Joseph S. Nye, Jr. :
(1937) Harvard’da Kennedy Siyasi Bilgiler Fakültesi eski dekani ve üstün hizmet
madalyali bir ögretim görevlisidir. Görev aldigi kurumlar arasinda Uluslararasi Güvenlik Isleri’nde Savunma Müstesarligi, Ulusal Istihbarat
Konseyi Baskanligi ve ABD Disisleri
Bakanligi’nda Delegelik
bulunmaktadir. Birçok kitabin yazari olan Nye, Jr. Amerikan Bilim ve Sanat
Akademisi, Britanya Akademisi ve
Amerikan Diplomasi Akademisi üyesidir. Yazdigi kitaplar arasinda “Yumusak
Güç:
Dünya
Politikasinda
Basarinin Yolu” (2004) vardir.
ÖNSÖZ
Amerikan Disisleri Bakani Hillary
Clinton, 2009 yilinda yaptigi konusmada söyle bir tespit yapiyor: “ ABD, acil
sorunlari tek basina çözemez ama geri kalan ülkeler de bunlari ABD olmadan
çözemez. Bu yüzden ‘akilli güç’ diye tanimlanmis gücü kullanmali, elimizde
bulunan güç türlerinin tümünü devreye sokmaliyiz”. Öncesinde ise Savunma Bakani
Robert Gates, Amerikan hükümetine, diplomasi, ekonomik yardimlar ve iletisim
gibi “yumusak güç” unsurlarinin kullanimi için daha fazla ödenek ayrilmasi konusunda çagrida
bulunmustu. Gates, tek basina askerî gücün, ABD çikarlarinin dünya ölçeginde
savunulmasina yetmeyecegi görüsündedir. Yillik yarim trilyon dolari asan askerî
harcamalara karsin, Disisleri Bakanliginin bütçesinin sadece 36 milyar dolar
olduguna dikkat çekerek görevinin, “ ‘yumusak güç’ kullanma kapasitesini
artirarak bunun, ‘sert güç’ kapasitesi ile daha uyumlu bir biçimde çalismasini
saglamak” oldugunu da ifade etmisti.
Ne anlama geliyor bu söylem?
“Güç”ün isleyis mekanizmalari nedir? 21. yüzyilda nasil bir degisime ugrayacak?
Bu sorulara daha anlasilir cevaplar verebilmek için, biri kendimden, iki örnek
vereyim: 1970 yilinda Fransa Pakistan’la askerî
amaçlar için de kullanilmasi mümkün olan bir nükleer santral satis
anlasmasi yapmisti. Nükleer silâhlarin yayilmasini önleme telasindaki Ford ve
Carter yönetimleri Fransa’yi anlasmayi uygulamaya koymaktan vazgeçirmek için
çok çalisti ama 1977 yilina kadar bunu
beceremedi. 1977 yilinda, Carter yönetiminin nükleer silâhlarin yayilmasini
önleme politikalarini yürütmekten sorumlu biriminin basindaydim ve Fransiz
yetkililerine Pakistan’in nükleer silâh üretmeye yönelik hazirliklar içinde
olduguna dair deliller sundum. Ikna oldular ve tesisi tamamlamaktan vazgeçtiler. Amerika istedigini
elde etmis, bunu yaparken ne bir tehditte bulunmus ne de “havuç – sopa”
yöntemine basvurmak zorunda kalmisti. Fransizlarin tutumu ikna ve güven tesisi
yoluyla degistirilebilmisti. Oradaydim ve olana bitene tanigim!
Daha yakin bir örnek ise 2008
yilindan. Rusya ve Çin, güçlerini sergilemek konusunda çok farkli yöntemler
pesindeydiler. Çin, dünyayi olimpiyatlarda aldigi madalya sayisiyla etkilemeye
çalisirken, Rusya askerî üstünlük gösterileri yapmaktaydi. Çin’in yumusak gücü,
Rusya’nin sert gücüne karsi! Bazi uzmanlara göre Rusya’nin Gürcistan’i isgali
sert gücün, yumusak güç karsisindaki tartisilmaz üstünlügünün kanitidir. Ne var
ki uzun vadede ortaya çikan sonuçlar, her iki ülke için de beklenenden çok
farkli biçimde tecelli etti. Rusya’nin sert güç kullanimi, hakliligini gölgeledi,
dünyaya korku ve güvensizlik tohumlari atti, Avrupali komsularinin kuskularini
yükseltti. Bunun sonucunda da Polonya, kendi topraklarina Amerikan
anti-balistik füzeleri yerlestirilmesi konusunda gösterdigi dirençten vaz geçti
ve gereken izni verdi. Rusya, uluslararasi forumlarda Gürcistan politikalari
konusunda aradigi destegi bulamadi. Çin ise, Olimpiyat oyunlari düzenlemesiyle,
Çin kültürünü uluslararasi alana yaymak için kurdugu Konfüçyüs Enstitüleri ile,
cezbettigi yabanci ögrenci sayisindaki müthis artis ile, Güneydogu Asya’daki
komsularina karsi uyguladigi uzlasmaci diplomasi ile “yumusak güç” kavramina
büyük yatirimlar yapti ve karsiliginda uluslararasi sayginligini yükseltti.
Sert gücünü artirmanin yaninda cazip bir
yumusak güç söylemi sayesinde Çin, barisçil bir yükselis sergilemekte ve dünya
güç dengesi terazisine bu yönüyle agirlik koymaktadir.
21.yy’da Amerikan Gücü
2008-2009 ekonomik krizi
sirasinda ABD ekonomisi tökezleme, Çin ekonomisi ise büyüme sürecindeyken,
Çinli yazarlar, ABD’nin gerilemesini asagilayici bir üslupla yorumlayan sayisiz
makale kaleme aldi. Pew Arastirma Merkezînin 25 ülkede gerçeklestirdigi 2009
tarihli bir arastirmasina göre ise de 13 ülkedeki çogunluk, Çin’in ABD’yi
geçerek yeni süper güç olacagi kanisindaydi. ABD Ulusal Istihbarat Konseyi bile
2025 yilina kadar ülkenin dünya egemenligini büyük ölçüde yitirecegine isaret
ediyordu. Benzer düsüncelerin Rusya ve hatta Kanada tarafindan da paylasildigi,
idarecilerinin yaptigi açiklamalardan anlasiliyordu.
Bu görüsün dogru olup olmadigini
nasil bilebiliriz? Bu soru, on yillardan beri kafami kurcalayip durdu.
Elinizdeki bu kitap, anilan soruya yanit arayisim sirasinda Amerikan gücünün
kaynaklari ve sinirlari konusundaki bazi bulgularimin sonuçlarini da kapsiyor.
Soruya tatmin edici bir yanit bulmak için “güç” dedigimizde tam olarak ne kast
edildigini ve gücün,
bilisim teknolojileriyle küresellesme devriminin filizlendigi 21.yy kosullarinda
nasil evrim geçirdigini anlamak gerekiyor. Bunu yaparken de bazi tuzaklara
düsülmemeli.
Öncelikle, insanlarin dogal
yaslanma süreçleriyle devletlerin ömrünü birbirine benzeten tesbihlerden uzak
durulmali. Insanlarin aksine uluslarin belirli bir ömürleri yoktur. Örnegin
Ingiltere, 18.yy.’da Amerika kitasindaki kolonilerini kaybettiginde, sonunun
geldigi düsünülmüstü. Ülkenin yöneticileri bile uluslarinin Danimarka veya
Sardunya gibi etkisiz bir piyona dönüstügünü beyan etmisti. Ancak takip eden
dönemde Ingiltere’de meydana gelen Sanayi Devrimi, eskisinden de fazla bir büyüme getirdi ve yükselis bir asir daha
devam etti. Öte yandan üstünlügünü üç asir boyunca sürdürmüs olan Roma
Imparatorlugu’nu dize getiren olgu, bir baska bir güce yenilmesi degil, barbarlardan aldigi
küçük yaralarin yekûnuydu. Çin, Hindistan veya Brezilya’nin ABD’yi geride
birakabilecegine dair popüler öngörüler bir yana, esas tehditler modern barbarlardan ve devlet
disi güçlerden yani sivil aktörlerden gelebilir. Gücün büyük ülkeler arasinda
klâsik anlamda el degistirip dönüsmesinden ziyade, bahse konu sivil aktörlerin
yükselisi daha büyük sorunlar teskil edebilir. Bilisime dayali bir
siber-güvensizlik ortaminda, gücün el degistirmesinden çok, gücün çesitli
olusumlara dagiliyor olmasi daha ciddi bir tehdit olusturabilir.
Ikinci bir tuzak, “güç” ve “güç
kaynaklari” kavramlarini birbirine karistirmak ve meseleyi sadece devletler
bazinda ele almaktir. 21.yy. küresel bilgi çaginda hangi kaynaklar güç
saglayacak? 16.yy’da Ispanya bu gücü, sahip oldugu sömürgeler ve altin hazinelerinden
saglamisti. 17.yy’da Hollanda’yi güçlendiren, ticaret ve finans idi. 18.yy.’da Fransa gücünü kalabalik
nüfusundan ve güçlü ordusundan aliyordu, 19.yy,’da Britanya gerçeklestirdigi
Sanayi Devrimi ve denizlerdeki askerî hakimiyeti sayesinde yükselmisti. Düz
mantik, en büyük orduya sahip ülkenin hakimiyetini sürdürecegini söylese de
içinde bulundugumuz bilgi çaginda kazanan onlar degil, bunu en iyi söylemlerle
anlatabilen olacaktir muhtemelen. Bu bir devlet
veya devlet disi güç olabilir
çünkü Bilgi Devrimi ve küresellesme sivil aktörlere giderek daha fazla güç
vermekte. 11 Eylül saldirilarinda ölenlerin sayisi, Japonya’nin Pearl Harbor
baskininda öldürdügü Amerikali sayisindan daha fazlaydi. Aslinda, gücün devlet
disi olusumlar yönüne dagilmasina, “savasin özellestirilmesi” denebilir. Artik
güç dengelerini ölçmek de, yeni dünya düzeninde hayatta kalmayi saglayacak
basarili stratejiler belirlemek de kolay degil. Dünyada güç dengelerinin ne
yöne kaydigini anlamak için genellikle sadece tek bir gösterge kullanilir:
Gayrisafi Milli Hasila. Ancak GSMH oranini, büyümenin yegâne göstergesi olarak
algilamak, bu kitapta tartisilacak olan, gücün diger boyutlarini göz ardi
etmektir. Bu farkli boyutlari, basarili
stratejilere dönüstürmenin zorluklari da tartisacagimiz diger konular arasinda.
Akilli Güç
Akilli güç, dayatma ve ödetmeye
odakli “sert güç” ile, ikna etme ve cezbetmeye dayali “yumusak gücün” bir
alasimidir. Sunulan tüm cazip önerilere ragmen
Taliban hükümetini El
Kaide’yi desteklemekten vazgeçirmek
konusunda basarili olunamamasi örneginden de anlasilacagi üzere yumusak
güç her ihtilâfin çaresi degildir elbette. Nitekim bahse konu sorun, 2001
yilinda sert askerî gücün kullanilmasiyla sonlandirilabildi. 2004 yilinda
yazdigim Yumusak Güç: Dünya Politikasinda Basarili Olmanin Yöntemleri adli
kitabimda “akilli güç” kavrami ilk
olarak gündeme getirildi. Bu kitapta, sert ve yumusak güç kaynaklarinin
etkili stratejiler olusturmak amaciyla birlestirilmelerine iliskin fikirler
tartisiliyordu. Ilerleyen yillarda, Richard Armitage ile birlikte Stratejik ve
Uluslararasi Çalismalar Merkezî bünyesinde kurdugumuz partiler üstü Akilli Güç
Komisyonu raporu, Amerika’nin imajinin ve etkisinin son yillarda dumura
ugradigi ve Birlesik Devletlerin bundan böyle korku salmak yerine iyimserlik ve
umut dagitmaya odaklanmasi gerektigi sonucuna varmisti. Bu yargiya sonradan
baska kurumlar da katildi.
Amerikan hükümeti içerisinde en
iyi egitilmis ve en büyük kaynaklara sahip olan kurum Pentagon’dur ancak askerî
gücün tek basina yapabileceklerinin bir siniri vardir. Demokrasi, insan haklari
ve sivil toplumun gelismesi gibi meseleleri silâh zoruyla çözmek mümkün
olamiyor. ABD ordusunun hayranlik uyandirici bir operasyon gücü olabilir ama
sivil yönetimin, her basi sikistiginda sorunlarin çözümünü Pentagon’a havale
etmesi, asiri militer bir dis politika imaji yaratilmasina neden olmaktadir.
Askerî yetkililer de artik bunun farkindadirlar ve sivil yönetimi, yumusak güç
kullanimina daha fazla önem vermesi konusunda tesvik etmekteler. Akilli güç
sadece yumusak güç olmayip sert ve yumusak güç yöntemlerinin degisik sartlara
göre etkin bir biçimde harmanlanmasini öngörür.
Yirmi Birinci Yüzyil Sartlari
Güç her zaman, “hangi baglamda
güç?” sorusunu akla getirmelidir. Stalin, Papaligin gücünü asagilamak amaciyla,
kaç tümene sahip oldugunu sorgulamisti. Bu sorgulamadan elli yil sonra, fikir
baglaminda Papa’lik yasamaya devam ediyor ama Stalin’in imparatorlugu çöktü.
Günümüzde güç dagilimi, üç boyutlu karmasik bir satranç tahtasina benzer. En
üst düzlemde ekseriyetle tek kutuplu askerî güç vardir ki ABD, bu alandaki üstünlügünü bir süre daha
koruyacak gibidir. Ikinci düzlemde, on yili askin süredir çok kutuplu hale
gelen ve ana oyunculari ABD, Avrupa, Japonya ve Çin olan ekonomik güç vardir.
En alt düzlem ise, devlet kontrolü disinda, uluslar ötesi iliskiler diyaridir.
Devlet disi oyuncular arasinda, tek islemle, bazi ülkelerin ulusal
bütçelerinden büyük meblaglari oradan oraya transfer etme yetenegine sahip
bankalar, silâh ticareti yapan teröristler ve siber-güvenligi tehdit eden
bilgisayar korsanlari bulunmaktadir. Satranç tahtasi aslinda, salgin
hastaliklar ve iklim degisikligi gibi yeni ve uluslar ötesi sorunlari da
kapsamaktadir. En alt düzlemde güç dagilmistir ve burada tek-kutupluluk,
çok-kutupluluk ve hegemonyadan söz etmek anlamsizdir.
Yasadigimiz yüzyilda gücün el
degisimi iki farkli boyutta gerçeklesmektedir. Biri gücün ülkeler arasindaki el
degisimi, digeri gücün ülkelerin elinden kayarak devlet disi oyunculara
dagilmasi.
Uluslararasi politika alaninda,
“Asya’nin geri dönüsünü” izlemekteyiz. 1750 yilinda dünya nüfusunun ve
üretiminin yaridan fazlasi Asya’daydi. Sanayi Devriminden sonra, 1900’lere
gelindiginde, bu oran beste bire indi. Öyle görünüyor ki 2050’ye dogru Asya, tarihteki
rolünü yeniden elde edecek ve olusum sirasinda bazi istikrarsizliklar
yasanacak. Benzeri degisikliklerin yasandigi bir asir önceleri, Britanya,
ABD’nin yükselisini sükûnetle izlemis, bir çatisma meydana gelmemisti ancak
Almanya’nin güçlenisine seyirci kalan dünya, üst üste iki korkunç savas
geçirdi.
Bilgi Devrimi uluslar ötesi
iliskilerde - satranç tahtasinin en altindaki üçüncü düzlem - gerek duyulan
bilisim ve iletisimin maliyetini inanilmaz derecede ucuzlatti. Hizli küresel
iletisim 40 yil önce de vardi ancak çok masrafliydi ve sadece devletlerin
kullanabildigi bir lükstü. Günümüzde internet kafelere erisimi olan herkes
küresel iletisim halinde. Dünya siyasetine girmenin önündeki engeller zayifladi
ve simdi sahnede devlet disi oyuncular da var. Siber-suçlular, devletler ve
sirketlere karsi büyük zarara neden oluyor. Kuslar veya seyahat yoluyla yayilan
virüsler Dünya Savaslarinda ölenlerden daha fazla can kaybina neden olabiliyor.
Içinde bulundugumuz devir, hakkinda çok az deneyime sahip oldugumuz yeni bir
dünya düzeni, en güçlü devletlerin bile kontrolü disinda gelisen olaylarla
dolu, gücün, mesru oyuncularin elinden
(devletlerden), devlet disi gri alanlara kaydigi bir dönem. Isler, tüm askerî
gücüne ragmen Amerika’nin da denetleyemeyecegi boyutlara geldi. Örnegin ABD,
kendi vatandaslarinin refahi için elzem olan mâli istikrari, baska ülkelerin
isbirligi olmaksizin gerçeklestiremez, tipki küresel iklim degisikligi
sorunlariyla tek basina mücadele edemedigi gibi.
Sinirlar giderek
geçirgenlestikçe, uyusturucu ve silâh ticareti gibi alanlarda olsun, salgin
hastaliklar konusunda olsun devletlerin uluslararasi dayanismayi harekete
geçirmesine, ortak tehdit ve zorluklara çözüm bulmak için özel kurumlar
kurmasina giderek daha fazla ihtiyaç duyulmakta. Birçok uluslar ötesi sorunun
çözümünde, öteki ile isbirligi yapmak kadar, sorunun çözümünü ötekinin
yetkisine birakmak, kendi hedeflerimize ulasmamiza yardimci oluyor. Bu anlamda,
özellikle uluslar ötesi konular söz konusu oldugunda, “baskalarina oranla üstünlük”
yerine “baskalariyla birlikte toplam üstünlük” anlayisi, amaçlanan ortak
hedeflere ulasilmasinda önem kazaniyor.
Evrim geçiren bir ortami
anlayabilme ve egilimlerden faydalanma becerisi olarak tanimlayabilecegimiz
“Baglamsal Zekâ (Contextual Intelligence)” liderlerin ellerindeki gücü basarili
stratejilere dönüstürmesinde vazgeçilmez bir rol oynayacaktir. 21.yy.’da ABD
gücüyle ilgili sorunun, basit bir “inise geçme” sorunu olmayip, en büyük
ülkenin bile baska ülkelerle isbirligi yapmadan amaçlarina tek basina
ulasamayacagini kavrama sorunu oldugunu anlamak için Baglamsal Akla
ihtiyacimiz olacaktir. Bunun
için gücün ne
anlama geldigini, nasil
evrildigini iyice anlamak ve bununla nasil akilli güç stratejileri
olusturabilecegimizi ögrenmek gerekir. Bu yüzden büyük güçlerin yükselisi ve
çöküsüyle sinirli klâsik hikayelerden daha akilci bir anlatiya ihtiyacimiz var.
Amerika büyük olasilikla 21.yy.’da da en güçlü ülke olmaya devam edecek ancak
bu, her seye hükmedecegi anlamina gelmez. Amerika’nin istediklerini elde
etmesi, etkin bir akilli güç söylemi gelistirmesine baglidir. Amerikalilar
kimin birinci olduguna takilmaktan ve kendilerini pohpohlamaktan vazgeçip
çesitli güç araçlarini nasil akilli stratejilere dönüstürecegini düsünmeli, sadece baskalari
üzerinde degil baskalariyla beraber güç sahibi olmayi hedeflemelidir. Güç
hakkinda daha net fikirlere sahip olunmasina yardimci olmak ve sözünü ettigimiz
kapsamli söyleme dikkat çekmek, bu kitabin hedeflerinin basinda gelmektedir.
Ileride Amerika’nin, Çin’in, ya
da siber-çagda devlet disi güçlerin durumu ne hale gelecektir? Bunu kimse
kestiremiyor ama madem ki bu konulari konusmaktan kendimizi alikoyamiyoruz, o
halde tartismaya biraz daha açiklik ve stratejik vizyon getirmekte fayda var.
Iste bu, “akilli güç”tür.
FASIL I
GÜÇ ÇESITLERI
BÖLÜM 1
KÜRESEL ILISKILER BAGLAMINDA GÜÇ
NEDIR?
Bu kadar sik kullanilan bir
kavram olmasina karsin, “güç” öyle ele avuca gelmeyen kaypak bir kavramdir ki,
tanimlamak ve ölçümlemek sasirtici derecede zordur. Kesin bir sekilde ölçmek
olanaksiz olsa da güç, gündelik hayatin her yerinde karsimiza çikar. Bertrand
Russel, sosyal bilimlerde gücün rolünü, fizikteki enerjinin rolüne benzetmisti.
Yanilticidir. Zira fiziksel anlamda enerji oldukça kesin bir biçimde
ölçülebiliyor. Oysa “güç” farkli sartlar altinda biçim degistirebilir ve gelip
geçici olmak gibi bir özellige sahip olan insanlar arasindaki iliskilerle
ilgili bir seydir. Bazilarina göre para ekonomi için ne kadar önemliyse, güç de
siyasette o kadar önemlidir. Ancak bu metafor da yanilticidir. Para likit bir
kaynaktir ve mübadelesi mümkündür, ne
zaman isterseniz, parayla bir çok sey satin alabilirsiniz. Halbuki,
belli sartlar altinda belli konulara çözüm getirebilen bir güç, sartlar
degistiginde hiç bir ise yaramayabilir.
Uzmanlar, yillar boyunca
uluslararasi iliskilerde taraflarin gücünü ölçmek için formüller olusturmaya
çalismistir. Tavsiyeleriyle Amerikan yönetiminin yüksek risk içeren
kararlarinda önemli rol oynayip milyarlarca dolarlik harcamalara vesile
olan bir CIA yetkilisinin soguk savas
sirasinda gelistirdigi görüse göre gücün formülü söyledir:
Algilanan Güç = (Nüfus + Toprak +
Ekonomi + Asker) x (Strateji + Irade)
Bu formüle rakamlar
yerlestirildiginde Sovyetler Birligi’nin ABD’den iki kat güçlü oldugu sonucuna
varilmisti. Elbette artik bu formülün o kadar da etkili bir öngörü araci olmadigini
biliyoruz. Sonuçta SSCB tarihe karisti ama ABD hala ayakta.
Bir güç dizini gelistirmek için
yakin zamanda yapilan bir çalisma, kriter olarak bir ülkenin kaynaklarini
(teknoloji, girisimcilik, insan, sermaye, fiziksel) ve ulusal performansini
(dis politika sorunlari, altyapi, fikirler) denkleme dahil etmis ve bu
etmenlerin askerî yetenekleri ve çatisma maharetini nasil etkiledigini
incelemistir. Bu formül bize göreceli askerî güç hakkinda bir fikir verse de
tüm göreceli güç türlerini açiklamaya yetmez. Etkin bir askerî güç uluslararasi
iliskilerde hala önemli bir kriter ama artik tek basina yetersiz.
Askerî güç ve savas yeteneginin,
örnegin uluslararasi finans veya iklim degisikligi gibi konularda pek bir
kiymet-i harbiyesi yoktur. Bu hasletler devlet disi güçler üzerinde de fazla
etkili olamamaktadir. Askerî olarak ele alindiginda El Kaide, Amerika’ya
kiyasla bir cüce sayilir ancak terörün tesiri, emrindeki güçlerin boyutundan
çok, eylemlerinin yarattigi travma ve neden oldugu toplumsal reaksiyonla ölçülmektedir.
Bu açidan bakildiginda terör zayif olanin, rakibinin gücünü kendi lehine
kullandigi dövüs sanati jiujitsu’ya benzer. Zayiflik bazen önemli bir pazarlik
gücü kaynagi olabilir. Örnegin bin dolar borcu olan biri fazla umursanmaz ama 1
milyar dolar borcu olanin batisi çok kisiyi etkileyeceginden, zayif durumda
olanin elinde önemli bir pazarlik gücü olusturur. Kuzey Kore lideri Kim Jong-Il
ülkesinin param parça ekonomisi ile, koskoca Çin’i korkudan titretmektedir. Çin
bilmektedir ki komsusuna yaptigi yardimlari kesecek olsa, milyonlarca mülteciyi
kapisinda bulacaktir. Toplam güç, sartlara göre degisebilen insanî iliskilerin
bir ürünü oldugu için genel olarak kabul gören bir tanim çerçevesi içine
oturtulamamaktadir.
Gücü Tanimlamak
Birçok temel fikir gibi güç de
tartismaya açik bir kavramdir. Gücün kabul görmüs ortak bir tanimi yoktur ve
seçilen tanimlama, bireyin çikarlarini
ve degerlerini yansitir. Bazilari gücü, degisiklik yaratma veya
degisiklige karsi durma yetenegi olarak tarif eder. Bazilarina göre ise güç
istedigini elde etme yetenegidir. Bu genis kapsamli tanim, gücün farkli
toplumlar üzerine uygulanmasini içerdigi kadar dogal olaylari etkileme
anlaminda da kullanilmaktadir. Belki de gücün sözlük anlamina bakarak ise
baslamak en dogrusu; güç is basarma kapasitesidir, sosyal baglamda ise
istediklerimizi elde etmek amaciyla baskalarini etkileme yetenegidir. Belirli
bir oyuncuyu ele alsak bile oyuncunun “neyi yapma” gücü oldugunu belirtmeden
“gücü oldugunu” söyleyemeyiz. Güç iliskisinde kimin (gücün kapsami) ve hangi hususlarin (gücün etki alani)
irdelenmekte oldugunu belirtmemiz gerekir. Örnegin Papa’nin bazi Hristiyanlar
üzerinde etkisi varken baska Hristiyan gruplarin (mesela Protestanlar) üzerinde
etkisi olmayabilir. Sadik takipçilerini dahi ikna edemedigi durumlar mevcuttur
(örnegin dogum kontrolü). Dolayisiyla, Papa’nin
güç sahibi oldugu tespitinde bulunurken Papa ile birey arasindaki
iliskinin hangi baglamda oldugunu da belirtmek gerekir. Pol Pot milyonlarca
Kamboçya yurttasini öldürmüstü. Bazilari bu zorbaligi, iki tarafli bir iliskiyi
içermemesi nedeniyle güç olarak nitelemiyor. Oysa, eger güç baskalarini belli
bir amaç dogrultusunda etkilemekse ve amaç salt bir sadizm ve terör uygulamasi
ise Pol Pot’un gücü pekâlâ sözlük anlamiyla örtüsüyor. Güç iliskilerinde, zarar
gören tarafin da düsüncesi çok önemlidir. Baskaldiran bir muhalifi öldürerek
veya baska bir yolla cezalandirarak gücünü kanitlamaya çalisan bir diktatör, bu
zorbalikla, sehit ve kahraman olarak toplumu etkileme arzusunda olan maktulün
amacina hizmet etmis olmaktadir. Gücü, amacinin tersine bir durum meydana
getirmistir.
Ekonomisi büyük olan bir ülkenin
eylemleri, daha küçük bir ülkede, kasitsiz da olsa zarara (veya faydaya) neden
olabilir. Yani, niyet öyle olmasa bile zarar verme (veya fayda getirme) gücü
vardir ancak bu, istenen sonuçlari elde etme gücü demek degildir. Kanadalilar
siklikla ABD ile yan yana yasamayi bir fille uyumaya benzetirler. Kanada
tarafindan baktigimizda Amerika’nin niyetinin ne oldugunun önemi yoktur zira o
koca fil kazara söyle bir yan dönse ezilen Kanada olacaktir. Fakat politik bir
bakis açisiyla is, istenen sonuçlari elde etmekse, niyetin ne oldugu önemlidir.
Politika odakli güç kavrami, kimin ne alacagini ve bunun nasil, nerede ve ne
zaman olacagini belirten hatlari çizilmis bir baglama dayalidir.
Insanlar davranis ve motivasyonla
ilgili sorulari, çogunlukla karmasik ve
tahmin yürütülemez olarak algilar. Davranissalligi benimseyen tanimlar,
gücü eylemden sonra ortaya çikan sonuçlara dayali olarak yargilar. Ancak
politika gelistiriciler eylemlerine isik tutabilmesi adina gelecek hakkinda
öngörülere sahip olmak isterler. Iste bu nedenle gücü, sadece, sonuç almaya
yarayan imkânlar bütünü olarak algilarlar. Gücü imkân/kaynak odakli olarak
tanimlarsak bir ülke göreceli olarak büyük nüfusa, topraga, dogal kaynaklara,
ekonomik güce, askerî kuvvete ve sosyal düzlemde istikrara sahipse güçlüdür.
Böyle bir tanimin özelligi gücün somut, ölçülebilir ve öngörülebilir
görünmesini saglamasidir. Ne var ki, güç kavramini, istenilen sonucu elde
etmeye yönelik kaynaklar bütünü olarak algilayanlar, siklikla eli kuvvetli
olanin oyunu her zaman kazanamadigina sahit olurlar. ABD, kaynak açisindan
Vietnam’a göre çok daha güçlüydü ama savasi kaybetti.
Yanlis anlasilmasin, güç
kaynaklarinin önemini küçümsemiyorum. Ister soyut ister somut olsun güç, bu
kaynaklar/olanaklar sayesinde uygulanir. Kaynaklari, istenen sonuçlari elde
etmeye yönelik bir alet olarak kullanmak, iyi tasarlanmis stratejiler ve üstün
liderlik becerileri gerektirir. Ben buna “akilli güç” diyorum. Ne yazik ki
stratejiler çogunlukla yetersiz kaldigi gibi liderler de siklikla yanlis
degerlendirmeler yapiyor.
Elde bulundurulan kartlarin
degeri önemli elbette ama hangi kartin hangi sartlarda oynanacagini bilmek de
bir o kadar önemli. Sanayi Devrimi öncesinde petrol önemli bir kart degildi,
tipki nükleer çag öncesinde uranyumun da önemli bir kart olmamasi gibi.
Uluslararasi iliskiler üzerine kafa yoran geleneksel gerçekçilere göre nihaî
çözüm, savas meydaninda elde ediliyordu. Gelisen ve evrilen teknoloji
nedeniyle, 21.yy.’da savas, artik son karari veren hakem olma özelligini
yitirdi.
Bunun bir sonucu olarak da birçok
uzman, yaniltici ve çapsiz oldugu gerekçesiyle “ulusal güç unsurlari”
yaklasimini bir kenara birakip son 50 yilda sosyoloji çevrelerinin benimsedigi
davranissal ve iliskisel yaklasimi benimsedi. Aslina bakilirsa, süpheciler
hakli. Güç kaynaklari esasen güç iliskilerinin altinda yatan soyut veya somut
olanaklarin bütünüdür. Belirli bir güç kaynaginin istenen sonuçlari elde edip
edemeyecegi, kullanimin tarzi ile ilgilidir. Bir arabanin beygir gücünü ve
hizini bilmekle, o arabanin bizi tercihimiz olan noktaya ulastiracagi yargisina
varamayiz. Belirleyici olan, soförün arabanin gücünü nasil kullanacagidir. Bu
benzetmeyi küresel boyuta tasiyarak söyle bir örnek daha verelim; Çin ve
Hindistan’in yükselen gücünden bahsedilirken genellikle bu ülkelerin kalabalik
nüfuslari ve artan ekonomik ve askerî kaynaklari kastediliyor. Oysa o
kaynaklarin, elde edilmek istenen sonuca dönüsüp dönüsmeyecegi, bunlari
kullanan ülkelerin kendi yeteneklerine baglidir.
Pesinde oldugumuz sey kaynak
degil, o kaynaklarla elde edilecek sonuçlarin beklentilerimize cevap verip
vermedigi olduguna göre, içerige ve stratejilere daha fazla agirlik vermek
durumundayiz. Üzerinde yeterince durulmayan çok önemli bir parametre, gücü
istenilen neticeyi elde etmeye yarayan bir manivelaya dönüstürebilme
stratejileridir. Farkli sartlara uyum saglayarak sert ve yumusak güç
kaynaklarini basarili bir sekilde birlestiren stratejiler, akilli gücün
anahtaridir.
Iliskisel Gücün Üç Ayri Yönü
Somut kaynaklara dayali güçle,
iliskisel baglamdaki güç tanimlamalari arasindaki farka ek olarak, iliskisel
gücün kendi içindeki üç ayri yönü arasindaki farki da görmekte yarar var: (1)
degisime hükmetmek, (2) gündemi kontrol etmek ve (3) tercihleri olusturmak.
Baskalarini, baslangiçtaki tercihlerinin aksine bir davranis biçimine
yöneltebilme ve onlarin isteklerine hükmetme kapasitesi, iliskisel güç
kavraminin önemli bir boyutudur ama tek basina degil. Bir diger boyut,
baskalarinin tercihlerini etkileme yetenegidir. Bu etki sayesinde baskalari da
sizin tercihlerinizi benimser duruma gelir ve onlari degisime zorlamak
mecburiyetinde kalmazsiniz. Eski ABD Baskanlarindan (ve general) D. Eisenhower
bu durumu söyle tarif eder “insanlara bir sey yaptirtmak illâ emir yoluyla
olmayabilir, içgüdüsel olarak sizin istediginizi onlar da ister hale
gelebilirler”. Bu isbirliginin gücüdür. Hükmetme gücünün tersi bir yöntemdir
ama onu tamamlar. Gücü dar anlamiyla uygulamak ve isbirligine dönük bu yönünü
umursamamak ülkelerin dis politikalarinin kötü biçimde sekillenmesine yol
açabilir.
Gücün birinci yönü, baskalarini,
baslangiçtaki tercihlerinin aksine bir davranis biçimine yöneltebilmeye
odaklanir. Belli bir oranda da olsa karsidakinin seçme sansi varsa bu kez baski
unsuru öne çikar. Birisi “ya parani, ya canini” diyerek basiniza silâh dayarsa,
seçme sansiniz vardir ama azdir ve baslangiçtaki tercihlerinizle uyumlu
degildir (tabii eger niyetiniz intihar veya sehitlik degilse).
Ekonomik tedbirler biraz daha
karmasiktir. Negatif yaptirimlar (ekonomik menfaatlerin geri çekilmesi)
kesinlikle baski unsuru olarak addedilir. Baslangiçta yapmak istemedigini maddi
çikar karsiliginda yapmak, kisiye önceleri cazip gelebilir ama bu çikarlarin
sonlandirilmasi tehdidi negatif yaptirimdir. Toprak agasinin fukara tarim
üreticisine, “ya sunu kabul edersin, ya da hiç” diyerek önerdigi sadaka misali
para, köylüye az da olsa bir seçim sansi vermektedir. Ancak önemli olan,
birinin, bir baskasini, baslangiçtaki beklentilerinin aksine zorlamakta olusu
ve her ikisinin de bu gücün farkinda olusudur.
Gücün ikinci yönü gündemin
çerçevesini belirleme ve bu çerçeve içinde kalmak sartiyla gündemi yazma
kapasitesidir. Bu yaklasima göre baskalarinin neyin mesru veya yapilabilir
olduguna dair beklentilerini etkilerseniz, onlarin baslangiçtaki tercihlerini
geçersiz kilabilir ve böylece onlari itip kakmak zorunda kalmadan
istediklerinizi kabul ettirebilirsiniz. Gündemin çerçevesini belirlemek,
istenmeyen sorunlarin masaya gelmesine engel olma mantigina dayanir (Sherlock
Holmes muhtemelen buna, “havlayamayan köpekler teorisi” derdi).
Güçlü oyuncular daha zayiflarin
asla masaya davet edilmemesini saglayabilir. Zayif oyuncu masada kendine yer
bulsa bile bütün kurallar masaya ilk oturan tarafindan zaten belirlenmis olabilir.
Uluslararasi para politikalarinin bu yönde
oldugu söylenebilir, en azindan 2008 krizine kadar. Bu tarihe kadar 8’li
grup (G 8) olarak götürülen isler, G 20 olarak genisledi. Gücün bu ikinci
yönünün etkisi altinda olanlar, herhangi bir güçle karsi karsiya olduklarinin
farkinda dahi olmayabilirler. O güç, gündemindeki eylemleri gerçeklestirmek
için baski uygulamaya basladiginda gücün birinci yönü ortaya çikmistir.
Hedeftekilerin, gündemin mesruiyetine
inanmasi, gücün bu çehresini, “isbirliginin gücü” biçimine dönüstürür ki
bu biraz da yumusak gücün temelini olusturur; yani, gündemin çerçevesini
belirleyerek, ikna ederek ve pozitif çekim yaratarak, isbirligi görüntüsü
altinda istedigini elde etme.
Gücün üçüncü yönü taraflardan
birinin, digerinin temel inançlarini, algilarini ve tercihlerini olusturmak veya
sekillendirmek esasina dayanir. Degisime ugratilan taraf çogu zaman böyle bir
islemden geçmekte oldugunun farkinda olmadigi gibi, islemden geçirenin böyle bir
güce sahip oldugunun bilincinde degildir. Örneklemek gerekirse; delikanli
modaya uygun yeni bir tisört satin alir. Amaci güzel komsu kizinin dikkatini
çekmektir. O delikanli, aldigi tisörtün neden moda haline geldigini, bunu
saglamak için ne tür pazarlama kampanyalarinin yapildigini, satislari arttirmak
maksadiyla yapilan karmasik plânlarin varligini bilmez ama tercihleri görünmez
bir takim oyuncular tarafindan biçimlendirilmistir. Baskalarini, sizin
tercihlerinizi benimseyip arzulama noktasina getirebilmisseniz, onlarin
baslangiçtaki tercihlerini çignemek zorunda kalmazsiniz. Iste gücün üçüncü
yönü.
Gücün ikinci ve üçüncü yönlerini
azimsayip bunlari gücün birinci boyutu içindeki
bir detay seviyesine
indirgeyenler, yasadigimiz yüzyilda
giderek önemini arttiran bu
unsurlarin, amaçlanan hedeflere ulasilmasina yönelik faydalarindan
yararlanamazlar.
Gerçekçilik ve Güce Iliskin Tüm
Davranis Biçimleri
ABD siyasî kültüründe güç denince
ilk akla gelen, gücün birinci yönüne dönük davranis tarzidir. Hiçbir Amerikali
siyasetçi “yumusak” bir görüntü vermekten hoslanmaz. Uluslararasi iliskilerde
“gerçekçilik” adi altinda, kökü Makyavel’e
dayanan klâsik yaklasim biçimi hakimdir. Buna göre, uluslararasi
siyasette isler çikmaza sürüklenip, ulusal güvenlik tehlikeye girdiginde tek
çikar yol askerî güç kullanmaktir. Oysa bu yol, güç kavramini tek boyuta
indirgemektir. Pragmatik ve sagduyulu gerçekçiler, güç kavraminin, fikir
asilama, ikna etme, cezbetme gibi tüm boyutlarini hesaba katarlar. Klâsik
gerçekçilerin bir çogu, “yumusak güç” kavraminin islevini çagdas gerçekçilerin
bir çogundan daha iyi anlamislardir.
Günümüzde yasanan olaylarin
ortaya koydugu gibi, küresel
iliskilerdeki aktörler mesru devletlerden ibaret degildir. Güvenlik,
elde edilmeye çalisilan yegâne sonuç olmadigi gibi istenen sonuçlarin elde
edilmesindeki en uygun güç de zor kullanimi olmayabilir. Karmasik ve derin
uluslar ötesi iliskilerin ve yer yer anarsinin hüküm sürdügü günümüz ortaminda,
gerçekçi yaklasim olaylarin bütün boyutlarini görmekte yetersiz kalabiliyor. Bu
nedenle, akilli güç stratejilerinin olusturulmasi sürecinde, gücün ikinci ve
üçüncü yönleri giderek daha genis bir uygulama alani buluyor.
Içinde bulundugumuz iletisim
çaginda, ortaya çikan sonuçlarin istenilen biçimde sekillenmesini, sadece
oyuncularin ordulari belirlemiyor. Söylemlerin de inandirici olmasi gerekiyor.
Örnegin, terörizmle mücadelede, kitlelerin gönüllerine dokunan bir söylemin,
siradan insanlarin radikal örgütlere katilmasini önleyici bir rol oynadigi
anlasilmistir. Yumusak gücün önemi burada ortaya çikiyor.
Devletler, toplumlarin
tercihlerini etkilemek ve sekillendirmek için büyük ugras vermektedirler. Örnegin, 1991 Körfez
Savasi sirasinda sorunlarin çerçevesini BBC ve CNN çizdi. 2003’e gelindiginde,
Irak Savasi sirasindaki söylemleri belirleyen El Cezire oldu. Bu propaganda
mücadelesi sirasinda Irak olaylari “Amerikan birlikleri Iraga girdi” biçiminde
de anlatildi, “Irak, Amerikan birlikleri tarafindan isgal edildi” biçiminde de.
Aslinda her ikisi de dogru olan bu söylemler, toplumsal tercihlerin belirlenmesinde
çok farkli roller oynadi. Dünya gündeminin birkaç davetliyle birlikte sekizli
bir grup (G 8) tarafindan belirlenmesi bir seydir, hepsi birbiriyle esit
konumdaki yirmili bir grup (G 20) tarafindan belirlenmesi bambaska bir sey.
Bütün bu örnekler, bilgi çagi dünyasindaki politikalarin içinde güç kavraminin
ikinci ve üçüncü yönlerinin ne kadar önem kazandigini göstermektedir.
Yumusak Güç Kullanimina Yönelik
Davranis Tarzlari ve Yumusak Güç Kaynaklari
Bazi yorumcular yumusak güç
kavraminin çok genisledigini, artik havuç – sopa formülü ve askerî güç de
dahil, neredeyse gücün her türünü kapsar bir hale geldigini, bu yüzden anlamini
yitirdigini savunuyorlar. Bunlar yaniliyorlar, çünkü istenen sonuçlari elde
etmek için yapilan eylemler ile yöntemleri karistiriyorlar. Yöntemlerin bir
çogu, yumusak güç uygulamalarina katkida bulunur ama bu, her yöntem yumusak güç demek degildir. Sert güç
“itmek”’tir, yumusak güç ise “çekmek”. Yumusak güç, gündemin belirlenmesi sürecinde,
baskalarinin isbirliginden yararlanarak onlarin tercihlerini etkileme
yetenegidir. Ikna etmek, pozitif bir cezbedici enerji yaratarak istenen sonuca
ulasmaktir.
Para ve zor kullanimi gibi somut
yöntemler sert güçle iliskilendirilir. Buna karsin fikirler, degerler,
politikalarin mesruiyet algisi gibi soyut kavramlar ise yumusak güç ögeleridir
ama savasi kazanmaya yönelik askerî güç kullanimi yöntemine katkida bulunurlar.
Hükmetme olgusu, ileriki
dönemlerde yumusak güç olusumuna neden olabilecegi gibi (Ör. Hakim olmak
sayesinde kurulabilen barisçil kurumlar) isbirligine dayanan yumusak güç
uygulamalari da ilerleyen dönemlerde sert güç kaynaklari olusumuna katkida bulunabilir
(Ör. Askerî ittifaklarin kurulmasi). Donanma gücü gibi bir sert güç ögesi,
kullanildigi maksada, konunun türüne ve insan algilamalarina göre, savas da
kazanabilir, gönül de (Ör. ABD donanmasinin 2004 tsunamisinden sonra yaptigi
kurtarma çalismalariyla Endonezya’nin gönlünün kazanilmasi).
Niall Ferguson gibi bazi
tarihçiler, yumusak gücü kültür ile özdeslestirmis, “kültürel ve ticari meta
benzeri geleneksel olmayan güçler” seklinde tarif ederek, “alt tarafi –yumusak- iste!” diye
asagilamislardi. Coca Cola içip, Nike giymeleri militanlari saldiri yapmaktan
alikoymuyor elbette ama en güçlü tank birlikleri de bataklikta hiç bir ise
yaramiyor. Muhtelif güç türlerinin, hasmin davranis biçimlerinin istenilen
sekli alip almamasindaki rolü, o gücü kullananin yetenegine göre farklilik arz eder. Suratima oturttugum güzel ve
samimi bir gülümseme ile bana bir hosluk yapma yönündeki isteginizi harekete
geçirebilirim ama ayni siritik suratla annenizin cenazesinde boy göstersem bana
karsi ayni hisleri beslemezsiniz herhalde.
Yumusak Güç ve Akilli Güç
Akilli güç, yumusak ve sert güç
yöntemlerinin etkin stratejiler olusturulmasi amaciyla harmanlanmasi anlamina
gelir. Akilli güç, sadece Amerikalilarin kullanimina özgü bir güç degildir, bu
gücü küçük devletler, hatta devlet olmayan oyuncular da kullanabilir. Örnegin,
bes milyon nüfuslu küçük Norveç, kalkinma yardimlari ve barisçil politikalari
gibi yumusak güç uygulamalari sayesinde imajini yüceltmis ama NATO’nun önemli
bir askerî ortagi olmaktan da geri durmamistir. Diger uçta, muazzam nüfusuyla
Çin bulunmaktadir. Askerî ve ekonomik gücünü sürekli olarak yükseltmekte olan
Çin, bir yandan da yumusak güç uygulamalarina yatirdigi malî kaynaklari
arttirarak, gücünün komsulari üzerindeki tehdit algisini hafifletmek suretiyle
akilli stratejiler gelistirmektedir.
Bazi ülkeler digerlerine oranla
çok daha büyük bir güç sahibidirler. Ama, ABD örneginde oldugu gibi, bu gücü
amaçladiklari hedeflere ulastiracak stratejilere dönüstürmekte yetersiz
kalirlar. Akilli güç kullanimi ve gücün akilli stratejilere dönüstürülmesi
yönünde atilacak ilk adim, nitelik ve niceliksel olarak sahip olunan güç
kaynaklarinin tümünün bilincinde olmak ve bu çesitlilik içinde amaçlanan hedef
için en uygun olanlarini etkin biçimde harmanlayabilmektir. Dünya politika
arenasinda, sert ve yumusak güçlerden hangisine sahip olmayi tercih ettigimiz
sorulsa muhtemelen sert gücü tercih ederiz. Akilli güç, ikisine de sahip
olunmasini önerir. Yumusak gücün, askerî güçle ayni istikamette ve bir
koordinasyon içinde kullanilmadigi durumlarda, askerî güç çogunlukla amaçlanan
sonuçlara ulasamaz. 2006 yilinda Savunma Bakani D. Rumsfeld, Baskan Bush’un
teröre açtigi savas konusunda sunlari söylemisti: “Bu savasin en kritik
çatismalari Afganistan daglarinda veya Bagdat sokaklarinda degil, New York,
Londra, Kahire veya baska yerlerdeki televizyon stüdyolarinda gerçeklesebilir”.
The Economist dergisinin yazdigi sekliyle; o güne kadar yumusak güç kavrami
için “yumusak iste” deyip burun kiviran Rumsfeld, gönülleri ve düsünceleri
kazanmanin önemini anlamaya baslamisti. Ama reklam endüstrisinin basta gelen
kuralini unutuyordu; eger ürününüz ise yaramaz bir seyse, en iyi reklam bile
onu satamaz! Rumsfeld, parçasi oldugu ABD yönetiminin, ülkenin güç
çesitliliginin dogru biçimde harmanlanmasi ve amaçlanan hedeflere ulasilmasina
yönelik stratejilere dönüstürülmesi yeteneginden yoksun oldugunu da
unutuyordu...
BÖLÜM 2
ASKERI GÜÇ
Askerî güç denince akla tank,
top, tüfek gelir. Oysa askerî olanak ve yöntemler bundan çok daha fazlasini
ifade eder. Askerî yaklasim tarzlari da, sadece savasmak ve savasla tehdit etmek demek degildir.
Savasmak denince akla ilk gelen tanim, “devlet tarafindan donatilan ve organize
edilen üniformali birliklerin, baska devletlerin birlikleriyle giristigi çatisma”
seklinde yapilan tanimdir. 21. yy.
savaslarinin bir çogu, devletlerin birbirleriyle kapismalari biçiminde
degil, kendi içlerinde yaptiklari çatismalar biçimindedir, savasanlar da
genellikle üniforma giymez. Içinde
bulundugumuz çag, modern teknolojiler sayesinde tahrip ve tehdit gücü çok
yüksek, devlet statüsünde olmayan küçük gruplarla yapilan savaslarin öne
çiktigi bir çagdir.
Kavga ve Savas
Bundan 2500 yil önce Thucydides1,
Melos adasini istila edip sakinlerini kiliçtan geçirmek veya onlari esir almak
isteyen Atinali generallerin bunu niye yaptiklarini soranlara söyle demisti;
“Güçlüler yapacaklarini yapar, zayiflar da çilelerini çeker!”. Incil’de de
“Ülkeler neden birbirlerine bu denli acimasizca saldirir?” diye sorulur. Kimine
göre cevap “insan dogasi”dir, kimi klâsik gerçekçilere göre “açgözlülük”,
bazilarina göre ise “hükmetme hirsi”. Cengiz Han ve Hernan Cortes2 gibi
ünlü fatihler ise bu kavramlarin
bir karisimi olmaliydi. Anilanlardan baska, fikirler de insanlari fetihler
yapmaya yönlendirir. Muhammed’in vefatindan sonraki yüzyilda Islam’in
yayilmasi, ortaçag Hristiyan Haçli istilalari ve 19.yy’dan sonraki
milliyetçilik ve bagimsizlik akimlarinda
görüldügü gibi.
Büyük imparatorluklar ve çagdas
devlet olusumlari her ne kadar savaslar sonucu sekil almis iseler de, baski ve
zorbalik yöntemleri tek baslarina tam
hakimiyeti saglayamamistir. Uzun süre hüküm sürmüs olan Roma
Imparatorlugu bile kendisi için tehlike arz eden barbar kavimlerin mensuplarina
Roma vatandasligi vaat ederek onlari yandas haline getirmeye çalismis, böylece
bir yumusak güç olanagini kullanmistir. Orduyu beslemek zor ve masrafli bir
istir, mesafeler uzadikça masraflar artar. Oysa eger isbirligine ikna
edilebilirlerse, yerel insanlari kullanmak daha ucuz gelir.
Teknoloji sayesinde küçük
birimler, büyük topluluklari kontrol altinda tutabilmislerdir. Tüfek sayesinde
isgalci bir avuç Ispanyol’un Güney Amerika halklarini, sömürgecilik döneminde
100 bin Ingiliz asker ve yöneticisinin 300 milyonluk Hindistan’i denetim
altinda tutabilmesi buna örnektir. Ancak, basarinin sirri teknolojide degil,
isgal güçlerinin yerel halki bölmesi ve bir kismini isbirlikçi olarak kendi
yanina çekme becerisindedir. Günümüzün muhalif güçlerle mücadele doktrinleri,
halklarin gönül ve düsüncelerini kazanma çabalarina daha fazla önem verir
sekilde degismektedir.
Günümüzde kuvvetli bir orduya
sahip olma istegi, açgözlülük ve hükmetme hirsindan ziyade, güvenlik ve varligi
sürdürebilme amaçlarina yöneliktir. Taraflardan biri güvene dayali olarak
silâhlardan vaz geçer, digeri silahlanmaya devam ederse, barisçil olanin ve
etrafindakilere güven duygusuyla yaklasanin, belli bir vade içinde yok olmasi
kaçinilmazdir. Bu bakimdan askerî güç, her durum için geçerli olmasa da, hâlâ
güç türleri arasindaki en önemli olani olarak kabul görmektedir.
Askerî Güç Kullanimi Geçen Zaman
Içinde Azaldi mi?
ABD Baskani için gelecege dönük
tahmin çalismalari yapan Ulusal Istihbarat Konseyi, 21. yy. Için bu soruya
“Evet” cevabi veriyor. Sayilari bir ara 50 bine ulasmis olan nükleer
silâhlar, 1945’den bu
yana kullanilmadi ama
böyle olmasi, nükleer silâhlarin dünya siyasetinde rol
oynamadigi anlamina gelmiyor, özellikle caydiricilik özellikleriyle.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
*Thucydides (M.Ö 4395):
Peleponnes Savas larinin tarihini yazmistir. Bilimsel tarihçiligin babasi
sayilir.
*Hernan Cortes (1485-1547):
Ispanya adina Meksika’yi fetheden denizci.
____________________________________________________________________
Milli ve sosyal nedenlerle motive
olan toplumlari askerî güçle kontrol altinda tutmak çok daha masrafli bir hale
gelmistir. Iletisim olanaklarinin gelismesi, çesitlenmesi ve internet
uygulamalari sayesinde toplumlar kimliklerine daha fazla sahip çikar oldular.
Fransa 19.yy’da 34 bin kisilik bir askerî güçle Cezayir’i isgal etti ama
20.yy’a gelindiginde 600 bin kisilik bir güçle dahi bu sömürgesini elde tutmayi
basaramadi. Ev yapimi patlayicilar ve araba bombalari, isgal ordularinin
benzeri mühimmatina oranla çok daha ucuzdur. Ayrica, yabanci güçlerin isgali ile
intihar bombaciligi arasinda çok siki bir iliski vardir.
Askerî güç kullaniminin
azalmasinin bir baska nedeni de, özellikle demokratik ülkelerdeki asker
karsitligini öngören ahlâki degerlerin yükselmesidir. Süphesiz, bu degisim güç
kullanimini tamamen sonlandirmiyor ama can kayiplarinin neden oldugu tepkiler
siyasetçileri, özellikle milli menfaatlerin çok gerektirmedigi hallerde yabanci
ülkelere askerî birlik göndermekten alikoyuyor.
Son olarak da, dünyada askerî
yöntemlerle çözülmekten baska çare birakmayan sorunlarin sayisindaki azalmadan
bahsedebiliriz. Örnegin 1853 yilinda, Amerikali amiral Matthew Perry Japonlara,
eger limanlarini ticarete açmazlarsa kentlerini bombalayacagini
söyleyebilmisti. Bu yöntemin Amerika ile Japonya arasindaki güncel ticari
sorunlarin çözümünde kullanilmasi pek de faydali olmasa gerektir. Bugün Çin
sera etkisi sorununun bas aktörüdür ve her hafta yeni bir termik santrali
devreye almaktadir. Bu durum baska ülkeler üzerinde çok olumsuz etkiler yaratsa
da kimse Çin’e füze yagdirmayi düsünmüyor. Ekonomideki küresellesme ve ülkeler
arasindaki çok karmasik bagimlilik iliskileri günümüzde 19.yy’da oldugundan çok
ama çok farkli.
Askerî güç, uluslararasi
siyasetin önemli bir unsuru olmaya devam etmekle birlikte, karsilikli ekonomik bagimliliklar,
iletisim ve beynelmilel kurumlar, bazen askerî güce göre daha etkin bir rol
oynar hale gelmistir. Bir devlet mekanizmasi olarak askerî güç islevsiz kalmis
degildir. Terör örgütlerine ev sahipligi yapan Taliban hükümetinin ABD
güçlerince devrilmesi, Ingiliz ve ABD güçlerinin Saddam rejimini bertaraf
etmesi olaylarini, askerî gücün önemini koruduguna örnek olarak gösterebiliriz.
Her iki olayda da devletlere karsi girisilen bu savaslar nisbeten kolaylikla
kazanilmis olsa da, muhalif güçlere karsi barisin kazanilmasi kolay
olamamaktadir. Askerî güç bulundurmanin maliyeti ve etkinliginde meydana gelen
degisimler, bu konudaki hesaplari geçmise göre çok daha karmasik hale
getirmistir.
Savas Olgusunda Meydana Gelen
Biçimsel Degisiklikler
Savas ve askerî güç kullanimi
belki azaldi ama yok olmadi, sadece sekil degistirmekte. Olan, savas meydani ve
cephe kavramlarinin tarif edilebilir bölgeler olmaktan çikmasi, sivil / asker
ayiriminin giderek birbirine karismasidir. Orta çaglarda savaslar ancak
birkaç bin kisiyle yapiliyordu. 20.yy’da
gerçeklesen iki dünya savasinda, 7 ulus, 100 milyondan fazla
askerîni harbe soktu. Topyekûn savas niteligine bürünen çatismalarda 45 milyon
insan öldü, bir kitanin büyük bir bölümü harabeye döndü. 6 Agustos 1945’de
atilan atom bombasiyla her sey sonsuza dek degismis oldu. Topyekûn savas
döneminin sonuna gelinmisti. Ne var ki, silahli çatismalarin sonu gelmedi.
Sadece devletlerin birbirleriyle dogrudan giristigi çatisma sayisi giderek
azaldi. 1990’lara gelindiginde savaslarin çogu devletler ile silahli devlet
disi güçler arasinda gerçeklesir oldu. Bu gruplar; muhalifler, teröristler,
militanlar ve suç örgütleri seklinde örgütlendiler, kendi aralarinda
isbirligine girenler de oldu. Örnegin, Kolombiya’nin devrimci silahli güçleri,
uyusturucu kartelleriyle birlikte hareket etti, Afganistan’daki Taliban
gruplari da uluslararasi El Kaide terör örgütüyle.
Bu tür gruplar, çatismayi;
siddete dayali, belli bir düzeni olmayan operasyonlarla yerel halklari baskiyla
kontrol altinda tutma yöntemi olarak benimsemislerdir. Zayif devletlerin,
bulunduklari topraklari yönetme becerisi ve mesruiyetindeki zafiyetlerinden
istifade ederler. Kuzey Irlanda ve Balkanlarda komutanlik yapmis Ingiliz
general Rupert Smity bu durumu “halklar arasindaki savas” olarak tanimlar. Bu
savaslar çok ender olarak bildigimiz savas meydanlarinda, geleneksel askerî
güçler tarafindan sona erdirilir. Bunlar, konvansiyonel silâhlarin, yasa disi
taktiklerin, terörizmin ve kriminal davranislarin birbirine karistigi hibrit
savaslardir. Yogun nüfusun yasadigi Lübnan’da 2006 yilinda yasanan, bilahare
Gazze’de Hizbullah ile Israil arasinda gerçeklesen savas böyle bir savasti. Her
cep telefonunda bulunan kamera ve her bilgisayarda kullanilan Photoshop
sayesinde , çatisma süresi boyunca bilgi savasi da üst düzeydeydi. Bazi
teorisyenler, savasin bu yeni biçimini “asimetrik savas” olarak tanimlamistir.
Sovyetlerin dagilmasindan sonra
geleneksel savas yetenegi açisindan “simetri” ciddi biçimde ABD lehine bozuldu.
Amerikan ordusu üstün hava gücü sayesinde neredeyse hiç kayip vermeden Çöl
Firtinasi (Irak) ve Kosova operasyonlarini tamamladi. Bu güçle basa
çikilamiyacagini anlayan hasim taraflar ise, içinde elektronik, diplomatik,
ekonomik, sibernetik, taseron terör unsurlari da dahil, belirgin hiçbir kurali
olmayan “sinirsiz savas” stratejisini gelistirdi. Aslinda, asimetrinin
üstesinden gelebilmek için geleneksel olmayan taktiklerin kullanilmasi hiç de yeni bir sey degildir. Bundan 2 bin
yil önce Sun Tzu3, en iyisinin, hiç savasmadan kazanmak oldugunu söylemisti.
Iste bu kurami yasal devletler kadar terörist olusumlar da bilmektedir.
Terörist taktikler büyük güçleri
hirpalamayi öngörür. Eylemleri, sert tepkileri tahrik eder, güçlünün intikam
amaciyla uyguladigi sertlik ise bizzat kendi imajini zedeler. Nitekim, Osama
bin Ladin’in tahrik tuzagina düsen ABD, uyguladigi sertlikle tüm Müslüman
dünyasindaki müttefikliklerini zayiflatmistir.,
ABD, savaslarin degismekte
oldugunu kavramakta yavas kalmisti. Donald Rumsfeld’in 2001 yilinda Savunma
Bakani olmasiyla yeni teknolojilere büyük
yatirim yapilarak degisimler yakalanmaya çalisilmis ve dogru da yapilmisti
ama yanlis olan bunun yeterli olacagini düsünmekti. Max Boot 4 savas alanindaki
teknolojik gelismeleri dört kategoriye ayirir; barut devrimi, 19. yy. Yil
Sanayi Devrimi, 20. yy. Baslarindaki ikinci Sanayi Devrimi ve içinde
bulundugumuz Bilisim Devrimi. Boot’a göre tarih, süper güçlerin bu devrimleri
iskalama örnekleriyle doludur. Mogollar Barut Devrimini, Çinliler, Türkler ve
Hintliler Sanayi Devrimini, Ingilizler
ve Fransizlar ikinci Sanayi
devriminin önemli bir bölümünü ve Sovyetler de Bilisim Devrimini
iskalamislardir. Sonuçlar ortada
_______________________________________________________
*Sun Tzu: Dünyanin en eski
askerî strateji ve uluslararsi iliskiler çalismasi olarak bilinen “Savas
Sanati” adli eserin Çin’li yazari
______________________________________________
Öte yandan teknolojiye gereginden
fazla bel baglamak da pahaliya
patlayabilir. Teknoloji, iki yani keskin kiliç gibidir, istenilmeyen
kisilerin eline geçmesi ve üreteni vurmasi çok büyük bir olasiliktir. Nitekim
Amerikalilar, 2009 yilinda düsman bilgisayar korsanlarinin (hacker) 30 dolarlik
basit bir düzenekle insansiz hava araci Predator’larin yazilimlarini berbat
ettiklerine hayretle sahit olmuslardi. Araba bombalarinin, akilli bombalara kök
söktürdükleri de unutulmamali. 2006 yilina gelindiginde, general D. Patreus önderliginde
gelistirilen, isyanci unsurlarla mücadele talimnamesinde öncelik listesinin
tepesine, düsmani yok etmek yerine sivil halki korumak konulmustu. Artik gerçek
savas, muhalif “balik”larin, sivil “deniz”lerde yüzmesini engellemek biçiminde
gerçeklesecekti. Aslolan, insanlarin gönüllerini ve düsüncelerini, yumusak güç
yöntemleriyle kazanmakti. Ne var ki, bu yöntemlerin maliyeti,
sürdürülebilirligi ve etkinligi, Bati kamuoyunun bazi süphecileri tarafindan
sorgulanmaktadir. Bir Afgan savasçinin söyledigi gibi; “Saat sizin kolunuzda
ama zaman bizim!”.
Kültürel muhafazakârlik,
güvensizlik, sivil kayiplar ve yolsuzluk kültürü, yumusak güçle kalpleri ve
zihinleri kazanmayi zorlastirmaktadir. Bir RAND raporu su cümlelerle sonlanir:
“Islamî muhaliflerle savasimdaki en büyük zafiyet Amerikan ates gücünün sinirli
olmasi degil, Islamî zorbaliga alternatif olma iddiasindaki rejimlerin
yeteneksizligi ve mesruiyetten uzak oluslari, yâni bizzat kendileridir”.
Dört yilda bir yayinlanan
Pentagon Savunma Elestirileri Raporu’nun 2010 nüshasinda, devletler arasi
savasin yani sira, ulusal güvenlik açisindan tehdit olusturan açik deniz
korsanligi, nükleer silâhlarin yayilmasi, uluslararasi suç, uluslar ötesi
terörizm, ve dogal âfetler gibi olgulara karsi doktrinler gelistirilmektedir.
Buna göre teknolojinin gücü fazla abartilmamali, özellikle kara savaslari
açisindan teknolojik yetenegin, geleneksel savas yöntemlerinin yerini alacagi
varsayilmamalidir. Bu görüs, birliklerin nasil bir egitimden geçirilmesi
gerektigi ve kisitli mali kaynaklardan savunma bütçesine ne büyüklükte bir pay
ayrilmasi gerektigi gibi sorulari çok karmasik bir hale getirmektedir.
________________________________________________________________________
Max Boot (1969): Milliyetçi
bir Amerika’li askerî tarih uzmani.
_________________________________________________________________________________
Askerî Olanaklar Davranis
Tarzlarini Nasil Etkiler?
Askerî planlamacilar, sürekli
olarak ülkesel güç kaynak ve yeteneklerini hasim ülkeninkilerle mukayese ederler.
Nüfus, bütçe, askerî altyapi, silâh envanteri, organizasyon, yenilikçilik gibi
bir dizi unsur, enine boyuna incelenir. Ancak tüm uzmanlarin üzerinde anlastigi
bir konu vardir ki o da, tüm imkânlarin kullanilmasina karsin uygulamada karsi
tarafin tutum ve tavrinda istenilen degisiklikleri meydana getirilemiyorsa, bu
yetenekler bir ise yaramamis demektir. Kaynak ve olanaklari, amaçlanan
sonuçlarin alinmasina dönüstüren stratejiler, akilli askerî güç kavraminin
anahtaridir.
Askerî olanaklarla güç kullanimi,
dört farkli tarzda uygulanir; (1) Fiziki olarak çatismak ve tahrip etmek, (2)
Baski içeren siyaset sürecinde tehdit unsuru olarak kullanmak, (3) Barisin
korunup sürekli kilinmasi ve koruma semsiyesi altina alma vaadiyle yandas
edinmek, (4) Bu gücü muhtelif yardimlara dönük olarak kullanmak. Bu
uygulamalarin basarisi, gücün hedef toplumlar üzerindeki etkisini dogru
hesaplamaktan geçer. Çünkü seçilen stratejinin dogruluguna bagli olarak sonuç
“kabullenme” de olabilir “direnis” de.
Çatisma
Çatismanin basarisi, yetenek ve
mesruiyet ile baglantilidir. Asker sayisi, donanim, teknoloji, egitim, malî
kaynaklar gibi ölçülebilen unsurlar kadar bu unsurlarin dogru biçimde
kullanimina yarayan stratejik bilgi, saglam doktrinler, siyasi inançlar
konusunda derinlemesine bilinç gibi yetenekler de, gücün bu tarz
uygulanmasindaki basariya etki eder. Tanri, sadece daha büyük birliklere
sahip olanin yaninda degildir. Uzun
süreli savaslarda fazla bir basari sanslari olmasa da küçük uluslar dahi
çatisma yeteneklerini etkinlikle kullandiklarinda düsmana kolay lokma olmaktan
korunabilmektedirler. Isviçre ve Singapur buna örnektir. Mesruiyet ise daha
bulanik bir alandir zira sübjektiftir, çesitlilik arz eder ve evrensel bir
nitelik tasidigina ender rastlanir. Ancak gerek hedef alinan toplum, gerekse
üçüncü taraflar nezdindeki mesruiyet algisi, hedefin nasil bir tepki verecegi
(çabuk bir teslimiyet mi, çatismalarin uzamasi mi?) ve güç kullaniminin
bedelinin ne olacagi ile ilgilidir. Mesruiyet algisini BM’deki siyasi
manevralar, sivil toplum örgütleri, medya tarafindan takinilan tavir,
internetteki sosyal paylasim platformlari ve cep telefonlari da çok etkiler.
2003 Irak savasinin hemen sonrasinda ABD lehine olusan mesruiyet algisinin
bilahare, yagmalarin, mezhep kavgalarinin önlenememesi sonucunda nasil tersine
döndügü unutulmamalidir. Ebu Gureyb cezaevi olaylari gibi deneyimler, zamanla
doga içerisinde yok olup giden nesnelere benzemiyor. Öldürülen direnisçi
sayisi, tahrip edilen altyapi nedeniyle 2006 yilindaki Hizbullah – Israil
çatismasi da benzer sekilde, baslangiçta Israil’in üstünlügü olarak
algilanmisti ama TV benzeri iletisim kanallarinin akillica kullanimi sonucu
dünya kamuoyunda, Israil’in
saldirganligi ve Hizbullah’in zaferi olarak tescillendi.
Rusya istedigi kadar Gürcistan’a
yaptiginin NATO’nun, Kosova’ya yaptigindan farkli olmadigini savunsa da
(ikisinin de BM onayi yoktu) Kosova’da yapilanin mesru, kendi yaptiginin
gayrimesru oldugu algisini degistiremedi. Savas teorisi bize, çatismanin nedeni
kadar, çatismada kullanilan yöntemlerin de mesruiyetin olusmasinda etkin
oldugunu hatirlatmaktadir.
Baski siyaseti
Askerî gücün siyasi bir baski
araci olarak kullanilmasi, tehdidin inanilirligina ve bedeline baglidir. Güç
kullanma tehdidi, dayatma veya caydirma amaçli kullanilabilir. Tehditlerin kof
çikmasi, direnisi güçlendirdigi kadar, sonucun ne olacagini bekleyen üçüncü
taraflari da olumsuz etkiler. Donanmalarin okyanuslarda bayrak dalgalandirmasi,
ulusal bayramlarda görkemli geçit törenleri yapilmasi, baski siyasetinin klâsik
örnekleridir. Yakin geçmiste Çin’in dünya yörüngesinde kendisine ait bir uyduyu patlatip yok etmesi, ABD’nin
uzayin tek hakimi olmadigi yolunda bir hatirlatmaydi.
Koruma
Askerî gücün müttefik ülkelere
koruma saglama amaçli kullanilmasi da uygulanan stratejilerin inandirici
olmasini gerektirir. 2009 yilinda Rusya’nin yaptigi genis çapli bir tatbikat
sirasinda ABD donanmasinin Baltik denizinde dolanmasi, çevre ülkelere “korkmayin yalniz degilsiniz”
mesaji veriyordu. Korumanin derecesi, koruyanin bölgedeki çikarlarinin çapiyla
orantilidir. Amerika’nin, Japonya ve Kore’de kara birlikleri bulundurmasi, bir
çatisma durumunda can kayiplarinin göze alindiginin ifadesidir ki bu da diplomatik
sözlerle saglanabilecek inandiriciliktan çok daha fazladir.
NATO benzeri askerî ittifaklar,
ABD’nin sert güç kullanma yetenegini artirdigi kadar kurulan iliskiler ve
yaratilan cazibe ortami sayesinde yumusak güç anlaminda da kapasitesini yükseltmistir.
Bu iki gücün birlesmesi ise soguk savas döneminde Atlantik bölgesinde
istikrarin ve ekonomik refahin saglanmasina yaramistir. Buna mukabil, ABD’nin
S. Arabistan’a sagladigi koruma, resmi bir ittifak mahiyetinde olmayip dar
kapsamli pazarliklar çerçevesinde belirlenen milli çikar edinimine yönelik bazi garantilerden ibarettir. Ortaya
çikardigi yumusak güç kisitlidir ama yine de Suudi enerji politikalarinin, ABD
çikarlarina uygun biçimde sekillenmesine yaramistir.
Çatisma bölgelerinde saglanan
ateskesin korunmasina yönelik olarak
kullanilan askerî olanaklar da sert ve yumusak güç unsurlarini
barindirir. Basarisi ise bu unsurlarin kullaniminda gösterilecek hassasiyet ve
beceriyle ilgilidir.
Yardimlar
Askerî güce, yabanci ordularin
egitilmesi, müsterek tatbikatlar yapilmasi, insanî yardimlar saglanmasi ve
dogal felaketlerle bas edilmesi baglamlarinda da bas vurulabilir. Bu tür
uygulamalar hem sert, hem yumusak güç kapasitelerinin yükseltilmesi bakimindan
yararlidir. Örnegin ABD ordusu, Irak ve Afganistan ordularini egitme sürecinde,
kendisi de isyancilarla mücadele konusunda çok sey ögrenmistir. Bu egitimler
sirasinda belli sempati ortami yaratilabilirse bu, silahli kuvvetlerin yumusak
güç olusturmasi anlamina gelir.
Öte yandan, askerî olanaklar, hem
sert hem yumusak güç üretebilir. Önemli olan, kaynagini baris severlikten,
yetenekten, mesruiyet ve güvenden alan yumusak gücün, sert güçle birlikte,
dogru stratejiler çerçevesinde harmanlanmasi ve sonuçta ortaya akilli askerî
gücün çikarilmasidir.
Askerî Gücün Gelecegi
Obama, 2009 yilinda aldigi Nobel
Baris Ödülünü kabul konusmasinda sunlari söylemisti: “Kendi yasam sürecimiz
içerisinde siddet dolu çatismalari önlememizin mümkün olamayacagini kabullenmek
zorundayiz. Öyle zamanlar gelecektir ki, uluslar bazen tek baslarina, bazen bir
ittifak halinde hareket ederek güç kullanmayi sadece gerekli görmekle
kalmayacak, bunu bir ahlâkî mecburiyet olarak uygulayacaklardir”. 21.yy’da,
önceki çaglara göre devletler arasi savaslarla birlikte iç savaslarin da azaldigini
görecegiz. Ama mantikli uluslar, savas tehdidine karsi pahali sigorta
poliçeleri satin almaya devam edecekler ve ana sigortaci da ABD olacaktir.
Askerî güç en alt düzeyde de olsa
(normlar, kurumlar, ve iliskilerle birlikte) dünya nizaminin sürmesini mümkün
kilmaya devam edecektir. Askerî güç, sagladigi güven duygusu yönüyle oksijene
benzer, iyice azaldiginda gerçek önemi anlasilir. Ihtiyaç aninda yoklugunun
önemi öylesine ortaya çikar ki, geride kalan her sey teferruattir.
BÖLÜM 3
EKONOMIK GÜÇ
Soguk savasin sonunda bazi
düsünürle “jeopolitigin” yerini “jeoekonomi”nin aldigini söylediler. Havuçlar
sopalardan daha önemli konuma gelmekteydi. 19. yy. Liberalleri, ticaret ve
finans alaninda gelisen karsilikli bagimliligin savaslari gereksiz hale getirecegi
görüsünü savunuyordu. Buna cevap gerçekçilerden geldi; 1914’de Ingiltere ve
Almanya birbirlerinin ana ticaret ortagi idiler ama bu, küresel bir ekonomik
entegrasyon saglama idealinin yarim yüzyil ötelenmesine yol açan muazzam bir
yangini önleyemedi. Bunlara göre piyasalarin bir düzen içinde isleyebilmesi
için siyasi bir yapi gerekliydi. 19.yy’da “serbest ticaret” diye anilan kavram,
büyük ölçüde donanmanin gücüne yaslanmaktaydi. Ne de olsa, askerî güçle sonuç
alma süreci, piyasalarin isleyis sürecine göre daha hizli ve etkiliydi.
Her iki tarafin da hakli oldugu
yönler vardir. Eger niyetiniz katiri suyun basina götürmekse havuç, sopaya göre
daha etkilidir ama niyetiniz katiri sahibinin elinden almaksa silâh daha çok
ise yarayabilir. Siyaset dünyasinda silahli kuvvetler “gücün nihaî biçimi”
olarak tanimlanir, böyle bir güce sahip olmaksa ancak canli ve saglikli bir ekonomiye sahip olmakla mümkündür.
Büyük ve basarili bir ekonomi
sadece sert güç olanaklari saglamaya degil, yarattigi çekim alaniyla, yumusak
güç olanaklari saglamaya da yarar. Gerek sert gücün, gerekse yumusak gücün
dayandigi temel ekonomik unsurlar, GSYIH’nin büyüklügü ve kalitesi, kisi basi
milli gelir, teknolojinin seviyesi, dogal kaynaklar ve insan kaynaklari,
piyasalar için gerekli olan yasal ve siyasal kurumlar, ayrica ticaret, finans
ve rekabet gibi özel alanlara yönelik imkânlardir.
Serbest piyasa sartlarinda,
taraflar arasinda özgürce yapilan bir pazarlik
sonucu gerçeklesen alisveris, her iki taraf için de, mutlak çikar
anlaminda kazançlidir. Ancak siyaset aleminde mutlak kazancin ötesinde dolayli
kazançlar önem kazanir. Örnegin, Fransa, 19.yy’da Almanya ile yaptigi
ticaretten çok memnundu ve iyi kazaniyordu ancak bu alisveristen Almanya da
kazaniyor, giderek zenginlesiyor ve askerî gücünü artiriyordu. Isin bu yönü
Fransa’nin hiç hosuna gitmiyordu dogal olarak. Ekonomik büyüme, paylasilacak
pastayi genisletir ama hangi tarafin daha büyük dilimi alacagini göreli güçler
tayin eder.
Ülkelerin piyasalari
yapilandirmak amaciyla bas vurdugu uzun enstrümanlar listesinde, gümrük
vergileri, kotalar, yasal yaptirimlar, döviz kurlarinin manipüle edilmesi,
dogal kaynaklarin kullanimini kartellestirmek, kalkinma yardimlari gibi
unsurlar bulunur. Ama ekonomik gücü kullanma amaçli politikalarin en önemli
boyutu, baskalarini kendine, onlara duydugun ihtiyaçtan daha fazla muhtaç hale
getirebilmektir.
Karsilikli Ekonomik Bagimlilik ve
Güç
Ülkeler piyasa dinamiklerinin
itmesiyle birbirlerine bagimli hale geldikçe bu bagimliligi o sekilde
yapilandirmaya çalisirlar ki müsterek çikarlarin daha büyük bir bölümü kendi
taraflarinda kalsin ve böylece baska maksatlar için kullanabilecekleri güç
türleri artsin. “Karsilikli Bagimlilik” kavrami içinde kisa süreçte
“hassasiyetler”, uzun süreçte “savunmasiz kalmak” baglamlari bulunur.
“Hassasiyet”, bir tarafta meydana gelen degisimlerin, diger tarafi hangi hizda
etkiledigi ile ilgili bir konudur. 2008 yilinda New York’da Lehman Brothers’in
batisi, dünya piyasalarini çok kisa süre içinde etkilemisti. Hassasiyetin
yüksek seviyede olmasi ile savunmasiz kalmak ayni seyler degildir. “Savunmasiz
Kalmak” karsilikli bagimlilik sistemi içerisindeki yapisal degisikliklerin
taraflara ödettigi göreli bedel ile ilgilidir. Savunmasiz birakmak, hassas
hale getirmeye oranla
daha büyük bir
gücü ifade eder.
ABD, 1998 yilinda Dogu Asya’da meydana gelen krizlere
karsi hassasti ama savunmasiz kalmadi çünkü güçlü bir ekonomik yapisi vardi,
büyüme hizi % 0,5 düstü, o kadar. Öte yandan Endonezya ayni kriz sirasinda
küresel ticaret ve yatirim aliskanliklarindaki degisime karsi hem hassasti hem
de bu degisimler nedeniyle savunmasiz kaldi, ekonomisi ciddi çöküs yasadi, bu
da siyasi çatismalara yol açti.
“Simetri” karsilikli bagimliligin
nispeten dengeli oldugu durumlari ifade eder. Daha az bagimli olmak bir güç
kaynagina sahip olmak demektir. Ekonomik gücün önemli bir boyutu karsilikli
bagimliligin simetrisini kendi lehine bozabilmektir. 1980’lerde Baskan Reagan
vergileri düsürüp harcamalari arttirmisti. ABD, bütçe açiklarini yamamak için
Japon sermayesine muhtaç hale geldi. Bazilarina göre bu durum Japonya’ya ABD
karsisinda muazzam bir güç kazandirmisti. Ancak Japonya Amerika’ya borç vermeyi
durdursa, bu ülkedeki ekonomi sarsilacak ve bundan ABD’deki Japon yatirimlari
da olumsuz etkilenecekti. Amerikan ekonomisinin yari büyüklügündeki Japon
ekonomisi de ihracat açisindan ABD piyasalarina muhtaçti. Kisacasi birlerine
ihtiyaçlari vardi ve bundan yararlandilar. Benzeri bir durum bugün Çin’le
Amerika arasinda yasaniyor. Çin’in 2,5 trilyon dolarlik muazzam bir döviz
rezervi bulunuyor. Bunun büyük bir bölümü ABD hazine bonolarina bagli. Bu
Dolarlarin satisi halinde Amerika’nin dizleri üzerine çökecegi söyleniyor ama
düsen dolar fiyatlari Çin’in rezervlerinin degerini de düsürür. Ayrica ABD ucuz
Çin mallarini almak konusunda eskisi kadar istahli olmaz, malini satamayan
Çin’de issizlik sorunlari çikar, bu da siyasi karisikliklara yol açar. Özetle
ABD dizleri üzerine çökebilir ama Çin yerlerde sürünür.
2010 yilinda Amerika’nin Tayvan’a
silâh satmasi Çinlileri kizdirdi. Tepki olarak ABD Hazine Bonolarinin satisi
gündeme geldi. Çin’de kimse bu öneriye kulak asmadi. Döviz rezervlerinden
sorumlu Çinli yetkili durumu söyle özetledi: “Çin’in ABD bonolarina yatirim
yapmasi benimsemis oldugumuz bir piyasa üslubudur, bunu siyasilestirmek
istemiyoruz.”
Her seye ragmen denge, istikrarin
güvencesi degildir. Beklenmeyen sonuçlar doguracak yol kazalari her zaman
mümkün oldugu gibi, ülkelerin savunmasiz kalmama adina yaptiklari manevralar da
tehlike arz eder. Ekonomik gücün önemli bir unsuru döviz piyasalarindaki
simetri bozuklugudur çünkü ticarî hayat ve para piyasalari üzerinde derin
etkileri vardir. Döviz piyasalarinin manipülasyonundan önemli bir parasal güç
dogar. Çin Yuani’nin konvertibilitesini kisitli tutmaktadir. Amaci, iç pazarina
yönelik kararlarini, uluslararasi döviz piyasalarinin dikte ettigi sartlarin
etkisinden kurtarmaktir. Bu Çin’e rekabet üstünlügü saglamaktadir.
Ülke parasinin, uluslararasi
rezerv dövizi olarak kullanilmasi o ülkeye önemli bir güç katar. 1998’deki Dogu
Asya krizinin asilmasi için IMF’nin Endonezya ve Güney Kore’ye dayattigi
sartlara bir bakin, bir de 2008 malî krizi sirasindaki duruma uyum saglama
sürecindeki ABD’nin elinin rahatligina. Bu rahatlik, ABD’nin bütün dis
borçlarinin kendi milli para birimine dayali olmasindan kaynaklaniyordu. Dünya
rezervlerinin büyük bölümünü olusturan para birimi hangi ülkeninse o ülkenin
büyük bir dayatma gücü var demektir. Örnegin Süveys problemi nedeniyle Fransa
ve Ingiltere’nin 1956 yilinda Misir’i isgal etmeleri, Ingiliz Sterlinini malî
piyasalarda krize soktu. ABD, Süveys’ten çekilmesi sartiyla Sterlini
destekleyecegini söyleyince bu is Ingiltere’nin hiç hosuna gitmedi ama
söyleneni yapmaktan baska bir
çaresi de yoktu.
Amerika’nin askerî gücü, parasina
duyulan güvenin ana nedenidir. Güven duyulan para degerlidir, bunun da bazi
bedelleri vardir. Örnegin Dolar’in dünya piyasalarindaki hakimiyeti, rekabet
dezavantaji nedeniyle malini ihraç etmekte zorlanan Amerikali üreticiyi
fazlasiyla üzmektedir. Ama görünen odur ki, ABD ekonomisinin büyüklügü, para
piyasalarinin genisligi ve derinligi nedeniyle Dolar en azindan gelecek on yil
veya daha uzun bir süre boyunca dünya rezerv parasi olma özelligini
koruyacaktir.
ABD bütçe açiklarinin Çin döviz
rezervleriyle kapatilmasi biçimindeki asimetrik dengenin degistirilmesi
anlaminda her iki taraf da fazla bir acele içinde gözükmemekle birlikte ABD,
Çin’in uluslararasi forumlardaki etkinliginin kontrollü bir biçimde
yükselmesine göz yummaktadir.
Dogal Kaynaklar
Zengin dogal kaynaklara sahip
olmanin, büyük ekonomik güce sahip olmakla
es anlamli oldugu düsünülür. Oysa dogal kaynak fukarasi Japonya’nin
zenginligi, bu varsayimi çürütüyor. Dogal kaynaklarin azligi, bir ülkenin düsük
ekonomik güce sahip olduguna dair
yeterli bir gösterge degildir. Mesele, ülkenin savunmasiz olup olmadigiyla
ilgilidir. Bu ise, dogal kaynak konusu ürünün alternatifi olup olmadigina,
tedarik kaynaklarinda çesitliligin saglanabilip saglanamadigina baglidir.
1970’li yillarda bazi
teorisyenler, ABD’nin 13 temel sanayi girdisini teskil eden maddeler konusunda
savunmasiz kalabilecegi alarmini verdi. ABD, alüminyum, krom, manganez ve nikel
ihtiyacinin %90’ini ithal etmek zorundaydi. Bunlarin üreticileri, petrolcülerin
örneginde görüldügü gibi kartellesebilirlerdi. Ama takip eden yillarda fiyatlar
yükselecegine düstü! Teorisyenler, sanayideki girdilere alternatif olabilecek
baska girdilerin de kullanilabilme olasiligini ve teknolojik ilerlemenin
yaratacagi faydalari dogru hesaplayamamis ve tahminlerinde yanilmislardi.
Petrol, Gaz ve Ekonomik Güç
Gerek siyasi, gerekse ekonomik
anlamda petrol dünyanin en önemli ham maddesidir ve 21. yy. boyunca da öyle
kalmaya namzettir. Her ne kadar artiyor olsa da Çin’in %8’lik tüketimine
karsilik ABD, dünya petrolünün % 20’sini tüketmektedir. Bilinen 1 Trilyon
varillik rezerv nedeniyle petrolün yakin bir zamanda tükenecegini düsünmek
yersizdir ama bu rezervlerin % 66’sinin Basra körfezinde olmasi, bu bölgedeki
istikrarin dünya ekonomisi açisindan önemine isaret eder.
1960’larda, petrol ticareti,
büyük tüketici ülkelerin hükümetleriyle yakindan iliskili özel bir oligopol’un
elindeydi. Agirlikla Ingiliz ve Amerikan menseli 7 büyük sirket (bunlara 7 kiz
kardes denilirdi) tüketimin fazla oldugu zengin ülkelerdeki talebe göre arzi
düzenlerdi. Fiyat da bu zengin ülkelerdeki sartlara göre olusurdu. Askerî
anlamdaki güçlü ülkeler petrol piyasasindaki bu dengesiz yapiyi korumak için
zaman zaman müdahalelerde bulunurdu. Örnegin, 1953 yilinda millilestirme yanlilarinin Iran Sahini devirmeye yönelik
tesebbüsü, Ingiliz ve Amerikan güçlerince üstü örtülü bir biçimde önlendi.
1973 petrol krizinden sonra,
zengin ülkelerden, nispeten zayif ülkelere dogru muazzam bir güç ve zenginlik
transferi oldu. Ne miktarda üretim yapilacagi bizzat üretici ülkeler tarafindan
belirlenmeye baslaninca, fiyat olusumunda da bu ülkeler daha fazla söz sahibi
olur bir konuma geldiler. Bu degisim genellikle, petrol üreticisi ülkelerin
OPEC çatisi altinda gruplasmasina baglandi ama OPEC 1960 yilinda kurulmustu,
oysa degisimler 1973 yilinda meydana geldi. Bu zamanlamanin nedeni, OPEC
ülkelerinin yarisinin, ancak 1973’de bagimsizliklarina kavusmasidir. Bu tarihe
kadar Avrupa ülkelerinin sömürgesi idiler.
Milliyetçiligin yükselmesiyle,
askerî müdahalelerin de maliyeti yükseldi. Ingiltere ve ABD’nin 1953 yilinda
Iran’a yaptiklari müdahalenin maliyeti nispeten düsüktü, 1979 Islam devriminden
sonra bu ülkeye yapilacak bir müdahalenin maliyeti, altindan kalkilamayacak
boyutta olurdu.
1956 ve 1967 yillarinda Arap ülkelerinin
uygulamaya çalistigi petrol ambargosu
basarili olamadi çünkü, olusan arz açigini ABD kendi kaynaklariyla
kapatabiliyordu. 1971’de ABD’nin üretim kapasitesi zorlanmaya baslayip ithalat
baslatilinca, petrol piyasalarindaki hakimiyet S. Arabistan ve Iran gibi
ülkelere geçti. ABD artik, petrol darligina düsen ülkelerin basvurabilecekleri
son çare tedarikçisi olma özelligini yitirmisti. Bu dönemde 7 kiz kardes,
önemini büyük ölçüde kaybetti.
Ilk baslarda, sermaye, teknoloji
ve pazarlama gücü açilarindan tekel olma konumundaki çok uluslu sirketler,
dogal kaynaklarin bulundugu fakir ülkelere
giderler ve yaptiklari anlasmalarla hizmetleri karsiliginda aslan payini
alirlardi. Zaman içerisinde, fakir ülkeler paylarini arttirmanin pesine
düstüler. Monopollerin çikip gitme tehditleri önemini yitirmisti zira geçen
zaman içinde malin esas sahipleri isi kendileri yapabilir seviyeye gelmisti.
Çok uluslu sirketlerin petrol rezervlerini kontrol etme orani günümüzde %
5’lere kadar düsmüstür, % 95 devlet sirketleri tarafindan yönetilmektedir.
Piyasalarda fiyat ve talebin
düstügü dönemlerde, güçlü kartellerin üretim kotalari konusunda hileye
basvurmak gibi bir özellikleri bulunur. 1973 Orta Dogu Savasi, OPEC’e gücünü
gösterme firsati verdi. Arap ülkeleri 1973 savasi sirasinda arz kaynaklarini
kesti. Bu dönemde ABD’nin Basra Körfezindeki polisligini yapmakta oldugu
sanilan Iran Sahi, bir anda fiyatlari dört misli arttirdi, OPEC ülkeleri de onu
takip etti. Kriz öyle bir noktaya tirmandi ki, dönemin ABD Disisleri Bakani H. Kissinger,
eger bogazi daha
fazla sikilirsa askerî
güç kullaniminin kaçinilmaz hale
gelecegini söylemek zorunda
kaldi. Üretim %15 oraninda kisilmis, Arap ambargosu nedeniyle Amerika’ya giden
petrol %25 azalmisti. Bunun üzerine Venezuela ve Endonezya petrolü devreye
girdi. Arz talep dengesi nisbeten saglandi. Zengin ülkelerin talebinin sadece
%7-9’luk bir bölümü karsilanamamis oldu. Bu, bir “bogulma” noktasinin çok
uzagindaydi. Piyasa oyunculari, esas itibariyle kendi çikarlarinin pesindeyken,
istikrari dolayli olarak saglamislar, ekonomik çatismanin, silahli çatismaya
dönmesini önlemislerdi.
1973 yilindaki dönüm noktasinda,
petrol bir ekonomik silâh olarak ne denli güçlüydü? Petrol sayesinde Araplar
sorunlarini ABD’nin gündemine getirmeyi basardilar. Israil ile Araplar
arasindaki Yom Kippur sonrasinda gerçeklestirilen baris görüsmeleri sirasinda
ABD, Arap isteklerine karsi biraz daha hosgörülüydü ama hepsi o kadar. Petrol
silâhi, ABD’nin Orta Dogudaki temel politikalari üzerinde fazla etkili olamamisti.
Bu gün için çikaracagimiz dersler nelerdir? Cevap: Karsilikli bagimliligin
simetrisi! Petrol piyasalarinda anahtar ülke haline gelen S. Arabistan’in
ABD’de önemli yatirimlari vardi. Amerikan çikarlarina zarar verdiklerinde
bundan kendi çikarlari da zarar görecekti. Ayrica ABD’nin korumasi
altindaydilar, bu yüzden petrol silâhini dikkatli kullanmak zorundaydilar.
Petrol kaynaklarina sahip olmanin bir yandan yarattigi, diger yandan
kisitladigi güç, günümüzde de karmasik yapisini koruyor. Bulunan rezervler ve
tasarruflu kullanim teknolojilerinin gelismesiyle 90’larda petrole talep
azaldi, fiyatlar düstü. 2005’den sonra ise Asya’da büyüyen ekonomiler, basta
Çin ve Hindistan olmak üzere talebin ve paralelinde fiyatlarin yükselmesine
neden oldu. Devam edecege benzeyen bu trend nedeniyle de Basra Körfezindeki
istikrarin korunmasi, dünya siyasetinin en önemli sorunlarinin basinda kalmaya
devam edecektir.
Petrol ve dogal gaz piyasalarinin
mukayesesi ilginç bir konudur. Rusya, her ikisinin de üreticisi olmakla
birlikte gaz piyasasinda asimetriler yaratmaya daha fazla önem verir
gözükmektedir. Rus hükümeti gaz kaynaklarinin isletilmesi ve boru hatlariyla
nakledilmesi isini Gazprom sirketinin çatisi altinda, tek merkezde topladi.
Gazdan kaynaklanan ekonomik gücünü de yeri geldiginde, fiyatlar konusunda
anlasamadigi Ukrayna’ya gaz ihracatini keserek gösterdi. Daha
sonralari da, önerdigi cazip gaz
fiyatlari karsiliginda donanmasini Ukrayna limanlarinda barindirabilme hakkini
uzatma çabasina giristi. Bu girisim, ileride bir gün NATO üyesi olmayi düsleyen
Ukrayna’yi fena bir ikilemde birakti.
Almanya gaz ihtiyacinin 1/3’nü
Rusya’dan sagliyor ama bagimliligin boyutu onlari fazla tedirgin etmiyor zira
karsilikli bagimliligin simetrik oldugu ve sagladiklari gelirden kolay kolay
vazgeçemeyecekleri düsünülüyor. Bu nedenle Almanya, AB’nin Hazar dogal gazini
Rusya’ya ugramadan Avrupa’ya getirme projesine fazla ilgi göstermedi. Bunun
yerine Rus gazini, Ukrayna ve Polonya’ya muhtaç
olmadan, Kuzey Denizinin altindan
Almanya’ya getirme projesine destek verdiler. Kisacasi, Rusya boru hatti
diplomasisini ekonomik gücünü arttirmak amaciyla kullandi. Bir yandan Almanya
nezdindeki güvenilir tedarikçi
imajini saglamlastirirken, gücünü, etki alani olarak gördügü, küçük
müsterilerden olusan Baltik ülkeleri, Beyaz Rusya ve Ukrayna bölgesi üzerinde
tehdit unsuru olarak tutmayi sürdürdü. Benzer sekilde, Orta Asya ülkelerindeki
gazi, kendi boru hatlariyla Avrupa’ya ulastirma gayretine girdi ve girmesiyle de Çin’in hamlesiyle yüz
yüze geldi. Çin de kendi insa edecegi
boru hatlariyla Orta Asya gazini ülkesine getirme çabasindaydi. Daha
önemli bir olay, ABD’de büyük gaz rezervlerinin bulunmasi oldu. Gazin
sivilastirilarak gemilerle Amerika’ya tasinmasi ekonomik olmaktan çikti. Bu gaz,
ABD yerine Avrupa’ya gitmeye basladi böylece de Rusya’nin boru hatti
diplomasisinde eli zayiflamaya basladi. Içinde bulundugumuz, bilisim çaginin,
“yükte hafif, pahada agir” ekonomileri döneminde, dogal kaynaklarin önemi
Sanayi devrimi sürecindeki kadar fazla degilse de ekonomik güç olarak yine de
ihmal edilemez. Bu güç, büyük ölçüde piyasa sartlariyla ilintilidir.
Yaptirimlar: Negatif ve Pozitif
Askerî gücün ana unsurunun nasil,
fizikî çatisma tehdidi ve eylemi oldugu düsünülüyorsa, ekonomik gücün en görünür
enstrümaninin da yaptirimlar oldugu yaygin bir düsüncedir. “Yaptirim” bir
kararin uygulanmasini veya bir politikanin yürürlüge konulmasini saglamak amaci
ile olusturulmus tesvik veya caza biçimindeki önlemlerdir. Negatif veya pozitif
olabilirler. Thomas Schelling 5 yaptirimlar için, “Tehdit ile vaat, baski ile
tazminat/telafi arasindaki fark, referans çizgisini nereden çektiginize
baglidir. Çocugumuza, yatagini toplamak gibi belli bazi günlük isleri yapmasi
karsiliginda bir harçlik veririz. Bu uygulama bir aliskanlik haline geldikten
sonra, verilen görevin yerine getirilmemesi nedeniyle harçligin kesilmesi çocuk
tarafindan bir ceza olarak algilanir”. Yaptirimlarin nasil deneyimlendigi
algilara göre degisir.
Yaptirimlar devletler tarafindan
uygulanabildigi gibi Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) tarafindan da uygulanabilir.
David Baldwin’in6 yaptigi listeden 11 farkli negatif yaptirim biçiminden bazi
örnekler: ambargo, varliklarin dondurulmasi, ayirimci vergilendirme,
yardimlarin kesilmesi... Pozitif yaptirim örnekleri ise sunlardir: gümrük duvarlarinin indirilmesi,
yardim saglanmasi, yatirim vaatleri... Tüm yaptirimlarin ortak özellikleri
iktisadi islemleri, siyasi amaçlara yönelik olarak manipüle etmektir. Genis bir
pazara sahip ülkelerin, piyasayi kontrol etmek ve yaptirimlari uygulamak
konusunda daha büyük bir gücü vardir. ABD, dünyanin en büyük ekonomisine sahip
olmaktan aldigi güç sayesinde, 1996 ile 2001 yillari arasinda, yabanci ülkelere
85 yeni yaptirim uygulamisti, yani, insanligin yarisi ABD yaptirimlarindan
payini almisti. Buna ragmen yaptirimlarin ise yarayip yaramadigi tartismalidir.
O halde neden yaptirimlara bu kadar sik basvurulur? Arastirmalar,
yaptirimlarin, hedeflerin fazla büyük tutulmamasi, amacin net ve açik biçimde
anlasilir olmasi, uygulanan ülkenin, daha isin basinda zayif bir konumda bulunmasi,
____________________________________________________
*Thomas
Schelling (1921): Nobel ödüllü A.B.D.’li iktisatçi ve Dis Politika profesörü.
*David
A. Baldwin (1936): A.B.D.’li iktisatçi ve Dis Politika profesörü.
________________________________________________
önlemlerin agir olmasi, uygulama
sürecinin sinirli olmasi hallerinde, büyük ölçüde basarili oldugunu
göstermektedir. Ekonomik yaptirimlarla, amaçlanan hedeflere ulasilma olasiligi
düsükse, bunun alternatifi nedir? Askerî güç bazen daha iyi sonuç vermekte ama
maliyeti çok yüksek olmaktadir. Füze krizi sirasinda, Castro’nun Küba’sina
uygulanan yaptirimlari bir örnek olarak inceleyebiliriz. Buraya ABD tarafindan
bir askerî müdahale nükleer savasa kadar gidebilirdi. Olaya sessiz kalmak ise,
soguk savas döneminde ABD’yi Sovyet’ler karsisinda çok zayif duruma
düsürebilirdi. Yaptirimlar Castro’yu iktidardan düsüremedi ama ülkesine bir
bedel ödetti, davranislarini sinirladi ve Sovyetlerle hasir nesir olmanin
faturasinin agir oldugu konusunda tüm dünyaya bir mesaj verdi. Bu bakimdan,
uygulanacak alternatif politikalar arasindaki en etkin olani oldugu
söylenebilir (bu yaptirimlarin islevini yitirip yitirmedigi, soguk savasin sona
ermesiyle birlikte olayin boyut degistirip degistirmedigi ise ayri bir tartisma
konusudur).
Dikta rejimiyle yönetilen
ülkelere uygulanan yaptirimlar yönetici elitlerden ziyade, zaten korunmasiz
durumda olan halka zarar verir bir biçime dönüsebilir. Diktatörler de bunu,
zulmü önlemek amaciyla yaptirim uygulayan devletlerin aleyhine bir propaganda
malzemesi olarak kullanabilirler. Yaptirimlarin basarili olamadigi 90’li
yillarda, münhasiran elitleri hedefleyen “akilli yaptirimlar” uygulamasina
geçildi. Bunlar, yönetici elitlerin seyahat özgürlüklerini kisitlamak, yurt
disi hesaplarini dondurmak gibi yöntemlerdi.
Yaptirimlarin, “mesaj verme”
anlamindaki islevleri azimsanmamalidir. Hedeflenen ülkenin adini lekelemek,
STÖ’lerin sikça basvurdugu bir yöntemdir. Itibarini koruma derdine düsen
uluslarin, tutumlarina mesruiyet kazandirmak ve muhtemel bir dislanmadan
korunmak için politikalarini yumusattiklari veya degistirdikleri görülmüstür
(Güney Afrika’nin irk ayirimciligina son vermesi gibi).
Bagislar, kalkinma yardimlari ve
sair pozitif yaptirimlarin, hem sert, hem yumusak güç boyutlari vardir.
Uluslararasi forumlarda bazi küçük ülkelerin, Japonya’nin balina avciligi
politikalari lehine tavir almasi, bu ülkeden
aldiklari bagislar nedeniyledir. Rusya’nin, Gürcistan’dan ayrilip
bagimsizliklarini ilan eden Abhazya ve Dogu Osetya’yi tanimalari karsiliginda,
Pasifikteki minik bir ada ülkesi olan Nauru’ya 50 Milyon Dolar bagis yaptigi
yaygin bir iddiadir. Ayni Nauru’nun, Taipei yerine Pekin’i tanimasi mukabilinde
de Çin Halk Cumhuriyetinden 5 Milyon Dolar aldigi iddia edilmisti.
Büyük ülkeler, çesitli nedenlerle
bagis yaparlar. ABD’nin, Misir ve Israil’e yaptigi bagislar, bölgede güvenligi
saglama amaçlidir. Çin ise genellikle ham madde imtiyazlari elde etmek için
bagis yapar. Hindistan ve Brezilya gibi ekonomisi yükselen ülkeler de bagis
yapmaya baslamislardir. Bunlar (Rusya hariç) bir yandan da bagis almaya devam
ederler. Ne var ki hiç birinin defteri açik ve seffaf degildir. ABD’nin yardim
programlarina bakildiginda, Uluslararasi Kalkinma Ajansi (AID)’nin, yardim
bütçesinin, gerçekten kalkinma amaçli olarak, ancak
yarisindan azini yönettigini
görürüz. ABD, bu yardimlari sadece kalkinma amaçli olarak yapmaz, baska
hedefleri de bulunur. Zaten paranin dörtte birini de Pentagon yönetir.
Yardimlarin sirf kalkinmaya
yönelik olanlari dahi, sert ekonomik güç yaratma amaciyla kullanilabilir. ABD,
Marshall Plani çerçevesinde, GSYIH’sinin % 2’sini, 2. Dünya Savasi ile perisan
olan Avrupa ülkelerine, ekonomilerini kalkindirmalari amaciyla tahsis etmisti.
ABD, bu sayede yükselen komünizme karsi saglam bir direnç olusturarak dis
politikasinin temel amaçlarindan birini gerçeklestirebilmisti. Avrupa’nin
duydugu minnet ise, ABD’nin bölgedeki yumusak gücünü arttirmisti. Günümüzde
bazi iktisatçilar, kalkinma yardimlarinin amaçlarinin tersi yönde bir islev
kazandigini, yardim alan uluslari tembellige ve yolsuzluga ittigini iddia
etmektedir.
Yardim programlari insanî
amaçlarla da uygulanir ve iyi yönetilirse, bunun da bir yumusak güç üretme
kapasitesi vardir. Kötü yönetim ise yolsuzluga
yol açabilecegi gibi, yardim alanlarla almayanlar arasinda husumet ve
kiskançliga yol açabilir ve bu çekismelerden dolayi yardim veren zararli çikar.
Sert ve yumusak güç üretebilme kapasiteleri baglaminda her iki yaptirim
biçiminin de eksi ve arti yönleri vardir.
Ekonomik Gücün Gelecegi
Devletler, özel sektör sirketleri
ve bunlarin bir karisimi biçimindeki kurumlar, birbirleriyle sürekli olarak
pazarlik halindedirler ve bilek güresi yaparlar. Rusya’nin Gazprom’u, Çin’in
devlet kuruluslari, Dubai World gibi kraliyet vakiflari piyasanin isleyisini
çaprasik bir hale getirir ve politik manipülasyon firsatlari yaratir. Saglikli
ve büyüyen bir ekonomi, gücün tüm türlerinin temelidir. Ama 21. yüzyilin
“jeoekonomi” çagi olacagini savunmak yanlis olur. Gücün, uluslar ötesi kurumlar
da dahil olmak üzere, devlet disi sivil yapilasmalara dogru kaymasi, ekonomiyi
bir güç olarak kullanma anlaminda devletlerin elini zayiflatmaktadir. Zira, hem
piyasa sartlari degiskendir, hem piyasa oyuncularinin kontrolü zorlasmistir.
21.yy’da ekonomik gücün askerî güce oranla daha önemli hale gelecegi yolunda
genellemeler yapmak yanlistir. Ekonomik güç, “akilli güç” politikalarinin alet
kutusundaki en önemli aletlerden biri olmayi sürdürecektir yeter ki, bu
aletlerin her birinin ayri ayri islevleri iyi bilinsin ve uygun alet uygun
pazarlarda kullanilsin.
BÖLÜM 4
YUMUSAK GÜÇ
Yumusak güç, akademik bir kavram
olarak, basinda yer aldiktan sonra, Çin, Endonezya, Avrupa ve baska yerlerde
kullanilir oldu ama çogu zaman “askerî olmayan güç, yumusak güçtür” seklinde
yorumlanarak hataya düsüldü. Yumusak güç, gücün herhangi bir türü gibi iyi
ve kötü amaçlarla kullanilabilir. Hitler, Stalin ve Mao, müritlerinin
gözünde yumusak güç
sahibi kisiliklerdi ama
böyle olmasi, bahsedilen
sahsiyetleri düzgün insan yapmadi. Demek ki, insanlarin düsüncelerini egip
bükmek, kollarini bükmekten daha hayirli olmayabiliyor.
Yumusak güç, yeni bir kavram
olmakla birlikte, bir davranis biçimi, tarz olarak insanlik tarihi kadar
eskidir. Lao-tzu7 “Iyi bir lider olmanin ölçüsü bütün insanlarin o liderin
verdigi emirlere itaat etmesi degil, neredeyse liderin varligindan bile
haberdar olunmadigi hallerde islerin yolunda gitmesidir” der. 18.yy.
Avrupa’sinda Fransiz dili ve kültürünün yayginlasmasi, Fransa’ya çok önemli bir
güç kazandirmisti. 1. Dünya Savasi öncesinde ABD, savasa Ingiltere’nin mi,
yoksa Almanya’nin mi yaninda girmesi gerektigi konusunda tereddüt yasiyordu. Bu
dönemde, ABD kamuoyu nezdindeki sorun, Almanya imajinin iyi mi, kötü mü oldugu
degil, herhangi bir Almanya imaji bulunmamasiydi. Atlantik ötesi iletisim
kanallarina Ingiltere öylesine hakimdi ki, ABD kendiliginden o yöne meyletti.
Süpheciler yumusak güce, “sayisiz dis politika sinavindan çakmis sahane (!)
fikirlerden biri daha...” diye burun kivira dursunlar, geleneksel gerçekçiler
bu fikirde degildir. E.H. Carr8 1939 yilinda uluslararasi gücü su üç sinifa
ayirmisti: Askerî güç, ekonomik güç ve fikirlere hakim olma gücü. Yeni
gerçekçiler ise yumusak güce “mügalata” damgasi vurup güç kavramina salt
ölçülebilir somut kaynaklar olarak baktilar. Onlara göre güç, sadece sehirlere
ve kafalara yagdirilacak bombalardan ibaretti, bunlari atma konusundaki
fikrinizi degistirebilecek bir mefhum degil! Gerçekçilerin en azililarindan
biri olan Makyavel ise, bes yüz yil önce “Korkulasi Prensler sevimlilerinden
daha iyidir, nefret edilmesi ise en kötüsü...” demisti.
Yumusak güç, idealizm ve
liberalizmin bir türevi degildir. Istenilen sonuçlarin elde edilmesine yarayan
bir güç biçimidir. Kuvvetini, mesruiyetinden alir. Özellikle içinde
bulundugumuz bilgi çaginda. Bu gücü sadece devletler degil, sirketler, STÖ’leri, uluslararasi teröristler de
kullanir. Bir devlet politikasi olarak yumusak gücün kullanimi zordur zira sert
gücün aksine sonucu, üzerinde güç uygulananin düsünceleri tayin eder. Kamuoyu
ve politikacilar, hizli sonuç almayi severler oysa yumusak güç geç sonuç verir.
Ekonomik veya askerî güç kullanimina göre daha az riskli görünse de uygulamasi
zor, kaybi kolay, geri kazanilmasi ise çok masraflidir.
Kuzey Kore’yi nükleer
ihtiraslarinda vaz geçirme anlaminda bir ise
yaramadigini gerekçe göstererek, yumusak gücün, güç bile olmadigini
savunanlar vardir. Ama söz konusu olan, bazi bölgelerdeki, demokrasi, insan
haklari, özgürlükler gibi kavramlarin yüceltilmesi ise, yumusak güç, sert güce
oranla çok daha yararli bir yöntemdir ve “akilli güç” stratejilerinin önemli
bir unsuru haline gelecektir.
------------------------------------------------------------------
7 Lao-tzu: M.Ö 6. yüzyilda yasamis Çin’li filozof.
8 E.H. Carr (1892-1982): Liberal görüsten
Marxizm’e geçis yapmis Ingiliz tarihçi, dis politika uzmani, gazeteci.
-------------------------------------------------------------------------
Yumusak Gücü Üreten Kaynaklar
Yumusak gücün üç temel dayanagi
vardir:
Kültür (Uygulanacagi bölgenin
insanina cazip gelmesi sartiyla).
Siyasi Degerler (Gerek içerde,
gerekse disarda bu degerlere sadik kalinmasi sartiyla)
Dis Politika ( Baskalarinin bu
politikalari mesru görmeleri sartiyla)
Ekonomik kaynaklar, sert güç
kadar yumusak güç de üretebilir. Bu kaynaklar, cezbedici de olabilir, zorlayici
da. Avrupa’nin ekonomik alanda cezbedici gücüne örnek olarak, komünizmle
yönetilen Orta Avrupa ülkelerinin, birlige girebilmek için tüm mevzuatlarini
ters yüz etme konusunda gösterdikleri çaba ve Türkiye’nin insan haklari
yasalari ile ilgili yaptigi degisiklikler sayilabilir.
ABD’nin 2008 yili malî krizinden
sonra, Çin’in Asya ile ekonomisi gelismekte olan ülkeler üzerindeki yumusak
gücünün artmakta oldugu gözlemlenmektedir. Öyle ki buralarda, Pekin’in
“otoriter bir devlet ve basarili bir ekonomi” modeli, Washington’un “demokratik
devlet ve liberal piyasa ekonomisi” modeline tercih edilir hale gelmistir. Ama
söz gelimi Venezuela veya Zimbabwe gerçekten Çin modeline hayran midir yoksa bu
ülkenin genis pazari mi onlari cezbetmektedir orasi tam belli degildir. Çin’in
otoriter yaklasimlari, demokratik ülkeler için cezbedici olmaktan uzaktir.
Karakas’i cezbeden Paris’e itici gelebilir.
Askerî gücün yumusak güce destek
oldugu durumlar da vardir. ABD, Çin, Brezilya, ve diger bazi ülkelerin, askerî
kaynaklarini 2010 yilindaki Haiti depreminden sonra kurtarma faaliyetlerinde
görevlendirmeleri, bu ülkelerin yumusak güçlerini arttirmistir.
Yumusak Güç ve ABD Hegemonyasi
Bazi yorumcular, 21.yy’da yumusak
gücü kültür emperyalizminin bir biçimi olarak görmekte ve Amerikan kültürünün,
liberal bir söylem çerçevesinde hegemonya kurdugunu iddia etmektedirler.
Amerikan kültürü, her ne kadar evrensel degilse de, katilimciligin ve ifade özgürlügünün
yeserdigi bu bilgi çaginda Amerikan degerler manzumesi genis kitleler
tarafindan benimsenmektedir. Amerikan hegemonyasi söylemini yerli yerine
oturtmak için belki biraz Çin’in neler yapmakta olduguna bakilmasi gerekiyor.
Yumusak güç felsefesini iyiden
iyiye benimseyen Çin, bu tabiri resmi söylemlerinde bile kullanir olmustur. Çin
komünist partisin baskaninin 15 Ekim 2007 tarihli konusmasindan: “Ülkelerin
topyekûn güç rekabeti savasiminda zemin kazanmalarinin önemli bir unsuru haline
gelmis olan yumusak gücümüzü artirmak için kültürümüzü öne çikartmaliyiz.” Çin
bu alanda sayisiz girisim yapmis, sadece 2009, 2010 yillarinda dis tanitim için
8,9 Milyar Dolar harcamistir. Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) katilim, 2008
Olimpiyatlarinin düzenlenmesi, BM gücüne asker verme, komsulariyla sinir
anlasmazliklarini çözümleme gibi barisçil ataklari sayesinde
kendi hakkindaki yaygin korkular
inise geçmis ve diger ülkelerin, yükselen Çin gücüne denge olusturmak için
ittifak arayislari azalmistir. Ama Amerikan yumusak gücünün oldugu gibi Çin
yumusak gücünün de sinirlari vardir. Tibet’e yaptigi sert müdahale, Nobel
ödüllü insan haklari savunucusu Liu Xiaobo’ya yaptigi baskilar Çin’in yumusak
güç birikimini zayiflatmistir. CNN ve BBC ile rekabet etmek amaciyla
milyarlarca dolar harcanarak kurulan ulusal Çin TV kanallari propaganda
koktuklari için uluslararasi alanda seyirci cezbedememektedir. O kadar ki,
Hindistan’in Bollywood filmleri dahi Çin TV’lerine oranla daha fazla izleyici
çekmektedir. Saniriz bunun nedenini taninmis Çinli film yapimcisi Zhang
Yimou’nun kendisine film konularini neden hep geçmisteki olaylardan seçtigine
iliskin sorulan soruya verdigi su cevaptan anlayabiliriz: “Konularimi çagdas
Çin yasamindan seçsem filmlerim sansür tarafindan hadim edilir!”.
Yapilan son kamuoyu
arastirmalari, Çin’in bu alanda yaptigi büyük yatirimlara ragmen yumusak gücünün
etkili olamadigini ve Pakistan ile Afganistan disinda pozitif imajinin
Amerika’nin seviyesine erisemedigini göstermektedir. Bu da gösteriyor ki, eger
satilmaya çalisilan imaj, yereldeki gerçeklerle çelisiyorsa o ürün satilmiyor.
Buna ragmen Çin’in bu çabalarini küçümsemek aymazlik olur. Çin ve ABD’nin
birbirleri nezdindeki imajlari karsilikli olarak yükselirse, bu ülkelerin
çatisma ihtimalleri azalir.
Yumusak Güç Davranis Biçimleri:
Gündem Belirleme, Çekim Gücü Olusturma, Ikna Etme
Yumusak gücün, 1. Bölümde
tartisilan “iliskisel güç kapsamindaki üç ayri yön” mefhumu ile yakin bir
iliskisi bulunur. Örnek olarak, ögrencisini sigara aliskanliginda vaz geçirmeye
çalisan okul müdürünün yaklasimlarini inceleyelim. Gücün birinci yönü çerçevesinde müdür, çocugun sigara içme
yönündeki tercihini degistirmek için onu cezalandirmak veya okuldan
uzaklastirmakla tehdit edebilir (sert güç) veya saatlerce ikna etmeye ugrasir
(yumusak güç). Ikinci yönü kapsaminda, okuldaki otomatik sigara satis
noktalarini yasaklar (gündem belirlemenin sert tarzi) veya sigara içmeyi gözden
düsürmek, akla gelmesini dahi engelleyici bir ortam yaratabilmek için her
tarafa sigaranin disleri sarartici, kanser yapici etkilerini anlatan posterler
asar (yumusak güç). Üçüncü yön çerçevesinde ise, bir açik oturum tertip ederek
ögrencileri sigaranin zararlari üzerine tartistirir (yumusak güç) veya daha
ileri gider ve sigara içen azinligi dislamakla tehdit eder (sert güç). Müdürün
yumusak güce iliskin basarisi, onun
yarattigi cazibe, inandiricilik ve güvenin derecesine baglidir.
BIRINCI YÖN
BASKALARININ BASLANGIÇTAKI
TERCIHLERINI AKSI YÖNE ÇEVIRMEK
Sert: A, B’nin stratejilerini
degistirmek için kuvvet / para mekanizmalarini kullanir.
Yumusak: A, B’nin mevcut
tercihlerini degistirmek için cezbetmeye / ikna etmeye çalisir.
IKINCI YÖN
GÜNDEMIN ÇERÇEVESINI DEGISTIRMEK
VE BU ÇERÇEVE IÇINDE GÜNDEMI YENIDEN YAZMAK
Sert: A, B’nin gündemini budamak
için (B istese de istemese de) kuvvet/para kullanir.
Yumusak: A, olayi cazip
gösterecek biçimde sunar veya kurumlari yardimiyla B’nin, degisimi mesru olarak
algilamasini saglar.
ÜÇÜNCÜ YÖN
BASKALARININ TERCIHLERINI
SEKILLENDIRMEK
Sert: A,
B’nin tercihlerini sekillendirmek için
kuvvet /para kullanir (Stockholm
Sendromu).
Yumusak: A, olayi cazip
gösterecek biçimde sunar veya kurumlari yardimiyla B’nin, baslangiçtaki
tercihlerini yeniden sekillendirir.
Ülkeler bazinda cazibe yaratma
yoluyla isteklerin benimsetilmesi karmasik istir. Temel unsurlari, hosgörü,
sevecenlik, yetenek ve karizmadir. Kültür, degerler ve politikalar gibi
mefhumlarin güce dönüstürülmesi, bunlar ve bunlarin alt katmanlarindaki diger
unsurlar sayesinde gerçeklesir. Bir toplum için çekim gücü yaratan bir deger,
baska bir toplum için itici olabilir. (Hollywood filmlerindeki özgür kadin modeli,
Rio’da baska Riyad’da baska algilanir).
Ikna metodu, cazibe yöntemiyle
benzerdir ve içinde bir miktar manipülasyon barindirir (Olumluyu öne çikarma,
olumsuzu gizleme). Cazip söylemlerle ambalajlanmis bir dava büyük çogunlukla
hedef toplum tarafindan ikna edici bulunur ama açik biçimde propaganda
kokuyorsa ikna ediciligini yitirir. Yumusak gücün olusmasini, büyük ölçüde,
hedef alinan toplumun algilari belirler.
Yumusak Gücün Isleyisi
Yumusak gücün, dogrudan veya
dolayli isleyis biçimleri vardir. Baskan Obama’nin G 20 toplantisinda yaptigi
ikna edici konusma, katilimci ülkelerin, az gelismis ülkelere yardim
taahhütlerini arttirmisti. Bu dogrudan isleyistir. Daha sik görülen isleyis tarzi
ise iki adimdan olusur. Önce toplumlar etki altina alinir, o toplumlar bilâhare
kendi liderini etki altina alir. Yumusak güç uygulamalarinin neden/sonuç iliskisi,
bu biçimlere göre
farklilik arz eder.
Amaçlanan hedeflere ulasilip
ulasilmadigiyla ilgili kamuoyu yoklamalari ancak yaklasik neticeleri yansitir.
Hükümetlerin çogu kamuoyu yoklamalarini fazla ciddiye almaz ama bu tavir,
yumusak gücün safsatadan ibaret oldugu anlamina gelmemelidir. Yumusak gücün,
politika olusturanlar üzerindeki dogrudan etkilerine anlamli bir örnek, ögrenci
degisim programlaridir. Hali hazirda görevde bulunan 46 devlet baskani ile
geçmiste devlet baskanligi yapmis 165 kisi ABD üniversitelerinde egitim
almislardir. ABD’ye, bir yilda,
üniversite egitimi için 750 bin ögrenci geldigi düsünülürse, bu gücün etkinligi
daha iyi anlasilir.
Yumusak gücün asagidan yukariya
dogru isledigi durumlarda toplumun yöneticileri etkilemesi, liderlere,
istenileni yaptirmak veya caydirmak yönünde olabilir. Örnegin 2003 Irak
olaylari sirasinda Türk kamuoyu, karar vericileri, ABD birliklerinin ülke
topraklari üzerinden Iraga geçmelerine izin vermemeleri yönünde etkilemisti.
Birlikler Türk topraklarini kullanamadi. Böylece Bush yönetimi, yumusak gücünü
iyi kullanamayarak kendi sert gücünün zedelenmesine yol açmisti. Yumusak gücün
hedefi, genis kitleleri etkileyerek kamuoyu olusturmak ve tavir degisikligi
saglamaktir. Ikinci dünya savasi sirasinda, ABD, Avrupa’yi sadece askerî ve
mali gücüyle (Marshall Programi) degil, yeri geldiginde Hollywood’u da arkasina
alarak, kültürü ve degerleriyle de etkilemisti. Bu konuda Norveç’li bir bilim
adaminin tespiti söyledir: “Federal yapi, demokrasi ve serbest piyasa; iste
Amerika’nin ana ihraç ürünleri!”.
Bu türden genel hedefler
günümüzde de önemlidir. Örnegin, terörist eylemlerin birçogunun hedefi, belli
bir hükümeti devirmek olmayip, bir kutuplasma yaratmak ve gelistirdikleri
radikal söylemleri bu kutuplasma ortaminda, Müslüman dünyasinin daha genis bir
bölümüne yaymaktir. Soguk savas sonrasinda Avrupa yumusak gücünün genel ve uzun
vadeli hedefi ise, Merkezî Avrupa ülkelerini demokratiklestirmekti, basarili da
olundu. Ne var ki bu güç, 2009 Kopenhag, Dünya Iklim Konferansi sirasinda fazla
ise yaramamistir. Avrupa ülkelerinin, baska ülkelere kendi karbon salinim
standartlarini empoze etme seklindeki yüksek idealleri, bireysel çikarlar
ugruna yapilan küçük pazarliklar arasinda bogulmustur.
Ülkeler, yumusak güçleriyle
sadece birbirlerini, dolayli ve dogrudan yöntemlerle etkilemeye çalismakla
kalmaz, diger ülkelerin çekim gücüne ve mesruiyetine zarar vermek için de
ugrasirlar. Istihbarat teskilâtlari, diplomasi, degisim ve egitim programlari
bu islere yarar.
Kamu Diplomasisi Yoluyla Yumusak
Gücün Kullanilmasi
Devletlerin yumusak gücü korumasi
zordur çünkü, çekim gücünü sürekli kilabilmek için uygulamalarin da deger
yargilariyla uyumlu olmasi gerekir. Hükümetlerin ise tüm degiskenleri kontrol
altinda tutabilmesi neredeyse imkânsizdir. Gücün devletin elinden, devlet disi
olusumlar yönüne dogru kaymakta oldugu günümüz bilisim ve iletisim ortaminda,
siyasi otoritenin, sosyal paylasim aglarinin öneminin arttigini ve gücün
hiyerarsik yapisinin artik degismekte
oldugunu kabul etmesi gerekiyor. Çagimizdaki sosyal paylasim aglarinin
etkinligi karsisinda liderler, çekim gücü yoluyla benimsenmeyi ve gruplarla
isbirligi yapmayi, emir / komuta yoluyla yönetmeye tercih etmek zorunda
kalmaktalar. Iletisim alaninda komutanin yerini diyalog aliyor. Bir Çek
diplomatin dedigi gibi; “Böylesi propagandanin en hasi, zira propaganda degil!”.
Bazen “kabine diplomasisi” diye
de anilan klâsik diplomaside, liderler arasinda, çogu zaman gizli olan mesajlar
gelip giderdi. Iletisim dogrudandi. Ancak hükümetler, diger devletlerin
halklariyla iletisime geçerek o ülkelerdeki hükümetleri dolayli yoldan etkileme
yönteminden de faydalanirlar. Dolayli yoldan yapilan bu diplomasinin adi “Kamu
Diplomasisi”dir. Kökleri tarihin derinliklerine gider. Fransiz devriminden
sonra, yeni Fransiz hükümeti, kamuoyu olusturmak için ABD’ne ajanlarini
göndermisti. 1. Dünya Savasindan sonra, ABD, dünyadaki imajini parlatmak için
Hollywood’u kullanmisti. 1920’lerde, teknolojinin gelismesiyle kamu
diplomasisinin en etkili yöntemleri arasina radyo girdi. Bu yöntemi en iyi
kullananlarin basinda BBC gelir.
Gücün devlet disi oyuncular
yönüne kaymasi, iletisim imkân ve kanallarinin olaganüstü boyutlarda artmasi,
kamu diplomasisini çok karmasik bir hale getirmistir. Artik devlet disi güçler
de, kamu diplomasisini kendi amaçlari dogrultusunda yaygin olarak
kullanmaktadir. Bunlar, kendi aralarinda, sinir tanimadan isbirligi
yaptiklari gibi hükümetlerle de birlikte
çalisarak yumusak güç üretebilmektedirler. Örnegin, kara mayinlarinin
yasaklanmasini öngören bir kampanya sonucunda, Kanada ve Norveç gibi nispeten
küçük bazi devletlerle, aktivist Vermont’un basini çektigi bir sosyal paylasim
agi isbirligine giristi. Bu girisime, çok popüler bir kisilik olan Prenses
Diana’nin da katilmasiyla, dünyanin tek süper gücünün en sarsilmaz bürokratik
kalesi Pentagon yenilgiye ugradi.
Günümüzde bilgi güç üretiyor.
Dünya halklarinin büyük bir bölümü de,
ilerleyen ve ucuzlayan teknoloji sayesinde bu güce sahip oldu. Sonuç bilgi
patlamasina dönüstü, sapla saman birbirine karisti, dikkatler dagildi. Simdilerde
önemli olan, bilginin niteligi ve niceligi degil, önemli bilgileri arka
plândaki kuru gürültüden ayiklayip dikkatleri dogru olanin üzerine odaklama
becerisidir. Inanilirlik ve itibar, yumusak gücün en önemli ögelerindendir.
Günümüzdeki siyasi mücadelelerin ciddi bir kisminin konusu, ülkelerin
birbirlerini itibarsizlastirma veya yüceltme kampanyalaridir. Politika,
inanilirlik ve güvenirlilik yarisina dönüsmüstür. Propaganda izlenimi veren
bilgi akisi ise yaramadigi gibi ters tepki yaratir. Saddam Hüseyin’in kitle
imha silâhlarina sahip oldugu yolunda yapilan yogun bilgilendirmenin abartili oldugu ortaya
çikinca Ingiltere ve ABD büyük itibar kaybina ugramisti.
Kamu diplomasisi sadece bir
halkla iliskiler uygulamasi degildir. Uzun vadeli iliskiler kurulmasini öngörür
ve bu yolla istenilen hükümet politikalarinin olusumuna zemin hazirlamayi
amaçlar. Ulusal itibari olmayan ülkeler, kamu diplomasisi yöntemleriyle kültürel
olanaklarini yumusak güce
dönüstüremezler.
Kamu diplomasisinin basarili olup
olmadigi, istenilen biçime getirilmis zihin sayisiyla ölçülür (kamuoyu
yoklamalari bunu belirler), harcanan
dolarlarla degil!
Bir merkez tarafindan
kurgulanmamis sahislarin, bire bir diyalog yoluyla olusturduklari sosyal
paylasim aglari vasitasiyla yapilan diplomasi türüne “Yeni Kamu Diplomasisi”
diyoruz. Kamu diplomasisinde bu yeni kavrami öne çikaran hükümetler, sinir
olgusundan vareste olan sosyal aglari kontrol etmek yerine tesvik etmeyi ve
bunlara katilmayi tercih ederler. Ne kadar az karisirlarsa da toplum nezdindeki
itibarlari o ölçüde artar. Süphesiz, bu da, devlet disi güçlerin ve STK’larin
siyasi hedeflerinin, resmi politikalarla çelisebilmesi gibi bir riski
beraberinde getirir. Hükümetler, hedefleri dogrultusunda yayin yaptirmak
amaciyla kendi memurlarina Facebook veya Twitter gibi imkânlari kullanma
yetkisi vererek sosyal iletisim alaninda etkinligini arttirmaya çalisabilir.
Fikir ayriliklari ve elestiriler, hükümetleri zaman zaman rahatsiz etse de buna
gösterecekleri tahammül, güvenilirliklerini artirici yönde olumlu bir yumusak
güç üretir. Buna karsin, Floridali rahip örneginde oldugu gibi (2010) Kur’ani
yakma tehdidinde bulunan sorumsuz yurttaslar, yumusak gücü berhava da
edebilirler. Kamu diplomasisi bu yönleriyle demokratik ülkeler için zor
olabilir ama uluslararasi iliskiler alaninda, Çin gibi otokratik yönetimler
için daha da zordur. Zira, yumusak güçlerinden faydalanan STK’larin,, insan
haklari, yükselen ekonomik ve askerî güç, siyasi sistem gibi konularda
yaptiklari elestiriler, Çin gibi ülkeleri fazlasiyla hirpalamaktadir. Kisacasi
içinde bulundugumuz siber çagda yumusak gücün kullanilmasi kolay is degildir.
FASIL II
GÜÇ KAYMALARI:
GÜCÜN YAYILMASI VE EL DEGISTIRMESI
BÖLÜM 5
YAYILMALAR VE SIBER GÜÇ
Çagimizda güç kaymalari iki
biçimde tezahür etmektedir: gücün yayilmasi ve/veya bir elden diger ele intikal
etmesi. Gücün, hakim konumdaki bir ülkeden digerine geçmesine tarihte çok
rastliyoruz. Oysa içinde bulundugumuz bilgi çaginda gücün yayilarak dagilmasi
yeni bir olgu. Olup bitenler artik en güçlü devletler tarafindan bile kontrol
edilemez duruma geldi. Bir ABD disisleri yetkilisinin yorumu: “Bilgi yogunlugu,
dünyanin kutupsuz hale gelmesinde en az silahlanmanin yayginlasmasi kadar rol
oynamistir”. Bir Ingiliz düsünürün görüsü: “Belli bir ülkenin halkini tehdit
eden, onlari riske sokan olusumlarin neredeyse tamami baska ülkelerden
kaynaklanir... mâli krizler, organize suçlar, küresel isinma, salgin
hastaliklar, uluslararasi terörizm bunlardan bazilaridir. Zorlugun ana nedeni,
gücün hem dikine hem enine yayilmasidir. Artik çok kutuplu dünyadan söz
edilemez. Dünya kutupsuzlasti!”
Bazi gözlemciler, bilgi
devriminin hiyerarsik bürokrasiyi yerle bir edecegini, bunun yerini ag
(network) organizasyonlarinin alacagini öngörmekteler. Onlara göre,
hükümetlerin birçok görevini piyasa oyunculari ve kâr amaci
gütmeyen kurumlar üstlenecek.
Internet ortaminda sanal topluluklar olustukça, bunlar bölgesel yargi
sinirlarini asacak, kendi yönetisim modellerini olusturacak. Hükümetlerin
toplum yasami üzerindeki önemi azalacak, insanlar seçtikleri bir topluluktan
digerine tek tiklamayla geçebilecekler. Toplumlar arasi bu geçisler ve
beraberinde gelisen yönetisim modeli, çagdas devletlerin meydana gelisinden
önceki feodal yapiya kiyasla çok daha modern ve uygar model olusturacaktir.
Bilgi Devrimi
Bilgi devrimi gücün dogasini
degistirmekte, yayilip dagilmasini hizlandirmaktadir. Devletler dünya
sahnesindeki egemenliklerini sürdürecekler ama sahneyi, sayilari giderek artan
farkli oyuncularla paylasmak zorunda kalacak ve
oyunu kontrol etmekte zorlanacaklardir.
Bazilarinca “Üçüncü Sanayi
Devrimi” olarak da adlandirilan bilgi devriminin temelinde bilgisayar ve
benzeri teknolojilerdeki hizli ilerlemeler yatar. Bunlar sayesinde bilginin
üretilmesi, islenmesi, ulasilabilirligi ve iletilebilirligi olaganüstü ölçüde
hizlanmis ve ucuzlamistir. Bilgisayarlarin hizi, son 30 yilda, her 18 ayda bir,
ikiye katlandi. 21.yy. baslarindaki maliyetler, 70’li yillara göre binde bir
oraninda düstü. Eger otomobil fiyatlari, yari iletken fiyatlarinin düstügü
hizla düsseydi, bugün iyi bir otomobili 5 dolara alabilirdik.
1993 yilinda dünyada 50 adet web
sayfasi vardi. 2000 yilinda bu sayi 5 milyonu geçti. Sadece Çin’de 400 milyon
internet kullanicisi var, dünyada Facebook kullanicisinin sayisi ise yarim
trilyonu asti. 1980 yili gibi çok yakin bir geçmiste, bakir teller vasitasiyla
yapilan telefon iletisiminde saniyede bir sayfalik bilgi gönderilebiliyordu.
Simdi fiber optik kablonun tek bir telinden saniyede 90 bin ciltlik bilgi
aktarilabiliyor. Dijital bilgi miktari her bes yilda bir ona katlaniyor. Bilgi
devriminin en karakteristik özelligi, iletisimde saglanan hizin, zengin ve
güçlülere münhasir bir ayricalik olmayisi, maliyetlerdeki büyük ucuzlama sayesinde
bu olanaktan her kesimin istifade edebilmesidir. Bu özellik, devletlerin
dogasini degistirmekte, gücün yayilma hizini arttirmaktadir.
20. yy.’in ortalarinda bu
gelisimin, George Orwell’in “1984” isimli romaninda anlatilan merkezî ve
otoriter bir devlet modeli yaratacagindan korkulmustu. Aksine,
merkeziyetçilikten uzaklastiran etkileri oldu. Internet ortami, yayincilar ve
editörlerin kontrolündeki görsel ve yazili medyaya kiyasla, bireyden bireye
(e-posta yoluyla), bireyden topluma (bloglar, Twitter vs. yoluyla), toplumdan
bireye (Wikipedia ve benzerleri yoluyla) ve belki en önemlisi, toplumdan
topluma (sohbet odalari, Facebook, LinkedIn ve benzerleri yoluyla) iletisim
kanallarini alabildigine açti. Temel bir
güç kaynagi olan
bilgiye sahip olanlarin
sayisi simdilerde, hiçbir
dönemde olmadigi kadar fazlalasti. Bu durum, bireylerin, STK’larin,
terör örgütlerinin, devlet disi güçlerin velhasil her kesimin, dünya
politikalarinin olusumunda bir söz sahibi olabilecekleri anlamina gelmektedir.
Böyle bir gelismenin sonucunda
teorik olarak, büyük devletlerin gücünün azalmasi, küçüklerin ve devlet disi
olusumlarin gücünün artmasi beklenir. Fakat pratikte tam olarak böyle olmuyor
çünkü, uluslararasi iliskiler, teknolojinin
dikte ettigi kuramlardan çok daha karmasiktir. Büyük ülkeler binlerce
egitimli insani istihdam etmek suretiyle sifreleri kirabilir, baska kurumlarin
özeline girebilirler. Öte yandan, var olan bilginin dagitilmasi artik masrafsiz
hale geldiyse de yeni bilgi toplanmasi ve üretilmesi hala büyük yatirimlar
gerektirir. Bazi durumlarda, bir kisinin elindeki bilgiye, baskalarinin da
ulasmasi zararli degildir. Thomas Jefferson mum örnegini verir: “Size isik
verebiliyorsam, bu benim de ayni isikla aydinlanmami engellemez”. Ne var ki, söz
konusu olan rekabet ise, çok sey fark edebilir. Örnegin isik bendeyse ve bazi
seyleri sizden önce görebiliyorsam.... Bu örnegi ABD, Rusya, Ingiltere ve Çin
gibi büyük ülkelerin istihbarat toplama kapasiteleri ile küçük ülkelerin bu
husustaki yeteneklerini mukayese ederek somutlastirabilirsiniz.
Önceleri çok pahali olan ama
simdilerde neredeyse elektronik esya satan magazalarin raflarina kadar düsmüs
olan askerî teknolojiler, küçük ülkelere, devlet disi güçlere ve terörist
gruplara yararken büyük ülkeleri tehlikelere karsi savunmasiz birakmaktadir.
Google Earth’den yabanci ülkelerde ne olup bittigini izleyebilirsiniz, bir
zamanlar sadece askerlerin kullanimina mahsus GPS cihazlariyla sasmaz konum
tespitleri yapabilirsiniz. Bu olanaklar, istenmeyen ellere santaj yapma olanagi
verdigi kadar, devlet tarafindan desteklenen bireysel kullanicilara da, siber
saldirilarda bulunma yolunu açmaktadir.
Uzaya yerlestirilen
algilayicilar, yüksek hizli bilgisayarlar, genis bir cografya üzerinde meydana
gelen olaylari izleme, bilgileri toplama , tasnif etme, isleme ve yaymaya
yarayan karmasik yazilimlar ise devletlerin tekelinde olmaya devam etmektedir.
Önemli olan fantezi donanimlara, gelismis sistemlere sahip olmak degil,
sistemleri entegre edecek sistemlere sahip olmaktir. Büyük devletler, bu alanda
da hakimiyetlerini sürdürmektedir.
Hükümetler ve Uluslar Ötesi
Oyuncular
Gücün yayilmasi ve bunun
devletlerin egemenligi üzerindeki etkileri konusundaki tartismalar basite
indirgeniyor. Bunun nedeni, devletin yerini ancak devlet benzeri bir
yapilasmanin alabilecegi yolundaki yaygin inanistir. Orta çaglardan bir örnek
vererek konuyu açalim. Bu çaglarda kurulan ticaret panayirlari, feodal
otoritenin yerini tutabilecek bir olusum degildi. Ne kale duvarlarini yikma, ne
prensleri devirme gücü vardi ama yeni ve müreffeh bir zümrenin olusmasina,
ittifaklar kurulmasina ve davranis sekillerinin degismesine yol açtilar.
Ortaçag tüccarlarinin gelistirdigi Lex Mercatoria (Ticaret Hukuku), bu
tüccarlarin kendi aralarindaki iliskileri düzenleyen özel yasalar
niteligindeydi. Benzeri sekilde bugün de bilgisayar korsanlarindan tutun, büyük
sirketlere kadar uzanan genis bir yelpazede yer alan kisi ve kurumlar, internet
dünyasinda, resmi politikalarin haricinde, kendi özel sistemlerini, kurallarini,
kodlarini gelistiriyorlar. Bu olusumlar (Ör. Çevre savasçilari) devletin
egemenlik yetkileri üzerinde dogrudan bir tehdit degilseler de, iliskiler
dünyasinda, devletin kontrolü disinda bir katman daha meydana getirmekteler. Bu
katmanlar, rekabet halinde birlikte yasamak zorundalar. Karsilikli bagimliligin
küresel boyutlar kazandigi çagimizda, uluslararasi gündemin kapsami genislemis,
aktörleri çogalmistir.
Birinci Dünya Savasi öncesinde,
uluslararasi ölçekte 176 adet STK vardi (Sosyalist Enternasyonal, Kizilhaç
gibi). 20. yy.’in son on yilinda bu sayi 26 bine ulasti. Iletisimin bu denli
ucuzladigi bir dönemde, uluslar ötesi organizasyonlarin ve aglarin kurulmasinin
bedeli neredeyse sifirdir! Dünya üzerinde kalabalik insan topluluklarinin benimsedigi bu uluslar ötesi
olusumlar, “global vicdan” olmak iddiasindadirlar. Bu özellikleriyle de zaman
zaman hükümetleri ve çok uluslu sirketleri baski altina alarak politikalarini
degistirtebilmekteler. Sert güçleri olmasa da, teshir etme, ve karalama
kampanyalarindan aldiklari yumusak güçle oldukça da kolay bir sekilde etkili
olabiliyorlar.
Uluslar ötesi bu olusumlarin
sayisi kadar çesitliligi de artmistir. Yakin geçmise kadar, çok uluslu
sirketler, Katolik Kilisesi gibi resmi kurallar çerçevesinde faaliyet gösteren
bu organizasyonlar günümüzde, ya çok gevsek bir kurum yapisi çerçevesinde ya da
hiç bir yere bagli olmaksizin, bireysel bazda faaliyet gösteriyorlar. Terörist
gruplar da bunlara dahildir.
Terörizmin kökleri tarihin
derinliklerine dayanir. Bugün için yeni olansa, günümüz teknolojisinin bazi
sapkin kisi veya organizasyonlara tahribat ve yikim gücü vermekte olusudur.
Bazilarina göre bu durumun adi “savasin özellestirilmesi”dir. Siddet yanlisi
Müslüman kökten dincilerin günümüzdeki temsilcileri, 7.yy’daki Islami
ideallerin savunusunu yaparken 21. yy. olanaklarini da ustalikla
kullanabiliyorlar. Terörizm, tiyatro kumpanyalari gibi kendine seyirci çekmeye
çalisir. Sok yaratici eylemler, dikkati çekmek, hasmi gerektiginden fazla bir
siddetle karsilik vermeye tahrik etmek için yapilir. Amerikali bir rehin
askerin 2004 yilinda Irak’ta kafasinin kesilmesini gösteren videonun
internetten 1 milyon kez indirildigi tespit edilmis ve bu olay yandas terör
unsurlarina yayilarak sikça tekrar edilmistir.
Terör örgütlerinin
karsilastiklari en büyük zorluklarin basinda, yasal güçlerin takibinden
kurtulmak gelir. Hücre biçiminde sinirlar ötesine yayilmakta güçlük çekerler
(di). 1990’larda elemanlarini camiler, hapishaneler gibi fiziki ortamlarda
buluyor ve örgütlüyorlardi. Oysa simdi, dünyanin her tarafindan, sanal
ortamlarda WEB üzerinden yandas edinebiliyor, onlari egitebiliyorlar. Bu WEB
sayfalarindan bir kismi devlet organlarinca tespit edilip kapatilabiliyor,
bazilarina ise, faaliyetlerin izlenebilmesi için göz yumuluyor. Yasal güçler
ile terör gruplari arasindaki kedi – fare oyunu böylece sürüp gidiyor. ABD gibi
sert gücü yüksek devletler dahi, terörist olsun olmasin, sayisiz sanal
oyuncuyla sahneyi paylasmak zorunda kalmakta, bunlari kontrol altinda tutma
çabasiyla sinirlarini korumakta güçlük çekmektedir.
Cografi alanlarin üzerinde
devletlerin egemenlik gücü bulunur. Siber alanlar, belki bu alanlari yok
etmeyecektir ama 21.yy’da “uluslarin egemenligi” ve “büyük devlet” gibi
kavramlarin ne anlama geldigi fazlasiyla karmasik bir biçime bürünecektir.
Siber Güç
Bilginin güç üretmeye dönük
kullanimi yeni bir sey degildir. Siber güç ise yeni bir seydir. “Siber Alan”
kavraminin onlarca tarifi vardir ancak genel olarak belirtmek gerekirse
“siber”in, elektronik donanimlar ve bilgisayarlarla yapilan tüm faaliyetleri
tanimlayan kelimelerin basina takilan bir ön sözcük oldugunu söyleyebiliriz.
Bir tarife göre siber alan, sinirlari elektronik olanaklarla çizilen ve içinde
çesitli faaliyetlerin sürdürüldügü sanal bir bölgedir. Söz konusu alanda,
enterkonnekte sistemler ile bunlarla ilgili alt yapi olanaklari sayesinde,
bilginin kullanimiyla ilgili her türlü faaliyet gerçeklestirilir.
Siber alanlarin nasil olustugunu
bazen unutuyoruz. 1969 yilinda Savunma Bakanligi, bir kaç bilgisayarin
birbirleriyle iletisim kurabildigi ARPANET adli bir uygulama baslatti. 1972
yilinda, dijital bilgi alisverisinin yapilabildigi iptidaî bir internet ortaya çikti.
Internet adreslerinin alan adi almalarina yönelik sistem 1983 yilinda devreye
girdi, ilk bilgisayar virüsü de bu yilda ortaya çikti. Internet sunucu aglari
(World Wide Web. ?WWW?) 1989’da kullanilmaya baslandi. En yaygin arama motoru
olan Google 1998’de, en popüler açik ansiklopedi Wikipedia 2001 yilinda
kuruldu. Sirketler, 1990 sonlarinda bu yeni teknolojiyi kullanarak global bir
tedarik zinciri olusturdu. Yakin tarihlerde, bilgilerin, kisi veya kurumlarin
kendi bilgisayarlarinda tutulmasi yerine internet ortaminda (cloud = bulut)
saklanmasi sistemi gelisti. Böylece genis arsivlerin ve dosyalarin,
bilgisayarlarin hafiza kapasitesini isgal etmesi önlendi. Bu bulutlara destek
hizmeti vermek amaciyla da Server Farm’lar (Servis saglayicilarin birbirlerine baglanarak
olusturduklari ag) kuruldu. Siber güvenligin saglanmasina yönelik girisimler
ise ABD tarafindan ancak içinde bulundugumuz yüzyilin ilk yarilarinda
baslatildi.
1992 yilinda 1 milyon olan
internet kullanici sayisi 15 yilda 1 milyara çikti. Bazi düsünürler bu
gelismeyi, “bilginin özgür olma istegi”ne bagladi. Interneti, devlet
kontrolünün bittigi yer olarak resmettiler ve “mesafe kavrami ölmüstür”
yargisina vardilar. Pratikte, devletler ve cografi yargi alanlari hala önemli
rol oynamaktadir ama oyunun oynadigi alan çok genisledi ve gücü ellerinde
bulunduranlarin sayisi epey artti.
Siber alanlar yiginla faaliyet
katmaninin bulundugu bir ortam olmakla birlikte esas itibariyle, kendine özgü
fizikî ve sanal (bilissel) ögelerden olusan hibrit bir nizamdir. Fizikî altyapi
katmani, egemen güçlerin yasalari ve kontrol mekanizmalarindan olusur. Sanal ya
da bilissel katmanin yasalarla kontrolü zordur. Sanal alanlardan fizikî
alanlara saldiri gerçeklestirmenin maliyeti düsüktür ve bu siklikla yapilir.
Bu saldirilarin
fiziksel alanlar tarafindan
bertaraf edilmelerinin maliyeti
ise çok yüksektir. Buna karsin, fiziksel alanlari kontrol eden güçlerin, sanal
alanlar üzerinde gerek bölgesel bazda, gerekse sinir ötesi baglamda etkisi
bulunur.
Siber güç, “Bilgisayar temelli
enformasyon altyapisi, ag olusumlari, yazilim ve insan becerilerinin
üretilmesi, kontrolü ve iletilmesiyle ilgili olanaklar manzumesi” olarak tarif
edilebilir. Davranissal olarak siber güç ise, bu olanaklarin kullanilmasiyla
amaçlanan sonuçlari elde edebilme yetenegidir. Siber güç kullanimiyla siber
alanlarin içinde amaçlanan sonuçlar alinabildigi gibi, muhtelif siber olanaklar
yardimiyla disinda da sonuç alinabilir. Benzetme yapmak gerekirse, “deniz
gücü”, açik denizlerde hakim olmayi saglayan olanaklar bütünü anlamina gelir.
Hakimiyet, ülkenin kendi kiyilari disinda da var oldugunun kanitidir. Bu
varlik, topyekûn savaslarin gidisatini da, okyanuslarin ticari amaçlarla
kullanimini da, karadaki kamuoyu olusumlarini da etkiler.
Üzerinde hakimiyet kurulacak bir
alan olarak, karasal alanlari denizler, denizleri hava, havayi uzay ve nihayet
uzayi da siber alanlar takip etti. Teknoloji gelistikçe hakimiyet alanlari da
degisiyor, siyasi liderler de bu degisime ayak uydurmaya çalisiyor. Siber alanlarin
özelligi henüz çok yeni olmalari, insan yapisi olmalari ve diger alanlara
oranla teknolojik gelismelerle birlikte büyük degisimlere gebe olmalaridir.
Daglari denizleri yerinden oynatmak zordur ama siber alanlar bir tiklamayla
açilip kapanabilir.
Askerî olarak fiziksel bir alana
girmek ne kadar güç ve maliyetli ise, siber alanlara girmek o kadar kolay ve
ucuzdur. Bu yüzden küçük devletler ve devlet disi güçler bu alanlara kolayca
nüfuz edebilmekteler. Nitekim, ABD, Rusya gibi büyük devletlerin, deniz ve hava
gücü üstünlügünden bahsedilebilse de is siber güce gelince bu büyüklügün pek bir anlami
kalmiyor. Aksine, bu büyük ülkeler, karmasik siber sistemler kullanmalari
nedeniyle küçük oyuncularin siber saldirilari karsisinda savunma zafiyetine
düsebiliyorlar. Internetin saldiri amaçli kullanimi, savunma amaçli kullanimini
fazlasiyla asindirmaktadir.
Siber güç, savastan ticarete
kadar bir çok sahayi etkilemektedir. Bu gücün sert boyutuyla kullanilisina
iliskin bazi örnekler verelim: Devlet veya devlet disi güçler “Botnet” isimli
bir saldiri programiyla yüzbinlerce bilgisayari kilitleyebilir, sirketlerin
hatta devletlerin internet altyapilarini çökertebilirler. Bu saldiri, 2008
yilinda Gürcistan’a karsi yapilmisti. Botnet programlari yasa disi olarak, internet
üzerinden bir kaç yüz dolara kiralanabilir. Bunlarin bireylerce santaj amaçli
olarak kullanildigi görülmüstür.
Çin ve Tayvanli bilgisayar
korsanlari sik sik çatisarak birbirlerinin web sayfalarina zarar verirler. 2007
yilinda “Yurtsever Ruslar” adli bir korsan grup, servis durdurma saldirisi
(Denial of Service Attack) düzenleyerek Estonya’nin internet altyapisini zarara
ugratmislardi. Korsanlar bu eylemi, Estonya’nin, 2. Dünya Savasi sehidi Rus
askerlerini temsil eden bir aniti yerinden kaldirmak istemesine kizdiklari için
yapmislardi (Inkâr etse de, saldiriyi Rus hükümetinin kiskirttigi biliniyor).
Sistemlere virüs bulastirilarak her
türlü gizli bilgilerin
çalinmasina sik rastlanir.
Suçlular bunu hirsizlik amaciyla
yaparken devletler de üstünlük saglama amaciyla yaparlar. Çin bu konuda birçok
kez suçlanmisti ama böyle eylemlerin ispat edilmesi çok zordur. Nasil takip
edilebilsin ki, örnegin, Gürcistan ve Estonya’ya yapilan saldirilar, Amerikan
servis saglayicilari üzerinden gerçeklesmisti.
Siber bilgi, hiçbir sinir
tanimadan siber alanlarda bir ülkenin, digerleri nezdinde olumlu imaj yaratmasi
amaciyla, yani bir yumusak güç ögesi olarak kullanilabildigi gibi sert güç
ögesi olarak da kullanilabilir. Örnegin bilgilerin depolandigi ve islemlerin
yönetildigi SCADA9 sistemlerine sokulan Stuxnet isimli bir solucan, 2010
yilinda Iran nükleer tesislerinin faaliyetlerinin durmasina yol açmisti. Bir
bilgisayar korsaninin, Subat ayinin ortasinda Moskova veya Chicago’nun
elektriklerinin kesilmesine yol açabilecek bir siber saldirisi, bu sehirlerin
tepesine indirilecek bombalardan daha fazla zarar verebilir.
Fizikî donanimlarin, siber dünya
üzerine güç uygulama potansiyeli mevcuttur. Örnegin, servis saglama donanimlari
ve fiber optik kablolar, belli ülkelerin topraklarinda yer alir ve bunlarin
kullanimi o ülkelerin yasalarina tabidir. Devletler, yasalarina uyulmadigi
gerekçesiyle, topraklarinda bulunan donanimlarin kullanilmasina engel olur veya
olma tehdidinde bulunarak baski yapabilir. Fransa, Yahoo’nun içerigine müdahale
etmis, kisitlamalar getirmisti. Google, Almanya’dan yapilacak nefret söylemi
içeren aramalari, bu ülkenin talebi üzerine durdurmustu. Bu sirketler, düsünce
özgürlügünün büyük savunucusu ABD menseli sirketler olmalarina ragmen yerel
yasalara uymak zorunda kalmislardi zira aksine bir tavir, hapis dahil, agir
cezalara muhatap olmak demekti. Internet kullanimina aracilik eden servis
saglayicilar, arama motoru isletmecileri gibi kurumlarin davranis ve tavirlari, devletler tarafindan bahsedilen
sekildeki önlem ve mekanizmalar yardimiyla denetlenir.
Devletler, yumusak güç üretmek
amaciyla özel donanim ve yazilim yatirimlari yapabilir. Örnegin Iran’da, 2009
seçimleri sonrasinda, protestocularin serbestçe haberlesmesini kisitlamak için,
Iran devleti Firewall benzeri engelleyiciler devreye sokmustu. ABD ise ciddi
ciddi masraflari göze alarak bu engellemeyi etkisiz kilacak her türlü yazilim
ve donanimla protestoculara yardim etmis, böylece yumusak güç olusturmustu.
Siber alanlardaki güç
uygulamalari ile ilgili olarak 1. Bölümde degindigimiz “Iliskisel Gücün Üç Ayri
Yönü” basligina dönüs yaparsak konumuza açiklik
getirebiliriz. Siber alanlarda gerek yumusak, gerek sert güç anlamlarinda
bu üç yönün izlerine rastlayabiliriz söyle ki;
Baskalarini, baslangiçtaki
tercihlerinin aksine bir davranis biçimine yöneltmek: Sert Güç; Servis durdurma
saldirilari düzenlemek, muhalif bloggerlari tutuklayarak mesaj göndermelerini
engellemek (Ör. Devlet gücünü
zayiflatmayi kiskirtan yayin yaptigi gerekçesiyle Çin’in, insan haklari
savunucusu Liu Xiaobo’yu tutuklamasi).
---------------------------------------------
9 SCADA: Supervisory Control and Data
Acquisition.
Yumusak Güç: Yine Çin,
1930’lardan kalma bir ihtilâf nedeniyle, ögrencileri internet üzerinden
örgütleyerek Japonya aleyhine protesto gösterileri yapmaya kiskirtmisti.
Gündemi belirlemek, baskalarinin
tercihlerinin tartisma ortamina dahi çikmasini, muhtelif taktiklerle bloke
etmek: Gündemin bu sekilde olusturulmasi hasminizin istekleri hilafina ise bu
sert güç uygulamasidir ama mesru oldugu biçiminde bir algi yaratilabilirse bu
yumusak güçtür.
Open Net10’e göre, en az 40 ülke
süpheli gördügü içerigin internet ortaminda dolasimini engellemek için yüksek
kapasiteli filtreleme uygulamaktadir. 18 ülkede ise siyasi sansür vardir (Çin,
Iran ve Vietnam’da yaygin olarak, Libya, Etiyopya ve
S. Arabistan’da agir ölçüde).
Sosyal nedenlerle engelleme yapan 30 ülke bulunuyor (Seks, kumar, uyusturucu
gibi konularda). ABD ve bazi Avrupa ülkeleri bile, seçmeli de olsa filtre
uygulamalari yapmaktadir. Bu uygulamalarin bazilari kabul görür, gizli
yapildiklarinda ise fark edilmezler bile. Insanlarin, bilmediklerinin ne oldugunu bilmeleri zor
istir. Müzik endüstrisi 12 binden fazla Amerika’li hakkinda internetten yasa
disi müzik indirdikleri gerekçesiyle fikrî mülkiyet haklari çerçevesinde dava
açmis ve bu uygulama, sert güç kullanimi olarak algilanmisti. Fakat Apple,
sessiz sedasiz, bazi uygulamalarin i-phone’larina indirilmesini olanaksiz
kilacak düzenleme yapti ve pek az tüketici, potansiyel bir ihtiyacinin
karsilanmasi olanaginin tirpanlanmis oldugunu fark edebildi.
Gücün üçüncü yönü, bir oyuncunun,
digerinin temel inanç ve algilarini yeniden sekillendirme esasina dayanir.
Sirketler yazilim üretirken su kodu degil de
bu kodu kullanirlarsa bunu çok az tüketici fark edebilir. Ama o kodlari
içeren yazilimlarla mücehhez donanimlari kullanan, örnegin ABD vatandaslari,
kredi kartiyla kumar oynayamaz, Fransiz ve Almanlar internet üzerinden Nazi
ideolojilerini takip edemez, S. Arabistanlilar bazi Tanri tanimaz web
sayfalarina giremez. Çocuk pornosu gibi bazi konularin erisimine engelleme
getirilmesi konusunda uluslararasi alanda bir uzlasma vardir ama genis
katilimli uzlasmalara oldukça ender rastlanir.
Oyunun Aktörleri ve Bu Aktörlerin
Göreli Güç Kaynaklari
Siber alanda güçlerinin derecesi
birbirlerine göre büyük farkliliklar gösteren sayilamayacak kadar çok aktör
bulunur. Yirmisini doldurmamis genç bir bilgisayar korsani da, devletler de,
siber uzayda büyük problemler çikarabilir. Filipinler kaynakli ünlü “Love Bug”
virüsünün 15 milyar Dolarlik zarara yol açtigi tahmin edilmektedir.
Pentagon’un, 15 bin aga bagli 7 milyon bilgisayari vardir. Bu aglara her gün,
yüzbinlerce defa siber saldiri düzenlenir. Siber uzayda dikkat çekici olan,
bu alandaki aktörlerin farkli güç
kaynaklarina sahip olmasi ve yetenek açisindan devlerle aralarindaki uçurumun
daraliyor olmasidir. Genel bir yaklasimla siber uzaydaki oyunculari üç kategori
altinda toplayabiliriz.
______________________________________________________________________
10
OpenNet: Internet’in herhangi bir sansür / filtreleme uygulamasina maruz
kalmadan serbestçe kullanilabilmesini savunan bir STK.
Devletler
Internetin fiziki altyapisinin
belli bir cografyada olmasi ve o cografya üzerinde belli devletlerin yasal
egemenligin bulunmasi dolayisiyla siber uzay denildiginde lokasyon önem
kazanmaktadir. Devletler, kendi sinirlari içinde, egitimden ticarete kadar birçok
alanda ilerleme saglamak amaciyla internet altyapisina büyük yatirimlar yapar
(Ör. Güney Kore). Bu çabalar, barisçil, mesru ve insan odakli olarak
algilanirsa ülkenin siber uzaydaki yumusak gücü artar. Bulunan cografyada
egemen güç olmak, devletlere baski ve denetim yapma açisindan yasal dayanak
saglar. 2009 yilinda Xinjiang bölgesinde meydana gelen kalkismalar sirasinda
Çin hükümeti, Teksas’tan iki misli büyük
bir alana yayilmis 19 milyon insanin mesajlasmalarini, uluslararasi telefon
görüsmelerini ve internet erisimlerini engellemisti. Süphesiz bunun ticaret ve
turizm üzerine olumsuz etkileri olmustu ama Çin hükümetinin önceligi siyasi
istikrarin sürmesiydi.
Eger pazar büyükse, devletler
güçlerini sinirlarin ötesinde de hissettirebilirler. Örnegin, özel hayata
iliskin haklarin çok siki korundugu bir kisim Avrupa ülkelerinde, Yahoo ve Dow
Jones’in bazi uygulamalari, bu haklari zedeler mahiyette görülmüs ve adi geçen
ABD sirketleri hizaya çekilmisti. Pazarin büyüklügü nedeniyle bu dev sirketler
seslerini çikaramamis, tepki göstererek pazardan çikip gitmek yerine o pazarin
kurallarina uymayi yeglemislerdi.
Devletlerin siber saldiri kapasiteleri de vardir. Örnegin
ABD’nin 10. filosu ile Hava Birliginin ne savas gemileri
vardir, ne de uçaklari. Onlarin savas meydani siber uzaydir ve taburlari
bilgisayarlar ile internetten olusur. Saglam verilere göre, Israil 2007 yilinda
Suriye hava savunma sistemlerini siber saldiriyla devre disi birakmis, ardindan
bu ülkenin nükleer tesislerini bombalamisti. Askerî uzmanlar siber saldirilari, nükleer güç gibi bitirici
bir silâh olarak görmeseler de, gerçek savas meydaninda zaferi kazandiracak
önemli bir unsur olarak görürler. Ülkelerin birbirlerine karsi düzenledikleri
siber saldirilarin pek azi basina yansir, bu saldirilarin basarisini ise hedef
ülkenin savunma olanaklari belirler.
Gelismis Yapilanmalara Sahip
Devlet Disi Güçler
Ideolojik veya suç amaçli, servis
durdurma ve sistem çökertme türünden siber saldirilar, devlet disi aktörler
tarafindan da düzenlenebilmektedir. Ancak bunlarin yetenekleri, büyük
devletlerinki kadar gelismis degildir. Bazi çok uluslu sirketler, muazzam bütçe
ve insan kaynaklariyla bir çok devleti geride birakan güç olanaklarina
sahiptir. 2009 yilinda Microsoft, Apple ve Google’in toplam gelirleri 115
milyar dolar, toplam çalisan sayisi 150 binden fazlaydi. Bu tür sirketler hem
genis pazarlarda is yapabilme imkânlarini sürdürebilmek, hem de marka
degerlerini koruyabilmek adina yerel hükümetlerle iyi geçinmek, onlarin
yasalarina uymak zorundadirlar.
Suç örgütlerinin ise böyle bir
derdi yoktur. Bazilari küçüktür, yasalarin takibine girmeden vur-kaç eylemleri
yapar. Bazilarinin ise çok etkileyici sinirlar ötesi yetenekleri bulunur,
muhtemelen de zayif devletleri satin alarak, oralarda siginir, hatta o
devletlerle gizliden isbirligi yaparlar. Kanun kuvvetiyle dagitilmadan önce,
Darkmarket isimli sitenin 2500’den fazla üyesi, çalinmis bilgi, sifre ve kredi
karti ticareti yapiyordu. Siber suçlarin dünyaya yillik maliyetinin 1 trilyon
dolar oldugu tahmin ediliyor. ABD yetkililerinin açikladigina göre, siber
suçlularin sadece % 5’i yakalanip hüküm giymekte. Siber suçlular, büyük
tahribat yaratma kapasitelerine ragmen, siber saldiri yerine fizikî saldirilari
tercih etmekteler. Çünkü siber saldiri, hedef kitle üzerinde, fizikî saldiri
kadar dehset yaratmiyor, yeterince fotojenik (!) degil. 11 Eylül saldirisindan
sonra ABD tarafindan karsilasilan 22 eylemin hepsinde patlayicilar veya hafif
silâhlar kullanilmisti. Oysa ABD’nin ulusal
elektrik sebekesi veya finans
sistemi gibi teskilatlarinin elektronik altyapisi, siber saldirilara karsi son
derece hassastir. El Kaide’nin bu hassas alanlara karsi saldiri kapasitesinden
yoksun olusu ve bunu edinmeye yeterince hevesli gözükmemesi dikkat çekicidir.
Yetkililer, teröristlerin yeterli beceri düzeyine geldiklerinde, bu
yeteneklerini kullanmakta tereddüt etmeyeceklerini düsünüyorlar.
Suç örgütleri, interneti,
teskilâtlarina komuta etmek, para toplamak, eleman kazandirmak, onlari egitmek
ve daha pek çok amaç için yaygin olarak kullanirlar. El Kaide bu sayede,
cografî bazda örgütlenmis hiyerarsik bir yapi olmanin sinirlamalarindan
kurtulmus, enine bir biçimde genisleyerek küresel bir sebeke haline gelmistir. Radikal unsurlar artik
sadece Pakistan, Yemen veya Afganistan’dan çikmiyor, web adli sanal ummanin her
yerinden eleman katilimi saglanabiliyor.
Kisitli Yapilanmalara Sahip
Bireysel Aktörler
Maliyetlerin iyiden iyiye
düsmesi, giris-çikisin kolay olmasi ve gizlenme olanaklari sayesinde bireysel
aktörler de siber alanda yerlerini aldi. Bunlar bazen devlet onayiyla
çalisirlar, bazen de devletlerin aleyhine faaliyet gösterirler. Rusya /
Gürcistan örnegini yukarida belirtmistik. Büyük aktörler kadar kaybedecek seyi
olmayan bireysel oyuncular, bu asimetriyi kendileri yarayan bir biçimde
kullanmaktalar. Devletleri veya büyük sirketleri dizleri üzerine çökertecek
kadar olmasa da minicik bir yatirimla bunlarin faaliyet ve itibarlarina büyük
zarar verebilirler. Öte yandan, devletler internet dünyasinin en büyük
yirticisidirlar ama unutulmasin ki küçük köpekler de isirir ve bu isiriklarla
ugrasmak mesakkatli bir istir.
Google ve Çin
Kamu ve özel sektör aktörlerinin
karsilikli etkilesimlerine ilginç bir örnek Çin’deki Google olayidir. 2010 yili
baslarinda Google, Çin’den çekilecegini açiklamisti. Çin’in yumusak gücüne
vurulmus önemli bir darbeydi bu. ABD’li sirket, Ihtilâfin konusunu söyle
açikliyordu: Çin hükümeti Google’in kaynak kodlarini çalmaya ugrasiyor (fikrî
mülkiyet haklari), Çinli muhaliflerin e-posta hesaplarina girmeye çalisiyordu
(insan haklari). Buna bir tepki olarak da Google, dört yildan beri uymakta
oldugu Çin sansür yasalarina artik uymayacak, muhalif güçlerin internet
yollarini açik tutacakti.
Bu dönemde, Çin arama motoru
piyasasinin hakimi Baidu adli bir yerel sirketti. Ayrica, Google’in gelir
kaynaklari arasinda Çin’den yapilan aramalar önemli bir yekûn da tutmuyordu.
Google, çekilme açiklamasini, fikrî mülkiyet ve insan haklari konusuna, ticari
hesaplardan daha fazla önem verdigi seklinde bir görüntü vererek itibarini
arttirma amaciyla da yapiyor olabilirdi. Amaçlarin ne oldugu bir yana, çok
uluslu sirketlerin fikrî mülkiyet haklarina yönelik Çin kaynakli siber
saldirilarin artmasi ve Google’in, düsünce özgürlügü ve gizliligin kutsalligi
temelinde kendi itibarini koruma mücadelesi vermesi, konuyu Beyaz Saray’in
gündemine getirdi. Disisleri Bakani H. Clinton bir konusmasinda problemi masaya
koydu. Çin ise meseleyi, Google’in yerel yasalara uymasi gerekliligi açisindan
yorumladi ve ABD’yi siber emperyalizme yönelmekle suçladi. Bazi uzmanlar da
mücadeleyi, ABD’nin internet dünyasindaki hegemonyasini koruma çabasi olarak
gördüler. Çinli tüketiciler, Google’in piyasadan çekilmesi halinde yerel
Baidu’nun tekel konumuna geleceginden
endise ediyordu. Çekisme sürecinin basinda Google, Çin anakarasindan yapilan
erisimleri otomatik olarak Hong Kong’daki sitesine yönlendirdi. Çin bu girisimi kinadi ve Google’i servis
saglayicilik alanindaki çalisma ruhsatini iptal
etmekle tehdit etti. Bunun üzerine Google, açilis sayfasini seçenekli
hale getirdi ve sadece arzu edenlere Hong Kong baglantisi verdi. Böylece Google
Çin’de kalabildi, Çin de kendi hukukunun üstün oldugunu bir kez daha kanitlamis
oldu.
ABD bu olay üzerine, internet
alanina yeni kurallar getirilmesi çagrisinda bulundu ama kendisinin neleri
yapmaktan imtina edecegini belirtmedi. Meselâ, ABD, bireysel korsanlarin Çin
sitelerine yaptigi saldirilari önlemeye çalisacak miydi? Belki ABD, Çin’in
yaptigi gibi sirketlerin fikrî mülkiyetlerine veya insan haklarina yönelik saldirilar
yapmiyordu ama her türlü bilgisayar teknigini, amaçlari dogrultusunda istismar
etmekten geri durmuyordu. Clinton’un Çin’e “yapma” dedigi seyleri kendisi
fazlasiyla yapiyordu. Hatta Çin’den sonraki en büyük internet ihlalcisiydi. Bu
ihlâllerin bir çogunun bizzat Amerikan devleti tarafindan gerçeklestirildigine
hiç kusku yok ama büyük bir kismi da Çin’deki insan haklarinin ilerlemesi,
Çin’de veya dünyanin diger köselerinde internet özgürlügünün yayginlastirilmasi
adina yapilmakta. ABD, bu tür “hacktivist”leri
kontrol etme iradesine veya yetenegine sahip miydi?
ABD ve Çin çikarlari birçok
konuda çelisir ama bir özel sektör temsilcisiyle Çin devletinin ihtilâfi
çok karmasik siyasi
olaylarin habercisidir. Sirketler, devletler,
bireyler.... bunlarin hepsinin
siber alanlarda amaçladiklari hedeflere ulasmak için ellerinden geleni
artlarina koymadiklari bir mücadele dönemindeyiz.
Hükümetler ve Yönetisim
Bazilari siber alanlari,
yasalarin islemedigi vahsi Bati’ya benzetir. Ama pratikte bu alanlarin bir
çogu, özel ve kamu kurallarina uymak durumundadir. Kurallar, Internet
Engineering Task Force (Internet Mühendisligi Görev Gücü) adli devlet disi bir
olusum bünyesindeki mühendisler tarafindan gelistirilir. World Wide Web
Consortium (Küresel Ag Konsorsiyum’u) adli yine devlet disi bir organizasyon
WEB (Ag) standartlarini belirler. ABD yasalari altinda kâr amaci gütmeyen
ICANN11 adli kurulus (artik devlet memurlari da bu kurulusta görev almaya
basladi), alan isimleri ve yönlendirme yönetimi konusunun yetkilisidir. Ulusal
hükümetler ise, yayin haklari ve fikrî mülkiyet haklari konusunu
denetlemektedir. Devletler ayni zamanda, Uluslararasi Telekomünikasyon Birligi
çerçevesinde görüsmeleri yapilmis ulusal alanlarin tahsisi konusunda söz
sahibidirler. Bütün bunlarin üzerinde de güvenlik, casusluk, suç gibi sorunlari
denetimlerinde tutmaya çalisirlar.
Siber alanlarin yönetimini tek
bir rejim altinda gerçeklestirmek mümkün olamiyor. Bu nedenle siber alanlar,
kurallari koyup belli bir hiyerarsi çerçevesinde uygulamaya çalisan
teskilâtlarla, bagimsiz kurumlar arasindaki gevsek bir isbirligi dogrultusunda
yönetilmektedir. Siber alanlar, kamu mali veya belli bir sahibi olmayan,
herkesin esit oranda hak sahibi oldugu müsterek mülkiyet konusu alanlar olarak
tanimlansa da bu tanim mevut durumla tam olarak örtüsmüyor. Zira kamu malinin
kullanimindan kimse dislanamaz ama fizikî alt yapi olanaklari belli bazi
ülkelerin egemenlik sahalarinda yer almaktadir ve bu olanaklara sahip olan
ülkeler de istemediklerini dislayabilmektedir.
Siber alanlari, yönetim kurallari yeterince gelistirilmemis müsterek mülkiyete
tabi apartmanlara benzetebiliriz.
Internet baslangiçta, herkesin
birbirini tanidigi bir köy yeri gibiydi, sifrelere, karmasik kurallara gerek
yoktu. Müthis genisleme belki iletisim olanaklari açisindan herkesin isine
yaradi ama beraberinde gelen kriminal faaliyetler, saldirilar, çok ciddi
güvenlik sorunlari yaratti. Ortaya çikan korunma ihtiyaci, “yüksek duvarli özel
siteler” misali, özel internet aglari olusturulmasini gündeme getirdi. Güvenlik
konusu devletin ana islevi olduguna göre, siber alanlarin güvenligi konusunda
da devlete giderek daha fazla is düsecege benziyor. Bir çok devlet, egemenlik
alanlarini siber uzaya dogru genisletmek sevdasinda ama bunu yaparken yetki ve
sorumluluklari özel sektöre aktarmak
istiyorlar. Örnegin, bazi bankalar ve özel finans kurumlari, kendileri için,
çok yüksek nitelikli güvenlik sistemleri gelistirmislerdir. Bu sistemi
kullanmak isteyen diger kurumlar kurallara uymak zorundadir. Aksi halde cezasi
vardir; iletisimleri kesilebilir, ticaret yapmalari engellenebilir, kullanim
ücretleri arttirilabilir, vs.
________________________________________
11 ICANN: Internet Corporation for Assigned
Names and Numbers.
Devletler, halklarinin istifade
edebilmesi için interneti korumak isterler ama halklarini da internet üzerinden
gelebilecek tehlikelerden sakinmak durumundadirlar. Meselâ Çin, güvenlik
duvarinin arkasinda kendi sirketlerini gelistirme asamasindadir ve saldiri
halinde kendini internetten ayirmayi plânlamaktadir.
“Hactivist”lik olgusunu bir “bas
agrisi” olarak niteleyip bir kenara ayiracak olursak, her birinin kapsami ve
çözümü birbirinden farkli dört tip siber tehdit ile karsi karsiyayiz: Iktisadî
casusluk, cürüm, siber savas ve siber terörizm. Bunlarin arasindan ABD’nin
basini en çok agritani ilk ikisidir. Simdilik! Isbirlikleri ve taktikler
gelistikçe siralama tersine dönebilir. Ulusal Istihbarat Örgütü eski baskaninin
söyle bir tespiti var: “Terörist gruplar bugün için siber savas yetenekleri
açisindan, suç örgütleri kadar gelismis
degildir. Ortada bir hiyerarsi var. Piramidin tepesinde, her seyi tahrip etme
yetenegine sahip devletler, sonra her seyi çalabilen hirsizlar, ardindan son
derece rahatsiz edici, bilgili ve ihtisaslasmis bilgisayar korsanlari...
Er veya geç, terör gruplari siber yeteneklerini
gelistirecekler. Nükleer silâhlarin yayilmasina
benzer bir olgudur bu, ancak çok daha kolay”.
Baskan Obama, siber dünyadaki
gelismelerin ele alindigi toplantida, diger devlet ve sirketler tarafindan
kendilerinden çalinan fikir haklarinin, ABD için en yakin tehlike oldugunu
söylemistir. Yapilan açiklamalara göre, bu hirsizliklar, ülkeye ekonomik açidan
ve rekabet üstünlügü açisinda zarar vermekle kalmiyor, gelecekteki sert güç
kullanma kapasitesini de zedeliyordu. Her yil, Kongre Kütüphanesinde mülkiyeti
tescilli fikir haklarinin kat be kat fazlasi Amerikan sirketlerinden,
devletinden ve üniversitelerinden çalinmaktaydi.
Siber savaslar, potansiyel
tehlikelerin en dramatik olanidir. Uluslararasi bir caydiricilik programi
kapsaminda (klâsik nükleer caydiricilik girisimlerinden biraz farkli olsa
da...) saldiri yeteneklerinin artirilmasi, altyapi dayanikliliginin
gelistirilmesi, bu tehditle bas edebilmenin çareleri arasinda gösterilmektedir.
Siber savaslarin en zor yani, siber hedeflerin, askeri hedeflerden nasil ayri
tutulacagi hususu ve verdirilen dolayli
zararin boyutlaridir. Amerika’lilar, savas sirasinda, Fransiz yapimi Irak hava
savunma sistemlerini çökertmekten kaçinmislardi zira bunu yaparlarsa,
Paris’teki bütün ATM’lerinin çalisamaz hale gelmesi olasiligi vardi.
Bazi gözlemciler, saldiri
gerçeklestirenlerin kimliklerinin belirgin olmayisi nedeniyle caydiriciligin
siber savaslarda ise yaramayacagi görüsündedirler. Siber savaslarda
caydiricilik zordur ama imkânsiz degildir. Insanlar bu tip caydiricilikla
nükleer caydiricilik arasinda bir benzerlik kurarlar. Nükleer modelde,
saldiriya verilecek cevabin çok agir olmasi ihtimali caydirici bir etken olarak
kabul edilir. Nükleer caydiricilik, erken uyari sistemleri, konvansiyonel
silâhlarin hedefe yakin yerlere konuslandirilmasi gibi yan önlemlerle
desteklenir. Yarattigi tahribat açisindan siber saldirilarin, nükleer
saldirilara benzer yani yoktur. Günümüz sartlarinda, uluslarin aglar
marifetiyle birbirlerine olan siber bagimliligi bir nevi caydiricilik islevi
görmektedir. Örnegin, Çin’in, ABD ekonomisinde ciddi tahribata yol açabilecek
bir saldirisi, bizatihi kendi ekonomisi üzerinde de büyük zarara yol açar. Bu
senaryonun tersi de geçerlidir.
Bazi savunma mekanizmalari vardir
ki, saldiriya otomatik olarak aninda cevap verir. Güçlü savunma sistemlerine
sahip olmak, hasim tarafi risk/menfaat hesabi yapmaya zorlar, bunun da
caydirici etkisi yüksektir. Saldirinin kaynagi hakkindaki spekülasyonlar,
dedikodu mahiyetinde olsalar da ciddiye alinir (mahkemelerde delil olarak
geçerli olmasalar da...). Böyle bir töhmet altinda kalmak, saldiri düsüncesinde
olani, adimini çok dikkatli atmaya zorlar. Itibarin zedelenmesi, bunun
sonucunda yumusak gücün zayiflamasi olasiligi da caydirici bir unsurdur.
Siber terörizm ve devlet disi
güçlerin caydirilmasi daha zordur. Önceki bölümlerde deginildigi gibi, siber
saldirilar, günümüz teröristleri için çok tercih edilen bir yöntem degildir.
Ancak önümüzdeki yillarda, teröristlerin yeteneklerini gelistirerek altyapi
tesislerine saldirilarda bulunmalari beklenmelidir. Günümüzde internet,
güvenlikten ziyade kullanim kolayligini öne çikaran bir yapidadir. Hassasiyet
arz eden ulusal altyapi olanaklarinin internetle olan baglantisini azaltmak,
bir savunma stratejisi olarak gelistirilmektedir. Bazi uzmanlar, kritik alt
yapi tesislerine sahip kuruluslara (finans ve elektrik gibi) açik interneti
kullanmak yerine önceden onay alinarak girilebilen (opt-in) özel güvenlikli
sistemleri kullanmalarini önermektedir. Süphesiz risk alma toleransi genis
olanlar açik interneti kullanmaya devam edebileceklerdir.
Geçmis yillarda, deniz
korsanligina karsi nasil bir uluslararasi isbirligine gidildi ise, siber suç konusunda
da ayni yöntemle yasa disiliklar önlenebilir. Ne var ki geçmiste, korsanlarin,
devletler tarafindan desteklendigi oluyordu, siber suç baglaminda da ayni
olasilik bulunuyor. Örnegin Çin, otuzdan fazla ülke tarafindan kabul edilen
Avrupa Konseyi Siber Suçlar Konvansiyonu’nu imzalamayi ret etmistir. Bu tür
suçlar yüzünden Çin’in ugradigi zarar bir gün, bu yollardan elde ettigi kazanci
geçmeye baslarsa tutumunu degistirebilir. Konvansiyon çerçevesinde genel bir
uzlasma simdilik zor gözükse de, para aklama, güvenlik gibi belli basli
konularda ittifaklar kurulmaya baslanmistir. Böylece saldiri düsüncesinde
olanlarin maliyetleri giderek artmaktadir.
Devletler tarafindan bir takim
önlemler alinmadikça internet üzerinden
yapilan casusluklarin dinmeden sürmesi beklenmelidir. Casusluk insanlik
tarihi kadar eskidir. Devletlerin casusluk olaylari karsisinda bire bir
karsilik verme biçimindeki tutumu, siber casusluk baglaminda da öne çikmakta ve
zarari bir nebze azaltici bir tedbir olarak uygulanmaktadir. ABD siber güvenlik
dairesi baskaninin söyle bir söylemi var: “Çözümün anahtari olabilecek
yaklasimlarin basinda, casuslugun mensei oldugu düsünülen ülkeye dönüp ‘bu isi
sen yapmadiysan, kimin yaptigini iyice arastirmalisin’ demek gelir, bu çagriya
uymayan devlete mukabelede bulunulur”. Uluslararasi hukuk doktrinlerine göre,
eger saldiri belli bir ülkeden kaynaklaniyorsa, saldiriyi yapan devletin
kendisi olmasa bile, o ülkeye karsi orantisal bir karsilik verilmesi yasaldir.
2000’li yillarda, BM Genel
Kurulunda, siber suçlarla ilgili bir dizi kinama karari ve uluslarin
alabilecekleri savunma tedbirleri konusunda bazi yönergeler çikarildi. Ayni
dönemde Rusya, internetin uluslararasi baglamda daha genis bir denetime tabi
tutulmasi için BM’den bazi kararlar çikartmanin pesindeydi. ABD saldirilari
önleyici tedbirlerin, savunma mekanizmalarina zarar verebilecegini, uygulamanin
da olanaksiz oldugunu söyleyerek Rus
önerisine karsi çikti. BM’de bu önlemlerin, otoriter yönetimlerce interneti
sansür etme amaciyla kullanilabilecegi gerekçesiyle olaya sicak bakmadi. Yine
de ABD ile Rusya arasinda uzlasma arayislari sürüyor.
Internet alanlarinda “Davranis
Standartlari” belirlenmesi, uluslarin davranis normlari konusundaki
farkliliklari nedeniyle genis bir uzlasmaya varamayacak gibi gözükmektedir.
Jack Goldsmith12’in söyledigi gibi: “Topraklarimizdan çikan bütün siber
saldirilari önleme olanaklarimiz olsaydi bile, bu olanaklari kullanmayi pek
istemeyecektik. Çünkü, özel alanlardaki ‘hacktivist’ler demokrasi adina iyi
isler yapiyorlar. Kamu alaninda ise kritik bilgisayar sistemlerini savunmak
için alinacak en yararli önlem, esasli bir karsi saldiriya geçmektir”. Amerikan
gözlükleriyle bakildiginda, Twitter ve YouTube kisisel özgürlükler alanina
girer, Çin gözlükleriyle bakildiginda ise bunlar saldiri silâhlaridir. Çocuk
pornosu gibi çok yaygin olarak kinanan bir konuda bile genel bir yasaklama
yerine, ulusal filtreleme sistemlerini devreye alinmasi önerilmektedir.
Yardimin baskalarindan beklenmesi yerine, uluslarin kendi tedbirlerini kendilerinin
almasi hakim kuraldir.
Siber alanlar, güç sahnesindeki
aktörler arasinda bulunan kuvvet dengesizligini azaltmistir. Bu durum, içinde
bulundugumuz yüzyilda gücün yayginlasmasi olgusuna bir örnek teskil eder. Ama
esitligin saglandigi ve hükümetlerin artik dünya politikalari üzerinde eskisi
kadar etkili olamadigi seklinde bir yanilgiya düsmemek gerekir. Küçücük bir
devlet olan BAE’nin, Blackberry üreticisini taviz vermeye nasil zorladigini
unutmayalim. Fransa’nin Yahoo’yu, Çin’in de Google’i nasil hizaya getirdigini
de. Devletler güçlü olmaya devam edecektir çünkü siber alanlar tamamiyla özel
sektöre devredilemeyecek kadar önemlidir.
Siber alanlar, asimetrik savas
taktikleri kullanarak öne firlamayi basaran bazi ülkeler arasinda güç el
degisimlerine yol açacak olsa da bu degisimler, oyun kurallarini bastan asagiya
farklilastiracak boyutta olmayacaktir. Devletler siber alanlarin en güçlü
aktörleri olmaya devam edecekler ancak güç, giderek devlet disi aktörlere dogru
yayginlasacaktir. 21.yy’da gücün anahtar boyutunu siber agin
merkezîlestirilmesi olusturacaktir.
__________________________________________
12 Jack Goldsmith (1962): Uluslararasi siber
hukuk ve güvenlik profesörü.
BÖLÜM 6
GÜCÜN EL DEGISTIRMESI
ABD’nin Güç Kaybi Meselesi
Güç, nasil ölçülürse ölçülsün,
ülkeler arasinda bölüsüm esitligine rastlamak çok enderdir. Kaynaklari
açisindan diger ülkelere göre üstünlük gösterenlerin hegemonyasindan söz
edilir. Eski Yunan medeniyetinden bu yana, büyük savaslarin çikis nedeni olarak
hegemonya kurma özlemleri gösterilir. Yunan sehir devletleri sistemini yerle
bir eden Peleponnes savaslari (M.Ö.5. yy.) Sparta’nin, Atina’nin güçlenmesinden
duydugu endise yüzünden çikti. 1. Dünya savasi da Almanya’nin yükselisinin
Britanya’da yarattigi korkular yüzünden çikmisti.
Bazi uzmanlara göre, Çin’in
yükselisi de ABD üzerinde benzeri etkiler yaratacak. Köse yazari Robert Kagan,
Çinli liderlerin dünyayi, aynen geçtigimiz yüzyilda Kaiser Wilhelm II’nin
gördügü gibi gördügünü yaziyor ve ekliyor “ Çinli liderler, uluslararasi
sistemlerin ülkeleri üzerine uyguladigi baskiya illet oluyor. Amaçlari, bu
sistemlerin kendilerini degistirmesine firsat vermeden, kendilerinin bu
sistemleri degistirmeleri”. Chicago Üniversitesi siyaset bilimi profesörü John
Mearsheimer çok yalin konusuyor: “ Çin’in barisçil bir sekilde yükselmesi
mümkün degildir!”. Bazi uzmanlar daha dikkatli bir dille söyle bir tespitte
bulunuyorlar: “Çin’in, ABD çikarlarina
bir tehdit haline gelmesi oldukça düsük bir olasiliktir ama ABD’nin Çin’le bir
savasa tutusmasi olasiligi, baska herhangi bir güçle savasma olasiligindan çok
daha yüksektir”.
Hegemonyanin El Degistirmesi
Bir ülkenin digerleri üzerindeki
üstünlügü hangi ölçüde olmali veya ne tür kaynaklara sahip olmali ki bu ülkenin
hegemonyasindan bahsedilebilsin? Bu sorunun üzerinde genel bir uzlasma
bulunmuyor. 2. Dünya Savasi’ndan sonra, ABD dünya üretiminin 1/3’ünden
fazlasini gerçeklestirmesine, nükleer silâhlar konusunda tartisilmaz bir
üstünlüge sahip olmasina ragmen Çin’i “kaybetmis”, Dogu Avrupa’nin komünizme
kaymasini önleyememis, Kore Savasi’ndan bariz bir galibiyetle çikamamis, Kuzey
Vietnam’in kaybini durduramamis, Küba’daki Castro rejimini yerinden
oynatamamisti. Hegemonyasinin varliginin iddia edildigi bir dönemde ABD’nin,
baska ülkeleri tavir degisikligine zorlayan askeri tehditlerinin sadece 1/5’i ,
ekonomik yaptirimlarinin ancak yarisi basarili olmustur. Birinci bölümde
belirtildigi gibi, kaynaklarin büyüklügü bu kaynaklarla elde edilmek istenen
sonuçlarin mutlaka alinacagi anlamina gelmiyor.
Birçoklari, güç kaynaklari
dikkate alindiginda ABD’nin hegemonya sahibi oldugu ve Britanya örneginde
görüldügü gibi düsüse geçecegi inancindadir. Bu “düsüs/güç kaybi” meselesinin
birbirine karistirilmamasi gereken iki boyutu vardir: mutlak düsüs,
ülkenin kendi içindeki
çürümelerden kaynaklanir, kaynaklar
etkin biçimde kullanilamaz hale gelir.
Oransal düsüs ise baska ülkelerin kaynaklarinin büyümesi ve bunlari kullanis
biçimlerindeki gelismelere dayali olarak nisbi bir irtifa kaybini ifade eder.
Örnegin 17.yy.’da Hollanda yerel anlamda çok müreffeh bir durumda olmasina
karsin, diger ülkelerin güçlenmesi nedeniyle orantisal olarak bir düsüs
yasamistir. Öte yandan, Bati Roma Imparatorlugu, disaridan tehdit eden büyük bir güç olmamasina ragmen, kendi
içindeki çürümüslük yüzünden batmisti.
ABD ile Britanya arasinda güç
kaybi ile ilgili kiyaslama yapmak revaçtadir ama yanilticidir. Britanya,
üzerinde günesin batmadigi bir imparatorluktu. Dünya insan nüfusunun 1/4’ünü
yönetiyordu, büyük bir deniz gücü üstünlügü vardi. Buna karsin imparatorluk
Britanya’si ile çagdas Amerikan Devleti arasinda nisbi güç kaynaklari
bakimindan büyük farkliliklar bulunur. Örnegin 1. Dünya Savasi sirasinda
Britanya’nin 8,6 milyon kisiden olusan askeri gücünün 1/3’i, yönetimi altindaki
baska uluslardan mütesekkildi. Yükselen milliyetçilik akimlari Londra’yi tehdit
ediyordu, Rusya ve Almanya gibi komsulari giderek güçleniyordu. Buna karsin,
her iki yaninda iki okyanusun korumasi altindaki ABD homojen bir yapiya sahipti,
kitasal ölçekteki ekonomisi kendine yetiyordu ve komsulari zayifti.
Amerikan kamuoyunda güç kaybi
psikolojisi hep vardi. Örnekleri, 1957’de Ruslarin Sputnik’i uzaya
yerlestirmesinden sonra, 1970 petrol krizinin ardindan, 1980’lerde Reagan
yönetiminin bütçe açiklarini açiklanmasinin arkasindan hep görüldü ama 90’lara
gelindiginde ABD tek süper güç olarak algilandi. Simdilerde ise yine ABD’nin
düsüste oldugundan söz ediliyor. Bunlar dönemsel psikolojik algilamalardir. Bu
algilamalarin altinda yatan, güç kaynaklarinin bir yerden bir baska yere kayma
olgusu gözden kaçmaktadir. Bundan sonraki iki bölümde, tartismali tarihi kiyaslamalardan, dönemsel degisim
söylemlerinden uzak durmaya çalisarak ABD’nin baska ülkelerin yükselisiyle
belirginlesen orantisal güç kayiplarini ve kendi içinden kaynaklanan degisimler
sonucu meydana gelen güç kayiplarini inceleyecegiz.
Güç Kaynaklarinin Dagilimi
21.yy.’a, güç kaynaklarinin
esitlikten çok uzak bir dagilim gösterdigi ortamda girildi. Dünyadaki
üretimin1/4’ü, askeri harcamalarin neredeyse yarisi, dünya nüfusunun sadece %
5’ine sahip ABD tarafindan gerçeklestiriliyor. Kültürel ve egitimsel yumusak
güç kaynaklarinin en büyük bölümü de bu ülkenin elinde. Ancak ABD’nin dünyanin
güç kaynaklarindan aldigi payin gelecekte ne sekle dönüsecegi hararetle
tartisilmaktadir. 2010 yilindaki Davos toplantilarinda, gücün farkli yönlere
dogru kaymaya basladiginin göstergesi olarak küresel malî krize isaret
edilmisti, Wall Street’teki çatlama da Amerika’nin gücünün inise geçmeye
basladiginin delili olarak yorumlanmisti. Daha uzun vadeli bir görüs beyan eden
Ulusal Istihbarat Konseyi, 2025 yili için yaptigi tahminlerde ABD’nin birinci
güç olma konumunu koruyacagini ancak üstünlügünün azalacagini öngörmektedir.
Hakkinda çok konusulan BRIC ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) 2027
yilina gelindiginde üretim açisindan zengin dünyaya geçeceginden bahsedilmekte
olsa da yüzyilimizin basinda Avrupa ve Japonya
ekonomileri bu ülkelerin adam akilli önündedir. Önce Amerika’nin zengin
müttefiklerine bir göz atalim sonra BRIC ülkelerinin nisbi güç kaynaklarini
inceleyelim (Bkz. Ek Tablo).
Avrupa
Amerikan ekonomisi, Alman
ekonomisinin dört kati büyüklügünde olsa da Avrupa Birligi’nin toplam ekonomik
büyüklügü ABD’nin biraz önündedir. 500 milyonluk nüfusu ise ABD’nin oldukça
üzerindedir. Birlige yeni katilan ülkelerin ortalamayi asagiya çekmesi
nedeniyle ABD’nin kisi basina milli geliri AB'ye göre daha yukari olsa da AB
gerek insan sermayesi, gerek teknolojisi ve ihracati ile ABD'nin en yakin rakibidir.
Yunanistan ve sair ülkelerde bas
gösteren malî sikintilar nedeniyle çikan 2010 krizine kadar, AB’nin ortak para
pirimi Euro’nun uluslararasi rezerv para olma anlaminda ABD dolarinin yerine
geçecegi konusuluyordu. Öyle olmadi, Avrupa ülkeleri ve IMF, 925 milyar
dolarlik kurtarma paketiyle piyasanin güvenini tazeleme çabasina giristi. Alman
Basbakani A. Merkel; “Euro basarisiz olursa, bu sadece para biriminin
basarisizligi olmaz, Avrupa birligi mefhumu ile birlikte Avrupa’nin da çöküsü
olur” diyerek endiselerini dile getirdi.
Askerî açidan mukayese edilirse,
Avrupa savunmaya ABD’nin yarisindan azi kadar para harcamaktadir. Buna karsin
askeri personel sayisi ABD’den fazladir ve üyelerinden ikisi nükleer silâhlara
sahiptir. Yumusak güç olarak da Avrupa kültürü dünyanin bir çok ülkesini
cezbetmekte, yakin komsular, Brüksel’i birlesmenin odagindaki cazibe merkezi
olarak algilamaktadir.
Avrupa’nin güç kaynaklarinin
degerlendirmesi yapilirken sorgulanmasi
gereken esas konu sudur; Avrupa ortaya çikan bir dizi uluslararasi sorun karsisinda
siyasi ve sosyokültürel bir birlik anlayisi gelistirebilecek midir yoksa
kuvvetli milliyetçi görüslerin, farkli siyasi kültürlerin ve dis politika
önceliklerinin hakim oldugu ülke gruplasmalari
görünümü mü arz
edecektir? Farkli durumlara
göre farkli cevaplar mevcuttur.
DTÖ nezdindeki etkinlik anlaminda Avrupa, ABD ile esittir ve onun gücünü dengeleyebilir. Siber dünyadaki
kisisel özgürlükler konusundaki global standartlari Avrupa belirlemektedir. Öte
yandan milli kimliklerin güçlü olmasi nedeniyle bir türlü müsterek bir Avrupali
kimligi olusamamaktadir.
AB’nin 27 ülkeyi ihtiva edecek
sekilde genislemesi (digerleri de yolda) Avrupa kurumlarinin sui generis
(kendine özgü) bir biçimde kalacagi ve kuvvetli bir federal Avrupa veya tek
ülke haline gelemeyecegi izlenimini veriyor. Dis politika ve savunma
alanlarinda üyeler arasindaki entegrasyon henüz tam anlamiyla saglanamamistir.
Avrupa komisyonu eski üyesi Lord Patten’in deyisiyle; “Küresel anlamda ABD
kadar önemsenmiyoruz”. 2008 malî krizi ve basta Yunanistan’inki olmak üzere,
çesitli AB üyelerinde ortaya çikan malî sorunlar, Euro bölgesindeki malî
entegrasyonun zafiyetini açiga çikarmasi bakimindan anlamlidir. Ekonomist
dergisinin gözlemleri: 1900 yilinda Avrupa dünya nüfusunun1/4’ini barindiriyordu.
2060 yilinda bu oran % 6’ya düsecek, bunun da 1/3’i, 65 yasin üzerinde olacak.
Avrupa Konseyi Dis Iliskiler Direktörü konuyu söyle özetliyor: “Yaygin inanca
göre Avrupa, dönemini yasamis ve tamamlamistir. Avrupa simdilerde, vizyon
eksikligi, bölünmüslügü, yasal konulardaki takintilari, askeri gücünü
yansitmaktaki isteksizligi ve ekonomisindeki hantalligi ile, bir zamanlarin
Roma’sindan bile daha hakim bir durum arz eden ABD’nin tam tersi bir görünüm
vermektedir... Fakat problem Avrupa degildir, problem, bizim çag disi kalmis
güç anlayisimizdir”. Öte yandan Avrupa için iyimser görüsler beyan edenler de
vardir. Bunlara göre, Avrupa dünyanin ikinci büyük askeri gücüdür, dünya
savunma harcamalarinin %1’ini gerçeklestirmektedir (Çin %5, Rusya %3, Hindistan
%2 ve Brezilya %1,5). On binlerce AB askeri Sierra Leone, Kongo, Lübnan,
Afganistan, Fildisi Sahili gibi ülkelerde
görev yapmaktadir. Ekonomik
güç olarak dünya
ticaretinin %17’sini temsil etmektedir (ABD %12).
Amerikan ve Avrupa kültürleri,
yeri geldiginde birbirlerini didiklese de 200’ü askin yildan beri uyumlu bir
seyir izlemektedir. Daha genis açidan bakilacak olursa, demokrasi ve insan
haklari konusundaki degerler silsilesi, baska hiç bir ülke veya ülkeler
toplulugu ile olmadigi kadar birbirine yakindir. Güçler dengesi açisindan
degerlendirildiginde ABD ve Avrupa’nin birbirlerinin hayati çikarlarini tehdit
edecek bir duruma gelmesi beklenmemelidir. Menfaat çatismalari çiksa da bunlar
önemsiz seviyelerde kalacaktir.
Japonya
1990’larin basindaki spekülatif
balonun patlamasiyla Japon ekonomisi 20 yil süren bir yavaslama sürecine girdi.
Kisi basi milli geliri (alim gücü paritesi) Japonya’ninkinin 1/6’i olan Çin,
toplam büyüklük açisindan Japonya’yi geçti. 1988’de piyasa degerleriyle
dünyanin en büyük 10 sirketinden sekizi Japon’du. Bugün anilan 10 sirket
arasinda Japon sirketi yok. Japon ekonomisi yakin zamanlardaki düsüsüne ragmen
dünyanin üçüncü büyük ekonomisine, çok gelismis bir sanayi yapisina ve
Asya’daki en modern orduyu bünyesinde
barindirmakla etkileyici güç
kaynaklarina
sahiptir. Askerî personel sayisi
bakimindan Çin daha büyüktür, üstelik nükleer güce de sahiptir ama Japonya
üstün teknolojik imkanlariyla kolayca ve kisa sürede nükleer güç sahibi
olabilir. Bundan sadece 20 yil önce Amerikalilar Japonlarin kendilerini
geçeceginden korkuyorlardi. O kadar ki Japon öncülügünde olusturulacak bir
Pasifik Blogunun Amerika’yi dislayacagi ve bunun bir ABD – Japonya harbine
neden olacagi tahminleri yapilmaya baslanmisti. Bütün bunlar bize, hizla yükselen
güç kaynaklarini esas alarak, düz mantikla yapilan ileriye dönük tahminlerin ne
kadar yaniltici olabilecegini göstermektedir.
2.Dünya Savasi öncesinde Japonya
dünya sanayi üretiminin %5’ini gerçeklestiriyordu, tahribat sonrasinda bu
seviyeye ancak 1964 yilinda yeniden gelebildiler. 1950-1974 arasinda yillik
ortalama %10 gibi olaganüstü biçimde büyüdüler. 1980 yilinda %15’lik sanayi
üretimi payiyla dünyanin ikinci en büyük
ulusal ekonomisi oldular. Dis ülkelerde yaptiklari yatirimlar ve verdikleri krediler
konusunda birincilige ulastilar. Basarili bir stratejiyle GSMH’larinin sadece
%1’ini savunmaya ayirarak tüm kaynaklarini ekonomiye yönlendirdiler. Bu
kisitlamaya ragmen, Dogu Asya’nin en modern, en iyi donatilmis ordusunu
yaratmayi bildiler. Japonya’nin kendini yeniden kesfetmek diye
adlandirabilecegimiz, tarihinden gelen bir özelligi bulunur. 2. Dünya
savasindan sonra, 1945’den baslayarak küllerinden yeniden dogdular. Japon
Basbakanligina bagli kalkinma komisyonu, 2000 yilinda yaptigi açiklamasinda,
21. yy. hedeflerine ulasmak için buna benzer bir yeniden dogusa gereksinim
duyuldugunu belirtmisti. Siyaset açisinda bakildiginda, liberallesmenin
hizlandirilmasi, yaslanan nüfusla baglantili sorunlar, göçmenlige karsi durus
gibi hassas konularda gerekli degisikliklerin yapilmasi kolay olmayacaktir.
Japonya’nin çok ciddi demografik
problemleri bulunuyor. Nüfusun 2050 yilina kadar 100 milyona düsmesi bekleniyor
ve toplum, göç alinmasina siddetle karsi duruyor. Buna mukabil Japonya, yüksek
yasam standartlari, çok yetenekli is gücü, istikrarli toplumu teknolojik
önderligi, sevgi ve saygi duyulan kültürü, uluslararasi kurumlara verdigi yogun
destekle hatiri sayilir bir yumusak güce sahiptir.
10-20 yil içinde Japonya kendini
toplayarak, on yil önce varsayildigi gibi ABD’nin karsisina askerî ve ekonomik
anlamda bir rakip olarak çikabilir mi? Kabaca Kaliforniya eyaleti büyüklügünde
bir Japonya’nin gerek cografi açidan, gerekse demografisinin yarattigi sorunlar
nedeniyle böyle bir noktaya gelebilmesi mümkün gözükmüyor. Japon siyaset
sahnesinden, Anayasa’nin savunma harcamalarini kisitlayan 9. maddesini gözden
geçirmeyi ve nükleer silâhlara sahip olmayi savunan sesler çikmaya baslamistir.
ABD, Japonya ile olan ittifakini sonlandirirsa, Japonya’nin bu tür arayislara girmesi
beklenebilir ama nükleer bir Japonya dahi ABD’ye rakip olmaktan çok uzaktir.
Alternatif olarak, olasi bir
Çin-Japonya ittifaki bilesen güç etkisiyle ABD’ye kuvvetli bir rakip olabilir.
2006 yilinda Çin, Japonya’nin en büyük ticaret ortagi haline geldi. 2009
yilinda yapilan anlasma ise ülkeler arasindaki isbirliginin gelistirilmesini
öngörüyor. Ne var ki 1930 yilinin savas yaralari henüz sarilmadi ve iki ülkenin
dis politika konularinda ciddi görüs ayriliklari bulunuyor. Bu bakimlardan,
yakin tarihte bir ittifak olasi görünmüyor. Çin’in yükselen gücü ise
Japonya’yi, ABD ile birlikte hareket etmeye zorluyor. Kisacasi, ABD’yi yerinden
edebilecek bir Dogu Asya ittifaki pek inandirici degil.
BRIC Ülkeleri
Bu tabir, Goldman Sachs’in, kârli
yatirim firsatlari sunan “yükselen piyasalar”a sahip ülkeler için 2001 yilinda
yapmis oldugu bir akronimdir. BRIC ülkelerinin dünya sanayi üretimindeki payi,
2000-2008 yillari arasinda % 16’dan, % 22’ye çikmistir. Hepsi birlikte, dünya
nüfusunun % 42’sini meydana getirirler. Yüzyilimizin ilk on yilinda dünya
büyümesinin % 33’ünü saglamislardir.
BRIC kisaltmasi her ne kadar
dünya siyasi sözlüklerinde kendine hizla bir yer edindiyse de Rusya bu resmin
içinde biraz aykiri duruyor. Bu akronim ortaya çiktiginda, ne ekonomistler, ne
de dünyanin geri kalani, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi ülkelerin,
günün birinde bir araya gelip hatiri sayilir bir platform olusturabileceklerini
hayal edebilirlerdi. 2009 yilinda bu ülkelerin Disisleri Bakanlari Rusya’da bir
toplanti yaparak, BRIC kisaltmasini, sadece akilda kalici, sevimli bir
yakistirma olmaktan çikarip, anlamli bir isbirligine dönüstürmeye karar
verdiler. Her ne kadar büyük bir kismini Çin olusturuyorsa da bu ülkeler, bir
arada, 2,8 Trilyon Dolar ile global rezervlerin % 42’sinin üzerinde
oturmaktaydi. Medvedev, tek para birimine dayali bir global döviz sisteminin
basarili olamayacagi düsüncesine sahipti. Beijing ve Sao Paolo, aralarindaki
ticareti kendi milli para birimleriyle yapmaya karar verdi. Çin’in ticari
ortaklari arasinda Rusya sadece % 5’lik bir paya sahip olsa da onlar da benzeri
bir anlasmayi kendi aralarinda yapti. Yakin geçmiste yasanan kriz sonrasinda
Goldman Sachs, BRIC’in müsterek GSMH’sinin 2027 yilina kadar G 7
ülkelerininkini geçecegi tahmininde bulundu. Bu ve benzeri lineer ekonomik
degerlendirmeler ne derece yerindedir bilinmez ama uzun vadeli bir
perspektiften bakildiginda, bu ülkelerin güç kaynaklarini birlestirmesi,
aralarindaki derin uyusmazliklar nedeniyle dis siyasetin realiteleriyle fazla
örtüsmüyor. Rusya gibi, bir zamanlarin iki süper gücünden birinin, kalkinmakta
olan üç ülkeyle birlikte anilmasinin fazla bir mantigi yok. Dört ülke arasinda
en küçük nüfusa, en büyük okumus-yazmislik oranina ve kisi basi milli gelire
sahip olani Rusya’dir. Ama birçok gözlemciye göre bu ülke düsüs sürecinde,
diger üçü ise çikista. Bundan sadece 20 yil önce Rusya bilimsel anlamda da
süper güçtü. Simdilerde ise yalniz Çin’in degil, Hindistan ve Brezilya’nin da
gerisinde kaldi. Az sonra deginecegimiz gibi BRIC akroniminin kalbi, neresinden
bakilirsa bakilsin Çin’dir.
Rusya
1950’lerde ABD,
Rusya’nin kendisini geçeceginden
endise ediyordu. Rusya,
dünyanin en genis topragina,
üçüncü kalabalik nüfusuna, ikinci büyük ekonomisine sahipti. Petrol ve gaz
kaynaklari olarak S. Arabistan’dan daha fazla üretim yapiyor, ABD’den daha
büyük bir orduyu besliyor, dünyadaki nükleer silahlarin yarisindan fazlasini
topraklarinda bulunduruyordu. Arastirma, gelistirme faaliyetleri açisindan en
fazla eleman çalistiran ülkeydi.
Yumusak güç kaynaklarina gelince,
fasizm karsitligi nedeniyle Avrupa, komünizm ideolojisine sempati ile bakiyor,
sömürgecilik karsitligi nedeni ile de üçüncü dünya ülkeleri tarafindan
benimseniyordu. Sovyet propagandasi, komünizmin zaferinin kaçinilmaz oldugunu
basarili biçimde pompalamaktaydi. Leonid
Brezhnev, 1976 gibi yakin bir geçmiste, Fransa Baskanina komünizmin 1995
yilinda dünyanin hakim ideolojisi haline gelecegi iddiasinda bulunuyordu. Bu
söylenenler de –Sovyetlerin kendi raporlarina göre- yillik ortalama % 5-6
gibi büyüme rakamlariyla
destekleniyordu. Düsüs 1970’ lerde basladi. 1986’ ya gelindiginde Gorbachev,
Sovyet ekonomisinde düzen diye bir sey kalmadigini, elde mevcut tüm endekslere
göre gerilemekte olundugunu beyan etmisti. Çarpici olan, 1970’li yillarin
sonlarinda Sovyet gücünün ABD’yi geride birakacagi yolunda bizzat Amerikalilar
tarafindan yapilan tahminlerin, gerçegin ne kadar uzaginda oldugudur.
Sovyetler birliginin 1991
yilindaki çöküsünden sonra Rusya’nin elinde eskiden sahip oldugu topraklarin %
76’si ,nüfusun % 50’si askeri personelin % 33’ü kalmis, ekonomisi ise % 55
oraninda daralmisti. Bundan öte, komünist ideoloji üzerine bina edilmis yumusak
gücü sifirlanmisti. Askeri harcamalari, ABD’nin % 10’una, GSYIH’si % 14’üne,
satin alma paritesine göre ölçülen kisi basi milli geliri ise yine bu ülkenin %
33’üne gerilemisti. Ekonomisi
büyük ölçüde petrol
ve gaz ihracatina
dayaniyordu ve yüksek teknoloji ürünü sinai mamul ihracati, toplam sinai
ürün ihracatinin % 7’sine gerilemisti.
Rusya artik komünist ideolojiyi
ve hantal merkezi planlama sistemini geride birakti. Etnik bazda parçalanma
tehdidi eskisi kadar büyük degil. Sovyetler birligindeki etnik Ruslarin toplam
nüfusa orani % 50 idi, günümüz Rusya Federasyonu’nda bu oran %81’dir. Rusya’da
piyasa ekonomisi iyi islemiyor, yolsuzluklar had safhada, kamu sagligi
sistemleri çalismaz durumda, dogum orani düsüyor, ölüm orani artiyor, ortalama
hayat beklentisi erkeklerde 59’a düsmüs vaziyette. Yüzyilin ortalarina dogru
nüfusun bu günkü 145 milyon rakamindan, 121 milyona düsmesi bekleniyor.
Rusya’nin modernizasyon ve reform çabalariyla, eski gücüne kavusabilecegi,
liderlerin de bunu gerçeklestirmenin samimi gayreti içinde oldugunu iddia
edenler de var. Medvedev Rus ekonomisinin, dogal kaynaklarinin ihracati
sayesinde ayakta durdugunu, bu durumun utanç verici oldugunu söylemis ve Sovyet
kafa yapisinin tarihe gömülmesi gerektigini beyan etmisti. Bu söylemler
umutlari destekliyor.
Her seye ragmen Rusya soguk savas
sürecindeki kadar olmasa da elinde kalan nükleer silahlarla , büyük insan
sermayesi ile siber teknoloji alanindaki yetenekleriyle, Avrupa’ya yakinligi
ile ve Çin’le bir isbirligine girisme ihtimalinin varligi ile , ABD’nin basina
dert açma potansiyeline sahiptir.
Bir Çin-Rus ekseni olusmasi
ihtimali ne kadardir? 1950’lerde ABD’ye karsi bir Rus-Çin ittifaki vardi.
Nixon’un 1972 yilinda Çin’e açilmasiyla ittifak tersine döndü zira hem Çin, hem
ABD, Sovyet gücünün yükselmesini tehdit edici buluyor, tedirgin oluyordu. Bu
isbirligi Sovyetlerin çöküsü ile son buldu. 1992’de Rusya ve Çin, ’’yapici
ortaklik’’ diye isimlendirdikleri isbirliklerini ilan ettiler. 1996’da buna
‘’stratejik ortaklik’’ dediler. 2001’de ise ‘’dostluk ve isbirligi’’ anlasmasi
imzaladilar. Anlasmalarin ana temasi, ABD’nin hakimiyetindeki tek kutuplu
dünyada müsterek bir karsi cephe olusturmakti. Bazi Ruslara göre, ’’küçük
kardes’’ statüsünün kabullenilmesi pahasina, Çin’le isbirligine öncelik
verilmelidir.
Bu tür söylemler bir yana, bir
Fransiz diplomatin özetledigi gibi, Rusya ve Çin arasinda, dünya görüsü
açisindan zitliklar, dis politika alaninda farkli yaklasimlar ve çelisen
öncelikler mevcuttur. Rusya / Çin sinirinin, Rusya tarafinda 6 milyon, Çin
tarafinda 120 milyon insan yasar. Bu durum, Rusya’yi fena halde tedirgin
etmektedir. Medvedev’in dedigi gibi “Eger Rusya, uzak dogusundaki varligini
güçlendirmezse , her seyini Çin’e
kaptirabilir“.
Geleneksel realist düsünce, Çin’in
yükselen gücüne karsi, Rus-Hint, Rus-Japon, hatta Rus-Amerikan isbirligini dahi
öngörebilir. Rusya, iniste olmasinin tedirginligi ile nükleer gücünden taviz
vermek istememektedir. Bu da ABD için potansiyel bir tehdittir. Ama Rusya’nin,
2. Dünya savasini takip eden kirk yil boyunca, ABD gücü karsisinda sergiledigi
meydan okuyucu tavri bir kez daha yakalamasi mümkün gözükmemektedir.
Hindistan
Hindistan’in, ABD’nin dört katina
varan 1,2 milyarlik nüfusu ile, 2025 yilinda Çin’i geçecegi ve dünyanin
gelecekteki büyük güçlerinden biri olacagini düsünenler bulunuyor.
Hindistan on yillardir ‘’Hindu
tipi ekonomik büyüme hizi’’ denilen düsük performansin sikintisini çekti. 1947
yilindaki bagimsizligindan sonra içe dönük, sosyalist ekonomik planlamaya
dayali ve agir sanayi agirlikli bir modeli benimsedi ama hizini artiramadi.
1990’larin basinda, piyasa odakli reformlarin gerçeklestirilmesinden sonra
büyüme hizini % 7’lere yükseltti. Bir Ingiliz yazar ülkeyi, yasam standardi
düsük ama ekonomisi büyük anlaminda ‘’prematüre süper güç’’e benzetti. Ayni
yazar Hint ekonomisinin on yil içinde Britanya’yi, 20 yil içinde Japonya’yi
geçecegini düsünüyor. Hindistan’in yüzlerce milyonluk yükselen bir orta sinifi
bulunuyor. 50-100 milyon arasi insan resmi dil olan Ingilizceyi konusuyor. Bu
temele dayanan Hindistan, iletisim teknolojileri alaninda uluslar arasi bir
oyuncu ve aktif biçimde faaliyette olan bir uzay programi var. Hindistan, 60-70
adet nükleer silaha, orta menzilli füzelere, 1,3 milyon askeri personele ve 30
milyar dolarlik savunma bütçesine (dünya toplaminin %2 si) sahip. Yumusak güç olarak,
yerlesmis bir demokratik yapisi , hareketli bir pop kültürü bulunuyor. Etkin
bir diasporaya ve yilda yapilan film sayisi bakimindan dünyanin en büyük sinema
yapimi endüstrisine sahip (Bollywood).
Buna karsin Hindistan nüfusunun
1/3’ü geçim için asgari sartlarin altinda bir yasam sürdürüyor ve yüz
milyonlarca insanin okuma yazmasi yok. Ülkenin GSMH’si Çin’in % 33’ü, ABD nin %
20’si kadar. Kisi basi milli geliri Çin’in yarisi, ABD’nin % 7’si ölçüsünde.
Çin nüfusunun % 91’i okur-yazar, sehirlesme orani % 43, Hindistan’da ise
çarpici biçimde düsük; % 61 ve % 29. Ülke her yil ABD’nin iki kati kadar
bilgisayar uzmani yetistiriyor ama bunlarin ancak % 4,2’si yazilim firmalarinda
is bulabiliyor çünkü üniversite egitiminin yetersizligine bagli olarak
kaliteleri düsük.
Hindistan’in, yüzyilimizin ilk
yarisinda ABD ye rakip olabilecek bir gücü gelistirmesi mümkün gözükmüyor ama
olasi bir Çin-Hint ittifakina büyük katkisi olabilir. Iki ülke arasindaki
ticaretin artmasi ve bu ülkelerin gösterdigi büyüme performansindan yola
çikilarak, olasi bir ittifak söylemi anlaminda ‘’Chindia ‘’ terimi ortaya
çikmis olsa da aralarindaki görüs ayriliklarinin derin oldugunu, sinir
anlasmazliklari nedeniyle 1962 yilinda savasa tutusmus olduklarini ve 1998
yilinda Hintli savunma bakaninin Çin’i ‘’potansiyel bir numarali düsman’’ ilan
ettigini unutmamak gerekir.
Hindistan’in Çin’le ittifak
kurmak yerine, Asya ülkeleri ile gruplasarak, Çin’i dengeleyecek bir güç olma
arayisina girmesini beklemek daha akilci olacaktir.
Brezilya
Brezilyalilar kendileri için saka
yollu söyle bir tespitte bulunurlar: ’’Biz büyük gelecegi olan bir ülkeyiz…. Ve
hep öyle kalacagiz!’’. Ülkenin bir önceki baskani Lula da Silva,’’Hep gelecegi olan bir ülke
oldugumuzu söyleyip durduk ama yeteneklerimizi somut bir basariya döndürmeyi
bir türlü beceremedik“ demistir.
Brezilya, 1825 yilinda
Portekiz’in hakimiyetinden kurtulup bagimsizligini kazandiktan sonraki yüzyil
boyunca ekonomisinde duragan bir seyir izledi. 20.yy’in ortalarinda, yari
kapali bir ekonomik yapi içinde, dis borca dayali bir çikis yasadi ise de 1970
petrol krizi ile birlikte ülke ekonomisi tamamiyla çöktü. Enflasyon çilginca
yükselise geçti, 90’larda yillik % 700’e vurdu. 1994 de dalgali kur ve
enflasyon hedeflemesi uygulamasi baslatarak kamu harcamalarina istikrar
getirdi.
The Economist dergisinin yorumuna
göre ’’Simdi Brezilya, diger BRIC ülkeleri arasinda sinif atladi; bir kere
demokratik. Çin degil, Hindistan gibi etnik ve dini çatismalarla bogusmuyor,
komsulari, düsmani degil, Rusya gibi ihracati petrol ve silâhtan ibaret degil,
yabanci yatirimcilara saygili davraniyor“. Brezilya, yabanci yatirim çekiyor ve
birçok güçlü siyasi kurum olusturmus durumda.
Çogu cezasiz kalsa da
yolsuzluklarin üstüne giden ve ortaya çikaran özgür bir basina sahip.
Hindistan’in üç misli boyutundaki topraklarinda % 90’i okuryazar olan 200
milyon kisi yasiyor. Kisi basi milli geliri, Hindistan’in üç, Çin’in iki misli.
2007 yilinda kesfedilen açik deniz petrol yataklari, Brezilya’yi enerji
alaninda önemli bir güç yapiyor.
Brezilya, diger BRIC ülkelerinin
sahip oldugu nükleer silahlardan yoksun ve askeri gücü kisitli ancak komsulari
ile hasmane bir rekabet içinde degil. Karnavallari ve futbolu ile Brezilya tüm
dünyayi kapsayan yumusak bir güce sahip.
Brezilya’nin ciddi problemleri de
bulunuyor. Alt yapisi yetersiz, yasal sistemi hantal, cinayet orani çok yüksek
ve asiri yolsuzluk var (180 ülkeden olusan siralamada, 75. sirada. Çin 79,
Hindistan 84, Rusya 146!). Dünya ekonomik forumunun yaptigi rekabetçi
ekonomiler siralamasinda 56. (Çin; 27., Hindistan; 49., Rusya 63. sirada).
Prodüktivite artisi gevsek, bu durumun tasarruflari artirip egitime daha çok
yatirim yapilmadan hizlandirilamayacagi düsünülüyor. Yoksulluk ve gelir
adaletsizligi çok ciddi sorun, ama ilerleme var. 2003’de nüfusun % 28’i yoksul
iken bu oran 2008’de %16’ya düstü.
Dis politika alanina gelince,
Brezilya, dünya siyasetindeki agirligini daha yeni yeni farkina varmaya basladi
ama 2003’de önüne koydugu, BM güvenlik konseyinde daimi üye olmak, güçlü bir
Güney Amerika blogu olusturmak ve benzeri hedeflerini henüz gerçeklestiremedi.
Brezilya, ABD diplomasisini eskiye oranla daha fazla zorlayacak fakat 21.yy.’da
Amerika’nin karsisina bir rakip olarak çikma olasiligi gözükmüyor. Bu rol
Çin’in olacak.
Çin
BRIC ülkeleri
arasinda bir dev
olan Çin’in ekonomisinin ve
nüfusunun
büyüklügü, diger üç ülkenin
toplamindan da fazladir. Kiyaslamaya devam edecek olursak, ordusunun büyüklügü,
savunmaya ayirdigi ödenek, büyüme hizi ve internet kullanicisi sayisi
bakimindan da birinci siradadir. % 7’nin üzerindeki her türlü büyüme orani Çin
ekonomisini ikiye katlayacaktir. Nobel ödüllü bir iktisatçiya göre 2040 yilina
gelindiginde Çin dünya GSYIH’sinin % 40’ini tek basina üretir hale gelecektir.
Çin, “güç” konusundaki algilanisi
hakkinda yapilan gelecege yönelik büyüklük söylemlerinden nemalanmaktadir. Öyle
ki, yakinlarda yapilan bir kamuoyu arastirmasinda insanlarin %44’ü Çin’in halen
dünyanin en büyük ekonomisi oldugunu söyledi. Amerikan ekonomisinin Çin’den üç
kat büyük olmasina karsin bunu bilenlerin
orani sadece % 27’de kaldi. Amerika’da yapilan bir diger arastirmada insanlarin
%50’si ülkelerinin karsisina dikilip meydan okuyabilecek baslica ülkenin Çin oldugu kanisindaydi (Japonya olacagini
söyleyenler %8, Rusya ve Avrupa görüsü belirtenler %6)
Çin’e iliskin gelecek tahminleri
çogunlukla hizla büyüyen GSYIH’sina dayanmaktadir ancak ülkenin baska güç
kaynaklari da vardir. Yüz ölçümüne bakildiginda
ABD ile esit
olsa da Çin’in
nüfusu 4 kat
büyüktür. Bununla birlikte dünyanin en büyük ordusuna, 200’e
yakin nükleer silaha ve hatiri sayilir uzay ve siber-uzay kapasitesine
sahiptir.
Yumusak güç potansiyeli
itibariyla kültür endüstrisi bakimindan Hollywood ve Bollywood’a kiyasla çok
zayiftir. Üniversite egitim seviyesi ABD’nin gerisindedir. ABD’nin sahip oldugu
yumusak gücün büyük bölümünü olusturan STÖ’leri bakimindan da çok fakirdir.
Bunlara ragmen Çin yumusak gücünü arttirmak için büyük çaba sarf etmektedir.
Gittikçe büyüyen bir kitleye cazip gelen kültürünü vitrine çikarmakta, dünyanin
baslica sehirlerinde kurdugu Konfüçyüs Enstitüleri yardimiyla dilini ve
kültürünü yaymakta, çok tarafli anlasmalara daha yatkin bir davranis tarzi
benimseyerek hakkindaki korkulari yatistirmaya çalismaktadir.
Çin’in büyük kaynaklara sahip
oldugu dogru olmakla birlikte ülkenin
gelecegine dair yapilan tahminler sadece günlük büyüme verilerine ve
siyasi spekülasyonlara dayandirildigindan bu göstergelere fazla itibar etmemek
gerekir. Çin halen ekonomik olarak ABD’nin bir hayli gerisinden
gelmektedir ve temel politik stratejileri kendi yurt içi bölgelerine, kendi
ekonomik kalkinmasina odaklidir. Çin’in “Piyasa Leninizmi” olarak adlandirilan
ekonomik modeli bazi otoriter yönetimler üzerinde yumusak güç yaratsa da
demokratik toplumlarda tam tersi bir etki yaratmaktadir. Çin’in yükselisi
Thucydides’in uyarisini akla getiriyor, “Çatismanin kaçinilmaz olduguna dair
inanis, çatismanin ana nedeni haline gelebilir”. Er veya geç, savasa
tutusacagina inanan taraf öyle askeri hazirliklar yapar ki, bu durum karsi
tarafin korkularini dogrular, eylemi tetikler.
Aslinda “Çin’in yükselisi” yanlis
bir ifadedir. Buna Çin’in yeniden çikisi demek daha dogru olabilir. MS 500’den MS 1500 yilina kadar teknik ve
ekonomik olarak Çin zaten dünyanin en ileri
medeniyetiydi. Sanayi Devriminin lokomotifleri Britanya ve ABD’nin gerisine
düsmesi çok yakin bir geçmiste meydana gelmistir. Çin, 1980’lerin sonunda
Baskan Deng tarafindan uygulamaya sokulan piyasa reformlari sayesinde yillik %
8-9 büyüme oranlari yakalamis ve 20.yy.’in son 20 yilinda GSYIH’sini üçe
katlamayi basarmistir. ABD’nin sahip oldugu güç kaynaklarina sahip olabilmesi
için Çin’in henüz önünde kat etmesi gereken uzun bir yol vardir. 21.yy’da
Amerika’nin satin alma gücü paritesiyle hesaplanan ekonomisi, Çin’in iki
katidir. Resmi döviz kurlarina göre hesaplandigindaysa bu oran üç katina
çikmaktadir.
2030’lu yillarda Çin ekonomisinin
GSYIH bakimindan ABD’yi geçmesiyle ekonomiler esitlenmis olabilir ancak ekonomi
bilesimi çok farkli olmaya devam edecektir. Örnegin o tarihlerde Çin’deki az
gelismis bölgelere hala sik rastlanacaktir. Yönetimin 20.yy.’da uygulamaya
basladigi “tek çocuklu aile” politikasinin gecikmis etkilerini hissetmeye
baslayacak, demografik sikintilar bas gösterecektir. 2011 yili itibariyla
isgücüne yeni eleman katilim sayisi da gerilemeye baslayacaktir. Ilerleyen
yillar içinde ABD’nin de bir sey yapmadan yerinde sayacagini düsünmek de
anlamsiz olur. Dolayisiyla, elimizdeki veriler savas çanlarinin çalmaya
baslayacagi yolundaki tahminleri dogrulamiyor.
Bununla birlikte, kisi basi milli
gelirin 10 bin dolar seviyesini
geçmesinden sonra ülkelerin büyüme hizlarinin yavasladigi görülmektedir.
Dahasi, kamu iktisadi kuruluslarinin yükü, büyüyen gelir dagilimi
adaletsizligi, büyük ölçekli iç göçler, sosyal yardim yetersizlikleri,
yolsuzluk gibi, ileride Çin’in siyasi istikrarini bozabilecek çok önemli
sorunlar vardir. Çin’deki 31 eyaletin sadece 10 tanesinin kisi basi geliri ülke
ortalamasinin üzerindedir. Tibet gibi az gelismis eyaletlerde nüfusun büyük
kismini azinliklar olusturur. Kalkinmakta olan ülkeler arasinda en hizli
yaslanan Çin’dir. 2030 yilina gelindiginde Çin’deki bakima muhtaç yasli sayisi
çocuk sayisini geçecektir. Bazi arastirmacilarin dedigi gibi ülke
“zenginlesemeden yaslanacaktir”.
Çin su anda dünyanin en büyük
ihracatçisidir ama Dünya Bankasi Baskani Robert Zellick 2008 mali krizinden
sonra Çin’in ihracata dayali büyüme modelinin sürdürülemez oldugunu, % 8’lik
bir büyüme hiziyla devam edebilmek için 2020 yilina kadar ihracatini ikiye
katlamasi gerektigini söylemistir. Tasarruflari azaltip iç tüketimi körüklemek
kolay bir cevap olabilir ancak uygulamasi zordur, hele yaslanmakta olan bir
nüfusla.
Çin’in otoriter yönetim biçimi,
su ana kadar güç dönüstürme baglaminda özel hedeflere yönelik olarak çok
basarili olmustur. Olimpiyatlari
düzenlemek, yüksek hizli rayli
sistemler gelistirmek, hatta küresel finansal krizden hemen sonra ekonomisini
düzlüge çikarabilmek bunun örneklerindendir. Ancak bunun ne kadar devam
edecegini, ne yabancilar, ne de Çinli liderlerin kendileri tam olarak biliyor.
Komünist ideoloji çoktan çökmüstür ve mevcut yönetimin mesruiyeti sadece Han
milliyetçiligi ile ekonomik büyüme temeline dayanmaktadir. Ekonomide yasanacak
sarsintilar içeride büyük huzursuzluklar yaratabilir. Siyasî yapisini
degistirmeyen bir Çin’in uluslararasi arenadaki etkinligi kisitli kalacaktir.
Siber politikalar bir baska
sorunlu alandir. En fazla internet kullanicisina
sahip Çin ayni zamanda internette devlet sansürünü ve filtrelemeleri en
çok uygulayan ülkedir. Çin uzmani Susan Shirk’in söyle bir tespiti var; “En
büyük tehlikeyi Çin’in güçlenmesi degil bu ülkedeki iç kirilganliklar
olusturacaktir. Çin Komünist Partisinin ve liderlerinin zayif olan mesruiyet
tabani, onlari fazlasiyla hassas bir durumda birakiyor. Bu da bir kriz
durumunda aceleye getirilmis kararlar alinmasi olasiligini arttiriyor.” Benzeri
bir tespit 1999 yilinda Baskan Clinton tarafindan yapildi; “Herkes Çin’in güçlenmesinden endise
duyuyor oysa iç çatismalar, sosyal çekismeler ve yasadisi faaliyetlerle
bogusarak zayiflayan bir Çin, Asya’da genis bir cografyada istikrarsizliga
neden olabilir.“
Çin her ne kadar gücünü askerî
anlamda dünyaya yansitmakta fazla etkin olamadiysa da, uzun menzilli füzeleri
ve genisleyen denizalti filosuyla ABD donanmasinin basini agritabilir. Bu da
Amerika’nin bölgedeki müttefiklerini rahatlatmak için kendi gücünü arttirmasi
anlamina gelir.
1974 yilinda BM Genel Kurulunda
yaptigi konusmasinda Baskan Deng, Çin’in bir süper güç olmadigini ve böyle bir arayis içinde de olmadiklarini
beyan etmisti.
Günümüz Çinli liderleri de
içerideki istikrarin ancak sürekli bir büyüme ile saglanabileceginin
bilincindedir ve bu yüzden ekonomik kalkinmaya odaklanarak uluslararasi alanda
çatismalardan uzak durmaya çalismaktalar.
Bazi süpheciler Çin’in ana
hedefinin bir dünya gücü olarak ABD’nin yerini almak oldugunu düsünmekteler
fakat Çin’in bunu gerçeklestirebilecek askerî kapasiteye sahip olmadigi
asikârdir. Bununla birlikte saldirgan bir Çin, komsularinin güç birligine
gitmesini tesvik eder ki bu Çin’in hem sert hem de yumusak gücünü zayiflatir.
Çin’in küresel bazda Amerika’ya
rakip olamayacagini söylemek, bölgesel bazda meydan okuyamayacagi anlamina
gelmemelidir. Ancak Hindistan ve Japonya’nin Çin’i dengeleme çabalari ve bu
ülkelerin ABD’nin müttefiki olmalari, bölgedeki diger müttefiklerle birlikte
Amerika’ya önemli bir avantaj saglamakta ve Çin’i sorumlu davranmaya
zorlamaktadir.
Amerikan Gücü: Içten Çürüme
Bazi görüslere göre gücün her
zaman ve her yerde hakim kilinmaya çalisilmasi bir süre sonra bütün
imparatorluklara agir gelmeye baslar, bu yorgunlukla güç el degistirme sürecine
girer. ABD de gereginden fazla açilmis ve bahsedilen sürece girmistir. Bu
teori, günümüz gerçekleriyle pek örtüsmüyor. Çünkü disa dönük harcamalar zaman
içinde yükselmedi. Aksine savunma ve disislerine harcanan paranin GSMH’ya orani
yillardir azalmakta. ABD’nin gücü, diger ülkelere kiyasla bir düsüs
gösterebilir ama bunun nedeni emperyal amaçlarla disariya fazla açilmasi olmaz,
içeriye yeterince önem vermemesi olur.
ABD’nin dünya olaylarini etkileme
gücü, içeride yasadigi kültür çelismeleri, kurumlarin çökmesi, ekonominin
duraganlasmasi gibi sebeplere bagli olarak
azalabilir mi? Olabilir, neticede elinde kuvvetli kagitlar bulunan
oyuncularin hepsi masadan kazançli kalkmayabiliyor.
Toplum ve Kültür
ABD’nin bir yigin sosyal sorunu
var ama bunlar giderek kötüye gitme egiliminde degil. Üstelik, suç orani,
bosanmalar, erken hamilelik gibi bazi göstergeler iyilesme gösteriyor. Escinsel
evlilik, kürtaj gibi konularda fikir ayriliklari olsa da hosgörü düzeyi
artista. Algilananlarla gerçekler arasinda bir iyimserlik uçurumu bulunuyor,
bunu da basinin sansasyonel yaklasimlari genisletiyor. Insanlarin çogunlugu
anketörlere hayatlarindan, çevrelerinden, okullarindan, kongredeki
temsilcilerinden memnun olduklarini ama ülkedeki islerin iyi gitmediginden
endise duyduklarini belirtiyorlar. Olusan kötümser ortam, çöküsün varligina
inanmak için yeterli degil. Geçmiste, göçmen sorunlari, kölelik düzeni, alkol
yasagi, McCarthy’cilik gibi konularda yasanan ayrismalar bugünkülerden çok daha
ciddiydi.
Bu tür kültürel yargilar Amerikan
gücünü iki yolla olumsuz yönde etkileyebilir. Birincisi sosyokültürel
konulardaki ayrismanin büyümesi ve dis politika konularinda bir bütünlük içinde
tavir alinamamasi, ABD’nin sert gücünün zarar görmesine yol açar. Örnegi
1970’lerdeki Vietnam konusunda yasanmistir. Ikincisi, ABD sosyal ortam
sartlarindaki kalite düsüsüdür ki bu da yumusak gücü zedeler.
ABD bazi sosyal konularda
iyilestirmeler saglamis olsa da diger zengin ülkelerle karsilastirildiginda
çocuk ölümleri, yasam beklentisi, çocuk yoksullugu ve cinayetler gibi konularda
geride kalmaktadir. Bu gerçekler ABD’nin yumusak gücünü zedelese de benzeri
sorunlar baska ülkeler de yasaniyor, problemler paylasildikça, yumusak güç
üzerindeki etkisi azaliyor. Örnegin 1960’lardan bu yana Bati dünyasinin tümünde
kamu otoritesine gösterilen sayginin azalmasi, standart davranis biçimlerinde
bir düsüs gibi olgular net biçimde gözlemlenmektedir. ABD’nin vatandas
sorumlulugu açisindan diger Bati toplumlarinin gerisinde olduguna iliskin fazla
bir belirti olmadigi gibi sosyal yardimlasma ve kamu hizmetleri alaninda daha
ileri oldugu yönler vardir.
Göçler
Amerika’nin içine kapanip göçleri
ciddi biçimde engellemesi büyük sorunlar yaratir. ABD simdiki göç seviyelerini
sürdürebilirse, gelecekte demografik problemlerden kendini koruyabilir ve dünya
nüfusu içindeki payini muhafaza edebilir. Kalkinmis ülkelerin pek azi bu
olanaga sahiptir. Eger yabanci düsmanligi ve terörist olaylara tepki artar da
sinirlar kapanirsa durum farkli bir hal alabilir. 20.yy. boyunca, ABD disinda
dogmus yurttaslarin sayisi en üst düzeydeydi. 1910’da toplam nüfusa oranlari %
14.7’yken simdilerde bu aran % 11.7’dir. ABD bir göçmen ülkesi olmasina karsin
göçe süpheyle bakanlarin sayisi, hosgörüyle bakanlarin sayisindan fazladir.
2000 yili nüfus sayim sonuçlarin göre Latin Amerika kökenlerinin sayisi
(yasadisi göçle gelmis olanlar dahil) en büyük azinlik olan siyahlarin sayisina
yetismistir. Nüfus bilimcilerin öngörüsüne göre 2050 yilinda Latin Amerika
kökenli olmayan beyaz toplum, sadece küçük bir farkla çogunlukta kalacak (Latin
Amerika kökenliler % 25, Siyahlar % 14, Asya kökenliler % 8’i olusturacaklar).
Göçmenler iletisim olanaklari ve piyasa güçleri sayesinde Ingilizceyi hizla
ögreniyor ve topluma entegre olmayi becerebiliyorlar.
Kalkinmis ülkelerin çogu
yüzyilimizin ilerleyen dönemlerinde insan sayisinda azalmayla
karsilasacaklardir. Japonya’nin bugünkü nüfusunu koruyabilmesi için gelecek 50
yil boyunca topraklarina yilda 350 bin göçmen kabul etmesi gerekir ki ülkenin
kültür yapisi dogrultusunda bunun kabullenebilmesi mümkün gözükmemektedir. ABD
nüfusunun ise önümüzdeki kirk yil içinde % 49 oraninda artmasi beklenmektedir,
bu da 50 yil sonra (Hindistan ve Çin’in ardindan) hala dünyanin üçüncü en
kalabalik ülkesi konumunda olacagini gösterir ki ekonomik güç açisindan önemli
bir veridir.
Amerika’nin verdigi H-1B13 vizesi
sayisiyla, patent basvurusu sayisi arasinda
çok siki bir iliski gözlemlenmektedir. Üniversite mezunu göçmen
sayisindaki her % 1’lik artis, kisi basina düsen patent sayisinin % 6
artirmaktadir. 1998 yilinda Silikon Vadisi’nde dönen 17,8 milyar dolarlik is
hacmini yönetenlerin üçte biri Çin veya Hindistan dogumlu mühendislerdi. ABD
bir miknatis gibi insanlari kendine çekmekte, gelenler de geride biraktiklari
aileleriyle yaptiklari iletisim sonucu ABD’nin yumusak gücüne katkida
bulunmaktadir. Farkli kültürlerle tanismak da, içinde bulundugumuz küresellesme
çaginda Amerikalilarin ufkunun genislemesine yardimci olmaktadir.
ABD ve Çin’i uzun zamandir çok
yakindan gözlemleyen Lee Kwan Yeu’ya göre Çin, 21.yy.’da ABD’yi güç yarisinda
geride birakamayacaktir çünkü ABD, dünyanin en parlak beyinlerini kendine
çekmekte ve kültürel çesitlilik içinde bir yaraticilik ortami olusturmaktadir.
Buna karsin Çin, eleman ihtiyacini sadece kendi ülkesi içinden karsiladigi için
bu yaraticiliktan yoksun kalmaktadir.
Ekonomi
Sözü geçen kültürel ve sosyal
sorunlar ABD’nin gücünü zayiflatacak boyutta olmasa da ekonomik performansta
yasanacak bir olumsuzluk ciddi sonuçlar dogurabilir. Ekonomik olumsuzluk derken
kastimiz kapitalist ekonomilerde yasanan olagan resesyonlar degildir.
Anlatilmak istenen, üretim seviyesindeki uzun süreli gerilemeler ve
sürdürülebilir büyüme kapasitesindeki zayiflamalardir. Ekonomik tahminler her
ne kadar yaniltici olabilse de 2008 finans krizi sonrasindaki on yillik dönemde
ABD’de büyümenin yavas olacagi öngörülüyor.
Birçok gözlemci 80’lerde ABD
ekonomisisin nefesinin tikandigini düsünmüstü. Otomotiv ve tüketici elektronigi
dahil imalât sektörünün bir çok alaninda teknolojik üstünlük kaybedilmisti. 2.
Dünya Savasi’ndan sonra tutturulan yillik % 2.7’lik is gücü üretkenligi
80’lerde % 1.4’e gerilemisti. Ünlü is dergileri 1987’de, ülkenin büyüme krizine
girdigini haykiriyordu. Japonya ve Almanya ABD’yi geçmek üzereydi. Ülke
rekabetçi gücünü kaybetmisti ve tüm bunlar ABD’nin sert ve yumusak gücünü
zayiflatiyordu. Oysa 2008 krizinden sonra bile Dünya Ekonomik Forumu tarafindan
yapilan uluslararasi ekonomik rekabet gücü siralamasinda ABD, Isviçre, Isveç ve
Singapur’un ardindan dördüncü durumda.
ABD bilisim teknolojileri (BT),
biyoteknoloji, nanoteknoloji gibi birçok yeni sektörde basi çekiyor. ABD,
AR-GE’ye, kendisini takip eden yedi ülkenin toplamindan daha fazla ödenek
ayiriyor. Üretkenlikteki artis ABD’yi 21.yy.’in ilerleyen dönemlerinde ayakta
tutabilir mi? Üretkenlik konusu hayati, çünkü bir isçinin saat basina üretimi
ne kadar artarsa darliklara ve enflasyona kurban olmadan ekonomik büyümeyi
saglama olanagi o denli artar. Enflasyonsuz bir sürdürülebilir büyüme ortami
ise yumusak gücü besleyecek olan sert güce yatirim kaynaklari yaratacaktir.
___________________________________________________________________
13 H-1B Vizesi: Sadece üniversite mezunlari
için verilen, geçici çalisma vizesi.
1960-2006 döneminde bilgisayar ve
elektronik endüstrisi, üretkenlik
artisinin % 44’ünü saglamistir. ABD’de BT sektörünün GSYIH içindeki payi
diger gelismis ülkelere oranla daha büyüktür. AR-GE’ye yapilan yatirimlar
konusuna gelince, baska ülkelerin yatirimlari büyüdükçe ABD’nin orantisal
büyüklügü gerilese de (1996 % 40, 2007’de % 35) 2007 yilinda yaptigi 369 milyar
dolarlik harcamayla dünya liderligini korumaktadir (Asya 338 milyar dolar, AB
263 milyar dolar). ABD GSYIH’sinin %
2.7’sini AR-GE’ye harcarken Çin bunun sadece yarisini ayirmaktadir (Japonya
ve Kore: % 3). Amerikali mucitler 2007
yilinda toplamda 80 bin patent basvurusu yaptilar. Bu, tüm dünya ülkelerin
toplamindan daha fazla. ABD risk sermayesi kuruluslari ülke disina yatirim
yapmak yerine paralarinin % 70’ini ABD
topraklarindaki yeni sirketlere yatirmaktadir. Bu olumlu sartlara zemin
hazirlayan unsurlarin basinda kültürel ortamin müsait olusu, dünyanin en
gelismis risk sermayesi kurumsallasmasi,
üniversite-sanayi arasindaki geleneksellesmis isbirligi ve açik göçmen
politikalari gelir.
Öte yandan, büyüyen üretkenlik
oranlarinin sürdürülebilir olup olmadigi, tasarruflarin düsük seyri, dis
ticaret açiginin büyümesi (Amerikan vatandaslarinin dis borcunun artmasi),
devlet borçlanmalarindaki yükselme gibi hususlar düsündürücüdür. Ciddi bir
resesyon durumunda yabancilarin paralarini alip hizla ABD’den çikmalari
istikrari bozabilir ancak 2008 krizinin hemen sonrasinda dahi Dolar’in güvenli
bir liman oldugu ve ABD hazinesinin AAA seklindeki derecelendirmesini korudugu
görülmüstür. Yine de ABD’nin yatirimlarini iç kaynaklardan finanse etme oranini
yükseltmesinde fayda vardir.
Finansal krizden sonra devlet
borçlarinin büyüklügü gündeme oturmus, Ingiliz tarihçi Niall Ferguson “Iste
imparatorluklar böyle batar, her sey borç patlamasiyla baslar. 1941’de Pearl
Harbor ne kadar güvenli idi ise, parasal anlamda ABD de o kadar güvenlidir”
demisti. Sosyal güvenlik harcamalarini kisip vergileri yükseltmedikçe, ABD’nin
asla bütçesini denklestiremeyecegini savunan Ferguson, borç geri ödemelerinde
de problem yasanacagini öngörüyordu. Ancak gözden kaçirilmamasi gereken bir
husus var; ABD, bir Yunanistan degildir.
ABD Kongresi Bütçe Dairesi 2023
yilina kadar devlet borçlarinin GSYIH’ya oraninin % 100’ne ulasacagini tahmin
etmektedir. Zengin ülkelerde bu oran % 90’a ulastiginda ekonomistler
paniklemeye baslar. Ancak ABD’nin diger ülkelerin sahip olmadigi çok büyük iki
avantaji bulunmaktadir: Dünyanin rezerv para birimine ve Hazine Bonolari olarak
dünyanin en likit tahvil piyasasina sahip olmasi. Mâli kriz sonrasinda dolar
yükseldi, bono faizleri düstü böylece ABD açiklarini daha kolay finanse
edebildi. Borçlarin yükselmesi, düsüsün baslangicinda olunduguna dair bir
isaret degilse de bir risk faktörü oldugu kesindir.
Içinde bulundugumuz bilisim
çaginda iyi egitilmis bir is gücü ordusu ekonomik basarinin anahtaridir.
ABD’nin yüksek egitim için GSYIH’sindan ayirdigi pay, Fransa, Almanya, Ingiltere
ve Japonya’dan fazla
olup üniversiteleri dünyanin
en iyileri arasinda
gösterilmektedir. Nobel Ödülü kazanan ABD’li bilim adamlarinin sayisi diger tüm
ülkelerden fazladir. Yayinlanan bilimsel makale sayisi bakimindan ABD yine önde gitmektedir (Çin’in 3 kati).
Bununla birlikte basta az gelismis eyaletler olmak üzere ilk ve orta ögretim
konusu, ABD’de bir sorun teskil etmektedir. Bu da isgücü ordusu kalitesinin
bilisim çaginin gereklerini karsilayamamasi gibi bir tehlike doguruyor. Diger
ülkelerin ilk ve ortaögretim alaninda gösterdikleri ilerleme, ABD’nin geride
kaldigi izlenimini veriyor. Dünyanin en zengin 30 ülkesi arasinda yapilan bir
siralamada lise mezunlari sayisi bakimindan ABD, sadece Türkiye, Yeni Zelanda,
Ispanya ve Meksika’yi geride birakmaktadir. ABD, bilisim odakli bir ekonomi
içinde büyüyecekse egitim sistemini acilen elden geçirmelidir.
Amerikan ekonomisi için problemli
sahalardan bir digeri gelir dagilimidir. 1947-1968 döneminde aile gelirlerinde
görülen esitsizlikte azalma görülürken 1969 sonrasinda artisa geçmistir.
Isyerlerinin eleman ihtiyaci az egitimlilerden çok egitimlilere dogru kayinca
maaslar erimeye, gelir dagilimi bozulmaya basladi. Esitsizlikler siyasi
tepkilere bu da üretkenligin azalmasi yoluyla büyüme hizinda yavaslamaya neden
olabilir. Süphesiz bu da sert ve yumusak gücü zedeleyici bir faktördür.
Amerikan ekonomik modelinin
yarattigi yumusak güç etkisi tartismali bir konudur. ABD’de devlet harcamalari
GSYIH’nin üçte biri oranindadir. Avrupa’da devletler GSYIH’nin yarisini harcar.
ABD’de rekabetçi piyasa güçleri hakimdir. Sosyal güvenlik, sendikalar, is gücü
piyasalari daha az denetime tabidir. Yasalar girisimciyi korur niteliktedir.
Yabancilarin bir kismi bu özellikleri övse de bir kismi yaratilan esitsizligin,
güven yoksunlugunun, piyasa güçlerine bu denli bagimli olmanin ve makro
ekonomik dengesizliklerin bedelinin çok yüksek oldugu düsüncesindedir.
Siyaset Kurumlari
Bütün bu sorunlara ragmen
Amerikan ekonomisi ülke için güç üretmeye devam etmektedir. Belirsizligin
büyügü, Amerikan kurumlarinin sorgulanmasinda ortaya çikmaktadir. Bir çok
gözlemci, ABD siyasi sistemindeki kilitlenmenin, gücü uygulama yetenegini
kisitladigini savunmaktadir. Sahip olunan güçleri, amaçlanan etkiyi yaratacak
sekilde kullanma yetenegi diye tarif edebilecegimiz ‘gücü dönüstürme’ konusu,
ABD için öteden beri sorun olagelmistir. Anayasa 18. yy. liberal görüs
felsefesine dayanir. Buna göre, güç ancak parçalanarak ve bir fren ve denge
(checks and balances) düzeni içinde kontrol altinda tutulabilir. Anayasal yapi,
dis politika konularinda baskan ve kongreyi sürekli bir mücadele içinde tutar.
Güçlü ekonomik ve etnik baski gruplari, ulusal çikarlari hep kendi yönlerinden
yorumlar ve siyaseti etkilemeye çalisirlar. Kissinger’in bir zamanlar isaret
ettigi gibi “Yabanci gözlemcilerin, ABD’nin üstünlük kurma hevesi diye
elestirdikleri politikalar, genellikle içerideki baski gruplarinin
iteklemesiyle ortaya çikar ve süreç içinde tek tarafli dayatma politikalarina
dönüsür.”
Bir baska sorun da halkin kamu
kurumlarina duydugu güven eksikligidir. 2010 yilinda yapilan bir kamuoyu
arastirmasinda, muhataplarin % 61’i ülkenin iniste oldugunu; % 81’i hükümetin
çogu zaman yanlis isler yaptigini belirtmistir. William Galston’un belirttigi
gibi “Halkin güvenine en fazla ihtiyaç duyulan anlar, daha iyi bir gelecek için
kendilerinden fedakarlik istendigi anlardir. Böyle zamanlarda karsilasilan
güvensizlik, inisin habercisi, hatta nedenidir”.
1964 yilinda halkin 3/4’ü federal
hükümete güven duyuyordu. Arada inis çikislar oldu ama en düsük seviyeye 2009
yilinda rastlandi. Güvensizlik baglaminda yönetim yalniz degil. Temel kurumlara
duyulan güvende de ciddi azalma var; üniversiteler, önemli sirketler, saglik
sektörü ve medya buna dahil.
Birlesik devletlerin kurulusunda,
yönetime karsi güvensizlik felsefesi vardir. Anayasa özellikle gücün merkezde
toplanmasini önleyecek sekilde düzenlenmistir. Geleneksel Jefferson ekolüne
bakilirsa Amerikalilarin yönetimlerine güven duyup duymadiklari konusuna fazla
kulak asilmamalidir. Günlük sorunlar bir an için kenara birakildiginda toplum
anayasal yapidan memnundur. Halkin % 80’i yasanilacak en iyi yerin ABD oldugunu
söyler; % 90’i ise sahip olduklari demokratik sistemi begenir.
Simdiki ruh hali, muhtemelen
dönemseldir. Büyük bunalimi ve 2. Dünya Savasi’ndaki zafer sürecini yasamis
olan neslin yönetime duydugu güven anormal derecede yüksekti. Aslina bakilirsa
tuhaf olan, 1960’larin basina kadar süren bu yüksek güven duygusuydu, bundan
sonra görülen düsüs degil. Her seye ragmen bu durum, yönetime duyulan güvenin
azalmasinin bir sorun teskil etmedigi seklinde yorumlanmamalidir. Böyle bir
egilim, vergi ödemede isteksizlikten, yasalara gönüllü olarak uyma
aliskanliklarina; parlak gençlerin kamu hizmetinde çalismaktan uzak durmalarina
kadar bir çok alanda olumsuzluk yaratir. Toplumsal huzursuzluklar sonucu bazi
sapkinlar, 1995 Oklahoma bombacisi olayinda oldugu gibi isleri, devleti sabote
etmeye kadar götürebilirler. Neyse ki vergi gelirleri istatistikleri gibi bir
takim göstergeler olumsuzlugun büyük boyutlarda olmadigini göstermekte. Modern
toplumlarin birçogunda otoriteye baskaldirma ve bireysellik yükselistedir.
Özellikle 2008 mali krizinden
sonra Amerikan yönetiminde ve siyasi kurumlarindaki kutuplasmalar artmis;
kilitlenmeler daha sik görülmeye baslamistir. Bir Ingiliz gözlemci, siyasi
sisteminin yasa yapmayi kolaylastirici degil zorlastirici sekilde tasarlanmis
oldugunu söyler.
Sistemin reforma muhtaç bir çok
yönü oldugu açik ama bazi elestirmenlerin gündeme getirdigi Roma
Imparatorlugununkine benzer bir çöküs de yasanmamakta. Amerika içinde
gözlemlenen bozulmalarin 21.yy.’in ilk yarisinda, gücün hizla el degistirmesine
yol açmasi mümkün gözükmüyor.
Net Degerlendirme
ABD’nin gücünün gelecek on
yillarda nasil bir biçim alacagina iliskin degerlendirmeler yapmanin bazi
zorluklari var. 1970’lerde Sovyet gücü, 1980’lerde Japonya’nin gücü hakkinda
bizzat Amerikalilarin abartili degerlendirmelerde bulunduklarini gördük.
Simdilerde bazilari, kendilerinden gayet emin bir sekilde 21. yy. içerisinde
Çin’in, liderligi ABD’nin elinden alacagini söylüyor. Bazilari da 21.yy.’in
Amerika’nin yüzyili olacagini... Öngörülemeyen olaylar tahminleri allak bullak
edebiliyor. Spekülasyona açik pek çok alan var.
Çin ve Amerikan güçlerinin
birbirlerine karsi nasil bir konumlanma içerisinde olacagi büyük ölçüde, Çin
içinde ne tür gelismeler yasanacagina bagli. Bunlari bir yana birakacak olursak Çin, büyüklügü ve
yüksek kalkinma hiziyla ABD karsisindaki gücünü göreceli olarak artiracaktir
ama bu, liderlik yarisinda ABD’yi
geçecegi seklinde yorumlanmamalidir.
Çin eger gelecekte hiçbir siyasi
karisikliga sahne olmasa dahi, günümüzde bu ülke hakkinda sirf GSYIH büyümesine
dayali olarak yapilan tahminler fazlasiyla tek boyutludur. ABD’nin askerî ve
yumusak güçleri, Çin’in Asya cografyasindaki güç dengeleri mücadelesindeki
sikintilari, ABD’nin, Avrupa, Japonya, Hindistan ve digerleriyle olan güçlü
ittifaklari göz ardi edilmektedir. Sahsi kanaatim Çin’in Amerika’ya kök
söktürecegi ama yüzyilin ilk yarisinda liderlikte onu geçemeyecegi seklindedir.
Ingiliz strateji uzmani Lawrence
Freedom Amerika’yi diger egemen güçlerden su özellikleriyle ayirir: “ABD gücünü
sömürgelerinden degil, müttefiklerinden alir. Ideolojileri de esnektir.
Gereginden fazla açilmissa geri adim atmasini bilir”. Gelecege yönelik bir tespit ise ag (network)
olusumlarinin hiyerarsik gücün tamamen yerini almasa da onun kadar önemli
duruma dönüsecegi biçimindedir. Gelecegin dünyasinda ABD, kültürünün açikligi
ve yenilikçiligiyle çok merkezî bir konumda olacaktir. ABD’nin göreceli degil
de mutlak inise geçtigi konusuna gelince;
bu ülkenin borç, orta ögretim,
siyasi kilitlenmeler gibi alanlarda ciddi sorunlari bulunuyor. Bunlarin
çözümleri zor ama en azindan mevcut, hatta bazi sorunlarin çözümü anayasa
degisikligi yapilmadan da mümkün. ABD’nin inise geçmesi sonucu gücün el
degistirecegine dönük tahminler yanilticidir. Bu analizler, Çin’i ABD’ne karsi
maceraci bir politika izlemeye tesvik edebilir, Amerika’yi da korkuya kapilarak
gereginden sert tepki vermeye yönlendirebilir.
ABD “mutlak düsüs” sürecinde
degildir. Kültürel ve ekonomik üstünlügü yüzyilin basina oranla daha düsük
olacak olsa da gelecek on yillarda herhangi bir ülkenin tek basina Amerika’dan
daha üstün bir hale gelmesi de mümkün degildir.
ABD birçok devletin ve devlet
disi güçlerin meydan okumasiyla karsilasacaktir. Ayrica gücünü baskalarinin
üzerine degil ama baskalariyla birlikte uygulamak zorunda kalacagi
durumlarla da karsilasacaktir. ABD’nin
müttefikleriyle dost kalabilme
ve yeni isbirligi aglari kurma yetenegi, sert ve yumusak gücünün önemli
unsurlari olacaktir.
Bu sartlar altinda ABD’nin mevcut
olanaklarini disa dönük bir güç haline dönüsebilmesi için, dahili reformlari
akilli stratejilerle harmanlanmasi daha da önem kazanmaktadir. Bunlari da bir
sonraki fasilda inceleyecegiz.
FASIL III
POLITIKALAR
BÖLÜM 7 AKILLI GÜÇ
Güç, bir diyet uygulamasindaki
kaloriye benzer. Fazlaligi iyi oldugu anlamina gelmeyebilir. Güç
olusturabilecek kaynaklar az ise, istenilen sonuçlarin elde edilebilme
olasiligi süphesiz azaliyor. Fakat yarattigi asiri güven duygusu, uygun olmayan
stratejilerin seçimine yol açiyorsa, gücün fazlasi da fayda yerine zarar
getirebiliyor. Elimizde Lord Acton’un “Güç yozlastirir; mutlak güç mutlaka
yozlastirir” sözünü dogrular nitelikte bir çok örnek var. Deneyimlerle sabittir
ki; gücü en çok yozlastiranlar, o gücü fazlasiyla hak ettiklerini
düsünenlerdir.
21.yy’in akilli güç söylemi, gücü
en üst düzeye çikarmak, ya da hegemonyayi korumaktan bahsetmez. Bahsettigi;
ötekilerin yükselise geçtigi, gücün
degisik yönlere dagildigi bir ortamda, güç kaynaklarini basarili stratejilerle
harmanlamanin yollarini bulmaktir. Strateji, eldeki imkânlar ve bunlarla elde
edilebilecek sonuçlarla ilgilidir. Bu da hedeflerin belirgin olmasini
gerektirir. Akilli strateji asagidaki bes soruyu yanitlayabilmelidir:
Seçilen hedefler ya da elde
edilmek istenen sonuçlar nelerdir?
Istenilen her seyin elde edilmesi
mümkün olamayacagina göre önceliklerin ve al/ver pazarliklarina yönelik
hazirliklarin yapilmis olmasi gerekir. Taninmis bir tarihçi, Savunma Bakani
Dick Cheney ile ilgili söyle demisti: “1990’larin savunma stratejisi, sadece
ABD üstünlügünü kabul ettirme amacina dayaliydi. Bunun hangi maksatla yapilmak
istendigine dair bir açiklamasi yoktu”.
Eldeki olanaklar nelerdir
ve bu olanaklardan hangi baglamlarda yararlanilabilir?
Esasli bir envanter listesi
edinilmelidir elbette ama bu yeterli olmaz. Bunlarin ne zaman
kullanilabilecekleri ve kullanilabildikleri zamanlarda, farkli durumlari nasil
degistirebileceklerini öngörmek de gerekir.
Etkilemeye çalisilan hedefin konumlanmasi ve
tercihleri nelerdir? Rakiplerin
ellerinde ne var, daha da önemlisi ne düsünüyorlar?
Amaç sadece hasmi öldürmekten
ibaretse onun ne düsündügünün önemi yok, ama ya sonrasi?
Basari olasiligi en yüksek olan
güç kullanim tarzi hangisidir?
Örnegin hangi durumlarda sert,
hangi durumlarda yumusak güç kullanilmalidir? Bunlarin birbirlerini
tamamlamalari nasil ve ne zaman gerçeklesebilir?
Basari sansi nedir?
Basari olasiligi yönünde körü
körüne iyimserlik, çok asil oldugu düsünülen gerekçelerle birlestiginde bazen
inanilmaz kötü sonuçlar dogurabilmektedir (ABD’nin Irak isgalinde oldugu gibi).
Devletlerin Uyguladigi Akilli Güç
Stratejileri
Gerek sert, gerek yumusak güç
olanaklarinin mantikli bir biçimde bütünlestirilmesi ile ortaya çikan ‘Akilli
Güç’ kavrami, Obama ve Clinton’in dis
politika vizyonunun odaginda olmakla birlikte bu güç, küçük ülkeler
tarafindan da ustalikla kullanilmaktadir. Singapur, bir yandan komsulari
tarafindan kolayca yutulabilecek bir lokma konumundan çikacak ölçüde
silahlanmis, bir yandan da üniversiteleriyle, uluslararasi diplomatik
örgütlenmelerdeki rolüyle söz sahibi bir ülke haline gelmistir. Isviçre,
zorunlu askerlik uygulamasini sürdürmüs, daglik cografi konumunu bir caydirma
gücü olarak degerlendirmis, öte yandan da bankacilik kültürü ve ticari
örgütlenmeleriyle kendisini baska ülkeler nezdinde cazip bir konuma tasimistir.
Mao yönetimindeki Çin, nükleer
silahlar da dahil olmak üzere askeri gücünü yükseltmis, yumusak gücüyle de
kendine ideolojik müttefikler bularak Üçüncü Dünya dayanismasini
saglayabilmisti. 1970’lerdeki ideolojik iflastan sonra Çin liderligi, ekonomik
kalkinma amaciyla piyasa mekanizmalarina sarildi. Deng, tüm vatandaslarini,
kendilerini kalkinma hedefinden saptiracak disa dönük maceraci heveslerden uzak
durmalari konusunda uyardi. Baskan Hu, 2007 yilinda Çin’in yumusak güce agirlik
vermesi gerektigini beyan etti. Bu politika, ekonomik ve askeri alanda büyük
adimlar atan bir ülke için akilli bir stratejilerdir. Ne var ki; elde ettigi
ekonomik basarilar nedeniyle asiri bir güven duygusuna kapilmis olan Çin,
2009’un ikinci yarisindan itibaren bu akilli stratejilerden uzaklasmaya baslamis görünmektedir. Deng’in, adimlarin
dikkatli atilmasi ve “ustaca düsük profilli kalinmasi” seklindeki tavsiyesi
unutulmus gibi duruyor.
Bir devletin “Büyük Strateji”si,
liderlerinin, güvenlik, refah ve kimlik konusundaki teorilerdir. Bunu saglamak
için ülkeler genel bir oyun plani yaparlar ama bu planin esnek olmasi ve
degisen sartlara uyum göstermesi gerekir.
Soguk Savas sonrasinda, ABD’nin,
kalan tek büyük güç olarak, dünyaya ne isterse kabul ettirebilecegi seklinde
bir algi olustu. Bu üstünlük algisi Bush yönetimini çok etkiledi. Böylece
önleyici savas ve baski yoluyla demokratiklestirme doktrini ortaya çikti. Ne
var ki, yeni tek kutupluluk teorisi gerek dünya siyasetinde gücün nasil
degerlendirildigi, gerekse hangi güç olanaklarinin, hangi sartlarda, hangi
sonuçlari verecegi baglaminda çok vahim yanlisliklar içeriyordu.
Günümüz dünyasinda ana temayüller
nelerdir, bunlar nasil bir degisime ugramakta? Günümüzün politikalarini üç
boyutlu bir satranç tahtasina benzetmek mümkün. Tahtanin 1. boyutundaki
devletler arasi güç, büyük ölçüde ABD’de birikmistir. Ikinci boyuttaki ekonomik
güç çok kutuplu bir biçimde ABD, AB, Japonya ve BRIC ülkeleri arasinda
bölüsülmüstür. Üçüncü boyutta yer alan iklim degisimi, suç, terör, salgin
hastaliklar gibi uluslar ötesi konular üzerindeki hakim güç ise çok daginiktir.
Dünya ne tek kutuplu, ne çok
kutuplu ne de kaotiktir. Ayni anda hepsidir! Bu yüzden büyük bir akilli
strateji, gücün çesitli dagilim biçimlerini, bunlarin farkli bölgelerdeki
etkinliklerini ve aralarindaki al/ver iliskilerini çok iyi tahlil etmis
stratejidir. Realist bir gözlükle, satranç tahtasinin en üst boyutuna veya
liberal bir gözlükle diger iki boyutuna odaklanmanin artik bir anlami
kalmamistir. Günümüzün baglamsal zekâsi her üç boyuta, liberal bir realizmle
bakmayi gerektirir. Tepe boyuttan kaynaklanan sorunlar için ittifaklar kurmak,
güç dengelerini gözetmek anlamli olabilir ama askeri çözümler üçüncü boyuttaki
sorunlar konusunda fazla ise yaramaz. Bunlar toplumun iyiligini öngören,
kimsenin dislanmadigi isbirliklerini ve kurumsal örgütlenmeyi gerektirir.
Böylesi konularda yönetisimin etkinligi
bakimindan egemen devletlerin liderligine ihtiyaç duyulur zira küçük
uluslarin bu tip islerle ugrasmaya kapasiteleri yetmez. Ne yazik ki toplumlarin
genelini ilgilendiren güvenlik, ticaret gibi konularin görüsüldügü
platformlarda kümelenmeler olabilmekte
ve bazi uluslar küme disi birakilabilmektedir.
21.yy. için küresel bir hükümet
olasi gözükmüyor ama küresel bir yönetisim belli ölçüde yürürlüktedir.
Telekomünikasyon, sivil havacilik, ticaret, hatta nükleer silahlarin yayilmasi
ve atiklarin okyanuslara bosaltilmasi gibi sayisiz konuda devletler arasi
iliskileri düzenleyen anlasma, rejim ve kurum bulunmaktadir. Ancak bu olusumlar
nadiren kendi kendilerine yetmektedir. Çogunlukla büyük güç sahibi ülkelerin
liderliginden yararlanirlar. Büyük ülkelerin, 21. yy. boyunca sorumluluklarina
sahip çikip çikamayacaklarini, Çin, Hindistan gibi basa güresmek sevdasinda
olanlarin, bu uluslararasi kurumlari kendi çikarlari çerçevesinde biçimlendirme
savasina girip girmeyeceklerini bekleyip görecegiz.
Uluslararasi diplomasinin en
büyük zorluklarindan biri hem herkesi bir rol sahibi yapabilmek hem de herkesin
rol aldigi bir oyunu, kaostan uzak tutarak anlamli kilabilmektir. Bu ancak
bazilarina yalan söylemekle mümkün olabiliyor ki Avrupalilar buna ‘degisken
geometri’ diyor. Deneyimli
bir diplomata kulak
verecek olursak:
“Döviz kurlariyla ilgili
olarak düzenlenen ve 20 ülkenin
katildigi bir toplantidan, ya da Clinton
döneminde oldugu gibi, Meksika’yi düstügü mali darbogazdan nasil kurtarilabilecegi
konusundaki genis katilimli bir birlesimden sonuç almak zordur. 10’lu bir
katilim bile çetrefillidir. Neticede 3’lü bir toplantida 3 çift iliski
bulunur. 10’lu katilimda 45 çift, 100’lü
katilimda neredeyse 500 çift iliski söz konusudur. Iklim degisiklikleri
toplantisini ele alalim: Bu meselede BM bir rol oynayacaktir oynamasina ama yogun pazarliklar 10-12
ülkenin yer aldigi küçük forumlarda yapilacaktir. Çünkü sera etkisinin
%80’ininden bu 10-12 ülke sorumludur”.
Küresel yönetisimin kotarilmasi
resmi ve gayri resmi örgütlenmeler vasitasiyla gerçeklesir. G 20 benzeri
örgütsel aglar gündemi belirler, uzlasmalari yapilandirir, politikalari
koordine eder, bilgi degisimini saglar ve standartlari belirler. Iste ag tipi
bu örgütlenmeler diger oyuncularin üzerine basarak degil, onlarla birlikte
sonuç alici güç olusumunu meydana getirirler. Bir ülke eger BM, IMF, Dünya
Bankasi gibi örgütlerde önemli bir sesin sahibi degilse uluslararasi bir güç
olma sansi yoktur. Bu açidan bakildiginda 21.yy.’in Asya’nin yüzyili olacagina
dair söylemler olgunluktan uzaktir. ABD, yogun yönetisim aglarinin merkezindeki
rolünü sürdürecektir.
Amerikan Akilli Güç Stratejisinin
Insasi
Basarili stratejilerle ilgili
olarak sorulmasi gereken bes soruya yukarida deginmistik. Amerikan akilli güç
stratejilerinin insasi baglaminda atilmasi gereken adimlari irdeleyelim:
Birinci Adim
Amerikalilar çoktandir, hangi
amaçla güçlü olmalari gerektigini tartismaktalar. Amaç, ülkenin kendi gücünü
korumak ve yüceltmek mi olmalidir, yoksa bu güç, demokratik degerleri yurt
içinde ve yurt disinda, liberal müdahalecilik yöntemleri kullanarak hakim
kilmak için mi kullanilmalidir? Bu tartisma bir bakima, gerçekçilik ve idealizm
arasindaki çekismedir. Amerikan söylemi her ikisini de içermelidir.
Demokrasi baglaminda ülke
çikarlari demek, halkin tercihleri demektir. Halk, etrafli bir tartismadan
sonra ülke çikarlarini ve önceliklerini nasil belirlemisse, çikar ve öncelikler
de onlardir. Büyük strateji, kendi yasamini garantiye aldiktan sonra insanligin
çikarlarinin gözetilmesini ve savunulmasini öngörür. ABD, kendi yurttaslarinin
tercihi olan demokratik ve liberal degerleri, dünya geneline yaymaya çalisacak,
bölgesel çatismalarin taraflarini uzlastirmaya ugrasacak, istikrar ve refah
saglama yolunda gayret göstererek gücünü hem kendi yararina hem de baskalarinin
yararina kullanacaktir.
Ikinci Adim
Degerleri ve çikarlari
harmanlayan yönetilebilir hedeflerin ortaya konmasindan sonra, amaçlarin
gerçeklestirilebilmesi için gereken sert ve yumusak güç kapasitelerinin bir
analizi yapilmali ve hangi gücün, nerede, hangi hedefe yönelik olarak
kullanilabilecegi saptanmalidir. Dünyanin en büyük ekonomik ve askeri gücü olan
ABD, belirlenen hedefler dogrultusunda ilerlerken, elinin agir, uygulamalarinin
sert oldugu algisi yaratmaktan özenle kaçinmali, yumusak gücünü en üst düzeyde
kullanmalidir.
Üçüncü Adim
Stratejinin üçüncü adimi, etki
altina alinmak istenen bölgelerdeki olanaklarin ve toplum tercihlerinin hangi
yönde oldugunu belirlemek olmalidir.
Dördüncü Adim
Bu adimda, güç olanaklarindan
hangilerinin kullanilacagina karar verilir. Uygulamalarin, komuta yoluyla mi
yoksa isbirligi saglanmasi yoluyla mi yapilacagi konusunda seçim yapilir. Iki
uygulamanin birbirinin etkisini azaltan bir sarmala girmemesine, aksine
bunlarin birbirini desteklemesine dikkat edilir, süreç içerisinde degisen
sartlara ayak uyduracak taktiksel farkliliklar yaratilir.
Besinci Adim
Nihayet besinci adimda, amaçlanan
hedeflere ulasilabilme sansinin ne ölçüde oldugu özenle degerlendirilmelidir.
Akilli strateji, gücünün sinirlarini bilir, ötesine geçmez. Baska ülkeleri,
Amerikan degerlerine uyacak sekilde yeniden yapilandirmak, bitmeyecek bir Amerikan
dürtüsüdür. Ancak, eger pragmatik bir dis politika kiyafeti dikilecekse, kumasi
olusturan güç kaynaklarinin o kiyafete uygun olmasi gerekir. Bu ülke için
akilli güç stratejisi ve söylemi, “uygun kiyafet için uygun kumas“ olmalidir.
Sonuç
Akilli güç stratejisi,
gerçekçiler ve liberaller
arasindaki eski görüs
farkliklarinin bir yana birakilmasini ve bunun yerini, liberal gerçeklik
basligi adi altinda yeni bir sentezin
almasini gerektiriyor. Liberal gerçekçi bir akilli güç stratejisinin
bilesenleri ne olmalidir?
Ilk olarak Amerika’nin gücü ve bu
gücün sinirlarinin ne oldugu konusunda gerçekçi bir anlayisa gerek vardir.
Üstün olmak, imparatorluk olmak veya
hegemonya olusturmak anlamina gelmez. ABD dünyanin birçok yanini etkileyebilir
ama kontrol edemez. Güç kavrami sartlara göre farklilik gösterir. Iklim degisiklikleri, yasadisi uyusturucu trafigi,
salgin hastaliklar ve terörizm gibi sinirlar ötesi konular baglaminda daha da
farklilasir. Güç her yöne yayilmis ve kaotik bir biçimde paylasilmistir. Askeri
güç bu türden sorunlarin üstesinden gelinmesinde yetersizdir. Bu sorunlari
çözmek devletler arasi isbirligini ve uluslararasi kurumlarin çabalari ile
koordinasyonunu gerektirir. ABD, dünya halklarinin ortak alani olan, hava ve
açik denizlerde askerî üstünlügünü tescillemis olabilir fakat bu üstünlük ona,
milliyetçilige bagli sorunlar bas gösterdiginde yeterli avantaji saglamaz.
Basari ortak çalismayi gerektirir. Bunun yolu eski ittifaklari korurken yeni
örgütlenmeler olusturmaktan geçer. Bu süreçlere, Çin, Hindistan ve Brezilya
gibi yükselen güçler de dahil edilmelidir.
Ikinci olarak, liberal gerçekçi
strateji, Soguk Savasin kazanilmasi sürecinde örnegi görüldügü gibi, sert ve
cezbedici yumusak güç unsurlarinin büyük bir Akilli Güç Stratejisi çerçevesindeki bilesiminden
olusmalidir. ABD, uzak cografyalardaki hasin ve uzlasi bilmez terörizmle
ugrasirken sert gücünü kullanmak zorundadir. Fakat ilimli Müslümanlarin
akillarini ve gönülleri kazanmadan bu savasta üstün gelmek söz konusu degildir.
Üçüncü olarak; liberal gerçekçi
stratejinin dayandigi ana payandalar, ABD ve müttefiklerinin güvenligini
saglamak, güçlü bir ekonomik yapi tesis etmek, çevre felaketlerini önlemek
(salgin hastaliklar, iklim degisikliginin olumsuz etkileri gibi), liberal
demokrasi ve insan haklari prensiplerini içte ve dista, mümkün oldugunca makul
bir bedel karsiliginda tesvik etmek olmalidir. ABD’nin, kültürel çesitligin
gerçeklerini özümseyip, bunu kabullenmis bir anlayisla demokrasinin evrimini
desteklemesi akillica olacaktir. Bu strateji ise asagida listelenen bes soruna
öncelik verebilmelidir:
Amerikan yasam tarzina en ciddi
darbe uluslararasi terör yapilanmalarinin nükleer silahlarla bulasmasi
olacaktir. Bu kesinlikle önlenmelidir.
Siyasi Islâm ve bunun nasil bir
gelisme gösterecegi: Asirilik yanlisi Islâmî unsurlarla bugünlerde verilen
mücadele, bir medeniyetler çatismasi degildir. Aslina bakilirsa Islâm’in kendi
içindeki savastir. Radikal bir azinlik, Islâm dininin basite indirgenmis ve
ideolojiklestirilmis bir türevini çok daha genis bir bakis açisina sahip ilimli
Müslümanlara baski ve siddet yoluyla dayatmaya çalismaktadir. Müslümanlarin
çogunlugu Asya’da olsa da, olay Orta Dogu’dan kaynaklanmaktadir ve dünyada çok
genis bir alani etkiler hale gelmistir. Küresellesme, seffaflik, kurumsallasma
ve demokratiklesme baglamlarinda Orta Dogu dünyanin kalanina kiyasla geri
durumdadir. Ekonomik büyüme saglanabilirse, bunun, sivil toplum örgütlerinin
güçlendirilmesi, yönetime katilim sürecinin hizlandirilmasi, genel toplumsal
tercihlerin zaman içinde evrilmesine yardimi olur ama Müslümanlarin bu süreç
içinde Avrupa ve ABD’de nasil muamele görecekleri de büyük önem tasimaktadir.
Batinin Orta Dogu politikasi, ilimli
Müslümanlari
cezbedebilecek mi yoksa
radikal
Islâmcilarin kollarina mi
itecek. Bunun üzerinde önemle
durulmasi gerekmektedir.
Dünya nüfusunun yarisindan
fazlasini barindiran Asya’nin ekonomik yükselisinin, bu bölgede düsman bir
hegemonya yaratip yaratmayacagi: Böyle bir olusumun önlenmesi için Çin’in
sorumluluk sahibi bir ortak olarak kabullenilmesi gerekir. Ancak Çin gücünün
düsmanca bir hal almamasi için Japonya, Hindistan ve Asya’daki diger ABD dostu
ülkelerle isbirligini korumak ve gelistirmek gerekir.
Kötü finansal yönetimden
kaynaklanan problemler ve/veya Basra
Körfezi’ndeki enerji kaynaklariyla ilgili bir istikrarsizlik nedeniyle dünyanin
ekonomik bunalima girmesi: Bunun çaresi petrole olan bagimliligi azaltmak
olacaktir. Fakat bu, ABD’nin enerji piyasalarindan kendini soyutlamasi ve
faydadan çok zarar getirecek korumacilik tedbirlerine basvurmasi anlamina
gelmemelidir.
Besinci büyük sorun, salgin
hastaliklar veya iklim degisikliginin olumsuz etkileri gibi çevresel
felaketlerdir. Bu sorunlarla bas edebilmek için akilli enerji politikalari
gelistirmek ve uluslararasi kurumlarla daha yakin isbirligi içinde olunmasi
gerekmektedir.
Sonuç itibariyla, uluslararasi
yapilanma içindeki en güçlü ülkenin, küresel veya müsterek fayda ve iyilikler
yaratma sorumlulugu içinde, dünya düzeninin uzun vadeli evrilmesi sürecini
dikkate alan bir akilli güç stratejisi gelistirilmesine gerek vardir.
21.yy.’in en büyük ülkesi olarak
ABD, açik bir uluslararasi ekonomiyi, denizlerin, uzayin ve internetin dünya
halklari tarafindan serbestçe kullanilmasini desteklemelidir. Ayrica
uluslararasi ihtilâflari büyümeden yatistiracak arabuluculuk görevleriyle,
uluslararasi kurumlar ve kurallarin düzenini koruma islevini de yerine
getirmelidir.
Iletisim teknolojileri çok daha
fazla oyuncunun katildigi bir dünya ortami yaratmistir. Bu ortamda ABD’nin
kültürel ve ekonomik anlamdaki üstünlügü
nispeten azalacaktir. Ancak bu söylem, çöküsün basladigi anlamina
çekilmemelidir. 21.yy.’in ilk yarisinin “Amerika Sonrasi Dünya” olmasi mümkün
görünmüyor fakat ABD’nin “Digerlerinin Yükseldigi Dünya” kavramina, gerek
devletler arasi, gerekse devlet disi güçler baglaminda kendini alistirmasi ve
bu dogrultuda stratejiler gelistirmesi gerekmektedir. ABD’nin, ittifaklari,
kurumlari ve küresel bilgi çagi kavramiyla bagdasan örgüt aglarini güçlendiren
bir söyleme ve buna uygun stratejiler gelistirmesine ihtiyaç
vardir. Kisaca, ABD, 21.yy.’da basarili olabilmek için, nasil akilli güç
olunabilecegini yeniden kesfetmelidir.
--- SON ---