GÜCÜN GELECEGI (The Future of Power)

GÜCÜN GELECEGI (The Future of Power)

Fevzi BOZKURT
Biyografi


Joseph S. Nye, Jr. : (1937) Harvard’da Kennedy Siyasi Bilgiler Fakültesi eski dekani ve üstün hizmet madalyali bir ögretim görevlisidir. Görev aldigi kurumlar arasinda Uluslararasi Güvenlik Islerinde Savunma Müstesarligi, Ulusal Istihbarat Konseyi Baskanligi ve ABD Disisleri Bakanligi’nda Delegelik bulunmaktadir. Birçok kitabin yazari olan Nye, Jr. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi, Britanya Akademisi  ve Amerikan Diplomasi Akademisi üyesidir. Yazdigi kitaplar arasinda Yumusak Güç: Dünya Politikasinda Basarinin Yolu (2004) vardir.
ÖNSÖZ
Amerikan Disisleri Bakani Hillary Clinton, 2009 yilinda yaptigi konusmada söyle bir tespit yapiyor: “ ABD, acil sorunlari tek basina çözemez ama geri kalan ülkeler de bunlari ABD olmadan çözemez. Bu yüzden ‘akilli güç’ diye tanimlanmis gücü kullanmali, elimizde bulunan güç türlerinin tümünü devreye sokmaliyiz”. Öncesinde ise Savunma Bakani Robert Gates, Amerikan hükümetine, diplomasi, ekonomik yardimlar ve iletisim gibi “yumusak güç” unsurlarinin kullanimi için daha fazla  ödenek ayrilmasi konusunda çagrida bulunmustu. Gates, tek basina askerî gücün, ABD çikarlarinin dünya ölçeginde savunulmasina yetmeyecegi görüsündedir. Yillik yarim trilyon dolari asan askerî harcamalara karsin, Disisleri Bakanliginin bütçesinin sadece 36 milyar dolar olduguna dikkat çekerek görevinin, “ ‘yumusak güç’ kullanma kapasitesini artirarak bunun, ‘sert güç’ kapasitesi ile daha uyumlu bir biçimde çalismasini saglamak” oldugunu da ifade etmisti.
Ne anlama geliyor bu söylem? “Güç”ün isleyis mekanizmalari nedir? 21. yüzyilda nasil bir degisime ugrayacak? Bu sorulara daha anlasilir cevaplar verebilmek için, biri kendimden, iki örnek vereyim: 1970 yilinda Fransa Pakistan’la askerî amaçlar için de kullanilmasi mümkün olan bir nükleer santral satis anlasmasi yapmisti. Nükleer silâhlarin yayilmasini önleme telasindaki Ford ve Carter yönetimleri Fransa’yi anlasmayi uygulamaya koymaktan vazgeçirmek için çok   çalisti ama 1977 yilina kadar bunu beceremedi. 1977 yilinda, Carter yönetiminin nükleer silâhlarin yayilmasini önleme politikalarini yürütmekten sorumlu biriminin basindaydim ve Fransiz yetkililerine Pakistan’in nükleer silâh üretmeye yönelik hazirliklar içinde olduguna dair deliller sundum. Ikna oldular ve tesisi  tamamlamaktan vazgeçtiler. Amerika istedigini elde etmis, bunu yaparken ne bir tehditte bulunmus ne de “havuç – sopa” yöntemine basvurmak zorunda kalmisti. Fransizlarin tutumu ikna ve güven tesisi yoluyla degistirilebilmisti. Oradaydim ve olana bitene tanigim!
Daha yakin bir örnek ise 2008 yilindan. Rusya ve Çin, güçlerini sergilemek konusunda çok farkli yöntemler pesindeydiler. Çin, dünyayi olimpiyatlarda aldigi madalya sayisiyla etkilemeye çalisirken, Rusya askerî üstünlük gösterileri yapmaktaydi. Çin’in yumusak gücü, Rusya’nin sert gücüne karsi! Bazi uzmanlara göre Rusya’nin Gürcistan’i isgali sert gücün, yumusak güç karsisindaki tartisilmaz üstünlügünün kanitidir. Ne var ki uzun vadede ortaya çikan sonuçlar, her iki ülke için de beklenenden çok farkli biçimde tecelli etti. Rusya’nin sert güç kullanimi, hakliligini gölgeledi, dünyaya korku ve güvensizlik tohumlari atti, Avrupali komsularinin kuskularini yükseltti. Bunun sonucunda da Polonya, kendi topraklarina Amerikan anti-balistik füzeleri yerlestirilmesi konusunda gösterdigi dirençten vaz geçti ve gereken izni verdi. Rusya, uluslararasi forumlarda Gürcistan politikalari konusunda aradigi destegi bulamadi. Çin ise, Olimpiyat oyunlari düzenlemesiyle, Çin kültürünü uluslararasi alana yaymak için kurdugu Konfüçyüs Enstitüleri ile, cezbettigi yabanci ögrenci sayisindaki müthis artis ile, Güneydogu Asya’daki komsularina karsi uyguladigi uzlasmaci diplomasi ile “yumusak güç” kavramina büyük yatirimlar yapti ve karsiliginda uluslararasi sayginligini yükseltti. Sert gücünü artirmanin yaninda  cazip bir yumusak güç söylemi sayesinde Çin, barisçil bir yükselis sergilemekte ve dünya güç dengesi terazisine bu yönüyle agirlik koymaktadir.
21.yy’da Amerikan Gücü
2008-2009 ekonomik krizi sirasinda ABD ekonomisi tökezleme, Çin ekonomisi ise büyüme sürecindeyken, Çinli yazarlar, ABD’nin gerilemesini asagilayici bir üslupla yorumlayan sayisiz makale kaleme aldi. Pew Arastirma Merkezînin 25 ülkede gerçeklestirdigi 2009 tarihli bir arastirmasina göre ise de 13 ülkedeki çogunluk, Çin’in ABD’yi geçerek yeni süper güç olacagi kanisindaydi. ABD Ulusal Istihbarat Konseyi bile 2025 yilina kadar ülkenin dünya egemenligini büyük ölçüde yitirecegine isaret ediyordu. Benzer düsüncelerin Rusya ve hatta Kanada tarafindan da paylasildigi, idarecilerinin yaptigi açiklamalardan anlasiliyordu.
Bu görüsün dogru olup olmadigini nasil bilebiliriz? Bu soru, on yillardan beri kafami kurcalayip durdu. Elinizdeki bu kitap, anilan soruya yanit arayisim sirasinda Amerikan gücünün kaynaklari ve sinirlari konusundaki bazi bulgularimin sonuçlarini da kapsiyor. Soruya tatmin edici bir yanit bulmak için “güç” dedigimizde tam olarak ne   kast edildigini   ve   gücün, bilisim   teknolojileriyle   küresellesme     devriminin filizlendigi 21.yy kosullarinda nasil evrim geçirdigini anlamak gerekiyor. Bunu yaparken de bazi tuzaklara düsülmemeli.
Öncelikle, insanlarin dogal yaslanma süreçleriyle devletlerin ömrünü birbirine benzeten tesbihlerden uzak durulmali. Insanlarin aksine uluslarin belirli bir ömürleri yoktur. Örnegin Ingiltere, 18.yy.’da Amerika kitasindaki kolonilerini kaybettiginde, sonunun geldigi düsünülmüstü. Ülkenin yöneticileri bile uluslarinin Danimarka veya Sardunya gibi etkisiz bir piyona dönüstügünü beyan etmisti. Ancak takip eden dönemde Ingiltere’de meydana gelen Sanayi Devrimi, eskisinden de fazla bir  büyüme getirdi ve yükselis bir asir daha devam etti. Öte yandan üstünlügünü üç asir boyunca sürdürmüs olan Roma Imparatorlugu’nu dize getiren olgu, bir baska bir  güce yenilmesi degil, barbarlardan aldigi küçük yaralarin yekûnuydu. Çin, Hindistan veya Brezilya’nin ABD’yi geride birakabilecegine dair popüler öngörüler bir yana,  esas tehditler modern barbarlardan ve devlet disi güçlerden yani sivil aktörlerden gelebilir. Gücün büyük ülkeler arasinda klâsik anlamda el degistirip dönüsmesinden ziyade, bahse konu sivil aktörlerin yükselisi daha büyük sorunlar teskil edebilir. Bilisime dayali bir siber-güvensizlik ortaminda, gücün el degistirmesinden çok, gücün çesitli olusumlara dagiliyor olmasi daha ciddi bir tehdit olusturabilir.
Ikinci bir tuzak, “güç” ve “güç kaynaklari” kavramlarini birbirine karistirmak ve meseleyi sadece devletler bazinda ele almaktir. 21.yy. küresel bilgi çaginda hangi kaynaklar güç saglayacak? 16.yy’da Ispanya bu gücü, sahip oldugu sömürgeler ve altin hazinelerinden saglamisti. 17.yy’da Hollanda’yi güçlendiren, ticaret ve finans  idi. 18.yy.’da Fransa gücünü kalabalik nüfusundan ve güçlü ordusundan aliyordu, 19.yy,’da Britanya gerçeklestirdigi Sanayi Devrimi ve denizlerdeki askerî hakimiyeti sayesinde yükselmisti. Düz mantik, en büyük orduya sahip ülkenin hakimiyetini sürdürecegini söylese de içinde bulundugumuz bilgi çaginda kazanan onlar degil, bunu en iyi söylemlerle anlatabilen olacaktir muhtemelen. Bu  bir  devlet veya  devlet disi güç olabilir çünkü Bilgi Devrimi ve küresellesme sivil aktörlere giderek daha fazla güç vermekte. 11 Eylül saldirilarinda ölenlerin sayisi, Japonya’nin Pearl Harbor baskininda öldürdügü Amerikali sayisindan daha fazlaydi. Aslinda, gücün devlet disi olusumlar yönüne dagilmasina, “savasin özellestirilmesi” denebilir. Artik güç dengelerini ölçmek de, yeni dünya düzeninde hayatta kalmayi saglayacak basarili stratejiler belirlemek de kolay degil. Dünyada güç dengelerinin ne yöne kaydigini anlamak için genellikle sadece tek bir gösterge kullanilir: Gayrisafi Milli Hasila. Ancak GSMH oranini, büyümenin yegâne göstergesi olarak algilamak, bu kitapta tartisilacak olan, gücün diger boyutlarini göz ardi etmektir. Bu farkli boyutlari,  basarili stratejilere dönüstürmenin zorluklari da tartisacagimiz diger konular arasinda.
Akilli Güç
Akilli güç, dayatma ve ödetmeye odakli “sert güç” ile, ikna etme ve cezbetmeye dayali “yumusak gücün” bir alasimidir. Sunulan tüm cazip önerilere ragmen Taliban  hükümetini  El Kaide’yi  desteklemekten  vazgeçirmek konusunda basarili olunamamasi örneginden de anlasilacagi üzere yumusak güç her ihtilâfin çaresi degildir elbette. Nitekim bahse konu sorun, 2001 yilinda sert askerî gücün kullanilmasiyla sonlandirilabildi. 2004 yilinda yazdigim Yumusak Güç: Dünya Politikasinda Basarili Olmanin Yöntemleri adli kitabimda “akilli güç” kavrami ilk olarak gündeme getirildi. Bu kitapta, sert ve yumusak güç kaynaklarinin etkili stratejiler olusturmak amaciyla birlestirilmelerine iliskin fikirler tartisiliyordu. Ilerleyen yillarda, Richard Armitage ile birlikte Stratejik ve Uluslararasi Çalismalar Merkezî bünyesinde kurdugumuz partiler üstü Akilli Güç Komisyonu raporu, Amerika’nin imajinin ve etkisinin son yillarda dumura ugradigi ve Birlesik Devletlerin bundan böyle korku salmak yerine iyimserlik ve umut dagitmaya odaklanmasi gerektigi sonucuna varmisti. Bu yargiya sonradan baska kurumlar da katildi.
Amerikan hükümeti içerisinde en iyi egitilmis ve en büyük kaynaklara sahip olan kurum Pentagon’dur ancak askerî gücün tek basina yapabileceklerinin bir siniri vardir. Demokrasi, insan haklari ve sivil toplumun gelismesi gibi meseleleri silâh zoruyla çözmek mümkün olamiyor. ABD ordusunun hayranlik uyandirici bir operasyon gücü olabilir ama sivil yönetimin, her basi sikistiginda sorunlarin çözümünü Pentagon’a havale etmesi, asiri militer bir dis politika imaji yaratilmasina neden olmaktadir. Askerî yetkililer de artik bunun farkindadirlar ve sivil yönetimi, yumusak güç kullanimina daha fazla önem vermesi konusunda tesvik etmekteler. Akilli güç sadece yumusak güç olmayip sert ve yumusak güç yöntemlerinin degisik sartlara göre etkin bir biçimde harmanlanmasini öngörür.
Yirmi Birinci Yüzyil Sartlari
Güç her zaman, “hangi baglamda güç?” sorusunu akla getirmelidir. Stalin, Papaligin gücünü asagilamak amaciyla, kaç tümene sahip oldugunu sorgulamisti. Bu sorgulamadan elli yil sonra, fikir baglaminda Papa’lik yasamaya devam ediyor ama Stalin’in imparatorlugu çöktü. Günümüzde güç dagilimi, üç boyutlu karmasik bir satranç tahtasina benzer. En üst düzlemde ekseriyetle tek kutuplu askerî güç vardir  ki ABD, bu alandaki üstünlügünü bir süre daha koruyacak gibidir. Ikinci düzlemde, on yili askin süredir çok kutuplu hale gelen ve ana oyunculari ABD, Avrupa, Japonya ve Çin olan ekonomik güç vardir. En alt düzlem ise, devlet kontrolü disinda, uluslar ötesi iliskiler diyaridir. Devlet disi oyuncular arasinda, tek islemle, bazi ülkelerin ulusal bütçelerinden büyük meblaglari oradan oraya transfer etme yetenegine sahip bankalar, silâh ticareti yapan teröristler ve siber-güvenligi tehdit eden bilgisayar korsanlari bulunmaktadir. Satranç tahtasi aslinda, salgin hastaliklar ve iklim degisikligi gibi yeni ve uluslar ötesi sorunlari da kapsamaktadir. En alt düzlemde güç dagilmistir ve burada tek-kutupluluk, çok-kutupluluk ve hegemonyadan söz etmek anlamsizdir.
Yasadigimiz yüzyilda gücün el degisimi iki farkli boyutta gerçeklesmektedir. Biri gücün ülkeler arasindaki el degisimi, digeri gücün ülkelerin elinden kayarak devlet disi oyunculara dagilmasi.
Uluslararasi politika alaninda, “Asya’nin geri dönüsünü” izlemekteyiz. 1750 yilinda dünya nüfusunun ve üretiminin yaridan fazlasi Asya’daydi. Sanayi Devriminden sonra, 1900’lere gelindiginde, bu oran beste bire indi. Öyle görünüyor ki 2050’ye dogru Asya, tarihteki rolünü yeniden elde edecek ve olusum sirasinda bazi istikrarsizliklar yasanacak. Benzeri degisikliklerin yasandigi bir asir önceleri, Britanya, ABD’nin yükselisini sükûnetle izlemis, bir çatisma meydana gelmemisti ancak Almanya’nin güçlenisine seyirci kalan dünya, üst üste iki korkunç savas geçirdi.
Bilgi Devrimi uluslar ötesi iliskilerde - satranç tahtasinin en altindaki üçüncü düzlem - gerek duyulan bilisim ve iletisimin maliyetini inanilmaz derecede ucuzlatti. Hizli küresel iletisim 40 yil önce de vardi ancak çok masrafliydi ve sadece devletlerin kullanabildigi bir lükstü. Günümüzde internet kafelere erisimi olan herkes küresel iletisim halinde. Dünya siyasetine girmenin önündeki engeller zayifladi ve simdi sahnede devlet disi oyuncular da var. Siber-suçlular, devletler ve sirketlere karsi büyük zarara neden oluyor. Kuslar veya seyahat yoluyla yayilan virüsler Dünya Savaslarinda ölenlerden daha fazla can kaybina neden olabiliyor. Içinde bulundugumuz devir, hakkinda çok az deneyime sahip oldugumuz yeni bir dünya düzeni, en güçlü devletlerin bile kontrolü disinda gelisen olaylarla dolu, gücün,  mesru oyuncularin elinden (devletlerden), devlet disi gri alanlara kaydigi bir dönem. Isler, tüm askerî gücüne ragmen Amerika’nin da denetleyemeyecegi boyutlara geldi. Örnegin ABD, kendi vatandaslarinin refahi için elzem olan mâli istikrari, baska ülkelerin isbirligi olmaksizin gerçeklestiremez, tipki küresel iklim degisikligi sorunlariyla tek basina mücadele edemedigi gibi.
Sinirlar giderek geçirgenlestikçe, uyusturucu ve silâh ticareti gibi alanlarda olsun, salgin hastaliklar konusunda olsun devletlerin uluslararasi dayanismayi harekete geçirmesine, ortak tehdit ve zorluklara çözüm bulmak için özel kurumlar kurmasina giderek daha fazla ihtiyaç duyulmakta. Birçok uluslar ötesi sorunun çözümünde, öteki ile isbirligi yapmak kadar, sorunun çözümünü ötekinin yetkisine birakmak, kendi hedeflerimize ulasmamiza yardimci oluyor. Bu anlamda, özellikle uluslar ötesi konular söz konusu oldugunda, “baskalarina oranla üstünlük” yerine “baskalariyla birlikte toplam üstünlük” anlayisi, amaçlanan ortak hedeflere ulasilmasinda önem kazaniyor.
Evrim geçiren bir ortami anlayabilme ve egilimlerden faydalanma becerisi olarak tanimlayabilecegimiz “Baglamsal Zekâ (Contextual Intelligence)” liderlerin ellerindeki gücü basarili stratejilere dönüstürmesinde vazgeçilmez bir rol oynayacaktir. 21.yy.’da ABD gücüyle ilgili sorunun, basit bir “inise geçme” sorunu olmayip, en büyük ülkenin bile baska ülkelerle isbirligi yapmadan amaçlarina tek basina ulasamayacagini kavrama sorunu oldugunu anlamak için Baglamsal Akla ihtiyacimiz  olacaktir.  Bunun için  gücün  ne anlama  geldigini,  nasil evrildigini iyice anlamak ve bununla nasil akilli güç stratejileri olusturabilecegimizi ögrenmek gerekir. Bu yüzden büyük güçlerin yükselisi ve çöküsüyle sinirli klâsik hikayelerden daha akilci bir anlatiya ihtiyacimiz var. Amerika büyük olasilikla 21.yy.’da da en güçlü ülke olmaya devam edecek ancak bu, her seye hükmedecegi anlamina gelmez. Amerika’nin istediklerini elde etmesi, etkin bir akilli güç söylemi gelistirmesine baglidir. Amerikalilar kimin birinci olduguna takilmaktan ve kendilerini pohpohlamaktan vazgeçip çesitli güç araçlarini nasil akilli stratejilere  dönüstürecegini düsünmeli, sadece baskalari üzerinde degil baskalariyla beraber güç sahibi olmayi hedeflemelidir. Güç hakkinda daha net fikirlere sahip olunmasina yardimci olmak ve sözünü ettigimiz kapsamli söyleme dikkat çekmek, bu kitabin hedeflerinin basinda gelmektedir.
Ileride Amerika’nin, Çin’in, ya da siber-çagda devlet disi güçlerin durumu ne hale gelecektir? Bunu kimse kestiremiyor ama madem ki bu konulari konusmaktan kendimizi alikoyamiyoruz, o halde tartismaya biraz daha açiklik ve stratejik vizyon getirmekte fayda var. Iste bu, “akilli güç”tür.
FASIL I
GÜÇ ÇESITLERI
 BÖLÜM 1
KÜRESEL ILISKILER BAGLAMINDA GÜÇ NEDIR?
Bu kadar sik kullanilan bir kavram olmasina karsin, “güç” öyle ele avuca gelmeyen kaypak bir kavramdir ki, tanimlamak ve ölçümlemek sasirtici derecede zordur. Kesin bir sekilde ölçmek olanaksiz olsa da güç, gündelik hayatin her yerinde karsimiza çikar. Bertrand Russel, sosyal bilimlerde gücün rolünü, fizikteki enerjinin rolüne benzetmisti. Yanilticidir. Zira fiziksel anlamda enerji oldukça kesin bir biçimde ölçülebiliyor. Oysa “güç” farkli sartlar altinda biçim degistirebilir ve gelip geçici olmak gibi bir özellige sahip olan insanlar arasindaki iliskilerle ilgili bir seydir. Bazilarina göre para ekonomi için ne kadar önemliyse, güç de siyasette o kadar önemlidir. Ancak bu metafor da yanilticidir. Para likit bir kaynaktir ve mübadelesi  mümkündür,  ne zaman isterseniz, parayla bir çok sey satin alabilirsiniz. Halbuki, belli sartlar altinda belli konulara çözüm getirebilen bir güç, sartlar degistiginde hiç bir ise yaramayabilir.
Uzmanlar, yillar boyunca uluslararasi iliskilerde taraflarin gücünü ölçmek için formüller olusturmaya çalismistir. Tavsiyeleriyle Amerikan yönetiminin yüksek risk içeren kararlarinda önemli rol oynayip milyarlarca dolarlik harcamalara vesile olan  bir CIA yetkilisinin soguk savas sirasinda gelistirdigi görüse göre gücün formülü söyledir:
Algilanan Güç = (Nüfus + Toprak + Ekonomi + Asker) x (Strateji + Irade)
Bu formüle rakamlar yerlestirildiginde Sovyetler Birligi’nin ABD’den iki kat güçlü oldugu sonucuna varilmisti. Elbette artik bu formülün o kadar da etkili bir öngörü araci olmadigini biliyoruz. Sonuçta SSCB tarihe karisti ama ABD hala ayakta.
Bir güç dizini gelistirmek için yakin zamanda yapilan bir çalisma, kriter olarak bir ülkenin kaynaklarini (teknoloji, girisimcilik, insan, sermaye, fiziksel) ve ulusal performansini (dis politika sorunlari, altyapi, fikirler) denkleme dahil etmis ve bu etmenlerin askerî yetenekleri ve çatisma maharetini nasil etkiledigini incelemistir. Bu formül bize göreceli askerî güç hakkinda bir fikir verse de tüm göreceli güç türlerini açiklamaya yetmez. Etkin bir askerî güç uluslararasi iliskilerde hala önemli bir kriter ama artik tek basina yetersiz.
Askerî güç ve savas yeteneginin, örnegin uluslararasi finans veya iklim degisikligi gibi konularda pek bir kiymet-i harbiyesi yoktur. Bu hasletler devlet disi güçler üzerinde de fazla etkili olamamaktadir. Askerî olarak ele alindiginda El Kaide, Amerika’ya kiyasla bir cüce sayilir ancak terörün tesiri, emrindeki güçlerin boyutundan çok, eylemlerinin yarattigi travma ve neden oldugu toplumsal reaksiyonla ölçülmektedir. Bu açidan bakildiginda terör zayif olanin, rakibinin gücünü kendi lehine kullandigi dövüs sanati jiujitsu’ya benzer. Zayiflik bazen önemli bir pazarlik gücü kaynagi olabilir. Örnegin bin dolar borcu olan biri fazla umursanmaz ama 1 milyar dolar borcu olanin batisi çok kisiyi etkileyeceginden, zayif durumda olanin elinde önemli bir pazarlik gücü olusturur. Kuzey Kore lideri Kim Jong-Il ülkesinin param parça ekonomisi ile, koskoca Çin’i korkudan titretmektedir. Çin bilmektedir ki komsusuna yaptigi yardimlari kesecek olsa, milyonlarca mülteciyi kapisinda bulacaktir. Toplam güç, sartlara göre degisebilen insanî iliskilerin bir ürünü oldugu için genel olarak kabul gören bir tanim çerçevesi içine oturtulamamaktadir.
Gücü Tanimlamak
Birçok temel fikir gibi güç de tartismaya açik bir kavramdir. Gücün kabul görmüs ortak bir tanimi yoktur ve seçilen tanimlama, bireyin çikarlarini ve degerlerini yansitir. Bazilari gücü, degisiklik yaratma veya degisiklige karsi durma yetenegi olarak tarif eder. Bazilarina göre ise güç istedigini elde etme yetenegidir. Bu genis kapsamli tanim, gücün farkli toplumlar üzerine uygulanmasini içerdigi kadar dogal olaylari etkileme anlaminda da kullanilmaktadir. Belki de gücün sözlük anlamina bakarak ise baslamak en dogrusu; güç is basarma kapasitesidir, sosyal baglamda ise istediklerimizi elde etmek amaciyla baskalarini etkileme yetenegidir. Belirli bir oyuncuyu ele alsak bile oyuncunun “neyi yapma” gücü oldugunu belirtmeden “gücü oldugunu” söyleyemeyiz. Güç iliskisinde kimin (gücün kapsami)  ve hangi hususlarin (gücün etki alani) irdelenmekte oldugunu belirtmemiz gerekir. Örnegin Papa’nin bazi Hristiyanlar üzerinde etkisi varken baska Hristiyan gruplarin (mesela Protestanlar) üzerinde etkisi olmayabilir. Sadik takipçilerini dahi ikna edemedigi durumlar mevcuttur (örnegin dogum kontrolü). Dolayisiyla, Papa’nin güç sahibi oldugu tespitinde bulunurken Papa ile birey arasindaki iliskinin hangi baglamda oldugunu da belirtmek gerekir. Pol Pot milyonlarca Kamboçya yurttasini öldürmüstü. Bazilari bu zorbaligi, iki tarafli bir iliskiyi içermemesi nedeniyle güç olarak nitelemiyor. Oysa, eger güç baskalarini belli bir amaç dogrultusunda etkilemekse ve amaç salt bir sadizm ve terör uygulamasi ise Pol Pot’un gücü pekâlâ sözlük anlamiyla örtüsüyor. Güç iliskilerinde, zarar gören tarafin da düsüncesi çok önemlidir. Baskaldiran bir muhalifi öldürerek veya baska bir yolla cezalandirarak gücünü kanitlamaya çalisan bir diktatör, bu zorbalikla, sehit ve kahraman olarak toplumu etkileme arzusunda olan maktulün amacina hizmet etmis olmaktadir. Gücü, amacinin tersine bir durum meydana getirmistir.
Ekonomisi büyük olan bir ülkenin eylemleri, daha küçük bir ülkede, kasitsiz da olsa zarara (veya faydaya) neden olabilir. Yani, niyet öyle olmasa bile zarar verme (veya fayda getirme) gücü vardir ancak bu, istenen sonuçlari elde etme gücü demek degildir. Kanadalilar siklikla ABD ile yan yana yasamayi bir fille uyumaya benzetirler. Kanada tarafindan baktigimizda Amerika’nin niyetinin ne oldugunun önemi yoktur zira o koca fil kazara söyle bir yan dönse ezilen Kanada olacaktir. Fakat politik bir bakis açisiyla is, istenen sonuçlari elde etmekse, niyetin ne oldugu önemlidir. Politika odakli güç kavrami, kimin ne alacagini ve bunun nasil, nerede ve ne zaman olacagini belirten hatlari çizilmis bir baglama dayalidir.
Insanlar davranis ve motivasyonla ilgili sorulari, çogunlukla karmasik ve tahmin yürütülemez olarak algilar. Davranissalligi benimseyen tanimlar, gücü eylemden sonra ortaya çikan sonuçlara dayali olarak yargilar. Ancak politika gelistiriciler eylemlerine isik tutabilmesi adina gelecek hakkinda öngörülere sahip olmak isterler. Iste bu nedenle gücü, sadece, sonuç almaya yarayan imkânlar bütünü olarak algilarlar. Gücü imkân/kaynak odakli olarak tanimlarsak bir ülke göreceli olarak büyük nüfusa, topraga, dogal kaynaklara, ekonomik güce, askerî kuvvete ve sosyal düzlemde istikrara sahipse güçlüdür. Böyle bir tanimin özelligi gücün somut, ölçülebilir ve öngörülebilir görünmesini saglamasidir. Ne var ki, güç kavramini, istenilen sonucu elde etmeye yönelik kaynaklar bütünü olarak algilayanlar, siklikla eli kuvvetli olanin oyunu her zaman kazanamadigina sahit olurlar. ABD, kaynak açisindan Vietnam’a göre çok daha güçlüydü ama savasi kaybetti.
Yanlis anlasilmasin, güç kaynaklarinin önemini küçümsemiyorum. Ister soyut ister somut olsun güç, bu kaynaklar/olanaklar sayesinde uygulanir. Kaynaklari, istenen sonuçlari elde etmeye yönelik bir alet olarak kullanmak, iyi tasarlanmis stratejiler ve üstün liderlik becerileri gerektirir. Ben buna “akilli güç” diyorum. Ne yazik ki stratejiler çogunlukla yetersiz kaldigi gibi liderler de siklikla yanlis degerlendirmeler yapiyor.
Elde bulundurulan kartlarin degeri önemli elbette ama hangi kartin hangi sartlarda oynanacagini bilmek de bir o kadar önemli. Sanayi Devrimi öncesinde petrol önemli bir kart degildi, tipki nükleer çag öncesinde uranyumun da önemli bir kart olmamasi gibi. Uluslararasi iliskiler üzerine kafa yoran geleneksel gerçekçilere göre nihaî çözüm, savas meydaninda elde ediliyordu. Gelisen ve evrilen teknoloji nedeniyle, 21.yy.’da savas, artik son karari veren hakem olma özelligini yitirdi.
Bunun bir sonucu olarak da birçok uzman, yaniltici ve çapsiz oldugu gerekçesiyle “ulusal güç unsurlari” yaklasimini bir kenara birakip son 50 yilda sosyoloji çevrelerinin benimsedigi davranissal ve iliskisel yaklasimi benimsedi. Aslina bakilirsa, süpheciler hakli. Güç kaynaklari esasen güç iliskilerinin altinda yatan soyut veya somut olanaklarin bütünüdür. Belirli bir güç kaynaginin istenen sonuçlari elde edip edemeyecegi, kullanimin tarzi ile ilgilidir. Bir arabanin beygir gücünü ve hizini bilmekle, o arabanin bizi tercihimiz olan noktaya ulastiracagi yargisina varamayiz. Belirleyici olan, soförün arabanin gücünü nasil kullanacagidir. Bu benzetmeyi küresel boyuta tasiyarak söyle bir örnek daha verelim; Çin ve Hindistan’in yükselen gücünden bahsedilirken genellikle bu ülkelerin kalabalik nüfuslari ve artan ekonomik ve askerî kaynaklari kastediliyor. Oysa o kaynaklarin, elde edilmek istenen sonuca dönüsüp dönüsmeyecegi, bunlari kullanan ülkelerin kendi yeteneklerine baglidir.
Pesinde oldugumuz sey kaynak degil, o kaynaklarla elde edilecek sonuçlarin beklentilerimize cevap verip vermedigi olduguna göre, içerige ve stratejilere daha fazla agirlik vermek durumundayiz. Üzerinde yeterince durulmayan çok önemli bir parametre, gücü istenilen neticeyi elde etmeye yarayan bir manivelaya dönüstürebilme stratejileridir. Farkli sartlara uyum saglayarak sert ve yumusak güç kaynaklarini basarili bir sekilde birlestiren stratejiler, akilli gücün anahtaridir.
Iliskisel Gücün Üç Ayri Yönü
Somut kaynaklara dayali güçle, iliskisel baglamdaki güç tanimlamalari arasindaki farka ek olarak, iliskisel gücün kendi içindeki üç ayri yönü arasindaki farki da görmekte yarar var: (1) degisime hükmetmek, (2) gündemi kontrol etmek ve (3) tercihleri olusturmak. Baskalarini, baslangiçtaki tercihlerinin aksine bir davranis biçimine yöneltebilme ve onlarin isteklerine hükmetme kapasitesi, iliskisel güç kavraminin önemli bir boyutudur ama tek basina degil. Bir diger boyut, baskalarinin tercihlerini etkileme yetenegidir. Bu etki sayesinde baskalari da sizin tercihlerinizi benimser duruma gelir ve onlari degisime zorlamak mecburiyetinde kalmazsiniz. Eski ABD Baskanlarindan (ve general) D. Eisenhower bu durumu söyle tarif eder “insanlara bir sey yaptirtmak illâ emir yoluyla olmayabilir, içgüdüsel olarak sizin istediginizi onlar da ister hale gelebilirler”. Bu isbirliginin gücüdür. Hükmetme gücünün tersi bir yöntemdir ama onu tamamlar. Gücü dar anlamiyla uygulamak ve isbirligine dönük bu yönünü umursamamak ülkelerin dis politikalarinin kötü biçimde sekillenmesine yol açabilir.
Gücün birinci yönü, baskalarini, baslangiçtaki tercihlerinin aksine bir davranis biçimine yöneltebilmeye odaklanir. Belli bir oranda da olsa karsidakinin seçme sansi varsa bu kez baski unsuru öne çikar. Birisi “ya parani, ya canini” diyerek basiniza silâh dayarsa, seçme sansiniz vardir ama azdir ve baslangiçtaki tercihlerinizle uyumlu degildir (tabii eger niyetiniz intihar veya sehitlik degilse).
Ekonomik tedbirler biraz daha karmasiktir. Negatif yaptirimlar (ekonomik menfaatlerin geri çekilmesi) kesinlikle baski unsuru olarak addedilir. Baslangiçta yapmak istemedigini maddi çikar karsiliginda yapmak, kisiye önceleri cazip gelebilir ama bu çikarlarin sonlandirilmasi tehdidi negatif yaptirimdir. Toprak agasinin fukara tarim üreticisine, “ya sunu kabul edersin, ya da hiç” diyerek önerdigi sadaka misali para, köylüye az da olsa bir seçim sansi vermektedir. Ancak önemli olan, birinin, bir baskasini, baslangiçtaki beklentilerinin aksine zorlamakta olusu ve her ikisinin de bu gücün farkinda olusudur.
Gücün ikinci yönü gündemin çerçevesini belirleme ve bu çerçeve içinde kalmak sartiyla gündemi yazma kapasitesidir. Bu yaklasima göre baskalarinin neyin mesru veya yapilabilir olduguna dair beklentilerini etkilerseniz, onlarin baslangiçtaki tercihlerini geçersiz kilabilir ve böylece onlari itip kakmak zorunda kalmadan istediklerinizi kabul ettirebilirsiniz. Gündemin çerçevesini belirlemek, istenmeyen sorunlarin masaya gelmesine engel olma mantigina dayanir (Sherlock Holmes muhtemelen buna, “havlayamayan köpekler teorisi” derdi).
Güçlü oyuncular daha zayiflarin asla masaya davet edilmemesini saglayabilir. Zayif oyuncu masada kendine yer bulsa bile bütün kurallar masaya ilk oturan tarafindan zaten belirlenmis olabilir. Uluslararasi para politikalarinin bu yönde oldugu söylenebilir, en azindan 2008 krizine kadar. Bu tarihe kadar 8’li grup (G 8) olarak götürülen isler, G 20 olarak genisledi. Gücün bu ikinci yönünün etkisi altinda olanlar, herhangi bir güçle karsi karsiya olduklarinin farkinda dahi olmayabilirler. O güç, gündemindeki eylemleri gerçeklestirmek için baski uygulamaya basladiginda gücün birinci yönü ortaya çikmistir. Hedeftekilerin, gündemin mesruiyetine inanmasi, gücün bu çehresini, “isbirliginin gücü” biçimine dönüstürür ki bu biraz da yumusak gücün temelini olusturur; yani, gündemin çerçevesini belirleyerek, ikna ederek ve pozitif çekim yaratarak, isbirligi görüntüsü altinda istedigini elde etme.
Gücün üçüncü yönü taraflardan birinin, digerinin temel inançlarini, algilarini  ve tercihlerini olusturmak veya sekillendirmek esasina dayanir. Degisime ugratilan taraf çogu zaman böyle bir islemden geçmekte oldugunun farkinda olmadigi gibi, islemden geçirenin böyle bir güce sahip oldugunun bilincinde degildir. Örneklemek gerekirse; delikanli modaya uygun yeni bir tisört satin alir. Amaci güzel komsu kizinin dikkatini çekmektir. O delikanli, aldigi tisörtün neden moda haline geldigini, bunu saglamak için ne tür pazarlama kampanyalarinin yapildigini, satislari arttirmak maksadiyla yapilan karmasik plânlarin varligini bilmez ama tercihleri görünmez bir takim oyuncular tarafindan biçimlendirilmistir. Baskalarini, sizin tercihlerinizi benimseyip arzulama noktasina getirebilmisseniz, onlarin baslangiçtaki tercihlerini çignemek zorunda kalmazsiniz. Iste gücün üçüncü yönü.
Gücün ikinci ve üçüncü yönlerini azimsayip bunlari gücün birinci boyutu içindeki bir  detay  seviyesine indirgeyenler,  yasadigimiz  yüzyilda giderek  önemini arttiran bu unsurlarin, amaçlanan hedeflere ulasilmasina yönelik faydalarindan yararlanamazlar.
Gerçekçilik ve Güce Iliskin Tüm Davranis Biçimleri
ABD siyasî kültüründe güç denince ilk akla gelen, gücün birinci yönüne dönük davranis tarzidir. Hiçbir Amerikali siyasetçi “yumusak” bir görüntü vermekten hoslanmaz. Uluslararasi iliskilerde “gerçekçilik” adi altinda, kökü Makyavel’e dayanan klâsik yaklasim biçimi hakimdir. Buna göre, uluslararasi siyasette isler çikmaza sürüklenip, ulusal güvenlik tehlikeye girdiginde tek çikar yol askerî güç kullanmaktir. Oysa bu yol, güç kavramini tek boyuta indirgemektir. Pragmatik ve sagduyulu gerçekçiler, güç kavraminin, fikir asilama, ikna etme, cezbetme gibi tüm boyutlarini hesaba katarlar. Klâsik gerçekçilerin bir çogu, “yumusak güç” kavraminin islevini çagdas gerçekçilerin bir çogundan daha iyi anlamislardir.
Günümüzde yasanan olaylarin ortaya koydugu gibi, küresel iliskilerdeki aktörler mesru devletlerden ibaret degildir. Güvenlik, elde edilmeye çalisilan yegâne sonuç olmadigi gibi istenen sonuçlarin elde edilmesindeki en uygun güç de zor kullanimi olmayabilir. Karmasik ve derin uluslar ötesi iliskilerin ve yer yer anarsinin hüküm sürdügü günümüz ortaminda, gerçekçi yaklasim olaylarin bütün boyutlarini görmekte yetersiz kalabiliyor. Bu nedenle, akilli güç stratejilerinin olusturulmasi sürecinde, gücün ikinci ve üçüncü yönleri giderek daha genis bir uygulama alani buluyor.
Içinde bulundugumuz iletisim çaginda, ortaya çikan sonuçlarin istenilen biçimde sekillenmesini, sadece oyuncularin ordulari belirlemiyor. Söylemlerin de inandirici olmasi gerekiyor. Örnegin, terörizmle mücadelede, kitlelerin gönüllerine dokunan bir söylemin, siradan insanlarin radikal örgütlere katilmasini önleyici bir rol oynadigi anlasilmistir. Yumusak gücün önemi burada ortaya çikiyor.
Devletler, toplumlarin tercihlerini etkilemek ve sekillendirmek için büyük  ugras vermektedirler. Örnegin, 1991 Körfez Savasi sirasinda sorunlarin çerçevesini BBC ve CNN çizdi. 2003’e gelindiginde, Irak Savasi sirasindaki söylemleri belirleyen El Cezire oldu. Bu propaganda mücadelesi sirasinda Irak olaylari “Amerikan birlikleri Iraga girdi” biçiminde de anlatildi, “Irak, Amerikan birlikleri tarafindan isgal edildi” biçiminde de. Aslinda her ikisi de dogru olan bu söylemler, toplumsal tercihlerin belirlenmesinde çok farkli roller oynadi. Dünya gündeminin birkaç davetliyle birlikte sekizli bir grup (G 8) tarafindan belirlenmesi bir seydir, hepsi birbiriyle esit konumdaki yirmili bir grup (G 20) tarafindan belirlenmesi bambaska bir sey. Bütün bu örnekler, bilgi çagi dünyasindaki politikalarin içinde güç kavraminin ikinci ve üçüncü yönlerinin ne kadar önem kazandigini göstermektedir.
Yumusak Güç Kullanimina Yönelik Davranis Tarzlari ve Yumusak Güç Kaynaklari
Bazi yorumcular yumusak güç kavraminin çok genisledigini, artik havuç – sopa formülü ve askerî güç de dahil, neredeyse gücün her türünü kapsar bir hale geldigini, bu yüzden anlamini yitirdigini savunuyorlar. Bunlar yaniliyorlar, çünkü istenen sonuçlari elde etmek için yapilan eylemler ile yöntemleri karistiriyorlar. Yöntemlerin bir çogu, yumusak güç uygulamalarina katkida bulunur ama bu, her yöntem  yumusak güç demek degildir. Sert güç “itmek”’tir, yumusak güç ise “çekmek”. Yumusak güç, gündemin belirlenmesi sürecinde, baskalarinin isbirliginden yararlanarak onlarin tercihlerini etkileme yetenegidir. Ikna etmek, pozitif bir cezbedici enerji yaratarak istenen sonuca ulasmaktir.
Para ve zor kullanimi gibi somut yöntemler sert güçle iliskilendirilir. Buna karsin fikirler, degerler, politikalarin mesruiyet algisi gibi soyut kavramlar ise yumusak güç ögeleridir ama savasi kazanmaya yönelik askerî güç kullanimi yöntemine katkida bulunurlar.
Hükmetme olgusu, ileriki dönemlerde yumusak güç olusumuna neden olabilecegi gibi (Ör. Hakim olmak sayesinde kurulabilen barisçil kurumlar) isbirligine dayanan yumusak güç uygulamalari da ilerleyen dönemlerde sert güç kaynaklari olusumuna katkida bulunabilir (Ör. Askerî ittifaklarin kurulmasi). Donanma gücü gibi bir sert güç ögesi, kullanildigi maksada, konunun türüne ve insan algilamalarina göre, savas da kazanabilir, gönül de (Ör. ABD donanmasinin 2004 tsunamisinden sonra yaptigi kurtarma çalismalariyla Endonezya’nin gönlünün kazanilmasi).
Niall Ferguson gibi bazi tarihçiler, yumusak gücü kültür ile özdeslestirmis, “kültürel ve ticari meta benzeri geleneksel olmayan güçler” seklinde tarif ederek,  “alt tarafi –yumusak- iste!” diye asagilamislardi. Coca Cola içip, Nike giymeleri militanlari saldiri yapmaktan alikoymuyor elbette ama en güçlü tank birlikleri de bataklikta hiç bir ise yaramiyor. Muhtelif güç türlerinin, hasmin davranis biçimlerinin istenilen sekli alip almamasindaki rolü, o gücü kullananin yetenegine göre farklilik   arz eder. Suratima oturttugum güzel ve samimi bir gülümseme ile bana bir hosluk yapma yönündeki isteginizi harekete geçirebilirim ama ayni siritik suratla annenizin cenazesinde boy göstersem bana karsi ayni hisleri beslemezsiniz herhalde.
Yumusak Güç ve Akilli Güç
Akilli güç, yumusak ve sert güç yöntemlerinin etkin stratejiler olusturulmasi amaciyla harmanlanmasi anlamina gelir. Akilli güç, sadece Amerikalilarin kullanimina özgü bir güç degildir, bu gücü küçük devletler, hatta devlet olmayan oyuncular da kullanabilir. Örnegin, bes milyon nüfuslu küçük Norveç, kalkinma yardimlari ve barisçil politikalari gibi yumusak güç uygulamalari sayesinde imajini yüceltmis ama NATO’nun önemli bir askerî ortagi olmaktan da geri durmamistir. Diger uçta, muazzam nüfusuyla Çin bulunmaktadir. Askerî ve ekonomik gücünü sürekli olarak yükseltmekte olan Çin, bir yandan da yumusak güç uygulamalarina yatirdigi malî kaynaklari arttirarak, gücünün komsulari üzerindeki tehdit algisini hafifletmek suretiyle akilli stratejiler gelistirmektedir.
Bazi ülkeler digerlerine oranla çok daha büyük bir güç sahibidirler. Ama, ABD örneginde oldugu gibi, bu gücü amaçladiklari hedeflere ulastiracak stratejilere dönüstürmekte yetersiz kalirlar. Akilli güç kullanimi ve gücün akilli stratejilere dönüstürülmesi yönünde atilacak ilk adim, nitelik ve niceliksel olarak sahip olunan güç kaynaklarinin tümünün bilincinde olmak ve bu çesitlilik içinde amaçlanan hedef için en uygun olanlarini etkin biçimde harmanlayabilmektir. Dünya politika arenasinda, sert ve yumusak güçlerden hangisine sahip olmayi tercih ettigimiz sorulsa muhtemelen sert gücü tercih ederiz. Akilli güç, ikisine de sahip olunmasini önerir. Yumusak gücün, askerî güçle ayni istikamette ve bir koordinasyon içinde kullanilmadigi durumlarda, askerî güç çogunlukla amaçlanan sonuçlara ulasamaz. 2006 yilinda Savunma Bakani D. Rumsfeld, Baskan Bush’un teröre açtigi savas konusunda sunlari söylemisti: “Bu savasin en kritik çatismalari Afganistan daglarinda veya Bagdat sokaklarinda degil, New York, Londra, Kahire veya baska yerlerdeki televizyon stüdyolarinda gerçeklesebilir”. The Economist dergisinin yazdigi sekliyle; o güne kadar yumusak güç kavrami için “yumusak iste” deyip burun kiviran Rumsfeld, gönülleri ve düsünceleri kazanmanin önemini anlamaya baslamisti. Ama reklam endüstrisinin basta gelen kuralini unutuyordu; eger ürününüz ise yaramaz bir seyse, en iyi reklam bile onu satamaz! Rumsfeld, parçasi oldugu ABD yönetiminin, ülkenin güç çesitliliginin dogru biçimde harmanlanmasi ve amaçlanan hedeflere ulasilmasina yönelik stratejilere dönüstürülmesi yeteneginden yoksun oldugunu da unutuyordu...
 BÖLÜM 2
ASKERI GÜÇ
Askerî güç denince akla tank, top, tüfek gelir. Oysa askerî olanak ve yöntemler bundan çok daha fazlasini ifade eder. Askerî yaklasim tarzlari da, sadece savasmak  ve savasla tehdit etmek demek degildir. Savasmak denince akla ilk gelen tanim, “devlet tarafindan donatilan ve organize edilen üniformali birliklerin, baska devletlerin birlikleriyle giristigi çatisma” seklinde yapilan tanimdir. 21. yy. savaslarinin bir çogu, devletlerin birbirleriyle kapismalari biçiminde degil, kendi içlerinde yaptiklari çatismalar biçimindedir, savasanlar da genellikle  üniforma giymez. Içinde bulundugumuz çag, modern teknolojiler sayesinde tahrip ve tehdit gücü çok yüksek, devlet statüsünde olmayan küçük gruplarla yapilan savaslarin öne çiktigi bir çagdir.
Kavga ve Savas
Bundan 2500 yil önce Thucydides1, Melos adasini istila edip sakinlerini kiliçtan geçirmek veya onlari esir almak isteyen Atinali generallerin bunu niye yaptiklarini soranlara söyle demisti; “Güçlüler yapacaklarini yapar, zayiflar da çilelerini çeker!”. Incil’de de “Ülkeler neden birbirlerine bu denli acimasizca saldirir?” diye sorulur. Kimine göre cevap “insan dogasi”dir, kimi klâsik gerçekçilere göre “açgözlülük”, bazilarina göre ise “hükmetme hirsi”. Cengiz Han ve Hernan Cortes2  gibi ünlü  fatihler ise bu kavramlarin bir karisimi olmaliydi. Anilanlardan baska, fikirler de insanlari fetihler yapmaya yönlendirir. Muhammed’in vefatindan sonraki yüzyilda Islam’in yayilmasi, ortaçag Hristiyan Haçli istilalari ve 19.yy’dan sonraki milliyetçilik  ve bagimsizlik akimlarinda görüldügü gibi.
Büyük imparatorluklar ve çagdas devlet olusumlari her ne kadar savaslar sonucu sekil almis iseler de, baski ve zorbalik yöntemleri tek baslarina tam hakimiyeti saglayamamistir. Uzun süre hüküm sürmüs olan Roma Imparatorlugu bile kendisi için tehlike arz eden barbar kavimlerin mensuplarina Roma vatandasligi vaat ederek onlari yandas haline getirmeye çalismis, böylece bir yumusak güç olanagini kullanmistir. Orduyu beslemek zor ve masrafli bir istir, mesafeler uzadikça masraflar artar. Oysa eger isbirligine ikna edilebilirlerse, yerel insanlari kullanmak daha ucuz gelir.
Teknoloji sayesinde küçük birimler, büyük topluluklari kontrol altinda tutabilmislerdir. Tüfek sayesinde isgalci bir avuç Ispanyol’un Güney Amerika halklarini, sömürgecilik döneminde 100 bin Ingiliz asker ve yöneticisinin 300 milyonluk Hindistan’i denetim altinda tutabilmesi buna örnektir. Ancak, basarinin sirri teknolojide degil, isgal güçlerinin yerel halki bölmesi ve bir kismini isbirlikçi olarak kendi yanina çekme becerisindedir. Günümüzün muhalif güçlerle mücadele doktrinleri, halklarin gönül ve düsüncelerini kazanma çabalarina daha fazla önem verir sekilde degismektedir.
Günümüzde kuvvetli bir orduya sahip olma istegi, açgözlülük ve hükmetme hirsindan ziyade, güvenlik ve varligi sürdürebilme amaçlarina yöneliktir. Taraflardan biri güvene dayali olarak silâhlardan vaz geçer, digeri silahlanmaya devam ederse, barisçil olanin ve etrafindakilere güven duygusuyla yaklasanin, belli bir vade içinde yok olmasi kaçinilmazdir. Bu bakimdan askerî güç, her durum için geçerli olmasa da, hâlâ güç türleri arasindaki en önemli olani olarak kabul görmektedir.
Askerî Güç Kullanimi Geçen Zaman Içinde Azaldi mi?
ABD Baskani için gelecege dönük tahmin çalismalari yapan Ulusal Istihbarat Konseyi, 21. yy. Için bu soruya “Evet” cevabi veriyor. Sayilari bir ara 50 bine ulasmis olan  nükleer silâhlar,  1945’den  bu yana  kullanilmadi  ama böyle  olmasi,  nükleer silâhlarin dünya siyasetinde rol oynamadigi anlamina gelmiyor, özellikle caydiricilik özellikleriyle.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
*Thucydides (M.Ö 4395): Peleponnes Savas larinin tarihini yazmistir. Bilimsel tarihçiligin babasi sayilir.
*Hernan Cortes (1485-1547): Ispanya adina Meksika’yi fetheden denizci.
____________________________________________________________________
Milli ve sosyal nedenlerle motive olan toplumlari askerî güçle kontrol altinda tutmak çok daha masrafli bir hale gelmistir. Iletisim olanaklarinin gelismesi, çesitlenmesi ve internet uygulamalari sayesinde toplumlar kimliklerine daha fazla sahip çikar oldular. Fransa 19.yy’da 34 bin kisilik bir askerî güçle Cezayir’i isgal etti ama 20.yy’a gelindiginde 600 bin kisilik bir güçle dahi bu sömürgesini elde tutmayi basaramadi. Ev yapimi patlayicilar ve araba bombalari, isgal ordularinin benzeri mühimmatina oranla çok daha ucuzdur. Ayrica, yabanci güçlerin isgali ile intihar bombaciligi arasinda çok siki bir iliski vardir.
Askerî güç kullaniminin azalmasinin bir baska nedeni de, özellikle demokratik ülkelerdeki asker karsitligini öngören ahlâki degerlerin yükselmesidir. Süphesiz, bu degisim güç kullanimini tamamen sonlandirmiyor ama can kayiplarinin neden oldugu tepkiler siyasetçileri, özellikle milli menfaatlerin çok gerektirmedigi hallerde yabanci ülkelere askerî birlik göndermekten alikoyuyor.
Son olarak da, dünyada askerî yöntemlerle çözülmekten baska çare birakmayan sorunlarin sayisindaki azalmadan bahsedebiliriz. Örnegin 1853 yilinda, Amerikali amiral Matthew Perry Japonlara, eger limanlarini ticarete açmazlarsa kentlerini bombalayacagini söyleyebilmisti. Bu yöntemin Amerika ile Japonya arasindaki güncel ticari sorunlarin çözümünde kullanilmasi pek de faydali olmasa gerektir. Bugün Çin sera etkisi sorununun bas aktörüdür ve her hafta yeni bir termik santrali devreye almaktadir. Bu durum baska ülkeler üzerinde çok olumsuz etkiler yaratsa da kimse Çin’e füze yagdirmayi düsünmüyor. Ekonomideki küresellesme ve ülkeler arasindaki çok karmasik bagimlilik iliskileri günümüzde 19.yy’da oldugundan çok ama çok farkli.
Askerî güç, uluslararasi siyasetin önemli bir unsuru olmaya devam etmekle birlikte, karsilikli ekonomik bagimliliklar, iletisim ve beynelmilel kurumlar, bazen askerî güce göre daha etkin bir rol oynar hale gelmistir. Bir devlet mekanizmasi olarak askerî güç islevsiz kalmis degildir. Terör örgütlerine ev sahipligi yapan Taliban hükümetinin ABD güçlerince devrilmesi, Ingiliz ve ABD güçlerinin Saddam rejimini bertaraf etmesi olaylarini, askerî gücün önemini koruduguna örnek olarak gösterebiliriz. Her iki olayda da devletlere karsi girisilen bu savaslar nisbeten kolaylikla kazanilmis olsa da, muhalif güçlere karsi barisin kazanilmasi kolay olamamaktadir. Askerî güç bulundurmanin maliyeti ve etkinliginde meydana gelen degisimler, bu konudaki hesaplari geçmise göre çok daha karmasik hale getirmistir.
Savas Olgusunda Meydana Gelen Biçimsel Degisiklikler
Savas ve askerî güç kullanimi belki azaldi ama yok olmadi, sadece sekil degistirmekte. Olan, savas meydani ve cephe kavramlarinin tarif edilebilir bölgeler olmaktan çikmasi, sivil / asker ayiriminin giderek birbirine karismasidir. Orta çaglarda savaslar   ancak birkaç   bin   kisiyle yapiliyordu.   20.yy’da gerçeklesen   iki  dünya savasinda, 7 ulus, 100 milyondan fazla askerîni harbe soktu. Topyekûn savas niteligine bürünen çatismalarda 45 milyon insan öldü, bir kitanin büyük bir bölümü harabeye döndü. 6 Agustos 1945’de atilan atom bombasiyla her sey sonsuza dek degismis oldu. Topyekûn savas döneminin sonuna gelinmisti. Ne var ki, silahli çatismalarin sonu gelmedi. Sadece devletlerin birbirleriyle dogrudan giristigi çatisma sayisi giderek azaldi. 1990’lara gelindiginde savaslarin çogu devletler ile silahli devlet disi güçler arasinda gerçeklesir oldu. Bu gruplar; muhalifler, teröristler, militanlar ve suç örgütleri seklinde örgütlendiler, kendi aralarinda isbirligine girenler de oldu. Örnegin, Kolombiya’nin devrimci silahli güçleri, uyusturucu kartelleriyle birlikte hareket etti, Afganistan’daki Taliban gruplari da uluslararasi El Kaide terör örgütüyle.
Bu tür gruplar, çatismayi; siddete dayali, belli bir düzeni olmayan operasyonlarla yerel halklari baskiyla kontrol altinda tutma yöntemi olarak benimsemislerdir. Zayif devletlerin, bulunduklari topraklari yönetme becerisi ve mesruiyetindeki zafiyetlerinden istifade ederler. Kuzey Irlanda ve Balkanlarda komutanlik yapmis Ingiliz general Rupert Smity bu durumu “halklar arasindaki savas” olarak tanimlar. Bu savaslar çok ender olarak bildigimiz savas meydanlarinda, geleneksel askerî güçler tarafindan sona erdirilir. Bunlar, konvansiyonel silâhlarin, yasa disi taktiklerin, terörizmin ve kriminal davranislarin birbirine karistigi hibrit savaslardir. Yogun nüfusun yasadigi Lübnan’da 2006 yilinda yasanan, bilahare Gazze’de Hizbullah ile Israil arasinda gerçeklesen savas böyle bir savasti. Her cep telefonunda bulunan kamera ve her bilgisayarda kullanilan Photoshop sayesinde , çatisma süresi boyunca bilgi savasi da üst düzeydeydi. Bazi teorisyenler, savasin bu yeni biçimini “asimetrik savas” olarak tanimlamistir.
Sovyetlerin dagilmasindan sonra geleneksel savas yetenegi açisindan “simetri” ciddi biçimde ABD lehine bozuldu. Amerikan ordusu üstün hava gücü sayesinde neredeyse hiç kayip vermeden Çöl Firtinasi (Irak) ve Kosova operasyonlarini tamamladi. Bu güçle basa çikilamiyacagini anlayan hasim taraflar ise, içinde elektronik, diplomatik, ekonomik, sibernetik, taseron terör unsurlari da dahil, belirgin hiçbir kurali olmayan “sinirsiz savas” stratejisini gelistirdi. Aslinda, asimetrinin üstesinden gelebilmek için geleneksel olmayan taktiklerin kullanilmasi  hiç de yeni bir sey degildir. Bundan 2 bin yil önce Sun Tzu3, en iyisinin, hiç savasmadan kazanmak oldugunu söylemisti. Iste bu kurami yasal devletler kadar terörist olusumlar da bilmektedir.
Terörist taktikler büyük güçleri hirpalamayi öngörür. Eylemleri, sert tepkileri tahrik eder, güçlünün intikam amaciyla uyguladigi sertlik ise bizzat kendi imajini zedeler. Nitekim, Osama bin Ladin’in tahrik tuzagina düsen ABD, uyguladigi sertlikle tüm Müslüman dünyasindaki müttefikliklerini zayiflatmistir.,
ABD, savaslarin degismekte oldugunu kavramakta yavas kalmisti. Donald Rumsfeld’in 2001 yilinda Savunma Bakani olmasiyla yeni teknolojilere büyük yatirim yapilarak degisimler yakalanmaya çalisilmis ve dogru da yapilmisti ama yanlis olan bunun yeterli olacagini düsünmekti. Max Boot 4 savas alanindaki teknolojik gelismeleri dört kategoriye ayirir; barut devrimi, 19. yy. Yil Sanayi Devrimi, 20. yy. Baslarindaki ikinci Sanayi Devrimi ve içinde bulundugumuz Bilisim Devrimi. Boot’a göre tarih, süper güçlerin bu devrimleri iskalama örnekleriyle doludur. Mogollar Barut Devrimini, Çinliler, Türkler ve Hintliler Sanayi  Devrimini,  Ingilizler ve  Fransizlar ikinci Sanayi devriminin önemli bir bölümünü ve Sovyetler de Bilisim Devrimini iskalamislardir. Sonuçlar ortada
_______________________________________________________                      
*Sun Tzu: Dünyanin en eski askerî strateji ve uluslararsi iliskiler çalismasi olarak bilinen “Savas Sanati” adli eserin Çin’li yazari
______________________________________________
Öte yandan teknolojiye gereginden fazla bel baglamak da pahaliya patlayabilir. Teknoloji, iki yani keskin kiliç gibidir, istenilmeyen kisilerin eline geçmesi ve üreteni vurmasi çok büyük bir olasiliktir. Nitekim Amerikalilar, 2009 yilinda düsman bilgisayar korsanlarinin (hacker) 30 dolarlik basit bir düzenekle insansiz hava araci Predator’larin yazilimlarini berbat ettiklerine hayretle sahit olmuslardi. Araba bombalarinin, akilli bombalara kök söktürdükleri de unutulmamali. 2006 yilina gelindiginde, general D. Patreus önderliginde gelistirilen, isyanci unsurlarla mücadele talimnamesinde öncelik listesinin tepesine, düsmani yok etmek yerine sivil halki korumak konulmustu. Artik gerçek savas, muhalif “balik”larin, sivil “deniz”lerde yüzmesini engellemek biçiminde gerçeklesecekti. Aslolan, insanlarin gönüllerini ve düsüncelerini, yumusak güç yöntemleriyle kazanmakti. Ne var ki, bu yöntemlerin maliyeti, sürdürülebilirligi ve etkinligi, Bati kamuoyunun bazi süphecileri tarafindan sorgulanmaktadir. Bir Afgan savasçinin söyledigi gibi; “Saat sizin kolunuzda ama zaman bizim!”.
Kültürel muhafazakârlik, güvensizlik, sivil kayiplar ve yolsuzluk kültürü, yumusak güçle kalpleri ve zihinleri kazanmayi zorlastirmaktadir. Bir RAND raporu su cümlelerle sonlanir: “Islamî muhaliflerle savasimdaki en büyük zafiyet Amerikan ates gücünün sinirli olmasi degil, Islamî zorbaliga alternatif olma iddiasindaki rejimlerin yeteneksizligi ve mesruiyetten uzak oluslari, yâni bizzat kendileridir”.
Dört yilda bir yayinlanan Pentagon Savunma Elestirileri Raporu’nun 2010 nüshasinda, devletler arasi savasin yani sira, ulusal güvenlik açisindan tehdit olusturan açik deniz korsanligi, nükleer silâhlarin yayilmasi, uluslararasi suç, uluslar ötesi terörizm, ve dogal âfetler gibi olgulara karsi doktrinler gelistirilmektedir. Buna göre teknolojinin gücü fazla abartilmamali, özellikle kara savaslari açisindan teknolojik yetenegin, geleneksel savas yöntemlerinin yerini alacagi varsayilmamalidir. Bu görüs, birliklerin nasil bir egitimden geçirilmesi gerektigi ve kisitli mali kaynaklardan savunma bütçesine ne büyüklükte bir pay ayrilmasi gerektigi gibi sorulari çok karmasik bir hale getirmektedir.
________________________________________________________________________
Max Boot (1969): Milliyetçi bir Amerika’li askerî tarih uzmani.
_________________________________________________________________________________
Askerî Olanaklar Davranis Tarzlarini Nasil Etkiler?
Askerî planlamacilar, sürekli olarak ülkesel güç kaynak ve yeteneklerini hasim ülkeninkilerle mukayese ederler. Nüfus, bütçe, askerî altyapi, silâh envanteri, organizasyon, yenilikçilik gibi bir dizi unsur, enine boyuna incelenir. Ancak tüm uzmanlarin üzerinde anlastigi bir konu vardir ki o da, tüm imkânlarin kullanilmasina karsin uygulamada karsi tarafin tutum ve tavrinda istenilen degisiklikleri meydana getirilemiyorsa, bu yetenekler bir ise yaramamis demektir. Kaynak ve olanaklari, amaçlanan sonuçlarin alinmasina dönüstüren stratejiler, akilli askerî güç kavraminin anahtaridir.
Askerî olanaklarla güç kullanimi, dört farkli tarzda uygulanir; (1) Fiziki olarak çatismak ve tahrip etmek, (2) Baski içeren siyaset sürecinde tehdit unsuru olarak kullanmak, (3) Barisin korunup sürekli kilinmasi ve koruma semsiyesi altina alma vaadiyle yandas edinmek, (4) Bu gücü muhtelif yardimlara dönük olarak kullanmak. Bu uygulamalarin basarisi, gücün hedef toplumlar üzerindeki etkisini dogru hesaplamaktan geçer. Çünkü seçilen stratejinin dogruluguna bagli olarak sonuç “kabullenme” de olabilir “direnis” de.
Çatisma
Çatismanin basarisi, yetenek ve mesruiyet ile baglantilidir. Asker sayisi, donanim, teknoloji, egitim, malî kaynaklar gibi ölçülebilen unsurlar kadar bu unsurlarin dogru biçimde kullanimina yarayan stratejik bilgi, saglam doktrinler, siyasi inançlar konusunda derinlemesine bilinç gibi yetenekler de, gücün bu tarz uygulanmasindaki basariya etki eder. Tanri, sadece daha büyük birliklere sahip  olanin yaninda degildir. Uzun süreli savaslarda fazla bir basari sanslari olmasa da küçük uluslar dahi çatisma yeteneklerini etkinlikle kullandiklarinda düsmana kolay lokma olmaktan korunabilmektedirler. Isviçre ve Singapur buna örnektir. Mesruiyet ise daha bulanik bir alandir zira sübjektiftir, çesitlilik arz eder ve evrensel bir nitelik tasidigina ender rastlanir. Ancak gerek hedef alinan toplum, gerekse üçüncü taraflar nezdindeki mesruiyet algisi, hedefin nasil bir tepki verecegi (çabuk bir teslimiyet mi, çatismalarin uzamasi mi?) ve güç kullaniminin bedelinin ne olacagi ile ilgilidir. Mesruiyet algisini BM’deki siyasi manevralar, sivil toplum örgütleri, medya tarafindan takinilan tavir, internetteki sosyal paylasim platformlari ve cep telefonlari da çok etkiler. 2003 Irak savasinin hemen sonrasinda ABD lehine olusan mesruiyet algisinin bilahare, yagmalarin, mezhep kavgalarinin önlenememesi sonucunda nasil tersine döndügü unutulmamalidir. Ebu Gureyb cezaevi olaylari gibi deneyimler, zamanla doga içerisinde yok olup giden nesnelere benzemiyor. Öldürülen direnisçi sayisi, tahrip edilen altyapi nedeniyle 2006 yilindaki Hizbullah – Israil çatismasi da benzer sekilde, baslangiçta Israil’in üstünlügü olarak algilanmisti ama TV benzeri iletisim kanallarinin akillica kullanimi sonucu dünya kamuoyunda,  Israil’in saldirganligi ve Hizbullah’in zaferi olarak tescillendi.
Rusya istedigi kadar Gürcistan’a yaptiginin NATO’nun, Kosova’ya yaptigindan farkli olmadigini savunsa da (ikisinin de BM onayi yoktu) Kosova’da yapilanin mesru, kendi yaptiginin gayrimesru oldugu algisini degistiremedi. Savas teorisi bize, çatismanin nedeni kadar, çatismada kullanilan yöntemlerin de mesruiyetin olusmasinda etkin oldugunu hatirlatmaktadir.
 Baski siyaseti
Askerî gücün siyasi bir baski araci olarak kullanilmasi, tehdidin inanilirligina ve bedeline baglidir. Güç kullanma tehdidi, dayatma veya caydirma amaçli kullanilabilir. Tehditlerin kof çikmasi, direnisi güçlendirdigi kadar, sonucun ne olacagini bekleyen üçüncü taraflari da olumsuz etkiler. Donanmalarin okyanuslarda bayrak dalgalandirmasi, ulusal bayramlarda görkemli geçit törenleri yapilmasi, baski siyasetinin klâsik örnekleridir. Yakin geçmiste Çin’in dünya yörüngesinde kendisine  ait bir uyduyu patlatip yok etmesi, ABD’nin uzayin tek hakimi olmadigi yolunda bir hatirlatmaydi.
Koruma
Askerî gücün müttefik ülkelere koruma saglama amaçli kullanilmasi da uygulanan stratejilerin inandirici olmasini gerektirir. 2009 yilinda Rusya’nin yaptigi genis çapli bir tatbikat sirasinda ABD donanmasinin Baltik denizinde dolanmasi,  çevre ülkelere “korkmayin yalniz degilsiniz” mesaji veriyordu. Korumanin derecesi, koruyanin bölgedeki çikarlarinin çapiyla orantilidir. Amerika’nin, Japonya ve Kore’de kara birlikleri bulundurmasi, bir çatisma durumunda can kayiplarinin göze alindiginin ifadesidir ki bu da diplomatik sözlerle saglanabilecek inandiriciliktan çok daha fazladir.
NATO benzeri askerî ittifaklar, ABD’nin sert güç kullanma yetenegini artirdigi kadar kurulan iliskiler ve yaratilan cazibe ortami sayesinde yumusak güç anlaminda da kapasitesini yükseltmistir. Bu iki gücün birlesmesi ise soguk savas döneminde Atlantik bölgesinde istikrarin ve ekonomik refahin saglanmasina yaramistir. Buna mukabil, ABD’nin S. Arabistan’a sagladigi koruma, resmi bir ittifak mahiyetinde olmayip dar kapsamli pazarliklar çerçevesinde belirlenen milli çikar edinimine  yönelik bazi garantilerden ibarettir. Ortaya çikardigi yumusak güç kisitlidir ama yine de Suudi enerji politikalarinin, ABD çikarlarina uygun biçimde sekillenmesine yaramistir.
Çatisma bölgelerinde saglanan ateskesin korunmasina yönelik olarak kullanilan askerî olanaklar da sert ve yumusak güç unsurlarini barindirir. Basarisi ise bu unsurlarin kullaniminda gösterilecek hassasiyet ve beceriyle ilgilidir.
 Yardimlar
Askerî güce, yabanci ordularin egitilmesi, müsterek tatbikatlar yapilmasi, insanî yardimlar saglanmasi ve dogal felaketlerle bas edilmesi baglamlarinda da bas vurulabilir. Bu tür uygulamalar hem sert, hem yumusak güç kapasitelerinin yükseltilmesi bakimindan yararlidir. Örnegin ABD ordusu, Irak ve Afganistan ordularini egitme sürecinde, kendisi de isyancilarla mücadele konusunda çok sey ögrenmistir. Bu egitimler sirasinda belli sempati ortami yaratilabilirse bu, silahli kuvvetlerin yumusak güç olusturmasi anlamina gelir.
Öte yandan, askerî olanaklar, hem sert hem yumusak güç üretebilir. Önemli olan, kaynagini baris severlikten, yetenekten, mesruiyet ve güvenden alan yumusak gücün, sert güçle birlikte, dogru stratejiler çerçevesinde harmanlanmasi ve sonuçta ortaya akilli askerî gücün çikarilmasidir.
Askerî Gücün Gelecegi
Obama, 2009 yilinda aldigi Nobel Baris Ödülünü kabul konusmasinda sunlari söylemisti: “Kendi yasam sürecimiz içerisinde siddet dolu çatismalari önlememizin mümkün olamayacagini kabullenmek zorundayiz. Öyle zamanlar gelecektir ki, uluslar bazen tek baslarina, bazen bir ittifak halinde hareket ederek güç kullanmayi sadece gerekli görmekle kalmayacak, bunu bir ahlâkî mecburiyet olarak uygulayacaklardir”. 21.yy’da, önceki çaglara göre devletler arasi savaslarla birlikte iç savaslarin da azaldigini görecegiz. Ama mantikli uluslar, savas tehdidine karsi pahali sigorta poliçeleri satin almaya devam edecekler ve ana sigortaci da ABD olacaktir.
Askerî güç en alt düzeyde de olsa (normlar, kurumlar, ve iliskilerle birlikte) dünya nizaminin sürmesini mümkün kilmaya devam edecektir. Askerî güç, sagladigi güven duygusu yönüyle oksijene benzer, iyice azaldiginda gerçek önemi anlasilir. Ihtiyaç aninda yoklugunun önemi öylesine ortaya çikar ki, geride kalan her sey teferruattir.
BÖLÜM 3
EKONOMIK GÜÇ
Soguk savasin sonunda bazi düsünürle “jeopolitigin” yerini “jeoekonomi”nin aldigini söylediler. Havuçlar sopalardan daha önemli konuma gelmekteydi. 19. yy. Liberalleri, ticaret ve finans alaninda gelisen karsilikli bagimliligin savaslari gereksiz hale getirecegi görüsünü savunuyordu. Buna cevap gerçekçilerden geldi; 1914’de Ingiltere ve Almanya birbirlerinin ana ticaret ortagi idiler ama bu, küresel bir ekonomik entegrasyon saglama idealinin yarim yüzyil ötelenmesine yol açan muazzam bir yangini önleyemedi. Bunlara göre piyasalarin bir düzen içinde isleyebilmesi için siyasi bir yapi gerekliydi. 19.yy’da “serbest ticaret” diye anilan kavram, büyük ölçüde donanmanin gücüne yaslanmaktaydi. Ne de olsa, askerî güçle sonuç alma süreci, piyasalarin isleyis sürecine göre daha hizli ve etkiliydi.
Her iki tarafin da hakli oldugu yönler vardir. Eger niyetiniz katiri suyun basina götürmekse havuç, sopaya göre daha etkilidir ama niyetiniz katiri sahibinin elinden almaksa silâh daha çok ise yarayabilir. Siyaset dünyasinda silahli kuvvetler “gücün nihaî biçimi” olarak tanimlanir, böyle bir güce sahip olmaksa ancak canli ve saglikli  bir ekonomiye sahip olmakla mümkündür.
Büyük ve basarili bir ekonomi sadece sert güç olanaklari saglamaya degil, yarattigi çekim alaniyla, yumusak güç olanaklari saglamaya da yarar. Gerek sert gücün, gerekse yumusak gücün dayandigi temel ekonomik unsurlar, GSYIH’nin büyüklügü ve kalitesi, kisi basi milli gelir, teknolojinin seviyesi, dogal kaynaklar ve insan kaynaklari, piyasalar için gerekli olan yasal ve siyasal kurumlar, ayrica ticaret, finans ve rekabet gibi özel alanlara yönelik imkânlardir.
Serbest piyasa sartlarinda, taraflar arasinda özgürce yapilan bir pazarlik sonucu gerçeklesen alisveris, her iki taraf için de, mutlak çikar anlaminda kazançlidir. Ancak siyaset aleminde mutlak kazancin ötesinde dolayli kazançlar önem kazanir. Örnegin, Fransa, 19.yy’da Almanya ile yaptigi ticaretten çok memnundu ve iyi kazaniyordu ancak bu alisveristen Almanya da kazaniyor, giderek zenginlesiyor ve askerî gücünü artiriyordu. Isin bu yönü Fransa’nin hiç hosuna gitmiyordu dogal olarak. Ekonomik büyüme, paylasilacak pastayi genisletir ama hangi tarafin daha büyük dilimi alacagini göreli güçler tayin eder.
Ülkelerin piyasalari yapilandirmak amaciyla bas vurdugu uzun enstrümanlar listesinde, gümrük vergileri, kotalar, yasal yaptirimlar, döviz kurlarinin manipüle edilmesi, dogal kaynaklarin kullanimini kartellestirmek, kalkinma yardimlari gibi unsurlar bulunur. Ama ekonomik gücü kullanma amaçli politikalarin en önemli boyutu, baskalarini kendine, onlara duydugun ihtiyaçtan daha fazla muhtaç hale getirebilmektir.
Karsilikli Ekonomik Bagimlilik ve Güç
Ülkeler piyasa dinamiklerinin itmesiyle birbirlerine bagimli hale geldikçe bu bagimliligi o sekilde yapilandirmaya çalisirlar ki müsterek çikarlarin daha büyük bir bölümü kendi taraflarinda kalsin ve böylece baska maksatlar için kullanabilecekleri güç türleri artsin. “Karsilikli Bagimlilik” kavrami içinde kisa süreçte “hassasiyetler”, uzun süreçte “savunmasiz kalmak” baglamlari bulunur. “Hassasiyet”, bir tarafta meydana gelen degisimlerin, diger tarafi hangi hizda etkiledigi ile ilgili bir konudur. 2008 yilinda New York’da Lehman Brothers’in batisi, dünya piyasalarini çok kisa süre içinde etkilemisti. Hassasiyetin yüksek seviyede olmasi ile savunmasiz kalmak ayni seyler degildir. “Savunmasiz Kalmak” karsilikli bagimlilik sistemi içerisindeki yapisal degisikliklerin taraflara ödettigi göreli bedel ile ilgilidir. Savunmasiz birakmak, hassas hale  getirmeye  oranla daha  büyük  bir gücü  ifade  eder. ABD,  1998  yilinda Dogu Asya’da meydana gelen krizlere karsi hassasti ama savunmasiz kalmadi çünkü güçlü bir ekonomik yapisi vardi, büyüme hizi % 0,5 düstü, o kadar. Öte yandan Endonezya ayni kriz sirasinda küresel ticaret ve yatirim aliskanliklarindaki degisime karsi hem hassasti hem de bu degisimler nedeniyle savunmasiz kaldi, ekonomisi ciddi çöküs yasadi, bu da siyasi çatismalara yol açti.
“Simetri” karsilikli bagimliligin nispeten dengeli oldugu durumlari ifade eder. Daha az bagimli olmak bir güç kaynagina sahip olmak demektir. Ekonomik gücün önemli bir boyutu karsilikli bagimliligin simetrisini kendi lehine bozabilmektir. 1980’lerde Baskan Reagan vergileri düsürüp harcamalari arttirmisti. ABD, bütçe açiklarini yamamak için Japon sermayesine muhtaç hale geldi. Bazilarina göre bu durum Japonya’ya ABD karsisinda muazzam bir güç kazandirmisti. Ancak Japonya Amerika’ya borç vermeyi durdursa, bu ülkedeki ekonomi sarsilacak ve bundan ABD’deki Japon yatirimlari da olumsuz etkilenecekti. Amerikan ekonomisinin yari büyüklügündeki Japon ekonomisi de ihracat açisindan ABD piyasalarina muhtaçti. Kisacasi birlerine ihtiyaçlari vardi ve bundan yararlandilar. Benzeri bir durum bugün Çin’le Amerika arasinda yasaniyor. Çin’in 2,5 trilyon dolarlik muazzam bir döviz rezervi bulunuyor. Bunun büyük bir bölümü ABD hazine bonolarina bagli. Bu Dolarlarin satisi halinde Amerika’nin dizleri üzerine çökecegi söyleniyor ama düsen dolar fiyatlari Çin’in rezervlerinin degerini de düsürür. Ayrica ABD ucuz Çin mallarini almak konusunda eskisi kadar istahli olmaz, malini satamayan Çin’de issizlik sorunlari çikar, bu da siyasi karisikliklara yol açar. Özetle ABD dizleri üzerine çökebilir ama Çin yerlerde sürünür.
2010 yilinda Amerika’nin Tayvan’a silâh satmasi Çinlileri kizdirdi. Tepki olarak ABD Hazine Bonolarinin satisi gündeme geldi. Çin’de kimse bu öneriye kulak asmadi. Döviz rezervlerinden sorumlu Çinli yetkili durumu söyle özetledi: “Çin’in ABD bonolarina yatirim yapmasi benimsemis oldugumuz bir piyasa üslubudur, bunu siyasilestirmek istemiyoruz.”
Her seye ragmen denge, istikrarin güvencesi degildir. Beklenmeyen sonuçlar doguracak yol kazalari her zaman mümkün oldugu gibi, ülkelerin savunmasiz kalmama adina yaptiklari manevralar da tehlike arz eder. Ekonomik gücün önemli bir unsuru döviz piyasalarindaki simetri bozuklugudur çünkü ticarî hayat ve para piyasalari üzerinde derin etkileri vardir. Döviz piyasalarinin manipülasyonundan önemli bir parasal güç dogar. Çin Yuani’nin konvertibilitesini kisitli tutmaktadir. Amaci, iç pazarina yönelik kararlarini, uluslararasi döviz piyasalarinin dikte ettigi sartlarin etkisinden kurtarmaktir. Bu Çin’e rekabet üstünlügü saglamaktadir.
Ülke parasinin, uluslararasi rezerv dövizi olarak kullanilmasi o ülkeye önemli bir güç katar. 1998’deki Dogu Asya krizinin asilmasi için IMF’nin Endonezya ve Güney Kore’ye dayattigi sartlara bir bakin, bir de 2008 malî krizi sirasindaki duruma uyum saglama sürecindeki ABD’nin elinin rahatligina. Bu rahatlik, ABD’nin bütün dis borçlarinin kendi milli para birimine dayali olmasindan kaynaklaniyordu. Dünya rezervlerinin büyük bölümünü olusturan para birimi hangi ülkeninse o ülkenin büyük bir dayatma gücü var demektir. Örnegin Süveys problemi nedeniyle Fransa ve Ingiltere’nin 1956 yilinda Misir’i isgal etmeleri, Ingiliz Sterlinini malî piyasalarda krize soktu. ABD, Süveys’ten çekilmesi sartiyla Sterlini destekleyecegini söyleyince bu is Ingiltere’nin hiç hosuna gitmedi ama söyleneni yapmaktan baska bir çaresi  de  yoktu.
Amerika’nin askerî gücü, parasina duyulan güvenin ana nedenidir. Güven duyulan para degerlidir, bunun da bazi bedelleri vardir. Örnegin Dolar’in dünya piyasalarindaki hakimiyeti, rekabet dezavantaji nedeniyle malini ihraç etmekte zorlanan Amerikali üreticiyi fazlasiyla üzmektedir. Ama görünen odur ki, ABD ekonomisinin büyüklügü, para piyasalarinin genisligi ve derinligi nedeniyle Dolar en azindan gelecek on yil veya daha uzun bir süre boyunca dünya rezerv parasi olma özelligini koruyacaktir.
ABD bütçe açiklarinin Çin döviz rezervleriyle kapatilmasi biçimindeki asimetrik dengenin degistirilmesi anlaminda her iki taraf da fazla bir acele içinde gözükmemekle birlikte ABD, Çin’in uluslararasi forumlardaki etkinliginin kontrollü bir biçimde yükselmesine göz yummaktadir.
Dogal Kaynaklar
Zengin dogal kaynaklara sahip olmanin, büyük ekonomik güce sahip olmakla es anlamli oldugu düsünülür. Oysa dogal kaynak fukarasi Japonya’nin zenginligi, bu varsayimi çürütüyor. Dogal kaynaklarin azligi, bir ülkenin  düsük ekonomik  güce sahip olduguna dair yeterli bir gösterge degildir. Mesele, ülkenin savunmasiz olup olmadigiyla ilgilidir. Bu ise, dogal kaynak konusu ürünün alternatifi olup olmadigina, tedarik kaynaklarinda çesitliligin saglanabilip saglanamadigina baglidir.
1970’li yillarda bazi teorisyenler, ABD’nin 13 temel sanayi girdisini teskil eden maddeler konusunda savunmasiz kalabilecegi alarmini verdi. ABD, alüminyum, krom, manganez ve nikel ihtiyacinin %90’ini ithal etmek zorundaydi. Bunlarin üreticileri, petrolcülerin örneginde görüldügü gibi kartellesebilirlerdi. Ama takip eden yillarda fiyatlar yükselecegine düstü! Teorisyenler, sanayideki girdilere alternatif olabilecek baska girdilerin de kullanilabilme olasiligini ve teknolojik ilerlemenin yaratacagi faydalari dogru hesaplayamamis ve tahminlerinde yanilmislardi.
Petrol, Gaz ve Ekonomik Güç
Gerek siyasi, gerekse ekonomik anlamda petrol dünyanin en önemli ham maddesidir ve 21. yy. boyunca da öyle kalmaya namzettir. Her ne kadar artiyor olsa da Çin’in %8’lik tüketimine karsilik ABD, dünya petrolünün % 20’sini tüketmektedir. Bilinen 1 Trilyon varillik rezerv nedeniyle petrolün yakin bir zamanda tükenecegini düsünmek yersizdir ama bu rezervlerin % 66’sinin Basra körfezinde olmasi, bu bölgedeki istikrarin dünya ekonomisi açisindan önemine isaret eder.
1960’larda, petrol ticareti, büyük tüketici ülkelerin hükümetleriyle yakindan iliskili özel bir oligopol’un elindeydi. Agirlikla Ingiliz ve Amerikan menseli 7 büyük sirket (bunlara 7 kiz kardes denilirdi) tüketimin fazla oldugu zengin ülkelerdeki talebe göre arzi düzenlerdi. Fiyat da bu zengin ülkelerdeki sartlara göre olusurdu. Askerî anlamdaki güçlü ülkeler petrol piyasasindaki bu dengesiz yapiyi korumak için zaman zaman müdahalelerde bulunurdu. Örnegin, 1953 yilinda millilestirme  yanlilarinin Iran Sahini devirmeye yönelik tesebbüsü, Ingiliz ve Amerikan güçlerince üstü örtülü bir biçimde önlendi.
1973 petrol krizinden sonra, zengin ülkelerden, nispeten zayif ülkelere dogru muazzam bir güç ve zenginlik transferi oldu. Ne miktarda üretim yapilacagi bizzat üretici ülkeler tarafindan belirlenmeye baslaninca, fiyat olusumunda da bu ülkeler daha fazla söz sahibi olur bir konuma geldiler. Bu degisim genellikle, petrol üreticisi ülkelerin OPEC çatisi altinda gruplasmasina baglandi ama OPEC 1960 yilinda kurulmustu, oysa degisimler 1973 yilinda meydana geldi. Bu zamanlamanin nedeni, OPEC ülkelerinin yarisinin, ancak 1973’de bagimsizliklarina kavusmasidir. Bu tarihe kadar Avrupa ülkelerinin sömürgesi idiler.
Milliyetçiligin yükselmesiyle, askerî müdahalelerin de maliyeti yükseldi. Ingiltere ve ABD’nin 1953 yilinda Iran’a yaptiklari müdahalenin maliyeti nispeten düsüktü, 1979 Islam devriminden sonra bu ülkeye yapilacak bir müdahalenin maliyeti, altindan kalkilamayacak boyutta olurdu.
1956 ve 1967 yillarinda Arap ülkelerinin uygulamaya çalistigi petrol  ambargosu basarili olamadi çünkü, olusan arz açigini ABD kendi kaynaklariyla kapatabiliyordu. 1971’de ABD’nin üretim kapasitesi zorlanmaya baslayip ithalat baslatilinca, petrol piyasalarindaki hakimiyet S. Arabistan ve Iran gibi ülkelere geçti. ABD artik, petrol darligina düsen ülkelerin basvurabilecekleri son çare tedarikçisi olma özelligini yitirmisti. Bu dönemde 7 kiz kardes, önemini büyük ölçüde kaybetti.
Ilk baslarda, sermaye, teknoloji ve pazarlama gücü açilarindan tekel olma konumundaki çok uluslu sirketler, dogal kaynaklarin bulundugu fakir ülkelere giderler ve yaptiklari anlasmalarla hizmetleri karsiliginda aslan payini alirlardi. Zaman içerisinde, fakir ülkeler paylarini arttirmanin pesine düstüler. Monopollerin çikip gitme tehditleri önemini yitirmisti zira geçen zaman içinde malin esas sahipleri isi kendileri yapabilir seviyeye gelmisti. Çok uluslu sirketlerin petrol rezervlerini kontrol etme orani günümüzde % 5’lere kadar düsmüstür, % 95 devlet sirketleri tarafindan yönetilmektedir.
Piyasalarda fiyat ve talebin düstügü dönemlerde, güçlü kartellerin üretim kotalari konusunda hileye basvurmak gibi bir özellikleri bulunur. 1973 Orta Dogu Savasi, OPEC’e gücünü gösterme firsati verdi. Arap ülkeleri 1973 savasi sirasinda arz kaynaklarini kesti. Bu dönemde ABD’nin Basra Körfezindeki polisligini yapmakta oldugu sanilan Iran Sahi, bir anda fiyatlari dört misli arttirdi, OPEC ülkeleri de onu takip etti. Kriz öyle bir noktaya tirmandi ki, dönemin ABD Disisleri Bakani H.  Kissinger, eger  bogazi  daha fazla  sikilirsa  askerî güç  kullaniminin  kaçinilmaz hale
gelecegini söylemek zorunda kaldi. Üretim %15 oraninda kisilmis, Arap ambargosu nedeniyle Amerika’ya giden petrol %25 azalmisti. Bunun üzerine Venezuela ve Endonezya petrolü devreye girdi. Arz talep dengesi nisbeten saglandi. Zengin ülkelerin talebinin sadece %7-9’luk bir bölümü karsilanamamis oldu. Bu, bir “bogulma” noktasinin çok uzagindaydi. Piyasa oyunculari, esas itibariyle kendi çikarlarinin pesindeyken, istikrari dolayli olarak saglamislar, ekonomik çatismanin, silahli çatismaya dönmesini önlemislerdi.
1973 yilindaki dönüm noktasinda, petrol bir ekonomik silâh olarak ne denli güçlüydü? Petrol sayesinde Araplar sorunlarini ABD’nin gündemine getirmeyi basardilar. Israil ile Araplar arasindaki Yom Kippur sonrasinda gerçeklestirilen baris görüsmeleri sirasinda ABD, Arap isteklerine karsi biraz daha hosgörülüydü ama hepsi o kadar. Petrol silâhi, ABD’nin Orta Dogudaki temel politikalari üzerinde fazla etkili olamamisti. Bu gün için çikaracagimiz dersler nelerdir? Cevap: Karsilikli bagimliligin simetrisi! Petrol piyasalarinda anahtar ülke haline gelen S. Arabistan’in ABD’de önemli yatirimlari vardi. Amerikan çikarlarina zarar verdiklerinde bundan kendi çikarlari da zarar görecekti. Ayrica ABD’nin korumasi altindaydilar, bu yüzden petrol silâhini dikkatli kullanmak zorundaydilar. Petrol kaynaklarina sahip olmanin bir yandan yarattigi, diger yandan kisitladigi güç, günümüzde de karmasik yapisini koruyor. Bulunan rezervler ve tasarruflu kullanim teknolojilerinin gelismesiyle 90’larda petrole talep azaldi, fiyatlar düstü. 2005’den sonra ise Asya’da büyüyen ekonomiler, basta Çin ve Hindistan olmak üzere talebin ve paralelinde fiyatlarin yükselmesine neden oldu. Devam edecege benzeyen bu trend nedeniyle de Basra Körfezindeki istikrarin korunmasi, dünya siyasetinin en önemli sorunlarinin basinda kalmaya devam edecektir.
Petrol ve dogal gaz piyasalarinin mukayesesi ilginç bir konudur. Rusya, her ikisinin de üreticisi olmakla birlikte gaz piyasasinda asimetriler yaratmaya daha fazla önem verir gözükmektedir. Rus hükümeti gaz kaynaklarinin isletilmesi ve boru hatlariyla nakledilmesi isini Gazprom sirketinin çatisi altinda, tek merkezde topladi. Gazdan kaynaklanan ekonomik gücünü de yeri geldiginde, fiyatlar konusunda anlasamadigi Ukrayna’ya gaz ihracatini keserek gösterdi.  Daha sonralari  da, önerdigi cazip gaz fiyatlari karsiliginda donanmasini Ukrayna limanlarinda barindirabilme hakkini uzatma çabasina giristi. Bu girisim, ileride bir gün NATO üyesi olmayi düsleyen Ukrayna’yi fena bir ikilemde birakti.
Almanya gaz ihtiyacinin 1/3’nü Rusya’dan sagliyor ama bagimliligin boyutu onlari fazla tedirgin etmiyor zira karsilikli bagimliligin simetrik oldugu ve sagladiklari gelirden kolay kolay vazgeçemeyecekleri düsünülüyor. Bu nedenle Almanya, AB’nin Hazar dogal gazini Rusya’ya ugramadan Avrupa’ya getirme projesine fazla ilgi göstermedi. Bunun yerine Rus gazini, Ukrayna ve Polonya’ya muhtaç olmadan,  Kuzey Denizinin altindan Almanya’ya getirme projesine destek verdiler. Kisacasi, Rusya boru hatti diplomasisini ekonomik gücünü arttirmak amaciyla kullandi. Bir yandan  Almanya nezdindeki  güvenilir  tedarikçi imajini  saglamlastirirken,  gücünü, etki alani olarak gördügü, küçük müsterilerden olusan Baltik ülkeleri, Beyaz Rusya ve Ukrayna bölgesi üzerinde tehdit unsuru olarak tutmayi sürdürdü. Benzer sekilde, Orta Asya ülkelerindeki gazi, kendi boru hatlariyla Avrupa’ya ulastirma gayretine  girdi ve girmesiyle de Çin’in hamlesiyle yüz yüze geldi. Çin de kendi insa edecegi boru hatlariyla Orta Asya gazini ülkesine getirme çabasindaydi. Daha önemli bir olay, ABD’de büyük gaz rezervlerinin bulunmasi oldu. Gazin sivilastirilarak gemilerle Amerika’ya tasinmasi ekonomik olmaktan çikti. Bu gaz, ABD yerine Avrupa’ya gitmeye basladi böylece de Rusya’nin boru hatti diplomasisinde eli zayiflamaya basladi. Içinde bulundugumuz, bilisim çaginin, “yükte hafif, pahada agir” ekonomileri döneminde, dogal kaynaklarin önemi Sanayi devrimi sürecindeki kadar fazla degilse de ekonomik güç olarak yine de ihmal edilemez. Bu güç, büyük ölçüde piyasa sartlariyla ilintilidir.
Yaptirimlar: Negatif ve Pozitif
Askerî gücün ana unsurunun nasil, fizikî çatisma tehdidi ve eylemi oldugu düsünülüyorsa, ekonomik gücün en görünür enstrümaninin da yaptirimlar oldugu yaygin bir düsüncedir. “Yaptirim” bir kararin uygulanmasini veya bir politikanin yürürlüge konulmasini saglamak amaci ile olusturulmus tesvik veya caza biçimindeki önlemlerdir. Negatif veya pozitif olabilirler. Thomas Schelling 5 yaptirimlar için, “Tehdit ile vaat, baski ile tazminat/telafi arasindaki fark, referans çizgisini nereden çektiginize baglidir. Çocugumuza, yatagini toplamak gibi belli bazi günlük isleri yapmasi karsiliginda bir harçlik veririz. Bu uygulama bir aliskanlik haline geldikten sonra, verilen görevin yerine getirilmemesi nedeniyle harçligin kesilmesi çocuk tarafindan bir ceza olarak algilanir”. Yaptirimlarin nasil deneyimlendigi algilara göre degisir.
Yaptirimlar devletler tarafindan uygulanabildigi gibi Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) tarafindan da uygulanabilir. David Baldwin’in6 yaptigi listeden 11 farkli negatif yaptirim biçiminden bazi örnekler: ambargo, varliklarin dondurulmasi, ayirimci vergilendirme, yardimlarin kesilmesi... Pozitif yaptirim örnekleri ise  sunlardir: gümrük duvarlarinin indirilmesi, yardim saglanmasi, yatirim vaatleri... Tüm yaptirimlarin ortak özellikleri iktisadi islemleri, siyasi amaçlara yönelik olarak manipüle etmektir. Genis bir pazara sahip ülkelerin, piyasayi kontrol etmek ve yaptirimlari uygulamak konusunda daha büyük bir gücü vardir. ABD, dünyanin en büyük ekonomisine sahip olmaktan aldigi güç sayesinde, 1996 ile 2001 yillari arasinda, yabanci ülkelere 85 yeni yaptirim uygulamisti, yani, insanligin yarisi ABD yaptirimlarindan payini almisti. Buna ragmen yaptirimlarin ise yarayip yaramadigi tartismalidir. O halde neden yaptirimlara bu kadar sik basvurulur? Arastirmalar, yaptirimlarin, hedeflerin fazla büyük tutulmamasi, amacin net ve açik biçimde anlasilir olmasi, uygulanan ülkenin, daha isin basinda zayif bir konumda    bulunmasi,
____________________________________________________
*Thomas Schelling (1921): Nobel ödüllü A.B.D.’li iktisatçi ve Dis Politika profesörü.
*David A. Baldwin (1936): A.B.D.’li iktisatçi ve Dis Politika profesörü.
________________________________________________
önlemlerin agir olmasi, uygulama sürecinin sinirli olmasi hallerinde, büyük ölçüde basarili oldugunu göstermektedir. Ekonomik yaptirimlarla, amaçlanan hedeflere ulasilma olasiligi düsükse, bunun alternatifi nedir? Askerî güç bazen daha iyi sonuç vermekte ama maliyeti çok yüksek olmaktadir. Füze krizi sirasinda, Castro’nun Küba’sina uygulanan yaptirimlari bir örnek olarak inceleyebiliriz. Buraya ABD tarafindan bir askerî müdahale nükleer savasa kadar gidebilirdi. Olaya sessiz kalmak ise, soguk savas döneminde ABD’yi Sovyet’ler karsisinda çok zayif duruma düsürebilirdi. Yaptirimlar Castro’yu iktidardan düsüremedi ama ülkesine bir bedel ödetti, davranislarini sinirladi ve Sovyetlerle hasir nesir olmanin faturasinin agir oldugu konusunda tüm dünyaya bir mesaj verdi. Bu bakimdan, uygulanacak alternatif politikalar arasindaki en etkin olani oldugu söylenebilir (bu yaptirimlarin islevini yitirip yitirmedigi, soguk savasin sona ermesiyle birlikte olayin boyut degistirip degistirmedigi ise ayri bir tartisma konusudur).
Dikta rejimiyle yönetilen ülkelere uygulanan yaptirimlar yönetici elitlerden ziyade, zaten korunmasiz durumda olan halka zarar verir bir biçime dönüsebilir. Diktatörler de bunu, zulmü önlemek amaciyla yaptirim uygulayan devletlerin aleyhine bir propaganda malzemesi olarak kullanabilirler. Yaptirimlarin basarili olamadigi 90’li yillarda, münhasiran elitleri hedefleyen “akilli yaptirimlar” uygulamasina geçildi. Bunlar, yönetici elitlerin seyahat özgürlüklerini kisitlamak, yurt disi hesaplarini dondurmak gibi yöntemlerdi.
Yaptirimlarin, “mesaj verme” anlamindaki islevleri azimsanmamalidir. Hedeflenen ülkenin adini lekelemek, STÖ’lerin sikça basvurdugu bir yöntemdir. Itibarini koruma derdine düsen uluslarin, tutumlarina mesruiyet kazandirmak ve muhtemel bir dislanmadan korunmak için politikalarini yumusattiklari veya degistirdikleri görülmüstür (Güney Afrika’nin irk ayirimciligina son vermesi gibi).
Bagislar, kalkinma yardimlari ve sair pozitif yaptirimlarin, hem sert, hem yumusak güç boyutlari vardir. Uluslararasi forumlarda bazi küçük ülkelerin, Japonya’nin balina avciligi politikalari lehine tavir almasi, bu ülkeden aldiklari bagislar nedeniyledir. Rusya’nin, Gürcistan’dan ayrilip bagimsizliklarini ilan eden Abhazya ve Dogu Osetya’yi tanimalari karsiliginda, Pasifikteki minik bir ada ülkesi olan Nauru’ya 50 Milyon Dolar bagis yaptigi yaygin bir iddiadir. Ayni Nauru’nun, Taipei yerine Pekin’i tanimasi mukabilinde de Çin Halk Cumhuriyetinden 5 Milyon Dolar aldigi iddia edilmisti.
Büyük ülkeler, çesitli nedenlerle bagis yaparlar. ABD’nin, Misir ve Israil’e yaptigi bagislar, bölgede güvenligi saglama amaçlidir. Çin ise genellikle ham madde imtiyazlari elde etmek için bagis yapar. Hindistan ve Brezilya gibi ekonomisi yükselen ülkeler de bagis yapmaya baslamislardir. Bunlar (Rusya hariç) bir yandan da bagis almaya devam ederler. Ne var ki hiç birinin defteri açik ve seffaf degildir. ABD’nin yardim programlarina bakildiginda, Uluslararasi Kalkinma Ajansi (AID)’nin, yardim bütçesinin,  gerçekten  kalkinma amaçli olarak,  ancak yarisindan azini   yönettigini görürüz. ABD, bu yardimlari sadece kalkinma amaçli olarak yapmaz, baska hedefleri de bulunur. Zaten paranin dörtte birini de Pentagon yönetir.
Yardimlarin sirf kalkinmaya yönelik olanlari dahi, sert ekonomik güç yaratma amaciyla kullanilabilir. ABD, Marshall Plani çerçevesinde, GSYIH’sinin % 2’sini, 2. Dünya Savasi ile perisan olan Avrupa ülkelerine, ekonomilerini kalkindirmalari amaciyla tahsis etmisti. ABD, bu sayede yükselen komünizme karsi saglam bir direnç olusturarak dis politikasinin temel amaçlarindan birini gerçeklestirebilmisti. Avrupa’nin duydugu minnet ise, ABD’nin bölgedeki yumusak gücünü arttirmisti. Günümüzde bazi iktisatçilar, kalkinma yardimlarinin amaçlarinin tersi yönde bir islev kazandigini, yardim alan uluslari tembellige ve yolsuzluga ittigini iddia etmektedir.
Yardim programlari insanî amaçlarla da uygulanir ve iyi yönetilirse, bunun da bir yumusak güç üretme kapasitesi vardir. Kötü yönetim ise yolsuzluga yol açabilecegi gibi, yardim alanlarla almayanlar arasinda husumet ve kiskançliga yol açabilir ve bu çekismelerden dolayi yardim veren zararli çikar. Sert ve yumusak güç üretebilme kapasiteleri baglaminda her iki yaptirim biçiminin de eksi ve arti yönleri vardir.
Ekonomik Gücün Gelecegi
Devletler, özel sektör sirketleri ve bunlarin bir karisimi biçimindeki kurumlar, birbirleriyle sürekli olarak pazarlik halindedirler ve bilek güresi yaparlar. Rusya’nin Gazprom’u, Çin’in devlet kuruluslari, Dubai World gibi kraliyet vakiflari piyasanin isleyisini çaprasik bir hale getirir ve politik manipülasyon firsatlari yaratir. Saglikli ve büyüyen bir ekonomi, gücün tüm türlerinin temelidir. Ama 21. yüzyilin “jeoekonomi” çagi olacagini savunmak yanlis olur. Gücün, uluslar ötesi kurumlar da dahil olmak üzere, devlet disi sivil yapilasmalara dogru kaymasi, ekonomiyi bir güç olarak kullanma anlaminda devletlerin elini zayiflatmaktadir. Zira, hem piyasa sartlari degiskendir, hem piyasa oyuncularinin kontrolü zorlasmistir. 21.yy’da ekonomik gücün askerî güce oranla daha önemli hale gelecegi yolunda genellemeler yapmak yanlistir. Ekonomik güç, “akilli güç” politikalarinin alet kutusundaki en önemli aletlerden biri olmayi sürdürecektir yeter ki, bu aletlerin her birinin ayri ayri islevleri iyi bilinsin ve uygun alet uygun pazarlarda kullanilsin.
 BÖLÜM 4
YUMUSAK GÜÇ
Yumusak güç, akademik bir kavram olarak, basinda yer aldiktan sonra, Çin, Endonezya, Avrupa ve baska yerlerde kullanilir oldu ama çogu zaman “askerî olmayan güç, yumusak güçtür” seklinde yorumlanarak hataya  düsüldü.  Yumusak güç, gücün herhangi bir türü gibi iyi ve kötü amaçlarla kullanilabilir. Hitler, Stalin ve Mao,  müritlerinin gözünde  yumusak  güç sahibi  kisiliklerdi  ama böyle  olmasi, bahsedilen sahsiyetleri düzgün insan yapmadi. Demek ki, insanlarin düsüncelerini egip bükmek, kollarini bükmekten daha hayirli olmayabiliyor.
Yumusak güç, yeni bir kavram olmakla birlikte, bir davranis biçimi, tarz olarak insanlik tarihi kadar eskidir. Lao-tzu7 “Iyi bir lider olmanin ölçüsü bütün insanlarin o liderin verdigi emirlere itaat etmesi degil, neredeyse liderin varligindan bile haberdar olunmadigi hallerde islerin yolunda gitmesidir” der. 18.yy. Avrupa’sinda Fransiz dili ve kültürünün yayginlasmasi, Fransa’ya çok önemli bir güç kazandirmisti. 1. Dünya Savasi öncesinde ABD, savasa Ingiltere’nin mi, yoksa Almanya’nin mi yaninda girmesi gerektigi konusunda tereddüt yasiyordu. Bu dönemde, ABD kamuoyu nezdindeki sorun, Almanya imajinin iyi mi, kötü mü oldugu degil, herhangi bir Almanya imaji bulunmamasiydi. Atlantik ötesi iletisim kanallarina Ingiltere öylesine hakimdi ki, ABD kendiliginden o yöne meyletti. Süpheciler yumusak güce, “sayisiz dis politika sinavindan çakmis sahane (!) fikirlerden biri daha...” diye burun kivira dursunlar, geleneksel gerçekçiler bu fikirde degildir. E.H. Carr8 1939 yilinda uluslararasi gücü su üç sinifa ayirmisti: Askerî güç, ekonomik güç ve fikirlere hakim olma gücü. Yeni gerçekçiler ise yumusak güce “mügalata” damgasi vurup güç kavramina salt ölçülebilir somut kaynaklar olarak baktilar. Onlara göre güç, sadece sehirlere ve kafalara yagdirilacak bombalardan ibaretti, bunlari atma konusundaki fikrinizi degistirebilecek bir mefhum degil! Gerçekçilerin en azililarindan biri olan Makyavel ise, bes yüz yil önce “Korkulasi Prensler sevimlilerinden daha iyidir, nefret edilmesi ise en kötüsü...” demisti.
Yumusak güç, idealizm ve liberalizmin bir türevi degildir. Istenilen sonuçlarin elde edilmesine yarayan bir güç biçimidir. Kuvvetini, mesruiyetinden alir. Özellikle içinde bulundugumuz bilgi çaginda. Bu gücü sadece devletler degil, sirketler,  STÖ’leri, uluslararasi teröristler de kullanir. Bir devlet politikasi olarak yumusak gücün kullanimi zordur zira sert gücün aksine sonucu, üzerinde güç uygulananin düsünceleri tayin eder. Kamuoyu ve politikacilar, hizli sonuç almayi severler oysa yumusak güç geç sonuç verir. Ekonomik veya askerî güç kullanimina göre daha az riskli görünse de uygulamasi zor, kaybi kolay, geri kazanilmasi ise çok masraflidir.
Kuzey Kore’yi nükleer ihtiraslarinda vaz geçirme anlaminda bir ise yaramadigini gerekçe göstererek, yumusak gücün, güç bile olmadigini savunanlar vardir. Ama söz konusu olan, bazi bölgelerdeki, demokrasi, insan haklari, özgürlükler gibi kavramlarin yüceltilmesi ise, yumusak güç, sert güce oranla çok daha yararli bir yöntemdir ve “akilli güç” stratejilerinin önemli bir unsuru haline gelecektir.
------------------------------------------------------------------
7   Lao-tzu: M.Ö 6. yüzyilda yasamis Çin’li filozof.
8   E.H. Carr (1892-1982): Liberal görüsten Marxizm’e geçis yapmis Ingiliz tarihçi, dis politika uzmani, gazeteci.
-------------------------------------------------------------------------
Yumusak Gücü Üreten Kaynaklar
Yumusak gücün üç temel dayanagi vardir:
Kültür (Uygulanacagi bölgenin insanina cazip gelmesi sartiyla).
Siyasi Degerler (Gerek içerde, gerekse disarda bu degerlere sadik kalinmasi sartiyla)
Dis Politika ( Baskalarinin bu politikalari mesru görmeleri sartiyla)
Ekonomik kaynaklar, sert güç kadar yumusak güç de üretebilir. Bu kaynaklar, cezbedici de olabilir, zorlayici da. Avrupa’nin ekonomik alanda cezbedici gücüne örnek olarak, komünizmle yönetilen Orta Avrupa ülkelerinin, birlige girebilmek için tüm mevzuatlarini ters yüz etme konusunda gösterdikleri çaba ve Türkiye’nin insan haklari yasalari ile ilgili yaptigi degisiklikler sayilabilir.
ABD’nin 2008 yili malî krizinden sonra, Çin’in Asya ile ekonomisi gelismekte olan ülkeler üzerindeki yumusak gücünün artmakta oldugu gözlemlenmektedir. Öyle ki buralarda, Pekin’in “otoriter bir devlet ve basarili bir ekonomi” modeli, Washington’un “demokratik devlet ve liberal piyasa ekonomisi” modeline tercih edilir hale gelmistir. Ama söz gelimi Venezuela veya Zimbabwe gerçekten Çin modeline hayran midir yoksa bu ülkenin genis pazari mi onlari cezbetmektedir orasi tam belli degildir. Çin’in otoriter yaklasimlari, demokratik ülkeler için cezbedici olmaktan uzaktir. Karakas’i cezbeden Paris’e itici gelebilir.
Askerî gücün yumusak güce destek oldugu durumlar da vardir. ABD, Çin, Brezilya, ve diger bazi ülkelerin, askerî kaynaklarini 2010 yilindaki Haiti depreminden sonra kurtarma faaliyetlerinde görevlendirmeleri, bu ülkelerin yumusak güçlerini arttirmistir.
Yumusak Güç ve ABD Hegemonyasi
Bazi yorumcular, 21.yy’da yumusak gücü kültür emperyalizminin bir biçimi olarak görmekte ve Amerikan kültürünün, liberal bir söylem çerçevesinde hegemonya kurdugunu iddia etmektedirler. Amerikan kültürü, her ne kadar evrensel degilse de, katilimciligin ve ifade özgürlügünün yeserdigi bu bilgi çaginda Amerikan degerler manzumesi genis kitleler tarafindan benimsenmektedir. Amerikan hegemonyasi söylemini yerli yerine oturtmak için belki biraz Çin’in neler yapmakta olduguna bakilmasi gerekiyor.
Yumusak güç felsefesini iyiden iyiye benimseyen Çin, bu tabiri resmi söylemlerinde bile kullanir olmustur. Çin komünist partisin baskaninin 15 Ekim 2007 tarihli konusmasindan: “Ülkelerin topyekûn güç rekabeti savasiminda zemin kazanmalarinin önemli bir unsuru haline gelmis olan yumusak gücümüzü artirmak için kültürümüzü öne çikartmaliyiz.” Çin bu alanda sayisiz girisim yapmis, sadece 2009, 2010 yillarinda dis tanitim için 8,9 Milyar Dolar harcamistir. Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) katilim, 2008 Olimpiyatlarinin düzenlenmesi, BM gücüne asker verme, komsulariyla sinir anlasmazliklarini çözümleme gibi barisçil ataklari sayesinde
kendi hakkindaki yaygin korkular inise geçmis ve diger ülkelerin, yükselen Çin gücüne denge olusturmak için ittifak arayislari azalmistir. Ama Amerikan yumusak gücünün oldugu gibi Çin yumusak gücünün de sinirlari vardir. Tibet’e yaptigi sert müdahale, Nobel ödüllü insan haklari savunucusu Liu Xiaobo’ya yaptigi baskilar Çin’in yumusak güç birikimini zayiflatmistir. CNN ve BBC ile rekabet etmek  amaciyla milyarlarca dolar harcanarak kurulan ulusal Çin TV kanallari propaganda koktuklari için uluslararasi alanda seyirci cezbedememektedir. O kadar ki, Hindistan’in Bollywood filmleri dahi Çin TV’lerine oranla daha fazla izleyici çekmektedir. Saniriz bunun nedenini taninmis Çinli film yapimcisi Zhang Yimou’nun kendisine film konularini neden hep geçmisteki olaylardan seçtigine iliskin sorulan soruya verdigi su cevaptan anlayabiliriz: “Konularimi çagdas Çin yasamindan seçsem filmlerim sansür tarafindan hadim edilir!”.
Yapilan son kamuoyu arastirmalari, Çin’in bu alanda yaptigi büyük yatirimlara ragmen yumusak gücünün etkili olamadigini ve Pakistan ile Afganistan disinda pozitif imajinin Amerika’nin seviyesine erisemedigini göstermektedir. Bu da gösteriyor ki, eger satilmaya çalisilan imaj, yereldeki gerçeklerle çelisiyorsa o ürün satilmiyor. Buna ragmen Çin’in bu çabalarini küçümsemek aymazlik olur. Çin ve ABD’nin birbirleri nezdindeki imajlari karsilikli olarak yükselirse, bu ülkelerin çatisma ihtimalleri azalir.
Yumusak Güç Davranis Biçimleri: Gündem Belirleme, Çekim Gücü Olusturma, Ikna Etme
Yumusak gücün, 1. Bölümde tartisilan “iliskisel güç kapsamindaki üç ayri yön” mefhumu ile yakin bir iliskisi bulunur. Örnek olarak, ögrencisini sigara aliskanliginda vaz geçirmeye çalisan okul müdürünün yaklasimlarini inceleyelim. Gücün birinci  yönü çerçevesinde müdür, çocugun sigara içme yönündeki tercihini degistirmek için onu cezalandirmak veya okuldan uzaklastirmakla tehdit edebilir (sert güç) veya saatlerce ikna etmeye ugrasir (yumusak güç). Ikinci yönü kapsaminda, okuldaki otomatik sigara satis noktalarini yasaklar (gündem belirlemenin sert tarzi) veya sigara içmeyi gözden düsürmek, akla gelmesini dahi engelleyici bir ortam yaratabilmek için her tarafa sigaranin disleri sarartici, kanser yapici etkilerini anlatan posterler asar (yumusak güç). Üçüncü yön çerçevesinde ise, bir açik oturum tertip ederek ögrencileri sigaranin zararlari üzerine tartistirir (yumusak güç) veya daha ileri gider ve sigara içen azinligi dislamakla tehdit eder (sert güç). Müdürün yumusak   güce iliskin basarisi, onun yarattigi cazibe, inandiricilik ve güvenin derecesine baglidir.
BIRINCI YÖN
BASKALARININ BASLANGIÇTAKI TERCIHLERINI AKSI YÖNE ÇEVIRMEK
Sert: A, B’nin stratejilerini degistirmek için kuvvet / para mekanizmalarini kullanir.
Yumusak: A, B’nin mevcut tercihlerini degistirmek için cezbetmeye / ikna etmeye çalisir.
IKINCI YÖN
GÜNDEMIN ÇERÇEVESINI DEGISTIRMEK VE BU ÇERÇEVE IÇINDE GÜNDEMI YENIDEN YAZMAK
Sert: A, B’nin gündemini budamak için (B istese de istemese de) kuvvet/para kullanir.
Yumusak: A, olayi cazip gösterecek biçimde sunar veya kurumlari yardimiyla B’nin, degisimi mesru olarak algilamasini saglar.
ÜÇÜNCÜ YÖN
BASKALARININ TERCIHLERINI SEKILLENDIRMEK
Sert:  A, B’nin  tercihlerini  sekillendirmek  için kuvvet  /para kullanir (Stockholm Sendromu).
Yumusak: A, olayi cazip gösterecek biçimde sunar veya kurumlari yardimiyla B’nin, baslangiçtaki tercihlerini yeniden sekillendirir.
Ülkeler bazinda cazibe yaratma yoluyla isteklerin benimsetilmesi karmasik istir. Temel unsurlari, hosgörü, sevecenlik, yetenek ve karizmadir. Kültür, degerler ve politikalar gibi mefhumlarin güce dönüstürülmesi, bunlar ve bunlarin alt katmanlarindaki diger unsurlar sayesinde gerçeklesir. Bir toplum için çekim gücü yaratan bir deger, baska bir toplum için itici olabilir. (Hollywood filmlerindeki özgür kadin modeli, Rio’da baska Riyad’da baska algilanir).
Ikna metodu, cazibe yöntemiyle benzerdir ve içinde bir miktar manipülasyon barindirir (Olumluyu öne çikarma, olumsuzu gizleme). Cazip söylemlerle ambalajlanmis bir dava büyük çogunlukla hedef toplum tarafindan ikna edici bulunur ama açik biçimde propaganda kokuyorsa ikna ediciligini yitirir. Yumusak gücün olusmasini, büyük ölçüde, hedef alinan toplumun algilari belirler.
Yumusak Gücün Isleyisi
Yumusak gücün, dogrudan veya dolayli isleyis biçimleri vardir. Baskan Obama’nin G 20 toplantisinda yaptigi ikna edici konusma, katilimci ülkelerin, az gelismis ülkelere yardim taahhütlerini arttirmisti. Bu dogrudan isleyistir. Daha sik görülen isleyis tarzi ise iki adimdan olusur. Önce toplumlar etki altina alinir, o toplumlar bilâhare kendi liderini etki altina alir. Yumusak güç uygulamalarinin neden/sonuç  iliskisi, bu  biçimlere  göre farklilik  arz  eder. Amaçlanan     hedeflere ulasilip ulasilmadigiyla ilgili kamuoyu yoklamalari ancak yaklasik neticeleri yansitir. Hükümetlerin çogu kamuoyu yoklamalarini fazla ciddiye almaz ama bu tavir, yumusak gücün safsatadan ibaret oldugu anlamina gelmemelidir. Yumusak gücün, politika olusturanlar üzerindeki dogrudan etkilerine anlamli bir örnek, ögrenci degisim programlaridir. Hali hazirda görevde bulunan 46 devlet baskani ile geçmiste devlet baskanligi yapmis 165 kisi ABD üniversitelerinde egitim almislardir. ABD’ye,  bir yilda, üniversite egitimi için 750 bin ögrenci geldigi düsünülürse, bu gücün etkinligi daha iyi anlasilir.
Yumusak gücün asagidan yukariya dogru isledigi durumlarda toplumun yöneticileri etkilemesi, liderlere, istenileni yaptirmak veya caydirmak yönünde olabilir. Örnegin 2003 Irak olaylari sirasinda Türk kamuoyu, karar vericileri, ABD birliklerinin ülke topraklari üzerinden Iraga geçmelerine izin vermemeleri yönünde etkilemisti. Birlikler Türk topraklarini kullanamadi. Böylece Bush yönetimi, yumusak gücünü iyi kullanamayarak kendi sert gücünün zedelenmesine yol açmisti. Yumusak gücün hedefi, genis kitleleri etkileyerek kamuoyu olusturmak ve tavir degisikligi saglamaktir. Ikinci dünya savasi sirasinda, ABD, Avrupa’yi sadece askerî ve mali gücüyle (Marshall Programi) degil, yeri geldiginde Hollywood’u da arkasina alarak, kültürü ve degerleriyle de etkilemisti. Bu konuda Norveç’li bir bilim adaminin tespiti söyledir: “Federal yapi, demokrasi ve serbest piyasa; iste Amerika’nin ana ihraç ürünleri!”.
Bu türden genel hedefler günümüzde de önemlidir. Örnegin, terörist eylemlerin birçogunun hedefi, belli bir hükümeti devirmek olmayip, bir kutuplasma yaratmak ve gelistirdikleri radikal söylemleri bu kutuplasma ortaminda, Müslüman dünyasinin daha genis bir bölümüne yaymaktir. Soguk savas sonrasinda Avrupa yumusak gücünün genel ve uzun vadeli hedefi ise, Merkezî Avrupa ülkelerini demokratiklestirmekti, basarili da olundu. Ne var ki bu güç, 2009 Kopenhag, Dünya Iklim Konferansi sirasinda fazla ise yaramamistir. Avrupa ülkelerinin, baska ülkelere kendi karbon salinim standartlarini empoze etme seklindeki yüksek idealleri, bireysel çikarlar ugruna yapilan küçük pazarliklar arasinda bogulmustur.
Ülkeler, yumusak güçleriyle sadece birbirlerini, dolayli ve dogrudan yöntemlerle etkilemeye çalismakla kalmaz, diger ülkelerin çekim gücüne ve mesruiyetine zarar vermek için de ugrasirlar. Istihbarat teskilâtlari, diplomasi, degisim ve egitim programlari bu islere yarar.
Kamu Diplomasisi Yoluyla Yumusak Gücün Kullanilmasi
Devletlerin yumusak gücü korumasi zordur çünkü, çekim gücünü sürekli kilabilmek için uygulamalarin da deger yargilariyla uyumlu olmasi gerekir. Hükümetlerin ise tüm degiskenleri kontrol altinda tutabilmesi neredeyse imkânsizdir. Gücün devletin elinden, devlet disi olusumlar yönüne dogru kaymakta oldugu günümüz bilisim ve iletisim ortaminda, siyasi otoritenin, sosyal paylasim aglarinin öneminin arttigini ve gücün hiyerarsik yapisinin artik degismekte oldugunu kabul etmesi gerekiyor. Çagimizdaki sosyal paylasim aglarinin etkinligi karsisinda liderler, çekim gücü yoluyla benimsenmeyi ve gruplarla isbirligi yapmayi, emir / komuta yoluyla yönetmeye tercih etmek zorunda kalmaktalar. Iletisim alaninda komutanin yerini diyalog aliyor. Bir Çek diplomatin dedigi gibi; “Böylesi propagandanin en hasi, zira propaganda degil!”.
Bazen “kabine diplomasisi” diye de anilan klâsik diplomaside, liderler arasinda, çogu zaman gizli olan mesajlar gelip giderdi. Iletisim dogrudandi. Ancak hükümetler, diger devletlerin halklariyla iletisime geçerek o ülkelerdeki hükümetleri dolayli yoldan etkileme yönteminden de faydalanirlar. Dolayli yoldan yapilan bu diplomasinin adi “Kamu Diplomasisi”dir. Kökleri tarihin derinliklerine gider. Fransiz devriminden sonra, yeni Fransiz hükümeti, kamuoyu olusturmak için ABD’ne ajanlarini göndermisti. 1. Dünya Savasindan sonra, ABD, dünyadaki imajini parlatmak için Hollywood’u kullanmisti. 1920’lerde, teknolojinin gelismesiyle kamu diplomasisinin en etkili yöntemleri arasina radyo girdi. Bu yöntemi en iyi kullananlarin basinda BBC gelir.
Gücün devlet disi oyuncular yönüne kaymasi, iletisim imkân ve kanallarinin olaganüstü boyutlarda artmasi, kamu diplomasisini çok karmasik bir hale getirmistir. Artik devlet disi güçler de, kamu diplomasisini kendi amaçlari dogrultusunda yaygin olarak kullanmaktadir. Bunlar, kendi aralarinda, sinir tanimadan isbirligi yaptiklari  gibi hükümetlerle de birlikte çalisarak yumusak güç üretebilmektedirler. Örnegin, kara mayinlarinin yasaklanmasini öngören bir kampanya sonucunda, Kanada ve Norveç gibi nispeten küçük bazi devletlerle, aktivist Vermont’un basini çektigi bir sosyal paylasim agi isbirligine giristi. Bu girisime, çok popüler bir kisilik olan Prenses Diana’nin da katilmasiyla, dünyanin tek süper gücünün en sarsilmaz bürokratik kalesi Pentagon yenilgiye ugradi.
Günümüzde bilgi güç üretiyor. Dünya halklarinin büyük bir bölümü  de, ilerleyen ve ucuzlayan teknoloji sayesinde bu güce sahip oldu. Sonuç bilgi patlamasina dönüstü, sapla saman birbirine karisti, dikkatler dagildi. Simdilerde önemli olan, bilginin niteligi ve niceligi degil, önemli bilgileri arka plândaki kuru gürültüden ayiklayip dikkatleri dogru olanin üzerine odaklama becerisidir. Inanilirlik ve itibar, yumusak gücün en önemli ögelerindendir. Günümüzdeki siyasi mücadelelerin ciddi bir kisminin konusu, ülkelerin birbirlerini itibarsizlastirma veya yüceltme kampanyalaridir. Politika, inanilirlik ve güvenirlilik yarisina dönüsmüstür. Propaganda izlenimi veren bilgi akisi ise yaramadigi gibi ters tepki yaratir. Saddam Hüseyin’in kitle imha silâhlarina sahip oldugu yolunda yapilan yogun  bilgilendirmenin abartili oldugu ortaya çikinca Ingiltere ve ABD büyük itibar kaybina ugramisti.
Kamu diplomasisi sadece bir halkla iliskiler uygulamasi degildir. Uzun vadeli iliskiler kurulmasini öngörür ve bu yolla istenilen hükümet politikalarinin olusumuna zemin hazirlamayi amaçlar. Ulusal itibari olmayan ülkeler, kamu diplomasisi yöntemleriyle    kültürel olanaklarini    yumusak    güce dönüstüremezler.
Kamu diplomasisinin basarili olup olmadigi, istenilen biçime getirilmis zihin sayisiyla ölçülür (kamuoyu yoklamalari  bunu belirler), harcanan dolarlarla degil!
Bir merkez tarafindan kurgulanmamis sahislarin, bire bir diyalog yoluyla olusturduklari sosyal paylasim aglari vasitasiyla yapilan diplomasi türüne “Yeni Kamu Diplomasisi” diyoruz. Kamu diplomasisinde bu yeni kavrami öne çikaran hükümetler, sinir olgusundan vareste olan sosyal aglari kontrol etmek yerine tesvik etmeyi ve bunlara katilmayi tercih ederler. Ne kadar az karisirlarsa da toplum nezdindeki itibarlari o ölçüde artar. Süphesiz, bu da, devlet disi güçlerin ve STK’larin siyasi hedeflerinin, resmi politikalarla çelisebilmesi gibi bir riski beraberinde getirir. Hükümetler, hedefleri dogrultusunda yayin yaptirmak amaciyla kendi memurlarina Facebook veya Twitter gibi imkânlari kullanma yetkisi vererek sosyal iletisim alaninda etkinligini arttirmaya çalisabilir. Fikir ayriliklari ve elestiriler, hükümetleri zaman zaman rahatsiz etse de buna gösterecekleri tahammül, güvenilirliklerini artirici yönde olumlu bir yumusak güç üretir. Buna karsin, Floridali rahip örneginde oldugu gibi (2010) Kur’ani yakma tehdidinde bulunan sorumsuz yurttaslar, yumusak gücü berhava da edebilirler. Kamu diplomasisi bu yönleriyle demokratik ülkeler için zor olabilir ama uluslararasi iliskiler alaninda, Çin gibi otokratik yönetimler için daha da zordur. Zira, yumusak güçlerinden faydalanan STK’larin,, insan haklari, yükselen ekonomik ve askerî güç, siyasi sistem gibi konularda yaptiklari elestiriler, Çin gibi ülkeleri fazlasiyla hirpalamaktadir. Kisacasi içinde bulundugumuz siber çagda yumusak gücün kullanilmasi kolay is degildir.
FASIL II
 GÜÇ KAYMALARI:
 GÜCÜN YAYILMASI VE EL DEGISTIRMESI
 BÖLÜM 5
YAYILMALAR VE SIBER GÜÇ
Çagimizda güç kaymalari iki biçimde tezahür etmektedir: gücün yayilmasi ve/veya bir elden diger ele intikal etmesi. Gücün, hakim konumdaki bir ülkeden digerine geçmesine tarihte çok rastliyoruz. Oysa içinde bulundugumuz bilgi çaginda gücün yayilarak dagilmasi yeni bir olgu. Olup bitenler artik en güçlü devletler tarafindan bile kontrol edilemez duruma geldi. Bir ABD disisleri yetkilisinin yorumu: “Bilgi yogunlugu, dünyanin kutupsuz hale gelmesinde en az silahlanmanin yayginlasmasi kadar rol oynamistir”. Bir Ingiliz düsünürün görüsü: “Belli bir ülkenin halkini tehdit eden, onlari riske sokan olusumlarin neredeyse tamami baska ülkelerden kaynaklanir... mâli krizler, organize suçlar, küresel isinma, salgin hastaliklar, uluslararasi terörizm bunlardan bazilaridir. Zorlugun ana nedeni, gücün hem dikine hem enine yayilmasidir. Artik çok kutuplu dünyadan söz edilemez. Dünya kutupsuzlasti!”
Bazi gözlemciler, bilgi devriminin hiyerarsik bürokrasiyi yerle bir edecegini, bunun yerini ag (network) organizasyonlarinin alacagini öngörmekteler. Onlara göre, hükümetlerin birçok görevini piyasa oyunculari ve kâr amaci
gütmeyen kurumlar üstlenecek. Internet ortaminda sanal topluluklar olustukça, bunlar bölgesel yargi sinirlarini asacak, kendi yönetisim modellerini olusturacak. Hükümetlerin toplum yasami üzerindeki önemi azalacak, insanlar seçtikleri bir topluluktan digerine tek tiklamayla geçebilecekler. Toplumlar arasi bu geçisler ve beraberinde gelisen yönetisim modeli, çagdas devletlerin meydana gelisinden önceki feodal yapiya kiyasla çok daha modern ve uygar model olusturacaktir.
Bilgi Devrimi
Bilgi devrimi gücün dogasini degistirmekte, yayilip dagilmasini hizlandirmaktadir. Devletler dünya sahnesindeki egemenliklerini sürdürecekler ama sahneyi, sayilari giderek artan farkli oyuncularla paylasmak zorunda kalacak ve oyunu kontrol etmekte zorlanacaklardir.
Bazilarinca “Üçüncü Sanayi Devrimi” olarak da adlandirilan bilgi devriminin temelinde bilgisayar ve benzeri teknolojilerdeki hizli ilerlemeler yatar. Bunlar sayesinde bilginin üretilmesi, islenmesi, ulasilabilirligi ve iletilebilirligi olaganüstü ölçüde hizlanmis ve ucuzlamistir. Bilgisayarlarin hizi, son 30 yilda, her 18 ayda bir, ikiye katlandi. 21.yy. baslarindaki maliyetler, 70’li yillara göre binde bir oraninda düstü. Eger otomobil fiyatlari, yari iletken fiyatlarinin düstügü hizla düsseydi, bugün iyi bir otomobili 5 dolara alabilirdik.
1993 yilinda dünyada 50 adet web sayfasi vardi. 2000 yilinda bu sayi 5 milyonu geçti. Sadece Çin’de 400 milyon internet kullanicisi var, dünyada Facebook kullanicisinin sayisi ise yarim trilyonu asti. 1980 yili gibi çok yakin bir geçmiste, bakir teller vasitasiyla yapilan telefon iletisiminde saniyede bir sayfalik bilgi gönderilebiliyordu. Simdi fiber optik kablonun tek bir telinden saniyede 90 bin ciltlik bilgi aktarilabiliyor. Dijital bilgi miktari her bes yilda bir ona katlaniyor. Bilgi devriminin en karakteristik özelligi, iletisimde saglanan hizin, zengin ve güçlülere münhasir bir ayricalik olmayisi, maliyetlerdeki büyük ucuzlama sayesinde bu olanaktan her kesimin istifade edebilmesidir. Bu özellik, devletlerin dogasini degistirmekte, gücün yayilma hizini arttirmaktadir.
20. yy.’in ortalarinda bu gelisimin, George Orwell’in “1984” isimli romaninda anlatilan merkezî ve otoriter bir devlet modeli yaratacagindan korkulmustu. Aksine, merkeziyetçilikten uzaklastiran etkileri oldu. Internet ortami, yayincilar ve editörlerin kontrolündeki görsel ve yazili medyaya kiyasla, bireyden bireye (e-posta yoluyla), bireyden topluma (bloglar, Twitter vs. yoluyla), toplumdan bireye (Wikipedia ve benzerleri yoluyla) ve belki en önemlisi, toplumdan topluma (sohbet odalari, Facebook, LinkedIn ve benzerleri yoluyla) iletisim kanallarini alabildigine açti. Temel bir güç  kaynagi  olan bilgiye  sahip  olanlarin sayisi  simdilerde,  hiçbir dönemde olmadigi kadar fazlalasti. Bu durum, bireylerin, STK’larin, terör örgütlerinin, devlet disi güçlerin velhasil her kesimin, dünya politikalarinin olusumunda bir söz sahibi olabilecekleri anlamina gelmektedir.
Böyle bir gelismenin sonucunda teorik olarak, büyük devletlerin gücünün azalmasi, küçüklerin ve devlet disi olusumlarin gücünün artmasi beklenir. Fakat pratikte tam olarak böyle olmuyor çünkü, uluslararasi iliskiler, teknolojinin dikte ettigi kuramlardan çok daha karmasiktir. Büyük ülkeler binlerce egitimli insani istihdam etmek suretiyle sifreleri kirabilir, baska kurumlarin özeline girebilirler. Öte yandan, var olan bilginin dagitilmasi artik masrafsiz hale geldiyse de yeni bilgi toplanmasi ve üretilmesi hala büyük yatirimlar gerektirir. Bazi durumlarda, bir kisinin elindeki bilgiye, baskalarinin da ulasmasi zararli degildir. Thomas Jefferson mum örnegini verir: “Size isik verebiliyorsam, bu benim de ayni isikla aydinlanmami engellemez”. Ne var ki, söz konusu olan rekabet ise, çok sey fark edebilir. Örnegin isik bendeyse ve bazi seyleri sizden önce görebiliyorsam.... Bu örnegi ABD, Rusya, Ingiltere ve Çin gibi büyük ülkelerin istihbarat toplama kapasiteleri ile küçük ülkelerin bu husustaki yeteneklerini mukayese ederek somutlastirabilirsiniz.
Önceleri çok pahali olan ama simdilerde neredeyse elektronik esya satan magazalarin raflarina kadar düsmüs olan askerî teknolojiler, küçük ülkelere, devlet disi güçlere ve terörist gruplara yararken büyük ülkeleri tehlikelere karsi savunmasiz birakmaktadir. Google Earth’den yabanci ülkelerde ne olup bittigini izleyebilirsiniz, bir zamanlar sadece askerlerin kullanimina mahsus GPS cihazlariyla sasmaz konum tespitleri yapabilirsiniz. Bu olanaklar, istenmeyen ellere santaj yapma olanagi verdigi kadar, devlet tarafindan desteklenen bireysel kullanicilara da, siber saldirilarda bulunma yolunu açmaktadir.
Uzaya yerlestirilen algilayicilar, yüksek hizli bilgisayarlar, genis bir cografya üzerinde meydana gelen olaylari izleme, bilgileri toplama , tasnif etme, isleme ve yaymaya yarayan karmasik yazilimlar ise devletlerin tekelinde olmaya devam etmektedir. Önemli olan fantezi donanimlara, gelismis sistemlere sahip olmak degil, sistemleri entegre edecek sistemlere sahip olmaktir. Büyük devletler, bu alanda da hakimiyetlerini sürdürmektedir.
Hükümetler ve Uluslar Ötesi Oyuncular
Gücün yayilmasi ve bunun devletlerin egemenligi üzerindeki etkileri konusundaki tartismalar basite indirgeniyor. Bunun nedeni, devletin yerini ancak devlet benzeri bir yapilasmanin alabilecegi yolundaki yaygin inanistir. Orta çaglardan bir örnek vererek konuyu açalim. Bu çaglarda kurulan ticaret panayirlari, feodal otoritenin yerini tutabilecek bir olusum degildi. Ne kale duvarlarini yikma, ne prensleri devirme gücü vardi ama yeni ve müreffeh bir zümrenin olusmasina, ittifaklar kurulmasina ve davranis sekillerinin degismesine yol açtilar. Ortaçag tüccarlarinin gelistirdigi Lex Mercatoria (Ticaret Hukuku), bu tüccarlarin kendi aralarindaki iliskileri düzenleyen özel yasalar niteligindeydi. Benzeri sekilde bugün de bilgisayar korsanlarindan tutun, büyük sirketlere kadar uzanan genis bir yelpazede yer alan kisi ve kurumlar, internet dünyasinda, resmi politikalarin haricinde, kendi özel sistemlerini, kurallarini, kodlarini gelistiriyorlar. Bu olusumlar (Ör. Çevre savasçilari) devletin egemenlik yetkileri üzerinde dogrudan bir tehdit degilseler de, iliskiler dünyasinda, devletin kontrolü disinda bir katman daha meydana getirmekteler. Bu katmanlar, rekabet halinde birlikte yasamak zorundalar. Karsilikli bagimliligin küresel boyutlar kazandigi çagimizda, uluslararasi gündemin kapsami genislemis, aktörleri çogalmistir.
Birinci Dünya Savasi öncesinde, uluslararasi ölçekte 176 adet STK vardi (Sosyalist Enternasyonal, Kizilhaç gibi). 20. yy.’in son on yilinda bu sayi 26 bine ulasti. Iletisimin bu denli ucuzladigi bir dönemde, uluslar ötesi organizasyonlarin ve aglarin kurulmasinin bedeli neredeyse sifirdir! Dünya üzerinde kalabalik insan  topluluklarinin benimsedigi bu uluslar ötesi olusumlar, “global vicdan” olmak iddiasindadirlar. Bu özellikleriyle de zaman zaman hükümetleri ve çok uluslu sirketleri baski altina alarak politikalarini degistirtebilmekteler. Sert güçleri olmasa da, teshir etme, ve karalama kampanyalarindan aldiklari yumusak güçle oldukça da kolay bir sekilde etkili olabiliyorlar.
Uluslar ötesi bu olusumlarin sayisi kadar çesitliligi de artmistir. Yakin geçmise kadar, çok uluslu sirketler, Katolik Kilisesi gibi resmi kurallar çerçevesinde faaliyet gösteren bu organizasyonlar günümüzde, ya çok gevsek bir kurum yapisi çerçevesinde ya da hiç bir yere bagli olmaksizin, bireysel bazda faaliyet gösteriyorlar. Terörist gruplar da bunlara dahildir.
Terörizmin kökleri tarihin derinliklerine dayanir. Bugün için yeni olansa, günümüz teknolojisinin bazi sapkin kisi veya organizasyonlara tahribat ve yikim gücü vermekte olusudur. Bazilarina göre bu durumun adi “savasin özellestirilmesi”dir. Siddet yanlisi Müslüman kökten dincilerin günümüzdeki temsilcileri, 7.yy’daki Islami ideallerin savunusunu yaparken 21. yy. olanaklarini da ustalikla kullanabiliyorlar. Terörizm, tiyatro kumpanyalari gibi kendine seyirci çekmeye çalisir. Sok yaratici eylemler, dikkati çekmek, hasmi gerektiginden fazla bir siddetle karsilik vermeye tahrik etmek için yapilir. Amerikali bir rehin askerin 2004 yilinda Irak’ta kafasinin kesilmesini gösteren videonun internetten 1 milyon kez indirildigi tespit edilmis ve bu olay yandas terör unsurlarina yayilarak sikça tekrar edilmistir.
Terör örgütlerinin karsilastiklari en büyük zorluklarin basinda, yasal güçlerin takibinden kurtulmak gelir. Hücre biçiminde sinirlar ötesine yayilmakta güçlük çekerler (di). 1990’larda elemanlarini camiler, hapishaneler gibi fiziki ortamlarda buluyor ve örgütlüyorlardi. Oysa simdi, dünyanin her tarafindan, sanal ortamlarda WEB üzerinden yandas edinebiliyor, onlari egitebiliyorlar. Bu WEB sayfalarindan bir kismi devlet organlarinca tespit edilip kapatilabiliyor, bazilarina ise, faaliyetlerin izlenebilmesi için göz yumuluyor. Yasal güçler ile terör gruplari arasindaki kedi – fare oyunu böylece sürüp gidiyor. ABD gibi sert gücü yüksek devletler dahi, terörist olsun olmasin, sayisiz sanal oyuncuyla sahneyi paylasmak zorunda kalmakta, bunlari kontrol altinda tutma çabasiyla sinirlarini korumakta güçlük çekmektedir.
Cografi alanlarin üzerinde devletlerin egemenlik gücü bulunur. Siber alanlar, belki bu alanlari yok etmeyecektir ama 21.yy’da “uluslarin egemenligi” ve “büyük devlet” gibi kavramlarin ne anlama geldigi fazlasiyla karmasik bir biçime bürünecektir.
Siber Güç
Bilginin güç üretmeye dönük kullanimi yeni bir sey degildir. Siber güç ise yeni bir seydir. “Siber Alan” kavraminin onlarca tarifi vardir ancak genel olarak belirtmek gerekirse “siber”in, elektronik donanimlar ve bilgisayarlarla yapilan tüm faaliyetleri tanimlayan kelimelerin basina takilan bir ön sözcük oldugunu söyleyebiliriz. Bir tarife göre siber alan, sinirlari elektronik olanaklarla çizilen ve içinde çesitli faaliyetlerin sürdürüldügü sanal bir bölgedir. Söz konusu alanda, enterkonnekte sistemler ile bunlarla ilgili alt yapi olanaklari sayesinde, bilginin kullanimiyla ilgili her türlü faaliyet gerçeklestirilir.
Siber alanlarin nasil olustugunu bazen unutuyoruz. 1969 yilinda Savunma Bakanligi, bir kaç bilgisayarin birbirleriyle iletisim kurabildigi ARPANET adli bir uygulama baslatti. 1972 yilinda, dijital bilgi alisverisinin yapilabildigi iptidaî bir internet ortaya çikti. Internet adreslerinin alan adi almalarina yönelik sistem 1983 yilinda devreye girdi, ilk bilgisayar virüsü de bu yilda ortaya çikti. Internet sunucu aglari (World Wide Web. ?WWW?) 1989’da kullanilmaya baslandi. En yaygin arama motoru olan Google 1998’de, en popüler açik ansiklopedi Wikipedia 2001 yilinda kuruldu. Sirketler, 1990 sonlarinda bu yeni teknolojiyi kullanarak global bir tedarik zinciri olusturdu. Yakin tarihlerde, bilgilerin, kisi veya kurumlarin kendi bilgisayarlarinda tutulmasi yerine internet ortaminda (cloud = bulut) saklanmasi sistemi gelisti. Böylece genis arsivlerin ve dosyalarin, bilgisayarlarin hafiza kapasitesini isgal etmesi önlendi. Bu bulutlara destek hizmeti vermek amaciyla da Server Farm’lar (Servis saglayicilarin birbirlerine baglanarak olusturduklari ag) kuruldu. Siber güvenligin saglanmasina yönelik girisimler ise ABD tarafindan ancak içinde bulundugumuz yüzyilin ilk yarilarinda baslatildi.
1992 yilinda 1 milyon olan internet kullanici sayisi 15 yilda 1 milyara çikti. Bazi düsünürler bu gelismeyi, “bilginin özgür olma istegi”ne bagladi. Interneti, devlet kontrolünün bittigi yer olarak resmettiler ve “mesafe kavrami ölmüstür” yargisina vardilar. Pratikte, devletler ve cografi yargi alanlari hala önemli rol oynamaktadir ama oyunun oynadigi alan çok genisledi ve gücü ellerinde bulunduranlarin sayisi epey artti.
Siber alanlar yiginla faaliyet katmaninin bulundugu bir ortam olmakla birlikte esas itibariyle, kendine özgü fizikî ve sanal (bilissel) ögelerden olusan hibrit bir nizamdir. Fizikî altyapi katmani, egemen güçlerin yasalari ve kontrol mekanizmalarindan olusur. Sanal ya da bilissel katmanin yasalarla kontrolü zordur. Sanal alanlardan fizikî alanlara saldiri gerçeklestirmenin maliyeti düsüktür ve bu siklikla   yapilir. Bu   saldirilarin fiziksel   alanlar   tarafindan bertaraf  edilmelerinin maliyeti ise çok yüksektir. Buna karsin, fiziksel alanlari kontrol eden güçlerin, sanal alanlar üzerinde gerek bölgesel bazda, gerekse sinir ötesi baglamda etkisi bulunur.
Siber güç, “Bilgisayar temelli enformasyon altyapisi, ag olusumlari, yazilim ve insan becerilerinin üretilmesi, kontrolü ve iletilmesiyle ilgili olanaklar manzumesi” olarak tarif edilebilir. Davranissal olarak siber güç ise, bu olanaklarin kullanilmasiyla amaçlanan sonuçlari elde edebilme yetenegidir. Siber güç kullanimiyla siber alanlarin içinde amaçlanan sonuçlar alinabildigi gibi, muhtelif siber olanaklar yardimiyla disinda da sonuç alinabilir. Benzetme yapmak gerekirse, “deniz gücü”, açik denizlerde hakim olmayi saglayan olanaklar bütünü anlamina gelir. Hakimiyet, ülkenin kendi kiyilari disinda da var oldugunun kanitidir. Bu varlik, topyekûn savaslarin gidisatini da, okyanuslarin ticari amaçlarla kullanimini da, karadaki kamuoyu olusumlarini da etkiler.
Üzerinde hakimiyet kurulacak bir alan olarak, karasal alanlari denizler, denizleri hava, havayi uzay ve nihayet uzayi da siber alanlar takip etti. Teknoloji gelistikçe hakimiyet alanlari da degisiyor, siyasi liderler de bu degisime ayak uydurmaya çalisiyor. Siber alanlarin özelligi henüz çok yeni olmalari, insan yapisi olmalari ve diger alanlara oranla teknolojik gelismelerle birlikte büyük degisimlere gebe olmalaridir. Daglari denizleri yerinden oynatmak zordur ama siber alanlar bir tiklamayla açilip kapanabilir.
Askerî olarak fiziksel bir alana girmek ne kadar güç ve maliyetli ise, siber alanlara girmek o kadar kolay ve ucuzdur. Bu yüzden küçük devletler ve devlet disi güçler bu alanlara kolayca nüfuz edebilmekteler. Nitekim, ABD, Rusya gibi büyük devletlerin, deniz ve hava gücü üstünlügünden bahsedilebilse de is siber güce  gelince bu büyüklügün pek bir anlami kalmiyor. Aksine, bu büyük ülkeler, karmasik siber sistemler kullanmalari nedeniyle küçük oyuncularin siber saldirilari karsisinda savunma zafiyetine düsebiliyorlar. Internetin saldiri amaçli kullanimi, savunma amaçli kullanimini fazlasiyla asindirmaktadir.
Siber güç, savastan ticarete kadar bir çok sahayi etkilemektedir. Bu gücün sert boyutuyla kullanilisina iliskin bazi örnekler verelim: Devlet veya devlet disi güçler “Botnet” isimli bir saldiri programiyla yüzbinlerce bilgisayari kilitleyebilir, sirketlerin hatta devletlerin internet altyapilarini çökertebilirler. Bu saldiri, 2008 yilinda Gürcistan’a karsi yapilmisti. Botnet programlari yasa disi olarak, internet üzerinden bir kaç yüz dolara kiralanabilir. Bunlarin bireylerce santaj amaçli olarak kullanildigi görülmüstür.
Çin ve Tayvanli bilgisayar korsanlari sik sik çatisarak birbirlerinin web sayfalarina zarar verirler. 2007 yilinda “Yurtsever Ruslar” adli bir korsan grup, servis durdurma saldirisi (Denial of Service Attack) düzenleyerek Estonya’nin internet altyapisini zarara ugratmislardi. Korsanlar bu eylemi, Estonya’nin, 2. Dünya Savasi sehidi Rus askerlerini temsil eden bir aniti yerinden kaldirmak istemesine kizdiklari için yapmislardi (Inkâr etse de, saldiriyi Rus hükümetinin kiskirttigi biliniyor). Sistemlere  virüs  bulastirilarak  her türlü  gizli  bilgilerin çalinmasina  sik rastlanir.
Suçlular bunu hirsizlik amaciyla yaparken devletler de üstünlük saglama amaciyla yaparlar. Çin bu konuda birçok kez suçlanmisti ama böyle eylemlerin ispat edilmesi çok zordur. Nasil takip edilebilsin ki, örnegin, Gürcistan ve Estonya’ya yapilan saldirilar, Amerikan servis saglayicilari üzerinden gerçeklesmisti.
Siber bilgi, hiçbir sinir tanimadan siber alanlarda bir ülkenin, digerleri nezdinde olumlu imaj yaratmasi amaciyla, yani bir yumusak güç ögesi olarak kullanilabildigi gibi sert güç ögesi olarak da kullanilabilir. Örnegin bilgilerin depolandigi ve islemlerin yönetildigi SCADA9 sistemlerine sokulan Stuxnet isimli bir solucan, 2010 yilinda Iran nükleer tesislerinin faaliyetlerinin durmasina yol açmisti. Bir bilgisayar korsaninin, Subat ayinin ortasinda Moskova veya Chicago’nun elektriklerinin kesilmesine yol açabilecek bir siber saldirisi, bu sehirlerin tepesine indirilecek bombalardan daha fazla zarar verebilir.
Fizikî donanimlarin, siber dünya üzerine güç uygulama potansiyeli mevcuttur. Örnegin, servis saglama donanimlari ve fiber optik kablolar, belli ülkelerin topraklarinda yer alir ve bunlarin kullanimi o ülkelerin yasalarina tabidir. Devletler, yasalarina uyulmadigi gerekçesiyle, topraklarinda bulunan donanimlarin kullanilmasina engel olur veya olma tehdidinde bulunarak baski yapabilir. Fransa, Yahoo’nun içerigine müdahale etmis, kisitlamalar getirmisti. Google, Almanya’dan yapilacak nefret söylemi içeren aramalari, bu ülkenin talebi üzerine durdurmustu. Bu sirketler, düsünce özgürlügünün büyük savunucusu ABD menseli sirketler olmalarina ragmen yerel yasalara uymak zorunda kalmislardi zira aksine bir tavir, hapis dahil, agir cezalara muhatap olmak demekti. Internet kullanimina aracilik eden servis saglayicilar, arama motoru isletmecileri gibi kurumlarin davranis ve  tavirlari, devletler tarafindan bahsedilen sekildeki önlem ve mekanizmalar yardimiyla denetlenir.
Devletler, yumusak güç üretmek amaciyla özel donanim ve yazilim yatirimlari yapabilir. Örnegin Iran’da, 2009 seçimleri sonrasinda, protestocularin serbestçe haberlesmesini kisitlamak için, Iran devleti Firewall benzeri engelleyiciler devreye sokmustu. ABD ise ciddi ciddi masraflari göze alarak bu engellemeyi etkisiz kilacak her türlü yazilim ve donanimla protestoculara yardim etmis, böylece yumusak güç olusturmustu.
Siber alanlardaki güç uygulamalari ile ilgili olarak 1. Bölümde degindigimiz “Iliskisel Gücün Üç Ayri Yönü” basligina dönüs yaparsak konumuza açiklik getirebiliriz. Siber alanlarda gerek yumusak, gerek sert güç anlamlarinda bu  üç  yönün izlerine rastlayabiliriz söyle ki;
Baskalarini, baslangiçtaki tercihlerinin aksine bir davranis biçimine yöneltmek: Sert Güç; Servis durdurma saldirilari düzenlemek, muhalif bloggerlari tutuklayarak mesaj göndermelerini engellemek (Ör. Devlet gücünü zayiflatmayi kiskirtan yayin yaptigi gerekçesiyle Çin’in, insan haklari savunucusu Liu Xiaobo’yu tutuklamasi).
---------------------------------------------  
9   SCADA: Supervisory Control and Data Acquisition.
Yumusak Güç: Yine Çin, 1930’lardan kalma bir ihtilâf nedeniyle, ögrencileri internet üzerinden örgütleyerek Japonya aleyhine protesto gösterileri yapmaya kiskirtmisti.
Gündemi belirlemek, baskalarinin tercihlerinin tartisma ortamina dahi çikmasini, muhtelif taktiklerle bloke etmek: Gündemin bu sekilde olusturulmasi hasminizin istekleri hilafina ise bu sert güç uygulamasidir ama mesru oldugu biçiminde bir algi yaratilabilirse bu yumusak güçtür.
Open Net10’e göre, en az 40 ülke süpheli gördügü içerigin internet ortaminda dolasimini engellemek için yüksek kapasiteli filtreleme uygulamaktadir. 18 ülkede ise siyasi sansür vardir (Çin, Iran ve Vietnam’da yaygin olarak, Libya, Etiyopya ve
S. Arabistan’da agir ölçüde). Sosyal nedenlerle engelleme yapan 30 ülke bulunuyor (Seks, kumar, uyusturucu gibi konularda). ABD ve bazi Avrupa ülkeleri bile, seçmeli de olsa filtre uygulamalari yapmaktadir. Bu uygulamalarin bazilari kabul görür, gizli yapildiklarinda ise fark edilmezler bile. Insanlarin,  bilmediklerinin ne oldugunu bilmeleri zor istir. Müzik endüstrisi 12 binden fazla Amerika’li hakkinda internetten yasa disi müzik indirdikleri gerekçesiyle fikrî mülkiyet haklari çerçevesinde dava açmis ve bu uygulama, sert güç kullanimi olarak algilanmisti. Fakat Apple, sessiz sedasiz, bazi uygulamalarin i-phone’larina indirilmesini olanaksiz kilacak düzenleme yapti ve pek az tüketici, potansiyel bir ihtiyacinin karsilanmasi olanaginin tirpanlanmis oldugunu fark edebildi.
Gücün üçüncü yönü, bir oyuncunun, digerinin temel inanç ve algilarini yeniden sekillendirme esasina dayanir. Sirketler yazilim üretirken su kodu degil de bu kodu kullanirlarsa bunu çok az tüketici fark edebilir. Ama o kodlari içeren yazilimlarla mücehhez donanimlari kullanan, örnegin ABD vatandaslari, kredi kartiyla kumar oynayamaz, Fransiz ve Almanlar internet üzerinden Nazi ideolojilerini takip edemez, S. Arabistanlilar bazi Tanri tanimaz web sayfalarina giremez. Çocuk pornosu gibi bazi konularin erisimine engelleme getirilmesi konusunda uluslararasi alanda bir uzlasma vardir ama genis katilimli uzlasmalara oldukça ender rastlanir.
Oyunun Aktörleri ve Bu Aktörlerin Göreli Güç Kaynaklari
Siber alanda güçlerinin derecesi birbirlerine göre büyük farkliliklar gösteren sayilamayacak kadar çok aktör bulunur. Yirmisini doldurmamis genç bir bilgisayar korsani da, devletler de, siber uzayda büyük problemler çikarabilir. Filipinler kaynakli ünlü “Love Bug” virüsünün 15 milyar Dolarlik zarara yol açtigi tahmin edilmektedir. Pentagon’un, 15 bin aga bagli 7 milyon bilgisayari vardir. Bu aglara her gün, yüzbinlerce defa siber saldiri düzenlenir. Siber uzayda dikkat çekici olan, bu  alandaki aktörlerin farkli güç kaynaklarina sahip olmasi ve yetenek açisindan devlerle aralarindaki uçurumun daraliyor olmasidir. Genel bir yaklasimla siber uzaydaki oyunculari üç kategori altinda toplayabiliriz.
______________________________________________________________________
10 OpenNet: Internet’in herhangi bir sansür / filtreleme uygulamasina maruz kalmadan serbestçe kullanilabilmesini savunan bir STK.
Devletler
Internetin fiziki altyapisinin belli bir cografyada olmasi ve o cografya üzerinde belli devletlerin yasal egemenligin bulunmasi dolayisiyla siber uzay denildiginde lokasyon önem kazanmaktadir. Devletler, kendi sinirlari içinde, egitimden ticarete kadar birçok alanda ilerleme saglamak amaciyla internet altyapisina büyük yatirimlar yapar (Ör. Güney Kore). Bu çabalar, barisçil, mesru ve insan odakli olarak algilanirsa ülkenin siber uzaydaki yumusak gücü artar. Bulunan cografyada egemen güç olmak, devletlere baski ve denetim yapma açisindan yasal dayanak saglar. 2009 yilinda Xinjiang bölgesinde meydana gelen kalkismalar sirasinda Çin hükümeti, Teksas’tan  iki misli büyük bir alana yayilmis 19 milyon insanin mesajlasmalarini, uluslararasi telefon görüsmelerini ve internet erisimlerini engellemisti. Süphesiz bunun ticaret ve turizm üzerine olumsuz etkileri olmustu ama Çin hükümetinin önceligi siyasi istikrarin sürmesiydi.
Eger pazar büyükse, devletler güçlerini sinirlarin ötesinde de hissettirebilirler. Örnegin, özel hayata iliskin haklarin çok siki korundugu bir kisim Avrupa ülkelerinde, Yahoo ve Dow Jones’in bazi uygulamalari, bu haklari zedeler mahiyette görülmüs ve adi geçen ABD sirketleri hizaya çekilmisti. Pazarin büyüklügü nedeniyle bu dev sirketler seslerini çikaramamis, tepki göstererek pazardan çikip gitmek yerine o pazarin kurallarina uymayi yeglemislerdi.
Devletlerin siber saldiri  kapasiteleri de vardir.  Örnegin ABD’nin  10.  filosu ile Hava Birliginin ne savas gemileri vardir, ne de uçaklari. Onlarin savas meydani siber uzaydir ve taburlari bilgisayarlar ile internetten olusur. Saglam verilere göre, Israil 2007 yilinda Suriye hava savunma sistemlerini siber saldiriyla devre disi birakmis, ardindan bu ülkenin nükleer tesislerini bombalamisti. Askerî uzmanlar  siber saldirilari, nükleer güç gibi bitirici bir silâh olarak görmeseler de, gerçek savas meydaninda zaferi kazandiracak önemli bir unsur olarak görürler. Ülkelerin birbirlerine karsi düzenledikleri siber saldirilarin pek azi basina yansir, bu saldirilarin basarisini ise hedef ülkenin savunma olanaklari belirler.
Gelismis Yapilanmalara Sahip Devlet Disi Güçler
Ideolojik veya suç amaçli, servis durdurma ve sistem çökertme türünden siber saldirilar, devlet disi aktörler tarafindan da düzenlenebilmektedir. Ancak bunlarin yetenekleri, büyük devletlerinki kadar gelismis degildir. Bazi çok uluslu sirketler, muazzam bütçe ve insan kaynaklariyla bir çok devleti geride birakan güç olanaklarina sahiptir. 2009 yilinda Microsoft, Apple ve Google’in toplam gelirleri 115 milyar dolar, toplam çalisan sayisi 150 binden fazlaydi. Bu tür sirketler hem genis pazarlarda is yapabilme imkânlarini sürdürebilmek, hem de marka degerlerini koruyabilmek adina yerel hükümetlerle iyi geçinmek, onlarin yasalarina uymak zorundadirlar.
Suç örgütlerinin ise böyle bir derdi yoktur. Bazilari küçüktür, yasalarin takibine girmeden vur-kaç eylemleri yapar. Bazilarinin ise çok etkileyici sinirlar ötesi yetenekleri bulunur, muhtemelen de zayif devletleri satin alarak, oralarda siginir, hatta o devletlerle gizliden isbirligi yaparlar. Kanun kuvvetiyle dagitilmadan önce, Darkmarket isimli sitenin 2500’den fazla üyesi, çalinmis bilgi, sifre ve kredi karti ticareti yapiyordu. Siber suçlarin dünyaya yillik maliyetinin 1 trilyon dolar oldugu tahmin ediliyor. ABD yetkililerinin açikladigina göre, siber suçlularin sadece % 5’i yakalanip hüküm giymekte. Siber suçlular, büyük tahribat yaratma kapasitelerine ragmen, siber saldiri yerine fizikî saldirilari tercih etmekteler. Çünkü siber saldiri, hedef kitle üzerinde, fizikî saldiri kadar dehset yaratmiyor, yeterince fotojenik (!) degil. 11 Eylül saldirisindan sonra ABD tarafindan karsilasilan 22 eylemin hepsinde patlayicilar veya hafif silâhlar kullanilmisti. Oysa ABD’nin ulusal elektrik  sebekesi veya finans sistemi gibi teskilatlarinin elektronik altyapisi, siber saldirilara karsi son derece hassastir. El Kaide’nin bu hassas alanlara karsi saldiri kapasitesinden yoksun olusu ve bunu edinmeye yeterince hevesli gözükmemesi dikkat çekicidir. Yetkililer, teröristlerin yeterli beceri düzeyine geldiklerinde, bu yeteneklerini kullanmakta tereddüt etmeyeceklerini düsünüyorlar.
Suç örgütleri, interneti, teskilâtlarina komuta etmek, para toplamak, eleman kazandirmak, onlari egitmek ve daha pek çok amaç için yaygin olarak kullanirlar. El Kaide bu sayede, cografî bazda örgütlenmis hiyerarsik bir yapi olmanin sinirlamalarindan kurtulmus, enine bir biçimde genisleyerek küresel bir sebeke  haline gelmistir. Radikal unsurlar artik sadece Pakistan, Yemen veya Afganistan’dan çikmiyor, web adli sanal ummanin her yerinden eleman katilimi saglanabiliyor.
Kisitli Yapilanmalara Sahip Bireysel Aktörler
Maliyetlerin iyiden iyiye düsmesi, giris-çikisin kolay olmasi ve gizlenme olanaklari sayesinde bireysel aktörler de siber alanda yerlerini aldi. Bunlar bazen devlet onayiyla çalisirlar, bazen de devletlerin aleyhine faaliyet gösterirler. Rusya / Gürcistan örnegini yukarida belirtmistik. Büyük aktörler kadar kaybedecek seyi olmayan bireysel oyuncular, bu asimetriyi kendileri yarayan bir biçimde kullanmaktalar. Devletleri veya büyük sirketleri dizleri üzerine çökertecek kadar olmasa da minicik bir yatirimla bunlarin faaliyet ve itibarlarina büyük zarar verebilirler. Öte yandan, devletler internet dünyasinin en büyük yirticisidirlar ama unutulmasin ki küçük köpekler de isirir ve bu isiriklarla ugrasmak mesakkatli bir istir.
Google ve Çin
Kamu ve özel sektör aktörlerinin karsilikli etkilesimlerine ilginç bir örnek Çin’deki Google olayidir. 2010 yili baslarinda Google, Çin’den çekilecegini açiklamisti. Çin’in yumusak gücüne vurulmus önemli bir darbeydi bu. ABD’li sirket, Ihtilâfin konusunu söyle açikliyordu: Çin hükümeti Google’in kaynak kodlarini çalmaya ugrasiyor (fikrî mülkiyet haklari), Çinli muhaliflerin e-posta hesaplarina girmeye çalisiyordu (insan haklari). Buna bir tepki olarak da Google, dört yildan beri uymakta oldugu Çin sansür yasalarina artik uymayacak, muhalif güçlerin internet yollarini açik tutacakti.
Bu dönemde, Çin arama motoru piyasasinin hakimi Baidu adli bir yerel sirketti. Ayrica, Google’in gelir kaynaklari arasinda Çin’den yapilan aramalar önemli bir yekûn da tutmuyordu. Google, çekilme açiklamasini, fikrî mülkiyet ve insan haklari konusuna, ticari hesaplardan daha fazla önem verdigi seklinde bir görüntü vererek itibarini arttirma amaciyla da yapiyor olabilirdi. Amaçlarin ne oldugu bir yana, çok uluslu sirketlerin fikrî mülkiyet haklarina yönelik Çin kaynakli siber saldirilarin artmasi ve Google’in, düsünce özgürlügü ve gizliligin kutsalligi temelinde kendi itibarini koruma mücadelesi vermesi, konuyu Beyaz Saray’in gündemine getirdi. Disisleri Bakani H. Clinton bir konusmasinda problemi masaya koydu. Çin ise meseleyi, Google’in yerel yasalara uymasi gerekliligi açisindan yorumladi ve ABD’yi siber emperyalizme yönelmekle suçladi. Bazi uzmanlar da mücadeleyi, ABD’nin internet dünyasindaki hegemonyasini koruma çabasi olarak gördüler. Çinli tüketiciler, Google’in piyasadan çekilmesi halinde yerel Baidu’nun tekel konumuna  geleceginden endise ediyordu. Çekisme sürecinin basinda Google, Çin anakarasindan yapilan erisimleri otomatik olarak Hong Kong’daki sitesine yönlendirdi. Çin bu  girisimi kinadi ve Google’i servis saglayicilik alanindaki çalisma ruhsatini iptal etmekle tehdit etti. Bunun üzerine Google, açilis sayfasini seçenekli hale getirdi ve sadece arzu edenlere Hong Kong baglantisi verdi. Böylece Google Çin’de kalabildi, Çin de kendi hukukunun üstün oldugunu bir kez daha kanitlamis oldu.
ABD bu olay üzerine, internet alanina yeni kurallar getirilmesi çagrisinda bulundu ama kendisinin neleri yapmaktan imtina edecegini belirtmedi. Meselâ, ABD, bireysel korsanlarin Çin sitelerine yaptigi saldirilari önlemeye çalisacak miydi? Belki ABD, Çin’in yaptigi gibi sirketlerin fikrî mülkiyetlerine veya insan haklarina yönelik saldirilar yapmiyordu ama her türlü bilgisayar teknigini, amaçlari dogrultusunda istismar etmekten geri durmuyordu. Clinton’un Çin’e “yapma” dedigi seyleri kendisi fazlasiyla yapiyordu. Hatta Çin’den sonraki en büyük internet ihlalcisiydi. Bu ihlâllerin bir çogunun bizzat Amerikan devleti tarafindan gerçeklestirildigine hiç kusku yok ama büyük bir kismi da Çin’deki insan haklarinin ilerlemesi, Çin’de veya dünyanin diger köselerinde internet özgürlügünün yayginlastirilmasi adina yapilmakta. ABD,  bu tür “hacktivist”leri kontrol etme iradesine veya yetenegine sahip miydi?
ABD ve Çin çikarlari birçok konuda çelisir ama bir özel sektör temsilcisiyle Çin devletinin  ihtilâfi çok  karmasik   siyasi olaylarin   habercisidir.  Sirketler, devletler,
bireyler.... bunlarin hepsinin siber alanlarda amaçladiklari hedeflere ulasmak için ellerinden geleni artlarina koymadiklari bir mücadele dönemindeyiz.
Hükümetler ve Yönetisim
Bazilari siber alanlari, yasalarin islemedigi vahsi Bati’ya benzetir. Ama pratikte bu alanlarin bir çogu, özel ve kamu kurallarina uymak durumundadir. Kurallar, Internet Engineering Task Force (Internet Mühendisligi Görev Gücü) adli devlet disi bir olusum bünyesindeki mühendisler tarafindan gelistirilir. World Wide Web Consortium (Küresel Ag Konsorsiyum’u) adli yine devlet disi bir organizasyon WEB (Ag) standartlarini belirler. ABD yasalari altinda kâr amaci gütmeyen ICANN11 adli kurulus (artik devlet memurlari da bu kurulusta görev almaya basladi), alan isimleri ve yönlendirme yönetimi konusunun yetkilisidir. Ulusal hükümetler ise, yayin haklari ve fikrî mülkiyet haklari konusunu denetlemektedir. Devletler ayni zamanda, Uluslararasi Telekomünikasyon Birligi çerçevesinde görüsmeleri yapilmis ulusal alanlarin tahsisi konusunda söz sahibidirler. Bütün bunlarin üzerinde de güvenlik, casusluk, suç gibi sorunlari denetimlerinde tutmaya çalisirlar.
Siber alanlarin yönetimini tek bir rejim altinda gerçeklestirmek mümkün olamiyor. Bu nedenle siber alanlar, kurallari koyup belli bir hiyerarsi çerçevesinde uygulamaya çalisan teskilâtlarla, bagimsiz kurumlar arasindaki gevsek bir isbirligi dogrultusunda yönetilmektedir. Siber alanlar, kamu mali veya belli bir sahibi olmayan, herkesin esit oranda hak sahibi oldugu müsterek mülkiyet konusu alanlar olarak tanimlansa da bu tanim mevut durumla tam olarak örtüsmüyor. Zira kamu malinin kullanimindan kimse dislanamaz ama fizikî alt yapi olanaklari belli bazi ülkelerin egemenlik sahalarinda yer almaktadir ve bu olanaklara sahip olan ülkeler  de istemediklerini dislayabilmektedir. Siber alanlari, yönetim kurallari yeterince gelistirilmemis müsterek mülkiyete tabi apartmanlara benzetebiliriz.
Internet baslangiçta, herkesin birbirini tanidigi bir köy yeri gibiydi, sifrelere, karmasik kurallara gerek yoktu. Müthis genisleme belki iletisim olanaklari açisindan herkesin isine yaradi ama beraberinde gelen kriminal faaliyetler, saldirilar, çok ciddi güvenlik sorunlari yaratti. Ortaya çikan korunma ihtiyaci, “yüksek duvarli özel siteler” misali, özel internet aglari olusturulmasini gündeme getirdi. Güvenlik konusu devletin ana islevi olduguna göre, siber alanlarin güvenligi konusunda da devlete giderek daha fazla is düsecege benziyor. Bir çok devlet, egemenlik alanlarini siber uzaya dogru genisletmek sevdasinda ama bunu yaparken yetki ve sorumluluklari  özel sektöre aktarmak istiyorlar. Örnegin, bazi bankalar ve özel finans kurumlari, kendileri için, çok yüksek nitelikli güvenlik sistemleri gelistirmislerdir. Bu sistemi kullanmak isteyen diger kurumlar kurallara uymak zorundadir. Aksi halde cezasi vardir; iletisimleri kesilebilir, ticaret yapmalari engellenebilir, kullanim ücretleri arttirilabilir, vs.
________________________________________
11   ICANN: Internet Corporation for Assigned Names and Numbers.
Devletler, halklarinin istifade edebilmesi için interneti korumak isterler ama halklarini da internet üzerinden gelebilecek tehlikelerden sakinmak durumundadirlar. Meselâ Çin, güvenlik duvarinin arkasinda kendi sirketlerini gelistirme asamasindadir ve saldiri halinde kendini internetten ayirmayi plânlamaktadir.
“Hactivist”lik olgusunu bir “bas agrisi” olarak niteleyip bir kenara ayiracak olursak, her birinin kapsami ve çözümü birbirinden farkli dört tip siber tehdit ile karsi karsiyayiz: Iktisadî casusluk, cürüm, siber savas ve siber terörizm. Bunlarin arasindan ABD’nin basini en çok agritani ilk ikisidir. Simdilik! Isbirlikleri ve taktikler gelistikçe siralama tersine dönebilir. Ulusal Istihbarat Örgütü eski baskaninin söyle bir tespiti var: “Terörist gruplar bugün için siber savas yetenekleri açisindan, suç  örgütleri kadar gelismis degildir. Ortada bir hiyerarsi var. Piramidin tepesinde, her seyi tahrip etme yetenegine sahip devletler, sonra her seyi çalabilen hirsizlar, ardindan son derece rahatsiz edici, bilgili ve ihtisaslasmis bilgisayar  korsanlari... Er  veya  geç, terör gruplari siber yeteneklerini gelistirecekler. Nükleer silâhlarin yayilmasina benzer bir olgudur bu, ancak çok daha kolay”.
Baskan Obama, siber dünyadaki gelismelerin ele alindigi toplantida, diger devlet ve sirketler tarafindan kendilerinden çalinan fikir haklarinin, ABD için en yakin tehlike oldugunu söylemistir. Yapilan açiklamalara göre, bu hirsizliklar, ülkeye ekonomik açidan ve rekabet üstünlügü açisinda zarar vermekle kalmiyor, gelecekteki sert güç kullanma kapasitesini de zedeliyordu. Her yil, Kongre Kütüphanesinde mülkiyeti tescilli fikir haklarinin kat be kat fazlasi Amerikan sirketlerinden, devletinden ve üniversitelerinden çalinmaktaydi.
Siber savaslar, potansiyel tehlikelerin en dramatik olanidir. Uluslararasi bir caydiricilik programi kapsaminda (klâsik nükleer caydiricilik girisimlerinden biraz farkli olsa da...) saldiri yeteneklerinin artirilmasi, altyapi dayanikliliginin gelistirilmesi, bu tehditle bas edebilmenin çareleri arasinda gösterilmektedir. Siber savaslarin en zor yani, siber hedeflerin, askeri hedeflerden nasil ayri tutulacagi hususu ve  verdirilen dolayli zararin boyutlaridir. Amerika’lilar, savas sirasinda, Fransiz yapimi Irak hava savunma sistemlerini çökertmekten kaçinmislardi zira bunu yaparlarsa, Paris’teki bütün ATM’lerinin çalisamaz hale gelmesi olasiligi vardi.
Bazi gözlemciler, saldiri gerçeklestirenlerin kimliklerinin belirgin olmayisi nedeniyle caydiriciligin siber savaslarda ise yaramayacagi görüsündedirler. Siber savaslarda caydiricilik zordur ama imkânsiz degildir. Insanlar bu tip caydiricilikla nükleer caydiricilik arasinda bir benzerlik kurarlar. Nükleer modelde, saldiriya verilecek cevabin çok agir olmasi ihtimali caydirici bir etken olarak kabul edilir. Nükleer caydiricilik, erken uyari sistemleri, konvansiyonel silâhlarin hedefe yakin yerlere konuslandirilmasi gibi yan önlemlerle desteklenir. Yarattigi tahribat açisindan siber saldirilarin, nükleer saldirilara benzer yani yoktur. Günümüz sartlarinda, uluslarin aglar marifetiyle birbirlerine olan siber bagimliligi bir nevi caydiricilik islevi görmektedir. Örnegin, Çin’in, ABD ekonomisinde ciddi tahribata yol açabilecek bir saldirisi, bizatihi kendi ekonomisi üzerinde de büyük zarara yol açar. Bu senaryonun tersi de geçerlidir.
Bazi savunma mekanizmalari vardir ki, saldiriya otomatik olarak aninda cevap verir. Güçlü savunma sistemlerine sahip olmak, hasim tarafi risk/menfaat hesabi yapmaya zorlar, bunun da caydirici etkisi yüksektir. Saldirinin kaynagi hakkindaki spekülasyonlar, dedikodu mahiyetinde olsalar da ciddiye alinir (mahkemelerde delil olarak geçerli olmasalar da...). Böyle bir töhmet altinda kalmak, saldiri düsüncesinde olani, adimini çok dikkatli atmaya zorlar. Itibarin zedelenmesi, bunun sonucunda yumusak gücün zayiflamasi olasiligi da caydirici bir unsurdur.
Siber terörizm ve devlet disi güçlerin caydirilmasi daha zordur. Önceki bölümlerde deginildigi gibi, siber saldirilar, günümüz teröristleri için çok tercih edilen bir yöntem degildir. Ancak önümüzdeki yillarda, teröristlerin yeteneklerini gelistirerek altyapi tesislerine saldirilarda bulunmalari beklenmelidir. Günümüzde internet, güvenlikten ziyade kullanim kolayligini öne çikaran bir yapidadir. Hassasiyet arz eden ulusal altyapi olanaklarinin internetle olan baglantisini azaltmak, bir savunma stratejisi olarak gelistirilmektedir. Bazi uzmanlar, kritik alt yapi tesislerine sahip kuruluslara (finans ve elektrik gibi) açik interneti kullanmak yerine önceden onay alinarak girilebilen (opt-in) özel güvenlikli sistemleri kullanmalarini önermektedir. Süphesiz risk alma toleransi genis olanlar açik interneti kullanmaya devam edebileceklerdir.
Geçmis yillarda, deniz korsanligina karsi nasil bir uluslararasi isbirligine gidildi ise, siber suç konusunda da ayni yöntemle yasa disiliklar önlenebilir. Ne var ki geçmiste, korsanlarin, devletler tarafindan desteklendigi oluyordu, siber suç baglaminda da ayni olasilik bulunuyor. Örnegin Çin, otuzdan fazla ülke tarafindan kabul edilen Avrupa Konseyi Siber Suçlar Konvansiyonu’nu imzalamayi ret etmistir. Bu tür suçlar yüzünden Çin’in ugradigi zarar bir gün, bu yollardan elde ettigi kazanci geçmeye baslarsa tutumunu degistirebilir. Konvansiyon çerçevesinde genel bir uzlasma simdilik zor gözükse de, para aklama, güvenlik gibi belli basli konularda ittifaklar kurulmaya baslanmistir. Böylece saldiri düsüncesinde olanlarin maliyetleri giderek artmaktadir.
Devletler tarafindan bir takim önlemler alinmadikça internet üzerinden yapilan casusluklarin dinmeden sürmesi beklenmelidir. Casusluk insanlik tarihi kadar eskidir. Devletlerin casusluk olaylari karsisinda bire bir karsilik verme biçimindeki tutumu, siber casusluk baglaminda da öne çikmakta ve zarari bir nebze azaltici bir tedbir olarak uygulanmaktadir. ABD siber güvenlik dairesi baskaninin söyle bir söylemi var: “Çözümün anahtari olabilecek yaklasimlarin basinda, casuslugun mensei oldugu düsünülen ülkeye dönüp ‘bu isi sen yapmadiysan, kimin yaptigini iyice arastirmalisin’ demek gelir, bu çagriya uymayan devlete mukabelede bulunulur”. Uluslararasi hukuk doktrinlerine göre, eger saldiri belli bir ülkeden kaynaklaniyorsa, saldiriyi yapan devletin kendisi olmasa bile, o ülkeye karsi orantisal bir karsilik verilmesi yasaldir.
2000’li yillarda, BM Genel Kurulunda, siber suçlarla ilgili bir dizi kinama karari ve uluslarin alabilecekleri savunma tedbirleri konusunda bazi yönergeler çikarildi. Ayni dönemde Rusya, internetin uluslararasi baglamda daha genis bir denetime tabi tutulmasi için BM’den bazi kararlar çikartmanin pesindeydi. ABD saldirilari önleyici tedbirlerin, savunma mekanizmalarina zarar verebilecegini, uygulamanin da  olanaksiz oldugunu söyleyerek Rus önerisine karsi çikti. BM’de bu önlemlerin, otoriter yönetimlerce interneti sansür etme amaciyla kullanilabilecegi gerekçesiyle olaya sicak bakmadi. Yine de ABD ile Rusya arasinda uzlasma arayislari sürüyor.
Internet alanlarinda “Davranis Standartlari” belirlenmesi, uluslarin davranis normlari konusundaki farkliliklari nedeniyle genis bir uzlasmaya varamayacak gibi gözükmektedir. Jack Goldsmith12’in söyledigi gibi: “Topraklarimizdan çikan bütün siber saldirilari önleme olanaklarimiz olsaydi bile, bu olanaklari kullanmayi pek istemeyecektik. Çünkü, özel alanlardaki ‘hacktivist’ler demokrasi adina iyi isler yapiyorlar. Kamu alaninda ise kritik bilgisayar sistemlerini savunmak için alinacak en yararli önlem, esasli bir karsi saldiriya geçmektir”. Amerikan gözlükleriyle bakildiginda, Twitter ve YouTube kisisel özgürlükler alanina girer, Çin gözlükleriyle bakildiginda ise bunlar saldiri silâhlaridir. Çocuk pornosu gibi çok yaygin olarak kinanan bir konuda bile genel bir yasaklama yerine, ulusal filtreleme sistemlerini devreye alinmasi önerilmektedir. Yardimin baskalarindan beklenmesi yerine, uluslarin kendi tedbirlerini kendilerinin almasi hakim kuraldir.
Siber alanlar, güç sahnesindeki aktörler arasinda bulunan kuvvet dengesizligini azaltmistir. Bu durum, içinde bulundugumuz yüzyilda gücün yayginlasmasi olgusuna bir örnek teskil eder. Ama esitligin saglandigi ve hükümetlerin artik dünya politikalari üzerinde eskisi kadar etkili olamadigi seklinde bir yanilgiya düsmemek gerekir. Küçücük bir devlet olan BAE’nin, Blackberry üreticisini taviz vermeye nasil zorladigini unutmayalim. Fransa’nin Yahoo’yu, Çin’in de Google’i nasil hizaya getirdigini de. Devletler güçlü olmaya devam edecektir çünkü siber alanlar tamamiyla özel sektöre devredilemeyecek kadar önemlidir.
Siber alanlar, asimetrik savas taktikleri kullanarak öne firlamayi basaran bazi ülkeler arasinda güç el degisimlerine yol açacak olsa da bu degisimler, oyun kurallarini bastan asagiya farklilastiracak boyutta olmayacaktir. Devletler siber alanlarin en güçlü aktörleri olmaya devam edecekler ancak güç, giderek devlet disi aktörlere dogru yayginlasacaktir. 21.yy’da gücün anahtar boyutunu siber agin merkezîlestirilmesi olusturacaktir.
__________________________________________
12   Jack Goldsmith (1962): Uluslararasi siber hukuk ve güvenlik profesörü.
 BÖLÜM  6 GÜCÜN EL DEGISTIRMESI
ABD’nin Güç Kaybi Meselesi
Güç, nasil ölçülürse ölçülsün, ülkeler arasinda bölüsüm esitligine rastlamak çok enderdir. Kaynaklari açisindan diger ülkelere göre üstünlük gösterenlerin hegemonyasindan söz edilir. Eski Yunan medeniyetinden bu yana, büyük savaslarin çikis nedeni olarak hegemonya kurma özlemleri gösterilir. Yunan sehir devletleri sistemini yerle bir eden Peleponnes savaslari (M.Ö.5. yy.) Sparta’nin, Atina’nin güçlenmesinden duydugu endise yüzünden çikti. 1. Dünya savasi da Almanya’nin yükselisinin Britanya’da yarattigi korkular yüzünden çikmisti.
Bazi uzmanlara göre, Çin’in yükselisi de ABD üzerinde benzeri etkiler yaratacak. Köse yazari Robert Kagan, Çinli liderlerin dünyayi, aynen geçtigimiz yüzyilda Kaiser Wilhelm II’nin gördügü gibi gördügünü yaziyor ve ekliyor “ Çinli liderler, uluslararasi sistemlerin ülkeleri üzerine uyguladigi baskiya illet oluyor. Amaçlari, bu sistemlerin kendilerini degistirmesine firsat vermeden, kendilerinin bu sistemleri degistirmeleri”. Chicago Üniversitesi siyaset bilimi profesörü John Mearsheimer çok yalin konusuyor: “ Çin’in barisçil bir sekilde yükselmesi mümkün degildir!”. Bazi uzmanlar daha dikkatli bir dille söyle bir tespitte bulunuyorlar:  “Çin’in, ABD çikarlarina bir tehdit haline gelmesi oldukça düsük bir olasiliktir ama ABD’nin Çin’le bir savasa tutusmasi olasiligi, baska herhangi bir güçle savasma olasiligindan çok daha yüksektir”.
Hegemonyanin El Degistirmesi
Bir ülkenin digerleri üzerindeki üstünlügü hangi ölçüde olmali veya ne tür kaynaklara sahip olmali ki bu ülkenin hegemonyasindan bahsedilebilsin? Bu sorunun üzerinde genel bir uzlasma bulunmuyor. 2. Dünya Savasi’ndan sonra, ABD dünya üretiminin 1/3’ünden fazlasini gerçeklestirmesine, nükleer silâhlar konusunda tartisilmaz bir üstünlüge sahip olmasina ragmen Çin’i “kaybetmis”, Dogu Avrupa’nin komünizme kaymasini önleyememis, Kore Savasi’ndan bariz bir galibiyetle çikamamis, Kuzey Vietnam’in kaybini durduramamis, Küba’daki Castro rejimini yerinden oynatamamisti. Hegemonyasinin varliginin iddia edildigi bir dönemde ABD’nin, baska ülkeleri tavir degisikligine zorlayan askeri tehditlerinin sadece 1/5’i , ekonomik yaptirimlarinin ancak yarisi basarili olmustur. Birinci bölümde belirtildigi gibi, kaynaklarin büyüklügü bu kaynaklarla elde edilmek istenen sonuçlarin mutlaka alinacagi anlamina gelmiyor.
Birçoklari, güç kaynaklari dikkate alindiginda ABD’nin hegemonya sahibi oldugu ve Britanya örneginde görüldügü gibi düsüse geçecegi inancindadir. Bu “düsüs/güç kaybi” meselesinin birbirine karistirilmamasi gereken iki boyutu vardir: mutlak  düsüs, ülkenin  kendi  içindeki çürümelerden  kaynaklanir,  kaynaklar etkin biçimde kullanilamaz hale gelir. Oransal düsüs ise baska ülkelerin kaynaklarinin büyümesi ve bunlari kullanis biçimlerindeki gelismelere dayali olarak nisbi bir irtifa kaybini ifade eder. Örnegin 17.yy.’da Hollanda yerel anlamda çok müreffeh bir durumda olmasina karsin, diger ülkelerin güçlenmesi nedeniyle orantisal olarak bir düsüs yasamistir. Öte yandan, Bati Roma Imparatorlugu, disaridan tehdit eden  büyük bir güç olmamasina ragmen, kendi içindeki çürümüslük yüzünden batmisti.
ABD ile Britanya arasinda güç kaybi ile ilgili kiyaslama yapmak revaçtadir ama yanilticidir. Britanya, üzerinde günesin batmadigi bir imparatorluktu. Dünya insan nüfusunun 1/4’ünü yönetiyordu, büyük bir deniz gücü üstünlügü vardi. Buna karsin imparatorluk Britanya’si ile çagdas Amerikan Devleti arasinda nisbi güç kaynaklari bakimindan büyük farkliliklar bulunur. Örnegin 1. Dünya Savasi sirasinda Britanya’nin 8,6 milyon kisiden olusan askeri gücünün 1/3’i, yönetimi altindaki baska uluslardan mütesekkildi. Yükselen milliyetçilik akimlari Londra’yi tehdit ediyordu, Rusya ve Almanya gibi komsulari giderek güçleniyordu. Buna karsin, her iki yaninda iki okyanusun korumasi altindaki ABD homojen bir yapiya sahipti, kitasal ölçekteki ekonomisi kendine yetiyordu ve komsulari zayifti.
Amerikan kamuoyunda güç kaybi psikolojisi hep vardi. Örnekleri, 1957’de Ruslarin Sputnik’i uzaya yerlestirmesinden sonra, 1970 petrol krizinin ardindan, 1980’lerde Reagan yönetiminin bütçe açiklarini açiklanmasinin arkasindan hep görüldü ama 90’lara gelindiginde ABD tek süper güç olarak algilandi. Simdilerde ise yine ABD’nin düsüste oldugundan söz ediliyor. Bunlar dönemsel psikolojik algilamalardir. Bu algilamalarin altinda yatan, güç kaynaklarinin bir yerden bir baska yere kayma olgusu gözden kaçmaktadir. Bundan sonraki iki bölümde, tartismali  tarihi kiyaslamalardan, dönemsel degisim söylemlerinden uzak durmaya çalisarak ABD’nin baska ülkelerin yükselisiyle belirginlesen orantisal güç kayiplarini ve kendi içinden kaynaklanan degisimler sonucu meydana gelen güç kayiplarini inceleyecegiz.
Güç Kaynaklarinin Dagilimi
21.yy.’a, güç kaynaklarinin esitlikten çok uzak bir dagilim gösterdigi ortamda girildi. Dünyadaki üretimin1/4’ü, askeri harcamalarin neredeyse yarisi, dünya nüfusunun sadece % 5’ine sahip ABD tarafindan gerçeklestiriliyor. Kültürel ve egitimsel yumusak güç kaynaklarinin en büyük bölümü de bu ülkenin elinde. Ancak ABD’nin dünyanin güç kaynaklarindan aldigi payin gelecekte ne sekle dönüsecegi hararetle tartisilmaktadir. 2010 yilindaki Davos toplantilarinda, gücün farkli yönlere dogru kaymaya basladiginin göstergesi olarak küresel malî krize isaret edilmisti, Wall Street’teki çatlama da Amerika’nin gücünün inise geçmeye basladiginin delili olarak yorumlanmisti. Daha uzun vadeli bir görüs beyan eden Ulusal Istihbarat Konseyi, 2025 yili için yaptigi tahminlerde ABD’nin birinci güç olma konumunu koruyacagini ancak üstünlügünün azalacagini öngörmektedir. Hakkinda çok konusulan BRIC ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) 2027 yilina gelindiginde üretim açisindan zengin dünyaya geçeceginden bahsedilmekte olsa da yüzyilimizin basinda Avrupa  ve Japonya ekonomileri bu ülkelerin adam akilli önündedir. Önce Amerika’nin zengin müttefiklerine bir göz atalim sonra BRIC ülkelerinin nisbi güç kaynaklarini inceleyelim (Bkz. Ek Tablo).
Avrupa
Amerikan ekonomisi, Alman ekonomisinin dört kati büyüklügünde olsa da Avrupa Birligi’nin toplam ekonomik büyüklügü ABD’nin biraz önündedir. 500 milyonluk nüfusu ise ABD’nin oldukça üzerindedir. Birlige yeni katilan ülkelerin ortalamayi asagiya çekmesi nedeniyle ABD’nin kisi basina milli geliri AB'ye göre daha yukari olsa da AB gerek insan sermayesi, gerek teknolojisi ve ihracati ile ABD'nin en yakin rakibidir.
Yunanistan ve sair ülkelerde bas gösteren malî sikintilar nedeniyle çikan 2010 krizine kadar, AB’nin ortak para pirimi Euro’nun uluslararasi rezerv para olma anlaminda ABD dolarinin yerine geçecegi konusuluyordu. Öyle olmadi, Avrupa ülkeleri ve IMF, 925 milyar dolarlik kurtarma paketiyle piyasanin güvenini tazeleme çabasina giristi. Alman Basbakani A. Merkel; “Euro basarisiz olursa, bu sadece para biriminin basarisizligi olmaz, Avrupa birligi mefhumu ile birlikte Avrupa’nin da çöküsü olur” diyerek endiselerini dile getirdi.
 
Askerî açidan mukayese edilirse, Avrupa savunmaya ABD’nin yarisindan azi kadar para harcamaktadir. Buna karsin askeri personel sayisi ABD’den fazladir ve üyelerinden ikisi nükleer silâhlara sahiptir. Yumusak güç olarak da Avrupa kültürü dünyanin bir çok ülkesini cezbetmekte, yakin komsular, Brüksel’i birlesmenin odagindaki cazibe merkezi olarak algilamaktadir.
Avrupa’nin güç kaynaklarinin degerlendirmesi yapilirken  sorgulanmasi gereken esas konu sudur; Avrupa ortaya çikan bir dizi uluslararasi sorun karsisinda siyasi ve sosyokültürel bir birlik anlayisi gelistirebilecek midir yoksa kuvvetli milliyetçi görüslerin, farkli siyasi kültürlerin ve dis politika önceliklerinin hakim oldugu ülke gruplasmalari görünümü  mü  arz edecektir?  Farkli  durumlara göre  farkli cevaplar mevcuttur. DTÖ nezdindeki etkinlik anlaminda Avrupa, ABD ile esittir ve onun  gücünü dengeleyebilir. Siber dünyadaki kisisel özgürlükler konusundaki global standartlari Avrupa belirlemektedir. Öte yandan milli kimliklerin güçlü olmasi nedeniyle bir türlü müsterek bir Avrupali kimligi olusamamaktadir.
AB’nin 27 ülkeyi ihtiva edecek sekilde genislemesi (digerleri de yolda) Avrupa kurumlarinin sui generis (kendine özgü) bir biçimde kalacagi ve kuvvetli bir federal Avrupa veya tek ülke haline gelemeyecegi izlenimini veriyor. Dis politika ve savunma alanlarinda üyeler arasindaki entegrasyon henüz tam anlamiyla saglanamamistir. Avrupa komisyonu eski üyesi Lord Patten’in deyisiyle; “Küresel anlamda ABD kadar önemsenmiyoruz”. 2008 malî krizi ve basta Yunanistan’inki olmak üzere, çesitli AB üyelerinde ortaya çikan malî sorunlar, Euro bölgesindeki malî entegrasyonun zafiyetini açiga çikarmasi bakimindan anlamlidir. Ekonomist dergisinin gözlemleri: 1900 yilinda Avrupa dünya nüfusunun1/4’ini barindiriyordu. 2060 yilinda bu oran % 6’ya düsecek, bunun da 1/3’i, 65 yasin üzerinde olacak. Avrupa Konseyi Dis Iliskiler Direktörü konuyu söyle özetliyor: “Yaygin inanca göre Avrupa, dönemini yasamis ve tamamlamistir. Avrupa simdilerde, vizyon eksikligi, bölünmüslügü, yasal konulardaki takintilari, askeri gücünü yansitmaktaki isteksizligi ve ekonomisindeki hantalligi ile, bir zamanlarin Roma’sindan bile daha hakim bir durum arz eden ABD’nin tam tersi bir görünüm vermektedir... Fakat problem Avrupa degildir, problem, bizim çag disi kalmis güç anlayisimizdir”. Öte yandan Avrupa için iyimser görüsler beyan edenler de vardir. Bunlara göre, Avrupa dünyanin ikinci büyük askeri gücüdür, dünya savunma harcamalarinin %1’ini gerçeklestirmektedir (Çin %5, Rusya %3, Hindistan %2 ve Brezilya %1,5). On binlerce AB askeri Sierra Leone, Kongo, Lübnan, Afganistan, Fildisi Sahili  gibi  ülkelerde görev  yapmaktadir.  Ekonomik güç  olarak  dünya ticaretinin %17’sini temsil etmektedir (ABD %12).
Amerikan ve Avrupa kültürleri, yeri geldiginde birbirlerini didiklese de 200’ü askin yildan beri uyumlu bir seyir izlemektedir. Daha genis açidan bakilacak olursa, demokrasi ve insan haklari konusundaki degerler silsilesi, baska hiç bir ülke veya ülkeler toplulugu ile olmadigi kadar birbirine yakindir. Güçler dengesi açisindan degerlendirildiginde ABD ve Avrupa’nin birbirlerinin hayati çikarlarini tehdit edecek bir duruma gelmesi beklenmemelidir. Menfaat çatismalari çiksa da bunlar önemsiz seviyelerde kalacaktir.
Japonya
1990’larin basindaki spekülatif balonun patlamasiyla Japon ekonomisi 20 yil süren bir yavaslama sürecine girdi. Kisi basi milli geliri (alim gücü paritesi) Japonya’ninkinin 1/6’i olan Çin, toplam büyüklük açisindan Japonya’yi geçti. 1988’de piyasa degerleriyle dünyanin en büyük 10 sirketinden sekizi Japon’du. Bugün anilan 10 sirket arasinda Japon sirketi yok. Japon ekonomisi yakin zamanlardaki düsüsüne ragmen dünyanin üçüncü büyük ekonomisine, çok gelismis bir sanayi yapisina ve Asya’daki en modern orduyu bünyesinde barindirmakla  etkileyici  güç kaynaklarina
sahiptir. Askerî personel sayisi bakimindan Çin daha büyüktür, üstelik nükleer güce de sahiptir ama Japonya üstün teknolojik imkanlariyla kolayca ve kisa sürede nükleer güç sahibi olabilir. Bundan sadece 20 yil önce Amerikalilar Japonlarin kendilerini geçeceginden korkuyorlardi. O kadar ki Japon öncülügünde olusturulacak bir Pasifik Blogunun Amerika’yi dislayacagi ve bunun bir ABD – Japonya harbine neden olacagi tahminleri yapilmaya baslanmisti. Bütün bunlar bize, hizla yükselen güç kaynaklarini esas alarak, düz mantikla yapilan ileriye dönük tahminlerin ne kadar yaniltici olabilecegini göstermektedir.
2.Dünya Savasi öncesinde Japonya dünya sanayi üretiminin %5’ini gerçeklestiriyordu, tahribat sonrasinda bu seviyeye ancak 1964 yilinda yeniden gelebildiler. 1950-1974 arasinda yillik ortalama %10 gibi olaganüstü biçimde büyüdüler. 1980 yilinda %15’lik sanayi üretimi payiyla dünyanin ikinci en  büyük ulusal ekonomisi oldular. Dis ülkelerde yaptiklari yatirimlar ve verdikleri krediler konusunda birincilige ulastilar. Basarili bir stratejiyle GSMH’larinin sadece %1’ini savunmaya ayirarak tüm kaynaklarini ekonomiye yönlendirdiler. Bu kisitlamaya ragmen, Dogu Asya’nin en modern, en iyi donatilmis ordusunu yaratmayi bildiler. Japonya’nin kendini yeniden kesfetmek diye adlandirabilecegimiz, tarihinden gelen bir özelligi bulunur. 2. Dünya savasindan sonra, 1945’den baslayarak küllerinden yeniden dogdular. Japon Basbakanligina bagli kalkinma komisyonu, 2000 yilinda yaptigi açiklamasinda, 21. yy. hedeflerine ulasmak için buna benzer bir yeniden dogusa gereksinim duyuldugunu belirtmisti. Siyaset açisinda bakildiginda, liberallesmenin hizlandirilmasi, yaslanan nüfusla baglantili sorunlar, göçmenlige karsi durus gibi hassas konularda gerekli degisikliklerin yapilmasi kolay olmayacaktir.
Japonya’nin çok ciddi demografik problemleri bulunuyor. Nüfusun 2050 yilina kadar 100 milyona düsmesi bekleniyor ve toplum, göç alinmasina siddetle karsi duruyor. Buna mukabil Japonya, yüksek yasam standartlari, çok yetenekli is gücü, istikrarli toplumu teknolojik önderligi, sevgi ve saygi duyulan kültürü, uluslararasi kurumlara verdigi yogun destekle hatiri sayilir bir yumusak güce sahiptir.
10-20 yil içinde Japonya kendini toplayarak, on yil önce varsayildigi gibi ABD’nin karsisina askerî ve ekonomik anlamda bir rakip olarak çikabilir mi? Kabaca Kaliforniya eyaleti büyüklügünde bir Japonya’nin gerek cografi açidan, gerekse demografisinin yarattigi sorunlar nedeniyle böyle bir noktaya gelebilmesi mümkün gözükmüyor. Japon siyaset sahnesinden, Anayasa’nin savunma harcamalarini kisitlayan 9. maddesini gözden geçirmeyi ve nükleer silâhlara sahip olmayi savunan sesler çikmaya baslamistir. ABD, Japonya ile olan ittifakini sonlandirirsa, Japonya’nin bu tür arayislara girmesi beklenebilir ama nükleer bir Japonya dahi ABD’ye rakip olmaktan çok uzaktir.
Alternatif olarak, olasi bir Çin-Japonya ittifaki bilesen güç etkisiyle ABD’ye kuvvetli bir rakip olabilir. 2006 yilinda Çin, Japonya’nin en büyük ticaret ortagi haline geldi. 2009 yilinda yapilan anlasma ise ülkeler arasindaki isbirliginin gelistirilmesini öngörüyor. Ne var ki 1930 yilinin savas yaralari henüz sarilmadi ve iki ülkenin dis politika konularinda ciddi görüs ayriliklari bulunuyor. Bu bakimlardan, yakin tarihte bir ittifak olasi görünmüyor. Çin’in yükselen gücü ise Japonya’yi, ABD ile birlikte hareket etmeye zorluyor. Kisacasi, ABD’yi yerinden edebilecek bir Dogu Asya ittifaki pek inandirici degil.
BRIC Ülkeleri
Bu tabir, Goldman Sachs’in, kârli yatirim firsatlari sunan “yükselen piyasalar”a sahip ülkeler için 2001 yilinda yapmis oldugu bir akronimdir. BRIC ülkelerinin dünya sanayi üretimindeki payi, 2000-2008 yillari arasinda % 16’dan, % 22’ye çikmistir. Hepsi birlikte, dünya nüfusunun % 42’sini meydana getirirler. Yüzyilimizin ilk on yilinda dünya büyümesinin % 33’ünü saglamislardir.
BRIC kisaltmasi her ne kadar dünya siyasi sözlüklerinde kendine hizla bir yer edindiyse de Rusya bu resmin içinde biraz aykiri duruyor. Bu akronim ortaya çiktiginda, ne ekonomistler, ne de dünyanin geri kalani, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi ülkelerin, günün birinde bir araya gelip hatiri sayilir bir platform olusturabileceklerini hayal edebilirlerdi. 2009 yilinda bu ülkelerin Disisleri Bakanlari Rusya’da bir toplanti yaparak, BRIC kisaltmasini, sadece akilda kalici, sevimli bir yakistirma olmaktan çikarip, anlamli bir isbirligine dönüstürmeye karar verdiler. Her ne kadar büyük bir kismini Çin olusturuyorsa da bu ülkeler, bir arada, 2,8 Trilyon Dolar ile global rezervlerin % 42’sinin üzerinde oturmaktaydi. Medvedev, tek para birimine dayali bir global döviz sisteminin basarili olamayacagi düsüncesine sahipti. Beijing ve Sao Paolo, aralarindaki ticareti kendi milli para birimleriyle yapmaya karar verdi. Çin’in ticari ortaklari arasinda Rusya sadece % 5’lik bir paya sahip olsa da onlar da benzeri bir anlasmayi kendi aralarinda yapti. Yakin geçmiste yasanan kriz sonrasinda Goldman Sachs, BRIC’in müsterek GSMH’sinin 2027 yilina kadar G 7 ülkelerininkini geçecegi tahmininde bulundu. Bu ve benzeri lineer ekonomik degerlendirmeler ne derece yerindedir bilinmez ama uzun vadeli bir perspektiften bakildiginda, bu ülkelerin güç kaynaklarini birlestirmesi, aralarindaki derin uyusmazliklar nedeniyle dis siyasetin realiteleriyle fazla örtüsmüyor. Rusya gibi, bir zamanlarin iki süper gücünden birinin, kalkinmakta olan üç ülkeyle birlikte anilmasinin fazla bir mantigi yok. Dört ülke arasinda en küçük nüfusa, en büyük okumus-yazmislik oranina ve kisi basi milli gelire sahip olani Rusya’dir. Ama birçok gözlemciye göre bu ülke düsüs sürecinde, diger üçü ise çikista. Bundan sadece 20 yil önce Rusya bilimsel anlamda da süper güçtü. Simdilerde ise yalniz Çin’in degil, Hindistan ve Brezilya’nin da gerisinde kaldi. Az sonra deginecegimiz gibi BRIC akroniminin kalbi, neresinden bakilirsa bakilsin Çin’dir.
Rusya
1950’lerde  ABD, Rusya’nin  kendisini  geçeceginden endise  ediyordu. Rusya,
dünyanin en genis topragina, üçüncü kalabalik nüfusuna, ikinci büyük ekonomisine sahipti. Petrol ve gaz kaynaklari olarak S. Arabistan’dan daha fazla üretim yapiyor, ABD’den daha büyük bir orduyu besliyor, dünyadaki nükleer silahlarin yarisindan fazlasini topraklarinda bulunduruyordu. Arastirma, gelistirme faaliyetleri açisindan en fazla eleman çalistiran ülkeydi.
Yumusak güç kaynaklarina gelince, fasizm karsitligi nedeniyle Avrupa, komünizm ideolojisine sempati ile bakiyor, sömürgecilik karsitligi nedeni ile de üçüncü dünya ülkeleri tarafindan benimseniyordu. Sovyet propagandasi, komünizmin zaferinin kaçinilmaz oldugunu basarili biçimde  pompalamaktaydi. Leonid Brezhnev, 1976 gibi yakin bir geçmiste, Fransa Baskanina komünizmin 1995 yilinda dünyanin hakim ideolojisi haline gelecegi iddiasinda bulunuyordu. Bu söylenenler de –Sovyetlerin kendi raporlarina göre- yillik ortalama % 5-6 gibi  büyüme rakamlariyla destekleniyordu. Düsüs 1970’ lerde basladi. 1986’ ya gelindiginde Gorbachev, Sovyet ekonomisinde düzen diye bir sey kalmadigini, elde mevcut tüm endekslere göre gerilemekte olundugunu beyan etmisti. Çarpici olan, 1970’li yillarin sonlarinda Sovyet gücünün ABD’yi geride birakacagi yolunda bizzat Amerikalilar tarafindan yapilan tahminlerin, gerçegin ne kadar uzaginda oldugudur.
Sovyetler birliginin 1991 yilindaki çöküsünden sonra Rusya’nin elinde eskiden sahip oldugu topraklarin % 76’si ,nüfusun % 50’si askeri personelin % 33’ü kalmis, ekonomisi ise % 55 oraninda daralmisti. Bundan öte, komünist ideoloji üzerine bina edilmis yumusak gücü sifirlanmisti. Askeri harcamalari, ABD’nin % 10’una, GSYIH’si % 14’üne, satin alma paritesine göre ölçülen kisi basi milli geliri ise yine bu ülkenin % 33’üne  gerilemisti.  Ekonomisi büyük  ölçüde  petrol ve  gaz   ihracatina dayaniyordu ve yüksek teknoloji ürünü sinai mamul ihracati, toplam sinai ürün ihracatinin % 7’sine gerilemisti.
Rusya artik komünist ideolojiyi ve hantal merkezi planlama sistemini geride birakti. Etnik bazda parçalanma tehdidi eskisi kadar büyük degil. Sovyetler birligindeki etnik Ruslarin toplam nüfusa orani % 50 idi, günümüz Rusya Federasyonu’nda bu oran %81’dir. Rusya’da piyasa ekonomisi iyi islemiyor, yolsuzluklar had safhada, kamu sagligi sistemleri çalismaz durumda, dogum orani düsüyor, ölüm orani artiyor, ortalama hayat beklentisi erkeklerde 59’a düsmüs vaziyette. Yüzyilin ortalarina dogru nüfusun bu günkü 145 milyon rakamindan, 121 milyona düsmesi bekleniyor. Rusya’nin modernizasyon ve reform çabalariyla, eski gücüne kavusabilecegi, liderlerin de bunu gerçeklestirmenin samimi gayreti içinde oldugunu iddia edenler de var. Medvedev Rus ekonomisinin, dogal kaynaklarinin ihracati sayesinde ayakta durdugunu, bu durumun utanç verici oldugunu söylemis ve Sovyet kafa yapisinin tarihe gömülmesi gerektigini beyan etmisti. Bu söylemler umutlari destekliyor.
Her seye ragmen Rusya soguk savas sürecindeki kadar olmasa da elinde kalan nükleer silahlarla , büyük insan sermayesi ile siber teknoloji alanindaki yetenekleriyle, Avrupa’ya yakinligi ile ve Çin’le bir isbirligine girisme ihtimalinin varligi ile , ABD’nin basina dert açma potansiyeline sahiptir.
Bir Çin-Rus ekseni olusmasi ihtimali ne kadardir? 1950’lerde ABD’ye karsi bir Rus-Çin ittifaki vardi. Nixon’un 1972 yilinda Çin’e açilmasiyla ittifak tersine döndü zira hem Çin, hem ABD, Sovyet gücünün yükselmesini tehdit edici buluyor, tedirgin oluyordu. Bu isbirligi Sovyetlerin çöküsü ile son buldu. 1992’de Rusya ve Çin, ’’yapici ortaklik’’ diye isimlendirdikleri isbirliklerini ilan ettiler. 1996’da buna ‘’stratejik ortaklik’’ dediler. 2001’de ise ‘’dostluk ve isbirligi’’ anlasmasi imzaladilar. Anlasmalarin ana temasi, ABD’nin hakimiyetindeki tek kutuplu dünyada müsterek bir karsi cephe olusturmakti. Bazi Ruslara göre, ’’küçük kardes’’ statüsünün kabullenilmesi pahasina, Çin’le isbirligine öncelik verilmelidir.
Bu tür söylemler bir yana, bir Fransiz diplomatin özetledigi gibi, Rusya ve Çin arasinda, dünya görüsü açisindan zitliklar, dis politika alaninda farkli yaklasimlar ve çelisen öncelikler mevcuttur. Rusya / Çin sinirinin, Rusya tarafinda 6 milyon, Çin tarafinda 120 milyon insan yasar. Bu durum, Rusya’yi fena halde tedirgin etmektedir. Medvedev’in dedigi gibi “Eger Rusya, uzak dogusundaki varligini güçlendirmezse ,  her seyini Çin’e kaptirabilir“.
Geleneksel realist düsünce, Çin’in yükselen gücüne karsi, Rus-Hint, Rus-Japon, hatta Rus-Amerikan isbirligini dahi öngörebilir. Rusya, iniste olmasinin tedirginligi ile nükleer gücünden taviz vermek istememektedir. Bu da ABD için potansiyel bir tehdittir. Ama Rusya’nin, 2. Dünya savasini takip eden kirk yil boyunca, ABD gücü karsisinda sergiledigi meydan okuyucu tavri bir kez daha yakalamasi mümkün gözükmemektedir.
Hindistan
Hindistan’in, ABD’nin dört katina varan 1,2 milyarlik nüfusu ile, 2025 yilinda Çin’i geçecegi ve dünyanin gelecekteki büyük güçlerinden biri olacagini düsünenler bulunuyor.
Hindistan on yillardir ‘’Hindu tipi ekonomik büyüme hizi’’ denilen düsük performansin sikintisini çekti. 1947 yilindaki bagimsizligindan sonra içe dönük, sosyalist ekonomik planlamaya dayali ve agir sanayi agirlikli bir modeli benimsedi ama hizini artiramadi. 1990’larin basinda, piyasa odakli reformlarin gerçeklestirilmesinden sonra büyüme hizini % 7’lere yükseltti. Bir Ingiliz yazar ülkeyi, yasam standardi düsük ama ekonomisi büyük anlaminda ‘’prematüre süper güç’’e benzetti. Ayni yazar Hint ekonomisinin on yil içinde Britanya’yi, 20 yil içinde Japonya’yi geçecegini düsünüyor. Hindistan’in yüzlerce milyonluk yükselen bir orta sinifi bulunuyor. 50-100 milyon arasi insan resmi dil olan Ingilizceyi konusuyor. Bu temele dayanan Hindistan, iletisim teknolojileri alaninda uluslar arasi bir oyuncu ve aktif biçimde faaliyette olan bir uzay programi var. Hindistan, 60-70 adet nükleer silaha, orta menzilli füzelere, 1,3 milyon askeri personele ve 30 milyar dolarlik savunma bütçesine (dünya toplaminin %2 si) sahip. Yumusak güç olarak, yerlesmis bir demokratik yapisi , hareketli bir pop kültürü bulunuyor. Etkin bir diasporaya ve yilda yapilan film sayisi bakimindan dünyanin en büyük sinema yapimi endüstrisine sahip (Bollywood).
Buna karsin Hindistan nüfusunun 1/3’ü geçim için asgari sartlarin altinda bir yasam sürdürüyor ve yüz milyonlarca insanin okuma yazmasi yok. Ülkenin GSMH’si Çin’in % 33’ü, ABD nin % 20’si kadar. Kisi basi milli geliri Çin’in yarisi, ABD’nin % 7’si ölçüsünde. Çin nüfusunun % 91’i okur-yazar, sehirlesme orani % 43, Hindistan’da ise çarpici biçimde düsük; % 61 ve % 29. Ülke her yil ABD’nin iki kati kadar bilgisayar uzmani yetistiriyor ama bunlarin ancak % 4,2’si yazilim firmalarinda is bulabiliyor çünkü üniversite egitiminin yetersizligine bagli olarak kaliteleri düsük.
Hindistan’in, yüzyilimizin ilk yarisinda ABD ye rakip olabilecek bir gücü gelistirmesi mümkün gözükmüyor ama olasi bir Çin-Hint ittifakina büyük katkisi olabilir. Iki ülke arasindaki ticaretin artmasi ve bu ülkelerin gösterdigi büyüme performansindan yola çikilarak, olasi bir ittifak söylemi anlaminda ‘’Chindia ‘’ terimi ortaya çikmis olsa da aralarindaki görüs ayriliklarinin derin oldugunu, sinir anlasmazliklari nedeniyle 1962 yilinda savasa tutusmus olduklarini ve 1998 yilinda Hintli savunma bakaninin Çin’i ‘’potansiyel bir numarali düsman’’ ilan ettigini unutmamak gerekir.
Hindistan’in Çin’le ittifak kurmak yerine, Asya ülkeleri ile gruplasarak, Çin’i dengeleyecek bir güç olma arayisina girmesini beklemek daha akilci olacaktir.
Brezilya
Brezilyalilar kendileri için saka yollu söyle bir tespitte bulunurlar: ’’Biz büyük gelecegi olan bir ülkeyiz…. Ve hep öyle kalacagiz!’’. Ülkenin bir önceki baskani Lula  da Silva,’’Hep gelecegi olan bir ülke oldugumuzu söyleyip durduk ama yeteneklerimizi somut bir basariya döndürmeyi bir türlü beceremedik“ demistir.
Brezilya, 1825 yilinda Portekiz’in hakimiyetinden kurtulup bagimsizligini kazandiktan sonraki yüzyil boyunca ekonomisinde duragan bir seyir izledi. 20.yy’in ortalarinda, yari kapali bir ekonomik yapi içinde, dis borca dayali bir çikis yasadi ise de 1970 petrol krizi ile birlikte ülke ekonomisi tamamiyla çöktü. Enflasyon çilginca yükselise geçti, 90’larda yillik % 700’e vurdu. 1994 de dalgali kur ve enflasyon hedeflemesi uygulamasi baslatarak kamu harcamalarina istikrar getirdi.
The Economist dergisinin yorumuna göre ’’Simdi Brezilya, diger BRIC ülkeleri arasinda sinif atladi; bir kere demokratik. Çin degil, Hindistan gibi etnik ve dini çatismalarla bogusmuyor, komsulari, düsmani degil, Rusya gibi ihracati petrol ve silâhtan ibaret degil, yabanci yatirimcilara saygili davraniyor“. Brezilya, yabanci yatirim çekiyor ve birçok güçlü siyasi kurum olusturmus durumda. Çogu cezasiz  kalsa da yolsuzluklarin üstüne giden ve ortaya çikaran özgür bir basina sahip. Hindistan’in üç misli boyutundaki topraklarinda % 90’i okuryazar olan 200 milyon kisi yasiyor. Kisi basi milli geliri, Hindistan’in üç, Çin’in iki misli. 2007 yilinda kesfedilen açik deniz petrol yataklari, Brezilya’yi enerji alaninda önemli bir güç yapiyor.
Brezilya, diger BRIC ülkelerinin sahip oldugu nükleer silahlardan yoksun ve askeri gücü kisitli ancak komsulari ile hasmane bir rekabet içinde degil. Karnavallari ve futbolu ile Brezilya tüm dünyayi kapsayan yumusak bir güce sahip.
Brezilya’nin ciddi problemleri de bulunuyor. Alt yapisi yetersiz, yasal sistemi hantal, cinayet orani çok yüksek ve asiri yolsuzluk var (180 ülkeden olusan siralamada, 75. sirada. Çin 79, Hindistan 84, Rusya 146!). Dünya ekonomik forumunun yaptigi rekabetçi ekonomiler siralamasinda 56. (Çin; 27., Hindistan; 49., Rusya 63. sirada). Prodüktivite artisi gevsek, bu durumun tasarruflari artirip egitime daha çok yatirim yapilmadan hizlandirilamayacagi düsünülüyor. Yoksulluk ve gelir adaletsizligi çok ciddi sorun, ama ilerleme var. 2003’de nüfusun % 28’i yoksul iken bu oran 2008’de %16’ya düstü.
Dis politika alanina gelince, Brezilya, dünya siyasetindeki agirligini daha yeni yeni farkina varmaya basladi ama 2003’de önüne koydugu, BM güvenlik konseyinde daimi üye olmak, güçlü bir Güney Amerika blogu olusturmak ve benzeri hedeflerini henüz gerçeklestiremedi. Brezilya, ABD diplomasisini eskiye oranla daha fazla zorlayacak fakat 21.yy.’da Amerika’nin karsisina bir rakip olarak çikma olasiligi gözükmüyor. Bu rol Çin’in olacak.
Çin
BRIC   ülkeleri arasinda   bir   dev olan   Çin’in   ekonomisinin   ve nüfusunun
büyüklügü, diger üç ülkenin toplamindan da fazladir. Kiyaslamaya devam edecek olursak, ordusunun büyüklügü, savunmaya ayirdigi ödenek, büyüme hizi ve internet kullanicisi sayisi bakimindan da birinci siradadir. % 7’nin üzerindeki her türlü büyüme orani Çin ekonomisini ikiye katlayacaktir. Nobel ödüllü bir iktisatçiya göre 2040 yilina gelindiginde Çin dünya GSYIH’sinin % 40’ini tek basina üretir hale gelecektir.
Çin, “güç” konusundaki algilanisi hakkinda yapilan gelecege yönelik büyüklük söylemlerinden nemalanmaktadir. Öyle ki, yakinlarda yapilan bir kamuoyu arastirmasinda insanlarin %44’ü Çin’in halen dünyanin en büyük ekonomisi oldugunu söyledi. Amerikan ekonomisinin Çin’den üç kat büyük olmasina karsin bunu  bilenlerin orani sadece % 27’de kaldi. Amerika’da yapilan bir diger arastirmada insanlarin %50’si ülkelerinin karsisina dikilip meydan okuyabilecek baslica ülkenin  Çin oldugu kanisindaydi (Japonya olacagini söyleyenler %8, Rusya ve Avrupa görüsü belirtenler %6)
Çin’e iliskin gelecek tahminleri çogunlukla hizla büyüyen GSYIH’sina dayanmaktadir ancak ülkenin baska güç kaynaklari da vardir. Yüz ölçümüne bakildiginda ABD  ile  esit olsa  da  Çin’in nüfusu  4  kat büyüktür.  Bununla  birlikte dünyanin en büyük ordusuna, 200’e yakin nükleer silaha ve hatiri sayilir uzay ve siber-uzay kapasitesine sahiptir.
Yumusak güç potansiyeli itibariyla kültür endüstrisi bakimindan Hollywood ve Bollywood’a kiyasla çok zayiftir. Üniversite egitim seviyesi ABD’nin gerisindedir. ABD’nin sahip oldugu yumusak gücün büyük bölümünü olusturan STÖ’leri bakimindan da çok fakirdir. Bunlara ragmen Çin yumusak gücünü arttirmak için büyük çaba sarf etmektedir. Gittikçe büyüyen bir kitleye cazip gelen kültürünü vitrine çikarmakta, dünyanin baslica sehirlerinde kurdugu Konfüçyüs Enstitüleri yardimiyla dilini ve kültürünü yaymakta, çok tarafli anlasmalara daha yatkin bir davranis tarzi benimseyerek hakkindaki korkulari yatistirmaya çalismaktadir.
Çin’in büyük kaynaklara sahip oldugu dogru olmakla birlikte ülkenin gelecegine dair yapilan tahminler sadece günlük büyüme verilerine ve siyasi spekülasyonlara dayandirildigindan bu göstergelere fazla itibar  etmemek gerekir. Çin halen ekonomik olarak ABD’nin bir hayli gerisinden gelmektedir ve temel politik stratejileri kendi yurt içi bölgelerine, kendi ekonomik kalkinmasina odaklidir. Çin’in “Piyasa Leninizmi” olarak adlandirilan ekonomik modeli bazi otoriter yönetimler üzerinde yumusak güç yaratsa da demokratik toplumlarda tam tersi bir etki yaratmaktadir. Çin’in yükselisi Thucydides’in uyarisini akla getiriyor, “Çatismanin kaçinilmaz olduguna dair inanis, çatismanin ana nedeni haline gelebilir”. Er veya geç, savasa tutusacagina inanan taraf öyle askeri hazirliklar yapar ki, bu durum karsi tarafin korkularini dogrular, eylemi tetikler.
Aslinda “Çin’in yükselisi” yanlis bir ifadedir. Buna Çin’in yeniden çikisi demek daha dogru olabilir.  MS 500’den MS 1500 yilina kadar teknik ve ekonomik olarak  Çin zaten dünyanin en ileri medeniyetiydi. Sanayi Devriminin lokomotifleri Britanya ve ABD’nin gerisine düsmesi çok yakin bir geçmiste meydana gelmistir. Çin, 1980’lerin sonunda Baskan Deng tarafindan uygulamaya sokulan piyasa reformlari sayesinde yillik % 8-9 büyüme oranlari yakalamis ve 20.yy.’in son 20 yilinda GSYIH’sini üçe katlamayi basarmistir. ABD’nin sahip oldugu güç kaynaklarina sahip olabilmesi için Çin’in henüz önünde kat etmesi gereken uzun bir yol vardir. 21.yy’da Amerika’nin satin alma gücü paritesiyle hesaplanan ekonomisi, Çin’in iki katidir. Resmi döviz kurlarina göre hesaplandigindaysa bu oran üç katina çikmaktadir.
2030’lu yillarda Çin ekonomisinin GSYIH bakimindan ABD’yi geçmesiyle ekonomiler esitlenmis olabilir ancak ekonomi bilesimi çok farkli olmaya devam edecektir. Örnegin o tarihlerde Çin’deki az gelismis bölgelere hala sik rastlanacaktir. Yönetimin 20.yy.’da uygulamaya basladigi “tek çocuklu aile” politikasinin gecikmis etkilerini hissetmeye baslayacak, demografik sikintilar bas gösterecektir. 2011 yili itibariyla isgücüne yeni eleman katilim sayisi da gerilemeye baslayacaktir. Ilerleyen yillar içinde ABD’nin de bir sey yapmadan yerinde sayacagini düsünmek de anlamsiz olur. Dolayisiyla, elimizdeki veriler savas çanlarinin çalmaya baslayacagi yolundaki tahminleri dogrulamiyor.
Bununla birlikte, kisi basi milli gelirin 10 bin dolar seviyesini geçmesinden sonra ülkelerin büyüme hizlarinin yavasladigi görülmektedir. Dahasi, kamu iktisadi kuruluslarinin yükü, büyüyen gelir dagilimi adaletsizligi, büyük ölçekli iç göçler, sosyal yardim yetersizlikleri, yolsuzluk gibi, ileride Çin’in siyasi istikrarini bozabilecek çok önemli sorunlar vardir. Çin’deki 31 eyaletin sadece 10 tanesinin kisi basi geliri ülke ortalamasinin üzerindedir. Tibet gibi az gelismis eyaletlerde nüfusun büyük kismini azinliklar olusturur. Kalkinmakta olan ülkeler arasinda en hizli yaslanan Çin’dir. 2030 yilina gelindiginde Çin’deki bakima muhtaç yasli sayisi çocuk sayisini geçecektir. Bazi arastirmacilarin dedigi gibi ülke “zenginlesemeden yaslanacaktir”.
Çin su anda dünyanin en büyük ihracatçisidir ama Dünya Bankasi Baskani Robert Zellick 2008 mali krizinden sonra Çin’in ihracata dayali büyüme modelinin sürdürülemez oldugunu, % 8’lik bir büyüme hiziyla devam edebilmek için 2020 yilina kadar ihracatini ikiye katlamasi gerektigini söylemistir. Tasarruflari azaltip iç tüketimi körüklemek kolay bir cevap olabilir ancak uygulamasi zordur, hele yaslanmakta olan bir nüfusla.
Çin’in otoriter yönetim biçimi, su ana kadar güç dönüstürme baglaminda özel hedeflere yönelik olarak çok basarili olmustur. Olimpiyatlari düzenlemek,  yüksek hizli rayli sistemler gelistirmek, hatta küresel finansal krizden hemen sonra ekonomisini düzlüge çikarabilmek bunun örneklerindendir. Ancak bunun ne kadar devam edecegini, ne yabancilar, ne de Çinli liderlerin kendileri tam olarak biliyor. Komünist ideoloji çoktan çökmüstür ve mevcut yönetimin mesruiyeti sadece Han milliyetçiligi ile ekonomik büyüme temeline dayanmaktadir. Ekonomide yasanacak sarsintilar içeride büyük huzursuzluklar yaratabilir. Siyasî yapisini degistirmeyen bir Çin’in uluslararasi arenadaki etkinligi kisitli kalacaktir.
Siber politikalar bir baska sorunlu alandir. En fazla  internet  kullanicisina sahip Çin ayni zamanda internette devlet sansürünü ve filtrelemeleri en çok uygulayan ülkedir. Çin uzmani Susan Shirk’in söyle bir tespiti var; “En büyük tehlikeyi Çin’in güçlenmesi degil bu ülkedeki iç kirilganliklar olusturacaktir. Çin Komünist Partisinin ve liderlerinin zayif olan mesruiyet tabani, onlari fazlasiyla hassas bir durumda birakiyor. Bu da bir kriz durumunda aceleye getirilmis kararlar alinmasi olasiligini arttiriyor.” Benzeri bir tespit 1999 yilinda Baskan Clinton tarafindan  yapildi; “Herkes Çin’in güçlenmesinden endise duyuyor oysa iç çatismalar, sosyal çekismeler ve yasadisi faaliyetlerle bogusarak zayiflayan bir Çin, Asya’da genis bir cografyada istikrarsizliga neden olabilir.“
Çin her ne kadar gücünü askerî anlamda dünyaya yansitmakta fazla etkin olamadiysa da, uzun menzilli füzeleri ve genisleyen denizalti filosuyla ABD donanmasinin basini agritabilir. Bu da Amerika’nin bölgedeki müttefiklerini rahatlatmak için kendi gücünü arttirmasi anlamina gelir.
1974 yilinda BM Genel Kurulunda yaptigi konusmasinda Baskan Deng, Çin’in bir süper güç olmadigini ve böyle        bir arayis içinde de olmadiklarini beyan etmisti.
Günümüz Çinli liderleri de içerideki istikrarin ancak sürekli bir büyüme ile saglanabileceginin bilincindedir ve bu yüzden ekonomik kalkinmaya odaklanarak uluslararasi alanda çatismalardan uzak durmaya çalismaktalar.
Bazi süpheciler Çin’in ana hedefinin bir dünya gücü olarak ABD’nin yerini almak oldugunu düsünmekteler fakat Çin’in bunu gerçeklestirebilecek askerî kapasiteye sahip olmadigi asikârdir. Bununla birlikte saldirgan bir Çin, komsularinin güç birligine gitmesini tesvik eder ki bu Çin’in hem sert hem de yumusak gücünü zayiflatir.
Çin’in küresel bazda Amerika’ya rakip olamayacagini söylemek, bölgesel bazda meydan okuyamayacagi anlamina gelmemelidir. Ancak Hindistan ve Japonya’nin Çin’i dengeleme çabalari ve bu ülkelerin ABD’nin müttefiki olmalari, bölgedeki diger müttefiklerle birlikte Amerika’ya önemli bir avantaj saglamakta ve Çin’i sorumlu davranmaya zorlamaktadir.
Amerikan Gücü: Içten Çürüme
Bazi görüslere göre gücün her zaman ve her yerde hakim kilinmaya çalisilmasi bir süre sonra bütün imparatorluklara agir gelmeye baslar, bu yorgunlukla güç el degistirme sürecine girer. ABD de gereginden fazla açilmis ve bahsedilen sürece girmistir. Bu teori, günümüz gerçekleriyle pek örtüsmüyor. Çünkü disa dönük harcamalar zaman içinde yükselmedi. Aksine savunma ve disislerine harcanan paranin GSMH’ya orani yillardir azalmakta. ABD’nin gücü, diger ülkelere kiyasla bir düsüs gösterebilir ama bunun nedeni emperyal amaçlarla disariya fazla açilmasi olmaz, içeriye yeterince önem vermemesi olur.
ABD’nin dünya olaylarini etkileme gücü, içeride yasadigi kültür çelismeleri, kurumlarin çökmesi, ekonominin duraganlasmasi gibi sebeplere bagli olarak azalabilir mi? Olabilir, neticede elinde kuvvetli kagitlar bulunan oyuncularin hepsi masadan kazançli kalkmayabiliyor.
Toplum ve Kültür
ABD’nin bir yigin sosyal sorunu var ama bunlar giderek kötüye gitme egiliminde degil. Üstelik, suç orani, bosanmalar, erken hamilelik gibi bazi göstergeler iyilesme gösteriyor. Escinsel evlilik, kürtaj gibi konularda fikir ayriliklari olsa da hosgörü düzeyi artista. Algilananlarla gerçekler arasinda bir iyimserlik uçurumu bulunuyor, bunu da basinin sansasyonel yaklasimlari genisletiyor. Insanlarin çogunlugu anketörlere hayatlarindan, çevrelerinden, okullarindan, kongredeki temsilcilerinden memnun olduklarini ama ülkedeki islerin iyi gitmediginden endise duyduklarini belirtiyorlar. Olusan kötümser ortam, çöküsün varligina inanmak için yeterli degil. Geçmiste, göçmen sorunlari, kölelik düzeni, alkol yasagi, McCarthy’cilik gibi konularda yasanan ayrismalar bugünkülerden çok daha ciddiydi.
Bu tür kültürel yargilar Amerikan gücünü iki yolla olumsuz yönde etkileyebilir. Birincisi sosyokültürel konulardaki ayrismanin büyümesi ve dis politika konularinda bir bütünlük içinde tavir alinamamasi, ABD’nin sert gücünün zarar görmesine yol açar. Örnegi 1970’lerdeki Vietnam konusunda yasanmistir. Ikincisi, ABD sosyal ortam sartlarindaki kalite düsüsüdür ki bu da yumusak gücü zedeler.
ABD bazi sosyal konularda iyilestirmeler saglamis olsa da diger zengin ülkelerle karsilastirildiginda çocuk ölümleri, yasam beklentisi, çocuk yoksullugu ve cinayetler gibi konularda geride kalmaktadir. Bu gerçekler ABD’nin yumusak gücünü zedelese de benzeri sorunlar baska ülkeler de yasaniyor, problemler paylasildikça, yumusak güç üzerindeki etkisi azaliyor. Örnegin 1960’lardan bu yana Bati dünyasinin tümünde kamu otoritesine gösterilen sayginin azalmasi, standart davranis biçimlerinde bir düsüs gibi olgular net biçimde gözlemlenmektedir. ABD’nin vatandas sorumlulugu açisindan diger Bati toplumlarinin gerisinde olduguna iliskin fazla bir belirti olmadigi gibi sosyal yardimlasma ve kamu hizmetleri alaninda daha ileri oldugu yönler vardir.
Göçler
Amerika’nin içine kapanip göçleri ciddi biçimde engellemesi büyük sorunlar yaratir. ABD simdiki göç seviyelerini sürdürebilirse, gelecekte demografik problemlerden kendini koruyabilir ve dünya nüfusu içindeki payini muhafaza edebilir. Kalkinmis ülkelerin pek azi bu olanaga sahiptir. Eger yabanci düsmanligi ve terörist olaylara tepki artar da sinirlar kapanirsa durum farkli bir hal alabilir. 20.yy. boyunca, ABD disinda dogmus yurttaslarin sayisi en üst düzeydeydi. 1910’da toplam nüfusa oranlari % 14.7’yken simdilerde bu aran % 11.7’dir. ABD bir göçmen ülkesi olmasina karsin göçe süpheyle bakanlarin sayisi, hosgörüyle bakanlarin sayisindan fazladir. 2000 yili nüfus sayim sonuçlarin göre Latin Amerika kökenlerinin sayisi (yasadisi göçle gelmis olanlar dahil) en büyük azinlik olan siyahlarin sayisina yetismistir. Nüfus bilimcilerin öngörüsüne göre 2050 yilinda Latin Amerika kökenli olmayan beyaz toplum, sadece küçük bir farkla çogunlukta kalacak (Latin Amerika kökenliler % 25, Siyahlar % 14, Asya kökenliler % 8’i olusturacaklar). Göçmenler iletisim olanaklari ve piyasa güçleri sayesinde Ingilizceyi hizla ögreniyor ve topluma entegre olmayi becerebiliyorlar.
Kalkinmis ülkelerin çogu yüzyilimizin ilerleyen dönemlerinde insan sayisinda azalmayla karsilasacaklardir. Japonya’nin bugünkü nüfusunu koruyabilmesi için gelecek 50 yil boyunca topraklarina yilda 350 bin göçmen kabul etmesi gerekir ki ülkenin kültür yapisi dogrultusunda bunun kabullenebilmesi mümkün gözükmemektedir. ABD nüfusunun ise önümüzdeki kirk yil içinde % 49 oraninda artmasi beklenmektedir, bu da 50 yil sonra (Hindistan ve Çin’in ardindan) hala dünyanin üçüncü en kalabalik ülkesi konumunda olacagini gösterir ki ekonomik güç açisindan önemli bir veridir.
Amerika’nin verdigi H-1B13 vizesi sayisiyla, patent basvurusu sayisi arasinda çok siki bir iliski gözlemlenmektedir. Üniversite mezunu göçmen sayisindaki her % 1’lik artis, kisi basina düsen patent sayisinin % 6 artirmaktadir. 1998 yilinda Silikon Vadisi’nde dönen 17,8 milyar dolarlik is hacmini yönetenlerin üçte biri Çin veya Hindistan dogumlu mühendislerdi. ABD bir miknatis gibi insanlari kendine çekmekte, gelenler de geride biraktiklari aileleriyle yaptiklari iletisim sonucu ABD’nin yumusak gücüne katkida bulunmaktadir. Farkli kültürlerle tanismak da, içinde bulundugumuz küresellesme çaginda Amerikalilarin ufkunun genislemesine yardimci olmaktadir.
ABD ve Çin’i uzun zamandir çok yakindan gözlemleyen Lee Kwan Yeu’ya göre Çin, 21.yy.’da ABD’yi güç yarisinda geride birakamayacaktir çünkü ABD, dünyanin en parlak beyinlerini kendine çekmekte ve kültürel çesitlilik içinde bir yaraticilik ortami olusturmaktadir. Buna karsin Çin, eleman ihtiyacini sadece kendi ülkesi içinden karsiladigi için bu yaraticiliktan yoksun kalmaktadir.
Ekonomi
Sözü geçen kültürel ve sosyal sorunlar ABD’nin gücünü zayiflatacak boyutta olmasa da ekonomik performansta yasanacak bir olumsuzluk ciddi sonuçlar dogurabilir. Ekonomik olumsuzluk derken kastimiz kapitalist ekonomilerde yasanan olagan resesyonlar degildir. Anlatilmak istenen, üretim seviyesindeki uzun süreli gerilemeler ve sürdürülebilir büyüme kapasitesindeki zayiflamalardir. Ekonomik tahminler her ne kadar yaniltici olabilse de 2008 finans krizi sonrasindaki on yillik dönemde ABD’de büyümenin yavas olacagi öngörülüyor.
Birçok gözlemci 80’lerde ABD ekonomisisin nefesinin tikandigini düsünmüstü. Otomotiv ve tüketici elektronigi dahil imalât sektörünün bir çok alaninda teknolojik üstünlük kaybedilmisti. 2. Dünya Savasi’ndan sonra tutturulan yillik % 2.7’lik is gücü üretkenligi 80’lerde % 1.4’e gerilemisti. Ünlü is dergileri 1987’de, ülkenin büyüme krizine girdigini haykiriyordu. Japonya ve Almanya ABD’yi geçmek üzereydi. Ülke rekabetçi gücünü kaybetmisti ve tüm bunlar ABD’nin sert ve yumusak gücünü zayiflatiyordu. Oysa 2008 krizinden sonra bile Dünya Ekonomik Forumu tarafindan yapilan uluslararasi ekonomik rekabet gücü siralamasinda ABD, Isviçre, Isveç ve Singapur’un ardindan dördüncü durumda.
ABD bilisim teknolojileri (BT), biyoteknoloji, nanoteknoloji gibi birçok yeni sektörde basi çekiyor. ABD, AR-GE’ye, kendisini takip eden yedi ülkenin toplamindan daha fazla ödenek ayiriyor. Üretkenlikteki artis ABD’yi 21.yy.’in ilerleyen dönemlerinde ayakta tutabilir mi? Üretkenlik konusu hayati, çünkü bir isçinin saat basina üretimi ne kadar artarsa darliklara ve enflasyona kurban olmadan ekonomik büyümeyi saglama olanagi o denli artar. Enflasyonsuz bir sürdürülebilir büyüme ortami ise yumusak gücü besleyecek olan sert güce yatirim kaynaklari yaratacaktir.
___________________________________________________________________
13   H-1B Vizesi: Sadece üniversite mezunlari için verilen, geçici çalisma vizesi.
1960-2006 döneminde bilgisayar ve elektronik endüstrisi, üretkenlik artisinin % 44’ünü saglamistir. ABD’de BT sektörünün GSYIH içindeki payi diger gelismis ülkelere oranla daha büyüktür. AR-GE’ye yapilan yatirimlar konusuna gelince, baska ülkelerin yatirimlari büyüdükçe ABD’nin orantisal büyüklügü gerilese de (1996 % 40, 2007’de % 35) 2007 yilinda yaptigi 369 milyar dolarlik harcamayla dünya liderligini korumaktadir (Asya 338 milyar dolar, AB 263 milyar dolar). ABD GSYIH’sinin  % 2.7’sini AR-GE’ye harcarken Çin bunun sadece yarisini ayirmaktadir (Japonya ve  Kore: % 3). Amerikali mucitler 2007 yilinda toplamda 80 bin patent basvurusu yaptilar. Bu, tüm dünya ülkelerin toplamindan daha fazla. ABD risk sermayesi kuruluslari ülke disina yatirim yapmak yerine paralarinin % 70’ini  ABD topraklarindaki yeni sirketlere yatirmaktadir. Bu olumlu sartlara zemin hazirlayan unsurlarin basinda kültürel ortamin müsait olusu, dünyanin en gelismis  risk sermayesi kurumsallasmasi, üniversite-sanayi arasindaki geleneksellesmis isbirligi ve açik göçmen politikalari gelir.
Öte yandan, büyüyen üretkenlik oranlarinin sürdürülebilir olup olmadigi, tasarruflarin düsük seyri, dis ticaret açiginin büyümesi (Amerikan vatandaslarinin dis borcunun artmasi), devlet borçlanmalarindaki yükselme gibi hususlar düsündürücüdür. Ciddi bir resesyon durumunda yabancilarin paralarini alip hizla ABD’den çikmalari istikrari bozabilir ancak 2008 krizinin hemen sonrasinda dahi Dolar’in güvenli bir liman oldugu ve ABD hazinesinin AAA seklindeki derecelendirmesini korudugu görülmüstür. Yine de ABD’nin yatirimlarini iç kaynaklardan finanse etme oranini yükseltmesinde fayda vardir.
Finansal krizden sonra devlet borçlarinin büyüklügü gündeme oturmus, Ingiliz tarihçi Niall Ferguson “Iste imparatorluklar böyle batar, her sey borç patlamasiyla baslar. 1941’de Pearl Harbor ne kadar güvenli idi ise, parasal anlamda ABD de o kadar güvenlidir” demisti. Sosyal güvenlik harcamalarini kisip vergileri yükseltmedikçe, ABD’nin asla bütçesini denklestiremeyecegini savunan Ferguson, borç geri ödemelerinde de problem yasanacagini öngörüyordu. Ancak gözden kaçirilmamasi gereken bir husus var; ABD, bir Yunanistan degildir.
ABD Kongresi Bütçe Dairesi 2023 yilina kadar devlet borçlarinin GSYIH’ya oraninin % 100’ne ulasacagini tahmin etmektedir. Zengin ülkelerde bu oran % 90’a ulastiginda ekonomistler paniklemeye baslar. Ancak ABD’nin diger ülkelerin sahip olmadigi çok büyük iki avantaji bulunmaktadir: Dünyanin rezerv para birimine ve Hazine Bonolari olarak dünyanin en likit tahvil piyasasina sahip olmasi. Mâli kriz sonrasinda dolar yükseldi, bono faizleri düstü böylece ABD açiklarini daha kolay finanse edebildi. Borçlarin yükselmesi, düsüsün baslangicinda olunduguna dair bir isaret degilse de bir risk faktörü oldugu kesindir.
Içinde bulundugumuz bilisim çaginda iyi egitilmis bir is gücü ordusu ekonomik basarinin anahtaridir. ABD’nin yüksek egitim için GSYIH’sindan ayirdigi pay, Fransa, Almanya,  Ingiltere ve  Japonya’dan   fazla olup   üniversiteleri  dünyanin en   iyileri arasinda gösterilmektedir. Nobel Ödülü kazanan ABD’li bilim adamlarinin sayisi diger tüm ülkelerden fazladir. Yayinlanan bilimsel makale sayisi bakimindan ABD  yine önde gitmektedir (Çin’in 3 kati). Bununla birlikte basta az gelismis eyaletler olmak üzere ilk ve orta ögretim konusu, ABD’de bir sorun teskil etmektedir. Bu da isgücü ordusu kalitesinin bilisim çaginin gereklerini karsilayamamasi gibi bir tehlike doguruyor. Diger ülkelerin ilk ve ortaögretim alaninda gösterdikleri ilerleme, ABD’nin geride kaldigi izlenimini veriyor. Dünyanin en zengin 30 ülkesi arasinda yapilan bir siralamada lise mezunlari sayisi bakimindan ABD, sadece Türkiye, Yeni Zelanda, Ispanya ve Meksika’yi geride birakmaktadir. ABD, bilisim odakli bir ekonomi içinde büyüyecekse egitim sistemini acilen elden geçirmelidir.
Amerikan ekonomisi için problemli sahalardan bir digeri gelir dagilimidir. 1947-1968 döneminde aile gelirlerinde görülen esitsizlikte azalma görülürken 1969 sonrasinda artisa geçmistir. Isyerlerinin eleman ihtiyaci az egitimlilerden çok egitimlilere dogru kayinca maaslar erimeye, gelir dagilimi bozulmaya basladi. Esitsizlikler siyasi tepkilere bu da üretkenligin azalmasi yoluyla büyüme hizinda yavaslamaya neden olabilir. Süphesiz bu da sert ve yumusak gücü zedeleyici bir faktördür.
Amerikan ekonomik modelinin yarattigi yumusak güç etkisi tartismali bir konudur. ABD’de devlet harcamalari GSYIH’nin üçte biri oranindadir. Avrupa’da devletler GSYIH’nin yarisini harcar. ABD’de rekabetçi piyasa güçleri hakimdir. Sosyal güvenlik, sendikalar, is gücü piyasalari daha az denetime tabidir. Yasalar girisimciyi korur niteliktedir. Yabancilarin bir kismi bu özellikleri övse de bir kismi yaratilan esitsizligin, güven yoksunlugunun, piyasa güçlerine bu denli bagimli olmanin ve makro ekonomik dengesizliklerin bedelinin çok yüksek oldugu düsüncesindedir.
Siyaset Kurumlari
Bütün bu sorunlara ragmen Amerikan ekonomisi ülke için güç üretmeye devam etmektedir. Belirsizligin büyügü, Amerikan kurumlarinin sorgulanmasinda ortaya çikmaktadir. Bir çok gözlemci, ABD siyasi sistemindeki kilitlenmenin, gücü uygulama yetenegini kisitladigini savunmaktadir. Sahip olunan güçleri, amaçlanan etkiyi yaratacak sekilde kullanma yetenegi diye tarif edebilecegimiz ‘gücü dönüstürme’ konusu, ABD için öteden beri sorun olagelmistir. Anayasa 18. yy. liberal görüs felsefesine dayanir. Buna göre, güç ancak parçalanarak ve bir fren ve denge (checks and balances) düzeni içinde kontrol altinda tutulabilir. Anayasal yapi, dis politika konularinda baskan ve kongreyi sürekli bir mücadele içinde tutar. Güçlü ekonomik ve etnik baski gruplari, ulusal çikarlari hep kendi yönlerinden yorumlar ve siyaseti etkilemeye çalisirlar. Kissinger’in bir zamanlar isaret ettigi gibi “Yabanci gözlemcilerin, ABD’nin üstünlük kurma hevesi diye elestirdikleri politikalar, genellikle içerideki baski gruplarinin iteklemesiyle ortaya çikar ve süreç içinde tek tarafli dayatma politikalarina dönüsür.”
Bir baska sorun da halkin kamu kurumlarina duydugu güven eksikligidir. 2010 yilinda yapilan bir kamuoyu arastirmasinda, muhataplarin % 61’i ülkenin iniste oldugunu; % 81’i hükümetin çogu zaman yanlis isler yaptigini belirtmistir. William Galston’un belirttigi gibi “Halkin güvenine en fazla ihtiyaç duyulan anlar, daha iyi bir gelecek için kendilerinden fedakarlik istendigi anlardir. Böyle zamanlarda karsilasilan güvensizlik, inisin habercisi, hatta nedenidir”.
1964 yilinda halkin 3/4’ü federal hükümete güven duyuyordu. Arada inis çikislar oldu ama en düsük seviyeye 2009 yilinda rastlandi. Güvensizlik baglaminda yönetim yalniz degil. Temel kurumlara duyulan güvende de ciddi azalma var; üniversiteler, önemli sirketler, saglik sektörü ve medya buna dahil.
Birlesik devletlerin kurulusunda, yönetime karsi güvensizlik felsefesi vardir. Anayasa özellikle gücün merkezde toplanmasini önleyecek sekilde düzenlenmistir. Geleneksel Jefferson ekolüne bakilirsa Amerikalilarin yönetimlerine güven duyup duymadiklari konusuna fazla kulak asilmamalidir. Günlük sorunlar bir an için kenara birakildiginda toplum anayasal yapidan memnundur. Halkin % 80’i yasanilacak en iyi yerin ABD oldugunu söyler; % 90’i ise sahip olduklari demokratik sistemi begenir.
Simdiki ruh hali, muhtemelen dönemseldir. Büyük bunalimi ve 2. Dünya Savasi’ndaki zafer sürecini yasamis olan neslin yönetime duydugu güven anormal derecede yüksekti. Aslina bakilirsa tuhaf olan, 1960’larin basina kadar süren bu yüksek güven duygusuydu, bundan sonra görülen düsüs degil. Her seye ragmen bu durum, yönetime duyulan güvenin azalmasinin bir sorun teskil etmedigi seklinde yorumlanmamalidir. Böyle bir egilim, vergi ödemede isteksizlikten, yasalara gönüllü olarak uyma aliskanliklarina; parlak gençlerin kamu hizmetinde çalismaktan uzak durmalarina kadar bir çok alanda olumsuzluk yaratir. Toplumsal huzursuzluklar sonucu bazi sapkinlar, 1995 Oklahoma bombacisi olayinda oldugu gibi isleri, devleti sabote etmeye kadar götürebilirler. Neyse ki vergi gelirleri istatistikleri gibi bir takim göstergeler olumsuzlugun büyük boyutlarda olmadigini göstermekte. Modern toplumlarin birçogunda otoriteye baskaldirma ve bireysellik yükselistedir.
Özellikle 2008 mali krizinden sonra Amerikan yönetiminde ve siyasi kurumlarindaki kutuplasmalar artmis; kilitlenmeler daha sik görülmeye baslamistir. Bir Ingiliz gözlemci, siyasi sisteminin yasa yapmayi kolaylastirici degil zorlastirici sekilde tasarlanmis oldugunu söyler.
Sistemin reforma muhtaç bir çok yönü oldugu açik ama bazi elestirmenlerin gündeme getirdigi Roma Imparatorlugununkine benzer bir çöküs de yasanmamakta. Amerika içinde gözlemlenen bozulmalarin 21.yy.’in ilk yarisinda, gücün hizla el degistirmesine yol açmasi mümkün gözükmüyor.
Net Degerlendirme
ABD’nin gücünün gelecek on yillarda nasil bir biçim alacagina iliskin degerlendirmeler yapmanin bazi zorluklari var. 1970’lerde Sovyet gücü, 1980’lerde Japonya’nin gücü hakkinda bizzat Amerikalilarin abartili degerlendirmelerde bulunduklarini gördük. Simdilerde bazilari, kendilerinden gayet emin bir sekilde 21. yy. içerisinde Çin’in, liderligi ABD’nin elinden alacagini söylüyor. Bazilari da 21.yy.’in Amerika’nin yüzyili olacagini... Öngörülemeyen olaylar tahminleri allak bullak edebiliyor. Spekülasyona açik pek çok alan var.
Çin ve Amerikan güçlerinin birbirlerine karsi nasil bir konumlanma içerisinde olacagi büyük ölçüde, Çin içinde ne tür gelismeler yasanacagina bagli. Bunlari bir  yana birakacak olursak Çin, büyüklügü ve yüksek kalkinma hiziyla ABD karsisindaki gücünü göreceli olarak artiracaktir ama bu, liderlik yarisinda ABD’yi geçecegi seklinde yorumlanmamalidir.
Çin eger gelecekte hiçbir siyasi karisikliga sahne olmasa dahi, günümüzde bu ülke hakkinda sirf GSYIH büyümesine dayali olarak yapilan tahminler fazlasiyla tek boyutludur. ABD’nin askerî ve yumusak güçleri, Çin’in Asya cografyasindaki güç dengeleri mücadelesindeki sikintilari, ABD’nin, Avrupa, Japonya, Hindistan ve digerleriyle olan güçlü ittifaklari göz ardi edilmektedir. Sahsi kanaatim Çin’in Amerika’ya kök söktürecegi ama yüzyilin ilk yarisinda liderlikte onu geçemeyecegi seklindedir.
Ingiliz strateji uzmani Lawrence Freedom Amerika’yi diger egemen güçlerden su özellikleriyle ayirir: “ABD gücünü sömürgelerinden degil, müttefiklerinden alir. Ideolojileri de esnektir. Gereginden fazla açilmissa geri adim atmasini bilir”.  Gelecege yönelik bir tespit ise ag (network) olusumlarinin hiyerarsik gücün tamamen yerini almasa da onun kadar önemli duruma dönüsecegi biçimindedir. Gelecegin dünyasinda ABD, kültürünün açikligi ve yenilikçiligiyle çok merkezî bir konumda olacaktir. ABD’nin göreceli degil de mutlak inise geçtigi konusuna gelince; bu  ülkenin borç, orta ögretim, siyasi kilitlenmeler gibi alanlarda ciddi sorunlari bulunuyor. Bunlarin çözümleri zor ama en azindan mevcut, hatta bazi sorunlarin çözümü anayasa degisikligi yapilmadan da mümkün. ABD’nin inise geçmesi sonucu gücün el degistirecegine dönük tahminler yanilticidir. Bu analizler, Çin’i ABD’ne karsi maceraci bir politika izlemeye tesvik edebilir, Amerika’yi da korkuya kapilarak gereginden sert tepki vermeye yönlendirebilir.
ABD “mutlak düsüs” sürecinde degildir. Kültürel ve ekonomik üstünlügü yüzyilin basina oranla daha düsük olacak olsa da gelecek on yillarda herhangi bir ülkenin tek basina Amerika’dan daha üstün bir hale gelmesi de mümkün degildir.
ABD birçok devletin ve devlet disi güçlerin meydan okumasiyla karsilasacaktir. Ayrica gücünü baskalarinin üzerine degil ama baskalariyla birlikte uygulamak zorunda   kalacagi durumlarla   da   karsilasacaktir.   ABD’nin müttefikleriyle     dost kalabilme ve yeni isbirligi aglari kurma yetenegi, sert ve yumusak gücünün önemli unsurlari olacaktir.
Bu sartlar altinda ABD’nin mevcut olanaklarini disa dönük bir güç haline dönüsebilmesi için, dahili reformlari akilli stratejilerle harmanlanmasi daha da önem kazanmaktadir. Bunlari da bir sonraki fasilda inceleyecegiz.
FASIL III
 POLITIKALAR
 BÖLÜM 7 AKILLI GÜÇ
Güç, bir diyet uygulamasindaki kaloriye benzer. Fazlaligi iyi oldugu anlamina gelmeyebilir. Güç olusturabilecek kaynaklar az ise, istenilen sonuçlarin elde edilebilme olasiligi süphesiz azaliyor. Fakat yarattigi asiri güven duygusu, uygun olmayan stratejilerin seçimine yol açiyorsa, gücün fazlasi da fayda yerine zarar getirebiliyor. Elimizde Lord Acton’un “Güç yozlastirir; mutlak güç mutlaka yozlastirir” sözünü dogrular nitelikte bir çok örnek var. Deneyimlerle sabittir ki; gücü en çok yozlastiranlar, o gücü fazlasiyla hak ettiklerini düsünenlerdir.
21.yy’in akilli güç söylemi, gücü en üst düzeye çikarmak, ya da hegemonyayi korumaktan bahsetmez. Bahsettigi; ötekilerin yükselise geçtigi, gücün degisik yönlere dagildigi bir ortamda, güç kaynaklarini basarili stratejilerle harmanlamanin yollarini bulmaktir. Strateji, eldeki imkânlar ve bunlarla elde edilebilecek sonuçlarla ilgilidir. Bu da hedeflerin belirgin olmasini gerektirir. Akilli strateji asagidaki bes soruyu yanitlayabilmelidir:
Seçilen hedefler ya da elde edilmek istenen sonuçlar nelerdir?
Istenilen her seyin elde edilmesi mümkün olamayacagina göre önceliklerin ve al/ver pazarliklarina yönelik hazirliklarin yapilmis olmasi gerekir. Taninmis bir tarihçi, Savunma Bakani Dick Cheney ile ilgili söyle demisti: “1990’larin savunma stratejisi, sadece ABD üstünlügünü kabul ettirme amacina dayaliydi. Bunun hangi maksatla yapilmak istendigine dair bir açiklamasi yoktu”.
Eldeki        olanaklar  nelerdir ve     bu     olanaklardan     hangi         baglamlarda yararlanilabilir?
Esasli bir envanter listesi edinilmelidir elbette ama bu yeterli olmaz. Bunlarin ne zaman kullanilabilecekleri ve kullanilabildikleri zamanlarda, farkli durumlari nasil degistirebileceklerini öngörmek de gerekir.
Etkilemeye         çalisilan     hedefin      konumlanmasi   ve tercihleri   nelerdir? Rakiplerin ellerinde ne var, daha da önemlisi ne düsünüyorlar?
Amaç sadece hasmi öldürmekten ibaretse onun ne düsündügünün önemi yok, ama ya sonrasi?
Basari olasiligi en yüksek olan güç kullanim tarzi hangisidir?
Örnegin hangi durumlarda sert, hangi durumlarda yumusak güç kullanilmalidir? Bunlarin birbirlerini tamamlamalari nasil ve ne zaman gerçeklesebilir?
Basari sansi nedir?
Basari olasiligi yönünde körü körüne iyimserlik, çok asil oldugu düsünülen gerekçelerle birlestiginde bazen inanilmaz kötü sonuçlar dogurabilmektedir (ABD’nin Irak isgalinde oldugu gibi).
Devletlerin Uyguladigi Akilli Güç Stratejileri
Gerek sert, gerek yumusak güç olanaklarinin mantikli bir biçimde bütünlestirilmesi ile ortaya çikan ‘Akilli Güç’ kavrami, Obama ve Clinton’in dis politika vizyonunun odaginda olmakla birlikte bu güç, küçük ülkeler tarafindan da ustalikla kullanilmaktadir. Singapur, bir yandan komsulari tarafindan kolayca yutulabilecek bir lokma konumundan çikacak ölçüde silahlanmis, bir yandan da üniversiteleriyle, uluslararasi diplomatik örgütlenmelerdeki rolüyle söz sahibi bir ülke haline gelmistir. Isviçre, zorunlu askerlik uygulamasini sürdürmüs, daglik cografi konumunu bir caydirma gücü olarak degerlendirmis, öte yandan da bankacilik kültürü ve ticari örgütlenmeleriyle kendisini baska ülkeler nezdinde cazip bir konuma tasimistir.
Mao yönetimindeki Çin, nükleer silahlar da dahil olmak üzere askeri gücünü yükseltmis, yumusak gücüyle de kendine ideolojik müttefikler bularak Üçüncü Dünya dayanismasini saglayabilmisti. 1970’lerdeki ideolojik iflastan sonra Çin liderligi, ekonomik kalkinma amaciyla piyasa mekanizmalarina sarildi. Deng, tüm vatandaslarini, kendilerini kalkinma hedefinden saptiracak disa dönük maceraci heveslerden uzak durmalari konusunda uyardi. Baskan Hu, 2007 yilinda Çin’in yumusak güce agirlik vermesi gerektigini beyan etti. Bu politika, ekonomik ve askeri alanda büyük adimlar atan bir ülke için akilli bir stratejilerdir. Ne var ki; elde ettigi ekonomik basarilar nedeniyle asiri bir güven duygusuna kapilmis olan Çin, 2009’un ikinci yarisindan itibaren bu akilli stratejilerden uzaklasmaya  baslamis görünmektedir. Deng’in, adimlarin dikkatli atilmasi ve “ustaca düsük profilli kalinmasi” seklindeki tavsiyesi unutulmus gibi duruyor.
Bir devletin “Büyük Strateji”si, liderlerinin, güvenlik, refah ve kimlik konusundaki teorilerdir. Bunu saglamak için ülkeler genel bir oyun plani yaparlar ama bu planin esnek olmasi ve degisen sartlara uyum göstermesi gerekir.
Soguk Savas sonrasinda, ABD’nin, kalan tek büyük güç olarak, dünyaya ne isterse kabul ettirebilecegi seklinde bir algi olustu. Bu üstünlük algisi Bush yönetimini çok etkiledi. Böylece önleyici savas ve baski yoluyla demokratiklestirme doktrini ortaya çikti. Ne var ki, yeni tek kutupluluk teorisi gerek dünya siyasetinde gücün nasil degerlendirildigi, gerekse hangi güç olanaklarinin, hangi sartlarda, hangi sonuçlari verecegi baglaminda çok vahim yanlisliklar içeriyordu.
Günümüz dünyasinda ana temayüller nelerdir, bunlar nasil bir degisime ugramakta? Günümüzün politikalarini üç boyutlu bir satranç tahtasina benzetmek mümkün. Tahtanin 1. boyutundaki devletler arasi güç, büyük ölçüde ABD’de birikmistir. Ikinci boyuttaki ekonomik güç çok kutuplu bir biçimde ABD, AB, Japonya ve BRIC ülkeleri arasinda bölüsülmüstür. Üçüncü boyutta yer alan iklim degisimi, suç, terör, salgin hastaliklar gibi uluslar ötesi konular üzerindeki hakim güç ise çok daginiktir.
Dünya ne tek kutuplu, ne çok kutuplu ne de kaotiktir. Ayni anda hepsidir! Bu yüzden büyük bir akilli strateji, gücün çesitli dagilim biçimlerini, bunlarin farkli bölgelerdeki etkinliklerini ve aralarindaki al/ver iliskilerini çok iyi tahlil etmis stratejidir. Realist bir gözlükle, satranç tahtasinin en üst boyutuna veya liberal bir gözlükle diger iki boyutuna odaklanmanin artik bir anlami kalmamistir. Günümüzün baglamsal zekâsi her üç boyuta, liberal bir realizmle bakmayi gerektirir. Tepe boyuttan kaynaklanan sorunlar için ittifaklar kurmak, güç dengelerini gözetmek anlamli olabilir ama askeri çözümler üçüncü boyuttaki sorunlar konusunda fazla ise yaramaz. Bunlar toplumun iyiligini öngören, kimsenin dislanmadigi isbirliklerini ve kurumsal örgütlenmeyi gerektirir. Böylesi konularda yönetisimin etkinligi bakimindan egemen devletlerin liderligine ihtiyaç duyulur zira küçük uluslarin bu tip islerle ugrasmaya kapasiteleri yetmez. Ne yazik ki toplumlarin genelini ilgilendiren güvenlik, ticaret gibi konularin görüsüldügü platformlarda kümelenmeler  olabilmekte ve bazi uluslar küme disi birakilabilmektedir.
21.yy. için küresel bir hükümet olasi gözükmüyor ama küresel bir yönetisim belli ölçüde yürürlüktedir. Telekomünikasyon, sivil havacilik, ticaret, hatta nükleer silahlarin yayilmasi ve atiklarin okyanuslara bosaltilmasi gibi sayisiz konuda devletler arasi iliskileri düzenleyen anlasma, rejim ve kurum bulunmaktadir. Ancak bu olusumlar nadiren kendi kendilerine yetmektedir. Çogunlukla büyük güç sahibi ülkelerin liderliginden yararlanirlar. Büyük ülkelerin, 21. yy. boyunca sorumluluklarina sahip çikip çikamayacaklarini, Çin, Hindistan gibi basa güresmek sevdasinda olanlarin, bu uluslararasi kurumlari kendi çikarlari çerçevesinde biçimlendirme savasina girip girmeyeceklerini bekleyip görecegiz.
Uluslararasi diplomasinin en büyük zorluklarindan biri hem herkesi bir rol sahibi yapabilmek hem de herkesin rol aldigi bir oyunu, kaostan uzak tutarak anlamli kilabilmektir. Bu ancak bazilarina yalan söylemekle mümkün olabiliyor ki Avrupalilar buna  ‘degisken geometri’  diyor.  Deneyimli bir  diplomata  kulak verecek   olursak:
“Döviz kurlariyla ilgili olarak  düzenlenen ve 20 ülkenin katildigi bir toplantidan, ya  da Clinton döneminde oldugu gibi, Meksika’yi düstügü mali darbogazdan nasil kurtarilabilecegi konusundaki genis katilimli bir birlesimden sonuç almak zordur. 10’lu bir katilim bile çetrefillidir. Neticede 3’lü bir toplantida 3 çift iliski bulunur.  10’lu katilimda 45 çift, 100’lü katilimda neredeyse 500 çift iliski söz konusudur. Iklim degisiklikleri toplantisini ele alalim: Bu meselede BM bir rol oynayacaktir  oynamasina ama yogun pazarliklar 10-12 ülkenin yer aldigi küçük forumlarda yapilacaktir. Çünkü sera etkisinin %80’ininden bu 10-12 ülke sorumludur”.
Küresel yönetisimin kotarilmasi resmi ve gayri resmi örgütlenmeler vasitasiyla gerçeklesir. G 20 benzeri örgütsel aglar gündemi belirler, uzlasmalari yapilandirir, politikalari koordine eder, bilgi degisimini saglar ve standartlari belirler. Iste ag tipi bu örgütlenmeler diger oyuncularin üzerine basarak degil, onlarla birlikte sonuç alici güç olusumunu meydana getirirler. Bir ülke eger BM, IMF, Dünya Bankasi gibi örgütlerde önemli bir sesin sahibi degilse uluslararasi bir güç olma sansi yoktur. Bu açidan bakildiginda 21.yy.’in Asya’nin yüzyili olacagina dair söylemler olgunluktan uzaktir. ABD, yogun yönetisim aglarinin merkezindeki rolünü sürdürecektir.
Amerikan Akilli Güç Stratejisinin Insasi
Basarili stratejilerle ilgili olarak sorulmasi gereken bes soruya yukarida deginmistik. Amerikan akilli güç stratejilerinin insasi baglaminda atilmasi gereken adimlari irdeleyelim:
Birinci Adim
Amerikalilar çoktandir, hangi amaçla güçlü olmalari gerektigini tartismaktalar. Amaç, ülkenin kendi gücünü korumak ve yüceltmek mi olmalidir, yoksa bu güç, demokratik degerleri yurt içinde ve yurt disinda, liberal müdahalecilik yöntemleri kullanarak hakim kilmak için mi kullanilmalidir? Bu tartisma bir bakima, gerçekçilik ve idealizm arasindaki çekismedir. Amerikan söylemi her ikisini de içermelidir.
Demokrasi baglaminda ülke çikarlari demek, halkin tercihleri demektir. Halk, etrafli bir tartismadan sonra ülke çikarlarini ve önceliklerini nasil belirlemisse, çikar ve öncelikler de onlardir. Büyük strateji, kendi yasamini garantiye aldiktan sonra insanligin çikarlarinin gözetilmesini ve savunulmasini öngörür. ABD, kendi yurttaslarinin tercihi olan demokratik ve liberal degerleri, dünya geneline yaymaya çalisacak, bölgesel çatismalarin taraflarini uzlastirmaya ugrasacak, istikrar ve refah saglama yolunda gayret göstererek gücünü hem kendi yararina hem de baskalarinin yararina kullanacaktir.
Ikinci Adim
Degerleri ve çikarlari harmanlayan yönetilebilir hedeflerin ortaya konmasindan sonra, amaçlarin gerçeklestirilebilmesi için gereken sert ve yumusak güç kapasitelerinin bir analizi yapilmali ve hangi gücün, nerede, hangi hedefe yönelik olarak kullanilabilecegi saptanmalidir. Dünyanin en büyük ekonomik ve askeri gücü olan ABD, belirlenen hedefler dogrultusunda ilerlerken, elinin agir, uygulamalarinin sert oldugu algisi yaratmaktan özenle kaçinmali, yumusak gücünü en üst düzeyde kullanmalidir.
Üçüncü Adim
Stratejinin üçüncü adimi, etki altina alinmak istenen bölgelerdeki olanaklarin ve toplum tercihlerinin hangi yönde oldugunu belirlemek olmalidir.
Dördüncü Adim
Bu adimda, güç olanaklarindan hangilerinin kullanilacagina karar verilir. Uygulamalarin, komuta yoluyla mi yoksa isbirligi saglanmasi yoluyla mi yapilacagi konusunda seçim yapilir. Iki uygulamanin birbirinin etkisini azaltan bir sarmala girmemesine, aksine bunlarin birbirini desteklemesine dikkat edilir, süreç içerisinde degisen sartlara ayak uyduracak taktiksel farkliliklar yaratilir.
Besinci Adim
Nihayet besinci adimda, amaçlanan hedeflere ulasilabilme sansinin ne ölçüde oldugu özenle degerlendirilmelidir. Akilli strateji, gücünün sinirlarini bilir, ötesine geçmez. Baska ülkeleri, Amerikan degerlerine uyacak sekilde yeniden yapilandirmak, bitmeyecek bir Amerikan dürtüsüdür. Ancak, eger pragmatik bir dis politika kiyafeti dikilecekse, kumasi olusturan güç kaynaklarinin o kiyafete uygun olmasi gerekir. Bu ülke için akilli güç stratejisi ve söylemi, “uygun kiyafet için uygun kumas“ olmalidir.
Sonuç
Akilli güç stratejisi, gerçekçiler ve liberaller arasindaki  eski  görüs farkliklarinin bir yana birakilmasini ve bunun yerini, liberal gerçeklik basligi  adi altinda yeni bir sentezin almasini gerektiriyor. Liberal gerçekçi bir akilli güç stratejisinin bilesenleri ne olmalidir?
Ilk olarak Amerika’nin gücü ve bu gücün sinirlarinin ne oldugu konusunda gerçekçi bir anlayisa gerek vardir. Üstün olmak, imparatorluk olmak veya hegemonya olusturmak anlamina gelmez. ABD dünyanin birçok yanini etkileyebilir ama kontrol edemez. Güç kavrami sartlara göre farklilik gösterir. Iklim   degisiklikleri, yasadisi uyusturucu trafigi, salgin hastaliklar ve terörizm gibi sinirlar ötesi konular baglaminda daha da farklilasir. Güç her yöne yayilmis ve kaotik bir biçimde paylasilmistir. Askeri güç bu türden sorunlarin üstesinden gelinmesinde yetersizdir. Bu sorunlari çözmek devletler arasi isbirligini ve uluslararasi kurumlarin çabalari ile koordinasyonunu gerektirir. ABD, dünya halklarinin ortak alani olan, hava ve açik denizlerde askerî üstünlügünü tescillemis olabilir fakat bu üstünlük ona, milliyetçilige bagli sorunlar bas gösterdiginde yeterli avantaji saglamaz. Basari ortak çalismayi gerektirir. Bunun yolu eski ittifaklari korurken yeni örgütlenmeler olusturmaktan geçer. Bu süreçlere, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi yükselen güçler de dahil edilmelidir.
Ikinci olarak, liberal gerçekçi strateji, Soguk Savasin kazanilmasi sürecinde örnegi görüldügü gibi, sert ve cezbedici yumusak güç unsurlarinin büyük bir Akilli  Güç Stratejisi çerçevesindeki bilesiminden olusmalidir. ABD, uzak cografyalardaki hasin ve uzlasi bilmez terörizmle ugrasirken sert gücünü kullanmak zorundadir. Fakat ilimli Müslümanlarin akillarini ve gönülleri kazanmadan bu savasta üstün gelmek söz konusu degildir.
Üçüncü olarak; liberal gerçekçi stratejinin dayandigi ana payandalar, ABD ve müttefiklerinin güvenligini saglamak, güçlü bir ekonomik yapi tesis etmek, çevre felaketlerini önlemek (salgin hastaliklar, iklim degisikliginin olumsuz etkileri gibi), liberal demokrasi ve insan haklari prensiplerini içte ve dista, mümkün oldugunca makul bir bedel karsiliginda tesvik etmek olmalidir. ABD’nin, kültürel çesitligin gerçeklerini özümseyip, bunu kabullenmis bir anlayisla demokrasinin evrimini desteklemesi akillica olacaktir. Bu strateji ise asagida listelenen bes soruna öncelik verebilmelidir:
Amerikan yasam tarzina en ciddi darbe uluslararasi terör yapilanmalarinin nükleer silahlarla bulasmasi olacaktir. Bu kesinlikle önlenmelidir.
Siyasi Islâm ve bunun nasil bir gelisme gösterecegi: Asirilik yanlisi Islâmî unsurlarla bugünlerde verilen mücadele, bir medeniyetler çatismasi degildir. Aslina bakilirsa Islâm’in kendi içindeki savastir. Radikal bir azinlik, Islâm dininin basite indirgenmis ve ideolojiklestirilmis bir türevini çok daha genis bir bakis açisina sahip ilimli Müslümanlara baski ve siddet yoluyla dayatmaya çalismaktadir. Müslümanlarin çogunlugu Asya’da olsa da, olay Orta Dogu’dan kaynaklanmaktadir ve dünyada çok genis bir alani etkiler hale gelmistir. Küresellesme, seffaflik, kurumsallasma ve demokratiklesme baglamlarinda Orta Dogu dünyanin kalanina kiyasla geri durumdadir. Ekonomik büyüme saglanabilirse, bunun, sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi, yönetime katilim sürecinin hizlandirilmasi, genel toplumsal tercihlerin zaman içinde evrilmesine yardimi olur ama Müslümanlarin bu süreç içinde Avrupa ve ABD’de nasil muamele görecekleri de büyük önem tasimaktadir. Batinin Orta Dogu    politikasi,    ilimli Müslümanlari cezbedebilecek    mi    yoksa radikal
Islâmcilarin        kollarina   mi itecek.        Bunun       üzerinde    önemle durulmasi gerekmektedir.
Dünya nüfusunun yarisindan fazlasini barindiran Asya’nin ekonomik yükselisinin, bu bölgede düsman bir hegemonya yaratip yaratmayacagi: Böyle bir olusumun önlenmesi için Çin’in sorumluluk sahibi bir ortak olarak kabullenilmesi gerekir. Ancak Çin gücünün düsmanca bir hal almamasi için Japonya, Hindistan ve Asya’daki diger ABD dostu ülkelerle isbirligini korumak ve gelistirmek gerekir.
Kötü finansal yönetimden kaynaklanan problemler ve/veya  Basra Körfezi’ndeki enerji kaynaklariyla ilgili bir istikrarsizlik nedeniyle dünyanin ekonomik bunalima girmesi: Bunun çaresi petrole olan bagimliligi azaltmak olacaktir. Fakat bu, ABD’nin enerji piyasalarindan kendini soyutlamasi ve faydadan çok zarar getirecek korumacilik tedbirlerine basvurmasi anlamina gelmemelidir.
Besinci büyük sorun, salgin hastaliklar veya iklim degisikliginin olumsuz etkileri gibi çevresel felaketlerdir. Bu sorunlarla bas edebilmek için akilli enerji politikalari gelistirmek ve uluslararasi kurumlarla daha yakin isbirligi içinde olunmasi gerekmektedir.
Sonuç itibariyla, uluslararasi yapilanma içindeki en güçlü ülkenin, küresel veya müsterek fayda ve iyilikler yaratma sorumlulugu içinde, dünya düzeninin uzun vadeli evrilmesi sürecini dikkate alan bir akilli güç stratejisi gelistirilmesine gerek vardir.
21.yy.’in en büyük ülkesi olarak ABD, açik bir uluslararasi ekonomiyi, denizlerin, uzayin ve internetin dünya halklari tarafindan serbestçe kullanilmasini desteklemelidir. Ayrica uluslararasi ihtilâflari büyümeden yatistiracak arabuluculuk görevleriyle, uluslararasi kurumlar ve kurallarin düzenini koruma islevini de yerine getirmelidir.
Iletisim teknolojileri çok daha fazla oyuncunun katildigi bir dünya ortami yaratmistir. Bu ortamda ABD’nin kültürel ve ekonomik anlamdaki  üstünlügü nispeten azalacaktir. Ancak bu söylem, çöküsün basladigi anlamina çekilmemelidir. 21.yy.’in ilk yarisinin “Amerika Sonrasi Dünya” olmasi mümkün görünmüyor fakat ABD’nin “Digerlerinin Yükseldigi Dünya” kavramina, gerek devletler arasi, gerekse devlet disi güçler baglaminda kendini alistirmasi ve bu dogrultuda stratejiler gelistirmesi gerekmektedir. ABD’nin, ittifaklari, kurumlari ve küresel bilgi çagi kavramiyla bagdasan örgüt aglarini güçlendiren bir söyleme ve  buna  uygun stratejiler gelistirmesine ihtiyaç vardir. Kisaca, ABD, 21.yy.’da basarili olabilmek için, nasil akilli güç olunabilecegini yeniden kesfetmelidir.
                                                                 --- SON ---

Benzer Kitaplar