir. 3 tür robot gelismistir. I) Sanayi robotu (üretim için kullanilir) II) Saha robotu (bir seyi gözlemlemek, insanin yapamadiklarini yapmak, örnegin itfaiye hizmeti, maden diplerine girmek, denizdibi çalismasi, radyoaktif alan çalismasi amaciyla kullanilir.) III) Suni-zeka (bilgi bazli sistemler) robotlari, (üçüncü kusak robotlardir.) Robot endüstrisinin dolayisiyla otomasyonun hizla gelismesinin nedeni, insan istihdam etmenin getirdigi ilave maliyetler, robot kullaniminda gerekmemektedir. Örnegin, isitma ve sogutmaya robotun ihtiyaci olmayisi, karanlik ortamda çalisabilmesi, yorulmamasi, uyku ihtiyaci olmayisi, yeniden programlanabilmesi ve dolayisiyla baska islerde de kullanilmasi, malzemeyi istenilen ölçüde tüketmesi, israf etmemesi gibi. (otomotivde robot boya kullanici insandan % 30 daha az boya tüketiyor.)
Bütün bunlar üretim isleminin otomasyonu denen yeni bir sanayi devrimine dogru gidisati getiriyor.
Tarimsal ve sanayi devriminin getirdigi yeni teknolojilerin nüfus problemi üzerinde olumlu/olumsuz etkileri olmakla birlikte, Kuzey ve Güney yarimküreleri arasindaki gelismislik farkinin yok edilmesine ve nüfus problemine kesin çözümler getirmeye uzak kaldigi da bir gerçektir.

6.  DOGAL ÇEVRENIN IÇINDE BULUNDUGU TEHLIKE

Zengin toplumlar neden gelismekte olanlarin fakirlik ve nüfus artisi gibi sorunlari konusunda endise ediyorlar? Bunun nedeni çevre sorunu olup Güney yarimkürede bu konudaki olumsuzluklarin Kuzey'i rahatsiz etmesidir. Güneydeki nüfus artisinin getirdigi hizli kalkinma istegi, çevresel etkilerini düsünmeden agir sanayi bazinda endüstriyel yatirimi tesvik etmis, bu da Güneyde ormanlarin yok olmasina, hava kirliligine, su kirliligine, asit yagmuru vb. problemlere yol açmistir. Bunun neticesi tabii ki bütün dünyayi etkileyen çevre problemlerinin ortaya çikisidir. Bunun önüne geçmenin yolu, gelismekte olan ülkelerin gelismislerce modern teknolojilerin (çevreye uygun) transferi konusunda desteklenmeleridir. Bu da Kuzey'in Güney'e bu tür bir
   
sanayinin olusturulmasi için kaynak aktarimini gerektirmektedir. Son BM tahminlerine göre, gelismekte olan ülkelere her yil 125 milyar $ yardimin, çevreye uyumlu teknolojilerin gelistirilmesi için yapilmasi söz konusu olmalidir. (Bu tutar, bu ülkelerin bir yilda tüm dünyadan aldiklari her türlü yardimin yillik tutarindan 70 milyar $ daha fazladir.) Bu saglanmadigi takdirde dünyanin gelecegi ile ilgili güzel tahminlerin yapilabilmesi söz konusu olamayacaktir.

7.  ULUS — DEVLET'IN GELECEGI

17. ve 18. yüzyillarda baslayip 20. yüzyilda olusumunu tamamlamis olan ulus-devletin varligi, 21. yüzyila dogru çesitli gelismelerle tehdit edilir duruma gelmistir.
Bunlardan biri üretim ve isgücü üzerindeki uluslar arasi bölüsümdür. Üretimin ve isgücünün bulundugu ülke artik önemli degildir. Nereden ucuz üretim ve isgücü saglanirsa oraya gidilmektedir. Finansal degisim bir diger tehlikedir. Mali araçlarin global hareketi devletlerin kendi paralari üzerindeki kontrol mekanizmalarini giderek etkisizlestirmektedir. Sonuçta, devletler ve uluslarüstü bir “supra/transnational”  ticaret sistemi ortaya çikmaktadir.
Burada ulusal güvenlik kavrami ortadan kalkmamaktadir. Ancak çesitli sekillerde birlesmis bir dünyada ulusal güvenlik , uluslararasi düzen veya dünya güvenli düzeninin  ayrilmaz bir parçasi olmaktadir.
Bütün bu gelismeler ulus-devletin gerekliligi konusunda sorular getirmektedir. Ulus- devletin sahip oldugu otorite artik giderek uluslar arasi kuruluslara geçmektedir. Bunun nedeni de dünya düzenini tehdit eden her seyin önüne, bütün dünyanin isbirligi ile geçilmek istenmesidir.
Ancak, ulus-devletin gücü ve fonksiyonlari erozyona ugramis olsa bile, onun yerini tutacak yeni bir kurumun olusmadigini görüyoruz. Böylece ulus-devletin bireylerinin, bu devletin kurumlariyla birlikte, kendilerini 21. yüzyila nasil hazirladiklari ve 21. yüzyila dogru meydana gelen uluslar ve devletler üstü problemlere nasil cevap verecekleri önemli bir konu olarak ortaya çikmis ve halen de süregelmektedir.

BÖLÜM 2 — BÖLGESEL ÇIKISLAR

8.  2000'IN DÜNYASI IÇIN JAPON PLANI
Dünyada 3 tane ticaret bloku vardir, Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya. Japonya, birçok düsünüre göre, kendisini 21. yüzyila en iyi hazirlamis ve bu yüzyilin olusumlarina en kolay yanit verebilecek ülkedir.
Japonya'nin 2 Dünya Savasi'ni müteakip gösterdigi gelismenin nedenlerinden biri, egitim sistemidir. Bu sistem, insanlarin birey olarak motive edilmesi yerine, bir grup, bir ekip üyesi nosyonu ile yetistirilmesi esasina dayanir. Standart zeka testi sonucu; ortalama bir Japon ögrencinin skoru 117 iken Amerikali ve Avrupali esdegerininki 100'dür. Japonya'da 1 milyon kisiye 60.000 bilim adami düsmekte olup toplam bilim adami sayisi 800.000'dir. Bu da Almanya, Fransa ve Ingiltere'nin toplamindan daha
   
fazladir. Endüstriyel alanda, Japon mentalitesi uzun yillar sonra geri dönüsü olacak yatirimlar yapmaktir. Bu konuda Devlet sonsuz kaynak saglamistir.1 Amerika'da bu tam tersi olup en kisa zamanda geri dönüslü yatirimlar tercih edilmektedir. Uzun dönemin sonunda son derece rekabetçi ürünler ortaya çikmis bu da dev sirketler yaratmistir. Sonuç hizli bir büyüme ve gelismedir. Örnegin 1951'de Japon GSMH'si ABD'nin 1/20'si, Ingiltere'nin 1/3'ü iken simdi ABD'nin 2/3'ü ve Ingiltere'nin 3 katidir. Bu gelismeye katkida bulunan bir diger faktör de Japonya'nin ulusal savunmaya harcadigi paradir. Bu miktari GSMH'nin %1'I DIR: BU ORAN ABD'de % 10'lar civarindadir. Bu da ilave fonlarin endüstrinin desteklenmesi için kullanilmasini saglamistir.
Japonya'nin bu ticari basarisinin en önemli kurbani ABD olmustur. Hatta ABD'nin Japonya ile olan ticaret açigi son yillarda yillik ortalama olarak 40-50 milyar Dolar düzeyine varmistir.
Japonya'nin büyümesini yavaslatacak faktörleri de göz ardi etmemek gerek. Bunlardan biri nüfus yapisindaki degisimdir. Yani 21. yüzyilin baslarinda Japon yasli nüfusu çok artacak, buna mukabil yüksek tasarruf oranli üretici kimlik giderek azalacaktir. Bu da devasa ülke içi yatirim yapan Japon sirketlerinin maliyetlerin düsük oldugu ülkeler üretimlerini transfer etmeleri sonucunu doguracak, neticede Ingiliz ve Amerikalilarin 1900 ve 1950'lerde yasadigi transformasyon sonucu Japonlar “üretim kültürü”nü giderek kaybedeceklerdir. Ancak ne olursa olsun, 2000'e 10 kala yüksek sermaye birikimi ve bunun getirdigi büyük yatirimlari, finansal sektördeki dünya liderligi, dev üretken firmalari ve disiplinli çaliskan nüfusu ile 21. yüzyilda en hazir dünya ülkesi görünümünü bir tek Japonya vermektedir. Bazi düsünürlere göre, a)yasli nüfusun giderek artmasi ve genç nüfusun arkadan azalan oranlarda gelmesi, sosyal güvenlik sisteminin finansmanini devletin üstüne yikacak, b) ekonomideki isgücü bu oransal kötülesme nedeniyle azalacak, böylece Japonlar baska ülkelerden isgücü kabul edecekler veya baska ülkelere üretim birimleri kuracaklar, c) Japon isgücünün maliyetinin yüksek olmasi ucuz üretim yerlerine kayisi hizlandiracak, gibi sebepler Japon ekonomisini sonuçta bir rantiye ekonomisi haline getirecek, ve ekonomik gücü azalan bir Japonya ortaya çikacaktir. Bu da saniyoruz ki Viktorya Ingiltere'sinin düsüsüne çok benzeyecektir. Bu teoriye karsi çikanlara göre, Japon endüstrisinin robot kullanimi, baska ülkelerde yatirim yapmayi ve isgücüne ihtiyaci ortadan kaldiracaktir. Robot kullaniminin giderek artmasi (halen dünyadaki robot    nüfusunun
¾'ü Japonya'dadir.) Japon endüstrisinin kendisini 21. yüzyila hazirladiginin en önemli göstergesidir. Bir diger karsi görüs ise; Japonya'nin sofistike robotlardan ziyade, ki bu robotlar bir sürü problemin üstesinden gelebilir, vizyon ve politik liderligi olabilecek insanlara ihtiyaci oldugudur. Bu da Japonya'nin dünyada bugün ve yarin çok daha iyi faaliyet gösterebilmesine yol açacaktir.

9.  HINDISTAN VE ÇIN

Bu iki ülke için en önemli konu, nüfus faktörüdür. Hindistan'in nüfusu 853, Çin'inki
1.135 milyon olarak bugünkü dünya nüfusunun % 37'sini teskil ederler. Nüfus tahminlerine göre 2025'te bu ülkelerden her biri 1.5 milyarin üzerinde bir nüfusu barindiracaklardir. Bu da dünyanin yaklasik %35'i düzeyinde olacaktir.
   
3 milyari askin bu nüfusun üretim ve ihtiyaçlari, global enerji kullanimini, gida ihtiyacini ve çevreyi çok önemli boyutlarda etkileyecektir.
Her iki ülke de 80'li yillarda %4 ile %10'lar arasinda büyüme hizlari yakalamislardir, Çin'inki daha istikrarli olarak ortalama 8'lerde dolasmistir. Bunun nedeni olarak, daha otoriter ve merkezi yapidaki sosyalist rejim görülmektedir. Sosyalist rejim, kaynaklarin merkezi dagitimini saglamakla sinirli ölçüyü herkese uygulamistir. Böylece gelir dagilimi istikrarli olmus, bu da, ekonomik büyümeye ayni biçimde yansimistir.
Tek çocugu tesvik gibi özetlenebilecek Çin devlet politikasinin hedefi 2000 yilinda 0 sifir nüfus artis hizidir. Ancak bu da bu politikanin en hararetli savunucularini bile, 2035'lerde 60 yas nüfusunun 20 yas nüfusunun iki kati olacagi tahminini gördükçe, oldukça korkutmaktadir.
Hindistan için de sorun asagi yukari aynidir. 1950'lerde kadin ve erkek için ortalama ömür 31-33 yil ise de 1980'lerin sonunda bu oran 58'lere gelmistir.
Her iki ülke de tarim ekonomisine dayalidir. Hindistanda GSMH'nin %30'u Çin'de ise toplam isgücünün %80'i tarimsal kaynaklidir ve tarimda çalismaktadir.
Çin'deki endüstriyel gelisme Deng'in ekonomik liberalizasyonu ile baslamis, 1980'de 9 milyar $ olan yillik ihracati 1989'da 37 milyar $'a çikmistir. Bu da Hindistan'in ihracat rakaminin neredeyse 2 mislinden fazladir ve 2000'in baslarinda bu tutarin da 4'e katlanmasi beklenmektedir.
Bu büyümenin %90 nedeni, kiyi bölgelerindeki serbest bölgelerden kaynaklanmaktadir. Çin'in iç bölgelerinde durum hemen hemen Hindistan'in aynisidir. Çin ekonomisinin bir yüzü Bulgaristan'a benzerken öteki yüzü Taiwan'a esdeger görünümünde olmustur.
Çin ve Hindistan kisi basi gelir, okur yazar orani ve kamu sagligi açisindan az gelismis olmakla birlikte askeri açidan büyükler arasina girerler. Kara kuvvetlerinin büyüklügü yaninda her ikisi de nükleer silah kapasitesine sahiptirler. Dolayisiyla kaynaklarinin önemli bir kismi nonproductive yatirimlara gitmektedir.
Bütün bunlara ragmen her iki ülkede de çok zengin bir insan sermayesi mevcuttur. Ancak bu sermayenin üretken olabilmesinin yolu kaliteli egitim, kalifiye, yetismis mühendisler ve bilim adamlarinin varligindan geçer. Oysa her ikisinde de insan varligi ülkelerin gelismekte zorlanmalarina neden olmaktadir. ABD ve Japonya'da   GSMH'nin
%6'si egitime ayrilirken bu oran Hindistan ve Çin'de % 3-4 civarindadir. Her ikisinde de kaynaklarin önemli kisminin silahlanmaya ayrilmasi çok önemli ve büyük üretime yönelinmesini engellemekte, bu da önemli orandaki kitlenin issiz kalmasina yol açmaktadir.
Çin ve Hindistan'in içinde bulunduklari bu durum “ulusal birligin sürdürülüp sürdürülemeyecegi problemini de ortaya çikarmistir. Iyi yetismemis, nispeten aç olan büyük kitlelerin bir süre sonra sorunlar çikarabilecegi açiktir. Komünist Çin'de bu   tür
   
yaklasimlari otoriter rejim sayesinde geciktirmek mümkündür. Ancak 25 degisik kültürün yasadigi demokratik Hindistan'da durum daha zordur.
21. yüzyila nasil hazirlandiklarina gelince, her iki ülke de askeri açidan bölgesel güç olarak yükselmektedir, ancak ekonomik, politik ve sosyal açidan durum oldukça belirsiz ve karisiktir. Durum açik olsa bile gelismis dünya için tek çözüm yolu, sermaye, teknoloji, beyin gücü gibi sahip olunan degerler kullanilarak bu iki ülkenin fakirlikten kurtulmasi konusunda yardimci olmaktir. Bunun neticesi, hem Çin, hem de Hindistan, ne askeri, ne politik, ne çevresel etkiler açisindan dünya için tehlike olmaktan çikacaklardir.
Aksi takdirde bu iki ülkede kaynaklanan sorunlar lokal olmaktan çikip genel olacaktir.

10.  GELISMEKTE OLAN DÜNYANIN KAZANANLARI VE KAYBEDENLERI

Daha önceki zengin ve fakir dünya ayrimi kavrami geçerliligini yitirmekte ve farkli bölgelerdeki farkli gelisme biçimleri ortaya çikmaktadir. Buna en çarpici örnek Pasifik Havzasi'dir.
1962'de Dünya GSMH'nin %9'u bu bölgede üretilmekteyken bu oran 1982'de %15'e yükselmis olup 2000 yilinda ise bunun %43'e yükselecegi tahmin edilmektedir.
Bu bölge I) Japonya, II) “Asya kaplanlari” denen ve Singapur, Tayvan, Hong Kong ve Güney Kore olusan, III) Yeni Sanayilesmis Ekonomiler NIEs adiyla da anilan ülkeler, Tayland, Endonezya, Malezya ile IV) Vietnam, Kamboçya ve Kuzey Kore'den olusan komünist ülkelerden olusmaktadir.
Bu ülkeler ayni gelisme biçimini takip etmisler, vaktiyle Japonya'nin taklide dayanan ucuz üretim biçimlerini uygulamislar, sermaye birikimi sagladikça da teknoloji yogun endüstrilere yatirim yapmislardir. Bu ülkelerin nüfus, yönetim biçimi ve tarihsel konularda farkliliklari olsa bile bu gelismeyi açiklayacak bazi temel ortak özellikleri bulunmaktadir. Bunlardan birincisi, egitim sistemleri üzerindeki Konfüçyüs geleneklerinin etkisidir.
Bu geleneklere göre azami sayidaki insanin egitim görmesi saglanmistir. Örnegin yüksek ögretim düzeyinde Güney Kore'de 1.4 milyon ögrenci varken bu  rakam Iran'da 145.000'dir. (Türkiye'de Açik ögretimde 289.745, meslek yüksek okullarinda 147.960, 4 yillik fakültelerde 311.145 toplam 748.850'dir.)
Ikinci faktör ise bu uluslarin tasarrufa çok düskün olmalaridir. Bu devletler gelisme asamasinda, halk tüketimini ithalat üzerine agir vergiler koyarak ve içerde  lüks üretimi engelleyerek sinirli tutmaya çalismislar, bu da kisisel tasarruflari artirmistir.
Üçüncü faktör, gelismenin ardindaki siyasi çerçevedir. Hükümetler gelisme esnasinda büyük oranlarda sübvansiyon, çesitli sekillerde tesvikler, korumacilik gibi yöntemleri tercih ettiler ve hiçbir zaman “laissez-faire” yöntemi izlemediler .
   
Sendikalar sinirli kurallarla hareket edebildiler, Demokrasi tam anlamiyla  uygulanmadi, hatta hepsinde tam demokratik seçimler 5-7 yillik geçmise sahiptir.
Dördüncüsü ise, ihracata dayali büyüme öngörülerek her türlü araçla desteklenmesidir. Bütün üretim yöntemleri yabanci tüketicilerin ne isteyebilecegi ilkesinden hareketle belirlenmis ve tümüyle döviz kazanmaya yönelik üretim yapilmistir.
Son olarak ta, bu ülkelerin önünde Japonya gibi bir modelin olusu taklit etmeyi gündeme getirdi ve is daha da kolaylasti. Sonuçta bu ülkeler dünyanin baska bölgelerindeki gelismekte olanlardan, bugün, hem zenginlik hem de sagliklilik açisindan çok ileri durumdadir.
Latin Amerika ise, 1970 ve 80'lerin ilk yarisinda sürdürdügü gelismeyi devam ettirememis hatta bazi ülkeler 10 yil önceki hallerinden daha da geriye gitmislerdir. Bunun nedenleri yukaridaki örnegin tersidir. I) Ihracata dayali gelisme yerine iç piyasaya dayali ithal ikameci sanayilesmenin tesviki, II) Ekonomik gelisme iç tasarruf yerine büyük oranda dis borca dayandirildi. Hükümetler sadece altyapiyi degil devlet eliyle büyümeyi de tesvik etti. Bürokrasi ve orduya paralar büyük oranlarda aktarildi. Dis borçlarin ödenme dönemi ile birlikte durum kendini enflasyon olarak gösterdi ve bu giderek kroniklesti. Bu gelismeler neticesinde, dis borç bagimliliginin da etkisiyle, IMF, Dünya Bankasi, Washington ve diger bankalarin baskisi sonucu askeri diktatörler isbasina getirildi.
Sonuçta 1980'ler kayip yillar olarak adlandirildi. Ancak 1990'larla birlikte, demokrasilerin yönetim biçimi olarak uygulanmasi, ihracata dayali büyüme, iç tasarrufun artirilmaya çalisilmasi gibi yollarla ekonomik ve siyasal yapi olumlu veriler yansitmaktadir. Ancak ne olursa olsun bu bölge Pasifik Havza'sindaki gelismeden 10 15 yil geride kalmistir. Nasil ki Pasifik'te ki gelisme Japonya'nin etkisi altinda kalmistir, bu bölgede ABD etkisinde denebilir. Dolayisiyla bu ülkelere yardim eli uzatmak ABD yararina olacaktir.
Diger bölgelerin tam tersine Ortadogu ve Kuzey Afrika'da ülkelerin gelecegi tümüyle bölgesel problemler ve savas egilimleri tarafindan belirlenmektedir.
Bu durumun önüne geçmenin yolu, bazi düsünürlere göre, Islam toplumlarina, teknoloji, kisisel yetenek, laiklik, çogulcu parlamenter demokrasi ve medeni haklarin verilecegi yogun egitim sistemlerinin ögretilmesi hatta zorla uygulatilmasidir.
Ancak Islam dünyasinin sorununun köklerinin tarihsel mi, kültürel mi oldugu çok açik degildir. Dinin teknolojiyi geri biraktirmasi ve dinin hosgörüye tahammülsüzlügü gibi yaklasimlar, Islam'in matematik, tip ve bilimin diger alanlarindaki önderligi düsünüldügünde geçerliligini yitirmektedir.
Burada su ortaya konulabilir. Dünyada önemli ölçüde agirliga sahip olmus olan Islam, bati için önemli bir hedef idi ve bu da 1. Dünya Savasi ile Islam'in çöküsü biçiminde sonuçlandi. Böylece her bölgede kendini gösteren kalkinmaya gelismis ülke destegi, söz  konusu Ortadogu  olunca, silah  ve  politik destek  sekline dönüsmüs,  bu   da
   
ülkelerin silaha ve askere para harcamasini, birbirlerini tehdit olarak görmesini ve ekonomik geri kalmisligi getirmistir. 21. yüzyila dogru Ortadogu ve Kuzey Afrika ülkelerinin içinde bulunduklari demokrasisizlik, otoriter devlet bürokrasisi, üretimin endüstriye yönlendirilmeyisi (daha çok geleneksel üretimleri sürdürme egilimi, petrol, hali vb. gibi), dinin bati tipi oryantasyona engel teskil edisi ve ülkeler, hatta kabileler arasi çatisma ortami, silaha harcanan ulusal kaynaklar, gibi nedenlerin yarattigi durum, çok parlak görünmemektedir.

11.SOVYETLER BIRLIGI VE DAGITILMIS IMPARATORLUK

Sovyetler Birligi yapisinin temelindeki problem 3 boyutlu olup, her biri bir digerine neden olmakta idi.
Sovyet sisteminin “politik mesrulugu (beceriksizligi) ekonomik ve sosyal krizlere neden olmus, bu da etnik ve kültürel iliskileri bozmustur. Sonuç tam anlamiyla kaostur. 20. yüzyilin ikinci ve üçüncü çeyreginde büyüyen Sovyet ekonomisi son çeyrekte gerilemistir. Ilk yaridaki büyümenin nedeni ise ucuz isgücü, ucuz enerji ve hammadde bollugudur. Rus kültürü her zaman kalite degil miktar egilimli olmustur. Bu Deli Petro'dan beri böyle ola gelmistir. Ancak mass production için kaynaklar azalinca veya maliyetler artinca veya verimsizlik alabildigince ortaya çikinca, bu toplumu kaliteye dogru çevirmek mümkün olmamistir. Bu da çok övündükleri 70 yillik bilimsel sosyalizm in iflasi ile kendini göstermistir.
“Perestroika” bu durumun tersine çevrilebilecegi ve gelismenin tekrar saglanabilecegi amacinin bir ifadesi olarak ortaya çikmistir. Ekonomik gelismenin siyasi degisimle birlikte gitmesi gerekiyordu ve kapitalist bir yapidan sosyalist bir rejime geçis konusunda dünyada örnekler varken, bunun tersinin nasil olacagi gayet belirsizdi.
Sovyet deneyindeki basarisizligin en önemli sonuçlarindan biri de etnik ve kültürel farkliliklar ile milliyetçilikin yeniden ortaya çikisidir. 15 bagimsiz federal devlet ve çesitli düzeylerde otonom olan 53 etnik gruptan olusan imparatorlugun dagilmasi için bu yapinin da çözülmesi gerekiyordu. Su andaki krizin sonsuza dek sürmeyecegini kabul etmekle birlikte, derin yapisal ve köklü problemlere kimsenin çözüm önermedigi veya önerilen çözümlerin de problemleri çözemeyecegi açiktir. Bu belirsizliklerden dolayi Batili düsünürler eski Sovyetlerin içinde bulundugu durumun muhtemel sonuçlarini tahmin etmeye çalismaktadirlar.
Bunlardan çok azi, politik liderligin ülkeyi dogru yönetebilecegi, ekonominin kendine gelecegi eski Cumhuriyetlerle iliskilerin liberal bazda gelisecegini ummaktalar.
Orta düzeyde iyimser bir yaklasim da, Moskova'nin Cumhuriyetler üzerindeki etkisinin nispeten azalacagini, Commonwealth toplulugunun devam edecegini ve liberal ekonomik uygulamalarin giderek daha iyi neticeler verecegini, ifade etmektedir.
Daha kötümser bir yaklasim ise, problemlerin bir iç savasa yol açacagi ve bunu da bir tutucu darbenin izleyecegidir. Burada sunu söylemek mümkündür: Hiçbir yeni cumhuriyet global degisim rüzgarlarina, diger bölgelerdeki gibi, ayak uyduracak güce ve yapiya sahip degildir.
   
Çagdas ülkelerdeki gelismenin buralarda nasil olacagi oldukça belirsizdir. Eski Sovyet topluluklarinin birer enformasyon toplumuna dönüserek 21. yüzyili karsilamasi simdilik mümkün görünmemektedir. (Örnegin 1987'de tüm SSCB'de 100.000 bilgisayar varken ABD'nin yillik üretimi 5 milyon civarinda idi.

ORTA VE DOGU AVRUPA

Sovyetlerde olan tüm gelismeler Perestroika ve Glasnost dahil Orta ve Dogu Avrupa'da önemli sonuçlara neden olmustur. Serbest seçimler, serbest piyasa ekonomisi politikalari, Varsova Pakti'nin çöküsü ve bazi bölge ülkelerinin AT'na üyelik basvurulari bu gelismenin en önemli sonuçlaridir. Yeni dünya düzenine kolay adapte olabilecek Macaristan, Çek ve Slovak Cumhuriyetleri, Dogu Almanya ve Polonya ise, daha zor ve yavas adapte olacaklar olarak ta, Romanya, Bulgaristan ve Arnavutluk görülmektedir. Bunun nedeni de birinci gruptaki ülkelerin, yetenekli, ihtirasli ve egitimli insan kaynagi, uzun yillara dayali endüstriyel üretim gelenegi ve bilim alanindaki alt yapilarinin çok önemli kaynaklar olarak ortaya çikmasidir. Bu tabii ki 21. yüzyila hazir olmak için yeterli degildir, ancak 21. yüzyila hazir olabilmeye aday olmak için yeterlidir.

12.  AVRUPA VE GELECEGI

Politik olarak sorunlarini asmis, büyük ve nitelikli insan gücüne sahip, ekonomik olarak zengin, teknolojisi üst düzeyde olan ve askeri açidan ihmal edilemeyecek seviyedeki bir Avrupa toplulugu 21. yüzyilin belki de birinci gücü olmaya adaydir. Japonya'nin uluslararasi yatirimlarda, ABD'nin tüketiciye dayali ekonomik üretimde, Rusya'nin ise silahlanmada uzmanlastigi göz önüne alinirsa, bu üç özelligi de içinde barindiran AT'nun demokratik zengin ve sosyal anlamda gelismis yapisinin dünyada bir kez daha bir numara olarak belirecegi ifade edilebilir. Gelecek yüzyil bir Amerikan yüzyili olmaz ise muhtemelen bir Avrupa yüzyili olacaktir.
Hangi açidan bakilirsa bakilsin, “bu finansal piyasalar, ekonomilerin büyüklügü, tarimsal üretim, endüstriyel dev sirketler, çevreye duyarlilik, egitim ve kültür gibi toplumsal altyapi vb. olabilir. Avrupa'nin mevcut durumu hem dünyaya örnektir, hem de 21. yüzyilda, AT'un gelecegi nokta bugünkünden çok daha iyi olacagindan, AT bir dünya örnegi ve ideali olmaya adaydir. Çünkü gerek ekonomik , gerek kültürel ve gerekse sosyal ve siyasal olarak karsimiza çikan ülkelerarasi, topluluklar arasi veya cemaatler arasi çatisma ve çeliskilerin en iyi ve gelismis biçimde çözümlenmis oldugu sinirlar AT'nun içinde bulundugu ortamdir. Sonuç olarak bugün oldugu gibi 21. yüzyilda da tüm dünya AT'nun gösterdigi gelismeyi örnek alacak ve bundan faydalanacaktir.

13.  AMERIKAN ÇELISKISI

ABD' nin inisi de, yükselisi gibi düsünürlerin bir çok eser üretmesine sebep olmustur. Bu durumda ABD'nin güçlü ve zayif noktalarini incelemek gerekecektir.
Güçlü oldugu noktalardan birisi, askeri güç açisindan ABD her ülkeden daha ileri düzeydedir. Hem teknolojik silah üstünlügü hem de enformasyonu askeri anlamda
   
kullanabilme anlaminda önünde hiçbir kuvvet bulunmamaktadir. Askeri harcamalarin bu derece büyük olusu ekonomik açidan gelecek tehditleri karsilama yetenegini azaltmistir. Yeni askeri harcamalar ekonomiyi önemli zaaflara ugratmistir. 19. yüzyildan beri Amerikan ekonomisi dünyada en verimli isgücünü barindirmakta idi. Ancak simdi Japonya ve Almanya bireysel verim açisindan ABD'den öndedir.
1971'de ilk defa (20. yüzyilda) ticaret dengesi açik veren ülkenin bu açigi 1987'de  171 milyar $'a ulasmis ve 1990'lardan bu açigin kapatilmasi için her yil 100 milyar
$'dan fazla nakit borçlanmasi öngörülmüs ve böylece vaktiyle dünyanin yardim dagitan ülkesi bugün dünyanin en büyük borçlusu haline gelmistir.
Bu durumun temel nedeni, dogrudan dogruya ABD'nin sanayi üretim gücünün düsüsüyle ilgilidir. 1990'larda 8 ana üretim biçiminin içinde sadece ticari uçak üretimi ve kimyasal madde üretimi endüstrileri ABD ekonomisine ticaret fazlasi getirmektedir. 1960 ve 1970'lerde ise bu 8'de 8 idi. Egitim kalitesinin giderek düsmesi, uyusturucu yayginligi , eglenceye düskünlük, ve kültürel bilinçsizlik ABD'nin inisinin hem nedenleri hem de sonuçlari arasindadir. Ancak tüm problemlerin neden ortaya çiktigi çok açik degildir. ABD'nin giderek etniklere dayanan nüfus yapisi, çevre problemleri, egitim kalitesinin düsüsü, mali piyasa problemleri ve siyasi yapidaki zayifliklari (Baskan'in Kongre karsisinda zayif olusu, dolayisiyla karar verme mekanizmasinin agir islemesi) nedeniyle ABD'nin 21. yüzyilda kazananlardan biri olmasi ihtimali oldukça zayif görünmektedir. Dolayisiyla ABD'de 21. yüzyila hazirlanma, Washington'un planladigi bir amaç olarak degil, kisisel veya küçük birimler düzeyinde bir ideal olarak kalacaktir.

14.  21. YÜZYILA HAZIRLIK

Economist dergisi Ekim 1930 sayisinda ekonomideki gelismenin politik gelismeyle paralel yürümedigini, dünya ekonomik açidan tek bir faaliyet alani haline gelirken ülkelerin gitgide küçülüp sayisinin arttigini, milliyetçi düsüncenin egemen hale geldigini belirtiyor ve bu iki zit egilim arasindaki gerilimin insanin toplumsal yasantisinda çatisma, sürtüsme ve kargasa yarattigini söylüyordu.
Gerçekten de bagimsiz ülke sayisi izleyen 60 yilda üç katina çikarken ekonomik entegrasyon yildan yila artarak ticaret, maliye ve teknoloji tek bir faaliyet alanina dogru yönelmistir. Sonuç olarak bugünün global toplumu 60 yil öncesinden daha yogun bir biçimde teknolojik degisim ve ekonomik entegrasyonu geleneksel politik yapilarla, milliyetçi bilinçle, toplumsal gereksinimlerle ve aliskanliklarla bagdastirmak zorundadir.
Dahasi, ekonomik ve politik yapilari birbiriyle uyumlu hale getirme çabalari üç kusak öncesinden pek belirgin olmayan ancak simdi toplumsal iliskileri, hatta uzun dönemde inanligin varolusunu tehdit eden trendlerle daha da güçlesecektir.
Bu trendlerden birincisi ve en önemlisi hizla artan dünya nüfusu ve zengin ülkelerle yoksul ülkeler arasindaki demografik dengesizliktir. 1930 dan 1990'a dünya nüfusu 2 milyardan 5 milyara çikarken, nüfus yogunlugu da zengin ülkelerden yoksul ülkelere kaymistir. Dünyanin bir tarafinda teknoloji patlamasi, öte tarafinda ise nüfus  patlamasi olmasi uluslar arasi düzen ve istikrar için iyi bir reçete degildir.
   
Nüfustaki bu trend, çevre sorunlarini da beraberinde getirmektedir. Çevre bilinci gelismis ülkeler ne kadar sorumlu davranirsa davransin, hizla kalkinmak isteyen az gelismis ülkelerin su kaynaklarini, ormanlari, otlaklari kurutmasi, dolayisiyla hayvan  ve bitki türlerinin yok olmasi etkilerinin tüm dünyada hissedilmesi kaçinilmazdir.
Bir baska trend de geleneksel islerin yerini tümüyle yeni üretim sistemlerinin almasidir. Bu her ne kadar simdiye degin ekonomik ve toplumsal kalkinmanin temel etkeni olduysa da, önümüzdeki onyillarda biyoteknolojik devrimin geleneksel tarimi, robotik devrimin de sinai istihdami atil duruma getirmesi söz konusu olabilir.
Tarim ve imalattaki bu transformasyon nüfus patlamasiyla birlesince issiz kalan milyonlarca insanin sehirlere göçmesi, orda da is bulamayinca toplumsal huzursuzluk hatta siddet yaratmasi olasidir.
Finansal devrim çogu ülkenin GSMH'sini asan meblaglarin elektronik araçlarla aninda el degistirmesini saglarken, basta televizyon olmak üzere iletisim araçlarinin böylesine gelismesi bilgiyi devlet tekelinden çikarmis, ulusal sinirlari delik desik etmis, insanlarin zengin uluslarla yoksul uluslar arasindaki uçurumu fark etmelerine yol açarak göçleri hizlandirmistir.
Bu degisimler sonucunda ülkeler kendi kaderleri üzerindeki kontrolü gittikçe yitiriyor görünmektedir. Geleneksel güç odaklari azalan nüfus, izinsiz göç, devasa para akisi, tarim ve imalatta yüksek issizlik orani, bilgi gibi sorunlar karsisinda sasirmis durumdadir.
Bu degisimlerin hizi ve karmasikligi göz önüne alinirsa, acaba herhangi bir sosyal  grup 21. yüzyila gerçekten hazir midir? Elbette ki bazi firmalar ve kisiler bu sosyoekonomik gelismelerden yararlanmakta, daha da kazançli çikacak sekilde kendilerini ayarlamaktadir. Öte yandan milyonlarca yoksul, egitimsiz, vasifsiz insanin durumu gittikçe kötülesmektedir.
21. yüzyila en hazir görünen ülkeler Japonya, Kore, bazi Dogu Asya ülkeleri,  Almanya, Isviçre,Iskandinav ülkeleri ve muhtemelen bütünüyle AT'dir. Bu ülkelerin ortak yönleri yüksek tasarruf oranlari, yeni fabrika ve makinalara yogunlasmis  yatirim, kusursuz egitim sistemleri (özellikle yüksek ögrenim yapmayanlar için), vasifli isgücü ve hizmet içi egitim, mühendis sayisinin avukat sayisindan fazla oldugu bir imalat kültürü, global piyasa için tasarimi iyi katma degeri yüksek üretim ve  görünür mallarda sürekli ticaret fazlasidir. Açiktir ki teknik, egitsel, mali kaynaklara ve kültürel dayanismaya sahip ülkeler gelecek yüzyila daha hazir durumdadirlar.

REFORM YAPMANIN GÜÇLÜKLERI

Sistematik reformun karsisinda iki önemli engel vardir: Birincisi, sözü geçen nüfus ve çevre trend'leri insani umutsuzluga sürükleyecek kadar olumsuzdur. Ikincisi de, alinacak önlemler en siki sekilde hemen simdi uygulanmaya baslasa bile etkisini 25 - 40 yil sonra gösterecektir. Insanlar çok uzun vadede ulasacaklari kesin olmayan genel menfaatler için kisa vadede kisisel fedakarlik yapmaya hevesli degildirler.
   
Yapilacak reformlarda en büyük görev devlete düsmektedir. Ülke kaynaklarinda baslica pay sahibi ve kullanici olan, politikalarda öncelikleri saptayan ve uygulayan, uluslar arasi anlasmalara imza atan hep devlettir. Reformlarin maliyeti tabi ki yüksektir, ancak Soguk Savas silahlanma yarisinin maliyetine ulasmaz.
Bu kitap, global degisimleri anlamak amaciyla yazilmis olup yapilmasi gereken degisiklik programlarini anlatan sayisiz teknik çalismalarin ayrintilarina girmemistir. Zaten bu çalismalarin vardigi ortak sonuç sudur: milli tasarrufu arttirmak bütçe açiklarini kapatmak, Ar-Ge'ye agirlik vermek, askeri harcamalari kismak, kisa dönemli kar pesinde kosmaktan vazgeçmek, dünya piyasasina yönelik iyi tasarimli ve güvenilir mal üretmek, egitimle isgücünün kalitesini yükseltmek gibi. Gelismekte olan ülkelerdeki nüfus patlamasini önlemek için de tek ortak yol vardir: ucuz ve güvenilir dogum kontrol araçlari saglayarak dogurganligi düsürmek. Kisacasi, mesele sorunlara çözüm bulunmamasi degil, uzun vadeli bu çözümlerin uygulanabilmesi için kisa dönemde fedakarlik yapmaya bireylerin ve politikacilarin ayni derecede isteksiz olmasidir. Ancak teknik çözümle bir yana, global toplumu 21. yüzyila hazirlayacak genel çabalarin üç kilit elemani vardir: egitim, kadinlarin toplumdaki yeri ve politik önderlik.

EGITIM'IN ROLÜ VE KADININ STATÜSÜ:

Geri kalmisligin pek çok sebebi olabilir fakat en önemlilerinden biri egitime yeterince agirlik verilmemesidir.
Egitim yalnizca isgücünün teknik olarak yeniden yönlendirilmesi, profesyonel siniflarin ortaya çikmasi, okullarda imalat kültürünün tesvik edilmesi demek degildir; ayni zamanda dünyamizin neden degistigini, diger uluslarin ve kültürlerin bu degisiklikler hakkinda ne hissettiklerini, hepimizin ortak yönlerini oldugu kadar kültürleri, siniflari  ve uluslari bölen seylerin ne oldugunu derinlemesine anlamak demektir. Tek basina anlamak ta yetmez; birer dünya vatandasi olarak kendimizi ahlak, adalet ve orantililik
–denge kavramlariyla donatmak zorundayiz. Köktenci güçlerin açik sorgulama ve tartismayi engelledigi, politikacilarin özel çikar gruplarinin destegini saglamak  amaciyla yabancilara ve etnik azinliklara karsi çiktigi, ticari medya ve popülist  kültürün ciddi konulari kenara ittigi toplumlarda egitimin global trendlere derinlemesine anlayis getirme olasiligi çok sinirlidir.
Egitimin rolünün önem kazanmasi kadinin toplumdaki yeri ile iç içedir. Az gelismis ülkelerde kadinin bastirilmis konumu ile nüfus patlamasi , yoksulluk ve genel ekonomik gerilik arasindaki yakin iliski yadsinamaz. Kadinin egitimi arttikça daha geç evlenmekte, daha geç dogurmakta ve daha az sayida çocuk sahibi olmaktadir.
Gelismis ülkelerdeki sorun ise dogurganligin azalmasidir. Bunlarda da anneye saglanan çesitli tesvikler yaninda kadinlarin milletvekili ve bakan olmasi (Isveç gibi) dogumlari arttirmaktadir. Sonuçta demografik denge için dogumlari fakir toplumlarda azaltici, gelismis toplumlarda arttirici önlemler almada en büyük rolü kadinin toplumdaki yeri oynamaktadir.
   

POLITIK ÖNDERLIK

Degisimlere ayak uydurmak için alinmasi gereken önlemlerde devletin, dolayisiyla politikacilarin rolünden söz edilmisti. Politikacilar ise yeniden seçilmek için seçmenlerine hos görünmek zorundadirlar; çikar gruplarini incitmek istemezler. Ancak gerçeklere de gözlerini kapamamalari gerekir.
Dünyanin gidisatina ister iyimser ister karamsar gözle bakalim, 21. yüzyila hazirligi 3 sebepten dolayi ciddiye almaliyiz.
Bunlardan birincisi göreceli üstünlüktür. Ekonomik kalkinma insanlarin yasam standardini yükselterek saglik, egitim, dinlenme olanaklarini gelistirir. Teknolojik yeniliklerin ve ekonomik kalkinmanin sonucu olan bu olanaklar herkese esit dagitilmaz; basarili toplumlarin ödülleridir ancak. Yeni teknolojileri yaratamayan, yavas veya negatif büyüyen, nüfus arttikça kisi basi geliri sabit kalan veya düsen ekonomiye sahip toplumlar digerlerine göre dezavantajli konuma geçerler, mutsuz olurlar. Gelecege yönelik yeni düsünce, yeni egitim, yeni donanim üretememek,  tarihe kaybeden olarak geçmek demektir.
Ikincisi nüfus ve çevre sorunlarinin kendi haline birakilmakla halledilemeyecegi gerçegidir. Bunun için de sermaye, bilimsel yaklasim, teknik uzmanlik ile kalifiye ve yaratici isgücü gereklidir.
Reformlar için üçüncü ve sonuncu gerekçe de politik istikrarsizligi, savas ve siddet tehditlerini ortadan kaldirmaktir. Sosyal patlamalar (Fransiz, Rus Ihtilalleri vs.) genelde birdenbire ortaya çikmaz; depremden önce tektonik tabakalarin sikismasi gibi sürekli artan bir basinç söz konusudur. Toplumdaki baskilar hizli nüfus artisi, azalan kaynaklar, issizlik, gecekondulasma, egitim yoksunlugu arttikça, sosyal ve politik patlamalarin ortaya çikma olasiligi artar, hele bir de sinir, su, toprak gibi geleneksel çatisma nedenleriyle birlesince. Üstelik iç ve dis savaslari artik yerel diye önemsememek büyük hata olur. Kimyasal, biyolojik, hatta nükleer silahlar bütün insanligi tehdit etmektedir.
 
Bu sorunlar dizisi karsisinda nihayet birer insanoglu olan politikacilarimizdan bir sey beklemek hayalci yaklasim gibi görülebilir. Üstelik belirli olan tek sey sayisiz belirsizlikle karsi karsiya oldugumuzdur. Gelecegi göremedigimiz için  global trend'lerin felakete mi götürecegini yoksa olaganüstü gelismelerle yolundan mi sapacagini söyleyemiyoruz. Asikar olan, sorunlarin teshisi ve çözümü için politikaci ve bireylerin elbirligi yapma geregidir. Bu gerek yerine getirilmedigi takdirde  dogabilecek kargasa ve felaketlerin tek sorumlusu yine insanlik olacaktir.

Benzer Kitaplar