Bu kitapta yazar psikiyatri biliminin
kuramlarinin isiginda bir bütün olarak insani ele almaktadir. Insanin karmasik
iç dünyasinin ancak farkli iç disiplinlerinin isbirligi ile bütüncül bir
biçimde anlasilabilecegi öne sürülmektedir.
Yazar varolusçu felsefeden kaos
kuramina kadar olusan bir yelpazede insani ve psikolojisini irdelemektedir. Benlik
kavramini ele alan yazar, çagimizin sorunlari özelinde postmodernite ve empati
kavramlari üzerinde durmakta, psikoterapinin insan benligine olan etkilerini
arastirmaktadir.
Ikinci bölümde küresellesme ve ruh
sagligi iliskisi incelenmektedir. Küresellesmenin pisikolojik boyutlari
tartisilmaktadir.
Küresellesen dünya iyiye mi gidiyor kötüye mi
sorusunu soran yazar, neyin iyi neyin kötü oldugunu bilmeden bu soruyu
yanitlamanin olanaksiz oldugu, insanin kendisi için neyin iyi oldugu konusunda
yanilabilen bir varlik oldugu kabul edilirse, sorunun yanitinin çogunlugun
görüsüne basvurularak belirlenmesinin olanakli olmayacaginin görülecegini
belirtmektedir. Sikintilari asarken baska temel bazi degerlerin yitiriliyor
olabilecegini dile getiren yazar, yalnizca yüzeysel ekonomik ve sosyal
göstergelere bakarak soruya yanit verilemeyecegi, çogumuzun tartismasiz bir
deger olarak gördügü özgürlük de insanlarin üzerinde yanilamayacagi degerlerden
biriymis gibi görünse de insanin özgür degilken kendisini özgür sanmasi
olanakli midir yoksa bu konuda temelde insan yanilmaz mi? sorularini bize yönelterek,
küresellesen dünyada bireyin yasadigi iç buhranlari ve benliginin geçirdigin
dönüsümleri anlamak adina bizi düsünmeye sevk etmektedir.
Psikolojik mekan olarak sralan
kavraminin inceledigi bölümde yazar siber alani tanimlayarak ise baslamaktadir.
Siberalanin zaman ve mekandan bagimsiz sanal bir ortam oldugu ve bireyin bu
ortamdayken gerçek ve sanal ayrimini yapamayabildigi, bununda sosyal hayatta
insanin basina büyük dertler açabildigine deginen yazar, internet üzerinde
yasanan duygusal iliskilerin 21. Yüzyil toplumu açisindan büyük tehlike arz
ettigini belirtmektedir.
Günlük hayatinda insanlarla diyalog
kurmaktan uzak, çekingen içine kapanik bireylerin internet ortaminda bir süre
sonra kendilerini farkli kimliklerle tanitmaya basladigi, sanal sohbet
odalarinda arkadas edinenlerin çogunlukla olduklari gibi degil de olmak
istedikleri gibi bir karakter çizdiklerini ifade etmektedir.
Kendini açma ve içini dökmenin online
iliskilerin vazgeçilmez bir parçasi oldugu, insanlarin hattin diger ucunda birileri
bunlari okuyacak oldugunda bir bilgisayara daha fazla açilabilecegi, bunun da
internet iliskilerinin temelini olusturdugu, zaman zaman bilgisayardaki sanal
kisiliklerin yan odada oturan gerçek kisilikten daha samimi gelebilecegine
dikkat çekmektedir.
Yazar sanal alemde insanlarin
kendilerini daha rahat ifade edebilmelerini internet üzerinden iletisimin
kelimelere dayali olusuna baglamaktadir. Sadece bir klavyenin tuslarina
dokunularak karsi tarafa daha fazla sey açiklanabilecegi, duygularin belli edilebilecegi
ya da karsinizdaki insanin cazibesine kapilabilecegi, klavyede bireyin yalnizca
kendisinin ve kendisinin kelime ve duygularina odaklanildigi, nasil
görünüldügü, ne giyinildigi ya da fazla kilolarin bir önemi kalmadigini anlatan
yazara göre sanal iletisimin en büyük riski insanlarin iletisim kurmak için
kendilerini baska kimlikle tanitmalaridir. Bireylerin çok fazla açilabilecegi,
gerçekçi olmayan biçimlerde idealize edip düs kurabilecekleri, oyun oynama,
kandirma, cinsiyet degistirme gibi durumlarin internet ortamini iliski kurmak
için nisbeten tehlikeli bir yer haline getirdigi, hiç yoksa baslatilan bir
iliskinin yoktan yere buharlasma riskinin bulundugu anlatilmaktadir.
“Anksiyete: Özgürlügün Bas Dönmesi”
isimli kitaba adini da veren bölümde ise yazar, anksiyete ve özgürlük
kavramlari arasindaki iliskiyi varolusçu felsefe temelinde irdelemistir. Anksiyete
kavramina genis bir yer ayrilmistir.
Anksiyeteyi kaygi, kiside her an kötü
bir sey olacakmis hissi, örnegin her an kötü bir haber alacagi ya da kendisinin
yahut yakinlarinin basina kötü bir sey gelecegi endisesi ile giden bir bunalti
duygusu olarak tanimlayan yazar, kisinin siklikla günlük olaylar karsisinda
beklenenin üstünde yüksek bir kaygi düzeyi yasadigi, zihninin çogunlukla
felaket senaryolari ile dolu oldugu, olaylar karsisinda hafif bir tedirginlik
duygusundan panik derecesine kadar degisik yogunluklarda kaygi yasanabildigini
söylemektedir.
Yazar aslinda kayginin günlük
hadiselerde herkesin karsilastigi bir ruh hali oldugu ve asiri boyutlara
ulasmadikça bir tesvik araci olarak insanlara yardimci olsa da kisinin günlük
aktivitelerini aksatacak hale gelerek basli basina bir problem meydana
getirdiginde artik hastalik adini aldigi ve tedavi edilmesi gerektigini
vurgulamaktadir.
Kaygi düzeyi yüksek kisilerin
huzursuzluk ve kaygi hissinin yani sira sürekli gerilim tipi bas agrilari,
yaygin vücut agrilari, bulanti, midede siskinlik gibi sikâyetler çekmelerine
dikkat çeken yazar, bu nedenle hastalarin bir kismi öncelikle psikiyatrist
disindaki hekimlere basvurduklarini belirtmektedir.
Yaygin anksiyete bozuklugu tedavi
edilmedigi takdirde yillarca sürerek, kiside önemli bir yeti yitimine yol
açtigi, ileri dönemlerde hastalarda mevcut rahatsizliklarina ikincil olarak
depresyon gelisebildigi, hastalarin huzursuzluk ve sikintilari için kisa süreli
rahatlatici etkilere sahip oldugundan alkol kullanmaya baslayabildigi veya
kullandiklari alkol miktarini artirabildigi, bu sebeplerle hastaligin daha
baslangiçta tedavi edilmesinin büyük önem tasidigini hatirlatmaktadir.
Insan ve zaman iliskisine de deginin
yazar zamanin gizli bir nehir gibi akip gittigi, kullanmadigimiz takdirde
zamanin bizi alip götürdügü, zamanin bizi kullandigi, insanoglunun üç seyin
kiymetini bilmek zorunda oldugu, bunlarin zaman saglik ve vazife oldugu ifade
edilmektedir.
,
Verimli vakitleri önemli islerimizde
kullandigimiz takdirde zamani iyi bir sekilde degerlendirdigimiz anlamina
geldigine temas eden yazar, Pareto ilkesine göre vaktimizin yüzde seksenini
islerimizin yüzde yirmisine ayirdigimizi, eger bu yüzde yirmilik dilimi
gerçekten verimli kullanirsak basarili bir planlama anlamina gelecegi, aksi
halde vaktimizin çogunu verimsiz ise ayirmis oldugumuzu söyleyebilecegimizi
belirtmektedir.
Ruhsal Hastaliga yönelik tutumlar
bölümünde ise yazar tarafindan stigma kavrami açiklanmaya çalisilmistir. Damga,
delik, delmek, yara, iz anlamina gelse de günümüzde daha çok kara leke
anlaminda kullanilan “Stigma”nin, bu anlamda ortaçagda suçlu kisilerin
suçlulugun göstergesi olarak kizgin demirle daglanmalarindan sonra kullanilmaya
baslamistir. Damgalamanin ise kisinin içinde yasadigi toplumun normal saydigi
degerlerin disinda sayilmasi nedeniyle, toplumu olusturan diger bireyler
tarafindan, kisiye sayginligini azaltici bir atifta bulunulmasidir. Damgalanan
kisiye damgalama nedeniyle gerçege dayanmaksizin adini kötüye çikaran utanç
verici bir özellik yüklenmektedir. Damgalamanin hayat buldugu zemin
önyargidir. Damgalama kisilerarasi
iliskilerde ayrimcilik ya da kabul edilmezlik boyutunda yasanmaktadir.
Ayrimcilik toplumdaki kisi ya da gruplarin digerlerini damga ve önyargi
nedeniyle bazi hak ve menfaatlerden yoksun birakmasidir. Böylece damga, bazen
en az hastaligin kendisi kadar tehlikeli olmaktadir.
Damgalamayla mücadele etmek ve ruh
saglina olan olumsuz etkilerini silebilmek adina yazar, multidisipliner biçimde
ruh sagligini gelistirmek ve hastaliklari önlemek, belirtileri kontrol altina
alan ve yan etkileri azaltan tedavi stratejilerinin kullanimini arttirmak, ruh
sagligi bakim hizmetlerinden yararlanmayi gelistirerek ihtiyaci olanlarin bakim
almasini saglamak, ruh saglinin planlama, uygulama ve degerlendirilmesinde
toplum katilimini desteklemek, ruh sagligi, risk faktörleri, stresle mücadele
ve saglikli çevre yaratma konularinda halki ve politikacilari etkilemek,
toplumun davranislarini egitim yoluyla degistirmek, kamu politikalarini ve
yasalari damgalamayi azaltacak ve ruhsal hastaliklara yasal koruma olanaklarini
arttiracak yönde degistirme ve buna bagli olarak Ruh Sagligi Yasasi’ni
çikarmak, Ülkemizdeki tip ve hemsirelik egitimini tekrar gözden geçirerek,
psikiyatri egitim programlarina bilgi, inanç, tutum ve davranis degistirmeye
yönelik özel egitim programlarini eklemeyi önermektedir.
Her seye karsin hastalarin
damgalanmasi ve dislanmasinin tamamen yok edilmesinin çok da gerçekçi bir
yaklasim olmadigina deginen yazar, yanlis inanç ve yargilarin degistirilmesi
gerektigini vurgulamaktad
Son bölümde ise kaos ve psikiyatri
arasindaki iliskiyi izah etmeye çalismaktadir. Kaosun dogrusal olmayan
dinamigin önemli ilklerinden biri oldugu, kaos kuramiyla birlikte bazi dogan
sistemlerin yapi ve islevlerinin daha iyi açiklanabildigi, kaosun ayni zamanda
hem düzeni hem de belirsizligi içerdigi için karmasik ve dinamik sistemlerin
incelenmesinde elverisli bir yöntem olarak ele alindigina dikkat çekilerek,
kaosun psikoloji, psikiyatri ve psikoterapi alanlarinda da bir açiklama modeli
ya da metafor olarak kullanilabilecegi öne sürülmektedir.
Kaotik sistemlerin; baslangiç durumuna
duyarli baglilik, önden kestirilemezlik, kendiligindenlik, kendini
yapilandirabilme ve küçük girdilerin kendileriyle dogru orantili olmayan büyük çiktilara
yol açabilmesi gibi özellikleriyle psikoterapi sürecini açiklayan bir metafor
olabilecegi tartisilmaktadir. Yazar, ayica sizofreni ya da iki uçlu duygulanim
bozuklugu gibi hastaliklarin gidisi, dogrusal olmayan dinamigin yöntemleriyle
incelendiginde bulgularin kaotik bir biçimde gelistigi ancak bu kaosun içinde
bir düzen oldugunun görüldügüne vurgu yaparak, bu yaklasimin gerek etiyoloji
forumulasyonunda gerekse tedavide yeni bir anlayis getirdigine parmak
basmaktadir.
Yazar kaos kuraminin psikiyatrinin
çesitli alanlarindan saglanan bilgileri birlestirebilecek yeni ve bütüncül bir
anlayis getiremedigi elestirisini getirerek kitabi sonlandirmaktadir.
ADI : ÖZGÜRLÜGÜN BAS DÖNMESI
YAZARI : Kemal SAYAR
BASIMEVI : Timas
BASIM TARIHI : 2013 /161 Sayfa