Kitap, 3 Kasim 1996 yilinda Balikesir Ilinin
Susurluk Ilçesi
yakinlarinda meydana gelen ve adini bu ilçeden alan kazanin 20 yil öncesine dayanan Devlet-Hükümet-Mafya arasindaki yasanan
süreci resmi kaynaklara
dayanarak anlatmaktadir. Özellikle Susurluk kazasinda yasamini yitiren ünlü çete lideri Reis lakapli Abdullah Çatli ile kendisinin 1970’li yillardan itibaren iltisakli oldugu sahislarla ilgili iliskiler
açiklanmistir.
Enis Berberoglu
kitaba ismini veren Susurluk kazasinin bas aktörü olan Abdullah Çatli’nin
mafya içerisine nasil girdigi, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden
sonra Ermeni terör örgütü ASALA'ya karsi kullanilmasi, Mehmet Ali Agca
tarafindan Papa II. Jean Paul’e yapilan suikast, Abdullah Çatli’nin ve Oral Çelik’in Isviçre hapishanesinden 1990
yilinda kaçarak tekrar Türkiye’ye dönmeleri, Çatli’nin 1990 yilindan yasamini yitirdigi
1996 yilina kadar olan süreçte yasanan
olaylari kronolojik bir çizgide makale boyutunda
kaleme almistir.
Enis Berberoglu’nun kitaba ismini veren
Susurluk kazasi ile ilgili makaleler seklinde
olusan
kitabini özetleyecek olursak;
Türkiye’de uzun süredir ogalanüstü hal kosullarinin uygulanmasindan dolayi
adi suçlara karsi
duyarsiz kalindi. Mafya diye anilan
organize suç dünyasinin en az PKK, DHKP/C veya IBDA/C
kadar sistemi tehdit ettigini unutuldu. Mafya ve terör
örgütleri arasinda dogal ittifakin 12 Eylül 1980
öncesinde tanik olunmasina ragmen toplumsal hafizayi çogunlugu
olusturan
genç nüfusa aktarilamadi.
Yani nereden bakarsak bakalim Türkiye’de adi suç kapsamindaki
faili meçhullerin sayisi politik amaçli yildirma eylemlerine de katiliyor.
Güneydogudaki
faili meçhullerin ve darp gibi
olaylarin faillerin bulmakta nedense yetersiz ve aciz kaliyor.
Bu yüzden faili meçhul olaylarin yer aldigi raflara her yil 6000 dosya eklendigi
biliniyor. Türk Milleti resmi kaydin
hiçbir türünü sevmedigi için Türkiye’nin kaçaklar
cennetine dönüstügünün farkinda degil.
Arada Abdullah Çatli gibi ünlüler olmasa ve Susurluk’ta
kaza yasanmasa
kaçak suçlular kimsenin dikkatini çekmeyecek durumunda oluyor.
1997 Agustos ayi itibariyle Emniyet
verilerine göre Türkiye’de 321.443 sanigin kaçak dolastigi biliniyor. Susurluk’ta kaza
sonucu ortaya çikarilan çete ise herkesin kafasini karistirmaya yetiyor. Ama büyük
kentlerde sokaga park ettigi
otomobili için
degnekçiye para ödeme olayini nedense kimsenin umrunda degil.
Çünkü bu durumda otomobili ve sahsi sagligi tehdit eden Susurluk Çetesi gibi benzer çeteler degil
sadece otopark mafyasi
gibi kendi çapinda çok tehlikeli bir mafya türü degil.
Zaten mafya ve çeteler türlerine ayrilir. Arazi mafyasi,
çek-senet mafyasi, otopark mafyasi, uyusturucu
mafyasi, dilenciler mafyasi ve organize suç çeteleri.
Kisacasi herkesin besledigi
bir mafya ve çete türü var. Mafya sektörünün 1997 yili itibariyle ve son
tahminlere göre 30 bin dolayinda istihdam olusturdugu
biliniyor. Aileleri ile birlikte hesaplandiginda tasarlanan 100 bin kisilik
stadi dolduracak kadar kalabalik ve milli mafya ve çete ordusu. Mafya ayni zamanda ekonomik çarkin önemli bir
dislisi
olarak ta karsimiza çikiyor zaten. Çünkü mafya
olmasa kayitli ekonominin neredeyse iki katini bulan kayit disi sektörde adaleti kim dagitacak, vergiyi kim
sallayacak ve adaletsiz gelir dagilimini kim düzeltecek? Gibi sorular
geliyor insanin aklina.
Bati dünyasinda en ünlü devlet-mafya arasinda isbirliginin
Ikinci
Dünya Savasi yillarina gerçeklestigi
bilinir. Amerikali ünlü mafya babasi Al Capone’u vergi kaçakçiligindan tutuklayan ABD yönetimi hapisteki Italyan
asilli mafya babasi Luciano ile pazarliga
oturur.
Çünkü II. Dünya savasi ile ilgili müttefiklerin Italya
çikarmasi için mafyadan yardim istenir. Luciano parasütle Italya’ya atilir. Italya’nin isgali
sirasinda ABD tarafindan mafyanin
silahli destegine, sabotörlerine ve rehberligine
basvurulur.
Yine ABD ordusunun Vietnam Savasi sirasinda da bazi örtülü
operasyonlari finanse etmek amaciyla uyusturucu
ticaretine göz
yumdugu
hatta bu ticaretten pay aldigi da bilinir.
Türkiye’de Silahli Kuvvetler bünyesinde bulunan Özel Hap
Dairesi 1952 yilinda Seferberlik Tetkik Kurulu adiyla kuruldu. 3 Aralik 1990
tarihinde medyaya verilen brifinge göre son derece sinirli sayida operasyonda
kullanildigi seklinde
söylendi. Bu operasyonlarin Kibris Baris Harekâti,
1980 yilinda kaçirilan Diyarbakir uçagina baskin ve Güneydogu’da bazi nokta hedeflere karsi düzenlenen operasyonlar gibi.
1990 yillar sadece siyasi kutuplari ayiran duvarin
çökmesine degil, NATO bünyesinde tek merkezden kontrol edilen gizli
bir örgütün hemen tüm üye ülkede desifre
edilmesine sahne oldu. Buna en somut örnek ise Italya’da Gladio olarak anilan ve asker kadar milis de
kullanan örgütün görevi Komünist Parti’yi iktidardan uzak tutacak
politika izlemekti.
Maalesef 1980 yili öncesi Türk ordusu da bu duruma benzer
kaygiyi tasiyordu.
Çogu
askere göre Türkiye elden gidiyor,
komünist düzen tüm ülkeye hakim oluyordu. Üniversiteler, isçi sendikalari, ögretmen
dernekleri sosyalistlerin kontrolüne
giriyor, büyük kentler mahalle, sokak
düzeyinde parselleniyor ve halk sosyalizm hegemonyasina giriyordu.
Aslinda sol tehlikeyi durdurmak için Türk Devlet
tarafindan 1960’li yillarda denenen formül hala gündemdeydi. Yani MHP ve MSP
militanlari. Yalniz bu kez lojistik destegin
boyutu farkli oldu. Çünkü sokaklar, okullar ve kentler her gün ölü-yarali
sayisi artan silahli çatismalarin sonucuna göre el degistiriyordu.
Ülkücülerin agir silahla donatilmasi zorunlu hale gelmisti.
Bu yüzden Abdullah Çatli gibi isimler bu ihtiyacin ürünü
olarak devreye girdiler. Devletin gizli güçleri; MHP ve silah kaçakçisi olan mafya
çeteleri arasinda irtibati kurdu. Abdullah Çatli, Mehmet Ali Agca,
Oral Çelik gibi namli ülkücüler MHP ile yer alti dünyasi nezdinde mutemet
sayildilar.
Abdullah Çatli ve ekibi meshur Bahçelievler
katliamindan hemen sonra Istanbul’a gelerek isin
basina geçtiler. Çatli’nin buldugu
ordu mali patlayicilarin bir bölümü 16 Mart 1978 tarihli Istanbul
Üniversitesi katliaminda kullanildi.
Katliamlarda kullanilan silahlari Abdullah Çatli’ya satan
yüzbasi desifre
olarak hapse atildi. Reis lakapli ülkücü Abdullah Çatli ise Bulgaristan’in
Varna kentinde yerlesik MHP yanlisi Türk bir silah kaçakçisiyla alisverise basladi. Ülkücü camia; soygun, haraç, zorunlu bagis
gibi eylemlerde topladiklari paranin kendilerine silah, bomba ve mühimmat olarak
geri dönmesinden dolayi son derece memnundu.
Abdullah Çatli, mafya ile yakinlastikça 12 Eylül sonrasin da olusturulan
sikiyönetim mahkemesi kayitlarina geçecek bir iliskiye
tanik oldu. Yani Devletin kolluk
güçleri istihbarat topladiklari mafyaya toleransli davraniyor, ufak tefek
eylemlerine göz yumuyordu. Ancak bu alisveris
kimi hallerde yillar
sonra ilk MIT raporuna da yansidigi gibi tamamen çikar iliskisine
dönüyordu.
Kisacasi derin devlet ve MHP mafyadan yararlaniyoruz
saniyor oysa çok önemli bir maddi güce ulasmasina izin verilen yer alti ekonomisi ülkenin gerçek ve tek patronu olmaya
soyundugunun
farkina varmiyordu.
12 Eylül 1980 darbesinin sonrasinda geçen sürede ise, Kontrgerilla-MHP-Mafya
ittifakinin en ciliz üyesi olan yer alti dünyasi çok palazlandi. Çünkü diger müttefiklerden farkli olarak hala bir amaci ve islevi
vardi. Para kazanmak ve mevcut
gücünü devam ettirmek.
Gerçekte MHP’li çete artiklari yurtdisina kaçtiklari andan itibaren yakin
tarihin en büyük istihbarat savasinin içine düstükleri bilinmektedir. Papa
II. Jean Paul suikastinde Mehmet Ali Agca’ya silahi saglayan
Abdullah Çatli, CIA ve KGB arasindaki satranç oyununda piyon gibi kullanildi.
CIA Abdullah Çatli’ya suikast suçunu KGB’ ye yikmasi için
bastirdi. Sovyetler Birligi ise aksi yönde girisimlerde
bulundu. Iste Çatli’nin tam bu sirada 1982 yilinda gerçek adiyla ABD’ye gitmesi ise kimsenin
dikkatinden kaçmadi.
Türkiye 1980’li yillarin basinda Abdullah Çatli ve ekibini sadece yakindan
izlemekle yetindi. Yurtdisindaki
Türk diplomatlarina yönelik Ermeni terör örgütü
ASALA tarafindan yapilan saldirilar yogunlasinca Abdullah Çatli ve Oral Çelik çalinan ilk degil
son kapi oldu. 1984 yilinda uyusturucu ticaretine
bulastigi kesinlik kazanan ve ASALA
terör örgütüne karsi basarisiz oldugu
bilinen Abdullah Çatli Fransiz polisi tarafindan muhtemelen Türkiye tarafindan
yapilan bir ihbar sonucu Fransa’da tutuklandi. Abdullah Çatli 1990 yilina kadar
gündemden silinirken Türkiye’de ekonomi disa açildi. Bunun en önemli etkeni ise
yapilan ihracatlar sonucu elde edilen vergi iadesi oldu. Mafya ise hayali
ihracat yoluyla polise ve siyasete sizmayi becerdi. Mehmet Eymür tarafindan 1987
yilinda kaleme alinan ilk MIT raporunun yankilari bile bu iliskiyi
bozmaya yetemedi.
1990 yili Mart ayinda Isviçre’de rahat bir sekilde
hapisten kaçan Abdullah Çatli ve ailesi Türkiye’ye döndüklerinde resmi
makamlardan uzak durdular. Eski ülkücü arkadaslari ile birlikte ticareti
deneyen Abdullah Çatli, bu iliskiler
sayesinde Azerbaycan’a
kadar uzandi. Çünkü
1991 yilinda Sovyetler Birliginin dagilmasi ile birlikte Azerbaycan bagimsizligini ilan etmis ve özellikle Ülkücü camiaya yakin Türk is
adamlari bu ülkeye yatirima baslamisti. Çatli belki diger ülkücü mafya üyeleri gibi ufak suç dünyasi sinirlari içinde yasayacak
ve ölecekti ama Turgut Özal’in vefati Türkiye’de oyunun kurallarini degistirdi.
1993 yilinda Süleyman Demirel’in Cumhurbaskani ve ayni zamanda Tansu Çiller’in Basbakan
olmasiyla Güneydoguda
aniden alevlenen terör olaylari yüzünden panige
kapinildi. Çiçegi
burnunda Basbakan Tansu Çiller çareyi kendisine bagli ve Emniyet bünyesinde çalisacak
özel büro kurmakta buldu.
Tansu Çiller’in teröre karsi savasacak
alternatif örgütü dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Agar’in altinda ve Tarik Ümit’in
koordinasyonunda kuruldu. Tarik Ümit bu ekibe Yasar Öz, Abdullah Çatli ve Nurettin Güven gibi
isimleri aldi. Dönemin Emniyet Özel Harekât Dairesi Baskani Ibrahim
Sahin
ile bazi özel tim polisleri de bu
ekibe yardimci oldular. Bu arada 1987
tarihli MIT raporunun yazari ünlü istihbaratçi Mehmet
Eymür ise yeniden Teskilat’a dönmüs
oldu.
Bu özel ekibin amaci ise; PKK ve Dev-Sol gibi terör
örgütleri hakkinda istihbarat toplayarak, Kürt Mafyasi ve PKK arasinda kurulan
mali baglari koparmakti. Bu amaçla
özellikle PKK terör örgütüne mali yardimda bulunduklari tespit edilen uyusturucu
kaçakçilari yakin takibe alindi. Bazilari ünlü uyusturucu
kaçakçisi Behçet Cantürk gibi Sapanca
yakinlarinda ensesine tek kursun sikilmis
halde bulundu.
Kurulan bu özel ekipte koordinatör Tarik Ümit’in aniden
ortadan kaybolmasi ve Abdullah Çatli’nin kontrolden çikmasi çözülme yaratti. Ibrahim
Sahin’in baska göreve tayini planlandi ve
özel timci polisler ise Ankara disina yollandi. Genel Müdür Mehmet Agar
ve çok sayida emniyet kökenli
bürokrat 1995 seçimlerinde DYP’den meclise girerek milletvekili oldular.
Abdullah Çatli 1996 yilinda iki önemli olaya karisti. Bunlardan birisi Gaziantep’li
isadami Mehmet Ali Yaprak’in fidye için kaçirilmasi ve digeri
ise kumarhaneler krali Ömer Lütfü Topal’in öldürülmesi olayidir. Ekip arasinda
bas gösteren anlasmazlik Topal cinayeti sanigi özel harekatçi polislerin Istanbul
Emniyetine bildirilmesi ile sonuçlandi. MIT’in ikinci raporu ise bu karanlik
iliskileri
aydinlatti ve Susurluk kazasinin
haritasini çikardi.
Susurlukta kaza sonucu ortaya çikan çete 12 Eylül 1980 öncesi
sablona
oturtulup incelendiginde ise yapisi daha iyi ortaya
çikiyordu. Susurluk çetesinin kompozisyonu 12 Eylül 1980 öncesi Kontrgerilla-MHP-Mafya
ittifakindan en çok mafya kanadina yakindi ve o dünyanin yöntem ve kadrolarini
kullaniyordu.
Susurlukta kamyonun Mercedes’e çarpmasi tamamen tesadüf
bir olaydi. Peki ya çarpmasaydi? Yani o kaza yasanmasaydi bu durum ne kadar daha sürecekti?
MIT Kontr-Terör Daire Baskani Mehmet Eymür’e göre 1995 yilindaki Tarik Ümit’in kaçirilisi ile ilgili Abdullah Çatli’nin isi
iyice azittigini, o siralarda Çatli’ya söz geçirecek herhangi bir makamin olmadigini, Mehmet Eymür’ü bile görevden aldiracagini söyleyecek kadar kontrolden
çiktigini dile getirmisti.
Burada yanit aranmasi gereken soru ise bu kaza yasanmasaydi? Türkiye ates çemberinden geçerken siyasi sorumlularin neler yaptigi? Olmalidir. Emniyet bünyesindeki özel ekibin kurulus
amaci ise; Tansu Çiller’in Basbakan
olur olmaz MIT’e
yani istihbarata hakim olmakti. O
dönemdeki MIT Müstesari Sönmez Köksal’i görevden alamayan Tansu Çiller Emniyet bünyesinde tamamen kendi
denetiminde bir istihbarat birimi olusturmaya
çalisti.
Sonuç olarak Susurluk Çetesinin ortaya koydugu
gerçek açik ve nettir. Türkiye acemi ve basiretsiz
siyasetçiler tarafindan yönetilirken, devletin
herhangi bir birimde özel çikar pesinde
kosan çetelerin kurulmalari zor degildir.
Susurluk çetesinden çikarilacak dersler ise; çetelerin
insan, silah, belge ve mali kaynaklarin kesilmesi zorunlulugudur.
Kazanin yasanmasi ile birlikte TBMM’de Susurluk Komisyonu kuruldu.
Bu kurula Abdullah Çatli’nin esi Meral Çatli, Oral Çelik vb. birçok kisini
bilgisine basvuruldu. Bunlardan en önemlisi ise Abdullah Çatli’nin esi
Mera Çatli’nin; esini
Türkiye’ye döndükleri 1990 tarihinden
itibaren öldügü 1996 tarihine kadar Türkiye’de Mehmet Özbay sahte kimligi
ile çok rahat bir sekilde
dolasabilmesidir.
TBMM’ de kurulan Susurluk komisyonunu 4 Nisan 1997
tarihinde tamamladigi
raporunda çetelere
karsi bir dizi önlem önerdi. Bu önlemlerden ise
kitabin 218-219-220 sayfalarinda su sekilde
bahsedilmektedir.
Adli Polis Kurulmali: Adli Polis teskilati kurulmalidir. TCK’nin kapsamina günümüz
suç tiplerini karsilayacak
maddeler konulmalidir.
Devlet Sirrina Sinir: Devlette sir kavraminin
sinirlarinin belirlenmesi ve bu sirlarin parlamentonun bilgisine açilmasi,
hukuk devletine islerlik kazandirmak açisindan gerekli görülmektedir.
Silah Alimina Kontrol: Silah alimlari kontrol altina
alinmalidir. Herkese silah ruhsati verilmemelidir. Her silahin balistik
kayitlari bulunmalidir. Ruhsatsiz silah bulundurmanin cezasi caydirici hale
getirilmelidir.
Herkese Mal Beyani: Herkese mal beyani verilmelidir. Kamu
görevlilerinin mal beyani açik olmalidir. Parasal iliskilerin
söz konusu olabilecegi
yerlerde görev
yapan kamu görevlilerinin
mal varliklarindaki degisiklikler
mutlaka en az iki yilda
bir denetim elemanlarinca
kontrol edilmesi gerekmektedir.
Yeni Meclis Komisyonlari: Devlet yapisinin yeniden
düzenlenmesi, mafya, uyusturucu kaçakçiligi, mason localari ve kumarhaneler hakkinda halkin güvenliginin
saglanabilmesi
için Meclis Arastirma Komisyonlari kurulmalidir. Meclis Arastirma Komisyonlarinin görev
süreleri arttirilmali ve yetkileri genisletilmelidir.
Itirafçilara
Yeni Kimlik: Kanundaki haklardan istifade eden itirafçilara yeni kimlikler
verilerek OHAL bölgesinden uzaklasmalari saglanmalidir. Bu baglamda
itirafçilik yasasi yeniden ele alinmalidir.
OHAL Kalkmali:
OHAL alternatif çözümler yaratilarak kaldirilmalidir. Polis, jandarma ve
istihbarat birimleri yeniden yapilandirilmali ve aralarinda koordinasyonu saglayacak
bir yapiya kavusturulmalidir.
Teröre Meclis Arastirmasi: Terörle mücadele
yönteminin yanlisligi konusunda ciddi bir meclis
arastirmasi yapilmalidir. Terör ranti da ortadan kaldirilmalidir.
Seçim Yasasi Degisikligi:
Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Yasasi degistirilmek
suretiyle seçilecek
milletvekillerinin belli, çok
az bir kontenjan disinda mutlak surette halkin itimat ve güvenine mazhar olmus
neticede hesap verecegi yerin seçmen oldugu
bilincine sahip kisilerin parlamentoya tasinmasini saglayici düzenlemeler yapilmalidir.
Partilere Mali Denetim: Parti içi demokrasi gerçeklestirilmeli,
siyasi partilerin mali kaynaklari
saydamlastirilmali ve bu konuda etkin denetim
getirilmelidir.
Kamu Görevlisine Kolay Tatbikat: Kamu görevlilerin isledikleri
suç iddialarindan dolayi dogrudan
takibat yapilabilmesi
imkâni saglanmali.
Daha Siki Denetim: Denetim elemanlarinin yetkileri ve imkânlari
iyilestirilmeli,
içinde bulundugu birimin
en üst kademesiyle ilgilendirilmeli, müdahaleden korunmali ve güvence
getirilmelidir.
Organize Suç Yasasi: Yasadisi suç örgütlerinin olusmasinin engellenmesi için Adalet Bakanliginca hazirlanan Organize Suç ve Suç Örgütleri hakkinda kanun tasarisi zaman geçirilmeden yasalastirilmalidir.
Kanit Yasasi: Polis suç kanitlari toplama ve degerlendirme
yasasi çikartilmali, Bankalar Yasasi degistirilerek
büyük miktarda para akimlari kontrol altina alinmalidir.
Koruculuk Kalkmali: Koruculugun
kaldirilmasi veya sinirlandirilmasi saglanincaya kadar siki kontrol altina alinmalidir.
Dokunulmazliga Sinir: Yasama dokunulmazligi, Meclisteki görüsme
ve Meclis islemleriyle sinirlandirilmali, seklindedir.
Sonuç olarak kitabin yazari Enis BERBEROGLU’na göre; 3 Kasim 1996 yilinda Susurlukta meydana
gelen kaza ile ilgili birçok seyin yazilip çizildigini
aktariyor. Ortaya çikan bu durumun
kimilerine göre ürkütücü kimilerine göre ise normal bir durumdan
ibaretti. Kazayla birlikte ortaya çikan belgeler bazen inandirici bulundu,
bazen de süpheyle
karsilandi. Yazar kaza ile ortaya
çikan bilgileri toparlayarak önemli ayrintilara ulasmis ve kitaba
ismini veren “20 yillik Domino”nun taslarini da anlamli bir sekilde
dizmeye çalismistir.