YENI ORTAÇAG

YENI ORTAÇAG

Fevzi BOZKURT
Politika


Yeni Ortaçag: Organize sistemlerin ortadan kalkmasi, her türlü merkezin yok olmasi, kaypak dayanismalar, kararsiz ve bulanik bir ortam.

 

ü  Belirginsizlikler,Her türlü otoriteden yoksun biçimde büyüyen gri alanlar.

ü  Mafya ve çürümüslügün gittikçe egemen oldugu bir düzen.

ü  Mantigin ilkel ideolojiler önünde gitgide zayifladigi bir dönem.

ü  Kriz, sarsinti, spazm gibi olaylarin günlük dekorun birer parçasi haline geldigi bir dünya.

ü  Belirli bir düzenden çikip, analiz kabiliyetimizi ve icra yöntemlerimizi gittikçe tesirsiz kilan ve nüfuz edilemeyen birçok alan ve sirket.

   

Iste bütün bu olaylar, tespitler ve teshisler bizi bu tabiri kullanmaya itiyor.

v  Tarih bir trajedi midir, bilmiyorum ama öyle olmamasi için öyleymis gibi davranmak gerektigine inaniyor ve dünya kamuoyunu, büyük bir hizla üzerine çökmekte olan bu tehlikeye karsi uyariyorum.
KAOS KITASI
Berlin Duvari'nin yikildigi günün ertesi gazetelerde çikan bir yazimda “benim çocuklarim Avrupa'da artik harbi degil, harpleri yasayacaklar” diye yazdigim için ne çok alayci ve asagilayici tenkit almistim.
Avrupalilarin “bir tehdit altinda ama riski olmayan bir dünyadan, tehdidi kalmamis ama riskli bir dünya” dönemine girdigimizi anlamalari için acaba daha kaç yil geçmesi gerekecek? Düzensizligi meydana getiren çok sayida unsur var. Felaketlerin hepsi  tabii ki ayni anda gelmeyecek, pek çogu mantiksal bir zincir gibi belki birbirine baglanmayacak ama gelecegi tehdit ederek ve asgari bir düzen ümidini ortadan kaldirarak bizi yeni bir ortaçaga tasiyacak. Öyle bir ortaçag ki milliyetçilerin degil, kabilelerin egemen oldugu bir ortaçag; toprak, kan ve kimlik sorunlarinin yeniden gündeme geldigi bir ortaçag. Çekler, Valonlar, Flamanlar, Slovaklar, Moldovlar, Iskoçlar, Ermeniler, Katalanlar. Çekoslovakya'nin Çek ve Slovak diye bölünmesinden sonra Belçika'nin yakin bir gelecekte Valon ve Flaman diye bölünmesinin gündeme gelmeyecegini kim garanti edebilir? Italya'nin Kavur Destani'ni tersine çevirerek çok daha aliskin oldugu devletin altinda Italyan milleti yerine Italyan Devletleri altinda tek millet sistemine geri dönmesi daha muhtemel görünmektedir. Iskoçlar, Katalanlar, Irlandalilar, Basklar ve hatta Korsikalilar yeniden gündeme gelecektir.
Batiya ilaveten Dogu Bloku da yikilan duvar için duyduklari sevinç ve coskudan bugün tam bir ümitsizlik noktasina gelmislerdir. Yikilan duvar bugüne kadar onlara sadece karaborsa, dolara ulasma yarisi, daha çok yokluk ve Marx'in hiç düsünemedigi bir hakim sinifin yaratilmasini, yani mafyayi getirdi. Çok daha erken bir tarihte hazirliklarina baslayip yine de bir sanayi alt yapisi ve gelenegi olan Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya disinda hiçbirinin basari umudu kalmamistir. Simdi bütün bunlara ilaveten her ülkenin nispeten nasibini alacagi bir baska tehlike tüm ülkeleri büyük bir sikinti ile karsi karsiya birakmistir. Bu sorunun adi göçtür. Fransa 30 yil önce bir milyon Cezayir kökenli Fransiz'i özümlemis ve yilda ortalama yüz bin kaçak göçmeni özümlemeye çalisirken; Almanya'nin bir anda 17 milyon Dogu Almani özümlemesi ve her yil en az iki yüz bini Yugoslav olmak üzere bes yüz bin göçmen ile bas edebilmesi gerekmektedir.
Olay sadece Almanya aile de sinirli degildir. Almanya Polonyali göçmenlerden korunmaya çalisirken, Polonya Romenlerden, Romanya ise Ruslardan korunma gayreti içindedir. Bütün bunlara ilave olarak bugüne kadar göç alan degil göç veren Italya, Portekiz ve Ispanya gibi ülkeler de çok ciddi bir göç sorunu ile karsi karsiyadir. Göçmenlerle ilgili idari, yasal ve kültürel hiçbir tedbiri olmayan bu üç ülke bilhassa Kuzey Afrika Ülkeleri'nin Avrupa için ilk basamaklari haline gelmis durumdadir.
Komünizmin yikilmasindan üç yil sonra Avrupa barisindan hala söz etmek mümkün degildir. Tam aksine Avrupa Toplulugu gibi sözde barisin garantörü bir toplulugun mensubu Yunanistan'da 1992 yili Aralik ayinda nüfusunun yüzde onuna yakin bir kalabalik sokaklara dökülüp savas çigliklari atmakta ve bunu bir hudut ihtilafi için degil sadece Makedonya gibi bir kelime yapabilmektedir. Bunu istisnai bir örnek   gibi görürsek çok yaniliriz. Bu, ortamin bir yansiticisidir. Bugün Alman aydinlari ciddi olarak ülkelerindeki demokrasinin geleceginden endise etmektedirler. Italya'nin  kuzeyi Güney Italya'dan “kötü yabancilarin ülkesi” diye söz etmektedir. Iskoçya asirlar sonra Londra'ya çok acimasizca yüklenmeye baslamistir. Macaristan'da iktidardaki parti kendi içinde Hiristiyan Demokratlar ile Irkçi Milliyetçiler diye ikiye bölünmüstür. Belçika'da Flamanlar yalniz kalmayi hayal ediyorlar. Yepyeni bir Avrupa ortaya çikiyor. Yarim yüzyil boyunca barisi garanti eden bir tabu yok yoldu. Simdi hudutlarin tekrardan tartisilabilir ve ihlal edilebilir olduklari gündemde. Herkes bunun bir yün örgü gibi oldugunu ve herhangi bir yerinden sökülürse çorap sökügü gibi gidecegini çok iyi biliyor. Avrupa bu durumda sökükleri önlemek için bir çerçeve ve bir yöntem gelistirmek yerine gerçeklerden kaçmayi ve devekusu gibi kafasini topraga gömmeyi tercih etmistir.
Avrupa eskiden tehdit altinda olan ama risksiz bir ülkeyken bugün tehditlerden arinmis riskli bir kita haline gelmistir. Ortak birlestirici, dayanisma unsuru olan komünizm artik yok. Dedigimiz gibi tabu yikildi. Peki acaba bu tabunun yerini Islam alabilir mi? Hayir alamaz zira bugünkü Islam Dünyasi homojen, tek vücut ve tek sesli degildir. Islam Dünyasinin iktidarini ele geçirmeye çalisan ve batiya Stalin yönetimindeki Sovyetler Birligi'ni hatirlatan bir Iran kabusunun hemen yani basinda, Avrupa Kitasi'na daha yakin, Orta Dogunun en güçlü Islam Ülkesi bulunuyor. Bu ülke Türkiye'dir. Batinin ne yazi ki yeterince tanimadigi bir dost olan Türkiye yillarca NATO'nun içinde Sovyetler Birligi'ne karsi en güvenilir hudut bekçisi olmus, körfez savasinda da bati ile yaptigi dayanisma sayesinde o zaferin anahtari olmustur. Simdilerde ise Sovyetlerden dagilan Müslüman ve Türk asilli yeni cumhuriyetlerde Iran'in bütün gayretlerine karsin yine Türkiye agir basmaktadir. Türkiye'yi bir Iran veya bir Suudi Arabistan ile bir tutmak asla mümkün olmadigina göre Avrupa için “birlestirici tabu”nun da Islam tehlikesi olmasi mümkün degildir. Etrafinda birlesilen bir ortak tehlike yoklugu Avrupa'ya belirsizlikleri getiriyor. Zira artik Avrupa'nin ekonomik, politik ve stratejik haritalari üst üste oturmuyor. Ekonominin en büyük gücü Almanya aslinda stratejik olarak henüz çekinilecek bir güç degil. En büyük askeri güç olan Rusya ise ekonomik olarak iflasin, politik olarak belirsizliklerin ülkesi. Ingiltere ekonomik gücünden çok askeri gücü ile ön planda. Bir karmasalar ve çeliskiler kitasi Avrupa'da yeni sehir/kent ülkeler, ulus/devletler ve bir millet ile onun devletleri seklinde tam bir kaos gittikçe gelismektedir.
MERKEZI OLMAYAN BIR DÜNYA
Amerika dünya para sistemini kontrol etme ugruna uyguladigi finansal politikalarinin sonunda kurbani oldu. Dis borcu o kadar büyük boyutlara ulasti ki artik kendisinin çikarlari ile askeri müdahalesinin giderlerini yükleyebilecegi bir ülke ortada yoksa Amerika'nin ciddi bir dünya polisi rolünü oynamasi olanaksiz gözüküyor. Bu da Amerika'yi gittikçe dünyanin merkezi olmaktan uzaklastiriyor. Tabii asil önemlisi Amerika her geçen yil biraz daha Avrupa'dan uzaklasiyor. Bostonlu burjuvalar, Harwardli entellektüeller ve New Yorklu bankerler disinda Amerika'da hiç kimsenin bu kolay pek de umurunda degil. Dünya büyük bir hizla Amerika, Rusya, Çin ve Japonya gibi dört büyük gücün merkez veya çikar mücadelesi alanina dönüsmekte. Burada Avrupa diye bir besinciye ne yer, ne de gerek var. Bu dört ülkenin kendi  aralarindaki çesitli anlasmalar ise dünyanin dengelerini sürekli olarak degistirecektir. Sayet Gorbachov bati ile gerçeklestirdigi soguk harbe son ver politikasini aynen Japonya ile de realize edip Kurill Adalari sorununu çözdükten sonra ayrilsaydi, Amerika ile Çin arasindaki bir ittifak dogal olarak Japonya ile Rusya'yi birbirine yakinlastiracakti.
Dünyanin gelecekteki muhtemel dengeleri üzerine pek çok senaryo üretmek mümkün ama herkesin üzerinde birlestigi bir gerçek var ki bundan sonraki dekor, platform, sahne Pasifik'te kurulacaktir ve oyun artik Atlantik'ten ve Avrupa'dan çok uzak bir alanda oynanacaktir. Bu da Avrupa'nin en azindan bundan böyle dünyanin merkezinden gittikçe uzaklasmasi anlamina gelmektedir. Amerika ekonomik çikarlari dogrultusunda Avrupa'yi tarihe karismis bir unsur olarak görmeye baslamistir. Rusya'nin tekrar eski saldirgan ve emperyalist konumuna dönmesi ve/veya Türkiye, Iran gibi ülkelerin resmen Balkanlardaki azinlik Müslümanlari korumak gerekçesi ile askeri hareket baslatmalari gibi Orta Dogu dengelerini bozmaya aday girisimler ve Rusya'da tüm dünyanin ekolojik dengesini bozabilecek nitelikte bazi nükleer kazalar disinda Amerika'nin artik Avrupa'da birinci derecede çikarlarini tehdit eden bir olay beklenemez. Gelecege dair saglikli bir tahminde bulunmak ise tamamen olanaksizdir. Dünya ve uluslararasi iliskiler net degil, bulaniktir. Bulanik, kaypak, belirsiz sifatlari ayni zamanda hareketli ve sürekli degisen bir dünyanin Yeni Ortaçagda merkezden yoksun yapisini nitelemektedir. Düzen diye niteledigimiz dünya ile ilgili geleneksel alt yapilar gittikçe yok oluyor ve Hegel'den beri bildigimiz “devlet, sirketlerin sinirlarinin bittigi yerden baslar” anlayisi tekrarda ciddi bir sekilde tartisilmak üzere gündeme geliyor.
GRI SIRKETLERIN ZAFERI
Yeni bir toplum tarzi komünizmin çökmesinden sonra varligini zorla kabul ettirmeye çalisiyor. Devletin ve hukukun egemen olmadigi bir pazar, vahsi ormana benzer. Vahsi ormanda da ancak mafya türü organizasyonlar dogar.
Tam bes yüzyil boyunca bilinmeyen topraklar terimini ortadan kaldirmak için seyyahlar, kasifler, misyonerler dünyanin dört bir yanini pek çok tehlike ile burun buruna yasayarak taradilar. Tam bu kesfedilmemis veya bilinmeyen topraklar  teriminin yeryüzünden artik tabir olarak yok oldugunu düsünmeye basladigimiz bir devirde, terim her zamankinden çok daha güçlü olarak bir baska boyutta karsimiza çikmakta. Bilinmeyen topraklar, girilmeyen çevreler, anarsiye teslim olan bölgeler, resmi sirketler ile yer alti sirketleri, temiz isler ile pis isler, temiz para ile kara para Somali'den Türkmenistan'a, Los Angeles'ten Marsilya'ya Italya'dan Japonya'ya,  Çin'den Güney Amerika'ya, Rusya'dan Afrika'ya bütün dünyayi büyük bir sürat ile egemenligi altina almakta. Dünyada pek çok sehir, hatta ülke çaresizlik içinde çirpiniyor. Devlet, hukuk ve nizam gittikçe azinliga düsüyor, dünya haritasindaki gri alanlar büyük bir süratle çogaliyor, devlet ve dürüst toplum geriliyor. Eskiyalik, anarsi ve mafya dünyayi gittikçe egemenligi altina aliyor. Yayginlasmanin ve kabullenisin en birinci isaretleri önce halk lisanindaki degisikliklerde ve kullanilan kelimelerde görülmeye baslar Nitekim egri kilicin yerini alan bazukadan baska 14. yüzyildan farkli hiçbir durum yok. Artik hepimiz rahat rahat bir avuç eskiyanin Saraybosna'yi kusattigini veya Gorazde'nin isgal edildigini son derece dogal bir seyden bahsedermis gibi söyleyebiliyoruz. Kusatma ve isgal gibi terimleri sehirler, kasabalar için kullaniyoruz.
Uyusturucu trafigi hammadde üretiminden nihai mal dagitimina kadar dünyanin en büyük is hacmi olmaya aday. 1993 yilinda uyusturucu isinin dünyadaki yillik cirosunun asgari 100 milyar dolar oldugu tahmin ediliyor; dünyada bilinen tüm yardim programlarinin bir yillik toplam bütçesinden daha fazla. Yakin Doguda ve Güney Amerika'nin bazi yörelerinde ekim alanlari gittikçe ve büyük bir hizla artiyor. Dünyada zirai üretimi en çok artan iki madde koka ve afyon. Tabii bir de anormal boyuttaki paralarin dünya finans sistemindeki sirkülasyonu konusu var. En muteber bankalar dahil, bugün dünyada bir tek bankaci bilerek veya bilmeyerek bankasinin bu pislige hiç bulasmadigini iddia edemez. Uyusturucu parasinin ekonominin geleneksel kanallarinda dolasmadigini iddia etmek safdillik olur. Monako'da alinip satilan çok degerli binalar, borsalarda kimlere ait oldugu tam bilinmeyen araci pek çok kurulus ve fonlari, bir çamasirhane gibi beyazlatmak için kurulmus pek çok kara para aklama sirketleri. Çok pahaliya alinan bir gayri menkul, çok sik el degistiren degerli bir tablo, çok pahali satilan bir antika veya tam tersi piyasa kosullarinin altinda bir faiz nispeti  ile teklif edilen krediler. Egzotik bir yigin sirket adina kaydedilmis namütenahi varliklar, binlerce sayida bir tek posta kutusundan baska bir sey olmayan mültimilyarder tabela sirketleri, tek bir kurus vergi ödemeyen, adi , sani, varligi bir zamanlar bilinmeyen topraklardayken simdilerde girilmeyen çevrelerde faaliyet gösteriyor.
Mafya yer altinda ve devlet gücünden bir ölçüde çekinen faaliyetlerini gizli ve sinirli  bir sekilde yürüten bir örgüt olmaktan çikip, Sicilya ve Sardunya'da hakim güç haline gelebiliyor. Korsika, Endülüs ve Fransa'nin Güney Dogusu gittikçe geri dönülmez bir sekilde bu hakimiyet alanina kayiyor. Bunlar bölgeler veya ülkelerin birer parçasi. Bir de ülke bazinda seçilmislerle onlarin dayandigi güçler sorunu var. Gerçek bir demokrasinin uygulanamadigi ortamlarda sivil idare gücünü mutlaka anti demokratik bazi kaynaklardan alir. Italya ve daha oligarsik yapisi ile Japonya mafyaya çok daha bagli ve bagimli ülkeler. Bir toplum saydamliktan uzaklastikça oligarsi demokrasinin üstüne çöreklenip gri,kanunsuz sirketler yönetim sisteminin birer parçasi haline geliyor. Italya'da mafya politikanin çevresine yerlesmisken Japonya'da politikanin tam merkezindedir. Italya'da ekonomik sistemin bir parçasiyken Japonya'da ekonomik sistemin en önemli aktörlerinden birisidir. Rusya su anda hizla bu modele dogru kaymakta, mafya yönetimin belkemigi haline gelmektedir. Örgütlenme çok küçük hücreler halinde gençlik arasinda ve çeteler olarak örgütleniyor. Gençleri mali imkanlar, koruma, bir aidiyet hissi (kimlik) ve kendisini dislamis veya bir parçasi haline gelemedigi toplumdan bir intikam alma hislerini tatmin ederek cezbediyor. Bu küçük küçük çeteler bilahare asil büyük organizasyon tarafindan tipki is dünyasinda  ve finans çevrelerinde oldugu gibi büyük ve güçlüler tarafindan entegre ediliyor ve total mafya sisteminin bir organi, bir parçasi haline dönüsüyor. Her is konusunda oldugu gibi bu alanda da isbirligi, gerek uyusturucuyu toplan alimlar halinde daha ucuza mal etmek, gerek dagitim ve gerekse tahsilatta daha güvenli ve rasyonel çalismak için bu yer alti kuruluslarini organize bir isbirligine, bir entegrasyona itiyor. Aracilar, dagiticilar, kontrol sistemleri bir taraftan gri alanlari birbirlerine yaklastirirken korkunç bir yasa disi dünya gittikçe toplumun diger kesimleri ile bir kohabitasyon içerisine giriyor. Bu ise pek çok aci suali gündeme getiriyor. Sehir devletler yayilirken ülkelerin  milli birliklerinden  nasil  bahsedebiliriz?   Kanunsuzluklar  son dere    güç kazanirken hangi hukukun üstünlügünden bahsedebiliriz? Atomik bazukalar isportada satilirken nasil nükleer kirlenme ile savastan bahsedebiliriz? Kara para ile çürümüs bir uluslararasi finans sistemini nasil idare edebiliriz? Çok uluslu uyusturucu örgütlerine, ayni görünmez bir düsmana karsi nasil savasabiliriz? Dislananlari yeniden kazanmak, marjinalleri bir çerçeve içine tekrar getirmek, sehirleri yeniden fethetmek mümkün mü? Bilinmeyen topraklar, toplumlar ve sosyolojik nedenler çaginda miyiz? Bu herseyi bildigini, hakim oldugunu ve mantiga tabi kildigini iddia eden bir çagin son yillari için ne kadar aci bir degisim.
MANTIK EN ALT NOKTASINDA
Yeni Ortaçag sadece düzeni saglayan yapilarin çökmesi ve gri alanlarin hizla yayilmasi ile degil, ayni zamanda mantigin hizla gerilemesi ile bir kimlik kazaniyor.
Sovyet Imparatorlugu'nun çöküsü kendisinden önce gelen Osmanli ve Avusturya- Macaristan Imparatorluklari'nin çöküsleri ile mukayese edilemez. Ortadan kalkan ideoloji sadece kitleler ve devletler üzerinde daha iyi egemenlik kurulmasini saglamiyordu; ayni zamanda entelektüel bir tarzda insanlarin saf ve ölçüsüz gururunu kullanarak bir doktrinin gerçekleri degistirebilecegi güvencesini vermisti. Mantik çok üst noktalara yükselmisti. Simdi düsüsü hizli ve aci olmaktadir. Avrupa Kitasi'nin dogusunda komsu yabanciya, yabanci hasima, hasim ise gittikçe düsmana dönüsmekte. Sirbistan'da Slovak olmak, Slovakya'da veya Romanya'da Macar olmak Azerbaycan'da Ermeni olmak, Estonya veya Gürcistan'da Rus olmak artik hiç hos degil. Büyük ve tek bir Pazar ile daha insancil olacagi, insanlarin ve mallarin serbest dolasiminin uluslararasi bir iyiniyet ve baris ortami yaratacagi hayali ile dolu bir Avrupa rüyasi ne kadar uzaklarda. Bir tek Fransa'dan örnek vermemiz gerekirse, son yirmi bes yil içinde suç nispeti yüzde dört yüz ve silahli soygun adedi de yüz bin artmis bulunuyor. Avrupa aslinda ne bu kadar çok serefi ne de bu derece asagilanmayi hak ediyor. Ama bir de gerçekler var, her an önümüzde degismeyen gerçekler. Tarim gelirleri yillar boyu göreceli arttiktan sonra gerilemekte. Durgunluk alisilmamis bir siddetle hüküm sürüyor. Hudutlar gittikçe artan bir istenmeyen göç ile zorlaniyor ve kontrol edilemiyor. Issizlik gitgide artiyor. Eskiden güç sembolü meslekler, ayak uydurulamayan teknolojik gelisme ile Avrupa'da geçerliligini yitiriyor. Anlasilamamak ve dünyadan soyutlanma gibi duygular yayginlasiyor. Dogu Avrupa'dan gelen sok ve onun ekonomik gereklerine ayak uyduramamak, geleneksel kurumlarin sürekli güç kaybetmesi, ahlakin hizla gerilemesi, referanslarin ve klasik deger yargilarinin tek tek yitirilmesi Avrupa'nin normal kabulleri haline geliyor.
Bes yil öncesinin tek bir Avrupa heyecanini bugün hatirlayanlar bile çok az. Avrupa Birlesik Devletleri, biraz karmasik bir organizasyon ama ortak ve tartisilmaz bir iradenin ürünüyken bugün sadece uzak bir hayaldir.
Kötümserlik gitgide her alanda yayginlasiyor. Avrupalilar sanki yarinlarin kendileri ve çocuklari için çok daha zor günler getireceginin bilinci içerisinde gittikçe tüketimden tasarrufa yöneliyorlar. Avrupa'nin düsüsüne paralel olarak Asya ekonomilerinin yükselisi ve Amerika'nin gittikçe Avrupa'dan agirligini Asya'ya kaydirmasi bu kötümserligi daha da körüklüyor. Kaldi ki Avrupa ekonomisinde düsüsten söz   etme çok hafif bir hastaliktan söz etmekle es deger. Bir çöküntünün bas döndürücü etkileri henüz yeteri kadar algilanamiyor. Yeni Ortaçaga dogru kayisimiz o derece belirgin ki dini kavgalar dahi geri dönmüs durumda. Bati Kilisesi ile Dogu Kilisesi etki alanlarini genisletmek için mücadeleye tekrar basladigi halde Avrupa'da laiklerin sesi sedasi çikmiyor. Mantik o derece en alt noktasinda ki Alman Cumhurbaskani Sn. Weizsacker gibi son derece serbest düsünceli bir devlet adami dahi Alman vatandasliginin kurallarinda yapilacak degisiklikleri açiklarken, Almanya'da dogan bir Türk çocugunun Alman vatandasi olma hakkinin en dogal hakki olmasi gerektigini söylemeye cesaret edemiyor da sülalesinde iki Alman ahvadi olan Polonyalilarin vatandaslik haklarindan bahsediyor.
Avrupa'nin bugün artik ortak bir ideolojisi, daha da kötüsü bunu doguracak, ortaya koyacak bir düsünce sistematigi yok. Düzensizlik artik yegane düzen prensibi haline dönüsüyor. Bu durumda tarihin tekerrürden ibaret oldugunu bir kez daha düsünmemek mümkün mü? Sayet mantik denen sey bu sorunlarin cevaplarini bulmak ve çözümler üretmek için düstügü yerden kalkarak bir hamle yapmazsa, gittikçe gerilecek olan Avrupa'nin entelektüel gücü sonunda biçimsel olarak benzerlikler bulmaya çalistigimiz Ortaçag yillarina benzerlikleri ile degil tüm gerçekleri ile dönmüs olacaktir.
SPAZMLAR ÇAGI
Soguk harp dönemi o kadar uzun sürdü ki insanlar düzenin ayni zamanda bir teminati olan bu dönemde zihinsel olarak uyustular. Üst düzey yöneticiler tam bir devekusu gibi kafalarini topraga gömmüs, kendilerini, ülkelerini ve Avrupa Kitasi'ni gittikçe tehdit eden tehlikeleri görmezden geliyorlar.
Avrupa'yi ve dolayisiyla dünyayi tehdit eden bu risk alanlarina çok kisa birer göz atacak olursak, Polonya, Litvanya sinirindan tutun da Müslüman Türk kökenli orta Asya Cumhuriyetlerine kadar pek çok sorunun gizli oldugunu görürüz.
1. Polonya – Litvanya siniri su anda sakin görüntüsünün arkasinda her an patlamaya hazir bir bomba gibidir. Burada sadece Litvanya baskenti Vilnious'un Polonya lisaninda Wilno tabir edilen bir Polonya kenti olarak kabul edildigini ve 50 yillik bir geçmisin bu izleri asla silemedigini hatirlatmakla yetinelim.
2. Letonya ile Estonya için ise sorun bir sinir ihtilafindan degil, Rusya'nin bu ülkelerdeki Ruslarin azinlik haklarini teminat altina almak için sözde bu ülkeleri himayesi altina alarak bagimsizliklarini ortadan kaldiracak girisimleri sonucu dogacaktir.
3.    Avrupa Kitasi'nin kirilma noktasi en riskli hududu, Ukrayna ile Rusya arasindaki hudut olacaktir. Tarihi bir geçmisi olmayan, nükleer gücü çok yüksek, 55 milyon nüfuslu, çogunlugu Ortodoks, bir kismi Katolik, yüzde yirmisi Rus ve 2 milyona yakin Alman asillinin yasadigi bu ülkenin aniden bagimsizligini ilan etmesinin saskinligi geçince Rusya için daima önemli bir merkez olmus Kiev basta olmak üzere Karadeniz Donanmasi ve limanlari, nükleer gücü, Almanya'nin  egemenligini 200  km. uzakliktaki  bir  huduttan Rusya'nin  yani  basina tasima  tehdidi    gibi faktörler Rusya'nin Ukrayna bagimsizligini mutlaka yeniden gözden geçirmesini gerektirecektir. Tabii bu arada Karadeniz Donanmasini ve Rusya'nin stratejik gücünü en çok etkileyecek olan Kirim'in durumunu da göz ardi etmemek gerekir.
4.    Ukrayna absesinden sonra en büyük ihtilaflardan bir tanesi Orta Avrupa'da Macaristan yüzünden yasanacak. Trianon Anlasmasi Macarlarin hiçbir zaman içine sinmedi. Nüfuslarinin dörtte biri ile topraklarinin üçte biri bugün Romanya'nin egemenliginde. Sirbistan ve Slovakya'da yasayan Macar azinliklar da ayri  bir sorun. Macaristan, hudutlari disinda yasayan ve azinlik durumundaki Macar vatandaslarindan bizzat sorumlu oldugunu resmen ilan etti.
5.    Risk hatti Orta Avrupa'dan dogrudan dogruya Balkanlara geçiyor. Slovakya'nin bagimsizligi, Sirplar ile Hirvatlar arasindaki sinir anlasmazliklari, Bosna'nin bilinçli bir sekilde yeni bir Lübnan'a dönüstürülmüs olmasina karsilik hala bu yörede devam eden iki mucize mevcut. Bunlardan birincisi harbin Makedonya'ya bulasmamis olmasi, ikinci ve en sasirticisi ise Balkanlarda Yunan, Bulgar ve Türk üçlüsünün aslen uzlasmaz dügümünün henüz bagli durmasi. Balkanlardan tüm dünyaya yayilacak bir harbin kivilcimini Avrupa'daki Müslüman Topluluklara  gönüllü savasçi ve silah teminini arttiran bir Türkiye ile Sirplarin korumasini üstlenmis bir Rusya'nin karsi karsiya gelmeleri olusturacaktir. Bu karsi karsiya gelme konusunda bazi integrist Müslüman ülkelerin gizli olarak yapacaklara para ve silah yardimlari da anlasmazligi körükleyici olacaktir.
6. Bogazlarin diger kismina geçtigimizde bir taraftan Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan'da sicak savasin izlerini ama çok daha tehlikeli ve açik olarak yeni Müslüman Türk Cumhuriyetleri üzerinde ekonomik ve kültürel güç olusturmak için Iran ile Türkiye arasinda acimasiz bir mücadeleyi görüyoruz. Iran ile Türkiye'nin durumunu bir miktar açmakta yarar var. Bu iki ülke pek çok bakimdan birbirinden çok kesin çizgilerle ayriliyor. Dini açidan Türkiye laik bir ülke, Iran ise seriatçi. Biri Sunni digeri Sii. Stratejik açidan Türkiye bati ile çok güçlü dostluk ve ekonomik baglari olan, Iran ise batiya tamamen düsman bir ülke. Kültürel açidan birbirlerinden son derece farklilar. Politik açidan ise etkili alanlarini genisletme konusunda 19. yüzyilda Avrupa Kitasi'na hakim olma mücadelesi veren büyük güçleri andiran bir mücadele içerisindeler. Ankara'da bir iktidar veya Tahran'da bir rejim degisikligi bu iki ülkenin karsi karsiya gelmesi için yeterli olacaktir. Uzun yillar batinin NATO'da en uç bekçiligini büyük bir özveri ile yerine getiren sadik müttefik Türkiye'yi batinin nasil bir tarafsizlik ilkesi ile yalniz birakacagi ayri bir merak konusudur.
7.    Nihayet Kuzey Afrika'da Cezayir ordusunun aslinda çogunlugun destekledigi bir Islam Devleti'ne karsi daha ne kadar direnebilecegi merak konusudur. Fas kendine özgü sistemi içinde bir süre daha sakin ve güvenli gözükse de Cezayir ve Tunus'un patlamaya hazir bir bomba gibi Avrupa'yi her an tehdit altinda biraktigini unutmayalim. Kendi içine kapali bir Suudi Arabistan üstünlügü Iran gibi saldirgan bir anlayisa tercih edilmelidir. Sayet bu iki ülkede Iran yanlilari hakim duruma gelirse Avrupa hem çok siddetli bir göç, hem de bir nükleer tehdit ile karsi karsiya kalacak ve ortaya bir zamanlar Amerika'nin yasadigi Küba krizine benzer bir kriz çikacaktir.
Bütün bu risk alanlari içerisinde iki tanesi Richter ölçeginde en yüksek dereceye sahiptir. Bunlar Rusya-Ukrayna anlasmazligi ile Balkanlarda Rusya ile Türkiye'yi karsi karsiya getirecek anlasmazliklardir. Bu her iki anlasmazligin da yerel kalma olasiligi yoktur ve tüm ülkeleri ayni derecede ilgilendirip bu anlasmazligin içine  sürükleyecektir. Digerlerinde kismen de olsa bir dünya ihtilafina dönüsmeden çatisma olasiligi varsa da bu ikisi dünyanin bir anda 3. bir Dünya Savasi ile karsi karsiya gelmesini dogrulayacaktir.
Bütün bu risklere ilaveten dünyayi bekleyen en büyük risklerden birisi de nükleer risktir. Rus Kizil Ordusunun nükleer taktik silahlari açik pazarlarda satilip füzeler açik arttirma ile el degistirirken ine Dogu Bloku ile özellikle Rus atom alimleri çalismak için en çok para veren ülkeleri tercih etmektedirler. Dünyanin nükleer gücünü kontrol etmek ve güvenli bir baski altinda tutmak imkani her geçen gün yok olmaktadir. Irak'in nükleer gücünü tam olusturmadan Kuveyt'e saldirmasi bir sans gibi gözükse bile ambargo kalktigi anda Irak tekrar nükleer silahlanmasina tüm gücü ile yeniden baslayacaktir. Bir Pakistan-Hindistan veya Güney-Kuzey Kore nükleer silahlar ile birbirlerini dengede tutabilirler ama atom baslikli füzeleri ile Iran, Irak, Suriye ve  Libya gibi ülkelerin neler yapacaklarini veya ne denli bir risk ile karsi karsiya oldugumuzu düsünebiliyor musunuz?
IHTILALLERIN GERI DÖNÜSÜ
Önce bir seyi belirtmekte yarar görüyorum. 20. yüzyilda hemen hemen hiçbir ihtilal olmamistir. Ne 1917'deki Bolseviklerin zaferi, ne 1933'teki Nazi olayi, ne de komünizmin çöküsü birer gerçek ihtilaldir. Bir ihtilalin temelinde iki olgu yatar.  Birincisi o ana kadar bilinmeyen bir yönetici sinifinin iktidara el koymasi, ikincisi de bunun beraberinde bir kararsizlik (bilinmeyenler) dönemi getirmesi. Halbuki 20. yüzyilda ihtilal olarak nitelenen hiçbir olay bu özelliklere sahip degildi. Tabii ki önlerinde davul zurna çalarak ben geliyor diyen olaylari devekusu misali görmezlikten gelen aptallar bilahare bunu bir ihtilal olarak vasiflandirabilirler.
Bizim ihtilallerin geri dönüsü derken kastettigimiz, 19. yüzyil tipi ihtilallerdir.  Bunlardan birincisi Italya'da yasanan entelektüel ihtilaldir. Diger Avrupa Devletleri ve dünya Italya'da neler olup bittigini dogru degerlendiremiyor. Bunu o ülkenin hiç bitmeyen politik ve iktidar mücadelesinin siddetli bir çesidi gibi algiliyor. Halbuki Italya'da yasanan olay çok farkli bir olaydir. Italya hiçbir zaman gerçek anlamda bir demokrasi olamamistir. Yasama, yürütme ve yargi birbirlerinden ayrilamamis, devlet menfaat agirlikli çikar çevrelerinin etkisi altinda bagimli ve satilmis bir yargi sistemi ile son yillara gelmistir. Bugün Italya'ya yasanan Di Pietro olayi Italya'yi çikar çevrelerinden arindirmanin ötesinde bir olaydir. VIP teriminin “Viviamo in Prigione – hapishanede yasamak” anlamina dönüstügü bu ülkede Varsova'dan çok Milano hapishanelerinde yolsuzluktan mahkum olmus insan yatiyor. Dogu Bloku ülkelerinin binbir tarzda suçlanan eski yöneticilerinin bugün serbest olarak dolasip en çok para verene hatiralarini sattiklari bir ortamda Italya'nin ne tür bir var olus savasi vermekte olduguna daha dikkatle bakmak gerekir. Italya Avrupa'nin göbeginde bir ülke olarak varligini bu sistem içinde daha fazla sürdüremeyecegini, kurucusu oldugu Avrupa Toplulugu'nda yok olup eriyecegini, ülkesinin Kuzey ve Güney olarak çok kisa bir sürede ve kesin çizgilerle iki ayri ülkeye bölünecegi gerçegini görmüs ve bu gerçege karsi savasmaktadir. Basarisi gerçek bir entelektüel ihtilal olacaktir.
Ikinci ihtilal, devletler patlamasi ve yeni devletler olusmasi olayidir. Yine kötü bir aliskanlikla, ülkelerin sinirlarinin ancak harplerle degisecegi gibi saplantilarimiz var. Halbuki Sovyetler Birligi'nin, Yugoslavya'nin, Çekoslovakya'nin dagilmasi ve yeni devletler dogurmasi bir ihtilaldir. Denilecek ki, onlarin ortak yapistiricisi komünizm ortadan kalkinca suni olarak yapisik gözüken puzzlellar çözüldü. Bu, Sovyetler ve Yugoslavya için söylenebilir. Ama Çekoslovakya olayi çok farklidir. Bu iki millet harpler arasi, harp sonrasi ve komünizm baskisi süresince sürdürdükleri birlikteligi sessiz sedasiz tipki artik birbirinden bikan ve dostça ayrilmaya karar veren bir çift misali bitirdiler. Bu beklenmedik bir olay degil de nedir? Bu gerçek bir ihtilal degil de nedir? Bu iki ülkenin, Çek ve Slovaklarin, bu ayrilma metodunun patentini almalari gerekir. Kavgasiz gürültüsüz herseyi paylastilar. Döviz rezevlerini, büyükelçiliklerini, devlet kuruluslarini ve müesseseleri, borçlari. Hani Dogu Bloku ülkeleri sistemleri, yöneticileri ve tüm kisi ve kuruluslari ile gerideydiler? Onlari elestirme hakkini kendinde gören bir Belçika 50 yildir basarili bir Federal Devleti gerçeklestirebildi mi? Her an bozulmaya hazir çürük bir yapi, Valonlar ile Flamanlari birbirinden ayiracaktir. Valonlar Fransa'ya baglanmayi isterken bu çözülme ve bölüsüm acaba Çekoslovakya tecrübesine biraz olsun benzeyecek mi?
1919'da çizilen sinirlar sallaniyor. Bugün bir Iskoçya çok ciddi olarak Ingiltere'den bagimsizligini talep etmek ve bir Commonwealth Ülkesi olmaktan bahsediyor. Barselona olimpiyat oyunlari Ispanya'nin Katalanya sorununu çözemedi, bilakis  arttirdi. Bugün Katalanlar milli bir para birimine sahip olmaktan bahsediyorlar. Micra devletler hangi seviyede gelisecekler? Baltik Ülkeleri , 3 milyon nüfuslu Slovaklar, bunlar ve benzerleri gelecegi temsil ediyor mu? Birlesmis Milletlere üye yeni yeni  sehir devletler görmemiz nereye kadar devam edecek? Bu Ortaçag prenslik devrinin çagdas bir geri dönüsünden baska nedir ki? Bütün bu olaylar ve bunlarin muhtemel gelismelerinden ne tür dersler çikartabiliriz?
Kanaatimizce:
Birinci Ders           : Hiçbir  ülke, ister  dogunun bugün  için  güçsüz belirsiz yapisi, ister batinin daha saglam ve  güvenli gibi  gözüken  yapisi içinde olsun,sinirlarinin degismezliginden emin    olamaz.            Fransa'nin       Valon Topraklarina dogru genislemesi, Iskoçya'nin Ingiltere'den kopmasi bile muhtemel olan bu devirde sinirlarin kesin ve degismez çizgilerinden bahsetmek komik olacaktir. Buradan 2000 yilina kadar Avrupa'da pek çok ülkenin sinirlari degisecektir. Buna hazirlikli olalim.
Ikinci Ders         : En eski ve en güçlü olani da  dahil, hiçbir sosyal altyapi kalici degildir. Sosyal aktörler ve sistemler arasi degisikliklerin meydana gelmesi için  de bizim alistigimiz  anlamda ihtilaller olmasi gerekmeyecektir. Geleneksel ölçüler disinda yeni insanlar yeni iddialar ile ortaya çikacak, kitlelerin destegini alacak ve mevcut   yönetim sistemi ve politik dengeleri son derece  istikrarli gözüken ülkeler bile bir anda pamuk ipligine bagli duruma gelebilecektir.
Üçüncü Ders      : Ihtilal gücü etkin azinliklarin elinde degil, her an medyalar tarafindan aydinlatilan ve harekete geçirilen  kamuoyunun elinde    olacaktir. (Italya bunun en güzel örnegidir.)
Dördüncü Ders    : Ihtilaller bir Avrupa icadiydi. Simdi yeniden Avrupa'ya geri dönüyor. Avrupa Kitasi disinda hiçbir kitada bir Italya veya Çekoslovakya örnegini yasayamazsiniz. Italya'dan çok daha vahim durumda olan bir Japonya'da toplum bir boyun egmislik içinde oldugundan böyle bir ihtilali desteklemeye hazir degildir. Yarginin bagimsizligi ise zaten söz konusu degildir. Demek ki dünyanin yeniden ideolojik gelismeleri Avrupa'da sekillenecek ve bir kez daha dünyaya yayilacaktir.
 KRIZ SANATI
1945'ten beri dünya aslinda çok az sayida önemli krizle karsi karsiya geldi: 1948'de Berlin, 1962'de Küba ve 1968 yilinda Fransa'da yasanan sosyal gençlik olaylari disinda. Nükleer tehlike ayni zamanda barisin garantisiydi. Büyük bir caydiricilik ve dolayisiyla çeliskili bir baris ve huzur sembolü olmustu. Gerçek liderler krizler  sirasinda ortaya çikar; caydiricilik maskesi arkasina saklanmis kisiler hakiki bir kriz ile karsi karsiya gelmedikçe onlarin liderlik vasiflarini anlamak pek mümkün olmaz. 40 yillik bir miskinlik devri liderlerin kriz aninda hazirliksiz ve bilgisiz olmalari sonucunu dogurdu, simdi bir süredir çiraklik dönemlerini yasiyorlar. Bu gibi durumlarda sistemlerden çok kisilikler ve liderlik yetenekleri veya liderin ön deneyimleri hakim olur. Nitekim Kuveyt krizi zamanlamasi itibariyle bu açidan çok sansli bir döneme rastlamistir. CIA tarafindan yetistirilmis kararli bir George Bush ile Falkland Adalari krizinde çiraklik dönemini basari ile atlatmis kararli bir Margaret Thatcher yerine Amerka'nin basinda Bill Clinton, Ingiltere'nin basinda da John Major olsaydi irak Krizi ne durumda olurdu acaba? Bence çok fazla düsünmeye gerek yok. Bugün uzun bir süredir yasamakta oldugumuz utanç verici Bosna krizine bakmak yeter. Yugoslavya  ve AT üyesi ülkelerin bu kriz karsisindaki tutumlari Avrupa'nin gelecegine dair çok açik ipuçlari veriyor. Almanlarin Hirvatlari, Fransizlarin Sirplari daha açik bir sekilde nasil destekleyeceklerini merak ediyorum. Herhalde Transsilvanya Krizi gündeme geldiginde de Almanlar Macarlari, Fransizlar ise Latin geçmisine duydugu yakinlik dolayisiyla Romenleri destekleyecektir. Sirplarin ilerlemeleri devam ettigi takdirde Arnavutluk ile bir Kosova Krizi gündeme gelecek ve bu da aninda Makedonya bombasini uluslararasi bir kriz halinde patlatacaktir. Sadece ismi Makedonya oldugu için Yunanlilar bu ülkeye karsi savas ilan etmek gibi çok talihsiz laflar edebilmistir. AT'nin diger üye ülkeleri savas lafini telaffuz ettigi anda Yunanistan'in çok sert ve kararli bir sekilde haddini bildirmemis olduklarina ileride çok pisman olacaklardir.
Krizlerle bas edebilme sanati liderlerde yeni bazi vasiflar gerektiriyor. Temiz ve mükemmel  olmak artik  yeterli  degil. Bazi  çeliskili  vasiflar gerekiyor;  hem  temel zekanin klasik ögeleri hem de yaratilicilik gibi bir miktar dogustan gelen yetenekler. Hem temkinli, hem atak, hem inisiyatif sahibi, hem statükocu, hem hayal gücü olan hem de muhafazakar. Kisaca düzensizlik içinde bir düzen kurma yetenegine sahip, bugüne kadar alistigimizdan çok farkli liderler bulmak ülkelerin gelecegi için kaçinilmaz olmustur.
DÜZEN VE OTORITE ARAYISI MODERN YILLARIN SONU
 
SONUÇ
Avrupa Toplulugu, bir tehdit altindayken devletlerin icabinda egemenlik anlayisinin güvenlik anlayisindan sonra geldigi prensibi üzerine kurulmustur. Komünizm ve onun tamamlayici unsuru nükleer saldiri tehdidi altinda kurulan Avrupa Toplulugu, komünizmin çöküsü ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birligi'nin dagilmasi sonucu anlamini yitirmistir. Maastricht Anlasmasi ölü dogmus bir çocuktur.  Aslinda anlasmanin imzalandigi günlerde dahi pek çok ülke bu hedefe asla ulasilamayacaginin bilincinde olmasina ragmen Maastricht'i imzalamamak bir olay, imzalamak ise aslinda sonuçsuz bir eylem oldugu için, imzalamayarak nasil olsa gerçeklesmeyecek bir olayin baslangicinda Avrupa kamuoyunun mizikçi çocugu durumuna düsmemeyi tercih etmistir. Avrupa bugün bir ideoloji boslugu içindedir. Uzun yillar boyunca Avrupa Kitasi'nin öncülügünde dünya ister zehir, ister panzehir olarak kabul edilsin, degerini yitiren her ideolojik görüs yerine daima yeni bir fikir, yeni bir ideoloji üretmisti. Halbuki komünizmin çöküsünden beri bati dünyasinin zehiri ortadan kalkinca panzehirler de deger ve anlamini yitirmistir. Bati dünyasi bugün tam bir ideolojik bosluk içerisindedir.
 
Almanya'nin nasil bir degismeyen yayilmaci ve emperyalist emeller içinde oldugunu Fransa'nin zamaninda fark edememis olmasi Avrupa Kitasi'nin gelecegi için büyük bir talihsizliktir. Dünya büyük bir otorite boslugu içindedir. Birlesmis Milletler acze düsmüstür, NATO aslinda Amerika'nin Avrupa'da kisisel hegemonyasinin bir aleti oldugu için Avrupa'nin geleceginde olumlu bir rol oynayamaz. Bir kriz döneminde dünya ve ülkeler dengeleyici bir güç arayisina girerler. Oysa bugün bu dengeleyici  güç mevcut degildir. Avrupa ve onu takiben dünya, sehir ve bölge ülkelerine dogru süratle kaymaktadir. Italya'da Milano Belediye Baskani Lombardiya liginde sehrin bir sehir-devlet görmek istedigini söylerken, Ispanya'ya Katalanya Bölgesi Barselona'yi baskent ilan edip kendi para birimini ilan etmekten söz ederken, Dogu Rusya göçmenlerinin Köninsberg yöresini eskiden oldugu gibi bir müstakil prenslige dönüstürmeyi planladiklarini açiklarken, Venedik ve Trieste'nin, Italya'nin parçalanmasi halinde Orta Avrupa Toplulugu üyeligi mi müstakil sehir devleti mi sorusunun soruldugu bir ortamda, Hamburg'un ve Kuzey Denizi'nin büyük liman sehirlerinin Hanseatik Birlik'ten bahsettigi bir devirde, St. Petersburg'un bati ile Rusya arasinda bir köprü olmak yerine vazgeçilmez bir baglaç devlet niteliginde kendini düsündügünde, Çeçenlerin bagimsizlik mücadelesinin pek çok devlet ve toplum açisindan mesru bir mücadele olarak kabul edildigi bir dünyada bu Ortaçaga bir anlamda dönüs degil de nedir? Bu bir Yeni Ortaçag degil de nedir?

Benzer Kitaplar