Terör kelimesi Fransiz Ihtilali’nden sonra kullanilmaya
baslanmistir. Terörün amaci halki korkutarak demokratik düzende yapilamayan
amaçlara bu antidemokratik yöntemle ulasmaktir.
Terörde olmazsa olmaz unsur siddet unsurudur. Her terör
eyleminde muhakkak siddet kullanilmaktadir. Teröristin yapmis oldugu eylemler
onun kendini tanitmasi için kullanmis oldugu yöntemlerdir. Bu sayede terörist
yönetimi zorlayarak kendini kabul ettirmeye çalisir ve fikirlerini de halka
yaymaya çaba gösterir. Bunlar için de çesitli eylem türlerini seçebilir.
Terör eylemleri, son yillarda bilginin kolay ulasilabilir
olmasindan dolayi daha basit hale gelmistir. Ülkemizi tehdit eden terör
unsurlari dört grupta incelenebilir: Marksist-Leninist ideoloji çerçevesinde
hareket eden terör örgütleri (DHKP/C), bölücü bölgeci terör örgütleri (PKK),
din referansli terör örgütleri (ICCB-AFID), yurt disi terör örgütleri (ASALA).
Yabancilarin ülkemiz topraklari üzerinde birçok emelleri vardir.
Özellikle Ermeniler, Yunanlilar ve Suriyelilerin ülkemizden toprak koparma
amaçlari vardir. Ayrica içimizde de Kürt sorunu, Pontus meselesi mevcuttur.
Bunlarin disinda Yahudilerin ve Hiristiyanlarin da ülkemiz ile ilgili bir takim
toprak koparma amaçlari mevcuttur.
Terörist eylemler bir amaca ulasmak için gerçeklestirilen
ve bir yerden sevk edilen eylemlerdir. Yani terör eylemi amaç degil hedefe
ulasmak için kullanilan bir araçtir. Fransiz ihtilalinden sonra ortaya çikan
siyasi terörizm kavraminda ülkenin siyasi düzenini yikmak amaçlanmaktadir. Bu
amaca ulasmak için ise çesitli siyasi suikastlar ve siyasi aktörleri hedef alan
eylemler yapilmaktadir. Teröristler yaptiklari eylemler ile hem halk üzerinde
bir korku ve panik olusturmayi hedeflemekte hem de yönetimi halk üzerinde baski
olusturmaya zorlamaktadir.
Terör faaliyetleri belirli bir yapi içerisinde
genisleyerek yayilmaktadir. Teröristler ideolojilerine siki sikiya baglidirlar.
Ve bu ideolojilerini hayata geçirebilmek için her türlü illegal yolu denemektedirler.
Yaptiklari bu eylemlerin ideolojilerine hizmet ettigine inandiklari için
pismanlik hissi duymamaktadirlar. Teröristler bu eylemleri, bir kitle
psikolojisi içerisinde bulunduklari için pek fazla sorgulama yapmadan
uygularlar.
Terör eylemleri ulusal ve uluslar arasi olmak üzere iki
kisma ayrilabilir. Ayrica bu terör eylemlerine katilan bireyler ve seçilen
hedefler baglaminda da çesitli gruplamalara gidilebilir.
Teknolojik gelismelere paralel olarak teröristlerde
gelismektedirler. Ulasim teknolojisinin gelismesi ile terör eylemleri birçok
alana kolayca ve hizla erisebilmektedirler. Silah ve patlayici maddelerdeki
gelismelerdeki gelismeler ve bunlarin temin edilmesindeki kolayliktan dolayi
terörist eylemlerin her an her yerde olma ihtimali fazladir. Ayrica nükleer ve
biyolojik silahlarin terör örgütlerinin ellerine geçmesi ve bunlari
kullanmalari durumunda ise dünya çapinda eylemler yapilma ihtimalide oldukça
yüksek düzeydedir.
Bilgiye ulasmadaki kolaylik olan internet teknolojisi de
teröristlere imkan saglamaktadir. Bundan dolayi polis teskilatlari ortak
çalismalara hiz vermeye baslamislardir.
Günümüzde terör eylemleri ülkeler arasi bir hal almaya
baslamistir. Bunun en önemli nedeni de bir takim devletlerin bu terör
eylemlerini dogrudan ya da dolayli olarak desteklemesinden kaynaklanmaktadir.
Terör eylemleri ilk basta gelisigüzel yapilarak halkta
korku ve panik olusturulur. Bundan sonra ise daha çok seçilmis hedeflere
yönelik olarak yapilan terör eylemleri gelir. Bu eylemlerde ise halk ile
devletin birbirine karsi durmasi hedeflenir.
Seçilmis terör eylemlerinin en basta geleni
suikastlardir. Suikastlarda ya devlet görevlileri ya da taninmis isimler
seçilerek halk üzerinde etki yapmasi amaçlanir. Suikast tekniklerinin en basta
geleni zehirlemedir. Yüzyillardir bu teknikle bir çok kimsenin yasami
sonlandirilmis ve halk üzerinde etkiler uyandirilmistir.
Bu zehirlemelerden ve zehirleme süphelerinden bazilari
sunlardir: Peygamberimiz Hz. Muhammed’e Yahudi bir kadin tarafindan zehirli et
verildigi, Hz. Ebubekir’in zehirlenerek öldürüldügü, Hz. Ali’nin zehirli
hançerle sehit edildigi rivayet edilmektedir. Turgut Özal’in Ebulfeyz Elçibey’i
destekledigi için Bulgur sefaretinde içtigi bir limonatadan dolayi zehirlendigi
iddialari hala açikliga kavusmamistir. Eski KGB ajanlarindan Alexander
Litvinenko’da yine yiyecegine zehir katilarak öldürülen kimselerden olmustur.
Yugoslavya’yi yöneten Maresal Tito’nun da mücevher kutusu ile zehirlenmesi
düsünülmüstü.
Alman teknisyen Horst Schwirkmann 1964’de nitrojenli
hardal gazi ile zehirlenmis, Castro’ya 1961’de zehirli sigara gönderilmis ancak
Castro içmemisti. Kongo’nun ilk basbakani Partice Lumumba’da zehirlenmek
istenmis ancak basarilamamisti. 1961’de Irak’in basinda bulunan General Abdül
Kasim zehirli eldiven ile zehirlenmek istenmisti. Rus yazar Soljenitsin de KGB
tarafindan 1971 yilinda zehirlenmek istendi, Bulgar yazar Georgi Markov zehirli
semsiye yardimiyla 1978 yilinda zehirlendi. Alparslan Türkes’in zehirlenerek
öldürüldügü iddiasi da mevcuttur. Osmanli Devleti’nde ise Fatih Sultan
Mehmet’in zehirlenerek öldürüldügü iddiasi mevcuttur. Ayrica oglu Sehzade
Cem’in de zehirlendigi ve Yildirim Bayezid’in de zehirlendigi iddialari
mevcuttur.
Bu tür zehirli suikastlara maruz kalanlardan bir kismi da
sunlardir: Imam-i Azam Ebu Hanife, Büyük Selçuklu Sultani Meliksah, Vezir
Nizamülmülk, Sultan Alaaddin Keykubat, Bediüzzaman Said Nursi, opera sanatçisi
Maria Callas, yazar Emile Zola, ünlü besteci Mozart, Büyük Iskender, Napolyon,
Azeri siyasetçi Neriman Nerimanov, Abhaz lider Lakoba, Yuri Çekoçihin ve
Stalin’in de zehirlenerek öldürüldükleri iddia edilmektedir. Çeçen komutan Ömer
bin Hattab’in Ruslar tarafindan zehirlendigi bilinmektedir. Mossad tarafindan
zehirlenmek istenen Halit Meshal’in olayi gün yüzüne çikinca Israil Hamas
lideri Seyh Yasin’i serbest birakmak zorunda kalmistir.
Irak krali Serif Hüseyin’in büyük oglu Faysal’in
zehirlenerek öldürüldügüne inanilmaktadir. Bülent Ecevit’in de 1977 yilinda
zehirli bir silah ile öldürülmeye çalisildigi bilinmektedir. Kamboçya’nin
diktatörü Pol Pot’un zehirlendigi iddiasi vardir, dövüsçü Bruce Lee’nin ölüm
sebebinde zehirlenme iddiasi mevcuttur. ABD Baskani Bill Clinton’da çesitli
yöntemler ile zehirlenmek istenmistir.
Tüm bu zehirlenmelere karsi bazi önlemler alinmasi
gerekmektedir. Bunlardan bilinenleri; Osmanli Sarayinda kullanilan tabaklar
yemek zehirli ise renk degistirme özelligine sahipti, Rusya Devlet Baskani
Putin’in Türkiye ziyaretinde kalacagi yerlere zehir kontrolü yapildi, ABD
Baskani Bush’un Türkiye’de tokalasacagi kimselere zehirlenmeye karsi avuç içi
kontrolü yapildi. Ayrica Saddam Hüseyin’in de zehirlenmelere karsi çok hassas
yasamaktaydi.
Dünyada birçok yönden ses getiren suikastlar ve suikast
girisimleri sunlardir: Papa 2. John Paul’e karsi Mehmet Ali Agca tarafindan
suikast girisiminde bulunulmasi, ABD Baskani John Kennedy’in 1963 yilinda
suikast ile öldürülmesi, Turgut Özal’in ölümü, Prense Diana’nin ölümü,
Malcolm-X’in öldürülmesi, Martin Luther King’in öldürülmesi, Isveç Basbakani
Olof Palme’nin öldürülmesi, Israilli Izak Rabin’in öldürülmesi, Lübnan
Basbakani Refik Hariri’nin öldürülmesi ve Pakistanli General Ziya-ül Hak’in
uçak kazasi ile ölmesi bu tür suikastlardan bazilaridir. Bunlarin benzeri
birçok suikast ve suikast girisimleri dünyada sürekli olmaktadir. Ayrica
dünyada suikast izlenimi veren uçak kazalari ile de bir takim önemli devlet
adamlarinin öldügü görülmektedir.
1 Subat 1978’de suikasta kurban giden Abdi Ipekçi,
Milliyet gazetesinin genel yayin müdürü ve basyazari idi. Milliyet gazetesinde
isler tamamen Abdi Ipekçi üzerinden yürüyordu. Abdi Ipekçi’nin katili dönemin
ülkücü gençlerinden olarak bilinen Mehmet Ali Agca idi. Mehmet Ali Agca
cinayetten 5 ay sonra yakalandi.ancak yakalandiktan sonra mahkemesi devam
ederken 4 ay sonra hapisten kaçirildi. 28 Nisan 1980’de giyabinda idama mahkum
edildi. 13 Mayis 1981 yilinda Agca yeniden sahneye Italya’da çikti ve Papa 2.
Jean Paul’e suikast girisiminde bulundu ve Italya’da ömür boyu hapse mahkum
edildi. 2000 yilinda affedilen Agca Türkiye’ye getirildi.
Mehmet Ali Agca
Abdi Ipekçi cinayetinde yalniz degildi. Agca’ya bu cinayette yardim eden ve
öncülük yapan su isimlerde vardi: Oral
Çelik, Abdullah Çatli, Mehmet Sener, Yavuz Çayran, Yalçin Özbey. Abdi Ipekçi
cinayeti ile ilgili birçok neden ortaya atildi. Bunlarin basinda; Türkiye’nin o
dönem Yunanistan’in Nato üyeligine karsi çikmasindan dolayi ABD’nin duydugu
rahatsizlik gösterilmektedir. Bundan dolayi da dönemin Basbakani Bülent
Ecevit’in danismani konumundaki Abdi Ipekçi’nin öldürüldügü söylenmektedir. Ayrica
Abdi Ipekçi’nin Milliyet gazetesinin satilmasini istememesinden dolayi da
öldürüldügü iddia edilmektedir. Son olarak ise Ipekçi’nin silah ticaretine
karsi yazilar yazmaya baslamasindan dolayi öldürüldügü de iddialar arasindadir.
Ancak sebebi ne olursa olsun bu olay 12 Eylül askeri darbesini hazirlayan
faktörlerden birisidir.
Atatürkçü Düsünce Derneginin kurucularindan, siyasetçi ,
1961 Anayasasinin hazirlanmasinda komisyon sözcülügü yapan, Türk Hukuk Kurumu
Baskani, Prof. Dr. Muammer Aksoy 31 Ocak 1990 aksami, Ankara’da silahli saldiri
sonucu hayatini kaybetti. Fail ya da failler uzun süre bulunamadi. Ancak 19
Mayis 2000 yilinda failler yakalandi. Mahkeme vermis oldugu kararda cinayetin
Iran baglantili oldugu üzerinde durdu. Ancak bu cinayet aslinda Türkiye ile
Iran’in arasinin açilmasini isteyen dis güçlerin bir tezgahi idi. Bunun içinde
ABD ve Israil ön planda görünüyordu. Ayni zamanda bu cinayet Aksoy’un
Türkiye’deki petrol konusu ile ilgili yapmis oldugu bir takim çalismalardan
rahatsiz olanlar tarafindan da islenmis olabilir.
7 Mart 1990’da Hürriyet gazetesi genel yayin yönetmeni
Çetin Emeç Istanbul’da soförü ile birlikte öldürüldü. Cinayetin zanli ya da
zanlilari ancak 1993, 1995 ve 1996 yillarinda yakalandi ve halen yakalanamayan
bir zanli mevcuttur. Yakalananlarin Islami Hareket Örgütü üyesi olduklari ve bu
örgütün Iran yanlisi oldugu ileri sürüldü. Mahkemede kararini bu yönde verdi.
Ancak Iran’in bu suikasttan hiçbir menfaati olmamis tam aksine Türkiye ile
arasi biraz daha açilmistir.buradan kar edinen ise ABD ve Israil olmustur.
4 Eylül 1990 yilinda eski müftü olan ancak daha sonra bu
görevinden ayrilarak TRT’de çalisan ve buradan da 1982 yilinda emekli olarak
Dogu Perinçek ile birlikte dergilerde yazilar yazan ve ateist oldugu söylenen
Turan Dursun Istanbul’da öldürüldü. Turan Dursun’un da Islami Hareket Örgütü
tarafindan öldürüldügü iddia edildi. Ancak bu da evvelki cinayetlerin sonuçlari
ile ayni sonuçlara sahipti. Bu açidan ABD ve Israil baglantisi göz ardi
edilmemelidir.
SHP Parti Meclisi üyesi Bahriye Üçok’da 7 Ekim 1990’da
evine gönderilen bombali bir kitap paketini açmasi sonucu hayatini kaybetti. Bu
cinayette de yine Islami Hareket Örgütü daha sonra da Hizbullah sorumlu olarak
gösterildi. Ancak bu cinayette de farkli hesaplar oldugu ve türban konusunun TBMM’de
görüsüldügü bir anda oldugu dikkat çekicidir.
Gazeteci-yazar Ugur Mumcu 24 Ocak 1993’de Ankara’da
arabasina konan bombanin patlamasi neticesi öldürülmüstü. Suikasti birçok
Islami örgüt üstlendi. Suikastin saniklari ancak 2000 yilinda yakalandi ve
saniklarin Tevhid-i Selam grubu üyesi olduklari söylendi. Bu suikastta da
medyada çesitli gruplar ve ülkeler suçlani. Özellikle Islami gruplari ve Iran’i
hedef seçen birçok yazi yazildi. Iran suikastin kendileri ile kesinlikle ilgisi
olmadigini defalarca belirtti. Hatta Süleyman Demirel’de bir açiklamasinda Ugur
Mumcu’nun öldürülmesi ile Iran’in hiçbir sey kazanamayacagini belirtti. Bundan
dolayi suikastin Iran’la iliskilendirilmesinin yanlis oldugunu belirtti. Ayrica
konu ile ilgili PKK’da suçlandi. Mumcu’nun öldürülmesinden sonra medyanin
sürekli Iran üzerinde durmasi aslinda bu suikasti yapanlarin tam da istedigi
seydi. Türkiye ile Iran’in düsman ülkeler olmasini isteyenlerin Ugur Mumcu’nun
öldürülmesinde etkileri oldugu muhakkaktir.
Jandarma Genel Komutani Orgeneral Esref Bitlis 1993
yilinda Ankara’dan Diyarbakir’a gitmekte iken uçagi havalandiktan kisa bir süre
sonra düser ve Esref Bitlis’le uçakta bulunanlar hayatlarini kaybeder. Kazanin
buzlanmadan kaynaklandigi yönünde karar verildikten sonra dosya kapandi. Ancak
kazanin buzlanma neticesi degil de sabotaj ihtimalinden kaynaklandigi ihtimali
oldukça yüksektir ve bu konu hakkinda çesitli delillerde mevcuttur. Orgeneral
Esref Bitlis oldukça basarili ve PKK ile mücadelede de kararli bir komutandi.
Kuzey Irak’ta konuslanmis Çekiç Güç kuvvetlerine de karsi idi. Ayrica PKK ile
mücadele için hazirlamis oldugu Kale Plani da oldukça kapsamli bir plandi. Tüm
bu çalismalari isiginda Esref Bitlis Genel Kurmay Baskanligina dogru yol
aliyordu. Esref Bitlis’in ölümündün sonra çevresindeki insanlarda birer birer öldürüldü. Bunlar:
Jitem Grup Komutani Ahmet Cem Ersever, Ersever’in yakin çalisma arkadasi
Mustafa Deniz ve Tuggeneral Bahtiyar Aydin’dir.
21 Ekim 1999 günü Ankara’da evinin önündeki aracina
binerken aracin üzerine konulmus poseti atmak isteyen Kültür Eski Bakanlarindan
Cumhuriyet Gazetesi yazari Prof. Dr. Ahmet Taner Kislali ölmüstü. Kislali’nin
ölümü ile Türkiye’de bir laik-antilaik çatismasi planlaniyordu. Çünkü son
dönemde basörtüsü ile ilgili yazmis oldugu yazilardan dolayi Akit gazetesince
kendisi hakkinda agir ithamlarla yazilar kaleme aliniyordu. Kislali’nin cenaze
törenide adeta askeri erkânin bulusma noktasi olmustu. Genel Kurmay
Baskanligi’nin emriyle tüm askerler törene katilmisti. Hatta sadece devlet
baskanlari ve komutanlar için hazir tutulan “onur taburu” da törende yer
almisti. Kislali’nin öldürülmesi Türkiye’nin tam da yüzünü batiya döndügü bir
zamana denk gelmesi itibariyle bu açilimi istemeyenlerin tam olarak arzuladigi
bir nokta atislarindan biri idi.
25 Agustos 2001’de Istanbul Eyüp Sultan mezarliginda isadami
Üzeyir Garih öldürülmüstü. Garih’in öldürülmesi biçak yoluyla olmustu. Konu ile
ilgili bir kisi cinayetten yaklasik 12 gün sonra fail olarak yakalandi. Ancak
bu kisinin vermis oldugu çeliskili ifadelerden dolayi sahsin akli dengesinin
yerinde olmadigina kanaat getirildi. Cinayetin islenis tarzi itibariyle Mason
Locasi göze çarpiyordu. Ayrica Üzeyir Garih’in Müslüman oldugu yolunda bir
söylenti de mevcuttu. Bundan dolayi da cezalandirilmis olabilecegi
düsünülebilir. Ayrica, Üzeyir Garih bölgede önemli bir isimdi ve Israil
Devleti’nin almis oldugu bir kisim kararlara karsi çikiyordu. Bu sebepten
dolayi da bir cezalandirma ihtimali mevcuttur.
Ankara Üniversitesi Ögretim Görevlisi Doç. Dr. Necip
Hablemitoglu 18 Aralik 2002 tarihinde evinin önünde ugradigi bir silahli
saldiri sonucu hayatinin kaybeder. Bu olayin failleri hala yakalanamamistir.
Konu ile ilgili olarak cinayet islendigi siralarda Hablemitoglu’nun yazmakta
oldugu Köstebek isimli kitabinda Fethullah Gülen grubu ile ilgili bir kisim
konulara deginmesi ayrica üzerinde çalistigi diger konu olan Alman Vakiflari ve
Bergama dosyasi akla gelir. Konu detayli incelendiginde ve cinayetin islenmesi
sirasindaki bir kisim bulgulara bakildiginda Almanya baglantisi olmasi ihtimali
oldukça yüksek görülmektedir. Çünkü Hablemitoglu’nun hazirlamis oldugu dosyada
çok ciddi iddialar mevcuttu ve bu konularin arastirilmasi Almanya’yi oldukça
rahatsiz ediyordu ki Avrupa Parlamentosunda 1998 yilinda kabul edilen “Türkiye
Hakkinda Avrupa Stratejisi” baslikli kararda da bunlar belirtiliyordu.
Seçilmis terörün bir diger hedefi de Italyon Katolik
Papaz Andrea Santoro idi. Italyan Papaz Trabzon’da Santa Maria Katolik
Kilisesi’nde görevli idi. 5 Subat 2006’da öldürüldü. Fail olarak 16 yasindaki
bir genç gösterildi ve mahkemeden 10 yil ceza aldi. Bu fail sizofren bir
kisilige sahipti ve cinayet glock marka bir silahla islenmisti. Eldeki
verilerin degerlendirilmesi yapildiginda cinayetin baslica sebepleri olarak üç
ihtimal göze çarpiyordu. Bunlar fuhus mafyasi, Danimarka basininda çikan Hz.
Muhammed karikatürlerinin etkisi ve uluslar arasi gizli servislerin
provokasyonu olabilirdi. Konu ile ilgili verilerin çözümlemesi yapildiginda
ABD, Ingiliz ve Israil gizli servislerinin provokasyon ile ilgili etkilerinin
olabilecegi düsünülebilir.
2006 yilinda Danistay’da gerçeklestirilen silahli ile
ilgili olarak da birçok süphe arz eden durum mevcuttur. Konu ile ilgili olarak
gerek dönemin Cumhurbaskani Ahmet Necdet Sezer’in, gerekse Danistay Baskani
Sumru Çörtoglu’nun açiklamalari olayi gerçeklestirenlerin tam da istedigi yönde
açiklamalardi.
Istanbul Fatih’de ki Ismail Aga
Camii’nin Imami Bayram Ali Öztürk 3 Eylül 2006 günü sabah namazindan sonra cami
içerisinde bir saldirganin biçaklamasi sonucu hayatini kaybetti. Daha sonra
saldirgan camide linç edilerek öldürüldü. Medya bu linç hadisesinde cemaatin
dogrudan sorumlu oldugunu yazdi oysa fail Mustafa Erdal’in beraberindeki üç
sahsin linç olayinin öncüleri ve failleri oldugu eldeki bilgilerden
anlasilmaktadir. Bu açidan bakildiginda Türkiye bir irtica paranoyasinin
içerisine tekrar adim adim çekilmek istenmektedir.
Agos gazetesi genel yayin yönetmeni Ermeni yazar Hrant
Dink 19 Ocak 2007 günü gazetesinin önünde 3 kursun ile öldürülmüstü. Yakalanan
failin durumuna bakildiginda 17 yasinda idi ve milliyetçi bir kimlik çiziyordu.
Bu da cinayeti isletenlerin tam da istedikleri seydi. Cinayetin islenis
zamanina bakildiginda Türkiye’nin Kuzey Irak’a operasyon düzenlemesinden biraz
önce ve sözde Ermeni soykirim tasarisinin ABD’de kabul ettirilmeye çalisildigi
bir döneme denk geldigini görürüz. Hrant Dink Ermeni diasporasinin ABD’de bu
tür girisimlerde bulunmasina karsi idi ama öldürülmesinin ardindan diasporanin
elinde bir koz haline geldi. Ayrica cinayet Türkiye’nin siyasi olarak yogun bir
döneme girdigi (Cumhurbaskanligi seçimi, genel seçimler) bir döneme de denk
getirilmisti.
Ülkemizde ardi ardina olan üç cinayet arasinda çesitli
benzerlikler mevcuttur. Bu cinayetler sirasiyla Trabzon’da Papaz Andrea
Santoro’nun öldürülmesi, daha sonra Danistay saldirisi ile Danistay üyesi
Mustafa Özbilgin’in öldürülmesi ve son olarak Ermeni gazeteci Hrant Dink’in
öldürülmesidir. Bu cinayetlere görünün sekilleriyle bakildiginda en fazla
faillere ulasilabilir ve olaylar çözüldü zannedilebilir. Oysa cinayetlerin
olusturdugu sonuçlara ve bu sonuçlardan kimlerin yararlandigina bakildiginda
daha dogru analizler yapilabilir.
Siyasi cinayetlerde özellikle kis aylari seçilmekte ve bu
sayede gerek kamufle olma ve gerekse tanik bulunmasinin zor olmasi gibi
yollardan faydalanilmaktadir.
ABD tarafindan Irak’in yeniden yapilandirilmasi sürecinde
Irak’a tam 370 bin silah gönderilmis ancak bu silahlardan yalnizca 10 bin
tanesi kayit altina alinmistir. Özellikle PKK’nin elinde bu silahlardan oldugu
düsünülmektedir. Ayrica Türkiye’de islenen siyasi cinayetlerde kullanilan
silahlarinda buradan gelen silahlar oldugu sanilmaktadir.
Türkiye’de 1990 yilinda Muammer Aksoy’un öldürülmesi ile
baslayan süreçte laik kesim olarak adlandirilan kesimden birçok kimse de ayni
sekilde öldürülmüstü. Bu cinayetler Islamci kesimin üzerine atildi. Oysa
Islamci kesimin bu cinayetlerden hiçbir kazanci yoktu. Demek ki bu cinayetler
Türkiye’de sürekli olarak bir kamplasma isteyenler tarafindan ortaya atilmis
yeni bir laik-antilaik kamplasmasinin ön sartinin olusturuyordu.
Türkiye’de bir derin devlet geleneginin olustugu gün
yüzündedir. Su an kontgerilla olarak bilinen derin devlet soguk savas döneminde
ABD tarafindan Avrupa’da kurulmus olan derin devletin devami niteligindedir. Bu
derin devlet gelenegi Avrupa’nin diger devletlerinde tamamen ortadan
kalkmistir. Yalnizca Türkiye’de varligi devam etmektedir.
Dünya ülkelerinde derin devletler ülkelerin hakim güçleri
etrafinda sekillenmektedir. Bu güç ABD’de küresel sermaye, Rusya ve Israil’de
istihbarat servisleri iken Türkiye’de askeri zümredir.
Derin devletin ülkelere yayilmasinin sebebi 2. Dünya
Savasi’ndan sonra ortaya çikan komünist tehdidi idi. Bu tehdit dolayisiyla
ülkelerde olasi Rus saldirisina karsi gerilla savunmasi yapmak amaciyla derin
devletler hayata geçirildi. Avrupa’da ilk ortaya çikarilan derin devlet
Italya’da ki Gladio idi. Italya disinda Almanya, Fransa, Ingiltere, Belçika,
Hollanda, Avusturya, Yunanistan ve Ispanya’da da bu derin devlet yapilanmalari
mevcuttu. Bu yapilanmalar masonik yapilanmalarin örgütlenmesi ile benzerlik
gösteriyordu.
Türkiye’de 2. Dünya Savasi’ndan sonra olan birçok olay
derin devlet ile iliskilendirilmistir. Bu olaylarin çogu toplumda infial
uyandiran olaylar idi. Ayrica bir kisim faili meçhul cinayetlerde derin devlete
atfedildi. Soguk savasin bitmesinin ardindan komünizm tehlike olmaktan
çikmisti. Bu asamadan sonda derin devlet diger bir tehdit unsuru olarak görülen
Islam’a karsi harekete geçmeye basladi. Bunun içinde daha çok insanlarin
Islam’a karsi iyi olan bakis açilarinin kirmak amaciyla çalismalar yapildi.
Türkiye’de terörizm hep kutuplasmalar olusturmaya
çalismistir. Baslica kutuplasmalar; Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Laik-Islamci
seklinde yapilmistir. Ancak bu yöntemle halki birlik ve beraberlik duygusundan
uzak tutmak mümkündür.
Istihbarat servislerinin ülkeler arasi çalismalarinda
hukuktan söz edilmesi genellikle zordur. Ancak ülke içerisinde hukuka aykiri
faaliyetlere girisilmemelidir. Bu çerçevede MIT’in bazi ülke içi hukuk disi
faaliyetlerinden söz edilmektedir.
Türkiye’de derin devlet ile özdeslestirilen Özel
Kuvvetler Komutanligi (ÖKK) derin devletin sadece görünen ve uygulayici bir
kismidir. Yoksa karar mekanizmalari degildir. Ayrica dünyada birçok terör
eyleminin arkasinda da –Siyonist ideolojiye hizmet için- Israil’in oldugu göz
ardi edilmemelidir.
Ülkemizde seçilmis terörün son hedefi de 18 Nisan 2007
tarihinde Malatya’da yasandi. Malatya’da Zirve Yayinevi adindaki isyerine gelen
saldirganlar buradaki üç kisinin bogazlarini keserek büyük bir provakasyona
kapi aralamislardir. Bu olaydan sonra dünya basininda olay oldukça genis yanki
buldu. Çünkü bu yayinevi Incil dagitan bir yayinevi idi. Faillerde önceki
olaylarda oldugu gibi hemen yakalandi. Çünkü olayin en tepesindekiler bu
sekilde planlamisti. Bu hadisenin islendigi siralarda Türkiye Kuzey Irak’a
karsi bir operasyon sürecine girmeye hazirlaniyordu.
Türkiye yillardir dis güçler tarafindan sürekli olarak
bazi özel durumlarimiz kullanilarak sabote edilmeye çalisilmistir. Bu özel
durumlarimiz çok kimliklilik, çok kültürlülük ve çok dinliligimizdir. Bunlar
bizi büyük bir devlet yapacakken biz bunlarin ayristirmalari içerisinde dis
güçlerinde etkisiyle sürekli olarak bir kamplasmaya gitmekteyiz. Bu durumdan
kurtulmadigimiz sürece tam olarak birlik ve beraberligimizi yakalayamayiz.